Question Şia, Muaviye`nin kâfir olduğunu söylemektedir

advertisement
Question
Şia, Muaviye’nin kâfir olduğunu söylemektedir. Ama biz Şia’nın deyimiyle masum olan Hz.
Hasan b. Ali’nin (a.s) Muaviye ile barış yaptığını ve hilafetten el çektiğini görmekteyiz. Öyleyse
Şia, İmam Hasan Mücteba (a.s) bir kâfirin lehine hilafetten çekilmiştir ve bu masumiyet ile
çelişmektedir, demelidir! Yahut Muaviye’nin Müslüman olduğunu kabul etmeliler!
Answer:
Muaviye, Ehli Sünnet kitaplarının tanıklığıyla şeriat karşıtı işlere ve şarap içmek, “iki bayram”
namazı için ezan okutmak bidati ve Cuma namazını Çarşamba günü kılmak gibi birçok bidate
mürtekip olmuştur. Bu nedenle ona karşı hiçbir müsamaha ve tolerans gösterilemez. Öte
taraftan tarihin tanıklığıyla İmam Hasan’ın (a.s) Muaviye ile yaptığı barış, memnuniyet ile
yapılan bir barış değildi. Bilakis Muaviye’nin meydana getirdiği tefrikalardan ve var olan az
sayıdaki yarenlerinin da öldürüleceğine (faydasız bir öldürülme) dair itminan hâsıl olmasından
sonra İmam Hasan (a.s) Müslümanların din ve canlarının korunması için barışı kabul etti.
Nitekim yüce İslam Peygamberi (s.a.a) de Müslümanların din ve canını korumak için müşrikler
ile Hudeybiye barışını yapmayı masumiyete ters görmemiş ve onu kabul etmiştir. O halde
kesinlikle İslam ve Müslümanların maslahatını korumak için yapılan bu zorunlu barış da
İmamın (a.s) masumiyetiyle çelişmez.
Ayrıntılı Cevap:
Muhterem soru sahibinden bu soruyu sormadaki hedefin ne olduğu ve neyi ifade etmeye
çalıştığı sorulmaya değer bir husustur. Bu açıklamalar ile soru sahibi isnat edilen işlerden
Muaviye’nin yüzünü aklamak mı istemektedir? Yahut gerçekten de Allah Resulü’nün (s.a.a)
değerli kızının evladı İmam Hasan’ın (a.s) barışı ve hareketi hakkında soru sormakta ve daha
yüksek maslahatlar için İslamî usullere inancı olmayan bir insanla barış yapılabileceğini
bilmemektedir. Her halükarda Şia şahadeteyni söylemenin insanların Müslüman olduğunu
sabit kıldığına inanmaktadır. Ama bu, İslam’ı kabul eden her şahsın onun usul ve değerlerine
de bağlı kalacağına delil teşkil etmez. Muaviye hakkında Şia ve Ehli Sünnet’ten kardeşler
kanalıyla kendisinin İslamî usullere amelde bağlı olmadığını gösteren birçok rivayet bize
ulaşmıştır. Bu düzlemde Ehli Sünnet’ten kardeşler kanalıyla nakledilen rivayetlere işaret
ediyoruz:
Ahmet b. Hanbel, Ubda…b. Beride kanalıyla şöyle naklediyor: Ben ve babam Muaviye’nin
yanına geldik ve o bizi bir halı üzerine oturttu. O esnada yemek getirdiler ve biz yedik. Sonra
bize şarap getirdiler. Muaviye ondan içti ve babamı da içmeye davet etti ama babam şöyle
dedi: Peygamber (s.a.a) haram kılalı onu içmedim.[1] Oysaki Peygamber (s.a.a) şöyle
buyurmuştur: Şarap içen puta tapan gibidir.[2] O, Peygamber ve hatta halifelerin aksine “iki
bayram” namazında ezan okutarak bidat yapmıştır.[3] Hâlbuki farz olmayan namazlar dışında
ezan ve kametin şerî olmadığı tüm fıkıh mezheplerinin kesin kurallarındandır. İbn. Abbas ve
Cabir şöyle demektedir: Peygamber (s.a.a) asla Ramazan ve Kurban bayramlarında ezan
söylemedi.[4] O, Cuma namazını Şam halkı için Çarşamba günü kıldı. Mesudî şöyle
nakletmektedir: Şam halkının Muaviye’ye itaati öyle bir seviyeye ulaşmıştı ki Muaviye Sıffin
yönüne hareket etme esnasında onlar için Cuma namazını Çarşamba günü kıldı.[5] Diğer
hususlar da tümüyle onun İslamî usullere yönelik lakaytlığını göstermektedir. Peygamberin
(s.a.a) sünnetine göre amel etmesiyle övünen Ehli Sünnet’e bağlı kardeşlerin böyle bir ferdi
savunmaları şaşırtıcı değil midir? Bundan daha şaşırtıcı olan ise Allah Resulü’nün (s.a.a)
kendisine yönelik sevgisi ve hakkında buyurduğu hadislerin Sünni ve Şia kitaplarında çok
nakledildiği bir şahsiyetin karşına onu koymalarıdır. Nesaî, Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s)
Özellikleri (Hesais) adlı kitabında onların bazılarını uygun bir şekilde nakletmiştir. Bu cümleden
olmak üzere Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu aktarmıştır: “Hasan ve Hüseyin bu
dünyadaki benim iki güzel kokan güllerimdir” ve “Hasan ve Hüseyin benim evlatlarım ve
cennet gençlerinin efendileridirler.”[6] Ama eğer soru sahibinin maksadı İmam Hasan’ın (a.s)
Muaviye ile barış yapma nedenlerini bilmekse ve bu yolla ve de İmam Hasan (a.s) böyle bir
insan ile barış yapmaz anlayışıyla Şia’nın Muaviye’ye yönelik bakışını hata olarak
değerlendirmek istemekse, özet olarak şunlara işaret etmemiz gerekecektir: Hz. Ali’nin (a.s)
şahadetinden sonra İmam Hasan (a.s) imamete ulaştı. İlk günlerden itibaren İmamın (a.s) en
büyük sorunu Muaviye ve onun hareketleri idi; zira o, Hz. Hasan’ın (a.s) imamete
ulaşmasından sonra komplo ve inatçılıktan el çekmedi ve Peygamberin (s.a.a) nassıyla İmam
olan ve halkın biatini de alan bir imama muhalefet etti. İmam Hasan (a.s), ona bahane
bırakmamak için kendisine tarihte kayıtlı olan bir takım mektuplar yazdı.[7] Ama bu mektuplar
ve nasihatlerin bir eseri olmadı ve Muaviye saldırmak amacıyla bir orduyla Irak’a doğru
hareket etti. İmam (a.s) birçok zahmet ve bazı yaranlarının fedakârlığıyla ona karşı koymak
için bir ordu hazırlayabildi. Ama bu pasif karakterli ordu, Muaviye’nin dünyevî vaatleri
karşısında dayanamadı ve İmamın ordusunun komutanı büyük bir grupla birlikte Muaviye’ye
katıldı.[8] İmam Hasan (a.s) bu vefasızlıkların tümünü görmesine rağmen Muaviye ile
savaşabilmesi için yeniden yarenleriyle sohbet etti. Ama onların böyle bir hazırlığı yoktu.
Sonunda İmam şöyle buyurdu: “Ben çoğunluğun barış istediğini gördüm, çekindikleri şeye
onları zorlamak istemedim ve zaten az sayıda olan taraftarlarımı öldürülmekten korumak için,
bu savaşı başka günlere erteledim (barış yaptım). Kuşkusuz Allah her gün bir yeni bir tasarruf
halindedir.[9] Bu şartlar, Muaviye’nin fitneleri ve halkın savaştan yorgun düşmesi göz önünde
bulundurularak barış yapıldı. Bu ne İmamın masumiyeti ile çelişmektedir ve ne de karşı tarafı
haklı göstermektedir. Bu, İmam Hasan’ın (a.s) masumiyetiyle nasıl çelişebilir? Zira onun yüce
atası yani İslam Peygamberi (s.a.a) Mekke cahilleri ve müşriklerinin ihaneti nedeniyle Muaviye
ve babası Ebu Süfyan’ın da karşı safta ve müşriklerin cephesinde yer aldığı[10] bir dönemde,
müşriklerle Hudeybiye barışını imzalamıştır.[11] Buna rağmen hiçbir şüphe oluşmamıştır. Hz.
Peygamber (s.a.a) bu barışı yaptığı için masum değildir yahut müşrikler ile barış yaptığından
dolayı (söz konusu müşrikler alenen puta tapmaktaydılar) onlar Müslüman ve mümindirler,
diye bir şey söylenemez. Bu barış daha üstün maslahatlar için yapılmadı mı? Daha önemli
maslahatlar için böyle bir girişimde bulunulamaz mı? Peygamberin (s.a.a) girişimi bu
doğrultuda değerlendirilemez mi? Böyle bir çözümleme işte bu derecede bir açıklıkla
gülünçtür. Ama bu değersiz soru ve şüpheleri ortaya atarak bazılarının inançlı ve kararlı
gençleri bulundukları hak yoldan dalalet ve sapıklığa yönlendirebileceklerini iddia etmeleri acı
vericidir.Refrence:
[1] Müsned-i Ahmed, c. 6, s. 474, h. 22433.
[2] et-Terğib ve’t-Terhib, İbn. Munzur, c. 3, s. 102, Vakıa-i Aşura ve Pasoh Be Şübehat, Ali
Asgar Rızvanî, s. 56’dan nakledilmiştir.
[3] Tarihü’l-Hulefa, Suyutî, s. 187, Çap: Daru’l-Fikir Beyrut.
[4] Sahih-i Buharî, c. 10, s. 327, h. 917.
[5] Murucu’z-Zeheb, Mesudî, c. 3, s. 42.
[6] Hesais, Nisaî, s. 106-108, Çap: Mektebe-i Asriye
[7] Zındıgi-i İmam Hasan Mücteba (a.s), Seyyid Haşim Resulî Mehallatî, s. 202- 210.
[8] a.g.e., s. 214.
[9] İlamü’l-Hidaye, Kitab-ı İmam Hüseyin (a.s), s. 147, Ehbarü’l-Teval, s. 221’den
akledilmiştir.
[10] Vakıa-i Aşura, Ali Asgar Rızvanî, s. 54.
[11] Peyamber-i Ummi, Şehid Ayetullah Mutahhari, s. 27.
-----------------------------Kaynak:www. islamquest.net
Sunulan cevaplar zorunlu olarak Ehl-i Beyt (a.s) Kurultayı’nın görüşünü yansıtmamaktadır
Download