On5yirmi5.com Her Gün Aspirin Yutmayın! Her gün aspirin yutmak doğru değil... Yayın Tarihi : 19 Nisan 2011 Salı (oluşturma : 10/20/2017) Ellili yaşlardan sonra damarsal sorunları azaltmak için düzenli olarak her gün “düşük dozda” aspirin kullanmanın sağlık için ne kadar gerekli (ya da riskli) olduğu konusundaki tartışmalar hâlâ sürüyor. Bu konuda doktorlar bu gün de fikir birliği içinde değiller. Bir grup eldeki sonuçlara dayanarak “Aspirin kullanmanızda fayda var” derken, diğer grup “Düzenli aspirin kullanmak bazı riskleri de beraberinde getirebilir” deyip ardından şu uyarıyı ekliyor: Damar problemlerinden korunmak amacıyla düzenli aspirin kullananları ciddi bazı sağlık riskleri bekliyor olabilir! Bana göre ‘doğru değil’ Bana göre de kırkını, ellisini geçen herkesin her gün aspirin yutması doğru değil! Damarları korumak inme-felç, kalp kriz olasılığını azaltmak gibi amaçlarla her gün aspirin kullanmanın midede ülser, gastrit gibi rahatsızlıklar yapması hatta mide-bağırsak sisteminde kanamalara yol açması ihtimali var. Ayrıca özellikle yetmiş yaşın üzerindeki hipertansiyonlularda rastgele ve dikkatsiz aspirin kullanımın (hele hele günlük doz 100 mg’ın üstüne çıkarmanın) beyin kanaması riskini arttırdığı da biliniyor. Kısacası sağlıklı insanların durup dururken “her gün bir aspirin almak” merakı şu veya bu nedenle ortaya çıkabilecek küçük kanama risklerini de göze almak anlamına geliyor. Ayrıca birkaç yıl önce yayınlanan önemli bir çalışma sağlıklı kişilerin düşük doz aspirin kullanmalarının kalp krizi riskini azaltamadığını gösterdi. Daha önce kalp krizi geçirmiş olanlar, damar tıkanıklığı riski şu veya bu nedenle yüksek olduğu doktor kararı ile belirlenmiş bulunanlar, beyinde damar tıkanıklığına bağlı felç geçirme hikâyesi olanlar için doktor kontrolü altında sürekli ve uzun süreli aspirin kullanma kararı verilebilir ama herkesin her gün korunma amaçlı aspirin yutması doğru değildir. Göbek erimeden şeker düşmez! ORTA yaşlar ve sonrasında görülen şeker hastalığının beslenme yanlışlarımız ile yakın ilişkisinin olduğu uzun süredir biliniyordu. Son yıllardaki diyabet patlaması “göbekle şeker arasındaki ilişki”nin zannedildiğinden daha önemli olduğunu gösterdi. Çoğu diyabetli bu gerçeği dikkate almadan şekerini ayarlama işini sadece ilaçlara havale ediyor. Bu nedenle de (maalesef) kan şekerini bir türlü düzene sokamıyor. Şeker hastası olduğu belirlenen birinde kan şekerini “sadece ilaçlarla ayarlama” hatasına düşmek yalnızca hastaların yaptığı bir şey de değil. Sadece haplarla olmaz Ne yazık ki, doktorların bir kısmı da bu konuda hala yeteri kadar dikkatli davranmıyor. Eğilip ayakkabısını bağlamakta bile zorlanan bir diyabet hastasının kocaman göbeğini görmezden gelip kan şekerini dengelemeyi sadece şeker haplarına havale eden doktorlar hala var! Oysa kalıcı ve etkili çözüm şekeri, tatlıyı, makarnayı, pilavı, böreği, çöreği azaltıp, her gün 30–35 dakika yürüyerek önce göbeği eritmekten geçiyor. Eğer ne yediğinize ve hangi kiloda olduğunuza dikkat etmezseniz, isterseniz dünyanın en iyi ilaçlarını kullanın, diyabetinizi ayarlamanız, yani gerçek bir metabolik ayarı sağlamanız hayal oluyor. Doktordan önce ‘tartı’ Önerim şu: Eğer diyabet hastasıysanız ve/veya açlık kan şekeriniz 110’un, tokluk kan şekeriniz 180’in üzerindeyse lütfen doktorunuza gitmeden önce tartının üzerine çıkın. Eğer varsa fazla kilolarınızdan özellikle de göbeklerinizden kurtulmanın bir yolunu bulun. Sağlıklı bir kilo aralığına inmeden kan şekeri ayarının mümkün olamayacağını aklınızdan kesinlikle çıkarmayın. Mahşerin 4 atlısı HİPERTANSİYON, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, göbek bölgesinde yağ birikimi son yılların en sık rastlanılan sağlık sorunları. Daha da önemlisi, bu “dörtlü takım” çoğu zaman “bir arada” bulunuyor. Bu ekip (dörtlü takım) adeta birlikte gezip, dolaşıyor! Yani, adeta “aynı mahallenin çocukları” gibiler... Bu dörtlüden en çok etkilenen de damarlarımız. Söz konusu “dörtlü tehdit” koroner kalp hastalığı, felç, damar sorunlarına bağlı göz ve böbrek problemlerinin sıklığını ciddi biçimde arttırıyor. Bu nedenle de biz doktorlar söz konusu ekibe “mahşerin dört atlısı” diyoruz. ‘Biri hepsi için’ Kısacası “hipertansiyon, diyabet, kolesterol yüksekliği, göbek bölgesinde yağlanma” adeta bir “organize ekip” yapısında. Eğer günün birinde bu dörtlüden herhangi birinin varlığı şu veya bu nedenle sizde de saptanırsa bugün ya da yarın diğerlerinin de kapınızı çalabileceği aklınızda olsun. Eğer doktorunuz size bunlardan birinin sağlığınızı tehdit ettiğini söylerse öbürlerinin bulunup bulunmadığını da öğrenmeye çalışın. En azından diğerleri için de bir tehdidin söz konusu olup olmadığının araştırılmasını isteyin. Hatta bununla da yetinmeyip bu dörtlüden biriyle karşılaştığınızda diğer üçü yanında “ürik asit, yüksekliği, HDL kolesterol düşüklüğü, trigliserid fazlalığı” problemlerinin de karaciğer yağlanması gibi bir sorunun bulunup bulunmadığını da öğrenmeye gayret edin. Şeker kalbi zorlar ŞEKER hastalarında koroner kalp hastalığı, özellikle de kalp krizlerine daha sık rastlandığı herkesin bildiği bir bilgi ama modern tıp aradaki ilişkinin farkına ilk kez 1940’lı yıllarda İstanbul Tıp Fakültesi’nde görev yapan bir Alman Hoca sayesinde farkına vardı. Prof. Dr. E. Frank, Hitler’in yarattığı zihniyetten çekinerek Almanya’dan kaçıp (ya da Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edilip) Türkiye’ye yerleşen hekimlerden biriydi. Şeker hastalarında kalp enfarktüslerine çok sık rastlandığını, bu iki sağlık sorunu arasında yakın bir ilişki olduğunu fark eden ilk hekimlerden biri olan Dr. E. Frank’ın Türk tıbbına katkıları büyüktür. (Bildiğim kadarıyla ebedi istirahatına İstanbul’da bizim topraklarımızda devam etmektedir). O ‘Kötü’ dostluk İşte “Şeker hastalığı-kalp damar hastalığı” arasındaki o “kötü dostluk” son yıllarda yeniden gündemde. Gündemde çünkü yaşadığımız diyabet salgını nedeniyle kalp damar hastalıklarında dünya ölçeğinde bir patlama var. Neredeyse dünyanın hemen her ülkesinde ölüm nedenlerinin ilk sırasını koroner kalp hastalıklarına bağlı problemler işgal ediyor. Şeker hastalarında kalp yetersizliği beş kat daha sık görülüyor. Kalp krizlerine en az dört beş defa daha sık rastlanıyor. Ayrıca kalp krizinden sonra yaşam süresi şeker hastalarında daha kısa oluyor. Koroner bypass ameliyatları ve stend uygulamasından sonraki tablo da pek iç açıcı değil. Korkutan ‘ölüm’ oranı Şeker hastalarında koroner anjiyoplasti sonrası damarın yeniden daralma ve yeni bir kalp krizi geçirme ihtimali de yüksek. Önemli bir nokta da şu: Eğer şeker hastasıysanız bu kalp krizine erken yaşlarda yakalanma ihtimalinizin varlığı anlamına da geliyor. Ayrıca şeker hastalarında herhangi bir göğüs ağrısı olmadan da kalp krizleri geçirilebiliyor. Yani sessiz enfarktüs dediğimiz ağrısız kalp krizlerine en sık şeker hastalarında rastlanıyor. Eğer şeker hastasıysanız şu bilgiyi de bir kenara not edin: Şeker hastalarının kalp hastalıklarından kaybedilme oranı aynı yaştaki şeker hastası olmayan kişilere göre yaklaşık üç kat daha çok ve koroner damar hastalığı şeker hastalarındaki temel ölüm nedeni. Bu bilgileri diyabetlileri korkutmak için vermedim. Amacım sadece onları uyarmak ve kan şekeri ayarı konusunda daha dikkatli olmaları gerektiğini hatırlatmak... Prof.Dr. Osman MÜFTÜOĞLU Bu dökümanı orjinal adreste göster Her Gün Aspirin Yutmayın!