DiN EGiTİMİ . ARAŞTIRMALARI DERGiSi A •• A. •• • KUR'AN'IN NUZUL SURECINDE TEDRİCİLİK Doç. Dr. Muhsin Demirci * ÖZET Vahiy zincirinin son halkasını oluşturan Kur'fuı, belli bir zamana ait olmayıp indiği andan itibaren bütün zamanlan ve belli bir topluluğa ait olmayıp bütün insanlığı kucaklayıcı bir niteliğe sahiptir. Bundan dolayıdır ki o, bir taraftan rnuhatap kabul ettiği toplurnun ihtiyaçIanna cevap verirken diğer taraftan da, toplurndan sonsuzluk alemine uzanan hayat çizgisinde fert ve cemiyetin ihtiyaç duyduğu evrensel prensipleri koymuştur. Bu yüce arnacı gerçekleş­ tirrnek için Kur'fuı, ilk rnuhataplann öteden beri alışageldiği ve sürdürdüğü adet, gelenek ve değerlerin olduğunu, bütün bunlann da bir anda terkedilmesinin mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle teşride (hüküm koyrnada) yepyeni bir siyaset takip etmiştir. Bunun için önce Allah'ın varlığı, birliği ve hükümranlığını konu alan itikiidi konular üzerinde durarak alt yapıyı oluşturmuş, sonra da Mekke dönerninden başlamak suretiyle başlangıçta nazari planda kalarak umumi, külli hükürnlerin konulmasına rnukaddirne olmak üzere teşri işlemini başlat­ mıştır. Ardından da az önce de belirttiğimiz gibi Medine döneminde teşriye konu olan birtakım prensip ve kurallann pratik hayata tatbikini sağlamak için Kur'fuı, inzaiini. tedrici bir şekilde tamamlayarak Allah'ın 'istediği "ideal toplum" modelini gerçekleştirrniştir. SUMMARY The Gradual Bestowal of Quranic Revelation The Quran, which is te last Divine Revelation, does not belong to a certain time but ernbraces all, neither does it addres to a certain people but it addresses all. Therefore while it meets the need of the society it addressed directly it has laid down universal principles for people until the Last Day. In order to realise this high airn the Quran accepts that the people it * Marmara Üniversitesi İliiliiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 176 fırst addressed had soıiıe traditions and values that could not be immediately abondoned, so · the establishment of its laws happened more gradually than in the previous revelations. For" this reason, the articles of the faith including the existence, oneness and soverignty of Allah were established as a foundation. Then, stili in Mecca, general laws were established. Later, in order to put these general principles and laws into practise in daily life in Madina, the whole of the Quran was gradually revealed and the "ideal society" which Allah had designed wal; brought into being *** GİRİŞ Vahiy zincirinin son halkasını oluşturan Kur'an, belli bir zamana ait olandan itibaren bütün zamanları ve belli bir topluluğa ait olmayıp bütün insanlığı kucaklayıcı niteliktedir. Yirmi üç senelik bir uygulama süresi içinde tedricen iııdirilen Kur'an vahyi, bir taraftan rnuhatap kabul ettiği toplumun ihtiyaçlarına cevap verirken diğer taraftan da, o toplurndan sonsuzluk alemine uzanan hayat çizgisinde fert ve cemiyetin muhtaç olduğu evrensel prensipleri koymuştur. Dolayısıyla o, önceki vahiy rnuhtevalarınrn bir uzantısı olarak hem hal 1 ve istikbaii düzenlernek hem fert olarak insam ruh, beden duyular; ya da cenin, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölürnden sonrası gibi bir ayınma tabi tutmaksızın bir bütün olarak ele almak, hem de insanlığa yön vermek gibi gayeler gütmektedu-ı. Son iHihl vahyin amacı bu olunca elbette ki o, indirildiği toplumu, bütün insanlığa model teşkil edecek "ideal bir ümmet" seviyesine getirmeliydi. İşte bu noktadan hareket eden Kur' an, rnuhatap olarak kabul ettiği toplurnun öteden beri alışageidi­ ği ve sürdürdüğü adet, gelenek ve değerlerin olduğıınu, bütün bunların da bir anda terkedilmesinin mümkün olamayacağı gerçeğini göz önüne alarak teşride bir siyaset takip etmeye başlarnıştı2. Bunun için önce itikadi ve ahiili konular üzerinde durularak bir alt yapı oluşturulmuş; ardından da mükellefiyetİn alanına girecek hususlar çeşitli zaman aralıklatıyla emirler ve yasaklar şeklinde rnuhataplara takdim edilmiştir. Böylece söz konusu vahiy, bir taraftan "imlin-ahla!C' zerninini oluştururken, diğer taraftan da daha Mekke dönerninden başlamak ve genelde naza.rl planda kalarak urnı1rn1, killll hükürnlerin konulmasına rnukaddirne olmak üzere, onlara atıflarda bulunma şeklinde teşrii bir yöntem gözetmiştir4 . Medine döneminde ise, söz konusu olan bu prensip ve kuralların pratik hayata tatbik imkanı doğmuş ve hedeflenen "ideal ümmet" modeli böylece her geçen gün daha da rnükernrnelleştirilerek, sonuçta elde ettiği "modelli!C' vasfını evrensel bir yapıya mayıp indiği kavuşturmuştur. Kısacası Kur'an, hedeflediği "model ümmet" projesini hayata geçirirken, i- 1 el-Kardavi, el-Hastiisu'l-'timme li'l-isltim, Beyrut 1985, s. 105 vd. 2 ei-Kardavi, el-Hastiisu'l-'timme, s. 107 vd. 3 el-Medeni, De'tiinıu'l-istikrtir fi't-tejsiri'l-Kur'tinl, (Hadaratu'I-İsliirri), Yıl, 1384, sy. 511, s. 20-21' den naklen Erdoğan, Mehmet, isitim Hukukunda Ahktinun Değişmesi, İstanbul 1990, s. 149. 4 Bkz. Tuğ, Salih, isitim Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, İstanbul 1984, s. 19 vd. KUR'AN'IN NüZÜL SÜRECiNDE 1EDRİCİLİK 177 çerdiği hükümleri bir anda değil, belli bir zaman süreci içerisinde ve özellikle de yeni gelişmelere parelel olarak takdim etmiş~. Bunun için öngörülen süre takriben 23 senedir. Bu sürenin on iki senesi Mekke~de bir alt yapının oluşması, kalanı da Medeni hükürnlerin hayata geçirilmesi için söz konusu edilmiştir. Bu yüzden konuyu iki ana başlık altında ele almamız uygun olacaktır. I. Mekke Dönemi Bu dönem, Kur'an'ın 86 süresinin inzai edildiği bir süreci içine almaktadır. incelendiği zaman görülecektir ki, söz konusu sfuelerde özellikle iman ve ahlak konularına oldukça yoğun bir şekilde yer verilmiştir. Böylesi bir uygulama, daha önce de belirttiğimiz gibi Medine dönemi için bir hazırlık ve alt yapıyı oluştur­ manın olmazsa olmaz şartıdır. Bu yüzden Mekke döneminin söz konusu tedrici yöntemini biraz geniş bir perspektiften ele almamız uygun olacaktır. A'. İınfuı İslfuni bir teri m olarak iman, inanmak ve kabul etmek demektir. Mutlak anlamda herhangi bir şeyin varlığını inkar etmemek de imandır. Ancak semantik olarak bakildığı zaman görülür ki, İslam geldikten sonra bu kelime sözlük anIamından çıkarılarak Allah'a inanma eylemini karşılayan bir terim haline getirilmiştir. Bu sebeple iman denildiğinde İslfuni Iiteratürde yaratıcıya inanmak akla gelmektedir. İşte biz de burada iman sözcüğünü söz konusu kavramsal anlamıyla ele alarak diyoruz ki diliiiiye insanını kulluğun gereğini yerine getirecek olgunluğa eriştirrnek için Kur'an, konjuktürü esas alarak öncelikle iman problemine yer vermiştir. Kur'an'ın bu bağlamda üzerinde durduğu konular tevhid-şirk, nübüwet ve ahirettir. 1. Tevhid-Şirk Kur'an, muhatap aldığı cahiliye insanının inancı noktasında yoğun bir ıslah hareketi başlatmıştır. Amacı insanın şirkle kirlenen düşüncesini, kalbini ve hayatı­ nı temizleyerek onu, Allah'ın· istediği olgunluğa eriştirmektir. Bu hususta öncelikle ele aldığı konu, bir cahiliye inancı olan şirki dayanaklarıyla birlikte ortadan kaldı­ np, yerine tevhid inancını yerleştirmektir6 • Çünkü Kur'an'ın nüzfilü esnasında diliiiiye Arapları ''Allah" adını verdikleri bir Tannya inanınakla birlikte7 , Allah'ın kızları olarak kabul ettikleri meleklere8 ve O Yüce Varlıkla soy alakası bulundu9 ğuna inandıkları için cinlere de tapıyorlardı. Bununla da yetinmeyen söz konusu müşrik topluluk, uzak bir Tann diye nitelendirdikleri gerçek yaratıcı yanında, 5 Bkz.eş-Şfitıbl, el-Muviifak!it, II, 94, III, 378. 6 Cfihiliye araplannın, kendilerini Allah'a yaklaştınnak (Zümer, 39/3) ve şefaatlannı temin etınek için (Yilnus, I O/I 8) tapındıklan putlar, Kur'fuı'a göre hiçbir zaman böyle bir niteliğe sahip değillerdir. (Kfif, 50116; Zuhrilf, 43/86) 7 Ankebilt, 29/6 I, 63 8 Zuhrilf, 43119-20. 9 Safffit, 371158. 178 DiN EGiTiMi ARAŞTIRMALARI DERGiSi onunla iletişimi sağlamak üzere aracı kabul ettikleri yakın tannlara yani putlara ibadet ediyorlardı. Böylece müşrikler Mutlak Yaratıcı yanında hiçbir şey mayan 10, kendilerini tanrı olarak görenleri savunarnayan 11 , herhangi bir felaket esnasında ortadan kaybolan 12 varlıklara da tanrı gözüyle bakarak inançlarına şirk bulaştırmışlardı. İşte Kur'an, biraz önce de ifade ettiğimiz gibi müşriklerin inançla~ rındaki bu gariplikleri ortaya koyarak, yerine tevhid inancını yerleştirmeyi hedef aldı. Çünkü Kur'an'a göre şirk izleri taşıyan böyle bir inancın, insanlığı aydınlığa götürme şansı yoktur. Bu yüzden Kur'an bir taraftan Allah'ı yaratıcı 13 , diriltici1\ hikmet sahibi 15 ve varlıklara nizarn verici 16 olarak tanıtırken diğer taraftan da O'nun tek olduğunu 17 çok net bir biçimde haykırmaya başladı. İşte Kur'an'ın O Yüce Yaratıcıyı yegane varlık olarak nitelendirmesi tevhid demektir ki, bu husus ilk olarak Mekke'de inen sı1relerde oldukça yoğun bir şekilde ele alınmıştır. Bilindiği gibi İslam, tevhidin inanç boyutunda iç içe iki unsura yer verir. Bunlardan biri, "ret!', diğeri ise "tasdiR' dir. Red, ulı1hiyyeti ve ulı1hiyyete ait özellikleri Allah'tan başka varlıklardan soyutlarnak, tasdik ise söz konusu hususları yalnızca Allah' a isnad etmek demektir ki bu da, "liıilahe il/allah" şeklinde formüle edilmiş bir sözden ibarettir. Henüz eyleme dönüşmediği için buna itikfu:lt tevhid denilmektedir. İslam inancının ortaya koyduğu tevhidin itikadt boyutu yanında bir de arneli boyutu vardır. Tevhidin bu kısmı da kulluğun ve ona dair eylemlerin gerçek varlık olan Allah'a yöneltilmesi ve yalnızca O'nun nzası için yapılması demektir. "De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Ancak şu var Id) bana İlahımzm sadece tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibtıdete hiçbir şeyi ortak koşma­ sm"18, "İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başkatann yoktur. O, herşeyin yaratı­ cısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin. .." 19, "Allah'a kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi 20 ortak koşmayın ... " gibi ayetler tevhidin inanç ve amel boyutunu bir arada ele kavuşinayı almaktadır. Böylece anlaşılmış oldu ki Kur'an, imanın çok önemli bir boyutu olan tevhid inancını yerleştirmek için bir taraftan şirk izi taşıyan herşeyi insan hayatın­ dan uzaklaştırmış, diğer taraftan da söz konusu tevhidin kalıcı olabilmesi için onun, salih amel formatıyla insan hayatına da yansıtılmasının gereği üzerinde durmuştur. 1Ol..oklJlan, 31/11. ll Enbiya, 21/43. 12İsra 17/61. 13Fatır, 35/3; Gafir, 40/62; Rahman, 55/29; Lokman, 31/28; Yasın, 36/82. 14Bakara, 2128; En'am, 6/60; Rum, 30/27. 15Hicr, 15/85; Sad, 38/27. 16Furkan, 25/2; Rahman, 55n; Talak, 65/3. 17Kehf, 6/102. 18Kehf, 18/110. I 9En'iiın, 6/102. · 20Nisa, 4/36. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE TEDRİCİLİK 179 2.Nübüvvet Kilinatın yaratılışı ile uygunluk içerisinde olan insan, olgunluğa doğru ilerlemesini sağlayan tabü bir yapıya sahiptir. İnsandaki bu fitıi' gelişme ancak onun nıhsal ve bedensel yapısına uygun bir çevrede kendini gösterebilir. Tarih boyunca ortaya çıkan bazı olumsuzluklar ve haktan sapmalar insanlığı, bu fıtıi' gelişim noktasında menfi yönde etkilemiştir. İşte nübüvvet kurumu bu sapma dönemlerinde kendini göstermiş, Allah elçisi peygamberler insanlığı bu batıl yoldan kurtarıP hak yola çıkarmak için bir misyon üstlenmişlerdir. Böyle bir misyon yüklenen peygamberler, sapıklığa batmış toplumlarda köklü ve çok yönlü bir değişmeyi gerçekleştirerek hakça bir düzen kurmuşlardır. Buna göre denilebilir ki, nübüvvet bir suskunluk ve durgunluk döneminden sonra ortaya çıkan yeniden diriliş ve bir atılım hareketidir. Allah Resıllü Muhammed'in sapıklık içerisinde yüzen camliye toplumunu dosdoğru bir yol olan İslam'la tanıştırmak için görevlendirilmesi de aynı hikmetin bir neticesidir. Çünkü sünnetullah gereği her ümmete bir peygamber gönderilmiş21, kendilerine peygamber gönderilmeyen toplumların da helake maruz bıra­ 2 kılmayacakları ifade edilmişti? . Şayet aksi olsaydı toplumların önlerindeki yollar tıkanır, onların Allah'a yaklaşınalarma imkfuı olmazdı23 • Demekki insanlara peygamber gönderilmesi, Yüce Yaratıcının lütuf ve merhametinin bir tecellisidir. Di.uum böyle olmakla birlikte ne yazık ki her peygamber, ümmeti tarafından dış­ lanmış, horlanmış, nübüvvet misyonu bağlamında inkfua konu olmuştıır. Aynı şekilde cahiliye devri müşrikleri de daha Mekke döneminde bir takım akü deliller ileri sürerek, Hz. Peygamber'in risaletini kabule yanaşmamışlardır. "... Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalı değilmiydi ?; Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalı deği/miydi? (Ayrıca) o zô.limler (müminlere): Siz ancak büyüye tutul24 muş bir adama uymaktasınız! dediler" ayetlerinde de göıüldüğü gibi müşrikler nübüvvet konusunda bazı itirazlarda bulunmuşlardı. Onların nübüvveti inkar hususundaki ısrarları mucize talepleri konusunda da kendini göstermektedir. Nitekim bu durum Mekki bir süre olan İsra sılresinde oldukça geniş bir şekilde ele alın­ maktadır. Söz konusu ilahi beyana göre müşrikler Hz. Muharnmed'e iman etmemek için mucize talebinde bulunarak, bizim için yerden su fışkırtmadıkça sana inanmayız, madem sen bir peygambersin o halde senin bir hurma balıçen ya da bir üzüm bağın, yahut altından bir evin olmalı değil mi? Eğer sana inanmamızı istiyorsan, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı, melekleri gözümüzün önüne getirmelisin; hatta göğe çıkıp bizim okuyacağımız bir kitap indirme- 21 Yunus, 10/47. 22İsra, 17/15. 23ed-Dihlevi, Hüccetullahi'l-btiliğa, (ırc: Mehmet Erdoğan), Istanbul 1994, I, 319. 24Furkiiıı, ısn-8. DiN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGiSi 180 lisin25 gibi saçma sapan isteklerle, tabiri düzse Hz. Peygamber'i köşeye sıkıştır~ mak ve bunu da i.nkarlan için bir mazeret olarak görmek istiyorlardı. Ancak Yüce Allah Mekke müşriklerinin bu itirazlarına gereken cevaplan vererek 37 Mekki sı1rede yer alan açık ifadelerle Hz. Muhammed'in tek uyancı/nezlı: olduğunu dile getirmişl:i?6 • Bununla da yetinmeyerek o dönem i.nkarcı insanına "De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum... ,m, "Buna karşı sizden hiç bir ücret talep etmiyorum. Benim milktifatımı verecek olan ancak alemierin Rabbi Allah'~ tır"28 mealindeki sözlerle bir taraftan elçisinin nübüvvet görevini tasdik etmekte, diğer taraftan da onun böyle bir görev için herhangi bir ücret talebinde bulunma~ dığını muhataplara hatırlatmaktadır. Bütün bu anlatımlar da gösteriyor ki, Allah'a gerçek anlamda inanma noktasında bir boşluk içerisinde bulunan müşrik topluluğa Yüce Yaratıcı, nübüvvet kurumunun misyon ve önemini vurgulayarak dalıa Mekke döneminde iman olgusu için bir alt yapı oluşturmayı amaçlamıştır. karşı 3. Ahlret İmanın olmazsa olmazlarından biri de ahiret inancıdır. Bu yüzdendir ki Kur'an ahiret hayatı üzerinde geniş bir şekilde durmaktadır. Bilindiği gibi Kur'an~ı Kerim'e göre insan için iki hayat söz konusudur. Bunlardan birisi dünya hayatı, diğeri de ahiret hayatıdır. Dünya hayatı, ruhun yaratılıp bedene üflenmesiyle baş~ lamakta, ölümle sona ermektedir. İlahi' takdire bağlı olan bu başlangıç ve sonuç her insan için farklı bir süreyi içine alır. Kısaca "ecef' denilen bu zaman diliminin tükendiği noktada insan için öngörülen dünya hayatı bitmiş ve arkasından ikinci bir hayat yani ahiret hayatı başlamış demektir. Ahiret hayatı da iki aşamadan iba~ rettir. Birincisi, ölümle başlayıp ba'se (dirilişe) kadar süren berzah (kabir hayatı), diğeri de dirilişten sonra sonsuza kadar devam eden ebedl hayattır. Bu hayat da bilindiği gibi ölüm olayı ile başlar. Ölüm de dünya hayatının vazgeçilmez bir gerçeği olarak hep onunla birlikte devam edip gitmektedir: Ta ki toplumsal kıya~ met vakti gelinceye kadar. Böylece denilebilir ki, ahirete açılan iki kapı vardır birisi, ferdi' anlamda meydana gelen ölüm olayıdır, buna kıyamet-i suğra (k.iiçük kıyamet) adı verilir. Diğeri de dünyanın sonu anla.rnma gelen ve hayatta olan bütün canlıların ölümü demek ohm kıyamet-i kübra (büyük kıyamet) dır. Büyük kıyamet olayı gerçekleşinceye kadar her ölen insanın ahiret hayatı küçük kıyamet-' le, bütün insanların ölümüyle gerçekleşecek olan ahiret hayatı da büyük kıyametle başlamış olacaktır. Yukanda da belirttiğimiz gibi iman noktasında çok büyük bir değer olan ahiret inancı, söz konusu öneminden dolayı Mekkl sürelerde çok yoğun bir şekilde tekrar edip durrnuştur. Öyle anlaşılıyor ki bu tekrar hem şirk tanrtlarına inanan 25İsıii, 17/90-93. 26Söz konusu sureler için bkz. Muhammed Fuad 'Abdulbiiki, el-Mu'cemu'l-miifehres, İstanbul 1984, s. 692-693. 27Yiisuf, 12/108. 28Şuaıii, 261109. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE 1EDRİCİLİK insanları 181 etkilemek suretiyle doğru yola iletmek hem de sorumluluk duygusunu dünya ile ahiret arasındaki psikolojik mesafeyi kısaltıp müminin ruhunu yüceltmek gibi hedeflere yöneliktil9. Bunun için Kur'an ölümün kaçınılmaz bir realite olduğunu "Her canlı ölümü tadacaktır... "30 şeklinde çok etkili bir sözle vurgularnakta, ölümle olan yakın ilişkisi nedeniyle, "Kıyamet! Nedir o kıyamet? O laytımetin ne olduğunu bilir misin"? 31 tarzında değişik bir üslup kullanarak kıya­ metten de bahsetmektedir. Kur' fuı aynca kıyamet koptuğu zaman neler olabileceği konusunda bize tablolar sunmaktadır. Özellikle Mekki sfueler oldukça yoğun bir şekilde bir taraftan evrenin yok edilmesini, diğer taraftan da varlıkların bilinen bir hayattan bir başka hayata intikalleri esnasında karşılaşacaklan dehşet dolu manzaralan adeta resmederek gözler önüne sermektedir. Evrenle ilgili olanlar zaman zaman da mükerrer bir tarzda göklerin sarsılmasından32 , yarılmasından33 , beyaz bulutlar halinde parçalanmasından34 , kitap sayfalan gibi dürülmesinden35 , gül gibi kızarıp yağ gibi erimesinden36 , erimiş rnaden halini almasından37 , güneşin dürülmesinden38 , ayın 41 yarılmasından39 , yıldızların ışıklarının giderilip40 sönmesinden , yerin, içindekile42 43 44 ri atarak boşalmasından , dağların yürütülüp , kum yığını yahut atılmış yün gibi olmasından45 , denizierin kaynatılmasından46 söz etmektedirler. Varlıkların hallerinden bahseden ayetlerde ise, insanların korkudan titreyeceği47 , gözlerini yere dikeceği48 , sarhoş bir halde dolaşıp49 yere serilmiş pervaneye döneceği50 , her gebenin yavrusunu doğuracağı51 , her emzikli kadının ernzirmekte olduğunu unutacağı52, doğurması yakın olan develecin başıboş bırakılacağı53 , yabani hayvanlapekiştirerek 29Topaloğlu, Bekir, "Ahiret", DİA., İstanbul 1988, I, 546. 30Enbiyii, 21135. 31Bkz. Hiikka, 69/1-3; Kiiria, lOl/1-3. 32Tilı', 52110. 33Mürseliit, 77/9. 34Furkiin, 25/25. 35Enbiyii, 211104. 36Rahrniin, ssn1. 37Me'iiric, 70/8 38Tekvir, 81/1. 39Kaıner, 54/1. 40Mürseliit, 77/8. 41Tekvir, 8112. 42İnşikiik, 84/4-5. 43Tıir, 5211 ı. 44Tiihii, 201105-107. 45Me'iiric, 70/9. 46Tekvir, 81/6. 47Niizi'aı, 79/8. 48Niizi'aı, 79/9. 49Hac, 2212. 50Kiiri'a, 101/4. 51 Hac, 2212. 52Hac, 2212. 53Tekvir, 81/4. DiN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 182 nn bir araya toplanacağı54 gibi hususlar konu edinilmektedir. Ayetlerde yer verilen bütün bu dehşet dolu kıyamet tasvirlerinin hedefi bir taraftan layarnetin mutlaka vuku bulacağını göstermek, diğer taraftan da bir haz ve menfaat ağının içine g~ mülmüş olan inatçı müşrikleri korkutarak hak ve hakikate inanmaya zorlamaktır. Kur'an'ın ahiret bağlamında üzerinde durduğu önemli konulardan biri de ba'sa (öldükten sonra dirilmeye) imandır. Çünkü yeniden dirilmeye inanma, alıiret inancının kilit noktasıdır. Ölüm, müşahedeye dayalı olduğu için onu irıkfu" mümkün değildir. Ancak ölen bir insanın bütün organlarının çürüyüp toz haline gelmesinden sonra, o insanın bedeninin yeniden terkip edilip canlı hale gelmesini mantı., ki silsile içerisinde anlamak imkansızdır. Bunun için tek yol vardır, o da İnanmak­ tır. Bu yüzdendir ki yeniden dirilmeye inanmak, iman esaslarının en önemli bir aşaması olarak telakki edilmiştir. Kur' an-ı Kerim ahirete imanın önemli bir unsuru olan bu diriliş gerçeğini, İsratil (as)'in ikinci defa sı1ra üfürmesinin ardından55, kabirler açılıp56 Allah insanları tekrar diriltecek ve yerden ot bitirir gibi topraktan onları çıkaracak57 , böylece bütün insanlar kabirierinden doğrulup kalkacak58 ve süratli bir şekilde Rablerine doğru koşacaklarW 9 tarzındaki beyanlarıyla dile getirmektedir. · Ba's ile ilgili ayetler zaman zaman aynntıya da inerek bir taraftan yeniden dirilişin cismaru yani hem ruh hem de bedenle gerçekleşeceğini 60 diğer taraftan da hesap anında ağızların mühürlenip ellerin, ayakların61 , kulakların, gözlerin ve derllerin şahitlik edeceğinden62 söz etmektedir. Kur'an'ın, Mekki sürelerinde üzerinde yoğun bir şekilde durduğu uhrev! konulardan biri de yargı saflıasıdır. Bu saflıa ahiret hayatında amel defterlerinin verilmesinden sonra yaşanacak olan saflıadır. Allah'a karşı sorumluluk taşıyan insanların dünyadaki inanç ve davranışlarından dolayı ahirette sorguya çekilmeleri anlamını ifade etmektedir. Kur'an'da hesaba çekme, kırkayakın ayette "hesfib" altı ayette, "yevmu'ljasf', on üç ayette de "yevmu'd-dfn" şeklindeki kavramlarla zik:redilmektedir. Kur' an ayrıca söz konusu sorgulama işinin, hem peygamberlere hem de dimükelleflere yöneltileceğini beyan etmektedir. Peygamberlere, ilah! tebliği insanlara ulaştınp ulaştırmadıklarından, mükellef insanlara da peygamberlerin kendilerine yapmış oldukları tebliği benimseyip benimsemediklerinden sorulacaktır. Bu husutaki Kur'an ayeti mealen şöyledir: "Elbette kendilerine peygamber ğer 54Tekvlr, 81/5. 55Yiisin, 36/51. 56lnfitiir, 8214. 57Nuh, 71/17-18. 58Adiyaı, ıoo/9-J ı 59Yiisin, 36/51. 60Nisa, 4/56. 61 Yasin, 36/65. 62Fussilet, 41/20. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE TEDRİCİLİK 183 gönde-rilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekev• ,63 cegız Bilindiği gibi bütün mükelleflerin hesabını görme yetkisi, hesap gününün yegane sahibi olan64 Allah'a aittir. Hz. Peygamber kıyamet gününde Yüce AlIah'ın bütün insanları herhangi bir aracı olmaksızın hesaba çekeceğini ifade ederek, bu yetkiyi bizzat Allah'ın kullanacağını belirtmiştir65 • Allah Taftla "ser'iu'lhesô.b (hesabı sürat/i gören)" bir varlık olduğu için hesap günündeki sorgulama uzun sürmeyecektir. Bu süre bazı bilginiere göre göz açıp kapayıncaya kadar, bazılarına göre de yarım günden daha az bir zamanı ifade etmektedir66 . Kur'an'ın yetmiş yedi ayetinde yer alan cehennem kavramı da, ahiret inankabui edilmesi bağianunda özellikle Mekke müşriklerini hedef alan temel kavramlardan biridir. Burada şunu ifade etmek gerekir ki, diğer dinlerde olduğu gibi İslamda da cehennemiazap bir müeyyide olarak kuilanılrnıştır. Bu da Kur'an-ı Kerim'de'çeşitli tasvir tarzlarıyla sunuimaktadır. Şöyleki, dünyada Allah'ı inkar eden insana ahirette yiyecek olarak hayvanların dahi yiyemediği bir bitki67 ya da zakkum ağacı 68 verilirken, içecek olarak da erimiş maden tortusu gibi yüzleri kavuracak derecede sıcak69 ve bağırsakları parçalayan bir su70 veya irin71 sunulacaktır. Orada kızgın, çok yakıcı, volkan gibi kıvılcımlar saçan72 bir ateş vardır. Bu ateşin homurtusu ve uğuitusu çok uzaklardan duyuiacaktır73 • inkarcılar boyunla74 rında bukağılar olduğu halde , alınlarından ve ayaklarından tutulup75 uzun zincirIere vurillarak yüz üstü sürüklenecekler76 ve o söz konusu ateşe atılacaklardır. Bu ateş onları her taraflarından kuşatacak77 , derilerini yakıp kavuracaktır78 • Bu durumda onlar azabın bitirilmesi yahut hafi:fletilmesi için feryad edecekler79 fakat bu temennileri hiç bir işe yaramayacaktır. cının Görüldüğü gibi bir anlamda ahirete iman boyutunu oluşturan bu cehennemİ tasvirlerde hakim olan unsur korku ve dehşet unsurudur. Öyle anlaşılıyor ki bu da ahirete iman eylemini, ceza yönünüyle takviye amacına yöneliktir. Yani iman etmediği takdirde insanın ahirette karşılaşacağı ceza gündeme getirilmek suretiyle 63A'riif, 7/6. 64Fatiha. 114. 65Bkz. Buhiiri, Rikiik, 49; Tevhid, 36; Müslim, Zekat, 20; Tirmizi, 66Yüksel, Eınnıllah, "Hesap", DİA., İstanbul 1999, XVII, 241. 67Giişiye, 88/6. 68Saffiit, 37/62. 69Saffiit, 37/67. 70Muhammed, 47/15. 71 Hakka, 69136. 72Mürselat, 77132. 73Furklin, 25/12. 74Rad, 13/5. 75Rahmlin, 55/41. 76İsrii, 17/97. 77Kehf, 18/29. 78Müddessir, 74/29. 79Fatır, 35137. Kıyamet, ı. DiN EÖiTİMi ARAŞTIRMALARI DERGiSi f84 inanması amaçlanmaktadır. Esasen tevhid ve nübüvvete yönelik beyan ve tasvirle~ -rin temel gayesi de, i.nkarcılann söz konusu tavırlannı terkedip Allah'ın istediği dosdoğru yola girmelerini temin etmekten başka bir şey değildir. Bunun içindir ki tevhid, nübüvvet ve ahiret konusu, öreilikle Mekki sfuelerde daha çok yer alınış~ tır. Çünkü Yüce Yaratıcı gönderdiği son illllıi mesajıyla bozulan insam değerleri yeniden ikame etmeği murad etmiştir. Tabii ki bunun için de öncelikle durumun vehametini bütün çıplaklığı ile gözler önüne sererek, ileride insana mazeret imkanı tanımaması gerekmektedir. Şayet Mekke dönemindeki süreler, burada söz konusu ettiğimiz manzarayı bu açılım ve yoğıınlukta sunmamış olsalardı, belki de mevcut başanya ulaşma imkanı elde edilemeyecekti. Öyle anlaşılıyor ki, yarattığı insanll1 zaaflannı kendisinden çok daha iyi bilen Allah TaillJi, tamamen bu espiriden'hare~ ket ederek onun alışkanlıklarını, değer verdiği hususları, kültürünü, bilgi, görgü ve algılarnalannı, gelenek ve göreneklerini, kısacası konjoktürün gereğini dikkate alarak buna göre bir alt yapı hazırlamıştır. Demekki Mekke dönemindeki nasların içerdikleri konular, bunlann takdim biçimleri ve sunuştaki yoğıınluk gibi hususta~ rm arka planında yatan asıl faktör, insan ve onun sahip olduğu yeteneklerden baş~ ka birşey değildir. B. Ahlak Fıtratındaki kötü eğilimlerden kurtarıp, olgunluğa ve yüce değerlere ulaş~ dinsel ahl§.kın insan hayatında çok önemli bir yeri vardır. Çünkü zevke, mutluluğa, kişisel menfaat ve hırsa dayalı din dışı bir ahlak, böyle bir fonksiyon ifa etmekten çok uzaktır. O nedenledir ki, Kur'an bu dünyanın zevk ve safasından olabildiğince ·faydalanmayı ve herşeyi kişisel menfaata da~ yandırmayı hayatın gayesi olarak gören din dışı ahl§.kın uzantısı durumundaki diliiiiye ahlakına karşı adeta savaş açarak onun rekabet ve küçümseme duygu~ suyla geçici haziara düşkünlüğün doğurduğu kaba ve boyrat gelenekleri yerle bir etmiş ve onun yerine Allah'ın bütün yaratıkianna karşı merhametli olmak, beşert ilişkilerde dürüstlük ve güvenirlik, karşılıksız sevgi ve fedakarlık, samirniyet ve iyi niyetli hareket etmek gibi insan olmanın onur ve şerefıne yakışan erdemleri yerleş­ tirmiştir80. Bu erdemierin ilk olarak gündeme getirildiği yer Mekke ve muhatapları da tabii ki cahiliye müşrikleridir. Bunun için Mekld sOreler imanla ilgili beyanların yanında ahlaki ilkeler üzerinde de durarak müslüman profilini oluşturma sürecini tırması bakımından başlatmıştır. Bilindiği gibi ahlaki prensipierin çok yoğıın bir şekilde sunulduğu Mekki sürelerin başında İsra sOresi gelmektedir. Bu sfuede Yüce Allah, ana-babaya iyilik etmek, akrabayı yoksulu, yolcuyu görüp gözetmek, savurganlık etmemek, açlık korkusuyla çocukları öldürmemek, zinaya yaklaşmamak, haksız yere cana kıy­ mamak, yetirn malı yememek, verilen sözleri yerine getirmek, ölçü ve tartıda SOOeniş bilgi için bkz. Çağncı, Mustafa, "Ahliik", DİA., Istanbul, 1989, Il, I vd. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE TEDRİCİLİK 185 adaletli davranmak ve böbürlenerek yürümemek81 gibi temel ahiili ilkeler vaz etmiştir. Nüzıll tarihi itibariyle İsrn'dan sonra indirilen Lükman sılresinde de söz konusu prensipiere ilave olarak, Allah'a şirk koşma.rruik, nimete şükretmek, sonımluluk duygusu taşımak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, başa gelene sabretmek, kibir ve gururdan uzak durmak, söz ve eylemlerde dengeli hareket etmek82 şeklinde ahiili öğütlere yer verilmiştir. Ahiili ilkelerin yoğun bir şekilde zikredildiği söz konusu sOrelecin dışında Mekke'de nazil olan pek çok sfuede de benzeri prensipiere rastlamak mümkündür. Mesela, temizliğe önem verilmesi, yapılan iyiliğin başa kakılmaması83 , el açıp yardım isteyen kimselerin boş çevrilmemesi84, insanlardan mal alırken ölçme ve tartınada noksanlık yapılmadığı gibi, satılan mallarda da aynı şekilde noksanlık yapılmarnası85 , kölelerin azad edilmesi ve açların doyurulması 86 gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. Kısaca ifade etmek gerekirse denilebilir ki, Kur'an'ın Mekkl naslarında yer alan bütün bu ahiili değerler, diliiiiye insanını her türlü kötülük, zulüm ve gayr-i ahimlikten kurtarıp, iyiliğe, adillete ve ahiili olana götürmek gibi ideal ve evrensel bir nitelik taşımaktadır. Çünkü Kur'an hedeflediği bu nitelikli ahlak modelini oluştururken hiçbir zaman onu, sanal bir zemine kaydırmamış, aksine hep hayatın gerçeklerini esas almıştır. Bu yüzdendir ki, Kur'an'ın öngördüğü bu ahlak, gerçekci ve dinamik bir yapıya sahiptir. Kur'an ahlakının bu gerçekciliği ve dinamik yapısı, onun sadece bir kitle ahlakı veya sadece bir seçkinler ahlakı olmadığı aksine maddi, zihni ve pisikolojik bakımlardan her seviyedeki insanın kaygılarını ve özlemlerini dikkate alan bununla birlikte ona, içinde bulunduğu durumdan daha ideal olana doğru yükselme imkanı sağlayan kapsamlı ve uyumlu bir ahlak olduğunu göstermektedir. ll. Medine Dönemi Bu dönem, Hz. Peygamber'in hicretiyle başlayan ve Kur'fu1 vahyinin tanihayete eren bir süreci içerisine almaktadır. Yaklaşık on yıl civarında seyreden söz konusu dönem, özellikle Kur'an alıkarnının yerleşmesi açı­ sından önemli olan bir zaman dilimidir. Şunu hemen ifade etmek gerekir ki Mekke döneminde yer verilen iman ve ahlak konusu bu dönemde de Kur'an'ın ele aldığı hususlar arasında görülmektedir. Ancak Mekke'de iınanl ve ahiili konular yanında ağırlıklı olarak ibadet ve toplumsal düzenlemelere yer verildiği de göze çarpmaktadır. Bunun için Medine dönemindeki nasların tedrici boyutunu in- mamlanmasıyla 81Bkz. fsra, 17/23-37. 82Lokman, 31113-19. 83Müddessir, 74/4-6. 84Duh1i, 93/10. 85Mutaffifin, 83/1-3. 86Beled, 90/11-16. DiN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGiSi 186 ce.Ierken konuyu iki yan başlık altında ele almamız uygun olacaktır. A.İbadet İnsan ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Bedenin, varlığını koruyabilmesi için nasıl gıdaya ihtiyacı varsa, aynı şekilde ruhun da elemlerden kurtulup kendisine haz verecek zevk ve lezzetlere erişebilmesi için gıdaya ihtiyacı vardır, İnsana en yüce zevk ve lezzetleri veren şey de sevdiği, önünde eğildiği ve kendisine taptığı varlığa ibadet etmektir. Çünkü ibadet, insanın varlığını kendi varlığında yok saydığı, korkularım yenip ümitlerini filizlendirdiği gizemli bir hakikattir. İşte bu hakikat, insan fıtratındaki varlık fikrinin kaynağıdır. Bundan dolayıdır ki, insan söz konusu duygusunu neye yöneltirse onun ibadet edip tapındığı varlık odur. Bazen cehalet, bazen ataların dinine bağlılık, bazen de fıtratı bozarak inanma kabiliyetinin köreltilmesi neticesinde insan, korku ve ümitlerinin kaynağı olan Yüce Kııdrete yükselemeyerek. ş irk karanlıklarında kalıp, ibadete hiç de .layık olmayan varlıklara yönelebilir. Müşriklerin, putperesderin batı! tanrıları hep söz konusu sebeplerle ortaya çıkmış, korku ve ümitlecin kendilerine çevrildiği mabudlar konumuna getirilmiştir. İnsanlık tarihinde bu manzaralam her dönemde rastlamak mÜmkündür. Halbuki bütün varlığını fanilere bağlayan, onlara yönelip itaat eden insanlar her zaman hüsrandadır. Çünkü fani cazibe bir gün yok olacaktır. Hiç yok olmayacak varlık ise yalmz Allah'tır. Bundan dolayıdır ki, ruhun gıdasını temin edenibadeti ve kulluğu sadece ebedi ve ezeli olan Allah'a yöneltmek ve yalmzca O Yüce varlığı ibadete layık görmek insan olmanın en temel gereğidir. Çünkü insana en yüksek manevi zevkleri tattıran ve onu ahlaken en mükemmel bir seviyeye yücelten Allah'a ibadet olgusudur. Kulunu, ahlak itibariyle en yüksek konumda görmek isteyen Yüce Yaratıcı mesajım tedrici bir şekilde inza.I ederken bu hususu da ihmal etmemiştir. İslamın bidayetinde bazı temel ibadetlere yer verilmesinin arka planında yatan temel neden de bu olmalıdır. Çünkü ibadetsiz din olmaz. Mademki bir dinin temelleri atılmaktadır, o halde o dini yaşatacak iman ve ahlak gibi değerlerin yanında ibadete de yer verilmelidir. Ancak ibadet formatı insanın dinsel hayatında bir takım zorluklara yol açacağı için, Yüce Yaratıcı bu kapıyı açarken kolaydan zora doğru bir seyir takip etmiştir. Bunun için sitematik bir nitelikte ele aldığımız namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetlere Mekke devrinde rastlansa da, Kur'ant boyutu itibariyle bunlara farz hükmünün kazandırıldığı dönem Medine dönemidir. · l.Namaz Kur'an-ı Kerim daha önceki peygamberlerin öğretilerinde namaz ibadetinin yer aldığından söz etmektedir. Mesela, Hz. Adem, Hz. Nuh ve Hz. İbrahim' den sonra namazı terkeden nesillerin geleceği87 , Hz. Zekeriyya'nın namaz kıldığı88 , 87Meryem, 19/59. ssA.ı-i !ınriin, 3139. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE 1EDRİCİLİK 187 :Hz. İsa'ya beşikte konuşurken, namaz emrinin verildiği89 , Hz. İsmail'in ehline90, :Hz. Lut, Hz. İshak ve Hz. Yakup'un kendilerine namaz emrinin vahyedildiği91 , :Hz. Lükman'ın oğluna namaz kılınayı öğütlediği92 , Hz. İbrahim'in kıldığı namazın kabulü için dua ettiği93 , Hz. Musa'ya namaz kılmasının emredildiği 94 vb. hususlar Kur' fuı pasajlarında yer almaktadır. Ancak İslam'dan önceki peygamberlerin Allah'a kulluk görevlerinin başında yer alan namaz ibadeti, diliiiiye dönemine gelindiğinde, çok değişik bir formata sokulmuştur. Nitekim Kur' fuı, bu hususta bize şu bilgiyi vermektedir. "Onların Beytullah yanındaki duaları (namaz/arı) da ıs/ık çalmak ve el çırp­ maktan başka bir şey değildir... " 95 . Öyle anlaşılıyor ki, müşriklerin belli zamanlarda yapmış oldukları bu ayinleri, Hz. İbrahim'den intikal eden namazın bozulmuş şeklinden başka birşey değildi 96 • Çünkü o dönemde Araplar hem itikadi hem de arneli bakımdan şirk içerisinde bulunuyorlardı. Bu, onların ibadetlerinin de şirke benzemesille yol açmıştı. Kısacası, müşriklerin o dönemde ibadetleri, putlano etrafında dönerek tavaf etmek ve onların adına kurban kesrnekten ibaretti. İşte böyle bir dönemde Allah, Hz. Muharnmed'i peygamber olarak görevlendirmek suretiyle şirk içinde yüzen ve şirk tannlarına ibadet eden insanlara hidayet yolunu gösterdi. Bu bağlamda onlara, Allah'a yaklaşınanın putlar çevresinde dolaşmakla değil, gusül ve abdestten sonra sııf Allah nzası için kulluk seedesine kapanınakla mümkün olacağım bildirdi. İşte bu, İslamın özellikle Kur'an'ın ısrarla üzerinde durduğu namaz ibadetinden başka bir şey değildi. Buna göre müşriklerin söz konusu kulluk biçimlerine alternatif olarak sunulan ibadetlerin başında namaz yer alıyordu. Bildiğimiz kadarıyla İslam'da ilk namaz, Hz. Peygamber'e -takriben kırküç yaşındayken- Mekke'de Müddessir, 74/1-3. ayetlerinin nüzı1lüyle emredilmişti. göre bu dönernde Allah Resı1lü (sav), Cebrail'in (as) tarifiyle abdest alıp ilk olarak münferiden, sonra da Hz. Hatice ile birlikte namaz kıldı 97 . Önceleri ·gece namazı şeklinde emredilen bu ibadeti, ashab da peygamberle birlikte eda ediyordu. Yalmz hadislerden öğrendiğimize göre söz konusu gece namazının dışında Hz. Peygamber sabah akşam olmak üzere iki vakitte daha namaz kılıyor­ du98. Ancak hicretten bir buçuk sene evvel Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e Miraç'Denilcliğine 89Meryem, 19/31. 90Meryem, 19/55. 91Enbiya, 2In3. 92Lokman, 31/17. 93En'fun, 6/162. 94 Tiihii, 20114. 95Enffil, 8/35. 96Bkz. Şimşek, M. Sait, Kur'an'ın Ana Konulan, İstanbul ts., s. 155. 97el-Ciıssas, söz konusu bu ilk namazı, Cebriiii'in imam olarak fecr-i sadığın doğuşuna yakın bir zamanda Hz. Peygamber'e kıldırdığını nakleder. {Bkz. Ahkiimu'l-Kur'an, Beyrut ts., Il, 268.) 98ei-Buhan, Saliit, 1; Müslim, Salatu'l-müsafirin, ı; İmam Miilik. Muvatta, Kasru's-salaı, 8; DİN EÖİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGiSi 188 ta beş vakit olarak verdiği namaz emri99 , Medine'nin ilk dönemlerinde · Nisa sfuesinin, "...Şüphesiz namaz mürninler üzerine vakitleri belidenmiş kutsal bir yükümlülüktür"100 ayetiyle farz kılındı. Böylece tedrici bir şekilde Mekke'<fu başl;ıyan namaz ibadeti, muhtemelen Medine'nin iki veya üçüncü senesinde lıu: küm olarak yerleştirilmiş oldu. · ı. Zekat Temelinin Mekke'de atıldığı bir başka ibadet de zekattır. Aricak zekat sözcüğünün Mekld ayetlerde yer alması, ayrıca Mekld bir sfue olan Zfuiyat, 51119. ayette zekatın, Allah katında nimet ve cennetiere hak kazanan müttaki kullann mallarında "siiil (isteyen)" ve "mahrum (yoksul)" olanlar için bir hak olduğunun ifade edilmiŞ olması, onun Mekke döneminde farz kılındığı düşüncesine yol açmamalıdır. Zira Mekke'de inen sı1relerdeki 8 ayette bizzat zekat kavramıyla yer alan 101 ve Zfuiyat, 51119. ayette fakirler için bir hak olduğu belirtilen zekat, nisabı, nisbeti ve sarf yerleri vahiyle bildirilmemiş mutlak zekat yani sadakadır ve onun nisbet ve miktarı da mürninler tarafından durum ve şartlara göre belirlenmiştir. Halbuki İslamın farz kılmış olduğu zekat 102 ibadetinde ne nisbet ve miktar ümmete bırakılmıştır ne de şartların değişmesiyle onlarda bir değişiklik söz konusu edilmiştir. Aynca Zfuiyat, 51/19. ayette yer alan "hali' sözcüğü, Mekld bir SUre olan Mearic, 70/24. ayetinde "malum bir hak" olarak ifade edilmek suretiyle de Mekke döneminde temeli atılmış olan zekatın Medine devrinde miktarı da tayin edilmiştir. Buna göre diyebiliriz ki konuyla ilgili Mekke döneminde inen ayetler zekatı, daha İsiamin ilk yıllarında gündeme getirmek suretiyle müslümanların bilincine yerleştirmiş, Medine döneminde ise miktar ve nisabını belirlemek ve saıf yerlerini gôstermek suretiyle kurumsallaştırmıştır. 3.Hac İslami kaynaklara göre hac, Hz. Adem'le başlayıp devam eden bir ibadettir. Hatta denildiğine göre Kabe'yi ilk defa melekler tavaf etmiş, daha sonra da Hz. Adem Allah'ın emriyle Mekke'ye giderek Arafat'ta Hz. Havva ile buluşup melek~ lerin rehberliğinde haccetmiştir 10~. Kur'an, Allah Taala'nın: "İnsanlar arasında haccı ilan et... "104 şeklindeki beyanıyla, insanları hac yapmak üzere Mekke'ye davet eden ilk peygamber'in Hz. İbrahim olduğunu göstermektedir. Hac menasikini tesbit ederek Kabe'nin her yıl ziyaret edilmesini sağlarnasıyla başlayan bu ibadet, Hz. İbrahim'in Filistin'e dön99 Şimşek, M. Sait, Kur'iin'm Ana Konuları, s. 155. 100 Nisa, 4/103. 101 Bkz. A'riif, 7/156; Kehf, 18/81; Meryem, 19/13, 31, 55; Mü'miniln, 23/4;Rilm, 30/39; Fussilet, 4ln. 102 Söz konusu ibadet İsiilm Dinine göre farz-ı ayındır. Dolayısıyla inkiin küfrü gerektirmektedir. Bu farziyeti yerine getirmeyenler ise filsıktır yani günahkiirdır. Vermemektc ısrar edenlere karşı harp ilan edilir. Nitekim Hz. Ebu Bekr zekat vermeyeniere karşı savaş açmıştır (Bkz. ei-Kardavi, ibadet, (tre. Hüsameddin Cemal), Istanbul 1974, s. 341). 103 Özaydın, Abdulkerim, "Hac", DİA .• lstanbul1996, XN, 386. 104 Hac, 22/27. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE 1EDRİCİLİK 189 ınesinden sonra diğer peygamberler ve ümmetieri tarafından da ifa edilmiştir. Ancak İslam'ın doğuşu sırasında Kabe'yi tavaf, umı::e, Arafat ve Müzdelife'de · vakfe, kurban kesme gibi adetlerle devam ettirilen bu Ibrahlmi ibadetin, putperest gelenekleriyle kanştınldığı göze çarpmaktadır105 • İşte hac bu şekliyle Mekke'de devam ederken Cabir b. Abdlllalı tarafından nakledilen bir hadise göre Hz. Peygamber (sav)'in de iki defa buibadeti yerine getirdiği ifade edilmektedir106 • Haccın,"Ona yol bulabilenlerin Beytullah'ı haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir haldadır... "101 ayetiyle hicretin 9. senesinde farz kılındığı düşünülürse, o takdirde Allab Resnlü (sav)'nün söz konusu ibadeti nafile olarak yerine getirdiği söylenebilir. Bu da ileride farz kılınacak bir ibadete hazırlık anlamına gelmektedir. Böyle bir ise, tedriciliğin olmazsa olmaz nitelikteki hikınetlerinden biridir. Çünkü ibadetlere insanları alıştırarak ısındırmak, pedagojİk mahiyet arzeden çok önemli bir kuraldır. hazırlık 4.0ruç • İslam'ın temel ibadetlerinden biri olan oruç da önceki dinlerde rastlanılan bir ibadettir. Eski Mısır dininde orucun, belirli zamanlarda günahlara keffaret olarak tutulduğu belirtilmektedir. Budizmde de aynı amaçla ayda dört kez oruç tutulduğu nakledilmektedir. Yahudiler de orucu bir tevbe biçimi olarak telakki etmektedirler. Onlara göre oruç, günahların itirafı ve en kötü günler için gereklidir. Bu yüzden Yahudilik dini bir senede toplam altı gün orucu öngörmüştür. Bir rivayete göre yahudilere de İslamda olduğu gibi Ramazan orucu farz kılınmıştı. Ancak onlar bunu terkederek sadece Fir' avn'un suda boğulduğu günün anısına senede bir 108 gün oruç tutmaya başlamışlardır • Kaynaklar, tahrif edilmeden önce Hıristiyan­ lıkta da Y ahudilikte olduğu gibi Ramazan orucunun mevcut olduğunu haber vermektedirler. Ancak hıristiyanlar bir Ramazan omeunu çok sıcak bir mevsimde tutmak zorunda kalmışlardı. Bu sıcak günlerde oruç tutmak onlara zor geldiği için, söz konusu orucu iklim itibariyle mutedil olan bir aya tahsis etmişler ve bu deği­ şikliğe keffaret olmak üzere de, mevcut sayıya on gün ilave ederek Ramazan orucunu kırka çıkarmışlardır. Arkasından da hükümdarlarının hastalığı sebebiyle buna on gün daha eklemek suretiyle söz konusu orucu eliiye tamamlarnışlardır 109 . Bugün doğu kiliselerinde Ortodokslar, Ermeniler vb. elli gün oruç tutmaktadırlar. Bazı Hıristiyan mezheplerinde de Paskalyadan önceki kırk gün, oruç (perhiz) günleri olarak kabul edilmiştir' 10 • İslam'ın doğuşu esnasında da cahiliye dönemi Arapları Muharrem ayının onuneo gününde ''Aşılra" adını verdikleri bir oruç tutarlardı. Güvenilir hadis kaynaklarına göre Hz. Peygamber de gerek peygamberlik 105 Geniş bilgi için bkz. Özaydın, Abdulkerim, "Hac;", DlA., XIV, 386-389. 106 et-Tirmizi, Hac;, 6. (Bu rivayete göre Hz. Peygamber hayatında üç defa hac ikisi hicretten önce, biri de hicretten sonradır.) 101 AI-i iınriiıı, 3/97. 108 Elmalılı, Hak Dini Kur'iin Di/i, Istanbul 1971, I, 626. 109 Elmalılı, Hak Dini f(ur'iin Dili, I, 626. I 10 Güleç, Hasan, "Oruç", GA., III, 515. yapnuştır. Bunlardan DİN EGiTİMi ARAŞTIRMALARI DERGiSi 190 .öncesi gerek sonrasında bu günde oruç tutmuş ve müslümanlara da o güne eriştik­ lerinde oruç tutmalarını eınretıniştir 1 11• Ancak bu emir, rnüşriklere muhalefet amacıyla sadece ınuharremin onuncu gününü değil, dokuz, on ve onbirinci günlerini de içine alrnaktadır 1 12 • İşte Hz. Peygamber ve müslümaniann Mekke dönemi boyunca devarn ettikleri söz konusu oruç, Medeni olan, "Ey iman edenler! Oruç sözden önce gelip geçmiş ümmetierefarz kılındiğı gibi size de farz kılındı. Umulur 113 ki korunursunuz" ayetiyle Ramazan ayına rnünhasır olarak bir aylık oruç şek­ Iinde farz kılınmış ve bundan sonra da ilşfuil orucu natile bir ibadet niteliği kazanmıştır. Bu da göstermektedir ki, oruç Medine de farz kılınmış olmasına rağmen Peygamberin bir tatbikatı olarak Mekke devrinde müslümanların yerine getirdikleri bir ibadettir. Yani ileride farz kılınacağı için önceden bir alıştırrna safhası, bu ibadet için de söz konusudur. B. Toplumsal Düzenlemeler _Kur'an'ın nüzıll süreci incelendiği zaman görülür ki, tedricilik, sadece iman, ahlak ve ibadetlerde söz konusu edilmemiş toplumsal düzenlernelere de yansırnış­ tır. Nitekim emirler ve yasaklar şeklindeki bu düzenlernelerin bir kısmının izine Mekke döneminde rastlamak mümkündür. İçki, zina, rib§, haksız yere adam öldürme gibi yasaklamalar yanında, cihad ernrini burada örnek verrnek mümkündür. Ancak bunların hepsinin hüküm olarak kesinlik kazandığı dönem Medine dönemidir. Tedriciliğin söz konusu edildiği bir kısım hüküm de Mekke'de hiç gündeme gelmeyip, tamamen Medine devrinde hayata geçirilmiştir ki bunlar da hırsızlık ve kurnar gibi yasaklarla birlikte miras, nikah ve kadınlarla ilgili bazı düzenlemelerdir. · 1. Yasaklar a. içki içki kullanımının insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olduğıı söylenebilir. Bilindiği gibi eski Romalılar'da ve İranWar'da olduğıı gibi İslam'ın ortaya çıktığı VII. yüzyıl Arap toplumunda da içki tüketimi son derece yaygın idi. Her yönüyle bozulan ve haktan sapan bir topluluğıı, içine düştüğü bu dururndan kurtarınayı amaç edinen Kur'an, elbetteki kötülüklerin kaynağı olan içki kullanımına uzun_ süre göz yuınarnazdı. Bu yüzden kesin bir tavır koymasa da içki yapımında kullamlan hurma ve üzümün güzel rızık olamayacağım 1 ı 4 öne çıkarmak suretiyle konuyla ilgili ilk adımını, Mekke döneminde atmış oldu. Kur'an'ın içki yasağı konu~ suncia bundan sonraki aşamada-Medine döneminde- yer verdiği husus, faydasıyla ııı Bkz. el-Buhiiri, Savm, 69; Müslim, Siyam, 134; et-Tirmizi, Savm, 50; Ahmed b. Hanbel, elMüsned, lV, 29-30. ı 12 el-Buhiiri, Savm, 69; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, ll, 57, 359-360; 113 Bakara, 2/183. I ı4 Bkz. Nahl, ı6/67. KUR'AN'IN NÜZÜL SüRECiNDE TEDRİCİLİK 191 zararını karşılaştırarak, zararının daha çok olduğunu göstermek , " ••• Sarhoşken namaza yaklaşmayın"116 şeklindeki beyanıyla kısmi bir yasaklama getinnek ve bu sürecin ardından da içkinin şeytan işi bir pislik117 olduğunu söyleyerek kesin ya115 saklama ellietine gitmek olmuştur. içkideki bu tedrici yasaklama tamamen insan psikolojisine yönelik bir uygulamadır. Çünkü alkolik veya uyuşturucu bağımiısı olan bir insanı bu al~şkanlıklanndan bir anda vazgeçirmek mümkün değildir. Böyle bir alışkanlıktan kurtulmak için zamana ve tedaviye ihtiyaç vardır. Mekke'de başlayıp Medine'de son bulan içki yasağı setüveninin zamana yayılmasının ve hükümdeki ağırlığın giderek kendisini hissettirmesinin arka planında yatan. temel neden de bu olsa gerektir. b. Zina Zina, insan soyunun kanşmasına ve aile bağlarının çözülüp toplumun manevi ve ahiald değerlerinin temelden sarsılmasına yol açan son derece çirkin ve kötü bir. davranıştır. Bu yüzden Kur'an zinayı Mekke devrinde gündemine almış­ tır. Ancak onun bu dönemdeki zinaya yönelik beyanı, "Zinaya yaklaşmayın, zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur"118 şeklinde daha çok ahlaki bir nitelik taşımaktadır. Bilindiği gibi Kur'an zina konusundaki kesin tavrını, Medeni olan Nisa ve Nur sı1relerinde ortaya koymuştur. Bizim kanaatirnize göre Kur'an'ın Medine dönemindeki zina ile ilgili yaklaşımını bir taraftan erkeğin kadınla ilişkisi, diğer taraftan da kadının kadınla (sahhak:lık/sevicilik) ve erkeğin erkekle ilişkisi (homoseksüellik) şeklinde iki ayrı perspektiften ele almak mümkündür. Çünkü Nı1r suresinin 2. ayetinde, "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz celde (sapa) vurun. .. " şeklinde ifade edilerek karşı iki cinsin, Nisa sılresinde ise, "Kadın­ 119 larınızdm ı fuhuş yapanlar... " ve "İçinizden fuhuş yapan iki erkek. .. " 120 ifadeleriyleaynı cinslerin zina eylemleri söz konusu edilrniştir 121 • Zina ilgili naslara bakarak Kur'an'ın, onu hem ahlaki hem de hukuki anlamda ele aldığın söylemek mümkündür. Mekki bir söylemle "hayasızlık" olarak tavsif edip ahlaki bir niteleme kazandırdığı zinayı Kur'an'ın, muhtemelen Medine döneminin ortalarına doğru cezasını da ortaya koyarak yasaklaması, tedrici yön- I 15 16 I 17 ı 18 119 120 121 ı Bakara, 2/219. Nisa, 4/43. Miiide, 5/90. İsra, 17/32. Bkz.4/15. Bkz. 4/16. Bu anlayış, Ebii Müslim el-isfahfuıi'ye aittir. Bkz. er-Rlizl, Mejfıtilıu'l-gayb, Beyrut ts., III, 245-246. Ancak çoğunluğun kanaatine göre bu iki ayet Kur'fuı'ın zina konusunda getirmiş olduğu ilk cezadır. Bu yüzdendir ki, İslamın ilk yıllannda zina eden kadınlar evlerde hapsedilmiş, erkekler ise kınama ya da azarlama cezası ile cezalandınlmıştır. Ancak zinakar kadın ve erkeklere yönelik bu ceza türü, Niir Suresi'nin ikinci iiyetiyle neshedilmiş; böylece zina eden bekiir erkek ve kadına yüz kırbaç vurma, eviilere de taşlanarak öldürme cezası getirilmiştir. Bkz. İbn Kesir, Tefsiruu'l-Kur'iini'l-azıin, Mısır ts., I, 462; Elmaiılı, Hak Dini Kur'an Dili, II, 1315. DiN EGiTiMi ARAŞTIRMALARI DERGiSi 192 temin uzantısından başka bir şey değildir. Çünkü zina da sonuç itibariyle insanın zor vaz geçebildiği alışkanlıklarındandır. Onun için olsa gerek ki, Yüce Allah ilk önce zinanın gayr-i ahlakiliğine dikkatleri çekmiş, belli bir süre geçtikten sonra da muhatap toplumun psikolojisi açısından uygun bulduğu celde cezasıru koymuştur. c.Riba. içki yasağında olduğu gibi riba da dört aşamada yasaklanmıştır. İlk yasaklama "İnsanların mallannda artış olsun diye verdiğiniz herhangi birfaiz, Allah 122 katında artmaz... " şeklindeki bir Mekki a.yetle gündeme getirilmiş vefaizin söz konusu edildiği malın bereketsizliğine değinilerek dalaylı yoldan reddedilmiştir. Bundan sonraki aşamalarda önce yahudilerin menedildikleri halde faiz almaları sebebiyle cezalandırılmaları dile getirilerek123 müslümanların dikkatleri çekilmiş, ardından tarihsel bir olgu olarak görünen bileşik yani katlanarak elde edilen faiZİİJ. yenilmemesi ernredilmiş 124 , son olarak da "Allah alış-verişi, he!al, faizi ise haram kıldı... "125 beyanıyla ebediyyen yasaklanmıştır. içki ve zina da olduğu gibi ribanın da tedricen yasaklanması, onun da diğer­ leri gibi kolay kolay vazgeçilmeyecek bir fiil olmasındandır. Hatta ekonomik yönü itibariyle onlardan daha şiddetli görülebilir. Gerçi faiz verenler yani mağdurlar tarafından bakıldığı zaman onun insan hayatından uzaklaştırılması o kadar zor görünmese de, faiz alanlar cephesinde durum hiç de öyle değildir. Çünkü faiz alma alışkanlığı kolay yoldan para kazanma neticesinde ortaya çıktığı için terkedilmesi de o denli zor olsa gerektir. Dolayısıyla böylesi bir hastalığa yakalanan toplumları bir çırpıda o illetten uzaklaştırmak mümkün değildir. Bunun için Allah Talliii,.söz konusu meselede de tedrici bir yöntem uygulamış oldu. d. Adam Öldünne an, Kur' insan hayatının korunmasını öncelikli temel değer kabul ettiği için yere adam öldürmeyi ağır bir suç sayarak bunu, "Allah 'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın..." 126 , şeklindeki bir ayetle diğer toplumsal düzenlemelerde olduğu gibi ilk olarak Mekke döneminde gündemine almış, "Yanlış/ık dışında bir mümin diğer mümini öldüremez..." 127 , "İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarma şöyle yazmıştık: Kim bir cana veya yeryüzünde bozgwıculuk çı­ karmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kryarsa bütün insanları ölhaksız 122 123 I 24 I 25 126 Rum, 30/39. Bkz. Nisii, 4/160-161. Al-i İmriin, 3/130. Bakara, 2/275. İsrii, 17/33. Söz konusu iiyetin haksız yere bir insanı öldürmeyi yasaklaması, haklı olma durumunda bu yasağın kalkabileceği ihtimalini ortaya koymaktadır. Nitekim bu hususu, Hz. Peygamber şu sözüyle açıklaınışur: "Al/alı'tan başkatann olmadığına ve benim Allalı'ın ResCi/ii olduğııma iman eden hiçbir nıiisliiman kişinin kanı lı e/iii değildir. Ancak şıı iiç şeyden birini yaparsa (o zaman lı e/ii/ olur): Adam öldiimıek, evli iken zina etmek ve dinden çıkıp (inidiiı) nıiisliinıanlardan aynlmak." (Bkz. el-Buhfui, Kasiime, 6; Ebu Davud, Hudud, 1.) 127 Nisii, 4/92. · KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE TEDRİCİLİK 193 dürmiiş gibi olur.. .'' 128 tarzındaki Medeni nasslarla da söz konusu meseledeki kesin hükmünü ortaya koymuştur. Kur'an, yasaklamakla ve hükmünü ortaya koymakla da yetinmeyerek haksız yere insan öldürmenin hem dünyevi hem de uhrevi cezasının olduğunu çok açık bir şekilde ilan etmiştir. Dünyevi cezası, "kısas" tabir edilen bir kavramla 129 gündeme getirilerek, suçluya işlediği filin dengi bir cezayı öngörmektedir • Bu husus da tıpkı adam öldürme yasağı gibi Mekke döneminde,''Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin. .. "130 şeklindeki bir beyanla ortaya konulmuş, ardın da bizzat kısas tabiri kullanılarak Bakara, 2/178-179 ayetleriyle bu uygulamanın ümmet üzerine farz kılındığına işaret edilmiştir. Adam öldürmenin uhrevi cezasını ise, "Kim bir mümini bile bile öldürürse, onun cezası içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve ona biiyük bir azap hazırlamıştu-'' 131 tarzındaki Medeni bir nas da görmek mümkündür. ıe. Hırsızlık Cezai ehliyeti Miz bir kimsenin, kendisinin mülkü olmayan on dirhem gübir malı koruma altına alınmış bir yerden gizlice alması diye tanımlaya bileceğimiz hırsızlık 132 Kur'an'ın, nüzul tarihi itibariyle Medine'nin son yıllarına yakın bir zamanda indiği bilinen Milide sılresinde, bizzat cezasını zikrederek konu edindiği bir eylem biçimidir. Alınterinden ve meşru kazançtan doğan servetin korunmasını, kısaca emeği ve mülkiyeti kutsal kabul eden Kur'an, mülkiyete haksız olarak el uzatmayı büyük bir suç saydığı için cezayı da o oranda ağır­ laştırarak, indirdiği bir nasla hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir. "Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptık:anna karşılık bir ceza ve Allah 'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin, Allah mutlak galip ve hikmet sahibidi-1' 133 mealindeki nas, hırsıza öngörülen söz konusu Kur'ani cezayı ifade etmektedir. Bu, belki ağır bir ceza olarak telakki edilebilir. Ancak şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, eğer bir toplumda geniş iş imkanları oluşturulmuş, servet sahibi kimselerin zekat, infak ve tasadduk yoluyla fakirleri gözetmeleri sağlanmış, eğitim yoluyla insanlara malın kutsallığı, hırsızlığın hararnlığı ve çirkinliği anlatılmış; ayrıca toplumda adaletin sağlanması istikametinde gereken bütün tedbirler alınmışsa ve buna rağmen ihtiyacı olmadığı halde birileri hırsızlık yapıyorsa, elbette buna verilecek ceza da o oranda ağır olmalıdır. Tabii ki Kur'an'ın temel amacı hırsıza ceza vermek değil, aksine hırsızlık suçunun işlenmesine imkan bırakmayacak önlemleri almak; bunun sonucu olarak da iktisadi, sosyal gelişmeyi ve dengeyi sağlamaktır 134 • Ancak bümüş değerinde 128 129 130 131 132 Miiide, 5/32. el-Cassiis, Alıkıimu'l-Kur'an, I, 64; es-Serahsi, el-Mebsiit, Beyrut ts. XXVI, 60, 63, 130. Nahl, 16/126. Nisa, 4/93. Abdurrahman b. Şeyh Muhaıruned b. Süleyman (Şeyhziide), Mecmeıı'l-enlııır fi şerlıi mıilteka'l­ eblıur, İstanbul 1322/1904, I, 621-622. 133 Miiide, 5/38. 134 Bkz. Bardakoğlu, Ali, "Hırsızlık", GA., II, 258. DİN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGiSi . 194 tün bu tedbirlere rağmen suçluya hak ettiği cezayı vermemek de bir anlamda in- sanlan hırsızlığa teşvik etmek anlamına gelebilir. Bu yüzden Kur'an'ın bu noktada sessiz kalması mümkün değildir. Aynca mülkiyet hakkının kutsallığını, toplumsal sevgi, banş ve kaynaşmayı tavsiye eden bir din açısından eksiklik sayılabilirdi. f.Kunıar İnsanlar arasında düşmanlık doğurduğu, zulüm ve haksızlığa sebebiyet veriçin Kur'an, kuman da yasaklan arasına almıştır. Bu konudaki Kur'am nasların sayısı ikidir. İlki, "Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorar/ar. De ki: Her diği ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için birtakım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasandan daha büyüktür... "135 şeklinde fayda ile zarannı mukayese ederek, zararının daha çok olduğunu söylemek suretiyle terkedilmesinin gerektiğini vurgulayan Medeni bir nasdır. Konuyla ilgili asıl yasaklayıcı ayetler ise, nüzul tarihi itibariyle yine Medine döneminin son yıllarında inza.I edilen, "Ey immı edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans oklan birer şeytan i§i pisliktir. Onlardan UZPk durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve f<ı:tmar (yolu) ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alı­ koymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"136 mea.Iindeki ayetlerdir. Bu ayetlerde dikkatimizi çeken iki husus vardır. Bunlardan biri her iki ayette de kumarın şarapla birlikte anılması, diğeri de asıl yasaklayıcı nassın Medine devrinin son yıllarında inza.I edilmiş olmasıdır. Bizim kanaatimize göre kumann şarapla beraber zikredilmesi, bu iki fiilin o dönemde Araplar arasında çok yaygın olmasından ve zararlan açısından birbirine benzemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Yüce Allah Maide, 5/90. ayette şarap ve kumarın, uzak durulması gereken iki kötü fiil olduğunu belirttikten sonra müteakip ayette, onların insanlar arasında düşmanlığa, kin ve nefrete yol açtığını belirtmek suretiyle aynı zararıara vesile olduklarını ortaya koymuştur. Yasağın son dönemlere bırakılması da alışkanlık ve tutku bakımından ku-. marın da şarap gibi bir çırpıda terkettirilmesinin mümkün olmadığından ileri geldiği söylenebilir. Bu yüzdendir ki her iki fiilinde önce zararlan beliekiere yerleşti­ rilmiş, belli bir müddet geçtikten sonra da insanların söz konusu zararlardan kurtarılması için yasaklandıklan ifade edilmiştir. 2.Eınirler Kur'an, niizill sürecindeki tedrici anlayışa uygun olarak gündeme aldığı bir takım yasaklar yanında, yapılmasıru talep ettiği (emirler) hususlara da yer vermiş­ tir. Bunlar arasında cihad, miras ve nikah örnek olarak ele alınabilir. a.Cihad Bir kişi ya da topluluğun, yüksek bir amaca ulaşabilmek için maddi manevi 135 Bakara, 2/219. 136 Miiide, 5/90-91. 1 1 KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE TEDRİCİLİK 195 bütün gücünü iyi niyetle Allah yolunda kullanması anlamına gelen cihad137 , bazı yasaklarnalarda olduğu gibi, Mekkl bir sfue olduğu çoğunluğun kanaatiyle sabit olan Hac sOresinin iki ayetiyle gündemdeki yerini almıştır. Bunlar, "Kendileriyle savaşılanlara (müminlere) zulme uğramış olmaları sebebtyle (savaş konusunda) izin verildi... "138 , "Allah uğrunda, haklanı vererek cihad edin... "139 ayetleridir. Öyle anlaşılıyor ki M~kke devrinin son dönemlerinde müminlere yönelik olarak verilen bu izin, Medine'ye hicretin ardından tekrar dile getirilerek şartlar tahakkuk ettiği zaman müslümanların Allah yolunda cihad yapmaları emredilmiştir. Bu husustaki nasslar, "Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş a141 çın. .. "140 , "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı ... " şeklindeki üsluplarıyla müminlere yönelik ilahi emri tebliğ etmişlerdir. b. Miras Kur'an, mirasla ilgili hükmünü Nisa, 11-12 ve 176. ayetleriyle ortaya koygibi Nisa süresi, ittifak derecesine varan kanaate göre Medeni bir sfuedir. Buradan hareketle diyebiliriz ki miras, Kur'an'ın sadece Medine dönerninin ilk yıllarında gündeme getirip sabitleştirdiği hukuki bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye konu olan naslar tetkik edildiği zaman görülür ki Kur'an, terikenin belli bir sınıf veya zümrenin tekelinde toplanmasını istememiş, bundan dolayı mümkün olduğu ölçüde yakın hısımların hepsine mirastan pay vermiştir. Söz konusu payiann dağıtımında da kişilerin aile içerisindeki sorumlulukları göz önünde bulundurularak, mükellefiyetie miras payı arasında bir denge kurulmuştur. Yani ailenin geçim yükü, aile bireylerine, bu arada kız kardeşlere ve anneye bakım sorumluluğu ailede koca, baba, oğul, oğlun oğlu gibi erkeklerin omuzlarında olduğundan, onlara kızlara göre daha fazla (iki kat) pay ayrılmıştır. Bu itibarla Kur'an'ın öngördüğü miras hukuku, bazı çevreler tenkid etse de kendi içerisinde tutarlı görünmektediri42. muştur. Bilindiği c.Nikah Bütün semav! dinlerin kabul ettiği bir müessese olan nikah, ''Aramzdaki kölelerinizden ve cariyelerinizden tyi davranış/ı olanları evlendirin... "143 mealindeki Medeni' bir ayetle ernredilrniştir. Çünkü Kur'an'a göre nikah akdinin temel gayesi, cinsel yönden insanın tatmin olması yanında, neslin korunması, iki ayrı cinsin mutlu bir yaşamı paylaşınası ve hayatın güçlüklerine karşı birbirlerine destek olarak sürekli bir sorumluluk bilinciyle hayat arkadaşlığını devam ettirebilmeleridir. Nitekim, "Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de, O'nun (varlığının) delillebekarları, 137 138 139 140 141 142 143 Ça~cı, Mustafa, "Cihlid",GA., İstanbul 1997, L 329. Bkz. Hac, 22)39 Hac, 2'lfl8. Bakara, 2/190. Bakara, 2/216. Bkz. Bardako@u, Ali, GA., III, 244-245. Nur, 24/32. 196 DİN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERarsi rindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır" 144 mealinde~ ki_ ayet, nikahın söz konusu maksadını ortaya koymaktadır. Bundan dolayı baJıis mevzu edilen Kur'fuıi naslara bakarak denilebilir ki bir kişi, mal! ve bedeİll gücü itibariyle evlenıneye müsaitse, evlenınediği takdirde zina vb. gayr-i meşru ilişkiye girebileceği endişesi taşıyorsa, -evlilikten doğan haklan yerine getirmek şartıYla­ bu kişinin evlenmesi farzdır 145 • Çünkü böyle bir evlilik tabiatıyla insanı hem zina gibi bir haramdan korumuş hem neslin bekasını ternin etmiş hem de iki cins arasında ünsiyet meydana getirerek mutlu bir aile ortamının kurulmasına zemin hazırlamış olacaktır. Sonuç Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden hareketle Kur'an'ın nüzfil sürecinde önemli bir yöntem olan tedricilik konusunu kısaca değerlendirmek gerekirse denilebilir ki, ele aldığımız örneklerden de anlaşılacağı gibi_ Kur'an'ın tedricen indirilişinde aslolan,--vahyin yeni gelişmelere parelel olarak indirilmesidir. Bu, bir anlamda ferdi ve toplumsal gelişmenin ilahi irade istikametinde şekillenmesi ve ·meydana gelen problemierin çözümü demektir. Nililli amacı Allah'ın iradesi doğ­ rultusunda insanlan ıslah etınek olan Kur' an vahyinin, kendi direktiflerini, emir ve yasaklarını beyan etınek için toplumun, daha geniş anlamda muhitin değer ve 146 davranış biçimlerini, inanç motivasyonlarmı ve toplumda meydana gelen fert ve cemaat bazındaki ihtilM ve problemleri dikkate alması kadar daha tabii ne olabilir? Ancak şu da bir gerçek ki, bazı Kur' an ayet ve sürelerinin bir sebep_ çerçevesine oturtularak gönderilmesi, onların sadece gaye ve hedefleriyle ilgilidir. Bu yüzden hiçbir zaman bu sebepler olmasaydı o vahiy bölümleri inmeyecekti, tarzında bir · kanaat ortaya atmak doğru değildir 147 • Çünkü Kur'an vahyi, Allah'ın ezell bir kelaıntdır. Bu kelam, şöyle veya böyle ilahi irade doğrul-tusunda nazil olacaktı. İşte söz konusu sebepler de, bu ilah! iradenin tecellisinden ibarettir. Bunun için denilebilir ki, tedrice konu olan Kur'an vahyi, ne nüzfil çağının muasırı olan toplumun örf, adet, yaşayış, zihni alışkanlık ve idrak biçimlerinin; ne de onu tebliğ eden zatın hayatının bir yansıması ve onlar tarafından yönlendirilrniş güdüınlü bir vahiy muhtevasıdır. O, ferdi ve toplumsal düşünce alışkanlıklannın bir ilk ateşle­ me malzemesi olarak sonsuz boyutlan ve imkanlan kucaklayan itikadl, ahlaki, toplumsal, siyasi ve edebi prensipleri sinesinde toplayan ve onlan çözümleyen ilahi bir kaynaktır 148 • .· Kur'an'ın tedrlci şekildeki inza.Iinde görünen bir diğer husus da hükümler:de önem sırasının gözetilmiş olmasıdır. Bu, asıl hükümlerin önce, tamamlayıcı ya da tali derecedeki hüküınlerin genellilde sonra indirilmesi şeklinde ifade edilebi- 144 Rüm, 30/21. 145 Aktan, Hamza, "Nikah", GA., III, 485-486. 146 Kılıç, Sadık~ Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur'lin-ı Kerim, İzmir 1993, s. 184. 147 Kılıç, Sadık, Mitoloji, s.l87. ' 148 Kılıç, Sadık. Mito/oji, s.l91. KUR'AN'IN NÜZÜL SÜRECiNDE 1EDRİCİLİK 197 lirt49 •. Aynca kolaylık ve zorluk açısından da vahyin muhtevasında yer alan hükümlerde bir tedriciliğin olduğu ileri sürülebilir. Burada göze çarpan husus, mükellefiyetlerde genel olarak kolaydan zora doğru bir seyrin izlenmiş olmasıdır. Mesela, farz olan namazın önce hem hazar hem de seferde iki rek'at olarak öngöıülüp, daha sonra hazar zamanında artıniması gibi 150 • Ancak gece namazı ile ilgili emrin 151 hafifletilmesi örneğinden hareketle 152, azda olsa bazen bunun tam tersi bir hükme rastlamak da mümkündür. Kur'an'ın çeşitli zaman aralıklarıyla nazil olması, ahkfun açısından da büyük önem taşımaktadır. Bilindiği gibi her bir vahiy bölümü, kendisine ihtiyaç duyulduğunda veya bir vakıa yahut bir sebep üzerine, belli bir sorunu çözmek için gelirdi. Zaten aksi de pek uygun düşmezdi. Mesela, miras konusuyla ilgili bir halin söz konusu olabileceği bir ölüm hadisesi karşısında şayet ceza hukuku ile alakalı bir vahiy gelmiş olsaydı, bu anlamsız ve yersiz olurdu 153 • Dolayısıyla hukukçular nasslardan hüküm çıkarırken bu hususları da göz önünde bulundurarak sebeplerle olaylar arasında münasebet kurarlar. Bu da onlara, nasların manalarıru anlama, yorumlama ve onlardan hüküm çıkarmada kolaylık sağlamış olur. Kısacası Kur'an-ı Kenlni'in muhteva itibariyle tedricen indirilişi, onun ev- renselliğinden kaynaklanmaktadır. İçerisinde tarihi hadiseleri bulundursa da onun budur. Elbette ki bu vahiy muhtevasının evrensel boyutu yaprensipierin zaman aşıını ile mükemmellik kazanması sayesinde değil, daha başlangıçta mükemmel olarak indirilmesiyledir. Kur'an vahyinin bu mükemmelliği saye-sindedir ki, onun uygulama alanı bulduğu toplum, ideal bir toplum olmuş ve sonsuz aleme uzanan zaman çizgisinde oluşacak toplurnlara ve ümmetiere model teşkil edecek bir mükemmelliğe erişmiştir. genel özelliği kalaması, koyduğu (tre. Mehmet Erdoğan), Istanbul 1990-1993, lll. 48. · Bkz. e1-Buhfui, es-Salat, 1. Bkz. Müzzemmil, 73/1-3. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Erdoğan, Mehmet, lslfını Hukukunda Ahkfınım Değişmesi, İstanbul 1990, s. 151-153. 153 Hamidullah, Muhammed, Kur'an-ı Kerim Tarihi (tre. Salih Tuğ), İstanbull993, s. 14. 149 150 151 152 eş-Şatıbi'. el-Muvfıfaklıtfi usüli'ş-şeria, DİN EGİTİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİS.İ 198 BİBLİYOGRAFYA Abdurrahman b. Şeyh Muhammed b. Süleyman (Şeyhzade), şerhi mülteka'l~ebhur, İstanbul1322/1904. Mecmeu'l-enhur ft · Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrut ts. Aktan, Hamza, "Nikah", İslarnda Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997. Bardakoğlu, Ali, "Hırsızlık", İslamda Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997. el-Buhfu:i, el-Camiu's-sahih, İstanbul1981. el-Cassas, Ahkfimu'l-Kur'an, Beyrut ts. Çağncı, Mustafa, "Ahlak", DİA., İstanbul1989. ~. "CfuM''};Ia1J1da Günlük YaşayışAnsiklopedisi, İstanbul1997. ed-Dihlev!, Hüccetullahi'l-btiliğa, (tre. Mehmet Erdoğan), İstanbul1994. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul1971. Erdoğan, Mehmet, İslam Hukukunda Ahkfinun Değişmesi, İstanbul1990. Hamidullah, Muhammed, Kur'an-ı Kerim Tarihi (tre. Salih Tuğ), İstanbul1993. İbn Kesir, Tejsfruu'l-Kur'ani'l-aztm, Mısır ts. el-Kardav!, el-Hastiisu'l-'amme li'l-İslam, Beyrut 1985. -,ibadet, '(tre. Hüsameddin Cemal), İstanbul 1974. Kılıç, Sadık, Mitoloji Kitab-ı Mukaddes ve Kur'an-ı Kerim, İzmir 1993. Muhammed Fuad Abdulblli, el-Mu'cemu'l-müfehres, İstanbul1984. Müslim, el-Caniiu's-sahih, İstanbul1981. Özaydın, Abdulkerim, "Hac", DİA.~ İstanbul1996. er-:-R.azi, Mejtitfhu'l-gayb, Beyrut ts. es-Serahsi, Mebsut, Beyrut ts. eş-Şatıbi, el-MuvtiJakfit fi usuli'ş-şeria, (tre. Mehmet Erdoğan), İstanbul 199~ 1993. Şimşek, M. Sait, Kur'an'ın Ana Konulan, İstanbul ts. et-Tirmizi, el-Camiu's-sahih, İstanbul ts. Topaloğlu, Bekir, "Amret", DİA., İstanbul 1988. Tuğ, Salih, İslam Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, İstanbull984. Yüksel, Emrullah, "Hesap", DİA., İstanbul1999.