ı "elveda - ŞEHİR e

advertisement
■5 ŞU BAT 1983
MİLLİYET
nce - Sinema tiyatro sanat eğlence - Sinema tiyatro sanat eğlence - Sinema tiyatro sanat eğlence ¡8 Sine
î
- s . />
DEVLET OPERASININ BIR TEMEL TAŞI'
130 yıl sonra
I "ELVEDA,,
Berksoy, 30 yıl önce
hem tiyatroda, heır
de Operada unutul
maz başarılar ka*
zanmıştı
LÜTFİ A Y
ıııııııtıııııııııu ım ııı
Berksoy, İstanbul Şehir Tiyatrosunda Ekrem ve Cemal
EVLET Tiyatrosu
çok
Reşit Rey’leriıı «LüKüS HAYAT»
operetinde Atıfet
yerinde bîr hareketle, Türk j
rolünde.
\
Operasının temel taşlarından I
birinin, Semîha Berksoy’un
Prof. P. Lohmann’m açtığı yarışma­
damın başrollerinden birini oyna­
30. sanat yılını kutluyor.
yı kazanan Semiha Berksoy, Belediye
mış, «Yalova Türküsü» müzikalinde
hesabına, opera sanatçısı olmak üze­
Muammer Karacanın partöneri olmuş,
İstanbulluların çok İyi tanıdıkları
re, 1936 da Berlin’e gitti.
Schiller’in «Hile ve Sevgi»sinde Luisa
Semiha Berksoy, 1941 Nisanında, yal­
Miller’i oynamış, Süreyya Operetinde,
1939 da Berlin Devlet Yüksek Mü­
nız 2. perdesi verilen «Tosça» opera­
Şehir Tiyatrosunda sahneye konulan
zik Akademisinin opera bölümünden
sının başkadın roliinii oynamış ve
yerli
ve
yabancı
operetlerin
en
önem­
solist
olarak mezun oldu ve orada,
rahmetli hocamız Nurullah Şevket
li rollerine çıkmıştır. Bu arada tiyat­
aynı yıl, R. Strauss’un «Ariadne auf
Taşkıran’la beraber, yurdumuzda Ba­
ro çalışmalarını da
bırakmamış,
Naxos» operasının başrolünü oynadı.
tı örneğine uygun olarak Türk diliy­
«Peer Gynt»in Solw*ig’i, «Tohum->da
Bütün ısrarlara, cazip tekliflere
le icra edilen ilk opera
temsilinin
Muhsin
Ertuğrııl’un
partöneri
olmuş,
rağmen Berlin’de kalmadı.
Yurda
gerçekleşebilmesinde tarihî rollerini
«Karamazov
Kardeşler»,
«ölçüye
ö
l­
dönmek, opera alanında hizmet et­
unutamıyacağımız iki kudretli ses­
çü»,
«Aynaroz
Kadısı»
piyeslerinde
va­
mek istiyordu. Nitekim öyle de yap­
ten biri olmuştu.
zife almıştır.
tı.
Ankara’nın
Halkevi
sahnesinde,
Bu kadarı bile genç bir kadın sa­
Yurda döndüğü zaman Ankarada
bundan yirmi üç yıl önce vukua ge­
natçıyı tatmin etmeğe yetecek başa­
kurulmuş, başına
Prof. Cari Ebert
len bu sanat olayına benim gibi ta­
rılardı. Ama Semiha Berksoy’un öz­
gibi ünlü bir sanat adamı getirilmiş
nıklık etmiş olanlar, perdenin açıl­
lediği bu değildi. O, memleketimizde
bir Devlet Konservatuvarı buldu, ilk
masını ne endişeler içinde beklemiş
henüz tatbik sahası olmıyan bir sa­
konserini orada, şef E. Preatorius’un
olduğumuzu hatırlayacaklardır. Ama
nat dalında yetişmek, yükselmek is­
yönetiminde, Wagner’in eserleriyle
perde açılıp şef ilk attaque’i verdik­
tiyordu: Opera !
verdi. Büyük ilgi ve takdir gördü.
ten, hele iki solistimiz partilerini söy­
***
Çekirdeği «tutmakta»
olan
Devlet
lemeğe başladıktan sonra duyulan
Operası ilk sopranosunu
bulmuştu.
Istanbulda ünlü müzik pedagogu
endişeler yerini tatlı bir şaşkınlığa,
sonra büyük bir sevince bırakmış,
perde kapanmadan kopan alkışlar da
duyulan hayranlığın candan ifadesi
olmuştu.
D
SEMİHA BERKSOY AN A - BABASIYLA
Babası Ziya Cenap Berksoy (eski Maliye ve Merkez Bankası memurlarından),
' Annesi Fatma Saime (ressam ve müzisyen)
..'
....
" H U R İY E ,,
YARIŞM ASINA
İŞTİRAK KUPONU
İSİM
II
Berksoy, Almanya’da Berlin’de Akademi Operasında
R. Strauss’un «Ariadne auf Naxos» operasında Ariadne
rolünde.
1941 deki «Tosça» ve «Madam Butteri’ly» temsilleri bu sayede verildi.
Daha sonra, Devlet Tiyatrosu
ve
Operası kurulunca Semiha Berksoy,
o sıra Almaııyada vermekte olduğu
konserleri bırakarak Atıkaraya dön­
dü. Çalışmaya açılmış olan
Büyük
Tiyatro
sahnesinde
«Cavalleria»da
Santuzza, «Tief!and»da Marta, «Fide!io»da Leonore rollerini oynadı.
***
1950 den sonra oradaki yerini, ye­
tişmiş olan arkadaşlarına bırakması­
nı bildi. Bundan sonra Semiha Berksoyun bütün saat gücünü ilk gözağrısı
olan tiyatroya verdiği görüldü. Buna
bir zaruret var mıydı? Kendisinden,
geniş tecrübesinden opera bölümünde
daha bir süre faydalamlamaz mıydı?
Sanat hayatının hazan garip cilveleri
vardır. Bu soruların doğru cevabını
verebilecekler şimdi, Semiha’dan çok
daha önce, opera sahnesinden ve yö­
netiminden ayrılmışlardır.
Gerçek şudur ki Semiha Berksoy,
opera ile tiyatro sahnesi arasında fark
gözetmeyen, sahnede kalmak şartıyla
her vazifeyi seve seve yapan gerçek,
idealist sanatçılar soy undandı. Öyle
olduğu İçindir ki opera bölümünde en
büyük rolleri oynadıktan sonra
ti­
yatro bölümüne yerleşmekte tereddüt
etmedi. Ama öylesine yerleşti, kom­
pozisyon rollerinde öyle tipler yarat­
tı ki kendisine yeni bir şöhret sağla­
makta gecikmedi. «Köşebaşı»mn Yen­
ge Hanım’ı ile başlıyan bu yeni ça­
lışma devresinde sahnemize («Bu ge­
ce başka gece»nin Şarkıcı
Ilasret’i,
«Dışardakiler»in Hala’sı,
«Karayar
Köpriisü»nün Ebe Kadriyesi v.s. gibi)
kolay unutulmıyacak pittoresk yüzler
çıkardı.
***
30. sanat yılında, «Çalıkuşu»nun
—•usta bir ressam gibi canlandırdığı—
ı;
Hatice Kadın’ı İle Binnaz Hanım’ım
bir meslekdaşma emanet ederek, Verdi’nin «II Trovatore» operasındaki o
yaman çingene Azucena’yı oynamıya
koşan Semiha Berksoy geride başarı­
larla dolu zengin bir sanat hayatı
bırakıyor. Bir değil, birkaç sanatçıyı
şöhret sahibi etmeğe yetecek başarı­
lar... Ama daha önemlisi, henüz Konservatuvar sıralarında okumakta olan
kızı Zeliha’ya ve onun şahsında genç
kuşaklara bıraktığı güzel
örnektir:
Mesleğini sevmek ve çalışmak! Y ıl­
madan, bıkmadan,
sahne sanatının
çeşitli dallarında fark gözetmeden da­
ima çalışmak ve sanatçıya yaratma
gücünü veren o inancı kaybetmemek.
Otuzuncu sanat yılında bu inancın
zerresini kaybetmemiş olan Semiha
Berksoy’dan en güzel
yaratışlarını
asıl bu olgunluk çağından sonra bek­
liyoruz.
Nice yıllara...
Operamız bu «Tosça» temsiliyle ha­
yata gözlerini açmış, daha sonra ger­
çekleştirilen hamleler hızını o akşam
elde edilen parlak başarıdan almıştır.
***
Semiha Berksoy, operamıza çıkan
ilk Türk kadın sanatçısı olmak şere­
fini tesadüfe değil, sistemli ve de am­
il çalışmalarına borçludur. Daha 1928
de İstanbul Konservatuvarma girmiş,
Nimet Vahit’in talebesi olmuş, bir
yandan da Muhsin Ertuğrui’un açtığı
tiyatro okulunu bitirmiş, Berlin Yük­
sek Müzik Akademisine gönderilme­
den önce Darülbedayiin tiyatro ve
operet çalışmalarına katılmış, güzel
sesini İstanbullulara duyurmak fırsa­
tın ı bulmuştu.
1930 dan, Almanyaya gittiği
1930
yılına kadar, öğrenci ve sanatçı ola­
rak, gösterdiği çeşitli faaliyet, yetiş­
kin sanatçıların bile gıpta edecekleri
kadar zengindir.
Tolstoy’un «Yaşıyan Kadavrasında
Feodor Vasilyeviç şarkısını
söyle­
mekle sahneye adım atmış, ilk sesli
Türk filmi olan «İstanbul Sokaklann-
Taha Toros Arşivi
Download