Yazının tamamına (siyasetçi değilim olmaya da niyetim yok, Sık olarak kullandığım dini söylem ve referanslarım, uydurulan İslam ile Kur'an'a fatura edilen yanlışlıkların doğrusunu, Kur'an mesajının anlayıp algıladığım bildiriminden, gösterebilmek amaçlıdır.) katılarak ve dip notta kişisel görüşümle birlikte yönlendiriyorum. MKA. DİN VE SİYASET Ahmet B. ERCİLASUN 19 Temmuz 2015 Pazar 00:00 Semavi dinler, Tanrı’nın görevlendirdiği elçiler (resuller) vasıtasıyla insanları doğru yola (hidayete) yönlendirirler. Bazı elçilere, kitaplar da gönderilmiştir. Biz Müslümanlar Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu kabul eder, 23 yılda tamamlanan Kur’an’ın Tanrı sözü olduğuna inanırız. Önceki peygamber ve kitaplara da iman ederiz. Hz. Muhammed hem bir din kurucusu, hem de bir devlet kurucusudur. Dinî bir şahsiyet olduğu kadar tarihî bir şahsiyettir. O’nun, kurduğu devleti yönetmek için yaptığı uygulamalar aynı zamanda dinî nas (dogma) hükmünde midir? Bu soruyu bence din bilginleri ciddi bir şekilde tartışmalıdır. Örnek olmaktan bahsetmiyorum. Peygamberin hayat ve uygulamalarının Müslümanlar için örnek teşkil ettiği muhakkaktır. Fakat bunlar nas mıdır? Bence tartışılması gereken budur ve Müslümanlar tartışmaktan korkmamalıdır. (Lütfen Dip Nota bakınız-MKA) Dini bir siyasi sistem, bir ideoloji olarak kabul eden siyasi İslamcılar, Müslümanlığın temel kitabı Kur’an’da her şeyin bulunduğunu ileri sürerler. Evet, mecazi manada yaş ve kuru her şey Kur’an’da vardır. İyi insan olmak isteyen bir Müslüman bu konuda aradığı her şeyi Kur’an’da bulabilir. Fakat açıktır ki kutsal kitabımız bir fizik, kimya veya iktisat kitabı değildir. Fizik, kimya, hukuk, iktisat... Bütün bilim ve sanatlar insana bırakılmıştır. Tanrı evreni yaratmış, evrenin yasalarını belirlemiş ve bu yasaları bulmak için insanın çalışmasını arzu etmiştir. Bu sebeple insanı en şerefli varlık olarak yaratmış; ona akıl, muhakeme ve irade vermiş; sonra da düşünmesini ve araştırmasını emretmiştir. Aklı başında hiçbir Müslüman, Akdeniz’in tuzluluk derecesini Kur’an’da aramaz; ama Tanrı’nın verdiği akıl ile ve kutsal kitabındaki araştırma emrine uyarak, ilmî usullerle araştırır; gerekli ölçümleri yapar ve tuzluluk derecesini bulur. Beşerî bilimlerde de bu böyledir. Böyle yaparsa Tanrı’nın ve kutsal kitabımızın emirlerine uymuş olur; bilim yolunda ilerler ve bir Müslüman olarak Batı’nın kulu ve sömürgesi olma zilletinden kurtulur. Dinden mutlaka bir siyasi sistem ve ideoloji çıkarmak fikrinde olanlar ister istemez, dine ait hükümleri kendilerine göre yorumlayacaklar, oraya buraya çekiştireceklerdir. Her yorum ortaya bir fırka çıkaracak, böylece tefrika alıp başını gidecektir. Tarih boyunca böyle olmuştur; bugün de böyle olmaktadır. Türkiye’de iki grubun birbirine girmesinin arkasındaki sebeplerden biri de farklı yorumlardır. Tefrikadan kurtulmak için dinin ulviyetini korumak, onu kutsal makamında bırakmak, beşerî bir sistem hâline getirmeye çalışmamak lazımdır. Son yıllarda din siyaset için kullanılmakta; siyasi konularda dinî referanslara başvurulmakta; insanlar ve kurumlar dinli - dinsiz, kâfir - Müslüman, Sünni - Alevi / Şii diye ayrılmaktadır. Bu tutumun topluma zarar verdiği gibi dinin kendisine de zarar verdiği açıktır. Şu anda din konusunda insanlara baskı yapıldığını hiç kimse ileri süremez. Geçmişte bir takım hatalar yapılmışsa bile artık bunlar sona ermiştir. İnsanlar inandıkları gibi yaşıyorlar ve bu konuda hiç kimsenin bir sıkıntısı yok. O hâlde bazı siyasilerin hâlâ konuşmalarını, vaaz kürsüsündeymiş gibi dinî söylemlerle sürdürmeleri; durmadan dine referansta bulunmaları; ibadet yerlerinde siyaset yapmaları hangi sebeple açıklanabilir? Bunun iki sebebi olabilir: 1) Dini kullanarak siyasi ve mali kazanç sağlamak yani kısaca dini siyasete alet etmek, 2) Dini kendine göre yorumlayarak bundan bir siyasi sistem ve ideoloji çıkarmak ve ne olursa olsun, ülke yönetimine bu sistemi yerleştirmek. Kendilerini samimi Müslüman kabul eden siyasiler, eğer yukarıdaki iki amaçla ilgili değillerse artık dinî söylem ve referansları terk etmelidirler. Bu, dinin bütün toplum tarafından saygı gören, ulvi bir kavram olmasına hizmet eder; dindarlar arasındaki tefrikaya engel olur; siyasette dini kullananlar ile kullanmayanlar arasındaki haksız rekabeti önler; siyasetçileri, daha dindar görünme yarışından ve tuhaf hâllere düşmekten kurtarır. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ sitesinden 22.07.2015 tarihinde yazdırılmıştır. Dip not: [Kur'an'a göre: Allah'tan başka hiç kimse "dini nas (dogma) hükmü koyucusu" değildir. Hz. Muhammed dahil bütün peygamberler, "Allah'ın resulü" sıfatı ile sadece Allah'ın koyduğu "dini nas (dogma) hükmü"nü, insanlara (noksansız- İlavesiz / aynen) tebliğ ederler. Dini nas (dogma) hükmü, lafzı vahiy olan Allah kelamı'dır. Vahiy lafzı dışındaki insan sözleri (peygamber hadisleri de dahil), dini nas (dogma /inak) değildir. Ayrıca vahiy lafzını kendi algı ve anlayışına göre ifade ettiğinden, vahiy lafzı dışındaki tüm insan sözleri, Kur'an ayetlerini açıklama ve yorumları, Dini nas (dogma / inak) olmadığından; bunların (tercümeler/ mealler, tefsirler, hadisler, Arapça dahil hangi dilde olursa olsun, kuran ayetlerinin vahyedilmiş lafzını açıklayıp izah eden (peygamberlerinki de dahil olmak üzere) beşeri yorum, görüş ve uygulamaların) tamamı, tartışılıp, sorgulanıp, sınandıktan sonra, "gerçek olarak kabul / akıl ve gönülün-kalbin tasdiki" gerekir ki, bu müslüman kişinin kendi kişisel TAHKİK-İ İMANIDIR. M. Kemal Adal]