FIKIH KÖŞESİ YAZILARI Zekât ve Fitre • Müslümanlar zekât ve

advertisement
FIKIH KÖŞESİ YAZILARI
Zekât ve Fitre

Müslümanlar zekât ve fitrelerini şahıslardan ziyade kuruluşa verebilir mi?
Zekât ve Fitre ibadetleri, sosyal dayanışma ve İslamî değerlerin mali olarak desteklenmesi
gayesine matuf olarak farz ve vacip kılınmış; mal ile eda edilen ibadetlerdir. Bilhassa gereği gibi
eda edildiği takdirde İslam toplumunun, yoksulluktan tutunuz bir çok İslamî müessesenin
hayata geçirilmesinde ve yaşatılmasında en büyük mali destek zekat ibadetidir. Nitekim uzun
İslam Tarihinin bir çok devrinde zekâttan elde edilen devlet gelirlerinin, devlet içinde
sarfedileceği yerlerin bulunamaması nedeniyle kendi hudutlarının dışına bile aktarılması
yoluna gidilmiştir.
Zekât, Mekke’de ilk farz kılınan ibadetlerdendir. “Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin,
namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi?” (Nisa Suresi, 4:77) ayetinde zikri
geçen zekâttan maksat budur. Nitekim Tefsir sahibi İbn Kesîr’in izahı şu şekildedir: “Mü’minler,
İslam’ın başladığı dönemlerde Mekke’de namaz kılmak ve zekât vermekle (miktarları belli
olmasa da) emrolundular. Fakirlerin hâllerini gözetmek ve düzeltmekle memur idiler.” (İbn
Kesir, 1/498)
Hicretten önce Müslümanlar, Mekke’de örgütlü bir toplum oluşturmuşlardı. Teşkilatlı bir
toplum, en azından şahıslar kadar ve hatta onlardan daha fazla mali konulara ihtiyaç duyar.
Resûlullah (s.a.v.), bunu daha ilk günden itibaren hissetmeye başlamış ve bu nedenle ashabını
hayır işleyip sevap kazanmaya ve “Allah yolunda” servetlerinin bir kısmını, özellikle durumu iyi
olmayan muhtaç kimseler için harcamaya teşvik etmiştir. Ancak bugünkü manada uygulanması
düzenli değildi, çünkü esasları henüz belirlenmemişti. Medine’de devlet otoritesi Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) tarafından tesis edildikten sonra tedricen malların nisaplarını Efendimiz
(s.a.v.) belirledi ve memurlar da peyderpey yine Efendimiz (s.a.v.) tarafından tayin edildi; bu
suretle zekât müessesi kurulmuş oldu.
Zekâtların toplanması veya zekat sahiplerinin kendilerinin vermesi konusu önemlidir. Ayet
ve hadisleri incelediğimizde, İslâm alimlerinin içtihatlarına baktığımızda görülen odur ki, zekâtı
toplama görevi Müslümanların maslahatı için kurulmuş olan bir müesseseye aittir. Bu
bağlamda, Tevbe suresinin 60. ayeti gayet açıktır. Bu âyet-i kerîmede Allah (c.c) şöyle
buyurmaktadır: “Onların mallarından sadaka (zekât) al; bununla onları (günahlardan)
temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir
(onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe, 9:60)
1
Ayette zekâtın toplanması konusu bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den talep edilmiştir.
Efendimiz (s.a.v.), zekâtın alınmasını, dağıtılmasını ve verilmesini emreden ve açıklayan ayete
uygun olarak, Muâz b. Cebel (r.a.)’ı Yemen’e gönderirken: “Ey Muâz, zenginlerine, mallarından
alınıp fakirlerine dağıtılmak üzere zekât ibadetinin farz kılındığını söyle. Bunu da kabul
ederlerse, onların mallarının zekâtını alırken, içinden en iyilerini alma, en kötülerini de alma,
orta olanından al..” (Şeybânî, Kitabu’l-Hucce alâ Ehl-i’l Medine, c. 1, s. 495)
Zekâtın bir otorite tarafından toplanması, bir başka deyişle zekât mükellefi olanların
otoriteye zekâtlarını teslim etmeleri bir zorunluluktur. Bu durum Peygamber Efendimiz (a.s)’ın
vefatından sonra da böylece devam etmiştir. Örneğin, Hz. Ebu Bekir (r.a) zamanında zekât
müessesesine karşı gelenlerle veya bunu parçalamaya, bölmeye çalışanlarla yahut da
Efendimiz (s.a.v.)’in bıraktığı gibi eda etmeye karşı gelenlerle savaşılmıştır.
Bütün bu ifade edilen şeyler yöneltilen soruya cevap olarak kifayet eder. Çünkü zekât
mükellefi olan Müslümanlar zekâtlarını, bizzat kendilerinin zekâtın sarf yerlerine
vermelerinden ziyade zekat toplayan kuruma vermeleri zekâtın farz oluş gayesine daha uygun
olur. Yani Müslümanlar tarafından kurulmuş olan zekat kuruluşuna vermeleri elzemdir. Şayet
böyle bir kuruluş yok ise, böyle bir kuruluşun oluşturulması gerekir. Teşkilatımızın Zekat ve
Fitre kurumu işte bu amaçla kurulmuş ve faaliyetlerini bu amaçla devam ettirmektedir.

Borç olarak verdiğimiz parayı borçlu geri ödemiyor ve inkâr da etmiyor. Bu alacağımızı
zekât olarak aynı kişiye verebilir miyiz? Ya da bu paranın zekâtını vermeli miyiz?
Sorunun ikinci kısmı ile cevaba başlamak istiyoruz. Borç olarak verilen ve inkâr da
edilmeyen alacaklara “kuvvetli alacaklar” denir. Böyle alacaklar, inkar edilmedikleri sürece bir
bakıma cepteki para hükmündedir. Fakat her yıl peşin olarak zekatlarının verilmesi yerine
tahsil edildikten sonra geçmiş yılların da zekâtları ödenir.

Böyle bir borç, borçlu olan kişi zekât alabilecek vasfa sahip ise, ona zekâta
mahsuben verilebilir mi?
Bir alacak, bir başka malın veya kabzedilecek başka bir alacağın zekâtı olarak bağışlanamaz.
Ancak alacağın kendisi, alacaklı tarafından borçluya bağışlansa zekâta niyet etsin veya etmesin
yalnız bu alacağa ait zekât, verilmiş sayılır. Fakat bu soruda sorulduğu gibi, bir kimse borcunu
ödemekte zorlanan bu borçluya alacağını bir başka malının zekâtı olarak bağışlasa veya
zekatlarına mahsuben borçlu olan şahıstan almasa, böyle bir zekat ödemesi caiz olmaz. Yani
zekât borcundan kurtulamaz. Hatta bu alacağını başka bir kimsedeki alacağının zekâtı olarak
bu borçluya bağışlasa bununla o kimsedeki alacağının zekâtını vermiş sayılmaz.
2

Bir kimse anne, baba, kardeş ve diğer akrabalara zekât verebilir mi?
İslâm Hukukunda, aile içinde bazı insanların nafakaları, diğer aile üyelerinin bir kısmının
üzerine bir borçtur. Usul ve füru dediğimiz, baba, dede, ana, nine, oğullar, kızlar, bunların
çocukları ve torunları, işte bunların nafakası, evlatların üzerinedir. Dolayısıyla evlatlar,
zekâtlarını bu kişilere veremez. Kişi kendi eşine dahi zekâtını veremez. Hatta boşanma iddeti
bekleyen karısı da bu hüküm kapsamına girer. Çünkü bir kimse, fakir düştükleri zaman zaten
bunlara bakmakla ve normal olarak nafakalarını sağlamakla yükümlüdür. Bunlara zekât
verirse, yararlanma, dolaylı yoldan kendisine dönmüş olur. Halbuki zekât verildikten sonra
artık, zekât verenle zekât arasında menfaat bağının kesilmiş olması gerekir. Ebu Hanîfe ile
Hanbelîlerde tercih edilen görüşe göre, bir kadın zekâtını fakir bulunan kocasına veremez.
Çünkü bu takdirde zekât nafaka yolu ile kadına geri dönmüş olur.(İbn Abidin, Reddu’l Muhtar,
II/87; Kasani, Bedaiu’s Sanayi, II/40; Meydani, Lübab,
1/156) Ebu Yûsuf, İmam
Muhammed, İmam Şâfiî ve İmam Mâlik’e göre, kadının fakir bulunan kocasına zekât vermesi
caizdir. (Ebu Davut, Zekât, 44, Talak, 19)
Fakat erkek veya kız kardeşlere, bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra
bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra diğer zevi’lerhâm denilen yakınlara verilecek zekât geçerli olur.

Babası ölen yetim çocuğun fitresini kim verir, annesi mi dedesi mi vermelidir?
Bir çocuğun babası ölmüş ve babası miras bırakmış ise, her hangi birinin onun yerine ve
kendi mallarından fitre vermesi gerekmez, çocuğun bu malından geride ona bakan velisi
tarafından fitresi verilir. Fakat çocuk fakir olan bir yetim veya fakir düşmüş bir yetim ise,
çocuğun babasının babası, fitre vacip olacak nisaba sahipse babası yerine geçer ve o yetimin
fitresini öder. Ancak zahir rivayete göre bu durumda dedenin çocuk için fitre vermesi
gerekmez.

Boşanmış bir çiftin çocuklarının (annenin yanında kalıyor) fitresini vermek babaya mı
düşer anneye mi?
Eşler ayrıldıkları zaman, çocuklar bakım çağında oldukları sürece, bakımları, yedirilip
içirilmeleri, giyim kuşamları ana üzerine düşen bir görevdir. Bu bakım süresi kızlarda dokuz,
erkeklerde yedi yaşına kadardır. Fakat ananın bu bakım işini yapabilmesi için, babanın nafaka
ödemesi; yani maddi olarak kadını desteklemesi gerekir. Böyle bir çocuğun fitresinin ödenmesi
de bu nafakanın içinde sayılır. Dolayısıyla çocuğun fitresini de babası öder.

Düğünde takılan takıların zekâtı hakkında bilgi verir misiniz?
3
Düğün veya nişanda takılan, altın ve gümüşten yapılan ziynet eşyaları nisap miktarına
ulaşınca zekat vermek gerekir. Çünkü İslam Hukukunda, altın ve gümüş bizatihi nâmi (büyüyen)
mallar kabul edilir. Temelde ticaret için yaratılmıştır. Ayrıca bunlar özünde semen (satış bedeli)
olma özelliğine sahiptirler. Bundan dolayıdır ki, ister külçe ister döküm, isterse insanlar için
ziynet (süs) eşyası olarak elde bulunsun, sahipleri bunların zekâtını vermekle yükümlü olur.
Fakat
altın ve gümüşten olmayan ziynet takımlarından yakut, inci, zümrüt, elmas gibi
huliyyattan (süs eşyası) dolayı zekât lazım gelmez.
Zekata tabi olan bu süs eşyalarının zekâtı ödeneceği zaman ya kendi cinslerinden ya da
kıymetleri üzerinden ödeme yapılır. Ebu Hanîfe ile Ebu Yusuf’a göre, altın ve gümüşten yapılan
ziynet eşyasına veya ibrik, tablo, kaşık, çatal gibi ev eşyasına nisap miktarına ulaşınca kendi
cinslerinden zekât verilecekse sanat değerlerine bakılmaksızın tartıları (ağırlıkları) esas alınır
ve ona göre zekatları ödenir. İmam Züfer’e göre ise, kıymetlerine, İmam Muhammed’e göre
ise fakirin lehine olana itibar edilir ve öylece zekatları ödenir.

Ev almak, evlenmek veya iş yeri kurmak amacıyla biriktirilen paranın zekâtı verilir mi?
Zekât, zekât nisabına ulaşmış ve kendisinden zekat verilmesi farz olan (altın, gümüş, ticaret
malları, büyük ve küçük baş hayvanlar vs.) mal cinslerinden ödenmesi gerekli olan bir ibadettir.
Bir zekat mevsimi sonrasında elinde bulunan ve borçlarının haricinde zekat nisabına sahip
olunan her türlü malın zekatı verilmek mecburiyetindedir. Bu ister soruda olduğu gibi, ister ev
almak, evlenmek veya iş yeri kurmak amacıyla biriktirilen para olsun, isterse başka hesaplar
için biriktirilmiş para olsun, fark etmez. Mutlaka zekata tabidir ve zekatlarının ödenmesi
gerekir. Çünkü zekât, elde mevcut olan mal üzerine terettüp eder.

Fitre verirken niyet şart mıdır?
Fitre ibadettir ve hayırlı bir ameldir. Amellerin değeri de niyetlere bağlıdır. Dolayısıyla
Fitre, niyet edilerek ve verilecek yere temlik (mal edindirme) suretiyle verilir. Yani “bu miktarı
fitre niyeti ile verdim” denmesi gerekir. Ancak bunu dil ile kendi kendine söylemesi yeterli olur.
Niyet, fitreyi diğer mallarından ayırırken veya bizzat verilecek yere verirken yapılabilir. Fakat
fitre verilecek şahsa verilirken bunun fitre olduğunu “bu benim fitremdir; aldın kabul ettin mi?”
gibi bir tarzda açıktan söylemek gerekmez. Çünkü fitreyi kabul eden tahkir edilmiş olabilir.

Gayri müslimlere fitre ve zekât verilir mi?
Cumhur-u ulema dediğimiz İslâm fakihlerinin çoğunluğuna göre gayri müslimlere zekât
verilmez. Ebu Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre nafile sadakaların zimmîlerin (Hristiyan veya
Yahudi tebaa) fakirlerine verilmesi caizdir. Çünkü ayet-i kerime’de “Eğer sadakaları açıktan
4
verirseniz ne güzel Eğer gizleyip de yoksullara verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Biz sizin
kötülüklerinizi örteriz.” (Bakara, 2:271) buyurulmuştur. Bu ayette müslüman veya gayri müslim
arasında bir ayırım yapılmamıştır. Fakat zekât, Muaz (r.a)’e Hz. Peygamber (s.a.v)‘in Yemen’e
gönderirken: “Zekâtı oranın zenginlerinden al, fakirlerine ver” (Buhari, Zekât, 1/63, Tevhit, 1,
Megazi, 60) hadisi şerifi gereği, sadece müslüman olanlara verilebilir.
İmam Züfer’e göre, zimmîlere de zekât verilebilir. Çünkü zekâtın amacı Allah Teâlâ’nın
rızasını kazanmak için sıkıntıda olanların ihtiyacını karşılamaktır. Bu amaç zekâtı yoksul
zimmîlere vermekle de gerçekleşir.
İmam Ebu Yûsuf, İmam Şâfiî ve çoğunluğa göre zimmîlere zekât verilemediği gibi, diğer
sadakalar da verilemez. (İbnu’l Humâm, Fethu’l Kadir, II/21 vd.; Fetava-i Hindiyye, 1/176)
Fitre de verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Ebu Yûsuf ile İmam
Şâfiî’ye göre fakir olan gayri müslimlere de verilmez. Fetvaya esas olan görüş budur. Çünkü
fitrenin amacı, bayram gününde yoksul müslümanların ihtiyaçlarını karşılamak, onların bayram
sevincine katılmalarını sağlamak ve rahat ibadet yapmalarına imkan hazırlamaktır. Gayri
müslimlere fitre vermekle bu amaç gerçekleşmiş olmaz. Allah en iyisini bilir.
M. Hulusi ÜNYE
5
Download