Erken İslam Tarihinin Kaynakları

advertisement
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
Geçen haftaki yazıma o kadar çok eleştiri aldım ki, aynı konuya bir kez daha dönmek zorunda
hissettim kendimi. Ancak bu yazım her halükârda bu konudaki son yazım olacak. Nedenini
yazının tümünü okuduktan sonra anlayacağınızı umuyorum.
Eleştirilere dönersem, kimi “biraz daha araştırsaydınız” türündendi, kimi “senin haddine mi bu
konuda yazmak” türünden. Kimi “bunlar bilinen şeyler ama yanlışlar var içinde” türündendi, kimi
“külliyen uydurmuşsun” türünden. Kimi “Amacın meşhur olmak mı” diyordu, kimi “Gizli misyoner
misin, CIA ajanı mısın?” Kimi “bir daha Taraf almayacağım” diye küsüyordu, kimi “Salman
Rüşti’yi unutma” diye tehdit ediyordu. Müjdeler olsun ki, destek mahiyetindeki maillerin sayısı
bir elin parmaklarını geçmedi. Seyahatte olduğumdan herkese cevap veremedim, kusura
bakmayın. (Hâlâ da seyahatteyim, dolayısıyla teknik hatalar olabilir, peşinen özür diliyorum.)
Uzatmayayım, ‘münevveran’dan Nasuhi Güngör’ün
twitter
’da dediği gibi “meydanı boş görmenin verdiği cüretle yazdığım o korkunç yazı” okurlardan
(Nasuhi Güngör müsterih olsun) ‘gereken’ cevabı aldı. Kendileri cevap yazamayanlar da Ali
Ünal’ın (31 Ağustos 2011,
Zaman
) yazısıyla tatmin oldular. Bunlar arasında Mustafa Akyol ve Serdar Kaya gibi münevverler de
vardı. Demek ki, “böylesine karmaşık bir konuda tatmin olmak bu kadar kolaymış” dedim ve
imrendim kendilerine.
Vahiy kâtipleri
Ali Ünal’ın yazısında haklı bulduğum tek eleştiri ‘Yahudi Bahira’ ile ilgiliydi. İslam kaynaklarına
göre Bahira Yahudi değil Süryani idi ve Hazreti Muhammed’in vahiy döneminde değil çocukluk
döneminde yaşamış biriydi. “Diyelim ki, diğer gâvur isimleri de uydurmaydı, peki Selman-ı
Farisi de mi uydurmaydı” diye sormayacağım, çünkü hakikaten o isimleri zikretmesem de
olurdu. Bunun dışında Ali Ünal’ın gözünden kaçan bir hatam vardı: Haccac’ın valilik dönemi ile
ilgili tarihte bir hata yapmış, 694 yerine, 649 yazmıştım. Bir önceki haftaki ‘Haram Aylar’
konusundaki hatam için de “IHL mezunu Başbakan bile yanılmıştı” demeyip özür dileyeyim.
Daha da ileri gideyim, diyelim ki yazının tümü külliyen yanlıştı, peki Ali Ünal’ın yazısından
benim ‘yanlış’ anlattığım hikâyenin ‘doğrusunu’ öğrenebildiniz mi? Yani vahiylerin nasıl kitaba
dönüştürüldüğünü ve bu kitabın nerede olduğunu, günümüzdeki Kuran’larla bu kitabın ilişkisinin
nasıl kurulduğunu? En azından ben öğrenemedim, çünkü yazıda, bol bol alaycı cümle,
mugalâta, dogma vardı ama ‘gerçek’ ve/veya ‘doğru’ hikâye yoktu.
1/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
Yanlışlanamayan ‘tarih’
Ama Ali Ünal’ı bunun için eleştirebilir miyim? Hayır. Çünkü bu konuda anlatılan bir hikâyeye
‘gerçek’ ve/veya ‘doğru’ demek de ‘uydurma’ ve/veya ‘yanlış’ demek de bilimsel kriterlere göre
imkânsız. Öncelikle üzerinde konuştuğumuz konu inançla ilgili ve herkes bilir ki, inancın
bilimsel dayanağa ihtiyacı yoktur. ‘İnanıyorum’ dersiniz olur biter. İkincisi erken dönem İslam
tarihini ‘bilimsel’ kriterlere göre araştırmak isteyen birinin işi çok zordur. Çünkü o dönemde
kaleme alınmış yazılı kaynak çok azdır. Suudi Arabistan yönetimi izin vermediği için,
İslamiyet’in merkez coğrafyasında arkeolojik araştırma yapılamadığından, fiziki kanıtlar da çok
azdır. Elde bulunan kanıtlar üzerine bilimsel araştırma yapmaya kalkanların önünde Salman
Rüşti örneği durur, vs.
Elde ne var?
Bütün bu engellere rağmen Batı kütüphanelerindeki malzemelere bir göz atarsak; Arabistan’da
bulunan 685 ve 689 yılına ait yılına ait üzerinde Kuran’dan alıntılar bulunan paralar, 692 yılında
inşa edildiği sanılan Kubbet’üs Sahra’daki biri mozaik, diğeri bakır plaka üzerinde yine
Kuran’dan alınma (ama bugünkü metinlerden farklı) alıntılar, Afrika ve Arabistan’ın çöllerinde
bulunmuş tek tük çift dilli (Grekçe-Yunanca gibi) kitabeler, 634-640 yılları arasına tarihlenen Did
askalia Jacobou
diye anılan bir metin, Halife Ömer’in Kudüs’ü fethettiği tarihte (637) Kudüs Patriği olan
Sophronius’ın anıları, bir Süryani rahibin Halife Ömer’le Gezirta şehrinin ‘zımmi’ halkı arasında
yapılan bir sözleşmeden söz eden yazmaları, 696’da Nil deltasındaki Nikiu/Pashati şehrinin
Kıpti piskoposu olan John’un Amr İbn’ül-As’ın Mısır gazalarını ayrıntılarıyla anlatan yazmaları,
Emevi Halifesi Abdülmelik’in (ö.705) seferlerini anlatan John bar Penkaye yazmaları, 661-681
yılları arasındaki Arap akınlarına bizzat şahit olan ve Arapların Yahudilerle birlikte Bizans’a
karşı savaştığını kaydeden Şam yazmaları, yine bu yıllara ait Sebeos adlı bir piskoposun
kroniği ile Kuzistan Kroniği, Thomas adlı bir Hıristiyan rahibinin 640’lara ait gözlemlerini içeren
8. yüzyıla tarihlenen mektuplar, bazı seyahatnameler vs... Bu kaynakların gayrımüslimler
tarafından üretilmesi ve büyük bir bölümünde, İslam’ın ‘resmî’ tarih söylemiyle çelişen şeyler
olması yüzünden İslam’ın resmî tarihçileri tarafından büyük ölçüde görmezden gelindiğini not
edelim.
Siyer, hadis, tefsir geleneği
2/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
İslam’ın ‘resmî’ tarihi ise esas olarak ‘siyer’ veya ‘sire’ denen Hazreti Muhammed’in
biyografilerinden; İslam ordularının seferlerini konu alan gaza kitaplarına, kabaca Kuran’ın
açıklaması demek olan tefsir kitaplarına, Peygamber’in sözleri ve eylemlerini konu edinen hadis
kitaplarına, İslamiyet’in hukuki boyutunu ele alan fıkıh kitaplarına dayanıyor. Bu tür kitaplar ise
Hicret’in ikinci ya da üçüncü yüzyıllarında ortaya çıkmaya başlamış. Gerçi, İslami kaynaklarda
Hasan binSabit (ö.674) ve Zübeyr’in (ö.713) Peygamber’in biyografisini ilk kaleme alanlar
olduğu söylenirse de bu kaynaklar günümüze ulaşmamış. İbn-i İshak’ın (ö.761 veya 767) siresi
ancak İbn-i Hişam’ın (ö.833) ve Tabari’nin (ö.923) nakliyle ve üzerinde epeyce ‘çalışılmış’
halleriyle biliniyor.
Şii ve Harici geleneği hiç bilmiyorum ama Sünni geleneğinde en güvenilir bulunan hadis kitabı
Peygamber’in ölümünden iki asırdan fazla zaman sonra derlenen Buhari’nin (ö.870) Es Sahih
adlı eseri. Buhari 600 bin hadis duyduğunu ama bunların sadece 7.275’ini güvenilir bularak
kitabına aldığını söylüyor. Hadis alanında güvenilir bulunan bir diğer kaynak Müslim ise bu
sayıyı üç bine indirmiş. Bugün bazı İslam âlimleri, sahabeler döneminde bu sayının çok daha
az olduğunu, dolayısıyla hadisleri dikkatli kullanmak gerektiğini söylüyor. (Hâl böyle olunca da
iki hafta önceki yazımdaki Türklerle ilgili hadisleri her ne kadar Buhari’den aldıysam da
uydurma olabileceğini söyleyen okurlara hak verdiğimi belirtmek boynumun borcu.) Dört kitabı
günümüze ulaşan bir başka hadisçi Tırmizi (ö.882). Suyuti’nin (kısaca)
İtkan
adlı kitabı ise daha da geç, 15. yüzyılda derlenmiş ama bugün en çok başvurulan kaynaklardan
biri.
Kuran’ın ilk tefsircisi Hazreti Muhammed, onun ölümünden sonra da sahabeler olmalı. Bu
kişiler ayrıca ilk fıkıh, kelam ve hadis âlimleri elbette. Ama tefsir işinin bir disiplin haline gelmesi
çok sonra olmuş. Tefsirin önemini sadece şu örnek bile anlatır herhalde: Tek satırlık
‘Besmele’nin (Bismillahirahmanirrahim) Kuran’ın bir ayeti olup olmadığı konusunda Dört Sünni
İmam farklı düşünmüş. İmam Şafii ve İmam Ahmed (Hanbeli) Besmele’yi ayet sayarken, İmam
Malik ve İmam Hanefi Besmele’yi ayet saymamış. (Tartışma günümüzde de sürüyor.)
İlk tefsir kitaplarından biri Abdullah İbn-i Abbas’ın (ö.687) Kuran’daki yabancı, bilinmeyen,
anlaşılmayan kelimeleri açıklamak için kaleme aldığı Garib’ül-Kuran gibi görünüyor. İbn-i
Abbas 700 kadar sözcüğün kökenini araştırdığını, sonuç olarak Arapçanın çeşitli lehçeleriyle
Süryanice, Nabatça, Habeşçe, Rumca, İbrânice, Farsça, Kıbtîce, Çince ve Berberîce olduğunu
söylemiş. Ama bu kitabı daha sonraki yüzyıllardan yapılan nakiller yoluyla biliyoruz. (‘Garip
kelimeler’ üzerine tartışma da hâlâ sürüyor.) İmam Malik’in (ö.796) Kuran’ın fıkıhla ilgili
bölümlerine dair tefsirini de sonraki yüzyıllarda yazılmış kitaplardan biliyoruz. Günümüze
ulaşan en eski tefsir kitabı ise Tabari’ye (ö.922) ait. Tabari, Kuran’ı Sünnet’le (Peygamberin
pratikleriyle) yan yana değerlendiren ilk tefsirci imiş. Rivayetlere göre ilk kuşak tefsircilerden
Mücahid’in (ö.722) tefsiri sadece 30 sayfa iken, Tabari’nin tefsiri günümüz ölçeklerinde 15 ila
3/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
30 cilt tutuyor. Tabari’den bu yana yapılan tefsirlerin kaç sayfa tuttuğunu ise hesaplamak
imkânsız.
‘Tarih’ ve ‘dilbilim’
‘İlk İslam tarihçisi’ kabul edilen El Wakidi’nin (ö.822) sadece Kitab'ül-Tarih ve'l-Magazi adlı
kitabı günümüze ulaşmış. Ancak İslam tarihçileri pek güvenilir bulmuyorlar Wakidi’yi. Örneğin
İmam Şafii’ye (ö.820) göre Maliki’nin kitaplarında yalanlardan başka bir şey yokmuş.) İbn-i
Haldun’a (ö.1406) daha kaç asır var siz hesaplayın.
İşin bir de dilbilim kısmı var. Henüz o yüzyıllarda Arabistan yarımadasında hangi dillerin yaygın
olduğu, hangilerinin yazı dili, hangilerinin konuşma dili olduğu konusunda anlaşılmış değil. Ama
diyelim ki, bugün bazılarının dediği gibi Arapça egemen ve gelişmiş bir dil olsun, İslamiyet’in
kısa sürede bir dünya dini olduğu düşünülürse anadili Arapça olmayan bir Müslüman’ın
(Mevali) Arapça yazıları doğru şekilde okuması için elzem olan harekeleme işinin ne kadar
önemli olduğu anlaşılır. Okurlarımdan birine göre bu işin üstadı Dördüncü Halife Ali imiş ama
bu konudaki İslami literatüre bakılırsa, bu konudaki ilk çalışmalar Ebu’l- Esved ed-Düeli (ö.688),
Nasr b. Asım (ö.707), Ha­san Basri (ö.728) ve/veya Yahya b. Ya’­mur (ö.746) tarafından,
noktalama ise Abdülmelik b. Mervan (ö.705) tarafından yapılmış ama sistemin günümüzdeki
haline gelmesi Halil bin Ahmed’in (ö.786) çalışmalarıyla olmuş. Bu arada Arap dilinin grameri
üzerine ilk ciddi çalışmalarını Sibaveyh’in (ö.796/797) yaptığını hatırlatalım. Bu yeniliklerin
işlerlik kazanmasının çok daha geç tarihlerde olduğunu düşündüren bir örnek, büyük bir
bölümü Tunus Milli Kütüphanesi’nde bulunan bir Kuran. Üzerindeki ithaf cümlesinden Abbasi
Halifesi Me’mun (ö.833) tarafından babası Harun Reşit’in (ö.809) Meşhed’deki (İran’da)
mezarına konulmak için hazırlandığı anlaşılan Kuran’ın neredeyse hiçbir noktalama işareti
taşımıyormuş.
Paradigmanın içinden
Ben vahiylerin nasıl yazılı hale getirildiğinin hikâyesini işte geç dönemde üretilmiş olsa da İslam
tarihçilerinin güvenilir bulduğu bu kaynaklara (Buhari’ye, Tırmizi’ye, Suyuti’ye, vb.) dayanarak
anlatmıştım. Üstelik bu hikâye, Kuran eleştirileri yüzünden bundan tam 21 yıl önce bugün, 4
Eylül 1990 günü derin devletin tetikçileri tarafından katledilen Turan Dursun (Din Bu I, s. 78-89)
ile çok şükür ki hâlâ yaşayan Diyanet İşleri’nin eski başkanlarından Süleyman Ateş’in (
4/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
Gerçek Din Bu
, s. 127-135) paylaştığı nadir hikâyeden biriydi.
Çeşitli merkezlerdeki tarihî Kuran’lara, Arapça-Süryanice-Kufi yazısı vs. gibi konulara ilişkin
lehte ve aleyhte tezleri derli toplu şekilde arşivlemiş olan islamic-awareness.org adlı internet
sitesi ise giriş sayfasındaki açıklamaya göre (tahminimce Arap kökenli) Müslüman
araştırmacılarca “Hıristiyan misyonerlere ve oryantalistlere” cevap vermek için oluşturulmuş
‘bilimsel’ nitelikte bir savunma sitesiydi. Alt linkleri tıklayanlar yüzlerce, belki de binlerce makale
ile karşılaşabilirlerdi. Hepsi de “And Allah knows best!” (Ve Allah en iyisini bilir!) diye biten
makaleler, resimlerle, fotoğraflarla desteklenmişti. (Sitenin bilimsellik anlayışı benimkine
uymadığı için tırnak işareti kullandım ama sitenin yaklaşımı, bana cevap veren münevverlerin
yaklaşımına göre milyon kere daha ‘bilimsel’.) Ancak anlaşılan kimse zahmet edip de adresi
tıklamamış. Bunun nedeni de muhtemelen sitenin adının İngilizce olması. Nitekim bana
‘oryantalist’ etiketi yapıştıranların temel dayanağı bu siteye yaptığım atıftı. (Bu konuya yazının
sonunda kısaca değineceğim.) Hâlbuki birazcık önyargılarını veya tembelliklerini yenseler, Ali
Ünal’a ihtiyaç kalmadan ağzımın payını verirlerdi.
Mushaflar karşılaştırıldı mı?
Buraya kadar anlattıklarım bile ‘resmî’ Sünni İslam kaynaklarına dayanarak yazılacak bir
hikâyenin şu veya bu şekilde ‘yanlışlanmasının’ ne kadar kolay olduğunu gösteriyor ama ben
hatama devam edip Ali Ünal’ın (mealen) ‘Kuran’ın tek kelimesi bile değişmeden günümüze
kadar geldiği’ iddiasına değineceğim. Bu iddianın pozitivist anlamda ‘bilimsel’ olarak
ispatlanması mümkün değil, çünkü Ebubekir’in derlemesine ulaşılmış olsaydı bile kimse
bunların Hazreti Muhammed’e vahyedilenlerin tamamını içerip içermediğini bilemezdi. Çünkü
bunu ölçecek fiziki bir araç/yöntem yok. Sadece imanla ‘içeriyordu’ diyebilirsiniz. Ama ilginçtir
böyle bir şeyin ‘bilimsel’ anlamda imkân dâhilinde olduğunu İslam kaynakları söylüyor. Çünkü
vahiylerin aynen kâğıda geçirilişinin somut ifadesi olarak kabul edildiği anlaşılan Osman’ın
Mushafı üzerinde bir oybirliği var. Nitekim Ali Ünal da yazısını bu iddia üzerine kurmuş. O
zaman ‘Kuran’ın tek bir kelimesi bile değişmeden günümüze kadar geldiğini ispat etmek için’
önce Osman’ın Mushafı’nı bulmak, onunla dünyanın değişik yerlerindeki (İstanbul’daki, St.
Petersburg’daki, Semerkand’daki, Kahire’deki, Londra’daki, San’a’daki, Tunus’taki vb.) tarihî
Kuran’ları karşılaştırmak, daha sonra bunlarla, geçen yazımda yanlışlıkla 1920’de dediğim ama
aslında 1923/1924’te hazırlanan Kahire edisyonunu karşılaştırmak, sonra da bu edisyonla
dünyanın değişik yerlerindeki güncel Kuran’ları karşılaştırmak gerekmez mi? Benim aklım
böyle diyor. Ama elbette, “ben inanıyorum” deyip işin içinden çıkmak daha kolay.
5/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
Nitekim bazıları yukarıda adını andığım tarihî Kuran’ların bir bölümünü inceleyen Tayyar
Altıkulaç’ın kendisiyle röportaj yapan gazetecinin “Bu araştırma sonucunda Kur’an’ın hiçbir
harfinin değişmediği savı bir kez daha kanıtlanmış oluyor sanırım” sorusuna “Bu savda ‘bir
harf’ ifadesi ile Yüce Kitab’ın herhangi bir tahrife uğramadığı kastediliyorsa bu sorunun cevabı
elbette ‘evet’ olacaktır...” demesini yeterli buluyor (http://www.belgehaber.com/haber.php?habe
r_id=2799
). Ama Tayyar Altıkulaç söz
konusu tarihî Kuran’ları Osman’ın Mushaf’ıyla karşılaştırmış değil, çünkü Osman’ın Mushafı
bulunmuş değil. Tarihî Kuran’ları dünyanın değişik yerlerindeki güncel Kuran’larla
karşılaştırmış değil. O zaman neye dayanarak, hepsi aynı diyor belli değil. Ama Thomas
Kuhn’dan öğrendiğimize göre paradigma böyle bir şeydir işte. “Paradigmaya yöneltilen her tür
eleştiri, sağır kulakların aşılmaz duvarıyla ya da sistemi savunmaya hazır inançlı taraftarların
güya mantıklı tepkileriyle püskürtülür.”
Oryantalizm yaftası
Son olarak ‘oryantalizm’ suçlamalarına değinmek istiyorum. Bugün Doğu dünyasında,
‘Doğu’ya, İslam’a yönelik herhangi bir eleştiriyi püskürtmek isteyen sıradan insanlar hakaretten
katletmeye kadar uzanan çeşitli yöntemlere başvururken, münevver takımının yöntemi, alaya
alma ile oryantalistlikle suçlama arasındaki yelpazede dolaşıyor. Halbuki oryantalistlerin İslam
tarihine yaptıkları katkıları küçümsemek ancak bunlardan habersiz olanların yapacağı iştir. (Bu
konuyu ilerde ele almak isterim.) Şimdilik kısaca Ali Ünal’ın adını andığı Christoph Luxenberg
ve Alphonse Mingana’nın (ben bunlara John E. Wansbrough, Patricia Crone, Michael Book ve
Robert G. Hoyland’ı da ekleyeyim) kitaplarını keşke birileri Türkçeye çevirme cesareti bulsa da
yazarların nerede yanıldığını anlasak demekle yetiniyorum. Aynı şekilde yazımda kısaca
değindiğim halde, birçok kişiyi çok tedirgin ettiğini anladığım Gerd R. Puin, Yemen-San’a’da
bulunan Kuran üzerinde 39 yıldır yaptığı çalışmalarını bitirebilse ve bilimsel raporlarını
yayımlansa da, Dücane Cündioğlu’nun (
Yeni Şafak
, 29 Ağustos 2000) neye itiraz ettiğini tam olarak anlasak diyorum. (Aslında birinci tekil şahıs
kullanmam lazım çünkü başta Mustafa Akyol ve Serdar Kaya olmak üzere bana eleştiri
yöneltenler Ali Ünal’ın yazısından her şeyi anlamışlar.)
Yazımı bitirirken asıl eleştirilmem gerekenin, İslam’ın siyasi ve askerî açıdan egemenliğini ilan
ettiği 8. ve 9. yüzyıllarda kaleme alınmış rivayet ve efsanelere dayanarak İslamiyet’in en
tabulaştırılmış dönemi hakkında bir yazı yazmaya soyunmak olduğunu tekrarlamak istiyorum.
İşe Turan Dursun gibi Allah/ Tanrı/ Yaratıcı’nın varlığını sorgulayarak başlamaya cesaretim
olmayabilirdi ama hiç olmazsa İslam içi ve İslam dışı kaynakları birarada kullanarak bir hikâye
yazmayı deneyebilirdim. O zaman daha ağır bir bombardıman altında kalırdım veya sonum
Turan Dursun gibi olurdu ama en azından soyadıma layık olurdum...
6/7
Erken İslam Tarihinin Kaynakları
Yazar Ayşe Hür
Ek Okuma: Turan Dursun, Tabu Can Çekişiyor, Din Bu, Kaynak Yayınları, 1990-1993;
Süleyman Ateş,
Gerçek Din Bu, 1-2
, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1991;
İbn Warraq, “Said ve Saidciler ya da Üçüncü Dünya Entelektüel Terörizmi”,
Cogito
, S. 37, Güz 2003; John E. Wansbrough,
Quranic Studies: Sources and Methods of
Scriptural Interpretation, Amherst, NY: Prometheus Books, 2004;
Patricia Crone&Michael Cook,
Hagarism: The Making of the Islamic World
, Cambridge:
Cambridge University Press
, 1977;
Robert G. Hoyland
,
Seeing Islam As Others Saw It: A Survey and Evaluation of Christian, Jewish and
Zoroastrian Writings on Early Islam (Studies in Late Antiquity and Early Islam)
,Darwin Press, Incorporated, 1998.
Ayşe Hür - Taraf Gazetesi - 04.09.2011 - [email protected]
7/7
Download