T.C. SÜLEYMAN DEMiREL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESi ..., IV. KUTLU DOGUM SEMPOZYUMU (TEBLİGLER) 19-20 NİSAN 2001 ISPARTA S.D.Ü. İLAHİYAT FAKÜLTESi YAYlNLARI NO: 10 BİLİMSEL TOPLANTlLAR YAYlN NO : 4 TERTİP HEYETi i ·; Başkan : Prof. Dr. İsmail YAKIT (Dekan) Sekreter : Yrd. Doç. Dr. Kemal SÖZEN Üyeler : Prof. Dr. Mustafa ÇETİN Prof. Dr. M. Orhan ÜNER Doç. Dr. M. Saffet SARIKAYA ISBN 975-7929-46-8 DİZGi Ayşe SERİM KAPAK S.D.Ü. Basın ve Halkla İlişkiler BASKI Ali ÇOLAK Yayınlanan Tebliğierin Sorumluluğu Yazariarına Yayınlanan tebliğler Aittir. kaynak gösterilmek şartıyla iktihas ve atıf şeklinde kullanılabilir ©SDÜ ilahiyat Fakültesi Isparta-2002 İSTEME ADRESi S.D.Ü. ilahiyat Fakültesi Merkez KampüsüISPARTA Tel : (0.246) 237 10 61 Fax: (0.246) 237 10 58 1I HZ. MUHAMMED'İN ESTETiK DÜNYASI VE BUNUN ANLAMI Prof. Dr. Nusret ÇAM* Hz. MUhammed'in bugüne kadar .. ineelenmeyen yönlerinden bir tanesi de hiç şüphesiz onun güzelliğe ve güzel olan şeylere karşı tavrıdır, yani estetiktir. Kanaatimizce bunun sebebi, bir taraftan İslam Peygamberinin, genellikle beşer üstü bir varlıkmış gibi algılanırken diğer taraftan da güzellik kavramının sıradan insanların bile fazla kapılmaması gereken sufli ve lüzumsuz bir değer imiş gibi idrak edilmesidir. Hatta belki bu düşüneeye göre güzellik, behimi arzuların ve faaliyetlerin bir türüdür ve bazı günahların kaynağıdır. Aslına bakılırsa İsHim dünyası kendisine has orijinal bir sanat anlayışı ile yapılmış pek çok sanat eserleri meydana getirmiş olmakla birlikte İslam ilim dünyasının ve felsefesinin, ne yazık ki asırlardan beri bir estetik meselesinin olduğunu da görmüyoruz. Bu sebeple "Muhammed" ile "güzellik" ve "estetik" kavramlarının yan yana getirilcliğine maalesef İslam yazılı kültüründe hemen hemen hiç rastlayamamaktayız. Her ne kadar Türk tasavvufkültüründe "adı güzel, kendi güzel Muhammed" gibi söyleyişler ve "gül-Muhammed" sembolleri zaman zaman karşımıza çıkarsa da, Hz. Muhammed'in güzellik yönünün enine boyuna ele alındığı bilimsel çalışmaların mevcut olduğunu söylemek herhalde mümkün değildir. Esasen, bu tesbitimiz, ne yazık ki yalnızca son İslam Peygamberi için değil, bütün peygamberler için de geçerlidir. Halbuki her İslam ilahiyatçısının yakından bileceği üzere bütün peygamberler, vahye muhatap olma özellikleri hariç, "bizim gibi beşer"dirler. Bu sebeple onlar nasıl yemek yeme, evlenme, hastalık, ölüm gibi tabii olaylar ve fıiller ile kuşatılmış ve kendileri de bunlardan soyutlanmamışlarsa, "güzellik" veya "çirkinlik"lerle de çevrilmeleri itibariyle onların, bu kavramlar karşısında şu ya da bu tavır içerisinde olmaları da gayet tabiidir. İnöriU Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dekanı. Hz. Muhammed'in Estetik Dünyasının Kaynaklan Allah'ın Sıfatları Eğer bir peygamber, güzellikler karşısında olumlu bir tavır ise, bu, onun peygamberliğine hale! getirmez, tam tersine, insanlık ve peygamberlik sıfatlarının zirve noktasında bir derece elde etmiş olur. Hiçbir peygamber, yaratılışı ve yükümlülüğü gereği olarak güzelliğe asla bigane kalamazdı ve çirkinliği güzelliğe tercih edemezdi. Zaten bunun aksini gösteren herhangi bir delile de sahip değiliz. Zira "Allah güzeldir ve güzelliği sevmektedir", "Allah, esmaulhüsnadır" (bütün güzel isimleri kendisinde toplamıştır), .:'Allah musavvirdir" (suret yapandır, güzellikler yapandır), "Ahsenü'l-halikfndir" (yaratanların en güzelidir), "Allah muhsindir" (iyilik bahş eden ve güzelleştirendir), yarattığı insan da "alısen-i takvimdir" (en güzel surette ve yaratılışta yaratılmıştır) ve nihayet "Allah, ona kendi ruhundan üjlemiştir". Böyle bir Allah'ın yarattığı bir insanın, özellikle de bir resulün, güzelliklere sırt çevirmesi, onu yok farz etmesi veya onu kötü görmesi düşünülebili~· mi? İşte akl! melekleri yerinde bütün insanlar gibi Hz. Muhammed'~ de güzelliklere meyyal olmasının temel sebebi böyle bir Yaratan'dan ve yaratılıştan ileri gelmektedir. Konuyu biraz tasavvufi anlatırula ifade edecek olursak tıpkı Ay'ın, ışığını Güneş'ten alması gibi İslam Peygamberi de bu güzellik duygusunu ve ona yönelişi Allah'tan almıştır. Öyleyse böyle bir yöneliş, insanın "Allah'm ahlakıyla ahlaklanma" bilincinin ve sürecinin en tabii faaliyetidir. sergiiemiş ·.: İnsanın ve Hz.Muhammed'in güzellik karşısındaki tavrını anlamak için insanın yaratılış gayesini bilmemiz gereknıek.'tedir. Kur'an ayetlerine bakacak olursak, insanın yaratılış amacının, pekçok İslam fikir adamının şimdiye kadar anladığı şekilde "itirazsız ve irdelemesiz mutlak bir kulluk" değil, "Kitap'ta belirtilen buynık ve tavsiyeler çerçevesinde insanın doğuştan getirdiği aklını, hissini, idrakini ve fizik" kuvvetini kullanarak Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak" olduğunu görürüz. Yani, insan, Allah'ın kendisine verdiği "yapma, işitme, görme, konuşma, bilme, öğrenme, sevme, affetme, bağişlama, hüküm verme, yok etme... " gibi Allah'ın zat! olmayan bütün sıfatıarını belli bir uyum ve ölçü içerisinde kullanarak insana yüklenen halifelik misyonunu icra edecek ve böylece Tanrı'ya yücelen kul olacaktır. Bunda Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak vardır, fakat Tanrılık iddiası yoktur. 26 İnsanın Y aratdış Gayesi Aslına bakılacak olursa, ışın bütün sırrı insanın halife olarak Biliyoruz ki, halife (vekil) olarak atanan bir varlıkta mutlaka belli özelliklerin aranması gerekir. Yine biliyoruz ki, halife asla asıl değildir. Konunun bu şekilde aniaşılmasını gerektiren Kur'anl kaynak, insanın yaratılmasıyla ilgili ayetlerdir. Bunlardan birincisi (2 Bakara, 30) yaratılmasındadır. şöyledir: Hani, Rabb 'in, meleklere şöyle dediği dem: "Yeryüzünde bir halife yaratacağım Ben." Onlar (itiraz edip) dediler hemen: ·· "Tesbih ve takdis edip dururken, bizler hamd ve şükranla sana; fesat çıkarıp, yeryüzünü bulayacak kana bir varlık mu yaratacaksın Sen?" Allah dedi: "Sizin şüphesiz bilmediğiniz şeyleri Ben daha iyi bilirim, sizden. Bu ayette dile getirildiği üzere "Allah'ı, hamt ve şükranla tesbih ve takdis eden melekler varken" Allah, "insan" adında yeni bir varlık yaratacağını söylemekte, melekler de onun "yer yüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökeceğini" işaretle bu yaratışa bir bakıma itiraz etmektedirler. Burada dikkatimizi çeken en önemli husus, meleklerin, daha henüz yaratılmayan insanın bu özelliklerini nasıl bildikleri, nereden öğrendikleri değil, meleklerin bu itirazına Allah'ın, "hayır, insan yeryüzünde bozgunluk yapmayacak ve kan dökmeyecek" şeklinde bir ifadede bulunmayıp, yalnızca "sizin bilmediğinizi ben daha iyi bilirim" şeklinde karşılık vermesidir. insanın yaratılış gayesi ile ilgili olarak sadece bu ayeti dikkate aldığımız zaman, insan için hiç de olumlu olmayan bir tablo ile karşılaşıyoruz demektir. Zira bu ayette insanın "tahrip edici, yok edici" özelliği dile getirilmektedir ki, insanın bu sıfatı Allah'ın "yumit" (öldürücü) sıfatınm izdüşümüdür. Halbuki bu durum, insanm yalnızca cüzi bir yönünü teşkil etmektedir. Allah, insanın yaratılış gayesiyle ilgili olarak meleklere asıl cevabı başka ayetlerde vermekte olup bunlardan bir tanesi (49 Hucurat, 13) şöyledir: Ey insanlar, şüphesiz ki, Biz, sizi 'bir erkekle bir dişiden yarattık 27 ve milletler, kabileler halinde varettik bjan ve kültür alışverişi yapmanız için. Allah katında sizin en şerejliniz, en çok sayanınız seveniniz ve sakınanızdır şüphesiz. Bu ayette geçen "liteô.refU" kelimesine hemen hemen bütün mealciler ve tefsirciler "bilişsinler, tanışsınlar diye" şeklinde bir anlam vermiş ve belli ölçüde hakikati dile getirmiş iseler de, bu kelimenin asıl manasının, yukarıda verdiğinıiz anlam olduğuna hiç şüphe yoktur. Zira Arapçaya vakıf herkes bilir ki, bu "tearefft" kelinıesinin kökü olan ('a-re-fe) sözü, "bilmek" kelimesinin kökü olduğu kadar, "kültür ve medeniyet" anlamına gelen "irfan" ~Özünün de köküdür. "İrfan" sözü, bilindiği üzere Türkçeye de aynı anlamıyla geçmiştir. Bu sebeple, Hucurat suresinde geçen bu "liteô.refU" kelimesinin, "bilişmek"ten, "tanışmak"tan daha öte ve derin bir anlamı bulunmakta olup, bu da "kültür ve medeniyet alışverişidir." Aslına bakılırsa, insanların farklı ırklarda, renklerde ve dillerde yaratılması gerçekten de ilk görüşte onların hangi boydan, hangi soydan olduğunun bilinmesini sağlamakla birlikte,; aynı durum sonraki aşamalarda ve ileri derecelerde tanışmaya, anlaşmaya ve kaynaşmaya da manidir. Mesela çekik güzlü, kısa boylu Çince konuşan bir insanın hemen Çinli olduğunu anlarsınız, fakat onun sizin dilinizden farklı bir dili kullanınası karşısında daha fazla tanışmanız ve anlaşmanız imkansız hale gelir. İşte Allah, bu ayetle, "onlar sizin dilinizi, kültürünüzü, sanatınızı, medeniyetinizi vs. öğrensin, siz de onlarınkini" demek istiyor. Tabii böyle bir karşılıklı öğrenme için de önce belli bir kültür ve medeniyetin insan eliyle yaratılmış olması icap etmektedir. Bu ayette dile getirilmek istenilen hususlar bunlardır. Böylelikle, Allah, insanın asıl yaratılış gayelerinden birisini o meleklerin sorusu üzerine Bakara suresinin ilgili ayetini takiben değil de Hucurat suresinde vermektedir. Sonuç olarak, bu ikinci ayete göre insan, "kültür ve medeniyet yaratan" bir varlıktır. Hatta bu anlamda kullanılan fiilin geçişli olması, yaratılan bu kültürün ve medeniyetin karşılıklı olarak paylaşılması gerektiğini de işaret etmektedir. Herkesin malumudur ki kültür ve medeniyetin yaratılabılmesi için şart olan en temel üç unsur sevgi, güzellik ve bilgidir. Kültür ve medeniyetlerin yaratılmasında siyasi ve ekonomik güç, bunlardan sonra gelir. Hatta sevginin ve estetik ruh halinin olmadığı zamanlarda ve durumlarda siyasi güçler medeniyetlerin en amansız düşmanıdır. İşte Afganistan'daki tarihi eserleri zalimce dinamitleyen Talihan hareketi, bunun günümüzdeki en vahşi örneğidir. Bu misalden de anlaşılıyor ki sevgi ve güzellik mefhumlarının olmadığı yerde kültür ve medeniyet asla teşekkül edemez. Bu sebeple bu iki kavram, yukarıda anlamını verdiğimiz 28 Bakara Süresinde geçen "fesat çıkarma ve kan dökme" meflıumlarının da zıqdıdır. Böylece de, meleklerin ve şeytanın aksine iki zıt özelliği kendi bünyesinde toplayan insanın asıl ikinci (olumlu) özelliği Hucurat suresindeki bu "irfan ve medeniyet" sözleriyle gerçekleşmiş olmaktadır. Ayetin sonunun, Allah katında sizin en şerefliniz, en çok sayanınız seveniniz ve sakınanızdır şüphesiz. şeklinde bitmesi de bunun, insanın birinci (tahripkar) yönünden daha üstün ortaya koymaktadır. olduğunu İnsanın yaratılış gayesiyle ilgili olarak Allah'ın, meleklere asıl dile getiren ikinci ifade, Tin silresinde (4, ve 5. ayetler) bulunmakta olup şöyledir: ·· cevabını En güzel, en mükemmel yaradılışta yarattık insanı. Sonra da aşağıların aşağısınaftrlattık insanı. İnsanın yaratılış gayeleri ve özellikleri arasında yer alan "ahsen-i takvim" (güzellik ve mükemmellik), bu ayette çok daha açık bir şekilde ifade edilmiştir. Hemen hemen bütün mealierde ve tefsirlerde bu "ahsen-i takvim" sözü, "en mükemmel şekilde" diye tercüme edilmiş, fakat "ahsen" kelimesinin kökünü teşkil eden "hüsn"ün, "güzellik" anlamına ise maalesef hiç yer verilmemiştir. Böyle bir yanlış veya eksik tercüme, bu kadar açık bir ayette bile, güzelliği göremeyen kimselerin zihin kalıplarını göstermesi bakırndan dikkat çekicidir. Aslına bakılırsa sevgi ve güzellik anlamına gelen nice ayetlerin ve kelimelerin, bu anlamlarından soyutlanarak tercüme edildiğine ve yorumlandığına daha pekçok yerde şahit olmaktayiz. İşte bizi böyle bir makale yazmaya sevk eden husus da yalnızca İslam Peygamberinin yanlış veya eksik anlaşılması değil, aynı zamanda Kur'an-i Kerim'in orijinal metinlerinde sevgi ve güzellik anlamları taşıyan ifadeterin ve ibarelerin, Türkçeye aktarılırken gözardı veya tersyüz edilerek takdim edilmesidir. Kalp Rik.kati Kur'an-i Kerim'de estetikle ve güzellikle doğrudan ilgili değilmiş gibi gözükmekle birlikte, bir mü'minin nasıl bir özelliğe ve ruh dünyasına sahip olması gerektiğini göstermesi bakımından zikretmçıden geçemeyeceğimiz bir ayet de şudur (8 Enfal, 2): İşte ancak o kimselerdir ki mü'minler, Allah'ın adı anıldığı zaman, titrer yürekleri (sevgiden, saygıdan.) 29 Bu ayete göre Allah'ın adi anıldığı zaman kalbin titrernesi imanın alameti olarak görülmektedir. ayette kalbin titreme sebebi olarak Allah'a karşı hangi yönelişimizin olduğu beyan edilmemiş ise de bu kalp titremesinin sebebinin pekçok tefsircinin veya mealcinin hemence ifade ettiği üzere "Allah korkusu" olduğunu söyleyemeyiz. Bu pekala Allah sevgisi de olabilir. Hatta aşık olan herkes bilir ki, insan sevdiği, hürmet duyduğu bir insanı görünce kalbi, göğsünden çıkacak gibi olur. Bizce bu ayetteki iman, sevgiye yönelik bir imandır ve mü'min de rakik kalpli; imanı, tanımak, bilmek, itaat etmek boyutunu aşıp aşk boyutuna erişmiş aşık bir mü'mindir. Asıl iman budur, asıl mü'min böyle bir mü'mindir. Bu sebepledir ki Allah, bir ayette (4 Nisa, 136): "Ey iman edenler! İman ediniz" demektedir. Dikkat edilirse bu ayette "iman ediniz" emrinin muhatabı kafirler, veya başka bir dinin müntesipleri değil, doğrudan doğruya "mü'min"lerdir. Kanaatimizce mürninlerden istenilen şey, imanlarını kemale erdirmeleri, diğer bir deyişle örtülü bir icbar (eğer olmuş ise), taklit ve tahkik sathasından telezzüz safbasma eriştirmeleridir, - Bu durumu ham bir meyvanın mesela hurmanın veya portakalın olgunlaşmasına benzetebiliriz. Bu meyvalar başlangıçta yenilmeyecek kadar acı ve kekredir ama daha sonra olgunlaşmıştır. Tersi bir süreç sözkonusu değildir. Kısacası bu ayet de bir önceki ayet gibi müminlerin, sevgi esasına dayalı rakik bir kalbe erişmelerini tavsiye eder mahiyettedir. Zaten bir başka ayette (57 Hadid, 16) de imanın inkişafı, daha doğrusu sevgi boyutuna ulaşmasıyla ilgili buna çok yakın şu ifadeler bulunmaktadır. müşrikler ; ' ·.: "İman edenlerin, Allah'ı ve Hak'dan ineni zikir için kalplerinin yumuşaması zamanı gelmedi mi?" Burada imana giriş sebepleri ne olursa olsun, insanların imanca ilerlemeleri ve kalplerinin aşk ile yumuşaması istenilmektedir. Ayette her ne kadar aşk ve sevgi diye bir ifade mevcut değilse de bir insanın kalbinin ancak iyilikle, güzellikle ve sevgiyle yumuşadığını, bu duyguları az çok yaşamak şansına sahip olan herkes bilir. Halbuki anlamını verdiğimiz bir önceki ayette (4 Nisa, 136) de belirtildiği üzere korku boyutundan öteye geçmemiş bir imana, iman denilebileceği bile şüphelidir. Zira böyle bir iman, yalnızca ait olduğu kimseyi korkutınakla kalmaz, etraftaki herkese de aynı şeyi, yani korkuyu telkin, hatta icbar eder. İslam böyle kimselerin imanlarından(!) tarihte çok çektiği gibi, halen de çekmeye devam etmektedir. Bunun aksine bütün aşamaları tamamlayarak telezzüz boyutuna erişmiş bir iman sayesinde yumuşamış bir kalp sayesinde iman-ibadet-ahlak bütünlüğü sağlanabilir. Bunun sonucunda ise insanın asıl yaratılış gayesi 30 olan beşeri ve toplumsal yaratıcılık elde edilmiş olur. Bu ise medeniyetiri ta kendisidir. Bunun içindir ki gerek Kur'an-i Kerim, gerekse İslilın Peygamberi her firsatta rakik kalbin yansımaları olan "acımayı", "bağışlamayı", "cömertliği", "temizliği, "nezaketi", "güzelleştirmeyi", "çalışmayı" ve "affetme"yi buyurmaktadır. Allah'ın Güzellikleri Tavsiye Etmesi Allah'ın Kur'an'da insanlara devamlı surette güzellikleri tavsiye etmesinin, insanların faydalanması için yarattığı bitkilerde, hayvanlarda, tabiat olaylarında (Nahl, 5-6; En'am, 99) aynı zamanda güzellik yönünün de dile getirmesinin, seslerin en çirkininin eşek sesinin olduğunu bildirmesinin (Lukman, 19) ve insanlara "dünyadan da nasibini unutma" (28 Kasas, 77) demesinin elbette konumuz açısından büyük anlamlarının olduğu açıktır. Bir diğer önemli nokta da Cennet tasvirlerinde, onun faydalı olmasından ziyade, güzelliğinin ön plana çıkanlmasının, insan yaratılışı için elbette anlamı büyüktür. Hatta mü'minlere vaat edilen Cennet ve cemalullah, tamamıyle estetik bir olaydır. Bu konuları daha önce ele aldığımız için 1, aynı hususları tekrarlamayacağız. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki estetik, hem bu dünyada, hem de Cennet'te insanın en temel, en ulv!, en nihai hedefi ve faaliyetidir. Bu sebeple Allah, insanın en tabii yönlerinden birini teşkil eden güzel giyinmek konusunda insanlara şöyle seslenmektedir (7 Araf, 31-33): Ey adem oğullari, her mescide gidişinizde zinetli, güzel ( elbiselerinizi) giyiniz. Yeyini, içiniz; fakat is raf etnıeyiniz. Allah israf edenleri sevmez şüphesiz De ki: "Kim haram etmiş Allah'ın yarattığı güzellikleri kimyasaklamış temiz ve hoş rızıkları!?" Ki Allah onları yaratmıştır, kulu insanlar için. De ki: "Onlar, dünya hayatında iman edenler için." Kıyamet günü de bunlar, onlara mahsustur zaten. İşte Biz ayetleri böyle açıklarzz, anlayanlar için. De ki: "Rabb'im haram kılmıştır lakin ister açık, ister gizli; her türliisünü edepsiz/ik/erin." Çam,' Nusret, İslam'da Sanat Sanatta İslam, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, s. 7-40. 31 Konu ile ilgili Ey iidem diğer bir ayet (7 Araf, 26) de şöyledir: oğulları! Şüphesiz indirdik size çirkin yerlerinizi örten giysi ve siislenecek elbise; ve bir de takva libası, ki hepsinden daha hayır/ısı. İşte bunlar iiyetlerindendir Rabb'inin düşünüp de öğüt alacak kimseler için. Dikkat edilirse Allah, bu ayette cinsiyet ayrımı yapmaksızın insanlara süslenecek elbise de verdiğini, hatta bunun, Allah'ın bilinip inanılması için bir delil ·olduğunu ifade etmektedir. Sırası gelmişken bu ayette sözü edilen "takva libası" üzerinde de durmak gerekmektedir. Bu sözle, herhangi bir maddi libastan ziyade, "takva" kelimesinin muhtevasına uygun olarak, maddi olmayan, fakat insanın her bakımdan daha güvende olmasını sağlayan ve öbüründen daha müessir olan manevi bir elbiseyi anlamak icap etmektedir. Bu ise, insanın imanının, sadakatinin, kültürünün, ahlakının, karakterinin, sosyal ve psikolojik donanımlarının bir yansıması olan vakar ve ciddiyettir. Ancak'lıöyle bir vakur yi.iz ifadesi ve davranışlar sayesindedir ki, bir kimse başkalarının tasallutlarından, tacizkar bakışlarından ve eylemlerinden korunabilir. Bir insanda böyle bir vakar ve ciddiyet bulunmadığı takdirde korunma konusunda diğer hususların pek fazla bir rolünün olmadığı hemen hemen herkesin bildiği bir hakikattir. Öyleyse güzel elbiseler takva libasıyla, takva libası da güzel elbiselerle anlam kazanacaktır. Diğer Peygamberlerin Hayatlarmdan Örnekler İnsanın güzel yaratılması demek, onun, güzellikleri idrak edebilen ve bu güzelliklere meyil gösterebilen bir karakterde olduğunu da işaret etmektedir. Böyle bir özellikten, akl1 melekelen tam olan hiçbir kimsenin soyutlanması mümkün değildir. Bu durumda, akl! melekeleri çok daha gelişmiş olan peygamberlerin, güzellikleri diğer insanlara göre çok daha üst düzeyde terennüm etmeleri gayet tabiidir. Fakat yine Kutsal Kitaplara baktığınızda, Hz. Davud ve Hz. Süleyman hariç, hiçbir peygamberin güzel sanatlarla doğrudan doğruya ilgilenmiş olduğunu da görmüyoruz. Bu durum, peygamberlerin sanata ve estetik olaylara sıcak bakmadıkları şeklinde bir düşünce doğurabilirse de herkesin gözlemleriyle sabittir ki bir kimsenin estetik faaliyetlerde bulunması ve güzellik duygusunun gelişmiş olduğunu göstermesi için o kimsenin mutlaka sanatkar olması gerekmez. Bazı kimseler vardır, güzellik duygusunu somut bir eserle ortaya koyar ve böylece sanatkar 32 olmuş olur, fakat bazıları da vardır ki, bu sanat eseri karşısında, o eseri yapan kişi kendisi imişcesine aynı zevki ve hazzı duyar. Öyle ki kendileri sanatkar olmadığı halde, bir sanat eseri karşısında ibadet lezzeti ve heyecanı duyanların varlığını da çok görmüşüz, çok duymuşuzdur. Gerçekten de hayatlarında hiç futbol oynamadıkları halde, futbol maçlarını kaçırmayan nice insanlar yok mudur? Nasıl bir spor olayından zevk almak için muhakkak, o hareketi, o işi yapan kişi olmak gerekmiyorsa, bir kimsenin sanat olaylarından haz duyması için de mutlaka sanatçı olması gerekmez. Estetik faaliyetlere bazı insanlar sanatçı olarak, bazı insanlar da seyirci, izleyici ve alıcı olarak katılır. Bu sebeple peygamberlerin, estetik yönlerinin ortaya konulması için onların mutlaka sanat eseri meydana getirmelerinin bütün ayrıntılarıyla tesbiti icap etmez. Bunu:çı için o kimselerin hayatlarından bazı kesitleri nakletmek yeterli olacaktır. Kur'an-i Kerim'de peygamberlerin bu yönlerini dile getiren çok fazla ayet mevcut olmamakla birlikte Davud, Süleyman, Yusuf ve Musa peygamberlerin hayatlarından bazı kesitler, bize onların estetik dünyaları hakkında bilgi vermektedir. Bilindiği üzere Hz. Davud, sesinin güzelliği ve musikişinasliği ile meşhurdur. Hatta eski kitaplarda O'nun mizmar adı verilen bir musiki aleti çaldığı, bu sebeple, Hz. Muhammed'in, sahabi Ebu Musa el-Eş'ari'nin Kur'an okuyuşunu övmek için "Sana Davftd'un mizmarlarindan bir mizmar verilmiştir" dediği bilinmektedir. 2 Süleyman peygamber ise güzelliğe ve estetik faaliyetlere çok daha düşkün idi. O çeşitli güzellikleri ve atları çok sevmekten (38 Saad, 31-33) başka muazzam saraylar, binalar ve heykeller de yaptırtmıştı (34 Sebe Suresi 13; ve 27 Nemi Sfiresi, 44). Kur'an-i Kerim'in ifadesine göre O, bütün bu güzellik sevdasına Allah'a şükretmek için düştüğünü ifade etmiştir. Süleyman'in bu sözü, sanatın gayesi açısından çok anlamlıdır. İnsan güzelliği söz konusu edildiğinde akla gelen isimlerden bir yok ki Hz. Yusuftur. Onun güzelliğinin, Firavun'un sarayında başına ne işler açtığını Kur'an-i Kerim (12 Yusuf Suresi) ve diğer kutsal kitaplar uzun uzadıya bahsetmektedir. Firavun'un sarayİndaki bir kadının, bu peygamberin güzelliğinden etkilenip ondan "kam almak" istemesi karşısında Yfisufun, ondan kurtulmak için kaçtığını biliyor isek de, Kur'an'in ifadesine göre, "eğer Allah'ın bın·hanı yetişmemiş olsa idi, Yusuf helak olacaktı." Yine Kur'an'un bu ifadesi, aslunda Hz. Yusufun da, o kadının güzelliğinden etkilendiğini, fakat kötü bir fiilden, Allah'ın yardımı tanesi de hiç 2 şüphe Uludağ, Süleyman, İslam Açısından Musikl ve Sema, İstanbul 1976, s. lOS. 33 sayesinde kurtulduğunu göstermektedir (12 Yunus, 24). Yine Kur'an-i Kerim'de bu kadının kimliği ve sonraki durumu hakkında fazla bilgi verilmiyar ise de geleneğe göre, Züleyha adındaki bu kadın, daha sonra tövbekar olup Hz Yusuflun dinine girmiş, böylece beşeri aşktan ilah! aşka yükselmiştir. Yusuflun başından geçen bu olaya tam olarak benzemese de, Hz. da yine karşı cinsten (muhtemelen onun güzeliğinden) etkilendiğini bize yine Kur'an-i Kerim (28 Kasas, 24) haber vermektedir. Misir'dan kaçtıktan sonra Kenan ilinde bir kuyu başinda iki kız kardeşle karşılaşan Musa, Allah'a yalvararak onlardan bir takım hayırlar gelmesini dilemiş ve bu dileğinin kabulü üzerine de bu kızlardan birisi ile evlenmiştir. Konu ile ilgili ayetlerin bir bölümü şöyledir: Musa'nın Bunun üzerine Musa, onların sürülerini suvardı. Sonra da gölgeye çekilip şöyle yalvardı: doğrusu "Ey Rabb'im, bana her ne indireceksen her türlü hayra muhtacıll! (ve razıyım) ben." Karşı cinsin güzelliği karşısında etkileurneler yalnızca bundan ibaret de değildir. Bizzat Kur'an-i Kerim'in kendisi (33 Ahzab, 52), İslam Peygamberi'nin de böyle bir etkilenme süreci yaşadığını haber vermektedir. Konu ile ilgili ayet şöyledir: Güzellikleri gitmiş olsa da hoşuna bundan sonra veya bunları başka biriyle evlenmen başka kadınlarla değiştirmen katiyyen he/al değildir sana. Ancak, elinin altındaki cariye/er müstesna, Allah, herşeyi görüp gözet/emektedir zira. Bu ayette dikkatimizi çeken en önemli husus, Hz. Peygamber'in, cinsten birisinden güzelliği sebebiyle etkitenmiş olması, fakat böyle bir evliliğe Allah'ın izin vermemesidir. Kur'an-i Kerim ayetiyle ifade edilmemiş olsa pekçok kimsenin İslam Peygamberi'ne atfetemekte zorlanacağı bu güzellik tutkunluğu, O'nun asla kaba şehev1 arzusunun değil, tanı tersine ulv1 estetik yönünün bir tezahürüdür. Zira birincisi bencildir, seviyesizdir, kural tanımazdır, herkese rahatsızlık verir, estetikten ve ulvl değerlerden mahrumdur, bu sebeple de anlıktir; halbuki ikincisi paylaşımcıdır, saygı temeline dayanmaktadır, karşı tarafın va toplumun değer yargılarına, karşı 34 kararlarına saygılıdır, bu sebeple de kimseye zarar vermez ve devamlıdır. peygamberlerin aynı zamanda bir beşer olarak karşı cinsten etkilenmelerinin biçimi ve ölçüsü böyledir. Bu tür bir etkilennıeyi Allah, asla yasaklamamakta, zira bunun, insanın engelleyemeyeceği derin hakikatler olduğunu şu ayetle (2 Bakara, 235) bildirmektedir: İşte Kadınlarla evlenme konusunda onlara niyetlerini çıtlatmasında, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinden geçirmesinde bir vebal yoktur siz insanlara. Allah, gönüllerinizin her halUkarda onunla meşgul olacağini bilmiştir zira. Güzel (ve he/al) sözler dışında lakin, sakın onlarla gizlice sözleşmeyin. Aslına bakılırsa, peygamberlerin estetik duygularının çok gelişmiş hem peygamber, hem de beşer olmalarının tabii bir neticesidir. Böyle bir durum, ilah! ve beşeri hakikatierin kavranlması açısından olduğu kadar bunların ifadesi ve insanlara tebliği açısından elzemdir. Güzelliğin, estetiğin ve sanatın, duyguların ve davranışların yumuşayıp olgunlaşmasındaki, insanların gönüllerinin kazanılmasındaki, mesajın doğru ve etkili bir şekilde ulaşmasındaki rolünü özellikle günümüz insanı çok iyi bilmektedir. Bu sebeple peygamberlerin estetik faaliyetlerin dışında imiş gibi görülmesi dinin doğru anlaşılmasındaki en büyük engellerden bir tanesidir. Fakat günümüzdeki bazı Müslümanları böyle bir gerçeği kabul etmekten mahrum bırakan en önemli husus, kanaatimizce güzelliğin kendisi değil de bu güzelliğin takdim biçimidir. Ayrıca, yüzyıllardan beri İslam dininin sevgi değil de korku dini imiş gibi takdim edilmesi de bir kısım Müslümanları güzellik kavramından hiç olmazsa belli sahalarda ve ölçülerde uzaklaştırmıştir. olması, onların izahlardan sonra İslam Peygamberi'nin yönelişlerinin temellerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: ·Bu a) yaratılması güzelliğe olan Allah'ın güzellikle ilgili sıfatlarının, insanın halife olarak sebebiyle insanda da aynen tecelli etmesi. b) İnsanın asıl yaratılış maksad ının, Allah'ın "Hayy" ismine uygun olarak kültür ve medeniyet tesis etmek üzere yaratılmış olması. 35 c) Kültür ve medeniyetin ise özellikle sevgi, güzellik ve bilgiye dayanması. d) İmanın sevgi temeline dayanması halinde gerçek iman olması ve bunun medeniyet sahasindakı yaratıcı gücü. Hiç şüphe yok ki Hz. Muhammed'in imanının böyle bir iman olması. e) Böyle bir imana paralel olarak kalp rikkatinin faaliyetlerinde ve medeniyet alanındaki büyük önemi. verdiği insanın beşer1 f) Güzellik duygusunun bütün insanlarda fıtri olması ve güzellikterin bu dünyada da yaşanılması buyruğu. g) Allah'ın seçkin. kulları olan diğer Allah'ın peygamberlerin de güzellikler karşısında etkilenmiş olmaları. Hz. Muhammed'in hayatında estetiğin ve güzelliğin yeri ; -.:' İslam Peygamberi'nin estetik dünyasının arka planını böylece sonra şimdi de onun günlük hayatında sergilediği estetik hususlara geçebiliriz. Fakat bu konuda ne kadar örnek varsa onlari tek tek vermek yerine, bunlarin ençqk dikkati çekenlerini ve bilinenlerini ' nakletmekle yetineceğiz: sıraladık'tan 1- Hz. Muhammed, "Bana dünyanızdan üç şey sevdiriIdi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru namaz" demiştir (Nesei, Kitabu İşretü'n­ Nisa, nu: 3928). İslam Peygamberi'nin güzel kokuları sevdiğini ve kullandığım dile getiren başka hadisler de bulunmakta olup yukarıda izah ettiğimiz şekilde, bu durum O'nun hem resul, hem de beşer olmasının tabii bir sonucudur. Zira Allah resulü, ahlak güzelliğini tamamlamak üzere gönderilmiş olması hasebiyle nasıl onun en iyi uygulayıcısı ve takipçisi ise, estetik sahada da durum aynıdır. Bu hadiste ikiiıci olarak dile getirilen husus, yukarıda mealini verdiğimiz ayetle (33 Ahzab, 52). de paralellik arz etmesidir. Bu hadiste geçen "gözümün nuru namaz" ifadesi ise kanaatimizce tam bir belağat şaheseridir. Zira bu ifadedeki, "gözümün nuru" vurgusu, hadisin baş tarflarında zikredilen sevgiye muhatap iki hususun, hangi bağlamda sevildiğini ve beşeri güzellikten ilah! güzelliğe yükselişin nasıl gerçekleştiğini çok estetik bir şekilde dile getirmektedir. Hz. Muhammed'in, beşeri güzellikle ilgili sözleri ve davranışları bundan da ibaret değildir. Bize göre, O'nun, ilk hanımı Hz. Hatice ile evliliğinin asıl sebebi de, böyle bir güzellik ve muhabbettir. Bilindiği gibi, soylu bir aileden gelen Hz. Hatice, Peygamberimizle evlenmeden önce yalnızca 36 iki evlilik yapmİş, iki çocuk dünyaya getirmiş zengin ve güzel dul bir kadın olup, o sırada bazılarına göre 28, bazılarına göre 40 yaşında bulunuyordu. İslam yazılı ve sözlü kültürü, bu evliliğin sebebi üzerinde bugüne kadar ne yazık ki makul hiçbir görüş ortaya koyamamıştır. Hatta doğru dürüst hiçbir görüş beyan etmemiştir. Halbuki bu soruya verilecek cevap, İslam Peygamberininin nasıl bir ruh dünyasının olduğunu da gösterecek ve müslümanlar bundan çok şeyler öğrenmek imkanı elde edecekti. Günümüz dünyasında bile 25 yaşında son derecede yakışıkh, toplumun liderinin tarunu olmak gibi sosyal statüsü yüksek, bekar bir erkeğin genel kabule göre iki evlilik yapmış iki çocuklu 40 yaşındaki bir kadınla evlenmesi olağan değildir. Hele o zamanki Arap dünyasında hiç de doğal değildir. Bunun için ortada çok ciddi bir sebebin olması ger~)dr. Hz. Muhammed böyle bir kadınla ya zenginliği, ya asaleti, ya da ona duyduğu muhabbet dolayısıyla evlenmiş olmalıdİr. Henüz vahiy gelmediği için ortada dini faktör de yoktur. Bu durumda bu evlilik için Hz Muhammed gibi bir şahsiyete yakışan en makul gerekçe zenginlik, asalet veya Muhammed'in, yetim büyümüş olmasının getirdiği çaresizlik ve kimsesizlik duygusu değil, karşılıklı muhabbet ve hürmet duygusudur. Böyle bir duygunun temeli ise kanaatimizce karşılıklı dürüstlük, saygı, zeka, yüksek kültür, özgüven ve de güzelliktir. Bu kadar olumlu etkenierin bir araya gelmesi karşısında, Hz. Hatice'nin daha önce evlilikler yapmış olmasının ve yaşının büyüklüğünün fazla bir engel teşkil etmediği anlaşılmaktadır. Aslına bakılırsa Hz. Hatice'nin, Peygamberimizle evlendikten sonra altı veya yedi çocuk daha dünyaya getirmesi karşısında O'nun 40 değil, 28-30 yaşlarında olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. Bu durumda, aradaki yaş farkı 15'ten 3 veya 5'e İnınektedir ki bu kadar olumlu etkenierin yanında, bu yaş farkı evlenıneye mani olmak konusunda önemini yitirmektedir. Her ne olursa olsun, Hz. Muhammed'in, Hz. Hatice ile evliliğinin temelinde saydığımız etkenler arasında sevgi ve güzelliğin olduğu muhakkaktır. Böyle bir durum ise, O'nun estetik yönünün gelişmişliğinin ve kendisine güvenin neticesidir, başka birşey değil. Muhammed'in Hz. Aişe'ye karşı olan sevgısının ve temelinde de O'nun gençliğinin, güzelliğinin, zekasının, kültürünün büyük payı olduğu muhakkaktır. Eğer bazılarının zannettiği veya iddia ettiği gibi bu evliliklerin sebebi şehvet olsa idi, kadınları dünyevi meselelerle ve kıskançlık saikiyle kendisini üzdüğü zaman Resulüllah, onlarla cinsel ilişkide bulunmayacağına yemin eder miydi veya bir defasında da onlardan ayrı bir şekilde mescitte bir ay kadar yatar mıydı? Bütün bunlar da gösteriyor ki, İslam Peygamberi güzellik duygusu son derecede gelişmiş olmakla birlikte, şehvet düşkünü değildi. Zira bunlar çok farklı şeylerdir. Hz. düşkünlüğünün 37 Hz. Muhammed'in gıyımı, kuşamı, konuşması, bireysel da O'nun yüksek bir estetik anlayışa sahip olduğunu göstermektedir. O, bununla da kalmamış, insanların birbirini rahatsız edecek şekilde davranmamalannı, konuşurken ve yürürken dahi dikkat etmemiz gereken bazı hususuların olduğunu söylemiş ve bunları tek tek bildirmiştir. O'nun güzel giyindiği ve herkese de güzel giyinmeyi buyurduğu ve temizliğe ne kadar önem verdiği, bu sebeple de "temizlik imandandır" ve "temizlik imanın yarısıdır" dediği herkesin malumudur. Temizlik ise, yalnızca sağlıkla ilgili bir husus olmayıp, aynı zamanda estetik bir olaydır. Mesela "Müslüman/ar saçlarını tarasın ve bir kimsenin sakalı varsa onu temiz tutsun" demiştir. Başka bir defasında ise zengin olduğu halde, hırpanl vaziyette gezen bir şahış münasebetiyle "Allah size bir nimet vermiş ise Allah'ın verdiğinimetin eseri üzerinizde gözüksün" demiştir. 2- davranışları .' -.: Yine Hz. Muhammed, bir sahabinin (hatta bir rivayete göre çocuk yaşta vefat eden oğlu İbrahim'in) mezarının kazılışı sırasında mezarın içinde gözünü rahatsız eden bir tümseklik görüp bunun düzeltilmesini istemiş ve orada bulunanlar, bu durumun ölüye manevi bir faydasının veya zararının olup olmayacağİnİ sorduklarında,. .· - Hayır, ölüye herhangi bir faydası veya zararı yoktur; fakat onu gören kimselerin gözlerini rahatsiz ediyor demiştir (İbn-i Sa'd, I/1, s. 91). Bu kadar önemsiz gözüken ve birkaç dakika sonra toprak altında kaybolup gidecek böyle bir düzensizlikten rahatsız olan bir kimsenin bu hareketi, peygamber hakkında başka birşey bilmesek bile onun estetik yönünü gözler önüne serıneye yetecektir. Esasen, bu olayda ve bütün çirkinlikler karşısında asıl rahatsız olan göz, kulak, burun gibi duyu organları değil, insan ruhudur. Peygamberin vermek istediği mesaj budur. Bu olay da gösteriyor ki, bütün estetik olaylar aslında ruhta başlar. O bakımdan estetik gelişme için gözün, kulağin, elin, ayağın değil, önce ruhun ve beynin eğitilmesi gerekir. 3- Hz. Muhammed'in cami adabı ile ilgili sözleri ve örnek da estetik açıdan büyük hakikatierin ifadesidir. Mesela mescide temiz ve güzel elbiselerle gelinmesi, içkili olanların ve sarımsak gibi insanları kokuları ile rahatsız eden yiyecek yiyenlerin mescide gelmelerinin men edilmesi, bunlardan akla ilk gelen hususlardır. Ayrıca namazda safların sık ve düzgün tutulmasının, namazda iken bir kimsenin bir yerini abartılı olarak kaşımasının yasak edilmesinin, ancak hafifçe belli belirsiz kaşımaya müsaade edilmesinin de estetik bağlamda düşünülmesi gerekir. Hele İslam Peygamberi'nin, "Kur'an'ı seslerinizle güzelleştiriniz" demesi ve bütün sahabinin buna riayet etmeye çalışması, yukarıda zikrettiğimiz Ebu Musa elEş'ar'i örneğinde olduğu üzere böyle yapanların övülmesi, başlıbaşına estetik bir olaydır. davranışları 38 4- Hz. Muhammed'in sosyal yönünün çok gelişmiş olduğunu herkes bilmektedir. Çünki Hz. Muhamrned'in, devrinin bazı sanatsal denilebilecek faaliyetlerine katıldığı hadislerle sabittir. İnsanlara hitap ederken sözlerinin çok açık, anlaşılır ve etkili olmasına dikkat etmekle, insanlara nazik ve kibar davranmakla, iltifatlar etmekle, şakalaşmakla kalmıyor, bayram ve düğün gibi hem ferdi, hem de toplumsal hayatta çok önem taşiyan günlerin birlikte güzellikler içerisinde kutlanmasına bilhassa dikkat ediyordu .. Siyer ve hadis kitapları bu tür davranış örnekleriyle doludur. Mesela, bir bayram günü, Medine'deki Mescid'in avlusunda Habeşistan'dan gelen bir grup insanın oynadığı bir oyunu, Hz. Aişe ile birlikte seyrettiğini, hatta ona bu davetİn Hz. Muhammed'den geldiğini belli başlı bütün hadis kitaplarında okumaktayız. Burada şimdiye kadar kim,senin pek üzerinde durmadığı pekçok soru ve incelik bulunmakta olup, konu ile ilgili olarak hazırlamakta olduğumuz bir makale tamamlanmak üzeredir. Biz şimdi okumakta olduğunuz bu. tebliğimizde bir iki husus üzerinde dikkatleri çekmekle yetineceğiz. Bunlardan birincisi, mescidde oynanan bu oyunu Allah Resulü hanımıyla birlikte seyrettiği için, seyredenlerden bir tanesi erkek, bir tanesi kadın olmaktadır. Dolayısıyle, oyunu oynayanların faraza tamamı ister erkek, ister kadın olsun seyredenler farklı iki cinsten olduğu için, oyun, yalnİzca hemcinsler tarafından seyredilmemiş, farklı bir cins tarafından da seyredilmiş demektir. Ve bu seyredenler doğrudan doğruya İslam peygamberi ve hanımıdır. Bu durum Hz. Muhammed'in estetik ve sanat anlayışını göstermesi bakımından bizce son derecede önemli gözükmektedir. Hatta bazı hadisiere göre Hz. Peygamber bu oyundan çok etkilenerek "Haydi bakalım Erfıde oğulları" sözleriyle onları şevklendirmiştir bile. Yine o, düğünlerin muhakkak tef, yani musiki eşliğinde olmasını istiyordu. Bu konuda da pekçok hadis bulunmaktadır. Peygamber'in estetik dünyasından örnekler verirken vazgeçemeyeceğimiz bir konu da şiir olmaktadır. Devrinin bütün insanları gibi Hz. Muhammed de şiiri çok seviyordu. Zira Araplar arasında şiir, hem en büyük ve belki de yegane sanat faaliyeti, hem de en etkili propağanda vasıtası idi. Bu sebeple bilhassa Medine döneminde O, etrafına bazı şairleri toplamıştı. Bunlarin içinde hiç şüphesiz en meşhuru Hassan bin Sabit idi. Bu şairin sözleri Peygamberin öyle hoşuna gidiyordu ki, onu yanından hiç ayırmıyor ve "Hassarı'ın fitri kaabiliyetini ve ilhamını Ruhulküdüs teyit ediyor" sözleriyle onu gayrete getiriyor idi. Hz. Peygamber, vefat edinceye kadar, Hassan'i yanından ayırmamıştı. 5) Hz. Mekke'nin fethi sırasında idam fermanı çıkarılan, fakat, yine kendisi gibi şair olan kardeşinin teşviki ve yardımı ile müslüman olup af dilemek için Hz. Peygamber'in huzuruna gelen meşhur şair Kaab bin Züheyr, 39 okuduğu kaside ile hem ölümden kurtulmuş, hem de İslam Peygamberinin iltifatina mazhar olmuştur. Bütün kasidelerin başında okunan ve insan güzelliğini dile getiren gazel bölümünde Kaab şöyle diyordu: Yurdundan Suat'ı alıp koparılmı.ş gözleri sürmeli yaralı bir ceylan gibi götürdüler, gönlüm öyle kırık ki! Gönlüm azat nedir bilmeyen bir köle örneği Tan vakti Suat göçtü buralardan. O ne Suat ki boyu altın ölçüde; önden ezgin mağrur bakışiardı bakılınca zarif, Rabb'im ve ne müstağni nahif, incecik belli Tombul görünüşlil arkadansa, arka çizgileri bile belli. Gülerken dişlerinde kar yağar gibi bir kış aydmlığı Öyle beyaz, onları şarapla yıkıyorlar durmadan sanki Şüphe yok ki, Peygamber en keskin bir kılıçtır kılıçlarından Allah'ın Sonsuz bir kurtuluşa, nur,a ve hidiiyete alıp götüren bizi Sonu Allah'a inancını, peygambere itaatini bildirip onun ve şecaatini öven bu şiirin baş tarafını dinlerken Peygamberin neler hissettiğini elbette bilmiyoruz. Tarihçiterin bildirdiğine göre, Allah'ın resulü, şiirin bu kismında konu edilen Suat'ın kim olduğunu sormakta yetinmiştir sadece. Kaab da onun, amcasının kızı ve şimdi hayatta olmayan hanımı olduğunu söylemekle yetinmiştir. Bizce Hz. Muhamıned'in, estetik olaylara bakışını gösteren en önemli mihenk taşlarindan bir tanesi de bu şiir karşısında takındığı olumlu, veya en azından reddetmeyen tavrıdır. Zaten aklen, zihnen, ahlaken ve fiziken yetkin böyle bir kimseden beklenen de budur. büyüklüğünü, müslümanların yiğitlik 6- Hz. Muhammed'in ağaç dikimine, onların korunmasına, kuş ve belli zamanlar hariç avianma yapılmamasına verdiği önem, günümüz tabiriyle söylemek gerekirse çevreciliği, de onun ne kadar rakik bir kalbinin ve gelişmiş bir güzellik anlayışının bulunduğunu ifade etmektedir. Hatta onun, bir gün, yeni açmakta olan bir fidanı eğilip öperek, "ah keşke ben de senin gibi aşılı bir fıdan olaydım" dediği ifade edilmektedir. Medine'ye gelince ilk işi, etraftaki batakhğı kurutup ağaçlandırmak ve böylece Medine'yi güzelleştirmek olmuştur. Medine civarında 32 km. yarıçapındakı bir alanda ağaç kesimini de yasaklamıştır. Aynı şekilde Taifte de geniş bir alanı, ağacı ve caniısıyla birlikte koruma altına almıştır. Bununla da kalmamış, etraf kabilelerin de böyle sit alanları tesis etmesini mecbur kılmıştır. yuvalarının bozulmamasına 40 7- Hz. Muhammed'in Mekke'nin fethinden dönüşünde söylediği bir söz vardır. Bilhassa günümüzde manası aniaşılıp hayata derhal geçirilmesi gereken bu sözü şöyledir: "Artık küçük cihattarı, büyük cihada gidiyoruz." Sahabe bu sözü açmak için: "Ya Resulüllah, Mekke'nin fethinden daha büyük cihat ne ola ki" diye sorduklarında, meşhur cevabını vermiştir: "Nefsimizle savaş". Bu sözle şüphesiz Hz. Peygamber, barışı ve uygarlığı kast ediyordu. Gerçekten de ondan sonraki kısa ömrü hep eğitim, öğretim, idari teşkilatıanma ve bayındırlık faaliyetleriyle geçmiştir. Böylece o, yazımızın başında dile getirdiğimiz yaşanabilir bir dünyanın, kültür ve medeniyetin alt yapılarını hazırlamış oluyor idi. 8- Hz. Muhammed'in, resim karşısında da hiçbir olumsuz tavrı ve hadislerin yalnızca tapmak maksadı ile yapılan nesneleri yasakladığı artık iyice kabul edilmektedir. Sebe suresi 13 ve Al-i İmran suresi 49. ayetleri Hz. Süleyman'in at heykelleri yaptırdığı, Hz. İsa'nın ise kuş fıgürü yaptığını bildirmesi, böyle bir yasağın olmadığını zaten göstermektedir. Eğer Hz. Muhammed, resme ve tasvire tamamen karşı olsaydı, Hz. Aişe, perdeden çıkardığı resimleri yastık halinde kullanabilir, evinde oyuncak türünden atlar bulundurabilir miydi? Bu sebeple Hz. Peygamber, insanı kötülüğe sevk etmeyen bu gibi eşyaları evinde bulundurmakta, estetik zevki sebebiyle hiçbir mahzur görmemiştir. olmadığını, Kur'anın Hz. Muhammed'in Estetik Dünyasının Anlamı Günümüz, hatta H. 3.-4. asırlardan bu tarafa bütün Müslümanların en büyük sıkıntısı tam ve net bir peygamber fotoğrafından mahrum oluşumuzdur. Bunlardan bir tanesi de, onun estetik dünyasını dile getiren fotoğraftır. Aslında yukarıda örnekleriyle anlattığımız üzere ayetlerde ve hadislerde bu konuda pekçok ipucu vardır. Ama, pekçok müslüman, kendi kafalarını ve davranışlarını İsHi.m ile şekillendireceği yerde, islamı kendi düşünce ve eylemleri ile şekillendirmeye kalkıştıklarından Hz. Peygamber net bir şekilde anlaşılamamaktadır. Bu sebepledir ki bu İslam Peygamberinin estetik dünyasının nasıl olduğu bir tarafa, onun böyle bir dünyasının olabileceği dahi fark edilmemiştir. Bunun sonucunda ise Müslümanların, bilhassa da günümüz müslümanlarının kaybı büyük olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Hz. Muhammed'in estetik dünyasının varlığından habersiz oluşu müslümanlara şunları kaybettirmiştir: a) Bazı ayetlerin ve hadislerin doğru anlaşılması mümkün olamamıştır. Özellikle "güzellik" ve onun ikiz kardeşi durumunda olan "sevgi"yi ifade eden ayetlerin ve hadislerin yeterince doğru anlaşılınadığı görülmektedir. Halbuki, bunların doğru anlaşılması, insanın davranışlarını bire bir etkileyecek hususların başında gelmektedir. Bunlara örnek olarak 41 Alak silresinin başında geçen ve "sevgi" anlamına gelen meşhur "alak" kelimesini verebiliriz. Bu ayette sevgi anlamına gelen bu söz, ne yazik ki "kan pıhtısı" şeklinde anlaşılmış, bunun sonunda ise müslümanlar, "sevgi"yi yitirip "kan"i seçmişlerdir. Aynı şekilde Kur'anda sıkça geçen "takva" kelimesi de gerçek anlamına dikkat edilmeksizin aynı zihniyetin bir sonucu olarak hep "korkmak" kelimesi ile karşılanmıştır. Halbuki takva kelimesinin asıl anlamı "Allah sevgisini içselleştirerek saygılı olmak"tir. Bir başka örnek olarak da "ihsan" ve "muhsin" kelimelerini verebiliriz. Bu sözcüğü hemen hemen bütün tefsirciler yalnızca "iyilik yapma" olarak anlamışlar, bunun diğer anlamı olan "güzellik, giizelliştirme" gibi estetik kavramlarİ gözardı etmişlerdir. Bunun sonunda ise güzellikler ve sanat belli ölçülerde yitirilmiştir. Keza Kur'a,p'daki "ziynet", "sekinet", "meveddet", "vedud" kelimeleri de aynı şekilde ya yanlış anlaşilmiş, ya da hiç anlaşılmamıştır. b) Peygamberimizin estetik dünyasını, inceliğini dikkate almayan mütercimler, bir yolculuk esnesanda Peygmberimizin hanımlarını taşıyan develerin sürücüsü olan Enceşe adındaki sahabiye söylediği "Ya Enceşe, develeri yavaş sür de üstül'Jdeki b ibiolar kırılmasın" şeklindeki sözü, "Ya Enceşe, yavaş sür de üstündeki küpler kırılmasın" şeklinde tercüme etmekte beis görmemektedir. ; Bu tür sanat faaliyetlerinin yeterince gelişmemesi, insanlarımızın yaratıcılığını büyük ölçüde engellemiş ve güzelliklerden uzaklaşmasina yol açmıştır. bazı c) Hz. Peygamberin resme ve tasvire karşı imiş gibi algılanması sonucunda İsHimde resim sanatı ancak belli bir anlayış ve çerçeve içerisinde gelişebilmiş, heykelcilik ise hiç gelişmemiştir. Sözün burasında hemen belirtelim ki heykel farklı, put farklı kavramlar olup birincisi tapınma maksadı olmaksızın yapılan nesneleri, ikincisi ise tapılmak maksadıyla yapılah nesneleri ifade eder. Bu tür sanat faaliyetlerinin yeterince gelişmemesi insanlarımızın yaratıcılığını büyük ölçüde engellemiş ve güzelliklerden uzaklaşmamız neticesini doğurmuştur. d) İslam'ın ve Hz. Muhammed'in güzellik karşısında olumsuz bir tutum içerisinde olduğunun kabul edilmesi müslümanların kılık kıyafetini de etkilemiştir. Özellikle, makalemizin başında yaptığımız "takva libası" teriminin doğru anlaşılmaması, insanlarımızın birçoğunu aşırı bir şekilciliğe ve tek tip kıyafete sevk etmiştir. e) Yukarıda da izah etmeye çalıştığımız üzere, Hz. Peygamber'in çok zengin bir estetik dünyasının varlığının farkına varılmaması, Hz. Hatice ile evliliğinin ve Hz. Aişe'ye karşı olan yakınlığının sebebini de gölgelemiştir. imajı f) Bütün bunların sonucunda ise çok olumsuz bir İslam ve müslüman ortaya çıkmıştır. Bunun en son ve kabul edilemez örneği ise 42 Afganistan'daki Talihan zihniyetidir. Kur'an-ı Kerim'in eski kavimlerden kalanların geriye bıraktıklarının gezip görülmesi şeklindeki açık buyruğunun (Al-i İmran 137, En'am ll, Yusuf 109, Nahl 36, Hacc 46, Tahrim 5, Muhammed 1O vs) ve 1400 yıllık uygulamanın aksine tarihi eserleri dinamitlerle, fuzelerle imha eden bu zihniyet de böyle bir sevgisizliğin, medeniyetsizliğin ve tabii ki estetiksizliğin neticesidir. g) Hz. Peygamberin ve İslam'ın estetikten yoksun imiş gibi mütalaa edilmesi sonucunda, bazı müslümanların yaşadığı mekanlar gerek ev ve işyeri, gerekse şehir bazında istenilen standarda ulaşamamış, hatta çirkin ve pislikten kurtulamamıştır. Bu durum, özellikle nüfus artışıyla birlikte şehirleşme ve gecekondulaşma sürecinde kendisini göstermiştir. Hatta pekçok İslam ülkesinde trafik keşmekeşinin arkasında da böyle bir zevksizliğin ve estetiksizliğin olduğunu söylemeliyiz. 43