46 GEÇMİŞİ YARATMAK İngiliz İdealizmi ve Michael Oakeshott'm Tarih Felsefesi* David BOUCHER** Çeviren: Kubilay AYSEVENER*** M. Oakeshott siyaset felsefesinde önemli bir yer edinmiştir. Kendisi çağdaş İngiliz idealizminin sözcüsüdür. Oakeshott'ın idealist eğilimleri onu, dinden tutun da at yarışlarına varıncaya kadar çok çeşitli konuları kuramsal olarak ele almaya itmiştir ı Israrla dönüp dolaşıp işlediği bir konu da tarih felsefesidir. Oysa yapıtlarında işlediği diğer konularla karşılaştırıldığında, bu konudaki çalışmasına fazlaca değilmemiştir 2 . Collingwood'un Oakeshott'm bu yapıtlarından hayranlıkla sözetmesi gözönünde bulundurulursa, bu ihmal şaşırtıcıdır. Örneğin Collingvvood, Oakeshott'rn Experience and its Modes adlı yapıtının tarihle ilgili bölümünün "tarihsel düşüncenin gelmiş geçmiş en derin çözümlemesi" olduğunu söyler. Bu, kendisi insanlara bugünün tarih yazıcılığının onun kendi geçmişiyle kaynaştığına History and Theory, 1984, Sayı: 23 No:2,193 - 214. University College, Cardiff. Ankara Ürüversitesi'nde Felsefe Araştırma Görevlisi M. Oakeshott, Religion and the Moral Life, The "D" Society Pamphlets, No. 2( Cambridge. England. 1927); M. Oakeshott ve G. T. Griffith, La A Guide to the Classics, or, How to pick the Derby Winner (London, 1936); M. Oakeshott ve G. T. Griffth, La A New Guide to the Derby: How to pick the winner (London, 1947) M. Oakeshott, Experience and Its Modes, (Cambridge, England 1933), Bölüm 3; M. Oakeshott, "History and the Social Sciences" The Social Sciences (London, 1936); M. Oakeshott, "The Activity of Being an Historian" Rationalism in Politics and Other Essays (London, 1974); M. Oakeshott, On Human Conduct 'Oxford, 1975), 101 - 107; M. Oakeshott, On History and Other Essays (Oxford, 1983). Oakeshott'un tarih kuramı tartışmaları için bakınız R. G, Collingood. The Idea of History (Oxford, 1946), 151 - 159; Jack W. Meiland, Scepticism and Historical Knowledge (New York, 1965); W. H.. Walsh, "The Practical and Historical Past" ve . H. Dray. "Michael Oakeshott's Theory of History" Politics and Experience Essays Presented to Michael Oakeshott on the Occasion of His Retirement, ed. P. King ve B.C. Parekh (Cambridge, England. 1968) sırasıyla 5-18 ve 19-42; Preston King (London, 1983), 96 -132. King'in Oakeshott yorumunun eliştirisi için benim History of Political Thought'da yakında çıkacak olan eleştirime bakınız. R.G. Collingwood, Idea of History, England 1946,156. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10 , ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 47 ilişkin somut bir yöntembilimini geliştirme yolunda ömürboyu çaba harcamış bir 4 kişi tarafından yöneltilen önemli bir övgüdür. Benim bu denemedeki amacım, Oakeshott'm tarih felsefesi ve îngiliz idealizminin sorunları bağlamında yaptığı yorumlamayı bir yere oturtmaktır. Gerekli olan yerlerde ve zaman zaman açıklamak amacıyla kıta - avrupası idealistlerinin düşüncelerine de değineceğim. Şunu belirtmek istiyorum; daha önceki İngiliz idealistlerinin kuramları tarihsel bir bakış açısını ima etmiştir; ancak bunlarm felsefi konuları ele alış biçimleri, kendi kuramlarının desteklediği türden bir tarihsel anlayışı ender olarak sergilemiştir. Sanırım Collingwood da Ruggiero'ya yazdığı bir mektupta buna benzer bir görüşü daha değişik bir biçimde dile getirir. Şöyle der: İngiltere'deki 19. yüzyıl idealistleri bile, genelde tarihsel bir kata yapısına sahip değillerdi; Bradley, Green ve Caird'de tarihsel bakış açısının izleri vardır, ancak bu izler çok belirgin değildir. Bosanquet'de ise, tarihsel bakış açısının izleri bütünüyle kaybolmuştur. Oxford'da o ekolün kalıntıları tarihle pek bir bağıntı içinde değildir . Kendilerinden önce gelenlerin epistemolojik ve ontolojik sonuçlarını bilincin tarihsel kip'ine dayandırmak, İngiltere'deki yeni kuşak idealist düşünürlere kalmıştı. Oysa daha önceki idealistler bir "geçmişi farketme" bilinci geliştirmişlerdir ve bunların söylediklerinin çoğu Oakeshott'm felsefesinde bir yer bulur. Benim bu denemedeki sorgulama düzenim, Oakeshott'ın İngiliz idealistlerinin genel kaygılarını nasıl paylaştığını ve onların sonuçlarına büyük ölçüde nasıl dayandığını göstermek olacaktır. Sonra da, bu genel felsefi bakış açısının Oakeshott'm benimsediği tarih kuramına nasıl doğrudan doğruya katkıda bulunduğunu göstermek istiyorum. I İngiliz idealistleri, Almanya'dan, kendilerine bilginin deneyci ve duyumcu bilgi kuramlarından ayıran dayanağı oluşturan iki temel düşünce almışlardır. İlkin, bunlar deneyimdeki her şeyin diğer her şeyle ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. Bir başka deyişle, kendi kendisiyle hapsolmuş hiçbir varlık, olgu ya da birey olamaz; bunların tümü kendi gerekli ilişkileri açısından anlaşılmak zorundadır, İkincileyin, bunlar, bir nesneyi anlamanın, o nesnenin yaratılış ve gelişim bilgisini de içerdiğine inanmışlardır. Bu yüzden idealistler tarih'in erdemlerini, bilgiye yöneltilen doğabilimsel iddialarla eş tuttukları, hatta bazı durumlarda daha üstün buldukları bir anlama kipi olması nedeniyle övmüşlerdir. Bosanquet'nun, çağdaşı bazı idealistler gibi tarihe pek meraklı olmadığı doğrudur 6 . Ancak yine de Bosan4 5 6 R.G. Collingwood, Letter to de Ruggiero, 12 June 1937, Bodleian Library, Oxford. Collongood, a.g.e, 1937. B. Bosanquet, The principles of Individuality and Value, London 1912, 268. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 48 GEÇMİŞİ YARATMAK quet'nun toplumsal kuramı, her şeyin ayrılmaz bir biçimde ilişki içinde olduğu bağlam açısından anlaşılması gerektiği yolunda güçlü bir kanıt oluşturur. Örneğin Bosanquet, "yorumlamada bir bağlam bilinci olmayınca, olası yanlışlıkların düzelme umudunun ötesinde bir sonsuzluk taşıyacağını" söyler. Aynı zamanda düşüncenin, dönemsel olarak çöken ve diğerleri tarafından doldurulan, kendi kendini içeren birimlerle içice olduğunu önerir 8 . Bu görüş daha sonra mutlak öndeyiler kurumanda Collingwood tarafından, paradigmalar kuramında da Kuhn tarafından ele alınıp işlenecektir. Ek olarak Bosanquet, daha sonra Emilio Betti'nirv de açıkça belirttiği gibi, "yalnızca eşdeğerdeki ve aynı düzeydeki bir aklın bir başka akla ulaşabilip onu gerçekten yeterli bir biçimde anlayacağı " 9 . yolundaki görüşü destekler görünür. Şimdi de, deneyimin karşılıklı ilişki içinde olmasına yönelik idealist sanıyı biraz daha ayrıntılı bir biçimde incelemek istiyorum. İdealistler dünya bilgisi edinmenin rakip yollarını benimser ve bilirler. Bunlara çeşitli biçimlerde kipler, deneyim biçimleri, idea dizgeleri ve konuşma evrenleri denir. Bunlar, ne ardından bağımsız ve dış bir dünyayı izlediğimiz kavramsal gözlükler ne de seçilmiş ve parçalanmış ışınlan süzen filtrelerdir. Bunlar ne dünyadan seçilerek ayrılmış, bilimsel, estetik ve tarihsel bir yapı oluşturmak için yanyana konmuş ayrı olguların bir koleksiyonu ne de, sayelerinde deneyimle ilgili kuram geliştirme araçlarını sağlayan düşüncelerdir. Bunlar yalnızca deneyimin kendisidirler. Ancak deneyim nedir? İngiliz idealistleri, Kant'ı izleyerek, aklı, deneyim edinen benliğin içinde etkin bir varlık olarak kabul etmişlerdir. Başka bir deyişle, akıl, içine olgu yığınlarının dökülebileceği bir kap olarak görülmemiştir. Ancak İngiliz İdealistleri, şeylerin olasılığının kendi içlerinde olduğunu yadsımaları aşamasında Kant'dan ayrılırlar. Deneyim edinen benliğin dışında bir yerlerde, bir olgular ya da nesneler dünyası olmadığını belirtirler. Bu, ayrı verileri duyumsayıp ayrı olguları yanyana yerleştirerek tanıdığımız ve akıldan bağımsız ayrı olguları yanyana yerleştiererek tanıdığımız ve akıldan bağımsız bîr dünya olduğu yolunda deneyci ve olgucuların orta. ya attığı iddianın yadsınmasını gerektirir. Akıl ve nesneleri ayrılmazdırlar. Burada vurgulanması gereken, Santayana'nın deyişiyle, "İngiliz idealistleri için tek olası gerçekliğin bilinçlilik olduğudur" 1 0 . Ve de bilinçlüik, düşünceler dünyasına ya da düş kurmaya dayanarak gerçekleştirilecek bir anlamayı gerektirir. Bu söylem ev7 8 9 10 B. Bosanquet, The Philosophical Theory of the State, London 1965,152, a.ge.e/77 Emilio Betti, "Hermeneutics as the General Methodology of the. Geistesivissmschiiften" Contemporary Hermeneuücs, ed. Josef Bleicher, London 1980, 84 - 85. George Santayana, Fifty Years of British Idealism, Cambridge 1933,52. FELSEFE DÜNYASI, SAYJ : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 49 11 renleri "kendilerine uygun" , sonuçlar doğururlar; kendi dünyaları çerçevesinde duyuyu duyu olmayandan ayırırlar. Bunların bünyesindeki her yargı örneği, bir önermenin ayrı bir onaylanması ya da yadsınması değildir; bu, tüm söylem evrenini bir olgunun seçilmesine dayama noktasma gelmedir. O zaman, bir olgu ulaşılan bir sonuçtur, verilmiş herhangi bir şey değil. Bütün düşünceler bütünle ilişlidirlerek; biribirlerinin içermeleridirler. Bir olgunun, onun doğruluğunu onaylayan diğer olgular olmadan anlamı yoktur. Örneğin bir ürünün ederi yükseldiğinde ve gelirler sabit kaldığında, diğer ürünlerde bir eder yükselmesi olmadığından, herhangi bir yüksek edere göre bunların daha fazlasının düşük bir ederle alınabileceği yolunda bir deyide bulunursam, o zaman ekonomik kuram yapısının bütününü önermeme, getirip dayandırmış olurum, bu da, azalan kâr yasası, eder etkisi, rağbetsizlik etkisi çözümlemeleri ve de bunlar gibi; bunların hepsi biribiriyle ilişkilidir ve hiçbiri yalnızca bir olgu olarak tek başlarına bulunmazlar. Bir önermenin bağımsız hiçbir doğruluk statüsü yoktur; bir önerme bütünün parçası olan yetkiye katıldığı sürece doğrudur. Joachim bu bağlayıcı düşünceler birliğine bir "anlamlı bütün" adını verir; bu öyledir ki, "bunun yapı öğeleri karşılıklı olarak biribirlerini ilgilendirirler, ya da biribirlerinin varlığım, tek bir somut anlamda bulunan katılımcı özellikler olarak yine karşılıklı olarak belirlerler"12 Özde, idealist, aklın dünyanın kurucusu olduğunu öne sürmektedir. Deneyimin dışında hiçbir şey olamaz ve deneyimin kendine özgü olduğu düşünülür; öyleyse tüm deneyim bir düşünceler ya da kavramalar dünyasıdır. Her kip nesneleri tasarlama yollarını kendine özgü bir biçimde belirlemezk; onları yaratır. Gerçeklik düşüncenin bir nesnesi değildir, ancak düşünce tarafından yaratılıp korunur. Croce, bunu şöyle açıklar: "Bilgi biçimlerinin kuramsal birer nesnesi yoktur, ancak onu yaratırlar " . Doğanın ve bedenin bile., doğabilimlerinin nesneleri olarak, hiçbir bağımsız varoluşları yoktur; bunlar Bradley'in dediği gibi, "uygun kurgular ya da yapay soyutlamalardır"14. Colling Wood da doğanın "bütün yanılsamalar gibi,... kendisini kavramaya çalışan akim bir uydurması" olduğunu söyler. Tarih, diğer herhangi bir kip gibi, kendi nesnesinin yanı, tarihsel geçmişin yaratıcı gücüdür. Oakeshott, uzun yıllar süren kariyeri süresince ısrarla bu görüşü savunmuştur. Örneğin, "tarihçinin işinin yaratmak ve yapı kurmak olduğunu; tarihçinin olayların yapıcısı olduğunu; tarihin devlet adamları, as- 11 12 13 14 15 M. Oakeshott, The Study of Politics in a University: An Essay in Appropriateness in Rationalism in Politics, 321. Harold H. Joachim, The Nature of Truth, Oxford 1914, 66. Benedetto Croce, Logic as the Science of the Pure Concept, çev. Douglas Ainslie, London 1917, 258. Bradley, Appearence. mid Reality, 236- 298- 434. Collingwood, Speculum Mentis or the Map of Knowledge, Oxford 1924, 267. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 50 GEÇMİŞİ YARATMAK kerler ya da sokaktaki insanlar tarafından oluşturulmadığım, böcekbilimi nasıl böcekler oluşturmuyor da böcekbilimciler oluşturuyorlarsa tarihi de tarihçilerin oluşturduğunu söyler"; ve Oakeshott en son kitabında, "tarihin, sözleri ve eylemleri incelenenlerce değil, bir tarihçi tarafından oluşturulduğunun kabul edildiğini belirtir."16 Öyleyse bir kip, bir düşünceler ya da tasarlamalar dizgesidir, ve tarih de kendine uygun sonuçlar üretebilen türden bir kip'dir; tarih, olgunun son söz sahibidir. 17 . Herhangi bir deyinin doğruluğu, içinde oluştuğu söylem evreninin tutarlılığına ve kapsamlılığına bağlıdır. İdealist doğruluk anlayışı, doğruluğun bir nesneyle onu doğru bir biçimde algılayan bir akıl arasında gerçekleşen bir uygunluğa bağlı olduğu yolundaki sanının doğruc'an yadsmmasıdır . G.R.G. Mure, Bradley nin en çok, "doğruluğun ölçütünün uyum ve kapsamlılık birliği olduğu" yolundaki idealist seçeneğe katkıda bulunduğunu belirtir. Doğruluklar, deyiler ve nesneler arasındaki herhangi bir uygunlukta yatmazlar; bunlar, yargıların bir dizgesi ya da birleştirici bir birliğine katıldıkları ya da birliğince içerildikleri sürece yargıların parçalarıdırlar. Bradley ayrıca doğruluğun bir bütün olarak dizgenin bir parçası olduğunu ve ayrı yargıların değişik derecelerle bütünün "doğruluğunu" paylaştıklarını ya da dolaylı bir biçimde bunu yansıttıklarını öne sürer. Özde Bradley'nin öne sürdüğü, doğruluk ölçütünün bir dizgeye içrek olduğu ve olgunun bağımsız bir sonsöz sahibi olamayacağı ve dizgenin dışında yeralan bir olgu bulunamayacağıdır. Bir doğruluk, bir düşünceler dizgesi içinde, karşıtı kavranamaz olduğu için doğrudur . O zaman olgular özde kuramlardır ve bunların doğruluğu onları kapsayan dizgenin uygunluğuna ve tutarlılığına bağlıdır. Oakeshott bu görüşleri, "uygunluğun tek ölçüt olduğunu: ne değişiklik ne de ekleme gerektirdiğini, ve her zaman ve her yerde etkili olduğunu" 2 2 öne sürerek yineler. Uygunluk yalınzca sınama değil, aynı zamanda doğruluğun tanımıdır. Çünkü, "doğruluğun kendisi yoluyla kurulacak hiçbir dış araç yoktur. Doğruluğun tek kanıtı kendi kanıtıdır" 2 3 . Her kip yine de sınırlı ve soyuttur, ve bunun ürettiği doğruluk, sorgulanamayan koyutlarla koşulludur. Felsefenin çözücü eleştirisiyle incelendiğinde bu koyutların çelişik olduğu ortaya çıkabilir, çünkü bunların destekledikleri kip, deneyimi, sınırlı ve yanlı bir bakış açısıyla, bir bütün olarak görür. Bir kip'in diğeriyle ilişkisi 16 17 18 19 20 21 22 23 Oakeshott, Experience and Its Modes, 93. Bradley, Essays on Truth and Reality, Oxford 1914, 218. Joachim, The Nature of Truth, Bölüm 7-8- 9. G.R.G. Mure, Benedetto Croce and Oxford, Philosophical Quarterly, 4 (1954) 329. Bradley, Appearance and Reality, 476. Bradley, Collected Essays, New York 1968,17. Oakeshott, Experience and Us Modes, 37. a.g.e. 34. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 1 0 , ARALIK 1993 DAVÎD BOUCHER SI değişik idealistlerce değişik biçimlerde algılanır. Örneğin Collingwood, Hegel'in deneyim evrelerinin zincirleme hiyerarşisini benimser. •— Bu evrelerden her biri kendilerinden önce gelen evrelerin içeriğiyle birleşir. — Collingwood'un "bilgi haritası", Sanat, Din, Bilim, Tarih ve Felsefe anakaralarından oluşur. Bunlardan her biri, izledikleri biçimlerde görülen bozukluklara yanıt verir görünümdedir 2 4 . Oysa Oakeshott, kiplerin ulamsal açıdan farklı ve sonuçlarını biribirlerinin üzerine yüklemekten yoksun olduklarını söyleyerek Bradley'i izler. Bradley'ye göre hiçbir kip ne diğerlerinin içinde çözülebilir ne de bir diğerine göre ikincildir. Bradley aynı zamada kiplerden hiçbirinin öncel olmadığını ya da diğerlerini ya da bütünü açıklamak için bulunmadıklarını 2 5 belirtir. Oakeshott, "öyleyse bir anlama kip'inin yalnızca bir tutum ya da bakış açısı olmadığını" söylediğinde söylemin değişik deyimlerinin tekelciliğini belirtir. "Bu, tam koşullar açısından belirnebilecek özerk bir anlama tutumudur, ki bu, diğer bir başka anlama kip'inin sonuçlarını yadsımak ya da doğrulamaktan ya da aslında onunla ilgili açıklama yapmaktan mantıksal olarak yoksundur" 26 . İdealistler için bir bütün olarak deneyim, bütünüyle uygun bir dizgidir, ve kipler sınırlı ve sorgulanamaz koyutlar üzerine kurdukları dünyanın koşulsallığma boyun eğmeleri açısından bu tamamlanmış uygunluğa ulaşamazlar. Onlar için felsefe bir deneyim kip'i değildir; felsefe kuşkusuz ya da kesintisiz bir deneyimdir. Öyleyse felsefenin karşılıklı ilişki içinde olan iki ödevi vardır. Birincisi felsefe, bütünün karekterini belirlemeye girişmek zorundadır. Bradley'ye göre, bu, "evreni kavrama çabasıdır, ancak yalnızca bölük pörçük ya da parçalar halinde değil de, bir biçimde, bir bütün olarak." Bosanquet'ye göre de, "biz buna evreni inceleme deriz, olduğu gibi ve kendisi için ve hiçbir çekince ya da önsanı olmaksızın" 2 7 . İkincisi, duyumun içindeki hiçbir şey gereksiz değildir, her şeyin bütünün içinde bir yeri vardır. Sonuç olarak da, deneyimdeki duraksamalar incelenmeli, bunların koyutları tanımlanıp sorgulanmalıdır. Kiplerin koşula bağlı özelliği, bunların deneyimin somut bütünlüğüyle olan ilişkisine değinerek belirlenmelidir. Felsefe, deneyimde verilenin bir yansıması olarak ele alınır. Bu açıdan filozof zaten anlaşılan bir şeyi değişik bir biçimde anlamış olur 2 8 . Bîr bütün olarak deneyimin karşılıklı ilişki içinde olan doğası ile ilgili idealist görüş "Monizm" olarak bilinir. İdealistlere göre bütünü, hiçbir sorgulanmayan varsayım ya da önsanı ilgilendirmez. Her şey bir diğerine dayanır ve diğer parçaları 24 25 26 XI 28 Colingwood, Speculum Mentis, Oxford 1924. Bradley, Appearance and Reality, 404 - 429 - 412 - 413 - 415. Oakeshott, Experience and fls Modes, 76. Bradley, Appearance und Reality Bosanquet, The Philosophical Theory of the State Collingwood, An Essay on Philosophical Method, 163 -164. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 52 GEÇMİŞİ YARAlTvIAK ile ilgili olarak değil de, bütünle ilişkili olarak anlamlıdır. Örneğin Bradley ve Bosanquet, Hegel'ci bir mutlaklık açısından görüş bildirirken öte yandan Caird ve Oakeshott bu düşünceyi gözardı ederler, çünkü bu, anlayışın ötesinde ve duyum dünyasının dışındadır 2 9 . Yine du bunlar bizi burada engelleyen konular olmamalıdır. Burada vurgulanması gereken, idealistlerin felsefenin ilgi alanına giren nesneleri katkıda bulunma ya da bunları değiştirmede felsefeye yüklenirken nasıl bir tavır takındıkları açısından biribirlerinden ayrıldıklarıdır. Oakeshott'ın görüşü, öğüt vermeye girişen filozofun, ilkeleri sorgulamakla ilgili yansız işten vazgeçtiğidir. Öğüt vermeye girişmek, felsefeyi uygulamalı söylem kip'i için bir kenara bırakmaktır ki, bu söylemde olan (şey), olması gereken açısından ele alınır. O zaman filozof dünyayı değiştirmek değil, onu anlamak kaygısını taşır. Öğüt verme işine girişenler hiçbir biçimde fizolof değillerdir; bir yanılsama sonucu kendilerinin bir etkinliği kuramsal bir işlerinin daha iyi yürümesi için öğüt verme konusunda nitelikli kıldığına inanan kuramcılar, Fransız Uscuları (Philosophes), filozof bozuntuları (Philosophasters) ya da usculardır . İngiliz idealistlerinin alışılmış anlama kip'lerinin önemini ve etkisini yadsıdıkları varayılmamalıdır. Aslında onların bize sağladığı bu eğreti düşünme biçimi olmadan biz, işlerimizin yürütülmesinde bir arpa boyu bile ilerleyemezdik. Bradley'in dediği gibi, "Felsefenin dışında, akla yatkın olmayanı kabul edip ondan faydalanarak ne kadar tutarsız olsa da en iyi işleyecekmiş gibi görünen düşünceleri kullanmaktan başka, tutarlı olan hiçbir yol yoktur, " 3 1 Bu duyarlılık On Humarı Conduct adlı yapıtta Oakeshott tarafından yankı bulur. 3 2 . Tarih, tarihçilerin gereksinimlerine yeterli gelecek akla yatkınlık sağlayan türden bir anlama kip'idir, ancak filozof tarihin yarattığı dünyadan hoşnut olup kalmaz. Bu bağlamdadır ki, idealist felsefenin atılımını anlamamız gerekir; çeşitli soyut ve eksik deneyim düzenleme yollarını aşma çabasında görülen ilkelerin ve önsanıların sürekli sınanıp reddedilişidir bu. O zaman, özde idealist filozofların ortak kaygısı, deneyimin içinde soyut olanı açıklamak ve tüm sınırlı ve kısmi olanı onun deneyimin somut bütünselliği içindeki yeriyle bağdaştırarak birleştirmektir. Karşılıklı ilişkileri içinde tutarlı olan bütüne ilişkin idealist anlayış, insanların özerk, tek basma ve duyumsayan varlıklar olduğu yolundaki düşüncenin yadsınması olan bir birey ve toplum anlayışına varır. Kendi kendine dayanan ve bağlı bulunduğu olgu dünyasından ayrı olan hiçbir şey bulunmadığı gibi, içine alındığı toplumdan bağımsız ve ayrı olan hiçbir birey yoktur. Bir insan ne ise odur, çünkü 29 30 31. 32 Oakeshott, Experience and Us Modes, 17. Oakeshott, On Human Conduct, 30-31. Bradley, Essays on Truth and Reality, 235. Oakeshott, On Human Conduct, 29-30. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 53 o, diğerlerin de ise odur. İstekleri, düşleri, kimliği onundur, çünkü onu diğerleri ile dolduran toplum ona aynı zamanda şöyle bir kendini gerçekleştirme ve kendine varma olanağı tanımıştır. Bradley bunu, "topluluktan ayrı olan birey'in bir soyutlama" ya da "bir kuram hayali olduğunu" öne sürerek çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyar. 3 3 İngiliz idealistleri Hegel'in "ne olursa olsun her bireyin zamanının çocuğu olduğu" 3 4 yolundaki ünlü gözlemine katılırlar? Örneğin Green, her filozofun, içinde "felsefede ilerlemeyi oluşturan diyalektik hareketi bulduğu o evre tarafından, onun için saptanan belirli bir düşünce dizgesinin sözcüsü olduğunu" öne sürdüğünde bu düşünceyi onaylar. 3 5 Ancak İngiliz idealistlerin tümü Hegei'in, bireyin tarihsel gerçekliği düşüncesine aynı zamanda inandığı yolundaki düşüncelere katılmayacaklardır. Oakeshott, zamandaki ilk adımın mantıktaki ilki de gösterdiği düşüncesini kabul etmez, üstelik geçmişin diyalektik olarak belirli bir hedefe doğru geliştiğine de inanmaz. 3 6 Dilthey'in yolunda giderek, tarihte hiçbir amaç ya da zaman içinde her topluma özgü olan geleneksel düzenlemelerin dışında kalan arzu edilen olay durumlarının olmadığını ileri sürer. İdealist düşüncede birey büyük ölçüde toplumsal olanın içinde erir gider. Ancak bu demek değildir ki, birey bireyselliğim yitirir ya da bireyin eylemleri ve düşünceleri toplumsal olarak belirlenir. Belirli bir düşünce ya da eylem kip'ine ilişkin bir dili konuşmayı öğrenirken biz bunu kullanırız ve kaynaklarına katkıda bulunuruz. Ortak bir dil sürekli olarak içimize işlese de, bizim sözlerimiz bir şekilde tektirler. Bu, Bosanquet'nin toplumsal kuralında belirtilir. Bosanquet, bir bütün olarak görülen her aklın, "farklı ve tek olan bir bakış açısıyla ele alındığında bir bütün olarak toplumun bir ifadesi ya da yansıması olduğunu" ileri sürer. Collingwood da der ki, "benim aklım açık bir biçimde toplumun bir ürünüdür ve de bunun tersi olarak benim bildiğim toplum aklımın bir ürünüdür". 3 7 Öyleyse ingiliz idealistleri bir toplumsal determinizmi savunmaktan ya da bir bilgi sosyolojisinden yoksundurlar. Böylece, bağlam insan eyleminin bir nedeni olarak görülmez. Bağlam kendini gerçekleştirmenin kuralını ortaya koyar. Rausseau ve Green'in izinden giden Bosanquet için kurumlar ancak kaprisli isteklerimizi aşan "toplumsal aklı" kapsayan akılların bir araya gelişini oluşturur 3 8 . 33 34 35 36 37 38 Bradley, Ethical Studies, Indianapolis 1951, HO - 111. Hegel, Vie Philosai>hy of Right, trans. T.M. Knox, Oxford 1952,11. Thomas Hill Green, Hume and Locke, New York 1968,5. Oakeshott, Experience and Us Modes, 73- 79. Bosanquet, The Phisophicai Theory of the State, 159. Collingood, Specuhtm Mentis, 299. Bosanquet, The Philosophical Theory of the State, 277. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 54 GEÇMİŞİ YARATMAK Genel olarak idealist için hiçbir şeyin, ait olduğu dünyadan yalıtılarak ele alinamaycağının nasıl olduğunu göstermeye çalıştım. Bu, her şeyin biribiriyle ilişki içinde olduğunu dile getiren görüşün açık bir biçimde tarih incelemesi ve metinlerin yorumu açısından önemli dokundurmaları vardır. Her şeyden önce söylenen hiçbir şey mutlak olarak doğru olamaz. Söylenenin doğruluk statüsü bağlı bulunduğu düşünceler dünyası ile görecelidir. İkincileyin, ki bu özel bir önem taşıyor, tamı tamına aynı olan sözcükler ardılı (sırası) bile eğer cümle farklı söylem evrenlerinin sınırları içinde söylenmişse farklı anlamlar taşıyabilir. Örneğin bir ozan, "güneş yeryüzünü kavurdu" dediğinde, doğabilimcinin ortaya koyacağından daha farklı bir seri ilişkilere başvurauyor olacaktır. Ozan imgeler uyandırmaya ve metaforlar, benzetmeler ve ses yinelemleri gibi teknikler kullanarak duygular üretmeye kalkışır. Bilim adamı için ise "güneş yüryüzünü kavurdu" ifadesi kısaca, ölçülebilen ve sayılabilen kimyasal ve fiziksel değişimlerin karmaşık bir bileşkesini açıklama yolunda bir iddiadır. Böylece sözcüklerin dilegetirildiği koşullar tamamıyla anlamlarına bağlıdırlar. Croce, bunu çok etkili bir biçimde açıklar. Der ki, "bir sözcük koşullardan, imalardan, vurgudan ve de içinde düşünüldüğü, canlandırıldığı ve üretildiği tutumdan ayrı tutulduğunda artık hiçbir anlam taşımaz ya da şöyle denirse, kesin hiçbir anlamı yoktur . Bir üçüncü içerme, bir tümceyi (önermeyi) okuyan ya da duyanın, konuşmacının ya da yazarın başvurmak istediği ilişkiler kümesiyle uyum içine sokulmuş olması gerektiğidir. Diğer bir deyişle, eğer dinleyenin, alanın bağlı bulunduğu dizgeyle ilgili bilgisi konuşmacınınkinden azsa ve eğer konuşmacı bir önermenin içerildiği dünyaya o sözcüklerin hitab ettiği kişi kadar aşina değilse, aynı önermenin aynı düşünceler dünyasında değişik anlamları vardır. Joachim'in kullandığı bir örnek, bu ikinci noktayı oldukça açık bir biçimde belirginleştirir. Joachim, aritmetik cetvellerini öğrenirken 2+2 = 4 ettiğini söyleyen bir okul çocuğunun, bunu o disiplin içinde o zamana kadar edinilmiş bilginin bütünlüğünü göstermede bir kısaltma simgesi olarak kullanan aritmetikçiden çok farklı bir şey demek istediğini ileri sürer. 4 0 Kısaca, idealist kuram, özde bağlamsal olan bir anlama kipini ortaya koyar. Bu kuram, herhangi bir entellektüel anlama uğraşısındaki düşüncelerin yaratılışının ve gelişiminin bir bilgisini içerir. Yine de pratikte belirtilmek istenen tarihsel duyarlılık nadiren açıkça ortaya konmuştur. İngiliz idealistleri daha önceki filozofların yapıtlarıyla karşılaştıklarında, bir metnin tarihselliği ile bu metnin arguman39 40 Croce, Lo$ic as the Science of the Pure Concept, 112 -113. Harold H. Joachim," Absolute and Relative Truth,"Mind 14, N.S. 1905,10. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER . 55 larinin mantığı arasında içsel bir ayrım yapmaya eğilimli olmuşlardır; daha sonra bu ayrım George Sabine ve John Plamenats gibi siyasal düşünce tarihçileri tarafından açığa çıkarılmıştır. Çoğunlukla ingiliz idealistleri, uygulamada bir metnin dış görünüşünü çevreleyen tarihsel koşullarla ilgili değillerdi. Bunun nedeni belli başlı İngiliz idealistlerinin temel uğraşısının kendi felsefelerini formüllendirmek olmasıydı. Geçmişe ilişkin metinler kendi başlarına ilgi uyandırmıyorlardı. Bunların mantığını sistematik bir biçimde çürütme süreci, daha önceki filozofların anlayışlarını içeren daha yüksek bir sentezin formüllendirilmesi ve sunulması için bir başlangıç olarak görülüyordu. Böylece tarih uygulaması, en azından onların kuramlarında belirtilen biçimde felsefi kusursuzluğa ulaşma eyleminde rahatlıkla gözardı ediliyordu. Örneğin Green, bir felsefe yapıtını çağdaş koşullar bağlamında anlama girişiminde bulunmayı bile pek yararlı görmemiştir. Green'e göre bu, edebi felsefe tarihi olurdu ki, bu da gerçek felsefe tarihi için yeterli olmazdı. Green kendinden önceki filozofları ele alırken ne onların özgeçmişleriyle ne de onların kuramlarının içinden çıktığı toplumsal koşullarla ilgilenmiştir. Bunun yerine Green, her filozofu eleştirebilecek ve aşılabilecek belirli bir düşünce dizgesini yayan bir kişi olarak görmüştür. Green kendi yöntemini savunurken "büyük bir filozofu paramparça etmeye benzeyen bir sürecin, o filozofun büyüklüğünü göstermek için doğru bir yol olabileceğini " öne sürer. Doğrusu Green'in Hume'la ilgili yapıtının girişindeki eleştiriler öylesine etkili olmuşlardır ki, bu eleştiriler bir yorumcunun "bu girişin bunu okuyan okuyucunun zihnindeki etkinin onu Hume'un insan doğası üzerine bir incelemeye bir daha bakmaya hiç gerek duymayacağına inandırmak olduğunu " 4 2 ileri sürmesine yolaçmıştır. Caird ise, felsefeyi ele alırken yazarlara Green'den daha hoşgörülü bakar. Gal'li idealist, Henry Jones, bu tutumu "tarihsel olmak" diye niteler. Caird'in bir yazarrn çağdaşları ile ilintili olarak incelenmesi gerektiğine inandığı ve okuyucunun "hoşgörüye muhtaç" olmaması gerektiği fikri doğrudur!!! Öte yandan Caird'in eğilimi "Comte ya da Kant" gibi yazarlardan "Hegelci olmaya 'neredeyse inandırılmış'" * 3 olarak sözetme yolunda olmuştur!!! Tarih felsefesi, hem kurgusal hem eleştirel biçimleriyle, hiçbir zaman ingiliz idealistlerinin ilgi alanına girmemişdir. Tarihsel gelişim mantığını ve tarihsel araş44 tırma yöntemlerini uzaktan uzağa etkileyen durumlar ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan biri çok önemlidir. 1874'de Bradley, eleştirel tarihe ilişkin önsanılarla il41 42 43 44 Green, Hume and Locke, 5. ve ayrıca M. Richter, The Politics of Conscience: T.H. Green and His Age, (London 1964) 162 ve 227. Mark Pattison, "Philosophy at Oxford", Mind 1 (1876), 95. Sir Henry Jones, Old Memories (London, 1924), 132; Edward Caird, Essays in Literature and Philosophy (Glasgow, 1892),1,230; Jones and Muirhead, The life and Philosophy of Edward Caird, 36. Bak: W. R. Sorely, "The Historical Method", ve D.G. Rüche, "The Rationality of History" Essays on Philosophical Criticism de, ed. Andrew Seth ve R.B. Haldene (London, 1883), 102 -125 ve 126 -158. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALİK 1993 56 GEÇMİŞİ YARATMAK gili yeni ufuklar açan denemesini yayınlamıştır. Bu deneme İngiltere'de sonradan gelecek olan idealist tarih düşüncesinin niteliğini ve sorunlarını ortaya koyacaktı. 45 . Bu denemenin önemi dikkatleri yönlendirmesiydi. Tarih'i geçmiş olarak ele almak ve debdebeli bir şablon, ya da ussal bir gelişme düzeneği içinde araştırmak yerine, tarih'i, bir etkinlik ya da tarihçilere verilen ve tarihçiler tarafından icra edilen bir düşünce kipi olarak ele almıştır. Collingwood, Bradley'nin tarihe ilişkin düşüncelerini "Kopernikçi bir devrim" 4 6 diye betimlemiştir. Burada önemli olan nokta, Bradley'nin, mantıksal tarih anlayışından yana olup, kurgusal tarih felsefesini reddedişidir. Bradley, tarihin bir anlama kipi olarak görülmesi yönündeki düşünceye hiçbir zaman resmen dönmemiştir; ancak, göreceğimiz gibi, Bradley'nin daha sonra vardığı felsefi sonuçlar, Oakeshott'ın bir anlama kipi olarak tarihi ele aldığı görüşlerin temelini oluşturmaktadır. Hem Collingwood'un hem Oakeshott'ın, kendilerinden önce gelen idealistlerin tarihe ilişkin açıklamalarını benimsedikleri ve Bradley'nin zaten belirlemiş olduğu yolu izledikleri söylenebilir. Her ikisi de, kurgusal tarih felsefesini reddetmiş 4 / ve bunun yerine tarihsel anlayışı belirleyen koşulları incelemeye koyulmuşlardır. Özellikle de Oakeshott, bir tarihçi olma etkinliğine, benzer idealist düşünce yollan uygulamıştır. II İdealist çerçeve bağlamında, Oakeshott'ın tarihe getirdiği bakış açısı hemen daha akıllıcı görünüyor. Yazımın devamında, Oakeshott'ın üstlendiği görevi ve vardığı sonuçlan net bir biçimde göstermek amacıyla, yapıtlarının tam bir serimlemesini yapacağım. Oakeshott için, tarih, ne tarihi yöneten genel yasalarm ayırt edilmesi yolunda bir gerişim, ne de, insan varoluşunun yapısını ya da planını keşfetmekten yana olmaktır. Tarih, bir anlama kipidir; ayrıştırılmamış insan etkinliğinin bütün kitlesi üzerine koşulsal anlaşılırlığı bağışlamanın bir biçimidir. Tarih felsefecisi, tarihçi o k a etkinliğim ilgili özellikleri taşıyan ideal bir karakter olmakla özdeşleştirir; tarihçiyi, tarihin koyutlarını sorgulamaya ya da keşfetmeye davet eden, hatta zorlayan şey, bu ilgili ve anlaşılabilir olaylar dünyasında ulaşılan sonuçların koşulsallığıdır. Bu kuramsallaştırma noktasına ulaşmış olmak için, sınıfsal bir karara varılmış ya da tanımlama yapılmıştır. Elimizde bulunan ve farklı "sorgu düzenleri" belirleyen iki tanım kategorisi vardır. İlk önce, sürmekte olan (şey) bir süreç olarak 45 46 47 F.H. Bradley, "The Presuppositions of Critical History" Collected Essays'de, 1- 70. Collingwood, Idea of History, 139. karşılaştır. 240. Oakeshott, Expérience and Its Modes, 154 -155; R.G. Collingwood, Essays in thi Philosophy of History (Austin and London, 1965), 34 - 56. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 57 tanınabilir—Örneğin bir kayanın oluşumu gibi, ya da evrenin geçirdiği evrim gibi. Burada tanınan, insan zekasının sergilediği sonuç olarak benimsenmemektedir, ve burada belirlenen düzeni, işlemin genel yasaları ve örnekleri, ya da mekanik neden sonuç ilişkileri açısından anlamalıdır. İkinci olarak, süregelenin, süreçler ya da uygulamalar, ki bunlar "zekanın sergilemeleri" diye bilinir, olarak tanınabileceği söylenebilir. Bu uygulamalar, bir inançlar takım yıldızına dayanan ve koşulsal anlama bağlantısı içinde bireylerce onaylanan kuralları ve alışkanlıkları oluşturur. Her uygulama, kendisine uygun bir deyimi gerektirir, ancak bunların tümü, davranış düşünceleriyle ilgili değildir: Bu şu demektir, anlamanın elde edildiği yerde tözel eylemlerin gerçekleşmesiyle birlikte, arzu edilen ve düşlenen sonuçların peşinde koşma eylemi için bir uyarıcı ortaya çıkar; yani, neredeyse olmakta olanın, olması gereken olarak değişimidir. Kuramsallaştırma, insan davranışıyla ilgili kuramları oluşturma etkinliği, tözel eylemlerin eylenmesi düşünceleriyle sınırlı değildir. Tözel dili ve siyaset becerilerini öğrenmek, kişinin kendisini siyasal davranış işi için donatmasıdır. Ancak, siyaset dünyasıyla ilgili akademik ya da entellektüel kaygı, kullanım için gerekli sözcük dağarcığının kazanılması değil, kuramsal anlayışa uygun bir konu oluşturacak bir eylem alanının belirlenmesidir. Öyleyse, duyulan kaygı katılımla ilgili değil, anlama ile ilgilidir. Tözel diller, evrimin, değer biçmenin, övgünün ve lanetlemenin dilidir; bu diller, önerici ve ikna edicidirler. 4 8 . Kuramsal diller, sergiledikleri ilişkilerde sağladıkları tutarlılık ve uygunluğun derecesinin büyüklüğü nedeniyle zaman aşımıyla kazanılmış (olagelmiş) dillerden ayrılırlar. Oakeshott için, her kuramsal dil, değerli bir anlama kipidir; çünkü. herbiri, açık - seçik ilgi ölçütleriyle çalışır; herbiri, kendisi için uygun sonuçlara varma yetisine sahiptir; herbirinde, bunun ya da şunun yanlış olduğu söylenebilir, ancak aynı zamanda {ve çok daha belirgin bir biçimde) bu ya da şunun karakter - dışı olduğu söylenebilir; ve bu "dillerle" oluşturulan deyiler, emir veren bir güce sahiplik taslamazlar. Bir eylemin yerine getirilmesine ilişkin önsayıltıların kuramsal yapısı "hiçbir 50 zaman, yerine getirmeyi oluşturan bilginin bir unsuru değildir." Bu yüzden, örneğin, siyasetin tarihsel açıdan incelenmesi," davranışla ilgili düşüncelerden kurtulan" bir tür "kavramsal anlama" biçimidir. Özetle, Oakeshott'ın, görüşü şudur: ulamsal olarak, insan zekasının serimlemeleri diye tanımlanan, sınırlayan kural ve süreçler birikimine yapılan katkılarla 48 49 50 51 Oakeshott, On Human Conduct, I-107. M. Oakeshott, "The Study of 'Politics' in a University" Rationalism in Politics, 328. M. Oakeshott, "Learning and Teaching" The Concept of Education, ed. R.S. Peters, (London, 1970), 166-167. Oakeshott, On Human Conduct, 57. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALİK 1993 58 GEÇMİŞİ YARATMAK düzenlenen inter homines davranış, en iyi, deyimsel olarak belirgin olan tarihsel kuramsallaşhrma kipi açısından anlaşılabilir . Tarihsel kuramsallaştırma etmenleri, tarihsej tarzda sorgulama açısından sorular yöneltmeye çağıran insan davranışının koyutları olarak, anlamayı, ki bu eylemin yerine getirilmesinde apaçık ortadadır, gerektirir53. Tarihsel sorgulamanın işleyişlerine katkıda bulunmak ya da bunları değiştirmek gibi bir istek yoktur; bunun da tek amacı, anlama kipinin koşulsallığını açığa vurmaktır. Öyleyse, Oakeshott'tn kuramsal tarih anlayışının sonuçları nelerdir ve bunlar idealizmle nasıl bağlantılıdırlar? Anlama kipleri ne olursa olsun, tarih, diğer idealistlerin benimsediği gibi, Oakeshott'a göre de, kendi sorgulama nesnesini yaratır. Olagelmiş olduğuna inanılan, ancak artık olagelmeyen birşeyin şu andaki kanıtından yola çıkan tarihçi, tarihsel geçmişi oluşturur. Ama bu tarihsel geçmiş, herhangi ya da her geçmiş değildir; bu, tarihsel anlamayla açıkça ilişkili olan ve tarihsel anlamanın içinde özümsenen geçmiştir. Tarihsel geçmiş, tarihsel anlayış kipinin bir koyutudur. Düşünmenin her yolu, geçmişin bir ulamını ilgilendirir. Oakeshott'a göre, tarihsel düşünme, tarihi "anlamanın özerk bir yoludur" Bu yol, şimdiki zamanın yararı açısından, geçmişin değeriyle, ya da geleceği görebilmek için nicelikle ve genellemeyle ilgilenmediği sürece kılgısal ve bilimsel yollar gibi yollardan ayırdedilir. Tarihçiler, tarihçi olarak yetenekleriyle, kılgısal söylem biçimini reddederler. Bu, şimdiki zamanın kipsel koşullarının — ki bunlar tarihi bir sorgulama yolu olarak nitelendirir - - kılgısal geçmişten, mantıksal ya da biçemsel olarak ayrı olan bir tarihsel geçmiş akla getirirler demektir. Öyleyse, Oakeshott'ın kaygısı, aralarında uygun işleyişin de bulunduğu kipsel koşulları, tarihsel geçmişin bilinebilmesi yönünden tanımlanmak ve belirlemektir. Tarihsel geçmiş ve tarihsel şimdiki zaman mantıksal olarak ilişkilidirler. Tarihsel anlamada, elimizde bir özneyi içeren bir şimdiki zaman vardır; bu da, "geçmişle açıkça ilgilenen" 5 S tarihçidir. Bu açık ilgi, tarihçinin, geçmişin kendisi uğruna geçmişe duyduğu sevgi ve merak tarafından harekete geçirilir. 5 6 Tarihteki şimdiki zaman, açıkça "geçmişten günümüze kalanlar" olarak tanımlanan şeylerden oluşur; "bu, bir şeyin, tarihsel ilgi nesnesi olabilmesi yönünden koşuldur." 5 7 Tarihsel şimdiki zamandaki nesneler bir geçmiş duygusu uyandırırlar; bu nesneler, geçmişe göre ilgiden yoksundurlar ve böylesi düşünceleri uyandırma gücüne sahip değillerdir. Tarihsel şimdiki zamanla ilişkili 52 53 54 55 56 57 a.g.e. 24 ve 101 -107 a.g.e. 89. Oakeshott, On History, 2. a.g.e., 27. Oakeshott, "The Activity of Being an Historian", 155. Oakeshott, On History, 27. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10 , ARALİK 1993 DAVID BOUCHER 59 olan bir anlayış biçimini sürdürmek herşeyden daha zordur; çünkü, tarihçinin böylesi biçimsel çeşitlilikler karşısında ilgisi kolayca dağılabilir; o, herhangi bir yerin iskan edilebilirliği ya da herhangi belirli bir eylemin ahlaka uygunluğuna takabilir kafasını. Böylesi düşüncelere tarihsel anlamada yer yoktur; çünkü bunlar, şimdiki zamandaki kılgısal düşünceler tarafından kışkırtılmış, kılgısal bir geçmiş izlenimi uyandırırlar. Kendi amaçlarımızı ve ulamlarımızı gözönüne almadan şimdiki zamanda, onun içindeyken, geçmişle ilgili olarak bir şeyler nasıl yazabiliriz? Deneyimin şimdiki zamandaki deneyim olmasına karşın, bütün deneyimler kılgısal kiple ilişkili değildir. Şimdiki zamandaki kılgısal sorunlarla uzlaşma girişimlerimiz, artık ölü olan bir dünyaya ilişkin sahip olduğumuz kanıtta serimlenenlerden farklı varsayım ve ulamlara dayalı olacaktır. Eyleme ilişkin tözel düşüncelerden ayrılıp, tarih disiplinin kuramsal yanlarına eğilmede, daha öncekiyle ilgili ulamlar daha sonrakine uygulanamaz hale gelir. Tarih uygulanımınm her zaman şimdiki zamanda olmasına karşın, bu herşeyi tarihsel geçmiş ulamı altında varsayıp, sınıflandırır. Tarihsel geçmiş ulamı, kılgısal geçmiş ulamından farklıdır. Herbiri, değişik bir düşünceler dünyasına bağlı olan ulamlardır. Bu yüzden, tarihi yazarken kişi, eleştirinin, lanetlemenin ve kutlamanın kılgısal ulamlarından vazgeçer; bunu, bütün bu yargılarm, kılgısal etkinliğin uyarıcı dünyasında olası ve uygun olduğunu yadsımadan yapar. Tarihçinin işi, söylemin geçmişe ait deyimlerini tarihsel anlama kipine çevirmektir. 58 Böylece, tarihsel geçmiş ulamı altında sınıflandırılan eldeki kanıt, o zamanlar şimdiki zaman olandan artık tarihsel geçmiş olana çevrilir. Bireylerin yaşamları tarih için yaşanmaz; nasıl tözel eylem içine bilimsel olarak anlaşılmak için girmiyorsak, yaptıklarımızı da tarihsel olarak anlaşılabilmek çin yapmayız. Hegel ve Draysen'in görüşünübenimseyen Oakeshott, kılgısal yaşamdaki öncel niyetimizin, olanı, olması gerekene dönüştürmek olduğunu ortaya atar. Yine de, tarihçinin tutumu bir tanığın ya da olayın içindeki bir kişinin tutumuyla aynı değildir. Bu yüzden tarihçinin görevi, kılgısal tarihi yeniden canlandırmak değil, katılımcıların dilini, kuramsal tarih diline çevirmektir. Sonuç olarak Oakeshott, Dilthey, Huizenga ve Collingwood'un, tarihsel anlamanın bir koşulunun, kendilerini tanımak istediğimiz o bireylerin düşüncelerinin yeniden canlandırılması olduğu yolundaki tar59 tışmasını yalanlamaktadır . Oakeshott'a göre, Collingwood'un görüşlerinin tersine, tarihçinin geçmişi hiç varolmamıştır. Tarihteki ve tarih için geçmiş olan olayları, "zamanlarında hiçbir zaman anlaşılmadıkları" biçimde anlamaya çalış58 59 60 M. Oakeshott, "Mr. Carr's First Volume," The Cambridge Journal, 4 (1950 -1951), 348. Oakeshott, "The Activity of Being an Historian" 164; Oakeshott, On Human Conduct, 106; Bakınız, Oakeshott, On History, 80. Oakeshott, "The Activity of Being an Historian", 164. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10 , ARALİK 1993 60 GEÇMİŞİ YARATMAK ma çabasının bir ürünüdür. Oakeshott böylece, E.D. Hirsch, Jr. ve Quentin Skinner gibi entellektüel tarihçiler tarafından ortaya koyulmuş olan, tarihsel anlamanın ancak, edimlerini anlaşılabilir kılmaya çabaladığımız yazar ve aktörlerin niyetlerini 61 geri getirdiğimizde elde edilebileceği yolundaki tezi kabullenmez ; bu nedenledir ki, daha önce de sözettiğim gibi, tarihçiler, yani katılımcı olmayanlar, tarihi yaratırlar. 6 2 Bu argümanı daha açık bir biçimde aydınlatayım. Oakeshott'ın yapısalcı tarih kavramı, yapısı gereği göreceli olsa da, genellikle yirminci yüzyıl'da ABD'de Cari Becker ve Charles Beard ve Avrupa'da Croce gibi yazarlarla bağdaştırılan tarihsel görececilikten ayrılır. Bu, tüm tarihin, belirli bir çağın bakış açısından yazıldığı ve o çağın korkularını, ilgilerini ve kaygılarını yansıttığı yolundaki kuramdır. Örneğin Croce, geçmişin, şimdiki zamanla ilişkili olarak rahatsız bir konumda bulunduğunu ima etmektedir. Şimdiki zaman tarihçi için geçmişten önce geldiği için, tarihçinin araştırmalarına hız veren çağdaş kaygılar, geçmişi her zaman geçmişteki güncelliğinden farkh gösterecektir. Şimdiki zaman geçmişin üzerinde durur ve onu egemenliği altına alır. Bu yüzden, "tüm tarih çağdaş tarihtir." Bu çekişmeyle, tarih yazmanın kaçınılmaz olarak şimdiki zamanla bağıntılı olduğu yolundaki nokta vurgulanmak istenmektedir. Oakeshott için tarih, şimdiki zamana ait kılgısal düşüncelerle, tözel davranışa bağlı olmayan ve ayrı olan kuramsal bir girişim iken, Croce için tarih, tarihçinin şimdiki zamana ait kılgısal arzu ve hırslarıyla sıkıca bağlantılıdır. Tarihsel girişim, şimdiki zamandaki eylemlerce belirlenir ve karşılığında bu eylemleri düzenler. Croce der ki, tarihsel düşünme eylemi bir gereksinimden doğar, bizim belirli arzulanmızca belirlenir, eyleme geçmek ya da kendimizi eylem için donandırmak, böylece kendimizi içinde bulunduğumuz herhangi bir durumu değiştirmek!.,. Hiçbir kılgısal sorun tarafından uyanlmayan ve yönlendirilmeyen tarihler, olsa olsa, sanat yapıtı ya da peri masah olurlardı, ciddi tarih değil. ^ Croce ayrıca, "geçmişin şimdiki zamanda yaşadığını ve geçmişe dönmenin, geçmişin tekbaşma içinde yaşadığı şimdiki zamanı yok etmeyle eşit olacağını" 6 5 söyler. Hem Carl Becker hem de Charles A. Beard, ki bunlar Croce'nin hayranı olduklarını açıkça belirtmişlerdir, Croce'ninkine benzer bir tarihsel görecelik kavramını benimsemişlerdir. Becker, "tarihle ilgili kavramlarımızı büyük ölçüde şimdiki zamandaki gereksinim ve amaçlarımızdan yola çıkarak kurarız, Geçmiş, üzerine 61 62 63 64 65 Oakehott, On History, 64 ve 93. Oakesholt, "History and Social Sciences", 73. Benedetto Croce, Theory and History of Historiography, çev. Douglas Ainslie {London. 1921), 12. Benedetto Croce, My Philosophy, Çev. E. F. Carrit (London. 1949), 198. Croce, Logic, 481. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10 , ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 61 geleceğe ilişkin önsezimizi yönelttiğimiz bir tür ekrandır, ve aslında geçmiş bir film gibidir; biçiminin ve renginin çoğunu bizim korkularımızdan ve isteklerimizden alan bir film", dediğinde Croce'nin görüşüne yankı getirir. Beard, "yazılmış herhangi bir tarih, kaçınılmaz olarak, yazarın yaşadığı zamandaki ve kültürel ortam içindeki düşüncesini yansıtır, " dediğinde bu görüşü destekler. Oakeshott, "tarihteki geçmişin, şimdi zamandan farklı olup, şimdiki zaman üzerine kurulu olmasının şimdiki zaman olduğunu" söylediğinde tüm tarihin, çağdaş tarih olduğu görüşünü onaylar. Croce'den sözederken Oakeshott, Croce, Becker ve Beard tarafından önesürülen görecelik türünden kendisini kesin bir biçimde ayırır. Bu üç düşünür, bir geçmiş bulunduğunu yadsımazlar, ancak bunu "insanın bilgisindeki kökten bir arıza (özür) dan dolayı " 6 8 imişcesine kabullenmek istemezler. Croce için, Oakeshott ve Beard'm görüşlerinin tersine, soruşturma biçimi, şimdiki zamana ait kılgısal kaygılar tarafından değil de, şimdiki zamandaki kanıtlarla ilgili olan belirli bir düşünce biçimini uyandıran tarihsel bir şimdiki zaman tarafından başlatılır; ve de, dünyayı kılgısal ulamlar açısından anlamayı geçici olarak askıya almak ve bu ulamlardan tarihsel sorgulama yönünden önemli olanlarını benimsemek zor olsa bile, ne böyle yapmak ne de başka yollara başvurmadan bu tutumun doğruluğunu, iddia etmek olanaksızdır. Öyleyse, tarih sunulmaz. Tarih, tarih kılgısı yoluyla varılan bir sonuç ya da kazançtır. Bu, tarih, tarihçinin herhangi bir hayâli durumu süsleyip püsleyerek uydurmasına ve bunu tarih diye adlandırmasına açıktır anlamına gelmez. Değindiğim idealistlerin hiçbiri, deneyime ait ilişkiler üzerinde herhangi bir keyfi düzenlemede bulunmanın olası olduğunu düşünmemişlerdir. Aynı şekilde, tarihçi, elindeki kanıt onu nasıl inanmaya zorunlu kılıyorsa öyle değerlendirme yapmak zorundadır. Bu en iyi olarak, bir örnekle açıklanabilir. Bir çocuk öyküleri yazarı olan Enid Blyton'ın yaşam öyküsünü yazmak isteseydim ve Enid Blyton'ın yaşamının bir matematikçinin yaşamı olduğunu iddia etme girişiminde bulunsaydım, tutarlı bir kanıt birliği kurma konusunda, güçlüklerle karşılaşırdım. Kuşkusuz, kitaplarındaki bazı karakterlerin. Noddy, Kocakulak, Josie, Click ve Bun diyelim, karmaşık matematiksel formülleri simgelediklerini tartışabilirdim. Ne kadar tutarlı olsa da, sunduğum kanıtların, aynı yaşamdan alman daha başka kanıtlarla karşılaştırıldığında yalanlanacağından kuşkulanırım. Bir tarih, eldeki bütün kanıtlarla uzlaşmalıdır, aksi halde tarih, kanıtları daha doyurucu bir biçimde içine alıyor görünen ona seçenek bir söylenti ile karşılaştıında hükümsüz kalır. Sorgulama sıra66 67 68 Cari L. Becker, "What Are Historial Facis?" ve Charles A. Beard "Written History as an Act of Faith" TIK'. Philosophy of History in Our Time'da. ed. Hans Meyerhoff (New York, 1959), Î33 ve 143. Oakeshott, Experience and Us Modes, 107. a.g.e., 110 FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10 , ARALIK 1993 62 GEÇMİŞİ YARATMAK sındaki tarihsel tutumla varılan sonuçlara, artık sürmeyen koşulların bir kompozisyonunu ya da belirli bir dizi düzenlemelerini, eldeki kanıtları başka bir biçimde değil de, özel bir biçimde yerleştirme yoluyla çıkarsanarak varılır; bu, varsaymaya 69 bir çağrıdır Buraya kadar, geçmiş düşüncesine, tarihin bir koyutu olarak baktık. Tarih, açık bir biçimde geçmişle ilgilidir ve şimdiki zamandaki kanıtları yalnızca, bunların kendileri artık sürmeyen olaylar olarak ele alman insan eylemlerini ortaya vurmaları yönüyle anlar. Artık, tarihin bir başka koyutunu tanıtmak uygun olacaktır; bu koyutun adı, tarihsel olay düşüncesi, bunun (tarihsel olayın) diğer olaylarla bağlantısı ve olayların tarihsel şimdiki zamanının içinden çıkarsandığı işlemdir. Görünürde ayrı ve soyut olan oluşları kavranabilir kılan şey, bağıntıların kurulmasıdır; karşımıza karışık bir ayrıntı yığını olarak çıkan şeyin, daha öte bir aydınlatma ve açıklama gerektirmeyen akıllıca bir düzene (diziye) dönüşmesidir. Doğal bilimlerde, örneğin, gözlemlenen oluşlar arasındaki ilişkiler, bir mekanizma ilkesi üzerine, ya da nedensellik düşüncesi yoluyla, ya da hatta, bunların genel bir yasaya bağlılıklarına bakılarak kurulabilir. Oysa, tarihte, bağıntıların kurulması, farklı bir düzenin işidir ve, tarihi bir sorgulama biçimi olarak ayırt eden özellikleri oluşturan ilkeler üzerine kurulmuştur. Tarihçinin yüzyüze kaldığı kanıtlar, geçmişteki insan davranışlarının ayakta kalmasıdır; yani, her kayıt, bilinen ya da bilinmeyen kişi ya da kişilerce yerleştirilişlerinin bir izi olarak niteliğini ortaya koyan, şimdiki zamanda varolan bir yapıdır. Bu yüzden, yapılar, kendi yaratılışlarına ait geçmiş edimlerin ayakta kalışlarıdır. Daha önce, idealistler için, hiçbir şeyin yalıtlanmış olarak kalamayacağını görmüştük; böylece, Oakeshott'm görüşüne göre, bu edimlerden her biri, ki bunların izleri sürmektedir, koşulsal bir ilişki içinde kendi türündeki diğerlerinden ayırtedilmeli ve onlarla birleştirilmelidir. Böylece her ayakta kalış, diğerleri ile olan ilişkisi açısından vardır. Bunların otantikliği, karşılıklı sorgulama ile sağlanır; birbirlerini desteklerler ya da kınarlar. Otantikliklerinin ölçütü, sorgulamanın tarihsel kipinin dışında kalan bir geçmiş değildir; bu ölçüt bütün yönlerini ortaya koyan kanıtlar bölümünün tutarlılığıdır. Tutarlılığı 'sarsan' kanıtlar anında gösterilmiş kuşkudur ve otantikle ilgili olarak daha fazla sorgulamayı gerektirir. Çelişme, 70 otantikliği bozar. Ayakta kalışlar, geçmiş zamanların kanıtı olarak ele alınmalıdır. Bunlar içlerinde bulundukları koşullarla ilgili olarak kavrayışı gerektirirler; bu koşullar, katı- 69 70 Oakeshott, On History, 58. a.g.e., 50 FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 63 limcdar olarak bağlı bulundukları deyimler ya da uygulamalardır. Yine de, Oakeshott'a göre, bunlar henüz anlaşılmamışlardır ve, baki kalmış bir edimin karakterinden, artık sürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtlarına dönüşmeyi beklerler. Koşulsal kanıtlardan, oldukları söylenen ancak artık olmayan oluşları çıkarsıyoruz. Burada Oakeshott, Bradley'nin tarihsel olguların "özlerinde sürdükleri ve varoluşları açısından çıkarımsal mantığa bağlı oldukları" yolundaki görüşüne katılır.Bununla birlikte, şimdiye kadar genel hatlarıyla verilen çıkarsama tarzı, "karşılıklı ilişki içinde bulunan oluşlardan ibaret olan açımlanmış koşulsal özdeşlikler" 7 2 kurma çabasından başka bir nitelik taşımaz. Tarihçiler bu anlama düzeyi ile yetinmezler. Koşulsal özdeşlikler, tarihsel olaylara çevrilmeiidirler. Oakeshott'a göre, tarihsel bir olay, kendilerinden önce gelen şeylerin bir sonucu olarak tanımlanan ve görülen oluşların bir birleşimidir. Geçmiş, olayların geçişi açısından görülür; geçmişte oiaylar birbirlerini dengelerler ve belirgin bir biçimde bir zaman ve değişim hareketi içinde birbirlerine bağlıdırlar. Bu yüzden koşulsal bir özdeşlik henüz anlaşılmamış bir şey olarak ele alınacaktır. Tarihçi bu özdeşliği, bir değişim sürekliliğine katkı sağlayan elemanlar olarak belirgin bir biçimde birbirlerine bağlı bulunan bir önertiler sürekliliğini bir araya toplayarak tarihsel bir olaya dönüştürmeye kalkışır. Tarihçi bu etkinliğe kalkışırken, olayları, önertiler ve sonrakiler olarak belirleyen belirgin ilişkiler kurmalıdır. Öyleyse, bu ilişkinin doğası nedir? Oakeshot, ilişkinin "içsel ve yaradılıştan gelen bir ilişki olduğunu ve yalnızca dışsal, rastlantısal ve kazara bir ilişkinin tam tersi olduğunu" belirtir. 7 3 Oakeshott, burada, Hegel tarafından ortaya konmuş, ayrımın izinden girmektedir. Hegel'e göre, tarihi kavrayış, bir "içsel ilişki mantığı" kurma sorunudur ki, bu da, doğanın dışsal ilişkisiyle karşıtlık oluşturur. Nedenler ve sonuçlar, birbirleriyle dışsal olarak ilişkilidirler ve birbirlerinin dışında yeralırlar. Doğadaki, bitip tükenmek bilmeyen bir yineleme, ve dışsal gerekliliğin zorunlu kıldığı ve önceden sezilebilen oluşların sürekli ve döngüsel bir süreci vardır. Oysa tarihte, "Ruh'un alanında", dışsal gereklilikle aynı değerde olan şans ortadan kaldırılmak zorundadır. Daha sonra olanlar, daha önce olanların ve daha önce olanlardan doğanların ışığında anlaşılmalıdır. Değişim, içsel bir mantık yoluyla açıklanmalıdır. Bu değişim önceden sezilemez; çünkü tarihte, doğadakinin tersine, gerçek anlamda yenilik için yeterli bir yer vardır, ancak bu yemlik, dış gerekliliğin değil, "kusursuzluk arzusunun" bir sonucudur. Oakeshott, tarihte, "belirlenmiş bir hedefe doğru ilerleyen ve önceden varsayılan bir gizilgüç 71 72 73 Bradley, "The Presupposition Of Critical History", 17. Oakeshott, On History, 62. a.g.e., 70. Cf. Oakeshott, Experience and Its Modes, 141. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 64 olduğu" eder. GEÇMİŞİ YARATMAK 74 yolundaki düşünceyi benimsemeksizin, Hegel'in vardığı ayrımı kabul O zaman, Oakeshott'a göre, bu içsel ya da yaradılışsal ilişkinin karakteri nedir? Bu ilişki, bir zaman aralığı eksikliğinin dışsal açıklama araçlarının işe karışmasına izin vermediği ve sonradan olanın öncekilerle belirgin bağlantısı açısından ele alınıp yetersiz bulunmadığı yerde, sonradan olan bir şeyin, sonradan olan açısından belirgin olarak tanımlanmasıdır. Bu ilişki, tarihçinin sözlüğünde bazen "neden" sözcüğüyle ifade edilmektedir ki, bu, gerekli ve yeterli koşulları ima etmek ya da belirlemek amacına yönelik değildir; çoğunlukla bu, "kayda değer önertiler anlamında retorik bir ifadeden başka bir şey", değildir. İlişki özde olumsallık niteliği taşır. Oakeshott için, olumsal bir ilişki, her oluşun birbirine hiçbir ara bulunmayacak kadar yakın bir mesafede olduğu bir ortamda bir "temas" sorunudur; ve bu oluşların ortaya koyduğu biçim, anlaşılabilir ve sürekli bir birlik sergiler. Olumsal olarak bağlantılı oluşların aynı çizgi üzerine oturtulmasını Oakeshott şuna benzeterek ele alır: taştan yapılmış bir duvarın taşları birbirine öylesine uymaktadır ki, duvarı ayakta tutmak için dıştan hiçbir desteğe gerek duyulmaz. 7 6 Olumsallık ilişkisini, bir duvardaki taşlardan ayıran şey, zeka sezinlemeleri olarak tanınan çıkarsanmış olayları birbirine bağlayan bir ilişki olmasıdır. Bunların her birinin daha önceden olan için koşulsal olduğu ve bir biçimde de daha sonra olana katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Ancak Oakeshott'ın vurguladığı gibi, süreklilik yalnızca zaman aralıklarının eksikliği değildir: bu, daha önce olanla daha sonra olanın uyumudur (benzeşimidir). Ve anlaşılabilirlik, daha sonra olanın onaylanıp, önertilerin ele alınıp ve bir biçimde onlara yanıt verilerek tanınmasında, ve daha sonra olana yolaçiyormuş gibi daha önce olanın benimsenmesinde yatmaktadır. Kısaca, olumsal ilişkiler kanalıyla anlayış bağlamsaldır; anlaşılması gereken şey ve bunun ne koşullarda anlaşıldığı iki ayrı türde kimlik (aynı bir "yasa" ve onun uygulanış (işleyiş) örnekleri gibi) değildir. Bunlar, kanıtsal ilişkilerinin sorgulanmasında birbirlerini aydınlatan bireysel oluşlardır. Olumsal oluşların sürekliliğinin kanıtsal olarak sağlanması, yönelttiğimiz soruların ışığında kanıtlardan sağlanan bilgileri aktarma yoluyla çıkarsanarak ger74 Hegel, Reason in History, çev. Robert S, Hartman (Indianapolis, 1953), 68 - 70. Ayrıca bak: George Dennis O'Brien, Hegel on Reason and History (Chicago, 1975), 47, 53. Karşılaştır. Hegel, Lectures on the History of Philosophy, 1 - 32. 75 Oakeshott, On History, 83. 76 a.g.e., 90. 77 Oakeshott, On Human Conduct, 105. Ayrıca bak: Oakeshott, "The Activity of Being an Historian". 166. FELSEFE DÜNYASİ, SAYI : 10 , ARALIK 1993 DAVtD BOUCHER 65 çekleşir. Olayları, sonucun önertilerden çıktığı ve belirgin olarak ilişkili olayların bir kurgusunu yapabilmek amacıyla diğer olaylara bağlamak, tarihsel değişim düşüncesini varsayar. Tarihsel değişim, Oakeshott'ın sorguladığı tarihin daha başka bir koyucudur. Oakeshott'ın bu konuda söylediklerinin çoğu, genel olarak idealizmden, özellikle de Hegel ve Bradley'den, ek olarak da birazcık Aristoteles'den kaynaklanmaktadır. Tarihsel değişimin teması, sürekli özdeşlik düşüncesiyle yakından ilişkilidir. Değişen şey, geçirdiği değişimler boyunca aynı özdeşlikte kalacaksa bir süreklilik taşımalıdır. Değişimde olduğu görülen özdeşliğin çeşitli evreler boyunca sürekli olması gerekmektedir. Yoksa, bir dizi soyut ve bağlantısız anla başbaşa kalırdık. Öyleyse, tarih, idealistlerin "çeşitlilik içinde birlik", ya da "farklılığın içindeki özdeşlik", dedikleri şeyi dile getirir. Örneğin, Hegel, özdeşliğin, değişimin her anında kendisini yansıtan, aynı zamanda da, yansıtılan benlikten ayrıcalık gösteren şey olduğu düşüncesindedir. Birlik, bütünsel bir bağlantılık nedeniyle sağlanmaktadır. Başka bir deyişle, bu aynı bir insanda algıladığımız şeydir: kişi çocukluğu, gençliği ve erişkinliği boyunca sürekli bir özdeşliğe sahiptir, ancak bir hayli değişir de. 7 8 Özdeşlik ve farklılık kavramları, idealist düşüncede yakından bağlantılıdır. lar. Örneğin Green, "anımsamalıdır ki, özdeşliğin doğrulanması, farklılık ya da değişimi kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda onları ima eder," der ra Oakeshott da bu görüşe katılarak şunu ortaya atar: "Özdeşlik, eğer bir şeyin (nesnenin) doğasına ait ise, bu onun farklılıklarında ve değişimlerinde aranmalıdır, onların ötesinde değil; özdeşlik, değişim ve farklılıkları yadsımaktan çok uzaktır, onları ima eder ve birleştirir" 8 0 . Hem Hegel, hem de Bradley'e göre, özdeşliğin belirlenmesi yalnızca temel bir farklılık sayesinde olabiKr, ve farklılık yargısına da temel bir özdeşlik yoluyla varılabilir. Karşılaştırılan şeyler, karşılaştınlabilir olmalıdırlar; yoksa, varılan sonucun hiçbir dayanak noktası olmayacaktır. Ayağımın bir ağaçtan farklı olduğunu söylemek, anlamsız bir karşılaştırma yapmaktır, çünkü karşılaştırılanların ortak yanlan öylesine azdır ki, özler (varlıklar) hiçbir düşünce bağlantısını çağrıştırmazlar. Bu yüzden, farklılıklar, herhangi bir belirgin özdeşlikçe açıklanmayan "önemsiz farklılıklardır" 8 1 . "Aynılığın başkalıkla aynı anda varolabileceği" yolundaki düşünce, Bradley'nin "Ayırdedilemezlerin özdeşliği" dediği şeydir ve bu özdeşlik tüm fark- 78 79 80 81 Hegel, Logic, Çev. William Wallace (Oxford, 1874), 183 -193. T.H. Green, Works (London, 1888), 111 - 225. Oakeshott, Experience and Its Modes, 65, John Grier Hibben, Hegel's Logic: An Essay on Interpretation (New York, 1902), 151 - 152. ve 299: Bradley, Collected Essays, 640 - 641; Bradley, Principles of Logic (London, 1883), 131 ve 266. FELSEFE DÜNYASİ, SAYI : 10 , ARALIK 1993 66 GEÇMİŞİ YARATMAK lılık boyunca, idealisierte "somut evrensel" birlik" oluşturur. olarak adlandırdıkları "gerçek bir Öyleyse, değişim düşüncesinde bir paradoks yatmaktadır: değişimin ortaya çıkması için farklılık olmalıdır; ve özdeşliğin sürekliliğini koruması için de aynılık olmalıdır, ya da Oakeshott'ın belirttiği gibi, "bu, aynılaşma kavramıyla karışmış olan, başkalaşma kavramıdır" 8 3 . Söz konusu soru(n), daha başka açıklama gereği duymayan tarihsel bir varlığın, kendi basma tamamlanmış bir açıklamasını yapmak için, tanımlanmak ihtiyacı içinde olanın ne olduğudur. Oakeshott, değişim boyunca, bir ya da bir kaç tutarlı ve değişmez öğeyi içine alan aynılığı kavramanın zorluğuna değinir. Birliği oluşturan ilişki, sabit ve otantik bir özün "yalnızca zihinde tutulmasının tanımlanmasından çok daha karmaşıktır", çünkü "tamamıyla tarihsel olaylardan ve o olayların bağlarından oluşan bir geçmiş, tamamıyle değişimden oluşan bir geçmiştir :öylesine değiştirilmemiş bir özdeşliğin açıkça içinden çıkarılıp atıldığı bir geçmiştir" . Oakeshott, farkında olmadan, ilgili özdeşliği örneklemek için Bradley'nin kullandığı örneğin aynısını kullanır. Sir John Cutler'in ipek çorapları sürekli olarak yün iplikle öylesine bir onarılmışlardır ki, üzerlerinde hiç ipek iplik kalmamıştır, işte sorun bunların aynı çift çoraplar mı, yoksa yenileri mi olduğudur. Değişen varlığın özdeşliği, onu gören kişinin bakışında gizlidir. İpek çorapların başına gelenler, onun bünyesinde değişmeyen öz olarak herhangi bir şeyin belirlenmesine olanak tanımaz, yine de başkalık içinde birlik sağlanacaksa, başkalık içinde belirli bir aynılık gözönünde bulundurulmalıdır. Özdeşlik ve farklılık, tarihsel anlama içinde çözümlenemez86 Tarihçi, kendisine ona bir birlik kurma konusunda yetki veren şeyin ne olduğuna ilişkin köktenci soruyu sormaz; bir özdeşliği birlikte tutan bazı bağların olduğunu varsayar; birliği sağlamak için, en az ne kadar aynılığın varolması gerektiği sorusunu sormaz. Ancak, bu çok güç olsa bile, hatta olanaksız bile olsa, değişim boyunca bir şeyin nasıl aynı kaldığını açıklamak için, tarihin bir araştırma kipi olarak başlayabileceği zamandan bile önce bu temel birliğin varolduğu yolunda bir önvarsayımda bulunmak gerekir. Bradley'nin önesürdüğü gibi, "eğer o özdeşliğin farklı bağlamlar boyunca varlığını sürdürdüğünü farketmezseniz, dünyayı kavrama yolunda ileriye doğru bir adım atamazsınız." 8 7 82 83 84 85 86 87 Bradley, Appearance and Reality, 307 ve 107. Oakeshott, On History, 98. Oakeshott, Experience and Its Modes, 65; Oakeshott, On History, 99. Bradley, Appearance and Reality, 63; Oakeshott, On History, 114 -115. Oakeshott, Experience, and Us Modes, 124. Bradley, Appearance and Reality, 307. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993 DAVID BOUCHER 67 Hem Bradley hem Oakeshott, somut evrensel kavramını örneklemek amacıy8S la "karakter" düşüncesini kullanırlar Karakter düşüncesi, tarihsel bir bireye özdeşlik veren farklılık içindeki gerekli aynılığı sağlama konusunda, tarihçiye yardımcı olur. Bir karakter, tek bir birlik içinde kenetlenen tutum ve eylemlerin tüm erimini sarn'.alayan karakter özelliklerinin bir kompozisyonudur. Bu yüzden, bir kişinin çeşitli karakter özellikleri olacaktır; bu karakter özelliklerinin tümü her eylemde varolmazlar, bunlar farklı kip ve farklı durumlarda ortaya çıkan çeşitli değişimlerdir. Aynı kişi, herhangi bir kişiyle birlikteyken utangaç ve içe dönük görünürken, bir başka kişinin yanında konuşkan ve çekici olabilir. Bir kişinin çeşitlilik içindeki birliğinin tanımlanması, eğer bu tanımlama davramşlardaki bu uç noktalar içine alamazsa hiçbir biçimde yeterli olamaz. Bu nedenle, tarihsel bireyin, karakter özellikleri yönünden sınırlama getiren bir karakteri olacakta. Yine de, tarihsel araştırmada bulunan değişimin tam olarak doğasını ve değişimin üzerinde yapılandığı ilkeyi belirlemek gerekiyor. Birbirleriyle belirgin bir biçimde bağlantılı olan olaylar arasındaki ilişkinin, bir olumsallık ilişkisi olduğu daha önce belirtilmişti. Olayların bir araya toplanmasının özdeşliği, ki bu değişimin geçişleri olarak anlaşılmaktadır, aslında bu özdeşliğin sergilendiği "doğasından gelen sürekliliktir"89 Süreklilik, değişimin üzerinde kurulduğu ilkedir. Oakeshott, burada Aristoteles'in Physics'ine borçlu olduğunun bilincindedir. Aristoteles'e göre, özdeşliğin, tanımlanan o birliğin, parçalarının tamlığında varlığını sürdürdüğü söylenmektedir: "bu birlik, birbirleriyle iletişim içinde olduklarında, kendilerini bir bütün yapma amacını taşıma eğiliminde olan şeylerde bulunur" Oakeshott yine de, Bradley'nin, tamlılık düşüncesini uygulayıp, geliştirdiğinden sözetmez 9l Bradley için, özdeşlik, "dış bir bağlantının herhangi bir noktasında dışarıdan bir müdahale olmaksızın"92 bütünü oluşturan tamlı parçaların bir sürekliliğidir. Bu da Oakeshott'ın kabullendiği bir görüştür. Süreklilik, kanıtlarda bulunan bir şey değildir; tarihçinin, birbirleriyle olumsal olarak ilişkili olan olaylar arasında bir bir93 lik kurmasını sağlayan" yapısal bir önvarsayımdır" Öyleyse tarih, "içinde hiçbir 94 eksikliğe izin verilmeyen" "içsel olarak ilişkili" olayların yapılanmasıdır. 88 89 90 91 92 93 94 M. Oakeshott, "The Idea of 'Character' in the Interpretation of Modern Politics" (1954 yılında bir P.S.A.. toplantısında sunulan yayımlanmamış çalışması); Ayrıca bakınız Oakeshott, Experience and Its Modes, 65, 120, 122; Oakeshott, "The Activity of Beaing an Historian", 151. karşılaştır, Bradley, Appearance and Reality, 63. Oakeshott, On History, 112. Karşılaştır, Oakeshott, Experience and Its Modes, 121 -125. Aristotle, Phisics, V, 227a. Oakeshott, On History, 113'ten almtilanmıştır. Ayrıca bakınız Aristotle, Metaphysics, X. 1069a, 5 ve Aristotle, De Animalibia Histork, VTfl, 1. 588 b. Bakınız örneğin, Bradley, Collected Essays, 188 - 189, 210 - 211, 231 - 235, 263 - 264, 272-275 ve 383 384. Bradley, Essays on Truth and Reality, 362. Oakeshott, Experience and Us Modes, 144. a.g.e., 143. FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 1 0 , ARALIK 1993 68 GEÇMİŞİ YARATMAK Tarihçi, sınırları belirler ve bireylerin özdeşliğini saptar. Tarihsel birey, bir insan, bir kavram, bir kurum, bir savaş, bir din olabilir; ya da çeşitlilik boyunca belirli bir aynılık gösteren insan zekası sergilemeleri olarak nitelendirilen herhangi bir şey olabilir. Kuşkusuz, idealistler için özdeşliklerin belirlenmesi, deneyimi bir bütün olarak "değiştiren" bir "soyutlama" eylemidir. Saptanan özdeşlikler ve farklılıklar, tutuklanmış bir düşüncenin ürünüdürler. Tarihsel birey, tarihin bir önsanısıdır ve bu sanı, göreceli süreklilik ve göreceli süreksizlik ilkeleri üzerine kurulur. Tarihçi, etrafında olup biten herşeyden soyutlanmış bir birlik oluşturuyormuş gibi görünen karakter özelliklerinden bir yapı kurar. Bu birlik, "neredeyse farkedilmeden çevresinin içinde eriyene" 9 5 değin sürer. Burada, tarihçi için, sürekliliğe ve birbirleriyle olumsal olarak bağıntılı olayların birlikteliğine son verilmiş olur. Sonuçta, tarihteki bütün başlangıçlar ve sonlar yapaydır> b.elirlenmişlerdir. Bir insanın tarihini yazmak bile, iş değişim boyunca bir özdeşlik saptamaya gelince pek kolay olmaz. Doğum ve ölüm, içinde bir insanın özdeşliğinin sağlandığı mutlak kesişim noktaları değildir. Daha önce neler olduğu ve bunların o insanın varlığına ne gibi katkıda bulunduğu, ve sonra neler olacağı ve varlığmnrn olacaklara nasıl katkıda bulunacağı, o kişinin yaşamı ve önemine daha fazla değer veren — bu tartışılabilir- daha açıklayıcı başvuru noktalandır. Özetle, tarih, koyutlar üzerine kurulmuş ve kendine uygun sonuçlar üretebilme yetisi olan bir etkinliktir. Tarihin karakteri, başka anlama kiplerine uygun olan sonuçların araya girmesiyle uzlaştırılabilecek bir yetiden yoksundur. Tarihsel geçmiş, diğer herhangi bir geçmişten farklıdır; ve içinde, her insan yapısının, kendisi artık varlığını sürdürmeyen bir geçmişin koşulsal kanıtı haline dönüşen bir edimin bitişi olarak kabullenildiği bu geçmiş, tarihsel şimdiki zamana başvurularak idealizminin vardığı sonuçlara sıkıca bağlı olduğunu gösterdik. Kendisinin Bradley'den çok şeyler öğrendiği ortadadır. Aslında, Oakeshott söylemeye çalıştıklarının çoğunda, özellikle de, tutarlılık, süreklilik ve farklılık içinde özdeşlikle ilgili olanlarda, doğrudan Bradley'den esinlenmiştir ve bunlar CoUingwood'un yaşayan bir geçmişin yeniden canlandırılması konusundaki düşüncelerine ya da gelecekteki olaylara zemin oluşturması, kipsel olarak tarihi ilgilendirmez; bu geçmiş, insanın kendisini davranışla ilgili düşüncelere daldırma eğiliminin bir çıkış noktası bulduğu ve tözel olan, bir kılgısal işler dünyasına aittir. Oakeshott'rn, kendi tarih görüşünün tarihçilerce kabul edilmesini ya da tarihçiler için kabul edilebilir bulunmasını beklemediği vurgulamanmalıdır. Oakeshott, tarih dünyasının içinde, tarihçinin ilgilendiği konuya ilişkin kendi düşüncesinin en üstün düşünce olduğunu onaylar. Oysa fizolof, zaten anlaşılmış olan bir şeyi değişik bir biçimde anlar. Bu bakış açısıyla, tarihçinin, tarihin karakteri üzerine kendi düşüncelerinin eleştirilmesinin ötesinde bir otantikliğinin olmasını bırakın, bunların bir tarihçinin kendi etkinliği üzerindeki düşünceleri olduğu olgusu bile kuşku yaratır (96). 95 96 a.g.e,, 123. a.g.e., 88. Oakeshott, kendi düşüncelerini bu tarihçüerinkinden ayırır. Aynı eser, 106 - 10? ve On FELSEFE DÜNYASI, SAYI : 10, ARALIK 1993