Hoş geldin Monsenyör!

advertisement
Rum Katolik Kilisesi Dergisi – Eylül 2015 – Sayı 19
Hoş geldin
Monsenyör!
Mons. Paolo Bizzeti (S.J.)
Anadolu Havarisel Bölgesinin yeni Episkoposu
Papa Franciscus Hazretleri tarafından Anadolu Havarisel Episkoposluğu
görevine atanan, Cizvit Paolo Bizzeti'nin Anadolu’da yaşayan
Hristiyanlara ilk mesajı: "İçten ve mütevazı bir yürekle sizlere hizmet
etmek ve çoğunlukla çok zor şartlarda cesurca sürdürdüğünüz
Hristiyan yaşamınızdan öğrenmek arzusu ile sizlere geliyorum. Bana
karşı merhametli olun!"
Mons. Paolo Bizzeti kimdir?
Peder Paolo Bizzeti 22 Eylül 1947’de Floransa – İtalya’da doğdu. 22 Kasım 1966’da Cizvit cemaatine katıldı
ve 21 Haziran 1975’te papaz oldu. 12 Haziran 1982 temel yeminlerini etti.
Papaz olduktan sonra, Bologna Üniversitesinde Edebiyat ve Felsefe okudu ve 1981’de mezun oldu.
P. Bizzeti uzun seneler gençler ve aileler için Kutsal Kitap hakkında kurslar ve değişik seminerler organize
edip ve onlara Kutsal kitabı daha iyi anlamaları için Türkiye’ye 40’dan fazla tur organize etmişti. Peder
Bizzeti’nin Türkiye hakkında yazdığı 360 sayfalık bir kitabı da var.
14 Ağustos 2015’de Papa Hazretleri Fransiscus, Peder Bizzeti’yi Anadolu Havarisel Vekili ve Episkoposu ilan
etti.
Peder Bizzeti’nin episkoposluk töreni 1Kasım 2015’te Padova - İtalya’da gerçekleşecektir.
EPİSKOPOS
Havarilerin İşleri, Kudüs’te toplanan havarilerin aralarından ikisi, Petrus ve Yuhanna’yı
kuzeye, halkın Tanrı sözü’nü kabul ettiği Samiriye’ye gönderdiklerini aktarır.
İki havari “onların Kutsal Ruh’u almaları için dua ettiler. Çünkü Ruh daha hiçbirinin üzerine
inmemişti. Rab İsa’nın adıyla vaftiz olmuşlardı, o kadar. Petrus’la Yuhanna onların üzerine ellerini
koyunca onlar da Kutsal Ruh’u aldılar.”
İlk dönemde havarilerin yaptığını sonra episkoposlar yaptılar. Episkoposlar, Pentekost günü
Kudüs’te rüzgar ve ateş görünümünde gelen Kutsal Ruh’u alan ve Müjde’yi “dünyanın sonuna”
(Hav. İşi. 1,8) kadar duyuran havarilerin ardıllarıdırlar.
Kaya ve Kilise’nin anahtarlarının
Episkoposun görevleri nelerdir?
sahibi Petrus’un ardılı olarak Papa ve
havarilerin ardılları olarak episkoposlar ebedi Episkoposluk kutsaması, bu sırrın bütün doluluğunu
çoban
Mesih’in
işini
devama
gö- sunar. Episkopos imanı, havarilerce aktarıldığı ve
revlendirilmişlerdir.
Kilise’nin
iman kilisece her an, her yerde korunduğu gibi temiz ve
öğretmenleri, rahipleri ve çobanlarıdırlar. II. tam korumalıdır. Kilisenin gelişimine katkısı olmalı,
Vatikan Konsili bu iman gerçeğini tekrar Papa ve diğer episkoposlarla birliği korumalıdır.
vurgulamıştır. Episkopos asası episkoposun Papa’ya itaat ve sadakat sözü vermeli, yüksek
rahiplik makamını kusursuzca yerine getirmelidir.
çobanlık görevini sembolize eder.
Episkopos kendine emanet edilmiş Episkopal hizmetine sembol olarak episkoposun başı
hristiyanlara sadece önderlik etmez. Onların krizam yağı ile mesh edilir ve ona episkopos yüzüğü,
arasında yer alır. Kilise tarihinin en büyük değneği ve şapkası verilir. Episkoposlar topluca
episkoposlanndan aziz Augustinus bunu havarilerin birliğini temsil ederler. Görevlerini yalşöyle vurguluyor: “Sizin episkoposunuzum, nızca havarilerin başı Petrus’un ardılı Papa ile birlik
sizinle Hristiyanım”. Baba olmak ve kardeş içinde yapabilirler. İncil’in duyurulması episkoposolmak episkoposun hizmetinde birleşmelidir. ların ana görevlerinden biridir.
MERHAMET İŞLERİ
CAN SIKICI KİŞİLERE SABIRLA KATLANMAK
"Sabır adındaki büyük erdem"
"Rab’bin gelişine dek sabredin... Sabredin..., yargılanmamak için birbirinize karşı
homurdanmayın; işte, Yargıç kapının önünde duruyor" (Yakup 5,7-9).
1. TANRI’NIN İNSANLARA GÖSTERDİĞİ SABIR
Aziz Pavlus, Roma’daki Hristiyanların gözü önüne Rabbin büyük ve hayat verici
merhamet tasarısını açıklarken mecazi ama çok etkili bir dille şunları söylüyor:
"Eğer Tanrı, gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak isterken, gazabına hedef
olup mahvolmaya hazırlananlara büyük sabırla katlandıysa, ne diyelim? Yüceltmek
üzere önceden hazırlayıp merhamet ettiği insanlara yüceliğinin zenginliklerini bildirmek için bunu yaptıysa, ne diyelim?" (Romalılar 9,22-23).
Hemen ardından, Hoşeya peygamberin sözlerini hatırlatarak bu düşünceyi yorumluyor: "Halkım
olmayana halkım, sevgili olmayana sevgili diyeceğim." "Kendilerine, ‘Halkım değilsiniz’ denildiği o yerde,
yaşayan Tanrı’nın oğulları diye adlandırılacaklar" (Romalılar 9,25-26).
Aziz Petrus da bizi merhametle dolu Rabbin sabrına iman etmeye çağırıyor: "Rab size karşı
sabrediyor, çünkü hiç kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbeye gelmesini istiyor" (II.Petrus 3,9).
Başkalarının eksikliklerini ve hatalarını hoş görmemeye meyilli olan bizler aslında onlar gibi hatta
bazen onlardan da fazla kusurlu ve hatalı olduğumuzun farkına varmıyoruz. Buna rağmen Allah Baba bize
katlanıyor ve bizi sefaletimizden kurtarmak için İsa’yı gönderiyor. Bizim inatçılığımız, kendimizi
beğenmemiz, cehaletimiz karşısında Tanrı sınırsız bir sabır gösterir, ama bizim de, O’nun gibi başkalarına
karşı alçakgönüllü ve hoşgörülü olmamızı ister.
2. MESİH’İN SABRI
İnsanların arasına gelerek, çadırını aramıza kurarak (Yuhanna
1,14) İsa bize Allah Baba’nın merhametle ve sabırla dolu gerçek
çehresini gösterdi. Bazı anlarda, öğrencilerinin ısrarlı inançsızlıkları ve
katı yüreklilikleri karşısında İsa sınırsız bir sabır göstermek zorunda
kalmıştır: "Ey imansız ve sapmış kuşak! Sizinle daha ne kadar kalıp size
katlanacağım?" (Luka 9, 41).
İsa’nın sabrı, bizim sefaletimizin ve zayıflığımızın tamamıyla
bilincinde olmasından kaynaklanıyordu. "İsa kayıktan inince büyük
bir kalabalıkla karşılaştı. Çobansız koyunlara benzeyen bu
insanlara acıdı ve onlara birçok konuda ders vermeye başladı"
(Markos 6, 34).
İsa, insanların suçluluğuna katlanma kapasitesini, yüce bir
şekilde çektiği acılar ve ölümüyle gerçekleştirdi. Yargıçlarının
önünde, Hanna ve Kayafa olsun veya Pilatus’un, Hirodes’in
önünde; askerlerin hiddeti, alayları, budalalığı karşısında İsa
susuyor ve onları kendi hallerine bırakıyor. Onu tükürüğe
boğuyorlar, sakalını koparıyorlar, onu tokatlıyorlar ve o susup
onları kendi hallerine bırakıyor. Ona kral elbisesi giydirip alay
ediyorlar, karşı çıkmıyor: böylece dikenli taç dünya üzerindeki
kudretinin, böylesine korkunç acılar çeken kudretinin amblemi
haline geliyor. Çarmıha gerilip yukarı kaldırılınca "ne yaptıklarını
bilmeyen" (Luka 23,34) bu kişiler için Allah Baba’ya bir dua da
yükseltiyor.
İsa Mesih’in bu sabrı Yeşaya tarafından
‘Yahve’nin Kulu’nun acılarını tasvir ederken
bildirilmişti;
‘Günahlarımızdan
ötürü
o
yaralandı, fesatlarımızdan ötürü o zedelendi;
bizim isyanlarımız yüzünden onun bedeni
deşildi, Bizim suçlarımız yüzünden o eziyet
çekti.... Ona kötü muamele ettiler… O baskı
görüp eziyet çektiyse de ağzını açmadı....
Halkımın isyanı ve hak ettiği ceza yüzünden
yaşayanlar diyarından atıldı..." (Yeşaya 53, 5-8).
İsa böylece insanların kötülüğüne karşı
Tanrı’nın verdiği yanıt haline gelmiştir: sabır ve
bağışlama. Kötülük yapanlara ve bize eziyet
edenlere bizim vermemiz gereken yanıt da bu
olmalıdır.
3. BİZİM SABRIMIZ VE TAHAMMÜLÜMÜZ
Havari Yakup, mektubunda, bize sabır
önerirken Eyüp’ün, bütün kötü olaylar
karşısında sakin bir şekilde: "Allah’tan iyilik
kabul edelim de kötülük kabul etmeyelim mi?...
Rab verdi ve Rab aldı; Rab’bin ismi mübarek
olsun!" (Eyüp 2, 10; 1,21) dediğini hatırlatıyor.
"Kardeşler, Rab’bin adıyla konuşmuş olan
peygamberleri sıkıntılarda sabretme örneği
olarak alın. İşte, dayanmış olanları mutlu
sayarız. Eyüp’ün nasıl dayandığım duydunuz.
Rab’bin en sonunda onun için neler yaptığını
bilirsiniz" (Yakup 5, 10-11).
Yeremya bize karşı kötülük edenler için dua
etme örneği veriyor: "Rabbim, senin kızgınlığını
onlardan döndürmek üzere, onlar için iyilik
söyleyeyim diye senin önünde nasıl durduğumu
hatırla" (Yeremya 18, 20).
Daha zengin bir öğreti, İsa’nın kendisinden,
Onun Dağdaki Konuşmasından geliyor.
"Sağ yanağınıza bir tokat atana öbürünü de
çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı
almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım
yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün.
Sizden birşey dileyene verin, sizden ödünç
isteyenden yüz çevirmeyin" (Matta 5, 39-42).
Aziz Pavlus bizi şuna teşvik ediyor: "Tanrı’nın
kutsal ve sevgili seçilmişleri olarak yürekten
sevecenliği, iyiliği, alçakgönüllülüğü, sabır ve
yumuşaklığı giyinin. Birbirinize karşı hoşgörülü
davranın. Eğer birinizin ötekinden bir şikâyeti
varsa, Rab’bin sizi bağışladığı gibi, siz de
birbirinizi bağışlayın" (Koloseliler 3, 12-13).
Nedeni sevgidir, Tanrı’nın tek hayatı ve İsa’nın
bize bıraktığı buyruk olan sevgi "sabırlıdır,
şefkatlidir, kötülüğü anmaz, haksızlığa sevinmez ama gerçek olanla sevinir" (I. Korintoslular
13, 4-6).
Ancak Aziz Pavlus özel bir sabır tahammül
tarzını öne sürüyor: Allah’ın hükümdarlığı için
tüm yaşamını kardeşlerinin hizmetine adayan
havarinin tarzı. Artık yaşlıdır, hapistedir ve
havarisel deneyimle dolu olarak sevgili
öğrencisi Timoteyus’a şöyle yazar: "Tanrı
sözünü duyur. Zaman uygun olsun olmasın, bu
görevi sürdür. İnsanları tam bir sabırla eğiterek
ikna et, uyar, isteklendir" (II.Timoteyus 4,2).
Yine Korintli Hristiyanlara yazarken, gerçek
havarinin zulümlerin karşısında sahip olması
gereken nitelikleri şöyle sıralıyor: "Kendi
ellerimizle çalışıp emek veriyoruz. Bize
sövenler için iyilik diliyoruz. Zulmedilince
sabrediyoruz" (I. Korintoslular 4, 12).
Gerçekten de özellikle zulüm anlarında Rab’be
olan sevgimiz ve İsa’nın haçını taşımamız
sınanır. Yalnızca Kilise’nin yüzyıllar boyunca
karşılaştığı büyük zulümler değil aynı zamanda
hem Kilise dışında, hem Kilise içinde
karşılaştığımız günlük zulümler de buna
dahildir. İsa’nın kendisi örneği vermiştir:
"Kendisine sövüldüğü zaman sövgüyle karşılık
vermezdi. Elem çektiğinde kimseyi tehdit
etmez, ama davasını, adaletle yargılayan
Tanrı’ya bırakırdı" (I. Petrus 2,23).
4. SABRIN MEYVELERİ: KENDİNİ TESLİM, HUZUR VE NEŞE
Rab hiçbir sınamayı bizi sevgide olgunlaştırmak amacı dışında göndermez veya izin vermez. Para
her zaman bulanık bir şeydir: aynı banknotu hem iyi bir şey yapmak için, hem de kötü bir şey
yapmak için kullanabiliriz; ama ister bir insandan ister olaylardan geliyor olsun acının içinde her
zaman derin bir iyilik yönü vardır: bizi sevgide büyütür, bizde alçak gönüllülüğü, sabrı, gerçekten
bizden olan bir şeyler verme arzusunu uyandırır, bunu Rabbin çektiği acılarla kurtarmasına bağlar.
Başkaldırma, intikam, adaletsizlik karşısında duyulan öfke Ruhumuzun bulanmasına neden olurken,
aksine sabır ve sevgiyle dolu tahammül bize sınırsız bir neşe, huzur, kendimizi Tanrı’ya teslim etme
isteği iletir.
Kendini teslim etme yalnızca zayıf kişilerin basitliği, kötülüğe tepki göstermeye cesareti olmayan
veya tepki göstermek istemeyenlerin kendini bırakması değildir; her şeye rağmen hem yüreklerinde
hem de sonuç olarak karşısındakinin yüreğinde iyiliğin hüküm sürmesini isteyen kişinin cesur
erdemidir.
"Kötülüğün sizi yenmesine izin vermeyin, ama kötülüğü iyilikle yenin".
**********
Dünya Barışı için Dua
Rab, beni kendi barışın için, alet olarak kullan.
Nefret olan yerde, ben seveyim.
Hakaret edildiğinde, af edeyim.
Geçimsizliğin olduğu yerde, aracılık yapayım.
Yanılgı olan yerde, gerçeği söyleyeyim.
Şüphe olan yere, inanç getireyim.
Umutsuzluğun olduğu yerde, ümit vereyim.
Karanlığın hakim olduğu yerde,
sevgi ateşini yakayım.
Ruhsal acıların olduğu yere, sevinç getireyim.
Beni teselli etmemelerde, ben teselli edeyim.
Beni anlamamalarda, ben onları anlayayım.
Beni sevmemelerde, ben onları seveyim.
Çünkü, kim kendini verirse, karşılığını alır.
Kendini unutan, çok şeyler kazanır.
Başkasını affeden, affedilir
ve öldüğünde, sonsuz hayata kavuşur.
( Aziz Fransua )
KUTSAL KİTAP KAHRAMANLARI
“Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!"
“YEŞAYA”
Merhabalar Sevgili Çocuklar!!!!
Bu defa ki Kahramanımız Kutsal Kitapta çok önemli bir yere sahip olan YEŞEYA
peygamberden bahsedeceğiz. Çoğunluk onun adını duymuşsunuzdur. Yeşeya peygamber,
eski antlaşmada İsa Mesih’ten en çok bahseden kişidir. Onun hikâyesini, hayatını, neler
yaşadığını merak ediyor musunuz? eee hadi o zaman başlayalım!!!!!
Yeşeya peygamber İ.Ö. 8. Yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Yeşeya “Rab Kurtarır”
anlamına gelir. Yeşeya halkın içinde ileri gelenlerden yani önemli bir aileden gelirdi,
babasının ismi Amost’du. İki oğlu olmuştu. Yeşeya gençken bile Kral’ın önüne rahatça
çıkabiliyordu. Hatta Kral’ın Kâhiniyle bile yakınlığı vardı. Yeşeya Kudüs’te, çoğunlukla
sarayda yaşadı. Gençlik dönemlerinde peygamberliklerde bulundu. İlerleyen yaşlarında
ise peygamberliğinin yanı sıra Kral’ın danışmanlığını da yaptı. Yeşeya halkıyla ilgili
Rabden görümler alır, onlara ön bildirilerde bulunurdu. Rabden duyduklarını onlara
bildirirdi. Söylediği etkili sözlerle ve davranışlarıyla halkını doğruluğa ve adalete
çağırırdı. Onları uyarır, Tanrı’ya kulak vermekte gecikirlerse, felaketlerin yakalarını
bırakmayacağını anlatırdı. Bunlara örnek olarak birkaç ayete beraber bakalım.
Yeşeya 1,18-20 “Gelin, şimdi
davamızı görelim. Günahlarınız
sizi kana boyamış bile olsa kar
gibi ak pak olacaksınız. Elleriniz
kımız böceği gibi kızıl olsa da
yapağı gibi bembeyaz olacak.
İstekli olur söz dinlerseniz
ülkenin
en
iyi
ürünlerini
yiyeceksiniz.
Ama
direnip
başkaldırırsanız, kılıç sizi yiyip
bitirecek.
Bunu
söyleyen
Rab’dir”.
Duydunuz mu çocuklar! Rab, Yeşeya aracılığıyla halkını uyarmakta, onlara kurtuluş yolunu
göstermektedir. Ama ne yazık ki halk bunlara pek kulak asmadı çocuklar ve bunun
sonucu olarak da başlarına bir sürü kötülük geldi. Peki, siz söz dinliyor musunuz
çocuklar? Kilise de size Tanrı’nın sözünü iletenlerin, anne-babalarınızın sözlerini
uyguluyor musunuz? Eğer kötülüklerden uzak durmak istiyorsak Rabbin uyarılarını
dinlemeliyiz. Yeşeya Rabbi görme aracılığına sahip olan birisiydi. Kral Uzziya’nın öldüğü
yıl Yeşeya, Rabbi, gördü. Rab Yeşeya’yı halkına aracılık yapması için çağırdı. Yeşeya da
bu görevi büyük bir istekle kabul etti. Bundan sonra Yeşeya sürekli olarak Rabbin
söylediklerini İsrail halkına iletti.
Yeşeya, İsa Mesih’in gelişini de bildirdi. Yeşeya şöyle diyor: “İşte kız gebe kalıp bir oğul
doğuracak; adını İmmanuel koyacak.” (7,14) ve dokuzuncu bölümde der ki “Çünkü bize bir
çocuk doğacak, bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı
Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi
üzerinde egemenliğinin ve Esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle ve
doğrulukla kuracak ve sonsuza dek sürdürecek. Her şeye egemen Rabbin Gayret’i bunu
sağlayacak.” Evet, bu ayetlerde gördüğümüz gibi Yeşeya, Mesih’in gelişini çok önceden
bildirmiştir. Yalnız bildirmekle kalmayıp onun hakkında ayrıntılı bilgi de verir. İlk ayette
İsa Mesih’in nasıl dünyaya geleceğini ve isminin ne olacağını bildiriyor. Gerçekten İsa
Mesih bakire Meryem’den dünyaya geldi değil mi çocuklar? Sonraki ayetlerde de İsa
Mesih’in nasıl bir kimliğe sahip olacağını açıklıyor, onun niteliklerinden bahsediyor. Yine
Yeşeya 40: 10-11. ayetlerde İsa Mesih’in karakterinden bahsediyor; “İşte Egemen Rab
gücüyle geliyor, kudretiyle egemenlik sürecek, ücreti kendisiyle birlikte, ödülü
önündedir. Sürüsünü çoban gibi güdecek, kollarına alacak kuzuları, bağrında taşıyacak;
usul usul yol gösterecek emziklilere.” Yeşeya’nın bildirileri bunlarla da kalmadı ve İsa
Mesih’in çarmıhıyla ilgili de bildirilerde bulundu, açık bir şekilde yazmasa da onun acı
çekeceğini belirtti. Yeşeya 52: 13-14. “Bakın kulum başarılı olacak, üstün olacak, el
üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek. Birçokları onun karşısında dehşete düşüyor
biçimi, görünüşü öyle bozuldu ki, insana benzer yanı kalmadı.” Yeşeya 53:12 “Bundan
dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü
canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını O üzerine aldı,
başkaldıranlar içinde yalvardı.” Yeşeya peygamberle ilgili başka bir özellikte, Yeni
Antlaşmada Mezmurlar kitabından sonra en çok alıntı Yeşeya peygamberin kitabından
yapılmıştır.
Yeşeya hayatı boyunca birçok kez halkını uyardı, onlara başlarına gelecek felaketlerden
bahsetti. Tanrı’nın kurtuluşunu anlattı. Ancak ne var ki İsrail halkı, onun uyarılarını
önemsemedi. Çoğu kez düşmanlarla savaşmak, hastalıklarla mücadele etmek zorunda
kaldılar. İsa Mesih’in geleceğini önceden bilmelerine, O’nu beklemelerine rağmen, O
geldiğinde O’na inanmakta zorluk çektiler. Hala birçok İsrailli, İsa’ya inanmaz ve başka
bir Mesih bekleyip durur.
Evet çocuklar bizlerde Yeşeya’nın anlattıklarından ders alıp, Rabbin uyarılarına her
zaman açık olmalıyız. Eğer bir büyüğümüz Tanrı’yla ilgili bir bildiride bulunuyorsa onu
dikkatlice dinlemeliyiz. Yine Kutsal Kitabımızı okurken dikkat etmeli, Tanrı’nın
mesajlarını iyice anlamaya çalışmalıyız. Anlamakta zorlandığımız zaman Tanrı’dan yardım
isteyebiliriz, dua edip bize anlayış göstermesini isteyebiliriz. Tanrı bizi yanıtlayacaktır
ve anlayış verecektir. Kutsal Kitabınızı
düzenli okumak için zaman ayırmayı
unutmayın olur mu çocuklar?
Ve …. Yeşaya’nın dediği gibi
“Rabbin yolunu hazırlayın!”
GÖRÜŞMEK ÜZERE…
RAB SİZİNLE OLSUN…
Birinci yüzyıl Anadolu kiliseleri
Efes Kilisesi
İncil’de bahsi geçen bölümler:
Elçilerin İşleri 18-19, Efesliler mektubu, 1. ve 2. Timoteos mektupları ve Vahiy 2:1-7
250,000
nüfusuyla
Roma’dan
ve
İskenderiye’den sonra Efes birinci yüzyılın en
büyük şehirleri arasında yer alıyordu. Bugün
İstanbul Türkiye için ne ise, birinci yüzyıl Efesi
Anadolu için oydu. Anadolu’nun en çok vergi
alınan yeri ama aynı zamanda Anadolu’nun
kültürel, ekonomik, sosyal ve dini merkeziydi.
Dünya’nın yedi harikaları arasında yer alan
Artemis tapınağı burada bulunuyordu ve
Efes’teki tiyatro hala günümüzün en güzel antik
eserleri arasında yer almaktadır. Efes şehri
birçok İncil kahramanına ev sahipliği yapmış.
Havari Yuhanna, İsa’nın annesi Meryem ve
Luka buralardan geçmiş ve rivayetlere göre
burada gömülü bulunmaktalar.
Bu şehirde bulunan kilisenin kuruluş hikâyesi
şöyledir: M.S. 42 senesinde İmparator Claudius
Roma’dan Yahudileri kovan bir bildirge
yayınlar ve böylece Akvila ve Priskila adındaki
İsevi bir karı-koca Efes’e yerleşir. Efes’e
geldiklerinde Vaftizci Yahya’nın vaftizini vaaz
eden ama Kutsal Ruh’u almayan Apollos adında
birisiyle tanışırlar. Apollos iman eder ve
böylece Efes’teki Hristiyan cemaat kurulmuş
olur. Pavlus bu şehri ikinci ve üçüncü
yolculuğunda ziyaret eder ve birçok insan imana
gelir. Birçok kişi putperest geçmişlerinden
tövbe edip bugünün fiyatıyla on binlerce Türk
Lirası değerindeki büyü kitaplarını yakar.
Demetrius adındaki bir gümüşçü artık Artemis
tapınağının gümüş maketlerini satamadığı için
diğer gümüşçülerle beraber Pavlus’a karşı bir
ayaklanma başlatır. Protestocular tiyatroyu
doldurup iki saat boyunca, şehir meclisi
yetkilileri onları durdurana kadar, “Efesliler’in
Artemisi uludur!” diye bağırırlar (Elç. İş. 19,2341). Pavlus burada tam iki sene yaşar ve
“Tiranus” adıyla tanınan bir oditoryumda
ilahiyat dersleri verir. Zamanla Pavlus’un
öğrencisi Timoteos, Efes Kilisesinin genç
önderi olarak atanır. Efes’teki kilise çok tebliğci
bir kilisedir ve yöredeki birçok kilise onların
sayesinde kurulur. Mesela Epafras adındaki
kardeş Kolose, Hierapolis ve büyük ihtimalle
Laodikya kilise topluluklarını kurmuştur (Kol
1,7). Pavlus’un Tiranus okulundaki ilahiyat
göreviyle birlikte Efes’teki imanlılar derin bir
Kutsal Kitap ve ilahiyat bilgisine de sahip
olmuşlardır. Nitekim Pavlus’un MS. 62
senesinde
Roma’daki
hapishanesinden
Efeslilere yazdığı mektup bunu teyit etmektedir.
Fakat zamanla bu topluluğun ilk iman sevgisi
soğumaya başlar ve neticesinde Yuhanna’nın
aracılığıyla Efes kilisesine bir mesaj gönderilir.
Kiliseye yazılan mektupta sapkın öğretişlere
karşı sağlam duruşları takdir görür fakat aynı
zamanda bir uyarı verilir: “Ne var ki, bir konuda
sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden
uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü
anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını
sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini
yerinden kaldırırım.” Kandil kilisenin hizmetini
simgelemektedir. Tövbe eden ve sadık kalan
imanlılara son bir vaat veriliyor: “Tanrı’nın
cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme
hakkını vereceğim.” Yaşam ağacının meyvesi
bilgelik ve ebedi yaşamın simgesidir.
Dolayısıyla mektubun mesajı şudur: asıl bilgelik
ve ebedi yaşam sapkın öğretişleri yenmekten
ziyade Tanrı’nın uyarısını dikkate alıp ilk
sevgiye dönmekten geçer. Böyle davranacak
olanlar, asıl olan ruhsal ve manevi bilgeliği ve
de ebedi hayatı tatmış olacaklar.
(Kaynak: www.inciltarihi.com - KK Arkeolojisi)
“Rab'bin uğruna tutuklu olan ben, aldığınız çağrıya
yaraşır biçimde yaşamanızı rica ederim. Her zaman
alçakgönüllü, yumuşak huylu ve sabırlı olun.
Birbirinize sevgiyle, hoşgörüyle davranın. Ruh'un
birliğini esenlik bağıyla korumaya gayret edin.”
(Efesliler 4,1-3)
8 Eylül – Meryem Ana’nın Doğumu Üstüne Vaaz
Kucağınızın meyvesi ile tanınmışsınız, Rabbin
bir kez dediği gibi: "Onları meyvelerinden
tanıyacaksınız.
İsa’nın Bakire Annesi’nin Anna’ dan doğması
gerektiğinden doğa, lütuftan önce tohuma
öncelik vermeyi göze alamadı; fakat lütuf
meyvesini
oluşturabilmesi
için,
kendi
meyvesinden yoksun kaldı. Nitekim her
yaratığın ilk doğanı olan ve "her şeyin
varlığını sürdürenin" (Kol.1, 17) doğacağı o
ilk doğan ananın ilk önce dünyaya gelmesi
gerekmekteydi. Ey Yoakim ve Anna, mutlu
ikili! Her yaratık size borçludur. Çünkü sizin
için yaratık Yaratana en beğenilen armağanı,
yani Yaratana tek yaraşır arı anneyi, sundu.
Mutlu ol, Anna "kısır, sen ki, doğurmadın;
terennüme koyul ve yüksek sesle çağır, sen ki,
doğurma acısı çekmedin" (Yeşaya 54). Çok
sevin, ey Yoakim, çünkü kızından bizler için
bir çocuk doğdu, bizlere bir oğul verildi ve adı
Melek olacaktır. Tüm dünya için yüce öneri ve
kurtuluş, güçlü Allah (Yeşaya 9,6). Bu çocuk
Allah’tır.
Ey Yoakim ve Anna, gerçekten lekesiz, kutsal
ikili! Kucağınızın meyvesi ile tanınmışsınız,
Rabbin bir kez dediği gibi: "Onları
meyvelerinden tanıyacaksınız" (Matta 7, 18).
Siz yaşantınızı Allah’ın uygun gördüğü ve
sizden doğana layık şekilde yürüttünüz.
Nitekim arı ve kutsal beraberliğinizde
doğumdan önce, doğumda ve doğumdan sonra
bakire olan o bakirelik incisine hayat verdiniz.
O ki, derim ben, tek olarak aklının ve ruhun ve
bedenin bakireliğini daima korumalıydı.
Ey Yoakim ve Anna, en arı ikili! Siz, doğal
yasanın koyduğu iffeti koruyarak, tanrısal
erdemin sayesinde, doğayı aşanı elde ettiniz.
Dünyaya, Allah’ın erkek tanımamış olan
annesini verdiniz. Siz insan doğasında inançlı
ve kutsal bir yaşam sürmekle, meleklerden
daha yüce ve şimdi de meleklerin kraliçesi
olan bir kızı dünyaya getirdiniz.
Ey, çok güzel ve çok tatlı bakire! Ey, Adem’in
kızı ve Allah’ın Annesi. Sana yaşamı veren
gönül mutlu olsun! Sana sarılan kollar ve
tümden bekâretini koruman için, seni iffetle
öpen annenin ve babanın dudakları mutlu
olsun! "Ey bütün dünya, Rabbe meserretle
nida edin. Birden nida edip, meserretle
terennüm edin ve hamdedin" (Mezmur 97,4).
Sesinizi yükseltin, bağırın, korkmayın.
Şam’lı Aziz Yuhanna (675-749)
İncil’deki kadınlar
KİŞİSEL İMANIN ÖNEMİ
"İsa’ya
eşlik
eden
sadık
kadınlardan", üçünde iman daha
kişisel olarak belirmektedir.
Bunlar; kanaması olan kadın –
Kenan’lı kadın – Luka’daki
günahkâr kadındır. Üçünün de
benzer tarafları vardır:
1- Kan kaybeden Kadın (Matta 9,18-22)
Bu anlatı her üç İncil’de de, bazı farklarla yer alıyor.
Matta’nın anlatısı çok özlüdür. İki simgeyi karşı karşıya
getiriyor: Havra yöneticisi ve hasta kadın, töreyi ve töre
dışılığı. Kadının kendini dinletmesine olanak yoktur. İsa
meşguldür, Ferisilerle ve Yahya’nın şakirtleriyle
tartışmaktadır. O sırada bir havra yöneticisi O’na geliyor ve
ondan evine gelmesini istiyor: kızı biraz önce ölmüş. İsa
- İsa’yı ancak söylentilerden
onu izliyor. Kadın bu sırada ortaya çıkıyor. Çevresini büyük
tanıyorlar. Onunla özel ilişkileri,
bir kalabalığın sardığı İsa’nın dikkatini nasıl çekebilir?
dostlukları yoktur.
(Markos ve Luka’da). Her şey ona engel oluyor ve her
- Ona bağlanmıyorlar, ona eşlik
şeyden çok bu rakip. Zavallı adam biraz önce kızını kaybetti
etmeyi düşünmüyorlar.
ve herkesin önünde İsa’dan açıkça yardım istiyor. Bir
- Bu karşılaşma bitince ortadan
mucize yapılacaksa kuşkusuz onun hakkıdır.
kayboluyorlar.
Ya o? Aceleyle o adamın evine gitmekte olan İsa’yı
- Bilinmeyen kadınlardır; adları
yolda durduramaz. Zaten kendisi bir kadındır ve murdardır.
hiçbir yerde geçmiyor.
Aybaşı olan bir kadın kirli sayılırdı ve yedi gün boyunca
Ona özel bir nedenle geliyorlar.
dışlanırdı (Çölde Sayım 15, 19-32). O, on iki yıldır kan
Hepsinin bir yarası, imanlarının
kaybediyor! Tek başınadır. Ayrıca olanaksız bir şey istiyor:
kaynağında bir sıkıntı vardır. Bir
O murdardır ve İsa ona dokunursa O da murdar olacaktır.
iyileştirici arıyorlar. Oysa İsa
Hastalığının cinsi de onun İsa’dan alenen yardım etmesini
hiçbir zaman imanlarını ilkel bir
engelliyor. Halka karışması yasaktır. Töre dışı hareket
inanışa
indirgemiyor.
Bu
etmesini seçer. İyileşmeyi kendi kendisine gerçekleştirecek,
kadınların duası hayranlığını
kimse, İsa bile bunun farkına varmayacak.
uyandırıyor. Her üçü için veda
İsa’nın kendisine dokunmuyor, sadece giysisinin
sözleri aynıdır: Esenlikle git.
eteğindeki püsküllerine dokunuyor (Çölde Sayım 15,38).
İmanın seni kurtardı. Demek ki
İsa’yı murdar kılacak bir temastan kaçınıyor. Havra
İsa onlarda örnek olacak bir iman
yöneticisiyle bu kadının istekleri farklılaşıyor: kadın hiçbir
görüyor. Oysa duaları kabul
şey istemedi. İmanı kat kat üstündür: değersiz bir temastan
görmeden önce üçünün de
iyileşmeyi bekliyor.
sınanması, ek bir acı duymaları
"Cesur ol, kızım!" Artık cesarete gereksinimi
gerekecek. Özgün saf görüşlerini
olmadığı bu durumda niye bu sözler? Grekçe "tharsei"
paklanmış bir iman davranışına
sözcüğünün "cesaret" olarak çevrilmesi yanlıştır. Daha
dönüştüren,
karşılaştıkları
doğrusu "İçin rahat olsun!" ya da "Güvenli ol" denmesi
güçlüktür.
daha uygun olurdu. İsa: "Benden başka kimse seni görmedi.
Korkma, hiçbir şey söylemeyeceğim" der gibidir.
"Kızım" : tüm İncil’de bu deyim yanız burada kullanılıyor. Şaşırtıcıdır: kadın ondan yaşlı
olsa gerek. Niye bu deyim? Belki, bunca yıldan beri insan toplumundan dışlanmış bu kadın, şimdi
büyük topluluğa, yani sadece insanlar topluluğuna değil, inananların topluluğuna da dahil edildiği
için.
"İmanın seni kurtardı!" iyileşmiş olmasının Mesih’in eylemi değil kendi imanının meyvesi
olduğunu öğreniyor. Sessizliğe ve sadece hafif bir dokunuşa inandı: Sonsuzluğun gücünü içeren çok
küçük şeyler! Bu nedenle havra yöneticisinden önce kabul görüyor.
Şimdi aynı olayın anlatısını Markos’ta (5, 21-34) ve Luka’da (8,40-48) okursak, bakış
açısının tersine döndüğünü görürüz: hava sertleşiyor, hem kadın, hem İsa hem Yair, hem de kalabalık
için sıkıcı oluyor. İsa tutuklu gibidir. Her tarafta "sıkışmış" gibidir. Kan kaybeden kadına gelince o
da bedence ve varlıkça yıkılmıştır. Hatta durumu daha kötüye gidiyor. Denemesi iman içeriyor: İsa
herhangi bir doktor değildir. Markos ve Luka’da iyileştirme anında gerçekleşiyor. Kadın giysisinin
püsküllerine dokunduğuna İsa ona hâkim olamıyor. Kadın iyileştiğini bedeninde hissediyor, İsa ise
kendisinden bir gücün akıp gittiğini hissediyor; haksızlığa uğramış gibidir. Kadın onu istediği gibi
kullandı. İsa’nın Mesih kişiliğini aşırmış gibidir. Oysa Matta’da iyileşmesi daha sonra, İsa
konuştuktan sonra gerçekleşiyor. Markos ve Luka’da şakirtler alay ediyor: "Sana kimin dokunduğunu
mu soruyorsun?" Markos olaya kadının gözüyle bakıyor, onun ruh durumunu anlatıyor. Luka ise,
dışardan bakıyor; kadının imanı hakkında hiçbir şey sezdirmiyor. Kadın kendisinin açığa
vurulduğunu görüyor. İsa önce sert görünüyor. Sonra birdenbire değişiyor: imanın seni kurtardı,
diyor. Kadının inancını övmekle yanılmıyor. Kan kaybeden kadın, sefaletin ve ateşliliğin
bileşkesidir: imanın simgesi.
2. Kenan’lı Kadın (Mat 15, 21-28) ve (Mar.7, 24-30)
Kan kaybeden ağzı sıkı kadının tersine
Kenanlı kadın şamatacıdır. Kenanlıdır, yani çok
tanrılı, puta tapar, soyu nedeniyle saygınlığı yitirmiş
biridir. Kimse İsa’ya öyle gırtlaktan çıkan bir sesle
yalvarmamıştı. Matta’nın kullandığı "kraugazein"
sözcüğü Kutsal Kitapta nadir kullanmıştır. Mesela
başrahiplerin ve koruyucuların "Çarmıha çakılsın"
haykırışları için kullanıldı. Bu deyim köpek
havlamalarını andırıyor ve bunda şaşılacak bir şey
yoktur, çünkü Yahudiler Kenanlılar hakkında
"köpekler" diyordu.
Demek ki İsa ve şakirtlerinin grubunu izleyen bu kadın bir hayvan gibi: "Bana acı !" diye
bağırıyor. Acısını paylaşmak istiyor ve İsa’ya seslenmek için Yahudi olan: "Davut’un
Oğlu" ibaresini kullanıyor. Gerekirse ilahlarını inkâr etmeye hazırdır. İsa cevap vermiyor. Susuyor.
Duymamış gibi yapıyor. Fakat kadın daha yüksek sesle bağırıyor. Öyle ki şakirtler araya giriyor: "Sal
şunu, gitsin". Bir köpek salınır gibi. Gitsin ve biz rahat edelim.
Niye rahatsızlar? "Arkamızdan bağırıp duruyor." Burada kullanılan Grekçe fiil değişiktir
"Krazein" doğuran kadının bağrışıdır. İsa’nın Çilesinin sonundaki bağrışıdır. Nihayet İsa konuşuyor.
Fakat şakirtlerine sesleniyor: Sadece İsrail’in çocukları için geldi. "Ben yalnız İsrail halkının
kaybolmuş koyunları için geldim". Milliyetçi bir sözdür. Sözün kısası Allah Yahudi’dir! O zaman
kadın ayaklarına kapılıyor. Sadece dua etmiyor, tapınıyor. Fakat burada da Grekçede bir sözcük
oyunu vardır. Tam anlamıyla çevrilse "yatmış köpek gibi kapanmak" denmesi gerekirdi. Metinin
okunuşta iki anlamı vardır. Dinsel anlam: İsa’nın Mesih’liğinin algılanışı ve din dışı anlam: ölüme
terk edilmiş bir hayvanın yalvarışı.
İstek küçülüyor: bana yardım et. Bana acımanı istemiyorum, sadece bana yardım et. Fakat
İsa oralı değil. Reddinin nedenini de açıklıyor: "Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru
olmaz." Kadın "köpek" olmaya devam ediyor; oysa "koyun" olan Yahudiler "çocuk" oluyor,
İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un soyundan çocuklar. Bu söz çok serttir.
Kadın hâlâ direniyor. Bu adamın acımasına inanmıştı. Karşısında bir yobaz buluyor. Buna
rağmen İsa’nın acımasızlığı cesaretini yitirmiyor. İsa’da, İsa’ya rağmen Mesih’i görüyor. Gözlerini
açan bir mucize değil, engeldir. Onun ısrarı İsa için imanının kanıtıdır. İsa’nın suyuna gidiyor:
İsa’nın tüm dediklerini kabul ediyor. Evet, çocukların ekmeği alınmaz; fakat efendilerinin
sofrasından düşen ekmek kırıntıları küçük köpeklere yetiyor. Çocuk efendi oldu. En büyük
saygınlığın yönünde bir gelişmedir. İsa’nın birbirinden ayırdıklarını, Efendileri ve küçük köpekleri
kadın yaklaştırıyor. O da söz oyunlarından anlıyor... kurion (efendi) ve kunarion (küçük köpek)
arasındaki ses benzerliği aynı damın altında oturanların arasındaki yakınlığını ifade ediyor. İsa’nın,
İsrail’le çok tanrılı halklar arasına çektiği set yıkılıyor. Ev, birliğin ve malla sözlerin kolay dolaşımın
simgesidir.
"Ey kadın, imanın büyük".
İncil’de eşi olmayan bir yüz
seksen
derecelik
dönüş.
İsa’nın söylediğinin tersini
yaptığı biricik durumdur.
Kadının bu iradesi karşısında
baş eğiyor ve reddinden
vazgeçiyor. Tüm engellerden
yengin çıkan hayran olunacak
bir kadın direnişi: putperestliğinden, şakirtlerin sabırsızlığından ve her şeyden daha
acı İsa’nın anlamayışından ve
reddinden galip geldi.
Gizlilikten hoşlanan Markos
kadını o denli yüksek sesle
bağırtmıyor. Olay bir evde
cereyan ediyor. Kadın SuriyeFinike ırkındandır. Suriye
Finikesi bir Roma eyaleti
olduğu için bu isim Markos’un
okuyucularına yabancı gelmiyor. Putperestlikten gelen okuyucularına
Kenan
adı
anlaşılmaz olurdu. Tersine bir
putperest kadın onları birinci
derecede ilgilendiriyor. İsa’nın
ayaklarına kapanıyor. Normal
bir yalvarma şekli. İsa onu sert
bir şekilde reddetmiyor. Önce
çekinceliğini açıklıyor. Putperestlerin sırası sonradan
gelecek. "Bırak önce çocuklar
doysun. Suriye-Finikeli kadın
bunu olağan karşılıyor. Fakat
birden
"tekna"
(soydan
çocukları yani İsrail) sözcüğü
yerine "pedia" (yaşça çocuklar, yani herkes) sözcüğünü
kullanıyor. Soy zinciri yok
ediliyor. Yeni sözcük birbirleriyle oynayan ve birbirlerini
seven çocukları ve yavru
köpekleri yaklaştırıyor. Bir
sözcüğün
değiştirilmesi
Mesih’in milliyetçi sözlerine
evrensel bir kapsam kazandırıyor: gerçi birileri ekmeği,
diğerleri kırıntılarını yiyecek,
fakat bir çocuk sofrasının
birliğinde. Burada İsa kadının
direnişi ve ısrarından çok
cevabın kurnazlığına hayran
kalmıştır.
3. Luka’nın günahkâr kadını
(7, 36-50)
Tüm İncil yazarları yağ sürme
olaylarını anlattı, ancak Luka
diğer
üçünden
ayrılıyor.
Burada her şey farklıdır:
ortam, durumlar, kişiler, niyet,
ruh. Luka’nın anlatısı "İncil’deki kadınlar” incelememizin dört bölümünü eşit
oranlarda düzenliyor: zinada
yakalanan kadında olduğu gibi
günhkâr kadın sessiz kaldığı
bir tartışmanın merkezindedir.
Hizmette bağlılık: günahkâr
kadın ev sahibinin yerine
geçiyor ve onun yerine misafir
perverlik görevlerini yerine
getiriyor.
İmanın duası: Bu kadın
yalvarıyor ve İsa onun
istediğini yapıyor ve kan
kaybeden kadınla Kenan’lı
kadın için kullandığı aynı
sözlerle ona veda ediyor.
Anlatı daha sonra, özellikle
Beytanya yağ sürmesinde
göreceğimiz iman beyanlarının habercisidir. Onun
hareketi
çileyi
önceden
bildiriyor ve tapınıyor: tüm
beşeri isteklerin ötesinde bir
litürji ve bir peygambersel
beyanın yoğunluğunu içeriyor.
Bu dört seviye büyük bir
ustalıkla birbiriyle karışıyor.
"Ferisilerden
biri
İsa’yı
yemeğe çağırdı." Bu Ferisi
kimdir? İsa’yı davet etmekteki
amacı neydi? Ona göre İsa
kimdir? Rablerin arasındaki
sonsuz tartışmaların biriyle
karşılaşmamız beklenebilirdi.
Ferisi İsa’yı onu gözetmek ve
hatalarını yakalamak için
davet etmemiş miydi?
Kadının içeri dalışı yemeğin
düzenini altüst ediyor. Fakat
bir açınlamaya ve sorularımızdan ikisinin yanıtlanmasına neden olacak: Ferisi
kimdir? ve İsa kimdir? Kadın
girişini sevgisinin anlaşılmaz
bir gösterişiyle yapar. Ferisi
şaşırıyor, fakat edepsizce
saydığı
hareketler
yapan
kadını kovmuyor. Ne var ki
günahkâr
kadın
onu
ilgilendirmiyor.
Gözettiği
İsa’dır ve O’nun hatalı bir
hareketini yakalamak istiyor.
Günahkâr kadın ona bu fırsatı
veriyor. Çünkü İsa rezaleti
görmez görünüyor. "Bu adam
peygamber olsaydı kendisine
dokunan bu kadının kim ve ne
tür bir kadın olduğunu,
günahkâr
biri
olduğunu
anlardı." Hem de gerçekten
kördür. Kim olursa olsun bir
fahişe olduğunun farkına
varırdı: çözülmüş saçları,
zamansız girişi, hareketlerinin
küstahlığı...
Oysa
İsa
peygamberlik yapıyor. Ferisi’
nin aklındakilerini seziyor.
Hatta peygamberin ötesinde
biridir. Yemeğin sonunda
bulunanlar : "Kim bu adam?
Günahları bile bağışlıyor" diye
soruyorlar.
Fakat
kadına
bakalım. Gözyaşlarıyla İsa’nın
ayaklarını ıslatıyor, kokuyu
ayaklarına boşaltıyor, ayaklarını da duruluyor: sefaletini
bu şekilde ifade ediyor. Dört
safhada liyakatsizliğini belirtiyor:
Gözyaşları, günahın onda
yarattığı acıyı ifade eder;
Onları silen saçlar, acıyı,
günahı pakladığında bağışlanmayı ifade eder;
Öpücükler, yaşama yeni bağı
ifade eder;
Güzel koku çürümezlik ve
özdeksizlik
kavramlarını
içerir.
Sefaletinden çıkarılmış, paklanmayı elde etti ve Allah’ın samimiyetine girdi. Yakarmadan
kabule yükseliyor. Fakat bir şey daha yapıyor: İsa’ya peygamberlik düzeyinde tanıklık ediyor.
Ölümünü ve dirilişini anlatıyor: gözyaşlarıyla yası silen ve kefen gibi saran saçlarla bedenin
yıkanması, koku sürmesiyle cenaze merasimini.
Bu kadın ne yaptı? Yalvardı mı? Kutladı mı? Bağışlanma, gösterdiği sevginin nedeni
midir? Yoksa neticesi midir? Bağışlandığı için Allah’a hamt ediyor, bağışlanması için değil: "Çok
olan günahları bağışlanmıştır. Çok sevgi göstermesinin nedeni budur." Acaba İsa bağışlanmayı
tespit etmekle mi yetiniyor? Daha önemli olan iki davranış arasındaki aykırılıktır: armağanın
bolluğunda İsa’nın davranışı ve yargılayan ve mahkûm eden Ferisinin davranışı. Ferisi bir rakibi
davet etti ve onu gözetliyor, oysa günahkâr kadın İsa’da insanlığı günahından kurtarmaya gelenini
görüyor. Sevgi, günah, bağışlama: bir üçgenin üç köşesini oluşturan üç gerçeklik gibidir.
4. Zebedi oğullarının annesi (Matta 20, 20-23)
Diğer üç kadın gibi o da geliyor, İsa’nın ayaklarına kapanıyor ve İsa hizmete hazırdır: "Ne
istiyorsun?" Ancak burada mekanizma tıkanıklık yapıyor. İstediğini alamayacak. Hata nerede? İman
tanıklığından çıkmış olmasındadır. Davranışı kesinlikle tapınmayı ifade etmiyor. Birincisi oğullarıyla
birlikte geldi. Niye onlar kendileri dilemiyorlar? Ve İsa, annelerine değil onlara cevap veriyor. Sonra
bu anne, diğer kadınlar gibi, bir felaketin neticesinde gelmedi. Onun istediği bir ayrıcalıktır, oğulları
için yüksek mevkiler. Son olarak çocuklarının geleceği ve İsa’nın kimliği hakkında yanılıyor. Onda,
Allah’ın Oğlu sıfatıyla bağdaşmayan sözü geçen bir insan görüyor. İsa istediğini yerine getiremez.
Bu konuda İsa ancak sıkıntı verebilir.
RABBİN UMUTLA DOLU CEVAPLARI
SEN DİYORSUN Kİ
ALLAH ALLAH ŞÖYLE DER
KUTSAL KİTAP
İmkânsız
Her şey mümkündür
Luka 18:27
Çok yoruldum
Sana rahat(huzur) veririm
Matta 11:28-30
Hiç kimse gerçekten beni sevmiyor
Ben seni seviyorum
Yuhanna 3:16
Dayanamıyorum yapamayacağım
Lütfum sana yeter
II. Korintlilere12:9
Sorunların üstesinden gelemiyorum
Yolunu düze çıkarırım
Sül.Özdeyişleri 3:5-6
Yapamam
Her şeyi yapabilirsin
Filipililere 4:13
Gücüm yetmez. Beceremiyorum.
Gücüm her şeye yeter
II. Korintlilere 9:8
Değmez
Ona değecek
Romalılara 8:28
Kendimi affedemiyorum
Seni affederim
I. Yuhanna 1:9
İdare edemiyorum
Tüm ihtiyaçlarını ben karşılarım
Filipililere 4:19
Korkuyorum
Ben sana korkaklık ruhu vermedim
II Timoteus1:7
Hep ümitsiz ve endişeliyim
Tüm kaygılarınızı bana yükleyin
I. Petrus 5:7
Yeterince akıllı değilim
Sana bilgelik verdim
I. Korintlilere 1:30
Kendimi yalnız hissediyorum
Seni asla terk etmeyeceğim ve
yüzüstü bırakmayacağım
İbranilere 13:5
Gençler için Dini Muhabbetler
NE İÇİN İNANABİLİRİZ?
* Bu soruya cevap vermek
için
her
şeyden
önce
kendimize başka bir soru
sormalıyız: “Neden yeryüzündeyiz?”
Tanrı’yı tanımak ve sevmek,
o’nun isteğine göre iyi olanı
yapmak
ve
zamanı
geldiğinde cennete erişmek
için yeryüzündeyiz.
İnsan
olmak;
Tanrı’dan
gelmek ve Tanrı’ya dönmek
demektir. Ebeveynlerimizden
çok
daha
öncesinden
gelmekteyiz. Cennetin ve
yeryüzünün bütün mutluluğunun yuvası olan Tanrı’dan
geliyoruz ve o’nun ebedi ve
sınırsız mübarekliğine bekleniyoruz. Bu aradaki süreçte
ise bu dünyada yaşıyoruz.
Bazen Yaradan’ın yakınlığını
hissederiz, sık sık da hiçbir
şey hissetmeyiz. İşte yeniden
Yaradan’a, yani yuvamıza
giden yolu bulabilmemiz için
Tanrı
bizleri
günahtan
kurtaran, her kötülükten özgür
kılan ve şaşmaz bir şekilde
gerçek yaşama yönlendiren
Oğlu’nu bizlere gönderdi. O, “
Yol, Gerçek ve Yaşam’dır”
(Yu 14,6).
* Acaba kendimize
hiç
sorduk mu “Tanrı bizleri
neden yarattı?”
Tanrı bizleri özgür ve
cömert sevgisiyle yarattı.
İnsan sevdiği zaman yüreği
coşkundur. Sevincini başkalarıyla paylaşmak ister. Bu

özelliği Yaradan’dan almıştır.
Tanrı bir gizem olduğu halde
biz insani olarak O’nun
hakkında
düşünüp
şöyle
diyebiliriz; “Coşkun” sevgisinden bizleri yarattı. Sonsuz
sevincini, sevgisinin yarattıkları olan bizlerle paylaşmak
istedi.
Neden Tanrı’yı arıyoruz?
Tanrı yüreklerimize O’nu aramak ve bulmak arzusunu koydu. Aziz
Augustinus şöyle diyor; “Bizleri Kendin için yarattın, yüreğimiz
Sende dinlenmeden huzura kavuşmayacaktır.” Tanrı’ya yönelik bu
arzuya DİN diyoruz.
Bir insanın Tanrı’yı araması normaldir. Gerçeğe ve sevince yönelik
çabası sonuçta onu tamamen taşıyan, tamamen mutlu eden ve
tamamen hizmetine alana yönelik bir anlayıştır. İnsan, ancak
Tanrı’yı bulduğu zaman tam anlamıyla kendinde olur. “Gerçeği
arayan kişi, farkında olsa da olmasa da Tanrı’yı aramaktadır” (Azize
Edith Stein).
Tanrı’nın varlığını aklımızla anlayabilir miyiz?
Evet. İnsan aklı Tanrı’yı kesinlikle tanıyabilir.
Dünya kökenine ve hedefine kendi içinde sahip olamaz. Var olan her
şey, insanın gördüğünden daha fazlasıdır. Dünyanın düzeni, güzelliği
ve gelişimi kendinden öteye, Tanrı’ya işaret etmektedir. Her insan
gerçek, iyi ve güzel olana açıktır. İçinde, kendisini iyiye yönelik
olarak iten ve kötüden uyaran vicdanının sesini duymaktadır. Kim bu
yolda makul şekilde ilerlerse Tanrı’yı bulur.
Mantıklarıyla O’nu tanıyabilecekleri halde insanlar Tanrı’yı
neden inkâr ediyorlar?
Gözle görülmeyen Tanrı’yı tanımak ve kabullenmek insan ruhu için
büyük ve zor bir olgudur. Çoğu insan bundan çekinir. Bazıları ise
Tanrı’yı kabul etmek istemezler, çünkü O’nu kabul ettikleri zaman
yaşamlarını değiştirmek zorunda olduklarını bilirler. Kim Tanrı
konusunun anlamsız, çünkü çözülemez bir soru olduğunu söylüyorsa
kolaya kaçıyor demektir.
İnsan Tanrı’yı Kavramlar ve terimlerle anlatabilir mi? Mantıklı
bir şekilde O’ndan bahsedebilir mi?
Biz insanlar sınırlı olduğumuz ve Tanrı’nın sonsuz büyüklüğü asla
kısıtlı insani kavramlara sığmayacağı halde, yine de doğru bir
şekilde Tanrı hakkında konuşabiliriz.
Tanrı hakkında bir şeyler söyleyebilmek için mükemmel olmayan
tasvirler ve sınırlı düşünceleri kullanırız. Tanrı hakkında her söz,
dilimizin Tanrının büyüklüğünü anlatmaya yetkin olamayacağı
koşuluna tabidir. Bu nedenle Tanrı hakkındaki konuşmamızı hep
daha da arıtmalı ve iyileştirmeliyiz.
Papa Franciscus'tan Katolik Dünyasına
Suriyeli Sığınmacılar İçin Çağrı
6 Eylül Pazar günü Aziz Petrus Meydanı'nda
halka seslenen Papa, "Ülkelerindeki savaş ve
açlıktan kaçan, yaşama umuduyla yollara düşen
on binlerce sığınmacının trajedisi karşısında
İncil, çaresizlere, terk edilenlere komşuluk
etmemizi
ve
onlara
umut
vermemizi
öğütler" dedi.
Suriyelilere
"Cesur olun
ve
ülkenizde
kalın" demenin yeterli olmadığını belirten
Papa, "Vatikan'dan başlayarak Avrupa'daki her
bir dini topluluk, her bir manastır, her bir
ibadethane, sığınmacı bir aileye kapılarını Aziz Petrus’un halifesi ve Katolik
açabilir" diye konuştu.
aleminin
ruhani
lideri
Papa
"Geldiğiniz topraklarda kan akıtan çalışmaların Franciscus, tüm Hristiyanlara ve
durması, insanları vatanlarını terk etmek özellikle Avrupa'daki Katoliklere,
zorunda bırakan nedenlere müdahale edilmesi ve Episkoposlara,
papazlara
ve
bu kişilerin topraklarında kalmaları ya da geri manastırlara, ülkelerindeki savaş
dönmeleri
için
koşulların
iyileştirilmesi ve yokluktan kaçmaya çalışan Iraklı
amacıyla
uluslararası
camianın
ilgisini ve Suriyeli sığınmacılara kapılarını
yöneltmesi için bir çağrıda bulunuyorum. açma çağrısında bulundu.
Cömertlik ve liyakat ile adalet ve sulh için
çalışan herkesi teşvik ediyor ve cesaretlerinin kırılmamasını diliyorum. Vatandaşlarının
büyük kısmının barış istediği, hatta bazen bu isteği dile getirmek için gücü ve sesi bile
kalmayan halkların siyasi liderlerine sesleniyorum.
"VATİKAN'DAKİ KİLİSELER DE İKİ MÜLTECİ AİLEYE AÇILACAK"
Papa, "Avrupalı episkopos kardeşlerimin, gerçek pastörlerin, bağlı oldukları episkoposluklarını bu
çağrımı desteklemeye çağırıyorum ve bunu, Merhamet'in, “Tanrı’nın” ikinci adı olduğunu
hatırlayarak yapalım" açıklamasını yaptı ve tüm Vatikan’daki kiliselerin de iki mülteci aileyi misafir
etmelerini istedi.
"MÜLTECİLERE
KAPILARI KAPATMAK
BİZİM GÜNAHIMIZDIR!"
Mültecilere kapıların kapatılmasını da
eleştiren Papa, "Biz genellikle kendi
içimize kapanmış ve bükülmüşüz, burada
ulaşılamaz ve misafirperver olmayan adalar
oluşturuyoruz. En temel insan ilişkilerinde
bile, karşılıklı açılma konusunda bile
kapasitesizlik ortaya konuyor. Çiftler
kapalı, aile kapalı, grup kapalı, kilise kapalı,
ülke kapalı, bu Tanrı değildir, bu bizim
günahımızdır" diye konuştu.
Ya biz, Aziz Corç Kilise Cemaati olarak
Papa’nın teklifine nasıl cevap verebiliriz?
Download