İslamcıların Mısır tecrübesi: Diktatör gitti diktatörlük

advertisement
İslamcıların Mısır tecrübesi: Diktatör
gitti diktatörlük duruyor
Mısır'da müesses nizam varlığını sürdürüyor. Mübarek'in devrilişinin üzerinden 6 yıl
geçse de diktatör, yönetimi altında işlenen suçlardan sorumlu tutulamadı.
17.02.2017 / 12:03
ANALİZ | Mepa News
11 Şubat 2011'de Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman, Tahrir Meydanı'nda toplanan
binlerce protestocuya, Başkan Muhammed Hüsnü Mübarek'in görevini bırakıp orduya
teslim olduğunu bildirdi ve "Allah adımlarımıza rehberlik etsin" sözleri ile konuşmasını
tamamladı.
Son 18 günlerini bu anı beklemekle geçiren yüz binlerce göstericinin tepkisi, adeta
kükrecesine sevinç çığlıkları atmaları oldu. Bayrakları kaldırdılar ve "rejim aşağı"
şeklindeki sloganları, "rejimi düşürdük" haline geldi.
O zamanlar birçoğu Mübarek'in istifasının Mısır'ın özgür olduğu anlamına geldiğine
inandı; Mısırlılar kendi liderlerini seçebileceklerdi ve ülke sonunda demokrasi yolunda
ilerliyordu. Mübarek protestocuları öldürmek için komplo kurmaktan dolayı
yargılanıyordu ve er ya da geç adalet yerini bulacaktı.
Zafer kısa sürdü
Mahkeme sırasında eski cumhurbaşkanı ve oğulları bir kafesteki demir parmaklıkların
arkasından bakıyor oluşları; kimsenin hayal bile edemeyeceği bir durumdu. Zira bu
diktatör, 30 yıllık boyunca ülkeyi yönetmeyi, muhalifleri zulüm ve baskı ile kontrol
altına alarak, yargısız infazlar yaparak, yolsuzluklar yapma sureti ile şahsi çıkar
sağlayarak gerçekleştirmişti.
Ancak halkın ve haklının zaferi kısa sürdü. Mısır'ın ilk demokratik olarak seçilen
cumhurbaşkanı bir darbeyle devrildi ve hapsedildi. Yeni diktatör Abdel Fattah el-Sisi
iktidara gelmesi ile, Mübarek'in hapishane hücresinden ziyade, affedileceği bir ortam
oluştu.
Devlet içinde devlet Ordu Mısır politikasına geri dönerken; birçok kişi, seçkin azınlık için toplu olarak
ayrıcalık sağlayan eski rejiminin uygulamalarının da geri dönüşünü öngörmüştü.
Muhaberat, polis, yargı ve medya bu derin devletin bir parçası, ancak hiçbirinin
ordudan daha fazla etkisi yok.
Mübarek'in bulunduğu demir parmaklıklarda artık Mursi var "Ordu Mübarek'in oğlunu istemiyordu"
Mısır ordusu genellikle devlet içinde devlet olarak tanımlanmıştır. Kendi işletmelerinin
birçoğuna - hastaneler, kulüpler, restoranlar, fabrikalar ve oteller - kendi kârları
orduya geri gönderiliyorlar. Tahminler, ordu tarafından kontrol edilen ekonominin
payını yüzde 40 gibi yüksek bir orana ulaştığı yönünde. Dolayısıyla, bu kazanç ve
statünün hepsini korumak diktatör rejimin en büyük önceliği olagelmiştir.
Ordunun Mısır toplumu üzerinde ne kadar sıkı baskı kurduğu 2011 devrimi ile gün
yüzüne çıkmaya başladı; Ancak ordu uzun yıllardır iktidardı ve vazgeçmeye hiç de
niyeti yoktu. 1952'de, Özgür Memurlar hareketi İngiliz destekli monarşiyi
devirdiğinden bu yana, yalnızca askeri sistemin içinden geçenler Mısır'ın yönetimine
katılabildi.
Bu düşünceyle, Mübarek'in oğlu Cemal'ı, zamanı gelince kendi yerine geçmesi
için hazırlaması, ordunun hoşnutsuzluğuna neden olacaktı; çünkü Cemal
asker değildi. Buna ek olarak, eski cumhurbaşkanı, ekonomiyi, ordu tekelini
baltalayan özel işletmelere açma suçuyla yargılanıyordu.
Protestocuların gittikçe artan baskısı ile birlikte bu faktörler ordunun 2011
yılında Mübarek'i feda etmesini kolaylaştırdı; Ama istifa ettiği gibi ortadan
kaybolmak yerine, ordu sadece Mısır üzerindeki kontrollerini eski haline getirmek için
bekledi. Öte yandan onu serbest bırakmaları halktan şiddetli bir tepkiye yol açardı.
Ancak hapis hayatı alışılagelmişin tersine son derece konforlu olacak şekilde
düzenlenebilirdi. Her şeye rağmen Mübarek’de onlar gibi bir askerdi. Tabii ki, Kasım 2014'te Kahire Ağır Ceza Mahkemesi, usulsüzlükler gerekçesiyle
Mübarek aleyhinde açılan davayı temelsiz buldu. Aynı zamanda son içişleri bakanı
Habib el-Adly ve altı eski içişleri bakanı da beraat etti.
Mübarek'e karşı yapılabilecek tek başarılı suçlama yolsuzluk olacaktı. Ancak bu suçtan
bile, yalnızca üç yıllık bir hapis cezasına çarptırıldı ve 2015'te bir hâkim bu cezanın
tamamlandığına hükmetti.
Hapishane değil, adeta otel
Bir yıl sonra New York Times, Mübarek'in gözaltına alındığı Maadi Askeri
Hastanesi'ndeki koşullarla ilgili bir makale yayınladı. Muhalefet üyelerinin halen
tutulduğu ve işkence gördüğü -halk deyimi ile bağlansa dahi hayvanların bile
durmayacakları- hücrelerin durumu kısıtlı bir tepkiye neden oldu. Oysa aynı hastanede
Mübarek, düzenli çiçek, gazete, paket servisi ile karısı, iki oğlu ve torunlarının
ziyaretini yaşamıştı. Hatta penceresinde Nil nehrinin güzel manzarasının keyfini de
yaşıyordu.
Yetkililer, Mübarek'i birçok hayata mal olan eylemlerinin hiçbirinden sorumlu
tutmadılar. İş adamı Hüseyin Salem aylarca Mısır'a dönmeye hazırlanıyor. 2011'de
ülkeden kaçan Salem kara para aklama ile haksız kazanç sağlama suçundan,
gıyabında 15 yıl hapse mahkûm edildi ve 4 milyar ABD doları para cezasına çarptırdı.
Salem şimdi Mısır hükümeti ile 596.5 milyon dolarlık bir anlaşma imzaladı ve böylece
yolsuzluk suçlamaları feragat edildi ve ailesi ile birlikte kovuşturma korkusu olmadan
Mısır'a geri dönebilir.
Rabia katliamının sorumluları cezalandırılmadı
İstifa etmesinin altı yıl sonra Mübarek'i Mısır'ın 18 günlük ayaklanmasında
protestocuları öldürtmesinin hesabının sorulamıyor oluşu, Mısır'daki yetkililerin keyfini
çıkarmayan, “cezasız kalma” kültürünün bir simgesidir. Bu cezasızlık kültürü, şu anda
ülkedeki muhalefete karşı uygulanmakta olan baskı ve zulmü kat be kat arttırıyor.
Ağustos 2013'te bir hâkim, tek bir polis memurunu öldürdüğü için 37 kişiyi ölüm ve
491 kişiyi de ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırdı. Ancak Rabia Meydanı'ndaki 1.000 kadar protestocunun katledilmesi ile ilgili olarak
hiçbir resmi görevli için suçlamada bulunmadı.
Müslüman Kardeşler 'zafer' mi kazanmıştı?
Hüsnü Mübarek'in devrilmesi ve yapılan seçimler sonucu Müslüman Kardeşler'in
iktidara taşınması görünürde bir 'demokrasi zaferi' olarak görünse de, Mısır'ın derin
devlet yapılanması hala varlığını sürdürdü ve bu durum İslamcılara yönelik eleştirilerin
bir veçhesini oluşturuyordu. Demokrasinin var olan düzeni değiştirmek için uygun bir
yöntem olmadığını savunan ve kendisi de Mısırlı olan El Kaide lideri Eymen ez
Zevahiri, "Diktatör gitti, diktatörlük duruyor" başlıklı konuşmasında "Yolsuzluklar,
sistemdeki bozukluklar devam edecekse ‘O zaman neden kendisine (Hüsnü
Mübarek’e) karşı ayaklandık’ demişti.
Kendisi de bir dönem Müslüman Kardeşler ile yakın bir şekilde Mısır'da İslami
çalışmalar yapan Zevahiri, Muhammed Mursi'ye acilen İslam hukukunu yürürlüğe
sokması talebinde bulunmuş ve şu sözlerle 'aksi takdirde değişimin
gerçekleşmeyeceğini ileri sürmüştü: "Hedef; İslam’la hükmetmektir. İslam’la yönetilmeye iletmeyecek bir şekilde iktidara
gelmek için çaba sarfetmek bir felakettir. En büyük felaket ise iktidara gelip de İslam
dışı ya da İslam karşıtı veya da İslam’a düşmanlık eden kanunlarla yönetmektir.
Değişimin temel nişaneleri vardır. Genel olarak Mısır’daki tüm dürüst insanların,
özellikle de İslami harekettekilerin bu gerekleri yerine getirmesi gerekir. Aksi takdirde
yolsuz rejim bizim dinimizi ve dünyamızı bozmaya devam edecektir. "
Hakimiyet kimindir? Halkın mı yoksa o halkın yaratıcısının mı? Eğer ‘egemenlik
halkındır’ deyip İslam düşmanlarına karşı kendimizi salarsak daha savaşa girmeden
yenilmiş oluruz.
‘Dünya güçleri bize karşı çıkıyor’, ‘buna izin vermiyor’ bahanesiyle bu şer’i farizanın
yerine getirilmesi hususunda zayıflamayacağımızı umuyorum. Şeriatın nüfuzunu ve
hakimiyetini engellemek için buna benzer özürleri Hüsnü Mübarek sunuyordu. Eğer
onun gibi yapacaksak neden ona karşı ayaklandık?!"
Devrimin ilk günlerinde, dünya üzerindeki insanlar Mübarek'in istifasının özgürlük
anlamına geldiğine ve otuz yılı aşkın bir süredir devam eden dokunulmazlığın sona
ereceğine inanıyordu. Aslında, bu sadece başlangıçtı… Müesses nizam adeta kendini
yenilemiş ve belki de bu süreçten daha güçlü bir şekilde çıkmıştı. Ancak halk
kitlelerinin diktatörleri devirmeye yönelik inancı yükseldi. Kaynak: Mepa News
© 2015 Mepa News Tüm Hakları Saklıdır!
Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz!
Tasarım ve Yazılım: Mepanews
Download