Abdullah Demir İsla..ınl Kaynaklar lşığmda Rüya Konusuna Kelarrı1

advertisement
Huzuı;evirılı-ı
Kerim
Dindeki Yeri
Buladı
Ceza İnfaz Kururrılarmda
EğitirrıJ
Abdullah Demir
BüŞra
Yüzil'güldü
'l
İsla..ınl Kaynaklar lşığmda
Rüya Konusuna Kelarrı1 Bir Bakış
Selim Özarslan
Hz. Peygamber'in Tarilıi Olaylarla İlgili Dualarmdan Ömelder
Ali Al<,su
Peygamber Efendimizin Evlililderiniı-ı Sebep ve Hil@etleri
Jvfebmet Soysaldı
HUZUREViNİN DiNDEKi YERİ
Kerim BULADf
Özet:
Farklı
evrelerden geçirilerek yaratılan insan, dünyaya gelişinden
itibaren ilahl takdirin gereği çeşitli dönemler yaşamaktadır. Bu safhaların en önemlilerinden biri de hiç şüphesiz yaşlılık devresidir. İnsanın
dünya hayatındaki bu son dönemi, artık geri dönüşün mümkün olmadığı zaman dilimidir. Çoğu insan, bunu yaşayacaktır.
Kur'an-ı
Kerim, insanın bedensel ve zihinsel kabiliyetlerinin en zayıf ve verimsiz olduğu yaşlılık dönemine önemle işaret eder ve bunun
ilahi bir kanun çerçevesinde cereyan ettiğini vurgular. Dolayısıyla yaş­
lanmak olgusu,
insanın
elinde değildir.
Kur'an ve Sünnette, ana-babaya ve
ların korunması
yaşlılara yardım
edilmesi, on-
konusunda emir ve tavsiyeler vardır.
Yaşlllara düşkünlük dönemlerinde sahip çıkılınası öncelikle evlatları­
nın, akrabalarının, yakın çevresinin, toplumun ve devletin görevidir.
İslam dini, ana-babanın ve yaşlıların mecbur kalınroadıkça yaşadıkla­
n aile ortarnından ve çevreden tecrit edilerek bakımevlerine bırakılma­
ve
bakılması
sına sıcak bakmamaktadır.
ceği
birbirine
bağlayan
Çünkü ana-baba ve yaşlılar, geçmişle geleve bu hususta büyük emekleri geçen değerli
varlıklarımızdır. Huzurevlerinin teşekkülünü de bu çerçevede değer­
lendirmek gerekir. Sosyal ve kültürel açıdan incelendiğinde huzurevlerinin inşası ve yaygınlaşması, İslam medeniyetinin bir ürünü değil­
dir. Ancak İslam, insana hizmet etmeye matııf hiçbir hayırlı hizmeti de
reddetmez.
Anahtar Kelimeler: Kur'an, Hadis, İslam, İnanç, Huzurevi
The Place ofNursing Homesin the Beliefwithin the Context of
Qur'an and Hadithes
Abstract:
The human, created through a series of different phases, has. been
living various periods. One of most important periods among those is
*Dr., Zeytinbımıullçe Miiftiiliiğii Vaizi
Diyanet llmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
the old age period. This last period of the human in the world is the
period of no possibility to returu and most people will experience this.
The Qur'an stresses importantly the old age period of the human
which symbolizes the weakest and least productive side of the human's
physical and mental capabilities and points out that it has been a reality of the human by means of the divine rule.
In Qur'an and Sunna, there are commands and advices to behave
fairly and nice to parents and all the old. It' s the duty prirnarily of the
children, then relatives, close friends, society and state to look after the
old in their weakness periods. Islam, unless a condition of exigency,
do not tolerate sending away the old through isolaring from the family
and environment. Because, parents and the old are valuable in combi'
ning the past and future. Formatian of nursing homes should be evaluated within this context. In the social and cultural perspective, the
formatian and growing up of the nursing homes can not be thought as
a product of Islamic civilization. However, Islam has been encouraging the all merciful activities in the service to the human.
Key Words: Qur'an, Hadith, İslarnic, Belief, Nursing Homes
1.
Giriş:
Allah
insanı yaratmış,
akıl, fıkir,
muhakeme ve irade gibi üstün özelliklerle
diğer canlılardan ayırmıştır. Taşıdığı bu özelliklerden dolayı Allah Teala, insanı sorumlu kılmış, kutsal emanetin taşıyıcılığını ona tevdi etmiştir. Üstlendiği bu ağır mesuliyetten dolayı insana, kilinat içerisinde bulunan diğer varlıklar hizmetkar kılınmış­
tır. İnsana lütfedilen hayat, faııidir. İnsan, kendisine emanet olarak ilisan edilen söz
konusu hayat diliminde, ömrünü Hakk'ın nzasına uygun olarak tanzim etmekle ve tamamlamakla yükümlüdür. Çünkü hayatı veren, yaşatan ve alan da O'dur. Kur'an bu
konuya özellikle işaret eder, insanın yaratılış evrelerini açıklar. Hayatın sahibinin Allah olduğunu bildirir.
öncelikle Kur'an'ın, insan yaratılışı ile ilgili açıklamalan, hayatın
safhaları, yaşıanmanın ilahl bir kanun çerçevesinde gerçekleştiği, hiçbir gücün bu
seyre müdahale edemeyeceği, ana-babaya itaat, yaşlılara hürmet, onları gözetmek ve
korumak gibi konular ele alınacak, daha sonra huzurevinin İslam inanışındaki yeri
üzerinde durulacak ve huzurevlerinin kurulmasını hazırlayan sebepler ele alınacak­
Bu
tır.
çalışmada
onu
HUZUREVİNİN DiNDEKl YER1
2- Kur'an'da İnsamn Yaratılışını ve Hayat Evrelerini Açıklayan Ayetler
Mü'minı1n
Süresi'nde insanın yaratılışı üzerinde şöyle durulur: "Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılnuş) bir özden yarattık. Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargillia (ana rahmine) yerleştirdik Sonra bu az suyu alaka (aşı­
lanmış yumurta) haline getirdik. Peşinden, alakayı, bir parçacık et yaptık, bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka
bir yaratılışla insan haline getirdik. Yaratanların en güzeli olan Allah'ın şam ne yücedir! Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbette öleceksiniz. Sonra da şüphe­
siz, sizler kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz."'
Bu ayetlerde insamn biyolojik yaratılışı ve oluşum süreci özetlenmiştir. İnsan, bir
yandan bedeninin menşei yönüyle basit bir topraktır. Öte yandan Allah'ın kendisine
bağışladığı duyu, akıl gibi meleke ve özellikler sayesinde madde üstü bir yönü olan
varlıktır.
2
Bir başka ayette insanın yaratılış şeması çizilerek ömür safhaları anlatılnuş, dünya hayatından sonra yeni bir hayatın başlayacağından şüphe edenlerin dikkati çekilmiş, oluşan şüpheleri ve kuşkuları dağıtacak deliller ortaya konulmuştur. Gıdası,
yerleşimi ve her türlü insani ihtiyaçları toprağa bağımlı olan insan, Adem (a.s)'dan
itibaren kadın ve erkeğin meşru nikah akdi yaparak bir araya gelmesi ile çoğalnuştır.
Allah Teaiii'nın takdiri ve dilemesi sonucu erkeğin spermiyle kadının yumurta hücresinin bir araya gelınesi ile annenin rahminde oluşan ve gelişen cenin, yine Hak Teiila'nın izni ve inayeti ile dünyaya gelınektedir. Bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkin­
lik çağlarını safha safha yaşayan insan en nihayet yaşlılık dönemine girmektedir. İn­
san hayatının bütün kademeleri, Allah Teaiii'nın bilgisi dilliilinde seyretmektedir. İn­
sanı, yaratan, yaşatan, öldüren, tekrar diriltecek olan sadece O'dur:
3
İnsanın
bedensel ve zihinsel kabiliyetlerinin en zayıf ve verimsiz olduğu ileri yaş­
lılık dönemini Kur'an şöyle dile getirir: "Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek
Daha önce bilgili iken hiçbir şey bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrünün en kötü çağına kadar yaşatılacak. Şüphesiz ki Allah bilgilidir, kudretlidir." 5
Erzel-i ömür, örnrün en düşkün dönemi demektir. Bu dönemde insan, daha önce
bildiği şeyleri unutınakta, fiziksel ve zihinsel gücü zayıflamaktadır. İnsan ömründe, is1
2
3
4
5
Mü'minı1n,
23/12-16.
Karaman, Hayrettİn ve Arkadaşları, Kur'an Yolu Türkçe M eti/ ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, IV, 14.
Bkz. Hac, 22/5.
Şuarii, 26/78-8 ı.
Nahl, 16770.
Diyanet
nmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
tediği şekilde
tasarruf etme yetkisinin sadece onu yaratan Allah'a ait olduğuna bu ayette önemle işaret edilmiştir. Allah Terua, dilediği insanlara bu dönemi yaşatacaktır.
Bir başka ayette insanın başlangıçta güçsüz olduğu, sonra ona kuvvet verildiği ve
daha sonra tekrar güçsüzleştirildiği ifade edilmiştir. "Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık
veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir."6
Kişinin kendi geçirdiği evreleri iyi bir incelemeye tabi tutması gerekir. İnsan, başlan­
gıçta aşılanmış bir yumurta (zigot) olduğunu, birçok aşamadan geçtikten sonra güçlü dönemine eriştiğini ve hiç kimsenin dünya hayatında ebedl kalmayı başaramadı­
ğını düşünürse, bütün bunların varlık illemine egemen olan üstün ve karşı konulamaz
bir iradeden kaynaklandığını anlar. 7
Her canlının hamli, doğumu, ömrü, ömrünün uzatılınası Allah Teaiii'nın bilgisi
dahilinde olmaktadır. "Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) çiftler yaptı. O'nun bilgisi olmadan hiçbir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. Bir canlı ya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da
mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır." Bu ayette, ömür ile ilgili
bütün tasarrufların Allah'a ait olduğu açıkça vurgulanmıştır.
8
Bu ayette bir taraftan Allah Teaiii'nın yaratıcılık sıfatına değinilirken diğer taraftan da O'nun bütün yaratılrnışlara ait aynntıların bilgisine sahip olduğu belirtilmektedir. Bir insanın ömrünün uzun veya kısa oluşu tesadüf yahut kendiliğinden olmuş
değil, Allah'ın iradesine bağlıdır. Bu irade değişmernek üzere levh-ı mahffizda yazı­
lıdır. Bir canlının ömrünün uzatılınası ve kısaltılması da günü, ayı ve senesine varın­
caya kadar orada tespit edilmiştir.
9
"Kıyametin
ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O'na havale edilir. Meyveler, tomurcuklarından ancak O'nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O'nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur ... " 10 Ayette bütün canlı varlıkların Allah'ın takdiri ve dilemesi
ile ürün verdiği, hiçbir dişinin O'nun bilgisi olmadan hamile kalamayacağı, ·harnilelik
sürecinin ve ardından doğum aşamasının, ilahi bir nizama tabi olduğu açıklanmıştır.
Rfım,
6
7
30/54.
Karaman, Hayretlin ve Arkada§lan, Kur'an Yolu, N, 327-328.
8
9
Fiitır,
3511 1.
Karaman, Hayrettİn ve
Arkada§ları,
Kur'an Yolu, N, 454-455.
10 Fussilet, 41/47, aynca bkz. Ra'd, 13/8 .
......_,~
lO
HUZUREVINlN D!NDEK1 YERİ
3- Kur'an'da YaşWık
Kur'an'da yaşlılık, çeşitli kavramlarla ifade edilmiştir. Yaşlılık, ihtiyarlık anla11
mında zikredilen "eş-şeyhu" sözcüğü tekil olarak üç yerde, çoğul olarak da "eş-şü­
yfih" şeklinde bir yerde 12 geçmektedir. "Eş-şeyhu" sözcüğü, yaşlılığın ortaya çıkma­
sı ve beyaz saçların görülmesi anlarnındadır. Elli bir yaşından örnrün sonuna ya da
50 yaşından 80 yaşına kadarki devre, yaşlılık safhası olarak kabul edilmiştir. llerideki bölümlerde çağırnızda yapılan araştımıalar çerçevesinde yaş hadleri ile ilgili
açıklamalara yer verilecektir.
13
İbrahim (a.s), Allah Teftla'ya niyazda bulunarak hayırlı bir evlat istedi.
14
Allah,
onun duasım kabul etti. Melekler insan suretinde İbrahim (a.s)'a gelip çocuk müjdesini verdiler. 15 İbrahim (a.s)'ın hammı, melekler tarafından verilen evlat müjdesini
duyunca gülerek şöyle qedi: "Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da
bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey."
16
Ayette İbrahim (a.s)'ın hanımı olarak zikredilen kişinin, Sare olduğu bilinmektedir. İbrahim (a.s)'ın hammı, hem kendisinin, hem de kocasının ileri bir yaşta olduğu­
nu "el-acı1z, eş-şeyh" sözcükleri ile ifade etmiştir. Hangi yaşta oldukları kesin olarak
bilinmemekle beraber, çeşitli tefsir kitaplarında o sıralarda Sare'nin yaşımn, doksan
ya da doksan dokuz, İbrahim (as.)'ın ise, yüz veya yüz yirmi olduğu açıklanıruştır.
17
Bir başka ayette, insanın yaratılış süreci anlatılırken, onun toprak, baba sulbü,
nutfe, döllenme, dünyaya gelme ve olgunluk dönemlerine değirıildikten sonra "eş-şü­
yı1h" (yaşlılık) aşamasına işaret edilmiştir.
18
ll
Hı1d,
11/72; Yusuf, 12/78; Kasas, 28/23.
12 Mü'ınin, 40/6/.
13 İbn Manzı1r, Lisiinii'L-Arab, tashih, Emin Muhammed Abdulvahhiib-Muhammed Sadık el-Ubeydl,
Beyrut, 1999, Vll, 254.
14 Siiffiit, 37/99-100.
15 Hicr, 15/54.
16
Hı1d,
11169-72.
17 Zemahşeıi, Ebu'I-Kasım Ciirullah Muhammed b. Ömer, el-Keşşiifti an Hakiiiki Gaviimidi't-Tenzfl ve
Uylini'l-Ekiivflfi Viiciilzi't-Te'vfl, tashih, Mustafa Hüseyin Ahmed, Beyrut, ts. II, 411; Beydii.vi, Nii.sı. ruddin Ebı1 Said Abdullah b. Ömer el-Beydiivi, Enviinı't-Tenzfl ve Esriiru't-Te'vfl, Beyrut, ts. III, 343;
Hazin, Aliiuddin b. Muhammed b. İbrahim, Liibiibu't-Te'vfl,fi Meiini't-Tenzfl, Beyrut, ts. III, 343, V,
40; Nesefi, Ebu'I-Berekat Abdullah b. Ahmed, Mediirikii't-Tenzfl ve Hakiiiku't-Te'vfl, Beyrut, ts. III,
343 (Mecmı1atü'n-ınine't-Tefii.slr içindeler), Şevkii.nl, Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkii.nl,
Fetlzu'l-Kadfr el-Ciimiu beyne Fenneyi'r-Riviiyeti ve'd-Diriiyeti min 1/mi't-Tefsir, Beyrut, 1994, II,
651.
18 Mü'min, 40/67.
~L--.
Il
Diyanet llmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
Yaşlılık, ihtiyarlık anlamına
gelen bir başka kelime "el-kiberu" sözcüğüdür.
9
Kur'an'da altı yerde geçen bu kelime' , büyüklük, yaşlılık dönemi ve gençliğin zıddı
manalarına gelir. Bakara Süresi 266. ayette, yaptıklan iyilikleri başakakıp gönül yı­
kanların durumu anlatılmıştır. İçlerinden ırmaklar akan, hurma ve üzüm ağaçlarından
oluşan bir bahçeye sahip olan bir kimsenin, himayeye muhtaç çocuklan varken, ihtiyarlık gelip kendisine çatmıştır. Tam bu sırada ateşli bir kasırga ile bahçesi yanmış­
tır; Böyle bir durumu kim arzu eder? Bu hadisenin tasvir yapılırken bahçe sahibinin
yaşlılık hali "el-kiberu" terimi ile anlatılmıştır.
20
İbrahim
(a.s) ve Hz. Zekeriyya, yaşlılık dönemlerinde kendilerine çocuklar lütfedildiğinde Allah Teaiii'ya minnettarlıklannı dile getirmiş ve hayretlerini bildirmişler­
dir. Bu iki peygamber, ihtiyarlık hallerini "el-kiberu" sözcüğü ile ifade etınişlerdir."
21
Kur'an-ı
Kerim'de yaşlılık anlamını içeren diğer bir sözcük "eş-şeybü" kelimesidir. Üç yerde geçen22 "eş-şeybü" sözcüğü, saçların ağarması demektir. İhtiyarlık çağına, saçların ağarma dönemine giren bir kimse için "el-meş1bü" tabiri kullanılır. Kadın, bu sıfatla vasıflandırılmaz. Şuara 171, Saffat 135, Ziiriyat 29. ayetlerinde geçen
"el-acüz" sözcüğü de yaşlı kadın anlamına gelir. 24
23
Kur'an'da, ihtiyarlık, yaşlılık ve güçsüzlük devresini çağrıştıran ve mecaz! yönden onlara işaret eden kavram ve kelimeler de vardır. Zekeriyya (a.s)'ın yalvarışını
dile getiren şu ayette bu açık bir şekilde görülmektedir. "Rabbim! Şüphesiz, kemiklerim gevşedi, saçım başım ağardı. Ve ben, Rabbim, sana (ettiğim) dua sayesinde hiç
bedbaht olmadım."
25
Bu açıklamalar çerçevesinde düşünüldüğünde orta yaşlılık, ileri derecede yaşlı­
lık, ne dediğini bilmeyecek derecede düşkünlük dönemlerini birçok insan, Allah'ın
takdir ettiği şekilde yaşayacaktır. Bu durum, kaçınılmazdır. Bu gerçeği kabullenip
her dönemin hakkını vermek, insan için hem bu dünyanın iliyası hem de ahirete hazırlık açısından büyük önem arz etmektedir. Yaşıanınayı zihnen ve psikolojik açıdan
kabul etmeyenler rabata eremez.
4- Günümüz Verilerine Göre Yaşlılık
İnsan hayatının
çocukluk, gençlik,
yetişkinlik
ı9
ve
yaşlılık
gibi devrelere
aynidığı
Bakara, 2/266; AI-i lınriin, 3/40; İbnllıim, ı4/19; Hicr, ı5/54; lsra, ı 7123; Meryem, ı9/8.
20 İbn Manzfır, a.g.e., XII,ı2.
2ı İbrahim, 13/39, Al-i lınriin, 3/39 ve aynca bu sözcük için bkz.lsrii, ı 7123; Meryem, ı9/8.
22 Meryem, ı9/6; Rilm, 30/54; Müzzemmil, 73,17.
23 lbn Manzilr, a.g.e., VII, 251.
24 İbn Manzilr, a.g.e., X, 60.
25 Meryem,ı9/4.
~<:.__...,
12
HUZUREVlNtN D1NDEK1 YERİ
bilinmektedir. Farklı özellikler taşıyan bu evreleri birbirinden kesin çizgilerle ayır­
mak mümkün değildir. llahi takdir gereği, bu safhalann hepsini yaşayanlar olduğu
gibi, bir kısmını hatta bir dönemini yaşayanlar da vardır. Yaşlı, ömrünün son dönemine ulaşmış, yaşamsal fonksiyonlannın kapasiteleri azalınış ve çevre ile ilişkisi
güçleşmeye başlamış bir kişi olarak görülür. Bunun sayısal yaş sınırını söylemek
güçtür. Genel kural yaşlılığın altmış beş yaşında başladığı şeklindedir.
26
Dünya ülkelerinde yaşlı nüfusun gitgide arttığı gözlemleıırnektedir. Yapılan bir
araştırmaya göre, 1950 yılında dünyada altmış yaşın üzerinde 200 milyon kişi yaşa­
maktayken, 2000 yılında bu sayı 600 milyonu bulmuştur. 2025 yılında ise 1 milyara
ulaşacağı tahmin edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde de yaşlı nüfus giderek artmaktadır. 2025 yılında tüm dünyadaki yaşlıların yaklaşık 2/3'ünün gelişmekte olan
ülkelerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. 27
Bu tespitler, dünyamızda yaşlı sayısının hızlı bir şekilde arttığını ve bunun sosyal
bir mesele haline geldiğini göstermektedir. Günümüzde yaşlılık, ya bir sorun gibi algılaıırnamakta ya da daha ağır ve acil problemierin arasında fark edilse bile gereken
ilgiyi hak etmemektedir. Fakat şu anda pek düşünülmeyen yaşlılık olgusu, ileriki yıl­
larda önemli gündem maddesi olmaya namzet gibi görülmektedir.
Gelişmiş
ülkelerin çoğu emeklilik yaşı olan altmış beş yaşını, yaşlılığın başlangı­
cı olarak belirtmektedirler. Birleşmiş Milletler ise; yaşianınayı kronolojik olarak 60
yaşından itibaren başlatmaktadır. Yetişkin insanları, kendi içinde yaşıanna göre
gruplandırma ve alt sınıfıara ayırma, giderek yaygınlaşmaktadır. Yaşianınada kesin
sınır olmamakla beraber birlikte ortalama sınırlar üzerinde birleşilmektedir: Orta yaş
45-59, yaşlılık 60-74, ihtiyarlık 75-89, ileri ihtiyarlık 90+. Bu sınıflandırmada yaşlı­
lıkla beraber ihtiyarlık dönemi dikkat çekmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde de
yaşlı nüfus oranı giderek artmaktadır. Türkiye'de 60 yaş ve üstü 1950'de %3,3 iken,
günümüzde %8'lere ulaşmıştır. Bu durum, ülke nüfusunun yaşlanmakta olduğunu
göstermektedir. 28
Araştırmalar,
azaldığını
50 yaş ve daha sonrası için zihni fonksiyonların önemli derecede
gösteriyor. Dolayısıyla yaşlılık sının, bazı toplumlarda 50, bazılannda 60
26 Mehmet Akif Karan, Biyolojik, Psikolojik ve Sosyal Açıdan Yaş/anma, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İst., 2007, s. 19, içinde, (İslami İlimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi: 51,
09- I O Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
27 Karan, Mehmet, a.g.t., s.l9-20.
28 Cihangir Dağan, Türkiye'de Yaşlılık ve Huzurevi Olgusu, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İstanbul,
2007, s. 33-35 içinde (İslami 1Iimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi: 51, 09-10
Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
Diyanet Umi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
toplumlarda da daha ileri yaş olarak biliniyor. Tıp camiası genel olarak 50yaş arasında kognitif (zihnl) fonksiyonların hızlı değişimini göz önüne alarak, 65
29
yaşı, yaşianma için kabul edilebilir sınır olarak belirliyor.
ve
65
bazı
5- Yaşlılık Döneminin Önemi
Doğum
ve ölüm gibi yaşlılık da ilalll kanunun bir gereğidir. Mü'min Süresi, 67.
ayette bu gerçek önemle vurgulanmıştır. Günümüzde birtakım estetik ameliyat ve tedaviler vücutta yüzeysel bir iyileştirme yapabiliyor olsa da bedendeki çöküşün ve
ömür ağacının kurumasının önüne geçilememektedir. Peygamber Efendimiz, "Allah,
ihtiyarlık hariç, her derdin devasını vermiştir" buyurarak insan için yaşlılığın kaçı­
30
nılınaz olduğunu açıklarnıştır.
31
Yaşlılarıınız,
bizim hafızarnız ve geçmişimizdir. Onlar, bizim bilgimiz, birikimimiz ve tecrübemizdir. Bugünümüzün inşasında onların katkısı ve emeği büyüktür.
Bu sebeple, onların tecrübe ve birikimlerinden faydalanılmalıdır. Yaşlılar, geçıniş ile
gelecek arasında bir köprüdür. Dim ve ahiili değerlerimiz, kültürel mirasıınız, gelenek ve görenekleriıniz onlar vasıtasıyla gelecek nesillere aktarılmaktadır.
Yaşlılar
tecrübe sayesinde genel olarak bilgelik denilen daha iyi karar ve hüküm
verme yetisini geliştirirler. İnsanlar olgunlaştıkça, yeni olaylar karşısında daha akıl­
cı karar verirler. Bazı niteliklere, yaşı ilerleıniş insanlarda daha fazla rastlarur. Yine
zaman, kişiyi daha farklı bir konuma getirir. Çünkü yaşlı birey, yıllarca birçok şeyi
görmüş, birçok insanla tanışınış ve birçok tecrübeye sahip olmuştur. Yaşlıların, sos, yal ilişkiler ve aile bağlarınin devarnı açısından da avantajlı yönleri vardır. Özellikle
60-65 yaşlarındaki kişilerin önemli derecede bir sosyal etkinliği ve liderlik fonksiyonu vardır.
32
Yaşlılık
döneminin kendine özgü şartları vardır. Bu gerçeği hemen hemen kabul
etmeyen kimse yoktur. Toplumların ve milletierin gelişmesini sağlayan çoğu faaliyetlerin icrası, yaşlılann, yaşlılık sının olarak tarif edilen dönemlerinde hayata geçirilmektedir. Önemli bilim adamlarının, din ruimlerinin, siyaset adamlarının, bu dönemin en gözde insanları olduğunu da görmemek mümkün değildir.
29 N urullah Yücel, Demanslı Yaşlıların Sorunları ve Demanslı Y aşlılara Kurumsal Bakım Modeli, Yaş­
lı lık Dönemi ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 112 içinde (İslami lliınler Araştırma Vakfı, Tartışma­
lı Umi Toplantılar Dizisi: 51, 09-10 Aralık 2006, Üsl..iidar, İstanbul). Mustafa Köylü, Yaşlılık Döneminde Eğitim ve Din Eğitimini Gerekli Kılan Nedenler, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, !stanbul,
2007, s. 208-2009 içinde (İslami Uimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı Umi Toplantılar Dizisi: 51, 0910 Aralık 2006, Üsl..iidar, İstanbul).
30 Eb ii Daviid, Tıb, l.
31 Lamia Levent, Yaşlılam Saygı, Ankara, 2008, s. ll-12. (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları).
32 Mustafa Köylü, a.g.t., s. 210-211.
......_, ~!_...,
14
HUZUREVlNlN DİNDEKİ YERİ
6- Kur'an'da Yaşlılara H;ürmet
Kur'an'da doğrudan doğruya yaşlılara hürmeti ifade eden ayet yoktur. Ancak yaş- ·
lılara hürmeti, ana-babanın şahsına gösterilecek saygı hükmünden anlayabiliriz. Zira
nesillerin çoğalmasında, ailenin oluşmasında temel faktör olarak ana-baba görülmektedir. Teselsülen ilk insandan beri Allah TeaHi'nın nasip ettiği çoğu insan, ana-baba
olınakta ve yaşlanmaktadır. Dolayısıyla yaşlıları, bir anlamda ana-baba temsil etmektedir. Bu yüzden öncelikle Kur'an'ın ana-baba hakkında ortaya koyduğu hükümler çerçevesinde konuyu açıklamak istiyoruz.
6a- Ana-Babaya Hürmet
Kur'an ve hadislerde insanın dünyaya gelmesine vesile olan ana-babasına karşı
gayet saygılı, itaatkar, edepli ve minnettar olması üzerinde önemle durulmuştur. Onlar, Allah'ın hükümranlığına hizmet edecek halife ve nesiller yetiştirerek büyük fedakiirlıkta bulunmaktadırlar. Bu öneininden dolayıdır ki, İslam dini, ana-baba ve çocukların birbirlerine karşı mesuliyetlerini detaylı olarak ele almıştır.
Bütün ilahl dinlerde ana-babaya saygı emrediliniştir. İsrailoğullarından alınan
misak (söz) arasında ve sayılan on emir içerisinde ana-babaya ihsan edilmesi istenIniştir."33 İnsanın yaratılınasına ve varlık illeinine gelmesine ana-baba sebep olınuş­
tur. Ana-babayla iyi geçinmek, onlara tevazu göstermek, onların einirlerine boyun
eğmek, öldükten sonra bağışlanmaları için dua yapmak ve dostlarını ziyaret etmek,
ihsan cümlesindendir.:ı.ı
Allah Teilla sadece kendisine kulluk edilınesini emrettikten sonra, evlatlardan
ana-babalarına iyi davranmalarını, onlara tatlı ve güzel söz söylemelerini, onları
azarlamamalarını, onlara karşı alçak gönüllü olınal'arını ve onlara dua etmelerini kesin bir şekilde isteiniştir. Çünkü onlar, vaktiyle çocukları için büyük fedakarlıklar­
da bulunmuş, onları, kendi canları gibi koruyarak yetiştirmişler ve ellerinden gelen
35
cömertliği esirgemeinişlerdir.
Ana-baba kil.fır bile olsalar, onlara ilisanda bulunmak, tazyik etmeden ve zorlamadan yumuşaklıkla onları imana davet etmek bir görev sayılınıştır. Ana-babanın,
başka bir dine inanmaları ya da müşrik alınaları durumunda çocuklarını kendi dinlerine çağırmaları, Allah'ın zatına ortak koşmaları için zorlamaları, onları, İslam'dan
uzaklaşi:ırmaya çalışmaları ve Allah'ın yasak kıldığı fıilleri yaptırmaya özendirmele-
33 Bakara, 2/183. Aynca bkz. En'fu:n, 6-151-152.
34 Kurtubl, Ebii Abdilialı Muhammed b. Ahmed, el-Camiuli Alıkami'l-Kur'an, Beyrut, 1995, c. I, ez. ll. 45.
35 Bkz. lsrii, 17/23-24.
.........,~
15
Diyanet ilmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
ri halinde onlara itaat edilmez. Bunlann dışında çocuklann ana-habalanna saygı göstermeleri ve itaatkar davranmalan Kur'an'ın önemle tavsiye ettiği bir konudur. 36
Müşrik
olan ana-babaya yardım etmek ve ziyaretlerinde bulunmak, Hz. Peygamber'in tavsiyeleri arasında yer alır. Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma'yı (r.a), daha henüz
iman etmemiş olan annesi Ku teyle bir kısım hediyelerle Medine'ye ziyarete gelir. Esma (r.a), annesini karşılamakta ve hediyeleri kabul etmekte tereddüt gösterince, durum Hz. Peygamber' e sorulur. 37 Bunun üzerine Allah Rasulü, Esma'ya annesine yar38
dım etmesini emreder.
Allah Teil.la, Lokman Suresi 14. ve Ahkaf Suresi 15. ayetlerde insana, varlık illemine gelmesine sebep olan ana-babasına teşekkür etmesini emretmiş tir. Hz. Peygamber de, Allah Teala'nın hoşnutluğunu kazanmanın, ana-babanın rızasının elde edilmesine bağlı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber, ana-babasına yetişip de onlann rızasını elde edemeyen kimseyi uyarmıştu·. Ana-babanın bedduasından kaçın­
mak ve onlann hayır duasını almak da büyük önem taşır. Anneye-babaya özellikle
ihtiyarladıklan zaman bakmak, yardım etmek, ihtiyaçlannı karşılamak suretiyle onların hoşnutluğunu kazanmak cennete girmenin bir yoludur.
39
40
41
Ana-babaya hayır duada bulunmak Kur'an'ın tavsiye ettiği mühim bir husustur. 42
Ana-babaya, hayatta olsun veya olmasın dua etmek, onlann iyiliğini, rahatını, dünya
ve ahiret saadetini istemek, çocuğun yapacağı önemli ibadetler cümlesindendir. Allah Teala, bütün evlatlardan, ahirette hesap verme gününde bağışlanmalan için anahabalanna dua etmelerini istemektedir. 43 Hz. Peygamber de, öldükten sonra evladın
ana-babaya dua etmesini, onlara yapılan bir iyilik olarak açıklanuştır.
44
Çağımızda
özellikle aileler gittikçe daha fazla küçülmekte ve çocuklar aşırı bağım­
sız hale gelmeyi istemektedir. Bunun sonucunda anne-baba yaşlandıkça, kendilerini
yalnızlık içerisinde hissetmekte ve çocuklanndan maddi ve manevi destek görmemek-
36 Bkz. Ankebut, 29/8; Lokrnan, 31115.
•
37 Ahmed Davudoğlu, Salıilıi Miislim Tercüme ve Şer/ıi, İstanbul, 1978, V, 363-364.
38 Bkz. Buhari, Hibe, 29; Cizye, 18; Müslim, Zekat, 50; Ahmed b. Hanbel, VI, 344; Kurtubf, a.g.e., c.
Vll,cz.XIV,61
39 Müslim, Birr, 6; Ebu Davud, Cihad, 31; Neslli, Biat, 10; Tirmizi, Birr, 3; Ahmed b. Hanbel, ll, 160,
164,165.
40 Müslim, Birr, 9-10; Ahmed b. Hanbel, ll, 346; Tirmizi, Daavat, 101.
41 Tirmizi, Birr, 7; İbn Mace, Dua, ll; Ahmed b. Hanbel, ll, 258,348.
42 lsra, 17/24.
43 İbrahim, 14/41.
44 Ebu Davud, Edeb, 129; İbn Milce, Edeb, 2.
HUZUREV1NtN DİNDEKİ YERİ
tedirler. Batı ülkelerinde birçok yaşlı, huzurevlerinde veya benzeri kurumlarda hayatlannı devarn ettirmek zorundadırlar. Bu durum, Batı toplumlannda daha fazla yaygın
iken, son tahlillere göre artık dünyanın çoğu yerinde görülmektedir. İslam dini, bu mesele ile daha temelden ilgilenmiş ve aile içerisinde yaşlılann konumunu belirlemiştir.
6b-
Yaşiiiara Saygı
llahl takdirin bir gereği olarak insanlar zayıf, çaresiz bir halde doğarlar. Fani olan
bu dünya ve onun içindeki bütün varlıklar zamanla aşındığı gibi, insan da yıpranarak
sağlığını, güç ve kuvvetini yitirir. Gerçekte yaşlanan insan bedenidir, ruhu değildir.
Bedeni zafiyetin yanında zihnl zafiyet de başlar. Her ne kadar insan, yaşlanınca bedenen çökse de, ruhu diridir, gençtir. İnsan ruhu, bedenen genç olduğu dönemdeki
gibi etkili olmak, saygı görmek ister ve buna da layıktır. Yaşlılara saygılı davranmayı gerektiren hususlardan biri de bu olsa gerektir. Düşkünlük dönemine giren yaşlı­
lanmıza hizmet etmek, saygılı davranmak görevimizdir. Aksi muamele büyük bir
nankörlük olur. 46
45
Hz. Peygamber, hayatlannın en düşkün çağında olan ve birçok şeyini geçen yıl­
ıann derinliklerinde yitirmiş bulunan yaşlılara, hürmette kusur edilmemesini ümmetinden istemiştir. Yaşlılık döneminde insan, yorgunluk, yıpranmışlık ve çeşitli hastalıklann neticesinde güçsüzleşir, eskisi gibi çalışamaz hale gelir. Duygusallığın yaşandığı bu dönemde, yaşlıları üzecek ve onlann kalbini kıracak şeylerden sakınmak,
büyük önem taşımaktadır. "Zayıf ve düşkünlerinize dikkat ediniz. Çünkü siz onlann
sayesinde yardım görür ve nzıklandınlırsınız." hadisinde belirtildiği gibi yaşlılar,
ailenin, toplumun milletin ve insanlığın bereket kaynağıdır.
47
48
Hz. Peygamber, yaşlılara çok değer vermiş hatta o, yaşlılann güçsüzlüğünü ve
düşkünlüğünü göz önüne alarak, namaz kıldıracak imarndan, kendisine uyan yaşlıla­
n, çocuklan düşünmesini istemiş ve kıraatİ uzun tutmamasını emretmiştir. Hz. Peygamber, yaşlılık çağında hizmet, hürmet ve ilgi beklemeyi isteyenlerin, ihtiyarlara
saygıda kusur etmemesi gerekliliğine işaret etmiş ve özellikle bu konuda gençlerin
dikkatini çekıniştir: "Herhangi bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse,
Allah Teaiii da yaşlılığında ona hizmet edecek kimseler takdir eder." 50
49
45 Bkz. Nahl, 16/70.
46 'Geniş bilgi için bkz. Akif Köten, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Yaşltiara Saygı, Yaşlılık Dönemi ve
Problemleri, İst. 2007, s. 267-270 içinde (İslarıll İlimler A. Vakfı, Tartışmalı İ. Toplantılar D. 51, 0910 Aralık 2006, Üsküdar, İstanbul).
.
47 Bkz. Ahmed b. Hanbel, I, 257, ll, 207; Tirmizi, Birr, 15.
48 Ahmed b. Hanbel, I, 173; Ebu Daviid, Cihad, 77; Nesm, Cihad, 43.
49 Buhar!, nim, 28, Ezan, 61-63; Müslim, Salat, 182-186; Tirmizi, Mevllit, 61; Muvatta, Cemaat, 13.
50 Tirmizi, Birr, 75.
~~
17
Diyanet nmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
YaşWıkta insan,
ilgi ve sevgiye çocuklar kadar muhtaçtır. Çocuklann yetişmesin­
de sevgi nasıl belirleyici bir role sahipse, yaşlılar da aynı şekilde sevgiyle, ilgiyle hayata tutunurlar. Hz. Peygamber'in yaşlılarla iletişimi bu konuda bizlere yol gösterici
örneklerle doludur. Yaşlllara ikram edilmesinin sevap olduğunu belirten51 Hz. Peygamber, çevresindeki yaşlllara hürmet ve saygı göstermiş, onlara ikramda bulunmuş­
tur.52 O, zaman zaman yaşlı sahabileri ziyaret etmiş, hatırlannı sormuş, hastalandık­
lannda yanianna gitmiş, dua ederek onlann gönüllerini almıştır.
53
Hz. Peygamber'in yaşlllara gayet hürmetkar davrandığını şu hadise önemle teyit
etmektedir. Hz. Ebii Bekir, Mekke'nin fethedildiği gün, gayet yaşlı olan babası Ebii
Kuhilfe'yi sırtında taşıyarak Müslüman olması için Peygamber (s.a.v)'in huzuruna getirir. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), Hz. Ebii Bekir'e "Yaşlı babanı evde bıraksay­
54
dın da biz onun yanına gitseydik." buyurur. Peygamber (s.a.v)'in yaşlılann ayağı­
na gidecek kadar mütevazı, fedakar ve merhametli olması, İslam dininin ve mensuplannın bu kesimi, neden himaye etmelerinin gerekliliğini anlatmaktadır.
Bu örnekleri çağaltmak mümkündür. Yukandaki anlatırnlardan açıkça anlaşıldı­
ğı gibi gerek Kur'an-ı Kerim ve gerekse Hz. Peygamber'in sünnetinde yaşlılara saygı gösterilmesi, himaye altına alınması ve onlara sahip çıkılınası istenmiştir. Yaşlıla­
nn, dini, ilıni, ahlili, iktisadi, milli ve manevi bütün gelişmelerde büyük emekleri
vardır. Onlan yalnız başına, sevgi ve saygıdan malırum bir şekilde bırakmak, hem dini hem de insani açıdan büyük bir nankörlüktür. Onun için Allah Teiila, ana-babaya
ve onlann şahsında bütün yaşlllara minnet borcumuzun olduğunu ve teşekkür edilmeye hak kazandıklannı bildirmiştir.
55
6c-
Yakın
Akrabamn Nafakası
Nafaka, sözlükte çıkmak, gitmek, sarf etmek manalannı ifade eder. Bir insanın
aile efradına sarf ve infak ettiği şeye denir. Fıkıh ıstılahına göre nafaka, yeme-içime,
giyim-kuşam ve mesken ile bunlara tabi olan şeylerden ibarettir. Nafaka, örfen yalnız yeme için kullanılır. İnfak ise, nafaka vermek, bir malı bir mahalle sarf etmek demektir.56
İslam dini, yaşlılann korunması, bakılması ve onlara ilginin gösterilmesi husu51
52
53
54
55
56
Tirmizi, Birr, 75.
Levent, Lamia, a.g.e., s. 41-42.
Buhari, Meğfizi, 21, Merza, 13, 20; MUslim, Ceniiiz, 12.
Ahmed b. Hanbel, m, 160.
Bkz. Nemi, 27/19; Lokınan, 31114; Ahkiif, 46/15.
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı lslfimiyye ve Istılalıatı Fıklıiyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İstanbul,
1976, II, 444.
HUZUREV1NtN D1NDEK1 YERİ
sunda çeşitli tedbirler almış ve düzenlemeler getirmiştir. Yaşlılık deyince ilk olarak
akla, onlann sosyal güvenliği gelir. Sosyal güvenlik müesseselerinin bulunmadığı
dönemlerde, insanın ailesi bu vazifeyi görürdü. Aile içerisinde dayanışma ve yardım­
laşma gayet kuvvetli idi. Bunlann başında nafaka yükümlülüğü getirdi. Baba çocuğuna, çocuk ana-babasına bakınakla yükümlüydü. Hatta ana-baba Müslüman olmasa bile, fakir olması durumunda nafaka hakkına sahipti. Fürı1, ihtiyaç halinde usulün
(ana-baba, dede, nine) nafakasını ternin etmekle mükelleftir.
Varlıklı
olan bir kimse muhtaç olan ana ve babasının nafakasını vermekle yükümlü kılınınıştır. " ... Anne ve babana öfbile deme ... " 57 ayeti, bu yükümlülüğünde­
Iili olarak kabul edilmiştir. Çocuklann, ihtiyaç sahibi olan anne ve babalannın -çalışmaya güçleri yetse bile- nafakasını vermekle yükümlüdürler. "Kişinin yediği en
helal kazanç kendi kazancıdır. Çocuğu da kendi kazancıdır. Bunun için, çocuklannı­
58
zın kazandıklarından yiyiniz." hadisi de nafakanın meşruiyetine delil olarak getirilmiştir.
Şayet
çocuklar, kız ve erkeklerden oluşuyor ve zengin iseler, ana-babalannın nafakasını eşit olarak karşılarlar. Bir başka görüşe göre ise, miras ilkesine kıyas edilerek kızlar bir, erkekler iki kat olarak nafaka verirler. Eğer çocuk ve ana-baba da fakir iseler, bu durumda çocuk, ana-babasının nafakası ile yükümlü değildir.
küçük olan çocuklarının nafakalannı sağlamaya mecburdur.
"Eğer (aynldığınız eşleriniz) sizin için çocuğu ernzirirlerse onlara ücretlerini veriniz."59 ayeti bu hükmün delili olarak kabul edilıniştir. Çocuk, babanın bir parçasıdır.
Dolayısıyla çocuğun nafakası, kendi nafakası gibidir. Şayet baba fakir, anne zengin
ise o taktirde çocuğun nafakasını temin etmekle ı,ınne yükümlü tutulur.
Bir kimse,
yaşlan
Hanefılere
göre, bir kimse, aralannda evlenme yasağı bulunan yakın akrabasmdan müteşekkil küçük çocuklann, kadınlann, muhtaç yataiale erkeklerin nafakalannı
sağlamak mecburiyetindedir. İmarnı Şafi'ye göre, bir kimse ana-baba ve çocuklanndan başkalanna nafaka vermekle mükellef değildir. 60
İslam fıkhı
çerçevesinde ana-babanın ve yakın akrabanın bakımının kimler tarafından ve nasıl yapılacağı açık bir şekilde ortaya konulıııuş, bu hususta taksiratı olan57 İsril., 17723.
58 Ahmed b. Hanbel, VI, 193; Tirmizi, Ahkfun, 22; İbn Mil.ce, Ticil.ril.t, 64.
59 Talil.k, 65/6.
60 Geniş bilgi için bkz.
Şemsu'l-Eimme
Serahsl, Ebfi Bekir Muhammed b. Ahmed, Kitiibu'l-Mebsılt,
1982, V, 222-224 vd; Burhanüddln Ali b. Ebu Bekir Mergınil.nl, el-Hidiiye
Şerlıii Bidiiyeti'l-Miibtedf, yy, ts. II, 45-47; Abdullah b. Mahmud b. Mevdfid el-Mevsıli, El-llıtiyiir li
Ta'lfli'l-Mulıtiir, Çağn Yayınlan, İstanbul, 1981, IV, 10-13, Bilmen, Ömer Nasuhi, a.g.e., II, 495-508.
Çağn Yayınlan, İstanbul,
Diyanet Umi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
lar uyanlmış hatta çeşitli müeyyideler uygularuruştır. İslam tarihi boyunca men kanunlarda bu konunun ehemmiyetine istinaden önemli tedbirler alınmıştır. Yakın tarihimizde Osmanlı döneminde verilen bir mahkeme karan, bu meselenin hem önemini hem de sosyal yönünü göstermesi bakımından dikkate şayandır.
Üsküdar Hamza Fakih Mahallesinde oturan Adile Hanım, kocasının olmadığını,
aylık kırk yedi buçuk kuruş maaş aldığını, bu miktann nafakasına ve giyimine yetmediğini, Hüsniye ve Nuber adlarındaki kızlannın her birinin zengin olduğunu, üzerlerine düşen nafaka miktannı kendisine vermediklerini, onlardan nafaka talep ettiği­
ni içeren bir dava açmıştır. Bunun üzerine Adile Hanım'ın kızlan da annelerinin zengin olduğunu iddia ederek nafaka vermeyeceklerini belirtmişler, annelerinin kendi
evlerinde kalabileceğini ifade etmişlerdir. Bunun üzerine mahkeme, Hamza Fakih ve
Gülfem Hatun Mahallesi imarnını, muhtannı, Ahmed. Celebi Mahallesi müezzinini
durumu araştırınakla görevlendirmiş, yapılan incelemede kızlann zengin olduklan
tespit edilmiştir. Şahitlerin şahadeti ve Adile Hanım'ın kızlannın annelerinin zengin
olduguna dair delil getiremeınesi üzerine mahkeme, kızlardan her birini, annelerine
her ay yirmi kuruş vermek üzere toplam kırk kuruş nafaka ile yükümlü tutmuştur.
Aynca mahkeme, kızlannın evlerine aruıenin gelme mecburiyetinin olmadığına karar vermiştir (1318 Hicri). 61 .
.
Görüldüğü
gibi annelerine bakmak istemeyen ve nafaka vermeyi reddeden kızla­
nu durumu önce araştınlmış, annenin iddia ettiği zenginlik durumlan sorgulanıruş ve
neticede annenin lehine karar verilerek kızlar nafaka vermekle yükümlü tutulmuştur.
7- Huzurevi
Huzurevi: B_akıma muhtaç yaşlı kişilerin; belli bir ücret karşılığında bakılıp korunduğu, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlannın karşılandığı özel veya yan resı:nl kuruluş62şeklinde tarif edilmektedir. Bu kısımda; tarihi süreç içerisinde huzurevi uygulaması var mıdır? Varsa ne şekilde olmuştur? Müslümanlar buna ihtiyaç duymuş mudur? Zengin bir vakıf kültürüne ve mirasına sahip olan Müslüman toplumlarda çeşit­
li vakıf müesseseleri arasında huzurevleri bulunmakta lnıdır? gibi sorulara yanıt aranacaktır. Bu değerlendirmelerin sonunda "Huzurevinin İslam Dirundeki Yeri Nedir?" konusu üzerinde durulacaktır.
7a-
Asr-ı
Saadet
7aa- Suffa Örneği:
. Hz. Peygamber, hicretten sonra Medine'ye
vanşını
müteakip günlük namaziann
61 İstanbul Müftülüğü Şeri Siciller Arşivi, Üsküdar Defteri, 6/763.
62 Dictiomıaire l.arousse-Ansiklopedik Sözliik, Milliyet Gazetesi Yayınlan, İstanbul, 1993-1994, ill,
1097.
HUZUREV1NlN DİNDEKİ YER1
icinde kılınması, İslaı:nl eğitim ve öğretimin icra edilebilmesi için bir bina inşa etrne;e karar verdi. Bu iş için elverişli bir arsa satın aldı ve üzerini düzelttirip burada tıığ­
ladan bir yapı inşasına girişti. Peygamber (s.a.v), bu inşaatta sadece alelade bir işçi
gibi çalışınakla kalmadı, aynı zamanda bir mimar-mühendis olarak da yeterliliğini ispat etti. Bu yapının kıble yönüne doğru otıırtıılmasında, tayin ve tespit işini bizzat yapan o olmuştur.
Bugün Mescid-i Nebev! olarak adlandırılan bu camide birbirinden ayn üç mekan
vardı. Birincisi, namaz kılınması için geniş bir boşluk. İkincisi, Suffa yahut Zulla
· (üstü örtülü yer, gölgelik) denen ve okul ihtiyaçlan için kullanılan mahal. Üçüncüsü,
Resiilüllil.h (s.a.v)'in zevcelerine tahsis olunmuş birkaç odadan ibaret ayn bir kısım.
63
Suffa, ilk İslam üniversitesidir. Bizzat Resiilüllah (s.a.v) burada dersler veriyordu. Medine'de yatıp kalkacak bir evi bulunmayanlar için Suffa, aynı zamanda geceleri bir yurt-yatakhane olarak da kullanılmaktaydı. Yine burada, İslam'ın temel esaslarının neler olduğunu öğrenmek üzere dışandan gelen yabancılar da kalmaktaydı.
Bu gibi kimseler, kendi yurtlanna dönmeden önce burada bir müddet kalırlardı. Bir
seferinde burada 80 kadar TernYm kabilesine mensup yabancı banndırılrnıştı. Medineli cömert insan Sa'd b. Ubade, 80 talebenin yiyecek ve içeceğini ternin etrnekteydi. Öyle bir zaman geldi ki Suffa'da okuyan talebelerin sayısı 400'e kadar yükseldi.
Muhtemelen bu sayıya yerli ve yabancı talebeler dahildir. Resiilüllah (s.a.v), Suffa'da
kalan ve su taşımak, odun kesrnek vs. suretiyle hayatlannı kazanan bu yabancı talebelerin ihtiyaçlannı gidermek üzere Medinelilerin sahavet ve iyilikseverlik duygulanna hitap ediyordu.
Suffa'daki talebeler, mübelliğ-muallimler, ,iman taşıyıcılan olarak Arap Yanmadası'nın dört bir köşesinde vazife görmek üzere kendilerini yetiştirip hazırlıyorlardı.
Suffa'da toplanan talebeler, esas itibariyle Kur'an-ı Kerim öğrenimi ile meşgul oluyorlardı ki, bunlara aynı zamanda "Kan" denmesi bu yüzdendir. Hz. Peygamber zamanla buradaki yığılmayı önlemek için, çeşitli mahallelerde ilkokul ya da hazırlık
okulları diyebileceğimiz birçok okul açtırınıştır.
64
Görüldüğü
gibi, Suffa, daha ziyade eğitim-öğretim amaçlı kullanılıruştır. Burada
yetişen Kur'an muallimleri çeşitli yerlere öğretmen olarak atanınışlardır. Evi-meskeni olmayanlar, Suffa'da kalmışlar ve Medine'ye İslam dinini kabul etmek ve esaslannı öğrenmek için gelenler de burada misafir edilmişlerdir. Diğer taraftan Suffa'da
63 Muhammed Harnidullah, ls/am Peygamberi, tre. Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1980, I, 193194; II, 830-831.
/
64 Geniş bilgi için bkz. Harnidullah, Muhammed, a.g.e., II, 830-833.
Diyanet İlmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
lar uyanlmış hatta çeşitli müeyyideler uygularumştır. islam taribi boyunca men kanunlarda bu konunun ebemmiyetine istinaden önemli tedbirler alınmıştır. Yakın taribirnizde Osmanlı döneminde verilen bir mahkeme karan, bu meselenin bem önemini bem de sosyal yönünü göstermesi bakımından dikkate şayandır.
Üsküdar Hamza Fakili Malıallesinde oturan Adile Hanım, kocasımn olmadığını,
aylık kırk yedi buçuk kuruş maaş aldığım, bu miktann nafakasına ve giyimine yetmediğini, Hüsniye ve Nuber adlarındaki kızlarının her birinin zengin olduğunu, üzerlerine düşen nafaka miktannı kendisine vermediklerini, onlardan nafaka talep ettiği­
ni içeren bir dava açmıştır. Bunun üzerine Adile Hanım'ın kızlan da annelerinin zengin olduğunu iddia ederek nafaka vermeyeceklerini belirtmişler, arınelerinin kendi
evlerinde kalabileceğini ifade etmişlerdir. Bunun üzerine mahkeme, Hamza Fakili ve
Gülfem Hatun Malıallesi imarnını, mubtarını, Alımed Celebi Malıallesi müezzinini
durumu araştırınakla görevlendirmiş, yapılan incelemede kızlann zengin olduklan
tespit edilmiştir. Şabitlerin şabadeti ve Adile Hanım'ın kızlannın annelerinin zengin
olduguna dair delil getiremernesi üzerine mahkeme, kızlardan her birini, annelerine
her ay yirmi kuruş vermek üzere toplam kırk kuruş nafaka ile yükümlü tutmuştur.
Aynca mahkeme, kızlannın evlerine annenin gelme mecburiyetinin olmadığına karar venniştir (1318 Hicr1). 61
.
>
Görüldüğü
gibi annelerine bakmak istemeyen ve nafaka vermeyi reddeden kızla­
nu durumu önce araştınlmış, annenin iddia ettiği zenginlik durumlan sorgularumş ve
neticede annenin lehine karar verilerek kızlar nafaka vermekle yükümlü tutulmuştur.
7-Huzurevi
Huzurevi: B_akıma muhtaç yaşlı kişilerin; belli bir ücret karşılığında balalıp korunduğu, sosyal ve psikolojik ibtiyaçlanmn karşılandığı özel veya yan resmi kuruluş62şeklinde tarif edilmektedir. Bu kısımda; tarih! süreç içerisinde huzurevi uygulaması var mıdır? V arsa ne şekilde olmuştur? Müslümanlar buna ihtiyaç duymuş mudur? Zengin bir vakıf kültürüne ve mirasına sahip olan Müslüman toplumlarda çeşit­
li vakıf müesseseleri arasında huzurevleri bulunmakta ·mıdır? gibi sorulara yanıt aranacaktır. Bu değerlendirmelerin sonunda "Huzurevinin İsliim Dinindeki Yeri Nedir?" konusu üzerinde durulacaktır.
7a-
Asr-ı
Saadet
7aa- Suffa Örneği:
. Hz. Peygamber, bicretten sonra Medine'ye
vanşını
61 İstanbul Müftülüğü Şen Siciller Arşivi, Üsküdar Defteri, 6/763.
62 Dictiomıaire Larousse-Ansik/opedik Söıliik, Milliyet Gazetesi
1097.
müteakip günlük
Yayınlan, İstanbul,
namazların
1993-1994, III,
HUZUREVİNİN DİNDEKl YERİ
içinde kılınması, İslaınl eğitim ve öğretimin icra edilebilmesi için bir bina inşa etmeye karar verdi. Bu iş için elverişli bir arsa satın aldı ve üzerini düzelttirip burada tuğ­
ladan bir yapı inşasına girişti. Peygamber (s.a.v), bu inşaatta sadece alelade bir işçi
gibi çalışınakla kalmadı, aynı zamanda bir mimar-mühendis olarak da yeterliliğini ispat etti. Bu yapının kı bl e yönüne doğru oturtulmasında, tayin ve tespit işini bizzat yapan o olmuştur.
Bugün Mescid-i Nebevi olarak adlandırılan bu camide birbirinden ayn üç mekan
vardı. Birincisi, namaz kılınması için geniş bir boşluk. İkincisi, Suffa yahut Zulla
(üstü örtülü yer, gölgelik) denen ve okul ihtiyaçlan için kullanılan mahal. Üçüncüsü,
Resulüllil.h (s.a.v)'in zevcelerine tahsis olunmuş birkaç odadan ibaret ayn bir kısım.
63
Suffa, ilk İslam üniversitesidir. Bizzat Resı1Iüllah (s.a. v) burada dersler veriyordu. Medine'de yatıp kalkacak bir evi bulunmayanlar için Suffa, aynı zamanda geceleri bir yurt-yatakhane olarak da kullanılmaktaydı. Yine burada, İslam'ın temel esaslannın neler olduğunu öğrenmek üzere dışandan gelen yabancılar da kalmaktaydı.
Bu gibi kimseler, kendi yurtlanna dönmeden önce burada bir müddet kalırlardı. Bir
seferinde burada 80 kadar Temim kabilesine mensup yabancı banndırılrnıştı. Medineli cömert insan Sa'd b. Ubade, 80 talebenin yiyecek ve içeceğini ternin etmekteydi. Öyle bir zaman geldi ki Suffa'da okuyan talebelerin sayısı 400'e kadar yükseldi.
Muhtemelen bu sayıya yerli ve yabancı talebeler dahildir. Resı1lüllah (s.a.v), Suffa'da
kalan ve su taşımak, odun kesrnek vs. suretiyle hayatlannı kazanan bu yabancı talebelerin ihtiyaçlarını gidermek üzere Medinelilerin sahavet ve iyilikseverlik duygulanna hitap ediyordu.
Suffa'daki talebeler, mübelliğ-muallirnler, .iman taşıyıcılan olarak Arap Yanmadası'nın dört bir köşesinde vazife görmek üzere kendilerini yetiştirip hazırlıyorlardı.
Suffa'da toplanan talebeler, esas itibariyle Kur'an-ı Kerim öğrenimi ile meşgul oluyorlardı ki, bunlara aynı zamanda "Kfui" denmesi bu yüzdendir. Hz. Peygamber zamanla buradaki yığılmayı önlemek için, çeşitli mahallelerde ilkokul ya da hazırlık
okullan diyebileceğimiz birçok okul açtırınıştır.
64
Görüldüğü
gibi, Suffa, daha ziyade eğitim-öğretim amaçlı kullanılınıştır. Burada
yetişen Kur'an muallimleri çeşitli yerlere öğretmen olarak atanrnışlardır. Evi-meskeni olmayanlar, Suffa'da kalınışlar ve Medine'ye İslam dinini kabul etmek ve esaslannı öğrenmek için gelenler de burada misafir edilmişlerdir. Diğer taraftan Suffa'da
63 Muhammed Hamidullah, ls/am Peygamberi, tre. Salih Tuğ, İrfan Yaxınevi, İstanbul, 1980, I, 193194; II, 830-831.
/
64 Geniş bilgi için bkz. Hamidullah, Muhammed, a.g.e., II, 830-833.
Diyanet 1Jmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
kalaniann çoğu çeşitli şekillerde hayatlannı kazanmanın gayreti içerisinde olmuşlar­
dır. Bu durum, Suffa'da kalanlann, fiziki kuvvete haiz ve sağlığı yerinde olan kimseler olduğunu göstermektedir. Suffa, her şeyden önce bir yaşlılar yurdu değildir. Suffa'da kalanların kimi, Mekke'den Medine'ye hicret eden yiyecek, 65 yatacak ve hannacak yerleri olmayan fakirlerden, 66 yoksullardan67 oluşmuş, kimi de kendini ilme vakfetmiş yerli ve taşradan gelen öğrencilerpen meydana gelmiştir. Bu sebeple, Suffa'yı
günümüzün kültürü, algısı ve ahiili yapısına paralel olarak gelişen huzurevleri ile
mukayese etmek doğru değildir.
Kimi araştırmacılann "Suffa uygulaması, günümüzde hayli yaygınlaşan huzurevlerinin, güçsüzler yurtlannın, bakımevlerinin güzel bir ömeğidir" şeklinde yaptığı
değerlendirmeler, Suffa'nın kuruluş amacı ile örtüşmemektedir. Zira Suffa, her şey­
den önce, hem ilim öğreıırneye kendini adayaniann tahsil gördüğü bir eğitim müessesesi olarak işlevini sürdürmüş, hem de bunlann banndığı bir yurt vazifesi görmüş­
tür.
68
7ab- Tarihi Süreçte Huzurevi Örneği
Müslümanlar tarih boyunca Kur'an ve hadislerin70 teşvik ve tavsiyeleri ile vakıf­
larda bulunmuş, vakıf inşa etmiş ve hayri hizmetlerde yanşmışlardır. Vakıf eserleri sayesinde nice ihtiyaç sahibi insanlar sevindirilıniş, barındınlınış, doyurulmuş, tedavi
edilmiş, eğitilmiş ve kısaca insan olma şerefınin hazzıru yaşarnışlardır. Temelinde insani düşünce ve duyguların en üstünü olan sevgi, şefkat, merhamet, yardırnlaşma ve
dayanışma gibi ulvi duyguların yer aldığı vakıf müesseseleri, günümüzde devam eden
en eski ve en gözde sosyal kuruluşlanmızdan birisidir.
69
Asr-ı
Saadetten günümüze kadar kurduğu vakıflar, siyasi, sosyal, ekonomik ve
kültürel açıdan toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda hizmet yapmıştır. Yol, kaldırım,
köprü, aşevi, konukevi, su kanallan, kitaplık, çeşme, sebiller, mezarlık, spor sahalan,
hastaneler, hamarnlar, şifa haneler vs. gibi kamu hizmetlerini deruhte etmişlerdir. Vakıflar, öksüz kızlara çeyiz temini, borçlan yüzünden hapis olanların, borçlanmn ödenmesi, müflis olarak hapsedilenlerin tahliyesi, köy ahalisinin ihtiyarlanna elbise verilmesi, yetirnlere, dul kadınlara, muhtaçlara yardım edilmesi, çocukların balıarda açık
havada gezdirilmesi, okul öğrencilerine gıda, elbise, öğretim malzemesi ve gezi gide65 Tirmizi, Siire, 2, 34.
66 Ahmed b. Hanbel, I, 197; Buhfui, SaHit, 58, Mevfikit, 41.
67 Buhfui, Büyu', 1.
68 Köten, Akif, a.g.e., s. 276.
69 Aı-i lmran, 23/92;2/ Yasin, 36/12.
70 Buhfui, Eşribe, 13; Zekat, 44; Vesayii, 22, 28; Müslim, Zekat, 42, Vasiyet, 14; Ebu Diivi1d, Vesayii, 14 vb.
HUZUREVlNtN D1NDEK1 YERİ
ri tahsisi, yoksul çocuklar ile dullara ve yoksul yaşlılara elbise ve zahire verilmesi,
yoksul ve kimsesizlerin cenazelerinin kaldınlınası, bayramlarda çocukların ve yoksulların sevindirilınesi, hayvanlara gıda ve su verilınesi gibi hizmetler yapmışlardır.
71
Akla gelebilen her sahada vakıflar kurulmuş, adeta sosyal ve bireysel hayatta
boşluk bırakılınarnıştır. Her devrin kültür, anlayış ve ihtiyaç olgusuna göre gelişen
vakıf eserlerinde statü olarak günümüzde rastlanan huzurevi ve benzerlerine hemen
hemen rastlanmamaktadır. Aşağıda bunun sebepleri üzerinde durulacaktır.
Eski Türklerde Hakan, Sultan ve Bey'in görevi, halkı memnun etmek ve onlara
iyi bir hayat ternin etmektir. Destanlarımızda açları doyurmak, çıplakları giydirmek,
borçluları borçlarından kurtarmak erdemli faaliyetlerden sayılınaktadır. Türk hükümdarları, hüküm sürdürdükleri bölgelerde birçok hastane, imarethane ve kervansaray yaptınruşlardır.
Dikkati çeken önemli bir nokta, Türk toplumunda bugünkü anlamda yaşlı bakı­
mevlerine benzer ya da huzurevleri diyebileceğimiz kururnların fazla yaygın olmayı­
şıdır. Eski Türk sosyal yapısında huzurevlerine benzer kurumların az oluşu yadırgan­
mamalıdır. Çünkü o günün toplum yapısında bu tür kuruluşlara gerek duyulınamış­
tır. Her aile ve yakın akraba çevresi kendi yaşlısına bakmak durumundaydı. Çünkü o
günün anlayışında insanlar, yaşlısına sahip çıkmayı zorunlu hissediyordu. Bu tür tutum ve davramşlarda sağlam Türk aile yapısımn önemli rolü olduğu söylenebilir. 72
Bazı
Türk devlet adamları dönernlerinde çocuklara, dullara ve yaşlılara bakım
için bugünkü anlamda huzurevlerine benzemese bile kayda değer kuruluşlara rastlanmaktadır. Türk tarihinde özellikle Anadolu Selçukluları'yla kurumsaliaşmaya başla­
yan vakıflar, Osmanlı döneminde olgunluğa ulaşmış ve sayıları onbinlerle ifade edilir duruma gelıniştir. Bu tür sosyal yardımlaşma ve dayamşmamn geliştiği Türk toplumunda huzurevi statüsündeki kururnlara fazla ihtiyaç duyulınarnıştır.
73
Kur'an ve hadislerin ana-babaya karşı gösteriınıesi gereken itaat ve saygı ilkeleri
doğrultusunda Müslüman-Türk ailesinde ebevyne büyük saygı duyulur. Yine bu sebepledir ki, günümüz dünyasında, yaşlanan anne ve babaların bakımı için yapılan ve
7
adına "huzurevi" denilen bir müesseseye pek ihtiyaç hissedilmerniştir. ~ 71
Geniş
bilgi için bkz.
Cımılıııriyetin50. Yılmda Vakıflar
(1923-1973
arası) Vakıflar
Genel
Müdürlüğü,
İstanbul, 1974. Giriş; XIV, s. 2 ve devamı. Aynca bkz. Hilmi Baki Kunter, Türk Vakıflan ve Vaktiye-
leri Üzerinde Mücmel Bir Etüd, Ankara, 1938, Vakıflar Dergisi, I'den ayn basım, s. 15-05, 108, ll;
Yılmaz Öztuna, Biiyiik Tiirkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1978, X, 318-319, 322, 334-336.
72
Doğan,
Cihangir, a.g.t., s. 42-43.
73
Doğan,
Cihangir, a.g.t., s. 44.
74 Ziya Kazıcı, Kültürüroüzde Yaşlılık ve Yabancı Gözüyle Ülkemizde Yaşlılar, Yaşlılık Dönemi ve
Problemleri, İstanbul, 2007, s. 243. içinde (Tartışmalı llrni Toplantılar Dizisi, 51,09-10 Aralık, 2006,
Üsküdar, İstanbul).
Diyanet
nmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
Kur'an'ın
anne-babaya itaat etme, iyilik yapma ve güzel muamele emri 75 , Osmanlı toplumunda büyük bir yankı bulmuştur. İstanbul'da İsveç Büyükelçisi olarak çalı­
şan ve Osmanlı toplumunu iyi tanıyan D'Ohsson (1740-1807), ana-babaya ve yaşlı­
larakarşı nasıl davranıldığını şöyle anlatır: "Hangi halde ve hangi seviyede olursa olsun çocuklar, hiçbir zaman ana-babaya karşı hürmette kusur etmezler. Tabiatın emrettiği, aklın gerektirdiği bu davranış, üstelik Kur'an tarafından da şu ayetlerle takviye edilmiştir: "Allah, ana-babanıza hürmet etmenizi, onları sevmenizi, onlara faydalı olmanızı enıreder. Onları hor görmekten sakının, onlara kötü söylemekten sakının.
Ana-babanızla konuşurken daima hürmetkar olun. Onlara karşı müşfık olun ve onlanu sözünden dışarı çıkmayın." Bütün bunların sonucu olarak bir çocuk, babasının
karşısına çıktığı zaman ellerini göğsünün üstüne kavuşturmuş ve gözlerini yere indirmiş durumda bulunur. İzin verilınedikçe hiçbir zaman babasının karşısında oturmaz.
En seçkin aileler de dahil olmak üzere, birçok ailede baba sokağa çıkacağı zaman çocuklar, yaşlan ve mevkileri ne olursa olsun, mutlaka biri sağında, biri solunda kollanyla ona destek olarak avlunun kapısına kadar gidip orada ata binillesine yardım
ederler. Aynı şekilde eve dönüşte de yine onu karşılamaya koşar ve aynı vazifeleri
tekrarlarlar. " 76
Görüldüğü
gibi Kur'an'ın emri ve Peygamber (s.a.v)'in tavsiyeleri ışığında, İslam
toplumunda ana-baba ve yaşlılara karşı derin bir saygı ve sevgi oluşmuştur. ibadet
ruhu ile şekillenen bu kültürün neticesinde ana-baba ve yaşlılar, hak ettikleri muameleyi görmüş ve yaşianmanın getirdiği problemleri bu sayede asgari dereceye indirmişlerdir. Tabii ki, böyle bir toplumda huzurevinin yaygınlaşması düşünülemez ya
da böyle bir ihtiyaçtan söz edilemez.
Bir başka anlatırnda Müslüman Türklerin ana-babaya ve yaşlılara gösterdiği saygıdan ve onları ziyaretten sitayişle bahsedilir. Boğdan Beyi Dimitrius Cantimir'in
"Histoire de l'Empire Otoman" ismiyle Fransızca'ya tercüme edilen meşhur eserinde
bu konu şöyle anlatır: "Türkler, uzun bir gaybubetten sonra eğer maddi İnıkanlan
varsa babalarını veyahut vatanlarını ziyaret etmek üzere sılaya gitmekle şer'an mükelleftirler. Bu hususun ilimali Allah'ın emrine itaatsizlik sayılır. Bir darb-ı mesele
göre müsait zamandasıla için vatanıyla ana-babasını ziyarete gitmek, hac için Mekke'ye gitmek kadar mühim bir vazife sayılrnıştır."
77
75 lsrii, 17/23-24.
76 M. de M. D'Ohsson, XVIJI. Yiizytl Türkiye'sinde Öıfve Adet/er, çev. Zerhan Yüksel, Tercüman 1001
Temel Eser, No, 3, İstanbul, 1972, s. 216-217.
77 !smail Hami Danişmend, Garb Memba'/arma Göre Eski Tiirk Seeiye ve Ahlakt, !stanbul, 1967, s. 91.
r-..J~
24
HUZUREVİNlN DİNDEKİ YERİ
İngiltere'nin İstanbul
setirlerinden Sir James Porter de Türklerin aile yapısı hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir; onun için
çocuklarda sonsuz bir itaat ve inkiyad ile beraber evlatlık vazifeleriyle alakadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür. Bu terbiye tarzının neticesi olarak Türklerde büyüklerine karşı son derece saygı ve yaşları ilerledikçe ihtiyarlara
karşı büyük bir hürmet hasıl olınaktadır."
78
Yabancıların müşahedeleri
ile dile getirilen bu Inisallerde görüldüğü gibi, Kur'an
ve hadis merkezli bir aile ve toplum yapısından söz edilmektedir. Kur'an ve hadislerde altı çizilen prensipler doğrultusunda ana-baba ve yaşlılara karşı gösterilen yaklaşım ve davranış modellerinin neticesinde, bugün ortaya çıkan tabloda görüldüğü gibi, huzurevi şeklinde müesseseler vücut bulmarnıştır.
7ac- Darülaceze Örneği
Yoksullar yurdu, düşkünlerin kaldığı-barındığı yer, korunmaya muhtaç olanların
toplanıp kaldığı mekan, anlamlarını içeren "diirülaceze"nin, işlevsel açıdan tarihin
çeşitli dönenılerinde değişik adlarla da olsa, bir müessese olarak hizmet verdiği bilinmektedir. Ancak İslam toplunılarında özellikle "diirülaceze" nin Osmanlı döneıninde kurulmuş ve geliştirilıniş olduğu görülür.
Diirülaceze' nin kuruluşu, Süreyya Paşa' nın, IL Sultan Abdulhaınid'in, bu konudaki iradesini ve fermanını Kiirnil Paşa'ya bildiren bir yazısı ile başlar. Hicô takvim ile
8 Şaban 1307 ve milad! takvim ile 30 Mart 1890 tarihli yazının resınl bazı tabirler ve
padişah hakkındaki klişe ifadeler kullanılarak bugünkü dilimize çevrilıniş sureti şöy­
ledir:
"Geçiınini sağlamak
için sokaklarda dilenmekte olan ve kimsesiz bulunan çocuklarla hasta, sakat erkek ve kadınların dilenme zilletinden, horluğundan kurtarılarak
vücutlarının dayanabiieceği ve yapabileceği ölçüde çalışarak kendi işleri ile geçinebilmelerini sağlamak ve bunlardan işe güce yaramayanların da beslenip barındırılına­
sı ve kimsesiz çocukların eğitim ve terbiyesi için bir yer ayniması ve bunun için de
İstanbul'un ne tarafında, ne plan ve resimde ve ne büyüklükte bina yapmak ve tahsisat olarak nelerden ne ıniktar şey arayıp vermek lazım geleceği ve sair teferruat Şu­
ray-ı Devletçe hemen konuşularak ve o konuda süratle bir de nizarnniime yazıiarak
kendisine arz edilmesini padişahımız irade buyurmuşlardır."
79
Süreyya Paşa'nın bu
yazısında,
müessesenin
adı
78 Danişmend, İsmail Hami, a.g.e., s. 91-92.
79 Reşat Ekrem Koçu, Diirülaceze, İstanbul, 1974, s. 28, 30.
"Diirulaceze" olarak geçmeıniş-
Diyanet İlrni Dergi o Cilt: 45
o
Sayı:
4
tir. Bu tezkireden bir hafta kadar sonra, kurulacak müessesenin adı "Dfuiilaceze" diye kaydedilmiştir. II. Abdülhamit, 7 Nisan 1890 tarihinde fermanını imzalamış ve 13
Nisan 1890 tarihli bir resmi tebliğ ile yayınlanmıştır. Dfuülaceze'nin temeli ancak 12
Ekim 1894 yılında atılmış, inşaat üç buçuk yıl sürmüştür. Açılış töreni ise 12 Şubat
1897 Pazar günü yapılmıştır.
80
Darülaceze'ye kimlerin alınacağına dair maddelerden oluşan bir nizarnname yazılmış, maddelerinin arasına kurulacak olan hayır müessesesi için gerekli gelir kaynakları, kurulduktan sonra da masraflarının ne suretle karşılanacağı belirtilıniştir. Nizanınfunenin belli başlı maddeleri şöyle özetlenebilir:
1-Kimsesi bulunmayan alil (hasta) ve sakat erkekler. 2-Kimsesi bulunmayan alil
ve sakat kadınlar. 3-Kimsesiz erkek çocuklar. 4-Kimsesiz kız çocuklar ve bunlar için
ayn ayn dairelecin inşası. S-Bunlardan hastalıklı olanların tedavileri için Dfuiilaceze'de bir hastanenin bulunması zarureti. 6-Çocuklar Dfuiilaceze'de ilelebet kalmayacaklarına göre, talim ve terbiye kabul edenlerin her sene Tophane Sanayi Alayları'na
verilmesi ve sair münasip yerlere yerleştirilınesi. 7-Dfuülaceze'ye alınacaklarda milliyet ve mezhep gözetilmemesi. 8- Dfuiilaceze idaresinin Şehremaneti'nin nezareti altında çalışacak heyete tevdi ve heyetin reis ve azalarımil fahrl olması. 9-İmaretlerde
fukaraya verilen yemeklerden Dfuiilaceze'ye de verilınesi. lO-Kimsesiz oldukları
halde Dfuiilaceze'ye müracaat etmeyenler ve dilenıneye devam edeceklerin hapisle
tecziyesi. ll-Bunlardan taşrada olanların memleketlerine teb'idi (uzaklaştınlması).
81
Şuray-ı
Devlet
(Daruştay)
Tanzimat Dairesi, kabineye (hükümete), dilencilik denilen kötü alışkanlıkların çok genişlediğini, kesin olarak bunun yasaklanmasım, sokaklara terk edilmiş kimsesiz çocukların cehl içinde her türlü kötülükleri yapabilecek hale geldiğini, bilhassa o kimsesiz çocukların korunarak beslenmesi, bakılması,
talim ve terbiyesinin büyük bir hayır işi olacağını bildiren bir mütalaa yazısı göndermiştir.82
Görüldüğü
gibi en başta Dfuiilaceze'ye kabul şartları arasında "kimsesiz" kavramı geçmektedir. Sahibi bulunmayan ve akrabası olmayan düşkünler, yoksullar, hasta ve sakatların dilenme zilletinden kurtulması ön planda tutulınuş, onların rehabilitasyonu, eğitimi ve öğretimi hedeflenmiştir. Gördükleri hizmet açısından huzurevlerine benzer bir uygulama görülse de yapısal olarak, Dfuiilaceze'nin farklı olduğu anlaşılınaktadır. Bu durum, Osmanlı döneminde zengin vakıf müesseselerinin ve hayri
80 Geniş bilgi için bkz. Koçu, Reşat Ekrem, a.g.e., s. 30, 43.
81 Koçu, Reşat Ekrem, a.g.e., s. 31.
82 Bkz. Koçu, Reşat Ekrem, a.g.e., s.33.
26
HUZUREVlNtN DlNDEKl YER1
hizmet kurumlannın yanında Dfuiilaceze ve benzeri yapılanmalann olduğunu göstermekle birlikte huzurevi şeklinde bir teşkilatıanmanın olmadığım da ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu uygulama, Osmanlı dönernindeki Müslüman toplumun,
Kur'an ve hadis merkezli bir inanış ve bakış açısıyla ana-baba ve yaşlılara verdiği değere işaret etmekte, aile ortarnı içerisinde yaşlıların ibadet olgusu ile bakıldığını ve
barındırıldığını da gözlemlerne fırsatı vermektedir. Dfuiilaceze'nin kuruluş felsefesine uygun olarak din ve milliyet farkı gözetilıneksizin insanların kabul edilınesi,
Kur'an'ın, insana verdiği değerin bir uygulamasıdır.
Dfuiilaceze müessesesinin, 1877 Osmanlı-Rus savaşına dayandığı da belirtilmiş­
tir. Savaşta alınan ağır yenilginin ardından Osmanlı topraklannın büyük bir kısmı
kaybedilrniştir. Yaklaşık 400 bin kişinin göç ettiği İstanbul'da sosyal hayat tamamen
bozulmuş, sokaklar hasta ve yoksul insanlarla dolarak şehir genelinde bir hayat sı­
kıntısı başladığından dolayı Sultan IL Abdülhamit Han, sosyal hayattaki bu bozulına­
lan önlemek için Dfuiilaceze müessesesinin kurulınası çalışmalarım başlatma kararı
almıştır. 83
7b- Huzurevlerinin
Oluşumunu Hazırlayan
Ahlaki ve Sosyal Sebepler
Huzurevlerinin yaygınlaşmasında öne çıkan arnillerden biri belki de en önemlisi,
ahlak ve maneviyat alanında yaşanan gelişmeler ve buhranlardır. Tarihin kaydettiği
en ileri teknik ve medelli refaha rağmen ahiili ve sosyal alanda ortaya çıkan ciddi
tahribatlar ve aşınmalar neticesinde, toplumda, egoist ve çıkarcı bir zihniyet hakim
olmuştur. İnancın ve ilmin rehberliğinde inşa edilen medeniyetlerin kurulmasında,
temel unsur olan madde-ruh muvazenesi, ruhun aleyhine bozulmuş, insanlık maddenin esaretihe düşerek manevi cihetten neredeyse, sefalete sürüklenir hale gelmiştir.
yerini hırs ve menfaat unsurlarının alınası, insanlan birbirine
karşı yabancılaştırmıştır. "Rabbin hoşnutluğu, ana-babanın hoşnutluğuna bağlıdır"
"Büyüklerirnize saygı göstermeyen, bizden değildir" mefkiiresi ile yetişenler, daima
güçsüzlerin himayesini bir ibadet anlayışı ile üstlenrnişlerdir. Söz konusu erdemlerin
toplumda giderek azalınası, ahiili tefessüh ile birlikte çeşitli müesseselerin zuhuruna zernin hazırlamıştır. Huzurevlerinin kurulmasının ve çoğalmasının nedenlerini, bu
çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Hayri
duyguların
Şehirleşme, sanayileşme
sel
değer
ve normların
ve çekirdek ailenin yaygınlaşmasıyla birlikte, gelenekgiderek zayıflaması, insanların daha çok ferdiyetçi kişilik ka-
83 Tayfun Karali, Asırlık Tecrübesiyle Diirülaceze'de Yaşlı Bakmu, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İs­
tanbul, 2007, s. 103-104 içinde. (Tartışmalı nmi Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık 2006, Üsküdar,
İstanbul).
Diyanet
nmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
zanmaları, çıkarcı
ve maddeci zihniyetin öne çıkması, yaşlıların aile dışına itilmesine ve bakıma muhtaç h aie gelinesine neden olan önemli faktörler olarak sayılabilir. s.ı
Geniş
ailede çeşitli kuşaklar birlikte oturur. Bu aile, bir aile reisinin başkanlığın­
da eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Dar
ve çekirdek aile, kan-koca ve evlenmemiş çocuklardan meydana gelen ve geniş aile
sisteminin parçalanmasından oluşan bir ~le tipidir. Bu, özellikle sanayi toplumların­
da ve şehir hayatında görülen aile şeklidir. Görüldüğü gibi, geleneksel kültürde yaş­
lı bireyler, ailenin diğer üyeleri ile birlikte yaşamaktadır. Modern toplum diye nitelenen günümüzde ise yaşlılar, ailenin dışında kalmaya mahkı1m edilmiş, yalnızlığa
terk edilmiş, hatta bazıları çeşitli kurumlarda korunmaya ve barındırılmaya bırakıl­
rnıştır. Maddi değerlere fazla düşkün olan ve onu öneeleyen modern toplumun, kendine has ürettiği kurumlar vardır. Bu kurumlar da her ne kadar yaşlılara ve düşkün­
lere istenilen bakım yapılsa da, onların gönülleri feth edilememektedir. Zira onlar,
sevgiyi ve saygıyı paylaştıkları aile kurumundan ve akraba çevresinden uzaklaştırıl­
rnış ve bir bakıma izole edilmişlerdir.
85
Batı
toplumunun maddi anlamda refah toplumu haline gelmesiyle birlikte, bireyler iç sıkıntılar yaşamaya maruz kaldı. Modern araçlara sahip olinayanlar normal görünmemeye başladı. Geri kalınışlık psikolojisi, onları sahip olmaya, daha çok sahip
olınaya yöneltti. İnsanlar var olmayı, sahip olmada aradılar. Madde merkezli bir hayat düzeni doğdu. Anlarnlar dünyası yok oldu. İnsanlar toplum içinde var olmaktan,
kendi içinde var oldular. Madde ile çevrili bir dünyada manevi tatminsizlikler, insa86
nı bunalıma ve bulıranlara sevk etti.
Batı toplumlarında modernleşme akımından
en fazla zarar gören aile kurumu oldu. Ailenin, birleştirici ve koruyucu niteliği günden güne azaldı. Birey odaklı bir hayat tarzı gelişti. Ana-babadan ve yaşlılardan bağımsız bir neslin varlığı modernleşme
ile birlikte hız kazandı. Yaşlılar yalııızlığa terk edildi. Kendi kendine yetemeyen ve
yaşamak için başkalannın desteğine ihtiyaç duyan yaşlılar, problem haline geldi. Bu
gelişmelere paralel olarak yaşlıları koruyacak ve bakacak resmi ve gayri resmi kurumlar oluşturulmaya başlandı. Bu çerçevede düşünüldüğünde huzurevleri ve benzeri kurumların, menşe itibariyle Batı ile ciddi anlamda bağı olduğu söylenebilir. Türk
toplumu Batı'ya yönelişinden sonra, Batı'da gerçekleşen sosyal değişim sürecinin et84 Doğan, Cihangir, a.g.t., s. 47.
85 Mehmet Akif Aydın, "Aile" Diyanet Islam Ansiklopedisi, İstanbul, 1989, II, 96; Devlet Bakanlığı Aile Araştırma Kurumu, 21. Yiizyılm Eşiğinde Öifve Adetlerimiz, Ankara, 1997, s. 1-3.
86 Zeki Arslantürk, Moda ve Yaşlılık, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 191, içinde
(Tartışmalı tmi Toplantılar Dizisi, 51,09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
HUZUREVlNtN D1NDEK1
YERİ
kisinde kaldı. Hayat tarzında önemli kınlmalar yaşanınaya başlandı. Ahliiki ve hukuki yönden sosyal alanda ciddi şekilde dönüşümler görüldü. Bunun neticesinde Batı'da kurulan müesseselere benzer oluşumlar ortaya çıktı. Huzurevi adı altında gerçekleşen yapılanmalar, bunun tipik ömekleridir. İslam toplumunun inanç, ahlak ve
kültürel sisteminde evladı, yakın akrabası ve nafakasını ternin edecek kimselerin varlığı durumunda hiçbir yaşlı huzurevinde kalmaya mahkum edilmemiştir. Ancak bugünkü şartlar, huzurevi olgusunu gündeme taşımıştır ve ileri doğru bu gibi kurumlanu artarak gelişeceği tahmin edilmektedir.
7c- Huzurevinin Dindeki Yeri
Sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerin aile yapısını derinden etkilediği bir
gerçektir. Köylerden kentlere yoğun bir göç-hareketinin yaşandığı günüQJ.üzde, aile
yapısında önemli değişimler yaşanmaktadır. Geniş aileden çekirdek aileye geçiş hatta tek evbeveynli ailelerin giderek çoğalması, kadıniann aktif olarak çalışma hayatı­
na atılması, ticari seyahatler, mimaride daha ziyade çekirdek aileye yönelik konutlanu inşası gibi birçok gelişmenin, yaşlllann aile içerisindeki statüsünü alabildiğine zayıflattığı, giderek yaşlılann aile ortamlannda banndırılmasının güçleştiği öne sürülmekte ve ileriki yıllarda sürekli artan yaşlı nüfusun bannma, beslenme ve bakımı gibi sorunların ciddi manada problem teşkil edeceği belirtilmektedir. Sonuç olarak da
devamlı yaşlılann aleyhine gelişen söz konusu değişimler karşısında, onlara yönelik
beslenme bakım, banndırma, koruma gibi sosyal hizmetlerin geliştirilmesi, huzurevleri, dfuıılaceze ve benzeri müesseselerin artırılması gündeme gelmektedir.
İlk bakışta bu tespitiere hemen hemen itiraz edilmemekte, yaşhlann gözetilmesi ve
onlara gereken ihtimarnın gösterilmesi konusun~a genel bir ittifak oluşmaktadır. Ancak madalyonun diğer tarafının da hesaba katılması bir zorunluluk olarak karşımıza
çıkmaktadır. Y aşlılan, ailenin sıcak atmosferinden kopararak bir bakım müessesesine
yerleştirmek, onlann gönül dünyalarında psikolojik ve fizyolojik yapılannda büyük
değişikliklere ve yıktmlara sebep olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan çeşitli zorluklar içerisinde olsa bile yaşlı insan, hayatını aile ortamında çocuklanyla, torunlanyla,
yakın çevresi ile ve alışık olduğu yerde geçinneyi ister. Bannma yurtlannda, huzurevlerinde yaşlılar için sosyal şartlar, yaşama standardı her ne kadar daha iyi olsa da, onlann, genellikle yaşayıp büyürlükleri ve hayatlannı geçirdikleri mekanlan, yeni ortamlara tercih ettikleri görülür. İstanbul'un Zeytinburnu llçesindeki bir huzurevinde
kalan sadece birkaç kişinin izlenimleri, yukandaki tespitleri doğrulamaktadır:
"Huzur evinde her şeyimiz karşılanmaktadır. Üç öğün yemek yemekteyiz. Çamaşırlarımız yıkanmakta, ütülenmekte, dolaplanmıza koyulmaktadır. Maddi açıdan hiç-
Diyanet tlmi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
bir sıkıntımız yoktur. Ama içimizde bir ukde devam etmektedir. Beynirnizde, kalbiınizde hep bu ukde canlılığını korumaktadır. Ben isterim ki, ailemin, çocuklanmın,
torunlanının yanında olayım. Aile ortamında hayatımı sürdüreyim. Ama mümkün olmuyor. Huzurevinde, huzursuz yaşıyoruz. İçimiz hiç rahat değil. Aileleriınizi eğite­
medik. Bu yaşadıklanmız hep, ailelerimizin cahil oluşundandır. Benim üç çocuğum
var. Ama buradayım. Yaşım 65'tir. Fakat duracak evim yok. Burada kalmaya mecbur kalıyorum. Çocuklarım, yanlannda kaltnan;ıı istemediler. Bu huzurevinde kalanıann çoğunun çocuklan var. Çocuklan, onlan buraya getirdiler. Bazen, çocuklan gelenler var. Onlan hafta sonlannda evlerine götürüyorlar. Hayretle izliyoruz. Eylerine
giderlerken bayram sevinci yaşıyorlar. Bazılannın kafalanna dank ediyor. Yaptıkla­
87
nnın yanlışlığını anlıyor, babalannı buradan eve temelli götürüyorlar."
"81 yaşındayım. Üç oğlum var. Her birinin işi var, emekli olanlar da var. Üst seviyede bürokrat olan oğlum da var. Buraya geleli üç yıl oldu. Üç yıldan beri kimse
kapımı çalınadı, beni ziyaret etmedi. Kan ağlı yorum. Ben buralara düşecek insan değildim. Ama olsun, onlann da çocuklan var. Ben de ailemin, torunlanının yanında
olmayı isterdim. Belki benim de yanlışlanm olmuştur, çocuklanma karşı. Ama hatalar karşılıklı olur. Bunlar, onlann benim yanıma gelmemelerini, beni ziyaret etmemelerini gerektirmez."88
Huzurevlerine duyulan ihtiyacın giderek artması, toplum yapısının ahliild ve kültürel yönden ciddi anlamda değiştiğini göstermektedir. Her yerleşim birimine, huzurevi yapma yerine, aile yapısını güçlendirmek, alıliild ve manevi açıdan aileyi eğit. rnek ve desteklemek, büyük önem taşımaktadır. Dilli inançlann zayıflaması, alıliild
değerlerin yozlaştırılması ve bunlara bağlı olarak, kanaatin, sabnn, feragatin, cömertliğin, dayanışma ve paylaşmanın azalması, huzurevleri ve benzeri kurumlann yaygınlaşmasına vesile olınaktadır. Dilli inançlann ve maneviyiltın daha güçlü olduğu
dönemlerde bu yapılanmalara az rastlandığı görülmektedir.
Kur'an'da, insanın, şerefli bir varlık olınasının yanında zayıf yaratıldığına işaret
edilmiştir. Dolayısıyla her insanın yardıma, dayanışmaya, desteğe, ilgiye ihtiyacı
vardır. İnsana yardım, çok değerli ve hakka hizmet olduğu için, tarihi süreç içerisinde çeşitli güvenlik sistemleri kurulınuştur.
89
90
İslam
tarihinin sosyal güvenlik uygulamalanna ait misallerle dolu
87 Zeytinburnu Huzurevi, A. T.
Yaş,
65, 3 çocuk
babası,
88 H. Ö. yaş, 81. 17.05.2009, saat, 14.40.
89 lsrii, 17770.
90 Bkz. Nisii, 4/38.
........:>~
30
17.05.2009, saat, 14.20.
olduğu
görü-
HUZUREVİNlN D1NDEK1 YER!
lür. Devletin hazinelerinden özüdülere maaş bağlanması, funa ve topallara özel bakı­
cıların tayin edilmesi, hastanelerde özüdülere ayn bölümlerin tahsis edilmesi, bu
maksatla darulacezelerin ve vakıfların kurulması bunun çeşitli önıekleridir. Asr-ı Saadet'te, Hulefa-i Raşid1n devrinde, Emevi ve Abbasiler döneminde ve Türk DevletIerinde çeşitli güvenlik sistemlerinin oluşturulduğu ve müesseselerin inşa edildiği
görülür. 91
Ancak günümüzde gelişen ve Avrupa kültürünün bir ürünü ve neticesi olarak ortaya çıkan huzurevleri gibi kurumlara da pek az rastlandığı da söylenmelidir.
Kur'an'ın emri ve Peygamber (s.a.v)'in tavsiyelerinin ışığı altında kurulan İslam medeniyeti içerisinde yaşlılara, acizlere, hastalara, yoksullara, yetimlere, dullara ayn bir
önem verilmiş, onların bakımı ve korunması için çeşitli müesseseler kurulmuştur. II.
Abdülhamit döneminde kurulan Darulaceze örneğinde olduğu gibi, bu kurumlara girebilmenin en önemli şartı "kimsesiz olma" ile sınırlandınlmıştır.
İslam, yaşlı ana-babaya bakmayı ibadet olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla yaş­
lı
ana-babaya evlatların
bakması
hem dilli, hem de ahiakl bir görevdir. Cennetin kazanılmasını, ana-babanın azasına bağlayan İslam, yaşlı ve bakıma muhtaç ana-babanın aile ortarnından uzaklaştınlarak huzur evlerine, yaşhlar yurduna bırakılınasına
izin vermez. Bakacak kimseleri bulunmayan yaşlıların, hasta ve sakatların huzur evlerine ya da darulaceze ve benzeri kurumlara yerleştirilmeleri ve oralarda barındınl­
malan elbette tabii ve gereklidir. Usfil ve fürfi'u olmasına rağmen yoksul ya da acziyet içerisinde bulunmalan sebebiyle kendilerine bakacak kimseleri bulunmayan yaş­
blara ve acizlere, devletin ve sivil kuruluşların bakması ve sahip çıkması gerekir.
Devlet veya gönüllü kuruluşlar, kimsesiz yaşlılar için huzur evleri, yurtlar ve pansiyonlar yapabilir ve açabilirler. Ancak maddi iml(ana sahip evlatlan bulunan yaşlı
ana-babanın, aile ortarnından uzaklaştınlarak söz ~onusu kuruluşlara yerleştirilmele­
rinin hiçbir din!, ahiakl ve vicdaru yönü bulunmamaktadır. Yukanda anlamını takdim
ettiğimiz ilahi beyanlar, yaşlı ana~babanın hakkım koruma altına almış, onlara nasıl
muamele edileceğine dair prensipler ortaya koymuştur.
İşin
sosyal, ahiili ve kültürel arka planını düşünmeden, topluma ne kazandıraca­
ğını ne kaybettireceğini hesaba katmadan ticari sektör mantığı ile çeşitli müesseseler
ihdas ederek yaşlılan bu mekanlarda kalmaya mahkum etmek, en düşkün dönemlerinde oruarı sevgi ve ilgi ortarnından mahrum bırakmak, toplumun yabancılaşmasına
ve insanların yalnızlaşmasına zernin hazırlar. Bu açıdan yaşlılan, sıcak aile ortamla91 Bkz. Cahit Baltacı, ls/ilm Medeniyeri Tarihi, M. Ü. fiiilıiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İst., 2007,235237.
Diyanet Umi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
nnda tutmanın yollan aranmalı ve bu çerçevede yaşlılara bakmanın din!, ahiili ve
toplumsal bir görev olduğu zihinlere işlenmeli, eğitim ve öğretimin ana ilkesi haline
getirilmelidir.
Neden huzurevinin ve benzerlerinin, aile ortamının yerini tutamayacağı gerçeği­
ni, buralarda kalma zorunda olanlann şahadetlerinden öğrenmek daha yerinde olacaktır:
"İki oğlum var. Oğlumun biri, annesiyle birlikte hareket ederek beni evde istemediler. Vaktiyle sahip olduğum iki dairenin tapusunu hanımımın üzerine vermiştim.
İnsanıann maddi şeylere bu kadar tutkun olacağını, birbirini kıracağını ve dışiayaca­
ğını sanınıyordum.
Aile önemli bir yuvadır. Ailenin kökeni var, hatın var, kültürü
var, sıcak atmosferi var. Bir sofra etrafında yiyor, içiyorsunuz. Dertleri, sevinçleri,
sıkıntılan hep beraber paylaşıyorsunuz. Huzurevinde maddi açıdan rahatız. Üç öğün
yemeğimiz veriliyor. Ancak ailede teneffüs ettiğiniz havayı burada teneffüs edemiyorsunuz. Ailenin verdiği huzuru ve rabatı burada bulamıyorsunuz. Hep aklımız, zihnimiz, gönlümüz ailede. Burada kalınama rağmen, onlann başına bir şey gelmesini
istemem. Çocuklanmıza gereken terbiyeyi, kültürü, eğitimi veremedik. Saygı ve sevgiyi aşılayamadık. Büyüklerin, ananın-babanın kıymetini kavratamadık. Çocuklanmıza karşı hakkıyla görevimizi yapamadık Bunu da itiraf ediyorum. Neticede buralara düştüm. Buraya geldiğimi akrabalanm ve çevrem bilmiyor. Duysalar: 'Ah zavallı, buralara düşecek insan mıydı?, yazık olmuş' derler, üzülürler. Onları da üzmek istemiyorum. " 92
"İki oğlum vardı. Biri öldü. Buraya gelmek mecburiyetinde kaldım. Huzurevine
ilk geldiğimde kabuslar görmeye başladım. Ailemde beş vakit namazı kılınama rağ­
men ilk dört gün hiç namaz kılmadım. Psikolojik olarak sarsıldım. Fakat şimdi kendimi toparladım. Burada her ihtiyacımız karşılanıyor. Ama ailenin yerini tutmuyor."93
"İki kızım
var. Kızlanından birisinin yanında kalıyordum. Torunlanm bana rahat
vermiyorlardı. Kafam şişiyor ve yoruluyordum. Ben gençlere şunu tavsiye ediyorum.
Evlerinin, dairelerinin bir kenannda ana-babalan için sakin bir oda hazırlasınlar.
Ana-baba burada kalsın."9-l Bu ikrar, günümüzün mimarisinde konut projeleri yapı­
lırken nasıl ebeveyn, çocuklar ve misafirler için ayn ayn odalar düşünülüyorsa, yaş­
lılar için de bunun yapılmasının yerinde olacağını göstermektedir. Yukandaki tespit92
Zeytinburnu Huzurevi, K. A.
Yaş,
67, 11.09. 2009, saat:14.30.
93 Zeytinburnu Huzurevi, Ş. A. Yaş, 71, 1 !.09. 2009, saat: 14.45.
94 S. A. Yaş, 71, Il. 09. 2009, saat, 15.00.
HUZUREV1N1N DlNDEK1 YERİ
lerden de anlaşılacağı üzere, fiziki olarak huzurevlerinde ikamet eden ve barınan yaş­
lılar, zihnl ve kalb! yönden terk ettikleri ya da ettirildikleri ailede hayat sürmektedirler. Bu ikilem içerisinde huzurevlerindeki yaşlıların, daha ziyade gönüllerinin asılı
kaldığı ailenin hasretini çekerek ömür sürmeleri hiç de kolay değildir. Huzurevi olgusunun bu cephesi ve gerçek yüzü görmezlikten gelinemez.
8- Sonuç
Yaşhlara,
acizlere, hasta ve sakatlara sahip çıkmak, onları korumak, bakmak toplumun görevidir. Bunlara hizmet etmek için çeşitli müesseseler kurulabilir, adetleri
çoğaltılabilir. Fakat bu müesseselerin hiçbiri ailenin yerini tutmaz, o sıcaklığı, o sevgiyi ve o ülfeti veremez. Diğer taraftan toplumda iman, ahlak ve amel bütünlüğün­
den oluşan samimi dindarlığın artması için özen göstermenin de söz konusu problemierin azalmasına büyük katkı sağlayacağı unutulmamalıdır.
Kimsesizlerin, yaşlıların, aciz ve hastaların bakılması, beslenmesi ve korunması­
na yönelik kurumların oluşturulıııasına İslam dini müdahale etmez, bilakis onları teş­
vik eder. Kur'an'ın en önemli konusu, insanın hidayete ermesi, onun eğitim ve terbiyesidir. Bu açıdan insana hizmet, ibadet kapsarnma girer. Sosyal ve kültürel yönden
sürekli gelişmekte olan toplumumuzda bazı müesseselerin kurulıııasına şiddetle ihtiyaç duyulıııası, elbette göz ardı edilemez. İslam, insana hizmeti konu edinen hiçbir
faaliyeti reddetmez. Ancak ana-babaların ve yaşlıların, aile ortarnından tecrit edilıııe­
sine de nza göstermez. Yaşhlara, ana-babaya, aciz ve hastalara öncelikle evlatlann,
akrabalanmn ve yakın çevresinin sahip çıkınasım istemiş hatta bu uygulamayı nafaka çerçevesinde bir kural haline getirmiştir. Evlatlan ve yakın alerabası bulunan anababa ve yaşlıların huzurevlerine, barınma yurtlar;ına, dil.rülacezelere terk edilmesinin,
din!, alıiili ve insanı ellietten doğru olıııadığım belirtmek gerekir.
BİBLİYOGRAFYA
- Arslantürk, Zeki, Moda ve Yaşlılık, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İstanbul,
2007, s. 190-191 içinde (İslami İlimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı !lııı1 Toplantılar
Dizisi, 51, 09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
- Aydın, Mehmet Akif, "Aile" Diyanet İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet
Vakfı, istanbul, 1989, IT. aile maddesi.
- Baltacı, Cahit, islam Medeniyeti Tarihi, M.Ü. llil.hiyat Fakültesi Vakfı Yayınla­
n, İstanbul, 2007.
- Beydavı, Nasıruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer el-Beydav! (ö. 65811286), Envaru't-Tenzfl ve Esraru't-Te'vfl, Beyrut, ts. (Mecmfr'atü'n-mine't-Tefas!r içinde, I-VI).
Diyanet Umi Dergi • Cilt: 45 • Sayı: 4
- Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı lslfimiyye ve lstılahatı Fıkhıyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1976.
- Buhfui, Ebfi Abdiilah Muhammed b. İsmail (ö. 256/870), es-Sahfh, Çağn Yayınlan, İstanbul, 1981.
-Cumhuriyetin 50.
ğü, İstanbul, 1974.
Yılında Vakıflar
-Danişmend, İsmail,
(1923-1973
arası), Vakıflar
Genel Müdürlü-
Garb Memba'larına Göre Eski Türk Seciyesi veA!ılakı, İstan­
bul, 1967.
- Dfuinll, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman (ö. 255/866), es-Siinen,
Çağn Yayınlan, İstanbul, 1981.
- Davudoğlu, Ahmet, Sahihi Müslim Tercümesi ve Şerlıi, Sönmez Neşriyat, İstan­
bul, 1977-1980 .
- Demiray, Kemal,-Alaylıoğlu, Ruşen, Ansiklopedik Türkçe Sözlük, İstanbul,
1993.
-Devlet Bakanlığı Aile Araştırma Kurumu, 21. Yüzyılm Eşiğinde Öifve Adetlerimiz, Ankara, 1997.
-Doğan,
Cihangir, Türkiye'de Yaşlılık ve Huzurevi Olgusu, Yaşlılık Dönemi ve
Probleınleri, İstanbul, 2007, s. 33-34 içinde (İslfuni İliınler Araştırma Vakfı, Tartış­
malı İ1mi Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
- Dictiomıaire IArousse, Ansiklopedik Sözlük, Milliyet Gazetesi Yayınlan, İstan­
bul, 1993-1994.
- Ebfi Davfid, Süleyman b. el-Eş'as
yınlan, İstanbul, 1981.
es-Sicistfuıl
(ö. 275/888), es-Sünen,
Çağn
Ya-
-Harnidullah, Muhammed, islam Peygamberi, tre. Salih Tuğ, İrfan Yayınevi, İs­
tanbul, 1980
cr-m.
-Hazin, Alauddin Ali b. Muhammed (741/1340), Lübfibu't-Te'vflfi Meiini't-Tenzfl, Beyrut, ts. (Mecmuatü'n-mine't-Tefasir içinde, I-VI).
-İbn Hanbel, Alımed b. Muhammed b. Hanbel (ö. 241/855), el- Müsned, Çağn
Yayınlan, İstanbul,
1982 (I-VII).
-İbn Kesir, İsmail b. Ömer (77411372), Tefsiru'l-Kur'iini'l-Azfm, Kahraman Yayınlan, İst. 1984.
-İbn Mace,
Ebu Abdiilah Muhammed b. Yezid (ö. 273/886), es-Sünen, Çağn Yayınlan, İst. 1981.
r J CL.,.-,
34
HUZUREVİNİN DlNDEKİ YERİ
- İbnü Manziir, Ebu'l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Manzfir el-Efrlki (ö.
711/1311), Lisanü'l-Arab, Beyrut, 1999 (I-XVID)
-İstanbul Müftülüğü Şeıi Siciller Arşivi, Üsküdar Defteri, 6/763.
Hayrettİn
Arkadaşlan,
Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 2006 (I-V).
-Karaman,
ve
- Karaman, Hayrettİn ve Arkadaşlan,
yanet V. Ankara, 2004.
Kur'an-ı
Kerim ve Açıklamalı Meali, T. Di-
- Karan, Mehmet Akif, Biyolojik ve Sosyal Açıdan Yaşlanma, Yaşlılık Dönemi
ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 19 içinde (İslfuni İ. Araştırma Vakfı, Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, 'ıstanbul).
- Kazıcı, Ziya, Kültürüroüzde Yaşlılık ve Yabancı Gözüyle Ülkemizde Yaşlılar,
Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 209 içinde (İslfuni İlimler Araş­
tırma Vakfı, Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi, 51,09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, !stanbul).
- Karali, Tayfun, Asırlık Tecrübesiyle Dfuiilaceze'de Yaşlı Bakımı, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, !stanbul, 2007, s. 103 içinde (İslfuni llimler Araştırma Vakfı,
Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi, 51, 09-1 O Aralık, 2006, Üsküdar, !stanbul).
-Koçu, Reşat Ekrem, Darülaceze, !stanbul, 1974.
- Köten, Akif, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Y aşlılara Saygı, Yaşlılık Dönemi ve
Problemleri, İstanbul, 2007, s. 267 içinde (İslami İlimler Araştırma Vakfı, Tartışma­
lı llmi Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, İsüınbul).
'
- Köylü, Mustafa, Yaşlılık Döneminde Eğitim
ve Din Eğitimini Gerekli Kılan
Nedenler, Yaşlılık Dönemi ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 205 içinde (İslami llimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı llmi Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık, 2006, Üsküdar, İstanbul).
- Kunter, Hilıni Baki, Türk Vakrjlarz ve Vakfiyeleri Üzerine Mücmel Bir Etüt, Ankara, 1938, Vakıflar Dergisi, I'den ayn basım.
- Kurtubi, Ebu Abdilialı Muhammed b. Ahmed (671/1273), el-Camiu li Ahkfimi'lKur'an, Beyrut, 1993 (I-X).
- 'Levent, Larnia, Y aşlılara Saygı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara,
2008.
lıu
- Merğınani, Ebu'I-Hasen Ali b. Ebi Bekr b. Abdi'I-Celil (ö. 593), el-Hidaye Şer­
Bidayeti'l-Miibtedf, Beyrut, ts.(I-Il, ez. IV)
Diyanet nmi Dergi • Cilt: 45 •
Sayı:
4
- Mevsıli, Abdullah b. Muhammed b. Mevdiid el-Mevsıli, el-ihtiyar li Talili'lMuhtar, Çağn Yayınlan, İstanbul, 1980.
-M. de M. D'Ohsson, XVIII. Yüzyıl Türkiye'sinde Öifve A.detlerimiz, çev. Zerhan
Yüksel, Tercüman, 1001 Temel Eser, 3, İstanbul, 1972.
- Müslim, Ebu'I-Hüseyin Müslim b. el-Hacdic (ö. 2611874), es-Sahfh,
yınlan, İst. 1981.
Çağn
Ya-
- Nesat, Ebii Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali en-Nesat, (ö. 303/925 ), Sünenü'n-Nesaf, Çağn Yayınlan, İstanbul, 1981, (I-VIII).
- Nesefi, Ebu'I-Berekat Abdullah b. Ahmed (ö. 710/1310), Medarikii't-Tenzfl ve
Hakiliku't-Te'vfl, Beyrut. ts. (Mecmuatü'n-mine't-Tefasrr içinde, I-VI).
- Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1978.
- Razi, Muhammed b. Ömer (606/1210), Mefatılıu'l-Gayb, Beyrut, 1990 (IXXX).
- Serahs1, Şemsü'l-Eimme, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Ebi' Sehl (ö.
483/1090), Kitabu'l-Mebsı?.t, Çağn Yayınlan, İstanbul, 1983 (I-XXX).
- Şevkiini, Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö. 1250/1834), Fethu'l- Kildir elCamiu beyne Fenneyi'r-Rivfiyeti ve'd-Dirayeti minllmi't-Tejsfr, tashih, Ahmed Abdüsselam, Beyrut, 1994 (I- V).
-Tirmizi, Muhammed b. İsa et-Tirmizi' (ö. 279/892), es-Sünen, Çağn Yayınlan,
İstanbul, 1981 (I- V).
- Yücel, Nurullah, Demanslı Yaşlıların Sorunlan ve Demanslı YaşWara Kurumsal Bakım Modeli, YaşWık Dönemi ve Problemleri, İstanbul, 2007, s. 112 içinde (İs­
liimi İlimler Araştırma Vakfı, Tartışmalı İlm1 Toplantılar Dizisi, 51, 09-10 Aralık,
2006, Üsküdar, İstanbul).
- Zemahşeri, Ebu'l Kasım Carullah Muhammed b. Ömer (ö. 538/1143), el Keşşa:
fü an-Hakaikı Gavamidi't-Tenzfl ve Uyı?.ni'l-Ekfivfl fi Vücı?.hi't-Te'vfl, tashih Mustfa
Hüseyin Ahmet, Beyrut ts.
Download