Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize

advertisement
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
Ramazan Işık Hoca, lise yıllarından beri Arapça’dan tercümeler yapıyor… Kitapları
çıkıyor. Sohbet ve konferansları ile peygamberimizi anlatmaya devam ediyor. Bir Arapça
sevdalısı olan hoca gençlik yıllarında Arabistan’da ve Irak’ta bulunmuş. Mekke’de Muhammet
Es Sabuni ve Mahmut es Savaf gibi alimlerin derslerine katılmış… Burhan Dergisi okurları için
kendisi ile özel bir söyleşi yaptık...
Muhterem Hocam inşallah sizinle güzel bir söyleşi yapacağız. Bu sohbetten bir kişi bile
istifade etse yeter diye düşünüyorum. İnşallah. Bizim elimizde olan bir şey yok. Allahü Teala ne nasip ederse onu söyleriz...
Kısmettir konuşmak… Allah ne nasip ederse konuşuruz. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1947 Mardin Ömerli doğumluyum. İlkokulu kazamda bitirdikten sonra Diyarbakır İmam
Hatip Lisesi’ni bitirdim. Sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nün sınavlarına girdik, nasip oldu
kazandık. Dört sene de burada okuduk. 73’de mezun olduk. 77’de İmam Hatip liseleri açılınca
müdür mavini olarak çalışmaya başladım. Bir ara Diyanet’te de görev yaptım. Yeminli tercüman
olarak Arabistan’da epey bir zaman bulundum. Sene 82’ydi…
Tercümelere ne zaman başladınız? İmam Hatip Lisesi’nde talebe iken Arapça makaleler olsun, kitaplar olsun elime ne
geçerse okuyordum. Hatta o eserlerden bazı tercümeler yapıyordum. Böylece tercümeye karşı
sevgim, rağbetim arttı. Zaten bir lisan olarak Arapçayı çok seviyordum… Herkese Arapça
öğrenmelerini ve bu dildeki kitapları okuyup anlamalarını tavsiye ederim. En başta Kur’an’ı ve
hadisleri anlamamız için bu dili bilmek çok mühim ve lüzumludur. 1/6
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
Genelde ne tür kitaplar tercüme ediyorsunuz?
Çalıştığım yayınevinin sahibi çoğu zaman Mekke’ye, Medine‘ye gidiyor, bazen Mısır’a
kitap fuarlarına gidiyor. Oralarda bugünkü şartlarda faydalı olabilecek, bugünkü insanlara uygun
kitapları seçip getiriyor. Onları tercüme etmeye çalışıyoruz. Mesela “Amellerin Fazileti” diye yeni
bir kitabımız çıktı. “Muhammed Ümmetinin Şerefi” isimli bir kitabımız da basıldı. Bu kitabın özeti
şudur: Bugün insanlık kan ağlıyor ve biz ümmet şuuruna ulaşırsak dünya cennette dönüşür, kan
ve gözyaşı ancak bu sayede biter. Bir de daha önceden Muhammet Hasaneyn’in; “Kur’an’ı
Kerim’in Lügati” var; onu çevirmiştim. Muğlâk olan yerleri izah ediyor. Bundan başka
kitaplarımız da var…
Bir dönem Arabistan’da kaldığınızı söylediniz. Oradayken hangi âlimleri görmek nasip
oldu?
Harem-i Şerif’teki hocaların derslerine katıldım. Mesela “Saffettüt Tefasir” müellifi
Muhammed Ali Es Sabuni’nin derslerine katıldım. Bunlar tamamen ilmi dersler şeklindeydi.
Onun bu üç ciltlik tefsiri bütün tefsirlerin özü gibidir, onda bütün tefsirlerden alıntılar var. Mesela
bizim Ebu’s Suud hazretlerinden bile alıntılar var. Sade anlaşılır bir tefsir. Tamamen rivayet
tefsiri… Sabuni Hoca Harem-i Şerif’te halka oluşturuyor. O halkaya hem Ümme’l Kura’dan
talebeler hem de halk katılıyordu.
Bir de Mahmut Es Savaf’ın derslerine çokça katıldım.
O genellikle fıkhi konuları işliyordu. Soru sormak onlarda pek yoktu. Tamamen ilmi
konuşuyorlardı. Fetva isteyenler dersten sonra ayrıca soruyordu.
O derslerden aklınızda kalan bir anekdot var mı? Size Medine’de duyduğum bir kıssayı anlatayım: İmam Malik malum Medine-i
Münevvere’de yaşamış mübarek bir zat. Maliki mezhebinin kurucusu… Onun zamanında bir
kadıncağız vefat ediyor. Art niyetli bir yıkayıcı onu tek başına yıkarken, acaba kiminle oturmuş
kalkmış gibisinden fesat bir fikir geçiriyor aklından. Yani onun hakkında kötü zanda bulunuyor.
Bir de bakıyor ki yıkayıcının bir eli ölünün vücuduna yapışmış… Ölü sahipleri yıkayıcı kadınının
çıkmasını bekliyorlar. Tabi kadın çıkamıyor. İçeri girip bakınca bu tuhaf manzarayı görüp
şaşırıyorlar. O dönemin fetva veren âlimleri arasında yıkayıcı kadının durumu tartışılmaya
başlıyor. Bir fikir ayrılığı çıkıyor; kimisi “ölünün vücudunu keselim” diyor; kimisi de “öbürünün eli
koparılsın” diyor. Birisi çıkıp diyor ki: “İmam-ı Malik yanı başımızda, gidip ona haber verelim.”
2/6
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
Sonra ona haber veriyorlar, o da geliyor. İmam Malik Hazretleri kadına diyor ki “Sen bu kadını
yıkarken aklından ne geçirdin, o esnada ne yaptın ki bu durum başına geldi?“ Kadın korkuyor
“böyle böyle şeyler içimden geçirdim, su-i zanda bulundum” diyor ve gerçeği anlatıyor. İmam
Malik diyor ki: “Tövbe et ki Allahü Telala seni affetsin. Bir daha kimsenin hakkında böyle su-i
zanda bulunma. Hele ki bir kadın hakkında böyle şeyler düşünme…” Neticede kadın tövbey-i
nasuh yapıyor ve eli ayrılıveriyor…
Bu hikâyeden nasıl bir ders çıkartmalıyız? Burada bir tane değil bir sürü dersler var. En başta o mübarek insanların; mezhep
imamlarının ilimde ulaştıkları zirveyi bu sözlerinden anlıyoruz. İmam-ı Malik’in meselelere nasıl
yaklaştığını müşahede ediyoruz. Nasıl bir derinlik sahibi olduğu ortada… Sonra bu kıssada ilim
erbabına sormanın önemi ortaya konuluyor. Yani bilen birisine sorduğunuz zaman müşkülünüzü
halletmeniz kolay oluyor. Bu bakımdan âlimler bizim için her zaman bir müracaat kaynağıdır.
Ama maalesef günümüzde âlimlerimizin de kıymeti bilinmiyor. Tabi bu kıssadaki çok önemli
mesajlardan birisi de Müslüman’ın her zaman hüsnü zanda bulunması gerektiği şeklindeki
öğüttür. Şimdi yıkayıcı kadın kötü zanda bulunduğu için başına bu işler gelmiştir. Demek ki
bizim de başımıza kötü bir iş geliyorsa önce kendi niyetimize yüzümüzü çevirmemiz ve ona
bakmamız lazım. Niyetini temizleyen kişi başındaki marazlardan kurtulur. Bildiğim kadarıyla Bağdat’ta Külliyetü’l Adab Kısmıddin’de de bir sene kadar okudunuz.
O yıllardan aktarabileceğiniz bir şey var mı? Orada pek fazla kalamadık. Aklımda da pek fazla bir şey kalmadı doğrusu… Fakat
Bağdat’taki kütüphanede okuduğum bir kitapta şöyle bir şey anlatılıyordu; sizinle onu
paylaşayım. Bir adamcağız Bağdat’tan hacca gidecek. Arkadaşı diyor ki şu malımın zekâtını al
Mekke’de falanca fakire teslim et. Mekke’ye varınca ne olur ne olmaz para kaybolur diye ilk işi
parayı teslim etmeye çalışıyor. Araştırıyor bir adres tarif ediyorlar. Kapıyı çalıyor. Bir yaşlı adam
kapıyı açıyor. “Buyur amca bu senin hakkın” diyor. Adamcağız parayı evirip çeviriyor; “Benim
komşumun durumu benden iyi değil ona götür” diyor. Adam itiraz etmiyor komşusunun kapısını
çalıyor. Durumu anlatıyor. O da tereddüt ediyor; alayım mı almayayım mı? Sonunda “parayı
ikiye böl yarınsı bana yarısını komşuma ver” diyor. Bunu okuduğumda çok hoşuma gitmişti. Şimdi günümüzde “hep ben kazanayım ne
olursa olsun” deniliyor. Hak etmişim etmemişim önemli değil... Bir insanın kardeşinin nefsini
kendi nefsine tercih etmesi ne müthiş bir diğerkâmlık örneği… Komşuluk ilişkileri açısından da
3/6
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
bu örnek çok ibretli… İslam’da komşuluk mevzusunu biraz açabilir misiniz? Efendimiz’in komşuluk hayatı
nasıldı? Efendimiz Medine’ye hicret edince orada Yahudi komşuları da oluyor. Onlara yolda
rastladığı zaman tebessümle hallerini hatırlarını soruyor. Onlardan bir tanesini birkaç zaman
göremeyince araştırıyor; hasta olduğunu, evde yattığını öğreniyor. O günkü örf adet üzere bir
şeyler alıyor, -hurma gibi şeyler- ve kapısını çalıyor. Karısı kapıyı açınca şaşırıyor. İçeri buyur
ediyor. Adam kalkmak istiyor. Efendimiz “rahatsız olma, kalkma” diyor. Biliyorsunuz İslam’da
komşuluk hakları çok mühim. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Cebrail aleyhis selam komşuyu
bana o kadar tavsiye etti ki neredeyse komşu komşunun mirasçısı olacak sandım.”
İşte
Efendimiz bu düşünceden hareketle onu ziyaret ediyor ve ona şifa diliyor. Bir İslam peygamberi
yahudinin kapısına gidiyor. Şu İslam’ın güzelliğine bakın. Adam ve ailesi Müslüman oluyorlar.
İslamiyet emniyet demektir, huzur demektir, Bu anlatılan incelik buna işaret ediyor. Yine bir zat
geliyor; “Ya Resulullah bana ne olur nasihatte bulun” diyor.
Efendimiz tabi herkesin ihtiyacına göre cevap veriyor, mizacına göre, zaaf noktalarına göre
cevap veriyor. Adama; “kul muhsinen” buyuruyor yani “iyi insan ol” diyor. İhsan kelimesi Cibriil
hadisinde şöyle tarif ediliyor: Allah’ı görüyormuş gibi hayatını sürdürmektir. Yani Allah’ı
görüyormuş gibi hayatını sürdüren insandır muhsin -yani iyi insan-. Bu sefer adam soruyor: “Ya
Resulullah ben iyi bir insan mıyım?“ Efendimizin cevabı ibretlik: “Git ve komşuna bu soruyu
yönelt. Eğer komşun iyisin derse iyisin.” İşte komşuluk bizim dinimizde bu kadar önemlidir.
Köy yaşantısında ve küçük şehirlerde komşuluk ilişkileri daha sıcak oluyor. Oysa
İstanbul gibi büyük şehirlerde komşuluk ölmüş vaziyette. Sizce büyükşehirlerde komşuluk nasıl
olmalıdır?
İnsanların birbirlerine olan bağlantıları bakımından insan sosyal yaratılmıştır. Tıynetinde
bu mevcuttur, dolayısıyla yalnız yaşayamaz. Bu, Adem aleyhis selam’dan günümüze kadar
gelmiş tüm insanlara şamildir. Yani insan nerde olursa olsun sosyal yaşamanın gereğini
yapmak durumundadır. Şehir hayatıymış, köy hayatıymış fark etmez. Komşuluk ilişkileri her
yerde ikame edilmelidir. Bir de şöyle bir durum var: İstanbul’da 72 milletten insan var insanın komşularıyla
4/6
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
yakınlaşması bazen aleyhine olabiliyor. Yani çeşitli marazlar doğabiliyor.
Sizin samimiyetiniz aradaki marazları yok eder. Kötü niyetli dahi olsa onu yumuşatır.
Şehir yaşantısında komşularınızla ilişkilerinizi en güzel seviyede tutmak zorundasınız.
Aranızdaki sevgi ve saygının artması için mutlaka selamın yaygınlaştırılması gerekir. “Selam”
Müslümanların ihmal ettiği müthiş bir metottur. Terk ettik, muhabbet ortadan kalktı, samimiyet
kalmadı. Adam “bir menfaati mi var bana niye selam verdi” diye düşünüyor. Şuraya bakın?
Selamı artık garipser hale geldik.. Oysa Efendimiz, tanıdık tanımadık herkese selam vermemizi
istiyor. Selam verirken de tebessümle verilirse bu sevap on misli, yirmi misli katlanıyor. Yani selam art niyetleri yok ediyor…
Bazen otobüse biniyor selam verip birinin yanına oturuyorsunuz. Elinize güzel bir eser
alır oturursunuz. Böyle yaparak belki onun alacağı güzel bir mesaj veriyorsunuz. Selam
verdiğiniz için onun kalbini fethediyorsunuz. Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Size öyle
bir metot öğreteyim ki siz onunla mutluluğa erersiniz. Aranızdaki sevgi saygıyı artırır,
düşmanlıkları bertaraf edersiniz. Aranızda selamı yayınız.” Selam verdiğiniz zaman hüsnü niyet
sahibi olduğunuz için o selam dua makamında oluyor. O dua kabul oluyor ve o kişiyi
etkiliyorsunuz; o kişinin art niyetini ortadan kaldırıyorsunuz. Çünkü sizin duanız birçok insanı
dize getiriyor. Ne buyuruyor Efendimiz: “Müminin niyeti işinden hayırlıdır.” Niye? Çünkü niyete
riya karışmaz. Elinizdeki o güzel eserleri okuyorsunuz. Mükemmel bir mesaj veriyorsunuz o
insana. Yani o adamın kalbini fethediyorsunuz. Demek ki marazı ortadan kaldırmak için “selam”ı
bir metot olarak benimsememiz gerekiyor. Bir de mahalledeki komşuların arasındaki sevgi ve
saygının yayılması için cemaatle namazın teşvik edilmesi gerekiyor. Neden? Çünkü mescit
Müslüman hayatının en önemli parçasıdır. Efendimiz hicret esnasında Kuba’ya ilk geldiğinde
Kuba Mescidi’ni inşa ediyor. Her taraf kumluk kayalık, derme çatma bir mescit yapıyor. İşte size
bir mescit… Demek ki her şartta mescit hayatımızın içinde olacak. Mescit sosyal dokuyu
kuvvetlendirdiği için marazların doğmasına bir set oluşturuyor. Mescitle ev arasında giderken bir
fakir görüyorsunuz eline bir şeyler tutuşturuyorsunuz, yolda bir taş görüyorsunuz onu
kaldırıyorsunuz, bir kötülük görüyorsunuz engelliyorsunuz, bir kavga var ayırıyorsunuz. Ne için?
Allah rızası için... Mescitle ev arasındaki şu hayata bakın. Bunları yapınca da sevap
kazanıyorsunuz. Bu sadece camiye gidinceye kadar… Mescide gidiyorsunuz bir de oradaki
sevaplar var. Orada gördüğünüz simalarla kaynaşıyorsunuz, kalpten kalbe giden bir yol var.
Sevgi muhabbet pekişiyor. İhtiyacı olan dile getiriliyor “falana yardım edilecek” deniliyor, ne
güzel….
5/6
Ramazan Işık: “Sizin duanız birçok insanı dize getirecek.”
Pazartesi, 19 Temmuz 2010 14:57
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Abdullah bin Selam bir Yahudi alimi, Tevrat’ı, İncil’i okumuş birisi. Efendimiz Medine’ye
hicret edince Efendimiz’i merak ediyor. Onu görmek için ön sıralarda yerini alıyor, görebileceği
bir yere oturuyor. Efendimiz teşrif edince uzun uzun Efendimiz’in yüzünü süzüyor. İçinden
“Allah’a yemin ederim ki bu yüz yalancı yüzü olamaz” diye geçiriyor ve o anda Müslüman
olmaya karar veriyor. Daha Resulullah konuşmadan; sadece onun yüzüne bakarak Müslüman
oluyor. Abdullah bin Selam diyor ki Efendimiz’in o gün bize ilk tavsiyesi şuydu: “Tanıdık
tanımadık herkese selam verin.”
6/6
Download