Kuyumculuk ve kasaplık yapmanın sakıncası var mıdır?

advertisement
1
İçindekiler
"Her farz namazdan sonra ayetel kürsiyi okuyan kimsenin cennete girmesi için ölümden
başka engel yoktur" anlamında bir hadis var mıdır? .............................................................. 3
Kuyumculuk ve kasaplık yapmanın sakıncası var mıdır? ....................................................... 4
Merhamet ve cehennem, ikisi bir çelişki değil midir? ............................................................. 5
Peygamberimiz (s.a.v)in kızı Hz. Zeyneb (r.a)'in hayatı hakkında bilgi verir misiniz? ......... 8
“Simsiyah ve sıska bacaklının, Kabe’nin taşlarını bir bir söktüğünü görür gibi oluyorum”
hadisinde bildirilen olay ne zaman gerçekleşecektir?............................................................ 14
Hem evrime, hem de yaratılışa inanıyorum denilebilir mi? Hz. Âdem devrindeki insanların
fiziksel farklılığı, evrime delil olabilir mi? ............................................................................. 15
Zarara zararla karşılık vermek olmadığına göre, kölesini iğdiş yapan kişiyi iğdiş yapmak
nasıl uygun olur?..................................................................................................................... 18
"Ahir zamanda Dinden ayrı hususlar için öğrenim yapılacak" hadisini sıhhat ve şerh
açısından açıklar mısınız?....................................................................................................... 19
Recep ayında tutulan oruçların önemiyle ilgili hadis sahih midir? ...................................... 20
Ayetlerle sihir yapmak, kişiyi dinden çıkarır mı? .................................................................. 21
Gece namaz kılma niyeti ile uyur ve kalkamazsa namaz kılmış gibi sevap kazanır sözü hadis
midir? ....................................................................................................................................... 22
Hz. Muhammed'in naaşı çalınmaya çalışılmış mıdır? .......................................................... 23
Nisa Suresi'nin 17. ayetinde Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da hemen tövbe edenlerin
tövbesinin kabul olacağını belirtmiştir. Bilerek günah işleyenlerin tövbesi kabul olmaz mı?
.................................................................................................................................................. 24
2
"Her farz namazdan sonra ayetel kürsiyi okuyan kimsenin
cennete girmesi için ölümden başka engel yoktur"
anlamında bir hadis var mıdır?
Evet, Taberani bu anlama gelecek bir hadis rivayet etmiştir. Hafız Heysemî rivayetlerden
birinin senedinin sağlam olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmauz-Zevaid, h. no: 16922)
Hadisin zahir ifadesinden anlaşılan, bunun herkes için geçerli olduğudur. Tabii ki, İslam‟da
terğib-terhib (cennete olan ümitleri kamçılamak-cehennemden korkutmak) diye birer kavram
vardır.
Ümitleri kamçılamak için yumuşak ifadelere, cehennemden korkutmak için de sert ifadelere
yer vermek irşat üslubunun gereğidir. Bu sebeple, bazı ayet ve hadislerde yer alan mutlak
ifadeler, görünürde şartsız ve herkesi içine barındırıyor olsa da, bunların mutlaka İslam‟ın
ruhunu temsil eden Kur‟an ve Sünnetin tamamını kapsayacak bütüncül bir bakış açısıyla
değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
Örneğin bir hadiste “Kim samimi olarak „lâilâhe illallâh‟ derse cennete girer” ifadesine
yer verilmiştir. Ancak alimler bunu “lâ ilâhe illallâh”ın gereği olan bütün amelleri
işlemesi" veya “kelime-i şahadet/kelime-i tevhidi getirdikten sonra -başkaca bir amel
işleme imkanı bulamadan- ölen kimse için..” olabileceği yorumlarına yer vermişler.
Konumuzla ilgili hadisi de öyle anlayacağız.
Yoksa her günahı işleyip de sadece namazlardan sonra ayetel-kürsiyi okumakla cennete
gitmek kolay olmasa gerektir. Çünkü cennet o kadar ucuz değildir.
Kaldı ki, ayetel-kürsiyi samimi olarak okuyan ve kıldığı namazı Allah için mükemmel
kılan bir kimsenin hayat boyu takip ettiği çizgi cennet yolundan başka ne olabilir ki...!
İlave bilgi için tıklayınız:
Okunan dualara, yapılan ibadetlere verilen sevaplarla ilgili rivayetler var. İbadetlere vadedilen
netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir? O duayı her okuyan ve o ibadeti yapan
herkes o sevabı ve mükafatı alabilir mi?
3
Kuyumculuk ve kasaplık yapmanın sakıncası var mıdır?
- Evvela şunu belirtelim ki, bütün esnaflık ve sanatkarlık gibi kuyumculuk ve kasaplık da
sosyal hayatın olmazsa olmazlarındandır. Hz. Peygamberin saadet devrinde de bu iki meslek
vardı. Ayrıca bu iki mesleğin yasaklandığına dair herhangi bir ayet ve hadis de söz konusu
değildir.
- Bu sebeple, bu iki mesleğin bazı alimler tarafından hoş görülmemesi, işin takva boyutuna
eklenen bazı şüphelerdir.
Buna göre, kuyumculuk, faize bulaşma ihtimali ve gramajlarında sahtecilik yapma kolaylığı
olan bir meslek olduğu için, bazı alimler bundan dolayı bu mesleğin mevcut risklerine dikkat
çekmek için onu mekruh görmüşlerdir.
Keza, kalbin kasavetine sebep olacağı gerekçesiyle kasaplık mesleğini de kerih gören
alimler olmuştur. (krş. el-insaf fi‟l-fıkhı‟l-Hanbelî)
- Bazı alimlere göre, insanların ihtiyaç duyduğu bütün sanatlar, meslekler, farz-ı kifayedir.
Hiç kimse bunu yapmadığı zaman herkes günahkar olur. Ayrıca, haram olmayan bütün
meslekler, ibaha/cevaz/yapıp yapmamada eşittir. (bk. el-Mevsuatu‟l-Kuveytiye-Kuveyt,14041427, 2/72-73)
- Bununla beraber, bazıları -farz-ı kifayeyi yerine getirecek şekilde- daha aşağı mertebede
sayılan bazı sanat ve meslekleri icra ediyorsa, kişinin, elinden gelen daha güzel sanatları
tercih etmesi daha güzeldir. Belki adamına göre mekruh da olabilir. (bk. el-Mevsuatu‟lKuveytiye, a.y.)
4
Merhamet ve cehennem, ikisi bir çelişki değil midir?
- Milyarlarca insan ve diğer canlıların bütün hayatî ihtiyaçlarını temin eden, dünyaya gelir
gelmez rızkını bulması için annelerin meme musluklarından yavruların rızkını gönderen, en
acımasız canavarlara dahi bir anne şefkatini vererek aciz yavruların yardımına koşturan, bir
kutup ayısı anneye dahi yavrularının rahat süt emmeleri için karlar üzerinde sırt üstü yatırtan
bir merhamet duygusunu bahşeden Allah‟ın sonsuz rahmetini inkâr etmek, ciddi bir körlük
ve çirkin bir nankörlüktür.
- Her türlü melaneti işleyen katil ve canileri cezalandırmak ne zamandır haksızlık sayılıyor?
- Bir ülkenin yasal düzenini inkâr etmeye, bozmaya, anayasayı ilgaya teşebbüs edenlerin ağır
cezaya uğradıklarına şahit olan insanlık camiasından, bu cezanın bir zulüm olduğu sesi
duyulmamıştır. Bütün hukuk sistemlerinde “ihkak-ı hak” denilen zalimden hakkı almak,
mazlumun hakkını vermek diye bir prensip vardır. Cehennem dahi böyle bir ihkak-ı hak
merkezidir.
- Allah‟ın kâinat çapında güneş gibi parlayan tezahürleri, şimşek gibi çakan sinyalleri, göz
kamaştıran ışıkları görülen adalet ve merhametini inkâr etmek, sadece bir nankörlük ve körlük
değil, aynı zamanda milyarlarca varlıkların merhamete olan şahitliklerini yalanlamak, bu
sonsuz merhamet karşısında divan duran varlıkların bu duruşlarını tahkir etmek anlamına
gelir. Bir küfür, bir inkâr bin katil hükmündedir. Çünkü binlerce hak ve hukukları manen
öldürmektir. Bir tek katlin cezası en az 15 yıl hapis olduğu insanların adaletinde yer
etmişken, bin katli birden işleyen bir kimsenin cehennemde yatmasını adaletten uzak görmek
akıl-vicdanla izah edilemez.
- İnsanların yapısı İslam dininin emirlerini yerine getirecek ve yasaklarından sakınabilecek bir
fıtrata sahiptir. İslam dininin fıtrat dini olmasının manası budur. Her çocuğun İslam fıtratı
üzerine yaratılmasının manası da budur. Yani, insanın ulvî yapısı, ruhanî zevki, kalbî
hassasiyeti, aklî melekeleri, İslam dininin hükümleriyle özdeşleşmiştir. “İyi bilin ki gönüller
ancak Allah‟ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) mealindeki ayette insanın bu ulvî ve
kalbî zevkine ve ruhanî neşesine işaret edilmiş ve ancak yaratıcısını bulmakla, ona kulluk
etmekle huzura kavuşacağına dikkat çekilmiştir.
- İmtihana tabi tutulan insanların -âdil bir yarışmada kendi özgür iradeleriyle yarışmayı önde
götürmek/ve imtihanı kazanabilmeleri için- temayüllerine sınır konulmamıştır. Çekiciliği
bakımından merkezde oturtulan iki farklı çekim alanı ve iki farklı mekanizma yerleştirilmiştir.
Bu iki mekanizma, ruh ve nefistir. Ruhanî zevklerin çekim alanı ile nefsanî zevklerin çekim
alanı elbette bir değildir. Fakat kişi bu alanlardan hangisine kendini kaptırırsa oradan lezzet
alır. Ruhanî zevklerin ulvî, insanın vicdanını rahatlatan, gönlünü tatmin eden insanın
kemaline, olgunluğuna katkı sağlayan bir mekanizma olduğu tecrübeyle sabittir. Buna
mukabil, nefsanî -gayr-ı meşru- arzuların verdiği lezzet, insanın sadece hayvanî ve bitkisel
yanlarını tatmin edebildiği, ruhanî bir yükseklik kazandırmadığı, ulvî bir zevk vermediği de
tecrübeyle sabittir. “İyilik, nefsin/ruhun tatmin olduğu, kalbin onunla huzur bulduğu
şeydir. Günah/kötülük ise, içini tırmalayan ve tereddüt/rahatsızlık veren şeydir”
(Mecmau‟z-Zevaid, 10/294) manasındaki hadis-i şerifte (tecrübelerimizle de sabit olan) bu
gerçekler -fıtratın ıslak imzasıyla- onaylanmıştır.
5
- Yukarıda açıklandığı üzere, âdil olan Allah, kullarına asla zulmetmez. Fakat insanların
keyfine göre de hareket etmez. İnsanların çoğunun cehenneme gitmesi doğrudur. Fakat
meziyet sayıda değil, kalitededir. Tavuğun altına bırakılan yüz yumurtadan 90 tanesi cılk
çıkıp bozulsa bile, on tanesinin kıymetli birer civciv olmalarının hatırı için bu işlemden
vazgeçmemek aklın gereğidir. Çünkü eğer bu yumurtalar kuluçka işlemine tabi tutulmazsa
hiçbir civciv söz konusu olmaz. Az bir zarar için pek çok olan bir yarardan vazgeçilmez. On
tanenin sağlam çıkması 90 tanenin zararını telafi ettiği gibi, fazladan kârlar da kazandırır.
Eğer imtihan olmasaydı, başta Hz. Muhammed olarak peygamberler, evliyalar gibi yıldızların
doğması mümkün olamazdı. Yaratıcı katında pek bir değere sahip olmayan –sürü türündenbir yığın inkârcının cehenneme girmemesi için, imtihanı açmamak suretiyle böyle her biri
dünyaya bedel kaliteli insanların ortaya çıkmasına engel olmak hikmete taban tabana zıttır.
- Bununla beraber, elbette cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir. İmanlı kimseler
olarak bizim bu tür vesveselerimizi kökten söküp atan Allah‟a olan imanımızın her an
tecdidiyle meydana gelen güçlü bir şuurla konulara yaklaşmaktır. Örneğin; sağlam bir şekilde
“Allah‟ın âdil olduğuna iman etmek ve bu iman şuuruyla meselelere bakmak..”
imtihanın âdil olup olmadığına “dair tereddütleri tamamen silebiliriz.
Evet, inanıyoruz ve inanmalıyız ki, Rahman ve Rahîm olan Allah, asla merhametsizlik
etmez.. Hak ve Âdil olan Allah, asla zulüm ve haksızlık etmez. Kerîm ve Hakîm olan Allah,
asla komplo kurmaz. ve insanı kukla olarak kullanmaz..
Geriye kalan tek şey, insan olarak bizim, Rahman‟ın emrinde mi, yoksa şeytanın esaretinde
mi kulluk yapmayı tercih etmemizdir; insanlığın güneşleri olan peygamberlerin, evliyaların,
ahlak abidesi olan, dürüst ve şerefli insanların safında mı, yoksa Ebu Cehillerin, Firavunların,
yalancıların, zalimlerin, şerefsizlerin safında mı yer alacağımızı belirlememizdir..
- Burada, son sözü asrın söz sahibine/Bediüzzaman hazretlerine bırakmak uygun olur:
“Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubudiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç
veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar
seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kut
ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan
mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burak
olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?
Bir adam sana yüz liralık bir hediye vaad etse, yüz gün seni çalıştırır. Hulfü'l-vaad edebilir o
adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü'l-vaad (sözünden caymak) hakkında
muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vaad
etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya
isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu vaadinde itham ve hediyesini
istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor
musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem
gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?”
(Sözler/ 21.Söz/4. İkaz)
6
İlave bilgi için tıklayınız:
Kâfirlerin cehennemde yanmaları adalet midir?
Bazı kimseler, Allah Rahman ve Rahim ise, neden insanları akıl almaz işkencelerle diri
diri yakıp cezalandırıyor, diyorlar. Nasıl cevap vermeliyiz?
Mekke‟de doğan bir çocukla, dünyanın her hangi bir yerinde doğan İslam‟dan habersiz
bir çocuk manevi mesuliyet yönünden bir tutulabilir mi?
Cehennemde olanların belli bir süre sonra azaba alışacakları konusunu açıklar mısınız?
7
Peygamberimiz (s.a.v)in kızı Hz. Zeyneb (r.a)'in hayatı
hakkında bilgi verir misiniz?
Hz. Zeynep, ailesine sadık, vefalı olmanın zirvedeki örneklerinden. Dünya kadınlığı onu
tanımaya çok muhtaç. Toplumumuzda onun hak ettiği kadar bilindiğini söyleyemeyiz. Bu
itibarla onun hayatını özetlemeye çalışacağım. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü ve‟sselâm‟ın kızlarının yaşça en büyüğü. Kasım‟dan sonra evlâtların ikincisi. Hicretten 23 yıl
önce Efendimiz 30 yaşında iken dünyaya geldi.
Annesi Hz. Hatice (r.a) ile beraber on yaşında iken İslâm‟la müşerref oldu. Hz. Hatice
kadınların ilki ise, Zeynep de genç kızlardan Müslüman olanların ilki. Kendisinden sonra
yaklaşık on yıl içinde dünyaya gelen kardeşleri Tahir, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ile
(r.anhüm) beraber büyüdü. Annesine ev işlerinde ve kardeşleri ile ilgilenmede yardımcı
olması ona erken yaşta iyi bir hayat tecrübesi kazandırdı. Efendimiz‟in Hz. Hatice‟den olan
altı çocuğunun tamamı M. 610‟da başlayan bisetten önce dünyaya geldi. Yaklaşık on iki yılda
altı çocukla şenlenen kutlu ve görgülü ailede abla olma sorumluluğu, ona erken dönemde
büyük tecrübe kazandırdı. İki erkek kardeş Kasım ile Tahir‟in çocuk yaşta vefatları ailede
büyük hüzünlere sebep oldu. Hayat Zeyneb‟i pişirip olgunlaştırdı. Çabuk olgunlaşması onu
evliliğe hazırladı. Yakın akraba olması itibariyle o, evlerine gelip giden teyzesi Hale‟nin oğlu
Ebu‟l-Âs b. Rebi‟nin dikkatini çekmişti. Hz. Hatice de yeğeni Ebu‟l-Âs‟ı dürüstlüğü,
samimiyeti, asaleti, mahir bir ticaret erbabı olması sebebiyle takdir ediyor, kendi çocukları
gibi seviyordu. Ebu‟l-Âs, baba tarafından Beni Ümeyye sülalesine mensup idi. Ebu‟l-Âs‟ın
ailesi, onunla evlenmesi için Zeyneb‟e talip oldu. Hz. Hatice onun bu temayülünü daha önce
sezip memnun olmuştu. Hz. Peygamber‟in ve Zeyneb'in de uygun görmesi neticesinde
muhtemelen on beş yaşlarında iken onunla evlendi. Evlendiği zaman kocası Müslüman
değildi. O sırada Müslüman bir kadının gayrimüslim bir erkekle evlenmesini yasaklayan
hüküm mevcut değildi. Zeyneb'in (r.a) ona münasip üslûp ile İslâm‟ı anlatıp teşvik ettiği fakat
Ebu‟l-Âs‟ın Resulullah‟a karşı çıkmamakla beraber, kavminin asırlık inançlarını da
bırakmaya yanaşmadığı anlaşılıyor. Karı koca birbirini sevip uyum içinde yaşıyordu. Kocası
Zeyneb'in dinine müdahale etmiyordu. Karısı da iyi bir eş olarak onu mutlu etmeye çalışıyor,
onu sabırla İslâm‟a hazırlamaya çalışıyordu. Belki de kocasının, kayın pederi ile karısından
dolayı atalarının dinini terk ettiği intibaını uyandırmak istemediğini, dolayısıyla bir “mahalle
baskısı” altında İslâm‟a girmekten çekindiğini seziyordu.
Peygamberimiz bütün insanlığı şirkten kurtarmak için gönderilmişti. Fakat karşısına en başta
çıkan kendi milleti, hattâ akrabaları ve amcası olmuştu. Müslüman olanların sayısı birer ikişer
arttıkça kavmi, rahatsızlığını tehdide, daha sonra da işkence etmeye dönüştürdü. Efendimiz
“Belâların en şiddetlisi peygamberlere yapılmıştır.” hadîsinin bildirdiği muamelelere maruz
kalmaya başlamıştı. Güçsüzleri ve köleleri öldüresiye işkence etmekle kalmayıp Mekke‟nin
en şerefli ailesinden olmasına, hem de liderlerinden Ebû Talib‟in kefaleti altında olmasına
rağmen Peygamber Efendimiz‟i de aşağılamaya girişiyorlardı. Mesela Kâbe‟de namaz
kılarken hakaret ediyorlar, secdede iken üzerine deve işkembesi bırakarak ona eziyet etme ve
kirletme gibi muamelelere maruz bırakıyorlardı. Efendimiz‟in erkek evlâdı kalmayınca,
babasına destek verme işinin kendisine düştüğünü düşünen Zeynep onu kolluyor, su götürerek
elini yüzünü yıkıyor, teselli etmeye çalışıyordu.
8
Vakti gelince, yaşta altıncı kardeşi Fatıma‟nın da bu kollamayı yapıp, bu alçakça işleri yapan
erkeklere müstahak oldukları sözleri söylediklerini biliyoruz. El-Ezdi şöyle diyor: “Ben
Cahiliye döneminde iken Hz. Peygamber‟i gördüm. “Ey milletim, diyordu, Allah‟tan başka
ilah yoktur, deyin ki kurtulasınız!” Etrafındakiler ise kimisi yüzüne tükürüyor, kimisi başına
toprak döküyor, kimisi sövüyordu. Tâ ki gün yarı oldu ve bir kız, elinde su kabıyla geldi.
Peygamberimiz ellerini ve yüzünü yıkadıktan sonra ona: “Korkma kızım, dedi, babanın
başına bir şey getiremezler.” “Bu kız kimdir?” diye sordum. “Kızı Zeynep‟tir, dediler ki güzel
bir kızdı.”1
Zeynep, kocasının aile içindeki davranışlarından memnun idi. Onu sevip takdir ettiğinden
sabırla hidayete ereceği vakti bekliyordu. Zeynep yirmi yaşında iken kadınlık âleminin iftiharı
olan annesinin vefatı, Efendimiz gibi dört kızı için de büyük bir imtihan oldu. Aynı yıl,
Peygamberimiz‟in kefili olan amcası Ebû Talib‟in de ölümü bu seneyi “hüzün yılı” hâline
getirdi. Baskılar iyice artınca, hattâ Efendimiz‟i öldürme plânları başlayınca aziz babası
Resul-i Ekrem ve üç kardeşi Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fatıma Medine‟ye hicret ederken o
şirk kampında kendisine diş bileyen bir ortamda, müşrik bir kocanın evinde kalmaya mahkûm
olarak gidemedi. Mekke‟de kalan müstaz‟afinden2 (ezilenler, çaresizler) oldu. Ama
yıkılmadı, kocasına sadakatini ve ailesine fedakârlığını sürdürdü.
Kocası, Hicret‟in ikinci yılı 624‟te gerçekleşen Bedir Savaşı‟na katıldı. Putperestlere karşı
zafer kazanan Müslümanlara esir düştü. Mekke eşrafından yetmiş müşrik savaşta öldürüldü.
Yetmiş kişi de esir düştü. Hz. Peygamber, ashabı ile istişare sonucunda esirlerin fidye vererek
kurtulabileceklerine hükmetti. Bu esaret Zeynep ve kocası için hayatın en karanlık gecesi
oldu. Bu zifiri karanlığın ileride ışığa yol vereceğini sonra öğreneceklerdi. Kâinat sahipsiz
değildi. Kalblerin niyazını, mazlumların duasını, samimiliği neticesiz bırakmayan Yüce
Yaratıcı‟nın takdiri çok sürprizler saklıyordu. Ama o günkü yürek parçalayan durum, gerek
Peygamberimiz, gerek kızı Zeynep için dayanılacak bir ıstırap değildi. Bunun dehşetini bizler
tahayyül bile edemeyiz: Zeyneb'in karşısında insanlığın Efendisi, hak dini ve adaleti getirmiş
babası… Kendisi de onun bildirdiği dine gönülden bağlı, onu inkâr etmenin ebedî
Cehennem‟e götüreceğini biliyor. Üstelik, zafer kazanmış komutan!.. Öbür yanda O‟na
düşman safında yer alan kocası!.. Kocasına sahip çıkmak, Allah‟ın elçisini, aziz babasını
karşısına almak demek!.. Ayrıca hak dine ve aziz babasına gönülden bağlanmış rahmetli
annesini de hiçlemek!.. Zeyneb'in kalbi iki taraf arasında parçalanıyordu. Fakat sonunda,
kendi konumunda yapması en uygun düşündüğü şeyi yaptı. Kocasını kurtarmak için elindeki
avucundaki bütün paraları, hattâ annesinin evlenme sırasında taktığı kolyeyi bile ortaya koyup
Bedir‟e gönderdi. Esirlerden birinin fidye çıkını gelip açılınca Hz. Peygamber‟in gözü
içindeki kolyeye takıldı. Daha dikkatle bakınca: “Bu Hatice‟nin kolyesi!” dedi. Gözlerinden
yaşlar boşanmaya başladı. Onun da kalbinin kaç parça olduğunu tasavvur etmeye çalışalım.
Bir tarafta Allah‟ın verdiği görev... Karşısında düşman kamptaki damadı… Öbür tarafta
sevgili kızı… Bir tarafta da hak dini yaymak için düşmanlıklara karşı savaşan dava
arkadaşları… Efendimiz bu dramatik ortamda arkadaşlarına: “Fidyeyi almak hakkınızdır;
fakat dilerseniz Hatice‟nin hatırasını Zeyneb‟e iade edip esirini bedelsiz salıverirseniz, bu da
sizin takdirinize kalmıştır.” dedi. Ashabı iade etti. Geçen zaman içinde, Müslüman hanımların
müşriklerle evlenmemeleri, evli olanların da onlardan ayrılmaları gerektiğine dair hüküm
inmişti.3 Hz. Peygamber, Ebu‟l-As‟ı gönderirken, bu İlahî hüküm gereği karısı Zeyneb‟i
serbest bırakıp, almak üzere göndereceği vekillerle Medine‟ye gelmesine imkân vermesini
istemiş, o da bunu kabul etmişti 4
Aslında Zeynep, kocasını eş ve insan olarak beğendiği gibi, o da karısını aynı şekilde
seviyordu. Fakat kendi yurttaşlarının gözünde, düşman tarafın komutanının damadı
9
olduğundan, çevresi senelerdir baskı yapıp karısını boşamaya zorluyorlardı. O da cesurca
direniyor ve: “Ona bedel olabilecek Kureyş‟ten bir kadın bulabileceğimi düşünemiyorum.”
diyordu. Peygamberimiz çok geçmeden onu almak üzere Zeyd b. Harise‟yi Mekke‟ye
gönderip kaçırma operasyonunu yapmakla görevlendirdi. Zeyd (r.a) aile içinde büyümüş olup
o devir hükümlerine göre Zeyneb'in ağabeyi idi. Zeyneb'in ona güvenmesini sağlamak için
Efendimiz yüzüğünü Zeyd‟e verdi. Zeyd yola düşüp nihayet Mekke‟ye ulaştı ve Zeyneb‟i
kaçırmak için çareler düşündü. Birkaç gün sonra bir çobana rastladı. Sorması üzerine Ebu‟lAs‟ın yanında çalıştığını ve davarların Zeynep bint Muhammed‟e ait olduğunu söyledi. Zeyd
çobana: “Kimseye söylememek şartıyla sana vereceğim şeyi ona teslim eder misin?” dedi, o
da kabul edince yüzüğü çobanla gönderdi. Zeynep yüzüğü tanıyıp veren şahsı ve yerini
öğrendi.5
Kocasının kendisini götürecek vekil geldiğinde gönderme izni vermesi üzerine Hz. Zeynep
etrafa belli etmeden, her an yola çıkılabilir diye yolculuk hazırlığı yapıyordu. Ebu Süfyan‟ın
karısı Utbe kızı Hind ona: “İşittiğime göre babanın yanına gitmek istiyormuşsun?” deyince
Zeynep: “Hayır, yok böyle bir şey” der. Hind tekrar “Amca kızı, bana doğruyu söyle. Eğer
yolculuğun için ihtiyaç duyduğun bir şey varsa, imkânım var, sana yardımcı olabilirim.
Benden gizleme, zîrâ erkekler arasındaki düşmanlık kadınları ilgilendirmez.” dedi. Zeynep
der ki: “Ben onun samimi olduğuna kanaat getirmekle beraber, korkumdan yine de gerçeği
söylemedim.”
Ebu‟l-As, tedbir gayesiyle ortada görünmeksizin hanımını kendisinin kardeşi, Zeyneb‟in
kayın biraderi Kinane ile gönderdi. Kinane onu Mekke‟den çıkarıp Zeyd‟in olduğu yere
ulaştıracaktı. Zeynep deve üstünde mahfe içindeydi, Kinane deveyi çekiyordu. Kureyşlilerden
bunu duyan birkaç kişi arkadan gelip Zituva‟da onlara yetiştiler. Onlardan ilk davranan
Hebbar b. Esved mahfeye mızrağı ile vurdu. Zeynep bir taşın üstüne düştü. Hamile olan
Zeynep darbenin etkisinden ve korkudan karnındaki çocuğunu düşürdü.6 Kinane, yengesini
yiğitçe savunmasına rağmen bu kanlı vaziyette yola devam mümkün olmadı. Onu o zaman
Mekke‟nin lideri olan Ebu Süfyan‟a götürdüler. Beni Haşim‟den kadınlar Zeyneb‟i görmeye
geldiler. Ebu Süfyan da onlara teslim etti. Ebû Süfyan, Zeyneb'in bu hicreti aleniyet kazanınca
Mekkelilerin bundan rahatsızlıklarına tercüman olmuş, bu çıkışının onlar için bir züll
olacağını, hiç değilse görmeyecekleri bir şekilde, güya bir emr-i vaki olarak kaçmasının
uygun olacağını söylemiştir. 7
Zeynep hayli yıpranmış olarak Medine‟de şefkatli babasına kavuşunca Efendimiz: “Zeynep
kızlarımın en hayırlısıdır. Benden ötürü hayli musibetlere maruz kalmıştır.” demişti.
Ayrıca damadı Ebu‟l-As hakkında; “Aferin, konuştuğunda doğru söyledi. Verdiği sözü de
tuttu.” diyerek onu takdir etmişti.8 Hz. Zeynep Medine‟ye gelince Peygamberimiz‟in
nezdinde kaldı.9
Burada bir parantez açarak bu hicretle ilgili bazı sorulara açıklık getirmemizde fayda vardır:
Birinci soru: Zeyd‟in, Zeyneb'in mahremi olmayan bir erkek olarak onu günlerce süren bir
yolculukla Medine‟ye getirmesi caiz midir? 10 Bunun cevabını Tahavi (ö. 321/933) gibi bir
imam şöyle vermişti: O vakit Zeyd (r.a) henüz Zeynep bint Cahş‟i boşamamıştı. Tebenni
(evlâtlık) kurumu geçerli idi. Zeyd Peygamberimiz‟in evinde büyümüştü. Onun çocuklarının
ağabeyisi idi.11 Evlâtlığın, o devrin asırlık hükmüne göre öz evlâttan ayrılmadığını pekiyi
biliyoruz. Öyle ki h.5 (m.627) de nazil olacak Ahzab Sûresi‟nin bu kökleşmiş âdeti
kaldırmasının o zaman yaşayanların birçoğunun çok zor kabul etmelerinden, evlatlığın gerçek
oğuldan ayırt edilmediğini çok iyi anlıyoruz.
10
İkinci soru: Urve b. Zübeyr, Efendimiz‟in, Zeynep hakkında: “Zeynep, kızlarımın en
hayırlısıdır. Benden ötürü hayli musibetlere maruz kalmıştır.” sözünü, teyzesi Hz. Aişe‟den
nakletmişti. Rivayete göre bunu işiten Hz. Hüseyin‟in oğlu Ali Zeyne‟l-abidin, Urve‟ye gidip
onu şöyle eleştirmişti: “İşittiğime göre sen Hz. Fatıma‟nın en hayırlı olduğunu kabul
etmiyormuşsun.” Urve cevaben: “Doğu ile Batı arasında yeryüzündeki her şey bana verilse,
yine de Hz. Fatıma‟nın herhangi bir hakkını gizlemeye razı olmam. Bundan böyle artık bu
olayı nakletmeyeceğim.” Urve‟nin bu cevabından şu açıkça anlaşılıyor: “Hz. Fatıma‟nın
üstünlüğü o kadar aşikârdır ki bunu bilmeyen yoktur. Fakat muayyen bir bağlamda
Efendimiz‟in Hz. Zeynep hakkında söylediği bu sözü de bilmemizde fayda vardır.” Şevkani
bu sözü naklettikten sonra konuyu şöyle açıklamıştır: “Bu hadîste bildirilen hayırlılık,
Resulullah‟ın “Benden ötürü hayli musibetlere maruz kalmıştır.” ifadesindeki kayıt
itibarıyladır, yoksa mutlak surette hayırlılık kasdedilmemiştir. Pekiyi bilinmektedir ki, Hz.
Peygamber‟in diğer kızlarının faziletleri hakkında nakledilenler, Hz. Fatıma‟nın faziletlerinin
onda birinden de azdır. Biz bunu ayrıntılı olarak başka yerde pekiyi açıklamış
bulunuyoruz.”12
Üçüncü soru: Zeynep Medine‟ye geldikten sonra Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve
sellem) onun darbe sebebiyle çocuğunu düşürdüğünü öğrenince, çocuğun katili olan Hebbar‟ı
kısas olarak cezalandırmak için adamlar gönderdi. Fakat gidenler onu öldürme imkânı
bulamadılar. Daha sonraki bir zamanda Hebbar İslam‟a girdiğini açıklamış, Hz. Peygamber
de onu affetmiştir. 13
Hicretten sonra 6. yılın (628) sonundan bir müddet önce Ebu‟l-Âs ticaret kervanıyla Şam‟dan
dönerken Müslümanların arazisinden geçti. Müslüman hudut nöbetçi askerlerinden küçük bir
birlik onu yakaladı. Akşam Medine‟de bir haber yayıldı: Müslüman müfrezesi Medine
yakınında Mekkelilerin ticaret kervanını, adamları ve malları ile ele geçirmiş. Kervanın
başında Ebu‟l-Âs varmış. Mekkelilerle savaş hâli sebebiyle harbi kafir durumunda olan Ebu‟lÂs‟ın hayat hakkı yoktu. Onun öldürülmesinden endişe eden Zeynep sabahı zor etti. Sabah
namazında mescide gidip Hz. Peygamber namazı kıldırmaya başlayacağı sırada, kadınlar
tarafından yüksek sesle, bütün mescide duyuracak şekilde:”Ey Müslümanlar! Ben
Resulullah‟ın kızı Zeyneb‟im. Bilesiniz ki Ebul-Âs benim kefaletim altındadır!” Hz.
Peygamber selam verdikten sonra Ashabına dönerek: “Benim duyduğumu siz de işittiniz mi?”
diye sorar. “Evet” cevabını alınca, Zeyneb'in teşebbüsünden ancak şimdi haberdar olduğunu
söyleyip: “Vallahi, bilin ki Müslümanların en mütevazı olanı da eman verebilir.” dedi.14
Sonra kızının yanına gidip ona dedi ki: “Himayene aldığın bu kişiyi elinden geldiği kadar iyi
karşıla, fakat sakın sana dokunmasın, zîrâ sen ona helal değilsin.”15
Peygamber Efendimiz nöbetçi birliğine şu haberi gönderdi: Ganimete mutlak hakkınız var,
sizin meşru malınızdır; fakat eğer razı iseniz Ebu‟l-Âs‟ın mallarını iade ediniz.” Ebu‟l-Âs‟a
İslâmiyet‟e girmesi teklif edildi; fakat o reddetti. Üstelik mallarını da istedi: “Benim olsa
istemem; fakat bunlar emanet, Mekke‟de sahiplerine ulaştırma borcum var.” Müslümanların
müsamahası kervandakilerin canları gibi mallarını da bağışladı. Müşterileri ile hesaplarını
ayarlama üzere Mekke‟ye döndü. İlgililerin haklarını aldıklarına dair ikrarlarını aldıktan
sonra, kendi hür iradesiyle İslâm‟ı kabul ettiğini ilân etti. “Ben Medine‟de Müslümanlığımı
ilân etseydim, onlar canımı kurtarmak için İslâm‟a girdiğimi zannedeceklerdi. Mekke‟deki
mal sahipleri de kendilerinin mallarını korumadığımı, emanete hıyanet ettiğimi iddia
edeceklerdi. Onun içindir ki bu kararımı şimdi bildiriyorum.” dedi.16 Sonra Medine‟ye hicret
etti. Hudeybiye sözleşmesinden altı ay kadar önce idi.
11
Hz. Peygamber Zeynep ile yeni bir nikâha gerek görmeksizin eski nikâhları ile hanımını
Ebu‟l-Âs‟a teslim etti.17 Bununla beraber yeni bir mehir ve nikâhla evlendirdiği de
bildirilmiştir.18 Nikâh tazeleme demek suretiyle bu iki rivayeti bağdaştırabiliriz. Böylece
birbirini seven, vefa timsali, birbirlerine olduğu gibi başka insanlara da dürüst davranan iki eş,
her ikisi yönünden de oldukça çileli geçen uzun bir ayrılıktan sonra birbirlerine
kavuşmuşlardı. Senelerce süren sabır, sevgi, vefa, içtenlik Hak Tealâ katında kabul buyruldu,
hasretler vuslat ile sonuçlandı.
Zeyneb'in Ali adında bir oğlu ile Ümame adında bir kızı olmuştu. Çocukların Medine‟ye ne
zaman geldikleri konusunda bir kayda rastlamadım. Anneleri ile birlikte hicret ettikleri hâlde
isimleri zikredilmemiş olabilir. Hz. Ali, Hz. Peygamber hayatta iken vefat etmekle beraber
tarihi hakkında tam bir kayıt yoktur.19 Hz. Peygamber‟in Ümame omuzunda iken namaza
durduğu, secde edeceği sırada onu yanına bıraktığı nakledilmektedir.20 Hz. Ali, Hz.
Fatıma‟nın vefatından önce kendisine tavsiyesi üzerine bilahare Ümame ile evlendi. Ondan
evladı olmadı. Şehit edildiğinde onun nikâhı atında idi Hz. Zeynep (r.a) çilelerden, özellikle o
mızrak darbesinin etkisiyle oluşan hastalıktan kurtulamamıştı. Hz. Zeynep ile kocasının
beraberlikleri maalesef uzun sürmedi. Kavuşma ancak bir yıl sürdü. Hicretin 8. senesinde (M.
630) Zeynep (r.anha) otuz yaşında iken vefat etti. Hz. Aişe‟nin yeğeni Urve, hicret sırasında
darbe sonucunda çocuk düşürmesinden beri hastalığının devam ettiğini bunun için vefatından
sonra herkesin onu şehit olarak andığını ifade etmiştir.21 Hz. Zeynep H. 8 (M. 630) yılında 30
yaşında ahirete göçtü. Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü ve‟s-selâm, cenazeyi yıkayan Hz.
Sevde ile Hz. Ümmü Seleme‟ye belinden çıkardığı peştamalını kefen yapılması için verdi.
Efendimiz cenaze namazını bizzat kendisi kıldırdı.22 Kabrinin başında ağladı. Sonra üzgün
bir şekilde kabre girdi, kabirden tebessüm ederek çıktı: “Zeyneb'in zayıflığını düşünerek kabir
sıkıntısını azaltsın diye Cenab-ı Allah‟a dua ettim, O da bunu kabul buyurdu.” dedi.23
Asıl adı Lakit olan, daha çok künyesi Ebu‟l-Âs ile meşhur olan kocası, Mekke‟ye çok bağlı
olmakla tanınmaktadır. Nitekim Ebu‟l-Âs, hanımının vefatından sonra, aynı yılda fethedilen
Mekke‟ye yerleşmiştir.24 Abdullah b. Abbas ile Abdullah b. Amr b. Âs ondan hadis
nakletmişlerdir. O da hanımından dört sene sonra H.12 Zilhicce ayında vefat etmiştir.25 Hz.
Ebu Bekir‟in hilafetinde vuku bulan Yemame Savaşı‟nda şehit olduğu bildirilmektedir.26
Allah onlardan razı olsun. Onların güzel davranışlarını yeni nesillerimizde devam ettirsin.
Dipnotlar
1. M. Y. Kandehlevi, Hayatu‟s-Sahabe, Divan Yay. 1980, 1/330 Taberani‟den (Heysemi
6/21). Burada Beyhaki ile Taberani‟den onunla ilgili iki hadise daha nakl edilir.
2. Nisa 4/75.
3. Mümtahine 10 ayetinde: “Bundan böyle Müslüman hanımlar kafir kocalarına, kafir
kocaları da bu hanımlara helal olmazlar. Bununla beraber, kocalarına da vermiş oldukları
mehirleri siz iade ediniz…”
4 El-Mevsuatu‟l-Arabiyye, 10/515.
5. M. Y. Kandehlevi, age, 1/462 Taberani‟den (Heysemi 9/213).
6. M. Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/164, İstanbul, İrfan Yay. 1972; M. Y Kandehlevi,
age, 1/461 Taberani „den (Heysemi 9/216).
7. M. Y. Kandehlevi, age 1/461 el-Bidaye 3/330‟dan naklediyor.
8. Muha el-Mubarek, El-Mevsuatu‟l-Arabiyye, 10/515
9. İbn Hişam, Sire, 2/296
10. Hz. Peygamber‟in Zeyd ile birlike adı verilmeyen bir başka sahabiyi görevlendirdiği de
rivayet edilmekedir: İmam Ahmed, Müsned 6/276; İbn Hişam 2/294-295.
12
11. Şevkani, Derru‟s-sehabe fi menaqıbi‟s-sahabe, s.280-281, Dimaşq, 1404/1984, tahkik:
Huseyn b. Abdullah .Muhakkik bu bilginin Tahavi‟nin Müşkilu‟l-asar 1/44-46‟da yer aldığını
bildirir.
12. Şevkani, age, s.281.
13. M. Hamidullah, age, 1/164.
14. Şevkani, age, s. 281 Taberani ve İbn İshak‟tan.
15. Şevkani, s. 282; M. Hamidullah, 1/165
16. M. Hamidullah, age. ;Şevkani, s.281‟de Hakim,Müstedrek (2/236) ve İbn Hişam (2/302)
den.
17. M. Hamidullah, 1/165; İbn Sa‟d, Tabakat, 8/33
18. Abdülğani el-Hanbeli, Cüz‟un fihi zevacu Ebi‟l-As b. Rebi‟ bi Zeynep bint Resulillah ,
s.15 , tahkik: Müsaid Salim, Beyrut, 1423/2002, Likau‟l-aşri‟l-evahir bi‟l-Mescidi‟l-Haram
içinde,no:38,mecmua:4.
19. Belazüri, Ensabu‟l-eşraf.
20. Abdülğani el-Hanbeli, age, s.14.
21. M. Y. Kandehlevi, 1/461,Taberani‟den (Heysemi 9/216); M.Hamidullah, 1/164.
22. İbn Sa‟d, Tabakat, 8/36.
23. İbnu‟l-Esir, Üsdü‟l-ğabe, 5/467, Kahire, 1280.
24. Belazüri, Ensab, s.400, tahkik:M.Hamidullah.
25. Abdülğani el-Hanbeli, age, 19, 22.
26. Age, s.19.
Prof. Dr. Suat Yıldırım, Yeni Ümit, Temmuz-Ağustos-Eylül 2011, Sayı :93 Yıl:24
13
“Simsiyah ve sıska bacaklının, Kabe’nin taşlarını bir bir
söktüğünü görür gibi oluyorum” hadisinde bildirilen olay
ne zaman gerçekleşecektir?
Sorudaki şekliyle hadisi İbn Abbas rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre‟nin rivayetine göre ise, resulullah şöyle buyurdu: “Kabeyi bacakları sıska,
cılız bir habeşli yıkacaktır.” (Buhari; Tefsiru sureti‟l-Maide, 97)
- Bu hadise ahir zamanda gerçekleşir. Bu olay Müslümanların en azından insanlık camiasında
artık bir değer ifade etmediği bir devrede gerçekleşir. Şayet tek-tük müslüman kalmışsa bile,
dinlerini açıktan yerine getiremeyecek kadar zayıf ve değersiz bir konuma düşmüşlerdir.
- İbn Hacer, bu hadisi “Yeryüzünde Allah Allah diyen kimse kaldıkça kıyamet kopmaz”
hadisi ile birleştirerek değerlendirmiştir. (bk. İbn Fethu‟l-bâri, ilgili hadisin şerhi). Yani, bu
olay kıyametin hemen yakınında meydana gelir. Bu devir, artık müslümanların tamamen
yeryüzünden silinmiş oldukları bir dönemdir. Kıyametin zaten kâfirlerin başında
kopacağına dair hadisler vardır.
- Nevevî de bu olayın kıyamete yakın bir zamanda meydana geleceğini belirtmiştir.
(Nevevî, ilgili hadisin şerhi)
- İlginç bir tevafuktur ki, İlk defa Kabe‟yi yıkmaya teşebbüs edenler -Ebrehe‟nin
komutasındaki- Habeşli askerler olduğu gibi, kıyamete yakın Kâbeyi yıkanlar da yine
Habeşliler olacaktır. Bu da tarihin tekerrür edeceğinin de bir yansımasıdır.
İlave bilgi için tıklayınız:
Kâbe'nin kıyamete yakın Habeşli bir köle tarafından yıkılacağına dair hadis var mıdır?
14
Hem evrime, hem de yaratılışa inanıyorum denilebilir mi?
Hz. Âdem devrindeki insanların fiziksel farklılığı, evrime
delil olabilir mi?
Cevap 1:
Önce evrimden neyin kastedildiğinin iyi anlaşılması gerekir. Çünkü evrim çok değişik
manalarda kullanılıyor.
Evrim kelimesi; başkalaşma, farklılaşma, kademeli olarak gelişme ve değişme ve ilerleme
gibi aralarında değişik farklar bulunan pek çok kelime, tâbir ve deyim yerine
kullanılmaktadır.
Evrim yerine kullanılan tâbir ve kelimelerden bazıları şunlardır: Tekâmül, istihale, tatavvur,
tahavvül, tebdil, tebeddül, tağyir, tegayyür, terakki, sudur, zuhur, techid, ontojeni,
filojeni ve evolüsyondur. Bu tâbirlerin her birisinin ifade ettiği mana, diğerlerinden farklıdır.
Burada sadece tekâmül ile tahavvülün manalarını vereceğiz.
Tekâmül
Tekâmül, kemale erme, mükemmel hale gelme manasında kullanılır.
Şayet “Evrim” terimiyle “Tekâmül” manası, yani ferdin embriyodan itibaren olgun hale
gelinceye kadarki kademeli değişimi ifade ediliyorsa, bu manadaki evrim, teori değil, bir
kanundur.
Meselâ bir elma çekirdeğinin; filiz, fidan ve meyveli ağaç hâline gelişi kademeli değişimin bir
ifadesidir.
Aynı şekilde; bir insan embriyosunun; zigottan itibaren gelişerek, çok hücreli embriyo, bebek,
çocuk, genç ve yetişkin insan safhaları da kademeli gelişmenin bir başka örneğidir.
Bu manada bütün canlılar her an değişme, başkalaşma ve farklılaşma kanunlarına tâbidirler.
Tahavvül
Tahavvül, hal değiştirme, bir halden bir başka hale geçme manasında kullanılmaktadır.
Şayet evrim teriminden Tahavvül, yani hal değiştirme kastediliyorsa, o da teori değil bir
kanundur. Elementlerin hal değiştirmesi, tahavvülat-ı zerrat olarak ifade edilir.
Kısaca ifade edersek, atom ve moleküllerin, bir halden bir başka hale geçerek, yani hal
değiştirerek canlıların bünyesinde yer almaları, bir takım biyoloji ve fizik kanunları
çerçevesinde olmaktadır. Dolayısıyla elementlerin bu şekilde hal değiştirmesi, teori değil
kanundur. Mesela, hidrojen yanıcı, oksijen yakıcıdır. İkisi birleşince su meydana gelir ve artık
bu elementlerin hali değişmiştir.
15
İnsan yaklaşık yüz trilyon hücreden meydana gelmiştir. Her bir hücrede bir saniyede üç bin
değişik reaksiyon olmaktadır. Bir saniye sonraki insan, madde cihetiyle bir saniye önceki
insan değildir. Bünyesinde pek çok element değişim ve başkalaşıma uğramıştır.
Bütün canlı varlıklar her an değişim içerisindedir. Bu ve benzeri bütün değişim ve
başkalaşımlar Evrim olarak ifade ediliyor. Bu manadaki bütün değişim ve başkalaşımlar teori
değil birer kanundur.
Bütün bu değişiklikler Allah‟ın sonsuz ilim, irade ve kudretiyle olmaktadır. Zaten bunun,
akıl ve mantık çerçevesinde başka türlü izahı da mümkün değildir.
Burada esas tartışmaya sebep olan, evrimin evolüsyon manasında kullanımıdır.
Evolüsyon manasında kullanılan evrimde, bir yaratıcı devreden çıkarılır ve bütün canlıların
silsile halinde ve birbirinden tesadüfen meydana geldiği ileri sürülür. Böyle bir iddianın hiçbir
bilimsel değeri yoktur ve tamamen ateist ideolojiye bağlı pozitivist felsefenin ürünüdür.
Kâinatta hiçbir şey kararında değildir. Her an değişmektedir. Bütün bu değişiklikler,
farklılaşma ve başkalaşımlar Allah‟ın eseridir.
Gerek insanın ve gerekse diğer canlıların yaratılışıyla ilgili olarak, bilimin, ya da felsefenin
ortaya koyduğu değer hükümleri, yapılan araştırma ve yorumlara bağlı olarak zaman
içerisinde değişmektedir. Biz bütün bu değer hükümlerine bilgi adını veriyoruz.
Bu bilgilerin bir kısmı, ya da tamamı, Kur‟an‟ın yaratılış hakkındaki bildirdikleriyle bire bir
örtüşebilir de, örtüşmeyebilir de. Bilimin ortaya koyduğu değer hükümleri hakkında bilgi
sahibi oluruz. Yani, onlardan, kendi imkân ve kapasitemize göre, bizi ilgilendirenleri bir
dereceye kadar biliriz. Fakat Allah‟ın bildirdiklerine inanırız.
Yaratılış konusunda bir meseleyi, teorilerin veya bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu şekilde
bilmek, insanı sadece malûmattar, yani bilgi sahibi yapar. İnanmak ise, tamamen ayrı
konudur.
Siz Hıristiyan dinini bilmekle Hıristiyan olmadığınız gibi, evrim hakkında bir takım felsefî
düşünce ve görüşleri bilmeniz, sizi dinden çıkarmaz. Ancak, o bilgilerin doğru olduğuna
inanırsanız, o zaman o bilgilerin Kur‟an‟ın bildirdikleriyle çatışmaması gerekir.
Cevap 2:
Geçmişteki insanların kas ve vücut yapılarında irilik, zindelik ve canlılığın bulunduğu,
ömürlerinin de şimdikilere göre daha uzun olduğu anlaşılıyor. Ama bu durum onları insan
yapısının dışına çıkarmaz. İlk insan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir ve her yönüyle
günümüz insanına benzemektedir. Onun genetik yapısında günümüzdeki bütün renk ve ırk
karakterleri bulunduğu gibi, şimdi her bir ferdin genetik yapısı, onun genetik yapısının
bir kombinasyonundan ibarettir.
16
Evolüsyon manasında, yani insanın daha aşağı yapılı canlılardan tesadüfen meydana geldiği
felsefî görüşünü savunan evrimcilerin evrim görüşüyle bunun bir ilgisi yoktur.
Ancak, Allah‟ın sonsuz ilim, irade ve kudretiyle insanda şimdi her an görülen değişiklik ve
farklılaşma manasında evrim teori değil bir kanundur.
Böyle bir değişiklik için Hz. Âdem‟e kadar gitmeye gerek yoktur. Bir saniyede insanın her bir
hücresinde üç bin değişik reaksiyon meydana geldiği hesabına göre, insanda ortalama yüz
trilyon hücrenin varlığı dikkate alınırsa, bir saniyede insanda meydana gelen değişikliğin
büyüklüğü anlaşılır. Bu değişikliğe evrim derseniz, bu da teori değil, Allah‟ın sonsuz ilim,
irade ve kudretiyle teşekkül eden bir kanundur.
17
Zarara zararla karşılık vermek olmadığına göre, kölesini
iğdiş yapan kişiyi iğdiş yapmak nasıl uygun olur?
“Kim kölesini öldürürse, biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin azalarını keserse biz de
onun azalarını keseriz. Kim kölesini iğdiş yaparsa biz de onu iğdiş yaparız.” manasına
gelen hadisi, Ebu Davud, Tirmizi, Darimi, Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir. (bk. Kenzu‟lummal, h. no: 39956)
Buradan hareketle, İslam‟da “iğdiş” yoktur anlamındaki hadisten tereddüde düşmek isabetli
değildir. Çünkü İslam‟da adam öldürmek de yoktur. Ancak, haksız yere adam öldüren kişi,
İslam‟da -kısas olarak- öldürülür.
Demek ki, bir kimseyi iğdiş etmek caiz değildir. Ancak birini iğdiş ederek onun kısır
kalmasına neden olan kişiye, ceza olarak ona da aynısı uygulanır.
Nitekim diğer bir hadis rivayetinde şu ifadelere yer verilmiştir:
“Müslüman bir kimsenin kölesinin organlarını kesmesi, onu iğdiş etmesi caiz değildir.
Kim kölesine bunlardan birinin yaparsa biz de ona aynı muameleyi yaparız.” (Kenzu‟lUmmal, h. no: 399957)
18
"Ahir zamanda Dinden ayrı hususlar için öğrenim
yapılacak" hadisini sıhhat ve şerh açısından açıklar
mısınız?
"Ahir zamanda Dinden ayrı hususlar için öğrenim yapılacak” manasına gelen herhangi
bir hadis rivayetine rastlayamadık.
Kuvvetli bir ihtimalle, bu mana -biraz yorum karıştırılarak- tercüme edilmiş olabilir. Onun
için aslını bilmek önem arz etmektedir.
- Evvela, sadece ahir zamanda değil, eskiden beri din ilimlerinden başka ilimler de
okutulmuştur. İslam alimlerinin bir çoğunun İslamî literatürün dışında yer alan tıp, fizik,
kimya, astronomi, matematik, tarih, coğrafya gibi ilimlerden de haberdar olması bu gerçeğin
bir delilidir.
- Eğer maksat, din dersleri okutulmayacak sadece diğer ilimler ders verilecek ise, bu durumun
Türkiye için bir zamanlar söz konusu olduğu bir gerçektir. Ancak diğer İslam aleminde tamamen- böyle bir sahne yaşanmamıştır.
19
Recep ayında tutulan oruçların önemiyle ilgili hadis sahih
midir?
Bu anlamda bir rivayete, Ebu Muhammed el-Hallal, “Fadailu şehri Receb” adlı eserinde yer
vermiştir. (bk.el-Hallal, Fadailu şehri Receb-Daru İbn Hazm, 1416/1996-/ s.62; Kenzu‟lUmmal, h. no: 24261)
Bu gibi kaynaklarda sahih yanında zayıf hadisler de yer alır. Bu hadis rivayeti için “sahih
veya zayıf” diyen bir kaynağa rastlayamadık.
İlave bilgi için tıklayınız:
Okunan dualara, yapılan ibadetlere verilen sevaplarla ilgili rivayetler var. İbadetlere vadedilen
netice ve sevaplara kavuşmanın şartları nelerdir? O duayı her okuyan ve o ibadeti yapan
herkes o sevabı ve mükafatı alabilir mi?
20
Ayetlerle sihir yapmak, kişiyi dinden çıkarır mı?
İslama göre, sihir vardır ve etkileri de kabul edilir. Bu konu Kur‟an ve hadislerde de yer
almaktadır. Sihrin bir kısmı, günah, bir kısmı küfürdür. Küfür barındıran küfürdür. Küfür
barındırmayan ise büyük günahtır.
Ayetlerin veya başka tılsımların etkisi vardır. Fakat Kur‟an‟a uymayan veya onun şerefini
zedeleyen bir tarzda yazılması, işlenmesi, büyük günahlardandır.
Bu gibi tılsımlarla cinleri celp etmek, onlardan istifade etmek mümkündür. Ancak bunların
fiilen ne kadar vuku bulduğuna dair fazla bilgiye sahip değiliz.
Kafir cinlerden olan şeytanların işi, zaten insanları zarara sokmak ve başkalarına zarar
vermektir.
Bu konulardan uzak durmak, bunlarla meşgul olmamak, hatta merak bile etmemek an doğru
yoldur.
Bu gibi kimselerin şerlerinden korunmak için, Ayete‟l-Kürsi, İhlas-Felak-Nas surelerini sıkı
sık okumakta fayda vardır.
21
Gece namaz kılma niyeti ile uyur ve kalkamazsa namaz
kılmış gibi sevap kazanır sözü hadis midir?
Aişe (r.anha)‟dan haber verildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Gece namazını
devamlı kılan bir kimseye; uyanamadığı zamanda da alacağı sevap aynen yazılır. Onun
o geceki uykusu kendisine verilmiş bir sadakadır.” (Müslim, Salatül Müsafirin: 28; Ebû
Davud, Salat: 309)
Aişe (r.anha)‟dan rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Devamlı gece namazı kılan bir kimse bazen uyuyakalıp bu namazı kılamaz ise, onun o
geceki uykusu aziz ve celil olan Allah‟ın o kimseye verdiği bir sadakasıdır. Namazından
kazanacağı sevap o kimseye o günlerde de mutlaka yazılır.” (Ebû Davud, Salat: 309;
Müslim, Salatül Müsafirin: 28)
Ebu‟d Derda (r.a), Rasûlullah (s.a.v)‟in şöyle buyurduğunu naklediyor: “Gece namazını
kılmak üzere niyetlenip yatan kimse sabaha kadar uyanamaz ise niyetine göre sevap
kazanır. Onun uykusu Aziz ve Celil olan Rabbinin ona bir ikram ve sadakasıdır.”
(Tirmizî, Salat: 327; İbn Mâce, İkametü‟s Salat: 177)
Bu hadisler daha bir çok hadis kitaplarında sahih olarak zikredilmiştir.(bkz. Nesâî, Kıyamu'l
Leyl 61; Muvatta, Salâtu'l-leyl 1)
"Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır"(bk. Mecmuu'z-Zevaid, I, 61)
hadisi gereğince bir müslüman bir amelinde devam ederde elinde olmayan nedenlerden dolayı
zaman zaman yapamazsa Rahmeti ilahi nezdinde onu yapmış gibi sevap kazanır.
22
Hz. Muhammed'in naaşı çalınmaya çalışılmış mıdır?
Kaynaklarda yazdığına göre Mağrib (Fas) müşriklerinden (putataparlardan) iki kişi, zâhid
derviş kıyafetine bürünerek Medine'ye gelip Peygamber Mescidi'nin yakınında bir yerde
ikamet etmeye başlarlar. Bunların amacı, Hz. Peygamber'in (asm) naaşını çalıp Mağrib'e
götürmektir.
557 Hicrî (1161 M.) tarihinde Suriye hükümdarı olan Türk Atabeklerinden Nureddin Şehîd
(Mahmud ibn Zengî), gece kalkıp teheccüd namazını kıldıktan ve virdini yaptıktan sonra
uyuduğunda üç kez rüyasında gördüğü Hz. Peygamber, kendisine iki suratsız kişiyi
göstererek, "Ey Nureddin, beni bunlardan kurtar" der.
Şehîd uyanınca veziriyle de istişare ettikten sonra, yanına yirmi muhafız alarak Medine'ye
gider. Halka ihsanda bulunacağını ve hediyeler dağıtacağını, herkesin hükümdarın huzuruna
gelmesini ilan ettirir. Herkes gelir ama rüyada kendisine gösterilenlere rastlamaz.
Bunun üzerine, "Henüz gelip hediyelerini almayanlar var. Onlar da gelip hediyelerini
alsınlar" der. "Gerçi Peygamber'in kabrinin kıble tarafına düşen Ali Ömer yurdunda oturan
iki mücavir derviş varsa da onlar fakirliği yeğleyen zâhidlerdir. Hiç kimseden bir şey kabul
etmezler” diye cevap verirler.
Ancak Nureddin Şehîd, mutlaka onların da getirilmelerini emreder. Getirilenlerin, rüyada
kendisine gösterilen kişiler olduğunu anlayan Nureddin Şehîd, adamların kaldığı odaya girer.
Odanın içinde nefis kitaplar ve değerli eşyalar görür. Zemindeki hasırı kaldırınca,
Peygamber'in kabrine doğru giden bir tünel bulur.
Nureddin Şehîd'in sorguya çektiği adamlar, Mağrib tarafından geldiklerini, Peygamber'in
naaşını alıp Mağrib'e götürmek için bu tüneli kazdıklarını, çıkan toprağı geceleri torbalara
koyup gündüzleri ziyaret bahanesiyle gittikleri Baki Kabristanı'na döktüklerini itiraf ederler.
Devamla derler ki: "Hz. Peygamber'in kabrine yaklaştığımızda geceleyin gök gürlemeleri
ve şimşekler bizi o kadar korkuttu ki aklımız başımızdan gitti. O sabah da sizin burayı
teşrif ettiğinizi duyduk."
Bu sözleri duyunca gözyaşlarını tutamayan Nureddin, adamların boyunlarını vurdurur ve
hemen Peygamber kabrini çevreleyen derin bir hendek kazdırıp içini kurşun eriyiğiyle
doldurtmak suretiyle Kabr-i Şerifi muhafaza altına alır.
İşte Yüce Allah, düşmanların hilelerini boşa çıkarmış ve Sevgili Peygamberimizi böyle
korumuştur. (Eyüp Sabri Paşa, Mir'âtü'l-Haremeyn, s. 684-686, İst. 1304; bk. Vefâü'l-Vefa bi
Ahbâr-i Dâr'il-Mustafa, c, 2, s. 648, et'Tarif, s. 76; Seyfeddin YAZICI, Mekke ve
Medine‟deki Mübarek Ziyaret Yerleri, TDV Yayınları Ankara, 1999. s. 80-85)
23
Nisa Suresi'nin 17. ayetinde Allah kötülüğü bilmeyerek
yapıp da hemen tövbe edenlerin tövbesinin kabul olacağını
belirtmiştir. Bilerek günah işleyenlerin tövbesi kabul olmaz
mı?
Allah kötülüğü bilmeyerek yapıp da hemen tevbe edenlerin tevbesini kabul etmeyi
üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah Bilen'dir, Hakim
olandır(Nisa 4/17)
- Bu ayette bilerek günah işleyenlerin tövbesinin kabul edilmeyeceği anlamı çıkmaz. Nitekim
tövbe ile ilgili diğer ayetlerde, tövbe eden her kişinin tövbesinin kabul olunacağı
belirtilmiştir.(bkz. Al-i İmran 3/155; Furkan 25/70; Bakara 2/222; Nisa 4/31; Yusuf 12/87)
- Âyette geçen "bilmeden" ifadesi, "yapılanın kötülük veya günah olduğunu bilmeden"
mânasında olmayıp, "bildiği halde iradesine hâkim olamayan, bilgisini uygulamayan,
nefsine uyup kötülük yapan" mânasında kullanılmıştır.
İnsanlar yaşadıkları müddetçe tövbe kapısı açıktır. Ne zaman akılları başlarına gelir ve tövbe
ederlerse Allah'ın, vaadinin gereği olarak bu tövbeyi kabul buyurması ve günahkâr kullarını
affetmesi umulur, lütfundan beklenir.(Kur‟an Yolu, Heyet, ilgili ayetin tefsiri)
24
Download