İSLÂM MEDENİYETİNİN KURUCU NESLİ SAHÂBE-II – Sahâbe ve Rivâyet İlimleri – Tebliğ ve Müzâkereler Tartışmalı İlmî Toplantı 25-26 Nisan 2015 Sakarya Ü. İlahiyat Fakültesi Hakkı Ekşi Konferans Salonu Sakarya İstanbul 2015 SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR -Bir Giriş DenemesiYaşar ÜNLÜ Hadislerin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından bir sebebe binaen söylenmesi hadis usulünde sebeb-i vürûd kavramıyla ifade edilmektedir1. Sahâbenin hadisleri bir sebebe binaen rivâyet etmesini ifade eden bir kavram klasik hadis usulünde yoktur. Sebeb-i Vürûda dair klasik eserlerde verilen örneklerde, Sahâbenin hadisleri rivâyet etmesine sebep olan olaylar da aynı şekilde sebeb-i vürûd içerisinde değerlendirilmiştir. Meselâ sebeb-i vürûda dair elimizdeki en geniş kaynak olan İbn Hamza elHüseynî’nin (ö. 1120/1708) el-Beyân ve't-Ta'rif adlı eserinde İbn Hamza şöyle der ''Hadisin sebeb-i vürûdu bazen Hz. Peygamber asrında, bazen de Hz. Peygamber (s.a.v.) asrından sonra gelir.''2 Halbuki sebeb-i vürûd Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgilidir. O'ndan (s.a.v.) sonraki bir zamanda sahâbenin hadisi rivâyet etmesine sebep olan durum için sebeb-i vürûd ifadesinin kullanılması kanaatimizce isabetli görünmemektedir. Onun için Sahâbenin bir hadisi zikretmesine neden olan durumu 'sebeb-i rivâyet' kavramıyla ifade etmemiz daha uygun olacaktır. Klasik hadis usulü eserlerinde veya hadis ilmine dair diğer klasik eserlerde böyle bir ifade geçmemektedir. Sebeb-i vürûd ile sebeb-i rivâyet birbirinden farklı durumları ifâde etmektedir. Burada kullandığımız rivâyet kavramı, klasik hadis öğretimi şeklinde cereyan eden, herhangi bir sebebe bağlı olmadan Ankara Üniversitesi, Hadis Doktora Öğrencisi, [email protected] 1 Aliyyü'l-Kâri, Şerhu'n-Nuhbe, s. 814. 2 İbn Hamza el-Hüseyni, el-Beyân ve't-Ta'rif, 1/3. D.İ.B. Vâiz, ibni- 154 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- hocanın talebeye hadisleri rivâyet etmesi şeklindeki rivâyet değildir. Rivâyet kelimesiyle; sahâbenin belirli bir sebebe binaen bildiği hadisi, belirli bir sebebe binâen rivâyet etmesi şeklinde cereyan eden süreci kastediyoruz. Özellikle Mukıllûnden olan sahâbîlerin hadis rivâyetlerine baktığımızda, onların rivâyetlerinin belirli bir sebebe binaen olduklarını görürüz. Bu rivâyet sebebi de aynı şekilde sahâbenin rivâyet ettiği hadisle ilgili bir yorumudur. Bunu yorumsal-rivâyet şeklinde kavramsallaştırabiliriz. Örnek olarak Ebû Bekre'nin Cemel Vak'ası ile ilgili rivâyet ettiği şu hadisi verebiliriz. ''İşlerini bir kadına havale eden kavim kurtuluşa eremez.”3 Ebû Bekre bu hadis sayesinde sahâbe arasındaki fitnelere karışmadığını ve Hz. Âişe'nin safında savaşmaktan geri durduğunu anlatır. Yine Ebû Bekre bu hadisi rivâyet etmekle, başkalarını da bu savaşlarda taraf olmaktan engellemiştir. Ebû Bekre hadisi Hz. Âişe ile bağ kurarak rivâyet etmiştir. Halbuki Ashâbın geri kalanı bu hadisle Hz. Âişe arasında bir bağ kurmamışlar ve onun safında savaşmışlardır. Ebû Bekre örneğinde gördüğümüz gibi bu yönüyle sebeb-i rivâyet hadisçilerin tabiriyle mevkuf hadise, usulcülerin tabiriyle sahâbî kavline karşılık gelmektedir. Sebeb-i vürûd ise bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) ile ilgili olduğu için merfû' hadise takâbül eder. Onun için sebeb-i rivâyet ile sebeb-i vürûdu; sebeb-i vürûd kavramı altında toplamak merfû' hadisle mevkuf hadise aynı değeri vermek gibidir. Sebeb-i rivâyet kavramıyla adlandırdığımız hususun, aslında sünnetin güncelleştirilmesinin ilk örnekleri olduğunu söyleyebiliriz. Biz bu çalışmamızda sahâbenin hadis rivâyetine etki eden unsurları üç rivâyet örnekliğinde göstermeye çalışacağız. Ele alacağımız rivâyetleri incelerken, ilk önce hadisin sebeb-i rivâyetini tespit edeceğiz. Daha sonra sahâbenin bu sebeb-i rivâyetinin, yani hadisle ilgili yorumsal-rivâyet'inin sonraki nesillerde nasıl algılandığı ve hadis üzerine yapılan yorumlarda ne kadar etkili olduğununun izini sürmeye çalışacağız. İlk olarak Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Muâviye ile ilgili söylediği bir sözü aktaran rivâyetle başlayayalım. 3 Buhâri, Fiten, 17. SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 155 1) 'Allâh Onun Karnını Doyurmasın' Rivâyeti Muâviye ile ilgili olan hadisin Sahîh-i Müslim'de geçen şekli aşağıdaki gibidir: İbn Abbas anlatıyor: 'Çocuklarla beraber oynuyordum. Bu arada Hz. Peygamber (s.a.v.) geldi. Ben hemen kapının arkasına saklandım. Hz. Peygamber (s.a.v.) bana avuç içiyle vurarak: 'Git, bana Muâviye'yi çağır' dedi. Geri döndüm ve 'yemek yiyor' dedim. Bana tekrar çağırmamı söyledi. Ben yine 'yemek yiyor' dedim. Bana tekrar çağırmamı söyledi. Ben yine 'yemek yiyor' dedim. Bunun üzerine Rasülüllâh 'Allah onun karnını doyurmasın' dedi.4 Hadisimiz ayrıca Ebû Dâvûd et-Tayâlisî'nin Müsned'i 5 , Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, 6 Beyhakî'nin Delâilü'nNübüvve'sinde7 geçmektedir. Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde hadisimiz 3 farklı yerde geçmesine rağmen Hz. Peygamber'in Muâviye için söylediği (Allah onun karnını doyurmasın) ifadesi geçmemektedir. Sadece Hz. Peygamber'in İbn Abbâs'tan Muâviye'yi çağırması anlatılmaktadır Beyhakî ise hadisi Hz. Peygamber'in (s.a.v.) mucizelerinden bahsettiği Delâil'ün-Nübüvve adlı eserinde mucizelerden birisi olarak zikreder. Beyhakî hadisi eserinde 2 yerde zikreder. Hadisi ilk olarak Müslim'in rivâyetine benzer bir şekilde zikrettikten sonra, ikinci olarak Müslim'in hadisinden farklı olarak bir ziyade ile zikreder. O ziyade de İbn Abbâs'ın şu sözüdür 'Bu olaydan sonra Muâviye hiçbir zaman doymadı.' Beyhakî, bu ziyadeyi zikrettikten sonra şu yorumu yapar: 'Bu ziyâde Hz. Peygamber'in yaptığı duaya Allâh tarafından icâbet edildiğine delildir.' İbn Abbâs'ın bu hadisi rivâyet etmesine yol açan sebeb nedir? İbn Abbâs'ın bir çocukluk hatırasını anlatmak için bu hadisi 4 Müslim, Birr, 96. Tayâlisî, Ebû Davud, Süleyman b. Davud, Müsned, 4/464 Hadis Nu: 2869. 6 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/50 Hadis No: 2150; 4/397 Hadis No: 2651; 5/217 Hadis No: 3104; 5/234 Hadis No: 3131. 7 Beyhakî, Delâil'ün-Nübüvve, 6/242-243. 5 156 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- rivâyet etmediğini düşünüyoruz. İbn Abbâs'ın bu hadisi rivâyet etmesine sebeb olan şey onun Muaâviye'ye olan muhalefetidir. Kannatimizce, İbn Abbâs bu hadisi rivâyet etmekle, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Muâviye'ye söylediği bu sözün aslında bir beddua olduğunu belirtmek istemiştir. Gerçi İbn Abbâs'ın Muâviye halife olduktan sonra ona yakın olduğu iddia edilse de;8 bunun öncesinde, Sıffîn Savaşı'nda Hz. Ali'nin tarafında olduğu bilinen bir husustur. 9 Kaynaklar, Muâviye'nin hilafeti zamanında, Muâviye ile İbn Abbâs arasında geçen sert ve uzun bir tartışmayı bize naklederler10 Bu rivâyetin de muhalefet günlerinden kalma bir rivâyet olduğu yüksek bir ihtimaldir. Şimdi de İbn Abbâs'ın bu yorumsal-rivâyetinin sonraki asırlarda nasıl karşılık bulduğunu görmeye çalışalım. Abbâsi halifesi Mu'tezid Billâh zamanında Cuma günleri minberden okutulan ve başta Muâviye olmak üzere Ümeyye Oğulları'nın lanetlendiği ve içerisinde ayet yorumları ve hadis rivâyetlerinin yer aldığı bir kitapta da bu hadise atıfta bulunulur.11 Tarihçi Belâzurî (v.279), Fütûhu’l-Büldân adlı eserinde hadisi zikrettikten sonra Muâviye'nin (r.a.) 'Hz. Peygamber'in bana olan bedduası tuttu.' sözünü aktarır ve Muâviye'nin günde 7 defa yemek yediğini söyler.12 Belâzûrî bir başka eseri olan Ensâbu'l-Eşrâf''ta hadisi isnadıyla birlikte aktarır ve isnad zincirindeki râvîlerden birisi olan Ebû Cemre İmrân b. Atâ'nın (v?) şu sözünü zikreder: 'Muâviye o günden sonra hiç doymadı.' 13 Ünlü Muhaddis Nesâî'nin Muâviye taraftarları tarafından dövülmesine ve akabinde vefat etmesine sebep olan da bu hadistir. Rivâyete göre; Nesâî, Dımeşk'e gittiğinde kendisine Muâvi8 Diyanet İslam Ansiklopedisi'nde “Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib” maddesinin yazarlarına göre İbn Abbâs'ın sonradan Muâviye tarafına geçtiği fikri gerçeği yansıtmamaktadır. D.İ.A., 1/77. 9 Zehebî, el-İber, 1/30; Tarihu’l-İslâm, 3/545; Ahbâru'd-Devleti'l-Abbâsiyye ve Ahbâru'l-Abbâs ve Veledihi, Müellifi meçhul, 46; Mustafa Özkan, Emeviler Döneminde İktidâr-Ulemâ İlişkileri, s. 156. 10 Askerî, el-Evâil, 49; Hâkim, Müstedrek, 3/500; Suyûtî, Târihu'l-Hulefâ, 153; Ahbâru'd-Devleti'l-Abbâsiyye ve Ahbâru'l-Abbâs ve Veledihi, Müellifi meçhul, 46-55. 11 Taberi, Târih, 10/58. 12 Belâzurî, Fütûh'ul-Büldân, 1/455. 13 Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, 5/126. SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 157 ye'nin fazileti ile ilgili sorular sorulur. O da Muâviye'nin fazileti ile ilgili tek bildiği şeyin 'Allah onun karnını doyurmasın' rivâyeti olduğunu söyler' Bunun üzerine bir grup insan onu döver ve ayaklarıyla çiğnerler. Yaralı olarak Remle'ye giden Nesâî, burada vefât eder.14 Ne gariptir ki; kaynakların bize naklettiğine göre bu beddua lafzı Muâviye'ye farklı zamanlarda iki defa da başkaları tarafından söylenmiştir.15 Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Muâviye için söylediği 'Allâh onun karnını doyurmasın' sözü hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Hadisi yorumlayanların çoğu, bu sözün Muâviye için bir dua olduğunu belirtir. Hadisle ilgili yapılan yorumlardan bazıları şunlardır: Kendinden sonra yapılan yorumlara etki ettiği için ilk önce, Müslim'in hadisle ilgili yorumunu zikredelim. Müslim'in hadis hakkındaki yorumunu anlamak için bu hadisten önce zikrettiği hadise bakmak gerekecektir. O hadis şudur: 'Ben Rabbime şunu şart koştum: Ben de herkes gibi bir insanım. Normal bir insanın razı olduğu gibi razı olur; kızdığı gibi kızarım. Ümmetimden her kime hak etmediği halde beddua ettiysem, bu bedduam onun için bir temizlenme, bir tezkiye ve kıyamet günü kendisini Allâh'a yaklaştıracak bir vesile olsun.'16 Müslim, bu hadisten sonra Muâviye hadisini zikrederek, Hz. Peygamber'in Muâviye'ye söylediği bu ifadenin önceki hadisin kapsamına girdiğini ve Muâviye’nin bu bedduayı hak etmediğini ve bunun onun hakkında bir duâ olduğunu belirtmek istemiştir. Daha sonraki asırlarda bu hadisin beddua değil dua olduğu görüşünü benimseyenler Müslim'in bu tutumuna sıkça başvurmuşlardır. Müslim'in şârihlerinden Nevevî de Müslim'in bu tumununa işaret ederek, hadisin iki türlü yorumu olduğunu söyler. Birincisi: Bu söz beddua kastı olmadan ağız alışkanlığı ile söylenmiş bir 14 İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-A'yân, 1/77. Belâzurî, Ensâbu'l-Eşrâf, 5/64; 9/383. Bu iki olay şunlardır. Birincisi, Muâviye bir gün Ğûta'ya gittiğinde güzel bir bahçe görür ve 'bu bahçe kimin' der. Bahçenin sahibi Hemmâm b. Kabîsa, Muâviye'ye 'Doğuya ve batıya sahip oldun. Bu yetmedi şimdi de mallarımıza mı göz dikiyorsun. Allâh senin karnını doyurmasın' der. Bu söz üzerine Muâviye gülerek 'Hemmâm beni korkuttu' der. İkinci olay; Hac için Mekke'ye giden Muâviye bir eve girer ve orayı beğenir. Ev sahibi kendisine 'Hilafet sana yetmedi mi de bir de bu evi isyorsun. Allâh senin karnını doyurmasın' deyince, Muâviye yine gülerek oradan ayrılır. 16 Müslim, Birr, 95. 15 158 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- sözdür. İkincisi: Bu söz Hz. Peygamber'in yaptığı hareketten dolayı Muâviye'yi azarlamasıdır.17 Nevevî ilk görüşü tercih etmiştir.18 Hatta İbn Kesir; Muâviye'nin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kendisine söylenen bu sözün faydasını hem bu dünyada hem de öbür dünyada gördüğünü aktarır. Bu dünyada görmesini, Muâviye Şâm valisi olunca günde 7 defa et, soğan, tatlı gibi birçok yiyeceği yediğini ve hiç doymadığını belirterek aktarır. Ahiretteki faydası olarak da Müslim'de geçen 'Ümmetimden her kime hak etmediği halde beddua ettiysem, bu bedduam onun için bir temizlenme, bir tezkiye ve kıyamet günü kendisini Allâh'a yaklaştıracak bir vesile olsun ' hadisini zikreder.19 İbn Kesir bir yandan Muâviye'nin sürekli yemesine rağmen doymamasını Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bir mucizesi olarak görürken,20 diğer yandan da bu sözün bir beddua değil, aksine bir dua olduğunu savunur. Makrîzî21 ve Suyûtî22 de bunu Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bir mucizesi olarak yorumlarlar. Nisbeten geç bir kaynak olan Itlîdî, Hz. Hasan'ın Muâviyeyi suçlarken bu hadise işaret ettiğini aktarır.23 Tarihçi Ebû Zer el-Halebî ise Hz. Peygamber'in Muâviye'ye söylediği bu sözün Muâviye'nin hazımsızlık çekmemesi için yaptığı bir dua olduğunu söyler.24 Tayâlisî'nin Müsned'inin râvîlerinden olan Yûnus b. Habib (v.267) ise Hz. Peygamber'in Muâviye'ye söylediği sözü şu şekilde yorumlar:25 'Onun karnı doymasın sözünden maksat, Muâviye'nin kıyâmet gününde açlık çekmemesi içindir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Bu dünyâda tok olan, öbür dünyada aç olur'26 Hadise farklı bir açıdan bakan tarihçi İbn 17 Nevevi, Minhâc, 16/156. Nevevî, a.g.e., 16/152. 19 İbn Kesir, el-Bidaye, 11/401-402. 20 İbn Kesir, el-Bidaye, 6/189. 21 Markizi, İmta, 4/399. 22 Suyûtî, Hasaisu'l-Kübra, 2/293. 23 Itlîdî, İ'lâmun-Nâs, 1/28. 24 Ebu Zer Halebi, Künûzü'z-Zeheb, 1/123. 25 Tayâlisi, Müsned, 4/464. 26 İbn Mübârek, Zühd, 1/213; Tirmizi, Kıyâme, 37; İbn Mâce, Et'ıme, 50. 18 SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 159 Asâkir; bu hadiste Muâviye'nin vahy kâtibi olduğu bilgisinin yer aldığını ve Muâviye'nin faziletine dair en sahih hadisin bu olduğunu söyler.27 Aliyyü'l-Kãrî, hadisin Beyhakî'de geçen versiyonundaki İbn Abbâs'ın (O'nun karnı hiçbir zaman doymadı) sözünden hareketle Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Muâviye'ye söylediği sözün beddua olduğunu belirtir.28 Zürkânî de aynı görüşü paylaşır.29 Hadis hakkındaki yorumlara baktığımızda, bu sözün bir dua olduğunu söyleyenlerin hadisin Müslimdeki varyantına atıfta bulunurlarken; hadisin beddua olduğunu söyleyenlerin ise, hadisin Beyhâkî'deki varyantına atıfta bulunduklarını görüyoruz. 2) 'İşlerini Kadına Havale Eden Bir Kavim Felâh Bulmaz' Rivâyeti Ebû Bekre (v.51) tarafından rivâyet edilen bu hadis rivâyet ve yorum birlikteliğini göstermesi açısından güzel bir örnektir. Hadisin Sahîh-i Buhârî'de geçen metninin tercümesi şu şekildedir: 'İşlerini kadına havale eden bir kavim felah bulmaz.30 Hadis aynı lafızlarla Bûhâri'de “Meğâzî” ve “Fiten” bölümlerinde geçmektedir. Hadis ayrıca bazı cüz'î farklılıklarla beraber Tirmizî, Nesâî, Ahmed b. Hanbel, Tayâlisî, İbn Hibbân, Bezzâr ve Hâkim'in Müstedrek'i, Nuaym b. Hammâd'ın Fiten'inde geçmektedir.31 Hadis bazı kaynaklarda 'Başlarına kadını hükümdar yapan bir kavim felah bulmaz' şeklinde geçmektedir.32 Nesâî hadisin geçtiği bab başlığını 'Kadının Devlet Başkanı Olmasının Yasaklığı' şeklinde belirlemiştir. 27 İbn Asâkir, Tarihu Dımeşk, 59/106. Aliyyü'l-Kâri, Şerhu'ş-Şifa, 2/359-360. 29 Zürkani, Şerhu Mevahib, 12/42. 30 Buhârî, Meğâzî, 84; Fiten, 17. 31 Tirmizî, Fiten-75; Nesâî, Âdâbu'l-Kâdî, 8; Ahmed b. Hanbel, 34/43,120,149; Tayâlisî, 2/205; Nuaym b. Hammâd, 1/74; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 7, 538; Bezzâr, 9/106, Hâkim, 3/128, İbn Hibbân, 10/375. 32 Ahmed b. Hanbel, 34/85,122,149; Bezzâr, 9/106; İbn Hibbân, 10/375. 28 160 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- Bu hadis hem sebeb-i vürûdunu hem de sebeb-i rivâyetini bildiğimiz nadir hadislerdendir. Hadisin sebeb-i vürûdu ve sebeb-i rivâyeti hadisin geçtiği kaynaklarda hadisle beraber zikredilmiştir. Hadisin sebeb-i vürûdu şu şekildedir: 'Fars halkı Kisrâ öldükten sonra onun kızını başlarına melik olarak seçmişlerdi. Bu haber Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ulaşınca Hz. Peygamber (s.a.v.) yukarıdaki ifadeyi kullanmıştı'. Hadisin sebeb-i rivâyeti ise şu şekildedir: Ebû Bekre Cemel Savaşı'nda Hz. Âişe'nin safında yer almak için hazırlanırken, bir anda Hz. Peygamber'den (s.a.v.) duyduğu yukarıdaki sözü hatırlar ve savaştan geri durur. Ebû Bekre'nin kendi deyimiyle bu hadis kendisini sahâbîler arasındaki savaşa katılmaktan korumuştur. Ebû Bekre bir yandan kaynaklarımızda sadece kendisinin rivâyeti olarak geçen bu hadisi rivâyet ederken, diğer taraftan da hadisi Hz. Âişe aleyhine yorumlamıştır. Dolayısıyla hadisimiz lafzının Hz. Peygamber'e (s.a.v.) aidiyeti cihetiyle merfû iken, lafzın Ebû Bekre tarafından Hz. Âişe’ye teşmili, yani sebeb-i rivâyeti itibariyle mevkûftur. Ebû Bekre Hz. Peygamber'den işittiği bu hadisi Cemel Savaşı'na katılmama gerekçesi olarak gösterirken, Cemel Savaşı'nda Hz. Âişe'nin yanında savaşan sahâbenin diğer kısmı bu hadisle Hz. Âişe arasında bağ kurmamışlardır. İbn Hacer, Ömer b. Şebbe'nin Kitâbu Ahbâri'l-Basra kitabından, Ebû Bekre'nin bu rivâyeti Hz. Âişe'nin yüzüne de söylediğini aktarır.33 Ama Hz. Âişe'nin Ebû Bekre'ye nasıl bir cevap verdiğini bilmiyoruz. Ebû Bekre'nin Cemel Savaşı'na katılmama gerekçesi olarak rivâyet ettiği bu hadis, daha sonraki asırlarda kadının devlet başkanlığı ve kãdılık gibi görevlere getirilmesinin câiz olmadığının delili olarak kullanılmıştır. Fukâhâ'nın çoğu hadisi Ebû Bekre'nin rivâyet sebebine paralel olarak yorumlamışlar ve bu hadise dayanarak kadının başta devlet başkanlığı ve kãdılık olmak üzere üst düzey devlet görevlisi olmasının caiz olmadığı yönünde ictihadda bulunmuşlardır.34 Bu kanuda en müsamahalı davranan Hanefiler, kadının şahitliğinin geçerli olduğu davalarda (mâli ve medenî davalar) tahrimen mekruh olmakla birlikte kadılığının geçerli olduğunu, şahitliğinin geçerli olmadığı, had33 34 İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, 13/56. Zuhaylî, Fıkhu'l-İslâmî, 6/482-483. SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 161 kısas gibi ceza davalarında kadı olamayacağını belirtirler. Hanefiler bir yandan malî ve medenî davalarda kadının kadılığının geçerli olduğunu belirtirken, tahrimen mekruh olduğu için, kadını görevlendiren devlet başkanının mezkûr Ebû Bekre hadisinden dolayı günahkâr olacağını belirtirler. 35 İbn Hazm Ebû Bekre hadisinin devlet başkanlığı ile alakalı olduğunu, hadisin kadılık görevini kapsamadığını belirtir.36 Taberî ise, kadının her türlü kadılık görevini yerine getirebileceği görüşündedir.37 Kadının devlet başkanı olması meselesi ise, mezkûr hadise binâen fukahânın ittifakıyla caiz görülmemiştir.38 Hadiste geçen ( )قومve ( )ا ْم َرأَةkelimelerinin nekra olmasından dolayı, burada belirli bir topluluğun ve belirli bir kadının kastedilmediği, bu hadisin bütün toplumlara ve kadınlara şamil olduğu belirtilmiştir.39 Ebû Bekre hadisinin mevzû’ olduğunu belirten Kuveytli araştırmacı Dr. Muhammed Süleyman el-Aşkar, Ebû Bekre'nin Muğîre b. Şu'be'ye zina isnadında bulunup ispat edemediği için, kendisine kazf haddinin tatbik edildiğini, Hz. Ömer'in ısrarlarına rağmen tevbe etmediği için ayete göre40 şehâdetinin kabul edilmeyeceğini belirtir. Tarihte ve günümüzde başarılı birçok kadın liderlerden örnekler veren Aşkar, Kur’ân-ı Kerim'in kadının devlet başkanlığını yasaklamadığı görüşünü savunur.41 Aşkar ayrıca Hz. Âişe'nin Cemel Savaşı'nda orduyu komuta etmesinin bizzat kadının devlet başkanı olmasının delili olduğunu ifâde eder.42 3) 'İki Müslüman Birbirleriyle Karşılaşırlarsa Öldüren De Ölen De Cehennemdedir' Rivâyeti Ebû Bekre'yi sahâbe arasında fitnelere katılmaktan alıkoyan bir başka rivâyet de, yine kendisinin rivâyet ettiği 'İki Müslüman birbirleriyle karşılaşırlarsa öldüren de ölen de cehennemdedir' hadisidir. Hadis Tirmizî ve İbn Mâce hariç Kü- 35 Dâmat Efendi, Mecmau'l-Enhur, 2/168; Zuhaylî, Fıkhu'l-İslâmî, 6/483. İbn Hazm, el-Muhallâ, 8/528. 37 İbn Rüşd, Bidâye, 4/243. 38 Zuhaylî, Fıkhu'l-İslâmî, 6/693. 39 Fetâvâ Lecnetü't-Dâime, Fetva no: 11780. 40 Nûr Suresi, 4-5. 41 Muhammed Süleyman el-Aşkar, Ceridetü'l-Vatan, 29.05.2004. 42 Muhammed Süleyman el-Aşkar, Ceridetü'l-Vatan, 12.08.2004. 36 162 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- tüb-i Sitte'de geçmektedir.43 Hadisin Buhârî'deki tercümesi şu şekildedir: Ahnef b. Kays (v. 67?) anlatıyor: Hz. Ali'ye yardım etmek için gidiyordum. Yolda Ebû Bekre'ye rastladım. Bana 'nereye gidiyorsun?' dedi. Ben de 'Ali'ye yardıma gidiyorum' dedim. Bana 'Hemen geri dön. Çünkü Ben Rasülüllah'tan şunu işittim: İki Müslüman kılıçlarıyla birbirini öldürmek için karşılaştıklarında öldüren de ölen de cehennemdedir. Bunun üzerine ben: Yâ Rasülallah! Katilin niye cehenneme gideceğini anladık da maktul niye cehenneme gidiyor' dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: Çünkü o da kardeşini öldürmek istiyordu' buyurdu. Burada da Ebû Bekre, yine Hz. Peygamber'den (s.a.v.) işittiği bir hadisi yorumlayarak rivâyet ediyor ve bir başkasını da bu hadisin kapsamına girdiğine inandığı Müslümanlar arasındaki bir savaşa katılmaktan engelliyor. Yukarıdaki hadisin bir râvîsi de Ebû Mûsa el-Eşarî'dir. Onun da hadisi rivâyet etmesine sebep olan olay, Ebû Bekre'nin yaşadığı olayla aynıdır. Ebû Mûsâ elEşarî, sahâbîler arasındaki savaşa katılmak için yola çıkan kardeşi Ebû Rumh'a44 aynı hadisi rivâyet etmiş ve onu savaşa katılmaktan men etmiştir.45 Tahâvî Ebû Bekre'nin bu hadisi hangi sebebe binâen rivâyet ettiğiyle ilgili ilginç bir yorum yapar. Tahâvî, durumu özetle şöyle ifade eder: Ebû Bekre, Ahnef'i savaşmaktan nehyetmemiştir. Aksine onu uyarmıştır. Çünkü, Hz. Ali'nin savaşı nassa dayanıyordu. O nass ise Hz. Peygamber'in Hz. Ali için söylediği ' Ben Kur’ân’ın tenzili için savaştım, Ali te'vili için savaşacak'46 hadisidir. Hz. Ali'nin muhalifleri, Talha ve Zübeyr bu hadisi bilmiyorlardı. Ahnef'i ise savaşa sevkeden Hz. Ali'nin bildiği nass değil, kendi ictihadı idi. İctihadı ile savaşan, nass ile savaşandan aşağıdadır. İctihadı ile savaşan kişinin din için değil, asabiyyet için savaşma ihtimali vardır. Ebû Bekre de arkadaşı Ahnef'in bu 43 Buhârî, İman, 21; Diyet, 2; Fiten, 10; Müslim, Fiten, 14-15; Ebû Dâvûd, Fiten, 5; Nesâî, Tahrîmü'd-dem, 28. 44 Ebû Rumh b. Kays, sahabedendir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber'i fethettiğinde ona da bir hisse vermiştir. İbn Esîr, Üsdü'l-Ğâbe, 6/113. 45 Nesâî, Tahrimü'd-dem, 28; İbn Mâce, Fiten, 11; Ahmed b. Hanbel, 32/361. Müsned’i tahkik eden Şuayb Arnavut, Hasan-ı Basrî'nin Ebû Mûsâ el-Eş’arî'den hadis işitmediğini söyleyerek hadisin sahih li-ğayrihi olduğunu belirtir. 46 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 17/391, 18/296; Ebû Ya'lâ, 2/341; İbn Ebî Şeybe, 6/367. SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 163 tehlikeye düşüp, din için değil asabiyyet için savaşmasından korktuğu için, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hadisinde belirttiği akıbete düçar olacağı endişesinden dolayı onu bu konuda uyarmıştır.47 Tahâvî bu yorumuyla, Ebû Bekre'nin Hz. Ali ve muhaliflerini rivâyet ettiği hadisin kapsamında görmediğini belirtmek istemiştir. İbn Hacer ise, Ebû Bekre'nin hadisi bütün öldürmelere ve savaşlara teşmil ettiğini, ama doğru olanın ictihadi savaşlara bu hadisin teşmil edilemeyeceğini belirtir.48 Ehl-i Sünnet'in sahâbeler arasındaki olaylara bakışı, bu hadisin yorumlarında da kendini göstermiştir. Ehl-i Sünnet'e göre sahâbeler arasındaki savaşlar, asabiyet ve hamiyete dayalı savaşlar olmadığı, tamamen ictihâdî olduğu için bu hadisin kapsamına girmezler. İçtihâd ettikleri için hata etseler de sevab alırlar.49 Bu tür hadisler Hakk'ın ne tarafta olduğunu anlamayacak derecede nazarı keskin olmayan ve buna rağmen savaşan kişilere hamledilir. Ayrıca savaşlara iştiraklerinden dolayı sahâbeyi ta'n etmek doğru değildir.50 Tarih kaynaklarının bize aktardığına göre, Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, Ahnef kime bey'at edeceğini Talha, Zübeyr ve Hz. Âişe'ye danıştığında hepsinden Hz. Ali cevabını almış. Ama Talha, Zübeyr ve Hz. Âişe Hz. Ali'ye muhalefet ettiklerinde, onlara kendisine yaptıkları tavsiyeyi hatırlatarak onların tarafında olmamış. Aynı şekilde Hz. Ali'nin tarafında da olmamıştır. Ama kabilesini Hz. Ali'ye karşı savaşmaktan engelleyerek ona örtülü destek olmuştur.51 Cemel Savaşı'na fiili olarak katılmayan Ahnef, Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali safında savaşmıştır.52 İbn Hacer de Ahnef'in daha sonra Ebû Bekre'nin görüşünden rücû ettiğini ve Hz. Ali'nin yanında başka savaşlarda yer aldığını söyler.53 47 Tahâvî, Şerhu Müşkili'l-Âsâr, 10/277-280. İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 1/86. 49 Zehebî, Müntekâ, 224-225; Nevevî, Minhâc, 11/18. 50 İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 13/33-34. 51 Taberî, Târîh, 4/497-498; İbn A'sam, Fütûh, 2/463; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, 2/574. 52 Zehebî, Târih, 3/457. 53 İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 1/86. 48 164 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- Ebû Bekre'nin rivâyet ettiği hadislere dayanarak, Cemel Savaşı'nda ne Hz. Âişe'nin ne de Hz. Ali'nin tarafında olduğunu görüyoruz. Ama sahâbeden savaşlara katılanlar Ebû Bekre ile aynı görüşü paylaşmamışlardır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Cemel savaşına katılmaktan alıkoyduğu Ahnef bile daha sonra Ebû Bekre'nin görüşünden vazgeçmiştir. Sonuç Üzerinde durduğumuz üç rivâyete baktığımızda, rivâyetlerin sahâbî olan sahâbîlerin mezkûr hadisleri belirli bir sebebe bağlı olarak rivâyet ettiklerini görüyoruz. Bu sebep de ayrıca sahâbînin rivâyet ettiği hadisi yorumlaması, karşılaştığı veya yaşadığı durumla rivâyet arasında bir bağ kurmasıdır. Gerek sahâbe içerisinde gerekse sonraki asırlarda, bu bağ kurmanın hadisin yorumlarına etkileri farklı olnuştur. Sahâbenin rivâyet ettiği bir hadisle, karşılaştığı veya yaşadığı durum arasında bağ kurmasının, sünnetin güncelleştirilmesinin ilk adımları olduğunu söyleyebiliriz. Burada hadis rivâyetlerini yorumlarken, sahâbî râvîsi üzerinden yorumlamak, hadisi rivâyet eden sahâbînin sosyal-siyasî tavrını veya kişisel özelliklerini belirlemek önem kazanmaktadır. Bazı sahâbîlerin bazı konulara ait rivâyetlerde hep ön plana çıktığını görüyoruz. Meselâ, Ebû Zerr zenginliği ve mal biriktirmeyi yeren; Huzeyfe el-Yemân ve Ebû Bekre fiten rivâyetleriyle ön plandadır. Bu ve benzeri sahâbîlerin bu hadisleri rivâyet etmesine sebep olan amilleri tespit etmek, hadislerin yorumunda bize farklı pencereler açacaktır. Kaynaklar Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk: Şuayb el-Arnavut ve diğerleri, Müessesetü'r-Risale,2001. Aliyyü'l-Kãrî, Şerhu Nuhbeti'l-Fiker fî Mustalahât-ı Ehli'lEser, thk: Abdulfettah Ebû Ğudde Nşr: Dâru'l-Erkam, tarihsiz. ___________ Şerhu'ş-Şifâ, Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 1421. Belâzûrî, Ahmed b. Yahyâ, Ensâbu'l-Eşrâf, thk.: Süheyl Zekkâr, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1996. ___________ Fütûhu'l-Büldân, Dâru Mektebeti'l-Hilâl, Beyrut, 1988. SAHÂBENİN HADİS RİVÂYETİNE ETKİ EDEN UNSURLAR 165 Beyhakî, Ahmed b. el-Hüseyn, Delâilu'n-Nübüvve ve Ma'rifeti Ahvâl-i Sâhibi'ş-Şeria, Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 1405. Buhârî, Muhammed b. İsmail, es- Sahih, thk.: Muhammed Züheyr b. Nasır, Tavku'n-Necât, 1422. Diyâb el-İtlîdî, İ'lâmu'n-Nâs, thk.: Muhammed Ahmed Abdulaziz Sâlim, Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 2004. Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş'as, es-Sünen, thk.: Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Mektebetü'l-Asriyye, Beyrut. Ebû Zerr el-Halebî, Ahmed b. İbrahim, Künûzü'z-Zeheb fi Tarih-i Haleb, Daru'l-Kalem, Haleb, 1417. İbn A'sam, Ahmed b. Muhammed, el-Fütûh, thk.: Ali Şeyri, Dâru'l-Advâ, Lübnan, 1991 . İbn Esir, Ali b. Ebi'l-Kerem, el-Kâmil fi't-Târih, thk.: Ömer Abdüsselam Tedmuri, Daru'l-Kütübi'l-Arabi, Lübnan, 1997 . İbn Hacer, Ahmed b. Ali, Fethu'l-Bâri, Dâru'l-Ma'rife, Beyrut, 1379 . İbn Hallikân, Şemseddin Ahmed b. Muhammed, Vefeyâtü'l-A'yân ve Enbâu Ebnâu'z-Zamân, thk.: İhsân Abbâs, Dâru's-Sadr, Beyrut, 1994. İbn Hamza el-Hüseynî, İbrâhim b. Muhammed, el-Beyân ve’t-Ta'rif fi Esbâbi Vürûdi'l-Hadis, thk.: Seyfettin el-Kâtib, Dâru'l-Kütübi'l-Arabi, Beyrut. İbn Hazm, Ali b. Muhammed, el-Muhallâ bi'l-’Âsâr, Dâru'lFikr, Beyrut, tarihsiz. İbn Kesir, İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Daru'lFikr, 1986. İbn Mâce, Muhammed b. Yezid, Sünen, thk.: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru İhyâu'l-Kütübi'l-Arabiyye, Haleb. İbn Rüşd, Muhammed b. Ahmedi Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Müktesıd, Dâru'l-Hadis, Kâhire, 2004. Mustafa Özkan, Emeviler Döneminde İktidar-Ulema İlişkileri, Ankara Okulu Yay. Ankara, 2008. Markizî, Ahmed b. Ali, İmtâu'l-Esmâ', thk.: Muhammed Abdulhamid en-Nemisi, Dâru'l-Kütübi'l-Ilmiyye, Beyrut, 1999. 166 İslâm’ın Kurucu Nesli Sahâbe - SAHÂBE ve RİVAYET İLİMLERİ- Müslim b. el-Haccâc, es-Sahih, thk.: Muhammed Fuad Abdulbâkî, Dâru İhyâi't-Turâs, Beyrut. Nesâî, Ahmed b. Şuayb, el-Müctebâ mine's-Sünen, thk.: Abdulfettah Ebû Gudde, Mektebetü Matbuati'l-İslâmiyye, Haleb, 1986. Nevevî, Muhyiddin b. Yahyâ, el-Minhâc, Dâru İhyâi'tTurâs, Beyrut, 1392. Taberî, Muhammed b. Cerir, Tarih, Dâru't-Turâs, Beyrût, 1387. Tayalisî, Süleyman b. Davud, el-Müsned, thk.: Muhammed. Abdülmuhsin et-Türki, Dâru Hicr, Mısır, 1999. Tirmizî, Muhammed b. İsa, es-Sünen, thk.: Muhammed Fuad Abdulbâki, Matbaatü Mustafa Bâb el-Halebî, Mısır, 1975. Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletühü, Dâru Fikr, Dımeşk, 1985. Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed, el-Müntekâ min Minhâci'l-İ'tidâl, thk.: Muhıbbüddin el-Hatib. _______, Târihü'l-İslâm, thk.: Ömer Abdüsselam Tedmûrî, Daru’l-Kütübi'l-Arabî, Lübnan, 1993. Zürkânî, Şerhu'l-Mevâhibi'l-Ledüniyye, Ilmiyye, Beyrut, 1996 . Dâru'l-Kütübi'l-