ÇOCUK OLMAMANIN AĞIRLIĞI Yeni bir güne gözlerimi açtım ve son yıllarda olduğu gibi uyanır uyanmaz türlü şeyleri düşünmeye başladım. Aklımdan geçen olaylar fazlasıyla can sıkıcıydı ve hemen hepsinin ortak noktası beni yoruyor olmalarıydı. Yapılması gereken onca şeyi kafamda kurgularken bunun ne zaman son bulacağını düşündüm. Ne zaman bitecek tüm bunlar? Okuma gayreti, ileriye dönük planlamam, beni nasıl bir hayatın beklediği... Bir sürü soru kafamda dolanıyordu ve ben bunları her gün düşünerek kendimi yoruyordum. Sonra birden büyümek için can attığım çocukluğum geldi aklıma. O zamanlar uyanır uyanmaz yatakta bu kadar kalmazdım. Düşüneceğim en büyük derdim kiminle oyun oynayacağımdı. O zamanlar hayatın önüme koyduğu sıkıntıları düşündüm ve onların, şimdikilerin yanında ufak bir sinek ısırığı acısı olduğunu fark ettim. Her insanın gerçek anlamda eşit olduğu tek zaman dilimi çocukluktur. Birbirimizden ne farkımız olursa olsun bunların yalnızca şakası yapılırdı. Bugüne döndüğümde, gittikçe ciddileşen ve şaka kaldırmayan gençliğime bakıp, yılların bizi ne kadar çabuk değiştirdiğini görüp üzülüyordum. Artık farklılıklar daha keskin ve affedilmesi imkansız hatalar gibi görülüyor. Ama nedenini sorsalar, neden böyle olduğu konusunda inanın hiçbir fikrim yok. Çocukluğun bitişiyle kaybettiğimiz o tatlı saflığı özlüyordum. Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek kitabı da bahsettiğim fikirlerden doğmuş olsa gerek, farklılıkların, büyüdükçe artan acımasızlığın en güzel örneklerini vermiş, Harper Lee. Çocukluğumdaki saflığı yeniden görme fırsatı buldum, bunun yanında, insanda yaşı ilerledikçe ortaya çıkan acımasızlığı da gördüm bu kitapta. Şurası bir gerçek ki bizler çocukken, ambalajından yeni çıkarılmış bir hediye gibiydik; el değmemiş, ışıl ışıl parlayan, taze bir hediye. Ama sonra bir sürü el değdi bize ve zamanla sararıp solmaya, çekiciliğimizi kaybetmeye başladık. Biraz daha zaman geçtiğinde ise kimsenin dikkat bile etmediği, sıradan, diğerlerinden farklı olmayan eski püskü bir eşyaya döndük. Şimdi evet, çoğu şeyin farkına varacak kadar olgunuz, aklımızı daha iyi kullanıyoruz ama mutsuzuz. Herkesin iç geçirerek baktığı, göz kamaştırıcı bir elmas gibi parlayan çocukluğuma dönmek için nelerimi vermezdim. Neden bu kadar ayrımcı, iftiracı, acımasız insanlara dönüştüğümüzü bir türlü anlamıyorum ama bir gerçek varsa o da hiçbir zaman çocukluğumuzdaki gibi bir arada yaşayarak mutlu olamayacağımız. Birbirine tamamen sırt çevirmiş insan toplulukları, kendisinden olmayanı yok etmek için can atan beyinler, hayata sadece kendi gözlüklerinden bakabilen, empati yeteneğinden yoksun yığınlar ve her doğan günü dertlerle boğuşarak geçirmek için uyanan yetişkinler! Çocukların aklının ermediğini söyleyip onları görmezden gelen büyüklere şunu söylemek isterim: Aklınızın erdiği bu dünya, yaşı küçük diye görmezden geldiğiniz o çocukların dünyasından daha karanlık. O halde lütfen aklı ermeyenler yönetsin dünyayı! Bu konuyu düşündükten sonra bir şeyle yapmaya karar verdim. Bu saçma geleneğin sürmemesi için daha fazla empati yapmaya, benden farklı olan insanlara daha anlayışlı yaklaşmaya karar verdim. İnsanların ürettikleri her türlü acımasız düşünceyi kendimden uzaklaştırmayı denedim. Böylelikle dünyaya bir katkı sağlamayı düşündüm, içimde az da olsa insanlara bir şeyler anlatabilme umudum vardı. Bununla birlikte kendimi değiştirmeye de çalışıyordum. Varoluşunu yok etmek üzere kuran insanlardan farklı olacaktım ve bir şeyleri değiştirecektim, buna inanıyordum. Çok geçmeden anladım ki; acımasızlık ve ayrımcılık üzerine kurulmuş bu düzen, yerini o kadar sağlamlaştırmış ki ben karaya vuran bir gemiyi tek başına yürütmeye çalışıyordum. Değişime kapalı, farklılığa tahammülü olmayan insanları değiştirmenin olasılığı yoktu. Ne kadar anlayışlı olursan ol, bu saçma düzen yine devam edecek. Vahşi düzenin içinde parlayan tek şeye, yani çocukluğumuza bakıp iç geçireceğiz ve o günlerin geri gelmeyecek olmasına bakıp üzüleceğiz sadece.