abbasiler`in kuruluş döneminde abbasiyyun

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ
ANABİLİM DALI
ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE
ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ
Yüksek Lisans Tezi
Yusuf KOÇAK
Ankara-2014
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ
ANABİLİM DALI
ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE
ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ
Yüksek Lisans Tezi
Yusuf KOÇAK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Hasan ONAT
Ankara-2014
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ
ANABİLİM DALI
ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE
ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı:
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
........................................
....................................................................
.........................................
....................................................................
.........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural
ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları
andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan
ederim.(……/……/20…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
………………………………………
İmzası
……………………………………..
ÖNSÖZ
Böyle bir konuyu çalışmamızın gerekçesi Şiilikle ilgili pek çok
tartışmada Emevi iktidarına karşı muhalefette olan Haşimoğullarıyla ilgili
gelişmeler Şiilikle özdeş algılanabiliyor. Oysa hicri birinci asırdaki tüm olay ve
olguları doğru anlaya bilmek için önce Emevi-Haşimi çekişmesini ana hatları
ile değerlendirip, ondan sonra bu çekişmenin içerisinde Haşimi kanadın rolünü
ortaya koymaya çalıştık. Haşimi kanat içinde Alioğulları ile Abbasoğullarının
ayrımı ne zaman ortaya çıktı. Bunun tespiti Mezhepler Tarihi açısından hicri
birinci asrın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Amacımız Alioğulları
ile Abbasoğulları arasındaki farklılaşmanın ne zaman ortaya çıktığının
tespitidir.
Emevilere karşı Haşimi muhalefet Alioğulları veya Abbasoğulları
adına yürütülen bir muhalefet değildir. O, Haşimilerin tümünü kucaklayan bir
muhalefet idi. Burada doğrudan Hz. Ali’nin çocuklarının öne çıkıp çıkmadığı,
belki bir Hz. Hüseyin olabilir, ancak ondan sonra da Muhamme b. Ali elHanefiyye öne çıkması bir tesadüf müdür. Muhamme b. Ali el-Hanefiyye’den
sonra onun oğlu Ebu Haşim’in bir takım haklarını Abbasilere devrettiği ile
ilgili iddialar tesadüf müdür. Yani olup bitenler büyük ölçüde Haşimilerin
kendi iç meselesi mi yoksa gerçekten Şiilik var mı yok mu bu tür bir takım
sorulara karşı Abbasiyyun- Talibiyyun ayrımının ne zaman başladığının tespiti
özel bir önem taşımaktadır.
Bu tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen ve beni teşvik eden
Hocam Prof. Dr. Hasan ONAT’a teşekkürü bir borç bilirim. Tezin proje
aşamasından itibaren değerli katkılarda bulunan Prof. Dr. Sönmez KUTLU’ya
I
teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca kaynak temininde yardımlarını esirgemeyen,
tezin okunması ve tashihlerin yapılmasında emeği geçen Prof. Dr. Mehmet
ATALAN’a müteşekkirim.
Ankara 2014
Yusuf KOÇAK
II
İçindekiler
Önsöz ......................................................................................................................... .I
Kısaltmalar ................................................................................................................V
Giriş ............................................................................................................................... I
1. METOT VE KAYNAKLAR ............................................................................ 1
1.1.Metot ............................................................................................................... 1
1.2.Kaynaklar ........................................................................................................ 3
2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ ............................................................. 6
3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ ......................................................... 9
4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ............................................................................. 14
I. BÖLÜM .................................................................................................................. 20
HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI ............................................................ 20
1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ............................................. 20
1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI............................................ 24
1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ ELHANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM ........................................................................ 29
II.BÖLÜM .................................................................................................................. 38
İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ
................................................................................................................................ 38
2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE
DEVRETMESİ ................................................................................................... 38
2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU42
2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI ................................................................................. 46
2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI ......................................................................... 52
2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER ................................................. 53
2.5.1.Abdullah b. Muaviye .............................................................................. 53
III
2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme ................................................................... 56
III. BÖLÜM ............................................................................................................... 65
İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI
MÜCADELESİ ..................................................................................................... 65
3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ
HAKLARI OLARAK GÖRMESİ ...................................................................... 65
3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI:
HASANOĞULLARI .......................................................................................... 74
3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı ................................................ 74
3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı .................................................................... 86
3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI:
HÜSEYİNOĞULLARI ...................................................................................... 89
3.3.1. Ca’fer es-Sadık ...................................................................................... 90
3.3.2. Musa Kâzım .......................................................................................... 93
3.3.3. Ali er-Rızâ ............................................................................................. 96
SONUÇ ...................................................................................................................... 98
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 102
IV
KISALTMALAR
a. mlf.
: Aynı Müellif
ark.
: Arkadaşları
AÜİFD.
: Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi
AÜSBE
: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
b.
: Bin
bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt
CÜİFD
: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
çev.
: Çeviren
DEÜİFD
: Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
EÜSBE
: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
FÜİFD
: Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Hz.
: Hazreti
krş.
: Karşılaştırınız
MEBİA
: Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
MÜİFV
: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
OMÜİFD
: On dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
s.
: Sahife
sy.
: Sayı
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı
trz.
: Tarihsiz
tsh.
: Tashih
thk.
: Tahkik
vd.
: Ve devamı
V
Giriş
1. METOT VE KAYNAKLAR
1.1.Metot
Mezhepler, belli bir zaman diliminde, belli bir coğrafyada belli bir
toplumda ortaya çıkan, kitlesi, edebiyatı ve farklı bir din anlayışı olan dini ve
siyasi oluşumlardır. Bu farklı oluşumların kurumsallaşması neticesinde oraya
çıkan mezhepler, aslında dinin anlaşılma biçimleridir.1 Yani mezhep, bazı
siyasi, içtimai ve iktisadi olayların neticesinde kurucusu ve taraftarları ile
birlikte tezahür eden dini ve fikri bir harekettir. Böyle bir hareketin
oluşmasında etkili olan sosyo-politik ve içtimai şartlar bulunmaktadır. Bu
şartları bilmeden, bir mezhebin görüşlerini, ona bağlı olan kişilerin
davranışlarını sağlıklı bir şekilde anlamak mümkün değildir. Yani bir kişinin
veya bir mezhebin fikir ve görüşleri siyasi, içtimai ve tarihi olaylardan ayırt
edilemez.2 Her mezhep farklı coğrafyalarda, farklı şartlar altında orta çıktığı
için, onu doğup geliştiği şartlardan bağımsız bir şekilde ele alamayız.
Aldığımız takdirde sağlıklı sonuçlara ulaşamayız.
Her mezhep, ortaya çıktıktan sonra, tarihi akış içerisinde, doğası gereği
bir değişime uğramıştır. Bu nedenle günümüzdeki mezhebi oluşumları iyi
anlayabilmek için, onların tarihi köklerine inmek lazım. Biz de bu
çalışmamızda, Şiiliği daha iyi anlayabilmek için, erken dönem diyebileceğimiz
hicri II. asırda vukuu bulan Abbasiler ile Talibilerin siyasi mücadelesini
1
Hasan Onat, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi
Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi yayınları, Ankara 2002, s.236.
2
Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.
Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011, “Önsöz”, s.XXII.
1
incelemeye çalışacağız. Peki mezhepleri incelerken, onların siyasi olaylar
karşısındaki tutumu neden önemlidir? Yukarıda da değindiğimiz gibi, her
mezhep farklı şartlar altında ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla o şartların bilinmesi
ve iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
Bu çalışmamızda genelde Talibilerin özelde ise Alioğullarının, sonraları
ise Şia diye adlandırılan mezhebin teşekkül sürecinin ilk aşamalarını
inceleyeceğiz. Şia ve Haricilik gibi mezhepler siyasi nedenlerden dolayı
meydana gelmiş oluşumlardır. Bunlar zaman içerisinde ise itikadileşmiştir.3 Bu
şekilde dini bir hüviyete bürünmüşlerdir. Dini bir yapıya bürünmek, taraftar
bulmak açısından her zaman etkili bir yöntem olmuştur. Ayrıca kendi
taraftarları açısından da dine dayanmak, onlarda bir manevi huzur
sağlamaktadır.
Mezhepler Tarihi araştırmalarında “Deskriptif (betimleyici) metot” esas
alınmalıdır. Kişi, görüş ve mezheplerin araştırılmasında tarihi materyalleri
anlamaya yönelik erken dönem literatürünün taranması gerekmektedir. Ancak
bunun için önyargılardan uzak ve tarafsız bir bakış açısını yakalamış olmak
lazım. Çünkü sağlıklı bir çalışma ortaya koyabilmek için, “fikirlerin ne zaman,
hangi şartlarda, nerede ortaya çıktıklarını ve kimler tarafından nerelerde
benimsendiğini tarafsız bir gözle ve ilmi araştırma esasları doğrultusunda”4
değerlendirilmesi gerekmektedir.
3
Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, s.331-348.
Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yayınları, Ankara
2010, s.27.
4
2
Araştırmamızla ilgili birçok farklı ve bir birine zıt rivayetler vardır.
Tarihi süreç içerisinde bu rivayetleri “fikir-hadise irtibatı”5 çerçevesinde
değerlendirmeye çalıştık. Bu metot sayesinde, rivayetlerde bir iç tenkit yaparak
“menkulde makulü” tercih etme çabası içerisinde olduk.
1.2.Kaynaklar
İslam Mezhepleri Tarihi alanındaki çalışmalarda müracaat edilecek en
önemli kaynaklar Makalat ve Fırak eserleridir. Ayrıca Ensab, genel tarih
kitapları ve edebiyat kitapları da başvurduğumuz belli başlı temel kaynaklardır.
Yine erken dönem Şiilik konusunda bilgi veren Eş’ari’nin Makalatu’lİslamiyyin,6 Bağdadi’nin Mezhepler Arasındaki Farklar,7 Şehristani’nin elMilel ve’n-Nihal8 adlı eserlerinden faydalandık.
Mezhepler Tarihinin kaynaklarından biri de tarih kitaplarıdır. Bu tarih
kitaplarının başında hiç şüphesiz en kapsamlı ve detaylı olan Taberî’nin
Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk’9u gelmektedir. Tarihî çalışmalarda temel kaynak
olan bu eserin, çalışmamız açısından taşıdığı önem açıktır. Araştırmamız
boyunca birçok olayın özetini, bu kaynağı temel alarak yaptık. Özellikle
Emevî-Hâşimî çekişmesi, Alioğulları ve Abbâsoğulları çekişmesi tespitinde bu
eserdeki bilgilere başvurarak faydalandık. Ayrıca Taberî’nin Târîh’ini esas
5
Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela Şîa ve Teşeyyu’
kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî
Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara 1993, s.12-20.
6
Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl el-Eş’arî (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn,
thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II Beyrut 1990.
7
Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.
Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011.
8
Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristânî (548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-II, Beyrut
1993.
9
Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (310/922), Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk, thk.
Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119.
3
alan ve onunla büyük benzerlikler taşıyan İbnu’l-Esir’in el-Kâmil fi’t-Târîh’i10
de Taberî’nin eseriyle birlikte mütalaa edilmiş, birçok siyasî ve tarihî olayın
tespitinde kullanılmıştır.
Abbasoğulları ile Alioğulları’nın çekişmesi ile ilgili rivayetler için
Dineveri’nin Ahbaru’t-Tivâl’ı,11 Ya’kubi’nin Tarih’i,12 Ebu’l-Ferec elİsfahânî’nin
Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn13
ve Mes’udi’nin
Murucu’z-Zeheb’i14
faydalandığımız diğer eserlerden bazılarıdır. Emevî-Hâşimî çekişmesine, Şiî
düşüncenin Emevîler ve Abbâsîler üzerindeki etkilere yer vermiştir. İbn
Kuteybe’ye atfedilen Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse15 adlı eserden, AlioğullarıAbbâsoğulları çekişmesi ile ilgili bazı rivayetler konusunda önemlidir.
Abbasoğulları ile Alioğulları arasındaki ilişkiler hakkında bilgi veren en
önemli eser, müellifi meçhul olan Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye’dir.16 Eserde
Abbâsoğulları ve Alioğulları ilişkileri ile ilgili orijinal bilgiler mevcuttur ve
Abbâsoğullarını
Ebû
Hâşim’in
vasîyetine
bağlılığı
açıklanmaktadır.
Hâşimiyye’nin Kûfe’deki Zeyd b. Ali ve Horasan’daki Yahya b. Zeyd
isyanlarına karşı tepkisi hakkında detaylı bilgiler içermektedir.
Emevîler, Abbâsîler ve Alioğulları’nın şecere ve nesilleri hakkında
bilgilerin mevcut olduğu ve dönemi isyanlarından da zaman zaman bahseden
10
Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdülkerim b. el-Esîr(630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, I-X, Beyrut
1987.
11
Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife ed-Dineverî (282/895), Ahbâru’t-Tivâl, thk. Abdülminim Âmir ve
Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960.
12
Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb el-Ya’kûbî (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut
1960.
13
Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. esSeyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966.
14
Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdî (346/957), Murucu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk.
Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire 1964.
15
Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim b. Kuteybe(276/889), Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse, thk.
Tahâ Muhammed el-Zeyni, I-II, Kahire 1967.
16
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk. Abdulaziz ed-Dûrî ve
Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971.
4
Belâzurî’nin Ensâbu’l-Eşrâf’ı17 tarihî olaylar ve özellikle Abbâsîler hakkında,
diğer kaynaklarda bulunmayan birçok detaylı bilgiyi ihtiva etmektedir.
Hadiseleri inceleyip onlara esas teşkil eden rivayetleri alıp, içtimaî ve iktisâdî
amiller üzerinde duran Belâzurî’nin bu eseri, Peygamber dönemi ve sonrası
dönemlerle ilgili bilgileri ihtiva etmektedir. Ali b. Ebî Tâlib’in nesli, Hasan ve
oğulları, Hüseyin ve oğullarından bahsederken bu eserden geniş bir şekilde
istifade ettik. Eser, bu yönüyle çalışmamız açısından önem taşımaktadır.
Çalışmamızda çağdaş araştırmalardan da faydalanmaya çalıştık.
Bunlardan Hasan Onat’ın Emeviler Devri Şiî Hareketleri,18 Mehmet Ali
Büyükkara’nın İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları,19 Mehmet Atalan’ın
Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri20 gibi Mezhepler Tarihi
alanında istifade ettiğimiz eserlerdir. Ayrıca Nahide Bozkurt’un Oluşum
Sürecinde Abbasi İhtilali,21 İbrahim Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri,22 Cem
Zorlu’nun Dini ve Siyasi İsyanlar23 adlı eserlerinden ve Cemil Hakyemez’in,
“Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları veya Şiî Tehdidi”24 adlı makalesinden
faydalandık.
17
Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî(279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Kısım, thk., Muhammed Hamidullah,
Kahire 1959; II. Kısım, thk., Muhammed Bâkır, Beyrut 1974; III. Kısım, thk. Abdulazîz ed-Dûrî,
Beyrut 1978; IV. Kısım, thk., İhsân Abbâs, Beyrut 1979; V. Kısım, thk. S.D.F. Goıtein, Kudüs
1936; VI. Kısım, thk., Süheyl Zekkâr, Riyad ez-Ziriklî, Beyrut 1996.
18
Hasan Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 1993.
19
Mehmet Ali Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999.
20
Mehmet Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, Araştırma Yayınları,
Ankara 2005.
21
Nahide Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000.
22
İbrahim Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yayınları,
Ankara 2011.
23
Cem Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001.
24
Cemil Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007),
c. IV, sy. I.
5
2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ
İnsanlık tarihinden itibaren, her coğrafyanın ve her milletin kendine
özgü bazı özellikleri vardır. Kimi toplumlar ataerkil, kimi toplumlar ise
anaerkil sistem üzerine kurulmuştur. Arap yarımadasında benimsenen ataerkil
sistem, beraberinde birçok “dogmayı” getirmiştir. Bunlardan biri, belki de en
önemlisi kabilecilik idi. Kabile reisinin söylediğine itiraz edilemezdi, çünkü
onun söylediği ve uyguladığı her şey kanun niteliğindeydi. Başka bir ifadeyle
günümüz siyasi kavramlarıyla konuşacak olursak yasama, yürütme ve yargı
onun elindeydi. Kabile reisinin erkek olma şartı ise, ister istemez o toplumu
savaşçı bir millet yapmaktaydı.
Kabile düzeninin temeli “asabiyete” dayanmaktadır. Asabiyeti doğuran
temel etken ise mahrumiyettir.25 Bedevi hayatın kaçınılmaz bir faktörü olan
mahrumiyet yerleşik olmayan bir hayat sisteminde varlığı zorunludur. Yerleşik
hayat sisteminde bir insanın başına gelebilecek tehlikelere karşı onu koruyan
kanunlar, polis teşkilatı, askerler vs. vardır. Ancak bedevilikte durum bundan
farklıdır. Orada her türlü tehlikelere karşı tek başına mücadele etmen
gerekmektedir. Bu durum da zor olduğu için bedeviler her türlü tehlikeye karşı
birlikte hareket etmek durumunda kalmışlardır. Örneğin İslam öncesinde
Araplarda her bir birey, her meselede kendi kabilesini, ister haklı veya haksız
olsun, korumak ve savunmak zorundaydı. Bu yükümlülük hiç şüphesiz önce
kendine düşmektedir. Ancak kendi gücü yetmediği yerde bütün kabile devreye
25
İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, I, s.350;
Ayrıca bkz. Akif Kayapınar, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir
Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.92.
6
girmektedir.26 Aynı kabileye mensup kişilerin kendi mal ve mülklerini
korumakta birleştikleri gibi, başkalarının mal ve mülklerini zapt etmekte de
birlik ve beraberliği sağlamak zorundaydılar.27 Görüldüğü gibi, kan akrabalığı,
kabile yapısında birleştirici bir rol oynamaktadır.28
Kabile içi bir çekişmede, nesep bakımından bir birine yakın olan
kabileler, uzak olan kabilelere karşı birleşirlerdi.29 Yani bu insanlar yeri
geldiğinde çerçeveyi daraltıyor, ancak gene kabilecilik zihniyetiyle hareket
ediyorlardı. Rakipler değişebiliyor, ama zihniyet devam ediyordu. Tezimizin
konusunu oluşturan Alioğulları ile Abbasoğullarının Emevilere karşı birlikte
giriştikleri mücadelenin meşruiyetini, bu akrabalık ve kabilecilik anlayışından
almaktaydı.30
Kabile asabiyeti, Hilafet kurumu gibi, dönemin en önemli siyasî
kurumların başında gelen bir mekanizmanın üzerinde ciddi baskı ettiğini
görmekteyiz. Bunun sebebi ise asabiyetin gayesinin mülk olmasıdır.31 Bu
minvalde bakıldığında hilafetin saltanata dönüştürülmesi bunun en somut
örneklerinden biridir. Yönetim kurumlarını ele geçiren bir kabile, bir başka
kabileye mensup olan birini halife olarak görmek istemezdi. Bu mekanizmayı
değiştirmek isteyen kişi veya kişiler, bunun başaramadıkları durumda bedelini
ağır ödemişlerdir.
26
Carl Brockelmann, Geschichte der islamischen Völker und Staaten, R. Oldenbourg Verlag,
Münih ve Berlin 1943, s.4.
27
Ahmet Ateş, "Asabiyet", MEBİA, I, s.663.
28
Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİFV Yayınları, İstanbul
1995, I, s.49; İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335.
29
Corci Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, Dersaadet, 1328-1330 (19101912) VI, s.21-22.
30
Bkz. Kutlu, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde Semerelendirilmesi” İslamiyat
(2000), cilt III, sy.III, s.111.
31
İbn Haldun, Mukaddime, I, s.351.
7
Araplarda, kabileler arasındaki kan davalarının önemli bir yeri vardı.
İntikam konusunda hassastılar. Bir kabileden bir kişi öldürüldüğü takdirde, o
kabile mensupları karşı taraftan, öldürülen kişiye denk birini öldürmeden veya
diyetini almadan huzur bulamazlardı. Hatta intikamını almadığı sürece zırhını
çıkarmamaya, başına koku sürmemeye, şarap içmemeye ve kadınlara
yaklaşmamaya yemin ederlerdi.32
Bütün bunların yanında kabile asabiyetinin “hilf” (antlaşma, ittifak) ve
“civar” (resmi koruma güvencesi) gibi yönleri de vardı.33 Yani hâlif (müttefik
olan kişi veya kişiler) ve car (güven altındaki kişi veya kişiler) statüsünde ki
kişiler, diğer kabilenin bir üyesi gibi muamele görürlerdi. 34 Görüldüğü gibi kan
bağı35 ve antlaşmalar mukaddes görüldüğü gibi civar (resmi koruma) hukukuna
da önem gösterilmiştir. Bazen bu hukuka riayet ettikleri için iki yakın
akrabanın arası bile açıla biliyordu. Abdülmuttalib ile Harb b. Ümeyye buna
somut bir örnektir, çünkü Harb b. Ümeyye, Abdülmuttalib’in emanı altındaki
bir Yahudi’yi öldürmüş, bu da bu iki akrabanın arasının açılmasına sebep
olmuştur.36
Kabileler arasında ki mücadelede “Eyyamu’l-Arab”ın37 ayrı bir yeri
vardır. Bu savaşların meydana gelmesinde ki sebeplerin arasında şunları
zikrede biliriz: komşu kabilenin hukukuna riayetsizlik, kan davaları ve
32
Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, V, s.85-86.
Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I, s.352 vd..
34
Muhammed İbn Habîb (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, tah. Hurşid Ahmed
Farık, Haydarâbâod 1964, s.88 vd..
35
Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi Yayınları,
XLII, Ankara 1963, s.2.
36
Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa’d, (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1985, I, s.87.
37
İslam öncesi Eyyamu’l-Arab için bkz. Ebu Ubeyde, Eyyamu’l-Arab Kable’l İslam, tah. Adil
Casim el-Beyati, I-II, Beyrut 1987.
33
8
ekonomik hususlar.38 Öyle ki, bazen bir sınır anlaşmazlığı veya birinin
himayesi altındaki bir kişinin hakarete uğraması neticesinde kavga eden iki
kişinin mücadelesine diğer kabile fertleri de katılır ve sonuçta bir kabile savaşı
çıkardı. Savaşan iki kabilenin arasındaki uzlaşmayı, kavgaya iştirak etmeyen
aileler yaparlardı. Az zarar gören kabile, çok zarar gören kabilenin zayiatının
diyetini öderdi.39 Bu insanlarda, “Haklı da olsa, haksız da olsa kardeşine
yardım etmek” zihniyeti hâkimdi. Bu zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda,
kardeşlerin bir biri ile olan bağıları güçlenirken, amca çocuklarıyla olan bağlar
daha çabuk bozula biliyordu. Düşmanlık seviyesine ulaşabilen bu bozukluklar,
bazen birbiri ile savaşmaya kadar gidebiliyordu. Nitekim Kusay’ın oğulları
Abdüddar ve Abdümenâf oğulları arasındaki rekabet, Hâşimiler ile Emeviler
arasindaki gerginlik40 ve bu tezimizde inceleyeceğimiz Alioğulları ile
Abbasoğulları arasındaki mücadele birçok örnekten sadece bir kaçıdır.
3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ
Araplardaki bu kabile asabiyetinin gelişmesi, muhtemelen İslam’dan
önce köklü bir devlet geleneğine sahip olmadıklarından kaynaklanmaktadır.41
Bu düşüncelerle hareketle burada şöyle bir karşılaştırma yapmayı uygun
gördük; Avrupa’nın devlet yönetme anlayışı ile Müslümanların devlet yönetme
anlayışları birbirinden farklıdır. Batıda Devlet ve Kilise, yani siyasi meseleler
ile dini meseleler birbirinden ayrıdır. Hiç biri bir diğerinin alanına girmez.
Ancak Müslümanlarda böyle bir uygulamanın olmadığını görmekteyiz.
İslam’ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu komutanlığı yapar, hem ülkedeki
38
İbn Haldun, Mukaddime, I, s.373.
E. Mittwoch, “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421.
40
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör Hakkı Dursun Yıldız, Çağ
Yayınları, İstanbul 1992-1993, I, s.185.
41
Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.6; Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.8.
39
9
idari teşkilatı yönetir, hem de camide imamlık yapardı. Bazen minbere çıkar
dini konuda vaaz ederdi, bazen de aynı minberden tamamen siyasi ve maddi
meseleler konuşurdu. Yani halife, hem siyasi meselelerin, hem de dini
meselelerin başındaki kişi idi.42
Halife İslam’ın siyasi tarihinde belki en çok kullanılan ve üzerinde en
çok tartışılan kavramların başında gelmektedir. Hilafet sözlükte, “kendisinden
sonra arkasından gelen”,43 “yerine geçen, birinin ölümü veya acziyeti sebebiyle
onun yerine geçip temsil eden”44 anlamlarına gelmektedir. Terim anlamını ise,
“görevi, İslam’ı hükümlerini uygulamak ve dinî muhafaza etmek olan, din ve
dünya işlerini peygamber adına yönetip, yürüten kimseye halife, bu kişinin
başında bulunduğu, geçerliliğini kaçınılmaz oluşundan alan kamu otoritesine
de hilafet denir”,45 şeklinde özetlenebilir.
Kur’an-ı Kerîm’e baktığımızda, devlet yapısını ve idari teşkilatı tanzim
eden açık hükümlerin olmadığını görmekteyiz.46 Ancak vahiyle bildirilmemiş
meselelerin müşavereye bırakılması,47 emanetlerin ehli olanlara verilmesi,48
insanlar arasında adaletle hükmedilmesi,49 Allah’a ve Peygamber’e ve
ululemre (idarecilere) itaat edilmesi,50 anlaşmazlığa düşüldüğünde Allah’a ve
42
Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, çev. İhsan Süreyya Sırma, Beyan
Yayınları, İstanbul 2007, s.23-24.
43
Ebû’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed er-Râğıb el-İsfahânî (502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’lKur’ân, Mısır 1452, s.222.
44
Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem el-Ensâri İbn Manzûr (711/1311), Lisanu’lArab, IX, Beyrut 1955-1956, s.82.
45
Mehmet Azimli, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar, Çizgi Yayınları, Konya
2012, s.3-4.
46
Bu hususta geniş bilgi için bkz., Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi KavmiyetçilikHilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011, s.48 vd.
47
42/Şûrâ, 38.
48
4/Nisâ, 58.
49
4/Nisâ, 58.
50
4/Nisâ, 59.
10
Peygamber’e başvurulmasına,51 bilinmeyenin ardına gitmeme52 gibi siyasi
düstur mahiyetinde emirler mevcuttur.53 Bütün bunlara rağmen Müslümanların,
halifeler
için
Halifetullah,
Emiru’l-Müminin
ve
İmam
gibi
sıfatlar
kullandıklarını görmekteyiz.
Kur’an’da belli bir yönetim biçimi ve devlet yapısı ile ilgili hükümlerin
bulunmadığı gibi, bu konuyla alakalı ayrıntılı ve kesin kurallar da
konulmamıştır. Kur’an sadece devlet yapısının temel ilkelerinden bazılarına
işaret etmiştir. Görüldüğü gibi Allah, yönetim işini insanlara bırakmıştır.
İnsanlara bıraktığı için de kesin hükümler koymamıştır. Çünkü insanoğlu
kendini sürekli yenileyen ve geliştiren bir varlıktır. Bu sebeple değişen zaman
ve mekân ile birlikte yönetim biçimleri de değişmektedir. Yani zaman
değişmesiyle birlikte hükümler de değişir.54 Seyyid bey bu konuda şöyle
demektedir: “Hilafet doğrudan doğruya milletin işi olup zaman icâbâtına
bağlıdır”.55 Aslında, bulunduğu çağın ve coğrafyanın ihtiyaçları göz önünde
alındığında herhangi bir siyasî sistem, Müslümanca yaşamanın temel ilkelerine
bağlı kaldığı sürece, bunu hilafet sistemi olarak telakki edebiliriz.56
Hz. Peygamber’in vefatı ile birlikte, ashap bir hilafet kurumu
oluşturmaya başlamıştır. Bu kurumun resmi bir seçim şekli bulunmadığı gibi,
kurumsallaşmasında da sahabiler kendi eski adetlerinden, yani Arap örfünden
faydalanmışlardır.57
51
4/Nisâ, 59.
17/İsrâ, 36.
53
Geniş bilgi için bkz. Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, s.48.
54
Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm, İstanbul 1330, 39.
Madde.
55
Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340, s.6.
56
Mümtaz Ahmet, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim Sırçancı, İstanbul 1997, s.14.
57
Abdulaziz Dûrî, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988, s.7-8; Ayrıca bkz. Atalan, “Hz.
Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.65.
52
11
Hz. Ebu Bekir Benî Saide gölgeliklerinde hilafete getirilmesinde onun
öne sürdüğü “Kureyşlilik”58 fikri etkili olmuştur. Çünkü siyasi ve içtimai
anlamda Kureyş kabilesinin Arap yarımadasında ciddi bir ağırlığı vardı. Bunun
bilincinde olan Medineli Ensar, bu argüman karşısında hilafet konusunda fazla
ısrarlı olmamışlardır. Böylelikle İslam tarihinde ilk halife seçilmiş oldu. Bu
aynı zamanda hilafet kurumunun da başlangıcıydı. İkinci halife Hz. Ebu Bekir
tarafından atanan Hz. Ömer olmuştur. Yaptığı uzun istişareler sonucunda Hz.
Ömer’i bu makama layık gören Hz. Ebu Bekir’in bu hareketi ileride hilafeti
saltanata çevirenlerin istismarına uğramıştır. Ancak unutulmamalıdır ki Hz.
Ebu Bekir ashabın çoğunluğunun kabul ettiği birini tayin etmiştir ve tayin
ederken de onun soyuna ve nesebine bakmamıştır.
Hz. Ömer kendisinden sonra ki halifenin belirlenmesini altı kişilik bir
şuraya bırakmıştır. Ancak Hz. Ömer o şura da olan Hz. Ali ve Hz. Osman’a
tavsiyelerde bulunması dikkat çekicidir. Hz. Ömer ikisine de eğer hilafete
gelmeleri halinde kendi akrabalarını yönetime getirmemelerini söylemiştir.
Aslında bu tavsiyeler Hz. Ömer’in bu iki şahsiyetin karakterlerini iyi bildiğini
göstermektedir. Çünkü Hz. Osman hilafete gelmesi ile birlikte akrabalarını üst
düzey mevkilere getirmiştir. Hz. Ömer biri Haşimilerden, biri de Emevilerden
olan bu şahısların finale kalması durumunda, olası bir kabile çekişmesini
önlemek için önceden tedbir alma gereği duymuştur. Hz. Ömer’in şûraya
atadığı kişiler, hilafete Hz. Osman’ı layık görmüştür. Hz. Osman halifelik
sürecinde yaptığı bazı yanlış uygulamalar toplumda huzursuzluğa sebep olmuş
ve bunun neticesinde ayaklanmalar baş göstermiştir. Netice itibari ile Hz.
58
Hilafetin kureyşliliği ile ilgili ayrıntı bilgi için bkz. Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi
Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011.
12
Osman ayaklanan bu isyancılar tarafından öldürülmüştür. Bu aynı zaman da
hilafet makamının da boşaldığı anlamına gelmekteydi. Bunun üzerine orada
bulunan isyancılar Hz. Ali’yi halife seçmiş ve ona biat etmişlerdir. Ancak Şam
valisi olan Muaviye Hz. Ali’ye biat etmeyi reddetmiş ve onun Hz. Osman’ın
katillerini bulmasını istemiştir. Muaviye’nin asıl amacı Hz. Osman’ın katilinin
bulunması değildi. O, onun kanını bahane ederek hilafeti ele geçirmek
istiyordu. Bu uğurda Hz. Ali ile savaşmayı bile göze almıştı. Muaviye ile Hz.
Ali’nin arasında geçen ve Sıffin diye bilinen savaşın neticesinde Tahkime
başvurulmuştur. Burada Muaviye hile yapmış ve kendini halife ilan etmiştir.
Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir. Yani İslam dünyasının iki
halifesi vardı. Hz. Ali öldürülünce yerine Hz. Hasan getirildi. Muaviye Hz.
Hasan’ı bir şekilde ikna edip halifeliği ondan aldı ve artık İslam dünyasının en
güçlü siyasi otoritesi olmuş oldu. Bundan sonra ise halifelik saltanata dönüştü.
Artık her halife kendisinden sonra kendi oğlunu halifeliğe veliaht olarak tayin
etmiştir.59
59
Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012,
s.189-199, s.294-389.
13
4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ
Beni Hâşim ve Benî Ümeyye’nin ortak atası olan Abdümenâf, Kureyş
kabilesini bir araya toplayan, bu kabileyi bedevilikten hadariliğe, yani yerleşik
hayata geçiren ve aynı zamanda bu kabileyi Mekke’ye hâkim kılan Kusay’ın
oğludur.
Abdümenâf oğullarının, Kureyş ticaretini geliştirmesiyle birlikte artan
itibarı ki bu itibar hem çevre devletlerin hükümdarları nezdinde, hem de
Arapların nezdinde ciddi anlamda hissediliyordu, onları, Kureyş’in Hicâbe,
Liva, Nedve, Rifade ve Sikâye gibi önemli işlerine talip olmaya sevk etti.
Ancak bu görevleri elinde bulunduran Abdüddâr oğulları, bunları Abdümenaf
oğullarına vermek gibi bir niyetleri yoktu. İyice ortalığı geren bu çekişme,
Kureyş kabilesini ikiye böldü. Abdümenâf oğulları tarafında olanlar, onların
itibarının yüksek olduğunu, dolayısı ile bu görevleri ifa etmekte Abdüddâr
oğullarından daha layık olduklarını vurgulamaktaydılar. Abdüddar oğulları
tarafında olanlar da, bu görevi onlara Kusay’ın verdiğini ve onun emrinin
çiğnenemeyeceğini, dolayısı ile bu görevlerin onların elinde kalması
gerektiğini söylüyorlardı.60 Hararetli tartışmaların sonunda Hicâbe, Livâ, ve
Nedve Abdüddar oğullarının elinde kalmasına, Kıyâde, Rifâde ve Sikâye’nin
de Abdümenâf oğullarına verilmesine karar verildi. İki tarafın yapmış olduğu
bu antlaşma hiç bozulmadan, İslâm dini ortaya çıkıncaya kadar devam etti.61
Abdümenaf, oğullarının bu görevleri kendi kontrollerine almaların
sebebi, maddi çıkar elde etmek için değildi; tam aksine bu bir şeref ve itibar
60
Geniş bilgi için bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.61-62.
Ebû Muhammed Abdulmelik İbn Hişâm (218/833), es-Sîretu’n-Nebeviyye, tah. Mustafa esSakkâ, Kahire 1955, I, s.131-132. Ayrıca bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.63; W.
Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas ve Azmi Yüksel, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175, Ankara 1986, s.12.
61
14
mücadelesi idi. Bilindiği üzere, bu görevleri üslenen ve hakkıyla yerine getiren
kabileler ciddi anlamda itibar sahibi olurlardı.62 Bunun sebebi kabile asabiyeti
anlayışında yatmaktaydı. Çünkü asabiyette asıl olan itibar ve şerefti. Şeref ise
İbn Haldun’un ifadesiyle asabiyettin sırrıydı.63
Abdümenâf’ın ölümünden sonra, Sikâye ve Rifâde’yi oğlu Hâşim,
Kıyâde’yi de diğer oğlu Abdüşems, yani Ümeyye’nin babası almıştır.64 Hâşim,
Kureyş kabilesinin büyüklerinden ve efendilerindendi.65 O, sikâye ve rifâde
yanında bir de Riyâset (başkanlık) görevini yürütüyordu.66 O, Kureyş
kervanlarının yılda iki sefer, yaz ve kış olmak üzere seyahatlerini tertipleyen ve
âdet haline getiren kişiydi.67 O, sürekli ticaretle meşgul idi. Gazze’ye
düzenlenen bir seyahatte vefat edince Riyâset, Rifâde ve Sikâye görevlerini
kardeşi Muttalib üstlenmiştir.68 O aynı zamanda, Hâşim’in oğlu Şeybe’yi
(Abdülmuttalib) de yanına almıştır. Muttalib’in ölümü üzerine, bütün görevler,
yeğeni Abdülmuttalib’e intikal etmiştir.69
Abdülmuttalib, Cürhüm kabilesi tarafından doldurularak yeri belirsiz
hale getirilen zemzem kuyusunu keşfedip yeniden kazarak açması,70 onun
toplumdaki itibarını ciddi anlamda yükseltmiştir. Abdülmuttalib’in itibarının
yüksek olduğunu gösteren bir başka delilde Suriye ve Yemen ile yaptığı
62
Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.66-67.
İbn Haldun, Mukaddime, I, s.342.
64
Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Ahmed el-Ezrakî (222/837), Ahbâru
Mekke, Mekke 1352, 1357, I, s.111.
65
İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2010, s.23.
66
Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî (450/1058), A’lâmu’n-Nübüvve, thk. Muhammed elMu’tasım, Beyrut 1987, s.253.
67
Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehhab en-Nüveyrî (732/1332), Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb,
Kahire 1923-1955, II, s.358.
68
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s.81.
69
Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.72.
70
İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, I, s.143.
63
15
ticaretlerdir. Ayrıca sikâye ve rifâde görevlerini yürütmesi de, itibarının
yükselmesine vesile olan sebepler arasındadır.71
Abdümenafoğullarının birbiri ile mücadelesi Emevilerin Haşimilerin
emanı altında birini öldürmesiyle birlikte başlamıştır.72 Ancak İslamiyet’ten
önce Emeviler ile Haşimiler arasındaki çekişme hiç kanlı bitmemiştir. Daha
çok sözlü tartışma boyutunu geçmeyen bu çekişme de genelde bir hakem
müdahalesiyle orta yol bulunuyordu.73 İslamiyet’in doğuşuyla birlikte bu
mücadele farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü son peygamber olan Hz.
Muhammed Haşimoğullarına mensuptu. Bu da Emevilerin hiç hoşuna
gitmemiş ve Haşimilere karşı olan kin ve öfkelerinin artmasına sebep olmuştur.
Mekke’nin fethine kadar ciddi bir mücadelenin içine giren bu iki kabile, yeri
geldiğinde birbiri ile savaşmışlardır. Mekke’nin fethinden sonra bir yumuşama
dönemi başlamıştır. Bunun sebebi ise Emevilerin Mekke’nin fethinde
İslamiyet’i seçmelerinde yatmaktaydı. Ayrıca Hz. Peygamber “Ey insanlar,
sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve
kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en
çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”74, ayeti
doğrultusunda hareket edip, kabilecilik anlayışını asgariye indirmiş ve
insanların hepsinin eşit olduğunu vurgulaması da yumuşamaya etki eden
faktörlerden bir tanesidir.
Yumuşama dönemi Hz. Osman’ın hilafete seçilmesiyle birlikte son
bulur. Hz. Osman’ın halifelik döneminde yaptığı bazı yanlışlar ki bunlardan bir
71
W. Montgomery Watt, Abd al-Muttalib, Encyclopedia of Islam (new edition), I, s.80.
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.72.
73
Muhammed İbn Habib (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, thk. Hurşid Ahmed
Farık, Haydarâbâod 1964, s.136-137.
74
49/Hucurât, 10.
72
16
tanesi Emevileri çok kayırmasıydı, Emevi- Haşimi mücadelesinin tekrar
canlanmasına sebep oldu. Aslında canlanma halifelik seçiminde Hz. Osman ile
Hz. Ali’nin finale kalmasıyla birlikte başlamıştır denebilir. Çünkü orada herkes
kendi kabilesine mensup olan birinin halife olmasını istiyordu. Hz. Osman’ın
kazanması ile birlikte Emeviler galip gelmiş oldu.
Hz. Osman’ın yanlış politikaları yüzünden çıkan isyanların neticesinde
Hz. Osman öldürülmüştür. Onun yerine halifelik makamına Haşimilerden Hz.
Ali seçilmiştir. Daha çiçeği burnunda halifeyi bekleyen en büyük sorunlardan
biri hilafetinin meşruiyetiydi. Şöyle ki, Emevilerden olan Şam valisi Muaviye,
Hz. Osman’ın kanını talebi bahanesiyle Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Neticede bu
ikisi arasında gerçekleşen ve tarihe Sıffin savaşı olarak geçen savaş vukuu
bulmuştur. Savaşta yenilmek üzere olan Muaviye kurnazca bir manevra
yaparak savaşı durdurmuş ve olayın hakemler tarafından kararlaştırılmasına
karar verilmiştir. Tahkim olayı olarak bilinen bu olayda Muaviye hile yaparak
hilafeti ele geçirmiştir. Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir.
Onlar Hz. Ali’yi halife olarak kabul etmiş ve bu düşüncelerle de Kufe’ye geri
dönmüşlerdir.75 Netice itibariyle İslam coğrafyasında artık iki halife vardı.
Bunlardan biri Emevilerden olan Muaviye, diğer ise Haşimilerden olan Hz.
Ali.
Hz. Ali uzun süre halifelik yapamadan öldürülmüş ve yerine oğlu Hz.
Hasan getirilmiştir. Muaviye uzun uğraşlar sonucunda Hz. Hasan’ı halifelikten
feragat etmesinin sağlamıştır. Artık İslam coğrafyasının tek halifesi vardı, o da
Emevilere mensup olan Muaviye idi. Böylesi bir fırsatı iyi değerlendirmeye
75
Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012,
s.266-283.
17
çalışan Muaviye, bu makamı Haşimilere kaptırmamak için kendinden sonra
oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin etti. Bu karar Haşimilerin tepkisi çekmiş,
ancak Muaviye kararından vaz geçmemiştir. Yezid halifelik makamına
oturunca ona ilk isyan eden Hz. Hüseyin olmuştur. Yapılan tüm uyarılara
rağmen isyan eden Hz. Hüseyin, Yezid’in ordusu tarafından Kerbela’da
öldürülmüştür.76 Bu isyandan sonra Haşimiler uzun bir süre sessizliğe
bürünmüştür. Bu sessizlik Abbasi ihtilali ile birlikte bozulmuştur. Abbasi
ihtilali Eemvi- Haşimi mücadelesinin son halkasıydı. İki kabile arasında ki
mücadele Haşimilerin galibiyeti ile son bulmuştur.
Bundan sonraki süreçte Haşimoğullarının kendi içindeki siyasi
mücadele başlamıştır. Tabiat boşluk kabul etmez sözü burada karşımıza
çıkmaktadır. Çünkü kabile asabiyeti ile hareket eden bir topumda kabilelerin
mücadelesi hiç eksik olmaz.
Henüz ciddi bir çekişme içinde bulunmayan Haşimoğulları, iki büyük
kabileyi içinde barındırıyordu. Bunlar Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin
içinde bulunduğu Talibiler ve Hz. Abbas’ın mensubu olduğu Abbasilerdi.
Abbas b. Abdülmuttalib’in nesline Abbâsiyyûn, yani Abbasiler denmektedir.
Bu nesil Abdullah ve Ma’bed’den devam etmektedir.77 Abbasi hanedanlığı
Abdullah’ın neslindendir.78 Ebu Talib’in nesline Talibiyyun, yani Talibiler
denmektedir. Bu nesil üç koldan devam etmektedir. Birincisi Aleviyyûn,
ikincisi Caferiyyûn ve üçüncüsü Akîliyyûn’dur. Hz. Ali’nin nesli, oğulları Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Abbas ve Ömer yolu ile
76
Geniş bilgi için bkz. Ünal Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela,
Asitan Yayınları, Sivas 2010, s.15-48.
77
en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371.
78
en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371.
18
devam etmektedir. Cafer b. Ebî Talib’in nesli şu kollardan ilerlemektedir;
Abdullah b. Cafer’in oğulları Ali, İsmail ve İshak. Akîl b. Ebi Talib’in nesli,
torunu Abdullah el-Ahvel’in oğulları Muhammed ve Müslim’den devam
etmektedir.79
79
en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371.
19
I. BÖLÜM
HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI
1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ
Kureyş kabilesinin önemli bir kolu olan Haşimoğulları, hicri I. asırda
siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanda aktif olan bir kabileydi. Bu
kabilenin en önemli temsilcilerinden biri Alioğulları, diğer ise Abbasoğulları
idi. Bu iki kol birbiri ile uyum içinde geçinir, çıkan bazı çekişmeleri kabile
düzeyine taşımadan bireysel boyutta hallederlerdi.
Alioğullarından olan Hz. Ali İslamiyet’i kabul eden ilk kişilerdendir.
Buna karşılık Abbasilerin en önemli temsilcilerinden biri olan Hz. Abbas
İslamiyet’i Mekke’nin fethinden sonra kabul etmiştir. Mekke’nin fethine kadar
müşrik olarak yaşayan Hz. Abbas, bu zaman zarfında ne Alioğulları ile ne de
Hz. Ali’yle ciddi bir sıkıntı yaşamamıştır. Bu iki kişi arasındaki iyi ilişki, Hz.
Abbas’ın İslamiyet’i seçmesinden sonra daha da pekişmiştir. Bu iki sahabenin
ilişkisinin hangi düzeyde olduğunu şu misal özetlemektedir: Hz. Fâtıma vefat
ettiğinde onu Hz. Ali yıkamış ve fazla kimseye haber etmeden defnetmiştir.
Namazını ise Hz. Abbas kıldırmış ve kabre de Hz. Ali ile birlikte Fadl b. Abbas
indirmiştir.80
Hz. Abbas’ın, Hz. Ali’nin hilafeti için ona biat edilmesi için çaba sarf
etmiş olması, bu iki şahsın arasında bir sorunun olmadığını ve makam mevki
kavgasının da yaşanmadığını gösteren en somut örnektir.81 Şunu açık bir
şekilde söyleyebiliriz ki Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, hilafet
makamına talip olmamış, hatta kendisine biat etmek isteyen Ebu Sufyan’ın
80
Muhammed b. ahmed ez-Zehebî (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’lA’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 1994-1998, s.47-48.
81
Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363.
20
teklifini bile reddetmiştir.82 Şöyle ki, Hz. Ali’nin halife olmasını isteyenlerden
biri de Ebû Sufyan’dı. O, Hz. Ebû Bekir’e biat edildiği günlerde Hz. Ali’nin
yanına gidip ona, “Ey Ebû Hasan, uzat elini sana biat edelim” demiştir. Ancak
Hz. Ali bunu reddetmiş ve ona, “sen sadece fitne çıkartmak istiyorsun, İslam
düşmanlığın hâlâ devam ediyor, senin nasihatlerine ihtiyacımız yok” şeklinde
cevap vermiştir.83 Hz. Ali’den umduğunu bulamayan Ebû Sufyan, bu kez Hz.
Abbas’ın yanına gidip, aynı teklifi ona yapmıştır. Hz. Abbas da, Hz. Ali’nin
kabul etmediği bir şeyi kendisinin de kabul etmeyeceğini bildirerek teklifini
reddetmiştir.84 Ebû Sufyan’ın asıl amacının Hz. Ali’yi veya Hz. Abbas’ı halife
yapmaktan ziyade, Abdülmenaf oğullarını iktidara getirmekti.85 Bundan dolayı
Hz. Ali ile Hz. Abbas’ın arasında ki ilişkinin hangi düzeyde olduğunu bu
örnekten çıkartmamız mümkündür. Ayrıca Hz. Abbas ile Hz. Ali’nin, Hz.
Peygamber’in cenaze işlemlerini birlikte yürütmüş olmaları bu iki sahabenin
ikili ilişkilerinin iyi olduğunu göstermektedir.86
Hz. Abbas vefat ettiği 32/652 yılına kadar Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer,
Hz. Osman ve Hz. Ali ile iyi ilişkiler içinde olmuştur.87 Hz. Abbas’ın oğlu
Abdullah da babasının tavrına benzer şekilde hareket etmiştir. Mesela Hz.
Ömer, Abdullah b. Abbas’a Hıms valiliğini teklif etmiş, ancak o bunu kabul
etmemiştir.88 Bu misalde görüldüğü gibi, Abdullah b. Abbas babası Hz. Abbas
gibi ilk üç halife ile iyi ilişkiler içinde olmuştur. O kadar iyi ilişkiler içinde
82
Bunun için bkz. Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin İbn Ebi’l-Hadîd
(655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, Beyrut 1957, s.18.
83
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.588.
84
İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, s.18.
85
Numani eş-Şiblî, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul 1979, s.163.
86
Taberî, Târîh, II, s.202; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, IV, s.312.
87
Abdülazîz Muhammed el-Lümeylim (98-232), el-Alâkât beyne’l-Aleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993, s.36-37; Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363.
88
el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, s.330.
21
olmuşlardır ki, Hz. Ömer Abdullah b. Abbas’a valilik teklifi etmiştir, ancak o
bunu kabul etmemiştir. Ayrıca Abdullah b. Abbas, Hz. Osman tarafından 36/
656 yılında hac emiri olarak tayin edildi.89 Hz. Ali halifeliğini ilan edince, ona
ilk biat edenlerden biri Abdullah b. Abbas olmuştur.90 O, Hz. Ali’nin yanında
Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak edenlerdendi. Ayrıca Hz. Ali, Abdullah b.
Abbas’ı Basra’ya ve Hz. Abbas’ın diğer oğullarını çeşitli vilayetlere vali olarak
atamayı uygun görmüştü.91 Ancak bu iki sahabenin arası Hz. Ali’nin, Abdullah
b. Abbas’ı devlet hazinesinden aldığı bir şey ile ithamda bulunmasıyla birlikte
bozulmuştur. Duruma kızan Abdullah b. Abbas hem Basra valiliğini bırakmış,
hem de siyasetten uzaklaşmıştır. Mekke’ye dönmüş ve kendini ilme
vermiştir.92 Muaviye b. Ebu Sufyan hilafet makamına geçmesiyle birlikte
Abdullah b. Abbas onun yanına geçmiştir. Ayrıca Yezid’in idaresinde
Konstantin seferine katılır (49/669).93 Ancak bütün bunlar Abdullah b.
Abbas’ın Alioğulları ile ilişkisinin kesildiği anlamına gelmemektedir. O,
Alioğulları ile iyi ilişkilerini devam ettirmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz iyi ilişkilerin aslında genel itibariyle bütün
Abbasoğulları ile Alioğulları arasında vardı. Mesela Mekke’de baş gösteren
kıtlık üzerine, Ebu Talib’in yükünü hafifletmek için, Hz. Peygamber ve Hz.
Abbas onun oğullarını yanlarına almışlardır. Hz. Peygamber Hz. Ali’yi, Hz.
Abbas da Cafer’i almıştır. Ca’fer Müslüman olana kadar Hz. Abbas’ın yanında
kalmıştır.94 Ayrıca Hz. Hasan, Muaviye ile giriştiği mücadelede Ubeydullah b.
89
Taberî, Târîh, V, s. 15.
Taberî, Târîh, V, s. 15.
91
Taberî, Târîh, V, s. 232.
92
İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, s.323; el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, II, s.330.
93
Taberî, Târîh, V, s. 232.
94
Fığlalı, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008, s.73.
90
22
Abbas’ı komutan olarak tayin etmiştir.95 Alioğullarına mensup olan biri,
Abbasoğullarından birini komutan yapıyor Şunu açıkça söyleye biliriz ki, hicri
birinci asırda bir Abbasiyyun-Talibiyyun farklılaşması söz konusu değildi.
Çünkü bu iki kabile arasında ki ilişki, karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine
inşa edilmişti.96
Bu kabileler Müslüman olmalarına rağmen eski Arap örf ve adetlerini
uygulamaya devam ediyorlardı. Yeri geldiğinde gene kabilecilik ve kan bağı
gibi konular tekrar gün yüzüne çıkabiliyordu. Bir misal vererek konumuzu
daha anlaşılır kılmak istiyoruz. Hz. Abbas’ın, sikâye görevini Ebu Talib’den
devralması97 ve Taif’de bir üzüm bağının olması,98 onun ve kabilesinin hem
ekonomik, hem de sosyal anlamda yüksek itibara sahip olduğu anlamına gelir.
Ayrıca Mekke’nin fethinden sonra, Hz. Peygamber sikâye görevini tekrar
Abbasoğullarına vermiştir. Taliboğullarından Muhammed b. Ali el-Hanefiyye
ise bu görevin tekrar, Ebu Talib’de olduğu gibi kendilerine verilmesini istemiş
ve Abdullah b. Abbas ile görüşmüştür. Ancak Abdullah, Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin bu teklifini sert bir şekilde reddetmiştir.99 Bu olay, iki kabile
arasında vuku bulan ilk çekişmelerden görülebilir. Çünkü bundan önce ciddi
bir muhalefetin olduğunu söylemek güçtür. Kaldı ki, bu çekişme şahıslar
düzeyinde kalmıştır. Bir Abbasiyyun, Talibiyyun farklılaşmasına sebep
olmamıştır.
Abbasoğulları, Hz. Ali dönemi hariç, hicri I. yüzyıl boyunca, siyasi ve
askeri alanlarda ciddi rol oynamamışlardır. Ayrıca Abbasoğullarının, Şiî ve
95
İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.404.
Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.88.
97
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.64.
98
el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.57.
99
el-Ezrakî, Ahbâru Mekke, I, s.66.
96
23
Harici gibi gruplara siyasi mezheplere topluca dahil olduğu ve desteklediği de
görülmemektedir.100
Hz. Ali’nin hilafete seçilmesinden vefatına kadar ki çalkantılar
döneminde, Abbasiler Alioğulları ile birliktelerdi, onların tarafındalardı.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas
Muaviye’nin hilafet makamına geçmesiyle birlikte onun tarafına geçmiştir.
Ancak bu sadece bireysel düzeyde olmuştur. Yoksa Abbasilerin büyük bir
çoğunluğu Alioğulları tarafındaydı. Haşimoğulları kendi içlerinde genel
itibariyle
iyi
ilişkiler
içinde
olmuşlardır.
Bir
Abbasoğlu-Talipoğlu
farklılaşmasından bahsetmek mümkün gözükmemektedir.
1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI
Hulefai Raşidin dönemin son bulmasıyla birlikte Emeviler dönemi
başlamış oldu. Bu devleti kuran Muaviye, halifeliği başka bir kabileye
kaptırmamak için daha önce bir örneği olmayan yola başvurmuştur. O da
veliahtlık idi. Muaviye kendinde sonra halife olarak oğlu Yezid’i seçmişti.
Onun bu kararına çok tepki verilmesine rağmen, o kararından vaz geçmedi ve
bunu adım adım hayata geçirdi. Muaviye oğlu adına halktan biat almaya
başlamıştır. Muaviye bunu hayatta iken ve siyasi anlamda çok güçlü olduğu bir
zamanda yapmıştır.101 Bu sayede Şam ve Irak’ın biatını almayı başaran
Muaviye, Hicaz’ın biatını alamamıştır. Çünkü buranın biatını almak Hz.
Hüseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi
Medine’nin önde gelen şahsiyetlerinin onayını almaktan geçiyordu. Muaviye
uzun uğraşlar sonucunda Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas’ı, Yezid’e biat
100
101
Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.363.
Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, I, s.16.
24
etmeye ikna etmiş102, ancak Hz. Hüseyin biat etmeme fikrinden geri
dönmemiştir.
Hz. Hüseyin, Muaviye’nin halifeliği döneminde vukuu bulan olaylara
ses çıkarmamış, vaktin çoğunu ibadetle geçirmiştir. Ancak Muaviye’nin oğlu
Yezid’i veliaht olarak tayin etmesi Hz. Hüseyin
tarafından doğru
karşılanmamıştır.103 Bunun bilincinde olan Muaviye, oğlu Yezid’e hilafete
geçtikten sonra Hz. Hüseyin ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu
tavsiyelerle Muaviye, Hz. Hüseyin’i muhtemel bir düşman olarak gördüğünü
anlıyoruz. Kûfe’liler Hz. Hüseyin’in peşini bırakmayıp onu isyana teşvik
edebileceklerini ve şayet Hz. Hüseyin gerçekten isyan edecekse onu
affetmesini tavsiye etmiştir.104 Muaviye, bu tavsiyelerinde de siyasî dehasını
göstermiştir.
Oğluna
yaptığı
tavsiyelerle
hilafetin
Ümeyyeoğullarında
kalmasını ve kurduğu Emevî devletinin uzun ömürlü olmasını hedeflemektedir.
Genel olarak Yezid’in veliahtlığına karşı çıkanların ileri sürdükleri
argümanlar
şunlardır;
Halifenin
şûra
yoluyla
seçilmesi,
hilafetin
Ümeyyeoğullarına geçmesi ve Yezid’in İslam’a uymayan yaşantısı. Bütün
bunların ötesinde şu da denebilir ki, aslında Hz. Hüseyin kendisini Yezid’den
daha üstün görüyor ve bu sebeple halifelik makamına geçmesinin gerektiğini
düşünüyordu. Yezid’den hem ilmi bakımdan, hem yaşantı bakımından, hem
soy bakımından ve diğer birçok bakımdan üstün görüyordu.105 Gerçi Hz.
Hüseyin Ehl-i Beyt kavramını çok belirgin bir şekilde siyasî bir malzeme
102
Taberi, Tarih, IV, s.254; İbn Kesir, Bidaye, VIII, s.150.
Fığlalı, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından
Bir Tedkik)”, AÜİFD, XXVI (1983), s.360-361; Bunun için ayrıca bkz. Abdülbâki Gölpınarlı,
Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin Yayınları, İstanbul 2011, s.384.
104
Dîneverî, Ahbaru’t-Tivâl, s.209.
105
Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh.
Muhammed Mahmud er-Râfiî, Mısır 1904, I, s.161, 163.
103
25
olarak kullanmamıştır. Bu kavram kendisinden sonra siyasallaşmaya
başlamıştır. Ehl-i Beyt kavramının siyasallaşması makam mevki gözeten
kişilerin işine gelmektedir. Çünkü ancak bu şekilde idareyi ele geçirir,
insanların vicdanlarını hoşnut edebilir ve bu şekilde onları devlete bağlı
kılınabilir.106
Yezid b. Muaviye babasının ölümüyle birlikte hilafet makamına
geçmiştir. Ancak kendisine birçok kişinin biat etmemesi onu rahatsız etmiştir.
O da buna karşı mücadeleye girilmesi gerektiğini düşünmüştür. Çünkü ona biat
edilmemesi onun siyasi otoritesinin meşruiyetinin tartışılmasını beraberinde
getirecektir. Bunun bilincinde olan Yezid, buna karşı her türlü yola
başvuracaktır. Bunu yaparken de en nüfuzlu kişilerden başlamıştır ki Hz.
Hüseyin bunların en önemlilerden biridir. Çünkü onun biat etmesi Yezid’e
büyük bir güç katacaktır. Netice de Hz. Peygamberin torunu ve Mekke ve
Medine halkı tarafından çok sevilen ve sayılan birisiydi. Ancak Hz. Hüseyin
Yezid’e biat etmeme hususunda kararlıydı. Çünkü ona göre hilafet makamına
oturan kişi orayı hak etmiyordu. O makama ondan daha efdal biri olan kendisi
oturması gerekiyordu. Bu düşüncelerle hareket eden Hz. Hüseyin Yezid’e karşı
bir kitle oluşturmaya çalışmıştır. Ona en büyük desteği Kufe vermiştir ve Hz.
Hüseyin bunu kullanmak istemiştir. Onlar her fırsatta Hz. Hüseyin’i Kufe’ye
davet ediyor ve girişilecek olası bir ayaklanmaya Mekke’den ziyade Kufe’de
başlanması daha isabetli olacağına inanıyor ve Hz. Hüseyin’i buna
inandırıyorlardı. Ancak Mekke ahalisi Kufe’liler gibi düşünmüyor ve Hz.
Hüseyin’in oraya gitmemesini istiyorlardı. Onlar Hz. Hüseyin’in bu şekilde
106
Mehmet Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yayınları, Konya
2004, s.157.
26
ayaklanmasının doğru olmadığını, eğer ayaklanırsa ciddi anlamda zarar
göreceğini söylüyorlardı.107
Abdullah b. Abbas, Hz. Ali taraftarlarının ısrarlı daveti üzerine Kufe’ye
doğru yola çıkan Hz. Hüseyin’e engel olmaya çalışmıştır. O, Hz. Hüseyin’e
Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, babasını terk ettikleri gibi kendisini de terk
edeceklerini söyleyerek onu düşüncesinden vazgeçirmek istemiş108 ama ancak
sözünü dinletememiştir. Bunun üzerine Kerbela faciası vukuu bulmuş ve bu
haberi alan Abdullah b. Abbas çok üzülmüştür.109
Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitmemesi için uyaranlardan biri de Abdullah b.
Ca’fer’dir. O, Hz. Hüseyin’e, bugün helak olursa yeryüzünün nurunun
söneceğini ve kendisinin doğru yolu gösterilen seçkinlerden olduğunu
söyleyerek onu ikaz etmştir.110 Hz. Hüseyin Kûfe’ye gittiği takdirde helak
olacağı endişesini dile getiriyor. Ancak Abdullah b. Ca’fer ne Hz. Hüseyin’e,
ne de kendi çocuklarına kendini dinletemedi. Yapılan tüm uyarılara aldırış
etmeyen Hz. Hüseyin, Kufe’nin yolunu tutmuştur. Abdullah b. Cafer’in
oğulları
da,
kadınlı
ve
çocuklu
onunla
birlikte
giderler.
Ancak
Abbasoğullarından kimsenin katılmaması altı çizilmesi gereken bir husustur.111
Hz. Hüseyin kafilesiyle birlikte Kerbela’ya varınca karşısında Hurr b.
Yezid kumandasında bin kişilik bir orduyla karşılaşır. Ardından Ömer b Sa’d
b. Ebî Vakkas dört bin kişilik bir kuvvetle ilave destek sağlar. Hz. Hüseyin’e
Yezid’e biat etmesi için bir teklif götürürler. Ancak Hz. Hüseyin bu teklifi
107
Belazuri, Ensâb, III, s.376-377.
Dineverî, Ahbâru’t-Tivâl, s.224.
109
Taberi, Târîh, V, s.383-384.
110
Taberî, Târîh, V, s.387.
111
Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s.104.
108
27
reddeder. Bunun üzerine savaş başlar. Şiddetli bir çarpışmanın sonucunda, 10
Muharrem 61/ Ekim 680’de Hz. Hüseyin kendisini Kufe’ye davet eden ve
ancak onu yarı yolda bırakanların gözleri önünde hunharca katledilir. Hz.
Hüseyin’in kabilesinde bulunanların çoğu bu savaşta hayatını kaybederler ve
bu şekilde Emeviler bir isyanı daha bastırmışlardır.
Ümeyyeoğullarının, bilhassa Muaviye’den sonra siyasi anlamda bu
kadar hırslanmaları, öyle zannediyoruz ki Hz. Peygamber’den sonra
kaybettikleri eski nüfuslarını tekrar elde etmek içindir.112
Hz. Hüseyin’in ailesinin birçoğu ve taraftarlarından yetmişi aşkın
kişinin öldürüldüğü113 Kerbelâ114 hadisesi kaynaklarımızda ayrıntılı bir şekilde
anlatılmaktadır. İslam tarihinde önemli bir kırılma noktası olan bu “seçilmiş
travma”115 hadisenin, kaynaklarımız da bu kadar geniş yer alması, bu olayın
Müslümanların zihninde ne kadar derin bir iz bıraktığını göstermesi açısından
önemlidir.116 Bu hadise, akabinde gelişen birçok olaya öncülük etmiştir.
Başarısız olunan bu isyan sonucunda Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet
eden, ancak şehit edilmesine seyirci kalarak onu yarı yolda bırakan Kufe’liler,
yaptıklarından dolayı pişman olmuş ve Hz. Hüseyin’e reva görülen
muamelenin intikamını almak için harekete geçmişlerdir. Kaynaklarda bu
112
Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.29-30.
Öldürülenlerin sayısı hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Toplam seksen kişinin öldüğünü
söyleyen rivayet için bkz. Mes’ûdî, Murucu’z-Zeheb, III, s.72.
114
Kerbelâ hadisesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız,
Asitan Yayınları, I-III, Sivas 2010; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ
Fâciası, Akçağ Yayınları, Ankara 1984; Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, c. 18, s.518-521.
115
Onat, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi, c. 2, sy. 1, s.2.
116
Kerbela vakası, bilgi, belge ve bulgulara tam anlamıyla başvurulmadan veya taraflı okumalar
ve değerlendirmeler sebebiyle hala kanayan bir yaradır. Eleştirel bir bakış açısı olmadığı müddetçe
de bu yara kanamaya devam edecektir. Bunun için bkz. Sönmez Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri
Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, OTTO Yayınları, Ankara 2012, s.111-136.
113
28
hareket “Tevvabun” hareketi olarak geçmektedir.117 Bu hareketi bazı
düşünürler “Şiî” hareketi olarak değerlendirirken,118 bazı düşünürle de “İlk-Şiî”
hareketi olarak değerlendirmişlerdir.119 Bu hareketin “Şiî”mi yoksa “İlk Şiî”mi
olduğunu burada değerlendirip konumuzdan uzaklaşmak istemiyoruz, sadece
şunu diyebiliriz ki, bu hareket “Fikir-Hadise İrtibatı”120 çerçevesinde
incelenmesi durumunda, daha sağlıklı sonuçlar çıkaracağı kanaatindeyiz.121
1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ ELHANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM
Muaviye’nin vefatından sonra hilafet makamına gelen Yezid’i bekleyen
işlerin başında, ona yapılması gereken biatlerin tamamlanması idi. Bu biatlerin
en önemlilerinden biri Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in biatıydı. Bunun
içinde o sırada Medine valisi olan el-Velid b. Utbe b. Ebu Sufyan
görevlendirilmişti.122
Vali Velid, Hz. Hüseyin’i yanına çağırtır ve ondan Yezid adına bey’at
almak ister. Bu arada Muaviye ölmüş, ancak ölüm haberi gizli tutulmaktadır.
117
Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62.
İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm, I, s.401
119
W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç
Yayınları, Ankara 2010, s.53 vd.; Ethem Ruhi Fığlalı, "İlk Şiî Olaylar”, AÜİFD. Cilt XXVI
(1983), s.335 vd.
120
Fikir-Hadise irtibatı, bir fikrin veya inancın varlığını, sosyal, siyasi, ekonomik ve dini
hadiselerdeki tezahürlerinin tespit edilmesi demektir. Yani herhangi bir mezhebin tarih sahnesine
çıkmasında etkili olan hadiselerle o mezhebi diğer mezheplerden ayıran ilk fikirlerini ve etkilerini
araştırarak bu ikisi arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymak demektir. Yani bir fikrin o
hadisenin sebebi olup olmadığını incelemektir. Bu tek yönlü bir yöntem değildir. Fikirden
hadiseye gidile bildiği gibi, hadiseden de fikre ulaşılabilir. Yani ortada bir fikir varsa, bunun
tezahürleride vardır veya tezahür varsa bunun etkisinde ortaya çıkan fikirlerde vardır. Sönmez
Kutlu, "İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu", İslâmî İlimlerde Metodoloji Mes’elesi I, Ensar
Neşriyat, s.435-436; Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela
Şîa ve Teşeyyu’ kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler
Devri Şiî Hareketleri, s.12-20; a.mlf. “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, AÜİFD,
XXXVI (1997), s.79-117.
121
Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62. Bu tarihteki olaylar Şiîliğin tanımına uymamaktadır.
Dolayısı ile bu harekete "Şiî" veya "İlk Şiî" demek biraz güçtür. Şia’nın tanımını şu şekilde
yapabiliriz: "Şîa, Ali b. Ebî Talib’in, Hz. Peygamber’den sonra nass ve tayinle halife olduğuna
inanan, imametin kıyamete kadar onun Fatıma’dan olan soyundan çıkmayacağını ileri süren
toplulukların müşterek adıdır" bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.15.
122
Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.229.
118
29
Hz. Hüseyin bunun farkına varır ve Velid’e, kendisinin gizlice biat etmesinin
doğru olmayacağını ve ayrıca gizli yapılan biate halkın da razı olmayacağını
söylemiştir.123 Bu sözlerden sonra Velid’in yanından ayrılan Hz. Hüseyin, baba
bir anne ayrı olan kardeşi Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin124 yanına gider
ve ona bu durumdan bahseder. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ona şehirlerden
uzak durmasını, halka elçiler göndererek kendisine biate davet ettirmesini, eğer
kabul etmeyip başkasına giderlerse, bundan dolayı dininin, aklının ve
faziletinin eksilmeyeceğini belirtir. Ayrıca şehirlerden birine gittiği takdirde
halkın kendi hakkında anlaşmazlığa düşerek çarpışabileceğini ve bundan da
onun zarara uğrayabileceğini; bu sebeplerden dolayı Mekke’ye, orada rahat
edemediği takdirde Yemen’e, orada da rahat edemezse dağ başlarına gidip
halkın işlerinin sonucunu beklemesini tavsiye eder. Hz. Hüseyin bu tavsiyelere
uyar ve 28 Recep 60/ 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak
Mekke’ye gider.125 Bu örnekte görebildiğimiz gibi Muhammed b. Ali elHanefiyye, Hz. Hüseyin’in gibi topluma mal olmuş kişilerin bile gelip fikir
danıştıkları bir şahsiyettir. Ayrıca bu, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin
Alioğulları arasında belli bir ağırlığının olduğunu ve aynı zamanda bir liderlik
123
Lût b. Yahya Ebu Mihnef (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977, s.12-13.
Muhammed b. Hanefiyye, asıl adı Muhammed b. Ali b. Ebi Talib, künyeside Ebu’l-Kâsım’dır.
Âlim, fazıl ve cesur bir kimse idi. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31; Hz. Ali’nin
Yemen bölgesinde yaşayan ve Beni Hanife kabilesine mensup olan Havle bt. Ca’fer b. Kays’ten
olma oğlu Muhammed b. Hanefiyye, 16/637 yılında doğmuş ve 81/700 yılında vefat etmiştir.
Bunun için bkz. ez-Zehebî, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed Said, Beyrut
1985, I, s. 93; Hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Atalan,Türk Kültüründe Muhammed Hanefi
Cenknâmeleri, Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011, s.53-97 ; Kendisine
annesinin mensup olduğu Beni Hanife kabilesinden dolayı İbnu’l-Hanefiyye denilmiştir ki o da bu
isimle meşhur olmuştur. Bunun için bkz. Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah ez-Zübeyrî
(236/850), Kitâbu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951, s.41; Muhammed b.
Hanefiyye’nin farklı hanımlardan toplam on erkek çocuğu vardı. Bunlar Hasan, Abdullah (Ebû
Hâşim)! Ca’fer el-Ekber, Hamza, Ali, Ca’fer el-Asğar, Avn, Kâsım, Abdurrahman ve İbrahim’dir.
Bunun için bkz. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut 1981-1988, IV,
s.129-130.
125
Belazuri, Ensâb, IV, s.13.
124
30
konumunda olduğunun somut bir göstergesidir. Ayrıca Abdullah b. Zübeyr
Mekke’de halifeliğini ilan edip halkın da kendisini halife olarak tanıdığı
zaman, Abdullah b. Abbas ona biat etmedi ve Muhammed b. Ali el-Hanefiyye
ile birlikte Taif’e sürgüne gönderildi.126 Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Hz.
Hüseyin gibilerinin kendi fikirlerine itibar ettiği biri olmanın yanında,
halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr gibilerinin de bir tehlike olarak
gördükleri biriydi.
Yukarıda da gördüğümüz gibi, Hâşim oğullarının, İslamiyet’ten öncesi
de dahil olmak üzere bir karizması vardı. Bu karizma, İslamiyet’ten önce,
miras yoluyla kabile soyu vasıtasıyla geçmekteydi. İslamiyet’ten sonra buna bir
de tabiatüstü veya ilahi bir boyut eklenmiştir. Bunun somut bir örneği Hz.
Ali’nin oğlu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve oğlu Ebu Hâşim’dir.
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizması diğer kardeşleri Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin’de yoktu. Hz. Hüseyin’in karizması sonradan, yavaş yavaş,
kademe kademe olmuştur. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizmasında o
kadar ileri gidilmiştir ki, onun ölmediğini, “gâib” (gizli) olduğunu ve bir gün
tekrar geri geleceğini iddia eden kişiler ve topluluklar olmuştur.127 Bu topluluk
Keysaniyye fırkasıdır.128 Bu grup kendini, Ebu Kerb ed-Darîr’den dolayı “elKerbiyye” diye de adlandırmaktadır.129 Bunlara göre Muhammed b. Ali elHanefiyye ölmemiştir. O sağdır ve Radva dağındadır. Yiyeceklerini yanında
126
İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s. 253-254.
Muhammed b. Hanefiyye’nin kişiliği ve adına oluşan fırkalar için bkz. Sayın Dalkıran,
"Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar", Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19,
Ankara 2004, s.139-158.
128
İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, V, s.101; el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.40; Sabri
Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme",
AÜİFD., XXVI (1983), s.675.
129
Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’ş-Şia, çev. Hasan Onat,
Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004, s.112.
127
31
bulunan su ve bal pınarlarından sağlamaktadır. Onu, sağında bir aslan ve
solunda bir panter, ortaya çıkacağı güne kadar koruyacaktır.130 Hatta bu
fırkanın içinde onu Mehdi131 olarak görenlerde vardır132 ki bu fikir açık bir
şekilde ilk defa onun adına kullanılmıştır denebilir.133 Ancak böyle bir iddia,
yani gâib veya Mehdi olduğu, ne Hz. Hasan’da, ne de Hz. Hüseyin’de
mevcuttu.134 Ancak şunu belirtmek istiyoruz ki, toplum tarafından çok sevilen
ve saygı gösterilen, bir karizması olan kişilerin ölümsüzlüğü genel de
vurgulanmıştır. Bulunduğu dönemde ki insanların zihninde de, o kişinin ilahi
bir boyutu olduğu için ölümsüz olması gerekir düşüncesi hâkimdi. İşte bu
düşüncenin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için oluşmaması, aslında Muhammed b.
Ali el-Hanefiyye’nin statüsünün kardeşler arasında hangi düzeyde olduğunun
somut bir göstergesidir.
İmamiyye’nin ilk dört imam olarak kabul ettiği Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz.
Hüseyin ve Ali b. Hüseyin (Ali Zeynel Abidin) hicri I. asırda yaşamışlardır.
130
el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31-32; Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.112;
Ayrıca bkz. Donaldson, The Shi’ite Religion, s.227; Bunu, Emevi Devletinin ünlü şairi Kuseyyir
(105/723) bir kasidesinde şu şekilde ifade etmiştir: "Doğrusu imamlar Kureyş’tendir; Hakk’ın
dostları birbirine eşit dörttür. Ali ve onun üç oğlu; onlar torunlardır; onlardan gizli bir şey yoktur.
Torunlardan biri imân ve doğruluk torunudur. Bir torunda Kerbela’da kaybetmiştir. Bir torunu ise,
önünde sancakla süvarilere komutanlık edene kadar ölümü tatmayacaktır; O kaybolmuştur; bir
süre halkın arasında görünmez; Radvâ dağındadır; yanında da bal ile su vardır." Bunun için bkz.
el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32-33; Bu şiir için ayrıca bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî
Fırkalar, s.114. Ayrıca Kuseyyir’in bu konu ile ilgili bir başka şiiri için bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî
Fırkalar, s.114.
131
Mehdi kelime olarak kendisine rehberlik edilen, Allah tarafından yol gösterilen manasına
gelmektedir. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/354; Emevi idaresinden memnun olmayan birçok
Müslüman, bilhassa Kerbela’dan sonra Allah tarafından rehber olarak gönderildiğini düşündükleri
bir lider, yani mehdi fikrine inanmaya başladılar. Bu bağlamda bu ünvan, Hz. Ali’nin oğlu
Muhammed b. Hanefiyye için kullanılmıştır. Özellikle Şiîler bu inancı daima canlı tutmuşlardır.
Mehdi inancı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, "Mesih ve Mehdi İnancı
Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış)”, AÜİFD, XXV (1981), s.196-214; Ayrıca bkz.
Ahmed el-Kâtib, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi- Şûrâdan Velâyet-i Fakîhe-, çev. Mehmet
Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005, s.272-302.
132
Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.109.
133
Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.75; Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna
İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme", s.675.
134
Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Dervri, s.73-74.
32
Ancak “ilk Şiî farklılaşmalar”, aynı dönemde yaşamış olan Muhammed b. Ali
el-Hanefiyye’nin adı etrafında oluşmuştur. Mehdilik, vâsilik ve rec’at gibi
kavramlar ilk onun adına kullanılmıştır. Bu aynı zamanda farklılaşmanın ilk
belirtisi olarak görülebilir.135 Ayrıca Hz. Hasan’ın ölümü, Hz. Hüseyin’in
Kerbela’da şehit edilmesi ve Ali b. Hüseyin’in Emevilere karşı pasif olması,
Alioğulları taraftarlarını Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin etrafında
birleştirmiştir.136 Onun adına yapılmış olan bu gibi hareketlerden biri de
Muhtar es-Sakafi hareketidir.
Muhtar es-Sakafi giriştiği isyan hareketini137 Ehl-i Beyt mensubu
birisiyle ilişkilendirmek istiyordu. Bu sayede daha çok taraftar bulabileceğini
ümit ediyordu. O dönemde böyle bir potansiyelin varlığından söz edilebilir.
Bilhassa Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi, toplumu Ehl-i Beyt’e daha
da yakınlaştırmış ve aynı zamanda Emevî iktidarına karşı olan öfkeleri de
artırmıştı.
Bu düşüncelerle hareket eden Muhtar, Ehl-i Beyt’ten olan, bilhassa Hz.
Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Ehl-i Beyt’in en güçlü ve lideri durumunda
olan Muhammed b. Ali el-Hanefiyye adına yola çıktığını söyler.138 Bu durumu
teyit etmek için el-Esved b. Cerad et-Kindi ve bir kaç arkadaşı Muhammed b.
Ali el-Hanefiyye’nin yanına gider ve Muhtar’ın söylediklerini kendisine
aktarırlar. Muhtar’ın Allah’ın kitabına, Hz. Peygamber’in sünnetine ve Ehl-i
135
Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s. 115 vd. Ayrıca bkz., Atalan, Şiîliğin Farklılaşma
Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.36.
136
Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî ibn A’sem (314/926), Kitabu’l-Futuh, Beyrut 1986, I-II, s.584.
137
Bu isyan hakkında geniş bilgi için bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.93-114.
138
Muhtar’ın başlattığı bu hareketin her aşamasında Muhammed b. Hanefiyye’nin ismini
zikretmesine rağmen, onun imam olduğunu veya onun imameti için hareket ettiğini söylememesi
dikkat çekicidir. Yaninbir Şiî unsur taşımamaktadır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler Devri Şiî
Hareketleri, s.113.
33
Beyt’in kanlarını talep etmek için kendilerini Muhammed b. Ali el-Hanefiyye
adına bu harekete davet eder. Kendilerinin bu çağrı karşısında nasıl bir tutum
takınmaları gerektiğini öğrenmek için bizzat Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin huzuruna çıkar.139 Ebu Mihnef’in naklettiği bu rivayette,
Muahmmed b. Hanefiyye bu heyete, Allah’ın, Allah düşmanlarına karşı
kendilerine dilediği kimse ile yardım etmesini arzu ettiğini bildirmiştir. Heyet,
bu cevabı Muhtar’a destek verilmesi gerektiği şeklinde yorumlamış ve tekrar
geriye dönmüşlerdir.140
Muhtar, giriştiği bu isyan hareketinde başarılı olabilmek için çok çaba
sarf etmiştir. Örneğin Kufe’nin şöhretli ve büyük bir kabilenin reisi olan
İbrahim b. el-Eşter’i kendi saflarına katmaya çalışır.141 Çünkü bilindiği gibi bir
isyan hareketi başlatmak ciddi anlamda bir ekonomik kaynak ve itibarlı
kişilerin desteğini gerektirir. Muhtar da bu düşüncelerle hareket ederek onun
evine gider ve onu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin gönderdiği bir
mektupla hareketine davet eder.142 Mektubu okuyan İbrahim b. el-Eşter,
Muhtara biat eder.143 Ancak burada hemen şunu belirtmemiz gerekir ki,
Muhtar’ın el-Eşter’e verdiği mektubu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye değil,
Muhtar’ın kendisi kaleme aldığını söyleyen kaynaklar vardır.144 Bu rivayetlerle
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin nasıl bir siyasi gücünün olduğunu ve aynı
zamanda Muhtar’ın nasıl kurnaz bir siyasetçi olduğunu görmekteyiz. Ancak bu
mektup hangi şartlar altında yazılmış olursa olsun, neticede el-Eşter bu
139
İbnu’l Esîr, el-Kamil, IV, s.214.
Taberî, Târîh, VI, s.14.
141
Taberî, Târîh, II, s.609.
142
Mektubun içeriği hakkında detaylı bilgi için bkz. Belazuri, Ensab, V, s.222-223.
143
Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.289-290.
144
Bu husus için bkz. Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.290.
140
34
mektubun Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den geldiği için Muhtar’a biat
etmiştir. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin sadece halktan değil, aynı
zamanda aristokratlar nezdinde de yüksek bir itibarı olduğunu göstermektedir.
Muhtar es-Sakafi, isyan hareketi için kendine cemaat oluşturmak için,
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den aldığı onayı taraftarlarına ilan etmiştir.
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin kendisini vezir ve seçilmiş emir olarak
gönderdiğini ve kan dökücülerle savaşıp Ehl-i Beyt’in kanını talep etmesi
istediğini belirtmiştir.145 Bu ifadelerle, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin
Kufe’de büyük bir kitleye sahip olduğunu ve Muhtar’ın da onun tarafından
gönderildiğini
söylemekle
bu
kitleden
faydalanmak
istediğinin
bir
göstergesidir.
Muhtar, Kufe’ye gidip isyan hareketini başlatmak istediğinde, onlara
kendisinin, el-Mehdi146 Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin veziri sıfatıyla
geldiğini söylemiştir.147 Ancak Muhtar’ın giriştiği bu isyan başarısızlıkla
sonuçlanmış ve Muhtar bunu hayatı ile ödemiştir. Burada dikkatimizi çeken ve
vurgulamak istediğimiz husus Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin durumudur.
Çünkü bu örnekten anlaşılacağı üzere, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin
İslam toplumunda ciddi bir ağırlığı vardır. İsyan hareketini başlatan bir kişinin,
bir hareketin liderinin onun veziri olduğunu söylemesi, Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin statüsünün hangi derecede olduğunu bize açıkça göstermektedir.
Hz. Ali’nin şahsi değerine ve meziyetlerine duyulan inanç, Şiiliğin
temelini oluşturmaktadır. Ancak bu inanışta, sadece Hz. Ali’ye mahsus özel bir
145
Belazuri, Ensab, V, s.218; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.139.
Muhammed b. Hanefiyye kendisine Mehdi denmesinden pek hoşlanmazdı. Bunun yerine
kendisine ismi olan Muhammed veya künyesi olan Ebu’l-Kâsım ile hitab edilmesini isterdi. Bunun
için bkz. İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübrâ, V, s.94.
147
İbnu’l-Esir, el-Kamil, IV, s.163 ve s.172.
146
35
karizma yok gibidir, çünkü, önderlik de dahil olmak üzere insanüstü vasıfların
insanlarda tezahür ediş fikri anlamına gelen karizma anlayışı, sadece Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin’de değil, aynı zamanda Hz. Ali’nin üçüncü oğlu olan
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve diğer oğlu Ebu Haşim’e de tahsis
ediliyordu.
Hz. Hüseyin’den sonra Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye tâbi olan
Alioğulları ve Ali taraftarları, onun vefatından sonra oğlu Ebu Haşim’e
bağlanmışlardır. Bunun nedeni ise, Emeviler’e düşman olan pek çok Ali
taraftarının onu, babasının halefi ve ondan sonra ki imam olarak kabul
etmelerinden gelmektedir.148 Ebu Haşim’e bağlananlar, ileride oluşacak olan
Haşimiyye fırkasına öncülük edecek olan kişilerdi. Haşimiyye fırkasına göre
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Ebu Haşim’e ilimlerin sırlarını öğretti, ona
görünenlerin görünmeyenler üzerine uygulaması gereken metotları bildirdi.
Onlara göre her ayetin bir te’vili, her zahirin de bir batını vardır.
Görülenlerdeki hikmet ve sırların bir kişinin şahsında toplanacağına ve o
kimsenin de gerçek imam olacağına inanırlar. Bu bilgilerin Hz. Ali’den
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye ve ondan da oğlu Ebu Haşim’e geçtiğini
iddia ederler.149
Yukarıdaki bilgiler ışığında şunu diye biliriz, Muhammed b. Ali elHanefiyye ve oğlu Ebu Haşim’in toplumda ciddi bir karşılığı vardı. Bu aynı
zamanda Alioğullarının da bir karşılığının olduğu anlamına geliyordu. Dolayısı
ile hicri I. asırda Abbasoğullarından ziyade Alioğulları fenomeni olduğunu
148
149
Onat, “Ebu Haşim”, DİA, X, s.146; Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32.
Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.150-151.
36
diye biliriz. Abbasoğullarını da, Alioğulları bünyesinde hareket eden bir kitle
olarak görebiliriz.
Bu
bilgi
bize
hicri
I.
asırda
bir
Abbasiyyun-
Talibiyyun
farklılaşmasından bahsedilemeyeceğini göstermektedir. Ancak hicri II. asırda
Abbasiler ile Talibilerin birbirine düşman olduklarını söylenebilir.150 Bu
konuyu birazdan daha detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz için burada bu kadar
ile yetinip diğer bölüme geçmek istiyoruz.
150
Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, IV, s.22.
37
II.BÖLÜM
İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ
2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE
DEVRETMESİ
Abbasoğulları, hicri birinci asırda, siyasi anlamda sessiz kalmayı ve
tarafsız gözükmeyi tercih eden bir politika takip etmiştir.151 Ancak hicri II. asır
için aynı şeyi söylemek mümkün gözükmemektedir. Çünkü bu asırda artık
siyasi bir taraf olmaya başlamışlardır. Tabii taraf derken, önce Alioğulları ile
birlikte hareket etmiş, ancak sonradan kendi taraflarını oluşturmuşlardır.
Abbasiler, Alioğulları ile olan ilişkilerini, onların desteğini kaybetmemek için
çok hassas bir zemin üzerine oturtmuştur.152 Bunu yaparken de Alioğullarının
bir bütünlük içinde olmayışlarını kendi aleyhlerine kullanmasını da
bilmişlerdir.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Alioğullarının bir bütünlük içinde
olduklarını söylemek güçtür. Çünkü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ailesi ile
Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin ailesi arasında bazı tartışmaların olduğunu
görmekteyiz. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan torunu Zeyd b. Hasan bu kişi o
dönemde kendi neslinin en yaşlısı idi ile Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olmayan
torunu Ebû Hâşim Hz. Ali evladının o dönemde, bütünün içinde en yaşlısı idi,
arasında Hz. Ali’nin mirasını paylaşamama sorunu çıkmıştır. Konu Medine
kadısına intikal etmiş ve kadı Ebû Hâşim lehine karar vermiştir.153 Sonucu
151
Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.13. Krş. Ünal Kılıç, “Ebû Seleme el-Hallâl
ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.514.
152
Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar
Dergisi, cilt 18, sayı 2, s.187.
153
Alioğularının iç çekişmeleri için bkz. Atalan, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009),
Cilt 14, Sayı 2, s.63-76.
38
beğenmeyen Zeyd b. Hasan, bu meseleyi hac için 91/710154 yılında Medine’ye
gelen halife Velid b. Abdülmelik’e götürür. Ayrıca halifeye, Ebû Hâşim’in
Muhtar es-Sakafi’nin adamlarında zekât topladığını söyler155 ve bunun üzerine
halife Ebû Hâşim’i tutuklatıp Şam’a götürür ve hapsettirir. O dönemde
Hüseyin oğullarının lideri konumunda ki Zeynelabidin’in bizzat halifeden
yoğun talebi üzerine Ebû Hâşim serbest bırakılır.156 Ancak, beklediği itibarı
alamadığı için Medine’ye geri dönmez. Kendisine büyük sevgi ve saygı
gösteren, aynı zamanda Keysaniyye’nin güçlü olduğu Kufe’ye gitmek istemiş,
ancak hapisten yeni çıktığı için sıkı kontrol altında bulunduğundan dolayı
bundan da vaz geçer. Bu sebeple o Şam’da kalmaya karar verir. Burada,
Muhammed b. Ali ile talebesi olması hasebiyle iyi bir ilişki kurar. Ayrıca, Ebû
Hâşim’in hanımı Fatıma, Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah ile
amca çocukları olması,157 bu ilişkinin daha da iyi olmasına vesile olan
sebeplerden bir tanesidir. Hac vazifesini eda etmek için yola çıkan Ebû
Hâşim158, Humeyme’ye uğrar ve hareketin liderliğini Muhammed b. Ali’ye
devreder.159 Ebu Haşim’in bunu yapmakta maksadı, Muhammed b. Ali’de bu
hareketi yönetebilecek kabiliyeti görmesidir.160 Bunu Ebu Haşim’in kendi
söylemlerinden çıkara biliriz. Ona, kendisinden sonra kime biat edecekleri
sorulunca, o, Muhammed b. Ali’yi işaret etmiştir ve ondan daha hayırlı ve
154
Taberî, Târîh, VI, s.467.
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173-174.
156
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.174-175.
157
ez-Zübeyrî, Kitâbu Nesebi Kureyş, s.76.
158
Ebu Haşim’in hilafeti Muhammed b. Ali’ye devretmesiyle ilgili farklı rivayetler için bkz.
Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.24-34. Krş. Mehmet Dalkılıç, Horasan’da İktidar
Mücadeleleri (M.705-796), EÜSBE, Kayseri 2009, s.26.
159
el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.95; Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.151.
160
İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294.
155
39
bilgili birini bulamadığını ilave etmiştir.161 Ebu Haşim dar bir kabilecilik
zihniyetiyle hareket etmiyor. O, bu ihtilal sürecini duygusal değil, akli olarak
çözmek istiyordu.
Kaynaklarda Muhammed hilafeti oğlu İbrahim’e,162 onun da kardeşi
Ebu’l-Abbas’a,163 onunda kardeşi Mansur’a164 vasiyet ettiğini ve böylece
imametin Abbasoğullarına geçtiğini belirtirler.165 Görüldüğü gibi Abbâsîler,
babadan oğula geçen veliahtlık sistemini Emevîlerden aynen devralmışlardır.
Hatta daha devlet kurulmadan önce bu müesseseyi başlatmışlardır.166
Vasiyet konusu belli bir zaman sonra farklı bir boyut kazanmaya başlar.
Çünkü Abbasoğulları taraftarı olan Ravendiyye fırkası, Ebu Haşim’in vasiyet
konusunu reddederler. Onlara göre hilafet baştan beri Hz. Abbas yoluyla
Abbasoğullarından gelmiştir. Hatta bizzat Hz. Peygamber’in, hilafeti amcası
Hz. Abbas’a vasiyet ettiğini söylerler.167 Bu söylem ilerleyen yıllarda Abbasi
halifeleri tarafında da dile getirilecek ve bu şekilde artık adeta bir devlet
politikası haline getirilecektir. İlerleyen bölümlerde buna değineceğimiz için
burada bu kadar bilgi ile yetinmek istiyoruz.
Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah bir defasında hilafetin
kendi oğullarına geçeceğinden bahsetmiştir. Bu bilgi, dönemin halifesi Velid b.
Abdilmelik’in kulağına gitmiş ve onu dövdürtmüştür.168 Acaba Ali b.
Abdullah, hilafetin kendi oğullarına geçeceğini neye dayanarak söylemiştir?
161
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173.
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237.
163
Taberî, Târîh, VII, s.423.
164
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.461.
165
el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21.
166
Azimli, Halifelik Tarihine Giriş, s.152.
167
el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21, Kummi/Nevbahti, Şiî Fırkalar, s.171. Ayrıca
Ravendiyye’den imametin Ebu Haşim’den vasiyet ile Muhammed b. Ali’ye geçtiğini
söyleyenlerde vardır. Bkz. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32.
168
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.138-139.
162
40
Bu sadece bir temennimiydi, yoksa güvendiği sağlam kaynaklarımı vardı?
Kanaatimizce Ali b. Abdullah bu sözü söylerken güvendiği bir yerler vardı.
Muhtemelen, Muhammed b. Ali, Ebu Haşim’in talebesi iken169 onunla sıkı bir
ilişki içinde idi. Ebu Haşim’in oğlu olmadığı için170 yerine Muhammed b.
Ali’yi düşünmüş ve bunu ona iletmiştir.
Ebu Haşim, Muhammed b. Ali’ye sadece imameti değil, aynı zamanda
Haşimiyye diye bilinen kurulu teşkilatını da devretmiştir.171 Yani Muhammed
b. Ali ihtilal hareketine hazır bir teşkilat ile başlamıştır. Bu ona hiç şüphesiz
çok büyük bir avantaj sağlamıştır. Ayrıca Muhammed b. Ali ve oğlu İbrahim,
toplumun Haşimilere gösterdiği yakınlığın gücünü fark edip onu kendi
maksatları için kullanmayı başarmışlardır.172
Netice itibariyle kaynaklarda verilen bilgiler ana hatlarıyla şöyledir. 1.
Ebu Hâşim imamet haklarını Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. 2. Ebu Hâşim,
Emevileri devirmek için bir hareket başlatmış ve vefat edeceği zaman hilafet
haklarının yanı sıra kurmuş olduğu teşkilatı da Muhammed b. Ali’ye
devretmiştir.173 Günümüz tarihçileri bu konuyu değişik değerlendirmeler
yaparak ele almışlardır. Farklı bakış açılarının yanı sıra, Hasan İbrahim
Hasan,174 gibi çağdaş tarihçiler, Muhammed b. Ali’nin imameti Ebu Haşim’den
devraldığını kabul etmiş ve Abbasi Davetini Ebu Haşim’in teşkilatı üzerine
169
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.173-174.
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.177.
171
İsfehânî, Mekâtil, s.123-124; Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.188.
172
Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.211.
173
Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.30.
174
İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294.
170
41
bina ettiğini belirtmişlerdir. Ancak Wellhausen,175 gibi bazı tarihçiler ise bu
rivayeti reddetmişlerdir.
2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU
Değişen zaman ve şartlarla birlikte, İslam toplumun siyasi ve içtimai
yapısı da değişmeye başlamıştır. Bu sebeple Emevî devrinde toplum dört ayrı
tabaka halindeydi. Bunlar, Müslüman Araplar, mevali, zimmiler ve köleler
idi.176
Abbasî ihtilaline mevalinin desteği de olmuştur. Onlar, Müslüman
oldukları halde, diğer Müslümanlar, yani Müslüman Araplar gibi muamele
görmüyorlardı. Çünkü onlar sonradan Müslüman olmuşlardı. Hâlbuki ister
Müslüman Arap olsun isterse gayr-i Arap olsun aynı haklara sahip olmaları
gerekirdi. Teorik olarak böyle idi, ancak pratikte uygulama farklıydı. Bilhassa
vali Haccâc döneminde mevaliden, sanki Müslüman değillermiş gibi vergi
alındı.177 Bu tutum mevaliyi Abbasi propagandayı desteklemeye mecbur
etmiştir. Yani Abbasi propagandaya sadece Abbasiler değil, mevali de ve
Emevi zulmünden bıkmış olan herkes destek vermiştir.
Zeyd b. Ali isyanını devam ettirmeye çalışan ve ancak başarısız olan
oğlu Yahya b. Zeyd’in ölümü ile birlikte bir boşluğa düşen Horasanlıları kendi
tarafına çekmekte zorlanmayan Muhammed b. Ali, onları, kendi içlerinden
olan Ebu Müslim aracılığı ile “Resulullah ailesine itaate” çağırmıştır.178 Daha
sonra bu çağrı, “er-rızâ min âl-i Muhammed” (Muhammed ailesinden razı
175
Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.239.
Hitti, İslam Tarihi, II, s.363 vd..
177
Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.132; Ayrıca Emevi devrindeki mevâlinin durumu için
bkz. Ignaz Goldziher, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II, Hildesheim- ZürichNew York 2004, I, s.101 vd.; İbrahim Hasan, Tarih’u-İslâm, I, s.529, Bernard Lewis, Tarihte
Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979, s.82 vd..
178
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.167.
176
42
olunan bir şahıs) şeklinde ihtilalin kapsayıcı ve en popüler sloganı haline
gelecektir.179 Bir başka slogan da “Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti”
iken, bunun yanına bir de “Ali b. Ebî Talib’in sünnetini ilave etmişlerdir.180
Görüldüğü gibi Abbasiler, Emevilere karşı başlattıkları isyan hareketinin
sloganını özenle seçmişlerdir. Geçmişte yapılan isyan hareketlerinde kullanılan
“Ehl-i Beyt’in kanını talep” şeklinde bir agresif slogan yerine, “er-rıza min âl-i
Muhammed” şeklinde daha sakin ve kapsayıcı bir sloganı tercih etmişlerdir. Bu
kurnazca hamle, Abbasîleri ihtilalinin başarılı olmasında etkili olmuştur.
Çünkü bu slogan da, diğer sloganlar gibi, Abbasoğullarının, Alioğullarına, bu
ihtilali “birlikte” yapıyoruz psikolojisi vermiştir.181 Ayrıca bu slogan,
Alioğullarına sempati duyan bütün unsurları da Abbasî Daveti etrafına
toplamıştır.182 Er-rıza min âl-i Muhammed söylemi Alioğulları taraftarlarının
çoğunluğunun kabul ettiği bir slogandır denebilir.183 Zaten Alioğulları varken
imametin Abbasoğullarında olduğunu hiç kimse kabul etmezdi.184 İşte bundan
dolayı bu slogan Abbasiler açısından yerinde bir davranıştı. Görüldüğü gibi
Abbasiler “Ehl-i Beyt” kavramı yerine “Âl-i Beyt” kavramını kullanmışlardır.
Ehl-i Beyt kavramı zihinlerde daha çok Alioğullarını çağrıştırdığı için,
Abbasiler daha kapsayıcı olan ve zihinlerde bir aileyi çağrıştırmayan Âl-i Beyt
179
Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Suyûtî (911/1505), Tarihu’l-Hulefa, thk. Muhammed
Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995, s.312; Hüseyin Atvan, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve
Esâlîb, Beyrut, s.93.
180
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.284.
181
Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV,
sy. I, s.328.
182
Abdulaziz ed-Dûrî, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, İstanbul 1991, s.76-77.
183
Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar
Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.191.
184
İsa Doğan, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi Hareketi”, OMÜİFD (1996),
sy.VIII, s.34.
43
kavramını kullanarak kurnazca bir hamle yapmıştır.185 Gerçi her ne kadar da bu
kapsayıcı politikayı takip etseler de, ihtilalin liderliğini hep Abbasoğulları
yapmıştır. Aslında Emevilerden sonra hilafete de kendilerinin geçeceğini,
Muhammed b. Ali’nin liderliği oğlu İbrahim’e vermesi ile bir nevi ilan veya
ima etmişlerdir.186 Yani, yukarıda da değindiğimiz gibi, Abbasiler veliahtlık
sistemini daha devleti kurmadan başlamışlardır.
Abbasoğulları, başarısız olan Alioğulları isyanlarından kendilerine ders
çıkarmışlardır. Onların düştükleri hatalara düşmemek için daha iyi planlanmış
ve gizli187 bir şekilde yürütecekleri bir ihtilal hareketi olması gerektiğini
belirlemişlerdi.188 Ayrıca ihtilal merkezi olarak da bundan önce olmayan farklı
bir bölge seçilecekti.189 Bu düşüncelerle hareket eden Muhammed b. Ali, gizli
bir propaganda stratejisi takip etmiş ve ihtilal merkezi olarak Humeyme’yi
seçmişti. Horasan’ı ise propaganda merkezi ilan etmişti.190 Bu iki şehir
arasında ki bağlantıyı ise Kufe kuracaktı. Propaganda amaçlı Horasan’a
gönderilen dâiler (davetçiler, propagandacı) orada tüccar kılığı altında Abbasi
propagandasını yapıyorlardı.191 Ayrıca dailerin yanı sıra Horasan’a nâkiblerde
(temsilci) gönderildi. Bunlarda dâiler gibi Abbasî propagandası yapıyorlardı.
Ancak nakiblerin imamla bir irtibatı olmazdı. Aslında dailerin de hepsi
185
Namık Kemal Karabiber, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki Yansımaları (Hicri I. ve II.
Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara 2007, s.170.
186
Bozkurt, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”, İslamiyat (2000), cilt III,
sy.III, s.149.
187
Abbasiler, Muhammed b. Ali ile birlikte devraldıkları ihtilal hareketinde ki asıl amaçlarını
sürekli gizli tutmuşlardır. Bu sayede Emevilerin dikkatinden uzak kalmışlar ve aynı zamanda
Alioğullarının desteğini almış ve düşmanlık beslememelerini sağlamışlardır. Bunun için bkz.
Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, s.187.
188
Abbasi ihtilali biri gizli (100-127), biri de açık (127-132) propaganda dönemleri olarak
yürütülmüştür. Abbasoğulların gizli ve açık propaganda dönemleri hakkında geniş bilgi için bkz.
Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.41-67.
189
Moshe Sharon, Black Banners From The East, Leiden 1983, s.46-47.
190
Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.34.
191
Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.333.
44
doğrudan imam ile görüşemezdi. Bilhassa Horasan da bulunan dailer için bu
geçerliydi.192 Çünkü Humeyme ve Horasan arasında ki bağı kuran Kufe şehri
ve burada bulunan Abbasi daileri bu iki şehir arasında mekik dokuyorlardı. Bu
şekilde hem Horasandaki daileri idare ediyorlardı, hem de Humeyme’de
doğrudan imamla görüşebiliyorlardı. İşte böyle bir köprü vazifesi gören
Kufe’nin liderliğini Ebu Seleme yapmıştır. Bu açıdan Ebu Seleme Abbasi
davetinde önemli bir şahsiyettir. Ayrıca, ileride de değineceğimiz üzere, Ebu
Seleme’nin hilafetin Alioğulların hakkı olduğu düşüncesinin oluşması, her
halde doğup ve yetiştiği Kufe şehrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Kufe şehri
Ali taraftarlarının güçlü olduğu bir şehirdir.193 Böylelikle çocukluğu, gençliği
ve yetişkinliği hep Ali taraftarları içinde geçiren biri, onlardan bir şekilde
etkilenmiştir denebilir.
Her ne kadar bu ihtilal hareketinde Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte
hareket etmişlerse de, tam bir birlik içerisinde olmadıklarını görmekteyiz.
Örneğin Halife Mervan bir gün Abbasoğullarına mensup olan İbrahim b. Ali’yi
huzuruna çağırtır ve ona, Hasanoğullarından Abdullah b. Hasan’ın kendisine
gönderdiği bir mektubu verir. Mektupta İbrahim b. Ali ve Abbasoğullarının,
Horasan’da devlete karşı bir isyan hareketinde olduklarını yazıyor. İbrahim b.
Ali bu iddiaların yalan olduğunu, tam aksine Abdullah b. Hasan’ın Emevilere
karşı bir harekette olduğunu ve ayrıca oğlu Muhammed’i Mehdi ilan ettiğini
söyler, ama halife bunu itibar etmez ve İbrahim’i hapsettirir. Nitekim İbrahim
192
Muhammed Abdu’l-Fettah Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, Mısır 1994, s.44.
Muhammed b. Ali, nakiblerine Horasan’a gitmelerini söylemiştir. Çünkü Şam Emevilerin,
Basra Osman taraftalarının ve Kufe ise Ali taraftarlarının kontrolünde idi. Aslında Muhammed b.
Ali’nin bu söylemi, Ali taraftarlarına karşı olan tutumunu da göstermektedir. Bunun için bkz.
Muhammed Hudari Bek, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye, Beyrut 1986, s.14.
193
45
de yirmi gün sonra hapiste vefat eder.194 Bu misalde Abbasilerin aslında
Alioğulları
ile
birlikte
çalışmaktan
çok
da
memnun
olmadıklarını
görmekteyiz.195 Ancak genel itibariyle bakıldığında bu ikisi arasında bu
dönemde çok ciddi denecek düzeyde bir huzursuzluk da olmamış, çıkan bazı
sorunlar ise şahsi düzeyde kalmıştır. Bu propaganda döneminde Abbasoğulları
ile Alioğulları arasında ciddi bir ayrışmanın olmaması belki de ağırlıklı olarak
Alioğullarının Kufe’de ve Abbasoğullarının da Horasan da bulunmalarından da
kaynaklanıyor olabilir.196 Alioğulları da Abbasoğulları gibi davet döneminde
ciddi anlamda çalışmışlardır.
2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI
Hz. Hüseyin’in torunu olan Zeyd b. Ali, 80/699 yılında Medine’de
dünyaya gelmiştir. Annesi, Muhtar es-Sakafi’nin Ali b. Hüseyin’e hediye ettiği
Sindli bir cariyedir.197 Babası Ali, dördüncü imam Zeynelabidin, Kerbela
faciasından kutulan az sayıda insanlardan biridir. Babası vefat ettiğinde Zeyd
on dört yaşındaydı. Bundan sonra onun yetişmesinde ve bakımında ağabeyi
Muhammed Bakır ilgilenmiştir. Babası ve ağabeyi Muhammed Bakır’dan ders
almıştır. Hayatının büyük bir kısmını Medine’de geçirmiştir.198
Zeyd b. Ali, başta Kufe olmak üzere Hicaz ve Irak’ın pek çok şehrine
seyahat etmiştir. Bu sayede, daha genç yaşta İslam dünyasındaki siyasi ve fikri
194
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.394-395; Ayrıca buna benzer bir rivayet için bkz. İsfehânî,
Mekâtil, s.257.
195
Karabiber, Ehl-i Beyt, s.166.
196
Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.24-28.
197
el-İsfehânî, Mekâtil, s.127.
198
el-Belazüri, Ensab, III, s. 229 vd..
46
hareketleri tanıma fırsatı bulmuştur.199 Ayrıca Zeyd b. Ali, Vasıl b. Ata200 ve
Ebu Hanife ile görüşmüş, bu sayede bilgi ve tecrübesini artırmıştır.201
Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları siyasetten uzaklaşmış ve ilme
yönelmişlerdir. Bu sayede Emevi idarecilerinden ve Kufe halkından uzak
durmuşlardır.202 Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları uzun süren bir
sessizliğe girmiştir. Bu sessizlik, muhtemelen Alioğullarının büyük bir
kısmının Muhammed b. Ali liderliğindeki Abbasi ihtilal hareketine vermiş
oldukları destekten kaynaklanmaktadır.203
Hz. Hüseyin’den sonra Hz. Ali’nin neslinden Emevi iktidarına karşı ilk
isyan eden ve bu sessizliği bozan kişi Zeyd b. Ali idi.204 Zeyd, Emevilere karşı
isyan etme konusunda babası Ali b. Hüseyin’den farklı düşünüyordu. Babası
Emevilerle uyum içinde yaşamıştır. Ancak Zeyd, Kerbela’da dedesini öldüren,
Harre vakasını gerçekleştiren ve Kâbe’yi mancınıkla taşlayanlara karşı isyan
edilmesi gerektiğini düşünüyordu.205 Bunun üzerine harekete geçen Zeyd b.
Ali, geniş bir halk kitlesi kazanmak için, Müslümanların çoğunluğunun kabul
ettiği Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i meşru halife olarak gördüğünü açıklamıştır.
Bu, halifelik fikri mehdilik fikrini kullanmaktan daha kurnazca bir işti. Çünkü
mehdilik, halifeliğin idaresini üstlenmek gibi bir faaliyete yer vermiyordu. Bu
199
ez- Zehebî, Nübela, V, s.391.
Zeyd b. Ali ve Vasıl b. Ata ilişkisi için bkz. Mehmet Ümit, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd
b. Ali’den Kâsım er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s.81-103.
201
Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî İbn Abdirabbih (327/939), el-Ikdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid
et-Terhînî, Beyrut 1987, IV, s.482-488; Yusuf Gökalp, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE,
(Basılmamış Doktora Tezi), Ankara s.36.
202
Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ İbnu’t-Tiktakâ (709/1309), el-Fahri fi Adâbi’s-Sultâniyye ve’dDuveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966, s.129.
203
Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107.
204
Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.74.
205
Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29.
200
47
bakımdan da gerçekçi değildi.206 Bu düşüncelerle taraftar bulmaya çalışan
Zeyd b. Ali, muhalefet anlayışını Emevi- Hâşimi çekişmesini temel alarak
iktidara karşı çıkmıştır.207 Zeyd b. Ali isyanı, tarihi Emevi- Hâşimi çekişmesi
zemininde ortaya çıkan siyasî bir harekettir.208
Ca’fer es-Sadık, Zeyd b. Ali’yi başlatmak istediği isyan hareketi
dolayısı ile uyarmıştır. O, Zeyd’in bu ayaklanmasının başarısız olacağını ve
sonucunda da öldürüleceğini tahmin etmiştir.209 Ancak Zeyd b. Ali Ca’fer esSadık’ı dinlememiş ve isyan hareketini başlatmıştır.
Zeyd b. Ali isyanı, Alioğullarının Emevi iktidarına karşı en güçlü son
başkaldırışı idi.210
Zeyd b. Ali isyana başladığında, Muhammed b. Ali da’vetçilerine bu
isyana katılmamalarını emretmiştir.211 Onlara evlerinde kalmalarını ve
Zeyd’den uzak durmalarını söylemiştir.212 Böylece o, Alioğullarından çıkan bir
lideri Emeviler karşısında yalnız bırakarak tasfiye etmiş ve böylelikle alan ona
kalmış oldu. Ayrıca Muhammed, Zeyd b. Ali’nin ölümü üzerine oluşan sosyal
tepkiyi de Abbâsî da’vetine kanalize etmeyi başarmıştır.213 Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi, Abbasilerin aslında Alioğulları ile birlikte çalışmaktan çok
da memnun olmadıklarını bu örnekte net bir şekilde görmekteyiz. Abbasiler
her fırsatta Alioğullarının zarara uğramasını istercesine onların giriştiği
isyanlara katılmamış ve destek vermemişlerdir.
206
Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.162.
Taberî, Târîh, VII, s.160.
208
Onat, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları), s.60.
209
Taberî, Târîh, VII, s.57-58.
210
Zeyd b. Ali’nin neden isyan ettiği konusunda farklı rivayetler vardır. Bunun için bkz. Gökalp,
Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, s.33-36.
211
Nebîle Abdulmunim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986, s.178-179.
212
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.230.
213
Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.216.
207
48
İsyan hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, Zeyd b. Ali, Kufe’den on
beş bin kişinin biatını almıştır.214 Bu, Zeyd için müthiş bir rakamdı. Ancak
unutulmamalıdır ki isyan ederken sayıdan çok cesur ve vefakâr kişilere ihtiyaç
vardır. Ayrıca bu on beş bin kişinin Kufe’li olması da bir başka dezavantajdır.
Zaten Zeyd bu konuda ikaz edilmektedir. Şöyle ki; Zeyd b. Ali Medine-ŞamKadisiye yolculuğuna çıktığında yanında yer alan Dâvud b. Ali (v. 133/750)
tarafından, Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, geçmişte söz verdikleri halde
atalarını nasıl yalnız ve desteksiz bıraktıklarını hatırlatmış ve onu ikaz etmiştir.
İlk Abbasi halifesi Saffah’ın amcası olan Dâvud b. Ali’ye karşılık Kûfe’liler
Zeyd b. Ali’ye, “Dâvud b. Ali senin kendisinden daha başarılı olmanı
istemiyor. O, bu işe kendisini ve ailesinden olanlarını daha layık görüyor”
diyerek Zeyd’i kendi saflarına çekmeyi başardılar. Zeyd’in yanındakilerle
birlikte Kûfe’ye gitmesiyle birlikte Dâvud b. Ali Medine’ye dönmüştür.215
Yapılan uyarılara aldırış etmeyen Zeyd, Kufe’liler ile birlikte Irak valisi
Yusuf b. Ömer es-Sakafi’ye karşı savaşmıştır. Savaş hazırlıkları sürerken Zeyd
b. Ali’nin ordusunun içinden bir grup Zeyd’in yanına gelir ve ona Hz. Ebu
Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne düşündüğünü sorarlar. O da ailesinin onlar
hakkında kötü şeyler söylemediğini ve kendisinin de onları tasdik ettiği
mealinde cevap vermiştir.216 Zeyd b. Ali taraftarlarından bir grup ona, hangi
gerekçe ile ailesinin intikamını almak istediğini, yani sadece halifeliği
ellerinden aldılar diye mi isyan edeceğini sordular. Bu soruya Zeyd,
kendilerinin Hz. Peygamber’in hilafet hakkına tüm insanlardan daha çok layık
214
Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29.
Taberî, Târîh, VII, s.167-168.
216
Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara
1983, s.66.
215
49
olduklarını ve onların bu hakkı onlardan aldıklarını belirtmiştir. Ancak tüm
bunlara rağmen onların Kur’ân ve Sünnetten ayrılmadıkları ve insanlar
arasında adaletle hükmettikleri sürece hilafetin onların elinde olmasında bir
sakınca görmediğini söylemiştir.217 Taraftarlar bu sefer ona bunlar sana
zulmetmedi, sana zulmetmeyen kişileri savaşa çağırmanın manası nedir?
şeklinde yeni bir soru yönelttiler. Bunun üzerine Zeyd b. Ali şu cevabı
vermiştir: “Bunlar bana da, size de ve kendilerine de zulmedenlerdir. Biz sizi
Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine ve sünnetlerin diriltilmesine,
bid’atlerin kaldırılmasına çağırıyoruz. Çağrımıza icabet ederseniz, mesut
olursunuz, itina ederseniz size karşı sorumlu değilim.” Bu cevaba çok kızan
grup, ona olan biatlerini bozup ona, Ca’fer es-Sadık’ın bu işe ondan daha layık
olduğunu söyleyip onu terk ettiler. Hâlbuki Ca’fer es-Sadık yanına gelenlere
“gidin Zeyd’e biat edin, o bizim en faziletlimiz, en efendimiz ve en
hayırlımızdır” demiştir.218 Yani Ca’fer es-Sadık hiç bir zaman kendini Zeyd b.
Ali’den üstün görmemiştir. Bu ayrılanlara sonradan “Rafıza” denmiştir.219 Bu
ayrılık Zeyd’in ordusunu ciddi anlamda etkilemiş ve neticede savaşı
kaybetmelerine sebep olmuştur. Savaş esnasında Zeyd b. Ali anlına isabet eden
bir okla öldürülür,220 sonra kabrinden çıkarılır idam edilir ve sonra yakılır.221
Kufe’lilerin Zeyd b. Ali’nin ordusunu terk etmeleri aslında yeni bir şey
değildi. Bundan öncede bu tür davranışlarda bulunmuşlardır. Kufe’liler Hz.
Hüseyin’e mektup yazarak, ona Yezid b. Muaviye’ye karşı destek
217
Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed İbn Hallikân (681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve
enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1978, V, s.120; Atalan, Şiîliğin Farklılaşma
Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.160.
218
Taberî, Târih, V, s.498-499.
219
Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29.
220
İbn Tiktakâ, el-Fahrî, s.117 vd.; İsfehânî, Makâtil, s.137.
221
Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30.
50
vereceklerini, bu sebepten dolayı kendisini Kufe’ye davet ettiklerini bildirirler.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin çoğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bir grupla
yola çıkar. Ancak Kufe’ye varmadan Kerbela’da Yezid’in ordusu ile karşılaşır.
Hz. Hüseyin ve yanındakiler feci bir şekilde can verirler. İşin ilginç tarafı ise,
Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet edenlerin buna seyirci kalmasıdır. Bu iki husustan
dolayı Kufe’liler vefasızlık ve cimrilikle vasıflandırılmıştır. Hatta “Kufe’liden
daha cimri, Kufe’liden daha hain ve vefasız”, deyimi söylenir olmuştur.222 Hz.
Hasan, Muaviye ile barış yapmak zorunda kaldığında ona bunun sebebi
soruldu. O da Kufe’lilere asla güvenilemeyeceğini, şayet onlara güvenip bir iş
yapmaya çalıştığında sonunda mutlaka mağlup olacağı şeklinde ilginç cevabı
vermiştir.223 Vâli Yusuf b. Ömer es-Sakafî isyanı bastırdıktan sonra Kufe’ye
gider. Mescidde minbere çıkar ve Hz. Ali soyuna ve Kufe halkına çirkin sözler
söyler.224 Zeyd öldürüldükten sonra, ona söz verdikleri halde destek olmayan
Kufe’liler onun için ağıt yakmaya başlamışlardır.225 Kufelilerin bu davranışı
aslında bilindik bir durumdur. Onların dedeleri Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i terk
ettikleri gibi, kendileri de Zeyd b. Ali’yi terk etmişlerdir. Aslında Kufe’lilerin
Alioğulları adına çıkan isyanlara destek vermelerinin sebebi, onların
taraftarlığından değil, tam aksine Emevilere karşı kendi bağımsızlıklarını
kazanma isteğidir.226
222
Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30.
İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.407.
224
İbn A’sem, Kitâbu’l-Futûh, III-IV, s.323.
225
Taber, Tarih, VIII, s.61.
226
Abdulaziz ed-Dûrî, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991, s.106.
223
51
Netice itibariyle 121/739 yılında Kufe’de isyan hazırlıklarına başlayan
Zeyd b. Ali, bundan bir yıl sonra, 122/740’da isyanı fiilen başlatmıştır.227
Ancak kısa bir süre sonra Irak vâlisi Yusuf b. Ömer es-Sekafi ile giriştiği
savaşta mağlup olmuş ve vali tarafından öldürülmüştür.228
2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI
Zeyd b. Ali’nin oğlu Yahya, babasının öldürülmesi üzerine bir süre
Kufe’de gizlenmiştir. Kendisine Ali taraftarlarının sevildiği yer olan Horasan’a
gitmesi tavsiye edildi. Yahya’da bu tavsiyeye uyarak bir grup ile birlikte oraya
gitmişlerdir. Yahya b. Zeyd’in bu harekette onun çok taraftar bulmasına fayda
etmemiştir. Muhtemelen Horasanlılar Emevi iktidarından korktukları için
Yahya’yı açık bir şekilde destekleyememişlerdir. Ancak, daha çiçeği burnunda
bir imam olan İbrahim’e Yahya b. Zeyd sorulunca, o onlara biraz sabırlı
olmaları
gerektiğini,
zamanı
geldiğinde
intikamlarının
alınacağını
söylemiştir.229 Ancak bu intikam sözü sadece laf da kalmış, ne Zeyd b. Ali’nin,
ne de Yahya b. Zeyd’in intikamı alınmamıştı. Hatta bir rivayete göre Abbasiler
kendi taraftarlarına Yahya’nın isyanına katılmamalarını, çünkü onun bu isyanı
başarısızlıkla sonuçlanacağını ve onunda öldürüleceğini söylemişlerdir.230
Görüldüğü gibi ne imam Muhammed b. Ali döneminde bir Şiî ayaklanması
olan Zeyd b. Ali’ye, ne de imam İbrahim b. Muhammed döneminde bir başka
Şiî isyanı olan Yahya b. Zeyd’e yardım edilmemiştir. Onun sonu da babası gibi
olmuş ve 125/743’de babasından devraldığı isyan hareketi sonucunda
227
Zeyd b. Ali isyanının hangi tarihlerde başladığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Dineverî’nin
verdiği bilgiye göre bu isyan 118/736’da başlamıştır. Bunun için bkz. Dineverî, el-Ahbaru’t-Tivâl,
s.316; Taberî ve İbnu’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre bu isyan 121/739 veya 122/740’da başlamıştır.
Bunun için bkz. Taberî, Tarih, VII, s.181 veya V, s.499; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, V, s.245-256.
228
ez- Zehebî, Nübela, V, s.391.
229
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.241.
230
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.242.
52
öldürülmüştür. Ancak Yahya b. Zeyd’in ölümü Horasan’da büyük yankı
uyandırmıştır. Onun öldüğü yıl doğan erkek çocuklara Yahya ve Zeyd
isminden başka isim verilmediği belirtilmektedir.231
Bu örneklerde görebildiğimiz gibi, Abbasiler ile Alioğulları arasında
tam anlamıyla bir birlik yoktu. Aslında Alioğullarının kendi içlerinde de bir
birlik yoktu. Zeyd b. Ali isyanı başlatmadan önce Abbasilerle ve kendi yakın
akrabalarıyla istişare etmiş olsaydı sonuçlar çok farklı olurdu. Ancak bunlar
yapılmadığı için şunu diyebiliriz ki başarısız olan Şiî ayaklanmalarının
meyvesini Abbasîler toplamıştır.232
2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER
2.5.1.Abdullah b. Muaviye
Abdullah b. Muaviye’nin doğumu ve hayatıyla ilgili kaynaklarda fazla
bilgi bulunmamaktadır. Onun hakkındaki bilgiler siyasi anlamda aktif olduğu
ömrünün son üç yılı ile ilgilidir. Abdullah b. Muaviye’nin asıl ismi Abdullah b.
Muaviye b. Abdullah b. Ca’fer b. Ebu Talib’dir. Yani Abdullah’ın isyanını bir
Alioğlu’ndan ziyade, bir Taliboğlu isyanı olarak görebiliriz.
Abdullah b. Muaviye, Emevilerin iktidardan uzaklaştırılmasına ve
yerine Haşimilerin getirilmesini istiyor ve bu uğurda bir isyan hareketi
başlatıyordu.233 Mevcut iktidara karşı olan veya onlardan hoşnut olmayanlar
Abdullah b. Muaviye etrafında toplanmıştır. Değişik dini ve siyasi görüşleri
etrafında toplaya bilmesinin sebebi ortak düşmanlarının olmasıdır.234
231
Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.225.
Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, s.163.
233
Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.360.
234
Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD,
XXIII 2006, s.48.
232
53
Kufe’liler, Abdullah b. Muaviye’yi isyan etmeye teşvik etmişlerdir.
Onlara göre Haşimiler, Mervanilerden bu işe, hilafete daha layıktır. Bu
düşüncelerle Abdullah b. Muaviye için halktan biat alıyorlardı.235 Ancak
Abdullah b. Muaviye Kufelilerin yoğun teşvik sonucu isyan ettiğini belirtmek,
kanaatimizce doğru değildir. Çünkü sırf teşvik ile bir isyan hareketi
başlatılmaz. Şunu diye biliriz, Abdullah b. Muaviye’nin de zihninde Emevilere
karşı isyan etme gibi bir düşünce vardı. Kufelilerin teşviki onun harekete
geçmesine vesile oldu.
Abdullah b. Muaviye İstahr’da adeta bir bağımsız devlet gibi vergi
toplatıyor ve kendi adına para bastırıyordu.236 Yani bir nevi bağımsız bir devlet
başkanı gibi hareket etmeye başlamıştı.
Abdullah b. Muaviye’yi bu isyan hareketinde destekleyenler şunlardı;
Kufeli mevali, hariciler, Ebu Mansur ve İsa b. Ali gibi Abbasiler.237
Abbasilerin Zeyd b. Ali’nin isyanına katılmamaları, ancak Adullah’ın
başlattığı bu isyana destek vermeleri ilginçtir. Öyle zannediyoruz ki, Zeyd’in
isyan ettiği dönemde Abbasi ihtilalinin lideri Muhammed b. Ali idi. Ancak
Abdullah b. Muaviye’nin isyan ettiği dönemde Abbasilerin lideri İbrahim b.
Muhammed idi.
Muhammed b. Ali kendilerinin kontrolü dışında gerçekleşen hiçbir
isyana katılmamış ve destek vermemiştir. Bu isyanlar ortak düşmanları olan
Emevilere karşı yapılmasına rağmen bu tutumunu değiştirmemiştir. Ancak
oğlu İbrahim babasından farklı düşünüyordu. Ortak düşman olan Emevilere
235
Taberî, Târîh, VII, s.303.
Muhammed İbn Habîb (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’l-Cahiliyye ve’l-İslâmiyye,
thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973, s.189.
237
Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım el-Ezdî (334/945), Tarihu’l Mavsil, thk.
Ali Habîbe, Kahire 1967, s.107.
236
54
karşı isyan eden Abdullah b. Muaviye’ye destek vermiştir. İbrahim, siyasi
anlamda babasından farklı düşünüyor ve farklı hareket ediyordu. Ayrıca
Abbasilerin tahminine göre Zeyd ve oğlu Yahya’nın isyanları başarılı olma
ihtimalleri yüksek olan hareketlerdi. Zeyd ve Yahya başarılı olsalardı hilafeti
elde edecek ve bu şekilde Abbasi ihtilali fiili olarak bitmiş olacaktı. Ancak
Abdullah b. Muaviye isyanını çok etkili bulmadıkları için ona kısmi destek
vermişlerdir. Bu şekilde Emevilere isyan edenleri destekliyoruz havası verilmiş
ve aynı zamanda dikkatlerin başka yöne çevrilmesine sebep olmuşlardır.238
Abdullah b. Muaviye, her ne kadar Abbasilerden olan bazı kimselerin
desteğini almış olsa bile, o, “er-rıza min âl-i Muhammed” sloganını
kullanmamıştır diyen bazı rivayetler vardır. Abdullah bunun yerine, yani
Abbasi ihtilalinin sloganı altında biat almaktansa, doğrudan kendi adına biat
almıştır.239 Aynı müellifin bir başka yerde ise “er-rıza min âl-i Muhammed”
adına biat aldığını belirtmektedir.240 Şunu açık bir şekilde diye biliriz ki, hangi
şekilde biat almış olursa olsun netice itibariyle “er-rıza min âl-i Muhammed”
söyleminden bir şekilde faydalanmıştır.241
Merv-i Şazan’da gerçekleşen savaşı kaybeden Abdullah b. Muaviye,
Ebû Müslim’in yanına sığınmak ister.242 Ancak Ebû Müslim bunu kabul
etmemekle birlikte onu yakalatır ve öldürtür.243 Burada ilginç olan husus şudur;
Abbasi ihtilalinin lideri İbrahim b. Muhammed, Abdullah b. Muaviye isyanına
238
Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD, Sayı
XXIII (2006), s.49-50.
239
İsfehânî, Makâtil, s.157.
240
İsfehânî, Makâtil, 155.
241
Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.135.
242
Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali
Muhennâ ve Yûsuf Câbir, Beyrut 1995, XII, s.4396.
243
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.373. Rivayetlerde Abdullah b. Muaviye, Ebu Müslim’in yanına
sığınmak için mektuplaştıkları söylenmektedir. Bu mektuplarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.
İsfehânî, el-Eğani, XII, s.230-231.
55
destek verirken, İbrahim’in emrindeki bir komutan olan Ebu Müslim,
Abdullah’ı neden ve hangi gerekçe ile öldürür? Acaba İmam Muhammed’in,
Ebu Müslim’in bu hareketinden haberi var mıydı? Cevaplanmayı bekleyen bu
sorulara girip konumuzu dağıtmak istemiyoruz, ancak şu kadarını diye biriz ki
bu sorular cevaplandığı takdirde Ebu Müslim’in neden bu şekilde davrandığını
daha iyi anlaya biliriz.
Abdullah b. Muaviye isyanını bir Şiî hareketi olarak görmek zordur.
Çünkü bu hareket Emevilere karşı düşmanlık besleyen ve onlardan hoşnut
olmayanların oluşturdukları bir güç ittifakıdır.244 Yani sadece Şiî’lerden oluşan
veya Şii motifleri taşıyan bir isyan değildir.
Abdullah b. Muaviye isyanını diğer isyanlardan farkı, açık ve tutarlı bir
fikir sisteminin olmayışıdır.245 Yani yukarıda da değindiğimiz gibi, mevcut
siyasi yapıdan memnun olmayan kişilerin oluşturdukları bir ittifak hareketidir
denebilir.246 Daha önce bir araya gelmemiş ama bu isyan hareketi için bir araya
gelmiş kişilerden oluşan bir hareket. Düşmanımın düşmanı dostumdur
felsefesiyle hareket etmişlerdir. Böyle hareketlerin de ufak bir sarsıntıda hemen
dağılabileceğini görebilmekteyiz.
2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme
Ebu
Seleme
el-Hallâl247
(127-132/744-750)
Kufe’de
Abbasî
propagandasının temsilciliğini yapmaktaydı. Ebu Müslim el-Horasani ise
Horasan’da Abbasî
propagandasının temsilcisi
244
idi.
Bu ikisi Abbasi
Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi”, s.59-60.
Fığlalı, “Abdullah b. Muâviye”, DİA, I, s.119.
246
Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, s.59-60.
247
Hakkı Dursun Yıldız, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994, s.228-229; K. V.
Zetterstéen, “Ebû Seleme”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.49.
245
56
davetçilerinin lideri konumundaydı.248 Ayrıca bunlar aynı zamanda Abbasi
ihtilalinin en önemli komutanlarındandı.
İbrahim b. Muhammed’in zamanında Abbasi Davetinin idari yönetimi
Ebu Seleme’ye, askeri yönetim ise Ebu Müslim’e verilmişti. Bu sebepten ötürü
Ebu Seleme’ye “Vezîru Âl-i Muhammed”,249 Ebu Müslim’e de “Emîru Âl-i
Muhammed”250 denmiştir. İslam Tarih’ine baktığımız zaman, vezirliğe atanan
ilk kişi olarak Ebu Seleme karşımıza çıkacaktır.251 Hatta ilk Abbasi halifesi
Ebu’l-Abbas daha halife unvanını almadan önce, Ebu Seleme’nin vezirlik
unvanını alması zikredilmeye değer bir olaydır.252
Daha önce Muhammed b. Ali tarafından Kufe sorumlusu yapılan
Bukeyr b. Mahan geçirdiği ağır bir hastalık sebebiyle253 Kufe liderliğini
127/744-745 yılında254 damadı Ebu Seleme’ye bırakmıştır.255 İbrahim b.
Muhammed’in de onayladığı, bu atama ile birlikte Abbasi ihtilalinin en önemli
komutanlarından olan Ebu Seleme tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Muhammed b. Ali etrafındakilere kendisinden sonra imam olarak oğlu
İbrahim’i işaret etmiştir. İbrahim’e de tavsiyelerde bulunmuştur. Bu
tavsiyelerden biri Bukeyr b. Mahan’a ve Ebu Seleme’ye güvenmesi ve bu
davada onlarla birlikte yürümesi olmuştur.256 Babasının tavsiyelerine uyan
İbrahim, Bukeyr b. Mahan’ın Ebu Seleme’yi Kufe’ye tayin etmesini
onaylamıştır. Hatta bu haberi Horasan’a bildirmiş ve Ebu Seleme’yi de biat
248
Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s.422.
İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.197.
250
Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.57.
251
Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.287; Taberî, Târîh, IV, s.341.
252
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, III, s.27.
253
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.249.
254
Taberî, Târîh, IV, s.291.
255
Ebu Seleme, Bukeyr b. Mahan’ın Hamame adlı kızı ile evli idi. Ahbar, s.247-248; İbnu’l-Esîr,
el-Kamil, V, s.283.
256
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237-238.
249
57
alması için oraya göndermiştir.257 Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki Ebu
Müslim Horasan temsilciliğine atanmadan önce o bölge Abbasi ihtilal
hareketini organize eden de Ebu Seleme idi.258
Abbasi davetin açıktan yapılmaya başlamasıyla birlikte savaşlarında hız
kazanması, Abbasi ordusu ciddi anlamda başarılar elde etmeye başlamıştı.
Devam eden bu süreçte Emevi halifesi II. Mervan, imam İbrahim’i yakalatıp
hapse attırır.259 Burada öldürüleceğini sezen İbrahim, Ebu’l-Abbas’a ailesiyle
birlikte Kufe’ye gitmesini bildirmiştir. Ayrıca onu kendi yerine vasiyet de
etmiştir.260 Yani İbrahim’den sonraki imam kardeşi Ebu’l-Abbas olacaktır.
İbrahim’in dediklerine uyan Ebu’l Abbas, ailesi ve etrafındakilerle Kufe’ye
doğru yola çıktı. Onları Kufe’de Ebu Seleme karşıladı ve yakalanmamaları için
Velid b. Sa’d’ın evinde sakladı.261 Bundan sonra ise Ebu Seleme ilginç bir
siyaset izlemiştir. Kaynaklarda, Ebu Seleme hilafetin Alioğullarına geçmesini
istemiş ve bu yolda da gayret sarf etmiştir diye geçmektedir. O, dönemin
Alioğullarının ileri gelenlerinden üç kişiye birer mektup göndererek onlardan
birinin bu makama geçmeleri için bir teklifte bulundu. Bu üç kişi Ca’fer b.
Muhammed (Ca’fer es-Sadık), Abdullah b. Hasan ve Ömer b. Ali idi. Ancak
üçü de onun bu teklifine olumsuz cevap vermişlerdi.262 Bu üç Alioğlunun ret
cevabı henüz Ebu Seleme’ye ulaşmamıştı. O da, gönderdiği elçiden haber
beklerken, zaman kazanma adına da Abbasi taraftarlarını oyalıyordu. Abbasiler
257
Taberî, Târîh, VII, s.294-295 veya s.329 veya Taberi, Tarih, IV, s.291; İbnu’l-Esîr, el-Kamil,
V, s.283.
258
Yıldız, “Ebu Seleme”, s.229.
259
İmam İbrahim’in nasıl yakalandığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Bunlar için bkz. Bozkurt,
Abbasi İhtilali, s.84-87.
260
Taberî, Târîh, VII, s.423.
261
Belâzurî, Ensâb, IV, s.184.
262
Belâzurî, Ensâb, IV, s.184 veya III, s.139; İbn Tiktakâ, el-Fahri, s.122-123.
58
sürekli Ebu Seleme’ye hilafetin ilanı ile ilgili sorular soruyorlardı. O da bunun
vaktinin henüz gelmediği şeklinde oyalayıcı cevaplar veriyordu. 263 Ebu Seleme
elçisinden haber beklerken, Horasanlı bir komutan olan Ebu Humeyd imam
İbrahim’in kölesi Sabık el-Harezmî’ye rastlar ve ona imamı sorar. O da imamın
öldürüldüğünü, yerine de Ebu’l- Abbas’ı vasiyet ettiğini, onun da Kufe’ye
geldiğini bildirir.264 Bunun üzerine harekete geçen Ebu Humeyd Ebu’lAbbas’ın kaldığı yeri öğrenir ve Kufe ordusunun ileri gelen komutanlarından
Ebu Cehm ile birlikte onun yanına gider. Ebu’l-Abbas’ı halife olarak selamlar,
elini ve ayağını öper. Haberi alan Ebu Seleme derhal Ebu’l-Abbas’ın
bulunduğu eve intikal ederek elini ve ayağını öperek ona halife olarak biat
eder265 ve ondan kendisini affetmesini diler. Ebu’l-Abbas da kendisini
affettiğini, yaptığı iyilikleri unutmadıklarını söyleyerek ona, fitne çıkmasın
diye ordusunun başına gitmesini söyler. O da buna uyarak ordusunun yanına
gider.266 Göre bildiğimiz gibi Ebu Seleme’nin bu girişimi başarısızlıkla
sonuçlanmış ve Ebu’l-Abbas’a biat etmek durumunda kalmıştır. Burada
dikkatimizi çeken husus, uzun yıllar Abbasi ihtilali için var gücüyle mücadele
eden Ebu Seleme’nin, tam halife ilan edileceği vakit fikir değişikliği yapması
ve hilafete Alioğullarının geçmesini istemesidir. Acaba kendisi “er-Rıza min
Âl-i
Muhammed”
sloganından
Alioğullarının
hilafete
geçeceğini
mi
anlamıştır? Ancak bunu anlaması mümkün gözükmemektedir, çünkü bu
ihtilalin Alioğulları adına yapıldığı ile ilgili hiçbir ipucu bulunmamaktadır.267
Ayrıca neden hilafeti Alioğullarına verme gereği duymuştur? Veya hilafeti
263
Ayrıntılı bilgi için bkz. İbnu’l- Esîr, el-Kamil, V, s.335-337.
Belâzurî, Ensâb, IV, 174-175.
265
Belâzurî, Ensâb, III, s.140.
266
Taberî, Târîh, VII, s.423-424.
267
Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.90.
264
59
birine verme yetkisini kendisinde nasıl görmüştür? gibi sorular insanın
zihninde soru işaretleri oluşturuyor. Burada bu sorulara detaylı bir şekilde
cevaplandıracak değiliz, ama şu kadarını diyebiliriz ki Ebu Seleme, Ebu’lAbbas’ın halifeliğinin ilanını kasıtlı olarak geciktirmiştir. Ayrıca Ebu
Seleme’nin bu hareketi hem o dönemde halifelik görevini yapa bilecek
yetenekte Alioğullarından kişilerin olduğunu, hem de Alioğulları hilafete bir
alternatif olarak görüldüğünü göstermektedir.
Ebu Seleme başarısız olduğu bu siyasi hareketinin cezasını hayatı ile
ödemiştir.268 Her ne kadar Ebu’l-Abbas onu affettiğini söylemiş ise de, görülen
o ki gerçek anlamda yapmış olduğu ihaneti unutamamış ve öldürülmesi için
emir vermiştir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Abbasi ihtilalin bir diğer önemli
komutanı ve temsilcisi Ebu Müslim idi. Muhtemelen 100/ 718-719 yılında
dünyaya gelen Ebu Müslim’in doğduğu yer ve kimliği ile ilgili birbirine zıt
birçok rivayet bulunmaktadır.269
Ebu Müslim çok genç yaşta Horasan temsilciliğine atanmıştır. İmam
İbrahim’in 128/ 746 yılında atadığı bu genç adam çok kısa bir sürede bölgenin
kontrolünü tamamen eline almıştır.270 O, son derece başarılı bir komutan idi.
Ayrıca komutanlığının yanında siyasi anlamda da iyi bir liderdi. Öyle ki o, bir
gecede tam altmış köyün kendisine katılmasını sağlamıştır.271
268
Belâzurî, Ensâb, III, s.154.
Ebu Müslim hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yıldız, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X,
s.197-199; W. Barthold, “Ebû Müslim”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.39-41; Ebu Müslim’in
kimliği ile ilgili farklı rivayetler için bkz. Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.52-57..
270
Taberi, Tarih, VII, s.344.
271
Taberi, Tarih, VII, s.355.
269
60
Ebu Müslim’in bu gücü hiç şüphesiz hilafeti düşünen kişileri rahatsız
edecekti ve etti de. Ebu Müslim’in gücünden rahatsız olanlardan biri veliaht
Mansur idi. O, ağabeyi Ebu’l-Abbası, Ebu Müslim’in yaşadığı müddetçe
kendisinin tam anlamıyla halife olamayacağını bildirmesi, onun Ebu Müslime
karşı olan nefretini ve aynı zamanda korkusunu göstermektedir. Çünkü Mansur
bu sözleri Ebu Müslim’in Horasan’daki nüfuzunu gördükten sonra sarf
etmiştir.272 Ancak ne gariptir ki Mansur halife olunca ona ilk biat edenlerden
biri Ebu Müslim oldu. Hac emiri olarak bulunduğu Mekke’de iken Ebu’lAbbas’ın ölüm haberini alan Mansur buna çok üzülmüştür. Yanında bulunan
Ebu Müslim üzülmemesini, onun artık yeni halife olduğunu ve kendisinin de
ona biat ettiğini söylemiştir.273 Mansur ise üzüntüsünün asıl sebebinin amcası
Abdullah b. Ali’nin isyan edebilmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Çünkü
kendisi başkent Enbar’da değildi. Ebu Müslim ise onu rahatlamasına vesile
olmuş ve Abdullah b. Ali’yi kendisine bırakmasını onun hakkından kendisinin
geleceğini söylemiştir.274
Yukarıda da değindiğimiz gibi, artık yeni halife Ebu Müslim’e kin ve
nefret duyan ve onu ilk fırsatta ortadan kaldırmaya çalışan Mansur olmuştu.
Ebu Müslim’in öldürülmesi için ağabeyi Ebu’l-Abbas’a birçok kez teklifte
bulunmuş, ama her seferinde olumsuz cevap almıştır.275 Ancak artık Ebu
Müslim’i koruyan Ebu’l-Abbas yoktu. Mansur artık istediği gibi hareket
edebilecekti.
272
İbn Kesîr, el-Bidaye, X, s.54.
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, IV, s.347.
274
Taberi, Tarih, VII, s.473.
275
Taberi, Tarih, VII, s.468-469.
273
61
Ebu Müslim’in geniş bir kitleye nüfuz etmesi Mansur’u tedirgin ediyor
ve bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak Ebu’lAbbas bunu her seferinde reddediyordu. Ancak Mansur’un yoğun talebine
fazla dayanamayan Ebu’l-Abbas, Mansur’a, Ebu Müslim’in öldürülmesi için
onun Horasan’dan uzaklaştırılması gerektiğini, aksi halde başarısız olacağını
söylemiştir. Artık Ebu Müslim’in Horasan’dan çıkartılması için uğraşılıyordu.
Uzun uğraşlar sonucunda onu hac niyetiyle Horasan’dan çıkartmayı
başarmıştır. Ancak Ebu Müslim’in hacca gitmesi demek, onun aynı zamanda
hac emiri olması demekti. Bunu bilen Ebu’l-Abbas, Azerbaycan ve Ermenistan
valisi olan kardeşi Mansur’a bir mektup yazmıştır. Ona, kendisine hacca
gitmek istediğini bildiren bir mektup yazmasını istedi. Çünkü halifenin kardeşi
hacca giderken emirlik bir başkasına verilmez. Ebu Müslim’de bu usulü bilip
emirliği isteyemezdi. Ebu’l-Abbas ve Mansur’un hac emirliği konusuna bu
kadar önem vermelerinin sebebi şöyle açıklana bilir: O dönemde hac emirliği
vazifesini yapan kişi büyük itibar görürdü. Bu nedenle böyle bir vazifenin Ebu
Müslim’e verilmesi onun popülerliğini artırırdı. Bu da Abbasilerin lehine bir
gelişme olurdu. İşte bunu önleme adına o yıl hac emiri Ebu Müslim değil,
Mansur olması gerekiyordu.276
Hac vazifesi için yola çıkan Ebu Müslim önce halifenin yanına gidip
oradan Mekke’ye gidecekti. Bunun için halife, Ebu Müslim’in güzel
karşılanması için şehirde hazırlıklar yaptırdı. Çok görkemli bir şekilde
karşılanan Ebu Müslim’e her türlü ikramda bulunuldu.277
276
277
Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345-346.
Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345.
62
Mansur ve Ebu Müslim birlikte hacca gitmişlerdir. İkisi de insanlara
ikram etme konusunda birbiriyle yarışıyorlardı ve bu Mansur’un hiç hoşuna
gitmiyordu. Çünkü kendisi veliaht idi ve bir başkası onun önüne geçemezdi;
geçtiği taktirde veliahttın itibarı zarar görürdü. Bu şekilde sıkıntılı geçen hac
döneminin dönüşünde Ebu’l-Abbas’ın ölüm haberi geldi. Haber alan Ebu
Müslim, Mansur’a biat etti ve kendisinin emri doğrultusunda isterse
Horasan’da veya merkeze de kendilerine hizmet edebileceğini veya Abdullah
b. Ali’nin üzerine gidebileceğini söylemiştir.278 Mansur da onu Abdullah b. Ali
isyanını bastırması için vazifelendirdi.279 Uzun bir çatışmanın sonunda Ebu
Müslim Abdullah b. Ali’yi yenerek Mansur’un rahat bir nefes almasını
sağlamıştır. Bu durum karşısında Mansur’un Ebu Müslim’i takdir etmesi
beklenirken, o enteresan bir şekilde bu savaşta elde ettiği ganimetleri tespit
etmek için kişiler görevlendirdi. Bu ise Ebu Müslim’i çok sinirlendirdi.
Mansur’un bu hareketi, bu iki kişinin birbirine karşı olan öfkelerini gün yüzüne
çıkartmıştı.280 Olay neticesinde Ebu Müslim Horasan’a doğru yola çıkması
Mansur’u
tedirgin
etmişti.
O,
Ebu
Müslim’in
Horasan’a
varmadan
durdurulması ve kendi huzuruna getirilmesi gerekiyordu. Bunun için birçok
girişimde bulunan Mansur hiçbir netice alamadı. Ancak Mansur’un pes etmeye
niyeti yoktu ve kurnazca bir hamlede bulundu. Ebu Müslim’in Horasan’daki
temsilcisi olan Ebu Davud’a, Ebu Müslim’i saraya getirmesi halinde kendisini
bulunduğu bölgeye vali yapacağını vadetmiştir. Teklifi cazip bulan Ebu Davud,
278
Taberi, Tarih, VII, s.470-471.
Yakubi, Tarih, II, s.365-366.
280
Yakubi, Tarih, II, s.366.
279
63
Ebu Müslim’i ikna etmeyi başardı ve Mansur’un huzuruna çıkıp ondan af
dilemeye razı olmuştur.281
Ebu Müslim halifenin huzuruna çıktığında, Mansur derhal bir mahkeme
kurdurdu ve Ebu Müslim’i yargılamaya başladı. İşin ilginç tarafı ise davacı
olan ile mahkemenin başkanı aynı kişinin olması idi. Yargılama başlamış ve
ses tonları gittikçe artıyordu. Sonra halifenin daha önce planladığı bir şekilde
ellerini çırptığı an gizlendikleri yerden çıkan Mansur’un adamları Ebu
Müslim’i orada öldürdüler.282
Bu şekilde halife Mansur Ebu Müslim’in eliyle Abdullah b. Ali’den,
sonrada kendi planladığı bir suikast ile Ebu Müslim’den kurtulmuş oldu ve bu
sayede rahat bir nefes almıştı. Gerçi Ebu Müslim’in katledilmesi Horasan’da
ciddi ayaklanmalara sebep olmuştu, ama halife Mansur bu isyanları bir şekilde
bastırmayı başarmıştır.283
281
Taberi, Tarih, VII, s.482-488.
Taberi, Tarih, VII, s.488-489.
283
Bu isyanlarla ilgi ayrıntılı bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar,
s.128-159.
282
64
III. BÖLÜM
İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI MÜCADELESİ
Şu muhtemeldir ki, Alioğulları ile Abbasoğulları arasındaki ilişki genel
itibariyle karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine inşa edilmiştir.284 Bazen ufak
sıkıntılar çıkmış olabilir, ama bunlar ilişkilerin bozulması için birer sebep
değillerdi. Ancak Abbasî ihtilali gerçekleştikten sonra, o dostluk ve samimiyet
üzerine kurulmuş olan ilişki bozulmuş ve yerini nefret, kin ve intikam
duygularına bırakmıştır.
Nitekim Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte hareket ederek 132/749
yılında285 Emevileri devirmiş ve bu sayede artık yeni bir dönem başlamış oldu.
Bu dönem kaynaklarımızda Abbasiler dönemi olarak yer almaktadır. Yani artık
iktidarda Abbasoğulları vardı ve en başta bu Alioğullarını rahatsız
etmemekteydi. Çünkü daha henüz nasıl bir muameleye tabi tutulacaklarının
farkında değillerdi. Aslında Ebu’l-Abbas’ın ihtilalden sonraki ilk Cuma
hutbesinde286 nasıl bir politika izleyeceklerini ve hilafet hakkındaki
düşüncelerini satır aralarında okumak mümkün. Ancak asıl tartışmalar halife
Mansur devrinde başlayacaktı. Bu bölümümüzde bu iki kabilenin mücadelesini
incelemeye çalışacağız.
3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ
HAKLARI OLARAK GÖRMESİ
Her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de hadisler istismar edilmiştir.
Çünkü hadisler çok güçlü bir meşruiyet kaynağıdır. Ne yazık ki, kendi gücünü
veya iktidarını meşrulaştırma yolunda siyasi bir malzeme haline getirilmiştir.
284
Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri, s.61.
Taberi, Tarih, VII, s.420.
286
Hutbenin detayları için bkz. Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.91-92.
285
65
Bu şekilde hadisler, kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde basitleştirilmiştir.
Abbasoğullarının ve Alioğullarının her biri hilafetin kendi hakkı olduğunu
iddia etmeye başlamışlardı. Abbasilerin söylemlerine göre Hz. Peygamber’den
sonra hilafetin Hz. Abbas’a geçtiği şeklinde iken, Alioğullarına göre hilafetin
Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’ye geçtiği şeklindeydi. İki tarafta kendi
iddialarını meşrulaştırma yolunda Kur’an ve Hadisi kullanmaktan geri
durmamıştır. Kur’an sabit olduğu için orada sadece yoruma gidilmiştir. Ancak
Hadiste durum farklı idi. Orada kendini haklı göstermek için, Hz.
Peygamber’in ağzından bir çok Hadis uydurulmuştur.
Siyasi bir malzeme olarak kullanılan hadislerden en ilgi çekicileri,
bizzat Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye, imametin Abbasoğullarının olacağını
söyleyen hadislerdir. Mesela bir gün Hz. Peygamber Hz. Ali’ye şöyle demiştir:
“Ey Ali! Kim babamın, amcamın, soyumun ve Abbas b. Abdülmuttalib’in
soyunun haklarını ve amcamın Allah ve Resulü katında (üstün) yerini tanımaz
ise benim hakkımı tanımamış olur”.287 Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ın
yolunda mücadele edenlerin siyah bayrakları ile birlikte Horasan’a gidip zulmü
ortadan kaldıracaklarını ve adalet ile hükmedip İslam’ı yücelteceklerini
bildirmektedir.288 Hz. Peygamber’in söylediği iddia edilen bu hadiste, Horasan
ve siyah bayraklar gibi Abbasî ihtilalinin önemli siyasi sembollerine atıfta
bulunulmaktadır. Hatta Hz. Peygamber’in Abbasîlerin ilk üç halifelerinin
ismini bile zikretmiş289 ve ayrıca bu halifelerin çocuklarının dünyanın sonuna
287
Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan İbn Asâkir, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr, thk. A. Bedrân, Beyrut
1399/1979, VII, s.246.
288
Bu mealdeki hadisler için bkz. Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik
Olaylarla İlgisi, Samsun 1997, s.155-164.
289
Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî (463/1071), Târîhu Bağdâd (Medînetu’s-Selâm),
Beyrut 2001, V, s.391-392.
66
kadar yönetimde kalacaklarını ve kıyamete yakın bir zamanda bu makamı
semadan
ineceğine
inanılan
İsa
peygambere
teslim
edeceklerini
bildirmektedir.290
Abbasoğullarının, Alioğullarına karşı giriştikleri bu mücadelede, Hz.
Peygamber’i ve onun sözlerini propaganda malzemesi olarak kullandıklarına
yukarıda değinmiştik. Burada Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye de geçen ve
Abbasoğullarının hilafeti ile ilgili olan bir hadisi aktarıp konumuzu daha
anlaşılır kılmak istiyoruz. Nakledilen bu hadiste, Hz. Abbas bir gün Hz.
Peygamber’i ziyarete gider. Gittiğinde Hz. Peygamberin yanında Hz. Ali
oturuyordu. Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ı yanına oturmasın söyler ve Hz.
Ali’nin duymayacağı bir şekilde kulağına bir şeyler fısıldar. Hz. Abbas da
kalkar ve oradan ayrılır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye dönerek
üzülmemesi gerektiğini ve hilafetin Hz. Abbas ve onun çocuklarının olacağını
bildirmiştir. Bu işin, yani halifeliğin çalışarak değil de, bir lütuf olarak elde
edildiğini de söylemiştir.291 Alioğulları buna karşılık kaynaklarda “Kisâ” hadisi
diye meşhur olmuş olan hadisi kullanmışlardır.292 Şöyle ki, bir seferinde Hz.
Peygamber önce Hz. Hasan’ı, sonra Hz. Hüseyin’i, sonra Hz. Ali’yi ve en
sonda kızı Hz. Fatıma’yı bir örtünün altına toplayarak onlara: “Ey Ehl-i Beyt!
Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”293 ayetini
okumuştur.294 Görüldüğü Hz. Peygamber ve onun hadisleri sürekli bir
meşruiyet kaynağı olarak kullanılmıştır.
290
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.168.
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.187.
292
Hadisin içinde geçen Kisâ kelimesinden dolayı Kisâ hadisi diye adlandırılmıştır.
293
33/Ahzâb, 33.
294
Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Müslim (261/874), el-Câmiu’s-Sahîh (Fedâilu’s-Sahâbe),
İstanbul trz., s.61.
291
67
Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının erken yaşlarda ve Hz.
Peygamber’den önce vefat etmeleri, geriye kalan tek çocuğunun kızı Fatıma
olması Abbasilerin veraset iddialarını güçlendirmekteydi. Çünkü kızlar miras
konusunda İslam hukukuna göre birinci derecede hak sahibi değillerdi.
Dolayısı ile Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Hz. Ali ve kızından olan
torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de mirasçı olamazlardı, çünkü Hz.
Peygamber vefat ettiğinde amcası Hz. Abbas hayattaydı. Amca, baba yerine
geçmekteydi ve bunun Kur’an’da bir örneği de bulunmaktaydı. “Ya’kûb
oğullarına, “benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar da
“senin ilahına ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a
kulluk edeceğiz” dediler”.295 Görüldüğü gibi Kur’an, amca İbrahim’i baba
yerine koymuştur.296 Ayrıca halife Mansur’un, Nefsu’z-Zekiyye’ye yazdığı
mektubunda da bunu dile getirdiğini görmekteyiz; “...Allah, kadınları amcalar
ve babalar gibi saymamıştır; akrabalar gibi de saymamıştır. Çünkü Allah,
amcayı baba mertebesinde saymış ve kitabında daha yakın olan anneden önce
onun ismiyle başlamıştır”. Mektubun devamında da şunlardan bahsetmektedir:
“...Yine sen biliyorsun ki Peygamberden sonra Abdülmuttalib oğullarından
Abbas’dan başka hiç kimse kalmamıştı. Böylece amcalık yönünden onun varisi
olmuştur. Daha sonra bunu Hâşimoğullarından birçok kimse talep etmiş, ancak
onu Abbas’ın oğlundan başkası alamamıştır. O halde hacılara su verme işi
onundu, Peygamberin mirası ona aittir, hilafet onun evladındadır. Artık
295
2/Bakara, 133.
Bu delil için bkz. Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd el-Müberred (285/898), el-Kâmil fi’l-Luga
ve’l-Edeb, Mısır trz., s.619-620.
296
68
Cahiliyye ve İslam devrinde din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa,
Abbas onların hem varisi hem de miras bırakanıdır.”297
Bu iddia, aynı zamanda dönemin edebiyatına yansımış ve şairler
tarafından şiirleştirilmiştir. Müberred’in naklettiği bir şiirde, Abbasiler
Alioğullarına karşı propagandalarını şu şekilde ifade etmekteydiler:
“Dedeniz ile dedemiz keşke burada olsalardı,
Bu husumetten dolayı aralarında tartışsalardı.
Miras, dedenizin değil dedemizin olurdu,
Ona akrabalık ve İslam ile malik olurdu.
Kızın mirastaki hakkı bellidir, muayyendir,
Amca ise amca çocuklarından daha önceliklidir.”298
Görüldüğü gibi Abbasiler, Hz. Abbas’ın asıl varis olduğunu
söylüyorlardı. Dayandıkları temel delil ise Kur’an’daki “Allah’ın kitabına göre,
kan akrabaları birbirine, (vâris) olmaya daha uygundur.”299 ayetidir. Bundan
dolayı onların içinden bazı gruplar, imameti Hz. Ali ve ilk üç halifeden ziyade
Hz. Abbas’ın hakkı olduğunu söylüyorlardı. Bu gruplar, ilk dört halifeyi
hilafete getiren müslümanları, Hz. Abbas’ın hakkını gasp ettikleri için suçlu ve
günahkâr görmekteydiler.300
Varislik konusuyla ilgili şöyle bir rivayet nakletmek kanaatimizce
yerinde olacaktır. Bir gün Hz. Ali ile Hz. Abbas Benî Nadîr ganimetlerinden
297
Taberî, Târîh, VII, s.568-571.
el-Müberred, el-Kâmil, s.620.
299
El-Enfâl, 75.
300
Ca’fer b. Harb en-Nâşi el-Ekber, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’lMakâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971, s.31-32, 35; el-Mes’udî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.252. Bu
gruplardan biri Ravendiyye’dir. Onlar üç halifeyi meşru kabul etmezler. Ancak Hz. Ali’nin
imametini Hz. Abbas desteklediği için, Hz. Ali’nin hilafetini caiz görmüşlerdir. Bunun için bkz.
el-Mes’udî, III, s. 252.
298
69
Hz. Peygamber’e kalan arazinin mülkiyetine, onun mirasçıları olarak hak iddia
etmiş ve bu yüzden aralarında tartışma çıkmıştır. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in
kendi öz yeğeni olduğunu söylerken, Hz. Ali’de eşi Hz. Fatıma’nın gerçek
varisi olduğunu iddia etmekteydi. Bu olaya bakan dönemin halifesi Hz. Ömer
ise, Hz. Peygamber’in mirası hususunda Hz. Ebu Bekir’in uygulamasını esas
almış ve söz konusu arazinin mülkiyetini ne Hz. Ali’ye, ne de Hz. Abbas’a
vermemiştir.301 Aslında bu olay, bize varislik konusunun ne kadar erken
dönemlere dayandığını göstermektedir.
Netice olarak Abbasilerin hilafet iddialarında ki argümanlarını şu
şekilde sıralayabiliriz. Birincisi, Abbasoğullari hilafet haklarını Ebu Haşim’in
vasiyetine dayandırmaktadırlar.302
İkincisi, Şeriata göre amca, yani bu
durumda Hz. Abbas, yeğenin, yani Hz. Peygamber’in varisidir.303 Üçüncüsü,
Abbasiler, şairleri ve yazarları kendi iddialarını destekleyen yazılar ve şiirler
yazmaya teşvik etmişlerdir.304 Dördüncüsü Halife Mansur’un kendi oğluna
“Mehdi” ismini vermesidir ki o dönemki toplumun zihninde bu kavram,
beklenen kurtarıcı manasına gelmekteydi.305
Bazı rivayetlere göre Hz. Ali hilafeti başından beri hep kendi hakkı
olarak görüyordu. Belazuri’nin naklettiği bir rivayette bunu açıkça görmemiz
mümkündür. Hz. Ebû Bekir’e topluca biat edildiğini duyunca onun yanına
gidip, “Ey Ebû Bekir, bu işte bizimde hakkımı yok muydu?” deyince, Hz. Ebû
Bekir’de, “Evet vardı, ama fitne çıkmasından korktum” cevabını vermiştir.
301
Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870), Cami’u’s-Sahîh, Farzu’l-Humus, 1.,
İstanbul 1981
302
Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32.
303
Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32-33.
304
Abdülmünim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şiati’l-İmamiyye, Bağdad 1968, s.181.
305
Ahmed Emîn, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951, s.12.
70
Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Peygamber’in namaz kıldırmak için kendisini
görevlendirdiğini, kendisinin mağarada bulunan iki kişiden ikincisi olduğunu,
ancak hilafet konusunda kendisinin de hakkı olduğunu ve kendisiyle istişare
edilmemesini eleştirmiş ve Hz. Ebû Bekir’e biat ederek oradan ayrılmıştır.306
Taberî’nin naklettiği bir rivayette ise, Cemel vak’ası sonrasında Hz. Ali
ile oğlu Hz. Hasan arasında geçen bir diyalogdan bahsedilir. Bu diyalogda Hz.
Hasan, babasına kendi tavsiyelerine uymadığı için bu hadiselerin ortaya
çıktığını söylemiştir. Hz. Ali’de kendisine şu şekilde cevap vermiştir: “ey
oğlum, ben olayların bu duruma gelmesini istemedim. Resulullah vefat ettikten
sonra, hilafet konusunda benden daha layık biri olmadığı halde herkes Ebû
Bekir’e biat etti. Onlar gibi bende ettim. Ebû Bekir vefat ettikten sonra hilafete
gene en layık kişi ben olmama rağmen, insanlar Ömer’e biat ettiler. Onlar gibi
bende ettim. Ömer vefat ettikten sonra yine benden daha layıkı yoktu, ama bu
seferde Osman’a biat ettiler. Onlar gibi bende ettim. Sonra onlar Osman’a
isyan edip onu öldürdüler ve kendi istekleriyle bana gelip biat ettiler. Bundan
dolayı da bana muhalefet edenlerle, Allah’ın benimle onlar arasında hüküm
vermesine kadar mücadele edeceğim.307
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a yazdığı şu
mektup,
Alioğullarının
da
hilafet
konusunda
Hz.
Ali’den
farklı
düşünmediklerini göstermektedir. “..Şüphe yok ki babamız Ali vasi ve imamdı.
O halde onun çocukları sağ iken siz ona nasıl varis oldunuz? Sen kesin olarak
bilirsin ki, bu işe talip olanların hiç biri şeref, nesep, hal ve babalarının şerefi
bakımından bize denk değildir. Biz ne lanetlenmiş ne de kovulmuş ve ne de
306
307
Belâzurî, Ensâb, II, s.263.
Taberî, Târîh, IV, s.458.
71
esir alınıp serbest bırakılmış kimselerin çocuklarındanız. Hâşimoğullarından
hiçbirinin, Peygamber’e akrabalık, İslam’a girmeden öncelik ve fazileti bizim
kadar vesile edinme hakkı yoktur. Cahiliyye devrinde Resulullah’ın annesi
Fatıma bt. Amr’ın; İslam’da Resulullah’ın kızı Fatıma’nın çocukları siz değil,
biziz. Muhakkak ki Allah bizi seçti. Babamız Peygamberden Muhammed’dir.
İslâm’a ilk giren Ali’dir...”308
Siyasi bir mesele olan bu konuda kimin haklı veya haksız olduğu
dönemin siyasi, sosyal ve kültürel şartlarının detaylı bir şekilde incelendiğine
ortaya çıkabilecektir. Ancak siyasi olan bu konuyu dönemin insanları adeta
dinin bir rüknü gibi değerlendirmiş ve sonucunda kavgalar kaçınılmaz
olmuştur. Aslında şimdi vereceğimiz örnek bize bu işin ne kadar ne dini veya
ne kadar siyasi olduğunu açıkça gösterecektir. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in
sağlık durumunun ağırlaşması üzerine Hz. Ali’ye şöyle bir teklifte
bulunmuştur: “Resûlullah’a gidelim, bu işi (hilafeti) kendisinden sonra bize
vermesini isteyelim. Eğer bize verecekse bunu bilelim. Bizden başkasına
verecekse de bizim için ona vasiyette bulunsun”. Bunun üzerine Hz. Ali’nin
cevabı şöyle olmuştur: “Bunu istersek ve Resûlullah da bize vermezse, ondan
sonra gelecek olanlar bizi onu hiç vermezler. Vallahi hiç bir zaman böyle bir
talepte bulunmam”.309 Bu iki sahabenin arasında geçen bu diyalogda
anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber siyasi anlamda her hangi bir vasiyet
308
Taberî, Târîh, VII, s.566-568; Zehebî, Tarih, s.24; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar
İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı”, s.116.
309
İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.246-247; Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali el-Makrîzî
(845/1441), Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk. Hüseyin
Munis, Kahire 1988, s.75.
72
bırakmamıştır.310 Sadece siyasi değil, dini anlamda da bir vasiyeti
bulunmamaktadır.311
Aslında Hz. Ali’de, Hz. Peygamber gibi kendinden sonra ne bir dinî, ne
de siyasî bir halef bırakmamıştır ki bunu kendi söylediklerinden anlıyoruz. Hz.
Ali, sabah namazı için gitti mescidden, bir harici olan İbn Mülcem tarafından
başına aldığı kılıç darbesiyle ağır yaralanmış312 ve üç gün sonra da vefat
etmiştir.313 İşte bu üç gün içerisinde insanlar Hz. Ali’nin yanına gelip
kendisinden sonra bir halife tayin etmesini istemişlerdir. Hz. Ali de kendilerini
“sizi
Resulullah’ın
bıraktığı
gibi
bırakıyorum”
demiştir.314
Bu
işi
Müslümanların kendi aralarında çözmesini istemiştir. Başka bir rivayette de
Cündeb b. Abdullah adlı kişinin onun yanına gelip, “senden sonra Hasan’a biat
edelim mi?” diye sorduğunu ve Hz. Ali’nin de bunun üzerine “size bunu ne
emrederim, ne de nehyederim” şeklimde cevap vermiştir.315 Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi, Hz. Ali kendinden sonra kimseyi bırakmamıştır. Bu iki örnek
buna en güzel delil olacağı kanaatindeyiz.
Bütün bunlara rağmen Abbasoğulları hilafeti hem dini, hem de siyasi
anlamda artık kendi hakları olarak görmeye başlamışlardır. Abbasiler iktidarı
ele
geçirince,
amcaoğulları
olan
Alioğullarına
sırt
çevirmişlerdir.316
Abbasoğullarının bu tutumu hiç şüphesiz Alioğullarını öfkelendirmiş ve
310
Muslim, Fedai’l, 4, Vesâyâ, 25.
İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.261.
312
Taberî, Târîh, V, s.145; Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.198.
313
Belâzurî, Ensâb, III, s.256.
314
İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, s.13; Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991,
s.140.
315
Mes’udî, Murucu’z-Zeheb, II, s.425; es-Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, s.9.
316
Adem Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, İstanbul 2006, IV, s.36
311
73
iktidarı ele geçirebilmek için tekrar uzun bir dönemi kapsayacak olan
mücadeleye girişmişlerdir.
3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI:
HASANOĞULLARI
3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı
Künyesi Muhammed b. Abdullah b. el-Hasan b. el-Hasan b. Ali b. Ebî
Tâlib’dir. 100/718’de317 Medine’de doğan ve büyüyen Muhammed b.
Abdullah318 âlim, cömert, güçlü ve cesur biri idi.319 Kendisine el-Erkat, elMehdî ve en-Nefsu’z-Zekiyye (Arınmış Ruh) lakapları verilmiştir.320
Abbâsî devleti kurulduğu dönemde, Alioğulları içerisinden iki kişi göze
çarpmaktadır. Bunların biri Ca’fer es-Sadık, diğeri ise Abdullah b. Hasan’dır.
Ca’fer es-Sadık, siyasî haklarının talebi için şartların uygun olmadığı
düşüncesinde olup, kendini ilme vermiş ve Abbâsî devletine karşı hiç bir
harekette bulunmamış, bulunanlarında hareketlerine katılmamıştır. Onun bu
tutumu, Abdullah b. Hasan’ın önünü siyasî arenada tamamen açmıştır.321
Abdullah b. Hasan siyasi anlamda Abbasilere muhalif biri değildi.
Ebu’l-Abbâs, Abbâsilerin ilk halifesi olunca, bir grup Alioğulları başkent
Enbâr’a giderek halifeye biat etmişlerdir ki Abdullah b. Hasan’da bu grubun
içerisinde yer alanlardan birisi idi.322 Ancak Abdullah’ın oğulları Muhammed
ve İbrahim, babalarından farklı hareket etmişlerdir. Onlar halifeye biat
317
İsfehânî, Makâtil, s.210; Bir başka rivayete göre 93/712 yılında doğmuştur. Bunun için bkz.
Taberî, Târîh, III, s.190.
318
Hayreddin ez-Ziriklî, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959, VI, s.220.
319
İsfehânî, Makatil, s.233.
320
Ziriklî, el-A’lâm, VI, s.284; Mesûdî, dindarlık ve zahitliğinden dolayı ona en-Nefsu’z-Zekiyye
denildiğini belirtmektedir. Bunun için bkz. Mesûdî, Murûc, III, s.306.
321
Muhammed Hüseyn Muzaffer, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979, s.52.
322
İsfehânî, Makâtil, s.173-175.
74
etmeyerek gizlenmişler ve başlatacakları isyan hareketinin hazırlıklarına o
zamandan başlamışlardır.323
Muhammed’in hilafet iddiası Emeviler döneminde başlamış ve
Abbasiler döneminde de devam etmiştir. Ebu’l-Abbas’a biat etmemesi de
bundan olsa gerek. Fakat yeni kurulmuş bir devletin getirdiği sorunlarla
ilgilenen Ebu’l-Abbas, Muhammed’in biatı konusunda fazla ısrarcı olmamış,
hatta Alioğullarına karşı ılımlı bir politika izlemiştir.324 Ancak bu ılımlı
politika Mansur ile birlikte daha sert bir politikaya dönüşmüştür. Aslında
Mansur’un daha sert bir politika izleyeceğini halife olmadan önce sinyallerini
vermiştir. 136/754 yılında hacc vazifesini yerine getirmek için gittiği
Mekke’de, vali Ziyâd b. Ubeydullah el-Harisî’ye Muhammed ve İbrahim’in
nerede olduklarını sorması bunun en belirgin özelliğidir.325
Mansur, çıktığı hac yolculuğundan Irak’a geri dönerken yolda Ebu’lAbbas’ın vefat haberini alır. Yanındakiler, Medine ve Mekke halkı ona biat
ederler,326 ancak Muhammed ve İbrahim’in Mansur’a biat ettiklerine dair bilgi
kaynaklarda geçmemektedir.
Muhammed ve İbrahim’in iddialarını daha iyi analiz edebilmek için
önceki yıllara bakmak gerektiği kanaatindeyiz. Emevilerin son dönemlerinde
içine düştükleri siyasî ve sosyal sıkıntılar üzerine Haşimoğulları bir
değerlendirme327 yapmak için Ebvâ’da328 bir araya gelirler. 127/744 yılında
323
İsfehânî, Makatil, s.175-176; a. mlf. aynı eserin bir başka yerinde Muhammed’in faaliyetlerine,
Velîd b. Yezid’in 126/743’de öldürülmesinin akabinde başladığını belirtmektedir. Makatil, s.257258.
324
Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.225.
325
Taberî, Târîh, VII, s.517-518.
326
Taberî, Târîh, VII, s.471-472.
327
Bozkurt, "Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı", s.111.
75
vukuu bulan bu toplantı, kaynaklarda genişçe yer bulmakta ve birçok
tartışmayı da beraberinde getirmektedir. İddiaya göre bu toplantıda Nefsu’zZekiyye’ye halife olarak biat edilmiştir. Bir kısım yazar bunu kabul etmekle
beraber, bir kısım yazar da bunu reddetmektedir. Ebu’l-Ferec, Ebvâ’da ki bu
toplantıya imam İbrahim, Ebu’l-Abbas, Mansur ve Sâlih b. Ali gibi
Abbasoğullarının ileri gelenleri ile Abdullah b. Hasan, Muhammed (Nefsu’zZekiyye) ve kardeşi İbrahim ve Muhammed b. Abdullah b. Amr gibi
Alioğullarının ileri gelenleri katılmıştır. Sâlih b. Ali bir konuşma yaparak, artık
birine biat edilmesi gerektiğini belirtmiş ve Abdullah b. Hasan’da mehdi olarak
bilinen oğlu Muhammed’i aday göstermiştir. Bunun üzerine orada bulunan
herkes, imam İbrahim, Ebu’l-Abbas ve Mansur da dahil olmak üzere
Muhammed’e biat etmişlerdir. Bu biatten sonra, toplantı henüz dağılmadan
yetişen Ca’fer es-Sadık, hilafetin Abbasoğullarına geçeceğini ve Muhammed
ve İbrahim’in öldürüleceğini söyleyerek bu biate karşı çıkmıştır.329
Ebu’l-Ferec’in ayrıntılı olarak naklettiği bu rivayete, diğer tarihçilerde
eserlerinde yer vermiştir. Mesela Taberi, toplantının Mekke’de yapıldığını ve
Ebu’l-Abbas ve Mansur’unda Muhammed’e biat ettiklerini belirtmektedir.330
İbn Tiktakâ’da fazla detaya girmeden benzer bir rivayet nakletmektedir.331
127/744 yılında vukuu bulduğu kabul edilen Ebvâ toplantısında Nefsu’zZekiyye’ye biat edildiğini tarihi gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü Abbasi
da’veti, yaklaşık 20 yıldır sosyal ve askerî taban bularak büyük aşamalar kat
328
Medine’ye bağlı bir köy. Bunun için bkz. Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah Yâkût elHamevî (626/897), Mu’cemu’l-Büldân, Beyrut 1979, I, s.102; Kaynaklarda Ebvâ Kongresi veya
Ebvâ Toplantısı olarak geçmektedir.
329
İsfehânî, Makâtil, s.206-208, 253-257.
330
Taberî, Târîh, VII, s.517.
331
İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahrî, s.164-165 veya s.130-131.
76
etmiştir. Bunun üzerine birde İbrahim’e de biat alınmışken, Abbasoğullarının
her şeyden feragat ederek bütün yetkileri Muhammed’e vererek ona biat
etmeleri aklen mümkün değildir.332 Ayrıca Nefsu’z-Zekiyye’nin isyanından
önce, Muhammed ile Mansur’un birbirlerine yazdıkları mektuplarda hiç bu
biatten bahsedilmemiştir. Eğer gerçekten böyle bir biat olmuş olsaydı
Muhammed bunu kendi aleyhine bir ispat olarak kullanırdı. Şunu da belirtmek
isteriz ki, bu rivayetlerde bir takım sıkıntılar vardır. Rivayetin bir yerinde
Muhammed’e biat edildiğinden bahsedilirken, diğer yerinde de Ca’fer esSadık’ın toplantıya gelip, hilafetin Muhammed’e değil de Abbasoğullarına
geçeceğini ve Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğinden bahseder. Bu
rivayet Kur’an’ın; “Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası
bilmez”,333 ayetine terstir. Sadece Ca’fer es-Sadık değil, Peygamberler bile
geleceği bilmemektedir. Geleceği sadece ve sadece Allah bilmektedir. Bu olayı
naklettikten sonra, şimdi Mansur’un halifelik dönemine gelmek istiyoruz.
Mansur halife olunca, art arda gelişen büyük problemlerle uğraşmak
zorunda kalmıştı. Abdullah b. Ali, Ebu Müslim ve diğer vali ve komutanlarının
oluşturduğu sorunlar; Ebu Müslim’in öldürülmesinden sonra Horasan’da
vukuu bulan ayaklanmalar ve Harici isyanlar gibi Abbasi devletini derinden
sarsa bilecek kitlesel hareketlerle meşguldü. Dolayısı ile Muhammed b.
Abdullah ve kardeşinin faaliyetleri ile fazla ilgilenemiyordu. Ancak onlarla
ilgili istihbarat almayı da ihmal etmiyordu. Kufe, Basra ve Horasan’da
yayıldıklarına dair bilgileri ona sürekli ulaşıyordu. Mesela Horasan valisi Ebu
Avn Abdulmelik b. Zeyd el-Ezdî, Muhammed’in Horasan’da gün geçtikçe
332
333
Ömer, el-Abbasiyunu’l-evail, s.170-171.
6/En’am, 59.
77
daha da güçlendiğini halife Mansur’a bildirmiştir.334 Ayrıca, halife Mansur
138/755 yılında Fadl b. Sâlih b. Ali’yi hac emiri yapmış ve ona “Muhammed
ve İbrahim’i görürsen kaçmalarına izin verme. Görmezsen de sorma”, şeklinde
tembih etmiştir. Bu şekilde Muhammed ve İbrahim’i şüphelendirmemek
istiyordu. Fadl Medine’ye vardığında halk onu karşıladı, ama Nefsu’z-Zekiyye
ve İbrahim yine aralarında yoktu. Mansur’un tembihlerine rağmen Fadl,
Nefsu’z-Zekiyye’nin babası Abdullah b. Hasan’a oğullarının nerede olduklarını
sormuş, Abdullah da onların ava gittiklerini söyleyerek işi geçiştirdi.335
Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim’in sürekli gizlenmeleri ve biat etmemeleri
Mansur’un, onların isyan başlatacakları endişesini güçlendirmeye başlamıştı.
Halifenin,
Nefsu’z-Zekiyye
ve
İbrahim’in
akrabaları
ile
yaptığı
görüşmelerden336 bir sonuç elde edemeyeceğini anlayınca farklı bir strateji
izlemeye karar verdi. O, göçebe Araplardan köleler satın alarak onları değişik
kılık kıyafete büründürüp Muhammed’in olduğu bölgelere göndererek
istihbarat toplamaya çalışmıştır.337 Mansur, ayrıca Ukbe b. Selim adında bir
casusu Abdullah’dan bilgi almak için onu yanına gönderir. Abdullah’ın
güvenini kazanan Ukbe, bu sayede Muhammed’in ne zaman isyan edeceğini338
ve nerede olduğunu öğrendi. Muhammed Yenbu’ bölgesindeki Cuheyne
dağında gizlenmekteydi ve bu bilgi hemen Mansur’a ulaştırıldı,339 ancak
Muhammed, Mansur’un kendisinin nerede olduğunu öğrendiğini duyunca
hemen oradan uzaklaştı.
334
Taberî, Târîh, VII, s.547.
Taberî, Târîh, VII, s.520-521.
336
Bu görüşmeler için bkz. Taberî, Târîh, VII, s.518; İsfehânî, Makâtil, s.210.
337
İbn Abdirabbih, el-’Ikdu’l-Ferîd, V, s.334.
338
Taberî, Târîh, VII, s.519-520; İsfehânî, Makâtil, s.211-212.
339
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.138-139.
335
78
Halife Mansur 140/757 yılında hac niyetiyle Mekke’ye gitti. Halka bol
miktarda para ve mal dağıttı. Bilhassa Alioğllarına bolca para ve mal vererek,
Muhammed ve İbrahim hakkında bilgi elde etmeyi hedeflemişti. Ancak
umduğunu bulamamıştı. Bunun üzerine Mansur, Abdullah b. Hasan’ı huzuruna
çağırtarak, oğullarını kendisine getirmesini söyledi. Aralarında çok sert bir
tartışma geçti.340 Ancak Abdullah yerlerini söylememekte kararlıydı. Uzun
tartışmaların sonunda Mansur, Abdullah’ı tutuklatıp hapse attırdı.341 Bunun
üzerine teslim olmayı düşünen Nefsu’z-Zekiyye, annesini bir şekilde babasının
yanına gönderip bu konu hakkında fikrini ister. Ancak babası, teslim olmasını
reddederek, sabırlı olmasını, davasından dönmemesini, sonunda Allah’ın onu
başarıya ulaştıracağını söylemiştir.342 Babasından aldığı bu cevap ile
Muhammed daha çok gayret göstererek yoluna devam etmiştir. Ancak babası
Abdullah b. Hasan, oğlunun isyanını göremeden 145/762 yılında vefat
etmiştir.343
Nefsu’z-Zekiyye, gizlenmesine rağmen Abbasilere ve halife Mansur’a
karşı tavrını açık bir dille ifade etmekten de geri durmuyordu. Emevilerin,
Abbasilerden daha kötü olduklarını ve onlara karşı bir isyan hareketinin
başlatılmasının artık kaçınılmaz olduğunu344 şeklinde ki açıklamaları buna
somut örnek teşkil etmektedir.
Nefsu’z-Zekiyye isyanı başlattığını ilan ettiğinde, halife Mansur Bağdat
şehrinin inşası ile meşguldü ve bundan dolayı bunun haberini dokuz gün sonra
340
Taberî, Târîh, VII, s.522-523.
İsfehânî, Makâtil, s.213-214.
342
Taberî, Târîh, VII, s.538-539; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.233.
343
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.146.
344
İsfehânî, Eğânî, XI, s.301; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.227.
341
79
alabildi.345 Haberi alır almaz hemen Küfe’ye, oradan da Başkente geçerek,
izleyeceği sert politikayı istişare etmeye başladı346 ve Nefsu’z-Zekiyye’ye
şöyle bir mektup yazmaya karar verdi: “Allah ve Resûlüne karşı savaşanların
ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya
asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları
yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette
de büyük bir azap vardır. Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce
tövbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”,347
ayetiyle başladığı mektubuna Mansur, tövbe ettiği takdirde kendisini ve
kendisine uyan herkesi affedeceğini, ayrıca ona bir milyon dirhem vereceğini
ve her türlü ihtiyacını karşılayacağını bildirmiştir.348 Bu mektupla birlik
Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’nin isyandan vazgeçmesini istemektedir.
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye, Mansur’a şu mektupla cevap vermiş
ve onun gibi, o da bir ayet ile başlamıştır sözlerine: “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar,
apaçık Kitab’ın âyetleridir. İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere)
Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle
nakledeceğiz. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli
zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını
boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı. Biz ise, o
yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları
(mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk. O yerde onları hâkim kılmak;
345
İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166; Ya’kubi, II, s.315.
Taberî, Târîh, VII, s.564-565.
347
5/ Mâide, 33-34.
348
İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.79 veya s.338; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar
İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”,
s.115.
346
80
Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye)
korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).”349 Bu ayetten sonra Nefsu’z-Zekiyye,
Mansur’a aynı eman teklifini, yani tövbe ettiği takdirde kendisini affedeceğini
bildirmiştir. Çünkü halifelik hakkı kendilerinin hakkı idi. Ayrıca onların bu
makamı kendileriyle birlikte iddia ettiler. Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin
çocukları sağ iken kendisinin varis olamayacağını, ayrıca bu işe talip olanların
hiç birinin şeref, nesep ve hal bakımından kendilerinin dengi olmadığını
belirtmiştir. Ayrıca akrabalık bakımından Hz. Peygamber’e en yakın kişilerin
kendilerinin olduğunu ve İslam’a ilk giren kişinin de Hz. Ali olduğunu
söyleyerek, Allah’ın kendilerini seçtiğini vurgulamaktadır.350
Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye, Abbasilerin hilafeti kendileriyle
birlikte iddia ettiklerin ve kendileri sayesinde başarıya ulaştıklarını belirterek,
hilafetin asıl sahiplerinin kendilerinin olması gerekirken, bu göreve
getirilmediklerini söylemektedir. Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye kendilerini
hilafete Abbasoğullarından daha layık görüyordu. Hz. Ali’nin varis ve imam
oluşundan dolayı, yani akrabalık açısından hilafetin kendi haklarının olduğunu
ve bu işe daha layık olduğunu söylüyor. Bu argümanlara baktığımız zaman
şunu çok net bir şekilde söyleye biliriz ki, bu mesele dinî bir mesele olmaktan
ziyade bir siyasî meseledir. Muhammed, hilafete kendilerinin daha layık
olduğunu söylerken, Hz. Ali’nin kendilerini imam veya halife olarak tayin
ettiğinden bahsetmez. Eğer bir takım Şiî’lerin iddia ettikleri gibi, “Hz. Ali’nin
neslinin nass ve tayinle imam oldukları” şeklinde bir şey olsaydı, Nefsu’zZekiyye bunu, bir haklı gerekçe olarak dile getirirdi diye düşünüyoruz.
349
350
28/Kasas, 1-6.
Taberî, Târîh, VII, s.566-568.
81
Bunun üzerine Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’ye uzunca bir cevap
yazmıştır.
Mektubunda
Mansur,
Hz.
Peygamber’den
sonra
Abdulmuttaliboğullarından Hz. Abbas’dan başka kimsenin kalmadığını ve
onun amcası olması hasebiyle varisi olduğu belirtmekteydi. Yani Hz.
Peygamberin mirası Hz. Abbas’a aitti ve dolayısı ile hilafet de onun evladının
hakki idi. Ayrıca din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa, Hz. Abbas
onların hem varisi hem de mirasçısıydı.351
Mektuplaşmalarda gördüğümüz gibi, hilafet konusunun din ile bir ilgisi
gözükmemektedir. Bu tamamen siyasi bir meseledir ki bunu bizzat hem
Mansur’un, hem de Nefsu’z-Zekiyye’nin mektuplarında görebilmemiz
mümkün. Bu mektuplaşmalarda aslına şunu da görmekteyiz ki, ne Mansur, ne
de Nefsu’z-Zekiyye birbirini ikna etme derdinde değiller. Onlar, kanaatimizce,
bunu tamamen kamuoyunu ikna etmek için bir propaganda malzemesi olarak
kullanmanın derdindeydiler. Çünkü ikna etmek isteyen biri, karşısında ki kişiyi
küçük düşürecek ithamlarda bulunmaz. Şunu da belirtmek isteriz ki, bu iki
şahsiyetin, Hz. Peygamber’e olan yakınlıklarını temel alarak giriştikleri bu
mücadele, aslında İslam öncesi geleneksel kültürünün bir devam olarak
görebileceğimiz kan bağını352 temel alış fikridir.353
Yapılan tüm yazışmalara rağmen bir sonuç çıkmayınca, savaş
kaçınılmaz oldu. Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye Reveb 145/Eylül 762’de
Medine’de 150 kişilik354 bir grupla isyan hareketini başlattığını açıkça ilan
351
İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.81-81 veya 339-342.
İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335.
353
Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.117; Ayrıca bkz. Karabiber, Ehl-i Beyt, s.181.
354
Taberî, Târîh, VII, s.554; İbn Kesir bu sayıyı 250 olarak vermektedir, bunun için bkz. Ebu’lFidâ İbn Kesir (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut 1974, X, s.86.
352
82
etmeye başlar.355 Yapmış olduğu ilk icraatlardan biri, Medine’de ki
hapishaneye gidip oradaki tutukluları çıkartmak ve vali Riyah’ı tutuklatmak
oldu.356 Ertesi gün Medinelilerden biat aldı ve Mescid-i Nebevî’nin minberine
çıkarak, Abbasilerin helali haram, haramı da helal kıldıklarını ve hilafet
haklarını gasp ettiklerini bildiren bir hutbe okumuştur.357 Medine halkının
hemen hemen tamamı Muhammed’e biat etmiştir.358 Nefsu’z-Zekiyye ve
taraftarları, manevi bir güç oluşturmak için imam Mâlik’den isyana cevaz
vermesi için bir fetva istediler ve imam Malik de halife Mansur’a zorla biat
edildiğini ve zorla edilen biatın da geçerli olmadığı şeklinde onları onaylayan
bir fetva vermiştir.359
Şehirde kontrolü ele geçiren Nefsu’z-Zekiyye, adeta bir devlet başkanı
gibi bürokratlar atamaya başlamıştır. Medine valiliğine Osman b. Muhammed
b. Hâlid b. Zübeyr’i, kadılığa Abdulaziz b. Muttalib b. el-Mahzûmî’yi,
cephaneliğin başına Abdulaziz b. Muhammed ed-Derâverdî’yi, güvenlik
teşkilatının başına Ebu’l-Kalemmes Osman b. Ubeydullah b. Ömer b. Hattab’ı
ve divanu’l-Atâ’nın başına da Abdullah b. Ca’fer’i atadı.360 Mansur, iktidar
mücadelesinden vaz geçmeyen Nefsu’z-Zekiyye ile savaşmak için kardeşinin
oğlu İsa b. Musa’yı görevlendirmişti.361 İsa, dört bin süvari362 ve iki bin
355
Ya’kubi, Tarih, II, s.376.
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148.
357
Taberî, Târîh, VII, s.558.
358
İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166.
359
Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali İbnu’l-Cevzi (597/1200), el-Muntazam fi Tarihu’l-Umem ve’lMuluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut 1992, VIII, s.64; Mektuplaşmalarla ilgili ayrıntılı
bilgi için bkz. Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk
Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.115-117.
360
İsfehânî, Makâtil, s.282; İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, s.64.
361
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.543.
362
Mes’udi, Muruc, III, s.307; İsfehânî, Makâtil, s.267.
356
83
piyade363 ile Medine’ye doğru hareket eder. Haberi alan Nefsu’z-Zekiyye,
ekibiyle birlikte nasıl bir strateji izleyeceklerini belirlemek için toplanır.
Yapılan istişareler sonucunda, şehirde kalınmasına364 ve hendek kazılmasına
karar verilmiştir.365 Bu şekilde Hz. Peygamber’in yolunun takip edildiği imajı
verilmiştir.
İsa b. Musa, ordusuyla birlikte A’ves’e366 varınca, Nefsu’z-Zekiyye
taraftarlarını toplayarak onlara İsa’nın ordusunun kendilerinden sayıca çok
olduğunu, ancak gücün, Allah’ın elinde bulunduğunu söylemiş ve gitmek
isteyenin gidebileceğini, kalmak isteyenin de kala bileceğini bildirmiştir. Bu
konuşma üzerine Nefsu’z-Zekiyye çok taraftar kaybeder, yanında ise çok az
kişi kalır.367
Yapılan bu konuşmadan önce 100 bini368 bulan Nefsu’z-Zekiyye’nin
taraftarları, konuşmadan sonra 313 kişiye369 düşmesi, onun saflarında nasıl bir
çözülme olduğunun en somut göstergesidir.
Netice itibariyle 313 kişiyle giriştiği mücadeleyi kaybeden Nefsu’zZekiyye, 14 Ramazan 145/ 6 Aralık 762’de,370 göğsüne aldığı darbeyle,371 kırk
beş yaşında372 hayatını kaybetmiştir.
Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin isyan etmesinin temel sebebi,
hilafete, kendini halife Mansur’dan daha layık görmesidir diyebiliriz. Bir başka
363
Mes’udi, Muruc, III, s.307.
İsfehânî, Makâtil, s.268.
365
Taberî, Târîh, VII, s.581.
366
Medine’nin yakınlarında bir yer. Bunun için bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I, s.264.
367
Taberî, Târîh, VII, s.582-583; Geniş bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî
İsyanlar, s.248.
368
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.90.
369
Zehebî, Tarih, s.28.
370
İsfehânî, Makâtil, 275.
371
Taberî, Târîh, VII, s.595.
372
Mes’udi, Muruc, III, s.307.
364
84
ifadeyle hilafetin Alioğullarının hakkı olduğunu ve Abbasoğulların bu hakkı
gasp ettiklerini düşünüyordu.373 Bunu, Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a
yazdığı mektupta, Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin çocukları sağ iken kendisinin
varis olamayacağını, dolayısı ile hilafetin kendi hakları olduğunu söylemesinde
görebiliyoruz.374 Nefsu’z-Zekiyye’nin neden isyan etmek için bu zamanı
seçtiği ile ilgili tarihçiler farklı düşünmektedir. Taberi ve Ebu’l-Ferec’e göre,
Medine valisi Riyâh’ın, kardeşi Mûsa b. Abdullah’ı bir komplo ile öldürmeye
çalışmasından dolayı isyan etmiştir.375 Ayrıca Muhammed’in yakın çevresinin,
ona isyanı açığa çıkartması için baskı yaptığını da kaydetmektedirler.376 Ezdî,
isyan hareketini Nefsu’z-Zekiyye’nin babasının ölümüne bağlamaktadır.377
Mes’udî
ise,
akrabalarının
öldürülmesininden
dolayı
isyan
ettiğini
belirtmektedir.378
Bu arada Mansur’un izlediği kurnaz strateji sayesinde, Nefsu’z-Zekiyye
hazırlıklarını tamamlayamadan isyanını ilan etmiştir. Mansur, komutanlarının
ağzından Muhammed’e mektuplar yazarak, isyan etmesi durumunda kendisinin
safına geçeceklerini bildirmiştir.379 Muhammed, yüz yüze gelindiğinde bütün
komutanlar onun safına geçeceğini380 söyleyerek Mansur’un tuzağına farkında
olmadan düşmüştür.
Nefsu’z-Zekiyye, isyanı için Medine’yi seçmişti. Askerî bir alt yapısı
olmamasına rağmen bu şehri seçmesinde ki maksat, akrabalık ilişkileri ve ona
373
İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.427.
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.152.
375
İsfehânî, Makâtil, s.224.
376
Taberî, Târîh, VII, s.553; Zehebî, Tarih, VI, s.214.
377
el-Ezdî, Tarihu’l-Mevsıl, s.181.
378
Mes’udi, Muruc, III, s.306.
379
Taberî, Târîh, VII, s.559.
380
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148; Zorlu, Abbasilere Yönelik, Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.236.
374
85
gönül vermiş kişilerin çok olmasından kaynaklandığını söyleye biliriz.381
Ancak Nefsu’z-Zekiyye’nin bu tercihi, isyan hareketinin başarısızlığa
uğramasında ki en önemli etkenlerden biri olduğu düşüncesini taşımaktayız.
Çünkü Medine, o dönemlerde dinî, ilmi ve kültürel bir merkez idi. Hz. Ali’nin
başkenti Kûfe’ye taşımasıyla birlikte bu şehir, siyasî ve askerî özelliklerini
yitirmiştir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr gibi Medine merkezli isyanların
başarısız olmalarının sebebi de bu idi.382
Kanaatimizce, isyan hareketinin başarısız olmasının diğer bir etkeni de,
Nefsu’z-Zekiyye’nin savaştan önce yaptı konuşmadır. Onlar sayıca bizden
fazladır, isteyen gidebilir isteyen kalabilir, şeklinde ki açıklamalar, azimsiz ve
kararsız bir lider portesi çizmektedir. Davasından bıkmış ve usanmış bir hava
veren bu konuşma, hiç şüphesiz bu sonucu doğurur. Bir lider olarak siz,
davanıza sımsıkı sarılmazsanız, etrafınızdakilerin nezdinde inandırıcılığınızı
kaybedersiniz.
3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı
Nefsu’z-Zekiyye’nin kardeşi olan İbrahim b. Abdullah, abisi gibi âlim,
şair ve cesur biri idi.383 İbrahim, abisinin başlatmış olduğu isyan hareketinin
hem davetçisi,384 hem de veliahdı385 idi. O, davetin merkezi olarak Basra’yı
seçmişti.386 Aslında Basra, isyan etmek için Medine’den uygun bir yerdi.
381
Taberî, Târîh, VII, s.558.
Muhammed Takî el-Medresî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber, Beyrut 1984, s.199.
383
İsfehânî, Makâtil, s.315-316.
384
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94.
385
İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.336.
386
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.93.
382
86
Önemli bir ticaret merkezi olan Basra, aynı zamanda bir askerî üs olarak
kurulmuştur.387
Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim, aslında biri Medine’de biri de
Basra’da olmak üzere aynı zamanda ayaklanmaya başlayacaklardı.388 Ancak
İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye’den iki ay sonra389 isyan bayrağını çekmiştir. Eğer
ikisi de aynı anda isyan etselerdi, belki sonuç çok farklı olabilirdi. Peki,
İbrahim neden daha sonra isyan etmiştir? Kaynaklarda üç farklı rivayet vardır.
Birincisi, Muhammed’in hareket alanı gittikçe daraldığı için isyana karar
vermiştir. Buna binaen İbrahim’den ayrı hareket ederek, vaktinden önce isyan
etmiştir. Yani Mansur’un baskı politikaları, Nefsu’z-Zekiyye’yi erken
davranmasına sebep olmuştu.390 İkincisi, İbrahim, yakalandığı geçici bir
hastalığı sebebiyle isyan etmekte gecikmişti.391 Üçüncüsü, İbrahim Basra’ya
geldikten sonra, Behkene bt. Ömer b. Seleme adlı biri ile evleniyor. Eşi şık
elbiselerle yanına gelerek ona cilve yapıyor. Bu şekilde onu yapacağı işlerden
alıkoyuyordu.392 Bize, bu rivayetlerin ilki daha makul gelmektedir. Çünkü
Mansur’un
sürekli
Nefsu’z-Zekiyye’yi
sıkıştırdığını
ve
onun
isyanı
planlamadığı bir vakitte başlatmasını istiyordu. İkinci rivayette geçişi
hastalığın ağabeyinden geç hareket etmesine bir engel değildi. Neticede
güvendiği birçok komutan ve askeri vardı, onun bir emriyle hemen hareket
edebilecek. Son rivayette eşinin onu alıkoyması mantıklı gelmemektedir. Eğer
gerçekten böyle bir şey söz konusu olmuş olsaydı hem ağabeyi Nefsu’z-
387
Ömer, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930, s.204-205.
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.85.
389
Ya’kubi, Tarih, I, s.377.
390
Taberî, Târîh, VII, s.552.
391
İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, VIII, s.63.
392
Taberî, Târîh, VII, s.641; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.264.
388
87
Zekiyye’den hem de etrafında ki komutanlarından uyarılar alırdı. Netice olarak
şunu diyebiliriz ki isyan hareketini önce başlatan İbrahim değil, Nefsu’zZekiyye’dir.
İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye ölmeden önce onun adına biat alırken, o
öldükten sonra artık kendi adına biat almaya başlamıştır.393 Kısa bir sürede dört
bin taraftar bulan İbrahim, bir grup adamıyla birlikte vali konağına gider ve
vali Sufyan b. Muaviye’yi tutuklattırır. Bunu duyan 600 kişilik Abbasi taraftarı
bir grup vali konağına hareket eder. Ancak, İbrahim’in askeri birlikleri onları
mağlup etmiştir394 ki bu aynı zamanda İbrahim’in ilk zaferi olmuştur. Basra’da
kontrolü ele geçiren İbrahim, hazinede ki iki milyon, diğer bir rivayete göre
600 bin dirheme395 el koymuş ve bu sayede hem ekonomik, hem de askeri bir
güce ulaşmış oldu.
İsyan hareketini daha da genişletmek için diğer şehirleri de ele
geçirmek istiyordu. Bunun için Ahvâz’a Muğire b. Fez’i, Fars’a Amr b.
Şeddâd’ı ve Vâsıt’a Harun b. Sa’d el-Iclî’yi göndererek oraları ele geçirdi. Bu
sayede İbrahim yüz bin kişilik396 devasa orduya sahip oldu. Bu rakam
Mansur’u ciddi anlamda sıkıntıya sokabilecekti ve bunu da kendisi çok iyi
biliyordu. Çünkü bir keresinde ordusunu devletin diğer yerlerine dağıttığını ve
yanında az kişinin kaldığını söylemişti ve eğer bu sıkıntıyı atlatırsa yanından
otuz bin kişilik bir birliği eksik etmeyeceğini belirtmişti.397 Mansur’un sabırlı
393
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94.
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.170.
395
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94.
396
Taberî, Târîh, VII, s.643; Ya’kûbî bu sayıyı 60 bin olarak vermektedir, bunun için bkz. Yakûbî,
Tarih, II, s.377.
397
İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.95; Zehebî, Tarih, 38-39.
394
88
ve soğukkanlı oluşu398 onun için çok büyük bir avantajdı. Paniğe kapılmadan
hareket eden Mansur, kısa bir süre sonra kaybettiği şehirleri tekrar ele
geçirmeyi başardı.
İbrahim, 1 Zilkade 145/ 21 Ocak 763 Cuma günü yüz bin kişilik
ordusuyla Kûfe’ye doğru yola çıktı.399 Kûfe’ye 90 km mesafede olan
Bâhamrâ400 mevkiine karargâhını kurdu. Buna karşılık İsa b. Mûsa’da
İbrahim’in yakınına karargâhını kurdu. Bu iki ordu 25 Zilkade 145/ 14 Şubat
763 karşı karşıya geldiler. İbrahim’in ordusu önce İsa b. Musa’nın ordusuna
üstünlük sağlarken, beklenmedik bir anda arkalarından gelen diğer Mansur
güçleri onları iki arada bırakarak feci şekilde can vermelerine ve neticede
İbrahim b. Abdullah’ın savaşı kaybetmesine sebep olmuştur. Öldürüldüğünde
kırk sekiz yaşında olan İbrahim401 Bâhamrâ’ya defnedildi.
Savaşı kazanan Mansur, Kûfe’lilere çok sert ve tehditlerle dolu bir
hutbe okudu.402 Bu hutbe Kûfe’liler üzerinde ciddi bir etki bıraktı ve şehirde
sükûnet sağlanmış oldu. İbrahim’in merkez konumunda ki Basra ise, bunun
bedelini daha ağır bir şekilde ödedi. Basra’ya yeni atanan vali Muhammed b.
Süleyman, birçok kişiyi tutuklatıp öldürmüş, kimilerini hapise attırmış,
kimilerini ise evlerini ve hurma bahçelerini yaktırmıştır.403
3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI:
HÜSEYİNOĞULLARI
Abbasi devletinin kurulduğu yıllarda, Hz. Hüseyin’in soyundan birinin
imam olarak tanınması, oldukça umumileşmişti. Ancak, Hz. Hüseyin’den sonra
398
Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.252.
Yakûbî, Tarih, II, s.377.
400
M. Streck, “Bâhamrâ”, İA (MEB), II, Eskişehir 1997, s.221.
401
Taberî, Târîh, VII, s.647.
402
Hutbenin tam metni için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, s.269.
403
Ali Zarîf el-A’zamî, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927, s.64-65.
399
89
gelen imamların hiç biri, onun gibi aktif muhalefeti benimsememişlerdir.
Bunun nedeni belki de Kerbela olayıydı denebilir.404 Ancak, yukarıda uzunca
anlattığımız Zeyd b. Ali hariç. Zeyd on iki imamdan biri olarak
zikredilmemektedir, ancak o, dedesi Hz. Hüseyin gibi imam olduğu iddiasında
bulunmuş ve aktif bir muhalefet anlayışını takip etmiştir.
Nitekim Hz. Hüseyin’den sonra imam olarak kabul edilen Ali Zeyne’lAbidin (95/713), Muhammed el-Bakır (114/733), Cafer es-Sadık (148/765),
Musa el-Kazım (183/799) ve Ali er-Rıza’dan (203/818) hiç biri ciddi anlamda
siyasete bulaşmamıştır.405 İlerleyen asırlarda en büyük Şiî mezhebi olacak olan
İmamiyye Şia’sı, bu dönemde en pasifiydi.406 Burada sadece ilk sekiz imamı
pasif muhalefet kanadında zikretmemiz, diğer dört imamın aktif muhalefet
ettikleri anlamına gelmez. Tam aksine, onlarda pasif muhalefeti tercih
etmişlerdir. Ancak biz tezimizi hicri ikinci asırla sınırlı tuttuğumuz için, Ali erRıza’dan sonrasına değinmeyi uygun görmedik.
3.3.1. Ca’fer es-Sadık
Ca’fer b. Muhammed es-Sadık, Muhammed Bakır (114/733)’ın en
büyük oğlu olup 80/699-700’de Rebiulevvel ayının on yedinci gününde
Medine’de
doğmuştur.407
Sözlerinin
doğruluğundan
ve
yalan
söz
söylemediğinden dolayı kendisine Sadık lakabı verilmiştir.408
404
Metin Bozan, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İSAM Yayınları, İstanbul
2009, s.62.
405
Fığlalı, İmamiyye Şiası s.167.
406
Etan Kohlberg, “Şiî Hadis”, çev. M. Ali Büyükkara, EKEV Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs
2000, s.48.
407
Taberî, Târîh, V, s.138; İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.327.
408
İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.185; Bu lakabın Halife Mansur tarafından verildiğine dair
rivayetler için bkz. İsfehânî, Mekâtil, s.256.
90
Babası Muhammed Bakır’ın yanında yirmi üç yıl kalan Ca’fer es-Sadık,
babası öldüğünde 37 yaşlarında idi.409 Ca’fer es-Sadık babası gibi geniş bilgi
sahibiydi. Şehristanî onu şöyle anlatmaktadır: “Onun dini ve kültürel bilgisi
ileri seviyede olup, dünyada takva sahibi ve şehvanî arzulardan tamamen
kaçınırdı...”410 Malik b. Enes onun öğrencisi olmuş, Ebu Hanife’de onunla aynı
ilim meclislerinde bulunmuştur.411 Şia’ya göre, Şiî hukukun ve teolojisinin
gelişiminde en önemli kişilerden biri Ca’fer es-Sadık’tır.412
Ca’fer es-Sadık kendini siyasetten tamamen soyutlamıştır.413 Ca’fer
hayatının büyük bir bölümünü Emeviler döneminde, son 16 yılını ise Abbasiler
döneminde geçirmiştir.414 Onun yaşadığı dönemde vukuu bulan hiç bir isyana
katılmamış ve hiç bir isyana da destek vermemiştir.415 Yani bir “hareketsiz
liderlik”416 portresi çizmiştir.
Halife Hişâm, kendi döneminde ki insanların hiç bir isyana
katılmamalarını istemiştir.417 Ancak hiç bir yerde Ca’fer es-Sadık’ın ismi
409
Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî el-Kuleyni, el-Usûl mine’l-Kâfi, Beyrut 1401, I,
s.193.
410
Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.166.
411
İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.105; Ca’fer es-Sadık ve Ebu Hanife aynı dönemde ve yakın
muhitlerde yaşamış iki büyük alimdir. İlmi anlamdaki ilişkileri hoca talebe ilişkisi olarak değil de,
çağdaş iki alim ilişkisi olarak görmek lazım. Ca’fer es-Sadık’ın, Ebu Hanife’ye "Irak Fakihi"
ünvanıyla hitap etmiş ve ona karşı bir alim muamelesinde bulunması buna somut bir örnektir. Ebu
Hanife ve Ca’fer es-Sadık arasındaki ilişki için bkz. Atalan, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı,
Ankara 2013, s.57-61.
412
el-Kuleyni, Kâfi, I, s.51-53.
413
Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa Ebu Nuaym el-İsfehânî (430/1038), Hilyetu’lEvliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, III, s.194.
414
Ca’fer es-Sadık, Emevi halifeleri Hişam b. Abdilmelik (105-125/724-743), Velid b. Yezid
(125-126/743-744), Yezid b. Velid (126/744), İbrahim b. Velid (126-127/744) ve Mervan b.
Muhammed (127-132/744-749) ile Abbasi halifeleri Ebu’l-Abbas es-Saffah (132-136/749-754) ve
Ebu Cafer el-Mansur (136-158/754-775) dönemlerinde yaşamıştır.
415
Ca’fer es-Sadık döneminde Beyân b. Sem’ân, Muğire b. Saîd, Zeyd b. Ali ve oğlu Yahya b.
Zeyd ve Muhammed b. Abdullah en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim b. Abdullah gibi Şiî
karakterli isyanlar vukuu bulmuştur.
416
I.K..A. Howard, “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî
Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.208.
417
Ebû Osman ‘Amr b. Bahr el-Cahız (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. Abdusselâm
Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I, s.311-312.
91
geçmemektedir. Bu bilgi bize Ca’fer es-Sadık’ın aktif muhalefet edenlerin
tarafında olmadığını açıkça göstermektedir.
Siyasetten uzak duran Ca’fer es-Sadık’ı Halife Mansur bir gün Irak’a
çağırır. Ca’fer mazeret bildirerek bu davete icabet etmez. Ancak Halife Mansur
mazereti kabul etmez. Bunun üzerine Ca’fer es-Sadık Mansur’a şöyle demiştir:
“Ben babamdan, o da babasından, o da dedesi Resulullah’dan duyduğuna göre
“Resulullah, kim ki rızık talep etmek için yola çıkarsa Allah onu rızıklandırır,
kim ki ailesinin yanında kalmak isterse onunda ömrünü uzatır”. Mansur’da,
“ben bunu Resulullah’dan gelen hak bir söz olarak kabul ettim. Allah’ı da şahit
tuttum”, şeklinde cevap vermiş ve Ca’fer’in Medine’de kalmasına müsaade
etmiştir.418
Nefsu’z-Zekiyye öldürüldükten sonra, Halife Mansur Ca’fer es-Sadık’ı
bir kez daha huzuruna çağırır. Bu davet Ca’fer’i korkutur. Ancak Ca’fer’in
korktuğu başına gelmez. Halife onu son derece güzel ağırlar ve ikramlarda
bulunarak geri gönderir. Ca’fer’e Nefsu’z-Zekiyye isyanı sorulunca, o şu ayet
ile cevap verir: “Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar;
savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarını
dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez”.419 Bu cevap Halife
Mansur’u memnun etmiş ve Ca’fer es-Sadık hakkında ki şüphelerinin
azalmasına sebep olmuştur.420
418
İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s. 112.
59/Haşr, 12.
420
İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.112.
419
92
Ca’fer es-Sadık’ın bu tutumu, yani siyasetin dışında kalması ve mevcut
iktidarla ters düşmemeye özen göstermesi, Abbasilerin kendisine iyi
davranmasına sebep olmuştur.421
3.3.2. Musa Kâzım
7 Safer 128/ 8 Kasım 745 veya 17 Safer 128/ 18 Kasım 745’de Ebvâ’da
dünyaya gelmiş422 olan Musa Kâzım, Halife Mansur ile arasında ciddi bir sorun
geçtiğine dair kanyaklarda geçmemektedir.423 Mansur’un 158/775 yılında vefat
etmesi üzerine tahta geçen oğlu Mehdi, zındıklarla mücadelede Musa Kâzım’ı
hapsettirir. Muhtemelen Mehdi’nin zihnindeki zındık kelimesinin karşılığı tüm
siyasi rakipleriydi.424 Ancak, yaptığı bu hareketten dolayı pişman olan Mehdi,
kısa bir süre sonra Musa Kâzım’ı serbest bırakır.425
Muhammed Mehdî b. Mansur halifeliğinin ilk yıllarında, babasının Ali
oğullarına karşı güttüğü sert politikayı takip etmemiş ve onlara karşı ılımlı bir
siyaset izlemiştir. Yani, adeta Alioğulları ile bir uzlaşma çabası içerisindeydi.
Halifeliğin ilk yıllarında genel af ilan edip, siyasî sebeplerden dolayı hapiste
bulunan Alioğulları serbest bırakılmış426 ve mallarına el konanların malları geri
iade edilmiştir.427 Yine hilafetin ilk yıllarında, hac vazifesini yerine getirmek
için gittiği Mekke ve Medine’ye bol ikramda ve bağışlarda bulunmuştur.
421
el-Ezdî, Tarihu’l Mavsil, s.183. Ayrıca bkz. Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-İslam Aklının
Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000, s.236.
422
Kuleyni, el-Kâfî fî ‘İlmi’d-Dîn, I, s.476.
423
M. Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, MÜİFV Yayınları, s.128.
424
Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.136.
425
Serbest bırakmasıyla ilgili kaynaklarda iki farklı rivayet vardır. Bunlardan biri: Namazda “Geri
dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabağlık bağlarını kesmeye dönüş olmaz
mısınız?”, (47/Muhammed, 22) ayetini okur, duygulanır ve Musa Kâzım’ın serbest bırakılmasını
emreder. Bunun için bkz. Taberî, Târîh, III, s.533; diğer bir rivayete göre ise Mehdi, rüyasıdna Hz.
Ali’yi görür. Hz. Ali, Musa Kâzım’a iyi davranmadığı için onu azarlar. Rüyanın etkisidne kalan
Mehdi, derhal Musa Kâzım’ı serbest bırakır. Bunun için bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.183.
426
Taberî, Târîh, VIII, s.117.
427
Taberî, Târîh, VIII, s.112.
93
Bilindiği gibi bu şehirlerde Alioğullarının ciddi bir nüfusu vardı.428 Ayrıca
Alioğullarından birçok kişiyi düzenli bir maaşa bağlamıştır.429
Halife Mehdî, sırasıyla Hz. Ali- Muhammed b. Ali el-Hanefiyye- Ebû
Hâşim- Muhammed b. Ali’den kendisine kadar geldiği iddia edilen imamet
silsilesini iptal edip yerine, Hz. Peygamber- Hz. Abbas- oğlu Abdullah- oğlu
Ali’den bilinen sırasıyla kendisine kadar gelen bir silsile yerleştirmiştir.430 Bu
iddiayı resmi olarak ilk defa Mehdî açıklamıştır.431 Burada dikkatimizi çeken
husus şudur; halife Mehdi’nin Alioğullarına karşı güttüğü ılımlı siyaset, onu
hilafetin kendi hakları olduğu fikrinden alı koymadı. Yani Mehdi, hilafetin
başından beri kendi hakları olduğunu düşünüyor ve bu şekilde de hareket
ediyordu.
Harun Reşid zamanında 179/795’de tutuklanan432 Musa Kâzım,433 5
Recep 183/12 Ağustos 799’yılında vefat eder.434
Musa Kazım döneminde vukuu bulan Hasani isyanlar şunlardır:
Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan b. Ali (Sahibu’l-Fah) isyanı435 ve
Yahya b. Abdullah b. Hasan b. Hasan isyanı.436 Hüseyin b. Ali isyanı Mekke
ve Medine civarlarında vukuu bulmuş bir isyandır. Muhammed en- Nefsu’zZekiyye isyanından sonra Abbasilere karşı girişilen ikinci büyük Hasani
isyanıdır. Ayrıca ağır bir şekilde bastırılan bu isyan ikinci bir Kerbela olayı
olarak da anılmıştır. Halife Mehdi döneminde patlak veren bu isyan dokuz ay
428
Taberî, Târîh, VIII, s.133.
Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142.
430
Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.165.
431
Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.37.
432
Tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.150-185.
433
İbnu’l-Esîr, el-Kamil, VI, s.112.
434
İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, IX, s.88.
435
Bu isyan için bkz. Mes’udi, Murucu’z-Zeheb, III, s.339-340.
436
Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.242.
429
94
civarında sürmüştür. Hüseyin b. Ali diğer Alioğulları gibi Abbasi zulmüne
karşı isyan etmiş ve sonu da onlar gibi olmuştur.437 İsyan eden bir diğer Hasani
ise Muhammed en- Nefsu’z-Zekiyye’nin diğer kardeşi Yahya b. Abdullah’dır.
O, Hüseyin b. Ali’nin isyanına iştirak etmiş ve kaçarak hayatını kurtarabilmişti.
Deylem’e yerleşen Yahya b. Abdullah, burada teşkilatlanmış ve halife Harun
Reşid döneminde Abbasilere karşı ayaklanmıştır. Uzun uğraşlar sonucunda
Harun Reşid, Yahya’ı isyan hareketinden vazgeçirdi ve Bağdat’a gelmesini
sağladı. Verdiği birçok sözde durmayan halife Harun Reşid, Yahya b.
Abdullah’ı hapse attırdı. Neticede de Yahya burada ölmüştür. Görüldüğü gibi
bu isyan diğerlerinden biraz farklı olarak bastırılmıştır. Diğerlerinden birçok
ölü ve maddi zarar varken, Yahya b. Abdullah da bunlar yoktu.438
Musa Kâzım, Abbasi iktidarına karşı vukuu bulan hiçbir isyan
hareketine katılmamış ve destek vermemiş439 olmasına rağmen, hapse440
düşmüştür. Ancak, bu bile onu Abbasilere karşı bir isyan etmeye teşvik
etmemiştir. Siyasete uzak olmasına rağmen, mevcut iktidarlar tarafından
sürekli bir tehdit olarak algılanmıştır.
Halife Mehdî’nin düzenli olarak Ali oğullarına bağladığı maaşa,
kendisinden sonra halife olan oğlu Musa el-Hâdî son verdi.441
437
Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma
Evladı, MÜİF Yayınları, İstanbul 2008, s.281-292.
438
Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİF Yayınları, İstanbul
2008, s.297-303.
439
Krş. İsfehânî, Makatil, s.383.
440
Musa Kâzım’ın tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i
Devlet, s.150-185.
441
Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142.
95
3.3.3. Ali er-Rızâ
Ali er-Rıza 148/765 yılında dünyaya gelmiştir.442 Bazı rivayetlere göre
ise 153/770 yılında doğmuştur.443
Ali er-Rıza’da geleneği bozmamış ve kendinden önceki imamlar gibi
siyasetten uzak durmuştur. Ali er-Rıza döneminde vukuu bulan isyanlar
şunlardır. Muhammed b. İbrahim er-Ressî (et-Tabâtâbâ) isyanı.444 Ebu Seraya
adlı kişinin teşvikiyle ayaklanan ibn Tabataba birçok başarı elde etmiş ve bu
sayede gücü artmıştır. Ancak elde ettiği ganimetler yüzünden Ebu Seraya ile
arası açılmış ve Ebu Seraya onu zehirlemiştir. İsyan hareketini devralan Ebu
Seraya, Abbasi ordusuna karşı ayakta duramamış ve savaşı kaybetmiştir.445
Ali er-Rıza kendinden öncekiler gibi hiçbir isyana karışmamış ve
cemaatinden de hiç kimsenin bir isyana karışmasına müsaade etmemiştir.
Ancak yedinci Abbasi halifesi el-Me’mun (198-218/813-833) onu hilafete
veliahd tayin etmesi ile birlikte (201/816),446 artık siyaset sahnesinde isminden
söz edilmeye başlanır. Ayrıca halife Me’mun altın ve gümüş paraların üstüne,
“Mü’minlerin Emiri ve Halifesi el-Me’mun ve Müslümanların İmamı er-Rıza”
yazısını yazdırıp bastırmıştır.447
İmamiyye Şia’sına göre imamlar, dinin tamamlayıcısı448 ve özel sıfatlar
ile donatılmış kimselerdir.449 Bunlar hatadan ve günahtan münezzeh olup,
442
İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s.249.
Mes’udi, Muruc, III, s.441.
444
Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.528.
445
Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİFY, İstanbul 2008,
s.307-313.
446
Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.183.
447
Canon Seli, Ithna Ashariyya (Madras, 1923), p.32’den Donaldson, The Shi’ite Religion, s.166;
Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.174.
448
Muhammed b. Ali b. Hüseyin es-Sadûk (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, Meşhed, 1413, s.427428.
449
Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî, (460/1067), el-İktisâd fî mâ Yete’allaku bi’l-İtikâd,
Necef 1979, s.297. İmamet hakkında daha geniş bilgi için bkz. Onat, “Şiî İmamet Nazariyesi
443
96
insanların din ve dünya işlerini düzenlemek ve adaletle hükmetmekle
görevlendirilmiştir.450 Yani onlar insanları yönetmekle görevlendirilmiştir.
Ancak bütün bunlara rağmen iktidarı başka kişiler ele geçirmiş olabilir. Bu
durum karşısında imamlar açıktan veya gizli bir şekilde bunlara karşı mücadele
etmek zorundadır. Şimdi bu inanca bakıldığında Ali er-Rıza’nın Halife
Me’mun’a karşı mücadele etmesi gerekirdi. Çünkü İmamiyye’ye göre halifelik
onun hakkı idi. Ancak Ali er-Rıza, halifeye karşı bir girişimde bulunmamış,
tam aksine halifenin velahtı olmuştur.451 Bu tablodan, genel olarak halifelik
tartışmalarının,
özelde
ise
Abbasoğulları
ve
Alioğullarının
hilafet
mücadelesinin dini bir boyut olmaktan ziya siyasi bir tartışma olduğunu
anlamaktayız.
Görüldüğü gibi Alioğullarının Hüseyni kolundan olan ve sonradan On
iki imam olarak karşımıza çıkan Ca’fer es-Sadık, Musa Kazım ve Ali er-Rıza
hiçbir şekilde aktif muhalefeti uygun bulmamışlardır. Yaşadıkları tüm
olumsuzluklara rağmen isyan etmekten uzak durmuşlardır. Belki böyle yaparak
dönemin iktidarlarını bütün Alioğullarını topyekûn bir rakip olarak görebilir ve
hepsini sıkıntıya sokabilirlerdi. Belki bu tutumları, yani pasif muhalefet etmeli
iktidarı çok da hırslandırmamalarına sebep olmuş olabilir.
(Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri Çerçevesinde)”, AÜİFD, XXXII (1992), s.89-110; a.mlf.
“İmâmet Risalesi”, AÜİFD, XXXV (1996), s.179-191.
450
Sadûk, Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, s.429.
451
Metin Bozan, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet Nazariyesine
Teorik-Pratik Açısından Eleştirel Bir Yaklaşım)”, Dinî Araştırmalar Dergisi, c. 7, sy.19, s.159160.
97
SONUÇ
İslam öncesi dönemde, köklü bir devlet geleneğinden yoksun Arap
yarımadasında kabilecilik anlayışı hakimdi; sosyal hayatta, belirleyici olan
gelenekler ve kabilecilikti. İslam yeni bir insan ve toplum anlayışı ile ortaya
çıktı. Hz. Peygamber, evrensel nitelik taşıyan yüksek İslami değerleri hayata
geçirmek için çaba sarf etti. Artık sosyal hayatta belirleyici olan liyakat oldu.
Ne var ki, toplumda kökleşmiş birtakım alışkanlıkları bütünüyle ortadan
kaldırmak her zaman mümkün olmamaktadır. Nitekim, Hz. Peygamber’in
vefatını müteakip, kabileciliğin tekrar ortaya çıkmaya başladığını görmekteyiz.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifelik makamına oturan Ebubekir
de, Ömer de, Osman da Haşimoğullarından değildir. Hiç kuşkusuz
Haşimoğullarının halifelikle ilgili beklentileri mevcuttur. Ancak Hz. Ali’nin
hilafeti meselesinin Haşimoğullarının bir iç meselesi olduğunu unutmamak
gerekir. Hz. Peygamber’in vefatından sonraki gelişmeleri dikkatlice takip
ettiğimizde, toplumda Haşimoğullarına yönelik bir antipatinin de mevcut
olduğunu düşündürecek pek çok veri vardır. Hz. Ebu Bekir’in hilafete
gelişinde, onun ehliyeti kadar, kabileler arasındaki denge politikasının da
belirleyici olduğunu görmek mümkündür. Bu süreçte en çok dikkat çeken
husus, Hz. Peygamber’in naşı ortada dururken, Medinelilerin kendi içlerinden
birisini lider olarak belirlemek için toplanmış olmalarıdır. Bu tartışmaların
toplumsal zemini, Ensar-Muhacirun farkı olmuştur. Hz. Ebu Bekir’in hilafete
geliş biçimi, geleneksel tecrübeden yararlanılarak, bir siyasi lider arayışının
sonucu gerçekleşmiştir.
98
Hz. Ömer’in oluşturmuş olduğu hey’ette Ali ile Osman’ın karşı karşıya
gelmesi, kökleri İslam öncesi döneme uzanan Emevi- Haşimli çekişmesini
yeniden canlandırmıştır. Onun vefatı üzerine Hz. Ali hilafet makamına gelmiş,
fakat Müslümanların birliğini sağlayamamıştır. Şam’da Muaviye’nin baş
kaldırısı, hilafet tartışmalarının yeniden Emevi- Haşimi zeminine kaymasına
yol açmıştır. Hz. Ali’nin vefatından sonraki gelişmeler, Hz. Osman ile başlayan
Emevi iktidarının kökleşmesi s ağlamıştır.
Hz. Ali’nin vefatından sonra, bazı kimseler Hasan’ı halife olarak
tanımış ise de, ilk savaşta yalnız bırakılan Hasan, Muaviye’nin teklifini kabul
ederek, siyasi hayattan çekilmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra, Kufelilerin
ısrarlı talepleri Hüseyin’i Kufe’ye yönlendirmiştir. Hüseyin de Kerbela’da
hunharca kataledilmiştir. Kerbela hadisesinin zemini de, tarihi Emevi-Haşimi
çekişmesinini oluşturduğu bir zemindir.
Kerbela hadisesinden sonra, Haşimi muhalefetin önde gelen ismi
Muhammed b. El-Hanefiyye olmuştur. Özellikle Mevali arasında, muhalefetin
sembol ismi, Muhammed b. El-Hanefiyye’dir. Daha sonra onun oğlu Ebu
Haşim’in etrafından kümelenmeler olmuştur. Ebu Haşim de bu hakkı
Abbasilerden olan Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. Ebu Haşim’in hilafeti
yanında yetişmiş olan ve kurmuş olduğu teşkilatı bilen Muhammed b. Ali’ye
devretmesi tabiidir. Ancak onun bu tercihinde “Abbasi” olguyu hesaba
katmadığını düşünmekteyiz. Gerçekten de davetin sessiz hazırlık döneminde
uyguladığı başarılı politikalarla zorlu kısmın aşılmasında büyük rolü olan
Muhammed b. Ali’nin “Abbasi” yönünün açığa çıkması, oldukça geç bir
zamana rastlamaktadır. Emevilere karşı birlikte hareket eden bu iki kabile,
99
“Hz. Muhammed’in ailesinden razı olunacak kişi” sloganı altında hareket
ettiler. Bu süreci yöneten Abbasilerin gerçek niyetini ilk halife Ebu’l-Abbas’ın
yaptığı ilk hutbede görmekteyiz. Siyasi bir altyapısı olmayan, siyasetin
inceliklerini henüz kavramamış olan Alioğulları yeniden mağdur duruma
düşmüşlerdir. Bu dönem, yani Abbasilerin iktidara gelmesi, Alioğulları ile olan
ilişkileri açısından önemlidir. Çünkü bu tarihten sonra bu iki kabile bir
mücadelenin
içine
girmişlerdir.
Onurlarıyla
oynandığını
anlayan
Alioğulları’nın yeni düşmanı artık Abbasilerdi.
Abbasilerin kendilerine alternatif olabilecek bütün kişi ve hareketleri,
özellikle de Ali evladını çok yakından takip ettiklerini görmekteyiz. Nitekim
Zeyd b. Ali ve Abdullah b. Muaviye’nin ayaklanmalarında, yakınlarında bir
Abbasi’nin oluşu dikkate değerdir. Bunda, bu hareketlerin gidişatının kontrol
altına alınma çabası rahatlıkla görülebilir. Zeyd b. Ali örneğinde, imam
Muhammed’in kardeşi Davud b. Ali’nin Zeyd’i ayaklanmadan vazgeçirme
çabasına şahit olurken, Abdullah b. Muaviye örneğinde, aralarında oğlu
Mansur ve yeğeni İsa da olmak üzere bir grup Abbasi’nin Abdullah’a destek
verdiğini görmekteyiz. Böyle ikili bir tavır, şüphesiz hareketlerin mahiyeti
itibariyle farklı olmasından kaynaklanıyordu. Zeyd ve Yahya’nın hareketleri,
henüz Abbasi hareketin çok güçlü olmadığı bir döneme rastlaması sebebiyle
teşkilatı dağıtabilecek bir potansiyele sahipti. Böyle bir ihtimalin farkında olan
Abbasiler için bu hareketin engellenmesinin lüzumu açıktır. Diğer yandan
Abdullah b. Muaviye’nin hareketi, Horasan’da kendisini alenen ortaya
koyabilecek bir güce erişmiş olan Abbasi daveti için ciddi bir tehlike olarak
görülmüyordu. İhtilali yapmaya hazırlanan Abbasiler için böyle bir harekete
100
destek vermek hem bu hareketten gelecek zararı bertaraf etmek, hem de
Emeviler’i zayıflatmak anlamı taşıyordu.
İhtilalin başlamasından kısa bir süre sonra İbrahim b. Ali’nin yakalanıp
öldürülmesi, başarıya giden bir hareketi son aşamasında başarısız bırakmış ve
davetin güçlü isimlerini karşı karşıya getirmiştir. Bunlardan Kufe’nin baş
sorumlusu Ebu Seleme, Kufe’ye kaçan Abbasi ailesini saklayarak, hilafeti
zamanın önde gelen Alioğullarına teklif etmiştir. Ancak olumsuz bir cevap
almış ve bu hareketi hayatına mal olmuştur. Ebu Seleme’nin bunu yapmaktaki
maksadı Ali evladını hilafete en ehil kimseler olarak görmesinden
kaynaklanıyordu. Davetin diğer güçlü ismi olan ve Horasan’dan gelen ordunun
komutanlığını yapan Ebu Müslim ise, tavrını Abbasoğulları lehine koymuş ve
adamlarının çabaları sayesinde saklandığı yeri tespit edilen İbrahim b. Ali’nin
kardeşi Ebu’l- Abbas’ı yeni devletin halifesi sıfatıyla biat edilmiştir.
İhtilal sonrası Ali evladının hayal kırıklığı, ilk Abbasi halifesi Ebu’lAbbas’ın izlediği ılımlı politika sayesinde yumuşamıştır. Ancak ikinci halife
Mansur’un
sert
politikası
bir
infiale
sebep
olmuş
ve
bu
infial
Hasanoğullarından olan Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim’in
isyanları şeklinde tezahür etmiştir. Buna karşılık olarak Hüseyinoğulları pasif
mücadele yöntemini izlemişlerdir. Abbasilere karşı yapılan hiçbir isyana destek
vermemişlerdir. Başarısız olan Alioğulları isyanları sonucunda Ali evladı
taraftarlığının kendine has bir inanç sistemi oluşturma yoluna girdiğini
söylemek mümkündür.
101
KAYNAKÇA
Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk.
Abdulaziz ed-Dûrî ve Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971
Ahmet, Mümtaz, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim
Sırçancı, İstanbul 1997
Akbulut, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”,
AÜİFD, XXXI, s.331-348
Akyüz, Vecdi, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991
Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm,
İstanbul 1330
Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, I-IV,
İstanbul 2013
Apak, Adem, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul
2012
Atalan, Mehmet, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın
Yeri, Araştırma Yayınları, Ankara 2005.
----------, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı, Ankara 2013.
----------, Türk Kültüründe Muhammed Hanefi Cenknâmeleri, Tarih
Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011.
----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed
Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.183-191.
----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini
Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.287-296.
102
----------, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009), Cilt 14, Sayı 2,
s.63-76.
----------, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7)
Hareketi-”, DEÜİFD, XXIII 2006, s.41-63.
----------, Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet
Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.55-68.
Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınları, Ankara 1983.
Atvan, Hüseyin, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve Esâlîb, Beyrut trz.
Ateş, Ahmet, “Asabiyet”, MEBİA, Cilt I, s.663-664
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2010.
el-A’zamî, Ali Zarîf, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927.
Azimli, Mehmet, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar,
Çizgi Yayınları, Konya 2012.
el-Bağdâdî, Abdülkahir ibn Tahir ibn Muhammed (429/1037),
Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 2011
el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb (463/1071), Târîhu
Bağdâd (Medînetu’s-Selâm), Beyrut 2001, I-XVII
Barthold, W., “Ebû Müslim”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.39-41
el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Cebir (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Cilt
thk. Muhammed Hamidullah, trz.; II, III, IV ve V Ciltler thk. Süheyl Zekkâr ve
Riyad Ziriklî, Beyrut 1996
103
Bozan, Metin, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci,
İSAM Yayınları, İstanbul 2009
----------, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet
Nazariyesine Teorik-Pratik Açısından Eleştirel
Bir Yaklaşım)”,
Dinî
Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 19, s.159-171
Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2000
----------, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemiİlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar
Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107-118
----------, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”,
İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.147-158
Brockelmann, Carl, Geschichte der Islamischen Völker und Staaten, R.
Oldenbourg Verlag, Münih ve Berlin 1943
el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (256/870), Cami’u’sSahîh, İstanbul 1981
Büyükkara, Mehmet Ali, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet
Yayınları, İstanbul 1999
----------, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2010
el-Câbirî, Muhammed Âbid, Arap-İslam Aklının Oluşumu, çev. İbrahim
Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000
el-Cahız, Ebû Osman ‘Amr b. Bahr (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn,
thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I-IV
104
Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I-VIII, Bağdat 1950
Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla
İlgisi, Samsun 1997
Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız, I-III, Asitan Yayınları,
Sivas 2010
Dalkılıç, Mehmet, Horasan’da İktidar Mücadeleleri (M.705-796),
EÜSBE, Kayseri 2009
Dalkıran, Sayın, “Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve Adına Oluşan
Fırkalar”, Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19, Ankara 2004, s.139-158
Dâvûd, Nebîle Abdulmunim, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986
ed-Dineverî, Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife (282/895), Ahbâru’t-Tival,
thk. Abdülminim Âmir ve Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960
Doğan, İsa, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi
Hareketi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (1996),
sy.VIII, s.34
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör
Hakkı Dursun Yıldız, I-XV, Çağ Yayınları, İstanbul 1992-1993
Donaldson, Dwight M., The Shi’ite Religion, Luzac & Company,
London 1933
ed-Dûrî, Abdulaziz, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman,
İstanbul 1991
----------, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul
1991
----------, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988
105
Ebu Ubeyde, Ma’mer b. Musennâ (209/824), Eyyamu’l-Arab Kable’l
İslam, tah. Âdil Casim el-Beyâtî, I-II, Beyrut 1987
Ebu Mihnef, Lût b. Yahya (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977
Ebu Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa
(430/1038), Hilyetu’l-Evliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, I-X
Ebu’l-Ferec el-İsfehânî, Ali b. Hüseyin b. Muhammed (356/967),
Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. es-Seyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966
----------, Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali Muhennâ ve Yûsuf Câbir, I-XXVII,
Beyrut 1995
el-Ekber, Ca’fer b. Harb en-Nâşi, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât
mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’l-Makâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971
Emîn, Ahmed, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951
el-Eş’arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn
ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II, Beyrut
1990
el-Ezdî, Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım
(334/945), Tarihu’l Mavsil, thk. Ali Habîbe, Kahire 1967
el-Ezrakî, Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b.
Ahmed (222/837), Ahbâru Mekke, I-II, Mekke 1352, 1357
Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul
2008
----------, “İlk Şiî Olaylar”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Dergisi, Cilt XXVI (1983)
106
----------, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri
(Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.353-370
----------, “Hüseyin”, DİA, Cilt XVIII, s.518-521
----------, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından
Bir Bakış)”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XXV (1981),
s.179-214
Gökalp, Yusuf, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE, (Basılmamış
Doktora Tezi), Ankara
Goldziher, Ignaz, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II,
Hildesheim- Zürich- New York 2004
Gölpınarlı, Abdülbâki, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin
Yayınları, İstanbul 2011
Hakyemez, Cemil, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî
Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV, sy. I.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev. İhsan
Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul 2007.
Hatiboğlu, Mehmed Said, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin
Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ,
MÜİFVY, İstanbul 1995 I-IV, İstanbul 1995
Hizmetli, Sabri, “İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai
Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.653-680
107
Howard, I. K. A., “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali
Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.206-226
Hudari Bek, Muhammed, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye,
Beyrut 1986
İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî (327/939), elIkdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid et-Terhînî, I-IX, Beyrut 1987
İbn Asâkir, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr,
thk. A. Bedrân, Beyrut 1399/1979, VII,
İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitabu’l-Futuh,
I-VIII, Beyrut 1986
İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), elKâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987
İbn Habib, Muhammed (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari
Kureyş, thk. Hurşid Ahmed Farık, Haydarâbâod 1964
İbn Habîb, Muhammed (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’lCahiliyye ve’l-İslâmiyye, thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973
İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut
1974
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe
(276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh. Muhammed Mahmud er-Râfiî, I-II, Mısır
1904
İbn Ebi’l-Hadîd, Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin
(655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, I-VI, Beyrut 1957
108
İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, I-II,
İstanbul 2012
İbn Hallikân, Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed
(681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, IVIII, Beyrut 1978
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu’nNebeviyye, tah. Mustafa es-Sakkâ, I-II, Kahire 1955
İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem elEnsâri (711/1311), Lisanu’l-Arab, I-XV, Beyrut 1955-1956
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, IVIII, Beyrut 1985
İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), elMuntazam fi Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut
1992
İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), elKâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987
İbnu’t-Tiktakâ, Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ (709/1309), el-Fahri fi
Adâbi’s-Sultâniyye ve’d-Duveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966
Karabiber, Namık Kemal, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki
Yansımaları (Hicri I. ve II. Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara
2007
el-Kâtib, Ahmed, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi -Şûrâdan Velâyeti Fakîhe-, çev. Mehmet Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005
109
Kayapınar, Akif, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde
Yeni Bir Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.83-114
Kılıç, Ünal, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle
Kerbela, Asitan Yayınları, Sivas 2010
Kılıç, Ünal, “Ebû Seleme el-Hallâl ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki
Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.509-534
Kohlberg, Etan, “Şiî Hadis”, çev. Mehmet Ali Büyükkara, EKEV
Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs 2000, s.47-56
Köksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası,
Akçağ Yayınları, Ankara 1984
Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Hazırlayanlar Hayrettin Karaman,
Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadrettin Gümüş ve Ali
Turgut, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2007
el-Kuleyni, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî, el-Usûl mine’lKâfi, Beyrut 1401
Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri,
TDV Yayınları, Ankara 2010
----------, “İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu”, İslâmî İlimlerde
Metodoloji Mes’elesi adlı kitabın içinden (s.), I-II, Ensar Neşriyat, İstanbul
2005
----------, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde
Semerelendirilmesi” İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.99-120
----------, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri,
OTTO Yayınları, Ankara 2012
110
Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’şŞia, çev. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 2004
Lewis, Bernard, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul
1979
el-Lümeylim, Abdülazîz Muhammed (98-232), el-Alâkât beyne’lAleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993
el-Makrîzî, Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali (845/1441),
Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk.
Hüseyin Munis, Kahire 1988
el-Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (450/1058), A’lâmu’nNübüvve, thk. Muhammed el-Mu’tasım, Beyrut 1987
el-Medresî, Muhammed Takî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber,
Beyrut 1984
el-Mes’ûdî, Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Murucu’z-Zeheb ve
Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire
1964
Mittwoch, E., “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421
el-Müberred, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd (285/898), el-Kâmil
fi’l-Luga ve’l-Edeb, Mısır trz., I-III
el-Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc (261/874), el-Câmiu’sSahîh (Fedâilu’s-Sahâbe), İstanbul trz.
Muzaffer, Muhammed Hüseyn, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979
111
en-Nüveyrî,
Şihabuddin
Ahmed
b.
Abdilvehhab
(732/1332),
Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb, I-XVIII, Kahire 1923-1955
Onat, Hasan, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, TDV
Yayınları, Ankara 1993
----------, “Ebu Haşim”, DİA, Cilt X, s.146
----------, “Şiî İmamet Nazariyesi (Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri
Çerçevesinde)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXII (1992),
s.89-110
----------, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları)
----------, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi,
Cilt 2, Sayı 1, s.1-9
----------, “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXVI (1997), s.79-117
----------, “İmâmet Risalesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, XXXV (1996), s.179-191
----------, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde
Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi
Yayınları, Ankara 2002
Ömer, Faruk, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930
er-Râğıb
el-İsfahânî,
Ebû’l-Kâsım
el-Hüseyn
b.
Muhammed
(502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Mısır 1452
es-Sadûk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı
Rızâ, Meşhed, 1413
Sharon, Moshe, Black Banners From The East, Leiden 1983
112
Sarıçam,
İbrahim, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden
Abbasilere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 2011
Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340
Streck, M., “Bâhamrâ”, MEBİA, II, Eskişehir 1997, s.221
es-Suyûtî, Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir (911/1505), Tarihu’lHulefa, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995
eş-Şehristânî, Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim (548/1153), el-Milel
ve’n-Nihal, I-II, Beyrut 1993
eş-Şiblî, Numani, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul
1979,
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târihu’r-Rusul
ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119.
et-Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan, (460/1067), el-İktisâd fî mâ
Yete’allaku bi’l-İtikâd, Necef 1979
Uyar, Gülgün, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2008
Ulyan,
Muhammed
Abdu’l-Fettah,
Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye,
Mısır 1994
Ümit, Mehmet, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım
er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010
Varol, Mehmet Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt,
Yediveren Yayınları, Konya 2004
113
Watt, W. Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas,
Azmi Yüksek, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175,
Ankara 1986
----------, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı,
Sarkaç Yayınları, Ankara 2010
----------, “Abd al-Muttalib”, Encyclopedia of Islam (new edition), s.80.
Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Cilt XLII, Ankara 1963
----------, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev.
Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989
el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (292/904),
Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut 1960
Yâkût el-Hamevî, Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah (626/897),
Mu’cemu’l-Büldân, I-V, Beyrut 1979
Yıldız, Hakkı Dursun, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994,
s.228-229
----------, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X, İstanbul 1994, s.197-199
ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve
Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 19941998
----------, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed
Said, I-IV, Beyrut 1985
----------, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, I-XXV,
Beyrut 1981-1988
114
Zetterstéen, K. V., “Ebû Seleme”, İA, MEB, IV, Eskişehir 1997, s.49
Zeydan, Corci, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, I-V,
Dersaadet, 1328-1330 (1910-1912)
ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959,
I-X
Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2001
ez-Zübeyrî, Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah (236/850), Kitâbu
Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951
115
ÖZET
Koçak, Yusuf, Abbasiler’in Kuruluş Döneminde Abbasiyyun-Talibiyyun
Mücadelesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hasan Onat, 101 s.
Hicri
birinci
asırda
Emevi-Haşimi
çekişmesinin
ana
hatlarının
belirlenmesi, bu çekişme içerisinde Haşimi kanadın rolünün ortaya konulması
ve Haşimi kanat içinde de Alioğulları ile Abbasoğullarının ayrımın ne zaman ve
ne şekilde ortaya çıkışının değerlendirilmesinin amaçlandığı bu çalışmada, hicri
I. Asırda Haşimoğulları, ihtilale giden yolda Abbasoğulları-Alioğulları ilişkisi,
ihtilalden sonra Abbasoğulları-Alioğulları mücadelesi ele alınmıştır. Bu
çalışmanın Mezhepler Tarihi açısından hicri birinci asrın daha iyi anlaşılmasına
katkı sağlayacaktır.
116
ABSTRACT
Koçak, Yusuf, The Conflict between Abbasiyyun and Talibiyyun in the
Establishment Period of Abbasid, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Dr. Hasan
Onat, 101 p.
In this thesis, the determination of principal point of conflict between
Umayyad and Hashemi, the revealing the role of Hashemi in this conflict, when
and how the separation of Aliiyyun and Abbasiyyun would be in the hegira first
century are evaluated. The thesis composed of Hashemiyyun in the hegira first
century, the relation of Abbasiyyun and Aliiyyun in the revolution way and the
conflict between Abbasiyyun and Aliiyyun after the revolution. It has
considered that the thesis will be explanatory the situation of the hegira first
century in terms of history of Islamic sects.
117
Download