bu sayıda

advertisement
BU SAYIDA
Osman OKTAY
9 EYLÜL'den Bu Yana
Zaferlere Susamıştık
Bizler savaş görmemiş, zaferlerin
içinde yaşamamış bir nesjliz. Bir düş
manın yakasından tutarak yere vur­
manın, alnından kurşunlamanın lez­
zetine erememişiz. Türk'ün bugüne
dek en son savaşı olan İstiklâl Sa­
vaşını görmemiz bile kısmet olmadı.
Bir kısmımızın
babası o savaşta
cephenin içindeydi, bir kısmımızın
babası da o sıralarda çocukluk yıl­
larını yaşıyor, babalarının düşma­
na karşı galip gelmeleri için dua edi
yordu.
Elli kusur yıl öncesi Anadolu düş­
man çizmeleri altında çiğneniyor;
ninelerimiz, kızlarımız, kızanlarımız
ve bütün varlığımız en ağır haka­
retlere uğruyordu. «Haçlı Ruhu» ga­
zaba gelmiş, Türk Ruhu'nu sindir­
meye, yok etmeye çalışıyordu. Ama
bir silkiniş, bir titreyişle, «Titreyip
kendine dönüşle» o günleri üzerimiz­
den atmasını bilmişiz. Anadolu'daki
en son düşman kalıntısı Yunan pa­
likaryalarını 9 Eylül 1922'de İzmir'­
de denize dökmüşüz. «Bir daha ba­
şımıza belâ olmasını diye.
Şimdi 1922'lerden 1970'lere, 74'lere
gelmişiz. Geçen yıllar Yunan'la bizi
birbirimize yaklaştıramamış; hiçbir
zaman dost ve hele hele «Kardeş»
2
.yapamamış. 9 Eylül 1922'de İzmir'­
de denize döktüğümüz Yunan pali­
karyaları 52 yıl sonra yine 9 Ey­
lül'e yakın bir zamanda Akdeniz'de
su yüzüne çıktılar. Yâni onlar bi­
zim alın yazımız.. İstesek de söküp
atamayız; atsak da, elli yıl sonra,
yüz yıl sonra bir yerde karşımıza
çıkarlar. Bize antrenman vermek,
bize savaşçılığımızı unutturmamak,
askerimizi daha başka tehlikeler için hazır bulundurmak ve milletimi­
zin kaynaşmasına yardımcı olmak
için. Allah nasıl Türk'ü azgın, boz­
guncu milletleri hizaya sokmak için
yaratmışsa, Yunan'ı da Türk'ün tat­
bikat çalışmalarına yardımcı olma­
sı için yaratmış.
İşte bizim neslimiz de yine Yu­
nanlı sayesinde savaş görmüş, sa
vaşm içinde kısmen de olsa yaşa­
mış ve bütün bir millet olarak za­
ferin tadına daha yakından ermiş
oldu. Türk gençliği olarak hepimiz
savaşın içinde, cephede olamadık.
Ama ya kardeşimiz, ya arkadaşı­
mız, ya da çok iyi tanıdığımız biri
bu savaşın içinde yaşadı, düşmana
kurşun sıktı, öldürdü, esir aldı, ga­
zi oldu, ya da şehit oldu. Kısacası
bu bizim için sadece bir tatbikat ol­
duğu için topyekûn savaşa katıl­
madık. Şimdi vazifeli olanlar kendi­
lerine düşeni yaptılar. Daha sonra
da bizler, bizden sonrakiler bu işi
yapacağız ve bu böyle sürüp gide­
cek.
Bugün cephede karşımıza çıkan,
bize silâh çeken düşman Yunan'dır,
yarın bir başkası olabilir. Ama Türk
için savaş bayramdır, düğündür :
Bir sevgiyle coşarız biz,
Hem coşar hem taşarız biz
Savaşlar düğündür bize;
Düşmanlardan yılmayız biz.
Bu ses şimdinin bir sesi değildir.
Bu ses tarihin derinliklerinden, bu
pes beş bin şu kadar yıllık bir ma­
ziden gelir. Yeryüzünün tanıdığı en
cesur ve en faziletli millet olan asil
Türk Milleti hep bu duyguyla yaşa­
mış, zaferler kazanmış,
destanlar
yazmıştır. Türk, bu duyguyla, bu
anlayışla cihana hâkim olmuştur ve
yine bu duyguyla, bu anlayışla bü­
yük olacaktır.
İlimde, teknikte ileri milletler se­
viyesinin en ön safına geçmiş bir
millet olarak kendimizi göstermemiz
şarttır. Bu bizim ülkümüzdür. An­
cak biz hiçbir zaman haksızlığa ta
bammül edememişizdir ve edemeyiz
de.
İlerlememiz, büyümemiz ancak
haklarımız geriye verildiği taktirde
olur. Eğer hakkımız verilmiyor ve
üstelik başkaları tarafından yokedil
mek isteniyorsak işte cevabımız bu
dur : SAVAŞ!...
Artık ondan sonrasını göze alabi­
len varsa beri gelsin, 9 Eylül 1922
den 9 Eylül 1974'e ve gelecek 9 Eylül'lere selâm olsun.
YARIŞMA : Bu sayımızda «Gele­
nek ve Göreneklerin Millet Hayatı'ndaki Önemi» konulu yarışmamı­
zın birincisini bulacaksınız.
Yeni konumuz : KIBRIS ZAFERİ­
NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.
Bu konuya ait yazılarınızı 15 Ekim'
e kadar bekliyoruz.
İKİNCİ YILI BİTİRDİK
Kıymetli Ülküdaşlarımız;
Elinizde bulunan bu 24.
sayısı ile BOZKURT Der­
gisi ikinci yılını doldur­
muş bulunuyor.
Sizlerin
büyük desteği ile dergi­
miz üçüncü yılına daha
doyurucu girebilmek için
hazırlıklarını tamamlamış
tır. Daha nice yıllara yine
sizin desteğinizle
ulaşa­
cağımız inancındayız. BOZ
KURT'a gösterilen ilgiden
dolayı bütün ülküdaşlarımıza, bütün okuyucuları­
mıza teşekkür etmeyi borç
biliriz.
BOZKURT DERGİSİ
Milletlerin Kardeşliği Üzerine
Sadi SOMUNCUOĞLU
Son yıllarda en çok kullanılan kelimelerden biri
de şüphesiz, «Kardeşlik» tir. Bilhassa siyasetle uğra­
şanların sığındığı bir kelime haline gelince, anlamını
da yitirmeğe başladı. «Halkların kardeşliği», «40 Mil­
yonun kardeş yapılması»
gibi sloganlarla, milletin
iltifatını toplamaya veya gerçek niyetlerini sempatik
kelimelerin arkasına saklamağa çalışanların sayısı
az değil. Kıbrıs harekâtı sırasında da, bilhassa yet­
kili ağızlarda, bol bol kullanılan kelime yire kar­
deşlik oldu.
«Türk - Rum kardeşliği»
«Türklerle
Rumların kardeşçe yaşama isteği» gibi
misâlleri
hatırlıyoruz.
Kardeşliğin mânâsı nedir? Biz Türkler
kimlere
kardeş deriz? Dilimizde benzetme,
kıyaslama gibi
hallerinin dışmda kardeşliğin üç şekli vardır : 1. Ay­
nı ana ve babadan gelenlerin kardeşliği 2. Kan kar­
deşliği. (İki kişinin kanlarını karıştırıp
yalayarak
yaptıkları kardeşlik) 3. Din kardeşliği. Bu üç
an­
lamın dışmda kardeş kelimesi daima «Gibi», «Kader»
sıfatıyla birlikte kullanılmıştır. Meselâ : «Ahmet ba­
na kardeşim gibi (Kadar) yakındır. Bunların dışın­
da bir kardeşlik şekli tanımıyoruz.
Fertler arasmdaki kardeşlik münasebeti
gibi
mületlerarasındaki
kardeşliklerden de
bahsetmek
gerekir. Bunları
da iki gurupta
toplamak
müm­
kündür. 1. Aynı ırk kökünden gelen milletlerin kar­
deşliği 2. Müslüman milletlerin kardeşliği. Bunlara
ait pek çok örnekler vermek mümkündür. Aynı ırk
köküne bağlı milletler derken, Türk Milleti'nde oldu­
ğu gibi, milletin esir yaşayan bölümlerinin kardeşli­
ğini kastedmiyoruz. Meselâ : Azerbeycan'da yaşayan
Türklerle (Bir gün müstakil devlet kursalar) devlet­
lerimiz kardeş olur, ama milletlerimiz
kardeş ola­
maz. Çünkü aynı milletteniz. Bir şey kendi kendisinin
kardeşi olamaz. Buradaki kastımız millet
tarifinin
dışmda kalmakla beraber aynı ırktan gelenlerle ilgi­
lidir. Bir örnek verelim : Macarlar kendilerini Türk­
lerle aynı ırki köke bağlarlar. Bundan dolayı
da
Macar ilim ve fikir adamları Türkler'i kardeş say­
mışlardır. Bunun gibi. İslâmi inanca göre müslümanlar birbirlerinin kardeşidirler. O halde Müslüman olan Türk Milleti'nin bütünü ile diğer Müslüman olan
Milletler arasında inanca bağlı bir kardeşlik anlayışı
kültürümüzde mevcuttur.
Gerek insanların kardeşliği gerekse
milletlerin
kardeşliği konusunda iki esas unsurun
bulunduğunu
görüyoruz. Bunlar : 1. Irki unsur. Kan kardeşliği de
bu anlayışa uygundur. 2. Manevî unsur. İnanç unsuru.
Bu iki unsurdan birini ihtiva etmeyen hallerde kar­
deşlikten bahsedilemez. Bahsedildiği takdirde, ya ke­
limeyi yanlış yerde kulanmış, veya meramımızı yanlış
anlatmış veyahut da, işin içinde bir kötü niyetle ha­
reket etmiş,
bunun için kasıtlı olarak bu kelimeyi
seçmiş oluruz. Hangi şekliyle olursa olun kelimeler
kendi karşılıklarında kullanılmazlarsa, zamanla mâ­
nâlarını yitireceklerinden ölürler. Kelimelerin ölümü­
ne kadar geçen süre içinde de
dilde anarşi
doğar. Dildeki anarşi ise düşünce hayatmı ve millî
kültürü tahrip eder.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, çeşitli ide­
oloji sahiplerinin kullandıkları «Halkların kardeşliği»,
«Türklerle Yunanlıların kardeş olduğu» gibi
hiçbir
gerçek mânâ ifade etmemektedirler. «Halkların kar­
deşliği» tamamen Marksizme uygun bir tabirdir. Türk
kültüründe, Türk düşüncesinde böyle bir
anlayışın
tarihin hiçbir devrinde yeri yoktur. Bugün ise Türk
Milleti'ne, beynelmilel komünizm tarafından hazırla­
nan tuzağın bir çengelinden ibaret olarak yerli komünistlerce kullanılmaktadır. Her milletin kendi
millî
çıkarlarını her şeyin üstünde tutma hali zirve nokta­
sında bulunmaktadır. Katı gerçek budur.
Yunanlılarla Türklerin kardeşliği de aynı, «Halk­
ların kardeşliği» gibi bir
uydurmacadan
ibarettir.
Türk Milletiyle Yunan Milleti'nin ne ırkî bağları, ne
de manevi - inanç bağları vardır. Aksine hafızalarda
bütün dehşetiyle yaşayan karşılıklı düşmanlıkları ve
kinleri vardır. Kurtuluş savaşı sırasında toprakları­
mıza saldıran Yunanistan hem vatanımızı işgal
et­
miş hem de, masum insanları okullara, camilere dol­
durarak yakmıştır. Bu vahşetin temelinde Türk düş­
manlığının yattığını, mevkii ne olursa olsun
kimse,
kimseden gizleyemez. Şimdi aynı barbarlık
Kıbrıs
Türkleri'ne karşı uygulanmaktadır. Türk
vatanına
göz dikmiş bulunan Yunanistanla Türklerin kardeşli­
ğini ileri sürenler bu sözleri siyaset icabı söylüyorlarsa, propogandanın hedefi Türk Milleti olduğundan
milletimize kötülük etmektedirler. Çünkü
bu sözler,
hiçbir Yunanlıyı kandıramaz. Ama düşmana
karşı
uyanık bulunmamızı önler. Samimi olarak
söyleni­
yorsa, bunu söyleyenlerin soy geçmişlerine ve yetiş­
tiriliş tarzlarına, büyüdükleri çevreye dikkat etmek
lâzımdır. Yunan sevgisini davet eden unsurların mut­
laka sebepleri vardır.
Biz Türk milliyetçileri milletlerin
kardeşliğine
inanmayız. Biz, ancak devletlerin kardeşliğini, dost­
luğunu kabul ederiz. O da Türk devletinin ve mille­
tinin menfaatine göre değişen bir dostluk.
3
Kıbrısta Rum Vahşeti
Devarr Ediyor
Türk Silâhlı
Kuvvetleri'nin
20
Temmuz 1974 günü Kıbrıs'a yap­
tıkları başarılı çıkartmadan
sonra
da Rum vahşeti durmamış, Yunan­
lılar Cenevre görüşmelerinde âdi­
ce bir oyalama taktiğine girmiştir.
Böylece aleyhine dönmüş olan dün­
ya kamuoyunu lehine çevirebilmek
peşinde koşmuştur.
Cenevre görüşmelerine Yunanlı­
lar hiçbir tez getirmemişler, hiçbir
fikir ileri sürmemişler ve sadece
Türk hükümetinin tezini yokuşa
sürmek, böylelikle zaman kazan­
mak ve bir açığını bulup
tâbir
caizse Türkiye'yi «Üç kâğıda bağ­
lamak» için gayret göstermişler­
dir. Bundan
da
Yunanistan'ın
herşeye ve bütün yüzsüzlüklerine,
bütün mantıksızlıklarına
rağmen
yine de tarihi unutmadığı; bu eli,
Türk'ün elini bükemiyeceğini bi­
lerek hileyle işi çevirmeye yelten­
mesinden anlaşılmaktadır.
Yunanlılar
Cenevre'de
İngilizler'in de desteği ile oyalama tak­
tiklerini sürdürürlerken
Kıbrıs'ta
Rum vahşetinin bütün alçaklığı ile
devam etmesi; kadın, kız,
çocuk
denmeden bütün .Türkler'e âdice
saldınlması
üzerine
kahraman
Türk ordusu ikinci defa
Kıbrıs
harekâtına girişmiştir. 14 Ağustos
1974 günü başarılı bir şekilde baş­
layan harekât, yine başarılı bir
şekilde ve gittikçe hızlanarak üç
gün devam etmiştir. Önceden tes-
4
bit edilen hedeflere tam planlandı­
ğı şekilde ve hem de saatlerde, da­
kikalarda bile hata
yapılmadan
varılması, Türk Silâhlı Kuvetleri'nin her yönüyle ne kadar güçlü ol­
duğunu bütün dünyaya göstermiş­
tir. Bu harekât neticesinde
Kıb­
rıs'ın en büyük ve en güzel lima­
nı olan Magosa başta olmak üzere
Batıda da Lefke ve Omorfo alına­
rak bir sınır çizilmiştir. Böylece,
Kıbrıs'ın % 40'ı kadar bir bölümü
Türk hâkimiyeti altına girmiştir.
Ancak ne var ki Yunan palikar­
yaları ve Kıbrıslı Rumlar aldıkları
bu unutulmaz dersten sonra da;
insanlığın en alçağı, barbarların
en barbarı, âdilerin en âdisi olduk­
larını göstermeye devam etmekte­
dirler: Magosa'ya 15 Km. uzaklık­
ta bulnan Atlılar köyü'nde bulunan
60 Türk'ten 57'sini
genç - ihtiyar,
çoluk - çocuk demeden
makineli
tüfeklerle öldürmüşler ve
buldo­
zerlerle kazılan çukurlara alçakça
doldurup üzerlerini
örtmüşlerdir.
Rumlar sadece ihtiyar ve
aynı
zamanda gözleri görmeyen
karı kocayı sağ bırakmışlar, Ali isimli
bir Türk de kaçmayı başararak olayı Türk birliklerine
duyurabilmiştir. Bu eşi görülmemiş alçaklık
örneği filme alınmış ve bütün dün­
yanın gözleri önüne serilmiştir.
En son Muratağa köyünde de ay­
nı şekilde büyük bir vahşet örneği
ortaya çıkarılmış ve 90 kadar Türk'­
ün parçalanmış cesetleri toprak al­
tından çıkarılmıştır.
Önceden Türkiye'nin haklı oldu­
ğunu söyleyip Türkler'in büyük ba­
şarısından sonra da sırt
çeviren
ve Türkiye'yi
kötülemeye kalkı­
şan milletlerin Lefkoşa'daki Ame­
rikan Büyük Elçisi'nin de Rumlar
tarafından barbarca öldürülmesin­
den sonra bize hak vereceklerini
umarız. Eğer bütün bunlara rağ­
men bu alçaklığa Birleşmiş Millet­
ler ve dünya kamuoyu
«Dur» demiyorsa, iş yeniden bize düşecek
ve üçüncü bir harekâtla Kıbrıs'ın
tamamını hâkimiyetimiz altına al­
mak zorunda kalacağız. Türk Silâh
lı Kuvvetleri'nin gücünün ve asil
Türk Milleti'nin imanının buna ve
hatta daha fazlasına da yeteneceği
artık anlaşılmıştır.
Kıbrıs'tı soydaşlarımız seneler den her i düzenledikleri mitinglerle
Rum zulmüne karşı Türk Ordusu'nu Kıbrıs'a davet ediyorlardı.
pa'da Türkler aleyhine sürdürülen
kampanya hep buna dayanmakta­
dır.
Allah inananların yanındadır.
Ülkü Ocakları
Genel Başkanı
Muharrem Şemsek
Geziye Çıktı
Yunanistan hükümeti son olay­
lar üzerine «NATO'nun askerî ya­
pısından çekildiğini» açıklamıştır.
Bunun NATO ve bilhassa Amerika
Birleşik Devletleri'nin baskı altına
alınarak kendi lehlerine birşeyler
koparabilmek için alınmış bir ka­
rar olacağı düşünülebilirse de, bu­
rada büyük bir Rus
parmağının
olduğu gözden kaçmamaktadır.
Yunanistan Başbakanlığına geti­
rilen Karamanlis bir taraftan bü­
tün suçu CUNTA'ya
yöneltirken
«Türkiye'yi dünya barışı için bü­
yük hir tehlike!» olarak göstermek­
te ve diğer taraftan da «Yunanis­
tan'ın Türkiye ile savaş yapama­
yacağını» itiraf etmektedir. Ancak
hem bu gerçeği kabul edip hem
de Kıbrıs'taki Rum vahşetine göz
yummanın Yunanistan için «Ateş­
le oynamak» olduğunu da bilmele­
rini isteriz. Karamanlis son demeç­
lerinde de kendisini Enosis'e adadı­
ğını söylemiş. Biz de kendisini TURAN'a adadığını söyleyebilecek bir
Başbakan bekliyoruz. O zaman Yu­
nanistan'la kozumuzu daha iyi pay­
laşırız.
Önümüzdeki günlerin ne getire­
ceği bilinmemektedir.
Bildiğimiz
şudur ki; Türk kamuoyu KIBRIS'ın
tamamını
istemektedir. Ordusuy­
la ve milletiyle Türkiye bunu ba­
şaracak güce sahip olduğunu dos­
ta da düşmana da şimdiden kabul
ettirmiştir. «Haçlı Ruhu»nun
bü­
tün korkusu da
bunun içindir ve
başta Fransa olmak üzere Avru­
Ülkü Ocakları Genel Başkanı «Mu­
harrem Şemsek; Güney,
Güney Doğu ve Doğu Anadolu'nun bazı il
ve ilçelerini kapsayan bir
geziye
çıkmıştır.
Muharrem
Şemsek ilk
olarak
Bucak İlçesine uğramış ve bera­
berinde Ülkü Ocakları Genel Muha­
sibi ^(Lokman Abbasoğlu, Ülkü - Bir
Genel Merkez yetkilisi Şevket Ba­
rutçu ve Asist. Devlet Bahçeli oldu­
ğu halde 10 Ağustos günü
Bucak
Şubesi'nin kongresine
katılmıştır.
Bucak ve çevresinden gelen oldukça
kalabalık
bir topluluğa
hitaben
Şemsek, Türkiye'nin çeşitli mese­
lelerine temas etmiş ve ülkücü genç­
liğin
mücadelesini
anlatmıştır.
Kongrede Lokman
Abbasoğlu
ve
Şevket Barutçu da birer konuşma
yapmışlar, Devlet Bahçeli de kong­
re başkanlığını yürütmüştür.
Muharrem Şemsek ve beraberin­
deki heyet 11 Ağustos günü
Burdur'un Tefenni, Gölhisar ve Yeşil­
ova ilçeleri ile Burdur'da temaslar­
da bulunup toplantılara katıldıktan
sonra Yalvaç ve İsparta'ya geçerek
temaslarını sürdürmüşlerdir.
Daha sonra Antalya'ya geçen he­
yet; Antalya, Alanya, Manavgat ve
Gazipaşa'da toplantılar
yaptıktan
sonra Anamur, Silifke Erdemli ve
Mersin'e geçmiştir. Gidilen bu yer­
lerde «İslâm Ahlâk ve Fazileti, Türk­
lük şuur ve Gururu»ndan bahseden
Şemsek: «İnançlarını yitiren, töre­
sinden ve millî kültüründen uzakla­
şan toplumların büyük dahi olsa­
lar tarih sahnesinden
ve silinmeye mahkûm
anlatmıştır.
silindiklerini
olduklarını»
Adana ve Hatay'la ilçelerinde de
görüşmeler yapan
Şemsek
daha
sonra Gaziantep, Kahraman Maraş,
Elâzığ ve Malatya'ya
uğramıştır.
Konuşmalarında «Kıbrıs'ın dörtyüz
seneden beri
Türk Milleti'nin ol­
gunu ve orada başka hiçbir milletin
hakkının olmadığına» işaret ederek
Silâhlı Kuvvetlerimizin Kıbrıs hare­
kâtları sırasında gösterdiği
büyük
başarıyı övmüş ve «Ülkücü gençli­
ğin herzaman için kahraman Türk
ordusunun emrinde olduğunu ve ola
cağını» söylemiştir.
Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nden
alman bilgiye göre bugüne
kadar
derneğin 165 şubesi resmen açılmış
olup birçok yerler de açılış hazırhğı
içindedir.
Diğer taraftan Ülkü Ocakları şu­
belerinin Kıbrıs harekâtı dolayısiyle
açılan ordumuzu güçlendirme kam­
panyalarına fiilen iştirak
ederek
milletimizi yardıma teşvik ettikle­
ri ve çeşitli faaliyetlerde bulunduk­
ları öğrenilmiştir.
Mahir DURAKOĞLU
ESİR TÜRKLER'E
SIRT ÇEVİRİRSEK
Çeşitli çevreler Kıbrıs harekâtını kendi gö­
rüşlerine göre yorumlamakta, her görüş, bu
harekâtta güdülen gayeyi kendine göre tefsir
etmektedir. Meselâ aşırı solcular Kıbrıs hare­
kâtını «Faşist Yunan Cuntası ve faşist Samson
yönetimi» ne karşı girişilmiş «İnsancıl ve ba­
rışçı» bir hareket olarak empoze etmeye çalış­
makta ,resmî ağızlarda Kıbrıs harekâtının gaye
sinin «Londra ve Zürih anlaşmalarının verdiği
müdahale hakkının kullanılması» olduğu belir­
tilmektedir. Bu ifadeler ne kadar çok kullanı­
lırsa kulanılsın, Kıbrıs harekâtı bir gerçeğin
ifadesi olmuştur. Bu gerçek «Dış Türkler» me­
selesidir. 50 yıldan beri Türkiye'de sistemli bir
şekilde yürütülen propoganda, bu konu üzerin­
de çok durmuştur. Devamlı olarak Türkiye dı­
şında yaşayan Türklerin unutturulmasına çalı­
şılmış, Anadolu'nun dışında yaşayan milyonlar­
ca Türk kardeşinin bulunduğu Türkiye Türk­
lerinden gizlenmek istenmiş, «Dış Türkler» in
haklarının ve menfaatlerinin savunulması ge­
rektiğini ileri sürenlere «Irkçı - Turancı - Kafa­
tasçı» gibi kötüleyici isimler takılmıştır.
Ancak mızrağın çuvala sığmadığı bugün
görülmüştür. Ne gerekçe uydurulursa uydurul­
sun; Türk devletinin güvenliğini korumak, ge­
leceğinin tehlikeye atılmasını
önlemek için,
esaret altında yaşamakta olan Türkler'in ko­
runması ve haklarının teminat altına alınması
nın gerektiği ortaya çıkmıştır. Kıbrıs'ta yaşa­
makta olan Türkler; Türkiye'nin Kıbrıs'a müda­
hale etmesinin bize göre temeldeki tek sebe­
bini teşkil etmiştir. Adada bugün bir Türk varlığı
olmamış olsaydı
Türkiye Kıbrıs'a müdahale
6
edemiyecekti. Eğer Türk devleti sistemli bir
politika takib ederek geçtiğimiz 50 yıl içinde
adadan kaçarak başka ülkelere yerleşen Kıbrıs'lı binlerce Türk'ün Kıbrıs'tan göç etmesini
önlese ve bunun yanısıra Türkiye'den göçmen­
ler yerleştirmek suretiyle Yunanlılar'ın yaptığı
gibi adada Türk nüfusunu artırsaydı, Türkiye'­
nin Kıbrıs'ta durumu bugünkü halinden çok da­
ha kuvvetli olacaktı.
Kıbrıs konusu Türkiye'ye ders olmalıdır.
Türkiye dışında yaşamakta olan
milyonlarca
Türk'ü görmezlikten gelen zihniyet yok edil­
meli, onun yerine dış Türkler'i savunan, hak­
larını koruyan, ileri görüşlü, sistemli bir poli­
tikanın takibine geçilmelidir. Bugün Yunanis­
tan'da, Bulgaristan'da, Irak'ta, İran'da, Rusya'­
da, Romanya'da yaşayan milyonlarca soydaşı­
mızın yok edilmesine göz yumulur ve gerekli te
şebbüslerde bulunulmazsa yakın bir gelecekte
bu ülkelerde Türk varlığı sona erecek ve ileri
de Türkiye'nin bu ülkelerden edinmek isteye­
ceği menfaatler için elinde koz kalmayacaktır.
Malûm zihniyet sahipleri bu görüşe «Bizim di­
ğer ülkeler üzerinde iddia ettiğimiz ve edece­
ğimiz hak zaten yoktur» diyebilir ama, millet­
lerarası münasebetlerde hızla gelişen olayla­
rın devletleri nereden nereye götüreceği belli
değildir. Tek parti devri ve daha sonraki De­
mokrat Parti devrinin ilk yıllarında
«Bizim
Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur» diyen Türk
hariciyesinin bugün «Kıbrıs üzerinde Türk dev­
letinin hakları» ndan bahsettiği ve onun mü­
cadelesini yaptığı düşünülürse, söylediklerimi­
zin kehanet olmadığı ve imkân dahilinde bu­
lunduğu görülecektir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz : Türkiye,
Kıbrıs olaylarından
büyük dersler almalıdır.
Türkiye'nin bölgesinde güçlü ve hatırı sayılır
bir devlet olabilmesi için, ileri görüşlü ve çev­
resindeki ülkelerde esir halde yaşayan soydaş­
larının yok olmasını önleyici bir politika içine
süratle girmesi şarttır. Yoksa yarın çok geç
olacak ve esir soydaşlarımız yok olduğu gün
Türk devleti hem Tano katında mesul duru­
ma düşecek, hem1 de esir soydaşlarına sırt çe­
virmenin zararlarını dünyada da acı şekilde çe­
kecektir.
TÜRKELi'nden
ESEN YELtfifc.
Sınırlarımı Süngüler"3Çizer\
Bana Anavatan türküleri söyle. Altmışüç acısı sarmadan beni, bana Ana­
vatan türküleri söyle. «Kışlalar doldu
boşaldı» de. Sen benim silâh arkada­
şım, sen benim sırdaşımsın. Bilir mi­
sin bilekten nasıl kopar zincirler? Bi­
lir misin sabaha nasıl girer geceler?
Yüreğim apaydınlık, biliyorum son ge­
cem. Urumun bazukası başlar gayrı sa­
baha. Göğsümde sarkan kurşun, elim­
de duran silâh, bir de benim kışlada
bekliyen Mehmetlerim, hürriyeti getirir
bütün bunlar kardeşim. Bırak şafak
atarken çıkayım Hilaryon'a. Anavatan
kıyısı görünür belki oradan. Belki de
gemilerim yoldadırlar şimdiden. Baka­
rım doyasıya Mehmedin gelişine. Ba
km derim Urumun kahpe doğan dölle
ri : «Anavatan koluna sarıyor yavru­
suna, hem gitmemek üzere geliyor yi­
ğitlerim...» Bu benim son gecemdir, bu
benim son düğünüm. Dedim ya, yarırç
başlar susmuş olan silâhlar. Bir kah­
pe kurşun değmeden bu tenime, has­
retlik duygusu yıkmadan beni, bana
Anavatan türküleri söyle.
Demir alır gemiler bir Temmuz ge­
cesinde. Palmiyeler el sallar Akdeniz
kıyısından. Ve... bir kutsal kin ile çı­
kar Mehmetler, yol alır Mersin'den
Girne'ye doğru. Hele ulaşsın kıyıya ge­
milerim, uzanır yolları artık onun, taa
Girne'den Magosa'ya kadar, destanlar
yaratır Mehmedim.
Benim kışlalarım büyüktür. Bu yüz­
den sınırlarımı süngüler çizer. Savaş
yeli değsin de gör yüzüme, kim demiş
Mehmedim uykuda daha. Kim demiş
Akdeniz küffar denizi. Bana hürriyeti
savaşlar getirdi. Cenk yerinden aldım
zafer tadını. Gayrisi boş bu cihanda
böyle bil. Benim mavi denizim, güzel
deniz, Akdeniz, kaç senedir uzağına
hasretiz. Nöbet tutar şimdi orda yiğit­
ler. Ama kulaklarında bir ninenin Tür­
küsü, dört yavrunun çilesini çekermiş,
dört kurşunun acısıymış yüreğindeki. Ve
de şimdi o ninenin Türküsü, kulağında
yankılanırmış MEHMED'in. Ama siz
ağıt sayın, ama siz TÜRKÜ deyin...
«Kara bu yerin taşı
Yandı bağrımın başı
Eğer hurdan gidersen
Durmaz gözümün yaşı.»
Günerkan AYDOĞMUŞ
KIBRIS'A
Türk gönlü bedene sığmaz olmuştur,
Taşmağa, taşacak, taşıyoruz da.
Türk eri bayrağı ele almıştır,
Koşmağa, koşacak, koşuyoruz da.
Vazgeçmek Kıbrıs'tan, o topraklardan,
Kir-pis, sıyrılmalı şimdi aklardan.
Atılıp Bozkurtça Beşparmaklar'dan,
Aşmağa, aşacak, aşıyoruz da.
Türk kardeş olamaz kahbe Yunan'la,
Herşey gözönünde, işte bak, anla.
Destanlar yarattık, şeref ve şanla,
Coşmağa, coşacak, coşuyoruz da.
Kul OZAN
Ş. Bülent YAHNİCİ
YEMİN
~Her Türk'ün gönlüne kendi gibi
sıcacık bir sevgiyle yerleşen Ağus­
tos'a 1974'ün Ağustos'u da yeni
bir zafer daha sundu : KIBRIS ZA­
FERİ. Ağustoslara olan sevgimiz
bir kere daha depreşti, bir kat da­
ha arttı.
Milletler mücadelesi gerçeği bir
kere daha ispatlamıştır
Zafer ve
Milletler Mücadelesi
Zaferler Ayı Ağustos
Malazgirt,
Otlukbeli,
Çaldıran,
Mercidabık, Estergon, Trablusgarp,
Tunus, Hanya, Anafartalar, Sakar­
ya, Başkumandanlık Meydan Mu­
harebesi... Bunların hepsi Türk M<1leti'nin şanlı tarih sayfalarına, Ağustos ayı içerisine serpiştirilerek
yerleşmiş zaferlerimizin, fetihlerimi
zin adları. Türk için adeta zafer
Ağustos, Ağustos zafer demek. Bu
zaferlerin içinde Türk tarihinin akışını değiştirecek
cinste olanlar
var. Bütün bu Özellikleri dolayısıy­
la Türk zekâsı Ağustos'a hemen bir
ad buluvermişti : ZAFERLER AYI.
Başta Türk ve Yunan milletleriy­
le, Türkiye ve Yunanistan devlet­
lerini ilgilendiren Kıbrıs meselesi,
son olaylar karşısında bütün dünya
ülkelerinin dikkatini çeken ve kıya­
sıya menfaat kavgası içine sürükle­
yen bir dâva halini aldı. Bildiriler,
demeçler, ültimatomlar, tavsiyeler,
teklifler, tehditler birbirini kovaladı.
Bunların yönünü, hedefini ise gün­
lük gelişme ve değişmeler tayin et­
mekteydi.
Önce Yunan Cuntası'nı
destekleyen Amerika sonra bu işten
cayıveriyor, sırtını Amerika'ya yas­
lamış Yunanistan acele Sovyetler'e
kaydırıveriyor; Amerika ve Sovyet­
ler ise kimi destekleyeceğinde ka­
rarsız tereddütler geçiriyor,
aynı
durumlar
İngiliz kamuoyunda da
kendim belli ediyordu, ideolojiler,
sistemler bir yana itilmiş, menfaatlann kavgası yapılıyordu,
ülkeler
arasında. Mülî çıkarlar, millî hisler,
milli kinler bu kavganın temelini
teşkil ediyordu.
Gerek, insanlarının birarada mem
nun, mesut yaşayacağı dünya mil­
m sÖyleyenler T ü r k * y e ' d e bu* kere
daba zafer kazanmışlardır..
Türk
milliyetçiliği fikri ve onun iddiala­
rı bir kere daha geçerliliğini ispat
etmiş, fikrimiz bir kere daha ga­
lip gelmiştir. Fantom uçağı alın­
masına dün karşı çıkıp, bugün Tür­
kiye'de harp sanayii kurmaya çalı
şan «İnsancıl» 1ar, dün «Kıbrıs halk
lan» teranesi söyleyip, bugün sa­
vaş ve zafer için hükümetin yanın­
da olduğunu açıklayanlar ise, Tür
kiye'deki bu fikir savağının mağlûp­
larıdır. Türk Ordusu Yunan - Rum
kuvvetlerini, Türk milliyetçüeri de
bunları mağlûp etmiştir.
leti ve devleti safsatasının savunu­
cusu, dünya vatandaşı kozmopolitler gerek, dünya tarihinin bir ezenle
ezilen kavgası Üzerine kurulduğunu,
bu kavganın temelinde de insanlararası ekonomik İlişkilerin yattığını
iddia eden ütopyacı Marksist buda­
lalar, son Kıbrıs hadiseleri dolayı­
sıyla meydana gelen münasebetleri
kendi açılarından izah edemeyecek­
lerdir. Ne «Türk - Yunan kardeşliği»
lâfları ve inancının, ne de «Halklann birarada kardeşçe, bağımsız
yaşayacağı ve emperyalist kapita­
lizme karşı beraberce
döğüşeceğt
Kıbrıs» hayallerinin sahiplerinin ya­
nıldıkları bir kere daha ortaya çık­
mıştır. Kıbrıs olayı ve Türk - Yunan
münasebetleri
etrafında şekillenen
dünya kamuoyu da, bu iki düşünce­
den ne kadar uzak olduğunu ispat­
lamıştır. Ne huzur içinde bir dünya,
ne de «Dünya proleterlerinin devle­
ti» bir kere daha görülmüştür ki,
koskoca birer hayaldirler.. Dün mil­
letler savaşıyordu,
yarın da öyle
olacaktır.
ıı
milimimi
Donanmamız otağ yaptı Mersin'i,
Unuttun mu Anadolu dersini?
Çelik çekiç, döğer durur örsünü.
Unuttunsa yenisi verilecektir.
Yiğit asker ayak bastı GİRNE'ye,
Yemin etti BEŞPARMAĞA varmaya.
Palikarya delik arar girmeye.
Kaçtığın heryere varılacaktır.
DOĞUM
Kuvvetlidir, silâhından îmânı,
İşte geldi, döğüşmenin zamanı,
Kattı birbirine tozu, dumanı.
Vatan - millet için vurulacaktır.
Dergimizin sahibi Sadi
SOMUNCUOĞLU ve eşi
Mübeccel S O M U N C U O Ğ LU'nun 19 Ağustos 1974
günü bir oğulları dünya­
ya gelmiştir. Yavruya uzun
ömürler diler, anne ve
babasını tebrik ederiz.
Adına «Hümanizm» ve «Marksizm»
denen yukarıda bahsettiğimiz
iki
düşünce sisteminin
dışında Türk
milliyetçiliği fikrini savunan; dün­
ya tarihinin milletler mücadelesi ta­
rihi olduğunu iddia eden ve bu mü­
cadelenin temelinde de millî his, çı­
kar, kin, ülkü duygularının yattığıımıııııııuıiHiı
Ocaklar söndü, yıkıldı evler,
Mal, mülk yağmalandı, yakıldı köyler,
Türk'ün namusuna uzanan, eller,
En kısa zamanda kırılacaktır.
Evet, sadece ve sadece «MİLLET­
LER MÜCADELESİ».
Türk Milliyetçilerinin Zaferi :
İHIIIIM^
r
Fehmi TOPAL
Toprağıma baykuş gibi çökenler.
Yaşlıya, kadına silâh çekenler,
Masum yavruların kanın dökenler,
Bunların hesabı sorulacaktır!
i
ııımımıııııııiH.ımmımmmıııııııııiiiiiııı, ıınıııuııııııı
Adaları, Trakya'yı, KIBRIS'I,
Biliyoruz, bizden çalan hırsızı.
İyi bil k i Yunanlı'nın arsızı,
Hepisi bir günde alınacaktır.
ı ııl
KIBRIS
Yılmaz GÜRBÜZ
KIBRIS'TA ŞEHİTLER
Binatlı, Kocyatağı, Geçitkale,
Bizimdir Larnaka, Baf ve Limasol,
Bir yeni akınla kurtulsun hele
Vann ve haykırın: «Yunanlı defol!..»
Serhat türkülerin dolayıp dile,
Erenköy'e doğru, uğrayın bir yol,
Düşmanı yerlere sermeye gidin.
Gazi bacıları görmeye gidin!..
Hasan KAYIHAN
Kıbrıs toprağında yatan şehitler.
Düşmanda kalmasın, bir karış toprak,
Türk yurdunun bir parçası adalar,
Lala Mustafa'yı görmeye gidin!
Başlayınca akınlar, olmaz d u r - d u r a k
Sizi görmeyeli yassıldı dağlar,
Atillâ hattına varan yiğitler,
Sakarya misâli, coşkun akarak,
Iskeçe'de yıllardır sustu ezanlar.
Kara Dağ'a çiğdem dermeye gidin.
Akdeniz'i Türk gölü,
Ufuklarda tekbir vermeye gidin.
etmeye gidin.
Yeşil adamız Kıbrıs
Yunan için Enosis!
İlk adımmış Bizans'a,
Niçin bizde yok bu hırs?
Akdeniz'de son nefes,
Türk'e ümit bu son ses
Kıbrıs Türk'ün olacak,
Demek yok ülkümde «Pes!..»
Abidin IŞIK
SAVAŞ VE
DÜNYA NİZAMI
«Tarih milletler mücadelesidir, tarih sınıflar sava­
şıdır, tarih dinlerin savaşından ibarettir», diye sene­
lerdir çeşitli görüşlere, ideolojilere sahip insanlar id­
dia ettiler durdular. Her görüş savaşın bir gerçek
olduğunu ve insanlığın yaşadığı müddetçe savaşın ola­
cağını savundu. Barış teranelerinden bahseden ve
literatüründe yer veren Marksizm bile sınıflar arası
bir çatışmanın olduğunu söylemekten kaçınmamıştır.
Biz bu yazımızda insanlar arasındaki mücadele­
nin; milletler mi? Dinler mi? Yoksa sınıflar arası sa­
vaş mı? olduğu üzerinde durmayacağız. Çünkü bili­
nen bir gerçek varsa o da «Milletler arasında sava­
şın olduğu» dur.
Coğrafi şartlar, din, kültür ve medeniyet, millet­
lerin karşı karşıya gelip savaş yapmalarını mecbur
kılmıştır. Her millet kendi ideolojisini hâkim kılmak
için başka milletler üzerinde tahakküm kurmak iste­
miş ve her çeşit silâhı da denemiştir.
İlkokul kitaplarında yer alan bir kedi ile yavrusu
hikâyesi vardır. Bilmem hatırlar mısınız : ^Kedi an­
nesine sorar : «Kulaklarım ne işe yarar?» diye. An­
nesi cevap verir : «Onunla farenin tıkırtısını duyar­
sın.» Yavru kedi yine sorar : «Burnumun üstündeki
kıllar ne işe yarar?» Annesi cevap verir : «Onunla
yavrum avını arar bulursun» der. Yavru yine sorar :
«Peki ağzım ve dişlerim ne işe yarar?» Annesi cevap
verir : «Onunla fareyi yakalar ve yersin» der.»
Hayvanlar arasmda böyle konuşmalar olmadığım
biliyoruz, kedi ile yavrusu arasında da böyle bir ko­
nuşmanın olmadığını bilmemiz gerekir. Ama bilinen
bir gerçek varsa o da her canimin yaratılışından
itibaren; ister iç güdü isterse dışardan yapılan tel­
kinlerle diyelim hayatta mücadele edecekleri şeyi tesbit ederler ve kendilerini ona göre hazırlarlar.
Milletler de «Daha ilkokul sıralarından itibaren» in­
sanlar, milletler arasında bir mücadelenin var oldu­
ğunu ve millet olarak hayatını devam ettirmek için
kendisini her an savaşa hazır etmesi gerektiğini ço­
cuklarına söylerler.
10
Milletler arasında bu amansız savaşı koyan Tanrı
dünya sulhunun devamı için de Türk Milleti'ni memur
kılmıştır. Kur'ân'da Mâide Sûresi'nde dünya sulhunu
koruyacak «Nizam-ı Âlem» i kuracak milletin vasıfla­
rından bahsetmektedir, insanlık tarihi incelendiğinde
bu milletin Türkler olduğunu görüyoruz. Peygamberi­
mizin miraçta gördüğünü Kaşgarlı Mahmut Divanû
Lûgat-it Türki'sinde bahsetmekte ve Türkler'e ait
hadisini nakletmektedir. «Tanrının devlet güneşini
Türk burcunda doğurmuş olduğunu ve onların milkleri üzerinde, göklerin dairelerini döndürmüş bulundu­
ğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve on­
ları yer yüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanları­
nı onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını on­
ların ellerine verdi. Onlarla birlikte çalışanları, on­
lardan yana olanları aziz kıldı. Ve Türkler yüzünden
onları her dilediklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötüle­
rin, ayak takımının şerrinden korudu. Okların isabe­
tinden kurtulmak için, aklı olana düşen vazife, bu
adamların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletmek
ve Türkler'in gönlünü almak için onların dilleriyle
konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takı­
mından ayrılıp da, onlara sığınacak olursa, o takımın
korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları
da sığınabilir» Kaşgarlı Mahmut'un Buhara bilginleri
ve Nişaburlu bir zata dayanarak verdiği bu hadise
göre dünya sulhunu Türkler'in kurmaya Tanrı tara­
fından görevlendirildiğini görüyoruz. Aynı hadisle il­
gili olarak destan şâirimiz sayın Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu ise; manzum olarak şunları ifade et­
mektedir :
«Donattım ruhunu imanla,
Kolunun gücünü sert verdim.
Ve onu mazluma sığmak
Zalimin başına dert verdim.»
Bu hadisler ve âyetler gösteriyor ki Türkler ve
Türk Ordusu «Nizâm-ı ÂIem»i kurmaya Tanrı tarafın­
dan memur edilmişlerdir. Türkler'in İslâmiyet'i kabul
edişi ile birlikte İslâm'ın kılıcı olmuşlar ve Haçlı
sürülerine karşı göğüs germişlerdir. Bütün bunlar bu
âyet ve hadisleri ispatlamaktadır.
Türkler gittiği yere huzur, barış ve sosyal ada­
leti götürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun top­
rak kaybetmesiyle birlikte bizden ayrılan Polonya,
Macaristan, Bulgaristan, Arap ülkeleri derhal başka
devletlerin istilâsma uğramışlar ve idaremiz altın­
daki sulh ve sükûnu bulamamışlardır. 1. Cihan Harbi'yle bizden ayrılan Kıbrısta da sulh ve sükûn bo­
zulmuştur. Dünya sulhunu korumaya kendini adayan
kahraman Türk ordusunun Kıbrıs'a karşı giriştiği as­
kerî harekât bu «Nizâm-ı Âlem» i kurmak için gi­
riştiği bir harekâttır. Tanrı'nın Ordusunu bu hareke­
tinden dolayı kutlar, başarısının devamını dilerim.
Tanrı Türk'ü Korusun.
Dinç YAYLALIER
"Atatürk
Milliyetçiliği,,
Türkiye'de, çok partili döneme geçildiği 1946 yılından beri siyaset sah­
nesinde «Milliyetçilik enflâsyonu» nun hüküm sürdüğü bir vakıadır. Ülkemiz­
de siyasî partilere, kurumlara, hatta fertlere göre
değişik milliyetçilik
tefsirleri mevcuttur. Siyaset pazarında «Milliyetçiliği» alıcısı çok olan bir
mal olarak gören aklı evvellerin piyasaya devamlı olarak değişik milliyet­
çilik tefsirleri sürmeleri, Samuelson'un deyimi ile «Dörtnala enflâsyon» un
milliyetçilik konusuna da hâkim olmasına sebep olmaktadır.
Eski çağda Aristofanes, yazdığı komedilerinde politikacıları kendisine materyal olarak alır. M.O. I.
asırda İskenderiyeli
Judaevs tarafından yazılan bireserde siyaset Peygamber Yusuf'un binbir renkli
hırkasına benzetilmektedir. Judaevs'a göre, siyasetin çok karışık bir dokusu vardır. Pek az gerçek ve bol
yalan siyasetin örgüsünü tamamlamaktadır. Politikacılara gelince; bunlar, kâhinlere, karnından konuşan­
lara, büyücülere benzerler. Politikacı sihirde, göz boyamada, her çeşit hile ve entrikada usta adamdır. Ya­
kın çağlarda Aleksandre Dumas'dan politika hakkında bir eser yazmasını istedikleri zaman : «Komedi hak­
kında komedi yazılmaz» der.
Zincirleme sevgilerin hüküm sürdüğü günümüz Tür kiye'sinde,
temel konularda anarşiye düşülmesinde,
siyasî partilerin politikacıların ve kurumların büyük hatası olmuştur. Thomas Hobbas «İnsanlarda ancak
ölümle sona eren bir iktidar hırsının bulunduğunu» söyler. Gerçekler tahrif edilmekle, kavramlar istis­
mar edilerek iktidar hırsı tatmin edilebiliyor. Fakat kaybeden, içinden bölünen hep Türk Milleti oluyor.
Kavramlar üzerindeki anarşi zincirleme olarak toplumun bütün kesimlerine yayılınca, birbirine düşman
grupların ortaya çıktığı ülkemizin acı gerçeklerindendir.
Yıllardır istismar edilen, güçlü kumandan Atatürk mevzuuna dönelim : Atatürk'ün gölgesine sığı­
nıp, kendi cılız görüşlerini empoze etmeye çalışanlar, Ata'dan ya bir tek cümle alıp O'nu yorumlarlar veyahutta düzmece Bursa Nutku'nda olduğu gibi montajcılığa sarılırlar.
Türkiye'de ikinci sanayi plânı 1935 yılında yapılır. Plâna önsöz yazan Atatürk aynen şöyle der: «Türkkiye'nin tatbik ettiği «Devletçilik» sistemi, XIX. Asırdan beri Sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri
fikirlerden alınarak
tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Tür­
kiye'ye has bir sistemdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanmda yıllardan beri ferdî ve hususî
teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda
yapmağa muvaffak oldu.»
Bazı milletler vardır; doğar, gelişir ve ölürler. Tıpkı insanlar gibi. Fakat bazı milletler de vardır ki,
tarihî süreçleri içerisinde çeşitli çalkantılar geçirseler bile, güçlü lider ve kadroların önderliğinde tek­
rar düzlüğe çıkarlar. Kendi tarihimizden bir kesit alacak olursak, milletimizin de bu milletler kategori­
sine dahil olduğunu göreceğiz. Osmanlı toplum yapısının çözülmesinden, hemen İstiklâl Harbi'nin tarih san­
dığı ortama geçelim. Tarihte, 5 Batılı emperyalist devletin ellerine silgiyi alıp, Türk Milleti'ni tarih sah­
nesinden silmeleri gerekirdi. Madde bakımından emperyalistler bizden çok güçlü idiler. Ama madde - mâ­
nâ bütünlüğü içerisinde tek vücut olan Türk Milleti, imkânsızmış gibi görünen bir zafer kazandı. Zaferden
sonra Atatürk, bütün gücüyle Türk toplumuna güven duygusu aşılamak için çalıştı. «Ne mutlu Türk'üm
diyene» dedi. Dinamik hamlelerin gerçekleştirilebileceğinin idraki içerisinde bulunan güçlü kumandan, «Türk
övün, çalış, güven» diyerek, Batı karşısında psikolojik ezikliğe,
aşağılık kompleksine düşülmemesi için
gayret sarfetti.
Tarihî sürecimiz içerisinde bugünden de bir kesit alacak olursak; zayıf bir dönem yaşıyoruz. Türk
Milleti'nin yeniden doğması için ülkücü hareket, millî duyguların donduğu günümüz Türkiye'sinde dinamo
vazifesi görüyor. Bilge Kağan'ın sesini daha da gürleştirerek, «Ey Türk kendine dön!..» diyoruz. İstiklâl
Harbi'nde Atatürk ve dâva arkadaşlarının Türk toplumuna aşıladıkları güven duygusunu, bugün ülkücü
hareket aşılıyor.
Müliyetçiliğimizin temeli, Türk Milleti'nin doğuşuna kadar iner. Bu süreç içerisinde millî duygularını
maksimuma çıkarabilenler milliyetçilik tarihinin içerisinde değerlendirilirler. Hükmü veren tarihtir. Bu­
nun içindir ki milliyetçilik, şahısların, kurumların inhisarı altına giremez.
Türk milliyetçisi Atatürk'ün temel görüşlerinin saptırılmasında, bundan sonraki dönemde politikacı­
lar «Donkişot» luğu bıraksınlar da oyunu kurallarıyla oynayalım. Gümrük mallarını dağıtarak seçim kaza­
nıp; «Atatürk milliyetçiliği» denince hazırola geçmek, Patagonya ahlakıyla bile bağdaşmaz. Büyük Selçuk­
lu veziri Nizamülmülk, «Siyasetnâme» adlı eserinde «Başarılı siyâsetin bilgi ve adalete dayandığını» ifade
eder. Zaman içerisinde politikacılarımızın olgunlaşacağı, bir seviye ve içtimaî olgunluk eseri olan demok­
rasinin rayına oturacağı temennisiyle noktalıyahm.
11
KOMÜNİST
TEKLİFİ
Komünistler tarafından kaçırılıp hapsedil­
diğimin bilmem kaçıncı günüydü. Kendilerince
«Kurtarılmış topraklar» sayılan bir okulun dar
bir odasında «Halk Mahkemesi» nde yargılanı­
yordum. Önce «Fakirsin» dediler. Babamın ne
iş yaptığını, nasıl geçindiğimizi öğrendiler. Ger
çekten babamın 600 TL'lık aylığı ile sekiz ki­
şilik aile karnını bile duyuramıyordu. Onların
deyişleriyle ben de «Proleter» çocuğu idim.
Onlar da «Proleter» çocukları idiler ve sınıf­
larının iktidarı için savaşıyorlardı. Onlara göre
bundan kutlu bir uğraş olabilir miydi? Bu za­
mana kadar yanılmıştım. Ama bundan böyle
bırakmalıydım öyle
«Boş» şeyleri. Kuru bir
Türkçülük karın doyurmazdı. «Türkiye halkla­
rı» bir gerçekken ne diye ben öyle Türk ırkı­
nın hâkimiyetini savunuyordum? «Dedelerimiz
kabul etmiş olabilirler ama biz kabu! etmiyo­
ruz tek bir potada
kaynaşmayı» diyorlardı.
Türk'ten Türk Milleti demekten o kadar, o ka­
dar nefret ediyorlardı ki... Gerçekte işçilerin
haklarını değil, o sloganla bir azınlık ırkçılığı
yapıyorlardı.
Ne yapmıştık ki biz Türk olarak onlara?
Topraklarını ellerinden mi almıştık, ihtiyar ve
çocuklarını diri diri toprağa mı gömmüştük?
Barbar Hristiyan çapulcuları gibi ibadet yerle­
rini, imaret yerlerini mi tahrip etmiştik? Yok­
tu böyle şeyler esasında. Hepsi de benim oku­
lumda aynı haklarla okuyorlardı.
Defalarca
ihanete uğradığımız halde Türk ordusunun en
yüksek kademelerine çıkabiliyorlardı. İstedikle­
ri mesleği seçip istedikleri gibi hareket ede­
biliyorlardı. Peki, öyleyse neydi bu baş kaldı­
12
rışın sebebi? O an Azerbaycan takıldı zihni­
me. Milliyetçi aydınlarla komünist aydınların
münakaşaları. Komünist Rus liderlerinin had
safhaya varan parlak vaadleri. İşte Türkiye'­
de oynanan oyun da bundan başka birşey de­
ğildi.
Yeryüzünde değişmeyen bir komünist
taktiği memleketimizde de uygulanıyor ve bir
Türk genci kendi vatanında satılmışlar tara­
fından yargılanıyordu...
— Bak, dedi. Fakirsin, sen de bir işçi ço­
cuğusun. Vazgeç böyle şeylerden. Türkçülükmüş, ülkücülükmüş, bırak bu uydurma lâfla­
rı... Kardeşçe yaşayalım, hep bir olalım.
«Kardeşlik» diye geçirdim içimden. Öyle
ya. «Kardeşlik» uğruna ölünceye kadar dayak
ye, mensubiyeti ile öğündüğün milliyetini in­
kâr et, arkasından da «Türkiye halkları, dün­
ya halkları» için savaşan satılmışlar sürüsüyle
kardeş ol. Bana neydi Vietnam, bana neydi
bilmem neresi? Kerkük'üm kan ağlarken, Tür­
kistan'dan ölüm çığlıkları yükselirken, Bulga­
ristan'da kardeşlerim boğazlanırken,
Kıbrıs
kaynayıp dururken nineydi onlarla kardeş ol­
mak
— Beraber çalışalım diye tekrarladı.
— Ne dersin? Cevap vermedim. «Yardım
ederiz» dedi bir ara. «Harçlıklarımızdan keser
sana veririz ha ne dersin? Kabul değil mi?» O
ısrar ettikçe «Hayır» diyordum. Önüme boş bir
kâğıt uzatarak imzalatmak istediler. Her hafta
onlarla görüşecek veya mektupla onlara ken­
di arkadaşlarım hakkında bilgi verecektim.
— «Yok» dedim. Öldürün beni ama böyle
birşeye zorlamayın. Bundan büyük ihanet ve
bundan büyük bir alçaklık olabilir miydi bir
Türk için? «Yok» diye. bağırdım. Yok, yok!...
Bunun sonu ölümdü.
Ülkü uğruna, Türklük
uğruna bundan öte ne olabilirdi? Dursunlar'ın,
Yusuflar'ın, Özmenler'in yanında şerefle yaşa­
mak...
Usulen bu defa efendice muamelede bu­
lunmuşlardı. Günâh onlardan gitmişti. Başka
bir formül deneyeceklerdi. İşkence odasına gi­
derken kendime değil, soyumun talihsizliğine
sızlanıyordum.
Süleyman KARAGÖZ
«EN GÜZEL YAZİ» Yarışması Birincisi
Gelenek ve Göreneklerin
Millet Hayatındaki Önemi
En gelişmiş cemiyet şekli
olan
millet, ayrı insan toplulukları ara­
sında müşterek dil, din, kültür, ül
kü, tarih ve vatan birliği farkları­
nın doğmasıyla ortaya çıkmış sos­
yolojik bir varlıktır. Milletin mey­
dana gelmesine sebep olan ve mil­
leti millet yapan müşterek unsur­
ların içinden herbir tanesi bir di­
ğeri üzerinde müessir olmaktadır.
Yani milleti millet yapan unsurlar
arasında devamlı bir tesir vardır.
Meselâ bir milletin dili, o milletin
kültürüne tesir ettiği gibi, kültürü
de diline tesir etmektedir. Bunun­
la beraber milleti millet yapan, un­
surlar arasında kültür, diğer un­
surlardan ve onların üzerinde daha
fazla müessir olmaktadır.
Çünkü
kültür, bir milletin kendine has sa­
hip olduğu maddî ve manevî de­
ğerlerin bütünüdür.
O halde dil,
kültürün içinde düşünülmesi gere­
ken bir unsurdur. Aynı şekilde din,
ülkü, tarih ve vatan mefhumları da
kültürün tesir dairesi içerisine gir­
mektedir. Demek oluyor ki kültür
milleti millet yapan unsurların en
başlıcalarından ve muhakkak ki bi­
rincisidir. Kültürü millet yapar, fa­
kat millet kültürünü korudukça, ya
sattıkça hayatiyetini, varlığını ko­
ruyabilir.
Yukardan beri
milleti meydana
getiren unsurlar arasında kültürün
millet hayatındaki önemini
belirt­
meye çalıştık. Şimdi kültürün için­
de müessir olan gelenek ve göre­
neklere geçebiliriz.
Bilindiği gibi
kültür, maddî ve manevî kültür ol­
mak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bun
lardan maddî kültür, elle tutula­
bilen, gözle görülebilen ve bedenî
faaliyetlerde sınırlı fertler tarafın­
dan kullanılmak üzere imal edilip
hazırlanan her türlü eşyadır.
Ma­
nevî kültür
ise bir milletteki si­
yasî, iktisadî, ahlâkî, bediî ve tek­
nik sahalardaki her çeşit faaliyetle­
ri düzenleyen
kaide ve nizamlar,
muhayyile mahsûlü unsurlar, ma­
sallar, hâdise ve vak'alar, efsaneler,
hikâyeler, destanlar, atasözleri, bil­
meceler,
gelenek ve göreneklerin
hepsine birden verilen addır.
Ma­
nevî kültürün
bu tarifinden de
kültürün diğer unsurları üzerindeki
tesiri daha iyi anlaşılmaktadır. Ge­
lenek ve görenekler, kültür —tabii,
bilhassa manevî kültürün —
için­
de önemli bir yer işgal etmektedir.
Gelenek ve görenekler,
manevî
kültürün maddî kültür üzerine yan­
sımasından başka birşey değildir.
Gelenek ve görenek arasındaki fark,
geleneğin
yüzyılların süzgecinden
geçerek, millet içinde daha yaygın
ve geçerli olması, buna karşılık gö­
reneğin milletin belli fertleri arasın­
daki taklitten ileri gelip bütün bir
çevreye ve hattâ millete mal ola­
mayışıdır.
Misâl verecek olursak,
Türkler'in
misafirperverliği, folk­
lor oyunları, başlık parası... birer
gelenektir. Düğünlerde yapılan çe­
şitli davranışlar da (Çevreden çev­
reye değiştiğinden) göreneğin
bir
icabıdır. Kısacası görenekler,
ge­
lenekler içindeki
farklılaşmalardan
doğup daha az bir çevreye yayıla­
bilir ve değişmeye
geleneklerden
daha fazla yatkındırlar.
Gelenek ve görenekler, maddî kül
tür unsurlarının kullanılma şekille­
rinden doğarlar.
Bu
kullanılma
şekli bütün bir millet için hemen
hemen ayrı ise gelenek; bir zümre
veya çevre için aynı olup, çeşitli
şekiller arz ediyorsa görenek adını
alır. Gelenek ve görenekler millet
fertlerini birbirine yaklaştıran, ay­
nı hareketleri yaptıran amiller ol­
duğundan millet hayatında tam bir
birlik sağlamakta çok büyük önem
taşımaktadır.
Millet hayatında gelenek ve gö­
reneklerin önemi,
kültürün içinde
yaptığı tesirden
ileri gelmektedir.
Evvelce de açıklandığı gibi kültür,
milleti meydana getiren unsurların
birincisi olduğundan, kültürün için­
de müessir olan gelenek ve göre­
İkizdere/Rize
nekler de millet hayatına tesir et­
mektedir. Gelenek ve göreneklerin
bu tesirleri millet hayatında
bü­
yük rol oynamaktadır.
Kültürün devamlılığını, değişmez­
inim sağlamak bakımından da ge­
lenek ve görenekler millet hayatın­
da büyük bir fonksiyon icra etmek­
tedirler.
Gelenek ve göreneklerin
her halükârda ve belli zamanlarda
tekrarlanması,
kültür unsurlarının
unutulmamasını,
kaybolmamasını
sağlayan en önemli bir âmildir.
Kısacası milletin siyasî, iktisadî,
bediî ve askerî hayatındaki felse­
fesini, takib edeceği yolu tayin eden gelenek ve görenekler,
millet
hayatının devamlıhgını sağlayan en
önemli kültür unsurlarıdır. Gelenek
ve göreneklerin muhafazası, mille­
tin korunması, yaşatılması demek­
tir.
NECATİ AVCI
Millet ve Din konulu «En
Güzel
Yazı»
yarışmamızda
birinci
gelen
ülkttdaşımız
KERKÜK doğumlu olup ilk ve
orta öğrenimini
orada yap­
mıştır. 1969 yılında Türkiye'ye
gelen ülküdaşımız Dil ve Ta­
rih
Coğrafya
Fakültesi'nin
Arap Dili ve Edebiyatı Bölü­
münü 1973 - 74 öğrenim yılı
sonunda bitirmiştir. T.C. va­
tandaşlığına da geçmiş bulu­
nan ülküdaşımıza
başarılar
dileriz.
13
Sinan NACAK
yetimize, varlığımıza lâf söyletme­
mek, el uzattırmamak, «Allah'ın or
duşu» sıfatıyla
ilâhî nizamı kur­
ma gayesiyle, bu büyük inancın çiz­
diği dış politikamız imparatorluğun
son zamanlarına kadar devam etmiş
tir. Öyle bir politika ki «Dünyayı
iki imparatora çok, bir imparatora
küçük» görmüş, bir harem ağasının
bulunduğu geminin basılmasını dev­
lete karşı yapılan bir hareket ola­
rak nitelendirip KIBRIS'I fethetmiş,
bir mektubuyla bir ülkeyi sınırları­
nın içine sokmuş. Aldığı yerlerde
«İlâhî Nizam'ı» kurarak
yabancı
mütefekkirlerin de belirttiği
gibi;
«İnsanlık üzerinde parıldayan
bir
güneş» olmuş. Ama ne yazık ki,
İmparatorluğun
son zamanlarında
«BUyük olma» iddiası, yüksek inanç,
geleneksel politika bir yana bırakıl­
mış veya bıraktırılmış, altıyüz yıl­
lık ulu bir çınarı andıran Osmanh
çöküp gitmiş.
Dış Politika Gerçeği
Hâlen yeryüzünde bazılarının iddia
ettiği gibi, rejimler değil, milletler
çarpışmaktadır. Bunun tabiî sonu­
cu olarak da, milletlerarası müca­
delede her millet diğeriyle olan iliş­
kilerinde millî menfaatlerini ön plâ­
na almıştır. Bu eskiden de böy­
leydi, yarın da böyle olacaktır. Bu­
nu anlamıyarak, görmek istemiyerek bu mücadeleyi kendi kafaların­
da belirlenen mefhumlara göre sür­
dürmeye çalışanlar ya büyük bir
gafletin içindedirler, ya da ihanetin
eşiğine gelmişlerdir.
Türklüğün
ilk yıllarından beri,
Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi'nin verdiği coşkunlukla, büyük ol­
ma duygusu ve idealiyle beslenerek
en belirgin şeklini Osmanh İmparatorluğu'nda kazanmış, millî haysi-
14
Yerini alan Cumhuriyet dönemin
de dış politikanın «Yurtta sulh, ci­
handa sulh» prensibi üzerine otur­
tulduğu sanılarak
birçok hakları­
mızdan vazgeçilmek istenmiştir. Fa­
kat ATATÜRK'ün Hatay'ı alması,
bu prensibin vazgeçilme ve bir uyutma politikası olarak kabul edile­
meyeceğinin en büyük delilidir.
Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra ge­
len devlet adamlarının, bu prensibi
adetâ bir ninni seviyesine indire­
rek, yetişen nesillerin zihnine aktar
dığı su götürmez bir gerçektir.
Milletlerin arasında devamlı bir
dostluk olacağını zannedenler yü­
zündendir ki, dış politikamız pasif,
ne istediğini bilmeyen kimseler elin­
de her türlü temaslarda canlılıktan
uzak, tuttuğunu koparan bir politi­
ka olmaktan çıkmıştır. Bu kimseler,
iki bloka ayrılmış dünyada, Türki­
ye'nin tampon devlet halini alışım
adetâ seyretmişlerdir. 76. sırada bu
lunmanm ezikliği ile milletlerarası
camiada Türkiye gerekli yerini ala­
mamış, adetâ sözü dinlenmez olmuş­
tur. Biz bu ezikliği, kısa zamanda
kalkmma seferberliği ilân
edip,
harp sanayiimizi kurarak üzerimiz-
den atıp; lâyık olduğumuz yeri al­
mak için çalışacağımıza, büyük bir
saflıkla haklarımızı korumak için
NATO ve Birleşmiş Milletler'e üye
olmanın, onlara yağ çekmenin yetti­
ğini sanmış ve büyük bir aldanış
içerisinde yuvarlanmışızdır.
Her fırsatta «İnsan hakları» na ve
birtakım teşkilâtlara olan saygı­
mızdan bahsetmiş, bir kere bile ol­
sun, onların da bize karşı saygılı
olup olmadığı araştırılmamış, «Türk'
ün Türk'ten başka dostu olmadığı»
gerçeği anlaşılamamıştır. Buna rağ
men «İnsan hakları» adına «İnsan
hakları» nın çiğnendiği, çoğunlukla
da ırkdaşlarımızın haklarının gasbedildiği ülkelere «Dost» gözüyle ba­
kılmış, Afrika'daki yamyamlar bile
millî bir dış politika izleme yolun­
da hızla ilerlerken bizim insanlığa
olan büyük sevgimiz (!) ve sulh aş­
kımız (!) millî haysiyetimize üstün
gelmiş, gururumuz ayaklar altına alınmıştır.
Her şey, Yahudi eline
geçmiş bir oyuncaktan başka birşey olmayan Birleşmiş Milletler'den
beklenmiş, «Sulh» kelimesi sakız gi­
bi ağızlarda çiğnenmiş, dolaşmıştır.
Büyük Türk milliyetçisi Dündar
Taşer ağabeyimizin de dediği gibi
«Bırakalım artık dünya sulhunu dün
ya nimetlerini paylaşanlar düşün­
sün.»
Dünya milletleri her an ekonomi
ve harp sanayiilerini
kuvvetlendi
rip; dış politikalarını ona göre çi­
zer ve bizim tekrar eski yerimizi al­
mamızdan gocunurken; bizim bu tu­
tumumuz hangi ölçüye vurulursa vu­
rulsun, aklın alacağı bir iş değildir.
İşte bunlara karşı, en kısa za­
manda güçlenmemiz, bizi lâyıkıyla
temsil edecek hâriciye kadrolarına
sahib olmamız lâzımdır. Yabancı
memleketlerin güzelliğini
görmek
için oralara giden hariciyecilere ar­
tık ihtiyacımız yok.
Türk Milleti yarınlara sevinçle, ümitle bakabilir artık. O'nun gençli­
ği, ÜLKÜCÜ gençlik geliyor. Hem
de kadrolaşarak. Ve o gençlik çok
iyi biliyor ki; «Hak daima kuvvetli­
nindir.»
— Kütahya Kız İlköğretmen Oku
lu'nun ülkücü öğretmenlerinden Rı­
fat VATAN,
Almanca Öğretmeni
Türkân hanımla evlenmiştir. Tebrik
eder, hayırlı olmasını dileriz.
— Nazilli'li ülküdaşlarımızdan Gün
gör YARAMIŞ 30 Haziran 1974 gü­
nü Hanife hanımla evlenmiştir. Teb­
rik eder, hayırlı olmasını dileriz.
—
Ülküdaşlarımızdan Turan EV­
REN 3 Ağustos 1974 günü Turhal'da
Tülin hanımla evlenmiştir.
Tebrik
eder, hayırlı olmasmı dileriz.
—
Kıymetli
ülküdaşımız A
vukat
Meh­
met Zeki Müftüoğlu 18 Ağus
tos 1974 günü
Aksaray'da Ec
zaçı Sevil ha
nunla evlenmiş
tir.
Aksaray
Ülkü
Ocağı
mensupları
genç
c .'lilere
Kur'an,
Bay­
rak ve Kılıç
vermişlerdir.
— Ülküdaşlarımızdan Mehmet ÇİĞ­
DEM 5 Ağustos 1974 günü Bolvadin'­
de Ayşe hanımla evlenmiştir. Teb­
rik eder, hayırlı olmasını dileriz.
\
— Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu
Üyesi ülküdaşımız Aydın GÜNGÜNES
8 Ağustos 1974 günü
Kırıkkale'­
de Şikâr hanımla evlenmiştir. Teb­
rik eder, hayırlı olmasını dileriz.
— Ülküdaşlarımızdan Cihad TÜRKben ile Fatma USLU 13 Temmuz
1974 günü Ankara'da
nişanlanmış­
lardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını
dileriz.
VEFAT
Ordu Merkez Ortaokulu'nu
iftiharla bitiren Yavuz Selim
Yılmaz
isimli
ülküdaşımız
5 Ağustos 1974 günü geçirdiği
bir trafik kazası sonucu vefat
etmiştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz.
BOZKIM
— Ülküdaşlarımızdan Zafer KA­
RAGÖZ ile Ülker TURAN 24 Ağustos
1974 günü Karaman'da nişanlanmış­
lardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını
dileriz.
— Gönen'li ülküdaşlarımızdan Zeki
ARSLAN ve evdeşinin PINAR ismi
verilen bir kızları,
— Osmaniye Lisesi Coğrafya öğ­
retmeni ülküdaşımız Bilâl OZTÜRK
ve evdeşinin 18 Haziran 1974 günü
Saltuk BUĞRA ismi verilen bir oğulları,
— Ülküdaşımız Murat ÇETİN ve
evdeşinin
24 Haziran 1974
günü
NURHAN adı verilen bir kızları,
— Turhal'lı ülküdaşlarımızdan Ga­
zi SERT ve evdeşinin 29 Temmuz
1974 günü OĞUZHAN ismi verilen
bir oğulları,
— Yine Turhal'lı
ülküdaşlarımız­
dan Mehmet BAYDİLLİ ve evdeşi
nin 29 Temmuz 1974 günü KÜRŞAD
ismi verilen bir oğulları,
— Ankara'lı
ülküdaşlarımızdan
Mehmet SARIKAYA ve
evdeşinin
ALPARSLAN isimli bir oğulları
Dünyaya gelmiştir. Küçük ülküdaşlarımıza hayırlı bir gelecek dileriz.
Sahibi : Sadi SOMUNCUOĞLU * Yazı İşleri Müdürü : Osman OKTAY
Umumî Neşriyat Md. : Mahir DURAKOĞLU * İdare Yeri : Necatibey
Cad. 33/10 Yenişehir - ANKARA * Haberleşme Adresi : P.K. 151 Bakan­
lıklar - ANKARA * Posta Çeki Nu : 10079758 * Yıl : 2 - Sayı : 24 * Yıllık
Abone : 17.50 TL. * Eiatı : 150 Kr. * Yurt dışı : İki misli * Reklâm
tarifesi : Tam sayfa 1.000 TL. Renkli sayfa 1.500 TL. * Kitap ilânları :
Santimi 30 TL. * Dizgi ve Baskı : Yeni Işık Matbaası Tel : 12 58 10 ANKARA * Dağıtım : GAMEDA.
15
ANLADINIZ MI ?
Dilâver CEBECİ
V
BOZKURT
Beu dememiş miydim ki; om uzlarım geniş ve dolgundur. Olimpos Dağı'nı
şöyle bir yanlayıversem; öte tarafa aşınr, Grek küf farının tanrılarını yer­
siz-yuvasız köstebeklere döndürürüm. «Savaş benimdir» dememiş miydim?
Savaş, bayatın anlamı, kör düğümlerin çözümü, pusatların türküsü, bir yerde
mavi göğün sızısı, bir yerde yağız yerin umududur.
«Savaş, bazunun, akça parmakların, aklın imtihanıdır» dememiş miydim?;
Savaş, al atların, gök kılıçların, zorlu yayların gününden sarı mermiler, nârabaz topların gününe kadar benim değil miydi?
Neden anlamak istememiştin eski kölem? Kıbrıs Adası'nı, on batmanlık bir
gürz gibi sapından tutup da akılsız başına indirdikten sonra anladın mı?
Sana gelince Frengi illetinin mucidi... Seni adam yerine koyan kim? De­
delerimin «Kapitülasyon» nam sadakaları ile semirebilmiş,pâdişâhımın «Hattı
Hümâyûn» u ile krallı olabilmiş şarap fıçısı zavallı. Sen de beni iyi bilirsin.
İkinci Dünya Harbi'nde tek bir kurşun atmadan Alman ordnlarma teslim olu­
ştum» verdiği aşağılık duygusundan kurtulabilmek için «Büyüklük» cakası
satıp durma. Senin bu alanda hükmün yok. Paşa paşa otur yeriude. Aşüfte­
lerine emret, moda icâd etsinler. Söyle ressamlarma, Türk'ün çengini kona
alan tablolar yapsınlar. Böyle erkek işleri nene gerek senin?
Ya sana ne demeli hile makinesi, şeytanın sol bacağı, yetim hakkı ye­
mekten gayrı marifeti olmayan, dünyanın emsalsiz günahkârı... Bugüne ka­
dar yaşayabilmeni, sahib olduğun coğrafî şartlara borçlu değil misin? Çök­
müşsün Avrupa'nın Kuzeyi'nde, diğer milletlerle irtibatı olmayan bir adaya,
beleşten yaşıyorsun. Hele bir deneyeydin, benim gibi yetmiş iki buçuk mille­
tin here ü merc olduğu topraklar üstünde yaşamayı... Hele benim gibi, Av­
rupa'da, Asya'da, Anadolu'da yaşamak zorunda kalaydın... Kaç gün muha­
faza edebilirdin varlığını? Şimdilik, Yahudi Lebid gibi yayımın kirişlerine fesâd düğümleri atmaya devam et ve kaderini bekle. O düğümlere ratiteavizeyn
okuyacağım günleri...
Size de diyeceğim var bizim güdümlü çomarlar : Şimdi anladınız mı ne­
yine ne olduğunu? «Türk'ün Türk'ten gayrı dostu yoktur» dediğimiz zaman
Biye hırlıyordunuz? Biz bu lanet olasıcalardan yakındıkça niçin «İnsancıllık»
nutukları çekiyordunuz? Dış Türkler, Batı Trakya, Kırım, Kıbrıs... dediğimiz­
de, «Hayalci, Fanatik, Şoven, Turancı» oluyorduk. Söyler misiniz ya bu neir? Bugün gücümüz buraya yetti. Adalara yetecek gün gelmeyecek mi? Ney­
di radyodaki o marşlar, o şiirler? Nasıl söyleyebildiniz? Nasıl dinleyebildiniz?
Dolanıp, fırlanıp dediklerimize geldiniz mi?
Aklınızı başınıza alın. Zafer ordusuna bir daha «Faşist ordu» demeyin.
Uğruna güneşler batırdığımız Ay-Yıldızın gönderine bir daha hayvan for­
ası çekmeyin. Karslı şehit üsteğmenin babasına yazdığt mektubu okuyun da
e için ölünürmüş anlayın. Solculuk - molcultık diye beyinlerinizi örümceklenmeye bırakmayın. Atın gözlerinizdeki o berbat gözlükleri de beş yüz yıl son­
ralara bakın. «Bu savaşı, millî çıkarlar için değil de insanlık için yaptık»
diyerek gülünç olmayın. Yok eğer çomarlıkta ısrar edecekseniz, milletimizin
çomarı olsa. Onun - bunun değil. Haydi bakalım bir daha görmeyeyim.
t
Download