DĠABETES MELLĠTUSLU HASTALARDA MĠKROVASKÜLER

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ
1. ĠÇ HASTALIKLARI KLĠNĠĞĠ
ġef Vekili: Uzm. Dr. Ali Çetin ÖLEK
DĠABETES MELLĠTUSLU HASTALARDA MĠKROVASKÜLER
KOMPLĠKASYONLARLA AÇLIK SERUM HOMOSĠSTEĠN DÜZEYLERĠ
ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
UZMANLIK TEZĠ
Dr. Ahmet YAVUZ
ĠSTANBUL 2007
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve tecrübelerini bize aktaran, kiĢiliği,
davranıĢları ve etik kurallara gösterdiği hassasiyeti ile örnek olan, her türlü
desteğini bizden esirgemeyen, asistanlığımın son döneminde emekli olan
değerli hocamız klinik Ģefi Dr .Metin ACAR’a;
Bilgi, deneyim, hayat tecrübelerinden yararlandığımız, her zaman sınırsız
destekçimiz olan değerli hocamız klinik Ģef vekili Dr. Ali Çetin ÖLEK’e;
Asistanlığım süresince bilgi ve birikimlerinden yararlandığım uzmanlarımız
Dr. Ertan CEVĠZCĠ, Dr. Yücel ARMAN, Dr. Mustafa TEMĠZEL, Dr. Meral
MERT’e;
Tez çalıĢmalarımda yardımcı olan Dr. Serkan ĠPEK’e;
Asistanlığım süresince birlikte çalıĢmaktan zevk duyduğum asistan
arkadaĢlarım Dr. Müge KORKMAZ, Dr. Mustafa ERGÜL, Dr. Serhat KARADAĞ,
Dr. Yasemin ġAHĠNKAYA, Dr. Deniz ARSLAN, Dr. Ahmet BOYOĞLU, Dr.
Hakan YANAR, Dr. Selahattin EROL, Dr. Aysun ÇAKILLI, Dr. Remzi YILDIZ’a;
Değerli servis hemĢirelerimiz ve servis çalıĢanlarına;
Uzmanlık eğitimimde büyük katkıları olan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji ġefi Dr. M.Taner YILDIRMAK, Biyokimya Klinik ġefi Dr. Sembol
TÜRKMEN YILDIRMAK’a;
Hastanemiz BaĢhekimi Dr. M.Hayri ÖZGÜZEL’e;
Her zaman bana destek olan aileme sonsuz teĢekkür ederim.
ĠÇĠNDEKĠLER
GĠRĠġ VE AMAÇ……………………………………………..1
GENEL BĠLGĠLER…………………………………………...3
Diyabetin Tanımı……………………………………….....3
Epidemiyoloji……………………………………………...3
Diabetes Mellitus Sınıflaması…………………………...5
Diyabetin Tanı Kriterleri……………………………….....9
Tip 1 Diabetes Mellitus………………………………....10
Gestasyonel Diabetes Mellitus………………………...11
Diğer Spesifik Diyabet Tipleri……………………….....12
Prediyabet………………………………………………....13
Tip 2 Diabetes Mellitus……………………………….....14
Diabetes Mellitusun Komplikasyonları……………….17
Diabetik Nefropati……………………………………….18
Diabetik Retinopati……………………………………...28
Diabetik Nöropati………………………………………..31
Homosistein……………………………………………...32
MATERYAL METOD……………………………………….46
BULGULAR…………………………………………………48
TARTIġMA VE SONUÇ……………………………………56
ÖZET…………………………………………………………61
KAYNAKLAR………………………………………………..63
KISALTMALAR
DM: Diabetes Mellitus
ADA: Amerikan diyabet birliği
IFG: BozulmuĢ açlık glukozu
IGT: BozulmuĢ glukoz toleransı
OGTT: Oral glukoz tolerans testi
GDM: Gestasyonel diabetes mellitus
ACE: Anjiyotensin konverting enzim
ARB: Anjiyotensin reseptör blokeri
GFH: Glomerüler filtrasyon hızı
ĠĠAH: Ġdrarda albümin atılım hızı
GBM: Glomerüler bazal membran
SDBY: Son dönem böbrek yetmezliği
SAM: S-Adenozil metiyonin
SAH: S-Adenozil homosistein
Hcy: Homosistein
GSH: Glutatyon
GĠRĠġ VE AMAÇ
Diabetes mellitus karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmalarında
anormallikler ve bunlara eĢlik eden klinik ve biyokimyasal bulgularla karakterize
kronik bir hastalıktır(1). Diabetes mellitus tüm dünyada en sık rastlanan
endokrin hastalıktır. Türkiye diyabet epidemiyoloji çalıĢması (TURDEP)’nın
sonuçlarına göre ülkemizde Tip 2 diyabet prevalansı %7,2 bulunmuĢtur(2).
Ülkemizde Tip 1 diyabet insidansı ile ilgili ulusal ölçekte yayınlanmıĢ bir çalıĢma
bulunmamasına rağmen, 1994 yılında yapılan bir çalıĢmada
Türkiye’de
çocukluk çağı Tip 1 diyabet insidansının nispeten düĢük olduğu (2,8/100000/yıl)
saptanmıĢtır(3).
Diyabetik
hastaların
büyük
bir
kısmında
zaman
içinde
çeĢitli
komplikasyonlar geliĢmektedir. Komplikasyonlar hipergliseminin görülmesinden
15-20 yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Bu komplikasyonların kesin nedeni
bilinmemekle birlikte muhtemelen bir çok faktör etkili olmaktadır(19). Diyabetin
makrovasküler komplikasyonları; koroner kalp hastalığı, serebrovasküler
hastalık ve periferik damar hastalığı olarak sınıflandırılırken mikrovasküler
komplikasyonları diyabetik retinopati, nefropati ve nöropatidir(4).
Diyabette artmıĢ koroner kalp hastalığı riski arterial hipertansiyon,
hiperlipidemi ve obezite gibi kısmen kanıtlanmıĢ risk faktörleriyle açıklanır. Buna
ek bir risk faktörü de diyabette kesin olarak kanıtlanmamıĢ olmasına rağmen
hiperhomosisteinemidir(5).Diyabetin
mikrovasküler
komplikasyonları
ile
hiperhomosisteinemi arasındaki iliĢki çeĢitli çalıĢmalarla araĢtırılmıĢtır.
Homosistein metionin metabolizması esnasında oluĢan, yapısında sülfür
bulunduran bir aminoasittir(6). Yüksek homosistein konsantrasyonları altta
yatan sebepten bağımsız olarak vasküler yapıya ve fonksiyonuna birçok
mekanizma ile zarar vermektedir. Bu mekanizmalardan bazıları endotelyal
disfonksiyon, trombosit aktivasyonu ve trombüs formasyonu, sitotoksik reaktif
oksijen radikalleri oluĢumu, lipid peroksidasyonu, LDL-kolesterolün oksidasyonu
ve vasküler düz kas proliferasyonudur(7,8). Hiperhomosisteinemi vasküler
endotelyal hücreler üzerine
toksik etki gösterdiğinden
homosistein
ile
mikrovasküler komplikasyonlar arasında iliĢki olması muhtemeldir.
Türkiye’de ve dünyada sıklığı giderek artan diyabet günlük pratikte
önemini korumaktadır. Diyabet çok fazla sayıda insanı etkilediğinden üzerinde
en çok çalıĢılan ve yeni geliĢmelere açık bulunan bir hastalıktır ve bu nedenlerle
güncelliğini korumaktadır. Vasküler toksik etkileri olduğu bilinen homosisteinin
diyabetin mikrovasküler komplikasyonları geliĢimi üzerine olan etkileri hakkında
tartıĢmalı, farklı sonuçlar bildirilmiĢtir. Biz de çalıĢmamızda diabetes mellitusta
mikrovasküler komplikasyonlarla açlık serum homosistein düzeyi arasındaki
iliĢkiyi değerlendirdik.
GENEL BĠLGĠLER
DĠYABETĠN TANIMI
Diabetes eski Yunanca’da ‘sifon’ anlamına gelir ve aĢırı idrar yapımını
anlatır. Mellitus ise yine Yunanca’da bal anlamına gelen mel kelimesinden
geliĢtirilmiĢtir(28).
Diabetes mellitus (DM) insülin hormon sekresyonunun ve/veya insülin
etkisinin mutlak veya göreceli eksikliği sonucu karbonhidrat, yağ ve protein
metabolizmasında bozukluklara yol açan kronik hiperglisemik bir grup
metabolizma hastalığıdır(9).
Diabetes mellitus iki bin yıldan beri insanlar tarafından bilinmektedir. Ġnsan
sağlığı için sinsi bir düĢman olan bu hastalık insülin ve antibiyotikler
keĢfedilmeden
önce
koma
ve
enfeksiyonlar
ile
ölüme
sebebiyet
vermekteydi(10).
Diabetes mellituslu hastalarda doku ve organlarda biyokimyasal, morfolojik
ve fonksiyonel bir çok değiĢiklikler oluĢur. Akut komplikasyonlar yaĢamı tehdit
edecek düzeyde olabilir. Ancak bugün asıl sorun uzun sürede oluĢan küçük ve
büyük damar hastalıklarına bağlı oluĢan organ disfonksiyonlarıdır. Koroner arter
hastalığı,
serebrovasküler
hastalık,
periferik
damar
hastalığı,
diyabetik
retinopati, diyabetik nefropati, diyabetik nöropati ve diğer komplikasyonlar erken
evrede
glukoz
seviyesi
normal
sınırlar
içinde
tutulursa
ilerlemeleri
engellenebilir(10,11).
EPĠDEMĠYOLOJĠ
Günümüzde bütün dünya
tip 2 diabetes mellitus pandemisi ile karĢı
karĢıyadır. 2000 yılında dahi sebebi kesin belli olmayan bu hastalık geliĢmiĢ ve
geliĢmekte olan ülkelerde sık görülmektedir. Modern çağda genetik özelliklere;
çevresel ve kültürel
faktörlerin eklenmesi özellikle tip 2 diabetes mellitus
prevalansında artmaya neden olmuĢtur.
Diabetes
mellitusun
sinsi
seyirli
olması
nedeniyle
prevalansının
saptanması kayıtları en iyi tutulan ülkelerde bile mümkün olmamaktadır. Ancak
bölgesel ve ırksal farklılıklar vardır. En yüksek rakam USA’da pima kızıl
derililerinde % 55 ile saptanmıĢtır.
Gelecek yıllarda diabetes mellitus sıklığı giderek artacak ve bu hızla
giderse 2010 yılında 220 milyondan fazla diyabetli hasta olacaktır. Hali hazırda
100 milyondan fazla diyabetli olup bunun büyük çoğunluğu tip 2 diyabettir. 2003
yılı ADA uzmanlar toplantısında dünya diyabet prevalansı(20-79 yaĢ) %5.1, IGT
prevalansı(20-79 yaĢ) %8,2 olarak bulunmuĢtur. Bu durum gelecekte halk
sağlığını tehdit edecek önemli bir sorundur.
Tüm diyabetik hastaların %5-10’unu tip 1 diabetes mellitus oluĢturur.
Prevalansı toplumlara göre değiĢmekle birlikte yaklaĢık %0.25-1 civarındadır.
Her yıl yaklaĢık yüzbin kiĢide 7-17 tip 1 diyabet geliĢmektedir. BaĢlangıç tanı
taĢı 2. dekatta pik yapmaktadır. 6. ve 7. dekatta da küçük bir 2. pik vardır.
Ġnsidens hızı Asya, Karayipler ve Latin Amerika’da oldukça düĢükken (0.13.5/100.000), kuzey ülkeleri, Ġngiltere, Kanada, Amerika BirleĢik Devletleri, Yeni
Zelanda,
Portekiz,
Sardinya
Genetik
faktörler
kadar
gibi
ülkelerde
çevresel
yüksektir(21.2-36.8/100.000).
faktörlerde
etiyolojide
oldukça
önemlidir(4,10,13,14,25).
Ülkemizde diyabet sıklığını belirlemeye yönelik ilk çalıĢmalar 1940’lı
yıllarda
baĢlatılmıĢ
olmasına
rağmen,
yakın
zamana
kadar
diyabet
epidemiyolojisi alanında toplum genelini yansıtacak Ģekilde planlanmıĢ ve
uluslararası standartlarda gerçekleĢtirilmiĢ araĢtırma bulunmamaktaydı.1997-98
yıllarında ülke genelinde gerçekleĢtirilen ve randomize olarak seçilmiĢ 20 yaĢ
üstünü kapsayan Türkiye Diyabet Epidemiyoloji ÇalıĢması (TURDEP)’nın
sonuçlarına göre ülkemizde tip 2 diyabet prevalansı %7,2; IGT prevalansı ise
%6,7
bulunmuĢtur.TURDEP
sonuçları
ülkemizde
diyabet
prevalansının
artmakta olduğunu göstermektedir.Ülkemizde tip 1 diyabet insidansı ile ilgili
ulusal ölçekte yayınlanmıĢ bir çalıĢma bulunmamasına rağmen, 1994 yılında
yapılan bir çalıĢmada çocukluk çağı tip 1 diyabet insidansı 2,8/100000/yıl olarak
bulunmuĢtur(2,12,14,26,27).
DĠABETES MELLĠTUS SINIFLAMASI (1,15)
1. Tip 1 Diabetes Mellitus (beta hücre yıkımı, çoğunlukla mutlak insülin
eksikliği)
a. Ġmmun nedenli
b. Ġdiopatik
2. Tip 2 Diabetes Mellitus
Rölatif insülin eksikliği ile birlikte insülin direncinin baskın olduğu tipten,
insülin direnci olsun ya da olmasın insülin salınım kusurunun baskın olduğu
tipe uzanan geniĢ bir spektrum gösterir.
3. Gestasyonel Diabetes Mellitus
Bu hastalarda glukoz intoleransının baĢlangıcı veya ilk tanınması
gebeliktedir.
Primer
tedavi;
fetal
makrozomiyi
önlemek
için
glisemik
kontrolü
sağlamaktır.
4.
Diğer Spesifik Tipler
A. Beta Hücre Fonksiyonunda Genetik Defektler
a. Kromozom 20, Hepatik Nükleer Faktör (HNF)-4 Alfa (MODY 1)
b. Kromozom 7, Glukokinaz (MODY 2)
c. Kromozom 12, HNF-1 β (MODY 3)
d.Ġnsülin Promotor Factör – 1 (MODY 4)
e. Neuro D1 / BETA 2 (MODY 6)
f. Mitokondrial DNA
g. Mutant Ġnsülinler
h. Hiperproinsülinemi
i. Diğerleri
B. Ġnsülin Etkisinde Genetik Defektler
a. Tip A Ġnsülin Direnci
b. Leprehaunism
c. Rabson-Mendenhall Sendromu
d. Lipoatrofik diyabet
e. Diğerleri
C. Ekzokrin Pankreas Hastalıkları
a. Pankreatit
b.Travma / Pankreatektomi
c. Neoplazi
d. Kistik Fibrozis
e. Hemokromatozis
f. Fibrokalkülöz Pankreotopati
g. Diğerleri
D. Endokrinopatiler
a. Akromegali
b. Cushing Sendromu
c. Glukagonoma
d. Hipertiroidizm
e. Somatostatinoma
f. Aldosteronoma
E. Ġlaca ve Diğer Kimyasallara Bağlı
a. Vakar
b. Pentamidin
c. Nikotinik Asit
d. Glukokortikoidler
e. Tiroid hormonu
f. Diazoksid
g. β Adrenerjik Agonistler
h. Thiazidler
ı. Dilantin
i. α interferon
j. Proteaz Ġnhibitörleri (Ġndinavir, Saqunavir, Ritanavir, Nelfinavir)
k.
Atipik
antipsikotikler
Risperidon)
l. Diğerleri
F. Enfeksiyonlar
a. Konjenital Rubella
b. Sitomegalovirüs
(Klozapine,
Alanzapine,
Quetiopine,
c. Diğerleri
G. Ġmmun Aracılıklı Diyabetin Nadir Formları
a. Stiff-Man Sendromu
b. Anti insülin antikorları
c. Diğerleri
H. Bazen Diyabetle ĠliĢkili Olan Diğer Genetik Bozukluklar
a. Down Sendromu
b. Klinefelter Sendromu
c. Wolfrom Sendromu
d. Friedrich Ataksisi
e. Huntington Ataksisi
f. Laurence-Moon-Biedl sendromu
g. Myotonik Distrofi
h. Porfiria
i. Prader Willi Sendromu
j. Diğerleri
5. Prediyabet
Bu bireylerde ya açlık glukoz seviyesi veya glukoz tolerans testi sonuçları
normalin üzerindedir. Ancak diyabet için tanısal değildir (Açlık kan Ģekeri 100125, OGTT: 2. saat 140-199). Bu hastalar ileride diabet geliĢtirme riski fazla
olduğu için sınıflamaya alınmıĢtır.
DĠYABETĠN TANI KRĠTERLERĠ
ADA (Amerikan Diabet Birliği)’ya göre en az iki ölçümde açlık kan
Ģekerinin ≥126 mg/dl (≥7.0 mmol/lt) ölçülmesi, günün herhangi bir saatinde açlık
ve tokluk durumuna bakılmaksızın randomize venöz plazma glisemisinin ≥200
mg/dl (11.1 mmol/lt) olması ve diyabetik semptomların oluĢu veya 75 gram
OGTT sırasında 2. saat plazma glukoz değerinin 200 mg/dl veya daha yüksek
olması diyabet tanısını koydurur.
ADA Diyabet Tanı Kriterleri (Tip 1 ve Tip 2 Diyabet) (1,15,16)
1. Diyabete özgü semptomlar + rastgele plazma glukoz konsantrasyonu ≥
200 mg/dl (≥11 mmol/lt). Rastgele kelimesi en son alınan yemeği göz önüne
almaksızın günün herhangi bir zamanı olarak tanımlanmıĢtır. Diyabetin klasik
semptomları olarak poliüri, polidipsi ve açıklanamayan kilo kaybı anlaĢılmalıdır
veya;
2. Açlık plazma glukozu ≥ 126 mg/dl ( ≥ 7.0 mmol/lt ). Açlık en az sekiz
saat süren gıda alımının olmadığı süreyi belirtmektedir veya
3. OGTT sırasında 2. saat plazma glukozu ≥ 200 mg/dl (11.1 mmol/lt).
Test dünya sağlık örgütünün belirttiği gibi 3 günlük yeterli karbonhidrat
alımından sonra açlık durumunda su içinde çözdürülmüĢ 75 gr glukoz eĢdeğeri
kullanılarak yapılmalıdır.
Akut dekompansasyon ile birlikte anlamlı hiperglisemisinin olmadığı
durumlarda bu kriterler baĢka bir günde testin tekrarı ile teyit edilmelidir.
Semptomatik hastalarda pozitif idrar glukoz testi güçlü Ģekilde diyabeti
düĢündürse de diabetes mellitusun kesin tanısı için kullanılmamalıdır(16).
OGTT Ģayet uygun metodlara kesin Ģekilde uyularak yapılırsa yararlıdır.
Bunlar üç gün boyunca yeterli karbonhidrat diyeti almak (150 gr/gün), altta
yatan hastalığın olmaması ve etkileĢime girecek ilaçların yokluğudur. ġayet
açlık plazma glukozu ≥ 126 mg/dl ise OGTT yapılmamalıdır. OGTT 75 gr. oral
glukoz yüklemesinden sonra yapılır ve ara değerlendirme OGTT sırasında tanı
için kullanılmamaktadır; Sadece 2. saat değeri kullanılır. (1,16)
TĠP 1 DĠABETES MELLĠTUS
Tip 1 diyabet absolü insülin eksikliğiyle sonlanan beta hücre destrüksiyonu
ile karakterize kronik bir hastalıktır. Her yaĢta görülse de ağırlıklı olarak 30
yaĢın altında ortaya çıkar. Çocukluk çağında en sık görülen kronik
hastalıklardan birisidir ve dünyada sıklığı giderek artmaktadır(29). 10-15 yaĢ
grubunda görülme oranı daha yüksektir. Tip 1 diyabet tüm diyabetlerin yaklaĢık
%7-10 kadarını kapsar.
Tip 1 diyabet etyopatogenezinden sorumlu birçok faktör tanımlanmıĢtır.
Tip
1
diyabet
etyolojik
olarak
immün
aracılı
ve
idiopatik
olarak
sınıflandırılmaktadır, bazı yazarlarca tip 1A ve tip 1B diyabet olarak
isimlendirilmektedirler(30,31).Ġdiopatik tip 1 diyabet (tip 1B) nadir görülür,
etyoloji bilinmemektedir, kalıtımsaldır, β-hücre otoimmünitesine iĢaret eden
immünolojik bulgu yoktur, HLA ile iliĢkili değildir. Hastalık ketoasidoz atakları ile
seyreder, ataklar arasında değiĢik derecelerde insülin eksikliği görülür(30).
Genellikle tip 1 diyabet baĢlığı immün aracılı tip 1 diyabet (tip 1A) için
kullanılır ve tip 1 diyabetli hastaların %90’ından fazlası bu grupta yer almaktadır.
1. Ġmmun kaynaklı diyabet
Genetik yatkınlığı olan bireylerde infeksiyöz veya çevresel bir stimulus ile
tetiklenen immun sistem aracılıklı β hücre harabiyeti vardır. β hücre yıkımı %
80’i aĢıncaya kadar klinik diyabet yoktur. Yıkım hızı kiĢiden kiĢiye değiĢkenlik
gösterir. Hastalığın HLA DQA ve HLA B ile yakın iliĢkisi vardır. Klinik
semptomlar çıkmadan önce
β hücre yıkımının baĢlamasından itibaren
otoantikorlar kanda saptanabilir. Bunlar: adacık hücre antikoru (ICA), insüline
karĢı antikorlar (ĠAA) ve glutamik asit dekarboksilaza karĢı antikorlar (GAD)dır.
Tüm tip 1 diyabetiklerin % 90’dan fazlasını oluĢturur(17).
LADA (Latent Autoimmune Diabetes Adult): Klasik tip 1 klinik
manifestasyonunun aksine eriĢkinde yanlıĢlıkla tip 2 diyabet tanısı konulacak
kadar yavaĢ seyreden otoimmun tip 1 diyabet formudur(1,4).LADA’nın
teĢhisinde adacık otoantikorları özellikle GAD yardımcıdır(32).
2. Ġdiopatik Tip 1 Diyabet
Bilinen bir etiyoloji yoktur. Bu hastaların bazılarının kalıcı insülopenisi
vardır, fakat otoimmuniteye ait kanıt yoktur. Tip 1 diyabetiklerin çok az bir kısmı
bu kategoriye girer. Bunların büyük bir kısmı Afrika ve Asya orijinlidir. Bu
diyabet formunda kiĢiler episodik ketoasidoz atakları ve ataklar arasında çeĢitli
derecede insülin eksikliği gösterirler. Kuvvetli kalıtsaldır. Ġnsülin replasman
tedavisi ihtiyacı değiĢkenlik gösterir(4,30).
GESTASYONEL DĠABETES MELLĠTUS
Bu terim ilk kez hamilelikte tespit edilen glukoz intoleransını tarif etmekte
kullanılmaktadır. Konsepsiyondan önce diyabet olduğu bilinen kadınlar bu sınıfa
ait değildir. Gestasyonel diabetes mellitus (GDM) gebeliklerin yaklaĢık % 47’sini etkilemektedir. GDM’si olan kadınların % 50’sinde daha sonra tip 2
diyabet geliĢmektedir. Çoğu gebe kadın için 50 gr oral glukozu takiben 1. saat
plazma glukozunun tayini ile tarama testi gebeliğin 24.-28.
haftaları arası
önerilmektedir. Bu test için hastanın aç olması zorunluluğu yoktur. ≥ 130 mg/dl
değeri GDM’yi tespit için % 90 sensitiviteye sahiptir(1,4). Bu değerin üstündeki
ölçümler tam diagnostik testi gerektirir(açlık durumunda 100 gr oral glukoz ile 3
saatlik OGTT). DüĢük riskli gruplarda (25 yaĢından gençler, gebelik öncesi
ağırlığı normal olanlar, GDM prevalansı düĢük etnik gruplar, birinci derece
akrabada diyabet olmaması, önceden bozuk glukoz tolerans öyküsü olmaması,
olumsuz obstetrik öykünün olmaması) tarama testi yapılmayabilir(1,4).
GDM Tanısı (15)
1. 100 gr oral glukoz yüklemesinden sonra GDM tanısı eğer iki plazma
glukoz değeri eĢit veya aĢıyorsa konulabilir:
Açlık
: 95 mg/dl
1. saat : 180 mg/dl
2. saat : 155 mg/dl
3. saat : 140 mg/dl
2. 75 gr oral glukoz yüklemesinden sonra GDM tanısı eğer 2 plazma
glukoz değeri eĢit veya aĢıyorsa konulabilir:
Açlık
: 95 mg/dl
1. saat : 180 mg/dl
2. saat : 155 mg/dl
DĠĞER SPESĠFĠK DĠYABET TĠPLERĠ
Diyabetik hastaların küçük bir kısmını (<% 3) içermektedir. Bu gruptaki
hasta sayısı az olsa da bu hastaların doğru tanınmaları tedavinin çoğunlukla
farklı olması nedeniyle önemlidir. Diyabet sınıflamasında bu kategoride
hastalıklar listelenmiĢtir. Diyabete yol açabilen çok sayıda insülin reseptörü ve
mitokondrial DNA’ya ait spesifik mutasyon bulunmuĢtur(1). Biz burada klinik
önemi olan bir kaç tipi ele alacağız.
Malnütrisyonla ĠliĢkili Diabetes Mellitus
Tropikal bölgelerde sık görülür. Ġki alt tipi vardır. Fibrokalkülöz pankreatik
diyabette; tekrarlayıcı karın ağrıları, pankreasın ekzokrin fonksiyon bozukluğu
ve pankreasta kalkulus oluĢumu vardır. Hiperglisemi oldukça Ģiddetlidir ve
kontrol altına alabilmek için sık olarak insülin tedavisi gerekir. Protein
yoksunluğu diyabeti ise; beslenme bozukluğu olan genç eriĢkinlerde görülür,
insülin direnci vardır ve hiperglisemiyi kontrol altına alabilmek için yüksek
dozlarda insüline gereksinim vardır(18).
Beta Hücresinin Genetik Defektleri (Maturity Onset Diabetes of the
Young)
MODY erken baĢlangıçlı, insüline bağımlı olmayan, otozomal dominant
geçiĢli olan tip 2 diyabetin monogenik mutasyonlu alttipidir. Prevalansı %1’dir.
Esas olarak genetik kazanılan beta hücre disfonksiyonu vardır. Tip 2 diyabetin
aksine obezite ve insülin direnci görülmez. Tip 1 diyabetin de aksine otoimmün
fenomen içermez. Temel klinik özellik 25 yaĢından önce baĢlaması ve
ketoasidoz olmamasıdır. MODY’de C peptid düzeyleri yeterlidir ve en az 5 yıl
insüline ihtiyaç duyulmaz(33).
PREDĠYABET
Açlık plazma glukozunun 100-125 mg/dl olması ve 75 gr oral glukoz ile
yapılan OGTT’de 2. saat ölçümünün 140-199 mg/dl bulunması normalden
yüksek fakat diyabet tanısı için düĢük kan Ģekeri olan bireyleri tanımlamaktadır.
Bu kategorinin önemi gelecekte diyabet ve kardiyovasküler hastalık için risk
faktörü olmasıdır. Diyabetten korunma programı ve diğer çalıĢmalar göstermiĢtir
ki yaĢam Ģekli değiĢiklikleri (vücut ağırlığını % 5-10 arasında azaltmak için
yapılan diyet modifikasyonları ve haftanın çoğu günlerinde en az 30 dakika
artan Ģiddette fiziksel aktivite) prediyabetik hastaların diyabete ilerlemesini önler
veya geciktirir.
Diyabet
geliĢmesini
engellemek
için
ilaç
tedavisinin
kullanılması
tartıĢmalıdır. Metformin ile yapılan çalıĢmalarda elde edilen sonuçlar kilolu (BMI
> 34 kg/m²) ve genç (özellikle < 40 yaĢ) bireylerde diyabet geliĢimini engellediği
yönündedir. Akarboz ile ilgili yapılan çalıĢmalarda da diyabet riskini orta
düzeyde azalttığı gösterilmiĢtir. Thiazolidinedion, pioglitasone ve rosiglitasone
ile ilgili çalıĢmalar devam etmektedir (15).
ADA, prediyabeti olan hastalarda yaĢam tarzı değiĢikliğini önermektedir.
Diyabetin önlenmesinde rutin olarak ilaç tedavisinin önerilmesini destekleyecek
yetersiz veri vardır(1,15).
TĠP 2 DĠABETES MELLĠTUS
Toplumda en sık görülen diyabet tipidir. Daha önceleri insüline bağımlı
olmayan diabetes mellitus olarak isimlendirilen (NIDM) Tip 2 DM ilerleyici bir
hastalıktır ve değiĢken oranlarda insülin direnci, ilerleyici β hücre disfonksiyonu
ile relatif, bazı bireylerde ise mutlak insülin sekresyonu
eksikliği ile
karakterizedir(1).
Ġnsülin konsantrasyonları insülin direncinin büyüklüğüne bağlı olarak
yüksek olabilir. Bu olay süreğen değildir. Sürekli uyarı ile insülin salgılayan β
hücreleri yorulur, hatta amyline ile kaplanarak insülin salgısı azalır. Ġnsülin
direncine insülin yetersizliği ve hatta yokluğu eklenerek diyabetin fizyopatolojik
tablosu tamamlanır(20,21). Tip 2 diyabetik kiĢiler baĢlangıçta ve sıklıkla hayat
boyu yaĢamak için insülin tedavisine gereksinim duymazlar. YaklaĢık 1/3-1/4’ ü
insülin tedavisi ihtiyacı gösterir(1,4).
Ġnsülin insanlarda ve diğer memelilerde pulsatil biçimde salgılanır. Açlık
durumunda insanlar 11-13 dakika periyodisiteye sahip plazma insülin düzeyi
dalgalanmaları
gösterirler.
Bu
salgılanma
glukoz
konsantrasyonlarının
dalgalanmaları ile eĢ zamanlıdır. Tip 2 DM’da insülin salgılanmasının hızlı
dalgalanmaları kaybolmuĢtur ve büyük amplitüdlü salınımların (pulse) sayısı
normal kalmakla birlikte amplitüdü azalmıĢtır. Bu kaybın tip 2 DM’un erken
evrelerinde oluĢtuğu görülmektedir. Böylece bu dalgalanmaların kaybı yalnızca
erken tip 2 diyabetin belirleyicisi olabilmekle kalmaz, aynı zamanda karaciğer ve
hasta insülin etkisinin azalmasıyla hiperglisemiye katkıda bulunabilir(10,20).
Tip 2 Diyabet Özellikleri
1. Tip 2 DM hem insülin sekresyonu hemde insülin etkisinde bozuklukla
birliktedir.
2. Tip 2 DM herhangi bir yaĢta olabilir, fakat genellikle 30 yaĢından sonra
tanı konur. Özellikle 45 yaĢ üstü sıklığı artar.
3. Bazı etnik gruplarda klinik olarak ortaya çıkıĢ yaĢı küçüktür.
4. Her ne kadar tanı anında hastaların yaklaĢık %80’inde obezite hikayesi
olsa da özellikle yaĢlılarda tip 2 diyabet obez olmayanlarda da görülebilir.
5. Tip 2 diyabeti olan hastalar diyabetin klasik semptomları olan poliüri,
polidipsi, polifaji, kilo kaybı ile veya bunlar olmadan ortaya çıkabilir. Çoğu kezde
uzun süren bir asemptomatik dönemi vardır ve tesadüfen tanı konur.
6. Tip 2 diyabet hastaları ketoasidoza meyilli değillerdir, fakat ciddi stres
durumlarında (enfeksiyonlar, travma, ilaçlar veya cerrahi) ketoasidoz geliĢebilir.
7. Tip 2 diyabet hastalarında genellikle diyabetin makrovasküler ve
mikrovasküler
komplikasyonları birlikte bulunur. Hatta bazı durumlarda tanı
anında mevcut olabilirler.
Patogenezinde ağırlıklı olarak insülin direnci rol oynamasına rağmen kesin
etyoloji bilinmemektedir. Genetik faktörler tip 1 DM’a göre kesinlikle daha fazla
rol almaktadır. Tek yumurta ikizi çalıĢmalarında % 75’in üzerinde bu hastalıkta
beraberliğin var olduğu gösterilmiĢtir.
Tip
1
DM’dan
farklı
olarak
dolaĢan
adacık
hücre
antikoru
bulunmamaktadır. ArtmıĢ kalori alımı ve bunun sebep olduğu ağırlık artıĢı ve
obezitenin tip 2 DM patogenezinde önemli rol oynadığı düĢünülmektedir.
Obezitenin özellikle de viseral obezitenin tek baĢına tip 2 DM için risk faktörü
olduğu bilinmektedir ve çoğu hastada hafif kilo kaybetmenin bile plazma glukoz
düzeyinde normale doğru değiĢimi getirdiği gözlenmiĢtir. Sedanter yaĢam Ģekli
de Tip 2 DM’a artmıĢ eğilim ile iliĢkilidir. Metabolik sendrom, hiperinsülinemi,
bozulmuĢ glukoz toleransı ve geçmiĢte gestasyonel diyabeti olmak da tip 2
diyabet geliĢimi için güçlü risk faktörleridir. Diyabeti önleme programı ve bunun
benzeri çalıĢmalar, yüksek riskli bireylerin tanımlanması ile bu kiĢilerde tip 2
diyabetin geliĢmesi veya geciktirilmesinin mümkün olduğunu göstermiĢtir(1).
Tip 2 diyabet tedavisinde yaĢam tarzı değiĢiklikleri (diyet, egzersiz), oral
antidiyabetikler (insülin direncini azaltan ilaçlar: metforminler, glitazonlar;
sekretagoglar: sulfonilüreler, glinidler; glukoz emilimini azaltan ilaçlar) ve insülin
(konvansiyonel
insülin
tedavi
rejimleri,
yoğun
insülin
tedavi
rejimleri,
rekombinant insan insülinleri, rekombinant insülin analogları, kısa-orta etkili
insülin karıĢımları) ve eĢlik eden hipertansiyon, hiperlipidemi gibi hastalıklar ile
diyabet komplikasyonlarına yönelik ilaçlar kullanılmaktadır(1).
Diyabet Taraması Yapılacak KiĢiler (1,4,15)
1. Diyabet için tarama ≥ 45 yaĢtaki tüm bireylerde, özellikle BMI ≥ 25 kg/m²
düĢünülmelidir. Eğer test normal ise 3 yıllık aralıklarla tekrar
olanlarda
edilmelidir.
2. Tarama fazla kilolu ( BMI ≥ 25 kg/m² ) olan ve ek risk faktörleri olanlarda
daha genç yaĢlarda veya daha sık yapılmalıdır. Ek risk faktörleri :
a. Fiziksel olarak hareketsiz yaĢam alıĢkanlığı olanlar
b. Birinci dereceden akrabasında diyabet olanlar
c. Yüksek riskli etnik kökene mensup olanlar (Afroamerikan, Latin,
yerli Amerikalı, Asyalı, Pasifik adalar)
d. > 4 kg bebek doğuranlar veya GDM öyküsü olanlar
e. Hipertansifler ( > 140/90 )
f. HDL kolesterol ≤ 35 mg/dl, ve /veya trigliserid > 250 mg/dl olanlar
g. Polikistik over sendromu olanlar (PKOS)
h. Ġnsülin direnci ile iliĢkili klinik durumlar (PKOS, akantozis nigrikans
vb)
ı. Daha önceki testlerde IGT veya IFG olanlar
i. Vasküler hastalık hikayesi olanlar.
DĠABETES MELLĠTUSUN KOMPLĠKASYONLARI (18)
A. Akut (Metabolik) Komplikasyonlar
1. Diyabetik ketoasidoz
2. Hiperosmolar non-ketotik koma
3. Hipoglisemi koması
B. Kronik (degeneratif) komplikasyonlar
1. Makrovasküler komplikasyonlar
a. Kardiovasküler hastalıklar
b. Serebrovasküler hastalıklar
c. Periferik damar hastalıkları
2. Mikrovasküler komplikasyonlar
a. Diyabetik nefropati
b. Diyabetik retinopati
c. Diyabetik nöropati
Diyabetin akut komplikasyonlarının sıklığı tedavi olanaklarının geliĢmesi ile
beraber önemli ölçüde azalmıĢtır ve eskisi kadar önemli bir mortalite nedeni
değildir. Kronik dejeneratif komplikasyonlardan makrovasküler komplikasyonlar
önemli bir mortalite nedenidir. Diyabetik retinopati, genellikle nefropati
komplikasyonuna eĢlik eder ve çeĢitli derecelerde görme kaybına neden olduğu
için yaĢam kalitesini önemli ölçüde azaltır. Diyabetik nöropati tüm vücutta
görülmekle beraber özellikle distal ekstremite sinirlerini tutar. Bu hastalarda
çeĢitli derecelerde his kaybı yapar ve diyabetik ayak gibi komplikasyonların
oluĢmasını kolaylaĢtırır. Biz çalıĢmamızda diyabetik nefropati ve retinopatiyi
değerlendirdiğimiz için bunları daha ayrıntılı olarak aĢağıda anlatmaya
çalıĢacağız.
DĠYABETĠK NEFROPATĠ
Diyabetik nefropati özellikle batı ülkelerinde terminal böbrek yetmezliğinin
esas nedenidir. Diyabetik nefropatinin insidansı Tip 1 DM ve Tip 2 DM’da
birbirine yakındır. Toplumsal verilere dayanan çalıĢmalara göre Tip 2 DM’da
nefropati prevalansı % 5-10’dur. Bunun nedeni bu hastaların uzun bir subklinik
hiperglisemi yaĢamıĢ olmalarıdır. Benzer çalıĢmalar diyabetik nefropatinin
insidansının Tip 2 DM hastalarında 20. yıldan sonra %25-60 olduğunu
göstermiĢtir(4).
Yeni terminal böbrek yetmezlikli hastaların % 40’dan fazlası diyabete
bağlıdır. Bazı ırklarda daha sık görülür. Beyaz ırk ile kıyaslandığında Meksika
kökenli Amerikalılarda 6, Afrika kökenli Amerikalılarda 4 misli daha fazla
görülür(1).
Diyabetik bir hastada diyabetik nefropati tanısı 3 -6 aylık periyod içerisinde
yapılan 3 tetkikin; 2 veya daha fazlasında 30-300 mg arası olarak tanımlanan
mikroalbuminüri ve >300 mg albuminüri veya >500 mg proteinüri saptanması ile
konur(18).
Diyabetik nefropatinin klinik seyri Tip 1 DM’da, Tip 2 DM’a göre daha iyi bir
Ģekilde tanımlanmıĢtır. Diyabetik nefropati mikroalbuminüri ile baĢlayıp sürekli
proteinüri ve kötüleĢen azotemi ile giden karakteristik bir görünüm gösterir. Bu
hastalar uygun Ģekilde tedavi edilmez ve izlenmez ise proteinüri sıklıkla
nefropatik düzeye ilerler ve böbrek fonksiyonları bozulur, sıklıkla arterial
hipertansiyon bu duruma eĢlik eder. Dikkat edilmesi gereken ve gözden
kaçırılmaması gereken husus, mikroalbuminürinin tip 2 diyabetiklerde tanı
anında mevcut olabileceğidir(4).
DĠYABETĠK NEFROPATĠ EVRELERĠ
Diyabetik nefropati geliĢim süreci Mogensenin tanımladığı beĢ evreden
geçer(4,22,23).
Evre 1 (Hiperfiltrasyon ve Hipertrofi Devresi)
Diyabet tanısı alındığı anda mevcuttur. Bu baĢlangıç devresinde, renal
hipertrofi
ve
hiperfiltrasyon
(GFR>135ml/dk/1.73m²).
Egzersiz
vardır.
GFR
esnasında
%20-40
belirgin
üriner
artabilir
albumin
ekskresyonu (UAE) artıĢı ile karakterizedir. Böbreklerin hipertrofik olduğu (%20
oranında büyür) ultrason ile de gösterilebilir. Bu dönemdeki değiĢikliklerin renal
plazma akımı ve filtrasyon yüzeyinin artmasından kaynaklandığı, glomerüler
bazal memranda hafif kalınlaĢma dıĢında önemli bir morfolojik değiĢme
olmadığı ortaya konulmuĢtur. Normoglisemi sağlanması ile birlikte nefropati
daha ileri klinik evrelere geçmeden geriler.
Evre 2 ( Sessiz Dönem )
Klinik bulgu yoktur. 10-15 yıl kadar sürebilir. BaĢlangıçta glomerüler
filtrasyon hızı hala yüksektir ve hiperfiltrasyon devam eder, ancak bunlar
yavaĢça azalarak normale döner. Kan basıncı ve idrar albumin atılımı normal
sınırlarda
seyreder.
Ancak
egzersiz
ile
UAE
devam
eder.
Yapılan
sitomorfometrik çalıĢmalar, bazal membranda nonspesifik kalınlaĢma ve
fraksiyonel mezengial volümde artma meydana geldiğini göstermiĢtir. Bir çok
hastanın bu evreden 3. evreye geçmediği gösterilmiĢtir. Bu evrede iyi glisemik
kontrol GFR’yi azaltır.
Evre 3. BaĢlangıç Halindeki Nefropati Dönemi (Mikroalbuminürik
Evre)
Devamlı bir mikroalbuminüri vardır. Diyabetin baĢlangıcından itibaren 6-15
yıl sonra baĢlar. Ġdrarda albumin atılım hızı (ĠAAH) dakikada 20-200 μg veya 24
saatte 30-300 mg’dır. Önceleri aralıklı olan albuminüri daha sonraları devamlı
olur. Hastanın mikroalbuminürik olduğunun kanıtlanması için, 6 ay içerisinde en
az 3 adet 24 saatlik idrarda mikroalbuminüri tayin edilmeli, en az ikisi pozitif
bulunmalıdır.
Mikroalbuminüri kan basıncında hafif, fakat farkedilebilir bir yükselme ile
birliktedir. Kan basıncında bu değiĢiklik, 24 saatlik ambulatuar kan basıncı
tayinleri sırasında, kan basıncında nokturnal olarak beklenen düĢmenin sıklıkla
diyabetik hastalarda gözlenmemesi ile birliktedir.
Bu devrede GBM ve fraksiyonel mezengial volüm daha da artar. Sonuçta
filtrasyon yüzeyinde azalma oluĢur. Birçok araĢtırmacı bu değiĢikliklerin
saptanabilen renal disfonksiyonun erken bir fazı olduğuna inanırlar. GFH
yüksek veya normal olabilir. Daha az sıklıkta düĢme gözlenir. Bu devre 1-20 yıl
sürebilir. Ġyi glisemik kontrol, protein kısıtlaması (< 0.8 g/kg/gün) ve
antihipertansifler (özellikle ACE-Ġ’leri ve ARB’ler) ile ĠAAH artıĢı azaltılararak
klinik nefropatiye gidiĢ süreci geciktirilebilir.
Evre 4. Klinik (AĢikar) Diyabetik Nefropati Dönemi (Azotemik Devre)
3. devreden sonra değiĢmez bir Ģekilde 4. devre geliĢir. Hastalığın
baĢlangıcından itibaren ortalama 17. yılda bu devreye ulaĢılır. Bu devre aĢikar
veya yerleĢik nefropati diye de anılır. Histolojik değiĢiklikler belirgindir ve
hipertansiyon yerleĢmiĢtir. Klasik olarak inatçı proteinüri (>0.5gr/gün) ile
karakterizedir, proteinüri yılda %15-40 artar, GFH ayda ortalama 1ml/dk azalır.
GFH’daki azalma kan basıncı düzeyi ile koreledir. Antihipertansif tedavi ile
GFH’daki azalma hızı %60 azaltılabilir ve böylece üremi geliĢim süreci
geciktirilebilir. Tercihen ACE-Ġ ve ARB’ler kullanılır. Böbreklerde morfolojik
olarak glomerüllerde skleroz da izlenmeye baĢlanır. Terminal böbrek hastalığı
devamlı proteinürinin yedinci yılında kendini gösterir.
Evre 5. Son Dönem Böbrek Yetmezliği (Üremik Devre)
Tabloya son dönem böbrek yetmezliği hakimdir. Üremi ile birlikte sıvı
retansiyonu, ödem gibi diğer komplikasyonlar da görülmeye baĢlar. Ağır
hipertansiyon, üre, kreatinin yüksekliği vardır. Hipoalbuminemi ve yaygın ödem
nefrotik sendrom ile birlikte bulunabilir. YaĢlı hastalarda kalp yetmezliği ile
birlikte, otonom ve periferik nöropati görülür. Kan basıncını kontrol etmek
güçleĢir. Hepsinde büyük damar kalsifikasyonları (mönckeberg sklerozu) geliĢir.
Koroner vasküler hastalık en sık ölüm nedenidir. GFH 15-20 ml/dk’nın altına
indiğinde hastalar renal replasman (peritoneal diyaliz, hemodiyaliz vb.)
programına alınmalıdır.
KLĠNĠK DEĞERLENDĠRME
Arterial
hipertansiyon
ve
böbrek
yetersizliği
olsun
veya
olmasın
proteinürinin varlığı en az 5 yıldır diyabeti olan hastada baĢka bir nedene bağlı
değilse, diyabetik nefropati olarak değerlendirilir(24). Tip 2 DM’da tanı anında
nefropati olabilir. Klinik seyri tip 1 DM’daki kadar iyi bilinmese de çalıĢmalar
benzer seyri ortaya koymuĢtur(4).
Sağlıklı toplumda idrarda protein atılımı 1.5-20 μg/dk ( ort: 6.5 μg/dk )
arasındadır. Son 6 ay içindeki 3 idrar örneğinin en az ikisinde pozitif sonuç elde
edilmesi mikroalbuminüri varlığını kanıtlar(24)
Kalıcı mikroalbuminüri böbrek hastalığı oluĢacak diyabetik hastalarda
DN’in en erken ve en basit tayin edilme yöntemi olarak kabul edilmektedir. Ġdrar
albumin atılım hızının baĢlangıç düzeyi ve yıllık artım miktarı, kalıcı
mikroalbuminüriden aĢikar nefropatiye ilerleme için önemli risk faktörleridir.
Yüksek normal ĠAAH’nın (>10μg/dk) mevcudiyeti ileride oluĢacak baĢlangıç
veya aĢikar DN için önemli risk faktörüdür. > 50 μg/dk olanlarda risk daha da
artar. ĠAAH’nın yıllık artıĢının % 5 olması aĢikar nefropatiye geçiĢin önemli bir
belirleyicisi olarak kabul edilmektedir. Makroalbuminüri oluĢması sırasında renal
fonksiyon henüz normal olabilir, fakat bu sırada genellikle hipertansiyon vardır
ve bir süre sonra (ortalama 3 yıl) serum kreatinin yükselmesi ile kendini belli
eden GFH azalması olur. Bu evrede masif proteinüri ve nefrotik sendrom sık
olarak görülür ve renal yetmezliğe bağlı ilerler. Serum kreatinin yükselmesi
(GFH’nın % 40-50 azalması anlamına gelir) ile 10 yıl içinde terminal böbrek
hastalığı geliĢir(4) .
Diyabetik Nefropatide Albuminüri ve GFH’de azalma hızı (24)
GFH azalma hızı ( ml/dk-yıllık )
Normoalbuminüri :
0,96
Mikroalbuminüri :
2,4
AĢikar albuminüri :
5,4-7,2
ÇeĢitli tıbbi sorunlar renal fonksiyonun bozulmasını artırır. Bunlar:
1. Azotemik hastalarda kontrast madde infüzyonu
2. Sistemik ve glomerüler hipertansiyon
3. Kötü glisemik kontrol
4. EĢlik eden diğer hastalıklar (konjestif kalp yetmezliği, prostat
hastalığı, idrar yolu enfeksiyonu-piyelonefrit, dislipidemi vb)
5. Nörojenik mesane
6. Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (1,4,17).
DĠYABETĠK NEFROPATĠNĠN ÖNLENMESĠ VE TEDAVĠSĠ
Tedavi ve önlem; primer (normoalbuminürik olan risk altındaki tüm
hastalar), sekonder (mikroalbuminürik diyabetik hastalar) ve tersiyer (aĢikar
DN’li hastalar) olarak planlanır.
Primer Önlemler
* Glisemik kontrolün temini
* Varsa hipertansiyonun agresif kontrolü
* Asemptomatik olabilecek üriner enfeksiyonlar ve mesane disfonksiyonu
tedavisi
*Normoalbuminürik olmasına rağmen anjiotensin dönüĢtürücü enzim
inhibitörleri (ACE-Ġ)’nin kullanılmasının diyabetik nefropati progresyonunu ve
mikroalbuminin oluĢmasını geciktirdiği bir çok çalıĢmada gösterilmiĢtir(4).
Sekonder Önlemler
Mikroalbuminürinin
oluĢtuğu
bu
evrede
glisemik
kontrolün
makroalbuminüriye geçiĢi engellediğine ait veriler azdır. Fakat mevcut tedavi
rehberleri glisemik kontrolü aĢikar nefropatinin oluĢması ve ilerleme riski üzerine
etkisi nedeniyle tavsiye etmektedir.
Mikroalbuminürik hastalarda hipertansiyonun tarifi herkes tarafından kabul
edilmemiĢ olmakla beraber 130/85 mmHg veya üstü kan basıncı değerleri bu
tanım
içine
sokulmaktadır.
Bu
nedenle
bunun
üstündeki
değerlerde
nonfarmakolojik ve farmakolojik tedavinin baĢlanması ve iyi tolere ediliyorsa
120/80 mmHg’nın altına düĢürülmesinde ACE-Ġ veya ARB’ye ek olarak kalsiyum
kanal blokerlerinin kullanılması önerilmektedir(1,4).
DüĢük proteinli bir diyet uygulamasının diyabetik
nefropatinin erken
döneminde hiperfiltrasyonu azaltabileceği ve aynı zamanda bireysel yanıtlar
değiĢmekle birlikte GFR’deki düĢmeyi geciktirebileceği ileri sürülmektedir.
Genellikle önerilen günlük 0,8 g/kg/gün protein alınmasıdır(34,35).
Nefropatisi olan diyabetik hastaların aterosklerotik komplikasyonlara
eğilimli ve sıklıkla yüksek düzeyde aterojenik plazma lipid profiline sahip
oldukları bilinmektedir. Bu nedenle lipid düzeyleri yakından izlenmeli, diyet
uygulamaları dıĢında statin ve fibratların erken dönemde kullanılması
önerilmektedir(36).
Tersiyer Önlemler
Kan glukozu kontrolünün bu evrede DN seyrini değiĢtirdiğine dair bazı
araĢtırmalar mevcuttur. Oral hipoglisemik ilaçların bir çoğu böbreklerde
metabolize ve elimine edildiği için, bu evrede toksisite yaratacağından
kullanılmaları sakıncalıdır.
Bu devrede hipertansiyon erken ve sık görülen bir olaydır. Ayrıca
nokturnal hipertansiyon da vardır. Hipertansiyonun agresif tedavisi GFH
azalmasını önler. Yeterli tedavi ile bu evrede özellikle tip 1 DM hastalarında
SDBY’nin 7 yıl yerine 30 yıla kadar gecikmesi sağlanabilmektedir. Bu
araĢtırmalar, hedef kan basıncı değerlerinin 130/80 ve hatta 120/75 mmHg
(eğer tolere edebiliyorsa) olması gerektiğini bu Ģekilde GFH’daki azalmanın en
aza indirgenebileceğini vurgulamaktadır.
Agresif kan basıncı kontrolü için
eldeki bütün imkanlar, özellikle ACE-Ġ’leri kullanılmalıdır. ACE-Ġ’leri günümüzde
diabetik nefropati tedavisinde ilk seçenek ilaçlardır ve diğer antihipertansiflerden
ayrıcalıklı bir yere sahiptir .Günümüzde ACE-Ġ’leri, ARB, non-dihidropiridin
kalsiyum kanal blokerlerinin kombine kullanımı önerilmektedir.
Sekonder önleme tedavisinde diyet önerileri açısından protein kısıtlı diyet
verilirken, nitrik oksit prekürsörü L-Arginin kısıtlamasının olmadığı bir listenin
tersiyer önlemede de verilmesi önerilmektedir(37).
Diyabetik hastalarda üremi geliĢtiği zaman retinopati ve nöropati daha
çabuk ilerler, glisemi ve tansiyon arterial kontrolü güçleĢir. Üremi ilerlediği
zaman renal replasman tedavisi düĢünülmelidir. (4)
Son Dönem Böbrek Yetmezliğinin Tedavisi
Diyabetik nefropati özenle tedavi edilmezse GFH’de 7-14 ml/dk/yıl azalma
beklenir. Sıkı glisemik kontrol ve ACE-Ġ’lerinin kullanımı bu azalmayı 3-5
ml/dk/yıl düzeylerine indirebilir. Üreminin baĢladığını belirten bulgular genellikle
diyabetik bulgular ile örtüĢerek tabloyu daha karmaĢık hale getirir. Diyabetik
otonom nöropati bulantı ve kusmaya yol açtığında üremik döneme iĢaret
edebilir.
Üremi
ve
diyabete
sekonder
geliĢen
komplikasyonlar
ayırt
edilemediğinden, diyabetik hastalar sıklıkla daha erken dönemde diyalize
alınırlar. Non-diyabetikler genellikle 10 ml/dk, diyabetik hastaların ise 15-20
ml/dk düzeylerinde diyalize alındıkları bildirilmiĢtir(38).
MĠKROALBUMĠNÜRĠ
Ġdrar analizi tıp tarihinde önemli bir tanı aracı olarak kullanılmıĢ olup halen
de kullanılmaktadır. Yüzyıllardır idrarda protein görülmesinin bir hastalık belirtisi
olduğunun
bilinmesine
karĢılık,
ancak
19.
yy’ın
ilk
yarısında
böbrek
bozukluğunun belirleyicisi olarak kabul edilmiĢtir(39). Günümüzde ise idrar
proteinlerinin kalitatif yada kantitatif analizleri bir çok renal hastalığın seyri ve
ağırlığı konusunda bilgi veren önemli tanı araçları olarak kullanılmaktadır(22).
Tanım
Mikroalbuminüri standart laboratuar teknikleri ile belirlenebilen miktar olan
300 mg/lt altında, fakat normal atılım miktarının üzerinde (30-300 mg/lt/24 saat
veya 20-200 μg/dk arası) albuminin idrarda çıkması olarak tarif edilir. Klinik
proteinüri ise albumin atılım hızı değerinin 300 mg/24 h veya 200 μg/dk sınırının
üzerinde olmasıdır(41,42).
Tablo 1. Üriner Albumin Atılma Kategorilerinin Tanımları (34)
Kategori
spot idrar örneği
24 saatlik idrar
(mg/mmol kreatinin) ( mg/24 h )
Normal
Kadın
< 3.5
Erkek
< 2.5
Mikroalbuminüri
Kadın
3.5-30
Erkek
2.5-30
Klinik albuminüri
≥ 30
Mikroalbuminürinin önemi(34)
a)Tahmin göstergesi olduğu durumlar
*Nefropati geliĢimi
*Kardiovasküler hastalık
gecelik idrar
( μg/dk )
< 30
<20
30-299
20-199
≥ 300
≥ 200
b)Bağlantılı olduğu durumlar
*Diyabetik mikrovasküler komplikasyon
*Sigara içme
*PAĠ-1 yükselmesi
*Glomerulde yapısal hasar ve tahribat
*Sol ventrikül hipertrofisi
*Endotel iĢlev bozukluğu
*CRP yükselmesi
*Anormal lipid profili
*Hipertansiyon ve kan basıncının gece düĢmemesi
*Ġnsülin direnci
*Koagülasyon, fibrinolitik profil anormalliği
*Tuza duyarlılık
*Santral obezite
Mikroalbuminüri Taraması
Gündüz albumin atılım hızı (AAH) değeri gece değerinden yaklaĢık % 25
daha yüksek iken, bir günden diğerine %40-50’lik bir değiĢkenlik gösterir.
Dolayısıyla herhangi bir mikroalbuminüri tanımında olası bütün karıĢıklık
etmenleri
göz
önünde
bulundurulmalı
ve
idrar
toplama
koĢulları
standartlaĢtırılmalıdır. Genellikle mikroalbuminüri tanısı koyabilmek için, 3 ile 6
ayı aĢmayan bir zaman dilimi içinde en az 2 kez idrarla albumin atılım hızının
30 mg/24 h üstünde olması gerektiği husunda görüĢ birliği bulunmaktadır(34).
Mikroalbuminüri taramasında 3 yöntem kullanılabilmektedir:
1. Günün ilk idrar örneğinde albumin/ kreatinin oranı (AKO)
2. 24 saatlik idrar toplanması
3. Gece boyunca belirli saatler arasında idrar toplanması
Genellikle sabah ilk idrar örneği konsantrasyonları gündüz toplanan
örneklerden daha az değiĢkenlik gösterir. Bu yüzden sabah ilk idrar örneği
inceleme için tercih edilir. Yapılan çalıĢmalarda spot idrarda >2 AKO oranının
gece boyunca toplanan idrar örneğinde AAH değerinin 30 μg/dk üzerinde
olması açısından %96 duyarlılıkta ve %99.7 özgüllükte bir tahmin göstergesi
olduğunu belirlemiĢlerdir(34).
Amerikan Diyabet Birliği (Amerikan Diabetes Association) ve Ġngiltere
Ulusal Klinik Mükemmellik Enstitüsü (National Instiute for Clinical Excellence:
NICE) tarafından son yayınlanan kılavuzlarda Ģunlar önerilmektedir:
* Tip 2 diyabetli hastalara tanı konulurken mikroalbuminüri bulunup
bulunmadığını araĢtıran bir test yapılmalıdır.
* Tip 1 diyabetli hastalarda hastalığın beĢinci yılından itibaren tarama
baĢlatılmalıdır.
* Hekim tek tek hastalarda bu önerileri klinik muhakeme temelinde
uygulamalıdır.
Ġlk taramada, sonra ve geçmiĢte mikroalbuminüri saptanmadıysa, yılda bir
kez mikroalbuminüri testi yapılmalıdır(43,44).
Mikroalbuminüri Ölçüm Yöntemleri
Ġdrar proteinlerinin kalitatif ve kantitatif analizlerinin bir çok renal hastalığın
ve kardiyovasküler hastalığın prognoz tayininde ve tedavi seçiminde giderek
önem kazanmasıyla, mikroalbuminüri tayininde özel bazı proteinlerin miktarları
hakkında
en
iyi
bilgileri
veren
immunoassay
yöntemleri
kullanılmaya
baĢlanmıĢtır. Son derece spesifik ve sensitif olan bu yöntemler, litrede miligram
seviyesinde idrar albuminini tespit ederler. Bu yöntemler:
1. Radioimmunuassay – RĠA
2. Enzim bağlı immunoassay – ELĠSA
3. Radioimmuno diffuzyon – RĠD
4. Ġmmunoturbidimetriassay –ĠT
5. Ġmmunonephelometri chemiluminescense assay
ELĠZA,
RĠA
ve
ĠT
duyarlılığının
karĢılaĢtırıldığı
bir
çalıĢmada,
mikroalbuminüri ölçümünde RĠA metodunun transferrin, üre, β2 mikroglobulin,
retinol bağlayıcı protein, kreatinin, kappa-lamba hafif zincirler, Ġg G, hemoglobin,
keton, glikoz gibi maddelerle etkileĢme göstermediği ve en hassas yöntem
olduğu gösterilmiĢtir. RĠA yöntemi yerleĢmiĢ ve uzun süredir kullanılan bir
metoddur. ÇalıĢmaların çoğunda referans metod olarak kabul edilmektedir(39).
Taramada laboratuar testlerinin kullanılabilmesi için, çoğu zaman yalnızca
laboratuvar ve hastanelerde bulunan geliĢmiĢ aletlerin varlığı zorunludur. Ancak
diyabet hastalarının çoğu birinci basamakta izlendiği için doğru sonuç veren
basit, kolayca uygulanabilen, güvenilir ve ekonomik tarama yöntemleri
gerekmektedir. Son yıllarda bu alanda geliĢme kaydedilmiĢtir ve idrarda albumin
ve kreatinin düzeylerini ölçen, daha kolay, daha az zaman alan ve özellikle
yoğun çalıĢma ortamlarında yararlı olan yeni bazı yöntemlerin geçerliliği
araĢtırılmıĢ ve hemen sonuç verme üstünlüğü yanında, duyarlılık ve özgüllük
açısından bu testlerin mükemmel düzeylere ulaĢtığı gösterilmiĢtir. Micral II test
çubukları ve mikroalbumintest bunlara örnek olup, hasta baĢında uygulanabilen
basit, hızlı sonuç veren, yinelenebilirlik özelliğine sahip ve doğru kullanıldığında
duyarlılığı ve özgüllüğü yüksek (>%90 ) testlerdir(34).
DĠYABETĠK RETĠNOPATĠ
Diyabetin ciddi ve en sık rastlanan komplikasyonudur, ayrıca verimli yaĢta
olanlar arasında rastlanan en önemli körlük nedenlerindendir(45). Diyabetik
retinopati prevalansı ETDRS (Early Treatment Diabetic Retinopathy Study
Group) ölçütlerinde genel olarak 3-4 yıllık tip 1 diyabetlilerde yaklaĢık %20, tip
2’lerde ise yaklaĢık %25 düzeyindedir(46). Ancak hastalık süresi uzadıkça bu
oran farklı bir biçimde artmaktadır.20 yıllık DM sonunda tip 1’lerin tamamında
DR gözlemlenirken tip 2’lerinse ancak %60’ında retinopati saptanmaktadır;
ayrıca bu sürede tip 1 diyabetik retinopatililerde proliferatif değiĢiklikler görünme
olasılığı %50 iken tip 2’lerde bu oran %10’un altında saptanmıĢtır.
Tipik mikroanjiopatik lezyonlar retinopatiyi oluĢturur. Diyabetin süresi
uzadıkça retinopati sıklığı ve derecesi artar. Diyabetik retinopatide kapiller
permeabilite artıĢı, kan viskositesinde artıĢ ve trombosit agregasyonu artıĢı
büyük önem taĢır. Sonuçta retinada iskemik alanlar ve mikrooklüzyonlar oluĢur.
Diyabetik Retinopatinin Evreleri ve Sınıflaması(47,48,49)
1.Non-proliferatif retinopati
a)Background retinopati
*Mikroanevrizma ve hemoraji
*Sert eksüda oluĢumu
*Maküler ödem
b)Preproliferatif retinopati
*Venöz geniĢlemeler
*AtılmıĢ pamuk görünümünde yumuĢak eksüdalar
*Retina içi kanamalar
*Retina içi mikrovasküler oluĢum(IRMA)
2.Proliferatif retinopati
*Papilla ve retinada yeni damar oluĢumu
*Vitreus içi kanamalar
*Fibrovasküler proliferasyon
*Retina dekolmanı
*Ġriste yeni damar oluĢumu(rubeozis iridis)
Diyabetik hastalarda retinopati dıĢında vitröz kanama, rubeozis iridis,
glokom, juvenil katarakt ve oküler kas felcine (3.,4.,6. Kafa çiftlerinin felci) bağlı
olarak da göz tutulumu olabilir(50,51). Diyabetik retinopatide prognozu
belirleyen maküla ödemidir, en önde gelen görme azalması nedenidir. Maküla
ödemi etyolojisi sitotoksik ya da vazojeniktir, yerleĢim olarak intrasellüler ya da
extrasellüler olabilir. Vazojenik kaynaklı ödem ise fokal ve diffüz olmak üzere iki
Ģekilde kendini gösterir(52).
Tanı Yöntemleri
-Direkt ya da indirekt oftalmoskopi
-Retina fotoğrafı
-Fluorescein fundus anjiografisi
-Biyomikroskopi
Nonproliferatif retinopatili hastaların %8-10’u 10 sene içinde proliferatif
retinopatiye dönüĢür. Proliferatif retinopatisi olan hastaların yarısı 5 yıl içinde
körlüğe doğru ilerler. Proliferatif retinopati insülin ile tedavi edilenlerde,
edilmeyenlere oranla daha sık görülür(28). Diyabetik retinopati nefropatiden
önce geliĢir, retinopati olmadan nefropati varsa nefropati etyolojisinden baĢka
nedenler sorumludur.
Diyabetik kiĢilerde hiperglisemi halinde aldoz redüktaz enzim aktivitesi
artar ve glikoz sorbitole okside olur, sorbitol fruktoza dönüĢür, hücre içinde
sorbitol ve fruktoz birikir, hücre içi miyoinozitol eksikliği ve Na-K ATPaz
aktivitesinin azalması sonucu hücre içi Na birikmesi olur, hücre içi ödem ve
zedelenme oluĢur(53,54).
BaĢka
bir
teoride
diyabetiklerde
proteinlerin
nonenzimatik
glikozilasyonudur. Bu glikolize proteinler doku ve damar duvarında birikirler ve
geri dönüĢümsüz glikozillenme son ürünlerini oluĢtururlar. Bunlar da diğer yapı
proteinleriyle etkileĢerek enzimatik aktivite ve diğer biyolojik aktivitelerde
değiĢikliklere
yol
açarlar(54).
Diyabetik
retinopatideki
temel
patoloji
mikrooklüzyon ve damar permeabilitesindeki artıĢtır, oklüzyon sonucu retinal
hipoksi geliĢir, ardından da geç evrelerde yeni damar oluĢumları izlenir.
Diyabetik Retinopati Tedavisi
Tedavide öncelikle iyi glisemik kontrol sağlanmalıdır. Yılda en az 1 kez
göz muayenesi yapılmalıdır. Proliferatif retinopatide ve makula ödeminde en iyi
tedavi
yöntemi
lazer
fotokoagülasyondur.
Aspirin
ve
aldoz
redüktaz
inhibitörlerinin yararı gösterilememiĢtir. Gerekli durumlarda cerrahi tedaviye
baĢvurulabilir.
DĠYABETĠK NÖROPATĠ
Diyabetik nöropati yüksek morbidite ve mortalite ile seyreden ve diyabetik
hastaların yaĢam kalitesini azaltan önemli bir komplikasyondur. Diyabetik
nöropati prevalansı %10-90 arasında değiĢen oranlarda, insidansının ise yılda
yaklaĢık %2 olarak bildirilmektedir. Diyabetik nöropati proksimal veya distal
sinirleri ve duyu,motor veya otonom sinirleri farklı Ģekillerde etkileyerek oldukça
heterojen bir klinik tablo oluĢturur.Kalın liflerin (A alfa ve A beta) etkilenmesi
sonucunda güçsüzlük, ataksi ile vibrasyon ve pozisyon duyusunda azalma
oluĢur. Ġnce liflerin (C-lif ve A sigma) etkilenmesi sonucunda da disestezi,
hiperestezi, ısı duyusunda azalma ve otonom fonksiyon bozuklukları geliĢir.
Halen diyabetik nöropati için diyabetin kendisinin tedavisi en iyi tedavi Ģeklidir.
Patogenetik Ģekillerin aydınlatılması sonucunda yeni tedavi protokolleri
bulunacaktır. Normogliseminin sağlanması diyabetik nöropatinin hangi formu
veya
devresi
olursa
edilmektedir(55,56)
olsun
tedavinin
ilk
basamağı
olarak
kabul
Diyabetik Nöropatide Tedavi
*Normoglisemi
*Aldoz redüktaz inhibitörleri
*Gama-linoleik asit
*Alfa lipoik asit
*Vasodilatörler
Nöropatik Ağrı Tedavisi
*Trisiklik antidepresanlar
*Selektif seratonin reuptake inhibitörleri
*Karbamazepin
*Gabapentin
*Tramadol
*Meksiletin
*Lidokain
*Topikal kapseisin
HOMOSĠSTEĠN
Klinik ve deneysel çalıĢmalar, farklı nedenlerden dolayı kan homosistein
düzeyindeki artıĢın, erken yaĢlarda baĢlayan ve tekrarlayıcı nitelikte olan
tıkayıcı damar hastalıkları (tromboembolik hastalıklar) için ‘tek baĢına’ bir risk
faktörü oluĢturduğunu göstermektedir. Bu durumdaki damar hastalıkları,
genellikle 40 yaĢın altındaki bireylerde oluĢmaktadır. Vücutta homosistein
düzeylerindeki artıĢın önemi, erken yaĢlarda geliĢen ve hayatı tehdit edecek
derecede önemli olabilen damar tıkanıklıklarına (beyin, kalp-koroner ve
periferik) yol açmasıdır. Vurgulanması gereken önemli bir konu ise, hafif
düzeylerdeki artıĢın bile damarlardaki tıkayıcı mekanizmaları uyarabilmesidir.
Yapılan çalıĢmalarda, 60 yaĢ altında venöz tıkayıcı damar hastalığı
geçirenlerde yüksek homosistein prevalansının %30.4, arteriyel tıkayıcı damar
hastalığı geçirenlerde ise % 37.5 olduğu saptanmıĢtır. Homosistein yüksekliği
miyokard infarktüsünde de diğer major risk faktörleri olmadan tek baĢına risk
faktörü olmaktadır.
Homosistein düzeylerindeki artıĢ genetik olarak bazı enzim sistemlerindeki
yetmezlikten olabileceği gibi, bu enzim yapılarının normal olmasına rağmen,
B6, B12 vitaminleri ve folik asidin beslenme yolu ile alımındaki yetersizlik
sonucunda da geliĢebilir. Genetik olarak enzimlerdeki yetersizlik sonucu oluĢan
kan homosistein düzey artıĢında, taĢıyıcı bireylerin ve bu bireylerin çocuklarının
belirlenmesi gerekmektedir. Böylece erken yaĢlarda geliĢme riski olan tıkayıcı
damar hastalıklarının önlenmesine yönelik tedavi olanakları denenebilecektir.
Beslenme yolu ile alım azlığında ise eksik olan vitamin veya folik asidin yerine
konması hastalık riskinin azalmasını sağlayabilecektir.
Homosistein düzeyinin erkeklerde ve menopozdaki kadınlarda daha
yüksek olduğu, yaĢla birlikte artıĢ gösterdiği, yine baĢta böbrek yetmezliği olmak
üzere pek çok organ hastalığı (hipotiroidi, psöriazis, lösemi, solid tümör v.b)
durumlarda artabileceği saptanmıĢtır.
Homosistein Metabolizması
Homosistein metionin metabolizması esnasında oluĢan, yapısında sülfür
bulunduran bir aminoasittir. Protein yapısında olmayan homosisteinin tek
kaynağı diyetle alınan metiyonindir. Metiyonin önemli bir kısmı ATP ile aktive
edilerek S-adenozil metiyonine (SAM) dönüĢür(57).Önemli bir metil vericisi olan
SAM, guanidoasetat, nükleik asitler, fosfolipid ve hormonlar gibi çeĢitli alıcılara
metil grubunu aktarır. SAM’in bu demetilasyon reaksiyonu sonucu S-adenozil
homosistein (SAH) oluĢur.SAH daha sonra homosistein ve adenozine hidrolize
edilir.Homosistein bu aĢamadan sonra iki yol ile metabolize olur(58).
Remetilasyon yolunda, 5-metil tetrahidrofolat (5-metil FH4) veya betainden
metil grubu alarak metiyonin yeniden oluĢur. 5-metil FH4’ın substrat olarak
kullanıldığı reaksiyon metiyonin sentaz tarafından katalizlenir. Bütün dokularda
gerçekleĢen bu reaksiyonda kofaktör olarak B12 vitamini kullanılır(59). Buradaki
5-metil FH4 remetilasyon yolu ile bağlantılı olan folat döngüsünden gelir. Bu
döngüde önce folik asit, aktif Ģekli olan tetrahidrofolat (FH4)’a dönüĢür. FH4,
serinden
metil
grubu
alarak
5,10-metilen
FH4
oluĢur,sonra
metilen
tetrahidrofolat redüktaz (metilen FH4 redüktaz) etkisi ile 5-metil FH4 meydana
gelir. Betainin metil vericisi olarak yer aldığı ve betain-homosistein metil
transferaz enziminin katalizlediği reaksiyon ise baĢlıca karaciğerde bulunur(60)
ve B12 vitamininden bağımsızdır. Betain bu reaksiyonda metil grubunu verdikten
sonra N,N-dimetilglisin ve metiyonin meydana gelir(61).
Transsülfürasyon
yolunda
homosistein,
serin
ile
kondanse
olarak
sistatiyonin oluĢur. B6 vitamininin aktif formu olan pridoksal 5’-fosfat (PLP)’ın
kofaktör olarak kullanıldığı bu reaksiyon, sistatiyonin β sentaz tarafından
katalizlenir. Sistatiyonin ise PLP’ bağımlı diğer bir enzim olan sistatiyonin γ liyaz
tarafından, sistein ve α-ketobütirata hidroliz edilir. Sisteinin bir kısmı taurin ve
inorganik sülfatlara okside edilirken, bir kısmı glutatyon (GSH) sentezinde
kullanılır, fazlası ise idrarla atılır. Transsülfürasyon yolu, sistein sentezine ilave
olarak homosisteinin fazlasının etkili bir Ģekilde katabolizmasını ve ayrıca
heparin ve heparan sülfat gibi glikozaminoglikanlar için gerekli sülfatları sağlar.
Hücresel homosistein taĢıma mekanizması sayesinde, plazma normalde
düĢük
miktarda
hcy
düzeylerine
sahiptir.
Bu
taĢıma
mekanizması
transsülfürasyon aracılığıyla olan homosistein katabolizmasını tamamlar.
Böylece
potansiyel
sitotoksik
sülfür
aminoasidin
etkisi
sınırlandırılmıĢ
olunur(62,63).
Sağlıklı bir insanda t-hcy düzeyleri 5-12 µmol/L arasında değiĢmektedir.
Bunun yaklaĢık %70-80 arasında değiĢen kısmını homosisteinin proteine bağlı
fraksiyonu, %20-30 kısmını hcy-sistein disülfid ve homosistin formlarından
oluĢan serbest okside fraksiyonu, %1’lik kısmını ise sülfhidril (indirgenmiĢ)
fraksiyonu
oluĢturur.
Plazmada
homosisteinin
bağlı
olarak
bulunduğu
proteinlerin önemli bir kısmını albümin teĢkil eder.
HĠPERHOMOSĠSTEĠNEMĠ
Normal değer
: 5-12 µmol/L
Hiperhomosisteinemi
Metiyonin
*Ilımlı
: 12-25 µmol/L
*Orta
: 25-50 µmol/L
*ġiddetli
: 50-500 µmol/L
metabolizmasına
hiperhomosisteinemi genetik
ve
ait
bir
diyetsel
bozukluk
nedenlerle
sonucu
geliĢen
meydana
gelebilir.
Homosistein düzeylerinin plazmada belirli bir dengede tutulması için enzimatik
olarak baĢka ürünlere dönüĢmesi gerekir. Homosistein katabolizmasında
anahtar rol oynayan enzimlerin genetik defektleri ile kofaktör olarak kullanılan
vitaminlerin yetersizliği
ve böbrek fonksiyonlarındaki azalma homosistein
konsantrasyonlarını artıran baĢlıca faktörlerdir.
Hiperhomosisteinemi Nedenleri
1-) Edinsel sebepler
a)Vitamin eksiklikleri
●Folik asit
●B6 vitamini
●B12 vitamini
b)Kronik hastalıklar
●Kronik böbrek yetmezliği
●Hipotiroidi
●Psöriazis
●Maligniteler (akut lenfoblastik lösemi vb.)
●Sistemik lupus ertematozus
●Solid organ transplantasyonu
c)Ġlaçlar
●Antiepileptikler
●Metotreksat
●Nitroz oksit
d)Demografik nedenler
●Ġleri yaĢ
●Erkek cinsiyet
● Sigara kullanılması
● Alkolizm
2-)Kalıtsal sebepler
●Sistatiyonin β sentaz eksikliği
●Metilen tetrahidrofolat redüktaz eksikliği ve defekti
●Metiyonin sentaz defekti
●Vitamin B12 transport defekti
●Vitamin B12 koenzim sentez defekti
Genetik faktörler
Plazma homosistein artıĢlarının tipik olarak iki nedeni vardır. Homosistein
metabolizmasından sorumlu bir enzimin genetik defekti veya vitamin kofaktör
eksikliğine yol açan alım eksikliği. Homosistinüri veya hiperhomosisteinemi
nadir genetik enzim eksiklikleri neticesi oluĢur ve yüksek miktarlarda plazma ve
idrar homosisteinine yol açar.
Sistation beta sentaz eksikliği ağır homosisteineminin en sık görülen
genetik
bozukluğudur.
Bu
hastalığın
homozigot
formu
olan
konjenital
homosistinüri açlık esnasında 400 μmol/L’ e varan plazma homosisteini ile
karĢımıza çıkar(64). Homozigot trait nadirdir (1/200.000) ve klinik olarak ektopia
lentis, iskelet deformiteleri, zeka geriliği, tromboemboli ve ağır prematür
ateroskleroz görülür(65). Ġlk olarak 1968 yılında Carey ve arkadaĢları tarafından
tanımlanan homozigot formunda ateroembolik komplikasyonlar sık olarak genç
eriĢkinlerde görülür ve genellikle ölümcüldür. Mudd ve arkadaĢları tedavi
edilmeyen homosistinüri vakalarının %50’ sinin 30 yaĢına gelmeden önce
tromboembolik bir olaya maruz kalacağını bunların da %20’sinin ölümle
sonuçlanacağını tahmin etmiĢlerdir(66). Heterozigotların tipik olarak plazma
homosistein seviyeleri normalin 2-4 katı olup 20-40 μmol/L civarındadır
(67,68,69).
Homozigot
N5,N10
metilentetrahidrofolat
redüktaz
eksikliği
ağır
hiperhomosisteinemi nedeni olabilir (70). Bu enzim defektine sahip olan
hastaların prognozu etkili bir tedavinin olmamasından dolayı sistationin beta
sentaz eksikliğine göre daha ağırdır(71,72). Buna ek olarak Kang ve arkadaĢları
N5,N10 metilentetrahidrofolat redüktazın termolabil bir formunu bildirmiĢtir.
Alanin yerine valin geçmesine yol açan N5,N10 metilentetrahidrofolat bağlanma
yerinin kodlanma bölgesinde meydana gelen bir nokta mutasyon (C677T) bu
patolojiden sorumludur(64). Bu mutasyon Fransız Kanadalılarının %38’inde ve
tüm Kanada halkının %5 ile %15’ inde görülür ve artmıĢ plazma homosistein
konsantrasyonuna yol açar(64,65). N5,N10 metilentetrahidrofolat redüktaz
geninin varyantı oldukça sık görüldüğü halde aterotrombotik vasküler hastalık
açısından bağımsız bir risk faktörü teĢkil etmez(66,67,68). Bu mutasyon
homozigot olan bireylerde ise folik asit eksikliğinde daha fazla homosistein
yükselmeleri
görüldüğü
ve
vasküler
hastalık
riskinin
fazlalaĢtığı
düĢünülebilir(68). Hiperhomosisteinemiye yol açan remetilasyon siklüsünün
diğer anomalileri metionin sentaz eksikliği ve metionin sentazın ektivitesini
bozan B12 vitamininin metabolizma bozukluklarıdır.
Sonradan KazanılmıĢ Faktörler
Homosisteinin diyetteki kaynağı L-metiyonindir. Sebze ve meyve %0,9-1,2
g. metiyonin içerirken, hayvansal proteinler daha yüksek metiyonin içeriğine
sahiptir.Kırmızı et ve balık %2,7 g. inek sütü %2,9 g. metiyonin içerir.
Metiyoninin yüksek konsantrasyonlarına maruz kalan hücreler homosistein
yapımını arttırabilirler. Metiyonin yüklenmesinin karaciğer hücreleri tarafından
homosistein düzeylerini yükselttiği invitro deneylerle kanıtlanmıĢtır(73).
Homosistein metabolizmasının remetilasyon yolunda yer alan metiyonin
sentaz enziminin kofaktörü olarak kullanılan B12 vitamini düzeyi ile homosistein
konsantrasyonu arasında ters orantı vardır. B12 vitamini eksikliği olanlarda
yapılan çalıĢmalarda, sağlıklı kontrol grubu ile karĢılaĢtırıldığında homosistein
düzeylerinde anlamlı bir yükseklik saptanmıĢtır. Hidroksikobalamin tedavisi
sonrasında
homosistein
değerlerinin
14
günde
normale
döndüğü
gözlenmiĢtir(74).
Folik asit eksikliği daha çok diyetteki yetersizlik, ince barsak patolojisi,
alkolizm, ihtiyacın artması ve folat metabolizmasını etkileyen ilaçların
kullanılması sonucu geliĢen
sık rastlanan bir durumdur. Biyolojik aktif Ģekli
FH4’dır ve folik asitin indirgenmesi sonucu oluĢur. Folik asitin metillenmiĢ türevi
olan 5-metil FH4, homosisteinden metiyonin sentezinde metil grubu vericisi
olarak kullanılır. Vitamin düzeyi ile homosistein konsantrasyonu arasında
negatif korelasyon olduğunu ilk kez ortaya koyan Kang ve arkadaĢları bunu ilk
önce folat eksikliği olan kiĢiler üzerinde göstermiĢlerdir(75).
Yüksek doz oral folik asit tedavisi folat yetmezliği olan hastalarda plazma
total homosistein düzeylerini birkaç gün içinde düĢürebilir. Böbrek yetmezliği
hastalarında ise sistein-homosistein disülfid düzeyleri folik asit alımından
sonraki 2-4 hafta içinde düĢmeye baĢlar. Folik asitin homosistein üzerindeki
etkisi normal serum folat seviyelerine sahip, damarsal hastalığı olan kiĢilerde de
gösterilmiĢtir(68).
Sistatiyonin β sentaz enziminin ko-enzimi B6 vitaminidir. Bu vitaminin
eksikliğinde sistatiyonin β sentaz enziminin aktivitesi düĢer ve sonuçta serbest
ve proteine bağlı homosistein düzeylerinde artıĢ meydana gelir(76). B6 vitamini
eksikliği olan sıçanlar üzerinde yapılan bir çalıĢmada metiyonin yüklemesi
sonucu homosistein konsantrasyonlarında 35 kat artıĢ gözlenmiĢtir(77).
Sigara, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol düzeyleri ve sedanter
yaĢam
homosistein
değerlerinin
yükselmesi
ile
iliĢkili
bulunmuĢtur(78).
Alkoliklerde homosistein değerleri yükselebilir, bunun beslenme yetersizliği veya
emilim bozukluğuna bağlı olduğu düĢünülmektedir(79).
Erkeklerde
aynı
yaĢtaki
kadınlardan;
postmenapozal
kadınlarda
premenapoz kadınlardan homosistein değerleri yüksek tespit edilmiĢtir(80).YaĢ
arttıkça homosistein değerlerinin de arttığı görülmüĢtür(78).
Böbrek homosistein katabolizmasında ve vücuttan uzaklaĢtırılmasında rol
oynar.
Homosistein
metabolizmasının
hem
remetilasyon
hem
de
transsülfürasyon yolundaki enzimlerin yüksek aktivitesine sahiptir(81,82).Böbrek
fonksiyonlarındaki
bozulma
enzim
aktivitelerinin
düĢmesine
yol
açar.
Glomerüler filtrasyon hızı ile homosistein konsantrasyonları arasında ters iliĢki
vardır(83).
Akut lenfoblastik lösemili hastalarla yapılan araĢtırmalarda homosistein
düzeyleri yüksek bulunmuĢtur. Bu hastalarda tedavi öncesi yüksek olan
homosistein düzeyleri tedavi sonrası düĢmüĢtür(84).
Hipotiroidizm ve organ transplantasyonu hastalarında da homosistein
düzeyleri yüksek bulunmuĢtur(85,86,87).
Homosistein ile Ġlaç EtkileĢimleri
Metotreksat: Akut lösemi ve bazı solid tümürlerin tedavisinde kullanılır ve
dihidrofolat redüktaz enzimini inhibe ederek etkisini gösterir, buna bağlı folik
asidin hücre içi düzeylerini düĢürür. Metotreksata direk maruz kalanlarda
homosistein seviyeleri yükselir(86,88).
Nitröz oksit: Bir anestezik ajan olan nitröz oksit, B12 vitamini bağımlı enzim
olan metiyonin sentaz aktivitesini azaltır. Nitröz okside maruz kalındığında
homosistein düzeyleri 8 saat içinde yükselir.
Antikonvülzanlar (Fenitoim, karbamazepin): Folat yetmezliği olan bu
ilaçların folik asidin barsak emilimini azaltarak ve folat metabolizmasını artırarak
anti folat etki gösterir. Fenitoin tedavisi gören çocuklarda homosistein seviyeleri
yüksek bulunmuĢtur(86,88).
Penisilamin:
Homosistinürili
hastalarda
serbest
ve
proteine
bağlı
homosistein fraksiyonunu etkili bir Ģekilde düĢürdüğü gözlenmiĢtir(75).
Kortikosteroidler, teofilin, siklosporin homosistein düzeylerini artırır,oral
kontraseptifler azaltır(89,90,91,92).
HĠPERHOMOSĠSTEĠNEMĠNĠN PATOFĠZYOLOJĠK MEKANĠZMALARI
Deneysel çalıĢmalar göstermiĢtir ki hiperhomosisteineminin aterojenik
olma özelliği, endotel disfonksiyonu ve hasar sonrası geliĢen trombosit
aktivasyonu ve trombus oluĢumu ile iliĢkilidir. Ġnsan ve hayvanlarda yapılan
çalıĢmalarda homosisteine bağlı aterosklerozda endotel hasarı olan bölgelerde
trombosit yığılımı ve trombositten zengin trombus oluĢumu görülmüĢtür
(93,94,95). Harker ve arkadaĢları homosisteine bağlı endotel hasarının
subendotelyal matriksi açığa çıkardığını ve trombosit aktivasyonuna yol açtığını
ileri sürmüĢlerdir(93,94). Lentz ve arkadaĢları primatlarda diyete bağlı
hiperhomosisteineminin in vivo vazomotor bozukluğa; in vitro ise endotelyal
antitrombotik fonksiyona yol açtığını göstermiĢlerdir(96). Bu bulgular Celermajer
ve arkadaĢlarının hiperhomosisteinemili hastalarda bozulmuĢ endotele bağlı
vazodilatasyon
hastalarda
ve
Berg
bozulmuĢ
ve
arkadaĢlarının
endotelyal
genç
antikoagülan
hiperhomosisteinemili
fonksiyonu
gösterdikleri
çalıĢmalarla desteklenmiĢtir (97,98). Endotel disfonksiyonunun mekanizması
tam olarak bilinmemekle beraber homosistein hasarını oksidatif hasara yol
açarak yapar.
Homosistein
plazma
ile
karıĢtırıldığında
hızla
oto-okside
olarak
homosistin, mikst disülfitler ve homosistein tiolaktona dönüĢür (99,100,101).
Homosisteinin oto-oksidasyonu esnasında açığa çıkan süperoksit ve hidrojen
peroksit gibi oksijen serbest radikallerinin hiperhomosisteineminin vasküler
toksisitede rol aldığı sanılmaktadır (102). Homosisteinin invitro endotel
hasarının süperoksit dismutaz aracılığıyla oluĢtuğuna dair birçok bulgu
saptanmıĢtır (103,104,105). Harker ve arkadaĢları süperoksit dismutazın
subendotel matriksi açığa çıkardığını ve düz kaslarda proliferasyona yol açıp
trombosit ve lökosit aktivasyonuna sebep olduğunu ileri sürmüĢlerdir (93).
Homosisteinin oto-oksidasyonu süperoksit anyonu ve hidroksil radikalleri
gibi diğer sitotoksik reaktif oksijen radikallerini de açığa çıkarır (106,107).
Süperokside bağlı oluĢan hidroksil radikalleri endotel plazma membranında ve
lipoprotein
partiküllerinde
(107,108,109).
lipoproteinlerin
Yine
lipid
peroksidasyonunu
homosistein
oksidasyonunu
baĢlattığı
otooksidasyonunun
süperoksit
anyon
gösterilmiĢtir
düĢük
radikalleri
dansiteli
aracılığı
ile
desteklediği gösterilmiĢtir (108,109).
Tam olarak mekanizması bilinmemekle beraber homosistein birçok
düzeyde
endotel
hasarına
sebep
olur.
Homosistein
endotelin
normal
antitrombotik fenotipini faktör XII’nin ve faktör V’in aktivitesini arttırarak ve
protein C’nin aktivasyonunu azaltarak değiĢtirir (110,111,112). Homosistein
ayrıca trombomodülin ekspresyonunu azaltır, doku faktörü ekspresyonunu
arttırır ve endotelden heparan sülfat ekspresyonunu arttırır (113,114).Tüm bu
etkiler sonucunda trombin oluĢumu kolaylaĢır ve protrombotik bir ortam oluĢur.
Endotele bağlı nitrik oksit de homosistein tarafından olumsuz yönde
etkilenir. Normal endotel hücreleri oksijen varlığında nitrik oksit üreterek
homosisteini S-nitroso-homosisteine çevirerek non-toksik hale getirir (100).
Homosisteinin sülfidril gruplarının nitrozillenmesiyle sülfidrile bağlı hidrojen
peroksit üretimi engelenir (100). S-nitrozo-homosistein ayrıca güçlü bir
trombosit
ve
inhibitörü
vazodilatatördür
(115).
Bu
koruyucu
etki
hiperhomosisteineminin endoteli hasara uğratmasıyla ortadan kaybolur. Nitrik
oksidin azalmasıyla endotel savunmasız kalır (115). Ayrıca homosistein nitrik
oksidin
sentezini
de
bozarak
biyoyararlanımı
azaltır(102).
Lipid
peroksidasyonuyla nitrik oksit sentaz yapımı azalır ve nitrik oksit yıkılır
(115,116,117). Homosistein hücresel glutation sentetaz yapımını inhibe ederek
homosistein oksidasyonundan açığa çıkan reaktif oksijen türevleri serbest kalır
ve lipid peroksidasyonuna neden olur (118).
Homosistein vasküler düz kaslarda transkripsiyon faktörü NF-(kapa)B’yi
aktive ederek nitrik oksit üretimini arttırır. Harker ve arkadaĢları baboon türü
maymunlara homosistein infüzyonunun damarlarda ateromatöz değiĢiklikler
oluĢturduğunu göstermiĢlerdir (119). Ġnvitro homosistein vasküler düz kaslarda
Messenger
RNA’nın
siklin
D1
siklin
A
ekspresyonunu
arttırarak
proliferasyonuna neden olur (120). Tsai ve arkadaĢları homosisteinin aterojenik
özelliğinin vasküler düz kaslarda proliferasyon yapmasından kaynaklandığını
ileri sürer (121).
Welch ve arkadaĢları homosisteinin vasküler düz kaslarda transkripsiyon
faktörü
NF-(kapa)B’yi
aktive
ederek
nitrik
oksit
üretimini
arttırdığını
göstermiĢlerdir (86). NF-(kapa)B’nin reaktif oksijen türevlerinin tetiklemesiyle
arttığı düĢünülmektedir (122). NF-(kapa)B vasküler düz kasların proliferasyonu
için gerekli bir madde olduğundan homosisteinin mitojenik özelliği bu yolla
açıklanabilir.
Homosistein
ayrıca
vasküler
hücrelerin
biyokimyasal
ve
biyosentetik fonksiyonlarını direkt olarak etkileyerek vasküler matriksi bozar.
Homosisteinin potent bir oksidasyon ürünü olan homosistein tiolakton, düĢük
dansiteli lipoproteinlerle birleĢerek agregatlar oluĢur ve bu agregatlar intimal
makrofajlar tarafından fagosite edilerek damar duvarında önceden oluĢmuĢ
ateromatöz plaklardaki köpük hücrelere katılır(123). Fakat tiolaktonun bu etkileri
in vivo oluĢturması için yeterli konsantrasyonlara ulaĢıp ulaĢmadığı Ģüphelidir.
Jakubowski kültür ortamında sistation(beta)-sentaz eksikliği olan hücrelerin
daha fazla tiolakton ürettiğini ve tiolaktonun aktif hale geçmiĢ karboksil
gruplarının lizin asilasyonu ile hücrelere ve sentezlenmiĢ proterinlere yerleĢtiğini
göstermiĢtir (124). Mc Cully homosistein tiolaktonun bu mikroçevrede
mitokondriyal
tioretinakoyu
tiyokoya
çevrilmesini
kolaylaĢtırıp
oksidatif
fosforilasyonu bozarak düz kasların proliferasyonuna ve fibrozise neden
olduğunu
ileri
sürmüĢtür
(124,125,126).
Homosisteine
bağlı
oksidatif
metabolizmadaki bu bozukluklar oksidatif radikallerin daha fazla oluĢmasına yol
açarak intimal hasar, elastaz aktivasyonu ve damarlarda kalsiyum birikimine yol
açar(125,127). Homosistein ayrıca matrikse sülfatlanmıĢ glukozaminoglikanların
birkimini
kolaylaĢtırır;
fosfoadenozin
bu
da
fosfosülfata
homosistein
inkorpore
tiolakton
olması
sülfir
ve
gruplarının
sülfatlanmıĢ
glikozaminoglikanların oluĢumu ile açıklanmaktadır (127).
Hiperhomosisteineminin vasküler hastalık için bağımsız bir risk faktörü
olmasının bir diğer nedeni de homosistenin lipid peroksidasyonu üzerine olan
etkisidir. DüĢük dansiteli lipoproteinlerin vasküler toksisitesi içerdikleri lipid
peroksidasyonu ürünlerine bağlıdır (128,129). Homosistein aterojenik değeri
yüksek oksikolesterol oluĢumunu, lipid peroksidasyonunu ve in vitro LDL
oksidasyonunu
arttırır(8).
Bu
gözlemler
antioksidan
tedavinin
hiperhomosisteinemide rol oynayabileceğini düĢündürmektedir. Ancak henüz
bu tedavi yaklaĢımı prospektif çalıĢmalarla ortaya konmamıĢtır.
Homosistein ile Ġlgili Klinik Bulgular
Hiperhomosisteinemi hiperkolesterolemi gibi toplumun bütün kesimlerinde
önemli
sağlık
problemlerine
yol
açabilir(130).
Plazma
homosistein
konsantrasyonlarındaki yükselme; koroner periferik ve serebral arter sistemini
de içine alan klinik bulgulara neden olur(131). Arteryal hastalık ile Ģiddetli
hiperhomosisteinemi arasındaki iliĢki ilk kez Mc Cully tarafından homosistinürik
hastaların otopsilerinde aterotrombotik ve aterosklerotik lezyonların saptanması
sonucu gösterilmiĢtir(132). Klasik homosistinüri , sistatiyonin β sentaz, metilen
FH4 redüktaz ve metiyonin sentaz enzimlerinin genetik defektlerine bağlı olarak
meydana gelen nadir görülen doğumsal metabolik hastalıktır
ve ilk kez
Ġrlanda’da Carson ile Neill tarafından tanımlanmıĢtır(133). Otozomal resesif
geçiĢli olan bu hastalıkta iskelet anomalileri, oküler lens dislokasyonu ve mental
retardasyon ile birlikte damar endoteli hasarının histopatolojik bulguları, ilerleyici
arteriyel daralma ve vazookluziv hastalığa bağlı erken ölüm meydana gelir(67).
Homozigot sistatiyonin β sentaz defektine sahip hastaların yaklaĢık %50’sinde
30 yaĢından önce prematür arterioskleroz ve venöz tromboz geliĢtiği
gösterilmiĢtir(67).
Homosistein konsantrasyonları semptomatik damarsal hastalığı olanlarda
normal kontrol grubuna göre %31 daha yüksek bulunmuĢtur(63). Vasküler
hastalığın prospektif olarak değerlendirilmesi homosistein düzeyleri ile miyokard
infarktüsü arasında iliĢki olduğunu göstermiĢtir (134). Nygard ve arkadaĢlarının
yaptığı hiperhomosisteinemi ile mortalite arasındaki iliĢkiyi gösteren bir
çalıĢmada plazma t-hcy düzeyleri 9 µmol/L ve altında olan hastalarda tanı
konulduktan sonraki ilk 4 yıl içinde ölüm oranı %3,8 iken, homosistein düzeyleri
15 µmol/L ve daha üzerinde olan hastalarda bu oran %24,7 bulunmuĢtur (135).
Hiperhomosisteinemi ile koroner ateroskleroz arasındaki iliĢki yapılan çok çeĢitli
araĢtırmalarda ortaya konulmuĢtur. T-hcy düzeylerindeki her
5 µmol/L
yükselmenin koroner arterler üzerinde yarattığı risk ile total kolesterolün her 0,5
mmol/L artması sonucu ortaya çıkan risk eĢdeğer bulunmuĢtur (136). 60
yaĢından önce venöz tromboz saptanan kiĢilerin %25’inde plazma hcy düzeyleri
yüksek bulunmuĢtur (137). Tekrarlayan venöz tromboembolizm ile ılımlı
hiperhomosisteinemi arasındaki iliĢkiyi gösteren güçlü deliller vardır (138).
Ayrıca yüksek homosistein düzeylerinin derin ven trombozu riskini de artırdığı
gösterilmiĢtir.
Petri
ve
arkadaĢları
yaptıkları
bir
prospektif
çalıĢmada
hiperhomosisteineminin tromboz ve iskemik felç için bağımsız bir risk faktörü
olduğunu ortaya koymuĢlardır(139).
HĠPERHOMOSĠSTEĠNEMĠ TEDAVĠSĠ
Hiperhomosisteinemi
tedavisi
sebebine
göre
değiĢmekle
beraber
genellikle vitamin (folik asit, piridoksin ve B12 vitamini) takviyesi ile düĢmektedir.
Piridoksin ve folik asitin en düĢük etkili dozu henüz saptanmamıĢtır. Birçok
hastada 1 ile 5 mg folat takviyesi homosisteini hızlı bir Ģekilde düĢürmektedir
(140). Sadece folik asit, B6 ve B12 vitamini kombinasyonu veya B6 ve B12
vitaminleri kombinasyonunun homosisteini düĢürdüğü gösterilmiĢtir (141).
Homosistein normalizasyonuna genellikle 4 ile 6 hafta içinde ulaĢılır. Bazen de
2 hafta içinde düĢebilir. Ġlginçtir ki 1960’tan bu yana uygulanan gıdalara B6
vitamini takviyesi ile kardiyovasküler ölümlerde düĢüĢ gözlenmiĢtir (142).
MATERYAL VE METOD
ÇalıĢmaya 24.07.2007 tarihinde Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve
AraĢtırma Hastanesi Yerel Etik Kurulu’ndan 2007-91 sayılı yerel etik kurul
raporu alındıktan sonra baĢlanıldı. ÇalıĢmaya Sağlık Bakanlığı Okmeydanı
Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Diyabet Polikliniği’nce takip ve tedavi edilen 70
diyabetik ( ADA 2004 kriterlerine göre) hasta alındı(35 hasta çalıĢma grubu, 35
hasta kontrol grubu). Bu çalıĢmada hastaların yaĢ, cinsiyet, diyabet tipi, diyabet
süresi, kilo, HbA1c, kullandığı ilaç ve homosistein düzeyleri ile mikrovasküler
komplikasyonlardan
diyabetik
retinopati
ve
nefropati
arasındaki
iliĢkiyi
araĢtırdık.
Sigara ve alkol kullanmayan, hipertansiyon, malignite, tiroid rahatsızlığı,
konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, serebrovasküler rahatsızlık
gibi herhangi bir ek kronik rahatsızlığı olmayan, oral antidiyabetik ve insülin
harici kronik ilaç kullanımı olmayan tip 1 ve tip 2 diyabetik hastalar çalıĢmaya
alındı.
Retinopati
muayenesi
göz
hekimlerince
gözdibi
muayenesi
ile
değerlendirildi. Nefropati varlığı 24 saatlik idrarda albümin seviyesi ölçülerek
değerlendirildi. Hastalar nefropatisi olmayan (24 saatlik idrar albümin<30 mg) ve
nefropatisi olan (24 saatlik idrar albümin>30 mg) olarak sınıflandırıldı.
Serum total homosistein düzeyleri (t-hcy), Fluorescence Polarization
Immunoassay (FPIA) yöntemi ile ölçüldü. Bu yöntemde örnekteki homosisteinin
disülfide ve protein bağları dithiothreitol (DDT) ile indirgenerek serbest
homosistein ortaya çıkar. Serbest homosisteinin S-adenosyl-L-homosistein
hidrolaz ile adenozin varlığında S-adenosyl-L-homosisteine dönüĢür. Örnekler
serumda çalıĢıldı ve sonuçlar µmol/L olarak değerlendirildi.
Mikroalbüminüri; 24 saatlik idrarda Beckman Coulter Syncron Lx cihazında
Beckman Coulter
yöntemle çalıĢıldı.
firmasının mikroalbüminüri kitleriyle immunoturbidimetric
Diyabetin komplikasyonlarından herhangi biri olan hastalar (nefropati ya
da retinopati) çalıĢma grubuna, hiçbirisi olmayan (nefropati ve retinopati yok)
hastalar kontrol grubuna dahil edildi. ÇalıĢmaya alınan 70 hastanın 35 tanesi
çalıĢma grubu, 35 tanesi de kontrol grubuydu. ÇalıĢma grubunun 16’sı erkek,
19’u kadın, 7’si tip 1 diyabetli 28’i tip 2 diyabetli idi. Kontrol grubunun ise 18’i
erkek 17’si kadın, 3’ü tip 1 32’si tip 2 diyabetli idi.
Ġstatistiksel analiz: Verilerin değerlendirilmesinde SPSS for windows 10.0
istatistik paket programı kullanıldı. KarĢılaĢtırmalarda student’s t, Mann Whitney
U, Fisher exact ve ki-kare testleri kullanıldı. p<0.05 anlamlı kabul edildi.
BULGULAR
Biz çalıĢmamızda Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve AraĢtırma
Hastanesi Diyabet Polikliniği’nce takip ve tedavi edilen 70 diyabetik hastayı
değerlendirdik. Hastaların 35 tanesi diyabetik retinopati ya da nefropatiden en
az bir tanesi olan çalıĢma grubu; retinopati ve nefropatiden ikisi de olmayan 35
hasta da kontrol grubuna alındı. ÇalıĢma grubunun 16’sı erkek, 19’u kadın; 7’si
tip 1 diyabetli, 28’i tip 2 diyabetli idi. Kontrol grubunun ise 18’i erkek, 17’si
kadın; 3’ü tip 1, 32’si tip 2 diyabetli idi. ÇalıĢma ve kontrol grubu arasında
cinsiyet, diyabet tipi ve kullanılan ilaç bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık saptanmadı (p>0.05) (Tablo 2).
Tablo 2. ÇalıĢma grubu ile kontrol grubunun cinsiyet, diyabet tipi ve ilaç
bakımından karĢılaĢtırılması
ÇalıĢma grubu
Kontrol grubu
n
%
n
%
Erkek
16
45,7
18
51,4
Kadın
19
54,3
17
48,6
Tip I
7
20,0
3
8,6
Tip II
28
80,0
32
91,4
OAD
2
5,7
8
22,9
Insulin
10
28,6
6
17,1
OAD+Ġnsülin
23
65,7
21
60,0
Ki-kare
p
0,229
0,632
1,86
0,172
4,69
0,096
CĠNSĠYET
DM TĠPĠ
iLAÇ
Komplikasyon geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında yaĢ, kilo, HbA1c ve
homosistein düzeyleri bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık
saptanmadı (p>0.05). Komplikasyon geliĢen olguların diabet süresi kontrol
grubuna göre anlamlı derecede daha uzun bulundu (p<0.05) (Tablo 3).
Tablo 3. ÇalıĢma grubu ile kontrol grubunun yaĢ, diyabet süresi, kilo,
HbA1c ve homosistein düzeyleri bakımından karĢılaĢtırılması
ÇalıĢma grubu
Kontrol grubu
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
YAġ
51,71
12,31
50,03
10,41
0,538
SÜRE
13,23
7,10
9,40
5,93
0,017*
KĠLO
76,97
15,59
80,09
13,39
0,373
HBA1C
8,08
1,18
8,10
1,27
0,961
Homosistein
9,53
3,72
9,41
4,48
0,903
30
25
20
15
Diabet süresi
10
5
0
Çalışma grubu
Kontrol grubu
ġekil 1:ÇalıĢma grubu ile kontrol grubunun diyabet süresi bakımından
karĢılaĢtırılması.
20
16
12
Homosistein
8
4
0
Çalışma grubu
ġekil 2:ÇalıĢma grubu
bakımından karĢılaĢtırılması.
ile
Kontrol grubu
kontrol
grubunun
homosistein
düzeyi
Nefropati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında yaĢ, cinsiyet, kilo, HbA1c
ve homosistein düzeyleri bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık
saptanmadı (p>0.05). Nefropati geliĢen olguların diyabet süresi nefropati
geliĢmeyen gruba göre anlamlı derecede daha uzun bulundu (p<0.05) (Tablo 4)
Tablo 4. Nefropati olan ve olmayan hastaların yaĢ, cinsiyet, kilo, diyabet
süresi, HbA1c ve homosistein düzeyleri bakımından karĢılaĢtırılması.
Nefropati
Yok
Var
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
YAġ
51,00
9,93
50,69
13,29
0,911
CĠNSĠYET
1,51
0,51
1,52
0,51
0,967
SÜRE
10,02
6,53
13,14
6,80
0,045
KĠLO
79,95
13,88
76,52
15,38
0,333
HBA1C
8,28
1,29
7,82
1,06
0,120
Homosistein
9,32
4,18
9,69
4,01
0,712
20
16
12
Homosistein
8
4
0
Yok
Var
Nefropati
ġekil 3. Nefropati olan ve olmayan hastaların homosistein düzeylerinin
karĢılaĢtırılması.
Nefropati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında cinsiyet, diabet tipi ve
kullanılan ilaç bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı
(p>0.05) (Tablo 5)
Tablo 5. Nefropati geliĢen ve geliĢmeyen olguların cinsiyet, diabet tipi ve
kullanılan ilaç bakımından karĢılaĢtırılması
Nefropati
Yok
Var
n
%
n
%
Erkek
20
48,8
14
48,3
Kadın
21
51,2
15
51,7
Tip I
4
9,8
6
20,7
Tip II
37
90,2
23
79,3
OAD
8
19,5
2
6,9
Insulin
8
19,5
8
27,6
OAD+Ġnsülin
25
61,0
19
65,5
Ki-kare
p
0,002
0,967
CĠNSĠYET
TĠPĠ
0,299
ĠLAC
2,43
0,296
Retinopati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında yaĢ, diyabet süresi, kilo,
HbA1c ve homosistein düzeyleri bakımından istatistiksel
farklılık saptanmadı (p>0.05) (Tablo 6)
olarak anlamlı bir
Tablo 6: Retinopati geliĢen ve geliĢmeyen olguların yaĢ, diyabet süresi,
kilo, HbA1c ve homosistein düzeyleri bakımından karĢılaĢtırılması
Retinopati
Yok
Var
Ortalama
SS
Ortalama
SS
p
YAġ
50,92
10,47
50,81
12,49
0,969
CĠNSĠYET
1,47
,51
1,56
,50
0,466
SÜRE
10,24
6,43
12,59
7,04
0,148
KĠLO
79,63
13,20
77,22
16,05
0,492
HBA1C
8,03
1,25
8,16
1,19
0,664
Homosistein
9,45
4,33
9,50
3,85
0,957
20
16
12
Homosistein
8
4
0
Yok
Var
Retinopati
ġekil 4. Retinopati olan ve olmayan hastaların homosistein düzeyleri
bakımından karĢılaĢtırılması.
Retinopati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında cinsiyet, diyabet tipi ve
kullanılan ilaç bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı
(p>0.05) (Tablo 7).
Tablo 7. Retinopati geliĢen ve geliĢmeyen olguların cinsiyet, diyabet tipi ve
kullanılan ilaç bakımından karĢılaĢtırılması.
Retinopati
Yok
Var
n
%
n
%
Erkek
20
52,6
14
43,8
Kadın
18
47,4
18
56,3
Tip I
3
7,9
7
21,9
Tip II
35
92,1
25
78,1
OAD
8
21,1
2
6,3
Insulin
6
15,8
10
31,3
OAD+Ġnsülin
24
63,2
20
62,5
Ki-kare
p
0,54
0,459
CĠNSĠYET
TĠPĠ
0,169
ĠLAÇ
4,82
0,106
TARTIġMA VE SONUÇ
Diyabet insidansında artıĢa paralel olarak, diyabete bağlı makrovasküler
ve mikrovasküler komplikasyonların insidansı da hızla artmaktadır. Diyabet
hastalarında
mikrovasküler
komplikasyonların
geliĢimi
multifaktöryeldir.
Hiperglisemi hem doğrudan etkiyle, hem de çeĢitli sitokin, kemokin ve büyüme
faktörlerinin, lokal ve sistemik olarak artıĢına yol açarak mikrovasküler
komplikasyonları tetiklemektedir. Son yıllarda homosisteinin mikrovasküler
komplikasyonların etyopatogenezinde de rolü olabileceğini gösteren kanıtlar
elde edilmiĢ ve hiperhomosisteineminin mikrovasküler komplikasyonların
geliĢiminde bağımsız bir risk faktörü olabileceği hakkında tartıĢmalı sonuçlar
bildirilmiĢtir (143).
Homosistein metionin metabolizması esnasında oluĢan, yapısında sülfür
bulunduran bir aminoasittir. Protein yapısında olmayan homosisteinin tek
kaynağı diyetle alınan metiyonindir. Homosistein düzeylerindeki artıĢ genetik
olarak bazı enzim sistemlerindeki yetersizliklerden olabileceği gibi, bu enzim
yapılarının normal olmasına rağmen, B6, B12 vitaminleri ve folik asidin
beslenme yolu ile alımındaki yetersizlik sonucunda da geliĢebilir. Yüksek
homosistein konsantrasyonları altta yatan sebepten bağımsız olarak vasküler
yapıya ve fonksiyonuna birçok mekanizma ile zarar vermektedir.
Bu
mekanizmalardan bazıları endotelyal disfonksiyon, trombosit aktivasyonu ve
trombüs formasyonu, sitotoksik reaktif oksijen radikalleri oluĢumu, lipid
peroksidasyonu,
LDL-kolesterolün
oksidasyonu
ve
vasküler
düz
kas
proliferasyonudur(7,8). Hiperhomosisteinemi, vasküler endotelyal hücreler
üzerine
toksik
etki
gösterdiğinden
homosistein
ile
mikrovasküler
komplikasyonlar arasında iliĢki olması muhtemeldir. Biz de çalıĢmamızda
diyabetin mikrovasküler komplikasyonlarının homosistein ile olan iliĢkisini
değerlendirdik
ÇalıĢmamızda; çalıĢma grubu ile kontrol grubu arasında yaĢ, cinsiyet,
diyabet tipi, kilo, HbA1c, kullanılan ilaç ve homosistein düzeyleri bakımından
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulamadık. ÇalıĢma grubunda homosistein
ortalaması 9,53 µmol/L, kontrol grubunda ise 9,41 µmol/L idi. ÇalıĢma grubu ile
kontrol grubu arasında 0,12 µmol/L’lik farklılık bulunmasına rağmen, bu farklılık
istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Fakat çalıĢma grubunda kontrol
grubuna göre diyabet süresi anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05). Yani
diyabet süresi uzadıkça mikrovasküler komplikasyonların sıklığında da artıĢ
olduğu görüldü.
Nefropati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında yaĢ, cinsiyet, diyabet tipi,
kilo, HbA1c, kullanılan ilaç ve homosistein düzeyleri bakımından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Nefropati grubunda homosistein
ortalaması 9,69 µmol/L, nefropati olmayan grupta 9,32 µmol/L idi. Ġki grup
arasında 0,32 µmol/L’lik farklılık bulunmasına rağmen, bu fark istatistiksel olarak
anlamlı değildi (p>0.05).
Fakat nefropati geliĢen olguların diyabet süresi
geliĢmeyenlere göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p<0,05). Yani diyabet
süresi uzadıkça nefropati sıklığının da arttığı gözlendi.
Retinopati geliĢen ve geliĢmeyen olgular arasında yaĢ, cinsiyet, diyabet
tipi, diyabet süresi, kilo, HbA1c, kullanılan ilaç ve homosistein düzeyleri
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı. Retinopati
grubunda homosistein ortalaması 9,50 µmol/L, retinopati olmayan grupta 9,45
µmol/L idi. Ġki grup arasında 0,05 µmol/L’lik farklılık bulunmasına rağmen, bu
fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05).
Yvo ve arkadaĢlarının 85 tip 2 diyabetli ile yaptığı çalıĢmada, serum
homosistein seviyesiyle iskemik kalp hastalığı ve hipertansiyon arasında
anlamlı bir iliĢki saptanmıĢtır. Fakat homosistein seviyesiyle diyabetik retinopati
arasında anlamlı bir iliĢki saptanmamıĢtır(144).
Abdella ve arkadaĢlarının 358 diyabetik hasta ile yaptığı çalıĢmada,
homosistein seviyesiyle diyabet kontrol parametreleri olan açlık plazma glukozu
ve HbA1c arasında iliĢki bulmuĢlardır. Ayrıca bu çalıĢmada erkek diyabetiklerin
homosistein düzeylerinin kadın diyabetiklerinkine göre anlamlı olarak yüksek
olduğu tespit edilmiĢtir. Fakat homosistein düzeyleri ile diyabetik retinopati
arasında anlamlı bir iliĢki saptanmamıĢtır(145).
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan bir çalıĢmada,
tip 2 diyabetik
hastalarda mikrovasküler komplikasyonların varlığı ile plazma homosistein
düzeyleri arasındaki iliĢkiyi araĢtırmak amacı ile 260 hasta değerlendirildi.178’i
kadın (%68,5), 82’si erkek (%31,5), yaĢ ortalamaları 60±10,3 yıl, ortalama
diyabet süreleri 10,3±7,9 yıl idi. Mikroanjiyopatik komplikasyonlar yönünden
hastalar değerlendirildiğinde 100 vakada diyabetik nefropati bulunduğu saptandı
(%38,5). 84 hastada mikroalbuminüri gözlenirken, 16 hastada makroalbuminüri
mevcuttu. 160 vakada ise nefropati yoktu (61,5). 260 hastanın 71’inde (%27,3)
diyabetik retinopati, 94’ünde (%36,2) diyabetik nöropati olduğu gözlendi. Her bir
komplikasyon için yapılan ayrı ayrı değerlendirmede komplikasyon olan ve
olmayan vakalar arasında homosistein düzeyleri yönünden anlamlı bir farklılık
saptanmadı.
Fakat
homosistein
düzeyi
için
bir
sınır
değer
alınarak
incelendiğinde 15 µmol/L üzeri vakalarda mikroalbüminüri görülme oranı daha
yüksek idi. Retinopati ve nöropatili vakalarda ise böyle bir farklılık saptanmadı.
Bu çalıĢmanın sonucunda homosistein düzeyleri retinopati ve nöropatili
vakalarda yüksek olarak saptanmazken, homosistein düzeyleri arttıkça
mikroalbüminürili vaka oranı da artmıĢtır(143).
H.C.Looker ve arkadaĢları, 396 tip 2 diyabetli ile yaptıkları çalıĢmada Pima
Hintlilerinde serum total homosistein konsantrasyonları ile mikrovasküler
komplikasyonlar
arasındaki
iliĢkiyi
incelediler.
Bu
çalıĢmada
her
komplikasyonun insidansı baĢlangıçta komplikasyonu olmayan ve birden fazla
takip muayenesi yapılmıĢ olan olgularda incelendi. Nefropati için 229, retinopati
için 212 ve proliferatif retinopati için 266. Ortalama 8.6, 7.5, 8.9 yıl süreli takip
sürelerinde sırasıyla 101 nefropati, 113 retinopati ve 40 proliferatif retinopati
olayı görüldü. Nefropati insidansı homosistein konsantrasyonları ile iliĢkili
bulundu. Bu bulgu yaĢ, cinsiyet ve diyabet süresi bakımlarından kontrol
edildiğinde istatistiksel olarak anlamlı kalırken, baĢlangıç renal fonksiyonu
bakımından
kontrol
edildiğinde
anlamlılığını
sürdürmedi.
Homosistein
konsantrasyonları herhangi bir retinopati insidansı ile iliĢkili bulunmadı fakat,
proliferatif retinopati insidansı ile iliĢkiliydi. Bu iliĢki renal fonksiyon ve diyabet
süresi bakımından kontrol edildiğinde istatistiksel açıdan anlamlığını sürdürdü.
Bu çalıĢma sonucunda artmıĢ homosistein konsantrasyonları artmıĢ bir
nefropati ve proliferatif retinopati insidansı ile iliĢkili bulundu fakat, nefropati
insidansı
ile
iliĢki,
baĢlangıç
açıklanabilir görünürken,
albüminüri
durumu
proliferatif retinopati
konsantrasyonları
ile
insidansı ile olan iliĢkinin
açıklanamayacağı belirtildi (146).
Soedamah ve arkadaĢlarının 36 yaĢ altındaki 533 tip 1 diyabetik hasta ile
yaptıkları büyük kesitsel çalıĢmada artmıĢ homosistein konsantrasyonları ile
makroalbüminüri, renal fonksiyon ve hipertansiyon arasında anlamlı ve
bağımsız bir iliĢki bulundu. Tip 1 diyabette homosistein ve makroalbüminüri
arasında bulunan iliĢki kardiyovasküler risk faktörlerinden bağımsızdı. Bu
çalıĢmada homosistein ve mikroalbüminüri arasında iliĢki saptanmamıĢtır. Tip 1
diyabetik hastalarda homosistein ve glomerüler filtrasyon arasında ters bir
bağımsız iliĢki saptanmıĢtır. Glomerüler filtrasyondaki azalma homosistein
düzeyinde artıĢa yol açmaktadır. Bu çalıĢmada proliferatif retinopati ile iliĢki
saptanmıĢ fakat renal parametreler için düzeltme sonrası iliĢki kalmamıĢtır
(147).
Agullo ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada 57 tip 1, 32 tip 2 diyabetik
hastanın ve 54 kontrol deneğinin plazma homosistein düzeyi ile makroanjiopati,
nefropati, retinopati ve nöropati arasındaki iliĢkiyi incelediler. Kontrol grubunda
erkek ve kadınlardaki plazma homosistein değerleri arasındaki belirgin farklılık
nedeniyle, çalıĢma süresince iki grubu ayrı ayrı ele aldılar. Diyabetli hastalar
kontrol olgularına göre daha yüksek homosistein değerlerine sahipti (11,7 ±5,4
karĢısında
10,1±2,4µmol/l,p<0,05).
Açlık
hiperhomosisteinemisi
kontrol
denekleri için ortalama plazma homosisteini + 2 SS olarak düĢünüldü (tüm
grupta 14,9 µmol/l, erkeklerde 15,6 µmol/l ve kadınlarda 13,9 µmol/l). Ġncelenen
komplikasyonlu gruplarda normohomosisteinemik tip 1 diyabetik hastalarla
hiperhomosisteinemik
olarak
değerlendirilenler
arasında
anlamlı
farklılık
saptandı. Diğer taraftan tip 1 diyabet ve komplikasyonlarına sahip hastalar
komplikasyonları
olmayanlardan
daha
yüksek
plazma
homosistein
konsantrasyonlarına sahipti. Bu çalıĢma sonucunda, tip 1 diyabetik hastalarda
yüksek homosistein düzeyleri ile makroanjiopati, nefropati ve retinopati
prevalansı arasında tip 2 diyabetik hastalarda gözlenmeyen bir iliĢki
bulmuĢlardır (148).
Yukarıda da belirtildiği gibi daha önce yapılan çalıĢmalarda, homosistein
ile mikrovasküler komplikasyonlar arasındaki iliĢki konusunda farklı sonuçlar
bildirilmiĢtir. Bizim çalıĢmamızda diyabetin mikrovasküler komplikasyonları ile
homosistein düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir iliĢki saptanmadı.
Anlamlı iliĢki saptamamamızın nedenleri; B6, B12 vitaminleri, folik asit
düzeylerinin dikkate alınmaması, metformin kullanımının B 12 vitamini ve folik
asit düzeyleri ile ilgili komplikasyonları, düzeltme katsayılarının kullanılmaması,
hasta sayısının düĢük olması olabilir. ÇalıĢmamızda, diyabet süresi ile
mikrovasküler komplikasyon sıklığı doğru orantılı çıkmıĢtır. Diyabet süresi
uzadıkça mikrovasküler komplikasyon sıklığı da artmaktadır.
Sonuç olarak; bizim çalıĢmamızda homosistein düzeyleri
ile diyabetin
mikrovasküler komplikasyonları arasında anlamlı bir iliĢki bulunamamasına
rağmen, daha önceden yapılan baĢka çalıĢmaların ıĢığında diyabetin vasküler
komplikasyonlarının patogenezinde homosistein önemli bir role sahip olabilir. .
Homosistein düzeyleri; B6, B12
vitaminleri ve folik asit düzeylerindeki azalma
ile artıĢ gösterdiğinden diyabet hastalarının nütrisyonel durumları belirlenerek
vitamin eksikliklerinin tesbit edilmelisi, folat ve B kompleks vitaminleri
tedavilerinin eklenmesi doğru bir tedavi ve izlem yolu gibi görünmektedir.Bu
iliĢkinin net bir Ģekilde ortaya konabilmesi, mekanizmaların açığa çıkarılması ve
yeni terapötik hedeflerin belirlenmesi için geniĢ çaplı daha büyük çalıĢmalara
ihtiyaç vardır.
ÖZET
Diyabet insidansında artıĢa paralel olarak, diyabete bağlı mikrovasküler
komplikasyonların
insidansı da
hızla
artmaktadır. Diyabet
hastalarında
mikrovasküler komplikasyonların geliĢimi multifaktöryeldir. Vasküler toksik
etkileri olduğu bilinen homosisteinin diyabetin mikrovasküler komplikasyonları
geliĢimi üzerine olan etkileri hakkında tartıĢmalı, farklı sonuçlar bildirilmiĢtir.
Homosistein bu toksik etkiler neticesinde endotelyumun normal antikoagülan
fenotipini değiĢtirerek damarsal hastalığa zemin hazırlayabilir. Biz çalıĢmamızda
diyabetin mikrovasküler komplikasyonlarının homosistein ile olan iliĢkisini
değerlendirdik.
ÇalıĢmaya 24.07.2007 tarihinde Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve
AraĢtırma Hastanesi Yerel Etik Kurulu’ndan 2007-91 sayılı yerel etik kurul
raporu alındıktan sonra baĢlanıldı. ÇalıĢmaya Sağlık Bakanlığı Okmeydanı
Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Diyabet Polikliniği’nce takip ve tedavi edilen 70
diyabetik ( ADA 2004 kriterlerine göre) hasta alındı (35 hasta çalıĢma grubu, 35
hasta kontrol grubu). Bu çalıĢmada hastaların yaĢ, cinsiyet, diyabet tipi, diyabet
süresi, kilo, HbA1c, kullandığı ilaç ve homosistein düzeyleri ile mikrovasküler
komplikasyonlardan
diyabetik
retinopati
ve
nefropati
arasındaki
iliĢkiyi
araĢtırdık.
ÇalıĢmamızın sonucunda diyabetin mikrovasküler komplikasyonlarından
retinopati ve nefropati ile serum total homosistein düzeyleri açısından çalıĢma
ve kontrol grubu arasında küçük farklılıklar saptadık. Fakat bu farklılık istatiksel
olarak anlamlı değildi (p>0.05). ÇalıĢmamızda ayrıca çalıĢma grubu ile kontrol
grubu arasında yaĢ, cinsiyet, diyabet tipi, kilo, HbA1c, kullanılan ilaç
bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulamadık (p>0,05). Fakat
çalıĢma grubunda kontrol grubuna göre diyabet süresi anlamlı olarak yüksek
bulundu (p<0,05). Bu diyabet süresi uzadıkça mikrovasküler komplikasyon
sıklığının arttığı anlamına gelmektedir.
Bizim çalıĢmamızda homosistein düzeyleri
ile diyabetin mikrovasküler
komplikasyonları arasında anlamlı bir iliĢki bulunamamasına rağmen, daha
önceden
yapılan
baĢka
çalıĢmaların
ıĢığında
diyabetin
mikrovasküler
komplikasyonlarının patogenezinde homosistein önemli bir role sahip olabilir ve
bunun daha kapsamlı Ģekilde araĢtırılması gerekmektedir. Nedensel iliĢkilerin
saptanması, mekanizmaların açığa çıkarılması, yeni terapötik hedeflerin
belirlenmesi, hiperhomosisteineminin tedavi edilmesinin mikrovasküler ve
makrovasküler komplikasyonlara olan etkisinin gösterilmesi için daha büyük
çalıĢmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
1.Burant CF:Medical Management
of Type Two Diabetes 5 th .Ed.
American Diabetes Association 2004
2.Satman Ġ,Yılmaz MT,ġengül A,Population-based study of diabetes and
risk characteristics in Turkey:Results of the Turkish Diabetes Epidemiology
Study (TURDEP).Diabetes Care 25:1551-1556,2002
3.Ġmamoğlu ġ.:Diabetes Mellitus 2006,44
4.Ġliçin G,Biberoğlu K,Süleymanlar G,Ünal S.Ġç hastalıkları 2.Baskı GüneĢ
Kitabevi2003
5.Koloğlu
S.
Diabetes
mellitus.Temel
ve
klinik
endokrinoloji
1.Baskı.Medikal network ve Nobel.Ankara 1996.P:367-386
6.Ueland
RH.Total
PM,Refsum
homocysteine
H,Stabler
in
plasmo
SP,Malinow
or
MR,Anderson
serum:Methods
and
A,Allen
clinical
application.Clin Chem 1993;39:1764-79
7.Harker
LA,Ross
R.,Slichter
SI,Scott
CR.Homocysteine-induced
arteriosclerozis:The role off endothelial cell injury and platelet respofise in its
genesis.J.Clin mvest 1976;58:731-41
8.Parthasarathy S. Oxidation oflow-density lipoprotein by thiol compounds
leads two its recognition by the acetyl LDL receptor Biochim Biophys Acta
1987;917:337-40
9.Kahn CR,Weir GC,King GL,Jacobson AM,Moses AC,Smith RJ.Joslin’s
Diabetes Mellitus.14.th Edition.2005 LippincottWilliams-Wilkins
10.Yenigün M. Kardiyovasküler Diyabet Ġ.Ü.Basımevi ve Film Merkezi
Ġstanbul 1997
11.Kannel WB.Contribution of the Framingham Study to the Coquest of
Coronary Artery Disease.Am.J.Cardiol.1988;62:1109-1112
12.Satman Ġ,Yılmaz T,Bostar I et all.Diabetes Epidemiology Study in
Turkey:First Step Data Results.Diabetes 1998;47:A384,1480
13.Zimmet P,Mccarthy D.Diabetes 1994 to 2010 Global Estimations and
Projections.Melbourne:Ġnternational Diabetes Institute,1994
14.Wilson JD,Foster DW,Kronenberg HM,Larsen PR,Williams Textbooks
of Endokrinology 9.th edition WB.Saunders Company
15.American
Diabetes
Associations:Diagnosis
and
Classication
of
Diabetes Mellitus.Diabetes Care 27(suppl.1);s:5-10 2004
16.Williams G,Pickup JC.Handbook of Diabetes,3.th edition Türkçe
çevirisi.Blackwell Publishing Company.2004
17.Braunwald E,Fauci AS,Kasper DL,Hauser SL,Longo DL,Jameson
JL.Harrison’s Principles of Ġnternal Medicine 15.Edisyon Türkçe çeviri Nobel tıp
kitabevleri ltd. 2004
18.Yenigün M.Her yönüyle Diabetes Mellitus 2001 Ġstanbul
19.Endokrinoloji Metabolizma ve Beslenme Hastalıkları Nobel Tıp Kitabevi
Sencer E.2001;274
20.Hatemi
H.Diabetes
Mellitus
Tanı
ve
Tedavi.Yüce
matbaacılık
A.ġ.Ġstanbul 1989
21.Ferri
C,Bellini
C,Desideri
G,et
al.Relationship
between
insulin
resistance and nonmodulating hypertension.Diabetes 1999;48:1623-30
22.Decker T,Norgorad K et al.Microalbuminuria:Impliction for Micro and
Macrovascular Disease.Diabetes Care 1992 s:1181-91
23.Mogensen CE.Renal Changes and Nephropathy in Diabetes.Hoechst
Marion Rousel.Bridgewater NJ.1996 s:3-12
24.Mogensen CE.Microalbuminuria,Blood Pressure and Development on
Ġdeas.Diabetologica 1999;41:736-41
25.Ġnternational Diabetes Federation,World Diabetes Foundation.Diabetes
atlas.2nd edition.Brussels,Ġnternational Diabetes Federation Publ.,2003
26.Skordis N,Hadjiloizou S.Ġncidence of insulin dependent diabetes
mellitus in Grek Cypriot children and adolescents,1990-1994.Journal of
pediatric endokrinology&Metabolizm 10:203-207,1997.
27.KeleĢtimur F,Çetin M,PaĢaoğlu H,Çoksevim B,Ünlühizarcı K.The
prevalance and identification of risk factors for type 2 diabetes mellitus and
impaired
gucose
tolerence
in
Kayseri,central
Anatolia,Turkey.Acta
Diabetologica 36:85-91,1999
28.Sodeman
WA.,Sodeman
TM:Sodemans
mechanism of disease.Çevirenler:V.Cesur,N.Kemal
Pathologic
Physiology
1.Baskı Hekimler Birliği
Vakfı Türkiye Klinikleri Yayınevi Ankara 1992
29.Onkarno P,Vaananen S,Karvonen M,Tuomilehto J.Worldwide increase
in incidence of type 1 diabetes-the analysis of the data on published incidence
trends.Diabetologia 1999;42(12):1395-403
30.American Diabetes Association.Diagnosis and classification of diabetes
mellitus.Diabetes Care 2005;28:S37-42
31.American Diabetes Association.Report of the Expert Committee on the
diagnosis and classification of diabetes mellitus.Diabetes Care 1997;20:118397
32.Eisenbarth GS.Type 1 diabetes mellitus.In:Kahn CR,Weir GC,King
GL,Jacobson
AM,Moses
AC,Smith
RJ.Joslin’s
Diabetes
Mellitus14
th
Edition.Section 3,Ch 23.Lippincott Williams&Wilkins 2005;399-42433.
33.Andrew T. Hattersley.Maturity onset diabetes of the young.Textbook of
diabetes.ed.John C.Pickup,Gareth Williams,Blackwell Science,Chapter 24.
P24.1-24.12,2003
34.Mogensen CE,Cooper ME Diabetik renal disease:from recent studies
to improved clinical practice.Diabetic Med 21(1):4-17,2004
35.Hollenberg NK Treatment of the patient with diabetes mellitus and risk
of nefropathy:what do we know,and what do we need to learn?Arch Ġntern Med
26;164(2):125-30,2004
36.Tonolo G,Ciccarese M et al.Reduction albumin exretion rate in
normotensive microalbuminuric type 2 diyabetic patients during long term
simvastatin treatment.Diabetes care 20:1981-93
37.Prabhakar SS Role of nitric oxide in diabetic nephropathy.Semin
Nephrol 24(4):333-44,2004
38.Stein G,Funfstuck R Diabetes mellitus and dialysis.Minerva Urol Nefrol
56(3):289-303,2004
39.Kural
a,Bozdayı
AM,Kantaroğlu
N.Mikroalbuminüri
ve
klinik
önemi,Türkiye Klinikleri Tıp Bilmleri Dergisi.1993;13(1):13-18
40.Viberti GG,Hill RD,Jarnet RJ,et all.Microalbuminuria as a predictor of
clinical nephropathy in insulin dependent diabetes mellitus.Lancet 1982;1:14301426
41.Kaplan NM.Microalbuminuria:A risk factor of vascular and renal
complications of hypertension.Am J Med 1992;92(4-13) 85-125
42.Ganda o.Microalbuminuria:Warth screening for in early morning urine
samples in diabetic,hypertensive and elderly patients BMJ.1992;304:1196-1197
43.Malitch ME,DeFronze RA,Franz MJ et al.ADA Position statement
diabetic nephropathy.Diabetes Care2003;suppl 1:s:94-98
44.National Institute for Clinical Excellence.Guidelineson renal disease
management intype 2 diabetes.March 2002
45.Rohrschneider K,Greim .Erblindungsursachen in Baden von 1980 bis
1999.Klin Monatsbl Augenheilkd 221:116-121,2004
46.Klein R,Klein BE,Moss S,Davis MD,DeMets DL.The Wisconsin
epidemiologic study ofdiabetic retinopathy.3.prevalance and risk of diabetic
retinopathy when age at diagnosisis 30 or more years.Arch Ophthalmol
102:527-32,1984
47.KleinR,Klein
BE,Moss
S,Davis
MD,DeMets
DL.The
Wisconsin
epidemiologic study of diabetic retinopathy.7.Diabetic nonproliferative retinal
lesions.Ophthalmology 94:1389-400,1987
48.Diabetic Retinopathy Study Research Group.A modification on the
Airlie House classification of diabetic retinopathy.Report no 7.Ġnvest Ophthalmol
Vis Sci 21:210-226,1981
49.Cockburn
DM.Diabetic
retinopathy:classification,description
and
optometric management.Clin ExpOptom 82:59-73,1999
50.Bağrıaçık
N:Tanı,komplikasyonlara
yaklaĢım,tedavi konsensus el
kitabı;Novo Nordisk Diyabet Servisi Yayınları,Ġstanbul,1997
51.Alello LM,Cavallerano JD:Ocular complications of diabetes mellitus
in:Joslin’s
Diabetes
Mellitus.Eds:CR
Kahn,GC
Weir,Lea&Febigen,13
thed,Philedelphia,Badlimore,771-773,1994
52.Fine BS,Brucker AJ.Macular edema and cystoidmacular edema.Am J
Ophthalmol 92:466-481,1981
53.Kochner Em:Diabetic retinopathy.B.M.J.307:1195-1199,1993
54.Frak N.F:On the pathogenesis of diabetic retinopathy.Ophtalmology
98:586-593,1991
55.Shaw JE,Zimmet PZ.The epidemiology of diabetic neuropathy.Diabetes
Reviews 7:245-252,1999
56.DCCT Trial Research Group:The effect of intensive diabetes therapy
on the development and progression of neuropathy.Ann intern Med 122:561568,1995
57.Finkelstein
JD,Martin
JJ:Methionine
metabolism
in
mammals:adaptatione excess.J Biol Chem 261:1582-1587,1986
58.Selhub J,Miller JW:The pathogenesis of homocysteinemia:interruption
of the coordinate regülation by S-adenosylmethionine of the remethilation and
transsulfuration of homocysteine.Am J Clin Nutr 55:131-138,1991
59.Mayer EL,Jacobsen DW,Robinson K:Homocysteine and coronary
atherosclerozis.JACC 27:517-527,1996
60.Finkelstein
JD,Kyle
WE,Harris
BJ.Methionine
metabolism
in
mammals.Regulation of homocysteine methyltransferases in rat tissue.Arc
Biochem Biophys 146:84-92,1971
61.Wilchen DEL,Wilchen B,Dudman NPB,Tyrrel PA:Homocystinuria the
effect of betaine in the treatment of patients not responsive pyridoxine.New
Engl.J Med 309:448-453,1983
62.Christensen
B,Refsum
H,Vyntermyr
O,Ueland
PM:Homocysteine
export from cells cultured in the presence of physiological or superflous levels of
methionine:Methionine loading of nontransformed,transformed,proliferating and
quescent cells in culture.J Cell Biol 146:52-62,1991
63.Ueland
cardiovascular
PM,Refsum
disease.Ġn
H,Brattstrom
Francis
L:Plasma
homocysteine
RBJ,ed.Atherosclerotic
and
Cardiovascular
Disease,Hemostasis and Endothelial Fonction.New York.Marcel Dekker,pp
183,1992
64.Gallagher PM,Meleady R,ShieldsDC,et al.Homocysteine and risk of
premature coronary disease.Evidence for a common gene mutation.Circulation
1996;94:2154-2158
65.Mudd SH,Levy HL,Skovby F.Disorders of transsulfuration.Ġn:Scriver
CR,Beaudet Al,Sly WS,Vale D,eds.The metabolic and molecular bases
ofinherited disease7.th ed.Vol.1.Newyork:McOraw-Hill,1995:1279-1327
66.Carey MC,Donovan DE,Fitz Oerald,McAuley FD.Homocystinuria.I.A
clinical and pathologica 1 study ornine subjects in six families.Am J Med
1968;45:7-25
67.Mudd SH,Levy HL,et al.The natural history of homocystinuria due to
cystathionine (beta)-synthase deficiency.Am J Hum Genet 1985;37:1-31
68.Malinow
MR,Kang
hyperhomocysteinemia
in
SS,Taylor
patients
with
LM,et
peripheral
al.Prevalance
arterial
of
occlusive
disease.Circulation 1989;79:1180-1188
69.Coull BM,Malinow MR,Beamer N,Sexton O,Nordt F,De Oarmo
P.Elevated plasma homocysteine concentration as a possible independent risc
factor for stroke.Stroke 1990;21:572-576
70.Mudd
SH,Uhlendorf
VE.Homocystinuria
associated
BW,Freeman
with
decreased
JM,Finkelstein
JD,Shih
methylenetetrahydrofolate
reductase activity.Biochim Biophys Res Commun 1972;46:905-912
71.Erbe RW.Inbom errors of folate metabolism.Ġn:Blakely RL;Whitehead
WM,EDS.Folate and pterins:Nutritional,pharmacological and physiological
aspects.Newyork:Marcel Dekker,1986:413-425
72.Di Angelo A,Selhub J.Homocysteine and thrombotic disease.Blood
1997;90:1-11
73.Svardal A,Refsum H,Ueland PM.Determination of invivo protein binding
of homocystein and its relation to free homocysteine in the liver and other
tissues of the rat.J. Biol Chem 261:3156-3163,1986
74.Brattstrom LE,Ġsraelsson B,Lindgarde F,Huldberg B.Higher
total
plasma homocysteine in vitamin B12 deficiency than in heterozygosity for
homocystinuria due to cystathionine B senthase deficiency.Metabolism 37:175178,1988
75.Kang SS,Passen EL,Ruggie N,Wong PWK,Sora H:Thermolabile defect
of methylenetetrahydrofolate reductase in coronary artery disease.Circulation
88:1463-1469:1993
76.Elorante TD,Kajander ED,Raina AM:Anew method fort he assay of
tissue S-adenosylhomocysteine and S-adenosylmethionine.Effect of pyridoxine
deficiency
on
the
metabolism
of
S-adenosylhomocysteine,
S-
adenosylmethionine and polyaminesin rat liver.Biochem J 160:287-294,1976
77.Miller JW,Nadeau MR,Smith J,Smith D,Selhub J:Folate deficiencyinduced
homocysteinemia
in
rats:Disruption
of
S-adenosylmethionine’s
coordinate regulation of homocysteine metabolism.Biochem J298:415-419,1994
78.Nygard O,Vollset SE,Refsum H:Total plasma homocystein and
cardiovascular risk profile.J Am Med Assoc 274:1526-1533,1995
79.Cravo ML,Gloria LM,Selhub J:Hyperhomocysteinemia in chronic
alcoholism:correlation with folate,vitamin B12 and vitamin B6 status.Am J Clin
Nutr 63:220-224,1996
80.Boers GH,Smals AG,Trijbels FJ:Unique efficiency of methionine
metabolism in premenapausal women may protect against vascular disease in
the reproductive years.J Clin Ġnvest 72:1971-1976,1983
81.Boston
AG,Athrop
disease:Prevalance,etiolgy
L:
and
Hyperhomocysteinemia
potential
relationship
end-stage
to
renal
arteriosclerotic
outcomes.Kidney int 52:10-20,1997
82.Janssen
MJFM,Vander
Berg
M,Boers
GHJ:
Hyperhomocysteinemia:Arole in the acclerated atherogenesis of chronic
failure?Neth J Med 46:244-251,1999
83.Arnadottır M,Hultberg B,ThysellH:The effect of reduced glomerular
filtration rate on plasma total homocysteine concentration.Scand J Clin Lab
Ġnvest 56:41-46,1996
84.Kredich
NM,Hershfield
MS,Faletta
JM
et
al.:Effect
of
2’deoxycoformycin on homocysteine metabolism in acute lymphoblastic
leukemia.Clin res 29:541 A,1981
85.Mc Cully KS:Homocysteine and vascular disease.Nature Med 2:386389,1996
86.Welch GN,Loscalzo J:Homocysteine and atherotrombosis.New Engl J
Med 338:1042-1050,1998
87.Bergar PB,Jones JD,Olson U:Ġncrease in total plasma homocysteine
concentration after cardiac transplantation.Mayo Clin Proc 70:125-131,1995
88.Ueland PM,Refsum H:Plasma homocysteine a risk faktor for vascular
disease and drug therapy.J Lab Clin Med114:473-501,1989
89.Massy
ZA,Chadefaux-Vekemans
B,Chevalier
A:Hyperhomocysteinemia:A significant rik factor for cardiovascular disease in
renal transplant recipients.Nephrol Dial Transplant 9:1103-1108,1994
90.Weksler BB,Moore A:PıhtılaĢma bozuklukları,Cecil Essentials of
Medicine 577-592,1990
91.Arnadottır
M,Hultberg
H:Hyperhomocysteinemia
in
B,Vladov
cyclosporin
V,Nilsson-Ehle
treated
renal
P,Thysell
transplant
recipients.Transplantation 61:509-512,1996
92.Van Der Mooren MJ,Wouters MGAJ,Blom HJ:Hormone replacement
therapy may reduce high serumhomocystein in postmenopausal women.Eur J
Clin Ġnvest 24:733-736,1994
93. Harker LA,Slichter SJ,Scott CR,Ross R.Homocysteinemia:vascular
injury and arterial thrombosis.N Engl J Med 1974;291:537-43.
94. Harker LA.Ross R.Slichter SI,Scott CR.Homocysteine –induced
arteriosclerosis:the role of endothelial cell injury and platelet respofise in its
genesis.J Clin mvest 1976;58:731-41.
95. James TN.The spectrum of diseases of small coronary arteries and
their physiologic consequences.J Am Coll Cardiol 1990;15:763-74.
96. Celermajer DS,Sürensen K,Ryalls M, et al.Impaired endothelial
function occurs inthe systemic arteries of children with homozygous
homocystinuria but not in the inheterozygous parents.J Am Coll Cardiol
1993;22:854-8
97.Van
DEN
Berg
M,
Boers
GH,
Franken
DG,
et
al.Hyperhomocysteinaemia and endothelial dysfunction in young patients with
peripheral arterial occlusive disease.Eur J Clin Invest 1995;25:176-81.
98.
Misra
HP.Generation
of
superoxide
free
radical during
the
autooxidation of thiols.J Biol Chem 1974;249:2151-5.
99.Velury S,Howell SB.Measurement of plasma thiols arter derivatization
with monobromobimane .J Chromatogr 1988;424:141-6.
100. Stamler JS,Osbome JA,Jaraki O,et al.Adverse vascular effects
ofhomocysteine are modulated by endothelium-derived relaxing factor and
related oxides of nitrogen.J Clin Invest 1993;91:308-18.
101. Anderson A,Lindgren A,Hultberg B.Effect ofthiol oxidation and thiol
export from erytrocytes on determination of redox status of homocysteine and
other thiols in plasma from healthy subjects and patients with cerebral
infarction.Clin Chem 1995;41:361-6.
102. Welch GN, Upchurch GR Jr, Loscalzo J. Hyperhomocysteinemia and
atherothrombosis.Ann N Y Acad Sci 1997;811:48-58.
103. Wall RT,Harlan JM,Harker LA, Striker GE.Homocysteine-induced
endothelial cell injury in vitro:a model for the study ofvascular injury.Thromb Res
1980;18:113-121.
104. De Groot PG,Willems C,Boers GH,Gonsalves MD,VAN Aken WG,van
Mourik JA.Endothelial cell dysfunction in homocysteinuria.Eur J Clin Invest
1983;13:405-10.
105. Starkebaum G,Harlan JM.Endothelial cell injury due to coppercatalyzed hydrogen peroxide generation from homocysteine.J Clin Invest
1986;77:1370-6
106. Rowley DA,Haliwell B.Superoxide-dependent formation of hydroxyl
radicals in the presence of thiol compolounds.FEBS Lett 1982;138:33-6.
107. Heinecke JW,Kawamura M,Suzuki L,Chait A.Oxidation of low density
lipoprotein by thiols:superoxide-dependent and-independent mechanisms .J
lipid Res 1993;34:2051-61
108.
Heinecke
JW.Superoxide-mediated
oxidation
oflow
density
lipoprotein by thiols.In:Cemtti PA,Fridovich I,McCord JM,eds.Oxy-radicals in
molecular biology and pathology.New York:AlanR.Liss,1988:443-57.
109. Loscalzo J.The oxidant stres ofhyperhomocysteinemia.J Clin Invest
1996;98:5-7
110. Ratnoff OD.Activation of Hageman factorby L-homocysteine.Science
1968;162:1007-9.
111. Rodgers GM,Kane WHO Activation ofendogenous factor V by a
homocysteineinduced
vascular
endothelial
cell
activator.J
Clin
Invest1986;77:1909-1916.
112.
Rodgers
GM,Conn
MT.Homocysteine,an
atherogenic
stimulus,reduces protein C activation by arterial and venolis endothelial
cells.Blood 1990;75:895-901.
113.
Fryer
GM.Homocysteine,a
RH,Wilson
risk
factor
BD,Gubler
for
DB,Fitzgerald
premature
vascular
LA,Rodgers
disease
and
thrombosis,induces tissue factor activity in endothelial cells.Arterioscler Thromb
1993;13:1327-33.
114. Nishinaga M,Ozawa T,Shimada K.Homocysteine, a thrombogenic
agent,supresses anticoagulant heparan suliate expressian in cultured porcine
aortic endothelial cells.J Clin Invest 1993;92:1381-6.
115. Chin JH,Azhar S,Hoffman BB.Inactivation of endothelial derived
relaxing factor by oxidized lipoproteins.J Clin Invest 1992;89:10-8.
116. Liao JK,Shinn WS,Lee WY,Clark SL.Oxidized low-density lipoprotein
decreases the expression ofendothelial nitric oxide synthase.J Biol Chem
1995;270:319-24.
117. Bloom HJ,Kleinveld HA,Boers GH,et al.Lipid peroxidation and
susceptibility
of
low-density
lipoprotein
to
in
vitro
oxidation
in
hyperhomocysteinemia.Eur J Clin Invest 1995;25:149-54.
118. Upchurch GR Jr,Welch GN,Fabian AI,et al.Homocysteine decreases
bioavailable nitric oxide by a mechanism involving glutathione peroxidase.J Biol
Chem 1997;272:1701.
119.
Harker
LA,Harlan
JM,Ross
R.Effect
of
sulfinpirazone
on
homocysteine-induced endothelial injury and arteriosclerosis in baboons.Cire
Res 1983;53:731-9.
120. Tsai J-C,Perrela MA,Yoshizumi M,et al.Promotion of vascular smooth
muscle cell growth by homocysteine:a link to atherosclerosis.Proc Natl Acad Sci
USA 1994;91:6369-6373.
121. Tsai JC,Wang H,Perella MA,et al.Induction of cyclin A gene
expression by homocysteine in vascular smooth muscle cells.J Clin Invest
1996;97:146-53.
122.Bellas RE,Lee JS,Sonenshein GE.Expression ofa constitutive NFkappa B-like activity is essential for proliferation of cultured boyine vascular
smooth muscle cells.J Clin Invest 1995;96:2521-7.
123. Naruszewicz M,Mirkiewicz E,Olszewski AJ, et al.Thiolation oflowdensity lipoprotein by homocysteine thiolactone causes increased aggregation
and altered interaction with cultured macrophages.Nutr Metab Cardiovase Dis
1994;4:70-77.
124.
McCully
KS.Chemical
pathology
ofhomocysteine.
I.
Atherogenesis.Ann Clin Lab Sci 1993;23:477-93.
125. McCully KS.Chemical pathology ofhomocysteine.II.Carcinogenesis
and homocysteine thiolactone metabolism.Ann Clin Lab Sci 1994;24:27-59.
126. McCully KS.Chemical pathology ofhomocysteine.III.Cellular function
and aging.Ann Clin Lab Sci 1994;24:134-52.
127. McCully KS.Homocysteine metabolism in scurvy,growth
and
arteriosclerosis.Nature 1971;231:391-2.
128.
Morel
DW,Hessler
JR,Chisolm
GM.Low
density
lipoprotein
cytotoxicity induced by free radical peroxidation of lipid.J Lipid Res
1983;24:1070-6.
129. Hughes H,Mathews B,Lenz ML,Guyton JR.Cytotoxicity ofoxidized
LDL to porcine aortic smooth muscle cells is associated with the oxysterols 7ketocholesterol and 7- hydroxycholesterol.Arterioscler Thromb 1994;14:117085.
130.Stampher MJ and Malinow MR:N Engl J Med 332:328-329,1995
131.Malinow MR:Homocysteine and arterial occlusive disease.J Ġntern
Med 236:603-607,1994
132.Mc Cully KS:Vascular pathology of homocysteinemia:Ġmplications fort
he pathogenesis of arteriosclerozis.Am J Pathol56:111-128,1969
133.Carson NAJ,Neill DW:Metabolic abnormalities detected in a survey of
mentally backward individuals in nothern Ġrland.Arch DĠS Child 37:505-613,1962
134.Arnesen E,Refsum H,Bonaa KH:Serum total homocysteine coronary
heart disease.Ġnt J Epidemiol 24:704-709,1995
135.Nygard O,Nordrehaug JE,Refsum H,Vollset SE:Plasma homocysteine
leves and mortality in patients with coronary arter disease.N Engl J Med
337:230-236,1997
136.Bouskey CJ,Beresford SA,Omen GS,Motulsky AG:A quantitative
assesment
of
plasma
homocysteine
as
a
risk
factor
for
vascular
disease.Probabla benefits of increasing folic acid intakes.JAMA 274:10491057,1995
137.Bienvenue T,Ankri A,Chadefauz,Montalescot G,Kamoun B:Elevated
total plasma homocysteine,a risk factor for thrombosis;relation to coagulation
and fibrinolytic parameters.Thromb.Res 70:123-129,1993
138.Fermo Ġ,Vigano D,Angelo S,Paroni R.Prevalance of moderate
hyperhomocysteinemia in patients with early-onset venous arterial occlusive
disease.Ann Ġntern Med 123:747-753,1995
139.Petri M,Roubenoff R,Dallal GE,Selhub J:Plasma homocysteine as a
risc factor for arterothrombotic events in SLE.Lancet 348:1120-1124,1996
140.Brattstrom LE,Israelson B,Jeppsson
JO,Hultberg BL.Folic acid an
innocuous means to reduce plasma homocysteine.Scand J Clin Lab mvest
1988;48:215-21
141.Saltzman E,Mason JB,Jacques PF,ET AL.B vitamin supplementation
lowers homocystein levels in heart disease.Clin Res 1994;42:17.2 abstract
142.Mc Cully KS.
Homocysteine and vascular disease.Nat Med
1996;2:386-389
143.Turkish Journal of Endokrinology and Metabolism,2003,volume 7
144. Yvo M Smulders, M. Rakıc: Fasting and post methionine
homocysteine. Diabetes Care 22:125-132 (1998).
145. N.A.Abdella. Associations of plasma homocysteine concentration in
subjects with type 2 diabetes mellitus. Acta Diabetol (2002) 39:183-190
146.H.C.Looker,
A.Fagot-Campagna,
E.W.Gunter,
C.M.Pfeiffer,
K.M.Venkat Narayan, W.C.Knowler, R.L.Hanson. Diabetologia,2003,46:766-772
147.S.S.Soedamah Muthu, N.Chaturvedi, T.Teerlink, B.Idzior Walus,
J.H.Fuller, C.D.A.Stehouwer&The Eurodiab Prospective Complications Study
Group. Journal of Ġnternal Medicine 2005;258:450-459
148. M.T.Agullo Ortuno, M.D.Albaladejo, S.Parra, M.Rodriquez Manotas,
M.Fenollar, F.Ruiz Espejo, J.Tebar, P.Martinez. Clinica Chimica Acta
326,2002,105-112
.
Download