1 İçindekiler Eman'lı bir Müslüman, kendisine eman veren bir kafiri, diğer Müslümanları öldürüyor diye öldürebilir mi? ..............................................................................................................................3 Sarığı arkaya değil de yan tarafa sarkıtmak bidat mıdır? ..........................................................4 Dünya nereye gidiyor? .................................................................................................................5 Allah, çocuğunu "La İlahe İllallah" deyinceye kadar terbiye edeni hesaba çekmez mi? ........6 Allah, kazasını infaz ederken kulun aklını alır, anlamındaki hadis sahih midir? ....................7 Birinizin hayvanı kaybolduğunda Allahın kulları yardım edin hadisindeki kullar insanlar mıdır melekler midir? ...................................................................................................................8 Ahirzamandaki müminler, elli sahabiye denk midir? .................................................................9 Menar Ekolü kakkında bilgi verir misiniz? Tavrımız asıl olmalı? ...........................................10 Bedir harbinde sancağı kim taşıyordu? Hz. Ali mi, Musab bin Umeyr mi? ............................11 Cevşen'nin sonundaki dua, Cevşen'den midir? ........................................................................11 2 Eman'lı bir Müslüman, kendisine eman veren bir kafiri, diğer Müslümanları öldürüyor diye öldürebilir mi? - Evvela, fertlerin böyle bir yetkileri yoktur. Çünkü, bu tür ruhsatlar verilirse, çeşitli nefsani garazların arakasına sığınarak pek çok fitne-fesat çıkarılabilir. - Kâb b. Eşref olayı devlet tarafından verilen bir karardır. Çünkü, Hz. Peygamber aynı zamanda Medine Site devletinin reisidir. - Bu günkü şartlar çok farklıdır. Genellikle işlenen gizli cinayetler açığa çıkarılır ve daha fazlasıyla Müslümanların kanı dökülür. - “Müminler şartlarına bağlı kalmak durumundadır” şeklindeki hukuk kuralı, müminlerin bulundukları her ülkede -Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olmayan- bütün kanunlarına uymak zorundadır. Bu husus, aynı zamanda İslam’ın müspet imajı, müminlerin dürüstlüğü ve eminliği açısından da büyük önem arz etmektedir. - Denilebilir ki, bir müslümanın bir gayri müslim ülkede -onların izniyle-bulunması, onu bulunduğu süre zarfında- o ülkenin bir nevi vatandaşı yapıyor. Bu açıdan bakıldığında, “Kim bir zimmîye (gayri müslime) eziyet ederse onun hasmı benim. Ben kimin hasmı olursam kıyamet gününde onu mağlup ederim.” (Kenzu’l-Ummal, 4/618; el-Camiu’s-Sağîr, 1/1210) manasına gelen hadisin uyarısını bu konuda da dikkate almak gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü, hadiste ifade edilen husus, müslüman bir ülkede gayri müslim bir şahsa eman verilmişse, o artık müslüman ülkenin zimmetindedir/himayesindedir. Aksi davranışlar bu himayeye bir nevi hıyanettir. Konumuzda ise, müslüman kişiye gayri müslim ülkede yurttaşlar gibi eman verilmiştir. Yani o ülkenin himayesine alınmıştır. Üstelik “eman veren” yerine “eman verilen” bir konumda olan bir kişi olarak böyle bir davranışı sergilemesinin çok daha çirkin olduğu kanaatindeyiz. - İslam’da ancak devletin karar verebileceği bir konuda bir şahıs, tek başına -sebebi ne olursa olsun-, oradaki herhangi bir gayri müslim şahsa infaz uygulayamaz. Böyle bir davranış, yukarıda işaret edildiği üzere, hem “şartlara bağlılık” esasına, hem “vatandaşlık hukuku”na, hem İslam’ın/Müslümanların “müspet imajını koruma sorumluluğu”na aykırıdır. İlave bilgi için tıklayınız: Allah Resulü (sav) suikastları ne için yaptırdı? Peygamberimizin bazı ... Peygamberimizin Kab İbnü'l-Eşrefin öldürülmesini emretmesi ile ... 3 Sarığı arkaya değil de yan tarafa sarkıtmak bidat mıdır? Sarığı iki omuz ortasından ve sağ taraftan sarkıtmak sünnettir. Peygamber Efendimizin Hz. Ali'ye giydirdigi "es-Sehâb= Bulut" adında bir sarığı vardı. Sarığın altından takke (kalensuve) giyerdi. Takkeyi sarıksız, sarığı da takkesiz giydiği olurdu. Sarık giydiği zaman ucunu iki omuzu arasından sarkıtırdı. Nitekim Müslim "Sahih"inde ‚Amr b. Hurays'ten şunu nakleder: "Allah Resûlünü minberde, başında siyah bir sarık varken gördüm. Sarığın iki ucunu iki omuzu arasına sarkıtmıştı." Yine Müslim'in Câbir b. Abdillah'tan bir rivayeti de söyledir: "Allah Resulü Mekke'ye, başında siyah bir sarık varken girdi." Câbir hadisinde sarığın sarkan ucunun (zü'abe) zikredilmemesi, Allah ve Resulü'nün onu her zaman omuzları arasında sarkıtmadığını gösterir. İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resulullah (asm) başına sarık sardığı zaman, ucunu iki omuzu arasından sarkıtırdı." (Tirmizî) Bu rivayet, sarığın nasıl olacağı hususunda bir fikir vermektedir. Buna göre sarık sarılınca bir ucunun iki omuz arasında sarkıtılması mendup olmaktadır. Bununla ilgili birçok rivayet gelmiştir. Bazısında sarkacak kısmın dört parmak uzunluğunda olacağı tasrih edilir. Çok zayıf bir rivayette, Resulullah’ın (asm) taşraya vali tayin ederken, göndereceği kimselere sarık sardığı, sarığın ucunu kulağın hizasına inecek kadar sağ omzundan sarkıttığı ifade edilir. (Kütüb-i Sitte) “Resulullah (asm) bir vâliyi ona sarık sarıp, ucunu sağ taraftan kulağa doğru sarkıtmadan tayin etmezdi.” (Feyzu’l Kadîr) 4 Dünya nereye gidiyor? - Türkiyemiz gittikçe iyiye, güzele doğru yol alacaktır, inşaallah! - İnsanlık ailesinde hiç bir zaman günahsız bir toplum oluşmamıştır. Günahlar elbette olacaktır. Önemli olan Allah’ın emir ve yasaklarını güçlü bir imanla tartmak ve ona göre bir hayat çizgisini takip etmektir. Böyle bir çizgi yakalandığında, bir masumiyet oluşmaz. Ancak insanlar günahlarda ısrar etmez, günahtan dolayı vicdan azabı duyar, tövbe ve istiğfarı elden bırakmaz. Demek ki, insanlar din imtihanında sorumluluğunu öğrendikçe, cehaletlerini giderdikçe, ihtilaflardan sıyrılıp İslam kardeşliği etrafından birleştikçe Kur’an’ın nurlu zamanları daha da parlayacak ve aydınlanacaktır. - Hadis-i şerifte -özetle- ifade edilen “Kıyamete kadar her asırda İslam’ı savunan, hak ve hakikate muarızların karşı hep üstünlük sağlayacak bir şekilde hizmet eden bir cemaatin bulunacağına” (bk Buhari, İ’tisam, 10; Müslim, İman, 247) dair hadisi açıklarken, bu cemaatlerin hicri 1506 yılına kadar gittikçe galebe çalarak Kur’an hizmetine devam edeceklerini bildirmiştir. (bk. Kastamonu Lahikası, 28) - Şüphesiz Allah’ın tevfiki insanların kabiliyetlerine ve hakkettikleri mükafat doğrultusunda onlara yetişecektir. Bu sebepledir ki, Üstad Bediüzzaman verdiği müjdeleri bazen “eğer bir kıyamet kopmazsa” kaydıyla sınırlandırır. - Aşağıda verilen büyük müjde konusunda da, Üstadın öyle bir kayıt koyduğunu görmekteyiz. “...Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten onbinler defa dava edip haber veren ve sarsılmaz kat'î delillerle, şübhe getirmez hadsiz hüccetleriyle hayat-ı bâkiyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev'-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere'nin Kur'anı kabul etmeğe çalışan meşhur hatibleri ve Amerika'nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cem'iyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt'aları ve büyük hükûmetleri Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat'iyyen Kur'anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu'cize-i ekberin yerini tutamaz.” (Sözler, 154-155 ) Mukadderat- ı İslam için toplanan manevi bir mecliste verilen şu müjde Allah’ın izniyle yakında tahakkuk edecektir: "Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâm'ın sadâsı olacaktır!" (Sunuhat-Tuluat-İşarat, 50) 5 Allah, çocuğunu "La İlahe İllallah" deyinceye kadar terbiye edeni hesaba çekmez mi? Taberanî’nin el-Evsat ve es-Sağir’de rivayet ettiği bu hadis zayıftır. (bk. Hayesemi, Mecmauz-Zevaid, h. no. 13506) Hesaba çekilmeden cennete gidecek insanlar vardır. Ahmed b. Hanbel ve Bezzar’ın sahih senetlerle İbn Mesud’dan naklettikleri bir hadis rivayetine göre, Peygamberimiz -özetle- şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden 70 bin kişi hesaba çekilmeden cennete gidecektir. Bunlar özellikle, vücuduna dağlama yapmayan, okuma-yazma gibi (muska tür) şeylerle tedavi olmayan, herhangi bir şeyi uğursuz saymayan ve (bütün benlikleriyle) Allah tevekkül eden kimselerdir.” (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no:18692) Hadiste yer alan ve “okuma-yazma gibi (muska tür) şeylerle tedavi” şeklinde tercüme ettiğimiz “İstirka/rukye” üzerinde alimlerin farklı yorumları vardır. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, Kur’an’ın ayetleri, hadiste yer alan dualar ve Allah’ın isim ve sıfatlarıyla “rukye yapmak” yani bunları yazıp takmak veya bunları okuyup bedene üflemek hususu yasaklanmamış, bilakis, Hz. peygamberin kendisi de bizzat bunu yapmış ve başkasına da izin vermiştir. (Örneğin Felak-Nas surelerini okuyup avuçlarına üfleyerek elinin yetiştiği yerlere kadar bedeni üzerinde gezdirmiştir) Bu sebeple, İbn Teymiye’ye göre, “rukye /tılsım/muska” ifadesi ravilerin yanlışlıkla zikrettikleri bir husustur. Diğer bazı alimlere göre, bundan maksat, cahiliye devrinde yazılan ve şirki barındıran veya manası bilinmeyen “rukye” kastedilmiştir. Ve hadisten asıl anlaşılması gereken husus, Allah’a hakkıyla tevekkül etmek, ona güvenip dayanmaktır. Ayrıca, alimlerin bildirdiğine göre, hesapsız cennete gidenlerin mutlak olarak hesap görenlerden daha üstün olduğu anlamına da gelmez. (Bu konuda, geniş bilgi için bk. İbn Hacer, 2/408-410) 6 Allah, kazasını infaz ederken kulun aklını alır, anlamındaki hadis sahih midir? - Evet, Hz. Ali’den gelen böyle bir rivayet var. (bk. Suyutî, el-Camiu’s-sağir, Daru’l-kütübi’lArabiye, 1373/1954, 1/28) - Suyutî bu rivayet için herhangi bir tahlilde bulunmamıştır. - Elbanî, bu rivayetin zayıf olduğunu bildirmiştir. (bk. Daifu’l-Camii’s-sağir, no:322) - Deylemi, bu rivayeti İbn Ömer’den nakletmiştir. (bk. el-Firdevs, h. no:966) - Bu manayı şairlerden biri şiirinde şöyle işlemiştir. Türkçe tercümesi şöyledir: - Allah bir adam hakkında bir şey murat ederse/ O kişi akıl, görüş ve basiret sahibi de olsa - Kaderin başına toplayacağı bütün sebepler karşısında/ her türlü hileyi yapacak güçte de olsa - Onu cehaletle aldatır, kalp gözünü kör eder /Kıl çeker gibi başından aklını çekip alır - Nihayet irade ettiği hükmünün icra edince / Gerisin geriye aklını iade eder ki ibret alsın. (Sealibî, Yetimetu’d-dehr, Beyrut, 1403/1983, 4/483; el-Makasıdu’l-Hasene, 1/81; Kurtubî, Neml:20-28. ayetlerin tefsiri) - Bu gibi ifadelerden maksat, Allah’ın mutlak hâkimiyeti, karşı konulmaz iradesi, son sözün ona ait olduğu gerçeğine vurgu yapmaktır. - Burada prensip şu olmalıdır: Dinî emir ve yasaklara riayet etme konusunda insanların işi kadere havale etmeleri, kendi kötülüklerini kadere fatura etmeleri asla doğru değildir. Çünkü, Allah âdildir, insana özgür irade vermiştir. İnsanın bu konuda yapacağı işler tamamen onun özgür iradesi içinde cereyan edecektir. - İnsanların başına gelen belalar, musibetler, ölümler gibi hususlar elbette kaderle çizilmiştir. İnsan ne kadar tedbir alırsa alsın, Allah’ın hükmünü icra etmek istediği yerde bütün bu tedbirler boşa çıkar. Bu nokta için denilir ki, “Kader konuşursa, insan iradesi susmak zorunda kalır.” Nitekim sahih bir hadis rivayetinde şu noktaya şöyle dikkat çekilmiştir: “Tedbir almakla kaderden kaçmanın bir faydası yoktur. Ancak yapılan bir dua sayesinde Allah kaderden dilediğini siler.” (bk. Hâkim, 2/380) - Kişinin aklının gitmesi, bir mecaz da olabilir. Yani kişi, aklı başında olduğu halde, bir dalgınlık eseri olarak aklının dışında işler yapar. Yoksa aklın tamamen gitmesi sorumluluğu ortadan kaldırır. Nitekim bir hadiste şu hususa işaret edilmiştir: “Üç kişiden: iyileşinceye kadar aklını kaçıran deliden; uyanıncaya kadar uykuda olan kimseden ve erginlik çağına gelinceye kadar çocuk yaşata olan kimseden kalem kaldırılmıştır/yanlışlıkları yazılmaz.” (bk. Kenzu’lUmmal, 4/233/h. no:10309) - Kaderin iki dairesi var. 7 Bir dairede insan iradesinin bir fonksiyonu ve tercihi söz konusu değildir; insan bu dairede mutlak bir cebir içindedir. Bu dairenin tek galibi ve hakimi Allah’tır. Bu dairede insan iradesi işlemediği için, Allah bu dairede olup bitenlerden insanı sorumlu tutmayacaktır. Bu daire, şu ana babadan olmamız, şu memlekette doğmamız, şu boyda ve şu şekilde olmamız, şu ırktan olmamız gibi insan iradesinin tesiri olmayan şeylerden oluşuyor. Soruda geçen hadis ve benzeri rivayetler, bu anlamda değerlendirilmelidir. Diğer dairede ise, sebep ve tercih eden insan iradesidir. Yani bu küçük dairenin idare ve tercihleri tamamen insana aittir. Bu sebeple insan bu dairede olan biten her şeyden sorumlu ve yükümlüdür. Zira kontrol insan iradesindedir. Bu dairenin faaliyet alanları ise iman küfür, iyi kötü, hayır şer, günah sevap gibi şeyler arasında seçim ve tercih yapmaktır. Demek ki, Cüz-i irade ve kesbimiz dahilinde olmayan fiillerden elbette ki, sorumlu değiliz. Kaderin, irademizi bağlayarak yaptığımız filler ise ya bizzat veya netice itibarıyla hayrı doğurabilecek fiillerdir. Mutlak hayır ise, zaten Allah'ın lütfudur. Zahiren şer ise, başka zaman irademizin yanlış kullanılmasının bir neticesi olabilir. Günahlarımıza keffaret olması ve kendimize çeki düzen vermeye sebep olması açısından, netice itibarıyla hayırdır. Özetle, irademiz dahilinde olmayan bazı fiiller, irademizle işlediğmiz günahların bir neticesi olabilir. - Kaderle ilgili detaylı bilgiler sitemizde mevcuttur, bakılabilir. Birinizin hayvanı kaybolduğunda Allahın kulları yardım edin hadisindeki kullar insanlar mıdır melekler midir? "Sizden birinizin hayvanı ıssız bir yerde aniden kaybolup gittiği zaman; “Ey Allah’ın kulları! Tutunuz.” Diye nida etsin. Çünkü yeryüzünde Allah’ın hazır kulları vardır, onu sizin için tutar.”(Nevevi, el-Ezkar, 201) Allahın kulları'nın kim olduğu konusun da farklı görüşler vardır. İnsanların içinde salih kullar olabileceği gibi melaike de olabilir. Nitekim bir başka hadiste "Allahın hafaza meleklerinden başka melekleri olduğu ve ağaçtan bir yaprak düşse onu yazdığı ve ıssız bir yerde sizden birinin ayağı sürçse bile Ey Allah'ın kulları yardım edin ki Allah da size merhamet etsin diye dua edin"(Beyhaki, Şuabü'l İman, Meleklere İman, 167) şeklinde rivayet edilmiştir. Hadiste "Allahın kulları" ifadesi genel mana ifade ettiği için her iki görüşü de kapsamaktadır. Tasavvufta da insanlar içerisinde salih kulların yardım edeceği meşhurdur. 8 Ahirzamandaki müminler, elli sahabiye denk midir? “Ahir zamandaki müminler için sahabilere onlardan bir tanesi sizin 50 taneniz gibidir” şeklindeki hadis rivayeti, değişik kaynaklarda yer almaktadır: Ebu Salebe el-Haşeni’den nakledildiğine göre, peygamberimiz -özetle- şöyle buyurdu: “Sizden sonra gelen ve sizin gibi dinine sarılan kimsenin kazandığı sevap, sizden aynı ameli işleyen 50 kişinin sevabını kazanır.” (Taberi, İbn Kesir, Maide: 105. ayetin tefsiri) Bu hadisi rivayet eden Tirmizî, bunun “hasen ve garip” olduğunu belirtmiştir. (Tirmizi, Tefsiru surti: 5/105; -ayrıca bk. Ebu Davud, el-Melahim,28; İbn Mace, Fiten, 21) Bu gibi hadisler, ahirzamanda gelen ve güzel işler yapan insanların sahabeden daha üstün olduğu anlamına gelmez. Burada sadece cüzi faziletler söz konusudur. Çünkü “cüzi fazilet sahibi bazı kimseler, bazı hususlarda, külli fazilet sahibi bazı kimselerden daha üstün olabilirler.” (bk. Tuhfetu’l-Ahvezi, 8/337) “Siz öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki, eğer sizden bir kimse emredilenin onda birini terk etse, helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki, bir kimse emredilenin onda birini yaparsa kurtulur.” (Tirmizî, Fiten, 79) manasına gelen hadisten de bu cüzi fazileti anlamak mümkündür. Örneğin, İmam Gazali genel manada sahabelere yetişemez; ama bazı hususi ve cüzi noktalarda bazı sahabelerden üstün olabilir. Hususi noktalara, talebe çokluğunu ya da eserleri örnek olarak verebiliriz. Sahabeler içinde bir iki talebesi olanlar varken, İmam Gazali'nin milyonlar talebeleri olabilir. Bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin aşağıdaki ifadelerinde de bu gerçeğin altı çizilmiştir: “Sual ediyorsunuz: Bazı rivayetlerde vardır ki; "Bid'aların revacı hengâmında ehl-i iman ve takvadan bir kısım suleha, sahabe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir" diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise, hakikatları nedir? Elcevab: Enbiyadan sonra nev'-i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaatın icmaı bir hüccet-i katıadır ki; o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz'iye hakkındadır. Çünki cüz'î fazilette ve hususî bir kemalde, mercuh racihe tereccuh edebilir. Yoksa Sure-i Feth'in âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur'anın medh ü senasına mazhar olan sahabelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez...” (Sözler, 488- 489) 9 Menar Ekolü kakkında bilgi verir misiniz? Tavrımız asıl olmalı? - İnsaf ve akl-ı selim sahibi bir müslümana yakışan şey, “toptancı” olmamaktır. Her ekolün, her ferdin hataları olabilir. Ancak fert veya cemaatlerin iyiliklerini unutup sadece kötü taraflarıyla veya katılmadığımız görüşleriyle meşgul olmak İslam’ın izin vermediği bir husustur. Gıybet ve su-i zannı yasaklamanın önemli sebeplerinde biri de bu olsa gerektir. - Cemaleddin Afganî’nin talebesi olan Muhammed Abduh ve Talebesi Muhammed Reşid Rıza’nın görüşlerini yansıtan Menar Okulu'nun bazı hataları yanında yanlışları da vardır. Ancak, İslam’a karşı art niyetli olduklarını hiç kimse iddia edemez. - Avrupa medeniyeti karşısında ilk defa mağlup olmaya başlayan İslam aleminde farklı çalışmalar yapılmıştır. Alimlerden bazıları bunun sebeplerini araştırırken, İslam’ın ve Kur’an’ın bazı yönlerinin yanlış anlaşıldığına kanaat getirmiş ve konuyu o zaviyeden irdelemiştir. Bunun bir sonucu olarak da bazı mucizeleri güya anlaşılabilir hale getirmek için “mucizelik” yönünü değil de, modern çağda anlaşılması gereken fenni bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Bunları tasvip etmek mümkün değildir. Ancak, bu ekolün çok güzel çalışmaları ve ufuk açıcı görüşlerini göz ardı etmek insafsızlıktır. - Ya “hep ya hiç” prensibinin yanlışlığını ortaya koyan alimlerden biri de Bediüzzaman Hazretleridir. Onun bu konuda söylediği şu dikkatli ifadeleri bizi de dikkate sevk edecek türdendir: “Elhasıl: Sultan Selim'e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o vilayat-ı şarkıyeyi ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Zira o vilayat-ı şarkıyeyi ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu mes'elede seleflerim, Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim'dir ki, demiş: “İhtilaf u tefrika endişesi/ Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 21 ). Dikkat edilirse, Bediüzzaman’ın “Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim” ve “Bu meselede” kayıtları koyarak konuya değinmesi onun ne kadar dikkatli olduğunu gösterir. - Biz de bu gibi ekol/okul/cemaatlerin düşüncelerinden güzel olanları alır, kötü olanlarını terk ederiz. Fakat, Müslümanları bazı yanlışlarından dolayı çöplüğe atmayız. Yine Üstadın ifadesiyle “Âkıl (akıllı) odur ki, huz ma safa de’ ma keder - temiz olanı al, bulaşık olanı terk et” kaidesine göre hareket eder.” (Sözler, 38) İlave bilgi için tıklayınız: Tefsir dersleri yapanlardan bazıları Cemalettin Afgani, Muhammed ... İbn Teymiye, Seyyid Kutub, Mevdudi, Cemalettin Efgani, Muhammed ... 10 Bedir harbinde sancağı kim taşıyordu? Hz. Ali mi, Musab bin Umeyr mi? Bedir harbinde üç tane sancak vardı. Resûl-i Ekrem Efendimizin beyaz sancağını Mus`ab bin Umeyr (r.a.) taşıyordu. İki siyah bayraktan Ukab adındaki Hz. Ali`nin, diğeri ise Ensardan Sa`d bin Muaz Hazretlerinin elinde idi. (Sîre, 2/264) Cevşen'nin sonundaki dua, Cevşen'den midir? - Sünni camiada Cevşen’in elimizdeki, ilk kaynağı sayılan “Mecmûatu’l-Ahzab” da (İbn Arabî cildi/3/260-261) bu duanın da Cevşen’in içinde yer alan bir parça olduğu şeklinde gösterilmektedir. - Bununla beraber, bu duanın kesin olarak Cevşen’in bir parçası mı, yoksa onunla dua eden alimlerin eklediği bir dua mı olduğunu bilmekte zorlandığımızı söyleyebiliriz. - Şekli ne olursa olsun, zikredilen 1001 ismin şefaatçi kılınarak yapılan böyle güzel bir duayı terk etmenin pek isabetli olmadığını düşünüyoruz. İlave bilgi için tıklayınız: Cevşen duası ve kaynakları konusunda detaylı bilgi verir misiniz? Büyük Cevşen, (Hizbü'l- Hakaik) hakkında bilgi verir misiniz? 11