Lars Iyer`in insanlığın aklını uzun zamandır

advertisement
Lars Iyer’in insanlığın aklını uzun zamandır kurcalayan meseleleri kendine has sade tarzıyla didik didik ettiği üçlemesi, Kuşku ve Dogma’nın ardından Göç’le tamamlanıyor. Kuşku Türkçesi: Elif Ersavcı 978-­‐605-­‐8611-­‐91-­‐7 / 212 s. / 18 TL Dogma Türkçesi: Elif Ersavcı 978-­‐605-­‐5029-­‐12-­‐8 / 248 s. / 18 TL Göç Türkçesi: Elif Ersavcı 978-­‐605-­‐5029-­‐44-­‐9 / 336 s. / 20 TL “Çağdaş kültürü ve ana akım medyayı oluşturan unsurların çoğundan kendisi gibi tiksinti duyanlara ve neoliberal dünyamızda ‘içsel sürgün’ oldukları hissini paylaşanlara ulaşmak; akademik yazının sınırlamalarından kaçmak; hayran olduğu yazarlar hakkında yazmaktansa onlarla birlikte yazmak için” yaklaşık on sene önce Spurious adlı blogu kuran Lars Iyer’in buradaki yazılarından yola çıkarak yarattığı romanı Kuşku ve devam kitapları Dogma ve Göç, düşünce dostu W. ile düşünce dostunun dostu (ya da W.’nin kader arkadaşı/yardımcısı/çırağı/işbirlikçisi) Lars “dünyanın sonu” teması çevresinde kapitalizm, din, felsefe gibi konular üzerine yer yer ciddi, yer yer mizah dolu tartışmalara giriyorlar. Iyer’in insanlığın aklını uzun zamandır kurcalayan meseleleri kendine has sade tarzıyla didik didik ettiği üçlemenin sonunda cevaplardan ziyade daha derine inmemize vesile olan sorular kalıyor elimizde. Üçlemenin ilk kitabı Kuşku’da, sıradışı filozoflarımız Avrupa ve İngiltere’de yolculuğa çıkıyor, uzun yürüyüşler yapıyor, ama tüm bunlara rağmen aslında yerlerinde sayıyorlar. Çünkü W. her şey bir türlü anlayamadığı matematiğe ve bir türlü inanamadığı Tanrı’ya çıktığı için; Lars da –W.’nin fikrine göre– aptalın teki olduğu ve evindeki rutubetin etkisinden kurtulamadığı için düşünemiyor. İkilimiz, her ne kadar nafile olsa da, kendilerine bir amaç yaratmak, delirmiş bir dünyada aklı başında kalmak ve kendilerine ait bir düşünce bulabilmek için uzun uzun kafa patlatıyorlar. İkinci kitap Dogma, üniversitedeki işinden atılma tehlikesiyle karşı karşıya olan W. ve rutubetin yanında bir de evini basmış sıçanlarla başa çıkmaya çalışan Lars’ın ders vermek üzere, W.’nin deyişiyle, “Amerika Birleşik Çöplükleri”ne yaptıkları geziyle başlıyor. Birkaç başarısız dersin ardından yine kendi anlamsızlıkları ve önemsizlikleri üzerine derin düşüncelere dalıyorlar. İşin içinden çıkamayınca da, bu hali aşmak için kendi entelektüel akımlarını yaratmaya, kendi manifestolarını yazmaya karar veriyor ve “Dogma” dedikleri bu akımın kurallarını oluşturuyorlar. Üçlemenin son kitabı Göç’teyse, Lars Iyer içinde bulunduğumuz esaretten (ruhumuza, içsel yaşamlarımıza da el atan neoliberal kapitalizm) nasıl kaçacağımıza; bu esareti içselleştirmemize önayak olan güçlerden nasıl arınacağımıza; yeni bir dünya, yeni bir hayata nasıl hazırlandığımıza odaklanıyor. Düşünce dostları W. ve Lars, üniversitelerin beşeri bilimler bölümleri teker teker kapatılır, felsefe hocaları spor bilimleri bölümlerine atanır, 21. yüzyılın başında adeta çöle dönüşen düşünce dünyası can çekişirken ikilimiz Britanya üniversitelerinde felsefe turuna çıkıyorlar. “Doğal, arsız ve ebedi” kapitalizmin dış dünyanın ardından iç dünyamızı –fikirlerimizi, zevklerimizi, ruh hallerimizi– ele geçireceğinden, sadece kapitalizmin nasırlaştırdıklarının hayatta kalıp diğerlerinin sürgüne, umutsuzluğa, depresyona, hatta intihara mahkum olacağından bahsedip, kurtuluşa giden yolun umutsuzluktan geçip geçmediğini Kierkegaard’ın “umutsuzluk” tanımları üzerinden irdeliyorlar. Bu düşüncelerin arasında bir yandan da ayakta kalabilmenin, hayatlarını idame ettirebilmenin yollarını arıyorlar. Newcastle Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren Lars Iyer, 2011 Kasım’ında kaleme aldığı ve edebiyatın ölümünü ilan ettiği “Nude in Your Hot Tub, Facing the Abyss: A Literary Manifesto After the End of Literature and Manifestos” (Sıcak Küvetinde Çıplak, Dipsiz Uçurumla Yüz Yüze: Edebiyat ve Manifestoların Sonunun Ardından Edebi Bir Manifesto / çev. Oğuz Tecimen, Notosoloji,) makalesiyle ses getirmişti. Önceleri edebiyatın ne olduğunu sorgulayan ve günümüz edebiyatının, eskilerin o devrimci, trajik, uyumsuz, muhalif, yabancıların meskeni olan edebiyatının ruhunu taşımadığına, sadece eski formların birer parodisi olarak varlığını sürdürdüğüne değinen makalesinde Lars Iyer, “Edebiyatın cesetle kuklacılık oynamak yerine kendi ölümünü kabul etmesinin zamanı geldi. Asla yaratamayacağı şeylerin hayalini kuran bir kültürün farsı hakkında doğrudan konuşmalıyız, çünkü bu fars bizim trajedimiz. İçinde bulunduğumuz durumun bunalımıyla ve acı gülünçlüğüyle yüzleşmeliyiz,” diyor. 
Download