Tiyatro ölmedi, çünkü insan yaşıyor - ŞEHİR e

advertisement
CUMHURİYET/16
42 YILLIK TİYATROCU
PAZAR KONUĞU
16 A R A L I K 1990
KENTER:
Tiyatro ölmedi, çünkü insan yaşıyor
Yıldız Kenter, eskilerin deyişiyle ‘ismiyle müsemma’ dedikleri
gerçek bir yıldız, yani onun adı da sıfatı da yıldız. Yıldız
Kenter, İzmir’de Handan Şenköken’le tiyatro, sinema ve
yaşam üzerine kadın kadına bir söyleşi yaptı.
Oyunlarında sürekli seyircisi ile ilişkisini ayakta tutmuş olan,
bir anlamda sahne üzerinde onlarla diyaloga girmiş bulunan
Yıldız Kenter’in söyleşisini, onun nefes kesen oyunları gibi
ilgiyle izleyeceğinizi sanıyoruz.
SWLEŞİ: HANflftHŞEHKÜKEH
142 yılı dolduran sanal yaşamınız na­
sıl başladı? SO’liyıllarda özel tiyatro kurma dü­
şüncesi ne biçimde gelişti?
12 aralıkta 42 yıl doldu tiyatro yaşamımda.
Ama önce çocuk tiyatrosu, halkevleri, konservatuvarı saymıyorum, Devlet Tiyatroları var­
dı. 11 yıl Devlet Tiyatrosu’nda sonra rahmet­
li Muhsin Bey’in tiyatrodan biraz haksız, hoş
olmayan biçimde itilişine rastlar özel tiyatro­
ya geçişimiz. Masasının üstüne bir pusula bı­
rakmışlar, “Hizmetlerinize teşekkür ediyoruz,
artık sizinle çalışmayacağız” diye. Bu bir bom­
ba etkisi yaptı, Muhsin Bey’e “Biz ayrılabili­
riz, sizinle çalışabiliriz” dedik. Muhsin Bey’den haber gelince İstanbul’a gittik. Ev, yer, pa­
ra yok. Karaca’da “Salıncak’ta İki Kişi” ile
başladık. O yılın sonunda ihtilal oldu zaten,
gene açıkta kaldık, tiyatrolar kapatıldı, turneye
çıktık; müthiş hezimet... Para yok, yevmiye
yok. İstanbul’da kaldık. Sonra bir Ankara tur­
nesi yaparak 70 bin lira kazandık, 35 bin lira
bize kaldı. Bu parayla Site’de yeniden başla­
dık. Muhsin Bey’le bir yıl Karaca’da, ondan
sonra Site’de, Site’den tekrar Karaca’ya geç­
tik, altı yıl Ses Tiyatrosu’nda Haldun Dormen’le çalıştık. O süre içinde bu binayı yap­
tırdık. 1968’de Kenterler Tiyatrosu’na geçtik.
Kent Oyuncuları oluşumuz 60’lı yıllara rastlı­
yor.
MÜMBGeçmişteki sorunlar bugün de geçer­
liliğini koruyor. Oysa siz, parasal kaygılar,
borç yüklü tablolar engelleyici, hatta yok edi­
ci noktalara varmış olsa bile yaşam savaşı ve­
riyorsunuz, nasıl bir tutku tiyatro sizin için?
O zamandan beri biraz Mehter takımı gibi
gidiyoruz ilerliyoruz, gidiyoruz duruyoruz, bi­
raz yan yatıyoruz, bütün tiyatrolarda olduğu
gibi. Beni bugünlerde üzen şu: Sanatı kültü­
rün kardeşi, birbirinden çıkmış iki önemli öğe
olarak görüyorum, güncel yaşamdan soyutlayamıyorum. Eğer sanat bir ölçü, bir güzellik
getirmek ise bunu bir sokakta, bir insan dav­
ranışında, bir okul düzeninde, bir yemeğin su­
nuluşunda her yerde görmek istiyorum. Sana­
tın bir umut olduğunu kabul ediyorum, benim
E ğ e r sanat bir ölçü, bir
güzellik getirmek ise bunu
bir sokakta, bir insan
davranışında, bir okul
düzeninde, bir yemeğin
sunuluşunda her yerde
görmek istiyorum. Sanatın
bir umut olduğunu kabul
ediyorum, benim için tek
umut o. Onun için
kopamıyorum, kopacağımı
da sanmıyorum.
PAZAR
KONUĞU
öğrencilerim e “ Niye tiyatro yapmak
istiyorsun” diye sorduğumda, gayet güzel ce­
vaplar veriyorlar. Neredeyse bazıları Türkiye’­
yi kurtarmak istiyor. Güzel bir şey belki, ama
ben tiyatronun ne kadar ışık verdiğini biliyo­
rum içinde bulunduğumuz koşullarda. O ka­
dar ışığa da razıyım şimdilik. Verebildiğim ka­
dar ışık vereyim, meşaleler yanmıyor görüyo­
rum.
ÜMüMOyu/ı seçiminde nasıl bir arayış için­
desiniz?
Bizim adımız “Çok ağır oynuyorlar”a çık­
mıştır. Oysa biz, Alan Ayckborn oynuyoruz.
Elbette ki güleryüzlü tiyatroya inanıyorum.
Gülmenin, güldürmenin çok ciddi bir iş oldu­
ğunu biliyorum. Seyircinin soluğuna, yaratıcı
gücüne inanmak istiyorum. Athol Fugard oy­
namak istiyorum. Bugün dünyadaki beş bü­
yük tiyatro yazarından biri. Ama onun getir­
dikleri bize ağır gelebiliyor, ilgilendirmiyor.
Ben seyircinin, Türk oyunlarında kendini gör­
mesi, bulması, tanıması gerektiğine inanıyo­
rum; Ama iş, öyle bir yere doğru gidiyor ki hep
aynı espriye, hafifliğe bir eğilim doğmaya baş­
lıyor, aynı Türk filmlerinde olduğu gibi. El­
bette ki Türk tiyatrosu, Türk yazarlarıyla var
olacaktır. Bunun aksi mümkün değildir. Ya­
bancı oyunlardan da alacağımız, öğreneceği­
miz boyutlar var. İnsanların her yerde aynı ol­
duğuna inanıyorum. Duyguları, düşünceleri,
ihtirasları, korkuları açısından hep aynıdır in­
sanlar. Bir Türk oyunu da yazıldığı zaman yö­
resel, ulusal, evrensel boyutları içermesini bek­
liyorum. Geriye baktığımız zaman en çok Türk
oyunu oynayan özel tiyatroyuz. Antenlerime
açık, kadromuza uygun bir Türk oyunu bek­
liyorum.
■■MüA ma seçiminizi öncelikle kadronuz ve
bütçeniz belirliyor...
Oyun seçerken tabii kadromuzu düşünüyo­
rum, dekorun getireceği maddi yükün hafif ol­
masını göz önünde tutuyorum, böyle bir kısıt­
lama içinde tiyatro yapmaya çalışmak insanı
kısır bir döngü içine alabiliyor zaman zaman.
HÜMMöze/ tiyatrolar sürekli çıkmazda ve so­
runlar bir türlü çözümlenemiyor...
Özel tiyatroların problemlerinden ve prob­
lemlerin bu kadar sık, bu kadar tekdüze ele alı­
nışından yoruldum. Çünkü biz durmadan eko­
nomiden şikâyet edip duruyoruz ve ekonomi­
mizi kendimizin düzeltmesi gerekirken bir tür­
lü düzeltemiyoruz. Sorunlardan söz etmekten
midem bulanıyor. Ben de bıktım, seyirci de.
-r
\ <%
s?jLA:.A
V\
H
m
Y I L D I Z
K E N T E R
1928’de İstanbul’da doğan Yıldız Kenter ilk
ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı.
Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro
Bölümü’nü bitirdikten sonra Ankara Devlet
Tiyatrosu’na girdi. 11 yıl Devlet
Tiyatrosu ’nda çalıştıktan sonra 1958 yılında
Muhsin ErtuğruTun Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü görevine son verilmesiyle Müşfik
Kenter 'le birlikte Muhsin ErtuğruTun
yönetimindeki tiyatroda çalışmak üzere
İstanbul’a gitti. 1959-60 döneminde Karaca
Tiyatrosu’nda, 1960-61 ’de Site Tiyatrosu’nda
“Site Tiyatrosu ” adım atan toplulukla
çalışmaya başladı. Daha sonra Karaca
Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu’na geçen
Yıldız Kenter 1968-69 döneminden itibaren de
Harbiye’deki Kenter Tiyatrosu’nda Kent
Oyuncuları Topluluğu ’nda tiyatro yaşamım
sürdürüyor. Devlet Tiyatrosu’nda iken aldığı
burslarla, yurtdışında tiyatro eğitimciliği
üzerine eğitim gördü. Shakespeare
seminerlerine katıldı. 198¡’de “Devlet
Sanatçısı” unvanı aldı. 1956’dan bu yana
tiyatro eğitimciliğini sürdüren Yıldız Kenter,
şu anda İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Tiyatro Bölümü Başkanı.
Çeşitli yıllarda film çeviren Yıldız Kenter’in
“Altın Portakal” ödülleri bulunuyor. Kenter
son olarak geçen yıl Korsika adasında
düzenlenen Bastia Film Şenliği "nde 'En iyi
Kadın Oyuncu’ ödülünü kazandı. Kenter
İtalya’da “Adalei Ristoria” ödülü aldı.
yor, başka bir iş arıyor kendine oyuncu. İşsiz
olduğu zaman sendikadan belli bir para alıyor.
Bizde de işine yarayan elemanı al, 10 milyon
lira ver ama o süre bittikten sonra o parayı sen­
dikan falan olmadığına göre devletin maaşlı
memurlarının seviyesi neyse oturt. Ama her­
kes aynı parayı alır, gene belli kişiler daha çok
çalışır, bir kısım oturursa, bir garip durum olu­
yor.
M M özel tiyatroların devlet yardımından
yararlanması her yıl çeşitli yorumlara yol açı­
yor. Sizin de bir tiyatro sahibi olmanıza kar­
şın devlet yardımından fazla pay alışınız eleş­
tiriliyor...
Valla biraz çizgimizi, haddimizi, ne olduğu­
muz, ne yaptığımızı, ne yapabileceğimizi bil­
mez bir haldeyiz. Çok konuşuyoruz, az yapı­
yoruz. Boyuna hak arıyoruz ve hak istiyoruz,
üstelik kıyaslayarak. Ben hak isterken kendi­
mi hiç kimseyle, hiçbir tiyatroyla kıyaslama­
dan istiyorum. Şimdi tiyatro yapmış olmanın
da maalesef bir hata olduğunu görüyorum. Ti­
yatrocu arkadaşlarım yersizlikten haklı olarak
şikâyetçiler. Ama biz, birçoklarıyla aynı za­
manda başladık. Öenim çalışmamın verimi
böyle bir binaya gitti. Bu bina, şimdi benim
başımda bir yük. Kapısını açtığımız zaman, bu
bina para yiyor. Oyuncularla birlikte 30 kişi­
lik kadro var, 12 ay maaş alıyorlar. Çok dü­
şüktür bizim maaşlarımız. Temizliği, ışıklan­
dırılması, sosyal sigortaları derken ödeyemez
hale geliyoruz zamanla. Benim 40 milyon lira
mâliyeye, 35 milyon lira Sosyal Sigortalar’a
borcum, faizleri, cezaları katlanarak 350 mil­
yon liraya çıktı. Ben bunu ödeyemem. “Bana
yardım etmeyin, borçlarımı temizleyeyim, her
şeyim hacizli çünkü’ dedim. Bu binanın onarımı gerek, 20 yıl oldu yapılalı. Şöyle bir zih­
niyet var, “Onun tiyatrosu var” . Benim tiyat­
rom olduğu için daha çok yardım yapılması ge­
rek zaten. Böyle bir şeyi gerçekleştirdim, bir
tiyatro kalacak ardımdan. Fakat, bu tiyatro­
yu benim yaşatmam artık bu koşullar altında
söz konusu olmuyor.
ÜMMMKültür Bakanlığı ’nın sağladığı sınırlı
parasal yardım özel tiyatrolar için çok yeter­
siz kalıyor. Bu yardımın yapıcı ve destekleyici
olması nasıl sağlanabilir?
Biz kültür bakanları açısından şanslıydık,
doğrusu bunu söylemem gerek. Mesut Yılmaz
da Tınaz Titiz de Namık Kemal Zeybek de
müthiş sıcak baktılar yardım meselesine. Na­
mık Kemal Zeybek’e, ‘Öyle bir şey yapın ki
mesela 40 milyar lira veriyorsunuz yardım ola­
rak. Bana sadece bir defa 2 milyar lira verin,
sonra hiç yardım etmeyin. O zaman 1>elki bir
yanşa girebilme imkânı bulurum. Ben o pa­
rayı başka türlü, hareket eden güce harcarım’
dedim. Tabii, bu olacak şey değildi, tebessümle
karşılandı, hep bferaber gülüştük sonunda.
Kadro kuramıyoruz. 11-12 kişilik artistik kad­
rosu olan tiyatromdan rahatlıkla oyuncu ala­
biliyor Devlet Tiyatrosu. Ben onlardan istedi­
ğim zaman parasını kesiyorlar oyuncunun. Biz
o kadar para veremeyiz ki... Kültür bakanla­
rına “Bu da bir yardandır, parasını kesmeyin”
şeklinde öneri getirdim anlayışla karşılandı.
Ama orada 4-5 oyun oynayan oyuncu gelip de
sende üç gün İstanbul, üç gün İzmir, üç gün
\Sizin seyirciniz kim? KimeyöneliyorBenim seyircim herkes olsun isterim. Tiyat­
ro, bir ses, bir ışık, bir sıcaklık bir öneri, bir
kavga getirsin insanlara. Değişik bakış açısı
sağlasın, onların fantezilerini zorlasın, düşün­
celerini, duygularını boyutlandırsın. Kendi
kendilerini yakalamayı öğretsin istiyorum.
Tam ortasında bence. Sanatı ve kültürü ge­
nel durumdan soyutlayamam. Elbette ki bu
panoramanın ortasında her açıdan özel tiyat­
rolar en büyük atılımları yapmış tiyatrolardır.
Türkiye’de tiyatro, özel olarak başlamıştır.
Devlet belediye tiyatroları sonradan gelmiştir.
Buna rağmen özel tiyatrolar yaşamlarını sür­
dürebilmişlerdir. Devlet Tiyatrosu’nun geçen
yıl oynadığı oyunu, benim tiyatrom 20 yıl ön­
ce oynadı. Bütün Çehov’ları, Brecht’leri, Albee’leri, N.Cumalı’ları, M.C.Anday’ları, biz
bunları 20-25 yıl önce oynadık. Fakat biz için­
de bulunduğumuz hem kadro hem de ekono­
mik koşullar yüzünden istediğimiz atılımları
yapamaz hale geliyoruz. Türkiye’de birtakım
şeyler yapılamıyor, eliniz kolunuz bağlı. Türk
oyunları, tiyatronun gerçeği, süzgeci neyse on­
lardan geçirip, süzdürüp, arıtıp bütün bunla­
rı yansıtmalı, belgelemeli. Ama üzülerek be­
lirtmem gerekir, son yıllarda yazarlarımız da
yatay durumda.
■ÜMM21. yüzyılın eşiğinde tiyatromuzun
çağ- dışı kalma eğilimi gösterdiği görüşüne ka­
tılıyor musunuz?
t
Biz zaten biraz her açıdan çağdışıyız. Eğer
Batı’ya özeniyorsak çağdışıyız. Tiyatromuz da
elbette biraz çağdışı olacaktır. Ama ben bu fik­
re katılmıyorum. Bizde yazarıyla oyuncusuy­
la yöneticisiyle kıyaslanacak pırıltılar vardır.
Bu yeterli değildir ama varoluşu bir umut de­
ğil mi? Bu varlığı korumak, yüreklendirmek
gerekmez mi?
WMKKMGünümüzde her ülkede tiyatro krizi
söz konusu. Dünya belirli bir tiyatro bunalı­
mı yaşıyor görüşü yaygın...
Dünya tiyatrolarına baktığım zaman da aynı
yatay durumu görüyorum. Yalnız Türkiye’de
değil. Tüm dünyada nüfusun artışı, büyük şe­
hirlerin sanatını, kültürünü yaşatan insanların
o büyük şehirlerden yavaş yavaş yığılma so••
Ö ğrencilerim e ‘Niye tiyatro
yapmak istiyorsunuz?’ diye
sorduğumda, gayet güzel
cevaplar veriyorlar.
Neredeyse bazıları Türkiye’yi
kurtarmak istiyor. Güzel bir
şey belki, ama ben tiyatronun
ne kadar ışık verdiğini
biliyorum içinde
bulunduğumuz koşullarda. O
kadar ışığa da razıyım
şimdilik. Verebildiğim kadar
ışık vereyim, meşaleler
yanmıyor görüyorum.
M
ÜÜM
üTc/rmT:daha çok ön planda. Gelişmiş
tiyatrolara sahip ülkelerde bile yenilikler öz­
den çok biçimle, insandan çok teknikle oluşu­
yor...
■■■■i Niçin tiyatro yapıyorsunuz?
sunuzi
■ÜMM//er ülkenin tiyatrosu, o ülkenin
sosyo-politik, ekonomik, kültürel olguların bir
ürünü. Türkiye’nin bugünkü ortamında Türk
tiyatrosunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk
■tiyatrosu bu ortamın gerisinde mi, önünde mi?
nucu yozlaştırdı bazı şeyleri. Londra’da, New
York’ta, Paris’te hatta Almanya’da tiyatrola­
rın zaman zaman yataylaştığını, durağanlaş­
tığını, pırıltısını verdiği ışığın boyutlarının, çev­
resinin daraldığını görüyoruz. İngiltere ve
Amerika’da gördüm, böyle nefesimi kesecek
oyunlar yok. Hep soluksuz, vasat oyunlar bü­
yük müzikaller...
için tek umut o. Onun için kopamıyorum, ko­
pacağımı da sanmıyorum Şiirsiz, romansız,
hikâyesiz, müziksiz, resimsiz, olunamaz gibi
geliyor. Benim inancım, Allahım, Tanrım ney­
se sanat diyebiliriz. Fakat bu umudumun, ka­
famı nereye döndürsem, yok olmakta olduğu­
nu görüyorum, ileriye baktığım zaman bol du­
man görüyorum. Tagor’un bir öyküsü vardı,
‘Ben Tann’yı arıyorum’ diyor, bir gün bir kapı
görüyor; ‘Tanrı’ yazılmış üstünde. Fakat ‘Tann’ya kavuşmanın bir yerde ölüm olduğunu bi­
liyorum, her şeyin biteceğini biliyorum, karar
verdim o zaman, döndüm, o andan beri ko­
şuyorum’diyor. Bende de o koşu var, fakat
şimdi zıplamaya başladığımı hissediyorum, bo­
şa harcanan bir enerji gibi geliyor bana.
Ben niçin tiyatro yaptığımı bilmiyorum. Da­
ha doğrusu bilmeyerek başladım, bu bilinçsiz
bir istekti bende. Hani çocuk tepinerek'‘Şunu
istiyorum’ diye bağırır, annesi vermek istemez,
ben de “Tiyatro istiyorum” diye bağırdım, ni­
ye bilmiyorum. Belki bu, bende küçük yaştan
beri kendini gösteren bir fark edilme zaafıy­
dı. ‘Bana bakın, beni seyredin, bende bir şey­
ler var’ zaafıydı. Ben bu zaafın her insanda ol­
duğunu görüyorum. Sanatçı değilse bile giyi­
nerek fark edilmek istiyor. Bu zaafı bir güce
çevirmeye çalışıyorum. Bazan çevirebiliyorum,
bazan başarılı olamıyorum herhalde. Ama
durmadan bunun mücadelesini vermeye çalı­
şıyorum. Bunun için de ihtiyarlamamanın yol­
larını arıyorum, yaşlansam bile. Kendimi bul­
duktan sonra artık tiyatronun içinde yaşar hale
geldim. Çok mu seviyorum? Hayır. Bazan
“Niye” diye soruyorum kendime, bana bu ka­
dar acı veren bir şeye bu denli sıkı sıkıya bağ­
lanmak, kopamamak. Bu bir ‘Moby Dick’ hi­
kâyesi gibi bir şey, kendimi böyle bir ipe sar­
mışım, ha babam çırpmıyorum.
dürler. Tiyatro seyretmek de çok rahat bir iş
değildir. Bu rahatsızlığa katlanmak da yürek
işidir. Zoru seçmek yerine evinde oturup tele­
vizyon seyretmeyi yeğliyor. Seyircinin bir sa­
natçı bilincinde ve yaratıcı gücü içinde olması
gerekir. Bu karşılıklı oyundur. Çünkü, o ba­
na topu atacak, ben ona topu atacağım ki bir
şeyi gerçekleştirelim.
Yıldız Kenter, tiyatronun değişik bakış açıları getirmesi, insanların fantezilerini zorlaması gerektiğini
Yıllardır bu böyle sürüp gidiyor.
ben paranın hareket halinde, doğurgan güce
yatırılması gerektiğine inanıyorum. MobiliteIÇözüm için sizin görüşünüz nedir?
si olmayan bir güce para yatmamalı, özellikle
tiyatroda. Çünkü tiyatro gerçekten pahalı bir
Mesela istediğim kadroyu kurabilsem, bel­ iş.
ki çok daha başka atılım yapacağım, ekono­
mik durumumu düzeltebileceğim. Ancak bu
1Devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi
söz konusu değil. Bu sene başında kendisi için konusundaki görüşlere katılıyor musunuz?
rol düşündüğüm bir genç kızımı, bana sorma­
dan Şehir Tiyatrosu alıvermiş. İsteyebilir, ki­
Devlet Tiyatrosu özelleştirilemez, mümkün
ralayabilir ama ben onlardan oyuncu istesem,
değil. Bir devlet, bir belediye tiyatromuz ol­
önce idareye sorar, izin alırım. Orada öyle eko­ malı bence. Bu tiyatrolar yardım almalı, des­
nomik bir düzen var ki isteyen istediğini ya­ tek görmeli. Fakat başlangıçtaki sistem bir tı­
pabiliyor, istediğini oynayabiliyor, istediğini
kanıklığa doğru geldi. Tek elden 17 tiyatro ida­
kadroya alabiliyor, istemediğini de alıyor üs­ re etmek mümkün değil. Kadro gittikçe şişi­
telik. Çünkü herkes oraya gitmek istiyor. Bu
yor, alınan yardım, verimden çok hareketi ol­
sistemin değişmesi gerek.
mayan bir güce maaş olarak dağıtılıyor. Sa­
natçının alacağı parada hiç kimsenin gözü ola­
M B Nasıl?
cağım sanmıyorum. Benim savım şu: İngilte­
re’deki National Theatre da devletten yardım
Bu sistemin değişmesi için pek çok yol var.
alıyor, kadrosunu yapıyor, repertuarını belir­
Fakat hangisi denenirse denensin, bazı insan­
tiyor, oyuncularını saptıyor. İki üç yıl için se­
lar mağdur olacaklardır. Türkiye’de o kadar
çilen oyunculara yüksek bir ücret ödüyor. Süre
az sanatçı var ki bu mağduriyeti yaratmak is­
tamamlandıktan sonra oyun sürecekse kont­
temiyor da olabilirler. Ama ne olursa olsun,
ratı devam ettiriyor. Etmiyorsa kontratı biti­
belirtiyor.
Edirne’de oynamayı kabul etmiyor, istemiyor.
İstanbul’da ek işleri oluyor.
ITiyatro, yaşanırlığın duyumsandığı
tek mekân, televizyonun önünde yitip giden,
içine kapanan insan için son sağlıklı soluk al­
ma şansı olarak nitelendiriliyor. Oysa son yıl­
larda bir kopukluk, uzaklaşma söz konusu. Bu
neden kaynaklanıyor sizce?
Ankara Devlet Tiyatrosu kurulduğu zaman,
devlet adamı, seyirci, basın, sanatçı birlikteli­
ği vardı. Politika öylesine kanımıza işledi, öy­
lesine allak bullak etti ki koptuk. Celal Bayar
her oyuna gelirdi. İsmet İnönü her konsere ge­
lirdi, sanatçılarla konuşurlardı. Oyunun oy­
nandığının ertesi günü eleştiriler çıkardı. Oyu­
nu oynamadan tanımak isteyen eleştirmenler
vardı. Oyunu okurlar, fikir sahibi olurlar, on­
dan sonra değerlendirmesini yaparlardı. Şim­
di oyun okuyup da tiyatroya gelen eleştirmen
olduğunu sanmıyorum. Bazan bakıyorum, üç
beş ay geçiyor bir yerde yazı çıkmış. Bazan
oyun kalkıyor bir yazı çıkıyor. Bu kopukluk
da hırpalıyor. İnsanlar da rahatlarına düşkün­
Bazıları “ Tiyatro öldü” artık diyor. Tiyat­
roda denenecek her şey denendi, teknoloji o
kadar aldı başını yürüdü ki... Tiyatroda insan­
lar artık büyük gösterilere yöneliyorlar. Bak­
tığınız zaman, öyle müzikaller, öyle bir teknik
ışık ve ses düzeni getiriliyor, öylesine para dö­
külüyor ki hayretler içinde kalıyorsunuz. Ama
benim problemim insanla. Ben, tiyatronun in­
san var olduğu sürece var olacağına inanıyo­
rum. O, aranıza mikrofon, kamera, seyircinin
gözünü çok çekecek ışık oyunları falan girme­
den insanla karşı karşıya getiren olayı seviyo­
rum.
■MBS/t/n/r konuşurken ister istemez oyun­
cular için söylenen tümceyi anımsadık; “Size
verdikleri mutluluğu yaşamak için, bedavaya
yapılan bir başka meslek biliyor musunuz?”
En güç koşullarda yaşam savaşı verirken dev­
letin yardımı dışıhda başka çözüm yolları ara­
dınız mı? Özel kuruluşların tiyatroya yaklaşı­
mı söz konusu mu?
Özel bir kuruluşun desteklemesi için çok te­
şebbüslerim oldu, tiyatro öyle bir hale geldi ki
fazla para getirmiyor. Yıllardır buna uğraştım.
Ama bir Efes Pilsen, Eczacıbaşı... Bunlar çok
popülaritesi olan şeyler. Her gün televizyon­
da spor haberlerinde Konya’daki bilmem ne
lisesinin voleybol maçından söz edilir ama ti­
yatro programları ayda birdir ve gece saat
23.30’dadır. Bilmem ne holdingin destekledi­
ği tiyatro dese ne yazar? Sonra tiyatro top at­
mak gibi bir iş değil, tiyatroda öyle bir ses çı­
kar ki dokunabilir adama. Bir de 5 kuruş ve­
rince, 35 kuruş alamıyorsun. Bu sene bilemi­
yorum ne yapacağımı, belki birkaç kişiyi to­
parlayıp konuşma yapıp benim yaşamam için
belki de Yıldız Kenter Vakfı kurmak düşünü­
lebilir.
Taha Toros Arşivi
Download