Afyon Kocatepe Üniversitesi SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Cilt: 17 Sayı: 2 Aralık 2015 Afyon Kocatepe University Journal of Social Sciences Volume: 17 Issue: 2 December 2015 Sahibi / Owner Afyon Kocatepe Üniversitesi adına Rektör Prof. Dr. Mustafa SOLAK Editör / Editor Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Selçuk AKÇAY Prof. Dr. Kemalettin ÇONKAR Prof. Dr. Celal DEMİR Prof. Dr. Mustafa ERGÜN Prof. Dr. Ernest-Wolf GAZO Prof. Dr. Mustafa GÜLER Prof. Dr. Mehmet KARAKAŞ Prof. Dr. Şuayıp ÖZDEMİR Prof. Dr. Belkıs ÖZKARA Prof. Dr. İsa SAĞBAŞ Pof. Dr. Kasım TURHAN Prof. Dr. Hilmi UÇAN Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ Prof. Dr. Hakkı YAZICI Doç. Dr. Ethem Kadri PEKTAŞ Doç. Dr. Uğur TÜRKMEN Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA Yardımcı Editörler / Co-Editors Doç. Dr. Ethem Kadri PEKTAŞ Arş. Gör. Rahime FİŞNE Haberleşme ve Koordinasyon / Contact Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü ANS Yerleşkesi, 03200/AFYONKARAHİSAR Tel.: 0272 2281255/10565 - Belgegeçer: 0272 2281476 e-posta: [email protected], web: http://www.sbd.aku.edu.tr Haziran ve Aralık olmak üzere yılda iki kez yayınlanan AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, alanında uluslararası indeksler tarafından taranan hakemli, disiplinler-arası akademik bir dergidir. Dergide yayımlanan yazıların her türlü bilimsel, imlâ ve hukukî sorumlulukları yazarlarına aittir. AKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, ASOS, EBSCO, SocINDEX, MLA ve Akademik Dizin tarafından indekslenmektedir. İÇİNDEKİLER / CONTENTS Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Fatih ÖZAKTAN 1 The Place of Sirah in Qur’anic Exegeses within the Context of Surah Al-Anfal and At-Tawbah Maviş YILDIRIM Dilek MURAT Zeynep ACA Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar 29 Perceived Ethnic Discrimination Experiences of Romani Women in Turkey Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet Ayhan ÜRKÜNDAĞ 49 A Bandit from Uşak: Acemoğlu Ahmet Öznur BOZKURT Kahraman ÇATI Yusuf BİLGİN Adem BAŞ Fatma ÖZÇELİK HEPER Mehmet SARIŞIK Hülya Gülay OGELMAN Özlem KÖRÜKÇÜ Hatice ERTEN SARIKAYA Hande GÜNGÖR Ceyhun ERSAN Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği 67 Determining the Factors Affecting Sector Preferences of Entrepreneurs: The Case of Düzce Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi 85 In Terms of Congress Tourism Istanbul Province International Competitiveness Analysis Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları 109 Validity and Reliability Studies of the Turkish Version of Ladd and Profilet Child Behavior Scale, Victimization Scale, and Picture Sociometry for Four Year-Old Turkish Children Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi Mehmet ERKOL 131 To Make Sense of Religious Life in Turkey: Piety Case and the Measurement of Religion Muhafazakârlık, Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Şahin DOĞAN 163 Conservatism, Family and Woman (Çankırı Sample) Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri DOI NO: 10.5578/JSS.9288 Fatih Özaktan1 Geliş Tarihi:13.08.2014 Kabul Tarihi:17.03.2015 Özet Kur’ân’ın nüzûlü, tarihi bir bağlamda ve kültürel bir etkileşim içerisinde cereyan etmiştir. Tarihî bağlamı bilmek, Kur’ân’ı anlama ve yorumlama sürecinde büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşadığı coğrafyayı, tarihi-toplumsal şartları ve ayetlerin hangi olay ve soruya binâen indiğini bilmek âyetteki maksadın anlaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu malumatlara ıttıla siyer ile mümkün olduğu için siyeri bilmek, Kur’ân âyetlerinin maksudu İlâhiye mutabık anlaşılmasına yardımcı olur. Bu çalışmada meâl’den ziyâde “meâl-tefsir” anlayışının Kur’ân’ı anlamaya daha mutâbık olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bu gaye ile incelenen Enfâl ve Tevbe sûrelerinde bazı ayetlerdeki müphem yerler siyer bilgilerinden istifade edilerek müfesser hale getirilmiş ilgili ayetin meal-tefsiri verilmiştir. “Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yerini” tespit sürecinde hem rivayet tefsirlerine hem de siyer kaynaklarına müracaat edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Tefsir, Siyer, Enfâl, Tevbe. The Place of Sirah in Qur’anic Exegeses within the Context of Surah Al-Anfal and At-Tawbah Abstract The revelation of the Qur’an has taken place in a historical context and with cultural interaction. The familiarity with the historical context has a great significance in understanding and interpreting the Qur’an. In this respect, to have a comprehensive understanding of the meaning behind verses, it is crucial to have a strong background about the geography, the historical and cultural state of the Prophet’s era and the reasons for revelation. Since sirah is an exact and detailed 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, [email protected] 1 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri source of these information, mastering the knowledge of sirah is pivotal in understanding the real objectives and divine intention behind the verses. The aim of this study is to show that the ‘translation-exegesis’ combination is more appropriate in understanding the Qur’an rather than relying on a mere translation. For this purpose, the ambiguities in some verses from Surah al-Anfal and Tawba are made clear through translation-exegeses combination technique by reference to sirah sources. In determining the place of sirah for exegesis of the two surahs, narration based Qur’anic exegesis and sirah sources are used. Keywords: Qur’an, Tafsir, Sirah, Al-Anfal, At-Tawbah. Giriş Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nâzil olmasından itibaren Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlama ve anlatma Müslümanların en büyük gayesi olmuştur. Bu gaye doğrultusunda müfessirler yaşamış oldukları dönemin ihtiyaçlarına göre farklı çalışmalar ortaya koymuşlardır. Yapılan bu çalışmaları rivâyet ve dirâyet tefsiri şeklinde iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Ancak şu bir gerçek ki gerek rivâyete gerek dirâyete dayalı tefsir çalışması olsun her ikisinde de siyer ilminden istifade edilmiştir. Çünkü Kur’ân’ın nâzil olduğu toplumun inancı, algılayış tarzı, zihin dünyası, örf ve adetleri, sosyo-kültürel yapısı hakkında bilgi sahibi olmadan Kur’ân’ı anlamaya çalışmak mümkün değildir. Bu bağlamda özellikle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına vâkıf olmak büyük önem arz eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) sözlü açıklamaları ve yaşantısı ile Kur’ân’ın en büyük müfessiridir. Bu bilgilerin en câmi şekliyle siyerde bulunması hasebiyle siyer Kur’ân tefsiri açısından büyük ehemmiyeti hâizdir. 1. Siyer Kavramının Tahlili 1.1. Siyer Konunun önemli kavramı olan siyer kavramı ile ilgili ön bilgi vermek gerekmektedir. Arapça bir kelime olan “siyer/”ﺳﯿﺮ,”sîret/”ﺳﯿﺮة kelimesinin çoğulu olup yol, durum, tavır, davranış,(İbn Manzur, t.y.:IV, 390; Firuzâbâdi, 1982:528; Cürcâni, 1983:122) iyi olsun kütü olsun insanın ve diğer varlıkların durumu (İsfahanî, 1992:433) anlamlarına gelmektedir. ْ ﻗَﺎ َل ُﺧ ْﺬھَﺎ َو َﻻ ﺗَﺨ Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Musa’ya hitaben “ َﻒ َﺳﻨُ ِﻌﯿ ُﺪھَﺎ ِﺳﯿ َﺮﺗَﮭَﺎ ُ ْ اﻷوﻟَﻰ/Tut onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz!” (Tâhâ, 20/21) âyetinde âsanın durumu “sîret” kelimesi ile ifade edilmiştir. “Sîretü’n-Nebî” veya “es-sîretü’n-Nebeviyye” ise, ilmî bir ıstılah olarak, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hayatını, şahsiyetini, sıfatlarını, yapmış olduğu işleri, İslâm’a davet ve tebliğde ve sahabeyi yetiştirmede izlemiş olduğu 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 yolu ifade etmektedir (Zuhayli, t.y.:642). Daha genel bir ifade ile Peygamberlik mücadelesini bir bütün halinde ele alan ilim dalının adıdır. Sîret kelimesinin çoğulu olan siyer kelimesi Türkçe’de tekil gibi kullanılmaktadır (Ayverdi, 2010:1117). Ayrıca Türkçemizde, sîret kelimesinden ziyâde “siyer” kelimesi tercih edilmiş, (Yiğit, 2001:91) Nebî kelimesi ile birleştirilerek de izâfet terkîbi şeklinde kullanılmıştır. Bu ilim dalı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nispetle “siyer-i Nebî” olarak isimlendirilmiş olup siyer-i Nebî ile ilgili kitaplar, ilk önce İslâm Edebiyatı’nda daha sonra da Türk Edebiyatı’nda ortaya çıkmıştır (Atalay, 1994:61). 2. Kur’ân-ı Kerîm’de Siyeri Nebî Siyer-i Nebî kaynakları içerisinde Resulullah’ın hayatına âit bilgileri anlamakta, mukaddes hayatın kısa dönemlerini kavramakta ilk kaynak Kur’ân-ı Kerîm’dir (Al-i Abid, t.y.:I, 26). Kur’ân-ı Kerîm, siyerin ilk kaynağı olmasının yanı sıra Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hayatına dair bilgi veren en sahih kaynak olma özelliğine de sahiptir (Derveze, 1989:15).O’nun en sahih kaynak olması, nüzûlünden itibaren yazıya aktarılması, tahrife uğramaması (Öz, 2006: 39) ve bizzat Allah tarafından korunmuş olmasına bağlanmaktadır. Zîra Yüce Allah, Kur’ân’ın kendi himayesi altında olduğunu şu şekilde belirtmektedir: “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz” (Hicr, 15/9). Şu da bir gerçek ki Allah tarafından korunan bir kitaptan daha güvenilir hiçbir kitap yoktur. Bu Yüce Kitap güvenilir olmanın yanı sıra esas itibariyle bütün İslâmî ilimlerin kaynağı olduğu gibi siyer, megâzî ve İslâm tarihinin de en temel kaynağıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber’i (s.a.s.) tanımak için başvurulacak ilk kaynak Kur’ân olmalıdır (Hizmetli, 2006:380). Kur’ân’ın ilk kaynak olmasından; sadece Kur’ân’dan hareketle Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının tümünün yazılabileceğini kastetmiyoruz. Bizim burada söylemek istediğimiz uzun bir süredir âlimlerin gerçekleştirmeyi arzu ettikleri bir meseledir. Zîra ilk dönemde siyer-i Nebî ile meşgul olan ilim erbâbı, bu ilim dalının kavâid ve zevâbıt, sebr ve taksîmi yani usûlü olması gerektiği üzerinde durmuşlardır. Ancak bu zamana kadar siyer-i Nebî’nin kavâidden oluşan ve olayları herhangi bir mihenge vuracak bir usûlü olmamıştır (Özcan, 2001:40). Yani siyer-i Nebî’yi işlenmiş bir mâden hâline getirebilmek için Hz. Peygamber (s.a.s.) ve sahabe arasında yaşanan olayların aktarılmasından öte, bu olaylar esnasında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) göstermiş olduğu tavrın ve izlemiş olduğu politikanın, arka planı aydınlatılması gerekmektedir. Zîra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşantısı baştan sona Kur’ân’î hakîkatlerin bir yansımasıdır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ahlâk ve yaşayışı Hz. Aişe’ye sorulduğu zaman “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’ân’dan ibâret idi.” 3 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri (Müslim, 1955: Namaz, Hadis No:746) buyurması bunun en büyük delilidir. Bundan dolayı Kur’ân âyetlerinin ışığı ve hakemliği altında Kur’ân’da anlatılan siyer-i Nebî bilgilerinden yola çıkılarak ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı göz önünde bulundurularak siyer usûlü oluşturulmalıdır. Zikretmiş olduğumuz bu çalışmanın ilk adımı, İzzet Derveze tarafından atılmıştır. Zira O, Kur’ân âyetlerinin ışığı altında siyer-i Nebî’yi kaleme almıştır. İzzet Derveze de Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, Resul’ün hayatının Mekke ve Medine dönemleriyle ilgili âyetleri tetkik edip onları gruplandırdıktan sonra şu kanaatini dile getirmiştir. Şu ana kadar yazılmış ve hala da yazılmakta olan sîret kitaplarının izlediği metoda bağlı kalınmayarak; bazı isimler, tanınmış şahsiyetler, tarihler ve teferruata yer verilmeden, kronolojik bir seyir çizgisi izlenerek, Kur’ân’dan hareketle sîretin yazılacağından kuşku yoktur. Bu anlayışla ortaya konacak bir sîret, bize sağlıklı ve aydınlık tablolar sunacaktır. Bu sîrette pek çok yeni şeyle karşılaşacağımız gibi, zihinlere yer eden birçok husus da değişecektir. Muhammed İzzet Derveze, “Asru’n-Nebî ve bi’etuhâ kable’l bi’se vesîretü’r Resul” isimli iki eserini tamamen Kur’ân âyetleri ışığında yazmak sûretiyle, Kur’ân’dan yola çıkılarak siyerin yazılabileceği konusunda güzel bir örnek vermiştir (Çelik, 2003:11). Bu arada şu hususu da belirtmek gerekir; siyer kaynakları içerisinde en güvenilir ve ilk kaynak Kur’ân olmakla birlikte, rivâyet metoduyla yazılmış olan güvenilir tefsirlere müracaat etmeden siyerle ilgili konularda Kur’ân’dan müsellem bir mana çıkarılamaz (Umerî, 1988:30). Zira Kur’ân’da bahsedilen siyer âyetlerini doğru bir şekilde anlayabilmek için tefsirlerde izah edilen esbâb-ı nüzûlü, nâsih ve mensûhu iyi bilmek, (Hamade, 1989:45) ayrıca Arap dili ve edebiyatına hâkim olmak gerekmektedir. Klasik İslâm Tarihi kitaplarında Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına geniş yer verilmiştir. Ancak gerek siyer ve megâzî kitaplarında gerekse klasik İslâm tarihî eserlerinde birtakım asılsız haberler de bulunmaktadır. Dolayısı ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) gerçek kimlik ve kişiliği ile tanınması hususunda bazı sıkıntılar ortaya çıkmıştır (Hizmetli, 2006:380). Siyer ve megâzî kitaplarında geçen bu bilgiler Kur’ân’ın vermiş olduğu siyer bilgisi ışığında (Heykel, 2000: 46) hem bir beşer hem de bir Peygamber olarak iki cihetten kontrole tâbi tutulabilir. Kur’ân’da zikredildiğine göre Hz Muhammed (s.a.s.) bir beşer olarak bizim gibi yemek yemekte ve çarşıda dolaşmaktadır. Nitekim müşrikler bunu şu şekilde belirtmişlerdir. “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor”! (Furkan, 25/7). Bir beşer gibi O’da sinirlendiğinde bazen yüzünü ekşitmektedir. Abese sûresinde bu durum şöyle belirtilir; “Yanına görmeyen (âma) biri geldi diye yüzünü ekşitti ve sırtını döndü” (Abese, 80/1-2). Bu ve benzeri birçok âyet-i kerîme Hz. Peygamber’in (s.a.s.) beşer olma yönüne 4 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 vurguda bulunur. Bir kısım âyetlerde de O’nun nebevî yönüne dikkat çekilir. Kur’ân O’nun vahiy aldığını ve zaman üstü yolculuğa çıktığını ifade etmektedir. “Ey Resul’üm! Kur’ân’ı sana parça parça Biz indiriyoruz” (İnsan,76/23). “Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zâtın şanı ne yücedir!” (İsrâ, 17/1). Bu âyet-i kerîmelerde gözüktüğü gibi Kur’ân Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ana vasıflarıyla tanıtmıştır. Diğer taraftan Kur’ân, başka hiçbir kaynakta bulunması mümkün olmayan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) iç dünyasına ait bilgiler de vermiştir. Örneğin “(Resul’üm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuara, 26/3) âyetinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hâleti rûhiyesi hakkında bilgi vermiş adeta psikolojik bir analizini yapmıştır. Yine diğer âyeti kerîmede Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetine olan düşkünlüğünü ve merhametini belirtmek için kalbinde müminlere beslemiş olduğu muhabbeti bize bildirmektedir. “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 9/128). Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir insan oluşu ve diğer insanlar gibi beşerî bir mîzaca sahip olduğuna vurgu yapılır. Ancak sık sık Hz. Peygamber’in (s.a.s.) nebevî yönüne de değinerek O’nun sıradan bir beşer olmadığını hatırlatır. Muhâtabın kafasında hem beşerî yönü olan hem de nebevî yönü olan bir zât olarak tanıtılır. Muhatap da ancak bu iki özelliği mezc ettiğinde doğru bir nübüvvet anlayışına ulaşabilir. Kur’ân’ın bize vermiş olduğu bu bilgilerden ve kazandırmak istediği perspektiften yola çıkarak aynı zamanda sahih siyer rivâyetlerini de göz önünde bulundurarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) siyerine yönelik bir bakış açısı oluşturulabilir. Kur’ân-ı Kerîm odak alınarak ortaya konan bu bakış açısıyla âyetlerin tefsirinde yer alan bilgiler kontrole tâbi tutulabilir. Böylelikle Kur’ân tefsirine dayanak olan siyer rivayetlerinin doğru veya yanlış olduğu hususundaki kanaatimiz kesinlik kazanacaktır. 3. Kur’ân Tefsirine Siyerin Kaynaklığı Siyerin, Kur’ân-ı Kerîm tefsirine kaynaklığından bahsetmeden önce Kur’ân-ı Kerîm’in tarih anlayışından bahsetmek faydalı olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm dikkatle incelendiğinde son derece açık bir temel gerçek göze çarpmaktadır. Bu büyük gerçek, ilâhî mesajın sûre ve âyetlerinde önemli bir sahayı kapladığı gibi buna gâyet geniş yer verildiği görülmektedir. İşte bu büyük gerçek “Tarih olayı”dır (Halil, 1988:7). Tarih gerçeği Kur’ân’da tedrîcî bir biçimde, toplumların gelişmelerine paralel olarak anlatılmakta ve meydâna gelmiş hâdiseler kıssalarda ifadesini bulmaktadır (Şulul, 2008:20). Ancak Kur’ân’ın tarih olaylarına bakışı sadece kendine özgüdür. Hem önceki kitapların hem de tarihçilerin ve filozofların bakışından farklıdır. 5 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Kur’ân’ın tarihe bakışını şu şekilde dile getirilebilir. Kurân; tarihi, geçmişi, yaşanan zamanı ve geleceği ile bir bütün hâlinde insanoğlunun bir faaliyet sahası olarak görür (Hizmetli, 1991:151).Tarih olgusu ve tarih olayları bir bütün halinde değişik düzeylerde ve çeşitli insan toplulukları misalinde kıssa tarihi içerisinde aktarılır (Rosenthal, 1963:41). Bütün bu anlatımlarda insan, zaman, mekân ve tarihle ilgili hususlar ikinci planda yer alırken verilmek istenen mesaj ön plandadır. Kur’ân’da tarihî olaylar, gâyet değişik şekiller aldığı gibi son derece bir tedrîcilik içinde seyrederek insan toplumlarının gelişme seyri ile paralel olarak olaylar anlatılmakta ve meydana gelmiş, gerçek hâdiseler olan kıssalar aktarılmaktadır (Hizmetli, 2006:36). Kur’ân-ı Kerîm, kıssaları anlatırken kendine has bir üslûp kullanmaktadır. Kıssalar anlatılırken zaman ve mekân göz önünde bulundurulmadan toplumların her türlü davranışlarına egemen olan tarihi hüküm ve kanunlar esas alınarak son derece kesif bir şekilde insanlığa iletilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm Peygamberler Tarihini, büyük oranda kıssalar içerisinde anlatmaktadır. Peygamber kıssalarının geçtiği âyetler incelendiğinde Peygamberlerin, dış görünüşü, boyu, ten rengi gibi fiziki yapısı üzerinde durulmadığı görülür. Kur’ân, her zaman için onların ahlâkî yapısı üzerinde durur ve bu konuyu ön planına çıkarır. “Yahudiler ve Hıristiyanlar, Müslümanlara Yahudi ya da Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki: Hayır! Biz, hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildir”(Bakara, 2/135).”Gerçekten İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi” (Tevbe, 9/114). Bu ve benzeri birçok âyeti kerîmede Hz. İbrâhim’in yumuşak huylu olduğu, müşrik olmadığı, hanif dinine mensup olduğu, doğru ve dürüst bir kişiliğe sahip olduğu vurgulanır. Kur’ân, eski milletlerin dînî, ahlâkî ve siyâsî davranışların iyilerinden örnek, kötülerinden ibret alınmasını ister. Bakara sûresinde cumartesi günü çalışma yasağını çiğneyen İsrâiloğulları’na Allah’ü Teâla maymunlara çevrildiğini bildirmekte (Bakara, 2/65) ve hemen peşi sıra gelen âyette de “Bunu, hem bu hâdiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve korunacaklara da bir öğüt kıldık.” (Bakara, 2/66) buyurarak anlatılan tarihî hâdiselerin ibret ve öğüt için olduğunu bildirmektedir. Kur’ân, Peygamberlerin birbirlerini takip ederek gönderilmiş olmalarını sık sık zikrederek Risâlet’in bir tek olduğunu hatırlatarak cihanşümul bir anlayış getirir (Ecer, 1995:8). Kur’ân-ı Kerîm’de en geniş tanıtılan, hayatı hakkında en fazla bilgi verilen peygamber, bu yüce Kitab’ın muhâtabı Hz. Muhammed’dir (s.a.s.). Kur’ân-ı Kerîm onun hakkında bilgi verirken, peygamberler tarihiyle ilgili klasik çerçevenin dışına çıkmış, onun hayatı hakkında daha ayrıntılı bilgiler vermiştir (Yiğit, 2001:94). Kur’ân’da Hz. Peygamber (s.a.s.) dönemindeki savaşlar, yapılan antlaşmalar, Yahudi, Hıristiyan müşrik ve münafıklarla 6 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 ilişkiler, Hz. Peygamber’in tebliğ sürecinde sosyal ve âilevi ilişkiler vb. konularda pek çok bilgi mevcuttur (Apak, 2009:34-35). Bu başlıklar altında siyer-i-Nebî konusundaki sûre ve âyetlerin sayısı oldukça fazladır. Hatta siyer-i-Nebî Kur’ân-ı Kerîm’de işlenen ana konulardan biri konumundadır. Kur’ân, siyer-i Nebî hakkında bilgi verirken kıssalarda kullanmış olduğu üslûba yakın bir üslûp kullanır. Kur’ân’ın târihi bilgileri sunuş tarzından dolayı siyer-i Nebî hakkındaki bilgiler teferruat ve tafsilattan uzak olup muhtasar bir haldedir. Bu bilgilerde isim, rakam ve tarih zikredilmemiştir (Yiğit, 2001:94). Hâdise ve olayları anlatırken zaman söz konusu edilmediği gibi, mekân ve şahıs unsurlarına da her zaman rastlamak mümkün değildir. İslâm tarihinin en önemli konularından biri olan Hicret hâdisesinde zaman ve şahıs unsurundan bahsedilmediği gibi teferruâta girilmez. Diğer taraftan bir metninin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için o metnin indiği çağ, coğrafî şartlar, insanların örf ve âdetleri, anlayışları, inanışları, olaylara yaklaşımları, metinleri yorumlayış şekilleri iyi bilinmelidir. Zira Allah Teâla âyetin inmiş olduğu konjonktürü dikkate almış ve ona göre hitap etmiştir. Kur’ân’ın indiği dönemde sahabe aklına takılan konuyu Hz. Peygamber’e (s.a.s.), arkadaşlarına veya soru sormak istediği konu hakkında bilgisi olan herkese sorabiliyorlardı. Ancak şu anda Kur’ân metnine muhatap olan insan müphem bir ifadeyle karşılaştığında soru sorabileceği kimse yoktur. Siyer-i Nebî, hâdiseleri teferruatlı anlattığı için muhâtabın aklına gelebilecek muhtemel sorulara da cevap verebilmektedir. Netice itibariyle Kur’ân’ı anlamak ve anlamlandırmak için metnin indiği çağa tepeden kuşatıcı bir bakış açısıyla bakmak gerekmektedir. İşte biz bu bakış açısını en câmî bir şekilde siyerde bulabilmekteyiz. Siyer, Kur’ân’ın mücmelini tebyîn, müphemini tafsîl, mutlakını takyîd, müşkilini tavzih, (Gümüş, 1990:48) garip kelimelerini beyan etme, edebî incelikleri ihtivâ eden âyetlerin maksudunu bildirme gibi belli başlı hususlara taalluk etmektedir (Hizmetli, 1991: 139). Siyeri, Enfal ve Tevbe sûreleri bağlamında incelememiz sonucunda yukarıda belirtilen siyerin fonksiyonları daha hususi olarak şu şekilde belirtilebilir; siyer inşâi2 ve ihbârî cümleleri açıklamış3, sebeb-i nüzûlü bildirmiş4, âyetlerin tarihsel arka palanını belirtmiş5, konuyla bağlantılı bilgi vermiş6, âyette geçen grup ve şahısları bildirmiş,7 fıkhî hükümleri açıklamış8, hitabın kime olduğunu belirtmiş9, âyetin anlamını te’kit etmiş10, 2 Bk. Enfâl, 8/1, 12, 19; Tevbe, 9/37, 53. Bk. Enfâl, 8/11, 17, 24, 25, 44; Tevbe, 9/1, 3, 34, 58, 72. 4 Bk. Enfâl, 8/1, 9, 22, 27, 30, 36;Tevbe, 9/3, 17, 19, 24, 53, 75, 76. 5 Bk. Enfâl, 8/15, 19, 39; Tevbe, 38, 40, 61. 6 Bk. Enfâl, 8/15, 28, 60. 7 Bk. Enfâl, 8/7, 31. 8 Bk. Enfâl, 8/24; Tevbe, 9/29, 60. 3 7 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri âyetteki müphemi tebyin etmiştir11. Bu fonksiyonları ana başlıklar altında ve örnekleriyle birlikte şu şekilde zikredebiliriz: 4. Siyerin Mübhemâtü’l-Kur’ân’a Işık Tutması Müphemâtü’l Kur’ân hakkında bilgi vermeden önce müphem kelimesini lugavî yönüyle incelemek yerinde olacaktır. ( )ﺑﮭﻢkelimesinden türemiş olan ( )ﻣﺒﮭﻢkelimesi âyetlerdeki zaman, mekân, şahıs ve zamirlerdeki kapalılık göz önünde bulundurulduğunda ismi meful kalıbında kullanıldığı görülmektedir. Sözlükte de anlaşılmaz, kapalı, muğlak, müşkil, anlamlarına gelmektedir. “Müphem kelam” denildiğinde ise “kendisiyle ne kastedildiği her yönüyle açık ve net olmayan söz” anlamına gelmektedir (İbn Manzur, t.y:XII, 56). Nahiv âlimlerine göre müphem isimler; ismi işaretler, ismi mevsuller ve zamirlerdir (Mustafa vd., 1996:74). Müphemâtü’l Kur’ân şeklinde terim olarak kullandığında ise: “İnsan, melek ve cin gibi varlıkların yahut da bir topluluk veya kabilenin, Kur’ân’da açıkça değil de ism-i işaretler, ism-i mevsuller, zamirler, cins isimler, belirsiz zaman zarfları ve belirsiz mekân isimleriyle zikredilmesi demektir” (Cerrahoğlu, 1985:186; Demirci, 2006:216). Müphem olan ifadelerin delâlet ettiği manayı bilmek Suyûti’nin de belirttiği gibi sadece nakle dayanmakta olup bu konuda re’ye yer verilmez (Suyûtî, 1987: 1089). Kur’ân’da yer alan bu müphem ifadeler Kur’ân’ın kendisine has ifade özelliğinden kaynaklanır. Kur’ân, bu üslûbundan dolayı gerek kıssaların sunuluşunda gerekse diğer vesilelerle yer, şahıs ve zaman isimlerini ön plana çıkarmamaktadır (Albayrak,1992:107). Kur’ân’ın böyle bir metot kullanmasının pek çok hikmeti bulunmakla birlikte bu hikmetlerden birkaç tanesini şöyledir: a. Kur’ân, evrensel bir mesaj olduğu için hâdise ve olayları tamamen o zamana has kılmaktan ve o zamanla bütünleştirmekten uzak durmuştur. Tarih bilgisi verirken okuyucunun ilgi ve alâkasını yer, zaman, mekân, şahıs unsurlarından soyutlayarak okuyucuyu asıl alması gereken mesajla baş başa bırakmış böylelikle her çağda muhataplara, anlatılan tarihi olayla yaşadıkları zamanı bütünleştirme imkânı sağlamıştır. b. Bilindiği gibi Kur’ân anlam katmanlarına sahip bir kitaptır. Burada yer alan müphem ifadeler her muhâtabın, kendi sosyal, kültürel, ilmî durum ve seviyelerine göre anlatılan olay ve hâdisedeki kahramanları, mekânları, zaman dilimlerini, kendi zihninde canlandırma imkânı vermiştir. 9 Bk. Enfâl, 8/17. Bk. Enfâl, 8/38, 48;Tevbe 9/5, 24, 60. 11 Bk. Enfâl, 8/11, 19, 60; Tevbe 9/12, 36. 10 8 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Şayet klasik tarih kitapları gibi şahıslara, mekânlara ve zamana bağlı olarak konuları zikretseydi meselenin anlaşılması için tek boyutlu bir bakış açısı sunmuş olurdu. Halis Albayrak Kur’ân’da müphemâtın bulunuş hikmetini daha genel bir ifadeyle şöyle belirtir. “Onun bu anlatım tarzını, sadece Kur’ân’ın az sözle çok derin ve zengin manaları dile getirme özelliği olan mûcizeliğine hamletmek doğru olur.”İşte bu tür hikmetlere dayanarak zaman zaman bazı hususlar, müphem lafızlarla ifade edilmiştir. Ama bu belirsizlik hiçbir zaman mesajın anlaşılabilir ve kavranabilir olma özelliğini kaybettirmemiştir (Albayrak,1992: 107). Bir hâdisede geçen şahıs, zaman, mekân, isimlerine yer vermeden hem olaylara derinlik kazandırabilecek hem de vermek istediği mesajı kısa ve öz bir şekilde verebilecek başka hiçbir kitap yoktur. Kur’ân’da bulunan bu müphem bilgilerin bir kısmı, hadis yoluyla bir kısmıda siyer yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. Kur’ân’da anlatılan olay ve hâdiselerin daha üst seviyede bir vüzûha kavuşması, bütün Kur’ân manzûmesinin daha net bir görünüm arzetmesinde mühim bir katkı sağlayacağı şüphesizdir (Albayrak, 1992: 146). Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’i daha üst seviyede bir vuzûha kavuşturma görevini Hz. Peygamber’e (s.a.s.) tevdî etmiştir (Nahl, 16/44).Hz. Peygamber (s.a.s.) Kur’ân’ın bir kısmını izah ederek bu vazîfeyi îfâ etmiştir (Yıldırım, 2007: I, 336). Müphem kalan diğer yerler ise siyer ve hadis vasıtasıyla açıklanmaya çalışılmıştır. İncelemiş olduğumuz Enfâl ve Tevbe surelerinde bazı âyetlerinde bazen grup ve şahıs isimlerinde bazen de kavramlarda sık sık müphem ifadelerle karşılaştık. Ancak makale için çizilen çerçeveyi aşmamak için grup ve şahıslardaki müphemlikle, kavramlardan kaynaklanan müphemliğe birer örnek vermekle yetineceğiz. 4.1. Grup ve Şahıslardaki Müphemliğin Siyerle Açıklanması 4.1.1. Vaadedilen İki Topluluk Enfâl sûresinin yedinci âyetinde zamirden kaynaklanan müphem bir ifade mevcuttur. Ayet-i kerîmede şöyle geçmektedir: “Hatırlayınız, Allah size “iki topluluktan biri sizindir.” diye vaad ediyordu, siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise iradesi ve sözleriyle hakkı hâkim kılmayı ve inkâr edenlerin kökünü kesmeyi murat ediyordu” (Enfâl, 8/7). Âyet-i kerîmede “iki topluluktan biri sizindir” ifadesi yer almaktadır. Ancak âyet, bu iki zümrenin kimler olduğunu bildirmemektedir. Siyer rivayetlerine göre zikredilen iki zümre, Ebû Süfyan (Taberî, 2003: XI, 40; Derveze, 1962: VII, 17) başkanlığındaki Kureyş’in Şam’dan dönen, takriben kırk kişilik kervanıyla, Resulullah’ın bu kervana el koyacağını duyarak Mekke’den hareket edip Bedir’e kadar gelen, Ebû Cehil komutasındaki 9 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri yaklaşık bin kişilik müşrik ordusudur. Siyer bilgilerinden istifade ederek bu iki zümrenin hangi gruplar olduğunu anlaşılmaktadır. Âyette geçen “Siz güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz.” sözünden kasıt ise; Müslümanların kuvvetli olmayan zümrenin, yani kervanın kendilerinin olmasını istemeleridir (Derveze, 1962:VII, 17). Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i Kerîme şöyle okunabilir: “Hatırlayınız, Allah size, ‘Ebû Süfyan başkanlığındaki Kureyş’in Şam’dan dönen, takriben kırk kişilik kervanı veya Ebû Cehil komutasındaki yaklaşık bin kişilik müşrik ordusu sizindir’ diye vaad ediyordu, siz güçsüz olan kervanın sizin olmasını istiyordunuz, Allah ise iradesi ve sözleriyle hakkı hâkim kılmayı ve inkâr edenlerin kökünü kesmeyi murat ediyordu.” (Enfâl, 8/7). 4.2. Kavramlardaki Müphemliğin Siyerle Açıklanması 4.2.1. Fitne Kalmayıncaya Kadar Savaş “Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını görmektedir” (Enfâl, 8/39). Bu âyet-i kerîmede müphem birkaç nokta bulunmaktadır. Ancak biz burada en önemli müphem ifade olarak”fitne” kavramını düşündüğümüz için “siyerin kavramlardaki müphemliği gidermesi” bölümünde ele aldık. Âyet-i kerîmeyle ilgili şu hususların açıklanması gerekmektedir: 1) Fitneden kastedilen neydi? 2) Fitneye sebep olan kimlerdi? 3) Fitnenin çıkarılmasındaki amaç neydi? 4) Fitne nerede ve ne zaman çıkmıştı? Abdülmelik İbn Mervân, Urve’ye (ö. H.86) bir mektup yazmış ve ondan bazı şeyler sormuştu. Urve’nin O’na yazmış olduğu yanıt bizim sorularımıza cevap vermektedir. Urve, İbn Mervân’a şöyle yazmıştı: Selâm senin üzerine. Kendisinden başka tanrı olmayan Allah’a hamd ederim. Bundan sonra; sen bana mektup yazıp Allah Resulünün (s.a.s.) Mekke’den çıkışını sormuşsun. Sana bunu haber vereceğim. Güç ve kuvvet, ancak Allah iledir. Allah Resulü’nün (s.a.s.) Mekke’den çıkışının durumu şudur: Allah Resulü; kavmini, Allah’ın kendisine göndermiş olduğu, kendisine indirmiş olduğu hidâyet ve nura çağırdığı zaman ondan uzak durmamışlardı. Hattâ neredeyse onu dinleyeceklerdi. Tâ ki onların putlarını zikredinceye kadar. Ve mal mülk sahibi Kureyş’ten bir takım kimseler Tâif’ten gelinceye kadar. İnsanlar O’nun söylediklerinden hoşlanmadılar ve kendilerine itaat edenleri 10 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 ona karşı kışkırttılar. Böylece bütün insanlar, ondan yüz çevirdi ve Allah’ın korudukları dışında O’nu terk ettiler. Bunlar ise azlıktı. Allah’ın takdir buyurduğu kadar bu durumda kaldı. Sonra onların ileri gelenleri; çocuklarından, kardeşlerinden ve kabilelerinden Allah’ın dinine tâbi olanları bundan vazgeçirmek üzere düzen kurdular. Bunun sarsıntısı şiddetli bir fitne oldu. Bununla fitneye düşenler düştüler. Allah Teâlâ, onlardan dilediklerini fitneye düşmekten korudu. Müslümanlara bunlar yapıldığında; (İbn Kesîr, 1997:VII, 79) Allah Resulü (s.a.s.), onlara Habeş ülkesine gitmelerini emretti. Habeşistan’da kendisine Necâşî denilen sâlih bir kral vardı (İbn İshak, 1991:194). Onun ülkesinde kimseye haksızlık edilmez ve bununla birlikte ona senada bulunulur ve övülürdü. Habeş ülkesi Kureyş’in ticâret yaptığı bir yerdi. Orada tüccarları barındırırdı. Bol rızık, emniyet ve güzel pazar bulurlardı. Allah Resulü (s.a.s.) onlara buraya gitmelerini emretti de, Allah Resulü’nün fitneye düşmelerinden korktu ve Mekke’de sıkıştırılanların tamamı Habeş ülkesine gitti. Allah Resulü (s.a.s.) bu durumda Mekke’den ayrılmadı ve Müslüman olanlara şiddetle davranıldığı seneler boyu burada kaldı. Sonra İslâm Mekke’de yayıldı ve Mekkelilerin eşrafından, Müslümanlara kötülük yapılmasını engelleyecek olanlardan bir takım kimseler İslâm’a girdi. Müşrikler bunu görünce, Allah Resulü (s.a.s.) ve ashabına karşı işkenceyi azalttılar. İşte ilk fitne; Ashaptan fitne korkusuyla Habeş ülkesine doğru çıkanları Mekke’den çıkaran fitne olmuştur. Bunlar, içinde bulundukları fitne ve sarsıntılardan kurtulmak için oraya çıkmışlardı. Müşrikler işkenceyi hafifletip de onlardan bazıları İslâm’a girip müşriklerin onlara karşı işkenceyi azaltmaları konuşulduğu zaman; bu, Allah Resulü’nün (s.a.s.) Habeşistan ülkesindeki ashabına ulaştı. Onlara ulaşan haber: Onlardan Mekke’de olanlara karşı işkence azalmıştır ve onlar fitneye düşmeyeceklerdir, şeklinde idi. Böylece Mekke’ye geri döndüler ve burada emniyette olacaklardı. Ayrıca Medine’de Ensâr’dan birçok kimse İslâm’a girdi. İslâm Medine’de yayıldı ve Medine halkı Mekke’de Allah Resulü’ne (s.a.s.) gelmeye başladılar. Kureyş bunu görünce, onları dinlerinden döndürmek için düzen kurdular ve şiddetle davranmaya başladılar. Onları yakaladılar ve onları dinlerinden döndürmeye çalıştılar. Onlara şiddetli bir sıkıntı isabet etti. İşte son fitne budur (Râzî, 1981:XV, 128). Âyet-i kerîmede bahsedilen fitnenin Müslümanların başına iki defa geldiğini anlaşılmaktadır. İlk fitnenin vukû buluşu şöyle özetlenebilir; Allah Resulü, kavmini Allah’ın kendisine indirmiş olduğu hidâyet ve nura çağırdığı zaman ondan uzak durmamışlar neredeyse onu dinleyecek hale gelmişlerdi. Ancak onlara putlara tapılmaması gerektiğini söyleyince onlar İslâm’dan yüz çevirmişlerdi. Kureyş’in ileri gelenleri de putlarına söz söyletmek istememişlerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve O’na inananlara karşı İslâm’dan dönmeleri için şiddet uygulamaya başladılar. Hz. 11 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Peygamber (s.a.s.) de onlara Habeşistan’a hicret etmelerine izin verdi. İşte âyet-i kerîmede bahsedilen fitneden kasıt; Mekke’deki insanların İslâm’a girmelerini engellemek için yapılan baskı ve zulümdü. İkinci defa bu fitne şöyle gerçekleşmişti; Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden belli bir süre geçtikten sonra İslâm, Mekke’de biraz olsun güç kazanmıştı. Bunu duyan Habeşistan’daki Müslümanlar tekrar Mekke’ye dönmeye başladılar. Müşriklerin Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve sahabeye olan baskı ve zulmü tekrar arttı. Allah Resulü sahabeye Medine’ye hicret etmeleri için izin verdi. Kendisi de bir müddet sonra hicret etti. İşte ikinci fitne de Müslümanların Medine’ye hicret etmelerine sebep olan bu zulüm ve baskıydı. Âyet-i kerîmenin başında sormuş olduğumuz sorulara bu rivâyet ışığında cevap vermeye çalışalım. Âyette bahsedilen fitnenin Müslümanların Hz. Peygamber’e (s.a.s.) tâbi olmalarından dolayı gördükleri zulüm olduğunu anlamaktayız. Fitneye sebep olanlar ise Mekke’nin önde gelenleri ve zenginleriydi. Bu fitneyi çıkaranların ana amacı Müslümanları İslâm’dan yıldırmak Hz. Peygamber’i (s.a.s.) davasında yalnız bırakmaktı. Âyette bahsedilen fitne İslam’ın ilk yıllarından itibaren başlamış ve Hicrete kadar devam etmiştir. Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîme şöyle okunabilir: “Müslümanların dinden dönmeleri için başlatılan baskı ve zülüm (fitne) ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla savaşınız. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını görmektedir” (Enfâl, 8/39). 5. Siyerin Ahkâmu’l-Kur’ân’a Kaynaklık Etmesi H-k-m kelimesi ( )ﺣﻜﻢbir şeyi ıslah etmek için menetmek, engellemek ve bir hususta hüküm vermek, anlamlarına gelmektedir (İbn ُ )أَﺣْ َﻜ ْﻤdenildiğinde de “Falan kişiyi menettim”, Manzur, t.y:XII, 240). (ً ﺖ ﻓﻼﻧﺎ “engelledim” anlamına gelir. Zulmedenin zulmünü engellediği için hüküm veren kimseye hâkim denilir. “Hüküm” kelimesi ( )ﺣﻜﻢkökünden türetilmiş olup cemîsi “ahkâm/ ”اﺣﻜﺎمşeklinde gelir (İbn Manzur, t.y:XII, 240; İsfahanî, 1992:1151). Ahkâm, ıstılahta en meşhur tarifiyle Cenâb-ı Allah’ın mükelleflerin fiilleriyle ilgili hitâbıdır (Güngör, 1996: 57). “Ahkâmu’lKur’ân” şeklinde izâfet yapılarak kullanıldığında Kur’ân’ın hükümleri anlamına gelmektedir Fıkhî tefsir, Kur’ân-ı Kerîm’in amel yani ibadet ve müâmelat yönleri ile meşgul olan, bu konu ile ilgili bulunan âyetleri açıklayan ve onlardan hükümler çıkarmaya çalışan bir tefsir koludur. Bu nevi tefsirin gâyesi 12 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 İslâm’ın ilk temel kaynağı olan Kur’ân’ın ihtiva ettiği amelî hükümleri, kâide ve prensipleri ortaya çıkarıp onların nasıl uygulanacaklarını göstererek insanlara dünya ve ahiret saâdetini temin etmektir (Cerrahoğlu, 1988:47). İslâm hukukunda iki çeşit kanun vardır. Birincisi Allah Teâlâ’nın Kur’ân âyetleriyle ortaya koyduğu ve peygamberine ilham ederek onu üzerlerinde karar kıldığı “ilâhî kanunlar”dır. İslâm hukukunun bir diğer kanun nevi; sahabe ve tâbiûn başta olmak üzere müçtehit imamlarının “ilâhî kanun” naslarından, bu nasların mana ve ruhunu uygun bir şekilde ve istinbat suretiyle vâz ettikleri “beşerî kanunlar”dır. Bunlar müçtehitlerin istinbâd ve istimdatlarında göstermiş oldukları cehd sebebiyle “beşerî” vasfa sahiptirler (Hallaf, 1970:8). Biz buradan yola çıkarak iki husus üzerinde duracağız. Birincisi; ayetlerle ortaya konmuş olan “ilâhî kanunları” anlamada siyerin nasıl bir rol oynadığı, ikincisi ise; siyerin “beşerî kanunların” belirlenmesinde nasıl bir rol oynadığıdır. 5.1. Beşerî Kanunların Belirlemesinde Siyerin Rolü Siyer ilminin Ahkâmu’l-Kur’ân ile kuvvetli bir ilişkisi vardır. Çünkü âyetlerin ve teşriî meselelerin ekserisi, sorulan bir takım sorulara cevap olarak veya siyerle alakalı olarak inmiştir. Nitekim fıkhî tefsir alanında yazılan ilk eserlerden biri olan Cassas’ın (ö.371/981) yazmış olduğu Ahkâmu’l-Kur’ân’da, müellif zaman zaman tarihî kaynaklara başvurmuş, Muhammed b. İshâk (ö.151/768) ve Muhammed b. Ömer el- el- Vâkıdî’yi (ö. 207/823) bizzat kaynak olarak zikretmiştir (Güngör, 1989:66). Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatı “İslâm prensiplerinin ve ahkâmının tümünü sergileyen yegâne canlı tablodur. O’nun sîreti Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada O’nun ruhunu ve maksatlarını kavramada en önemli yardımcıdır (Bûtî, 1986: 32). Bedir esirlerine yapılacak muâmelede bunun örneğini görmekteyiz. Hâdise hülasaten şöyle gerçekleşmişti. Bedir savaşında yetmiş kadar düşman savaşçısı esir alınmıştı. Bu esnada esirlerle ilgili herhangi bir hüküm de vazedilmiş değildi. Hz. Peygamber, (s.a.s.) bu esirlere ne yapılması gerektiği hususunda sahabe ile istişâre etti. Hz. Ebu Bekir esirlerden fidye alınmasını tavsiye etti ve şöyle devam etti. “Bunlar amca ve akraba çocuklarıdır, onlardan fidye almanı uygun görüyorum. Böylece fidye kâfirlere karşı bize güç olur, belki Allah’ın hidâyetiyle ileride Müslüman da olurlar.” dedi. Hz. Ömer onlardan fidye kabul edilmemesini, hepsinin de öldürülmesini ileri sürdü. Ve görüşünü Hz. Peygamber’e (s.a.s.) şöyle açıkladı. “Doğrusu ben Ebû Bekir gibi düşünmüyorum. Bana göre, kellelerini uçurmamız için bize izin vermelisin; Ali, Akil’in, ben de filan yakınımın kafasını keseyim, çünkü bunlar kâfirlerin öncüleri ve ileri gelenleridir.” Hz. Peygamber’in (s.a.s.) içtihadı, onlardan 13 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri fidye alınması hükmü ile neticelenirken (Müslim, 1956:Cihâd, 58; Kurtubî, 2006:X, 72) Allah Teâlâ, bu meselede doğru olan hükmü Enfal Sûresi’ndeki şu âyeti kerîme ile beyan etmişti. “O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir peygamberin esirlerinin olması uygun değildir. Siz geçici dünya varlığını istiyorsunuz, Oysa Allah ahireti istiyor; Allah izzet ve hikmet sahibidir” (Enfâl, 8/67). Anlatılan bu olayda siyer-i Nebî’nin ahkâmu’l-Kur’ân’a şu yönleriyle ışık tuttuğu görülmektedir. Bu hâdisede siyer-i Nebî’den istifade edilerek; 1) Ahkâm âyetinin tarihsel arka planında nasıl bir olay yaşandığı, 2) Ahkâm âyeti inmeden önce Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ashabıyla istişâre ettiği, 3) İstişare sonunda Allah Resulü’nün bir içtihatta bulunduğu, 4) Ayeti kerîme’nin Hz. Ömer’in görüşünü destekler biçimde indiği öğrenilmektedir. Bedir esirlerine yapılacak muâmelede sahabenin görüşlerini aldıktan sonra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) içtihat yaptığı ve bu içtihat sonucunda ilâhî ikâza mâruz kaldığı görülmektedir. Bu siyer hâdisesinden çıkan işâret ve öğütler şu şekilde sıralanabilir. Birinci işaret: Resulullah’ın ashâbıyla istişâreyi kendisine prensip edinmesidir. Bunun için Müslümanlar, teşrîi bir esas olarak, hakkında kitap veya sünnetten bir nas bulunmayan hususlarda, şûranın kaçınılmazlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak hakkında Kitap’tan bir nass veya Resulullah’ın sünnetinden bir hadis bulunan konulara gelince; o konuda şûra caiz değildir. Ayrıca onun üzerinde herhangi bir karar verilmesi de gereksizdir. İkinci işâret: Fukahânın tümünün üzerinde ittifak ettiği gerçek şudur ki, şûra meşrudur. Fakat şart değildir. Yâni Müslüman bir hâkimin (komutanın) kanaatinde ve fikrinde şûradan yararlanması uygun olur. Fakat kendi görüşüne şûra üyeleri karşı çıksalar bile, ekseriyetin görüşünü alması, üzerine vacip değildir. Üçüncü işaret: Esirler ve Peygamberimizin içtihadı; Bu olay bize gösteriyor ki, Resulullah’ın içtihat etme hakkı vardır. Bu görüşü benimseyenler -onlar usûl âlimlerinin cumhurudur- Bedir esirleri meselesini buna delil göstermişlerdir. Resulullah’ın içtihat etmesi sahih olunca, buna binâen içtihadında isabet veya hata etmesi de sahih olur. Şu kadar var ki, hata sürekli devam etmez. Bilâkis, onun içtihatlarını tashih eden, Kur’ân’dan bir âyetin inmesi gerekir. Bu hususta herhangi bir âyet inmemiş ise, bu durum Resulullah’ın içtihadının Allah’ın ilmindeki gerçek üzere vukû bulduğuna 14 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 delil teşkil eder (Bûtî, 1986:257). Görüldüğü gibi Resulullah’ın (s.a.s.) esirler hakkındaki istişaresi sonucunda fidye ödemeleri şartıyla serbest bırakılmalarına karar vermesi, daha sonra bu hükmü vermelerinden dolayı Resulullah’ı ve ashabını kınayan âyetlerin inmesi meselelerinden yola çıkılarak yukarıda saymış olduğumuz fıkhî hükümlere varılmıştır. Yapılan çalışma siyer-i Nebî’yi atıl bir ilim dalı olmaktan çıkararak işlenen maden gibi mütekâmil bir ilim dalı hâline getirme çabalarının bir örneğidir (Özcan, 2001: 42). Ben burada sadece siyer-i Nebî’den bir hâdiseyi örnek olması bakımından serdettim. Bunun gibi daha nice fıkhî hükümler, siyer-i Nebî’den istifade edilerek verilmiştir. Bu örnek, siyer-i Nebî’nin Ahkâmu’l-Kur’ân’ın açıklamasında mühim bir kaynak olduğunu, fıkhî açıklamalarda önemli bir rol oynadığını göstermektedir. 5.2. İlâhî Kanunları Anlamada ve Kur’ân’ın Sünneti Neshi Meselesinde Siyerin Rolü: Yukarıda zikredildiği gibi Bedir esirlerine yapılacak muâmeleyi Resulullah (s.a.s.) ashâbı ile istişare etmiş, bir karara varmış ancak âyeti Kerîme istişarede alınan karardan farklı bir hüküm bildirmişti. İşte burada nassın olguya müdahelesi söz konusu olmuş Resulullah’ın da içinde bulunduğu istişare kararı tashihe uğramıştır. Fakihlerde siyer bilgilerinin verdiği olay ve nâzil olan ayeti göz önünde bulundurarak sünnetin Kur’ân’la veya Kur’ân’ın sünnetle nesh edilip edilmemesi meselesinde müteferrik görüşler zikretmişlerdir. Ancak biz buradaki tartışmalara girmeden âlimlerin çoğunluğunun görüşü olan Kur’ân’ın sünneti neshinin caiz olduğunu ve bunun Kur’ân’da birçok örneği bulunduğunu söyleyerek geçmek istiyoruz (Sibâî, 2009:458). Bedir esirleriyle ilgili uygulamada Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vermiş olduğu hüküm Allah tarafından tashih edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) Allah’ın kendisine ilham etmediği bir durumla karşılaştığında kendi tetkik ve takdiri neticesinde sâdır olan içtihâdî ahkâm, ahkâm-ı nebeviyyedir. Ancak bu ahkâmdan doğru olanlar tasvip edilmiş, hatalı olanlar ise yine O’nun tarafından tashih edilmiştir. Dolayısı ile siyer Kur’ân’ın sünneti neshettiğine delil teşkil etmektedir. 6. Siyerin Olayların Tarihsel Arka Planını Belirterek Kur’ân’a Işık Tutması Aslında Kur’ân’ın insanlığa sunduğu ilâhî çağrının sûre ve âyetlerdeki temel gerçeklerden birisi tarih olayıdır. Anlatılan bu olaylarda göz önünde bulundurulan husus, insanın değişkenliği, insanın tutum ve davranışlarındaki gelişmelerdir. Bu yönüyle tarihi olaylar, Kur’ân’ın hemen her sûresinde Kur’ân’da önemli bir yer tutar(Halil, 1988: 7). Öyle ki 15 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Kur’ân’ın birçok yerinde ya Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ilgili bir konudan bahsedilmekte veya sahabenin içinde olduğu bir olay örgüsü hakkında bilgi verilmektedir. Dolayısı ile bu olaylarda zaman, mekân ve şahıslar söz konusu olmaktadır. Siyerin aktarmış olduğu tarihi veriler, Kur’ân’da geçen insan toplulukları ve olay örgüsü hakkında bilgi vererek âyet inmeden önceki atmosferi solumamıza olanak sağlamaktadır. Bu atmosfer hakkında bilgi sahibi olmamız büyük önemi hâizdir. Zira âyetin nüzûlü ortamındaki mevcut câhili sosyo-kültürel yapıyı, örf ve âdetleri bilmek Kur’ân’ın nüzûl olduğu ortamı bütün bir tablo veya eksiksiz bir fotoğraf gibi ortaya çıkarmamıza yardımcı olmakta ve âyetin doğru bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır. Fazlurrahmân, Kur’ân’ı doğru anlayabilmenin en önemli şartının onun indiği dönemi incelemek olduğunu söylemektedir (Rahman, 1987:101). Zira Kur’ân’da bazı bölümler vardır ki ilk nazarda mana vermekte zorluk çekeriz. Çünkü âyet on dört asır öncesinin Hicâz bölgesinin kültürel yapısından motifler taşımaktadır. Yabancısı olduğumuz bu motifleri anlayıp, âyetin iletmek istediği mesajı kavrayabilmemiz için, o devrin sosyo-kültürel yapısını tanımamız gerekmektedir. Dolayısı ile o dönemin sosyo-kültürel yapısını tanıtan tarihî malzemeye ihtiyaç vardır (Albayrak,1992:147). Kur’ân’da farklı konularda tarihî bilgiler bulunmakta olup bu bilgiler Kur’ân’ın önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu tarihi anlatımlarda âyetin konusu içine giren şahıs, topluluk, mekân ve tarihle ilgili konularda bilgiyi yine tarihin bir kolu olan siyer-i Nebî’den almaktayız. Enfâl ve Tevbe sûreleri tefsirinde karşılaşmış olduğumuz farklı tarihi bilgilerden bir örnek vererek bu hususu açıklamaya çalışacağız. 6.1. Hz, Peygamber’in (s.a.s.) Hicreti “Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da Allah ona mutlaka yardım edecektir. Nitekim inkârcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına ‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hâle getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir, Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir”(Tevbe, 9/40). Âyet-i kerîmede İslâm Tarihînin en önemli olaylarından biri olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hicreti kısa bir şekilde anlatılmıştır. Siyer kaynaklarından istifade ederek âyetin baş bölümünde yapılan sitemin kime olduğunu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) niçin yurdundan çıkarıldığını, yolculuk esnasında arkadaşının kim olduğunu, hangi mağaraya sığındıklarını, arkadaşının niçin tasalandığını öğrenmeye çalışalım. 16 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bu âyet Tebük seferine hazırlık esnasında gevşeklik gösteren kimselere bir uyarı olarak inmiştir (Kurtubî, 2006:X, 210). Ayet-i kerîmede zikredilen meselenin tarihi arka planında ise şu hâdise yatmaktadır. Kureyşliler müslümanların Medine’ye gittiklerini görünce, bu artık tahammül edilmeyecek kadar büyük bir kötülüktür dediler (Kurtubî, 2006:X, 212). Aralarında yaptıkları görüşme neticesinde Resulullah’ı (s.a.s.) öldürmeye karar verdiler (Râzî, 1981:XVI, 65). Geceleyin evinin etrafını sardılar ve çıktığı takdirde O’nu öldürmek kastıyla gece boyunca evinin kapısını gözetleyip durdular (Kurtubî, 2006:X, 212). Peygamber (s.a.s.) de Ali b. Ebi Talib’e (r.a.) yatağında uyumasını emretti, (İbn Hişam, 1936: II, 126; İbn Sa’d, t.y.:I, 227; Kurtubî, 2006:X, 212) yüce Allah’a da izini görmemeleri için dua etti. Allah müşriklerin gözlerini bağladı ve uykularının onları bürümüş olduğu bir halde iken evden dışarı çıktı (Kurtubî, 2006:X, 212). Başlarına toprak saçıp ayrılıp gitti. (İbn Kesîr, 2000: VIII, 205) Sabah olduğunda Hz. Ali yanlarına çıktı, evde hiç kimsenin bulunmadığını onlara bildirdi. Böylelikle Resulullah’ın (s.a.s.) evden çıktığını ve kaçırmış olduklarını öğrenmiş oldular. Resulullah (s.a.s) da Ebû Bekr es-Sıddîk ile hicret için sözleşmiş idi (Kurtubî, 2006:X, 212). Her ikisi de develerini Abdullah b. Erkat’a (Uraykıt da denilmektedir) teslim etmişlerdi. Abdullah o sırada kâfir idi. Fakat her ikisi de ona güvenmişlerdi. Abdullah bir yol rehberi idi. Kendilerine Medine yolunu göstermesi için onu ücretle kiralamışlardı. Resulullah, (s.a.s.) Cumahoğulları’nın bulunduğu yerde bulunan Ebû Bekir’in evinin arka tarafındaki bir pencereden çıktı ve her ikisi de Sevr dağındaki mağaraya doğru yol aldılar. (İbn Kesîr, 1997:IV, 444). Hz. Ebû Bekir, oğlu Abdullah’a insanların neler konuştuğuna kulak kabartmasını emretti, âzatlısı Âmir b. Fuheyre’ye koyunlarını otlatarak geceleyin onların yakınlarına gelmesini ve böylelikle ihtiyaç duydukları içeceklerini koyunlarından almalarını sağlamasını emretti. Daha sonra yollarına koyulup mağaraya gittiler. Ebû Bekr es-Sıddîk’in kızı Hz. Esma onlara yiyecek, Hz. Ebû Bekr’in oğlu Abdullah da onlara haber getiriyordu (İbn Hişam, 1936:IV, 31-32; Kurtubî, 2006:X, 213). Her ikisinden sonra da Âmir b. Fuheyre koyunları ile geliyor ve kendisinden önce gelenlerin izlerini tanınmaz hale getiriyordu (Kurtubî, 2006:X, 213). Rivâyetlerin belirttiğine göre Kureyş’in ileri gelenleri, O’nu Mekke civarındaki yollarda yakalamak ümidiyle peşinden bir grup gönderdiler. Hatta bunlardan biri mağaranın önünden geçmiş başını uzatıp bakmış ve Hz. Ebûbekir büyük bir korku hissetmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine âyette belirtildiği gibi “Üzülme Allah bizimledir.” demişti. (Derveze, 1962:VIIII, 444). Onu takip edenler örümceği ve örümcek ağının örülmüş olduğunu görünce, mağaranın içinde hiçbir kimse bulunmadığına kanaat getirdiler (İbn Kesîr, 1997:IV, 449). Bunun üzerine geri dönerek Hz. 17 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Peygamber’i (s.a.s.) kendilerine getirecek olana yüz deve verme vadinde bulundular (İbn Hişam, 1936:IV, 31-32; Kurtubî, 2006:X, 213). Bu rivâyet sayesinde Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicreti canlı bir tablo gibi okuyucunun gözünde canlanmaktadır. Âyeti okuduğumuzda aklımıza gelen sorulara yukarıdaki rivâyetten istifade ederek cevaplamaya çalışalım. Âyette “inkârcılar iki kişiden biri olarak onu yurdundan çıkardıklarında Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım ettiği” bildirilmektedir. İnkârcıların Hz. Peygamber’i (s.a.s.) yurdundan çıkarma nedenini zikredilen siyer bilgilerinden istifade ederek şöyle açıklayabiliriz; Mekkeliler Müslümanların Medine’ye hicret etmelerini gururlarına yedirememiş bunun sorumlusu olarak da Hz. Peygamber’i (s.a.s.) görmüşlerdi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı düşmanlıkları bir kat daha artmış hatta O’nu öldürmeyi planlamışlardı. Ve Hz. Peygamber’i (s.a.s.) yurdundan çıkmaya mecbur etmişlerdi. Allah da Nebisî’ne hicret izni vermiş ve Mekke’den Medine’ye hicret gerçekleşmişti. Âyet-i kerîmede Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yanında bir arkadaşının bulunduğu şöyle bildirilmekte; “Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına tasalanma, Allah bizimle beraberdir.” diyordu. Bu bölümünde bahsedilen mağara Sevr dağındaki Sevr mağarasıdır. Mağaradaki arkadaşının Hz. Ebû Bekir olduğunu yukarıdaki rivâyetten öğrenmekteyiz. Müşriklerden birinin mağaraya kadar gelerek başını uzatıp içeriye bakması da Hz. Ebû Bekir’in tasalanmasına neden olmuştur. Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîmeyi şöyle okunabilir: “Tebük gazvesine gitme hususunda gevşeklik gösteren mü’minler! Siz Peygamber’e yardımcı olmasanız da Allah ona mutlaka yardım edecektir. Nitekim inkârcılar Ebû Bekir’le onu yurdundan çıkardıklarında Allah O’na yardım etmişti: Hani onlar Sevr mağarasındaydılar; Ebû Bekir’e ‘Tasalanma, Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin göremediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hâle getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak gâliptir, hikmet sahibidir (Tevbe, 9/40). 7. Siyerin Âyetin Maksûdunu Tekit ve Tayin Suretiyle Beyânı Siyerin Kur’ân tefsirine kaynaklığını göstermiş olduğumuz bölümlerde, âyetin açıklamasına ışık tutan olay örgüleri birçok insanı kapsadığı gibi geniş bir zaman ve mekânı da içine almaktaydı. Örneğin bazı sebeb-i nüzûl hâdiselerinde birçok sahabi hâdisenin içinde yer almakta ve farklı mekânlarda birkaç hâdise yaşanmaktaydı. Burada vereceğimiz örneklerde ise hâdiseler daha dar kapsamda, daha az sahabenin iştirâki ile ve 18 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Allah Resulü’nün veciz, kavlî açıklamalarından oluşmaktadır. Sünnetin Kur’ân karşısında üç fonksiyonu olduğu belirtilmektedir. a) Allah’ın Kur’ân’da açıkça bildirdiği bir hükmü, Hz. Peygamber (s.a.s.) aynı şekilde beyan etmiştir. b) Allah’ın mücmel olarak Kur’ân’da bildirdiği bir hükmü, Hz. Peygamber (s.a.s.) O’nun murâdına uygun olarak açıklamıştır. c) Kurân’da hiçbir hükmü bulunmayan bir konuda hüküm koymuştur (Şâfiî, 1979:91-92). Kısaca Hz. Peygamber (s.a.s.), yapmış olduğu açıklamalarla bazen müfesser bir ayetin hükmünü te’kit etmiş, bazen mücmel bir ayeti tebyin etmiş bazen de Kur’ân’da yer almayan bir mesele hakkında hüküm koymuştur. Ancak biz burada başlığımızın konusu olan Siyerin ayetin maksûdunu tekitine bir örnek vermek istiyoruz. 7.1. Direnişin ve Allah’a Dayanmanın Gücü: “O vakit şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve ‘Bugün insanlar arasında sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım’ demişti. Ardından iki güç birbirini görünce hemen dönüş yaptı ve ‘Şüphesiz ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğinizi görüyorum ve elbette Allah’tan korkuyorum, Allah’ın cezası çetindir.’ dedi” (Enfâl, 8/48). Ayeti kerîmede geçen “Bugün insanlar arasında sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım.”sözünü İblis, Müdlic kabilesinden Sürâka İbn Mâlik sûretine bürünerek söylemiştir. İblis o gün müşrikleri idare ediyor ve onlara insanlardan hiç kimsenin üstün gelemeyeceğini söylüyordu (Taberî, 2003:XI, 221; Râzî, 1981:XV, 180). “Şüphesiz ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğinizi görüyorum.” Âyet-i kerîmede müşriklerin görmeyip de İblis’in gördüğünün ne olduğu belirtilmemiştir. Siyer bu bölüme hem açıklık getirmekte hem de ayetin anlamını pekiştirmektedir. Rivayet edildiğine göre İnsanlar savaş düzeni aldığında Allah Resulü (s.a.s.) bir süre daldı, sonra birden açılarak, Cibril’in ordunun sağında meleklerden bir ordu ile Mîkâîl’in de soldan diğer bir ordu ile ve İsrafil’in de bin kişilik başka bir orduyla imdada geldiğini askerlere müjdeledi (İbn Kesir, 2000; VII, 100). Hz. Peygamber’in (s.a.s.) verdiği bu müjdede belirtilen melekler, âyet-i kerîmede geçen şeytanın görmediği kuvvetlerdir ve İblis’in melekleri görmüş olmasından dolayı kaçtığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’den (s.a.s.) gelen bu rivayet âyette geçen kuvvetleri açıklayarak âyetin anlamını da te’kit etmiştir. Siyerin vermiş olduğu bu bilgiler ışığında âyet-i kerîmeyi şöyle okunabilir: 19 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri “Bedir günü şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermiş ve ‘Bugün insanlar arasında sizi yenecek kimse yoktur, ben de sizin yanınızdayım.’ demişti. Ardından Müslüman ve müşrik ordusu birbirini görünce hemen dönüş yaptı ve ‘Şüphesiz ben sizden beriyim, kuşkusuz sizin görmediğiniz melekler ordusunu görüyorum ve elbette Allah’tan korkuyorum, Allah’ın cezası çetindir.’ dedi” (Enfâl, 8/48). 8. Siyerin Sebeb-i Nüzûlü Bildirmesi ile Âyetlerin Tefsirine Işık Tutması Kur’ân âyetlerindeki mâna ve hikmetlerin doğru bir şekilde tespit edilebilmesi için sebeb-i nüzûlü bilmek büyük bir önemi hâizdir. Zira Kur’ân üslûbu gereği ayrıntıya girmeden olayları ana hatlarıyla okuyucuya sunmakta, verilecek mesajı kısa ve öz bir şekilde bildirmektedir. Bundan dolayı verilen bilgilerde bazen şahıs ve topluluk isimleri, bazen mekân ve bölge isimleri, bazen de âyette geçen kavramda ve olayın yaşandığı zaman diliminde müphemlik bulunabilmektedir. Bu müphemliğin büyük bir bölümünü sebeb-i nüzûl ilmi gidermektedir. Bundan dolayı tefsir ilminde, sebeb-i nüzûl Kur’ân’ın anlamını açıklamada önemli bir fonksiyon icrâ etmektedir. Vâhıdî bunu şöyle dile getirir. “Bir âyetin tefsiri, o âyetin kıssası ve iniş sebebi bilinmeden yapılamaz.” (Sâlih, t.y.:105). Gerçekten de Vâhıdî bu sözünde mübâlağa yapmamıştır. Zira biz bunu incelemiş olduğumuz Enfâl ve Tevbe sûrelerinde bizzat gördük. Sahabiler ve tâbiûn âlimleri, Kur’ân’ı özellikle nüzûl sebepleri ile tefsir etmişlerdir. Âyetin hangi olay dolayısıyla, kim hakkında ve nerede nâzil olduğunu bilmek, tefsir alanında vukûfiyetin ölçüsü olmuştur. Âyet ve sûrelerin iniş sebeplerinin önemli bir kısmı ise, doğrudan vahyin geldiği ortamı bir bütünlük içinde ele alan Siyer ilminin bir konusu olmuştur. Dolayısıyla ilk siyer kaynakları, aynı zamanda nüzûl sebepleri ilminin de ilk kaynakları olarak değerlendirilmiştir (Yiğit, 2001:97). Binâenaleyh esbâb-ı nüzûl ilminin ilk dönemlerden itibaren Kur’ân ilimleri arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu ve bu ilmi bilmenin Kur’ân-ı Kerîm’i anlamakla ve bilmekle neredeyse eşdeğer tutulduğunu görüyoruz (Serinsu, 2008: 50). Zira nüzûl sebebini bilmekle insanın kendisi gözükür, gölgesi değil. Hak müşâhede edilir yankısı değil (Sâlih, t.y.:105). Ayrıca sebeb-i nüzûlün bilinmesi muhâtabın aklına takılan müphem noktaların çözümlenmesini sağlamakta ve âyetlerin anlamını murâd-i ilâhîden başka yönlere çekilmesini önlemekte, doğrudan âyetin tazammun ettiği hakîki mânâya ulaşmayı sağlamaktadır. Sebeb-i nüzûl rivayetleri bir olay örgüsü içerisinde ve âyetlerin nüzûl öncesi ve sonrası hakkında bilgi verilerek en geniş şekliyle siyer kaynaklarında bulunmaktadır. Esbâb-ı nüzûlün ayetlerin anlaşılmasına yaptığı katkıyı bir örnek üzerinden gösterelim. 20 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 8.1. Müşriklere Tanınan Süre ile İlgili Görüşler ve Tebûk Gazvesini Hazırlayan Olaylar “Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Allah’ı aciz bırakamayacağınızı, Allah’ın inkârcıları rezil edeceğini bilin” (Tevbe, 9/2). Tevbe sûresinin ikinci ayeti olan bu âyet-i kerîme kime hitap etmektedir? O kimselerin niçin dört ay daha rahat bir şekilde dolaşabilecekleri belirtilmektedir? Muhammed. b. İshâk ve Mücahid şunu nakletmektedirler: Bu âyeti kerîme Mekkeliler hakkında inmiştir. Şöyle ki: Resulullah (s.a.s.) Hudeybiye yılı Kureyşliler ile on yıl süreyle savaşmamak üzere barış yapmıştı. Bu süre içerisinde insanlar güvenlik altında bulunacak, birbirlerine ilişmeyeceklerdi (Kurtubî, 2006:X, 98). Hudeybiye barış antlaşmasında şu şart vardı: Dileyen kimse, Muhammed’in akdine ve ahdine girebilir. Dileyen kimse, Kureyşlilerin akdine ve ahdine girebilir. Buna bağlı olarak Huzâalılar Resulullah’ın (s.a.s.) tarafında (İbn Kesîr, 1997:VI, 510), Bekroğulları ise Kureyş tarafında antlaşmada yer aldılar (İbn Hişam, 1936: IV, 31-32). Bekroğulları Huzâalara saldırıda bulunarak ahitlerini bozdular. Buna sebep ise, İslam’dan bir süre önce Bekroğulları’nın Huzâa’dan almak istedikleri bir kan davalarının bulunması idi. Hudeybiye günü yapılan barış antlaşması ile insanlar birbirlerine karşı güven duydular. İşte, kan davalarının sahibi bulunan Bekroğulları’ndan Deyloğulları bu fırsatı ganîmet bilerek Huzâalıların gafletlerinden yararlanmak ve böylelikle Huzâalıların öldürmüş olduğu el-Esved b. Rezn oğullarının intikamını almak istediler. Bunun için Deyloğullarından Nevfel b. Muaviye, Bekroğulları’nın Abdulmenaf kolundan kendisine itaat edenlerle birlikte yola çıktılar ve geceleyin Huzâalar’a baskın düzenleyerek onlarla savaştılar. Kureyşliler de Bekroğulları’na silah yardımında bulundular. Hatta Kureyş’ten bazı kimseler bizzat onlara yardımcı oldu. Huzâalar da Harem bölgesine çekildiler (İbn Kesîr, 1997:VI, 510-511). Yapılan bu iş, Hudeybiye günü yapılan barışını bozmaktı. O bakımdan, Budeyl b. Verta (Kurtubî, 2006:X, 98) ile Huzâalı Amr b. Sâlim bir gurup Huzâalı ile birlikte Resulullah’ın (s.a.s.) huzuruna gittiler ve Bekroğulları ile Kureyşliler’in başlarına getirdikleri bu musibete karşı Hz. Peygamber’den (s.a.s.) yardım istediler. Amr b. Sâlim Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yardım çağrısı yapan bir şiir okudu (İbn Hişam, 1936:IV, 31-32). Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu; “Eğer Kâ’boğulları’na yardım etmeyecek olursam, ben de yardımsız kalayım” (Kurtubî, 2006:X, 98). Daha sonra bir buluta bakarak şöyle dedi: “Şüphesiz ki bu bulut, Kâ’boğulları’nın zaferini müjdeliyor.” (İbn Hişam, 1936:IV, 3132). Ka’boğullarından kastı ise Huzâalılar’dır (Kurtubî, 2006:X, 98). “Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz.” buyruğunda belirtilen dört ay Şevval, Zilka’de, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır (Râzî, 1981:XV, 228). 21 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Bu rivâyetten anlaşıldığı gibi âyet-i kerîmedeki hitap antlaşmayı bozan Mekkeli müşrikleredir. Yukarıda belirtildiği gibi Müslümanlarla müşrikler arasında Hudeybiye’de antlaşma yapılmıştı. Huzâalılar Müslümanların tarafında, Bekroğulları da Mekkelilerin yanında yer almıştı. Bekroğulları ile Huzâalılar arasında antlaşma öncesinde yaşanmış bir kan davası vardı. Bekroğulları antlaşmayı bozarak Huzâalılar’dan intikamlarını almak istemişler Mekkeliler de Bekroğulları’na yardımda bulunmuştu. Böylelikle Mekkeliler Hudeybiye antlaşmasını çiğnemiş oldular. Allah’ü Teâlâ da onların bozmuş oldukları bu antlaşmadan sonra dört ay daha yeryüzünde serbest bir şekilde dolaşabileceklerini söylemiştir. Antlaşmayı bozdukları zaman Haram aylara rast geldiği için dört ay (Râzî, 1981:XV, 228) daha Müslümanlardan onlara bir zarar gelmeyeceği belirtilmiştir. Sonuç Kur’ân’ın nüzûlünden itibaren Müslümanlar için Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması en büyük gâye olmuştur. Bu gâye doğrultusunda tarihsel süreç içerisinde tefsir alanında birçok çalışma yapılmış ve yapılan bu çalışmalarda birçok kaynak kullanılmıştır. Bunlar arasında en önemlisi tarihin bir kolu konumunda olan siyer kaynaklarıdır. Kur’ân’ın genel muhtevası göz önünde tutulduğunda siyerin, Kur’ân’ın ana konularından biri olduğu görülmektedir. Ayrıca Kur’ân, siyeri Nebî hakkında başka hiçbir kaynakta bulunması mümkün olmayan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hâleti rûhiyesi yani iç dünyası hakkında bilgi vermektedir. Zaman zaman da sahabenin kalbinden geçirmiş olduğu duygu ve düşünceleri serdetmektedir. Böyle bir bilgiyi biz ne hadislerde ne siyerde ne de tarihte bulabiliriz. Bunlara ilâveten Kur’ân, müşriklerin ve münâfıkların kurmuş olduğu tuzakları, Müslümanlara karşı kalplerinde beslemiş oldukları kin ve nefreti açığa çıkartmakta böylelikle onlar hakkında istihbârî bilgi vermektedir. Ayrıca Kur’ân siyer-i Nebî hakkında en güvenilir bilginin alınabileceği temel kaynaktır. Zîra O’nun korunmuş olması ve kıyâmete kadar korunacağı bizzat Allah tarafından garanti edilmiştir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı Kur’ân, siyer hakkında ilk başvuru kaynağıdır. Tarih boyunca yapılan tefsir çalışmaların bir kısmı rivayet ağırlıklı iken bir kısmı da dirâyet ağırlıklı olmuştur. Bununla birlikte her iki tefsir metodunda da temel bir gerçek göze çarpmaktadır. Bu temel gerçek, ilâhî metnin anlaşılmasında ve yorumlanmasında siyer-i Nebî’den istifade edilmiş olmasıdır. Yapılan bu çalışma sürecinde farklı metotlar izlenerek yazılmış olsalar da hemen hemen tüm tefsirler, âyetlerin tefsirinde farklı hususları izâh etmek için siyer-i Nebî’den istifade ettikleri müşâhede edilmiştir. 22 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Enfâl ve Tevbe sûreleri bağlamında siyer, âyetlerin açıklanmasında tefsirlere şu noktalarda kaynaklık etmiştir: Siyerin Mübhemâtü’l-Kur’ân’a Işık Tutması: Siyer, Enfâl ve Tevbe sûrelerindeki ayetlerde yer alan zaman, mekân, şahıs ve kavramlardaki müphem ifadelerin izâhında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca âyetteki hitâbın kime ve hangi topluluğa olduğunu, âyette geçen ifadenin kim tarafından nerede, ne zaman, niçin söylendiğini, kullanılan terimle ne kastedildiğini hatta müşriklerin kalplerinde gizlediklerini dahi bildirerek Kur’ân’ın maksûda mutâbık bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır. Siyerin Ahkâmu’l-Kur’ân’a Kaynaklık Etmesi: Siyer, Kur’ân’da yer alan ibâdet ve müâmelat ile ilgili âyetlerden hüküm istinbâtında bulunacak olan fukahâ için başvurulacak ilk kaynaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.s.) pratik hayatındaki tatbikatları bildirmesinden dolayı fıkıh usûlünün temel kâide ve prensiplerinin belirlenmesinde yegâne mürâcaat kaynağıdır. Kur’ân, Müslümanların hayatlarında uyması gereken emir ve nehiyleri bildirmiş olmakla birlikte bunların pratikte nasıl uygulanacağını îzah etmemiştir. Ancak siyer, bu ahkâm âyetlerinin pratikte nasıl uygulanacağının en güzel misallerini sunmakta, böylelikle de Müslümanların, Kur’ân’ı hayatlarına tatbik hususunda rehber görevi görmektedir. Siyerin Olayların Tarihsel Arka Planını Belirterek Kur’ân’a Işık Tutması: Siyer, sebeb-i nüzûl hâricinde âyetlerin tarihsel arka palanını belirterek olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurma imkânı sağlamış, böylelikle muhatap Kur’ân’ın nüzûl olduğu ortamı bütün bir tablo veya eksiksiz bir fotoğraf gibi görebilmiştir. Ayrıca âyete muhatap olan kişi bu sayede âyette bahsedilen konuya bütüncül bakma imkânı elde etmiştir. Siyerin Âyetin Maksûdunu Tekit ve Tayin Suretiyle Beyânı: Allah Resulü’nün kısa veciz açıklamaları, Kur’ân âyetlerinde müphem kalan hususları bazen te’kît sûretiyle, bazen tâyin suretiyle beyan görevi görmüş bazen de mücmeli tebyin etmiştir. Siyerin Sebeb-i Nüzûlü Bildirmesi İle Âyetin Tefsirine Işık Tutması: Esbâb-ı nüzûl ile siyeri birbirinden farklı düşünmek mümkün değildir. Zirâ esbâb-ı nüzûl siyerin bir bölümünün farklı bir isimle adlandırılmasıdır. Şöyleki âyet inmeden önce siyer ismi verilen bir hâdise vahyin müdâhalesi ile sebeb-i nüzûl ismini almaktadır. Esbâb-ı nüzûl ilmindeki rivâyetler ilâhî müdâhale ile irtibatlı olmaları ve doğrudan âyetin nâzil olmasına sebep teşkil etmelerinden dolayı siyer içerisinde husûsî bir yere sâhiptir. Ayırca siyer-i Nebî’de büyük bir yekûn oluşturmakla birlikte Kur’ân’ın nazil olduğu ortamdaki muhatap kitlenin zihin dünyasını, sosyo-kültürel ve siyasi yapısını, kavramlara yüklemiş olduğu anlamları bildirmesinden dolayı 23 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri Kur’ân’ın günümüzde doğru bir şekilde anlaşılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Siyer-i Neb-i, Kur’ân’ı Kerîm’in murâdı ilâhiye mutâbık bir şekilde anlaşılmasında başvurulması gereken en önemli ilk kaynaktır. Kaynakça Albayrak, Halis. (1992) Kur’ân’ın Bütünlüğü Üzerine, İstanbul: Şûle Yayınları. Al-i Abid, Ebû Bedr Muhammed b. Bekr. (t.y)Hadisü’l-Kur’ânî’lKerîm an gazavati’r-Resul, Beyrut: Dârü’l-Garbi’l-İslâmî. Apak, Adem. (2009) Anahatlarıyla İslam Tarihi, 4.Baskı, İstanbul: Ensar Neşriyat. Atalay, Mehmet. (1994) İslâmî Edebiyat, Türk Edebiyatında Sîretü’n-Nebeviyye, İstanbul:Sayı 24, s. 61-64. Ayverdi, İlhan vd. (2010) Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Kubbealtı. el-Buti, M. Said Ramazan. (1986) Fıkhü’s-siyre: Peygamberimizin Uygulamasıyla İslam; çev., Ali Nar, Orhan Aktepe, 3. Baskı, İstanbul: Gonca Yayınevi. Cerrahoğlu, İsmail.(1985) Tefsir Usûlü, 5. Baskı, Ankara: TDV Yayınları. _______ (1988) Tefsir Tarihi, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Cürcâni, Ebü’l-Hasan Seyyid Şerif Ali b. Muhammed b. Ali (1983) et-Ta’rifât, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye. Çelik, Ali. (2003) “Kur’ân ve Sünnetin Doğru Anlaşılmasında Sîret’in Önemi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III, Sayı: 3, s. 516. Demirci, Muhsin. (2006) Tefsir Usûlü, 4. Baskı, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı. Derveze, Muhammed İzzet b. Abdülhadi b. Derviş. (1989) Kur’ân’a Göre Hazreti Muhammed’in Hayatı, I-III, trc., Mehmet Yolcu, İstanbul: Yöneliş Yayınları. _______ (1962) et-Tefsirü’l-hadis: Tertibü’s-suver hasebü’n-nüzûl, I-XII, Kahire: Dâru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye. Ecer, Vehbi. (1995) İslam Tarihi Dersleri, Kayseri: Erciyes Üniversitesi. 24 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Firuzâbâdi, Ebü’t-Tahir Mecdüddin Muhammed b. Yakub b. Muhammed. (1986) Kâmusü’l-muhit, Beyrut: Müessesetü’r-Risâle. Gümüş, Sadreddin. (1990) Kur’ân Tefsirinin Kaynakları, İstanbul: Kayıhan Yayınevi. Güngör, Mevlüt. (1996) Kur’ân Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhi Tefsir, İstanbul: Kur’ân Kitaplığı. _______ (1989) Cassas ve Ahkâmü’l-Kur’ân’ı, (y.y.). Halil, İmâdüddin. (1988) İslam’ın Tarih Yorumu, çev., Ahmet Ağırakça, İstanbul: Risale Yayınları. Hallaf, Abdulvahhab.(1970) İslam Teşrii Tarihi, çev., Talat Koçyiğit, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Hamâde, Faruk. (1989) Mesadirü’s-sireti’n-nebeviyye ve takvîmuhê, 2. Baskı, Dârü’l-Beyza: Dârü’s-Sekâfe. Heykel, Muhammed Hüseyin. (2000) Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul: Yöneliş Yayınları. Hizmetli, Sabri. (2006) İslam Tarihi: İlk Dönem, Ankara: Ankara Okulu. ________ (1991) İslam Tarihçiliği Üzerine, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemaleddin Abdülmelik. (1936) Siret-i İbn-i Hişam, I-IV, thk., Mustafa es-Sakka, İbrâhim el-Ebyari, Abdülhafız Şelebi, Kahire: Mustafa el-Babi el-Halebi. İbn İshak, Ebu Abdullah Muhammed b. İshak b. Yesar. (1991) Siyer, Yay., Haz., Muhammed Hamidullah; çev. Sezai Özel, 2. Baskı, İstanbul: Akabe Yayınları. İbn Kesir, Ebü’l-Fida İmadüddin İsmail b. Ömer. (1997) el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XXI, tahkik Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Cize: Hicr li’t-Tıbaa ve’n-Neşr. _______ (2000) Tefsirü’l-Kur’ânî’l-Azim, I-XV, thk., Mustafa esSeyyid Muhammed, Muhammed Seyyid Rasad, Muhammed Fazl Acmevi, Ali Ahmed Abdü’lbakî, Hasan Abbas Kutub Kahire: Müessesetu Kurtuba: Mektebetü’l-Evladi’ş-Şeyh li’t-Türas. İbn Manzur, Ebü’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî. (t.y.) Lisânu’l Arap, I-XV, Beyrut: Dâru Sadır. el-İsfahanî, Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. Mufaddal Ragıb. (1992) Müfredâtu elfazi’l-Kur’ân, thk., Safvan Adnan Davudî, Dımaşk: Dârü’l-Kalem. Kara, Necati. (1995) Kur’ân-Sünnet Bütünlüğü, Erzurum: İhtar Yayıncılık. 25 F. Özaktan / Enfâl ve Tevbe Sûreleri Bağlamında Siyerin Tefsirdeki Yeri el-Kurtubi, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr. (2006) el-Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân, I-XXIIII, thk., Abdullah b. Abdülmuhsin etTürki, Beyrut: Müessesetü’r- Risale. Mustafa, İbrâhim., Zeyyat, Ahmed Hasan., Abdülkadir, Hamid., enNeccar, Muhammed Ali. (1996) el-Mu’cemü’l-vasit, İstanbul: Çağrı Yayınları. Müslim, Ebü’l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisaburi b. el-Haccac. (1955) Sahih-i Müslim, Nâşir Muhammed Fuad Abdülbaki, Kahire: Dâru İhyai’lKütübi’l-Arabiyye. Rahmân, Fazlurrahman. (1987)”Kur’ân’ı Yorumlama”, çev., Osman Taştan, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Sayı: 5, s. 100-105. er-Râzî, Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer Fahreddin. (1981) et-Tefsirü’l-Kebir = Mefatihü’l-gayb, I-XXXII, 1. Baskı, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye. Rosenthal, Franz. (1963) İlmü’t-tarih inde’l-müslimin, çev., Salih Ahmed Ali, Bağdad: Mektebetü’l-Müsenna. es-Sâlih, Subhi. (t.y.) Kur’ân İlimleri, çev., M. Said Şimşek, Konya: Hibaş Yayınları. es-Suyûtî, Ebü’l-Fazl Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr. (1983) ed-Dürrü’l-mensur fi’t-tefsiri’l-me’sur, I-VIII, Beyrut: Dârü’l-Fikr. ______ (1987) el-İtkan fî ulumi’l-Kur’ân, Beyrut: Dârü İbn Kesir. Öz, Şaban. (2006) İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara: A.Ü.S.B.E. Özcan, Mustafa. (2001) “Siyer Fıkhı ve Usûlü”, Köprü Dergisi, Sayı: 74, s. 40. Serinsu, Ahmet Nedim. (2008) Kur’ân ve Bağlam, İstanbul, Şule Yayınları. Sibâî, Mustafa. (2009) İslam Hukukunda Sünnetin Yeri, çev., Halil Kendir, İstanbul: Işık Akademi Yayınları. eş-Şâfiî, Ebû Abdullah Muhammed b. İdris b. Abbas. (1979) erRisâle, thk., Ahmed Muhammed Şakir, 2. Baskı, Kahire: Dârü’t-Türas. Şulul, Kasım. (2008) İslam Düşüncesinde Tarih Tasavvuru ve Usulü, İstanbul: İnsan Yayınları. et-Taberi, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid, (2003) Tefsirü’t-Taberi= Câmiü’l-beyân an te’vili ayi’l-Kur’ân, I-XXVI, thk., Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Riyad: Dâru Âlemi’l-Kütüb. et-Tehânevî, Muhammed b. A’la b. Ali el-Farukî el-Hanefî. (1972) Keşşâfu ıstılahati’l-fünûn, Kâhire:el-Müessesetü’l-Mısriyyeti’l-Amme. 26 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 1-27 Umerî, Ekrem Ziya. (1988) Medine Toplumu, çev., Nurettin Yıldız, İstanbul: Risâle Yayınları. Yıldırım, Suat. (2007) Peygamberimizin Kur’ân’ı Tefsiri,I-II,2. Baskı, İstanbul, Yeni Akademi Yayınları. Yiğit, İsmail. (2001) “Kur’ân ve Sîretü’n-Nebi” Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları-II, İstanbul: Ensar Yayınları, s.91-100. Zuhayli, Muhammed.(t.y.) Mercaü’l-ulûmi’l-İslâmiyye, Dımaşk: Dârü’l-Ma’rife. 27 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar DOI NO: 10.5578/JSS.9465 Geliş Tarihi: 06.11.2014 Kabul Tarihi: 30.04.2015 Maviş YILDIRIM1 Dilek MURAT2 Zeynep ACA3 Özet Yaşadıkları yoksulluk ve ırkçılık sorunları ile Avrupa’nın dezavantajlı en büyük etnik grubu olan Romanlar, Türkiye’nin de toplumsal yaşam dışına itilmiş ve kaderlerine terk edilmiş ötekileridir. Bu grubun kadın üyeleri ise, cinsiyet faktörünün de etkisi ile toplumun çoklu ayrımcılık mağdurları olup toplumun en dezavantajlı gruplardan biri olma statüsün delerdir. Türkiye’de, tabii Avrupa’da da, entelektüel insan kaynağı birikimi olmayan Romanların ekonomik, siyasal ve sosyal hakları için mücadele verecek sivil toplum kuruluşları da yok denecek kadar azdır. Bu yüzden de günümüze kadar Romanlar ya kendi sorunları ile baş başa bırakılmışlar, ya da siyasal iktidarın adaletine terk edilmişlerdir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de yaşayan ve üzerinde özellikli cinsiyet temelli bilimsel veriye rastlanamayan Roman kadın grubunun günlük yaşam içinde maruz kaldıkları algılanmış etnik ayrımcılık deneyimlerini tespit etmektedir. Bu ana hedefin yanında, algılanan etnik ayrımcılık deneyimlerinin grup üyeleri üzerindeki benlik saygısı ve umutsuzluk üzerine etkileri incelenmiştir. Nicel bir çalışma gerçekleştirmiş olup, araştırma için kullanılan ölçekler ise, Algılanmış Etnik Ayrımcılık Anketi (AEAA), Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSE) ve Beck Umutsuzluk Ölçeği’dir (BUÖ). Çalışma, Türkiye’nin dördüncü büyük şehri olan Bursa ilinde gerçekleştirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Roman Kadınlar, Algılanmış Etnik Ayrımcılık, Umutsuzluk, Benlik Saygısı, Parametrik Olmayan İstatistiksel Analizler. 1 Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, [email protected] 2 Arş. Gör., Dr. Uludağ Üniversitesi, Ekonometri Bölümü, [email protected] 3 Arş. Gör., Uludağ Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, [email protected] 29 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar Perceived Ethnic Discrimination Experiences of Romani Women in Turkey Abstract The biggest and most problematic ethnic group suffering from poverty and racism in Europe, the Romani people are “the others” who have been marginalized and left to their fate also in Turkey. The women members of this group are more vulnerable to multiple discrimination and thus, constitute the one of the most disadvantaged group of the society. The Romani people have almost no intellectual accumulation in Turkey or in Europe. They have almost no non-governmental organizations to fight for their economic, political and social rights, either. Therefore, until recently they have been either left alone to solve their problems on their own or abandoned to the justice of political power. The purpose of this study is to detect the perceived ethnic discrimination experiences of Romani women who live in Turkey but about whom there are no scientific data. In addition to this, the study also examines the effects of perceived discrimination experiences on group members’ self-esteem and hopelessness. The scales used to collect quantitative data are The Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire, Rosenberg Self-Esteem Scale and Beck Hopelessness Scale. The study was conducted in Bursa, the fourth biggest city in Turkey. Keywords: Romani Women, Perceived Ethnic Hopelessness, Self-esteem, Non-parametric Statistical Analysis. Discrimination, 1. Introduction In social life every single individual can be a victim of discrimination; however, minority group members, because of their “different features”, are more likely to be subject to discrimination (Dovidio ve Hebl, 2005: 11). Thus, the social policies that are expected for the minority groups are undoubtedly essential (Altan, 2007: 5-6). Individuals and groups can be subject to discrimination at many levels: “cultural, social, institutional and individual” (Dovidio ve Hebl, 2005: 11). The Romanis are one of the primary disadvantaged groups who discriminated in the societies they have lived from past to today. Their different life styles, clothes, lack of education, lack of second language, as well as racism and poverty they have encountered as a result of their weak socioeconomic situation have caused them to work as “others” in unqualified jobs in labour market. In other words, they constitute an ethnic group excluded from social processes (Kolukırık, 2006; Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz, 2010; Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011). Romanis approximately between 7-10 per cent of the total population in Bulgaria, Slovakia, Romania, Serbia and Hungary but Turkey 30 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 has biggest Romani population in Europe. According to the data in EU Framework for National Roma Integration Strategies up to 2020 (2011:1518), there are 2.750.000 Romanis in Turkey. Turkey is followed by Romania with 1.850.000, Bulgaria with 750.000 and Hungary with 700.000 Romanis. There is no scientific research on specifically Romani women living in Turkey and their problems. However, many researches on Romanis shows that the main problems encountered by the Romanis are poverty, spatial exclusion, education, employment, social security, discrimination and social exclusion (Bayraktar, 2011; Çubukçu, 2011; Demirel, 2012; Karaman, 2009; Kolukırık, 2006; Ocaklı, 2013; Öke ve Topuz, 2010, Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011; Topuz, 20062007; Topuz, 2010; European Union 2006 Turkey Progress Report 2006, 2007, 2008, 2009, 2010, 2011, 2012, 2013). According to studies (Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz, 2010: 275) Romani are subject to multidimensional discrimination as they have been exposed to discriminatory acts due their educational background, ethnic roots, clothes, color of skin and language. Same studies reveal that when the Romani get public service and when they want to work in a public institution, they experience ethnic discrimination. The results of the other study (Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011) conducted cities in İstanbul, Erzurum, Konya, Samsun İzmir and Hatay in Turkey also shows that the Romanis are subject to ethnic discrimination. Romanis discrimination in employment (2011; 52), discrimination through spatial exclusion and discrimination through social exclusion (33-36) at school (62-71) and in public institutions (72-79) as well as in the eye of Turkish media (34). According to Buğra and Keyder, groups that economically excluded and has permanent state of unemployment in any society will end up cultural exclusion. That may also lead the group political exclusion, especially if the groups are immigrants or from different ethnic backgrounds. After all, if those groups also live in a isolated spatial exclusion that is all about social exclusion (2003: 21). The Romani living in Turkey are the most victims of spatial exclusion. Spatial exclusion might result from lack of regular income; however, living in isolated districts cause people to establish weaker relations with the society and a person might face trouble finding a proper job in labour market just because s/he is living in such places. As a matter of fact, many unemployed Romani women interviewed in this study said that once they fill in the living address in a job application form, employers understand their background from the area they live, so employers ask them whether they are Romani or not. If they say “yes”, they are not employed. 31 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar They state that employers openly mentioned that their being Romani was a reason why they do not employ them. In Turkey, even during the reign of Ottoman Empire, around 15th century, the living space of the Romani was determined by the political power and they were accommodated separately (Göncüoğlu, Yavuztürk 2009:112). However, Romanis in Anatolia mostly adopt a sedentary life during this Ottoman Empire unlike the Romanis in Europe. According to, Marushiakovave Popov around 1520 Romanis were living in Rumeli (cited by Marsh, 2008: 11). Also, Ottoman had some policies to integrate Romanis to the society as well (Altınöz, 2013). Today, in Turkey, the Romani live in the slums which have been labelled as unsafe areas where normal people would hesitate to go. In 2000, the state bought the houses with small gardens where the Romani were living and gave then new flats in return. Although it seemed that the purpose was to prevent spatial exclusion, the Romani people suffered even more after this exchange. In fact, they had to sell out their animals and horse-drawn carriages they would use to collect recyclable garbage, which they lived on. As a result, they were deprived from their income generating tools. Besides, they were indebted to the state because of the new flats they were granted though the sum was not so big. In addition, they had legal problems as they failed to pay off their debts. Briefly, the urban transformation project, which was introduced to remove spatial exclusion, ended up as a policy giving an end to the already limited job opportunities for the Romani and putting them in a bigger trouble (Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011: 38). Constantly suffering from unemployment, the Romani are now having more and more difficulties in getting a proper job in labour market due to their lack of education and qualifications. Nowadays, the business life is also evolving and new jobs are being created. In such an environment where technology is rapidly developing, traditional jobs become obsolete. In Turkey, professions including but not limited to handicraft, porterage, street trading, garbage collection, tin plating and basketry have traditionally been associated with Romani men, and Romani women have been known to be doing housework, peddling and fortune telling for a living. Yet, now they are only limited to entertainment sector to make a living. This caused Romani families face a much more serious poverty problem. Having difficulty in finding a job in labour market and being deprived of a regular income, the Romani are faced with poverty resulting from chronic unemployment, and poverty is one of their main problems (Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011:38). 32 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 The weak relations between the Romani and the society are also reflected on their marriages. Intra-ethnic marriage is an important factor preventing the Romani from establishing a link with the society (Duygulu 1995 cited by Göncüoğlu and Yavuztürk 2009:115). Kolukırık (2009: 63); Bayraktar (2011: 124) indicate that the Romani avoid calling themselves “gypsies”. They think that the word “gypsy” is socially perceived as something disreputable, so they prefer to use the name “Romani/Roma”. Paying attention to this terminological difference, some Romani, who can speak the Romani language, prefers not to speak it just to conceal their identities (Kolukırık, 2006-2007: 206). Turkish academics, politicians and some of the Romani leaders seems to divided using the term of gypsies or Roma in Turkish (see Tatlıdil, 2002; Mustafa Aksu cited by Marsh, 2008: 20). Demirel, (2012: 51-52) shows that Romani people who live in Kandıra and Tavşantepe, district in Kocaeli, are victims of discrimination in official institutions, houses of prayer, public transportation vehicles and schools. The same study also indicates that when the level of education and income decreases and exclusion gets relatively higher and the level of perceived discrimination increases. However, when Romani who have a more regular job and income and who live in better places have lower perceptions of discrimination. Also, they put more efforts to integrate with the society (2012:142).According to Kurt-Topuz (2010:201) illiterate Romani people have a more negative point of view about the rights granted to them by the state compared to the Romani who have graduated from primary school or high school. An analysis of the chapters about the Romani in European Union Turkey Progress Reports and European Commission’s reports on Turkey also shows that the problems listed in this study are frequently mentioned in those reports, too. “In 2012 European Union Turkey Progress Report”, the problems that the Romani people living in Turkey are listed as follows: They are victims of social exclusion. A great majority of Romani citizens still do not have an official identity card, so they cannot access many rights such as education and health services. They are discriminated in the society. They cannot sufficiently benefit from employment or housing opportunities. The report also shows that the ratio of the Romani children dropping out of school is higher than that of others. These problems were mentioned also in the 2012, 2011, 2010, 2009, 2008, 2007, 2006, 2005 European Union Turkey Progress Reports. In“European Commission against Racism and Intolerance (ECRI) 2011/ 4th Monitoring Cycle, 2005/ 3th Monitoring Cycle, 2001/2nd Monitoring Cycle Reports”, the discrimination to which the Romani have been subject is detailed and the reports point out exclusion from public space as well as problems about benefiting from housing and health services. 33 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar The findings of the reports prove that over the years no comprehensive social policy has been developed to deal with the problems of the Romani. There are several studies looking into a link if there is any relation between discrimination and self-esteem. The answer is various and according to Eccleston and Major (2006:148) individual reacts to the perceived discrimination experience in a different ways. For instance, Crocker & Quinn (1998) research shows no link between discrimination and self-esteem. However, according to Abrams and Hogg (1988 cited by Hunter, O’Brien and Stringer, 2007: 937), while inter-group discrimination may lead to an increase self-esteem level, people with low self-esteem is a reason for inter-group discrimination. Various studies carried out since then and have tried to prove those two hypotheses separately, but the results are not the same (Hunter, O’Brien and Stringer, 2007: 937). The studies indicate there is a link between discrimination and self-esteem (Asamen& Berry, 1987; Declan &Brilo, 2003; Greene, Way, &Pahl, 2006; Panchanadeswaran& Dawson, 2011; Romero & Roberts, 2003; Verkuyten, 1998). In this study, we also examined if there is any link between Romani women' perceived ethnic discrimination experiences in everyday life and self-esteem level. In the literature, there is a lacuna in the studies measuring the link between ethnic discrimination and hopelessness, but the research by Nyborg and Curry (2003:263) establishes a link between more personal experiences of racism had higher level of hopelessness. Besides, exposure to labour market discrimination also leads to sense of helplessness (Elmslie and Sedo, 1996: 470). Other studies also showed that people who have been exposed to discrimination suffer from stress, depression, mental health outcomes, motivational problems and weak organizational loyalty (Ajrouch, Reisine, Corning, 2002; Cassidy, O’Connor, Howe and Warden, 2004; Fischer and Holz, 2007; Lam, 2007; Lim, Sohn and Ismail, 2010; Mossakowski, 2003). This study covers the Romani women living in Bursa. Bursa is the fourth biggest city in Turkey with a population of more than 2 million. There are no official data about the proportion of the Romani to the general population in Bursa, but Bursa is known to be one of the cities with a dense Romani population (Arayıcı 2008 cited by Unaldı: 618). 2. Materials and Method This study measured the perceived ethnic discrimination experiences of Romani women and searched the link between ethnic discrimination 34 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 experiences on one side and self-esteem and hopelessness on the other side. For this purpose, an interview was held with Romani Association in 2011 and with their support the research was carried out in the center of Bursa and Yenişehir, one of its districts. In the center of Bursa, the quarters which are known to be Romani quarters are Arabayatağı and Yıldırım-Yavuz Selim. In Yenişehir, the researchers could reach data in the quarters Yılmaz and Tabakhane. In total, 235 questionnaires were applied. 126 questionnaires were applied in the city center and 109 questionnaires were applied in Yenişehir. The participants were chosen through snow ball sampling. Out of 235 questionnaires, 229 were included in the analysis. The participants were asked questions from three different scales: Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA), developed by Chung & Harmon, 1999, Rosenberg Self Esteem Scale (RBSE) developed by Rosenberg 1965 and Beck Hopelessness Scale (BUÖ), developed by Beck (1988). The interview was held face-to-face. Given the educational level of participants, these international questionnaires were not distributed to the participants to be able to carry out the research on the target group. Considering the reliability of results, the questions were read aloud to participants one by one by two research assistants and four senior students, and the questions were answered in this way. It is the first time that Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA) has been applied in Turkey. Professional help was taken for translations. Before the research, preliminary research was conducted with 21 participants. The purpose of the preliminary research was to test whether or not participants can easily understand the questions in the same way. The expressions which are not clear enough for participants were simplified. The results of the preliminary research were not included in the study. The questions in Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA) test the participants’ perception of social exclusion, threatharassment, workplace discrimination, police and stigmatization. The participants were asked to choose one of the five options from “never” to “very frequently” while answering the questions about how often they are subject to the experiences mentioned in the questions due to their ethnic origins. The five options are taken from Likert scale. In Rosenberg Self Esteem Scale (RBSE), which measures the selfesteem of participants, the participants were asked to answer the questions on a four score scale changing from “I certainly disagree” and “I certainly agree”. In Beck Hopelessness Scale, participants were asked to show whether or not they agree with the statements with the answers “yes” and “no”. The was some limitations with the study; as mentioned there is no scientific data about the Romani women live in Turkey to compare our date 35 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar and give the knowledge in the literature review. In total spend over a week with Romani women where they live but in the first place found difficult to get to those places and be accepted. 3. Findings and Discussion The reliability analysis intended for the scales used in this study showed that the Cronbach’s Alpha values of Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA) and Rosenberg Self-esteem Questionnaire (RBSE) were respectively 0,840 and 0,779. The results prove that questionnaires have internal consistency and high reliability. An analysis of the answers in Perceived Ethnic Discrimination Questionnaire (AEAA) shows that, 63,6% of the participants “frequently” and “very frequently” feel that other people do not trust them because of their ethnicity, 52,4% of them feel that other people make fun of them, %49,3 of them feel that people look reluctant to talk to them and lastly 49,1% of them feel that people treat them as they were like dirty. On the other hand, to the question “Has anyone ever damaged your house because you are Romani?”, 93,9 % of the respondents answered “Never”. To the question “Has anyone ever hit you or attempted to hit you because you are Romani?”, 87,8% answered “Never”. To the question “Has anyone ever threatened to hurt you?”, 81,7% answered “Never”. To the question “Have the police ever treated you unfairly?”, 57,2% answered “Never”. Evaluation of frequency values of the questions mentioned above reveals that lack of trust is the most frequently observed reaction to the Romani because of their ethnic roots while damage to property is rarely seen. Besides, the discrimination score of participants was found to be 48,59±13,23. These results shows that Romani women are subject to perceived ethnic discrimination with the experiences of being looked down on and disgraced in the society, being ignored and being treated not trustworthy. This results also matching the earlier studies were conducted by other authors in Turkey (Kolukırık, 2006; Kurt-Topuz, 2010; Öke and Kurt-Topuz, 2010; Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi, 2011). According to the values derived from the results of Rosenberg Selfesteem Questionnaire, 95,6% of the participants said “I certainly disagree” and “I disagree” for the statement “I wish I had more features that would make me more respectable”. 65,2% of the participants said “I certainly disagree” and “I disagree” for the statement “I sometimes think I am good for nothing”. 62,7% of the participants said “I certainly disagree” and “I disagree” for the statement “I cannot see any success about myself to be proud of”. 90,8% of the participants said “I agree” and “I certainly agree” for the statement “I think I have some positive features”. 90,7% of participants said “I agree” and “I certainly agree” for the statement “I am generally 36 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 content with who I am”. 85,4% of participants said “I agree” and “I certainly agree” for the statement “I generally have positive opinions about myself”. The self-esteem score in Rosenberg Self-esteem Questionnaire was calculated to be 17,13±4,92. The data shows that as the perceived discrimination experiences of participants increase, their self-esteem decreases. This results are consentient with other studies at the literature which was given earlier (Asamen& Berry, 1987; Declan &Brilo, 2003; Greene, Way, &Pahl, 2006; Panchanadeswaran& Dawson, 2011; Romero & Roberts, 2003; Verkuyten, 1998). The frequency values of Beck Hopelessness Scale showed that 36,8% of the participants said “no” and 63,2% said “yes” to the first question “Are you hopeful and enthusiastic about the future?”. Another question was “Do you consider your future to be dark?”. To this question, 55,2% of the participants said “no” while 47,8% said “yes”. Table 1. Demographic Information Frequency Percent Education No diploma Frequency Marital status 181 79,4 Single 48 38 16,7 Married 174 Secondary school 6 2,6 Widow 6 High school 3 1,3 Primary school Age -17 Percent 21,1 76,3 2,6 Total monthly income 26 11,5 -200 TL 56 24,9 18-25 64 28,2 201-400 TL 56 24,9 26-33 43 18,9 401-600 TL 72 32 34-41 32 14,1 601-800 TL 29 12,9 42+ 62 27,3 800+ TL 12 5,3 Employment Dressing Unemployed 201 88,2 Traditional 60 41,1 Employed 25 11,0 Modern 86 58,9 2 0,9 Student An examination of the most attention-grabbing findings in Table 1 above shows that, 79,4% of participants have no diploma, 28,2% of them are in the 18-25 age group, 76,3% of them are married, 32% of them have an income range of 401-600 TL and 88,2% of them are unemployed. It is also 37 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar seen that only 7 of the women in the survey are employed, and they are employed in temporary positions within informal sector. As it is mentioned above, all of the participants are women. It was previously mentioned in this study that the questions in Perceived Ethnic Discrimination (AEA) questionnaire can qualitatively be categorized in the subgroups of exclusion, stigmatization and threatharassment. AEA scale was entirely quantified and the variant called “discrimination” was obtained. RBSE scale was also quantified and the variant called “self-esteem” was obtained. Pearson Correlation Coefficients were calculated considering these variants. The results of this calculation can be seen in Table 2. Table 2. Pearson Correlation Coefficient Exclusion Exclusion Pearson Corr. S tigmatization ThreatDiscrimination Harassment S elfesteem 0,795 0,258 0,872 -0,337 0,000 0,000 0,000 0,000 0,26 0,848 -0,312 0,000 0,000 0,000 0,401 -0,169 0,000 0,012 1,000 Sig. S tigmatization Pearson Corr. 1,000 Sig. Threat-Harassment Pearson Corr. 1,000 Sig. Discrimination Pearson Corr. -0,373 1,000 Sig. S elf-esteem 0,000 Pearson Corr. 1,000 Sig. According to Table 2, there are statistically significant relations between all variants at significance levels of 1% and 5%. The correlation coefficient between exclusion and stigmatization is 0,795. This means that the higher the level of participants’ perception of exclusion, the more their perception of stigmatization. There is also a significant relation between the perception of stigmatization and perception of threat-harassment though not as strong as the one between exclusion and stigmatization. This means that the higher the level of participants’ perception of stigmatization, the more their perception of threat-harassment. There were significant and strong links between discrimination and exclusion, stigmatization and threat-harassment. This is not surprising as these three variants are all sub-categories of the discrimination variant. The 0,373 coefficient between discrimination and self-esteem shows that the increase in participants’ perception of discrimination would lead to a decrease in their self-esteem. Similarly, the 38 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 negative correlations between exclusion, stigmatization and threatharassment are interpreted in the same way. It was thought that some of the expressions in AEA scale would be related to some demographic variants and this relation was investigated through Chi-square analysis. As a result of the analysis between the participants’ perception that they are treated badly because of their clothes and speaking and the coefficient related to traditional and modern dressing style, the following formula was obtained: Pearson = 12,375 (p=0.015; Cramer’s V=0.291, p=0.015). This shows that there is significant relation at 5% significance level between participants’ perception of maltreatment and dressing style. According to the cross table, 61,7% of participants with traditional clothes said that they are frequently and very frequently maltreated because of their clothes and speaking. As a result of the analysis between the participants’ perception that they are treated as if they were unreliable and the coefficient related to their dressing style, the following formula was obtained: Pearson = 12,032 (p=0.017; Cramer’s V=0.288, p=0.017). This shows that there is a significant relation at 5% significance level between these two variants. In other words, the perception that they are treated as if they were unreliable is related to the perception about dressing style. 70% of the participants wearing traditional clothes said that they are frequently and very frequently treated as if they were unreliable. As a result of the analysis between the perception that they are treated as if they were dirty and the coefficient related to clothes, the following formula was obtained: Pearson = 9,295 (p=0.054; Cramer’s V=0.253, p=0.054). The findings indicate that dressing style affects the perception that they are treated as if they were unclean. 56,7% of the participants wearing traditional clothes said that they are frequently and very frequently treated as if they were dirty. As mentioned earlier, the researchers considered using t tests in order to examine the relations between discrimination variant created based on AEA scale and self-esteem variant created based on RBSE scale. To this end, Anderson-Darling Normality test was applied. Accordingly, the results for discrimination and self-esteem variants were respectively = 1,59 (p=0.005) and = 1,27 (p=0.005). This implies that the coefficients were not normally distributed, so Mann-Whitney U test should be used for the analysis. Mann-Whitney U test was applied to analyze the variants discrimination, self-esteem, dressing and friends. The results of this test are shown in Table 3. 39 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar Table 3. Mann-Whitney U Test Results Literacy Friends Clothes Discrimination Discrimination Discrimination Literacy Friends Clothes S elf-esteem S elf-esteem S elf-esteem Mann-Whitney U 4013,5 4371 1893 4561 4489,5 1749 Wilcoxon W 10008,5 12121 5296 10777 9340,5 3460 Z -4,401 -3,378 -2,343 -3,351 -3,264 -2,951 Asymp.S ig. (2 tailed) 0 0,001 0,019 0,001 0,001 0,003 Table 3 shows that literate and illiterate Romanis, the Romanis who share their secrets and emotions with non-Romanis and the ones who have no close non-Romani friends as well as the Romanis wearing unique Romani clothes and modern clothes all had different discrimination scores. In other words, they had different perceptions of discrimination. According to the table, the interpretation of the discrimination variant is valid also for the selfesteem variant. To be clearer, literate and illiterate Romanis, the Romanis who share their secrets and emotions with non-Romanis and the ones who have no close non-Romani friends as well as the Romanis wearing unique dresses and modern clothes all had different self-esteem scores. The results of the Mann-Whitney U Test in Table 4 shows that the perception of discrimination is higher among illiterate Romanis than literates, also Romanis with no close non-Romani friends than the ones with close non-Romani friends and the Romanis wearing unique Romani clothes than the ones wearing modern clothes. Similar to that literate Romanis has higher self-esteem compare to illiterates Romanies, Romanis who has nonRomani friends have higher self-esteem compare to who has no non-Romani friends. Romani women who wears modern clothes also have higher selfesteem compare to who wears unique Romani clothes. Table 4. Mann-Whitney U Test Results n Discrimination Discrimination Discrimination Self-esteem Self-esteem Self-esteem Literacy Friend Literacy Literacy Friend Clothes Yes No Yes No Traditional Modern Yes No Yes No Traditional Modern 112 109 124 96 60 82 111 111 123 98 58 85 91,82 97,75 126,97 80,95 64,59 125,91 97,09 123,5 95,31 59,66 80,42 Mean rank 129,67 Kruskal-Wallis H (K-W) test was applied to understand whether there was a significant discrimination score difference between participants in different income groups and participants with different self-esteem levels. 40 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 The statistics and results of K-W test can be seen in Table 5. An analysis of discrimination and income leads to the following calculation: = 11,936 (p=0.018). This shows that in terms of discrimination scores, there are significant differences at 5% significance level between the income groups. Moreover, the table below shows that the first income category, where people with the lowest income are gathered, has higher perception of discrimination compared to others. Table 5. Kruskal-Wallis HTest Results Discrimination Discrimination Monthly Salary Self-esteem 1 2 3 4 5 Low Normal High n 56 54 70 28 11 79 122 14 Mean rank 127,54 118,53 100,38 83,13 108,5 130,39 99,16 58,68 Calculated as a result of the analysis between the discrimination and self-esteem variants, = 21,513 (p=0.000) values show that there are significant differences at 1% significance level among self-esteem categories in terms of discrimination score. Table 5 shows that participants with low self-esteem have a higher perception of discrimination compared to participants with normal and high self-esteem. 4. Conclusion This study looked into the perceived ethnic discrimination of Romani women living in Bursa and examined the link between perceived ethnic discrimination experiences and perceptions of self-esteem and hopelessness. Using certain analysis methods, the researchers tried to identify the relation between perceived ethnic discrimination experiences and perception of self-esteem on one side and various socio-demographic qualities on the other side. In this context, the coefficient was calculated to be -0,373 as a result of the correlation analysis between discrimination and self-esteem variants. This significant coefficient proves that as the participants’ discrimination experiences increase, their self-esteem decreases. Other important findings of the analysis are as follows: As the participants’ perception of exclusion increases, their perception of stigmatization increases, too. Similarly, as their perception of stigmatization increases, their perception of threat-harassment increases, too. The study has revealed that nearly all of the Romani women participating in the research were illiterate, 41 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar they did not even graduate from primary school and 88, 2% of them are unemployed with no economic freedom. Chi-square analyses also showed that there are statistically significant relations between the variant dressing and perceptions of maltreatment (being treated as if they were unreliable and dirty). According to cross tables, Romani women wearing unique Romani clothes have a higher perception of maltreatment than the ones wearing modern clothes. The results of Mann-Whitney U test indicate that illiterate Romanis have a higher perception of discrimination than literates. Romanis without a close non-Romani friend have a higher perception of discrimination than those with a close non-Romani friend. Romanis with unique Romani clothes have a higher perception of discrimination than Romanis with modern clothes. According to Kruskal-Wallis H test, the participants with the lowest income level have a higher perception of discrimination but on the contrary participants with the higher income level have a lower perception of discrimination. Furthermore, it was detected that the participants with low self-esteem have a higher perception of discrimination than the ones with normal and high self-esteem. Lastly, this study aimed to investigate Romani women' perceived ethnic discrimination experiences in a social life and also examined the effects of perceived ethnic discrimination experiences on group members’ self-esteem and hopelessness. Looking at what the research statistics shows in summary, Romani women who live in Bursa are mostly subject to perceived ethnic discrimination experiences in daily life activities. Perceived ethnic discrimination has a negative impact on those Romani women' selfesteem and our research approves the role of discrimination on self-esteem such as many other research shows similar results. However, contrary to our thinking that Romani women who have been subject to ethnic discrimination and who have a low self-esteem would have negative expectations about the future, there was an inverse proportion between Romani women’s perception of discrimination and hopelessness. Although Romani women are victims of ethnic discrimination and although they are unemployed, poor and although they think they are not respected by the society but surprisingly they are mostly hopeful about the future. Despite all, the research shows, Romani women manage to remain positive. 42 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 Sources Abrams, Dominic. and Hogg, Michael A. 1988. Comments on the motivational status of self-esteem in social identity and intergroup discrimination.European Journal of Social Psychology. 18 (4): 317-334. Ajrouch, Kristine J., Reisine. Susan., Lim, Sungwoo., Sohn, Woosung. and Ismail, Amid. 2010. Perceived everyday discrimination and psychological distress: Does social support matter?, Ethnicity & Health, 15(4): 417-434. Altan, Ömer Zühtü. 2007. Sosyal Politika. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları. Altınöz, İsmail. 2013. Osmanlı Toplumunda Çingeneler. Ankara: Türk Tarih Kurumu. Asamen, Joy. K., and Berry, Gordon. L. 1987. Self-concept, alienation, and perceived prejudice: Implications for counseling with Asian Americans. Journal of Multicultural Counseling and Development, 15: 140160. Asseo, Henriette. 2007. Çingeneler Bir Avrupa Yazgısı. İstanbul. Yapı Kredi Yayınları. AvrupaBirliği 2006 Türkiye İlerleme Raporu (2006),http://www.madde14.org/images/5/54/2006turip.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2007 Türkiye İlerleme Raporu (2007), http://www.madde14.org/images/c/c9/2007turip.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2008 Türkiye İlerleme Raporu (2008), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t urkiye_ilerleme_rap_2008.pdf, Erişim: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2009 Türkiye İlerleme Raporu (2009), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t urkiye_ilerleme_rap_2009.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2010 Türkiye İlerleme Raporu (2010), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/t urkiye_ilerleme_rap_2010.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2011 Türkiye İlerleme Raporu (2011), http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/ 2011_ilerleme_raporu_tr.pdf, Access Date: 05.02. 2014. 43 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar Avrupa Birliği 2012 Türkiye İlerleme Raporu (2012), http://www.abgs.gov.tr/files/strateji/2012_ilerleme_raporu.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Avrupa Birliği 2013 Türkiye İlerleme Raporu (2013), http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rappor t_2013_en.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Bayraktar, Özlem. 2011. Çingeneler: Başka Bir Dünyanin İnsanlari. Global Media Journal. Turkish Edition. 1 (2): 118-132. Beck A.T. (1988). Beck Hopelessness Scale.The Pyschological Corporation. Buğra, Ayşe ve Keyder, Çağlar. 2003. “Yeni Yoksulluk ve Türkiye’nin Değişen Refah Rejimi”. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İçin Hazırlanan Proje Raporu. http://www.tr.undp.org/content/dam/turkey/ docs/povreddoc/UNDP-TR-new_poverty.pdf, erişim tarihi, 10.02.2014. Cassidy, Clare., O’Connor. Rory C., Howe, Christine and Warden, David. (2004). Perceived discrimination and psychological distress: The role of personal and ethnic self-esteem, Journal of Counseling Psyhology, 51 (3): 329-339. Chung, Y. B. And Harman, L. W. (1999). Assessment of perceived occupational opportunity for Black Americans. Journal of Career Assessment. 7 (1):45-62. Communication From The Commission To The European Parliament, The Council, The European Economic And Social Committee and The Committee of The Regions, An EU Framework For National Roma Integration Strategies Up To 2020, Brussels, 5. 4.2011 com (2011) 173.Final. Crocker, Jennifer., and Quinn, Diane M. 1998. Racism and selfesteem. In Eberhardt, Jennifer L. and Fiske, Susan T. (Eds.) Con-fronting racism: The problem and the response. Newbury Park, CA: Sage Publications. 169-187. Corning, Alexandra F. 2002. Self-Esteem as a moderator between perceived discrimination and psychological distress among women. Journal of Counselling Psychology, 49 (1):117-126. Declan, Barry T., and Grilo, Carlos M. 2003. Cultural, self-esteem, and demographic correlates of perception of personal and group discrimination among East Asian immigrants. American Journal of Orthopsychiatry, 73(2): 223-229. 44 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 Demirel, Nurhan. 2012, Romanların Sosyal Dışlanma Probleminin Romanlar ve Toplum Düzeyinde Karşılaştırmalı Araştırması (Kocaeli örneği), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yalova. Duygulu, Melih. 1995. “Türkiye Çingenelerinde Müzik”, Tarih ve Toplum, 137(5): 294-297. Dovidio, John. F., veHebl, Michelle.R., (2005).”Discrimination at the level of individual: cognitive and affective factors.İç “Discrimination at work”.Dipboye, Robert. L. VeColella, Adrienne. New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, Inc., Publishers. Eccleston, Collette, & Major, Brenda. 2006. Attributions to discrimination and self-esteem: The role of group identification and appraisals. Group Processes & Intergroup Relations, 9(2): 147-162. Ecri; Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu 2. Türkiye Raporu, Strasbourg, 2001, http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ ecri/Countryby-country/Turkey/TUR-CbC-II-2001-037-TUR.pdf, Access Date: 05.02.2014. Ecrı; Irkçılık ve Hosgörüsüzlüge Karşı Avrupa Komisyonu 3. Türkiye Raporu, Strasbourg, 2005, http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ ecri/Countryby-country/Turkey/TUR-CbC-III-2005-5-TUR.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Ecrı; Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu 4. Türkiye Raporu, Strasbourg (2011), http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/ ecri/country-by-country/turkey/TUR-CBC-IV-2011-005-TUR.pdf, Access Date: 05.02. 2014. Elmslie, Bruce., and Sedo, Stanley. 1996. Discrimination, social psychology, and hysteresis in labor market, Journal of Economic Psychology, 17(4): 465-478. Fischer, Ann R., and Holz, Kenna B. 2007. Perceived discrimination and women’s psychological distress: The roles of collective and personal self-esteem. Journal of Counseling Psychology, 54(2), 154-164. Greene, Melissa L., Way, Niobe., and Pahl, Kerstin. 2006. Trajectories of perceived adult and peer discrimination among Black, Latino, and Asian American Adolescents: Patterns and psychological correlates. Developmental Psychology, 42(2): 218-238. Göncüoğlu, Süleyman F., Yavuztürk, Şükriye P. 2009. Sulukule ve Çingeneleri. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 23(2): 107-134. 45 M. Yıldırım vd . / Algılanmış Etnik Ayrımcılık Deneyimleri ile Türkiye’de Roman Kadınlar Hunter, John. A., O’Brien, Kerry. S., and Stringer, Maurice. 2007. Threats to identity, self-esteem and intergroup discrimination. Social Behaviour and Personality, 35 (7): 937-942. Karaman, Zerrin T. 2009. Participation to the public life and becoming organized at local level in Romani settlements in Izmir. Land Use Policy, 26 (2): 308-321. Kolukırık, Suat. 2009. Dünden Bugüne Çingeneler, İstanbul: OzanYayıncılık. İstanbul. Kolukırık, Suat. 2006. Dil, Kimlik ve Kültür: Tarlabaşı Çingenelerinde Dilin Sosyal İşlevi. Akademik Araştırmalar Dergisi, 31(8): 97-109. Kurt-Topuz, Senem. 2010. Yurttaşlık Kavramı ve Türkiye’de Yurttaşlık: Edirne Çingenelerinin/ Romanlarının Yurttaşlık Algısı Üzerine Bir Araştırma. Yayınlanmış Doktora Tezi, Ankara. Lam, Brien T. 2007. Impact of perceived racial discrimination and collective self-esteem on psychological distress among VietnameseAmerican college students: Sense of coherence as mediator. American Journal of Orthopsychiatry, 77(3), 370-376. Marsh, Adrean. 2008. Etnisite ve Kimlik: Çingenelerin Kökeni. İçinde. Biz Buradayız! Türkiye’de Romanlar, Ayrımcı Uygulamalar ve Hak Mücadelesi. Edirne Roman Derneği. Marsh, Adrean. 2008. Türkiye Çingenelerinin Tarihi Hakkında. İçinde. Biz Buradayız! Türkiye’de Romanlar, Ayrımcı Uygulamalar ve Hak Mücadelesi. Edirne Roman Derneği. Mossakowski, Krysia N. 2003. Coping with perceived discrimination: Does ethnic identity protect mental health? Journal of Health and Social Behavior, 44(3), 318-331. Nyborg, Vanessa M. and Curry, John F. 2003. The impact of perceived racism: Psychological Symptoms among African American boys. Journal of Clinical Child & Adolescent Psychology, 32(2): 258-266. Öke, Mustafa. K., and Kurt-Topuz, Senem. 2010. Eşit Yurttaşlık Hakları Bağlamında Çingene Yurttaşların Sosyal ve Ekonomik Haklara Erişimi: Edirne Örneği. Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu, II, Bildirileriçinde, İstanbul: Petrol İşYayını 113. Panchanadeswaran, Subadra., and Dawson, Beverly A. 2011. How discrimination and stress affects self-esteem among Dominican immigrant women: an exploratory study. Social Work in Public Health, 26 (1): 60-77. 46 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 29-47 Roman Topluluklar İçin Bütünlüklü Sosyal Politikalar Geliştirme Projesi. 2011. Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri, http://www.spf.boun. edu.tr/content_files/Roman_Kitap_TR.pdf, Access Date: 05.08. 2013. Romero, Andrea. J., and Roberts, Robert. E. 2003. The impact of multiple dimensions of ethnic identity on discrimination and adolescents’ self-esteem. Journal of Applied Social Psychology, 33(11): 2288-2305. Rosenberg, M. (1965).Society and the adolescent self-image. Princeton, NJ: Princeton University Press. Uçan-Çubukçu, Sevgi 2011. Mekânın İzdüşümünde Toplumsal Cinsiyet: Sulukule Mahallesi ve Romanlar. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 44 (1): 83-106. Ünaldı, Halime. 2012. Türkiye’de Yaşayan Kültürel Bir Farklılık: Çingeneler. Journal of Life Sciences, 1(1): 615-626. Verkuyten, Maykel. 1998. Perceived discrimination and self-esteem among ethnic minority adults. Journal of Social Psychology, 138 (4): 479493. 47 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet DOI NO:10.5578/JSS.7806 Ayhan ÜRKÜNDAĞ1 Geliş Tarihi: 15.09.2013 Kabul Tarihi:04.12.2015 Özet Osmanlı Devleti’nin, özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında taşra yönetimi üzerindeki otoritesinin çeşitli nedenlerden dolayı zayıflaması buralarda ayan, voyvoda, mütesellim ismi verilen taşra elitlerinin nüfuz kazanmasına zemin hazırlamıştır. Bu yerel güçlerden bazıları bulundukları bölgedeki halk üzerinde baskı kurarak, fazla oranlarda vergi toplayarak kanunlara aykırı davranmışlardır. Hatta içlerinde bazıları devletin emirlerine karşı gelerek, isyan etmişlerdir. Osmanlı Devleti bu tür yerel elit güçleri eşkıya olarak nitelendirerek, ortadan kaldırmak için üzerlerine kuvvetler sevk etmiştir. Bu yerel güçlerden bir tanesi de 18. yüzyılın sonlarına doğru Uşak kazasında ortaya çıkan Acemoğlu Ahmet’tir. İlk olarak devletin resmi temsilcisi olarak görev yapmış, ancak devletin gönderdiği emirleri dinlememesi ve Uşak halkına zulüm etmesinden dolayı devlet tarafından eşkıya olarak ilan edilmiş ve onun üzerine asker gönderilmiştir. Üzerine gönderilen askeri kuvvetleri bozguna uğratan Acemoğlu, bölgede kurmuş olduğu yerel ilişkiler bağı sayesinde uzun süre merkezi yönetimi uğraştırmış; ama bölgenin bir başka yerel elit kuvveti olan Nasuhoğlu tarafından ele geçirilmiş ve öldürülmüştür. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Eşkıya, Acemoğlu Ahmet, Voyvoda, Uşak. A Bandit from Uşak: Acemoğlu Ahmet Abstract Especially in the second half of the 18th Century, Ottoman State’s declining authority on provincial governence for several reasons led up to province elites’ such as Ayan (Localnotable), Voyvoda (Voivode) and Mütesellim gain domination. Some of these local governors’ broke the law by collecting high rate taxes and tyrannizing the people. Also, some of them rebelled by rejecting the state’s orders. Ottoman State defined those elite forces as “Eşkıya (bandit)” and sent forces to clear away them. One of those forces’ is Acemoğlu Ahmet who appeared in Uşak in the late end of 18th century. At first, He served as the state’s official deputy, but later the state declared him as bandit and sent military forces because of not obeying the state’s directions and tyrannizing Uşak people. Although he beat the military forces sent to him and troubled the central administration by the help of his 1 Öğrt., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, [email protected] 49 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet local relations, he was beaten and murdered by another local elite force: Nasuhoğlu. Keywords: Ottoman State, Bandit, Acemoglu Ahmet, Voivode, Uşak. Giriş Bu makalenin amacı, 18. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı Devleti’nin merkezi yönetimi ile taşrada ortaya çıkmış olan yerel güçler arasında yaşanan ilişkilere dair olan literatüre katkıda bulunmaktır. Küçük bir Anadolu kazasında ortaya çıkmış yerel bir gücün Osmanlı merkezi yönetimine kafa tutmasını ve merkezin bu küçük taşra eliti karşısındaki zayıflığını, Osmanlı merkezinin baş edemediği bu yerel gücü ortadan kaldırmak için diğer taşra güçlerinden nasıl faydalandığı arşiv belgeleri ışığında anlatılmaya çalışılmıştır. Dilimize Arapça’dan geçen “eşkıya” kelimesi, şaki kelimesinin çoğulu olup sözlük anlamı bedbaht, asi, günahkârdır. Ancak kelime Türkçede anlam değişikliğine uğrayarak daha çok “yol kesen” manasına gelen kâtı’ut-tarîk ve “haydut, harami” anlamına gelen muharib kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu sebeple eşkıyalık ve eşkıya, İslam ceza hukukunun klasik sistematiğinde had suçları arasında yer alan “hırabe” suçunun ve suçlusunun Türkçe’deki karşılığını teşkil eder (Bardakoğlu, 1995: 463). Bazen eşkıya kelimesinin yerine celali, eşirra, harami, haramzade, türedi ve haydut gibi kelimeler de kullanılmıştır. Eşkıyalık, genelde silahla veya başka bir yol ile zor kullanmak suretiyle yol kesip baskın yaparak mala, cana zarar vermek, toplum düzeni ve huzurunu bozmak olarak da tanımlanabilir. Eşkıyalığı “bagy”den ayıran fark eşkıyalığın mevcut yönetimi yıkmak amacını taşımamasıdır (Demirci ve Arslan, 2012:17). Eşkıyalık ve eşkıyaların ortaya çıkmasının birçok sebebi bulunmaktadır. Bu sebeplerden merkezi otoritenin zayıflığı ve ekonomik durumun bozukluğu, diğer sebeplere göre daha etkili olmuştur (Yetkin, 2003:1-10). Osmanlı Devleti’nin 1683 yılındaki başarısız II. Viyana kuşatmasından sonra Avrupalı rakiplerinin saldırıları karşısında mağlup olmuştur. Osmanlı Devleti 1699 senesinde ağır şartları havi Karlofça Antlaşması’nı imzalaması ise taşrada yerel elit güçlerinin yavaş yavaş palazlanmasına zemin hazırlamıştır. Bu yerel elit güçlere “ayan”, “voyvoda”, “mütesellim” gibi unvanlar verilmektedir. Ortaya çıkışları 16. yüzyıla kadar uzanan bu sınıf, ilk önce iltizam sisteminin 17. yüzyılın sonlarından itibaren ise malikâne sisteminin vermiş olduğu olanakları kullanarak, siyasi askeri ve ekonomik yönden etkilerini artırmışlardır. 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin savaş giderlerini karşılamada zorluk çekmesi ve bu durumu atlatmak için 50 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 taşranın ileri gelenlerinden asker ve para talep etmesi, başta ayanların ve diğer yerel güçlerin nüfuzlarının hızlı bir şekilde artmasına sebep olmuştur (Özkaya, 1994:59-98). Yeniçeriler’in savaşlarda artık eskisi kadar etkili olmamaları, devleti bu konuda başka alternatifler aramaya sevk etmiştir. Osmanlı Devleti ciddi anlamda ilk kez 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında ayanlardan asker talep etmek zorunda kalmıştır. Bu savaşı takiben 1789-1792 Osmanlı-Rus harbinde daha ciddi anlamda taşradaki yerel güçlere müracaat etmek durumunda kalınmıştır. Devletin taşradaki yerel güçlere olan muhtaçlığının artması, bu güçlerin bazen merkezden gönderilen emirleri dinlememelerine sebep olmuştur (Mc Gowan, 2004:784-787). Aşağıda belgelerle göstermeye çalışacağımız üzere 1790-1791 yılarında Rusya ile savaş devam ederken Osmanlı Devleti taşradaki büyük ve küçük ileri gelenlerden sürekli olarak belli sayılarda asker talep etmiştir. Emirlerin yerine getirilememesi üzerine de genelde mükerrer emirler gönderilmiştir. Osmanlı Devleti’nin asker talebinde bulunduğu yerel elitler içinde çalışmamızın konusunu oluşturan Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet de bulunmaktadır. Uşak, ilk kez Yıldırım Bayezid (1389-1403) zamanında Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir. 1570 yılında tutulmuş olan tahrir defterine göre 12 mahalle ve 2497 nüfusa sahip bir Anadolu kasabasıdır (Özdeğer, 2001:50-64). 1670’li yıllarda Uşak’a gelen Evliya Çelebi, şehirde 8 mahalle ve üstü toprak örtülü 3600 hanenin bulunduğunu söyler. Şehirde sağlam olmayan bir kalenin de varlığından bahsetmekte olan Evliya, şehirde Şeyhülislam, Nakib, Kadı, Kethüdayeri, Yeniçeri Serdarı ve gayet çok âyân olduğunu kaydeder. Bu bilgilerin yanı sıra Uşak kazasının 80 köyünün bulunduğunu, buranın 300 akçelik, Şerif kazası, Gevher Sultan hassı toprağı olduğunu, senelik 10 kese geliri bulunduğunu, buna ilaveten has hâkimine 10 kese daha verildiğini, Kütahya Paşası’nın buraya müdahale edemediğini ve her türlü vergiden muaf olan şirin ve bereketli bir yer olduğunu yazmaktadır (Evliya Çelebi, 2011: 41-43; Özdeğer, 2012: 223). 17. yüzyılın sonlarına doğru Uşak’ın da içinde bulunduğu bazı sancak ve kazalar, has toprağı haline getirildiler ve bunların başına da Sancak Beyi yetkisine de sahip olan Voyvodalar atandı (Özkaya, 2008:208). Voyvoda kelimesi Sırpça kökenli bir kelime olup Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında taşradaki Hıristiyan idareciler için kullanılırdı. Zamanla Osmanlı Türkçesine iyice yerleşmiş ve Müslüman ve gayri-müslim olmasına bakılmaksızın taşradaki bazı idareciler için kullanılmaya başlanmıştır (Adanır, 2002:215; Salzmann, 2011: 184). Voyvodalar, devletin ileri gelen kişilerinin haslarını yönettikleri için yetkileri genişti ve iki tuğlu bir paşanın haklarına sahiptiler. Ancak protokol sıralamasında onlardan geride yer almakta idiler (Özkaya, 2008: 208). Osmanlı Devleti’nde bir sancak has 51 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet olarak verilmiş ise idaresi de voyvodalığa çevrilir ve has sahibi bir voyvodayı buraya yönetici olarak tayin ederdi. Haslar genelde sarayın ileri gelenlerine özellikle de padişahın yakın akrabalarına verilmekteydi (Özkaya, 1994: 16). Uşak kazası da Padişah III. Selim’in halası Esma Sultan’a tahsis edilmiştir. Acemoğlu Ahmet ve Faaliyetleri Acemoğulları ailesinin kökenleri, Uşak’a ne zaman gelip yerleştikleri ve hangi tarihten itibaren bu kazanın ileri gelen aileleri arasına katıldıkları hakkında elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak, Yücel Özkaya, Acemoğulları’nın 18. yüzyılın ikinci yarısından önce arşiv belgelerinde nadir olarak görüldüğünü ve Uşak’ta söz sahibi bir aile olmadığını, yüzyılın ikinci yarısında ise ailenin kazada gücünü artırdığını belirtmektedir (Özkaya, 1994:114-115). H. Evâil-i Cemâziye’l-evvel 1202 /M. 08-17 Şubat 1788 tarihli bir mühimme kaydında “Banaz ahâlîsinin mahzar ve Voyvodası Seyyid Ahmed zîde kadruhunun arzuhâlleri mefhûmlarının hem-şîre-i muhterem Esmâ Sultân zidet-i..? ber-vech-i malikâne uhdesi olan Banaz kazâsını on beş seneden mütecâviz hasâret üzre olan Acemoğlunun oğulları Ahmed ve Mehmed ve İbrahim Kethüdaoğlu” (BOA, A.DVN.MHM.d, 184, s.240, h.564) ifadesi yer almaktadır. Bu ifade Özkaya’nın görüşünü destekler mahiyettedir. Acemoğlu ailesinin devlet merkezinin dikkatini çekerek resmi yazışmalarda isimlerinin telaffuz edilmeye başlaması, Acemoğlu İbrahim’in Uşak kazasında bir mütegallibe yani yerel bir zorba olarak ortaya çıkmasıyla tanınmıştır. 1772 yılında Acemoğlu İbrahim’in Uşak Voyvodası olmak için başına topladığı adamlarıyla birlikte bölgede huzursuzluk yaratması üzerine Uşak kadısına ve voyvodasına gönderilen bir emirde tutuklanarak, Kütahya kalesinde kalabend olarak cezalandırılması istenmiştir (BOA, C.ADL, 5737). Acemoğlu İbrahim’in daha sonra bu amacına ulaştığını görmekteyiz. Çünkü 1784 yılında öldürüldüğünde Uşak Voyvodası olduğu anlaşılmaktadır (BOA, A.DVN.MHM.d, 178, s.286, h.858). Acemoğlu İbrahim’den sonra oğlu Acemoğlu Ahmet, Uşak Voyvodalığı görevine getirilmiştir. Acemoğlu Ahmet’in kesin olarak hangi tarihte Uşak Voyvodalığı’na atandığını tespit edemedik. Bununla birlikte, yukarıda belirtildiği üzere H. 1202/ M. 1788 tarihli bir belgede onun voyvodalığına dair herhangi bir bilgi yer almazken iken H.1204/M. 1789 yılına ait bir mühime defteri kaydında artık kendisinden “Uşak Voyvodası Acem-zâde Ahmed” diye söz edilmektedir. Zikrettiğimiz arşiv belgeleri Acemoğlu Ahmet’in 1788 ile 1789 yılları arasında Voyvodalık görevine atandığını ortaya koymaktadır. Acemoğlu ailesiyle ilgili resmi belgelerde olumsuz bir şekilde bahsedilmektedir. Acemoğlu Ahmet, bölgeye zarar 52 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 veren kişi olarak nitelendirilmiş; ancak Osmanlı merkezi yönetimi, bu aileyi neden resmi temsilcisi olarak görevlendirmiştir? Bu sorunun cevabı Osmanlı Devleti’nin o günlerde içinde bulunduğu siyasi ve askeri koşullarla ilgilidir. Osmanlı Devleti, 1774 yılında Rusya ile imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Kırım’ı kaybetmiştir. 1783 yılında Kırım’ın Ruslar tarafından ilhak edilmesi üzerine Osmanlı Devleti, Kırım’ı geri almak için 1787 senesinde Rusya’ya savaş ilan etmiştir. Savaş hazırlıklarının tamamlanmadan savaş ilan edilmesi ve 1788 yılından itibaren Avusturya’nın da Rusya’nın yanında savaşa katıldığını ilan etmesi, Osmanlı Devleti’nin zorlu iki cephede mücadele etmesini mecbur kılmıştır. Rusya cephesinde alınan yenilgiler ve Rusya’nın kendine özgü sebeplerinden dolayı 1790 yılının ilk aylarında iki devlet arasında barış görüşmeleri yapılmış ama bir sonuç alınamamıştır. Prusya’nın baskısından dolayı Avusturya savaştan erken çekilmiş ve Osmanlı Devleti ile 1791 yılında Ziştovi Antlaşması’nı imzalamıştır. Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş devam etmiş ve Osmanlı ağır yenilgiler almıştır. Bu ağır mağlubiyetler, Osmanlı devlet adamlarının Rusya’dan barış istemelerine sebep olmuştur. İki taraf arasında yapılan barış müzakerelerinin sonunda 1792 yılında Yaş Antlaşması imzalanmıştır (Beydilli, 2013:343-347). Osmanlı Devleti’nin 1787-1792 yılları arasında Rusya ve Avusturya İmparatorlukları ile savaş halinde olması ve gittikçe artan asker ihtiyacı, devleti yerel seçkinlerin insafına bırakmıştı. Buna ilaveten ekonomik durumun yeterince iyi olmaması ve merkezi hazinenin, ordunun ihtiyaçlarını karşılayamaması, devletin taşradaki yerel nüfuz sahiplerine müracaat etmesine sebep olmuştur. Bu gelişme taşradaki yerel güçlerin merkez karşısında güçlenmesine olanak sağlamıştır. Osmanlı merkezi içinde bulunduğu bu olumsuz koşullar nedeniyle taşrada etkili gördüğü kişilerden sürekli yardım talep etmiştir. Mühimme Defterlerinde yer alan emirlerden de anlaşılabileceği üzere Osmanlı Devleti ayanlardan, mütesellimlerden ve voyvodalardan sürekli asker talebinde bulunmaktadır. Acemoğlu Ahmet’e Uşak Voyvoda’sı olarak gönderilen bir emirde Güreli-zâde İsmail ile birlikte masraflarını kendileri karşılamak şartıyla beş yüz asker toplayıp Silistre Valisi Vezir Cura-zâde Ahmet Paşa’nın maiyetine gitmesi istenmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 188, s.108, h.671, tarih 1789). İlerleyen süreçte görev yeri değişikliği olmuş ve ikiliye maiyetlerindeki askerler ile birlikte İsakça’ya gitmeleri emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 188, s.126, h.844, tarih 1789 ). Uşak ile birlikte çevre kasaba ve kazalarda savaşabilecek ne kadar yiğit ve bahadır asker var ise bunların hemen savaş alanında paşaların maiyetlerinde yer almaları istenmiş ve bu emre itaat etmeyerek geride kalanların ise cezalandırılacakları belirtilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.22, h.60, tarih 1790). Acemoğlu Ahmet yukarıdaki emirlere itaat konusunda yavaş hareket etmiş olmalı ki 53 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet kendisine gönderilen yeni bir emirde bir an önce savaşa yarar süvari askerleri ile birlikte giderek İsakça muhafızı Vezir Osman Paşa’nın maiyetine katılması ve görevinde bir kusur işlememesi konusunda sıkı bir şekilde tembih edilerek bir ihlali söz konusu olur ise Padişahın gazab-ı şâhânesine uğrayabileceği vurgulanmaktadır (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s. 100, h. 314, tarih 1790). Bir önceki emre takiben gönderilen yeni bir emirde ise birkaç gün içerisinde Sadrazam Şerifi Hasan Paşa’nın maiyetine katılması istenmektedir. Acemoğlu, gelen bu emir üzerine kendisinin yolda olduğuna dair bir haber göndermiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.125, h.411, tarih 1790). Acemoğlu Ahmet, askerleriyle birlikte görev yerine doğru hareket ettiğini bildirmiş olmasına rağmen merkezi idareye ulaşan haberler, onun hala Uşak’tan ayrılmadığını ortaya koyunca ona tehdit dolu yeni bir emir gönderilerek bir an önce İsakça muhafızı Vezir Osman Paşa’nın askerlerine katılması ve kesinlikle bu son emri yerine getirmesi gerektiği emredilmiştir. Ayrıca Kütahya Mütesellimi Abbas’tan da Acemoğlu’nun yerinden ayrılıp ayrılmadığının kontrol edilmesi istenmiştir. Gelen bu emirin kenarına bir derkenar düşülmüştür. Bu derkenar, Acemoğlu Ahmet’in topladığı askerin başına Seyyid Halil Ağa isimli bir başbuğ tayin ederek İsakça tarafına gönderdiğini ortaya koymaktadır. (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s.190, h.606, tarih 1790). Osmanlı Devleti’nin Rusya karşısında uğradığı başarısızlıklar ve buna bağlı olarak cephede daha fazla askere ihtiyaç duyması, taşraya bu konuda gönderilen emirlerin sayısını artırmış ve taşradaki yöneticilerden kendi bölgelerinde bulunan askerleri başlarındaki zabitlerle birlikte bir an önce ordu tarafına irsal etmeleri istenmiştir. Bu konuda yavaş hareket eden olur ise isimleri ve resimleri birlikte başkente ihbar edilmesi emir edilmiştir. (BOA, A.DVN.MHM.d, 192, s. 202, h. 634, tarih 1790). Kütahya Mütesellimi Abbas’a gönderilen H. Eva’il-i Zil-kâde 1204/ M. 13-22 Temmuz 1790 tarihli emirde Kütahya bölgesinden gönderilmesi gereken askerlerin orduya ulaşmadığı, bu işten onun sorumlu olduğu ve kusurundan dolayı aksaklık yaşandığı, bundan dolayı kusurunu bir an önce düzelterek askerleri ordu tarafına nakletmesini bu işte kendisine zorluk çıkartan olursa cezalandırılabileceği hatta öldürebileceği belirtilerek emrin kendisine ulaştığı tarihten itibaren dört gün içersinde hiç kimsenin mazeretine bakmaksızın bölgede bulunan askerin derhal cepheye sevk edilmesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d 192, s. 238, h. 725). Arka arkaya bu kadar sert emirlerin gönderilmesi Osmanlı Devleti’nin savaşta yaşadığı zorlukların arttığını ortaya koymaktadır. Ayrıca Acemoğlu 54 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 Ahmet’in içerisinde bulunduğu bir kısım yerel görevlinin ordu tarafına asker göndermede çok da istekli olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Yazın sonuna doğru gelinmesinden dolayı padişah yerel yöneticilerden bir an önce kış askerlerini hazırlamaları ve başlarındaki sorumlular ile birlikte Eylül ayının on beşinde Edirne’de hazır olmaları istenmektedir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 9, h. 7, tarih 1790). Uşak Voyvodası’na bu konuda emir gönderilerek savaşa uygun askerleri ile bir an önce hareket etmesi söylenmektedir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 14, h. 118, tarih 1790). Bu arada Mart ayının dokuzunda Avusturya ile bir antlaşma yapılmış ama Rusya ile savaşa devam edilmesinden dolayı yine askerlerin orduya gönderilmesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 95, h. 420, tarih 1790 ) Acemoğlu Ahmet’e de bu emrin benzeri gönderilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 194, s. 100, h. 517, tarih 1790). Acemoğlu Ahmet’e gönderilen benzer bir emrin derkenarına düşülen nottan Uşak kazasında üç bayrak ve yetmiş piyade askerinin Halil Ağa’nın başbuğluğunda ordu tarafına irsal edildiği ve Uşak kadısının bu konuda merkezi bilgilendirdiğini öğrenmekteyiz. 1790 senesinin Aralık ayı içerisinde Batı Anadolu bölgesinin en güçlü ayanı olan Karaosmanoğulları’ndan2 Hacı Ahmet’e ve Mir Aşireti beyine gönderilen bir emirde Rusya ile savaşın devam ettiğini ve yeni yılda Rusya üzerine bir sefer yapılması planlandığından sefer ayı kabul edilen ruzı hızırda taşra yöneticilerinin askerlerini hazırlayarak Haziran ayı öncesinde orduda hazır olmaları talep edilmektedir (BOA, MD 194, s. 227, h. 894, tarih 1790 ). Bir önceki emrin bir sureti Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet’e gönderilmiş ve ondan teçhizatlı sekiz yüz askeri toplayarak sefer zamanında orduda hazır bulundurması istenmiştir. Bu belgenin üst tarafına düşülen bir derkenarda da Ahmet’in adamlarından Süleyman Ağa ismindeki bir kişiyi askerlerinin başına geçirerek ordu tarafına gönderdiğini ve Ahmet’in sunduğu bir arzın içeriğinden de bunların Uşak’tan orduya katılmak üzere hareket ettiklerini görmekteyiz (BOA, MD 194, s.228, h.895, tarih 1790). Osmanlı merkezi idaresinin ordu için Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet’ten tam teçhizatlı sekiz yüz asker talep istemesi önemlidir. Çünkü Uşak gibi nispeten küçük bir kazanın yöneticisinin bu kadar çok asker toplayabilme kudretine sahip olduğunu düşünmeleri Acemoğlu’nun gerçekten bölgedeki nüfuzunu ve gücünü göstermektedir. 2 18. yüzyıl başlarında ortaya çıkan ve 1750’lilerden sonra Batı Anadolu'yu neredeyse kontrol altına alan Karaosmanoğulları ailesi için bkz. (Nagata, 1997) 55 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet Acemoğlu Ahmet’e gönderilen emirlerde topladığı askerleri ile birlikte bir an önce orduya katılması talep edilmiş, ancak Uşak Voyvodası bu konuda biraz yavaş davranmıştır. Acemoğlu’nun kendisine gelen bu emirleri savsaklayarak Uşak’tan ayrılmamasının sebebi neydi? Bu konuya açıklık getirebilmek için yine Osmanlı arşivindeki kayıtlara müracaat etmek durumundayız. Karaosmanoğlu Hacı Ahmet’e gönderilen H. Evâil-i Zil-Kâde 1205/ M. 2-11 Temmuz 1791 tarihli bir emirde Uşak Voyvodasının orduya katılmada gösterdiği gevşekliğin sebebi ortaya konmaktadır. Bu belgeye göre Acemoğlu Ahmet, bazı eşkıyaların Uşak kazasına bağlı bazı köylere saldırarak buralarda yaşayan halkı rahatsız ettiklerini ve kendisinden istenen askerleri bir başbuğ ile birlikte ordu tarafına gönderdiğini belirtmiştir. Aynı belgede Karaosmanoğlu’ndan, Acemoğlu Ahmet’in vermiş olduğu bilgilerin doğru olup olmadığını araştırarak elde ettiği bilgileri hemen merkeze göndermesi emredilmiştir (BOA, A.DVN.MHM.d, 196, s. 75, h. 118 ). Bu belgedeki bilgilere göre Acemoğlu Ahmet kendi bölgesinde zuhur eden eşkıyalara karşı bölgesini korumak istemiştir. Uşak’tan ayrılırsa bölgenin kontrolünü kaybedebileceğini düşünmüş olmalı ki merkezin emirlerine rağmen bölgesinden ayrılmamıştır. Ayrıca Osmanlı merkez yöneticilerinin Acemoğlu Ahmet’e güven duymadıkları da aynı belgeden anlaşılmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Uşak kazasında ortaya çıkan ve başlarında Civelek Beğ denen bir kişi bulunan eşkıyalar, bölgedeki köylere saldırarak reayanın devlete ödemesi gereken vergileri ele geçirmişlerdir. Bundan dolayı bölgede vergiler toplanamadığı gibi halk, eşkıyaların saldırılarından perişan olmuş ve huzurları kalmamıştır. Osmanlı merkezi idaresi Karaosmanoğlu ve Acemoğlu’na gönderdiği bir emirle başta eşkıyaların reisi olan Civelek Beğ olmak üzere tüm eşkıyaların yakalanarak gereken cezalarının verilmesini ve halkın bu kötü durumunun ortadan kaldırılmasını istemiş ve birlikte hareket etmelerini bildirmiştir. (BOA, A.DVN.MHM.d, 196, s. 251, h.341, tarih 1791 ). Ayrıca Uşak Voyvodası Acemzâde’ye gönderilen bir emirde seferler takribiyle ortaya çıkan bazı eşkıyaların halkı rahatsız ettiği ve durumun ortadan kaldırılması için Anadolu Valisi Vezir Hacı Ali Paşa’nın görevlendirildiği belirtilmekte ve valiye gereken yardımın yapılması tembih edilmektedir. (BOA, A.DVNS. MKM. MHM. d. 1, s. 120, h. 368, tarih 1792). Osmanlı merkezi idaresi yukarıdaki vermiş olduğumuz bilgilerden anlaşılacağı üzere Uşak’ta ortaya çıkan şakilere karşı Acemoğlu Ahmet’ten bölgedeki temsilci olarak bir an önce harekete geçerek eşkıyaların def edilmesini istemektedir. Ancak aynı tarihli bir başka belgede Acemoğlu 56 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 Ahmet, padişah tarafından şaki olarak itham edilmiştir. Onun şaki olarak suçlanmasının sebebi ise Anadolu Valisi Vezir El-Hac Ali Paşa’ya gönderilen bir emirde şu şekilde ifade edilmiştir “Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmed ve karındâşı Şahin nâm şakînin seferler takrîbiyle aceze-i ra’îyyet haklarında zulm ve ta’addîsinin nihâyeti olmayub merkûmun zulm ve gadrinden fukarâ-yı ra’iyyet perîşân-ı hâl ve muztarib-i hâl oldukları sikât-i sahîhâtü’l-kelimât ihbârlarıyla” (BOA,C.DH, 268, tarih 1792;Uluçay,1955:232 )3. Yukarıdaki cümlelerden de anlaşılacağı üzere Acemoğlu Ahmet seferler nedeniyle ortaya çıkan otorite boşluğunu kullanarak bölge halkı üzerinde baskı kurarak onların perişan olmalarına sebep olmuş ve bundan dolayı da halk ondan şikâyetçi olmuştur. Aynı belgede Vezir Ali Paşa’dan Acemoğlu ve adamalarının yakalanmasını gereken cezaların verilerek bölgede huzurun yeniden tesis edilmesi istenmektedir. Vezir Ali Paşa, Acemoğlu Ahmet ile ve yanındaki eşkıyayı yakalamak ve cezalarını vermek için ilk önce kardeşi Osman Beğ komutasındaki askerini Uşak’a sevk etmiştir. Ayrıca Uşak’ın yeni voyvodası Hasan Ağa da Osman Beğ’e yardım etmekle görevlendirilmiştir. Osman Beğ’in kendi üzerine doğru yürüdüğünü haber alan Acemoğlu ve yanındaki adamlarıyla Banaz kazasının Öksüz isimli köyüne giderek köyde bulunan kuleye yerleşmişler ve köyün çevresine hendekler açarak içine su doldurmak suretiyle bir saldırıya karşı savunmalarını güçlendirmeye çalışmışlardır. Osman Beğ ve emrindeki askerler Öksüz köyüne gelerek kuleyi kuşatarak saldırıya geçmişler; ancak bu saldırı başarısızlıkla sonuçlanmış, Osman Beğ ve askerleri kuşatmayı kaldırarak Kütahya geri dönmüşlerdir. Çok sayıda Osmanlı askerinin kuşatmaya katılmalarına rağmen başarısız olmalarının sebepleri çatışmaya katılanlara sorulduğunda birbirlerini suçlayıcı cevaplar verdikleri görülmektedir. Osmanlı askerinin komutanı olan Osman Beğ başarısızlığını sebebi olarak Uşak halkının askerlerine yeterince yem ve tayinat vermediklerini bundan dolayı askerleri arasında hoşnutsuzluk zuhur ettiğini ve dağıldıkları ifade etmiştir. Voyvoda Hasan’ın adamı ise askerlerin yem ve tayinatı konusunda Osman Beğ’in kendi Silahtar’ının görevli olduğunu ve Uşak halkının istedikleri kadar hatta fazlaca tayinat verdiklerini belirtmektedir. Uşak Voyvodası Hasan’a göre başarısızlığın sebebi Osman Beğ’dir. Çünkü Öksüz köyüne ulaşıldığında kendisinin ve Uşak ahalisinden bazı kimselerin hemen saldırıya geçilmesini istemelerine rağmen Osman Beğ bunu kabul etmeyerek gece, askeri boş yere bekletmiş; işte bu esnada 3 Uluçay, belge numarasını sehven 286 diye okumuştur. 57 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet Acemoğlu’nun adamalarından yetmiş seksen tanesi askerlerin arasına karışarak askerlerin dağılmaları için propaganda yapmışlardır. Ayrıca Acemoğlu’nun adamları askerlere yirmi beş bin kuruş dağıtarak askerlerin bulundukları yerden ayrılmalarını sağlamışlardır. Anadolu Valisi Hacı Ali Paşa ise padişaha gönderdiği raporda başarısızlığın sebebini kuşatma devam ederken Acemoğlu ile müttefik olan Sarı Tekeli Kızıl Abdi Aşireti’nin askerlerine arkadan saldırmasına ve aynı anda Acemoğlu ve yanındakilerin kaleden çıkarak huruç hareketi ile askerleri bozguna uğratmalarına bağlamaktadır. Bu çarpışma esnasında otuz at yükü nakit para ve eşya da eşkıyaların eline geçmiştir. Ali Paşa başarısızlığın bir diğer sebebi olarak da Uşak halkının Acemoğlu ile birlikte hareket etmelerini göstermiştir. Acemoğlu’nun üzerine gönderilen askerlere karşı başarılı olması üzerine Uşak halkı Acemoğlu’nu Uşak’a saldıracağını ileri sürerek Voyvoda Hasan ve askerlerinin Uşak’a girmelerini engellemişlerdir. Bunun üzerine Voyvoda ve Acemoğlu’nun muhalifi olan bazı kimseler Uşak’a sekiz saat mesafede olan Gediz kazasına gitmişlerdir. Uşak’ta yaşayan ve Acemoğulları tarafında yer alan bazı kişiler ise Acemoğlu Ahmet’i Uşak’a davet etmişler ve Uşak kadısı aracılığı ile padişaha bir mesaj göndererek Acemoğlu’nun affedilmesini talep etmişler; eğer bu istekleri yerine getirilmezse “terk-i evtân” tehdidinde bulunmuşlardır. (BOA, C.DH. 10168, 7117, tarih 1793; Uluçay, 1955:239 )4. Acemoğulları’na karşı adamlarının başarısız olması üzerine Vali Ali Paşa, padişahtan aldığı emir ile birlikte bu meseleyi kesin bir çözüme kavuşturmak için içinde top ve humbara gibi ağır silahların da bulunduğu kalabalık bir askeri birlikle birlikte Uşak’ta bulunan Acemoğulları üzerine yürür. Manisa Kadı Sicili’ndeki bir kayda göre padişah, Ali Paşa’ya Uşak’a vardığında ilk önce neler yapması gerektiği konusunda emir vermektedir. Buna göre Ali Paşa ilk önce Uşak’ı kuşatacak ve halktan Acemoğlu ve yanındakileri canlı veya ölü teslim etmelerini isteyecek ve bu konuyu düşünmeleri için halka bir iki gün süre tanıyacaktır. Halk bu isteği kabul ederse vali şehri top atışı ile perişan etmeyecek ve halka dokunmayacaktır. Ancak eşkıyalar teslim edilmez ise vali eşkıyaları ele geçirmek için elindeki tüm gücü kullanacaktır (Uluçay, 1955:237-238). Ali Paşa, on beş bin askerle Uşak kazasına varmış (Uzun Çarşılıoğlu,1932:153) ama burada Acemoğlu’nu bulamamıştır. Kendisine başta bölgenin güçlü ayan ailesi Karaosmaoğulları ve diğer yerel yöneticilerin gönderdiği bir emirden öğreniyoruz ki Ali Paşa Uşak’a 4 Uluçay, belge numarasını sehven 10118 diye okumuştur. 58 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 geldiğinde Acemoğlu ile herhangi bir çatışma olmamış ve buradan firar eden Acemoğlu’nun birkaç ay bölgede dolaştıktan sonra bahara kadar Kula kazası sınırlarına dâhil olduğu haberinin kendisine ulaştığını belirtmektedir. (Uluçay,1955:241). Ayrıca Karaosmanoğlu Ahmet’e gönderilen bir emirde Acemoğulları’nın bölükbaşılarının nerede oldukları belirtilmekte, bunların bir an önce yakalanması istenmektedir (BOA, C. ZB, 1652, tarih 1793). Acemoğlu Ahmet ve yanındaki eşkıya grubu büyük bir askeri kuvvetin kendi üzerlerine geldiği haberini almaları üzerine risk almayarak Uşak’tan kaçmışlar ve Acemoğlu’nun akrabası olan Kula Voyvodası İsmail Ağa’nın yanına gitmişlerdir. Burada bir gece dinlendikten sonra İsmail Ağa ile birlikte Mandehora5 kazasının Gölde köyüne geçmişlerdir (BOA, C.ML,7856, tarih 1793). Böylece Acemoğlu ve adamlarının belli bir süre daha bölgede saklanma imkânını elde etmişlerdir. Bu da onun yerel ağ bağlantılarının güçlü olduğunun bir kanıtı olabilir. Bu arada Ali Paşa’nın, Acemoğulları meselesini çözümleyememesi devletin reaya üzerindeki otoritesini zedelediğinden dolayı görevinden azl edilmiştir (Uzun Çarşılıoğlu,1932:153;Uluçay:1955:23). Acemoğlu’nu ortadan kaldırma görevi Karaosmanoğulları’ndan Hacı Ömer Ağa ve Hacı Mehmed Ağa’ya verilmiştir. Sadrazamın padişaha sunduğu bilgiden anlaşılmaktadır ki Karaosmaoğulları, Acemoğlu ile adamlarını sıkı bir takibat neticesinde sıkıştırmışlar ve Acemoğlu’nun yanında bulunan meşhur bölükbaşlarıyla birlikte birçok adamlarını yakalayıp kılıçtan geçirmişlerdir. Bu çatışma esnasında Acemoğlu ve yanında üç beş adamı güç bela kurtularak Şaphane tarafına doğru firar etmişlerdir (BOA, HAT, 1385) . Bu çatışmanın nerede vuku bulduğu kesin olarak belli olmamakla birlikte yukarıda adını zikrettiğimiz Gölde köyü yakınlarında olması muhtemeldir. Osmanlı merkez idaresi Acemoğlu’nu bölgede çok güçlü ve nüfuz sahibi bir kişi olarak görmekte ve 1735-1739 seneleri arasında Batı Anadolu’da Osmanlı Devleti’ni uzun süre meşgul eden meşhur eşkıya Sarıbeğoğlu (Ülker, 1989:44) kadar güçlü olduğunu düşünmektedir. Yukarıda künyesini verdiğimiz belgede bu kıyaslama şu şekilde ifade edilmiş “iş bu Acemoğulları devr-i Mahmûd Hanîde Aydın’da vâkı Honoz nâm mahalde ser-zede-i zuhûr olûb Devlet-i Âliyye’yi haylice işgâl iden meşhûr Sarıbeğoğlu gibi kuvvetlû ve etrâflû şekâvet-kârândan olmalarıyla olur olmaz âdem bunların haklarından gelemeyeceği ve beher-hâl anlardan kuvvetlû sahib-i nüfûz ve rızâ-cûy âdemlerin üzerlerine ta’yini lâzım geleceği zâhir olduğundan” . 5 Mendehorya olarak da bilinmektedir. Alaşehir ilçesinin Kemaliye kasabasıdır (Uluçay, 1955:99; Sezen, 2006: 359; Akbayar,2003:116). 59 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet Şaphane tarafına giden Acemoğlu ve yanındaki az sayıdaki adamı bölgede daha fazla kaçamamışlar. Simav ile Şaphane arasında bulunan Köpenez köyünde, Gediz ve Simav Voyvodası Nasuhoğlu Nasuh Ağa tarafından H. Recep 1209/M. Ocak 1795 tarihinde yakalanmışlardır6. Başları kesilerek, Karaosmaoğulları’na gönderilmiş ve onlar aracılığı ile de başkente gönderilerek burada sergilenmiştir (Uzun Çarşılıoğlu,1932). İstanbul’a Acemoğlu’nun ser-maktu’nu getiren Karaosmaoğulları’nın adamlarına da sadrazam tarafından hediyeler verilerek taltif edilmişlerdir (Uluçay,1955:242-243). Acemoğlu ve Adamlarının Muhallefatı Osmanlı Devleti’nde bir devlet memuru çeşitli nedenlerden dolayı görevinden azl edildiğinde, öldüğünde veya öldürüldüğünde muhallefat veya tereke ismi ile anılan sahip olduğu taşınır ve taşınmaz mal varlıklarının bir kısmı ya da tamamına devlet tarafından el konularak kayıt altına alınması söz konusu olabilmekte idi. Yapılan bu işleme “müsadere” ismi verilmekteydi. Yapılan müsadere işleminden devlet önemli gelirler elde ederdi. Özellikle 18. yüzyılın ikinci yarısında müsadere işlemlerinin artması ile devlet hazinesine önemli oranlarda para aktarılmıştır. Bu dönemde iki tarih dikkat çekmektedir. Bunlar 1766-1775 ve 1789-1794 yılları arasıdır. Bu iki dönemde devletin muhallefat gelirleri en yüksek seviyeye ulaşmıştır (Bölükbaşı, 2013:173-175). Her iki tarih arasında da Osmanlı Devleti maliyeti yüksek savaşlar yapmış bundan dolayı mali sıkıntıya düşmüştür. Acemoğlu Ahmet’in ayaklanması ve malvarlığına el konulması bu tarihlerden ikincisine denk gelmektedir. Acemoğlu Ahmet’in ve diğerlerinin terekeleri hakkında bilgi verirken Osmanlı Arşivi’nde tespit edebildiğimiz iki belgeyi kullanmaya çalıştık. Bunlar Cevdet Tasnifi Maliye kısmı 12523 ve 7856 no’lu belgelerdir. Uşak Voyvodası Acemoğlu Ahmet, devletin resmi temsilcisi olması hasebiyle bir şaki olarak suçlanmasını takiben yakalanması ve cezalandırılması için hemen emirler çıkartılmış ve aynı anda mal varlığının tamamının müsadere edilmesi istenmiştir. Müsadere işlemi için ilk aşamada muhallefatın kaybolması ve yağmalanmasının önlenmesi gerekmektedir. Bunun için Anadolu Valisi Ali Paşa’ya ve Uşak kadısına emirler gönderilerek, Acemoğlu Ahmet’in, kardeşi Kara Şahin’in ve adamlarının Uşak, Banaz ve civar köylerde bulunan tüm malvarlıklarının koruma altına alınması talep edilmiştir. Ayrıca bu iş için merkezden mübaşir sıfatıyla padişahın mutemet adamlarından Hassa Silahşörları Ocağı’na mensup Ali Ağa görevlendirilerek, Uşak’a irsal edilmiştir. 6 Nicolae Jorga, kitabında Acemoğlu Ahmet’in 1794 senesinde Karaosmanoğlu Süleyman Paşa tarafından esir alındığını belirtir. (Jorga, 2009) 60 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 Ali Ağa, Uşak’a ulaştıktan sonra Uşak kadısı ve şehir halkından güvenilir bazı kimselerle birlikte çalışarak, kimin üzerinde ne kadar taşınır ve taşınmaz mallar olduğunu tespit ederek elindeki deftere bunları kaydetmiştir. Bundan sonra satılabilecek nitelikte olan malları burada bir müzayede düzenlenerek açık artırma yoluyla satılmış ve elde edilen nakit paralar imzalı ve mühürlü deftere kaydedilmiştir. Elde edilen hububatların İstanbul’da ihtiyaç duyulmasından dolayı ilk önce Uşak’tan İzmir İskelesine nakledilmesi ve buradan da gemiler aracılığı ile İstanbul’a ulaştırılması istenmiştir. Daha sonra bundan vazgeçilmiş olmalı ki elde edilen zahirelerin o günkü râyic bedeli üzerinden satılması ve kesinlikle râyic bedelinin altında bir fiyata satılmaması istenmiştir. Acemoğlu Ahmet ve kardeşi Kara Şahin ile avanelerin Uşak ile Banaz kazaları ve köylerinde tespit edilen malların müzayede sonucunda satılmalarıyla otuz üç bin yüz yetmiş iki (33172) kuruş hâsılat elde edilmiştir. Bunun on dört bin yedi yüz (14700) kuruşu padişahın emri ile H.1206 senesinin iltizam bedeli olarak Darbhane-i Amireye teslim edilmek üzere Kütahya valisinin adamına teslim edilmiştir. Geriye kalan meblağ on sekiz bin dört yüz yetmiş iki (18472) kuruş mübaşir Ali Ağa tarafından ahalinin gözü önünde deftere kaydedilerek imzalanmış ve mühürlemiştir. Bu miktarların dışında Acemoğlu Ahmet’in Uşak halkına dağıttığı hububatın akçesi olan yedi bin yüz elli dokuz (7159) kuruş ise tahsil edilememiştir. Çünkü borçlu olan reaya kışın şiddetli geçtiğini bundan dolayı istenilen derece ürün elde edemediklerini ayrıca eşkıyaların köylerdeki bazı hububatı yağmaladığını ifade etmişler ve beş altı aya kadar borçlarını ödeyeceklerini sözünü vererek mübaşire bir temessük vermişlerdir. Uşak ahalisinin avarız vergisi ödemeleri için oluşturulan evkaf-ı avarız defterine kayıtlı beş bin yedi yüz yetmiş sekiz (5778) kuruşluk hınta defteri de mübaşire teslim edilerek İstanbul’a gönderilmiştir. Mübaşir Ali Ağa 18472 kuruşun 250 kuruşunu kendi üzerinde bırakarak, geriye kalan 18222 kuruşu hazineye teslim etmiştir. Osmanlı merkezi Uşak ahalisinde olan alacaklarının tahsili ve satılamayarak geride kalan mallarının satılması için ileriki günlerde yeni bir mübaşir tayin ederek Uşak’a göndermeye karar vermiştir. 33172 guruş hâsılat içersinde Acemoğlu Ahmet ile Kethüdası Hüseyin’in mallarının satışlarından elde edilen gelir on üç bin dört yüz elli üç (13453) kuruştur. Acemoğlu’nun firar etmesinden sonra Anadolu Valisi Vezir Ali Paşa’nın ele geçirdiği ve Uşak kadısı ile imzalı ve mühürlü deftere kaydettiği eşyaları incelediğimizde fazla bir eşyanın yer almadığı görülmektedir. Var olan eşyalar ise köhne ve kullanılmış olarak nitelendirilmiştir. Bunlar arasında dikkati çeken büyük ve küçük 325 adet bakır mutfak eşyasıdır. 45 adet kullanılmış yastık ve çeşitli sayılarda şilte, yorgan, seccade, kilim, 61 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet alaca, çuka, çarşaf, minder, şamdan, billur kâse, peşkir, şilte için yün, saat ve büyük ayna gibi ev eşyaları bulunmaktadır. Eşyalar arasında bir adet simli demirsiz tüfek ve 27 adet eski tüfek yer almaktadır. Acemoğlu Uşak’tan firar etmeden önce kullanabileceği tüm silahları yanında götürmüş olmalıdır ki geride eski, kullanma olasılığı düşük olan silahlar bırakmıştır. Acemoğlu Ahmet gelirinin bir kısmı ile çeşitli dükkânlardan hisse almış ve böylece yatırımlarını değerlendirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmıştır. Uşak kazasının merkezinde bulunan bu dükkân hisseleri şu şekildedir; iki demirci dükkânında hisse, bir ekmekçi dükkânından hisse, bir kahve dükkânından hisse, sağir han arsasından hisse, bahçeden hisse ve menzilden hissedir. Yukarıda vermiş olduğumuz hisseler ve arsalar satılamayan mallar arasında yer almaktadır. Acemoğlu’nun muhallefatında dikkati çeken konulardan biri ise altı tane Arap cariyesinin bulunmasıdır. Arap cariyelerden biri nikâhlı olduğunu kanıtlaması ile satılmaktan kurtulmuştur. Bir tanesi hasta veya sakat olması nedeniyle satılması için Kütahya’ya gönderileceği ifade edilmiş olsa da daha sonra düşülen bir notta bu arap cariyenin mübaşir Ali Ağa tarafından 250 kuruşa satıldığı ifade edilmiştir. Dört tanesi ise bin kuruşa satılmıştır. Uşak gibi küçük bir şehirde Arap cariyelerin görülmesi ilginçtir. Arap cariyeler genelde ev hizmetleri için kullanılmaktadır. Acemoğlu Ahmet’in bu çok sayıda Arap cariyesinin olması birkaç şekilde açıklanabilir. Birincisi bunlar yatırım amaçlı satın alınmış olabilir. Uşak’ta olmasa bile eyalet merkezi olan Kütahya’da bir köle pazarının var olduğu anlaşılmaktadır. İkincisi, Acemoğlu’nun hanesi ve ailesi çok geniş olmalı ki altı tane Arap cariye ev hizmetlerinde kullanılmak için satın alınmış olabilir. Ayrıca Acemoğlu’nun avanelerinden olan Kalın Kilise köyünden Mustafa’nın terekesinde de iki tane Arap cariye yer almaktadır. Acemoğlu Ahmet’in tespit edilen terekesi içerisinde en fazla yer kaplayan mal hınta, şa’îr, mısır hınta’sı, dakîk, yulaf, burçak türü hububatlardır. Hububatların yanı sıra nohut, bulgur ve tarhana önemli miktarlarda yer almaktadır. Hububatlar arasında oran olarak 10659,5 İstanbul kilesi ile hınta ilk sırada yer almakta, onu 6016,5 İstanbul kilesi şa’îr izlemektedir. Acemoğlu Ahmet, Uşak kazası merkezinde dokuz (9) Müslüman mahallesinden 44 kişiye 663 Uşak kilesi ve Rumlar’ın yaşadığı bir mahalledeki ahaliye 300 Uşak kilesi olmak üzere toplam 963 Uşak kilesi hıntayı Avarız-hane vakfı için günün rayiç bedeli olan altı kuruştan 62 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 dağıtmıştır. Dağıtılan bu hınta’nın bedeli 5778 kuruştur. Belgede 44 Müslüman ahalinin tek tek isimleri ve ne kadar kile kınta aldıkları belirtilmişken gayri müslim reaya için böyle bir işlem yapılmamıştır. Hınta dağıtımının Acemoğlu’nun elinde olması onun kaza halkı üzerinde etkinlik kurma yollarında biri olmalıdır. Acemoğlu Ahmet’in malları ile birlikte kardeşi Kara Şahin ve bölükbaşılarının malları müsadere edilerek hazineye aktarılmıştır. Bunların terekeleri de genellikle hububat ve hayvan ağırlıklıdır. Acemoğlu’nun bölükbaşılarının Uşak ve Banaz’ın çeşitli köylerinde ikamet ettikleri görülmektedir ki bu durum Acemoğlu’nun köylerdeki bu adamları vasıtası ile Uşak ve civarında etkili bir organizasyon kurduğunu göstermektedir. Sonuç 18. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin taşradaki otoritesinin zayıflaması, Anadolu ve Rumeli topraklarında çeşitli yerel güçlerin ortaya çıkarak nüfuz kazanmalarına sebep olmuştur. Ayan veya voyvoda unvanlarına sahip olan bu yerel güçler, devletin taşradaki vergilerinin toplanmasında aracılık etmeleri ve savaş zamanlarında ordunun ihtiyacı olan askerleri temin etmelerinden dolayı önemli bir sınıf haline gelmişlerdir. Devlet, ihtiyacı olduğu zaman bu yerel güçlerden faydalanmıştır; ancak kendisi için tehlikeli gördüğü anda ise bunları ortadan kaldırma yöntemini kullanmıştır. Bu yerel güçlerden bir tanesi de Uşak ve çevresinde ortaya çıkan Acemoğlu ailesidir. Başlangıçta aile, devlet tarafından bir mütegallibe olarak nitelendirilse de yukarıda işaret ettiğimiz nedenlerden dolayı bölgede devletin resmi temsilcisi olmuşlardır. 1789-1792 yılları arasında yapılan savaşta devlet Acemoğlu Ahmet’ten sürekli asker talep etmiş; ama Ahmet kendisine gönderilen emirleri uygulamada yavaş davranmıştır. Ayrıca bir kısım Uşak halkının onun zulüm ve baskısından dolayı ondan şikâyetçi olması, Acemoğlu Ahmet’in gözden düşmesine zemin hazırlamıştır. Savaşın sona ermesi ve Osmanlı merkezinin Acemoğlu Ahmet’e ihtiyacı kalmaması, savaş nedeniyle devletin düştüğü ekonomik sıkıntıyı aşmak için çeşitli gelirler yaratma düşüncesi, Acemoğlu’nun ortadan kaldırılma sürecini hızlandırmış; bölgedeki diğer yerel güçlerin yardımı ile Acemoğlu ayaklanması bastırılmış ve merkezi otorite yeniden tesis edilmeye çalışılmıştır. 63 A. Ürkündağ / Uşaklı Bir Eşkıya: Acemoğlu Ahmet Kaynakça 1- Arşiv Vesikaları Başbakanlık Osmanlı Arşivi Mühimme Defterleri (A.DVN.MHM). Defter No: 178, s. 286. Defter No: 184, s. 240. Defter No: 188, s. 108, 126. Defter No: 192, s. 22, 100, 125, 190, 202, 238. Defter No: 194, s. 9, 14, 95, 100, 227, 228. Defter No: 196,s. 75, 251. Mühimme-i Mektûme Defterleri (A.DVNS.MKM.MHM). Defter No: 1, s. 120. Cevdet Tasnifi Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Adliye Belgeleri (C.ADL), 5737. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Dâhiliye Belgeleri (C.DL), 268, 7117, 10168. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Malîye Belgeleri (C.ML), 7856, 12523. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Cevdet Tasnifi Zabtiye Belgeleri (C.ZB),1652. Hatt-ı Hümayûn Tasnifi Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayûn Tasnifi (HAT), 1385. 2- Kitap ve Makaleler AKBAYAR, Nuri. (2003). Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. ADANIR, Fikret. (2002), “Woyvoda”, XI, Leiden: EI (New Edition) pp. 215. BARDAKOĞLU, Ali. (1995), “Eşkıya”, XI, İstanbul: TDVİA, ss. 463-466. BEYDİLLİ, Kemal.(2013), “Yaş Antlaşması”, XXXXIII, Ankara: TDVİA, ss. 343-347. BÖLÜKBAŞI, Ömerül Faruk. (2013), 18. Yüzyılın İkinci Yarısında Darbhâne-i Âmire, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. DEMİRCİ, Süleyman; ARSLAN, Hasan. (2012), Osmanlı Türkiyesinde Eşkıya Devlet ve Siyaset, İstanbul: Yalın Yayıncılık. Evliya Çelebi Seyahatnamesi (2011), IX, 1. Kitap, (Haz.) Seyit Ali Kahraman, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 64 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 49-65 JORGA, Nicolae. (2009), Osmanlı İmparatorluğu, (Çev.) Nilüfer Epçeli, İstanbul: Yeditepe Yayınları. MCGOWAN, Bruce. (2004), “Ayanlar Çağı 1699-1812”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi. ( Ed.) Halil İnalcık ve Donald Quataert, (Çev.) Ayşe Berktay, vd., İstanbul: Eren Yayınları, ss. 759-884. ÖZDEĞER, Mehtap.(2001), 15-16. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre Uşak Kazasının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul, Filiz Kitabevi. ---------------------- (2012), “Uşak”, XXXXII, İstanbul: TDVİA, ss. 222-226. ÖZKAYA, Yücel. (1994), Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayanlık, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. ÖZKAYA, Yücel. (2008) 18. Yüzyılda Osmanlı Topumu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. SALZMANN, Ariel, (2011). Modern Devleti yeniden Düşünmek, (Çev: Ayşe Özdemir). İstanbul: İletişim Yayınları SEZEN, Tahir. (2006), Osmanlı Yer Adları, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları ULUÇAY, M Çağatay. (1955), 18. Ve 19. Yüzyıllarda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul: Berksoy Basımevi. UZUN ÇARŞILIOĞLU, İsmail Hakkı. (1932), Bizans ve Selçukiylerle Germiyan ve Osman Oğulları zamanında Kütahya Şehri, İstanbul: Maarif Vekâleti Yayınları. ÜLKER, Necmi. (1989), “Sarıbey Oğlu’nun İzmir’e Yürüyüşü ve Avrupalı Tüccarlar”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, Sayı 4, ss. 43-51. YETKİN, Sabri. (2003), Ege’de Eşkıyalık, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 65 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği DOI NO: 10.5578/JSS.10574 Geliş Tarihi: 26.12.2014 Kabul Tarihi: 04.12.2015 Öznur BOZKURT1 Kahraman ÇATI2 Yusuf BİLGİN3 Adem BAŞ4 Özet Bu araştırmanın amacı, girişimcilerin yatırımlarında sektör (iş kolu) tercihlerini etkileyen faktörlerin Düzce ili özelinde incelenmesidir. Bununla birlikte, girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin demografik özelliklerine göre faklılık gösterip göstermediği berlirlenecektir. Ayrıca, girişimcilerin yaptıkları yatırımlara ilişkindeğerlendirmeleri incelenecektir. Araştırmanın evreni, 2009 ve sonraki yıllarda Düzce ilinde çeşitli sektörlere yatırım yapan 386 girişimciden oluşmaktadır. Araştırmada nicel araştırma deseni kullanılmıştır. Araştırma verileri anket tekniği kullanılarak elde edilmiştir. Elde edilen veriler SPSS 18 paket programında analiz edilmiştir. Araştırma sonucunda, girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin sektörel öngörü, bilgi düzeyi arkadaş tavsiyeleri ve sermaye miktarıolduğu görülmüştür. Bununla birlikte, girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörleri etkileyen faktörlerin cinsiyetlerine ve sektörel deneyimlerinegöre farklılaştığı belirlenmiştir. Ayrıca,girişimcilerin yatırımlarının başarılı olacağı ile ilgili öngörülerinin netleşmemiş olmasına rağmen tekrar aynı iş kolunu tercih etme eğiliminde oldukları görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Girişimci, Girişimcilik, Yatırım, Sektör Tercihi, Düzce 1 Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Sigortacılık ve Sosyal Güvenlik, [email protected] 2 Prof. Dr., Düzce Üniversitesi, İşletme Bölümü, [email protected] 3 Araş. Gr., Düzce Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Bölümü, [email protected] 4 Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] 67 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği Determining the Factors Affecting Sector Preferences of Entrepreneurs: The Case of Düzce Abstract The aim of this study is to examine the factors affecting sector preferences of entrepreneurs in Düzce. However, according to sociodemographic characteristics the factors affecting sector preferences of entrepreneurs whether differantiatedor not will be determined. Additionally, assessments will be examined on the investmentsof the entrepreneurs. Research population costists of 386 entrepreneurs invested in various sectors at 2009 and later in Düzce. In this research, qualitative research design was used. Research data were obtained using questionnaire technique. Obtained data was analyzedusing SPSS package program. As a result, the factors affecting sector preferences of entrepreneurs consist of four factors including respectively sectoral foresight, level of knowledge, advice of friend and amount of capital. However, it was determined that the factors affecting sector preferences of entrepreneurs have been differentiated in terms of gender and sectorial exprience. In addition, it was seen that despite of foresights regard to entrepreneurs’ investments being successful have not been clarified, entrepreneurs tend to prefer same sector again. Keywords: Entrepreneur, Entrepreneurship, İnvestment, İndustry Preference, Düzce Giriş Girişimci kavramı, ilk olarak ortaçağda, aktif olan ve işyapan kişi anlamında kullanılmıştır. Ekonomi literatüründe ise ilk kez 1730’lu yıllarda Fransız Richard Cantillon tarafından yazılan bir eserde dillendirilmiştir. 19. yüzyıldaingiliz yazar J. S. Mill ile kullanılan terimfransız iktisatçı J. B. Say tarafından üretim faktörü olarak kabul görmüştür (Kayalar ve Ömürbek, 2007). Girişimci aynı zamanda, gördüğü fırsatları değerlendirme yolunda kendi girişimcilik anlayışıyla stratejiler geliştiren, bu sayede değişimin öncülüğünü yapan kişi olarak tanımlanmaktadır (Okay ve Karahan, 2010). Güney ve Mutlu (2008) girişimciyi “Piyasa koşulları içerisinde üretim faktörlerini bir araya getirerek, yatırılacak sermayeye en yüksek getiriyi sağlayacak mal ve hizmetlerin üretimini öngören ve bu amaçla sermayeyi üretim sürecine sokan ve risk üstlenen kişi” olarak tanımlamışlardır. Drucker girişimciliği, mevcut kaynaklardan yeni refah yaratma kapasitesi bahşeden bir yenilikçilik faaliyeti olarak tanımlamaktadır. Kriznen ise girişimciyi, “kâr fırsatlarını algılayan ve yaşanılan zamanda karşılanmayan ihtiyaçları tatmin edecek faaliyeti başlatan veya yetersizlikleri geliştiren kişi” olarak değerlendirmektedir (Güney ve Nurmakhamatuly, 2007). Balaban ve 68 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Özdemir (2008) ise girişimciliğin yönetim ve araştırma-geliştirme faaliyetleri ile birlikte fikri emeğin en önemli boyutunu oluşturduğunu belirtmişlerdir. Girişimcilik alanında yapılan araştırmaların büyük bir çoğunluğunda, “Neden bazı insanlar yeni fırsatları görme ya da yaratma yeteneğine sahip iken diğerleri bu tür bir özelliğe sahip değildir? Neden bazı kişiler işfikirlerini ya da hayallerini gerçek bir işletmeye dönüştürürken diğerleri bunu başaramazlar? Neden bazı girişimciler başarılı iken diğerleri başarısız olmaktadırlar?”gibi sorulara yanıt aramıştır (Onay ve Çavuşoğlu, 2010). Literatürde bu problemlerin sebepleri ve sonuçlarına ilişkin yapılan araştırmalarda ortaya konulmuş birçok bulgu mevcuttur. Örneğin; Bozkurt (2007) tarafından yapılan bir araştırmada bu soruların yanıtı büyük ölçüde bireyin sahip olduğu kişilik özelliklerine atfedilmiştir.Bozkurt ve Baştürk (2010) ise yapmış oldukları araştırmada girişimcilikte belirsizlik ve risk algısının ön plana çıktığına ve yatırımlarda önemli bir faktör olduğuna vurgu yaparken Bektaş ve Köseoğlu (2008) kişinin mensup olduğu aileninişletmecilik kültürünün kişinin girişimcilik özellikleri üzerinde etkili olduğunadikkat çekmektedirler. Aytaç ve İlhan (2013) yapmış oldukları araştırma ile kültürel faktörlerin girişimlik üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu belirterek girişimcilerin yatırım faailiyetlerinde kültürel öğelerin etkisini desteklemişlerdir. Güney ve Mutlu (2008) bilgi teknolojilerinin pazarlara erişim konusunda gerek dünya çapında fırsatları görme ve bunları değerlendirme ve gerekse alternatif dağıtım kanalları yaratma yolu ile coğrafi uzaklıktan bağımsız olarak iş yapabilme imkanından ötürü girişimcilik üzerinde doğrudan etkili olduğu belirtmişlerdir. İslam ve diğerleri, (2012) girişimcilikte demografik özelliklerin önemli bir faktör olduğunu belirtmişlerdir. Okay ve Karahan (2010) ise yaptıkları bir araştırmada Denizli ilindeki girişimcilerin çoğunluğunun erkek, genç, ailenin ortanca çocuğu ve ilköğretim mezunu olduğunu belirtmişlerdir. Buna karşın Kayalar ve Ömürbek (2007) belirsizlik ve risk algısının cinsiyete göre farklılık göstermediğini belirtmişlerdir. Balaban ve Özdemir (2008) tarafından yapılan bir araştırmada girişimcilik eğitiminin girişimcilik eğilimi üzerinde etkili olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bayraktaroğlu ve Özdemir (2010) son yıllarda, bir çok ülkede küçük işletmelerin nasıl kurulduğu ve büyüdüğü yoğun ilgi çeken konuların başında geldiğini, girişimlerin kuruluş sürecinde, girişimciliğin ‘itici’ ve ‘çekici’ faktörlerinin önemli olduğunu belirtmişlerdir. Mevcut kariyerin 69 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği bilinçli bir tercihle terkedilerek yeni girişimde bulunulması, iş tatminsizliği sebebiyle işin bırakılması ya da işten atılma itici faktörlere; piyasada görülen fırsatların değerlendirilmesi ise çekici faktörlere örnek olarak verilmektedir. Bu araştırmanın amacı, girişimcilerin yatırımlarında sektör (iş kolu) tercihlerini etkileyen faktörleriaraştırma konusu olan il bazında belirlemek ve girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörlere (iş kollarına) ilişkin düşüncelerini değerlendirmektir. Bununla birlikte, girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörleri etkileyen faktörlerin demografik özelliklerine göre faklılık gösterip göstermediği berlirlenecektir. Literatürde, girişimcilik ve girişimlik özelliklerine ilişkin yapılan araştırmalarda girişimcilik özellikleri ve girişimciliğe etki eden faktörler ortaya konulmasına rağmen bu araştırmaların bir çoğu girişimcilik eylemini yerine getirmememiş bireylerden elde edilen bulgulara dayandırılmıştır. Buna karşın, az sayıda araştırmacının (Okay ve Karahan, 2010, Bayraktaroğlu ve Özdemir, 2010; Durak, 2011) ise girişimcilik ve girişimcilik özelliklerini girişimcilik eylemini gerçekleştiren girişimcilerden elde etmiş oldukları verilere dayandırdıkları görülmekle birlikte yapılan literatür araştırmasında, girişimcilerin iş kolu tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik bir araştırmaya rastlanılmamıştır. 1. Girişimcilerin Sektör Tercihini Etkileyen Unsurlara Genel Bakış Girişimcilerin yatırım yapma ya da mevcut yatırımı genişletme aşamasında yönelecekleri sektörleri belirlerken dikkate aldıkları birçok unsur vardır. Bunlar girişimcinin sahip olduğu özelliklerden sektörün yapısına kadar birçok noktayı barındırmaktadır. Sektörün rekabet yapısı ile işletmenin temel yetenekleri, girişimcinin sermaye yapısı ve kaynaklara ulaşma kapasitesi ile yatırımın gerektirdiği sermaye miktarı, girişimcinin bilgi ve tecrübe düzeyi ile sektörün gerektirdiği deneyimin uyumluluğu, girişimciye destek olacak kişi ve kurumların varlığı gibi birçok konu kişileri yatırım yaparken analiz yapmaya ve değerlendirmeye itmektedir. Yukarıdada belirtildiği gibi alan yazındaki çalışmaların birçoğu girişimci özellikleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Elbetteki girişimsel bir niyette girişimcinin taşıması gereken nitelikler oldukça önemlidir. Fırsatların olması tek başına yeterli değildir bu fırsatları görecek ve değerlendirecek girişimci özelliklere sahip olmak gerekmektedir. Bu çalışmada girişimcilerin yatırım yaptıkları sektörlere yönelimlerini etkileyen faktörler dört başlık altında incelenmiştir. Bu faktörler; bir girişimcide sektörün gelişimi, karlılığı ve bu sektörde yatırıma ihtiyaç olduğu hissini ve düşüncesini oluşturan “sektörel öngörü” (Mietzner ve Reger, 2005; Mieszkowski ve Kardas, 2015), girişimcinin sahip olduğu sermaye miktarı (Florida ve Kenney, 1988), girişimcinin tutum 70 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 ve davranışlarına etki eden referans gruplarının etkisini ifade eden “sektörel tavsiyeler” (Wendte, 2013; Levy ve Rosen, 2014) ve sektör hakkında alınan eğitim veya tecrübeye dayalı olan “bilgi düzeyi”dir (Berglund ve diğ., 2007; Balaban ve Özdemir, 2008; Huber ve diğ., 2012). 1.1. Sektörel Öngörü Pazardaki talebin yetersiz olması girişimcilerin yatırım yapma isteğininin azalmasına neden olmakla birlikte (Han ve Kaya, 2002) sektörel olarak kaynak dağılımının etkinliğide ekonominin büyüme hızını etkilemektedir. Bu nedenle, firmaların yatırım kararlarındaki yanılgılar, yalnız kendi başarısızlıklarına yol açan bir etmen olarak kalmamakta aynı zamanda ekonominin büyüme hızını kısıtlayan bir etken olmaktadır (Uçgun, 2008). Bu açıdan girişimsel faaliyette bulunacak olan girişimci pazarın talebinden sermaye hareketliliğine kadar birçok konu hakkında ileri görüşlü davranmak ve sektörün sadece bugününü değil geleceğinide tahmin etmek durumundadır. Seçilen sektörün karlılığı kadar bu sektör için yatırım yapılacak en uygun zamanın iyi tesbit edilmesi gerekmektedir. 1.2. Sermaye Miktarı Yerel pazardaki düşük talep, ülkedeki ekonomik belirsizlikler, enflasyon, vergi düzenlemeleri ve/veya yüksek vergiler, kredilere erişim, piyasa koşulları, iş kültürü ve finansman sorunları girişimciliğin önündeki en önemli ekonomik engellerdendir (Suzuki ve diğ., 2002).Girişimciler büyük bir zenginlik arayışı içinde olmaktan ziyade mali durumu üzerinde daha fazla kontrole sahip olmanın arayışı içindedir (Lamping ve Kuehl, 2003:31). Girişimcinin işi kurma sürecinde ihtiyaç duyduğu sermayeye ulaşabilmesi oldukça önemlidir. Özellikle ülkemizde kamu ve özel sektör eli ile birçok teşvik sağlanmakla birlikte bürokrasinin oldukça yoğun işlemesinden dolayı bu desteklere ulaşma güçleşmektedir. Girşimcilerin öncelikli olarak kişisel sermeye ve aile destekleri ile iş kurmaya yöneldikleri bilinmektedir. Bunun dışında özellikle KOSGEB destekli kredilere ve banka kredilerine müracaatların olduğu görülmektedir. 1.3. Sektörel Tavsiyeler Toplumun inançları, değerleri ve tutumları bireyin davranışlarını belirler ve onun girişimcilik konusundaki kararlarını etkiler (Alvarez ve diğ., 2011). Başarılı girişimciler, vizyon sahibi olan, insanlarla iyi iletişim içerisinde olan, engellere ve olumsuz durumlara karşı esnek olan, yenilikçi ve yaratıcı olan, fırsatları arayan, risk alabilen, özgüveni olan ve başarılı olabilmek için kararlı olan kimselerdir (Stumpf ve Tymon Jr, 2001). 71 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği Kişilerin girişimciliğe yönlenmesinde rol modellerinin etkisi de oldukça büyüktür. Rol modelleri; aile, kardeş, arkadaş ve diğer başarılı akrabalar olmasının yanı sıra ulusal alanda çalışan diğer girişimcilerde olabilir (Özden ve diğ., 2008). Tavsiye sahibi bu kişiler, bireylerde arzu ve kendilerine olan güvenin artmasına olanak sağlar. Bu tavsiyeler, yeni bir iş faaliyetinde bulunan girişimciler için, motivasyon ve ilham kaynağı olabileceği gibi, yeni ufuklar keşfetmeye, yeni bilgi edinme ve bilgiye erişimi sağlamaya yardımcı olabilir (Bosma ve diğ., 2012). 1.4. Sektörel Bilgi Düzeyi Pazar araştırmasının yapılmaması, yönetim becerileri eksikliği, mesleki eğitim yetersizliği gibi girişimcinin kendisinden kaynaklanan sorunlarıda mevcuttur (Bitzenis ve Nito, 2005).Girişimci işletmenin çeşitli faaliyetlerinde görev üstlendikçe, kendi becerilerini kullanma ve kendi potansiyelini geliştirme olanağı sağlayacaktır. Bir başka deyişle kendi potansiyelini gerçekleştirme fırsatı elde edecektir (Döm, 2008:36). Birçok durumda girişimciler kendilerini geliştirerek elde ettikleri yenilikçilikleri, sıkı çalışmaları ve işe olan bağlılıkları ile başarı elde etmektedirler (Zimmerer ve Scarborough, 1996:4). 2.Yöntem Girişimcilerin sektör (iş kolu) tercihlerinde etkili olan faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılan bu araştırmanın evrenini Düzce İlinde 2009 yılından sonra kurulan KOBİ’ler oluşturmaktadır. Tam sayım örnekleme yönteminin kullanıldığı araştırmada işletmelerin belirlenmesinde TSO, Genç DÜSİAD, MARKA, KOSGEB ve Kadın Girişimciler Derneği kuruluşlarının veri tabanlarından yararlanılmıştır. Düzce İlinde 2009 yılından sonra kurulan KOBİ ve bu kurumlara kayıtlı olan 386 işletme bulunmaktadır. Araştırmada, nicel araştırma deseni kullanılmıştır. Araştırma verileri anket tekniği kullanılarak elde edimiştir. Likert tipi ölçek (1=kesinlikle katılmıyorum, 5=kesinlikle katılıyorum) yapısına göre oluşturulan araştırma anketi, üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda, girişimcilerin sektör tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik 18 ifade yer almaktadır. Bu ifadelerden sektöre ilişkin bilgi düzeyi ve referans gruplarının etkisini ölçen 7 ifade,Çakıcı ve Özer (2007) tarafından yapılan araştırmadan, sektörel öngörü ve bireysel kazanımlara ilişkin 4 ifade,Balaban ve Özdemir (2008) tarafından yapılan araştırmadan, girişimden beklenen kazanımlara ilişkin 5 ifade,Bozkurt ve Baştürk (2010) tarafından yapılan araştırmadan ve girişimciliğin toplumsal yönüne ilişkin 2 ifade, Sönmez ve Tokgöz (2014) tarafından yapılan araştırmadan çıkarımlar yoluyla elde edilmiştir. Örneğin: Balaban ve Özdemir (2008) tarafından 72 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 yapılan araştırmada, girişimcilik eğitimi ile ilgili olarak“Girişimcilik eğitimi, girişimci olma yolundaki düşüncelerimi olumlu etkiledi” ifadesinden yola çıkılarak araştırma anketinde, “Bu sektöre yatırım yapmamın sebebi, eğitimimi bu alanda yapmış olmamdır” şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir. İkinci kısımda, girişimcinin yapmış olduğu yatırıma ilişkin düşüncelerini değerlendirebilmek amacıyla katılımcılara yöneltilen; Tekrar seçim yapmak durumunda olsanız bu sektörü tercih eder misiniz? Girişimde bulunduğunuz sektörden (iş kolundan) beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi? Yapmış olduğunuz girişimin başarılı olacağına inanıyor musunuz? ifadeleri yer almaktadır. Üçüncü kısmında ise yöneticilerin cinsiyet, yaş, gelir düzeyi ve sektörel deneyimlerini içeren demografik özellikleri yer almaktadır. Araştırma ölçeğinin geçerliliğini ve güvenilirliğini test etmek amacıyla araştırma anketi, 30 girişimciye uygulanmıştır. Elde edilen verilere yapılan güvenilirlik analizi sonucunda ölçeğin güvenilirlik katsayısı (Cronbach’s Alpha) 0.66 çıkmıştır. Tablo 1’de ölçeğe ilişkin güvenilirlik analizi sonuçları gösterilmektedir. Tablo 1: Ölçeğe İlişkin Güvenilirlik Analizi Sonuçları Reliability Statistics Cronbach's Alpha ,669 Cronbach's Alpha Based on Standardized Items ,691 N of Items 18 Kalaycı (2010:405) güvenilirlik katsayısı ,60 ve ,80 arasında olan ölçeğin oldukça güvenilir olduğunu ifade etmiştir. Analiz sonucu ortaya çıkan değer ölçeğin güvenilirlik düzeyinin yeterli olduğunu göstermektedir. 3. Bulgular 3.1. Demografik Özelliklere İlişkin Bulgular Araştırmaya katılan girişimcilere ilişkin demografik özellikler Tablo 2’de gösterilmektedir. Tablo 2: Katılımcıların Demografik Özellikleri Değişkenler Cinsiyet Yaş Kadın Erkek Toplam 17-29 Frekans 33 171 204 39 Yüzde % 16,2 83,8 100,0 19,1 73 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği Gelir Düzeyi Sektöre (iş koluna) İlişkin Deneyim Farklı Bir Sektörde (iş kolunda) Yatırım 30-44 45-54 55 ve üstü Toplam 1000 ve altı 1001- 1500 1501 - 1999 2000 ve üzeri 118 33 14 204 9 36 43 116 57,8 16,2 6,9 100,0 4,4 17,6 21,0 56,8 Toplam Evet Hayır Toplam Evet Hayır 204 95 109 204 89 115 100,0 46,6 53,4 100,0 43,6 56,4 Toplam 204 100,0 Katılımcıların demografik özellikleri incelendiğinde; %83’ünün erkek olduğu, yaşları incelendiğinde; %57’ sinin 30-44 yaş aralığında, oldukları, gelir düzeyleri incelendiğinde; %57’ sinin 2000 liranın üzerinde gelir elde ettikleri görülmüştür. Katılımcıların yatırım yaptıkları sektöre (iş koluna) ilişkin deneyime sahip olup olmadıklarına ilişkin veriler incelendiğinde; katılımcıların %47’sinin yatırım yaptığı iş alanında deneyime sahip olduğu, %53’ ünün ise deneyim sahibi olmadığı görülmüştür. Katılımcıların yatırım yaptıkları iş kolu dışında farklı bir işkoluna yatırım yapıp yapmadıkları incelendiğinde %44 ünün farklı bir sektöre yatırım yaptığı görülmüştür. 3.2. Girişimcilerin Sektör Tercihini (İş Kolunu) Etkileyen Faktörler Düzce ilinde 2009 yılından sonraki dönemde yatırım yapan girişimcilerin sektör (iş kolu) tercihlerini etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla katılımcılara yöneltilen 18 ifadeye ilişkin elde edilen verilere faktör analizi uygulanmıştır. Faktör analizinde amaç, değişkenler arasındaki ilişkileri incelemek ve çok sayıdaki değişkeni az sayıda, anlamlı ve birbirinden bağımsız faktörler haline getirmektir (Kalaycı, 2010:327). Analiz sonucunda, bazı faktörlerin birbirleriyle yüksek düzeyde ilişkili olduğu görülmüştür. Faktörler arasındaki ilişki katsayılarını düşürmek amacıyla veri ayıklaması yapılmıştır. Yapılan veri ayıklaması neticesinde 2 ifade ölçekten çıkarılarak ,40’ın üzerinde ilişki düzeyinde 16 ifade faktör analizine tabi tutulmuştur. Ölçeğe uygulanan faktör analizi sonucunda, KMO değerinin 74 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 ,727 ve ortaya çıkan faktörlerin toplam varyansın % 51,35’ini açıkladığı görülmüştür. Tablo 3’te girişimcilerin yatırım kararlarında sektör (iş kolu) tercihlerini etkileyen faktörler ve faktörlere ilişkin ortalama, öz değer ve varyans değerleri gösterilmektedir. Tablo 3: Faktör Analizine İlişkin Bulgular Faktör Açıklanan Ortalama Özdeğer Yükü Varyans Sektörel Öngörü 3,92 3.360 18.662 Sektörün geleceği olan bir sektör olduğu düşüncesi ,767 Bu iş için doğru zaman olduğunu düşüncesi ,733 Bu alanda başarılı olmaya olan inanç ,703 Kendi işinin sahibi olmak ,638 Sektörün yüksek kazanç sağlamaya olanak vermesi ,585 Çevremde böyle bir yatırıma ihtiyaç duyulması ,482 2,86 1.980 12.148 Sermaye Miktarı Sermaye miktarı ,808 Ailenin daha önce yapmış olduğu yatırımlar ,795 Yakınlarımın bu sektörde yapmış olduğu yatırımlar ,644 2,90 1.564 11.063 Arkadaş Tavsiyeleri Arkadaşlarımın tavsiyeleri ,626 Devletin iş koluna sağladığı teşvikler ,613 Sektörde bulunan işletmelerin karlılığı ,572 Sektörün prestij kazandırması ,568 Bilgi Düzeyi 3,12 1.313 9.480 Sektöre ilişkin bilgi düzeyi ,736 Sektöre ilişkin eğitim alma ,658 Bu sektörde iş kurmak idealine sahip olmak ,574 Girişimcilerin sektör tercihlerini etkeleyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılan faktör analizinde ortaya çıkan ilk faktör “sektörel öngörü” olarak isimlendirilmiştir. Bu faktörün major değişkeni .767 faktör yükü ile “sektörün geleceği olan bir sektör olduğunu düşünmemdir” ifadesidir. Sektörel öngörü faktörünün öz değeri 3.360’tır ve toplam varyansın % 18.662’sini açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 3,92 dir. Analiz sonucunda ortaya çıkan ikinci faktör ise “sermaye miktarı”dır. Bu boyutun major değişkeni, “sermaye miktarımın ancak bu iş 75 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği için yetmesidir” ifadesidir. İfadenin faktör yükü ise .808 dir. Bu faktör toplam varyansın % 12.148’ini açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 2,86 dir. “Tavsiye boyutu” olarak isimlendirilen üçüncü boyutun major değişkeni .626 faktör yükü ile “bu sektöre yönelik kararımda arkadaşlarımın tavsiyeleri etkili oldu” ifadesidir. Faktörün öz değeri 1.564’tür ve açıklanan varyansın % 11.063’nü açıklamaktadır. Faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 2,90 dır. Dördüncü boyut ise “bilgi düzeyi” olarak isimlendirilmiştir. Dördüncü boyutun major değişkeni “bu sektöre yatırım yapmamın sebebi, sektörü iyi biliyor olmamdır” ifadesidir. Bu ifadenin faktör yükü .736’dır. Bilgi düzeyi, toplam varyansın % 9.480’ini oluşturmaktadır. Bu faktörün öz değeri 1.313 ve faktörde yer alan ifadelerin ortalaması ise 3,12 dir. Faktörlerede yer alan ifadelere ilişkin katılım düzeyleri incelendiğinde, ortalaması en yüksek faktörün sektörel öngörü olduğu görülmektedir. Girişimcilerin sektör tercihlerine etki eden faktörlerden ortalaması en düşük sektör ise 2,86 ile sermaye miktarıdır. Bu sonuç göstermiştir ki, girişimsel niteliği olan kişiler için bu işi kurma aşama aşamasında ihtiyaç duyulan sermaye miktarının belirleyiciliği düşük düzeydedir. Girişimci niteliklere sahip kişilerin akıllarındaki iş fikrini hayata geçirmek için bu sermayeye ulaştıracak tüm yolları arayıp bulmaları çeldirici bir unsur olmaktan oldukça uzaktır. Bu çalışmaya göre girişimcinin sektör tercihinde önemli olan, o sektörde bu yatırıma olan ihtiyaç ve sektörün uzun vadedeki karlılığıdır. 3.3. Girişimcilerin Sektör Tercihlerini Etkileyen Faktörlerin Demografik Özelliklerine Göre Farklılıklarının Analizi Girişimcilerin sektör tercihi etkileyen faktörlerin demografik özelliklerine göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla araştırmada elde edilen verilere farklılık analizleri uygulanmıştır. Öncelikle araştırma verilerinin normal dağılım gösterip göstermediği incelenmiştir. Uygulanan normallik testinde araştırma verilerinin normal dağılım göstermedikleri görülmüştür. Bu nedenle, verilere uygulanacak farklılık analizlerinde non-parametrik testler seçilmiştir. Non-parametrik testlerde veri setinde yer alan ikili gruplar için Mann Whitney U testi, ikiden fazla gruplar içinse Kruskal-Wallis testi uygulanmıştır. Tablo 4’te girişimcilerin sektör tercihini etkileyen faktörlerin demografik özelliklerine göre farklılık gösterip göstermediğine ilişkin farklılıklarının analizleri gösterilmektedir. 76 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Tablo 4: Girişimcilerin Sektör Tercihi Etkileyen Faktörlerin Demografik Özelliklerine Göre Farklılıklarının Analizi Cinsiyet Mann- Whitney U Sig. (p) Sektörel Öngörü 2030,500 ,010 Sermaye Miktarı 2391,500 ,162 Arkadaş Tavsiyeleri 2146,000 ,028 Bilgi Düzeyi 2656,500 ,592 Kruskal-Wallis Sig. (p) Sektörel Öngörü 3,356 ,340 Sermaye Miktarı 1,608 ,658 Arkadaş Tavsiyeleri 3,593 ,309 Bilgi Düzeyi 6,985 ,072 Gelir Düzeyi Kruskal-Wallis Sig. (p) Sektörel Öngörü ,243 ,970 Sermaye Miktarı ,901 ,825 Arkadaş Tavsiyeleri 3,161 ,367 Bilgi Düzeyi ,712 ,870 Mann- Whitney U Sig. (p) 4837,500 ,413 Sermaye Miktarı 4187,000 ,017 Arkadaş Tavsiyeleri 4453,000 ,082 Bilgi Düzeyi 3337,500 ,000 Kruskal-Wallis Sig. (p) Sektörel Öngörü 4682,000 ,291 Sermaye Miktarı 4916,000 ,626 Arkadaş Tavsiyeleri 4657,500 ,267 Bilgi Düzeyi 5083,500 ,935 Yaş Sektörel (iş koluna Deneyim Sektörel Öngörü ilişkin) Farklı Bir Sektörde (iş kolunda) Yatırım Girişimcilerin cinsiyetlerine göre sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin farklılık gösterip göstermediğine ilişkin yapılan analizde,sig. değeri sektörel öngörü boyutunda (,010) ve arkadaş tavsiyeleri boyutunda 77 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği (,028),05’ten küçük, diğer faktörler içinse ,05’ten büyük çıkmıştır. Yani girişimcilerin cinsiyetlerine göre sektör tercihlerini etkileyen faktörler, sektöre yönelik öngörüleri ve arkadaş tavsiyelerinden etkilenme açısından farklılık göstermektedir. Girişimcilerin sektörel deneyimlerine göre sektör tercihlerini etkileyen faktörlerin farklılık gösterip göstermediğine ilişkin yapılan MannWhitney U testi sonucunda,sermaye miktarı ve bilgi düzeyi boyutunda sig. değerlerinin ,05’in altında olduğu görülmüştür. Yani girişimcilerin yatırım yaptıklarısektöre ilişkin sahip oldukları deneyime göresektör tercihlerini etkileyen faktörler sermaye miktarı ve bilgi düzeyi açısından farklılık göstermektedir. Girişimcilerin yaşlarına, gelir düzeylerine ve farklı bir sektörde yatırım yapıp yapmadıklarına göre tercihlerini etkileyen faktörlerin farklılık gösterip göstermediğine ilişkin yapılan testi sonucundatüm faktörlerde sig. değerleri ,05’in üzerinde çıkmıştır. Yani girişimcilerin sektör tercihini etkileyen faktörlerin yaşlarına, gelir düzeylerine ve farklı bir sektörde yatırım yapıp yapmadıklarına görefarklılık göstermediği görülmüştür. 3.4. Girişimcilerin Yapmış Oldukları Yatırımlara Yönelik Düşüncelerinin Analizi Girişimcilerin yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini analiz etmek amacıyla, girişimcilere, tekrar yatırım yapmak durumunda olsanız yine bu sektörü tercih edip etmeyeceği, yaptığı yatırımdan beklediği kazanımları elde edip etmediği ve yapmış olduğu girişimin başarılı olup olmayacağına ilişkin düşüncesi sorulmuştur. Tablo 5.’te girişimcilerin yatırım yapmış oldukları sektörlere (iş kollarına) ilişkin düşünceleri gösterilmektedir. Tablo 5. Girişimcilerin Yatırım Yapmış Oldukları Sektörlere İlişkin Düşünceleri 1. Tekrar seçim yapmak durumunda olsanız yine bu sektörü tercih eder misiniz? Kesinlikle tercih etmem Yüzde % 2,0 Frekans 4 Tercih etmem 10,8 22 Kararsızım 13,2 27 Tercih ederim 58,3 119 Kesinlikle tercih ederim 15,7 32 Toplam 100,0 204 2. Girişimde bulunduğunuz sektörden (iş kolundan) beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi? Kesinlikle elde etmedim Yüzde % 1,0 78 Ortalama 3,75 Frekans Ortalama 2 3,43 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Elde etmedim Az çok elde ettim Elde ettim Kesinlikle elde ettim Cevapsız Toplam 3. Yapmış olduğunuz girişimin başarılı olacağına inanıyor musunuz? Kesinlikle inanmıyorum İnanmıyorum Kararsızım İnanıyorum Kesinlikle inanıyorum Cevapsız Toplam 12,7 22,1 38,2 5,4 20,6 100,0 Yüzde % ,5 ,5 25,0 12,3 7,8 25,0 100 26 45 78 11 42 204 Frekans 1 1 101 25 16 50 204 Ortalama 4,25 Katılımcıların yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini analiz etmek amacıyla, girişimcilere ilk olarak “Tekrar seçim yapmak durumunda olsanız yine bu sektörü tercih eder misiniz ?” sorusu yöneltilmiştir. Katılımcıların % 12,8’i tekrar seçim hakkı olması durumunda girişimde bulunduğu iş kolunu tercih etmeyeceğini ve % 13,2’si tekrar seçim hakkı olması durumunda girişimde bulunduğu iş kolunu tercih edip etmeme noktasında kararsız olduğunu görülmüştür. Katılımcıların % 74’ü ise tekrar seçim hakkı olması durumunda aynı iş kolunu tekrar tercih edeceğini belirtmiştir. Bu soruya verilen cevapların ortalaması ise 3,75 tir. Katılımcılara yapmış oldukları yatırımlara yönelik düşüncelerini analiz etmek amacıyla sorulan ikinci soru, “Girişimde bulunduğunuz sektörden (iş kolundan) beklediğiniz kazanımları elde ettiniz mi?” şeklindedir. bu soruya verilen cevaplar incelendiğinde, katılımcıların %1’i kesinlikle elde etmediğini % 12,7’si, elde etmediğini, % 22,1’i çok az elde ettiğini, % 32,8’i elde ettiğini ve % 5,4’ü ise kesinlikle elde ettiğini belirtmiştir. Katılımcıların % 20,6’sı ise bu soruyu cevaplamamıştır. Katılımcıların bu soruya vermiş oldukları cevapların ortalaması ise 3,43’tür. Girişimcilere yöneltilen üçüncü soru, ise “Yapmış olduğunuz girişimin başarılı olacağına inanıyor musunuz?” şeklindedir. Katılımcıların vermiş oldukları cevaplar incelendiğinde, % 0,5’inin kesinlikle inanmadığı, % 0,5’inin inanmadığı, % 25’inin yapmış olduğu girişimin başarılı olup olmayacağına ilişkin kararsız olduğu, % 12,3’ünün başarılı olacağına inandığı ve % 7,8’inin başarılı olacağına kesinlikle inandığı görülmüştür. Katılımcılardan % 25’i ise soruyu cevapsız bırakmıştır. Katılımcıların soruya vermiş oldukları cevapların ortalaması ise 4,25 olarak gerçekleşmiştir. 79 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği Sonuç ve Öneriler Kişileri girişimciliğe doğru yönlendiren ve yatırım yapma kararlarını etkileyen birçok unsur vardır. Girişimcilik, kişinin sahip olduğu karakteristik özelliklerinden tutunda toplumun kültürel yapısı, eğitim sistemi, dini inancı, ülkenin ekonomik yapısı gibi birçok unsurdan etkilenir. Bu ve benzeri faktörler bireyleri yatırım yapma yönünde güdülerken diğer yandan da yatırım kararından geri çevirebilir. Girişimciler kendileri için en uygun yatırım koşulunu arama ve bu koşulu etkin bir şekilde yönetmek isterler. Girişimcinin risk alma ve belirsizliklere tolerans gösterme özelliğide burada devreye girer. Karşısına çıkan fırsatları gören ve herşeyin belirgin olmasını beklemeden bilinmezleri ektin bir şekilde yöneten kişi yatırım kararınıda hızlı bir şekilde verebilecektir. Bu noktadan hareketle girişimci olmaya karar vermiş kişilerin yatırım kararlarını verirken hangi sektörü ne tür özelliklerine göre tercih ettikleri bu araştırmanın temel çıkış noktasını oluşturmuştur. Girişimcilik konusunu inceleyen literatür incelendiğinde, girişimcilerin karşılaştıkları sorunları genel olarak incelyen çalışmalar, girişimci uygulamaların gelişmesinde kültürün etkisi, girişimcilerin ülke kalkınmasındaki önemi, girişimcilikte yenilik yapmanın önemi, giirşimcilerin fon kaynakları, girişimcilerin pazar tercihleri gibi konuların sıklıkla işlendiği görülmektedir. Bu çalışmada ise girişimciliğin başlangıcı olan ve karar noktasında müteşebbisin üzerinde ayrıntılı olarak durduğu konu olan hangi sektöre yönelme sorusu incelenmiştir. Bu kapsamda girişimci niyeti oluşmuş bir kişinin bu niyetini hayata geçireceği en uygun sektörü belirlemesi konusu ayrıntılı olarak incelenmiştir. Her sektörün kendine has özellikkeri vardır. Sektörün karlılığı, sektörün gerektirdiği sermaye miktarı, sektörün uzun vadede geleceği, sektörün yapısı gibi unsurlar girişimciler tarafından yatırım kararı vermeden önce inceleme altına alınırlar. Bu aşamada gerek tanıdık tansiyeleri gerek o sektördeki yatırımcılar ve gerekse o sektördeki iş deneyimleri kişilerin yatırım yapma kararını şekillendirmede etkili olmaktadır. Bu çalışmada, sektör tercihine etki eden unsurlar, sektör hakkındaki öngörü, sektördeki deneyim, tanıdık tavsiyeleri ve sermaye miktarı olmak üzere dört başlık altında incelenmiştir. Araştırmaya katılanlardan elde edilen verilere göre, girişimcilerin yarıtım yapacakları sektörü belirlemelerinde birinci derecede ektili olan unsur sektörel öngörü olarak belirlenmiştir. Yatırım yapılması düşünülen sektörün karlılığı, gelecek vaadetmesi, o sektörde yatırıma duyulan ihtiyaç gibi unsurlarla şekillenen bu faktör yatırımcının önceliklediği bir etkendir. Bir diğer belirleyici unsur ise, yatırım yapılması düşünülen sektöre ait bilgi düzeyidir. Bu fakör o sektörde daha önce çalışma ve deneyim sahibi olma ya da o sektöre yönelik eğitim alma ile ilgilidir. Bu faktör ise yatırım yapılacak sektörün belirlenmesinde ikinci sırada belirleyici olmaktadır. 80 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Girişimcilerin yatırım yapma noktasında tavsiye aldıkları veya izledikleri rol modelleri vardır. Tanıdık tavsiyeleri veya tanıdıkların yatırım yapılaması düşünülen sektördeki varlıkları da belirleyici olamaktadır; ancak girişimciler özgün düşünen ve bağımsız hareket etmeye meyilli kişilerdir. Tüm tavsiyeleri dinlemelerine rağmen son sözü kendileri söylemek isterler. Ayrıca sektörün veya iş fikrinin gerektirdiği sermaye miktarıda yatırım yapmada önemlidir. Ancak girişimci tanımında birçok kaynakta belirtildiği gibi girişimci risk alan ve fırsatlardan en etkin şekilde yararlanan kişidir. Bu özellikleri ile yatıırmı için gerekli olan sermayeye ulaşmak için en uygun yolu bulacaktır. Girişimcilerin yukarıda sayılan bağımsızlık istekleri ve risk alma özelliklerinin bir yansıması olarak sermaye miktarı ve arkadaş tavsiyeleri boyutu yatırım kararını etkileyen bir unsur olmakla birlikte diğerlerine oranla oldukça düşük bir belirleyici olarak bu araştırma sonucunda ortaya çıkan bir bulgudur. Özellikle ülkemiz açısından değerlendirildiğinde girişimci sayısının cinsiyete göre fark ettiği ve son yıllarda artamasına rağmen girişimci kadın sayısının erkeklere oranla çok düşük seviyede kaldığı bilinen bir gerçektir. Bu araştırmaya katılanların çoğunluğunun erkeklerden oluşmasıda bu kapsamda değerlendirilebilecek bir sonuçtur. Araştırmaya katılanların çoğunluğu orta yaş grubu diyeceğimiz 30-45 yaş aralığındadır. Bu sonuç, girişimsel faaliyete başlama yaşının ağırlıklı olduğu yaş olarak literatürde yer alan diğer çalışmaların bulguları ile uyumludur. Araştırmaya katılanların yaklaşık yarısı tercih ettikleri sektör ile ilgili deneyime sahipken diğer yarısı böyle bir deneyime sahip değildir. Girişimcilerin bağımsızlık arayışları, risk alma eğilimleri ve farklı olma çabaları kişileri farklı ve yeni sektörlere yönlendirmektedir. Araştırma sonucunda ortaya çıkan bir diğer bulguda, girişimcilerin şuan faaliyette bulunduları sektördeki yatırımların başarısı hakkındaki kararsızlık durumlardır. Yatırımdan beklenen kazanımları elde etmiş olmalarına ve yeniden bu sektörde yatırım yapmayı tercih edecek olmalarına rağmen yatırımın başarısının devam edeceği ile ilgili bir kararsızlık söz konusudur. Bu durum ülkenin ekonomik ve siyasi yönden istikrarı ile ilgili belirsizliklerin varlığından kaynaklanıyor olabilir. Ülkenin yatırım teşvikleri ile ilgili politikalarının değişmesi, ekonomik dalgalanmalar, sınır ülkelerde yaşanan karışıklıklar ve bunların ülke ekonomisine yansıması, küreselleşmenin etkisi gibi birçok çevresel unsur bu karamsarlığın veya ileriyi görememekten kaynaklanan karasızlığın nedeni olarak gösterilebilir. Bu araştırmanın sonuçları, Düzce ilinde 2009-2014 yılları arasında yatırım yapmış girişimcilerden elde edilmiştir.Benzer konularda farklı il veya bölgeler arası karşılaştırmalara olanak verecek çalışmalar yapılabilir. Ayrıca hizmet ya da imalat sektörü olarak farklı gereksinimleri olabilecek sektörleri kapsayan ve bu sektörlerdeki yatırım kararını etkileyecek 81 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği faktörlerin belirlenmesi ile ilgili çalışmalar ve sektör bazlı farklılık olup olmadığının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılabilir. Bu araştırma sonucunda ortaya çıkan ve girişimcilerin sektör tercihlerinde en belirleyici unsur olan sektörel öngörü boyutu üzerinde özellikle kamu idarecilerininönemle durmaları gerekmektedir. Çünkü sektörlerin yatırımcı için cazip hale getirilmesi noktasında, bu sektörün başarı getirecek ve bu başarısını uzun vadede sürdürecek bir sektör olduğu imajının çizilmesi ve sektöre yatırım ihtiyacının olduğunun duyurulması konusunda yatırımcıyı çekebilmek noktasındadevlet idarecilerinede önemli görevler düşmektedir. Kaynakça Alvarez, C. Urbano, D. Coduras, A. ve Ruiz-Navarro, J. 2011. Environmental Conditions and Entrepreneurial Activity: A Regional Comparison in Spain, Journal of Small Business and Enterprise Development, 18(1), pp. 120-140. Aytaç, Ö. ve İlhan, S. 2007. Girişimcilik ve Girişimci Kültür: Sosyolojik Bir Perspektif, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:18 ss. 101-120. Balaban, Ö. ve Özdemir, Y. 2008. Girişimcilik Eğitiminin Girişimcilik Eğilimi Üzerindeki Etkisi: Sakarya Üniversitesi İİBF Örneği, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 3(2), ss. 133-147. Bayraktaroğlu, S. ve Özdemir, Y. 2010. Yerel Girişimcilik Dinamikleri: Adapazarı’nda Mobilyacılık Sektörünün Sözlü Tarih Yöntemiyle Anlaşılması, Yönetim Bilimleri Dergisi, 8(2), ss. 51-78. Bektaş, Ç. ve Köseoğlu, M. A. 2008. Aile İşletmecilik Kültürünün Girişimcilik Eğilimine Etkileri Ve Bir Alan Araştırması, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Karaman İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 7(13), ss. 297-317. Berglund, H., Hellström, T. ve Sjölander, S. 2007. Entrepreneurial Learning and the Role of Venture Capitalists, Venture Capital, 9(3), pp. 165181. Bitzenis, A. ve Nito, E. 2005. Obstacles to Entrepreneurship in A Transition Business Environment: The Case of Albania, Journal of Small Business and Enterprise Development, 12(4), pp. 564-578. Bosma, N. Hessels, J. Schutjens, V. Praag, V. M. ve Verheul, I. 2012. Entrepreneurship and Role Models, Journal Of Economic Psychology, 33(2), pp. 410-424. Bozkurt, Ö. 2007. Girişimcilik Eğiliminde Kişilik Özelliklerinin Önemi, Girişimcilik Ve Kalkınma Dergisi, 1(2), ss. 93-111. 82 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 67-84 Bozkurt, V. ve Baştürk, Ş. 2010. KOBİ Girişimcilerinde Risk Ve Belirsizlik Algıları. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64 (2), ss. 43-74. Çakıcı, A. ve Özer, B. Ş. 2007. Mersin’de Faaliyet Gösteren Küçük Ve Orta Ölçekli İsletmelerin Kurumsallaşma Göstergeleri Açısından İncelenmesi. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (18), ss. 87-110. Döm, S. 2008. Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği, 2. Baskı, Ankara: Detay Yayıncılık. Durak, İ. 2011. Girişimciliği Etkileyen Çevresel Faktörlerle İlgili Girişimcilerin Tutumları: Bir Alan Araştırması, Yönetim Bilimleri Dergisi, 9(2), ss. 195-213. Florida, R. ve Kenney, M. 1988. Venture Capital and High Technology Entrepreneurship, Journal of Business Venturing, 3, pp. 301-319. Güney, S. ve Mutlu, S. 2008. Bilgi Teknolojilerinin Girişimciliğe Etkileri. Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi, 3, ss. 83-100. Güney, S. ve Nurmakhamatuly, A. 2007. Kültürün Girişimciliğe Etkisi: Kazakistan ve Türkiye Üniversite Öğrencilerinin Girişimcilik Özelliklerinin Belirlenmesine Yönelik Kültürlerarası Araştırma,Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(18), ss. 62-86. Han, E. ve Kaya, A. 2002. Kalkınma Ekonomisi Teori Ve Politika. Eskişehir:Nobel Yayın Dağıtım. Huber, L. R., Sloof, R. ve Praag, M. V. 2012. The Effect of Early Entrepreneurship Education: Evidence from a Randomized Field Experiment, Discussion Paper, http://ftp.iza.org/dp6512.pdf. Son erişim tarihi: 20.11.2015. İslam, A., Khan, A. M., Obaidullah, A. Z. M. ve Alam, M. S. 2011. Effect of Entrepreneur And Firm Characteristics On The Business Success Of Small And Medium Enterprises (SMEs) in Bangladesh, International Journal of Business and Management, 6(3), ss. 289-299. Kayalar, M. ve Ömürbek, N. 2007. Girişimci Adaylarının Risk Almaya Yatkınlık Özelliğinin Cinsiyet Bağlamında İncelenmesi, İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(1), ss. 185-200. Lamping, P. ve Kuehl, R. C. 2003. Entrepreneurship, 3th Edition, Londra: Printice Hall International. Levy, R. B. ve Rosen, H. 2014. Advice to a Young Entrepreneur: The Way Ahead Interviews Established Entrepreneurs, Technical Leaders, 10(1), pp. 19-21. 83 Ö. Bozkurt vd. / Girişimcilerin Sektör Tercihlerinde Etkili Olan Faktörlerin Belirlenmesi: Düzce Örneği Mieszkowski, K. ve Kardas, M. 2015. Facilitating an Entrepreneurial Discovery Process for Smart Specialisation: The Case of Poland, Journal of the Knowledge Economy, 6, pp. 357-384. Mietzner, D. ve Reger, G. 2005. Advantages and Disadvantages of Scenario Approaches for Strategic Foresight, International Journal of Technology Intelligence and Planning, 1(2), pp. 220-238. Okay, Ş. ve Karahan, M. 2010. Küçük Ölçekli İşletmelerin Girişimcilik Özelliklerinin Belirlenmesi Üzerine Bir Alan Araştırması: Denizli İli Örneği, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi (TSA), 14(1), ss. 291304. Onay, M. ve Çavuşoğlu, S. 2010. İşletmelerde Girişimcilik Özelliğini Etkileyen Faktörler: İç Girişimcilik, Yönetim ve Ekonomi, 17(1), ss. 47-67. Özden, K., Temurlenk, S. M. ve Başar, S. 2008. Girişimcilik Eğilimi: Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma, 2. Uluslararası Girişimcilik Kongresi, Bişkek. Sönmez, A. ve Tokgöz, A. 2014. Türkiye’de Girişimcilik ve Türk Girişimci Profili Üzerine Bir Analiz. Yönetim ve Ekonomi, 21 (2), ss. 43-58. Stumpf A. S. ve Tymon Jr G. W. 2001. Consultant or Entrepreneur? Demystifying The “War For Talent”, Career Development International, 6(1), pp. 48-55. Suzuki, I. K. Kim, H. S. ve Bae, T. Z. 2002. Entrepreneurship in Japan and Silicon Valley: A Comparative Study, Technovation, 22, pp. 595-606. Ucgun, N. 2008. Türkiye’de Girişimciler Yatırım Kararı Verirken Hangi Metodları Kullanıyorlar?, 2nd Internatıonal Congress On Entrepreneurshıp, Kyrgyz-Turkish Manas University Faculty Of Economics And Administrative Sciences Management Department, Biskek Wendte, R. 2013. How to Start a Business: Tips from Successful Entrepreneurs, http://www.sidewalkpro.com/SWP/wp-content/uploads /2014/06/How-to-Start-a-Business-Tips-From-SuccessfulEntrepreneurs.pdf. Son erişim tarihi: 20.11.2015. Zimmerer, W.T. ve Scaborough, M. N. 1996. Entrepreneurship And The New Venture Formation, New Jersey: Printice Hall International. 84 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi DOI NO:10.5578/JSS.10534 Fatma ÖZÇELİK HEPER1 Mehmet SARIŞIK2 Geliş Tarihi:23.03.2015 Kabul Tarihi:04.12.2015 Özet İstanbul tarihi ve doğal güzellikleri, stratejik konumu, kongre pazarına yakınlığı gibi avantajlarına rağmen gerek kongre turisti sayısı gerekse elde edilen gelir açısından hak ettiği yere gelememiştir. Araştırma kapsamında bunun nedenlerini anlamak için en yakın rakipleri olan Berlin, Paris, Barselona, Viyana ve Singapur ile rekabeti ölçtüğü düşünülen 36 faktörle karşılaştırılarak üstün ve zayıf yönleri belirlenmiştir. Araştırma sonucunda İstanbul’un karşılaştırmalı rekabet gücünün rakiplerinden üstün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İstanbul tarihi ve kültürel zenginlik, alışveriş imkânı, konukseverlik, ürün çeşitliliği, doğal çevrenin güzelliği ve genel anlamda çekicilik gibi faktörlerde güçlü bulunurken; doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olayları, deniz ve kumsalları, ulaşımın etkinliği, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi, politik yapı, işletmelerin pazarlama-rekabet stratejileri ve altyapı gibi faktörlerde ise zayıf bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Kongre Turizmi, İstanbul, Turizmde Rekabet, Destinasyon Rekabeti In Terms of Congress Tourism Istanbul Province International Competitiveness Analysis Abstract Istanbul could not come into its own in the context of both the income and the tourist numbers despite It has some advantages such as historical places and natural beauties, strategic location and adjacency to the convention market. To understand the reasons why the scope of research, superiority and weakness of İstanbul were determined by comparing with the closest competitors Berlin, Paris, Barcelona, Vienna and Singapore on 36 factors is contemplated by that measuring 1 Dr., Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] 2 Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü, [email protected] 85 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi the degree of competition. The research was concluded that comparative competitiveness of Istanbul is not superior than ıts competitors. In addition, historical and cultural richness, shopping facilities, hospitality, variety of products, beauty of the natural environment and general attractivenes have been found strong but harmlessness of natural disasters, war and terrorism, sea and beaches, the efficiency of transportation, powerful state and barrier-free bureaucracy, political structure, the marketing-competition strategies and infrastructure factors have been found weak. Keywords: Congress Tourism, Istanbul, Tourism Competition, Destination Competitiveness Giriş Dünya turizm pazarında artan rekabet birçok destinasyon için önemli bir sorun haline gelmiştir. Destinasyon rekabeti turizmin ‘kutsal kâsesi’ olarak iddia edilmiş olmasına rağmen (Ritchie ve Crouch,2000) araştırmacıların ilgisini 1990’lı yıllardan sonra çekmiştir. Turizm destinasyonları farklı aktörleri olan ve birlikte turizm ürünü yaratan akrabalar gibidirler (Camprubi, Guia ve Comas,2008:48). Turizm destinasyonunda rekabet, boş zaman ve harcanabilir gelir düzeyindeki yükselmeyle birlikte uluslararası pazarda ayakta kalmaları için hayati bir öneme sahiptir (Echtner ve Ritchie,2003:37). 1950’li yıllarda yaklaşık 15 turizm destinasyonu dünyadaki toplam turistin hepsini çekmekteydi. Bu durumdan 60 yıl sonra ise bu 15 destinasyonun toplam destinasyonlar içerisindeki payı % 98’den % 57’ye düşmüştür. Küreselleşme ile birlikte büyüyen ekonomi ve uluslararası ticaret, kongre ve toplantı sektörünün de gelişmesini etkilemiştir. Gün geçtikçe kongre sektörünün bölge ve ulus ekonomisine katkısı artmakta olup bunun farkına varan destinasyonlar bir yarış içerisine girmişlerdir. ICCA verilerine göre İstanbul 2010 yılından bu yana genel dünya sıralamasında ilk 10’daki yerini korurken 500 ve üstü delege katılımlı kongreler sıralamasında dünya birinciliğini 2011 yılından beri sürdürmektedir. ICCA (Uluslararası Kongre ve Konvansiyonlar Derneği) tarafından yayınlanan 2010 yılı uluslararası kongre istatistiklerinde 109 kongre ile Dünya sıralamasında 7. sırada yer alırken, 2011 yılı istatistiklerinde 113 kongre sayısına ulaşan İstanbul Dünya 9.’su olmuştur. 2012 yılında da 9. sıradaki yerini korumakla birlikte 15 kongre artışı ile seneyi 128 kongre ile kapatmıştır. 2013 yılında ise 146 kongre ile Dünyada 8. Avrupa’da ise 7. sırada yer almıştır. İstanbul’un bu bağlamda son on yıl içinde geldiği nokta çok önemli olup Berlin, Paris, Viyana, Barselona ve Singapur gibi şehirlerle rekabet edebilir duruma gelmiştir. Kongre turizminin şehirlere sağladığı fayda yadsınamaz. Dolayısıyla İstanbul’un kongre turizminde daha iyi bir noktaya 86 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 gelebilmesi için kongre amaçlı İstanbul’a gelen yerli ve yabancı turistlerle, İstanbul’da ki turizm işletmelerinin rekabet algılarının bilinmesi önemlidir. Bu şekilde başta turizm işletmeleri olmak üzere, kongre turizmi alanında çalışan turizm işletmecileri ve kamu kuruşları da İstanbul’un eksiklerini daha somut verilerle görebileceklerdir. Araştırma kapsamında İstanbul, 300 ve üstü delege katılımlı kongreler sıralamasında ilk beş sırada yer alan şehirler olan Paris, Singapur, Barselona, Viyana ve Berlin ile karşılaştırılmıştır. Çalışmanın amacı kongre delegeleri ile yerli turizm işletmelerinin bakış açısından İstanbul’un kongre turizmi alanında artı ve eksi yönlerini görerek İstanbul’u daha iyi bir konuma taşıyabilmektir. Ayrıca İstanbul, rakip destinasyonlarla karşılaştırılarak bu alanda güçlü ve zayıf yönleri de belirlenebilecektir. Literatür Taraması Rekabet genellikle girişimcilerin tasarım, üretim, pazar mal ve hizmetleri, bunların fiyatları ve fiyat dışı niteliklerinin rakiplerinden daha çekici olması olarak tanımlanabilir (Kayar ve Kozak, 2007:205). Endüstriyel bakış açısına göre rekabet uzun vadeli kârlılık için doğru bir çabadır (Buhalis, 2000:97). D’Hauteserre’ın (2000:23) tanımına göre rekabet destinasyonun pazar pozisyonunu geliştirme yeteneğidir. Literatürde rekabeti sürdürülebilirlik ve sosyal açıdan düşünenler de vardır. Örneğin Hassan destinasyon rekabetini yüksek katma değerli ürünler üreterek ve toplumla bütünleşerek rakiplere karşı nispeten pazar payını korumak şeklinde tanımlamıştır (Hassan,2000:239). Araştırmacılar destinasyon rekabeti için farklı farklı tanımlar önermişlerdir Destinasyon rekabeti ziyaretçi sayıları, pazar payı, turist harcamaları, istihdam gibi turizm endüstrisindeki objektif ölçüm faktörlerinin yanı sıra kültürel ve tarihsel zenginlik, kaliteli turizm deneyimleri gibi subjektif ölçümlerde içermektedir (Meng, 2006:34). Destinasyon rekabeti turizmin kutsal kasesi olup destinasyonun pazar payını koruması ve/veya geliştirmesi olarak tanımlanabilir (Crouch ve Ritchie, 2000:5; d’Hauteserre, 2000:23; Pansiri, 2014:219). Buhalis (2000) ve Crouch - Ritchie (1999) destinasyon rekabetine destinasyon sakinlerinin ekonomik refahları açısından yaklaşmışlardır. Rekabeti uluslararası düzeyde düşünmüş olup Dünya Ekonomik Formu’nun verilerini kullanmışlardır. Destinasyonların uluslararası rekabetin içine girmeleri bölge sakinlerinin ekonomik refahlarının yanı sıra ülkenin yaşam standartlarını, ticaret, yatırım, iş yapma vb. etkinliklerini de artırır (Dwyer ve Kim,2003:370). Turizm ekonomisi literatüründe rekabet denildiğinde ilk akla gelen kavram destinasyon rekabetidir. Destinasyon rekabeti ile ilgili farklı kaynaklarda çeşitli tanımlamalar olmasına karşın destinasyon rekabetinin 87 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi tanımı en açık şekilde, “Bir destinasyonun piyasa payını ve gücünü sürdürmesi, koruması ve zamanla onu geliştirmesi” olarak ifade edilebilir (Bahar ve Kozak, 2008: 191). Turizm destinasyonlarının dünya çapındaki başarısı onun rekabetiyle ilgilidir (Enright ve Newton,2004). Küreselleşmeyle birlikte uluslararası destinasyonlar arasındaki rekabet artmıştır çünkü küreselleşme sınırları ve engelleri ortadan kaldırmıştır (Pansiri,2014:219). Bahar ve Kozak’a göre turizm arzı, çevresel ve kültürel değerler değiştikçe yeni yeni destinasyonlar pazarda var olacaklardır (Bahar ve Kozak, 2007:62).Destinasyon rekabeti karmaşık ve göreceli bir kavram olup bir odanın sınırları gibi gerçek ve algılanan sınırları vardır (Kotler, Bowenve Markens,1998). Her destinasyonun farklı gelenek, tarihi, kültürel ve doğal kaynakları, farklı hedefleri başarma hırsı vardır ve birçok yazar farklı modellerle destinasyon rekabetini ölçmeye çalışmışlardır. Makroekonomik açıdan bakıldığında turizmde destinasyon rekabeti üç destek ayağından oluşur: doğal kaynaklar, iklim ve kültür (Lumsdan,1997). Seyahat ve turizm endüstrisinde rekabet makroekonomik değişkenlerden de etkilenmekte olup dikkate alınması ve ölçülmesi gereken rekabet faktörleri; sosyo-kültürel rekabet, çevresel rekabet, politik yapı ve teknoloji temelli rekabettir (Bălan ve Balaure,2009:980). Turizm destinasyonları çalışmalarında fiyat rekabetine de çok sık rastlanır. Dwyer, Forsyth ve Rao (2000) 19 ülkeyi karşılaştırarak turizmde fiyat rekabetini ölçmüştür. Destinasyonda fiyat rekabetini ölçmek hem genel fiyat rekabeti hem de fiyat dışı rekabeti anlamada oldukça önemlidir. Zhang ve Jensen (2007) fiyat rekabetine doğal sermaye, iklim, coğrafya ve kültürü de ekleyerek bir model geliştirmiştir. Kozak’ın (2007) yaptığı bir çalışmada rekabeti etkileyen mikro ve makro faktörleri incelemiştir. Nazmi Kozak’ın yaptığı Türkiye’nin rekabetçi pozisyonunu belirlemeye yönelik olan araştırma daha önce yapılan ampirik çalışmaların bir özeti gibidir. Kozak ve Rimmington (1999:273) destinasyon rekabetinde nitel ve nicel faktörleri değerlendirmişlerdir. Nicel faktörleri turist sayısı, turizm gelirleri gibi sınıflandırırken nitel faktörlerde turistlerin destinasyonda sevdikleri ve sevmedikleri faktörlerle ilgilidir. Bu görüşe göre turistler gidecekleri destinasyonu seçmek için nitel ve nicel faktörleri karşılaştırarak bir seçim yaparlar. Kozak ve Rimmington (1999:273) Akdeniz Destinasyonları arasında bir karşılaştırma yaparak yerel halkın arkadaşlığı, paranın değeri, güvenlik ve emniyet, yerel ulaşım, doğal kaynakların ve yiyeceklerin Türkiye’yi olumlu yönde etkileyen rekabet faktörleri olduğunu belirlemişlerdir. 88 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Tablo 1: Yazarların Çalışmalarında Kullandıkları Rekabet Faktörleri Yazarlar Destinasyon özelliklerini ve kaynaklarını sınıflandırmak için kullanılan terimler Ritchie & Crouch (2003) Temel kaynak ve çekicilikler Fizyografi, iklim, kültür, tarih, aktivite, etkinlik, eğlence, üstyapı, Pazar bağları Destek faktörleri ve kaynakları Altyapı, erişilebilirlik, kolaylaştırıcı kaynaklar,ağırlama, işletmeler, siyasi irade Dwyer & Kim, (2003); Dwyer, Mellor, Livaic, Edwards & Kim (2004) Bahşedilen ve düzenlenen kaynaklar Doğa, kültür, altyapı, etkinlikler, eğlence, alışveriş Destek faktörleri Genel altyapı, hizmet kalitesi, destinasyona ulaşabilirlik Ölçülebilen sübjektif değişkenler Kültür, tarih, turizm deneyimlerinin kalitesi Ölçülebilen objektif değişkenler Ziyaretçi sayıları, pazar payı, turistik harcamaları, istihdam Laws (1995); Kozak & Rimmington, (1999) Birincil özellikler İklim, ekoloji, kültür, geleneksel mimari İkincil özellikler Oteller, catering, turizm taşımacılığı, eğlence Kozak & Rimmington (1999) Niteliksel boyutlar Ağırlama, paranın değeri, hava, emniyet ve güvenlik, yerel ulaşım, doğal çevre Niceliksel boyutlar Turist varışları ve gelirleri Wilde & Cox, (2008) Kaynak: Chambers Leiseth (2010). Destination Compettitiveness An Analysis of the Characteristics to Differentiate All-Inclusive Hotels & Island Destinations in the Caribbean. s.19. Araştırmanın Yöntemi Bu çalışma nicel bir araştırmadır. Verileri elde etmek için oluşturulan anket formu, yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak dağıtılmıştır. Bu şekilde daha geniş incelenerek, anket formunda yer alan konulardan çok daha fazlasına ulaşılması amaçlanmıştır. Çalışma da veri elde edebilmek amacıyla iki anket oluşturulmuştur. Yerli kongre delegelerine yönelik Türkçe, yabancı kongre delegelerine yönelik ise İngilizce müşteri anketi; yerli işletmeler içinse Türkçe işletmeci anketi hazırlanmıştır. Anket formu hazırlanırken Kozak ve Rimmington (1999), Bahar ve Kozak (2005), Kayar ve Kozak(2007), Kozak, Baloğlu ve Bahar’ın 89 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi (2010) eserlerinden yararlanılmıştır. Bu yazarların çalışmalarında kullandıkları rekabet ölçüm kriterleri sentezlenerek İstanbul ve rakip kongre şehirlerini karşılaştırmada kullanılan 36 farklı rekabet ölçüm kriteri belirlenmiştir. Araştırmaya katılanlara rekabeti etkilediği düşünülen 36 farklı faktör ile İstanbul’u ve rakip kongre şehirlerini değerlendirmeleri istenmiştir. Araştırmada 5’li likert ölçeği kullanılmış olup; 5;Kesinlikle katılıyorum, 4; Katılıyorum, 3; Kararsızım, 2; Katılmıyorum, 1; Kesinlikle katılmıyorum anlamına gelmektedir. Araştırmaya İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı delegeler ile İstanbul’da yer alan başta konaklama işletmesi olmak üzere, seyahat acentesi ve tur operatörleri dahil edilmiştir. Araştırma’ya katılanlara rekabeti etkilediği düşünülen 36 farklı faktör ile İstanbul ile kongre turizminde ön plana çıkmış beş şehirden birini seçerek (Berlin, Paris, Viyana, Barselona, Singapur) değerlendirmeleri istenmiştir. Daha sonra elde edilen veriler toplanıp ayıklanarak SPSS 16.0’ya girilmiş frekans dağılımları ve çapraz tabloları oluşturulup, T testine tâbi tutulmuştur. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırlılıkları ICCA’nın yayınlamış olduğu istatistiklere göre dünya kongre şehirleri arasında İstanbul: 2000’li yıllarda 40. sırada yer alırken, 2009 yılında 17. sırada, 2010 yılında ise 7. sıradadır. 2011 ve 2012 yılında 9. sıraya, 2013 yılında ise 8. sıraya yerleşmiştir.2011 yılı itibari ile İstanbul ICCA (Uluslararası Kongre ve Konvansiyonlar Derneği) istatistiklerine göre 500 ve üstü katılımlı kongreler sıralamasında dünya birincisi konumundadır. Son üç yılda İstanbul, kongre turizmi kapasitesini üç katına çıkarmıştır. Uluslararası kongre sektörünün en önemli şehirlerinden biri olan İstanbul artan ivmeyi kaybetmeyerek 2011, 2012 ve 2013 yıllarında 500 ve üstü delege katılımlı kongrelerde dünya birinciliğine ulaşmıştır. Bundan sonraki hedef Avrupa’nın ilk 3 ve dünyanın ilk 5 kongre şehri sıralamasında yerini almak ve her yıl dünya birinciliğine oynamaktır. Zaman, maliyet ve bütçe olanakların yetersiz olması araştırmayı sınırlandırmayı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda araştırmanın ilk kısıtı çalışmanın yalnızca kongre şehirlerimizden İstanbul’u ele almasıdır. Araştırmanın ikinci kısıtı ise İstanbul’un 2013 yılı 300 ve üstü delege sayısında ilk beş sırada yer alan şehirler ile karşılaştırılmasıdır. Bu şehirler; Paris, Singapur, Barselona, Viyana ve Berlin’dir. Araştırma kapsamı içerisine yalnızca İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı delegeler ile İstanbul’da faaliyet gösteren turizm işletmelerinin alınması bir diğer sınırlamadır. 90 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Tablo 1: 300 ve Üstü Katılımcı Sayılı Kongreler Açısından Şehir Sıralaması Sıralama Şehir Kongre Sayısı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 İstanbul Paris Singapur Barselona Viyana Berlin Londra Seul Prag Madrid 80 73 70 65 65 64 63 60 39 38 Kaynak: ICCA 2014 Yılı Kongre Raporu Bulgular ve Değerlendirme Çalışma kapsamında öncelikle katılımcıların demografik özellikleri araştırılmıştır. 410 kişiden oluşan araştırma grubunun 174’i yerli işletmeci ve çalışanlar, 236’sı İstanbul’a kongre amaçlı gelen yerli ve yabancı delegelerden oluşmaktadır. Katılımcıların 217’si erkek, 193’ü ise kadınlardan oluşmaktadır. Katılımcıların uluslarına göre dağılımlarına bakıldığını ağırlığın 179 kişi ile Türklerden oluştuğu görülmektedir. İkinci sırada 33 kişi ile Almanlar, üçüncü sırada 22’şer kişi ile İtalyan ve Uzakdoğulular, dördüncü sırada 20’şer kişi ile Rus ve Ukraynalılar, beşinci sırada ise 19 kişi ile İngilizler gelmektedir. Eğitim düzeylerine bakıldığında katılımcıların büyük çoğunluğunun 196 kişi ile üniversite mezunları ve 173 kişi ile lisansüstü eğitim seviyesindekilerden oluşturduğu görülmektedir. Katılımcıların büyük çoğunluğu 3001-5000$ gelir seviyesindekilerden oluşturmaktadır. İkinci çoğunluğu 5001-7000$ gelir seviyesindekiler üçüncü çoğunluğu ise 7001$ ve üzerinde gelirleri olanlar oluşturmaktadır. Katılımcıların demografik özelliklerine ilişkin veriler analiz edildikten sonra İstanbul ile rakip şehirlerin rekabet faktörlerinde aldıkları ortalama ve standart sapmalar sonrasında İstanbul rakip şehirlerle rekabeti ölçtüğü düşünülen faktörler açısından tek tek karşılaştırılarak T testi ile analiz edilmiştir. 91 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Tablo 3: İstanbul ve Rakip Şehirlerin Rekabet Güçlerinin Oranlaması Değişkenler Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Deniz ve kumsalların kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir 92 Viyana ort s.s 4,17 ,699 4,02 ,900 3,59 ,985 4,25 ,756 4,02 ,861 3,31 1,103 3,86 ,973 3,86 ,860 3,96 ,852 3,91 1,032 3,92 ,988 4,25 ,993 4,09 ,745 3,86 1,017 3,77 1,099 3,70 ,886 3,74 ,965 3,74 ,992 3,76 1,159 4,05 1,209 4,09 ,864 3,93 ,821 3,79 ,977 4,16 ,702 4,20 ,805 4,07 ,868 4,12 ,803 4,11 ,994 3,93 ,968 3,52 1,165 3,58 1,108 3,90 1,140 4,04 ,963 3,54 ,990 4,10 1,012 4,21 ,818 Paris ort 4,06 4,15 3,63 4,05 3,50 2,93 3,74 3,95 4,02 4,03 4,28 4,21 4,25 4,15 3,97 4,38 3,91 3,99 3,91 4,21 4,09 3,99 4,18 4,25 4,33 3,80 4,13 4,13 4,01 3,95 3,99 3,90 3,84 3,65 3,63 3,75 s.s ,908 ,830 1,107 ,881 1,053 1,190 1,103 1,117 ,896 ,912 ,892 ,863 ,876 ,850 ,917 ,888 ,933 ,895 1,013 ,879 ,955 ,808 ,814 ,829 ,804 ,920 ,943 ,959 ,876 ,939 1,022 ,950 ,983 1,083 1,187 1,063 Barselona ort s.s 4,19 ,726 4,00 ,806 4,02 ,758 4,23 ,810 3,79 1,045 3,67 1,118 4,25 ,830 4,25 ,759 4,31 ,765 4,35 ,757 4,29 ,715 4,31 ,704 4,50 ,616 4,16 ,883 3,99 ,802 4,37 ,865 4,13 ,938 4,03 ,897 4,19 ,943 4,38 ,717 4,26 ,667 4,05 ,864 4,00 ,920 4,31 ,996 4,25 ,981 4,06 ,972 4,33 ,758 4,17 ,719 4,14 ,790 4,11 ,826 4,07 ,775 3,72 1,164 4,03 ,843 3,90 1,046 4,03 1,069 3,93 ,905 Berlin ort s.s 4,33 ,750 4,28 ,680 3,60 ,970 4,06 ,929 3,89 1,079 3,60 1,047 4,05 ,889 3,93 ,902 4,21 1,013 4,25 ,945 4,33 ,917 4,31 ,917 4,14 ,862 4,08 1,100 4,11 ,683 4,05 ,767 4,02 ,866 3,96 ,912 3,15 1,528 4,23 1,014 4,26 ,949 4,25 ,914 4,23 1,013 4,03 ,881 3,98 ,795 3,71 1,109 4,13 837 4,22 ,802 4,14 ,878 4,03 ,841 3,99 ,885 4,10 1,075 4,00 1,057 3,53 1,198 3,64 1182 3,71 1,224 Singapur ort s.s 4,20 ,723 4,22 ,698 4,05 ,793 3,92 ,764 3,69 1,004 3,69 1,195 3,98 1,074 3,77 1,074 4,02 ,862 3,95 1,050 4,05 ,959 4,08 ,929 3,87 1,056 4,23 ,931 4,28 ,686 4,28 ,759 3,97 ,941 3,86 1,134 4,05 1,053 4,03 ,897 3,95 ,911 4,11 ,758 4,21 ,741 4,21 ,704 3,95 ,837 3,67 1,023 3,72 1,025 3,63 ,970 3,53 ,971 3,63 1,031 3,49 ,951 3,67 1,177 3,44 1,054 3,44 1,050 3,71 ,987 3,94 1,153 İstanbul ort s.s 3,98 ,927 4,19 ,783 4,21 ,977 4,18 ,954 3,72 ,929 3,54 1,022 3,69 ,979 4,00 ,981 3,93 ,839 3,81 ,929 3,77 ,883 3,27 1,164 4,05 ,990 3,70 1,004 3,79 1,022 4,28 ,921 3,29 1,125 3,32 1,045 2,77 1,387 2,95 1,329 3,71 ,937 3,74 ,912 3,80 ,984 4,24 ,853 4,29 ,860 3,68 ,966 4,12 ,837 3,45 1,032 3,27 1,034 3,25 ,982 3,23 ,967 3,29 1,026 3,01 1,180 2,43 1,258 2,61 1,377 2,90 1,274 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 İlk faktör olan hizmet kalitesi kriterinde en iyi şehir 4,33 ortalama ile Berlin, ardından Singapur (4,20) ve Barselona (4,19) gelmektedir. Hizmet kalitesi en düşük şehir 3,98 ortalama ile İstanbul olmuştur. Ürün çeşitliliğinde de yine hizmet kalitesinde olduğu gibi Berlin 4,28 ortalama ile ilk sıradadır. İkinci sırada 4,22 ortalama ile Singapur, üçüncü sırada 4,19 ortalama ile İstanbul gelmektedir. Ürün çeşitliliği konusunda en zayıf şehir 4,00 ortalama ile Barselona’dır. Konukseverlik faktöründe en yüksek ortalama 4,21 ile İstanbul’undur. İstanbul’dan sonra ikinci sırada 4,05 ortalama ile Singapur, üçüncü sırada ise 4,02 ortalama ile Barselona gelmektedir. Konukseverlik faktöründe en düşük ortalama 3,59 ile Viyana’da kalmıştır. Konukseverlik kriterinin aksine doğal çevrenin güzelliği hususunda Viyana 4,25 ortalama ile başı çekerken ardından 4,23 ortalama ile Barselona ve 4,18 ile İstanbul izlemektedir. Singapur doğal çevrenin güzelliği kriterinden en düşük ortalamayı almıştır ( 3,92).Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması faktöründe Viyana 4,02 ortalama ile ilk sırada yer alırken, Berlin (3,89) ikinci, İstanbul üçüncü sırada yer almıştır (3,72 ). Bu faktörde en düşük ortalama Paris’te olup (3,50), araştırmaya katılanların diğer şehirlere nazaran Paris’te ödedikleri paranın karşılığını alamadıklarını düşündükleri söylenebilir. Fiyatların uygunluğu konusunda en yüksek ortalama Singapur’dadır ( 3,69). Singapur’u Barselona (3,67) ve Berlin (3,60) takip etmiştir. İstanbul 3,54 ortalama ile fiyatları uygun olan dördüncü şehirdir. Paris rakip şehirler içerisinde en pahalı şehir olmuştur (2.93). Tesislerdeki hijyen ve temizlik faktöründe en yüksek değer Barselona’dadır (4,25). Ardından Berlin (4,05) ve Singapur gelmektedir (3,98). Temizlik ve hijyen konusunda en yetersiz şehir İstanbul bulunmuştur (3,69). Yiyecek içecek kalitesi en çok beğenilen şehir Barselona’dır (4,25) ikinci sırada İstanbul (4,00), üçüncü sırada Paris (3,95) gelmiştir. Yiyecek ve içeceği beğenilmeyen şehir 3,77 ortalama ile Singapur olmuştur. Konaklama tesislerinin yeterliliği konusunda en yüksek ortalama Barselona’dadır (4,31). Sonrasında Berlin gelirken (4,21), üçüncü sırayı Paris ve Singapur aynı ortalama ile paylaşmaktadır (4,02). En düşük ortalama 3,93 ile İstanbul’dadır. Kongre merkezlerinin yeterliliği kriterindeki sıralama bir önceki faktör olan konaklama tesislerinin yeterliliği kriterindeki ile benzeşmektedir. Bu faktörde de Barselona 4,35 ortalama ile ilk sırada yer alırken, Berlin ikinci (4,25), Paris üçüncü sıradadır (4,03). İstanbul 3,81 ile rakip şehirler arasında kongre merkezi en yetersiz şehir bulunmuştur. Turizm altyapısının yeterliliği ile ilgili soruda en yüksek ortalamayı Berlin (4,33) almıştır. Barselona 4,29 ortalama ile ikinci, Paris 4,28 ortalama ile üçüncü gelmiştir. İstanbul 3,77 ortalama ile rakip şehirler arasında turizm altyapısı en zayıf şehir bulunmuştur. Genel altyapıya bakıldığında Barselona ve Berlin’in aynı ortalama ile ilk sırada yer aldığı görülmektedir (4,31). 93 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Viyana ikinci (4,25), Paris ise üçüncü sıradadır (4,21). İstanbul turizm altyapısı faktöründe olduğu gibi genel altyapı faktöründe de en düşük ortalama ile en alt seviyede kalmıştır (3,27). Gece yaşantısı ve eğlence olanaklarına bakıldığında Barselona ilk (4,50), Paris ikinci (4,25), Berlin’in 4,14 ile üçüncü sırada yer aldığı görülmektedir. İstanbul 4,05 ortalama ile Singapur’dan daha iyi konumdadır. Bu kriterde en alt seviyede 3,87 ortalama ile Singapur vardır. Sportif faaliyetler faktöründe 4,23 ortalama ile Singapur en iyidir. Singapur’un ardından Barselona (4,16) ve Paris (4,15) gelmektedir. İstanbul bu kriterde de 3,70 ortalama ile en alt seviyede kalmıştır. İnsan kaynaklarının yeterliliği faktöründe en yüksek ortalama Singapur’dadır (4,28). Berlin 4,11 ile ikinci, Barselona 3,99 ile üçüncü sıradadır. İstanbul 3,79 ortalama ile sadece Viyana’dan daha iyidir. Viyana ise 3,77 ile en alt seviyede kalmıştır. Alışveriş imkânında Paris ilk sıradadır (4,38). İkinci sırada Barselona (4,37), üçüncü sırayı Singapur ve İstanbul 4,28 ortalama ile paylaşmaktadırlar. En düşük seviyede ise 3,70 ortalama ile Viyana kalmıştır. Sağlık hizmetlerinin kalitesi faktöründe Barselona en iyi durumdadır (4,13). Ardından Berlin (4,02) ve Singapur gelmektedir (3,97). İstanbul bu kriterde de en düşük ortalamayı almıştır (3,29). Birçok kriterde olduğu gibi çocuklara sağlanan hizmetin kalitesinde de Barselona 4,03 ortalama ile en üst sıradadır. Ardından ikinci sırada Paris (3,99) ve Berlin (3,96) gelmektedir. İstanbul bu kriterde de 3,32 ile en düşük ortalamaya sahiptir. Deniz ve kumsalların kalitesine bakıldığında 4,19 ortalama ile Barselona ilk sırada, 4.05 ortalama ile Singapur ikinci, 3,91 ortalama ile Paris üçüncü sıradadır. İstanbul bu faktörde de 2,77 ile en az ortalamayı almıştır. Yerel ulaşım ağının kalitesi faktöründe Barselona 4,38 ortalama ile en üst seviyede iken 4,23 ortalama ile Berlin ikinci sıradadır. İstanbul birçok kriterde olduğu gibi bu kriterde de en zayıf şehirdir (2,95). Telekomünikasyon ağının kalitesinde en iyi olan şehir Berlin ile Barselona’dır (4,26). 3,71 ile İstanbul en alt seviyededir. Bankacılık sistemlerinin kalitesinde en iyi olan şehir 4,25 ile Berlin olmuştur. Yine bu kriterde de en zayıf şehir 3,74 ortalama ile İstanbul olmuştur. Havaalanları en iyi olan şehir Berlin olup bu faktörde İstanbul 3,80 ile en alt sırada yer alan Viyana’yı çok az bir farkla geçmiştir (3,79). Kültürel zenginlik konusunda birinci sırada Barselona yer almıştır (4,31). İstanbul bu faktörde üçüncü seviyede olup (4,24), Berlin 4,03 ortalama ile kültürel seviyesi en düşük şehir bulunmuştur. Tarihi zenginlik faktöründe Paris 4,33 ortalama ile ilk sırada, İstanbul 4,29 ortalama ile ikinci sıradadır. Tarihi zenginliği en zayıf şehir Singapur olarak bulunmuştur. Erişilebilirlik kriterinde Viyana 4,07 ortalama ile 4,06 ortalaması olan Barselona’yı çok az bir farkla geçmiştir. 94 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Erişilebilirlik konusuna 3,68 ortalama ile İstanbul sadece 3,67 ortalama ile en düşük seviyede yer alan Singapur’u geçebilmiştir. Genel olarak en çekici şehir 4,33 ile Barselona olup 4,12 ortalama ile İstanbul en çekici üçüncü şehir seçilmiştir. Singapur çekiciliği en düşük şehir seçilmiştir (3,72). Tanıtım ve reklam faaliyetlerinde en etkin şehir Berlin (4,22 ), tanıtım ve pazarlama çalışmalarına en az önem veren şehir İstanbul seçilmiştir (3,45). Kongre turizm teşvik politikaların etkinliği faktöründe Barselona ve Berlin aynı ortalamayla ilk sıradadırlar. İstanbul ise 3,27 ortalama ile en alt sırada yer almaktadır. Rekabet stratejilerinin etkinliği konusunda yine Barselona ve Berlin 4,11 ortalama ile birinci sıradayken, İstanbul bu faktörde de en zayıf şehir seçilmiştir (3,25). Pazarlama stratejilerinde Barselona yine en iyi şehir seçilirken, Paris ve Berlin aynı ortalamada kamıştır (3,99). İstanbul önceki birçok faktörde olduğu gibi bu faktörde de en alt kademede kalmıştır. Genel olarak ekonomik durumu en iyi şehir aynı ortalamayı paylaşan Berlin ve Viyana olurken, İstanbul 3,29 ile ekonomik durumu en kötü şehir seçilmiştir. Viyana 4,04 ortalama ile politik yapısı en istikrarlı şehir olurken İstanbul 3,01 ortalama ile politik yapısı en karışık şehir olarak bulunmuştur. Doğal afetlerin en zararsız olduğu şehir Barselona olurken (3,90), İstanbul bu faktörde de en düşük ortalamayı alarak en alt sırada yer almıştır (2,43). Savaş ve terör olaylarının en fazla olduğu şehir İstanbul seçilirken (2,61), bu konuda en sakin şehir Viyana seçilmiştir (4,10). Son olarak devlet güçlü bürokrasi engelsizdir faktörü için en yüksek ortalamayı Viyana (4,21), ardından da Singapur almıştır. Bu soruda en düşük ortalama İstanbul’undur (2,90). 95 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Tablo 4: İstanbul ile Viyana'nın Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması İSTANBUL-VİYANA Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Deniz ve kumsalların kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir İstanbul Sır. 12 5 7 8 21 23 17 9 11 20 16 24 6 18 19 1 30 27 33 32 10 15 13 3 2 14 4 22 28 25 26 29 31 36 35 34 Ort. 3,73 4,10 4,02 4,02 3,50 3,36 3,63 3,93 3,78 3,56 3,64 3,26 4,09 3,62 3,59 4,40 3,00 3,10 2,65 2,75 3,79 3,70 3,73 4,20 4,25 3,71 4,12 3,49 3,08 3,23 3,21 3,07 2,83 2,08 2,37 2,45 Viyana Sır. 5 13 33 1 15 36 25 24 17 20 19 2 9 23 26 31 28 29 30 14 10 18 27 6 4 12 7 11 21 35 34 22 16 32 8 3 Ort. 4,17 4,02 3,59 4,25 4,00 3,33 3,84 3,84 3,95 3,89 3,90 4,24 4,09 3,85 3,80 3,70 3,75 3,75 3,71 4,02 4,09 3,93 3,77 4,16 4,20 4,07 4,11 4,09 3,88 3,36 3,51 3,86 3,98 3,62 4,10 4,22 T testi t -3,160 ,684 2,449 -1,545 -3,204 ,180 -1,272 ,527 -1,197 -2,194 -1,693 -4,599 ,000 -1,441 -1,086 4,550 -3,866 -3,724 -3,915 -6,331 -1,987 -1,518 -,198 ,244 ,339 -2,008 ,134 -2,986 -4,542 -,548 -1,235 -4,151 -6,486 -7,205 -8,158 -9,615 Tablo 4’de İstanbul ile Viyana’nın rekabet güçlerinin karşılaştırması görülmektedir. Karşılaştırma sonucunda birçok faktörde ortalama farklılıkları görülmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir: Genel altyapının yeterliliği faktöründe Viyana’nın 5 üzerinden 4,24 ortalama değer ile İstanbul’dan (3,26) çok daha iyi olduğu düşünülmüştür. Ayrıca genel altyapının yeterliliği faktörü Viyana’nın en iyi olduğu ikinci rekabet faktörüdür. Alışveriş imkânı İstanbul’un Viyana karşısında iyi olduğu tek 96 Sig. ,003 ,497 ,017 ,128 ,002 ,858 ,209 ,601 ,237 ,033 ,096 ,000 1,000 ,155 ,283 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,052 ,135 ,844 ,808 ,736 ,049 ,894 ,004 ,000 ,587 ,223 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 faktördür (4,40>3,70). Sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,75>3,00), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (3,75>3,10), deniz ve kumsalların kalitesi (3,71>2,65 ), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,02>2,75) faktörlerinde Viyana ile İstanbul arasında anlamlı bir fark olup Viyana daha güçlü bulunmuştur. Yine aynı şekilde kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (3,88>3,08), genel olarak ekonomik durum (3,86>3,07), politik yapının istikrarlılığı (3,98>2,83 ), doğal afetlerin zararsızlığı (3,62>2,08), savaş ve terör olaylarının yokluğu (4.10>2,37) ve devlet güçlü bürokrasi engelsizdir (4,22>2,45) kriterlerinde Viyana ile İstanbul’un ortalama değerleri arasında anlamlı bir fark olup Viyana İstanbul’a oranla rekabet gücü daha iyi bulunmuştur. Tablo 5’de İstanbul ile Barselona’nın rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına bakıldığında birçok faktörün ortalama değerleri arasında anlamlı bir fark olduğu tüm bu faktörlerde Barselona’nın İstanbul’a göre daha iyi olduğu görülmektedir. Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi (4,25>3,75), turizm altyapısının yeterliliği (4,29>3,84), genel altyapının yeterliliği (4,31>3,34), sağlık hizmetlerinin kalitesi (4,13>3,44), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (4,03>3,35), deniz ve kumsalların kalitesi (4,18>2,80), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,38>2,92), telekomünikasyon ağının kalitesi (4,26>3,73), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,17>3,22), kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,13>3,15), turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği (4,12>3,08), turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği (4,08>3,13), genel ekonomik durum (3,72>3,22), istikrarlı politik yapı (4,00>3,25), doğal afetlerin zararsızlığı (3,91>2,49), savaş ve terör olaylarının yokluğu (4,03 >2,70), güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi (3,97>2,83) faktörlerinde Barselona İstanbul’dan daha yüksek ortalamalara sahiptir. Diğer faktörlerde anlamlı bir fark bulunamamıştır. 97 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Tablo 5: İstanbul ile Barselona'nın Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması İSTANBUL-BARSELONA Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Deniz ve kumsalların kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır İstanbul Sır. Ort. 11 4,05 5 4,26 4 4,36 6 4,23 12 3,90 21 3,69 19 3,75 7 4,18 10 4,10 14 3,87 16 3,84 25 3,34 8 4,17 18 3,75 15 3,84 1 4,47 23 3,44 24 3,35 34 2,80 32 2,92 20 3,73 13 3,88 17 3,84 2 4,47 3 4,47 22 3,59 9 4,10 28 3,22 30 3,15 31 3,08 27 3,23 29 3,22 26 3,25 36 2,49 Barselona Sır. Ort. 15 4,19 28 4,00 27 4,02 14 4,23 34 3,79 36 3,66 11 4,25 12 4,25 6 4,31 4 4,33 9 4,29 8 4,31 1 4,50 17 4,17 31 3,99 3 4,37 20 4,13 26 4,03 16 4,18 2 4,38 10 4,26 24 4,05 29 4,00 7 4,31 13 4,25 23 4,06 5 4,33 18 4,17 19 4,13 21 4,12 22 4,08 35 3,72 30 4,00 33 3,91 T testi t Sig. -1,293 ,200 1,976 ,052 2,353 ,021 ,000 1,000 ,830 ,409 ,193 ,847 -3,931 ,000 -,645 ,521 -2,075 ,041 -3,612 ,001 -4,061 ,000 -6,288 ,000 -2,703 ,008 -2,760 ,007 -1,351 ,181 ,861 ,392 -4,285 ,000 -4,159 ,000 -7,101 ,000 -8,238 ,000 -3,965 ,000 -1,206 ,232 -,994 ,323 1,238 ,219 2,025 ,046 -3,182 ,002 -2,350 ,021 -6,590 ,000 -6,855 ,000 -8,084 ,000 -6,832 ,000 -3,970 ,000 -4,875 ,000 -9,441 ,000 Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir 35 33 25 32 -7,550 -8,039 2,70 2,83 4,03 3,97 Tablo 6’da İstanbul ile Singapur’un rekabet güçlerinin karşılaştırılması görülmektedir. Genel altyapının yeterliliği faktöründe İstanbul ile Singapur’un rekabet güçleri arasında anlamlı farklılık vardır. Singapur 4,08 ortalama değer ile İstanbul’dan (3,41) daha iyi konumdadır. Sportif faaliyetler (4,23>3,69), deniz ve kumsalların kalitesi (4,05>2,84), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,03> 3,00), bankacılık hizmetlerinin kalitesi (4,11>3,83), doğal afetlerin zararsızlığı (3,47>2,70), 98 ,000 ,000 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,71>2,82), güçlü devlet engelsiz bürokrasi (3,94>3,45) faktörlerinde Singapur İstanbul’a oranla daha yüksek ortalama değerler almıştır. İstanbul, Singapur ile karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı konukseverlik faktöründe ( 4,36), en düşük ortalamayı ise doğal afetlerin zararsızlığı kriterinde kalmıştır (2,70). Singapur ise İstanbul’la karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı insan kaynaklarının yeterliliği (4,26), en düşük ortalamayı ise politik yapının istikrarlılığı (3,44) faktöründe almıştır. Tablo 6: İstanbul ile Singapur'un Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması İSTANBUL-SİNGAPUR Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Deniz ve kumsalların kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir İstanbul Singapur T testi Sır. Ort. Sır. Ort. t Sig.. 3 2 1 6 15 21 16 17 19 12 11 29 4 20 13 7 26 23 33 32 35 14 10 9 5 18 8 25 22 24 28 30 31 36 34 27 4,28 4,30 4,36 4,15 3,82 3,68 3,80 3,80 3,78 3,85 3,95 3,41 4,18 3,69 3,84 4,11 3,51 3,62 2,84 3,00 3,59 3,83 3,95 3,95 4,18 3,80 4,00 3,58 3,67 3,59 3,41 3,37 3,08 2,70 2,82 3,45 7 4 10 21 29 28 15 24 14 16 11 9 22 3 1 2 20 23 12 13 17 8 5 6 18 30 26 31 34 32 33 25 36 35 27 19 4,20 4,22 4,05 3,92 3,69 3,71 3,98 3,78 4,02 3,95 4,05 4,08 3,87 4,23 4,26 4,24 3,94 3,86 4,05 4,03 3,95 4,11 4,21 4,21 3,95 3,68 3,72 3,63 3,53 3,59 3,59 3,77 3,44 3,47 3,71 3,94 ,488 ,443 1,670 1,711 ,625 -,095 -,729 ,094 -1,220 -,408 -,539 -3,143 1,393 -2,165 -1,751 -,519 -1,840 -1,000 -4,835 -4,115 -1,550 -2,253 -1,659 -1,152 1,389 ,551 1,215 -,233 ,580 ,000 -1,000 -1,645 -1,487 -3,089 -3,651 -2,180 ,628 ,660 ,103 ,095 ,536 ,925 ,470 ,926 ,230 ,685 ,593 ,003 ,172 ,037 ,088 ,607 ,075 ,324 ,000 ,000 ,130 ,031 ,106 ,257 ,173 ,585 ,232 ,817 ,566 1,000 ,325 ,109 ,146 ,004 ,001 ,037 99 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Tablo 7: İstanbul ile Berlin'in Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması İSTANBUL-BERLİN Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir İstanbul Sır. 8 5 3 1 20 23 15 9 10 11 18 30 12 21 13 4 26 28 33 17 22 14 7 2 16 6 19 25 27 29 24 31 36 35 32 Ort. 4,03 4,24 4,25 4,33 3,71 3,58 3,78 3,99 3,95 3,94 3,76 3,20 3,93 3,68 3,82 4,25 3,35 3,27 2,98 3,76 3,65 3,80 4,15 4,30 3,78 4,15 3,73 3,50 3,33 3,21 3,53 3,13 2,51 2,65 3,04 Berlin Sır. 2 4 34 18 29 33 19 27 11 6 1 3 13 17 16 20 21 28 8 5 7 9 22 26 31 15 10 12 23 24 14 25 35 32 30 Ort. 4,33 4,28 3,60 4,06 3,89 3,60 4,05 3,93 4,21 4,25 4,34 4,32 4,14 4,08 4,11 4,05 4,02 3,91 4,23 4,26 4,25 4,23 4,02 3,97 3,69 4,12 4,22 4,15 4,00 3,98 4,13 3,97 3,54 3,66 3,70 T testi t -3,128 -,425 4,859 2,499 -1,461 -,151 -2,051 ,488 -2,193 -2,535 -4,314 -7,302 -1,413 -2,607 -2,417 1,563 -4,702 -5,047 -7,644 -4,190 -5,046 -3,515 1,038 2,841 ,665 ,251 -4,133 -5,177 -4,218 -5,642 -4,557 -6,208 -6,519 -6,626 -3,925 Tablo 7’de İstanbul ile Berlin’in rekabet güçlerinin karşılaştırılması görülmektedir. İki şehir arasında birçok faktörde farklılık olup sadece konukseverlik faktöründe İstanbul’un rekabet gücü daha yüksek bulunmuştur (4,25>3,60). Diğer faktörlerde ise Berlin İstanbul’dan daha güçlü bulunmuştur. Bu faktörler şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği (4,34>3,76), genel altyapının yeterliliği (4,32>3,20), sağlık hizmetlerinin kalitesi (4,02>3,35 ), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (3,91>3,27), yerel 100 Anlam. ,002 ,672 ,000 ,014 ,147 ,880 ,043 ,627 ,031 ,013 ,000 ,000 ,161 ,011 ,017 ,121 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,001 ,302 ,005 ,508 ,802 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,23>2,98), telekomünikasyon ağının kalitesi (4,26>3,76), bankacılık hizmetlerinin kalitesi (4,25> 3,65), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,22>3,73), kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,15>3,50), turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği (4,00>3,33), turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği (3,98> 3,21), genel olarak ekonomik durum (4,13> 3,53), politik yapının istikrarlılığı (3,97>3,13), doğal afetlerin zararsızlığı (3,54>2,51), savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,66>2,65 ), güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi (3,70>3,04 ). Doğal çevrenin güzelliği faktörü İstanbul’un Berlin karşında 4,33 ortalama ile en iyi olduğu faktördür. İstanbul’un rekabet gücü en zayıf olduğu faktör ise İstanbul’un Singapur’la karşılaştırılmasında olduğu gibi doğal afetlerin zararsızlığı faktörüdür (2,51). Berlin’in İstanbul karşısında en güçlü olduğu faktör ise turizm altyapısının yeterliliği faktörüdür. Tablo 8’de İstanbul ile Paris’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına bakıldığında birçok faktörde istatistiksel anlamda farklılık olduğu görülmektedir. İstanbul’un konukseverlik (4,09>3,62) ve genel olarak fiyatların uygunluğu (3,44>2,95) faktörlerinde Paris’ten daha iyi olduğu saptanmıştır. Diğer tüm faktörlerde Paris daha güçlü bulunmuştur. Bu faktörler ve iki şehrin ortalamaları şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği (4,27>3,78), genel altyapının yeterliliği (4,21>3,24), sportif faaliyetler (4,15>3,74), sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,92>3,20), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (4,00>3,37), deniz ve kumsalların kalitesi (3,90>2,89), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,21>3,01), telekomünikasyon ağının kalitesi (4,08> 3,65), havaalanlarının yeterliliği (4,17>3,80), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,12>3,39), kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,00>3,18), turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği (3,94>3,19), turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği (3,97>3,36), genel olarak ekonomik durum (3,90>3,36), istikrarlı politik yapı (3,85>2,99), doğal afetlerin zararsızlığı (3,62>2,50), savaş ve terör olaylarının yokluğu (3,62> 2,72), güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi (3,76>3,02). Alışveriş imkânı faktörü 4,27 ortalama değer ile İstanbul ve Paris’in karşılaştırılmasında İstanbul’un en güçlü olduğu faktör iken, doğal afetlerin zararsızlığının (2,50) en zayıf faktörü olduğu belirlenmiştir. Paris, İstanbul ile karşılaştırıldığında en güçlü olduğu faktör alışveriş imkânı (4,37), en zayıf olduğu faktör ise genel olarak fiyatların uygunluğu (2,95) faktörünün olduğu belirlenmiştir. 101 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Tablo 8: İstanbul ile Paris'in Rekabet Güçlerinin Karşılaştırılması İSTANBUL-PARİS Genel anlamda hizmet kalitesi Ürün çeşitliliği Konukseverlik Doğal çevrenin güzelliği Müşterinin ödediği paranın karşılığını alması Genel olarak fiyatların uygunluğu Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi Yiyecek ve içecek kalitesi Konaklama tesislerinin yeterliliği Kongre merkezlerinin yeterliliği Turizm altyapısının yeterliliği Genel altyapının yeterliliği Gece yaşantısı ve eğlence olanakları Sportif faaliyetler İnsan kaynaklarının yeterliliği Alışveriş imkânı Sağlık hizmetlerinin kalitesi Çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi Deniz ve kumsalların kalitesi Yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite Telekomünikasyon ağının kalitesi Bankacılık hizmetinin kalitesi Havaalanlarının yeterliliği Kültürel zenginliğin çekiciliği Tarihi zenginliğin çekiciliği Erişilebilirlik Genel anlamda çekiciliği Tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği Kongre turizmi teşvik politikaları yeterlidir Turizm işletmelerinin rekabet stratejileri yeterlidir Turizm işletmelerinin pazarlama stratejileri yeterlidir Genel olarak ekonomik durum iyidir Politik yapı istikrarlıdır Doğal afetler zararsızdır Savaş ve terör olayları yoktur Devlet güçlü ve bürokrasi engelsizdir İstanbul Sır. 10 6 7 5 18 22 21 9 11 13 15 27 8 17 12 1 28 24 34 32 20 16 14 3 2 19 4 23 30 29 25 Ort. 3,96 4,12 4,09 4,13 3,71 3,44 3,60 4,00 3,91 3,84 3,78 3,24 4,08 3,74 3,84 4,27 3,20 3,37 2,89 3,01 3,65 3,77 3,80 4,25 4,25 3,66 4,14 3,39 3,18 3,19 3,36 26 33 36 35 31 3,36 2,99 2,50 2,72 3,02 Paris Sır. T testi 15 10 33 16 35 36 32 25 18 17 3 6 4 9 14 1 26 19 28 7 13 21 8 5 2 30 11 24 20 23 22 Ort. 4,06 4,15 3,62 4,05 3,51 2,95 3,74 3,94 4,01 4,03 4,27 4,21 4,25 4,15 3,97 4,37 3,92 4,00 3,90 4,21 4,08 3,98 4,17 4,24 4,33 3,80 4,12 4,12 4,00 3,94 3,97 t -1,025 -,332 3,798 ,679 1,837 4,041 -1,061 ,507 -1,038 -1,859 -5,462 -8,300 -1,570 -3,778 -1,037 -,983 -5,587 -5,216 -6,578 -8,683 -,458 -2,125 -3,904 ,093 -,876 -1,220 ,140 -6,086 -6,255 -6,329 -4,471 Anlam. ,307 ,740 ,000 ,498 ,069 ,000 ,291 ,613 ,301 ,065 ,000 ,000 ,119 ,000 ,302 ,328 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 ,036 ,000 ,926 ,383 ,225 ,889 ,000 ,000 ,000 ,000 27 29 34 34 31 3,90 3,85 3,62 3,62 3,76 -4,225 -6,114 -8,288 -6,322 -5,120 ,000 ,000 ,000 ,000 ,000 Sonuç İstanbul’un kongre turizminde rakip şehirlere göre güçlü ve zayıf yönlerini ortaya koyup bu şehirler karşısında hangi noktada olduğumuzu belirlemeyi amaçlayan bu çalışma İstanbul’u kongre turizminde bulunduğu noktadan daha ileri bir seviyeye taşımaya yardımcı olacaktır. Bu bağlamda İstanbul’daki yerli ve yabancı delegeler ile işletmeci ve çalışanlarına yönelik uygulanan anket formlarının sonuçları şu şekilde özetlenebilir: 102 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 İstanbul ile Viyana’nın rekabet güçleri T testi kullanılarak karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonucunda birçok faktörde ortalama farklılıkları görülmektedir. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir: Genel altyapının yeterliliği faktöründe Viyana’nın 5 üzerinden 4,24 ortalama değer ile İstanbul’dan (3,26) çok daha iyi olduğu düşünülmüştür. Ayrıca genel altyapının yeterliliği faktörü Viyana’nın en iyi olduğu ikinci rekabet faktörüdür. Alışveriş imkânı İstanbul’un Viyana karşısında iyi olduğu tek faktördür (4,40>3,70). Sağlık hizmetlerinin kalitesi (3,75>3,00), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (3,75>3,10), deniz ve kumsalların kalitesi (3,71>2,65 ), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,02>2,75) faktörlerinde Viyana ile İstanbul arasında anlamlı bir fark olup Viyana daha güçlü bulunmuştur. Yine aynı şekilde kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (3,88>3,08), genel olarak ekonomik durum (3,86>3,07), politik yapının istikrarlılığı (3,98>2,83 ), doğal afetlerin zararsızlığı (3,62>2,08), savaş ve terör olaylarının yokluğu (4.10>2,37) ve devlet güçlü bürokrasi engelsizdir (4,22>2,45) kriterlerinde Viyana ile İstanbul’un ortalama değerleri arasında anlamlı bir fark olup Viyana İstanbul’a oranla rekabet gücü daha iyi bulunmuştur. İstanbul ile Barselona’nın rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına bakıldığında birçok faktörün ortalama değerleri arasında anlamlı bir fark olup tüm bu faktörlerde Barselona’nın İstanbul’a göre daha iyi olduğu görülmektedir. Tesislerdeki hijyen ve temizliğin kalitesi (4,25>3,75), turizm altyapısının yeterliliği (4,29>3,84), genel altyapının yeterliliği (4,31>3,34), sağlık hizmetlerinin kalitesi (4,13>3,44), çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi (4,03>3,35), deniz ve kumsalların kalitesi (4,18>2,80), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,38>2,92), telekomünikasyon ağının kalitesi (4,26>3,73), tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği (4,17>3,22), kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği (4,13>3,15), turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği (4,12>3,08), turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği (4,08>3,13), genel ekonomik durum (3,72>3,22), istikrarlı politik yapı (4,00>3,25), doğal afetlerin zararsızlığı (3,91>2,49), savaş ve terör olaylarının yokluğu (4,03 >2,70), güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi (3,97>2,83) faktörlerinde Barselona İstanbul’dan daha yüksek ortalamalara sahiptir. Diğer faktörlerde anlamlı bir fark bulunamamıştır. İstanbul ile Singapur’un rekabet güçlerinin karşılaştırılmasında genel altyapının yeterliliği faktöründe İstanbul ile Singapur’un rekabet güçleri arasında anlamlı farklılık vardır. Singapur 4,08 ortalama değer ile İstanbul’dan (3,41) daha iyi konumdadır. Sportif faaliyetler (4,23>3,69), deniz ve kumsalların kalitesi (4,05>2,84), yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite (4,03> 3,00), bankacılık hizmetlerinin kalitesi (4,11>3,83), doğal afetlerin zararsızlığı (3,47>2,70), savaş ve terör olaylarının yokluğu 103 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi (3,71>2,82), güçlü devlet engelsiz bürokrasi (3,94>3,45) faktörlerinde Singapur İstanbul’a oranla daha yüksek ortalama değerler almıştır. İstanbul, Singapur ile karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı konukseverlik faktöründe ( 4,36), en düşük ortalamayı ise doğal afetlerin zararsızlığı kriterinde kalmıştır (2,70). Singapur ise İstanbul’la karşılaştırıldığında en yüksek ortalamayı insan kaynaklarının yeterliliği (4,26), en düşük ortalamayı ise politik yapının istikrarlılığı (3,44) faktöründe almıştır. İstanbul ile Berlin’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına bakıldığında iki şehir arasında birçok faktörde farklılık olup sadece konukseverlik faktöründe İstanbul’un rekabet gücü daha güçlü bulunmuştur. Diğer faktörlerde ise Berlin İstanbul’dan daha güçlü bulunmuştur. Bu faktörler şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği, genel altyapının yeterliliği, sağlık hizmetlerinin kalitesi, çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi, yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite, telekomünikasyon ağının kalitesi, bankacılık hizmetlerinin kalitesi, tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği, kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği, turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği, turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği, genel olarak ekonomik durum, politik yapının istikrarlılığı, doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olaylarının yokluğu, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi. Doğal çevrenin güzelliği faktörü İstanbul’un Berlin karşında en iyi olduğu faktördür. İstanbul’un rekabet gücü en zayıf olduğu faktör ise İstanbul’un Singapur’la karşılaştırılmasında olduğu gibi doğal afetlerin zararsızlığı faktörüdür. Berlin’in İstanbul karşısında en güçlü olduğu faktör turizm altyapısının yeterliliği faktörü iken, en zayıf olduğu faktör ise deniz ve kumsalların kalitesi faktörüdür. İstanbul ile Paris’in rekabet güçlerinin karşılaştırılmasına bakıldığında birçok faktörde istatistiksel anlamda farklılık olduğu görülmektedir. İstanbul’un konukseverlik ve genel olarak fiyatların uygunluğu faktörlerinde Paris’ten daha iyi olduğu saptanmıştır. Diğer tüm faktörlerde Paris daha güçlü bulunmuştur. Bu faktörler şu şekildedir; turizm altyapısının yeterliliği, genel altyapının yeterliliği, sportif faaliyetler, sağlık hizmetlerinin kalitesi, çocuklara sağlanan hizmetin kalitesi, deniz ve kumsalların kalitesi, yerel ulaşım ağı ve hizmetindeki kalite, telekomünikasyon ağının kalitesi, havaalanlarının yeterliliği, tanıtım ve reklam politikalarının etkinliği, kongre turizmi teşvik politikalarının yeterliliği, turizm işletmelerinin rekabet stratejilerinin yeterliliği, turizm işletmelerinin pazarlama stratejilerinin yeterliliği, genel olarak ekonomik durum, istikrarlı politik yapı, doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olaylarının yokluğu, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi. 104 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Alışveriş imkânı faktörü İstanbul ile Paris’in karşılaştırılmasında İstanbul’un en güçlü olduğu faktör iken, doğal afetlerin zararsızlığının en zayıf olduğu faktör olarak belirlenmiştir. Paris’in İstanbul ile karşılaştırılmasında en güçlü olduğu faktör alışveriş imkânı, en zayıf olduğu faktör ise genel olarak fiyatların uygunluğu faktörüdür. Kongre turizminin gelişimi için toplantı merkezleriyle birlikte toplantının düzenlendiği kentin de katılımcıların beklentilerine cevap verebilecek yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Kongre turizmi, yüksek teknolojinin kullanıldığı çok kaliteli alt ve üst yapı olanaklarının bulunduğu yerlerde gelişmektedir. Konaklama merkezlerinin ve restoranların kalitesi, ulaşımın kolay ve güvenilir bir biçimde sağlanabilmesi, şehrin kültürel ve tarihi değerlerinin korunuyor oluşu, alışveriş-eğlence merkezlerinin varlığı ve kalitesi toplantı organizatörlerinin bir kenti seçiminde önemli rol oynamaktadır. Otellerin iç yapısındaki teknik detaylarda önemlidir. Ayrıca iyi bir teknik ekip ve güvenlik sistemi kongre turizmde aranan öğelerdendir. Kongre turizminde tanıtım ve imaj çok önemli bir pazarlama unsuru olup çok kaliteli alt ve üstyapı gereksinimlerine gerek duyduğundan planlama diğer turizm türlerine göre çok daha önemlidir. Katılımcılar kongre turizminde pazarlamanın çok önemli olduğuna değinmişlerdir. İstanbul’un en önemli sorunlarından biriside tanıtım bütçesinin ve pazarlama tekniklerinin yetersiz olmasıdır. Kongre turizminde tanıtım ve imaj çok önemli bir pazarlama unsurudur. Kongre turizminin yararları, yalnızca katılımcı sayısı, elde edilen doğrudan gelir gibi rakamsal verilerle sınırlandırılamaz. Kongre turizmi bir destinasyonu çok özel pazar segmentlerine tanıtmada başarılı bir rol oynamaktadır. İstanbul’un kongre pazarındaki payının artırılabilmesi için tanıtım ve markalaşma eksikliklerinin giderilmesinin yanında kentin sunduğu değerlerin turizm ürünü haline getirilerek bir bütün olarak sunulması da önemlidir. İstanbul’un en önemli eksikliklerin biriside ulaşım sorunudur. Bu sorun her geçen gün daha da büyümekte olup çözümü için toplu taşıma hizmetlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Raylı ulaşım sistemine ağırlık verilmeli, metro yaygınlaştırılmalı, deniz taşımacılığından azami ölçüde yararlanılmalıdır. Otopark sorunu halledilmeli ve katlı otoparklar inşa edilerek otopark sayısı süratle artırılmalıdır. İstanbul’da diğer bir önemli sorunda sağlık hizmetlerinin yetersizliğidir. İstanbul sağlık hizmetlerinin kalitesi rekabet faktöründen de ortalamanın altında bir değer almıştır. Şehirde çok sayıda sağlık kuruluşu ve doktor bulunmasına rağmen, şehir nüfusunun çok fazla olması ve buna ilave olarak da İstanbul dışından da çok sayıda insanın tedavi için gelmesi sağlık kuruluşlarını yetersiz duruma getirmektedir. 105 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi İstanbul’da son yıllarda giderek artmakta olan ve ağırlığını her geçen gün daha fazla hissettiren sorunların başında çevre sorunu gelmektedir. Özellikle hava kirliliği bugün İstanbul'un en önemli sorununu teşkil etmektedir. Diğer yandan içme sularının hızla kirlenmesi, çöp sorunu, gürültü kirliliği, denizlerdeki kirlilik, yeşil alanların sürekli azalarak çarpık yapılaşmaya dönüşmesi de şehrin önemli ve acil çözüm bekleyen çevre sorunlarıdır. Katılımcılar açık uçlu soruda şehirdeki güvenlik sorununa da dikkat çekmişlerdir. Kapçak ve hırsızlık suçları gün geçtikçe artmakta olup şehre gelen turistlere dürüst davranılmamakta ve bu konuda alınan güvenlik önlemleri yetersiz kalmaktadır. Şehrin düzensiz ve karmaşık yapısına neden olan gecekondulaşma engellemez bir hâl almıştır. Diğer bir sorun eğitim eksikliğidir. Özellikle turizm işletmelerinde çalışanların turizm eğitimi almaları turizmin, turistin değerini anlamaları ve hizmet kalitesini artırabilmek açısından önem arz etmektedir. Sonucu kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: İstanbul tarihi ve kültürel zenginlik, alışveriş imkânı, konukseverlik, ürün çeşitliliği, doğal çevrenin güzelliği ve genel anlamda çekicilik gibi faktörlerde güçlü bulunurken doğal afetlerin zararsızlığı, savaş ve terör olayları, deniz ve kumsalları, ulaşımın etkinliği, güçlü devlet ve engelsiz bürokrasi, politik yapı, işletmelerin pazarlama ve rekabet stratejileri, turizm teşvik politikaları ve altyapı gibi faktörlerde zayıf bulunmuştur. Bu bilgiler ışığında İstanbul’un, uluslararası kongre pastasından daha fazla pay alabilmesi için yeni kongre merkezlerine, tanıtım ve pazarlama açısından teknik ve finansal desteğe, kongre turizmine yönelik iyi bir planlama sistemine, gerek işletmecilerin gerekse çalışanların turizm eğitimi görmesine, altyapı ve turizm üstyapısının geliştirilerek iyileştirilmesine, tüm kamu ve özel sektör temsilcilerinin tek amaca yönelik çalışmasına, savaş ve karmaşadan uzak istikrarlı bir yönetime ihtiyacı vardır. Kongre turizmi ülkemiz ve İstanbul için henüz bakir bir sektör olup, ekonomideki önemi, kongre turistinin iyi bir tanıtım aracı olduğu, bu turistlerin ülkemizden ve şehrimizden bahsederek tanıtıma katkı sağlayacağı, kongre turistinin başka bir zamanda ülkemize normal bir turist olarak da gelebileceği hesaba katılmalıdır. Kongre turizmine ülke olarak, kurum ve kuruluş olarak hatta bireysel olarak gereken değeri vermemiz gerektiği bir gerçektir. Kaynakça Bahar, O. ve Kozak, M.2005. Türkiye Turizminin Akdeniz Ülkeleri ile Rekabet Gücü Açısından Karşılaştırılması Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, Sayı 2, Güz: 139-152. 106 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 85-108 Bahar, O. ve Kozak,M.2007.Advancing Destination Competitiveness Research. Journal of Travel & Tourism Marketing, 22 (2), 61-71 Bahar, Ozan ve Kozak,M. (2008). Turizm Ekonomisi, 2 Basım, Ankara: Detay Yayıncılık Bălan,D., Balaure,V. ve Veghes, C. 2009. Travel and Tourism Competitiveness of the World’s Top Tourism Destinations: An Exploratory Assessment Annales Universitatis Apulensis Series Oeconomica. 11(2) Buhalis, D. 2000. Marketing The Competitive Destination of The Future. Tourism Management, 21, 97–116. Camprubi, R., J. Guia ve Comas,J. 2008. Destination Networks and Induced Tourism Image. Tourism Review. Vol. 63, No. 2, pp. 47-58.Clark, D. ve K. W. Chambers, L.2010. Destination Compettitiveness an Analysis of the Characteristics to Differentiate All-Inclusive Hotels & Island Destinations in the Caribbean. School of Hospitality & Service Management College of Applied Science and Technology Rochester Institute of Technology Crouch.G.I., J.R.B. Ritchie. (1999) Tourism, Competitiveness, and Societal Prosperity. Journal of Business Research 44:137–152 Crouch, G. ve Ritchie, J.B.R. 2000. Tourism, Competitiveness and Societal Prosperity. Journal of Business Research, 44., pp. 137-152. D’hauteserre, A.M. 2000. Lessons İn Managed Destination Competitiveness: The Case of Foxwoods Casino Resort. Tourism Management. 21(1). 23–32 Dwyer,L. ve Kim, C. 2003. Destination Competitiveness: Determinants and İndicators. Current Issues in Tourism, 6(5), 369-414. Dwyer, L., Forsyth, P. ve Rao, P. 2000 .The Price Competitiveness of Travel and Tourism: A Comparison of 19 Destinations., Tourism Management,21(1) 9-22 Echtner, C.M. ve J.R.B. Ritchie.2003. The Meaning and Measurement of Destination Image. The Journal of Tourism Studies. Vol. 14, No. 1, pp. 37-48. Enright, J.M. ve Newton, J.2004.Tourism Destination Competitiveness: A Quantitative Approach, School of Business, University of Hong Kong, Pokfulam Road, Hong Kong, Tourism Management 25 (2004) 777–788 107 F. Özçelik Heper vd. / Kongre Turizmi Açısından İstanbul İlinin Uluslararası Rekabetçilik Analizi Hassan, S. S. 2000. Determinants of Market Competitiveness in An Environmentally Sustainable Tourism İndustry. Journal of Travel Research, 38, 239–245 Kayar, Ç.H ve Kozak, N. 2007. Measuring Destination Competitiveness: An Application of the Travel and Tourism Competitiveness Index, Journal of Hospitality Marketing & Management,19:203-216,2010 Kotler, P., Bowen, J. ve Makens, J. 1998. Marketing for Hospitality and Tourism Prentice Hall İnternational. New York. Kozak,M. ve Rimmington M. 1999. Measuring Tourist Destination Competitiveness: Conceptual Considerations and Empirical Findings. Hospitality Management. 273-283 Kozak,M., Baloğlu,Ş. ve Bahar, O. 2010. Measuring Destination Competitiveness: Multiple Destinations Versus Multiple Nationalities, Journal of Hospitality Marketing & Management,19:56-71 Lumsdon, L. 1997. Tourism Marketing. London, International Thomson Business Press Meng, F. 2006. An Examination of Destination Competitiveness from the Tourists’ Perspective: The Relationship between Quality of Tourism Experience and Perceived Destination Competitiveness, Blacksburg, Virginia Pansiri, J. 2014. Tourist Motives and Destination Competitiveness: A Gap Analysis Perspective. International Journal of Hospitality & Tourism Administration. 15:3, 217-247, Zhang, J. ve Jensen, C. 2007. Comparative Advantage Explaining Tourism Flows. Annals of Tourism Research, Vol. 34, No. 1, pp. 223-243. 108 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları 1 2 DOI NO:10.5578/JSS.10560 Geliş Tarihi:08.10.2014 Kabul Tarihi:04.12.2015 Hülya GÜLAY OGELMAN3 Özlem KÖRÜKÇÜ4 Hatice ERTEN SARIKAYA5 Hande GÜNGÖR6 Ceyhun ERSAN7 Özet Bu araştırmada, Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği (ÇDÖ), Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği (AŞMKÖ) ve Resimli Sosyometri Ölçeği (RSÖ) olmak üzere akran ilişkileri ile ilgili üç ölçme aracının dört yaşındaki Türk çocuklar için geçerlik ve güvenirlik çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, Denizli il merkezinde okul öncesi eğitime devam eden dört yaş grubundan ÇDÖ ve AŞMKÖ için 300 çocuk, RSÖ için ise 166 çocuk olmak üzere iki örneklem grubu yer almıştır. Verilerin analizinde, ÇDÖ’nün geçerlik analizlerinde, yapı geçerliği olarak doğrulayıcı faktör analizi ve alt boyutlar arasındaki korelasyon incelenmiştir. İçerik geçerliğinde uzman görüşüne başvurulmuştur. AŞMKÖ ve RSÖ için geçerlik analizlerinden kapsam geçerliği gerçekleştirilmiştir. Üç ölçeğin güvenilirliğini belirlemek için iç tutarlılık katsayısı belirlenmiş, madde analizi işlemleri yapılmış, test-tekrar test güvenirlikleri tespit edilmiştir. Araştırmanın sonuçlarına göre, dört yaş grubu çocuklar için ÇDÖ ve AŞMKÖ’nün geçerli ve güvenilir ölçme araçları olduğu, RSÖ’nün ise geçerli bir ölçme aracı olduğu fakat güvenilir bir ölçme aracı olmadığı belirlenmiştir. 1 Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından 2013KRM024 numaralı proje olarak desteklenmiştir. 2 Bu çalışma, 11-14.09.2014 tarihlerinde St Petersburg, Rusya’da düzenlenen V. European Conference on Social and Behavioral Sciences kongresinde sözel bildiri olarak sunulmuştur. 3 Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, [email protected] 4 Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk Bakım ve Gençlik Hizmetleri Bölümü, [email protected] 5 Bil. Uzm., MEB, Okul Öncesi Öğretmeni [email protected] 6 Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk Bakım ve Gençlik Hizmetleri Bölümü, [email protected] 7 Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi, Kale Meslek Yüksek Okulu Çocuk Bakım ve Gençlik Hizmetleri Bölümü, [email protected] 109 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Anahtar Kelimeler: Akran İlişkileri, Akran Şiddeti, Sosyometri, Dört Yaş Çocukları. Validity and Reliability Studies of the Turkish Version of Ladd and Profilet Child Behavior Scale, Victimization Scale, and Picture Sociometry for Four Year-Old Turkish Children Abstract In this study, validity and reliability analysis of three data collection instruments related to children’s peer relations namely Ladd & Profilet Child Behavior Scale (CBS), Victimization Scale (VS) and Picture Sociometry Scale (PSS) has been performed considering four-year-old Turkish children. The sample of the study consisted of 300 children for CBS and VS and 166 children for PSC respectively as two groups from four-year-old age groups attending pre-school in Denizli. While analysing data, for the validity analysis of CBS, confirmatory factor analysis was performed as construct validity and the correlation between subscales was examined. For content validity, an expert was consulted. For the validity analysis of VS and PSS, content validity was carried out. In order to determine the reliability of the scales, among the internal reliability analysis methods, coefficient of internal consistency, item analysis was carried out and test-retest reliability was determined. According to the results, for four-year-old children CBS and VS are valid and reliable instruments while PSS is valid but not reliable. Keywords: Peer Relationships, Peer Victimization, Sociometry, Four Yearold Children. Giriş Erken çocukluk dönemindeki akran ilişkileri, çocukların var olan ve gelecekteki sosyal ve duygusal uyumu için önemli bir belirleyici olarak görülmektedir. Küçük ya da büyük grup etkinlikleri yoluyla çocuklar akranlarıyla zaman içinde gelişen bir ilişki ağını oluştururlar. Akran ilişkileri, çocukların tüm gelişim alanlarını etkileyebilecek güçte bir sosyal kaynaktır (Boivin, 2008). Akranlar kısa ve uzun süreli olarak tüm gelişim alanlarını etkilemenin yanı sıra model olma, rehberlik yapma gibi önemli rollere de sahiptirler. Ayrıca önemli öğrenme fırsatları da sunabilmektedirler. Son yıllarda sosyal hayattaki değişimler (çalışan annelerin sayısının artması, çocukların okul öncesi eğitime başlama yaşının düşmesi, okul öncesi eğitim alan çocukların sayısındaki artış vb.) çocukların yaşamın ilk yıllarında akranlarıyla düzenli etkileşime girmesine neden olmaktadır (Berk, 2013: 372). Akran ilişkileri aynı yaş, gelişim ya da olgunluk düzeyine ulaşmış, benzer yaşam öyküsü, değer, yaşam tarzı ve sosyal bağlamı paylaşan 110 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 bireyler arasında var olan etkileşim ve devamlılık gösteren eylemler bütünü olarak tanımlanabilir (Gülay, 2010: 1). Özellikle okul öncesi yıllar sıklıkla bir çocuğun akranlarının dünyasına ve akran ilişkilerine girişi olarak kabul edilir. Bu iddiayı destekleyen araştırma sonuçlarına göre çocuklar olumlu akran ilişkileri sayesinde daha iyi ve sağlıklı gelişim kaydetmektedirler (Manaster ve Jobe, 2012). Çocuklar tarafından sergilenen davranış ve etkileşimler farklı yaşlarda çok boyutlu değişimler içerebilmektedir (Fabes, Lynn-Martin ve Hanish, 2009: 48). Örnek olarak, dört yaş çocuklarının akran ilişkileri ilk üç yaşta ortaya çıkan etkileşimlerden yer yer farklılık göstermektedir. Dört yaş çocuğu bir yandan yetişkinlerle olumlu ilişkilerini sürdürürken diğer yandan akranlarıyla daha uzun süre birlikte olmaya başlar (Oktay, 1999: 42). Hatta dört yaş itibariyle çocukların akranlarıyla etkileşim süreleri yetişkinlerle olan etkileşimin iki katına ulaşabilmektedir (San-Bayhan ve Artan, 2009: 247). Dört yaş çocuklarında akran gruplarından reddedilme, sosyal olmayan davranışlar ile önemli derecede ilişkilidir (Dodge vd., 2003). Saldırgan davranışlar dört yaş çocukları için daha büyük ve olumsuz tepkilerle karşılık bulabilmektedir. Bununla birlikte saldırganlık davranışı sergileyen bir çocuk sosyal olarak etkinse ve diğerlerine yardım etme davranışı gösteriyorsa akran reddine uğrama sıklığı düşmektedir (Curto, 1996; Akt. Johnson, Ironsmith, Snow ve Poteat, 2000: 208). Bu yaş çocuklarının oyundan ve düşüncelerden dolayı çatışma düzeylerinde önemli derecede artış görülmekte ancak fiziksel olarak zarar verme önemli derecede azalmaktadır (Chen, Fein, Killen ve Tam, 2001: 523). Dört yaştan itibaren çocukların oyun oynama sürelerinde artışla birlikte, diğer çocuklarla konuşmayı ve birbirlerinin oyuncaklarıyla oynamayı da içeren oyun etkinliklerinde de artış gözlenir (Child Development and Parenting Consultations, 2014). Görüldüğü gibi, dört yaş özellikle negativizm döneminin ardından, beş ve altı yaşın kazanımlarına hazırlanmayı sağlayıcı bir olgunlaşmanın ilk izlerinin görülebildiği bir dönemdir. Akran ilişkilerinin okul öncesi dönem çocuklarının gelişimlerinde önemli bir etken olması, bu ilişkilerin nasıl ortaya konulacağına ilişkin bir konuyu da gündeme getirmiştir. Bu noktada araştırmacılar, dünyanın birçok ülkesinde çocukların akran davranışları ve etkileşimlerinin anahtar kavramlarına dayalı olarak çeşitli ölçme araçları geliştirmişlerdir (Fabes, Lynn-Martin ve Hanish, 2009: 48). Türkiye’de ise akran ilişkileri ile ilgili araştırmalar özellikle son 10 yıl içinde hız kazanmış ve yaygınlaşmıştır. Ancak konu ile ilgili ölçme araçları çok çeşitli değildir. Türkiye’de 5-6 yaş çocuklarının akran ilişkilerini belirlemeye yönelik ölçme araçlarına örnek olarak, Ladd ve Profilet (1996) tarafından geliştirilen Çocuk Davranış Ölçeği (Child Behavior Scale, CBS) (Ladd ve Profilet, 1996), Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği (Ladd ve Kochenderfer-Ladd, 2002) ve Resimli 111 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Sosyometri Ölçeği (Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel, 1979) verilebilir. Ölçeklerin Türk çocukları için uyarlama çalışmaları Gülay (2008) tarafından yapılmıştır. Bunların yanında bir alt boyutu akran ilişkilerini ölçen Marmara Sosyal-Duygusal Uyum Ölçeği’ne (MASDU) de rastlamak mümkündür (Güven ve Işık, 2006). Ayrıca bazı sosyal beceri ölçeklerinde, akran ilişkileri ile ilgili maddelere de rastlanabilmektedir (Avcıoğlu, 2007; Koçyiğit ve Kayılı, 2008). Ancak Türkiye’de okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması ile birlikte okul öncesi eğitime başlama yaşı da düşmektedir. Artık kurumlarda dört yaş çocuklarına da sıklıkla rastlanılabilmektedir. Dört yaş grubu için hazırlanmış ölçme araçlarının yetersiz oluşu, bu yaş grubu çocukların akran ilişkileri ile ilgili çalışma yapmayı kısıtlayan bir unsur olarak değerlendirilebilmektedir. Dört yaşta ortaya çıkan akran ilişkilerinin sonraki yaşlarda ortaya çıkacak akran ilişkilerini kestirmede önemli bir belirleyici olacağı söylenebilir. Ancak Türkçe alan yazın incelendiğinde, dört yaş çocuklarının akran ilişkilerini farklı açılardan değerlendirmeye yarayacak ölçme araçlarına rastlanmamıştır. Bu araştırma, akran ilişkilerine yönelik üç ölçeğin dört yaş grubu çocuklar için Türkçeye uyarlanması, Türkiye’ de okul öncesi dönemdeki çocukların akran ilişkilerine odaklanan ölçeklerin ve Türkiye’de okul öncesinde akran ilişkilerine yönelik yayınların yeterli düzeyde olmamasından dolayı önem taşımaktadır. Bu ölçekler sayesinde dört yaş çocuklarının akran ilişkilerinin farklı boyutlarda öğretmen ve akran görüşüne göre değerlendirilebilmesi mümkün olacaktır. Ölçme araçlarının artması, Türkiye’de konu ile ilgili yapılacak yayınların da gelişmesine ve yaygınlaşmasına zemin hazırlayabilecektir. Araştırmanın amacı, akran ilişkileri ile ilgili üç ölçme aracının (Ladd ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçekleri) dört yaşındaki Türk çocuklar için geçerli güvenirlik çalışmalarını gerçekleştirmektir. Bu amaçtan yola çıkarak aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır: Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, dört yaş çocukları için geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı mıdır? Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği, dört yaş çocukları için geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı mıdır? Resimli Sosyometri Ölçeği, dört yaş çocukları için geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı mıdır? Yöntem Ladd ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçekleri’nin dört yaş çocukları için güvenirlik ve geçerlik çalışmaları, tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir. Tarama modelleri, geçmişte ya da halen varolan bir durumu var olduğu 112 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi koşulları içinde ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır (Karasar, 2009). 1. Çalışma Grupları Araştırmada iki çalışma grubu bulunmaktadır: Ladd ve Profilet Çocuk Davranış, Akranların Şiddetine Maruz Kalma ölçeklerinin çalışma grubunda, Denizli il merkezinde okul öncesi eğitime devam eden dört yaş grubundan 300 çocuk yer almıştır. Çocukların 154’ü (% 51.2) kız, 146’sı (% 48.8) erkektir. Çocukların 210’u (% 70.0) bağımsız anaokuluna, 89’u (% 30.0) özel anaokuluna devam etmektedir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin çalışma grubunda, Denizli il merkezinde okul öncesi eğitime devam eden dört yaş grubundan 166 çocuk yer almıştır. Çocukların 86’sı (% 52.1) kız, 79’u (% 47.9) erkektir. Çocukların 154’ü (% 92.7) bağımsız anaokuluna, 12’si (% 7.3) özel anaokuluna devam etmektedir. Çocukların tamamı normal gelişim özelliği göstermekte ve annebabasıyla birlikte yaşamaktadır. Çocukların belirlenmesinde, basit rastgele örnekleme yönteminden yararlanılmıştır. Denizli il merkezindeki okullardan kura yöntemi ile belirlenen dört yaş grubundan 300 çocuk için Çocuk Davranış Ölçeği ve Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği doldurulurken, bu çocuklar arasından yine kura ile belirlenen 166 çocuğa da Resimli Sosyometri Ölçeği uygulanmıştır. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin bireysel olarak uygulanmaktadır. Her çocuk için uygulama, ortalama 20-25 dakika arasında sürmektedir. Zamanla ilgili yetersizlikten ötürü bu ölçme aracıyla ilgili var olan örneklem grubundan kura ile daha az sayıda bir örneklem grubu oluşturulmuştur. 2. Veri Toplama Araçları Araştırmada dört veri toplama aracı kullanılmıştır: Kişisel Bilgi Formu Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği Resimli Sosyometri Ölçeği Kişisel Bilgi Formu: Form, araştırmacılar tarafından geliştirilmiştir. Çocuklara ait bilgilerin yer aldığı formda, çocuklarla ilgili cinsiyet, doğum tarihi, okul adı, anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, anne yaşı, baba yaşı, anne mesleği, baba mesleği, kardeş sayısı, kardeş cinsiyeti soruları yer almaktadır. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği: Ladd ve Profilet (1996) tarafından geliştirilen Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, 113 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları öğretmenlerin bilgileri doğrultusunda, okul öncesi dönem çocuklarının okulda akranlarıyla olan ilişkilerini değerlendirmek amacıyla geliştirilmiş bir ölçme aracıdır. Ölçek, saldırgan davranış, başkalarına yardımı amaçlayan sosyal davranış ve üç tip çekingen davranış (sosyal olmayan davranış, dışlanma, korkulu-kaygılı olma) ve aşırı hareketlilik olmak üzere 6 tip davranış yapısını içermektedir (Akt. Ladd ve Profilet, 1996). Ölçeğe ait iç güvenirlik çalışmalarının sonucunda elde edilen alt ölçeklerin iç tutarlık katsayıları aşağıda sunulmuştur (Ladd ve Profilet, 1996): Akranlarına karşı saldırganlık: .89 (p < .01) Akranlarına karşı yardımı amaçlayan sosyal davranışlar göstermek: .92 (p < .01) Akranlarına karşı asosyal davranışlar göstermek: .87 (p < .01) Akranlarına karşı korkulu-kaygılı olma: .77 (p < .01) Akranları tarafından dışlanma: .94 (p < .01) Aşırı hareketlilik: .88 (p < .01) Ölçeğin materyali, yanıtların üzerinde işaretlendiği, soru formundan oluşmaktadır. Ölçeğin başında, ölçeğin nasıl doldurulacağı ile ilgili açıklama yer almaktadır. Tüm maddeler “Uygun Değil”, “Bazen Uygun”, “Tamamen Uygun” ifadeleriyle değerlendirilmektedir. “Uygun Değil” yanıtına 0 puan, “Bazen Uygun” yanıtına 1 puan, “Tamamen Uygun” yanıtına 2 puan verilmektedir. Ölçekte, alt ölçeklerin yapısı gereği genel bir toplam puandan söz edilememektir. Her bir alt ölçek, kendi içinde değerlendirilmektedir. Alt ölçeklerden alınan toplam puanlar, o ölçeğin temsil ettiği davranışın hangi sıklıkta gerçekleştirildiğini ifade etmektedir. Ölçeğin uygulanması için özel bir eğitim gerekmemekle birlikte, öğretmenin çocukları çok iyi tanımış olması, ölçeğe verilecek yanıtların güvenirliği açısından önem taşımaktadır. Ölçeğin Türkçe versiyonunun 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik güvenirliği Gülay tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008). Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği: Kochenderfer ve Ladd (1997) tarafından, 5-6 yaş çocukları için geliştirilen “Akranların Şiddetine Maruz Kalma- Kişisel Değerlendirme (Self Reports of Victimization) Ölçeği’nden yola çıkılarak, 2002’de geliştirilen öğretmen formudur (Ladd ve Kochenderfer-Ladd, 2002). Akranların Şiddetine Maruz Kalma- Kişisel Değerlendirme (Self Reports of Victimization) Ölçeği ile aynı maddelere sahip bu formda, akran saldırganlığının dört tipi (fiziksel, dolaylı, doğrudan ve genel) ile ilgili birer tane olmak üzere toplam dört madde bulunmaktadır. Her madde “Hiçbir zaman”, “Bazen” ve “Her zaman” ifadeleriyle değerlendirilmektedir. Ölçeğin iç tutarlılık katsayısı 79 (p < .01) bulunurken, kriter geçerliği olarak ise ölçekten elde edilen sonuçlarla, sosyal davranışlara ilişkin öğretmen değerlendirmeleri, akran reddine ilişkin akran görüşleri, 114 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 yalnızlık ile ilgili kişisel görüşler arasında anlamlı düzeyde, olumlu yönde ilişki bulunmuştur (Ladd ve Kochenderfer-Ladd, 2002). Ölçeğin Türkçe versiyonunun 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik güvenirliği Gülay tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008). Resimli Sosyometri Ölçeği: Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel (1979) tarafından geliştirilen yöntemde, her bir çocuğa sınıftaki arkadaşlarının fotoğrafları tek tek gösterilir ve fotoğraftaki arkadaşını ne kadar sevdiği sorulur. Çocuk soruya, arkadaşının fotoğrafı üzerinde; Gülen Yüz (Çok severim cevabını temsil etmektedir), İfadesiz Yüz (Az severim cevabını temsil etmektedir), Üzgün Yüz (Hiç sevmem cevabını temsil etmektedir) resimlerinin bulunduğu kutulardan birinin içine atar. Resimli sosyometri tekniğinin güvenirliği Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel tarafından 1979’ da yapılmıştır. Dört yaşındaki 19 çocuk (10 erkek, 9 kız) ile gerçekleştirilen çalışmada, çocukların her birine akranlarının fotoğrafları gösterilerek oyun oynamayı en çok sevdikleri ve sevmedikleri üç arkadaşlarının kim olduğunu belirlemek amaçlanmıştır (Asher, Singleton, Tinsley ve Hymel, 1979). Ölçeğin 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerlik güvenirlik çalışmaları Gülay tarafından 2008’de yapılmıştır (Gülay, 2008). Beş-altı yaş grubuna yönelik uyarlama çalışmasında, ölçeğe üç soru maddesi daha eklenmiştir. Bu araştırmada da ölçeğin dört soru maddelik versiyonu kullanılmıştır. 3. Uygulama Ladd ve Profilet Çocuk Davranış ve Akranların Şiddetine Maruz Kalma Ölçekleri, okul öncesi eğitimi öğretmenleri tarafından her bir çocuk için ayrı ayrı doldurulmuştur. Öğretmenler, çalışma grubundaki çocukları ortalama sekiz aydan beri tanımaktadırlar. Öğretmenler, uygulama öncesinde araştırma ve ölçme araçları ile ilgili bilgilendirilmişlerdir. Resimli Sosyometri Ölçeği ise araştırmacılar tarafından çocuklara bireysel olarak uygulanmıştır. 4. Verilerin Analizi Ölçeklerin dilsel geçerlik çalışmaları Gülay (2008) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 4-dört yaş için yapılan uyarlama çalışmalarında dilsel geçerlik çalışmaları gerçekleştirilmemiştir. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin dört yaş grubu için uyarlama çalışmasında geçerlik analizlerinden yapı geçerliği olarak doğrulayıcı faktör analizi, alt boyutlar arasındaki korelasyon incelenmiştir. İçerik (kapsam) geçerliğinde uzman görüşüne başvurulmuştur. Güvenirlik analizlerinde ise iç tutarlılık katsayısı (cronbach alpha) ve madde analizi işlemleri yapılmıştır. Ayrıca ölçeğin Türkçe formunun 30 çocuğa iki hafta arayla iki kez uygulanan test sonuçlarına bağlı olarak hesaplanan test-tekrar test güvenirliği tespit edilmiştir. 115 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Akran Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçekleri’nin dört yaş grubu için uyarlama çalışmasında geçerlik analizlerinden kapsam geçerliği; güvenirlik analizlerinden ise iç tutarlılık katsayısı (cronbach alpha) ve madde analizi işlemleri yapılmıştır. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Türkçe formunun 30 çocuğa iki hafta arayla iki kez uygulanan test sonuçlarına bağlı olarak hesaplanan test-tekrar test güvenirliği tespit edilmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nde ise test tektar test ölçümlerinde 27 çocuğa iki hafta arayla iki kez uygulama yapılmıştır. Bu ölçme aracında test tekrar test uygulamasında çocuk sayısı 30’un altına düştüğü için analiz Sperman’s Rho Corelation tekniği ile gerçekleştirilmiştir. Bulgular 1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği Geçerlik Analizleri Kapsam geçerliği: Çocuk Davranış Ölçeği maddelerinin dört yaşa uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimi alanında akran ilişkileri ve sosyal beceriler konularında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü alınmıştır. Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş çocuklarına uygun olduğunu belirtilmiştir. Yapı geçerliği: Çocuk Davranış Ölçeği için yapılan Doğrulayıcı Faktör Analizi’nde elde modelin uyum indeksleri incelenmiş ve Ki-kare değerinin (X2= 2497.42, n= 300, sd= 887, p= 0.00) anlamlı olduğu görülmüştür. Uyum indeksi değerleri ise RMSEA= .084, RMR= .028, CFI= .91, GFI= .71 ve PGFI= .63 olarak bulunmuştur. Doğrulayıcı faktör analizi (DFA) kuramsal bir temelden destek alarak pek çok değişkenden (göstergelerden; indicators) oluşturulan faktörlerin (gizil değişkenlerin; latent variables) gerçek verilerle ne derece uyum gösterdiğini değerlendirmeye yönelik bir analizdir. Bir başka anlatımla DFA, önceden belirlenmiş ya da kurgulanmış bir yapının toplanan veriler ne derece doğrulandığını incelemeyi amaçlar. Açımlayıcı faktör analizinde belirli bir ön beklenti ya da denence olmaksızın faktör yükleri (ağırlıkları) temelinde verinin faktör yapısı belirlenirken; DFA, belirli değişkenlerin bir kuram temelinde önceden belirlenmiş faktörler üzerinde ağırlıklı olarak yer alacağı şeklindeki bir öngörünün sınanmasına dayanır (Sümer, 2000. Akt. Büyüköztürk, Akgün, Özkahveci ve Demirel, 2004). DFA’da sınanan modelin yeterliğinin belirlenmesi için çok sayıda uyum indeksi kullanılmaktadır. Uyum indekslerinin kuramsal model ile gerçek veriler arasındaki uyumu değerlendirmelerinde birbirlerine göre güçlü ve zayıf yönlerinin olması nedeniyle modelin uyumunun ortaya konulması için birçok uyum indeksi değerinin kullanılması önerilir (Büyüköztürk, Akgün, Özkahveci ve Demirel, 2004: 216-217). Bu çalışmada DFA için Lisrel 8.70 kullanılmıştır. 116 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 117 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Faktör1: Aşırı Hareketlilik; Faktör 2: Saldırganlık; Faktör 3: Dışlanma; Faktör 4: Korkulu-Kaygılı Olma; Faktör 5: Sosyal Olmayan Davranış; Faktör 6: Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranışlar. Şekil 1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Doğrulayıcı Faktör Analizi sonuçları Tablo 1. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Faktörlerinin Ortalama ve Standart Sapmaları ile Faktörler Arası Korelasyon Değerleri Faktör Korelasyonlar (Madde Sayısı) Saldırganlık - 7 2.33 S 2.45 Korkulu Kaygılı Olma - 9 2.39 2.83 Sosyal Olmayan Davranışlar - 7 1.51 2.45 Dışlanma - 7 1.32 2.28 Aşırı Hareketlilik - 4 Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranışlar - 10 Toplam - 44 1.72 1.89 12.97 5.38 22.24 7.79 X F1 1 F2 .394** F3 .344** F4 .566** F5 .774** F6 -.485** 1 .499** .379** .442** -.266** 1 .561** .316** -.347** 1 .418** -.476** 1 -.377** 1 .584** .678** .605** .557** .607** ** p < .01 Tablo 1’de Çocuk Davranış Ölçeği alt ölçeklerinin birbirleriyle korelasyon katsayıları arasındaki ilişkilerin anlamlı düzeyde olduğu görülmektedir (p<.01). Korelasyon katsayıları .266 ile .774 arasında değişiklik göstermektedir. Tablo 2. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Tümü ile Alt Ölçeklerinin Puanları Arasındaki İlişkilerini Sınamak İçin Hesaplanan Korelasyon Katsayıları Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Ölçekleri Saldırganlık Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranışlar Sosyal Olmayan Davranışlar Korkulu Kaygılı Olma Dışlanma Aşırı Hareketlilik 118 N 300 300 300 300 300 300 r .584** -.101* .605** .678** .557** .607** p p<.01 p<.05 p<.01 p<.01 p<.01 p<.01 0.101 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Tablo 2’deki Çocuk Davranış Ölçeği’ nin tümü ile alt ölçekleri puanları arasındaki ilişkilere yönelik olarak hesaplanan korelasyon katsayıları incelendiğinde, tüm analizlerde istatistiksel açıdan .01 ve .05 olmak üzere anlamlı sonuçların elde edildiği görülmektedir. Tüm (Ölçek Toplam Puanı) ölçek ile saldırganlık (r = .584), asosyal davranışlar (r = .605), korkulu kaygılı olma (r = .678), dışlanma (r = .557), ve aşırı hareketlilik (r = .607) alt ölçekleri arasında olumlu yönde anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir. Başkalarına yardımı amaçlayan sosyal davranışlar alt ölçeği ile tüm ölçek arasında da olumsuz yönde anlamlı bir ilişki (r = -.101) tespit edilmiştir. 2. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği Güvenirlik Analizleri Tablo 3’de ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam korelasyonu değerleri 0.71 ile 0.19 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt % 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. Tablo 3. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Düzeltilmiş Madde Toplam Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanları Arasındaki İlişkisiz t Testi Sonuçları Madde No Düzeltilmiş t (üst %27Maddealt %27)* Toplam Korelasyonu Faktör Adı Madde No Düzeltilmiş t (üst %27Maddealt %27)* Toplam Korelasyonu 0.60 6.69 Madde 20 0.66 4.69 Madde 17 0.60 5.69 Madde 22 0.57 4.98 Madde 27 0.64 4.50 Madde 25 0.49 3.90 Madde 28 0.54 5.80 Madde 34 0.55 3.13 Madde 3 0.62 6.27 Madde 36 0.61 4.54 Madde 30 0.25 4.52 Madde 4 0.39 5.91 Madde 38 0.23 2.28 Madde 41 0.42 1.84 Madde 10 0.47 5.07 Madde 1 0.51 5.89 Madde 11 0.33 4.24 Madde 13 0.48 6.14 Madde 14 0.55 5.06 Madde 2 0.58 6.46 Madde 15 0.36 7.86 Madde 8 0.54 8.21 Dışlanma Madde 12 Aşırı Hareketlilik KorkuluKaygılı Olma Saldırganlık Faktör Adı 119 Madde 16 0.57 6.81 Madde 5 0.56 7.07 Madde 6 0.58 4.93 Madde 7 0.19 1.90 Madde 9 0.49 4.50 Madde 18 0.59 5.06 Madde 23 0.71 4.88 Madde 24 0.57 4.24 Madde 29 0.48 5.05 Madde 39 0.59 4.38 Madde 42 0.55 4.64 Madde 44 0.57 3.78 Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranış Sosyal Olmayan Davranışlar H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Madde 19 0.59 1.56 Madde 21 0.69 1.25 Madde 26 0.61 1.50 Madde 31 0.71 4.42 Madde 32 0.66 1.86 Madde 33 0.59 1.46 Madde 35 0.57 3.12 Madde 37 0.67 3.69 Madde 40 0.62 0.99 Madde 43 0.63 2.17 *p<.05 Tablo 4. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Boyutlarının İç Tutarlılık (Cronbach Alpha) Katsayıları Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Orijinal Formu Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin 4 Yaş Grubu için Türkçe Formu Alt Ölçekler Cronbach Alpha Cronbach Alpha Saldırganlık Korkulu Kaygılı Olma Sosyal Olmayan Davranışlar Dışlanma Aşırı Hareketlilik Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranış .92 . 79 . 88 . 96 . 93 . 78 . 77 . 83 .79 .74 . 88 .89 Tablo 4’de ölçeğin dört yaş grubu Türkçe formunun alt ölçeklerinin iç tutarlılık katsayılarının .78 ile .89 arasında değiştiği görülmektedir. 120 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Tablo 5. Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Boyutları İçin Test-Tekrar Test Güvenirliği Analiz Sonucu Çocuk Davranış Ölçeği’nin Alt Boyutları Saldırganlık Ön Test Son Test Korkulu-kaygılı olma Ön test Son test Sosyal olmayan davranış Ön test Son test Dışlanma Ön test Son test Aşırı hareketlilik Ön test Son test Başkalarına Yardımı Amaçlayan Sosyal Davranış Ön test Son test n X Ss 30 30 2.63 1.90 3.69 3.55 .84** p < .01 30 30 3.36 2.30 2.52 2.61 .65** p < .01 30 30 1.86 .93 3.00 2.42 .75** p < .01 30 30 2.23 1.23 3.43 2.73 .74** p < .01 30 30 .83 .66 1.08 1.74 .68** p < .01 30 30 13.63 15.96 5.59 4.52 .51** p < .01 Tablo 5’te görüldüğü gibi, iki hafta arayla Çocuk Davranış Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı olarak alt boyutların katsayıları r = .51 ile r = .84 arasında değişmektedir. İki ölçüm arasında istatistiksel açıdan .01 düzeyinde anlamlı ilişki bulunmuştur. Elde edilen sonuç, ölçeğin alt boyutlarının test-tekrar test güvenirliğinin kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. 3. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Geçerlik Analizi Kapsam geçerliği: Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin maddelerinin dört yaşa uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimde akran ilişkileri, sosyal beceriler alanında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü alınmıştır. Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş çocuklarına uygun olabileceğini belirtilmişlerdir. 121 r p H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Tablo 6. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Maddelerinin Ortalama ve Standart Sapma Değerleri Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçek Adı Madde No n X Ss Madde 1 30 0 30 0 30 0 30 0 30 0 .08 .313 .05 .227 .14 .433 .12 .364 .38 .993 Madde 2 Madde 3 Madde 4 Toplam Ölçek Tablo 6’ da Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin her bir maddesine ait aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar sunulmuştur. Aritmetik ortalamalar .05 ile .14 arasında değişmektedir. Ölçeğe ait standart sapmalar ise .227 ile .433 arasında değişmektedir. 4. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Güvenirlik Analizi Ölçek Adı Madde No Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği Tablo 7. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Madde Toplam Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanlarını Arasındaki İlişkisiz t Testi Sonuçları Düzeltilmiş Madde- t (üst % 27-alt % Toplam Korelasyonu 27)* Madde 1 .62 4.62 Madde 2 .49 3.78 Madde 3 .76 6.58 Madde 4 .65 6.76 *p<.05 Tablo 7’de, ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam korelasyonu değerleri 0.76 ile 0.49 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt % 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. 122 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Tablo 8. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin İç Tutarlılık (Cronbach Alpha) Katsayıları Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Orijinal Formu Cronbach Alpha .73 Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin 4 Yaş Grubu için Türkçe Formu Cronbach Alpha .70 Tablo 8’de, ölçeğin dört yaş grubu Türkçe formunun iç tutarlılık katsayısı .70 dir. Elde edilen sonuç, ölçeğin iç tutarlılığının kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. Tablo 9. Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Test-Tekrar Test Güvenirliği Analiz Sonucu Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği Ön Test Son Test n 30 30 X .8333 .6667 Ss 1.08543 1.15470 r .752** Tablo 9’da görüldüğü gibi, iki hafta arayla Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı olarak katsayısı r = .75 dir. İki ölçüm arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki bulunmuştur (p<.01). Elde edilen sonuç, ölçeğin test- tekrar test güvenirliğinin kabul edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu analizde farka değil, korelasyon yapılarak ilişkiye bakılmıştır. İlişkili örneklemler için t testi yapıldığında iki analiz arasında fark çıkmaması beklenirken, korelasyonda iki ölçüm arasında ilişki çıkması beklenmektedir. 5. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Geçerlik Analizi Kapsam geçerliği: Resimli Sosyometri Ölçeği’nin maddelerinin dört yaşa uygunluğu ile ilgili okul öncesi eğitimi alanında akran ilişkileri ve sosyal beceriler konularında çalışan üç akademisyenden uzman görüşü alınmıştır. Uzmanlar tarafından ölçme aracının maddelerinin dört yaş çocuklarına uygun olduğu belirtilmiştir. 123 p p < .01 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Ölçek Adı Madde No: n X Ss Resimli Sosyometri Tablo 10. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Maddelerinin Ortalama ve Standart Sapma Değerleri Madde 1 16 6 16 6 16 6 16 6 16 6 36.05 9.348 36.78 8.906 37.07 9.221 36.27 9.669 145.24 34.260 Madde 2 Madde 3 Madde 4 Toplam Ölçek Tablo 10’da Resimli Sosyometri Ölçeği’ nin her bir maddesine ait aritmetik ortalamalar ve standart sapmalar sunulmuştur. Aritmetik ortalamalar 36.05 ile 37.07 arasında değişmektedir. Alt ölçeğe ait standart sapmalar ise 8.906 ile 9.669 arasında değişmektedir. 6. Resimli Sosyometri Ölçeğinin Güvenirlik Analizi Tablo 11. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Madde Toplam Korelasyonları ve Üst % 27, Alt % 27 Puanlarını Arasındaki İlişkisiz t Testi Sonuçları Resimli Sosyometri Ölçek Adı Madde No: Düzeltilmiş MaddeToplam Korelasyonu t (üst %27-alt %27)* Madde 1 .872 14.18 Madde 2 .886 13.36 Madde 3 .858 10.05 Madde 4 .856 9.35 *p<.05 Tablo 11’de ölçeğin maddelerinin düzeltilmiş madde-toplam korelasyonu değerleri 0.85 ile 0.88 arasında değişmektedir. Üst % 27 ile alt % 27’lik grubun puanları arasında yapılan t testi sonuçları tüm maddeler ve alt ölçek toplam puanları için anlamlı bir farklılık olduğunu göstermektedir. 124 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Tablo 12. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Alt Boyutlarının İç Tutarlılık (Cronbach Alpha) Katsayıları Resimli Sosyometri Ölçeği’nin 5-6 Yaş Grubu için Türkçe Formu Cronbach Alpha .91 Resimli Sosyometri Ölçeği’nin 4 Yaş Grubu için Türkçe Formu Cronbach Alpha .95 Tablo 12’de, Resimli Sosyometri Ölçeği’ nin Cronbach Alpha iç tutarlılık katsayısının .95 olduğu görülmektedir. Elde edilen sonuç, ölçeğin iç tutarlılık güvenirliğine sahip olduğunu göstermektedir. Tablo 13. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Test-Tekrar Test Güvenirliği Analiz Sonucu Resimli Sosyometri Ölçeği n X Ss r p Ön Test 27 130.0 22.052 .279 p > .01 Son Test 27 128.4 16.858 Tablo 13’te görüldüğü gibi, iki hafta arayla Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Türkçe formunun iki defa uygulanması sonucuna bağlı olarak katsayısı r = .279 olarak belirlenmiştir. İki ölçüm arasında istatistiksel açıdan düşük düzeyde bir korelasyon olduğu belirlenmiş ve anlamlı sonuca ulaşılmamıştır. Tartışma Araştırmanın sonuçlarına bakıldığında, Çocuk Davranış Ölçeği ve Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeklerinin dört yaş grubu Türk çocuklar için akran ilişkilerinin değerlendirilmesine yönelik geçerli ve güvenilir ölçme araçları oldukları belirlenmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin de geçerli bir ölçme aracı olduğu belirlenmiştir. Resimli Sosyometri Ölçeği’nin güvenirliğinde, madde analizleri ve iç tutarlılık katsayısında anlamlı sonuçlar bulunmuştur. Ancak test-tekrar test analizinde düşük düzeyde korelasyon belirlenmiştir. Dolayısıyla ölçme aracının dört yaş çocuklar için güvenilir bir ölçme aracı olamayacağı düşünülebilir. Gülay (2008) tarafından yapılan çalışmada, üç ölçek de 5-6 yaş grubu çocuklar için geçerli ve güvenilir bulunmuştur (Gülay, 2008). Alan yazın taramasında Türkiye’de dört yaş çocukları için hazırlanmış doğrudan akran ilişkilerini belirlemeye yönelik ölçme araçlarına rastlanmamıştır. Yurt dışında ise konu ile ilgili çalışmalara rastlanılmaktadır. Ancak bu kaynaklarda da sadece dört yaş örnekleminin yer almadığını, dört yaşı da kapsayan geniş bir yaş aralığının tercih edildiği görülmektedir. Örnek olarak, Meyer vd. (2011), Çocuk Davranış Ölçeğinin 125 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları 2-6 yaş arasındaki Perulu çocuklar için geçerlik ve güvenirlik çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir. 265 çocuk ile gerçekleştirilen çalışmada, ölçeğin İspanyolca versiyonunun 2-6 yaş arasındaki Perulu çocuklar için geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu ortaya konulmuştur. Ahonen (2008) tarafından İsveç’te yapılan bir çalışmada 3-5 yaş arasındaki 298 çocuğun, iletişim problemlerindeki koruyucu faktörleri belirlemek amaçlanmıştır. Çalışmada akran ilişkilerine yönelik olarak Çocuk Davranış Ölçeği kullanılmıştır. Sonuçlara göre akran ilişkileri ile iletişim problemleri arasında ters yönde ilişki çıkarken, akran ilişkilerinin aile değişkenlerine göre çocukların psikososyal gelişimlerinde daha büyük etkisi olduğu belirlenmiştir (Ahonen, 2008). Resimli Sosyometri Ölçeği’nin bu çalışmada kullanılan dört soruluk versiyonu Türkiye’de geliştirilmiş olduğu için bu soruların kullanıldığı, yurt dışında yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak ölçeğin ilk geliştirildiği tek soruluk versiyonu ile ilgili dört yaşı da kapsayan çalışmalar vardır. Örnek olarak, Olson ve Lifgren (1988) tarafından yapılan çalışmada, dört-beş yaşındaki 79 çocuğun sosyometrik konumları ile bilişsel ve sosyal yeterlikleri belirlenmiş ve bir yıl sonrasında tekrar izlenmiştir. Sonuçlara göre çocukların sosyometrik konumları belirlenen dönemde ve sonraki bir yıl boyunca bilişsel ve sosyal yeterlikleri ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca akranları tarafından reddedilen çocukların saldırganlık puanlarının da yüksek olduğu belirlenmiştir. Görüldüğü gibi bu araştırmadaki ölçeklerle ilgili yurt dışında, dört yaşı da kapsayan çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın sınırlılıkları şu şekildedir: Ölçme araçlarının yordayıcı geçerlikleri, araştırma sırasında yapılan alan yazın taramasında dört yaş grubunun akran ilişkilerini, sosyal konumlarını belirlemeye yönelik farklı bir ölçeğe rastlanılamadığı için yapılamamıştır. Elde edilen geçerlik ve güvenirlik değerleri, Denizli il merkezindeki dört yaş grubundan 300 ve 160 çocuk ile sınırlıdır. Akran Şiddetine Maruz Kalma ve Resimli Sosyometri Ölçeklerinin alt boyutları olmadığı için faktör analizi işlemleri gerçekleştirilememiştir. Ölçme araçlarından elde edilen veriler, öğretmen ve akran görüşleri ile sınırlıdır. Araştırmanın sonuçları ve sınırlılıkları doğrultusunda şu öneriler geliştirilebilir: Resimli Sosyometri Ölçeği'nin güvenirliği ile ilgili yeni bulgulara gereksinim bulunmaktadır. Bu ölçeğin yurt dışında geliştirilen versiyonu tek soruluktur. Bu çalışmada ise 2008’de geliştirilen dört soruluk versiyonu kullanılmıştır. Dört yaş çocuklarıyla tek soruluk versiyon ile ilgili yeni geçerlik güvenirlik bulguları ortaya konulmalıdır. Ayrıca bu çalışmada ele alınan ölçme araçlarıyla ilgili farklı illerde daha kalabalık örneklem gruplarıyla yeni geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılabilir. Dört yaş grubunun akran ilişkilerini belirlemeye yönelik akran ve öğretmen görüşlerine dayalı yeni ölçme araçları geliştirilebilir. Gözlem tekniğine ve 126 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 anne-baba görüşlerine dayalı olarak bilgi toplayan ölçme araçları da oluşturulabilir. Teşekkür Araştırmanın istatistik analiz işlemlerinde bize destek olan, yardımlarını esirgemeyen İstatistikçi Gökhan Körükçü’ye çok teşekkür ederiz. Kaynakça Ahonen, L. 2008. In Presence of Risk, What Protective Factors Keep Preschool Children from Displaying Conduct Problems? Unpublished Master Thesis. Sweden: Örebro University. Asher, S. R., Singleton, L. C., Tinsley, B. R., and Hymel, S. 1979. A Reliable Sociometric Measure for Preschool Children. Developmental Psychology, 15(4), 443-444. Avcıoğlu, H. 2007. Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeğinin (4–6 yaş) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7(2), 87-101. Berk, L. E. 2013. Erken Çocuklukta Duygusal ve Sosyal Gelişim, (Çev.) B. Tortamış Özkaya. İçinde: Bebekler ve Çocuklar. Doğum Öncesinden Orta Çocukluğa, (Çev. Ed.) N. Işıkoğlu Erdoğan, (ss. 362-408). Ankara:Nobel Yayıncılık. Boivin, M. 2008. Peer Relations. Encylopedia on Early Childhood Development. http://www.child-encyclopedia.com/en-ca/peerrelations-childhood/how-important-is-it.html (Erişim Tarihi: 25.08.2014). Büyüköztürk, Ş., Akgün, Ö. E., Özkahveci, Ö. ve Demirel, F. 2004. Güdülenme ve Öğrenme Stratejileri Ölçeği'nin Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 4(2), 207-239. Chen, D. W., Fein, G. G., Killen, M., and Tam, H. P. 2001. Peer Conflicts of Preschool Children: Issues, Resolution, Incidence, and AgeRelated Patterns. Early Education and Development, 12 (4) 523544, DOI: 10.1207/s15566935eed1204_3. Child Development and Parenting Consultations, 2014. Social Development and Peer Relationships. http://www.kelleyabrams.com/socialdevelopment-and-peer-relationships-in-young-children.html (Erişim Tarihi. 24.08.2014). Dodge, K. A., Lansford, J. E., Burks, V. S., Bates, J. E., Pettit, G. S., Fontaine, R., and Price, J. M. 2003. Peer Rejection and Social Information-Processing Factors inthe Development of Aggressive Behavior Problems in Children. Child Development, 74, 374–393. 127 H. Gülay Ogelman vd. / Ladd ve Profilet Çocuk Davranış Ölçeği, Akran Şiddetine Maruz Kalma Ölçeği ve Resimli Sosyometri Ölçeği’nin Dört Yaş Türk Çocukları İçin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları Fabes, R. A., Lynn-Martin, C., and Hanish, L. D. 2009. Children’s Behaviors and Interactions with Peers. In Handbook of Peer Interactions, Relationships, and Groups, (Eds.) Kenneth H. Rubin. New York: The Guilford Press, 45-62. Gülay, H. 2008. 5-6 Yaş Çocuklarına Yönelik Akran İlişkileri Ölçeklerinin Geçerlik Güvenirlik Çalışmaları ve Akran İlişkilerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü,Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul. Gülay, H. 2010. Okul Öncesi Dönemde Akran İlişkileri, Ankara: Pegem Akademi. Güven, Y. ve Işık, B. 2006. Beş Yaş Çocukları İçin Marmara Sosyal Duygusal Uyum Ölçeği’nin (Masdu-5 Yaş) Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması. M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 23, 125-142. Johnson, C., Ironsmith, M., Snow, C. W., and Poteat, M. 2000. Peer Acceptance and Social Adjustment in Preschool and Kindergarten. Early Childhood Education Journal, 27(4), 207-212. Karasar N. 2009. Bilimsel Araştırma Yöntemi, 20. Baskı, Ankara: Nobel Dağıtım. Koçyiğit, S. ve Kayılı, G. 2008. Montessori Eğitimi Alan ve Almayan Anaokulu Öğrencilerinin Sosyal Becerilerinin Karşılaştırılması. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 20, 511-516. Ladd, G. W. and Kochenderfer-Ladd, B. 2002. Indentifying Victims of Peer Aggression from Early to Middle Childhood: Analysis of Crossprevalance of Victimization and Characteristics of Identified Victims. Psychological Assessment, 14(1), 74- 96. Ladd, G. W. and Profilet, S. M. 1996. The Child Behavior Scale: A TeacherReport Measure of Young Children’s Aggressive, Withdrawn, and Prosocial Behaviors. Developmental Psychology, 32(6), 10081024. Manaster, H., and Jobe, M. 2012. Supporting Preschoolers’ Positive Peer Relationships. http://www.naeyc.org/yc/files/yc/file/201211/Manaster.pdf (Erişim Tarihi: 24.08.2014). Meyer, E. L., Schaffer, B. A., Soto, C. M., Simmons, C. S., Anguiano, R., Brett, J., Holman, A., Martin, J. F., Hata, H. K., Roberts, K. J., Mello, Z. R., and Worrell, F. C. 2011. Factor Structure of Child Behavior Scale Scores in Peruvian Preschoolers. Psychology in the Schools, 48(10), 931-942. Oktay, A. 1999. Okul Öncesi Dönemi. İçinde Ana-Baba Okulu. 8. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi. Olson, S. L. and Lifgren, K. 1988. Concurrent and Longitudinal Correlates of Preschool Peer Sociometrics: Comparing Rating Scale and 128 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 109-129 Nomination Measures. Journal of Applied Developmental Psychology, 9, 409-420. San-Bayhan, P. ve Artan, İ. 2009. Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, İstanbul: Morpa Kültür Yayınları 129 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi DOI NO: 10.5578/JSS.10573 Mehmet ERKOL1 Kabul Tarihi:14.08.2015 Geliş Tarihi:07.12.2015 Özet Türkiye’de dini hayatı anlamlandırmak için onu etkileyen farklı boyutları ele alıp aralarındaki etkileşime odaklanmak gerekmektedir. Bu açıdan çalışmada ilk olarak gündelik hayat içerisinde dinin yeri, dindarlık kavramı, dindarlığın dönüşümü ve boyutları üzerinde durulmuştur. Gündelik hayatın dinamik yapısı değişimi kaçınılmaz kılmaktadır. Muhakkak bu değişimden birey ve toplumu derinden etkileyen dinde payına düşeni almakta, dindarlık ve dini hayat farklı boyutlara bürünmektedir. Bunun için dindarlığın ölçülmesi bir toplumda dini hayatın anlaşılması için önemli bir araç olmaktadır. Bu gündelik hayat içinde dinin ve dindarlığın aldığı görünümleri belirlemek açısından oldukça önemlidir. Aynı zamanda ölçüm çalışmaları, değişimi tek yönlü olmaktan çıkarıp karşılıklı ilişkiye dayalı bir etkileşim perspektifiyle anlamlandırmamızı mümkün kılmaktadır. Bununla birlikte dini hayatı analiz etmek için geliştirilen ölçekler ilk kez batıda geliştirilip uygulanmasının meydana getirdiği problemler henüz aşılabilmiş de değildir. Çalışmada batıda geliştirilen ve uygulanan dindarlık ölçekleri değerlendirilip Türkiye’de uygulanmasının yarattığı sorunlara dikkat çekilmiştir. Bu Türk toplumunun yapısına uygun ve özgün çalışmalarında yapılmasına duyulan ihtiyacın vurgulanmasını gerekli kılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Din, Dindarlık, Dini Hayat, Dindarlık Ölçekleri, Dindarlık Tipolojileri. To Make Sense of Religious Life in Turkey: Piety Case and the Measurement of Religion Abstract And discuss different aspects that affect it to make sense of the religious life in Turkey, it is necessary to focus on the interaction between them. First place of religion in everyday life study from this perspective, the concept of religiosity, focused on the transformation and dimensions of religiosity. 1 Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected] 131 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi The dynamic nature of the change of daily life is inevitable. Certainly receiving its share of religious individuals and communities deeply affected by these changes, which take on different dimensions of religiosity and religious life. In a measure of religiousness society for it is an important tool for understanding the religious life. This view of religion in everyday life and received the piety. However, the scales of the problems are caused by the application for the first time in the West developed to analyze the religious life is not well developed yet it has been exceeded. West religiosity scales developed and applied in this study are evaluated and drawn attention to the problems caused by the implementation in Turkey. This makes the Turkish society to emphasize the need to make the appropriate and necessary nature of the original work. Keywords: Religion, Religiosity, Religious Life, Religiosity Scales, Religiosity Typologies. *** Giriş Bütün dünyayı derinden sarsan bir takım gelişmeler ile birlikte dinin konumu tartışılmaya başlanmıştır. Avrupa’da 17. yüzyıldan başlayarak 19.yüzyıla kadar yaşanan bu gelişmeler sosyal bilimler literatüründe modernleşme olarak nitelendirilmiştir. Batı Avrupa’da Rönesans ile başlayan süreç Protestan Reformu ve Bilimsel Devrim ile devam etmiş, Aydınlanma Dönemi ile zirveye ulaşmıştır. Bütün bunlar batıda bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olarak meyvelerini vermiştir. Batıda ortaya çıkan yeni düzen eski düzen üzerinde yükselirken siyasal, sosyal ve kültürel olarak gelenekten kopuşa işaret eden yapısal ve sosyal farklılaşmaları beraberinde getirmiştir (Bruce, 2003:250). Elbette batıda eski düzeni şekillendiren en önemli unsur birisi de dindir. Dolayısıyla ile dinin konumu batıda öncelikli olarak tartışılan konuların başında gelmiştir. Batıda ortaya çıkan bu gelişmeler her ne kadar bölgesel gibi görünse de özellikle bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları tecrübe edilebilir olmalarından ötürü dünyanın diğer bölgelerini de etkisi altına almıştır. Böylece geleneksel yapıları bir şekilde etkileyen din farklı da olsa bu süreçten nasibini almıştır. Artık dinin etkisi ve görünürlülüğü tartışılmaya başlanmıştır. Bundan böyle sosyal bilimlerde özellikle sosyoloji biliminde dinin konumu hakkında süre giden bir tartışmada başlamıştır. Özellikle bilimsel gelişmeler ile birlikte rasyonel düşünce tarzı yaygınlaşmış, teknolojik imkânlar artmıştır. Teknolojik imkânlar modern tıbbın gelişmesine ve tabiatın insan tarafından kontrol edilmesine katkı sağlamıştır. Benzer şekilde batıyı ilk elden etkileyen bilimsel gelişmeler ile birlikte endüstriyel kapitalizm de dünyanın geri kalanında herkesi iş gücüne dönüştürmeye başlamış, ekonomik alan bir takım yeni kavramlar ile tanışmış, devletin vatandaşı ile ilişki biçimini dönüştürmüştür. Kentleşme ile birlikte ise kırsal bölgelerden göç eden kesimler şehir etrafından yeni ilişki 132 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 biçimleri geliştirerek sosyal ve kültürel anlamda sosyal yapının yeniden şekillenmesine katkı sağlamıştır. Tüm bu alanlara hâkim olan din ise giderek etkinliğini kaybetmeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler sonucunda boşalan alanın doldurulması din ile sıfır toplamlı bir ilişki biçimini gerektirmiştir. Özellikle 19. yüzyıl sosyolojik paradigmanın gramerini şekillendiren pozitivizm, dinin ortadan kalkacağı ve yeni bir insanlık dininin kurulacağını müjdelemiştir. Pozitivizme göre yanlış bireysel inançları yansıtan bir olgu olarak din, önceki ilkel toplumlar ile anılabilir bir olgu olarak resmedilmiştir. Pozitivizminde etkisiyle ilkel kabilelere havale edilen din, modern toplumda tamamen ortadan kalkacak bir olgu haline getirilmek istenmiştir. Sosyolojinin kurucu babası sayılan A. Comte’un ‘Üç Hal Yasası’ (Ergun, 1990:23), modern dönem ile birlikte dinin tamamen ortadan kalkacağı bir varsayıma dayanmaktadır (Günay, 2002:121). Buna karşın A. Comte, toplumların kaosa düşmeden düzen ve ilerlemeyi beraber götürebileceği sentezi başarabilecek bir sosyal teoride geliştiremediği görülmektedir. Nitekim kendisini takip eden sosyologlar dinin birey ve toplum katındaki etkisini gözlemleyerek dinin ne olduğu ve olması gerektiği tanımından bireysel ve toplumsal işlevlerine yönelik tarifler getirmeye çabaladıkları görülmektedir (Sezen, 1998:29 ). 1. Sosyolojik Din Tanımları 1.1. Dinin Özsel (Substantif) Tanımları Özsel (substantif) tanımlarda din, içerik olarak sahip olduğu kutsal, aşkın, ilahi ve fizik ötesi anlam ve değer muhtevalarına bağlı olarak tanımlanır (Yaparel, 1987: 404). Bu yaklaşımı benimseyenler dinin özünü veya esasını eksene alıp belirlemeye çalışırlar. Başka bir ifadeyle özsel (substantif) tanımlar. Dinin ne olduğunu tespit etme gayretindedirler. Bu tanımlar, din olarak nitelenen dini içeriğin kategorilerini ve gayr-i din olarak belirlenen diğer kategorileri bulmaya çalışmışlardır (Robertson, 1998:214). Özsel (substantif) tanımlarda, din tanımlanırken genellikle insan dışı failler, doğaüstü dünya, deney dışı gerçeklik aşkın gerçeklik, kutsal kosmos gibi ifadeler kullanılmaktadır. Burada amaç dinin aşkınlığı ve kutsallığını vurgulamaktır. Edward B. Taylor, bu yaklaşımı benimsemiş ve tanımında dini “ruhsal varlıklara inanç” olarak ifade etmiştir. Ona göre sanayileşmiş birçok toplumda insanlar, tanrı veya tanrılarla ilgili olmamışlar veya az ilgili olmuşlar, daha çok görünmeyen bir takım varlıklara inanmışlardır (Sezen, 1998:30). Dinin özsel (substantif) tanımı yapan R. Otto’ya göre de din, insanın kutsalla ilişkisidir. R. Otto, dinsel deneyimin başkalığını, bugünde geçerli olan bir form halinde betimlemeyi denemeyi amaçlamaktadır. İnsanın dinsel deneyiminde, inandığı gerçeklik olan kutsalın, sıradan insani fenomenlere göre bütünüyle başka olduğunu ve onun bu başka oluşta heybetli, dehşetli, ürperti verici bir güç olarak insanları 133 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi sardığını söylemektir (Tümer ve Küçük, 1993:6). Spiro’ya göre din, kültürel olarak varsayılıp kabul edilen insanüstü varlıklara kültürel olarak kalıplaşmış etkileşimden oluşan bir kurumdur (Okumuş, 2003:57). Bir diğer tanımda Peter L. Berger’e ait olandır. Berger, R. Otto ve Eliade’den yararlanarak dini şu şekilde tanımlamaktadır. “Din, kutsal kozmos’un kendisiyle tesis edildiği beşeri bir girişimdir” (Berger, 2002/b: 123). Özsel (substantif) tanımlara örnek olarak belirtilen bu ifadeler diğer tanımlardan daha özel ve belirli olup din tanımı konusunda diğerlerine göre daha kesindirler. 1.2. Dinin İşlevsel Tanımları Bu yaklaşımı benimseyenler, dinin özde ve temelde ne olduğu ile değil, ne yaptığı ile ilgilenmektedir. Dini inanç ve pratiğin içeriği ve özü bu tanımsal strateji için, dinin sonuçlarından daha az önemlidir. Din kavramını işlevsel olarak ele alan ve tanımlayan Emile Durkheim’a göre din, kutsal şeyler, yani ayrı tutulan ve yasaklanan şeylerden oluşan birleşik bir sistemdir. Bu inanç ve pratikler, onları kabul eden kimseleri kilise denen manevi bir topluluk halinde bir yere toplar (Günay, 2022:173). Durkheim’in din tanımı veya anlayışına göre kutsal olan son tahlilde toplumsal olanın ifadesinden başka bir şey değildir. Durkheim’ın dini aşkınlıktan toplumsal içkinliğe indirgemesi eleştiri konusu olmuştur(Aydın, 2000:105). Yine işlevsel bir tanıma sahip olan T. Parsons’a göre dinin sosyolojik imkânı, hayal kırıklığında, çatışmayı yaşamasında, baskı altına almada kendini gösteren toplumun eksik kalmış yönlerinde ifadesini bulur (Okumuş, 2003:60). C. Geertz’ın din tanımında da işlevselliğin belirleyici olduğu görülmektedir. Geertz’e göre din, insanlarda genel bir varlık düzenine ilişkin kavramlar formüle edilerek ve bu kavramları bir gerçeklik atmosferiyle kıyaslayarak, güçlü, geniş kapsamlı ve uzun süreli ruhsal durumlar ve motivasyonlar tesis etmeye çalışan bir semboller sistemidir (Geertz, 1998:179). İşlevselci din tanımları, özsel (substantif) tanımların belirledikleri bütün dinleri kapsarlar. Bu tanımlar, özsel tanımlardan daha geniştirler. Nitekim işlevselci din tanımlarında tanrı kavramına atıfta bulunarak sosyal bütünleşmeyi sağlayan bireysel davranış yönelimini belirleyen ve değer kategorisi olarak görev yapan düşünce ve davranış tarzları din olarak kabul edilmektedir (Köktaş, 1993:30-31). Sonuç olarak din tariflerindeki bu farklılaşma mahiyetten çok, dinin bütünü teşkil eden değişik boyutlardan hangisinin daha çok benimsendiğine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu boyutlara atfedilen önemin derecesi farklılaşmaya sebep olmaktadır. 2. Türkiye’de Gündelik Hayatın Değişimi ve Dindarlık Batıda 19. yüzyılın başıyla birlikte etkisini göstermeye başlayan bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları, bütün 134 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 dünyada köklü bir değişimi başlatmıştır. Bu olay, batıya özgü bir olgu gibi gözükmekle beraber, bilindiği gibi bütün dünyayı derinlemesine etkilemiştir (Marshall,1999:632). Neredeyse kuruluşundan tarih sahnesinden siyasi olarak silinmesine kadar batı ile ilişki içinde bulunan Osmanlı Devleti, bu etkiyi derinden hisseden devletlerin başında gelir. Bundan dolayı Türkiye’nin yakın tarihi, batının tartışılmaz belirleyiciliği altında geçmiştir (Ortaylı, 1985:139). 19. yüzyıldan itibaren batı toplumların gündelik hayatı köklü değişimler geçirirken bu değişimler kendi toplumların iç dinamiklerinden kaynaklanmıştır. Osmanlı Devleti bu gelişmelerden batı ile girdiği etkileşimler sonucu yaşamaya bir şekilde mecbur kalmış gözükmektedir. 19. yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı Devleti’nin, Hıristiyan ve benzeri unsurlarla iç içe yaşaması, askeri, diplomatik, ticari ilişkilerin süreklilik arz etmesi toplumlararası bir tanışma ve varlığından haberdar olma olgusunun oluştuğunu gösterir. Batıda yüzyıllar süren dönüşüm ile karşılaşan Osmanlı devleti kavrayabildiği batıyı taklit etmeye kalkışması devletin yıkılma tehdidine mazur kalmasına kadar ertelemiş gözükmektedir. Buna karşın Osmanlı Devleti için çöküşü önleme çabası bu yapıyı taklit etmesini zorunlu kılmıştır (Hanioğlu, 1985:1383). Osmanlı Devleti’nin batıyı taklit etmesi bir uygarlık değişimin de habercisidir (Belge, 1983/a:262). Son derece geniş boyutlu bir olay olan batılılaşma, her alanda olduğu gibi gündelik hayatı, belli bir dünya görüşünün düzenlediği değerler hiyerarşisine göre yaşayan toplumun, alışık olduğundan çok farklı değerler hiyerarşisine geçmesi anlamı taşımaktadır2. Ayrıca bu değişim Osmanlı toplumu için başlangıçta bir bütün olarak anlaşılıp sindirilme imkânı da vermiştir. Böyle bir değişim toplumun manevi haritasının bütünüyle kaybedilmesi demek olacağından uygarlık değişiminin kararını veremeyen, ama sonuçlarını zorunlu olarak yaşayan geniş kitleler için, bütünüyle bir sorunsal olarak hep rahatsız edici olmuştur. Bu zorunlu değişimi yaşayan Osmanlı toplumunda başlangıçta batılılaşma kararını verenlerin veya vermeye çalışanların Batı’dan ne anladıkları da pek net değildir. Bundan dolayı batılılaşma süreci ve bu süreçte taklit edilmeye çalışılanın belirsizliği, çatışmanın sadece geçmişten kopma noktasında olmadığını iddia etmek yanlış olmasa gerektir. Geçmişten kopma aslında daha tehlikeli bir sürecinde başlangıcı olmaktadır. Bu, M. Belge’nin işaret ettiği Osmanlı Devleti’nde ‘dışsal bir dinamiğin egemen olduğu yerde geçmişten kopmakla kalınmaz, geleceği tasarlamak da güçleşir’ (Belge, 1983/b:837-838) dediği bir durumu yaşamıştır. 2 Siyasal sistemin değişimini açıklayan modernleşme ile, halkın gündelik hayatının dinin dışına taşması olan sekülerleşme ayrımı için bkz. Nuray Mert, 1994. Laiklik Tartışmalarına Kavramsal Bir Bakış, İstanbul:Bağlam Yayıncılık.,s.18. 135 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi Geçmişinden kopan ya da kopmaya çalışan ve geleceği de tasarlayamayan bir ülkenin sancısını anlamak için, o toplumda geçen ekonomik, siyasi, kültürel değişimlere ve dinin değişen anlamlarına veya mümkün olduğu ölçüde bunların hepsine bir bütünlük içinde bakmakla sağlanabilir. Osmanlı toplumunda ekonomik yeniliklerin, siyasi olayların, kültürel kopuşların nihayet dinin değişen anlamlarının incelenmesi gösterecektir ki, asıl değişen toplumdaki gündelik hayatın dokusudur. Gündelik hayatın bu radikal değişimi 19. yüzyıl Osmanlı toplumu için neredeyse bir travmadır. Toplumsal işleyişin aldığı yeni biçimlenmeyi anlamak için sosyolojik bir söylem olarak kullanılan ‘toplumsal travma’ kavramı, gündelik hayatın oldukça muhafazakar bir yapı oluşturduğuna dair bilgimizin yanlış olduğu anlamına gelmez. Çünkü bir kural olarak hatırda tutmak gerekir ki, toplumlar ciddi köklü değişimlerden sonra bile asli öğelerinden kopmama eğilimi göstermektedir (Armağan, 1990:91). Bu kuralı da aklımızda tutarak araştırmamıza esas olan gündelik hayatın değişmesini anlamak için Osmanlı toplumunda gerçekliğin anlamına kısaca da olsa değinmek gerekmektedir. Osmanlı toplumunda yaşayan Müslüman halk, tarımsal üretime dayanan ve tek tanrılı dini hayatı yaşayan birçok toplum gibi öte dünya inancı hayli ağır basan bir kültürel atmosferin değerlerini benimsemiştir. Bu değerlerin paylaşılması ve gündelik hayata uygulanması, o dönem Osmanlı toplumunda, kentte ve kırda çok farklılık oluşturmamaktaydı. Bu, kanaatkârlığın başlıca erdem olduğu, tüketimin zorunluluk olarak görüldüğü bir dünya görüşünün egemen olduğunu göstermektedir. Bu dünya görüşü hayatın geçici olduğu fikriyle de uyumludur. Örneğin şimdilerde lüks olarak adlandırılan tüketim aracı o dönemde ancak düğün, sünnet, bayram gibi olaylarda kısmen kendini gösterebiliyordu. Osmanlı şehrinde hayat, ev içinde ve dışında geçen kısımlarıyla dengeli bir şekilde bölünmüştür. İş hayatının dini ve etnik temellere göre belirlenmesi bireylerin özel ve kamusal mekânlarda bir çelişki yaşamadıklarını gösterir niteliktedir (Faroqhi, 2002: 50,184,167). Ev dışı mekânların kendi içlerine dönük yaşaması sıkı bağların oluşmasına, dayanışma ruhuna sebep olduğu gibi çelişkilerin azaltmanın da toplumsal temeli olarak değerlendirilebilir. Yine Osmanlı toplumunda şehirlerde yaşayanlar için bir arada yaşam pratiği, başka topluluklardan özellikle batı toplumlarından farklı bir şekilde oldukça önemli bir uzlaşma sağladığı görülmektedir. O çağlar için oldukça ileri sayılabilecek bir hoşgörü içinde bir arada yaşayan çeşitli etnik ve dini farklılıkların, çatışma yerine ortak kültürün zenginleşmesine ve rafine edilmesine önemli katkılar sağladığı anlaşılmaktadır. Denilebilir ki, batılılaşma bir süreç halinde başlamadan önce Osmanlı toplumu için, dini farklılıklarla bir arada yaşam yeni bir olgu olarak karşılanmamıştır. Çünkü 19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumu içinde coğrafi koşulların bir sonucu olarak farklılıkların bir arada yaşadığı bir toplumun varlığı söz konusu idi 136 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 (Türköne, 2003:344). Bu yapıyı koruyan en önemli unsur ise dindir. Din toplumsal çatışmaları önleyici işlevi dolayısıyla bir güven ortamını da beraberinde getirmiş (Sezen, 1998:38) Osmanlılık kimliğini kendiliğinden oluşturmuştur. Batı’da özellikle bilimsel gelişmeler, endüstriyel kapitalizm ve kentleşme olguları ile birlikte kilisenin iktidarı sarsılmış, dinin toplum üzerinde denetim işlevi zayıflamış, dinsel iktidarın yerine dünyevi bir iktidarı oluşmaya başlamış, bütün bu değişimler ise dinle ilgili bir takımın sorunların oluşmasına neden olmuştur3. Bu tür değişimlerin Osmanlı toplumu için de 19. yüzyıldan sonra kendini hissettirmeye başladığını görmekteyiz. Nitekim Tanzimat ve Islahat fermanları adı verilen bir dizi reform bu sıkıntıları gidermeye yönelik girişimler olarak değerlendirilebilir. Reformların bozulan devlet yapısının bir ıslahı gibi de değerlendirmemiz mümkün olmakla beraber uzun vadede devlet ve halk arasındaki ilişkiyi batıdakine benzer şekilde düzenleme amacı güttüğü görülmektedir4. Bu reformlarla gündelik hayatın içinde reaya olarak tutarlı bir şekilde yaşayan halk zamanla Osmanlı toplumundaki bütün unsurları içine alacak bir vatandaş kimliğinin oluşmasına katkı sağlayan temel bir gövde olarak görülmek istenmiş, bunun hukuki alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Yine de kimlik algılarında oluşan bu köklü değişim Osmanlı İmparatorluğunu parçalanmaktan kurtaramamıştır. 2.1. Dindarlık Olgusu Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte özel ve kamusal hayatın en önemli belirleyicisi olan din, artık eski önemi yitirmiş ve Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte dine farklı anlamlar yüklenmeye başlamıştır (Aktay,2000:38). Dünya tarihini de göz önünde bulundurarak ifade etmeliyiz ki, din, artık sadece bireyin özel hayatında kalmalı ve kamu hayatı bütünüyle dinden arındırılmalıdır. Yeni devletin inşa edilmesi ile birlikte ulus inşasında dinden arındırmaya özel bir anlam atfedilmiştir. Süreç içerisinde kamusal alandan dışlanan din giderek bireyin vicdanında anlam ifade ettiği bir özel alan konusu haline getirilmeye dönük politikalar uygulanmıştır. Devlet eliyle uygulanan politikaların amacı ise birey ve toplum üzerinde belirleyici olan dini bir şekilde kontrol altında tutarak ulus inşasında araçsallaştırma amacı güdülmüştür. 3 Her türlü değişmeye karşı dinin bir direnç noktası olarak görülmesiyle ilgili olarak bkz. Şerif Mardin, (2001), Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları, s.50. 4 Halk ile devlet arasındaki ilişkiyi belirlemede dinin etkisinin azalması ve bunun doğal bir sonucu olarak dinin toplumu denetleyen etkisinin kaybolduğu ile ilgili bir analiz için bkz. Binnaz Toprak, (2000), Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, der: Ali Yaşar Sarıbay-Ersin Kalaycıoğlu, İstanbul: Alfa Yayınları, s.309. 137 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi Bu uygulamanın aksine batıda dine ilişkin yaklaşımı belirleyen ise sekülerleşme olmuştur. Sekülerleşme Hıristiyanlığın, hayatın bütün alanlarına egemen olduğu Batıda, Ortaçağ’ın sonlarında aydınlanma, Rönesans ve reform ile birlikte meydana gelen büyük dönüşümün (modernite) dinsel açıdan nitelenmesidir (Armağan, 1990/b:367). Sekülerleşmenin anlamı, Hıristiyanlığın altın çağının son bulması, toplumun dinden uzaklaşması, inanç ve eylemlerin ilahi olan yerine dünyevi hedeflere yönelmesi, dinin işlevlerinin seküler toplumsal işlevlere dönüşmesi, son olarak da kutsalın yerini dünyevileşmenin almasıdır (Marshall,1990:645). Aydınlanmaya kadar geri götürülebilecek olan sekülerleşme teorisi, modernleşme ile hem toplumsal seviyede hem de bireyin zihninde dinin gerileyeceği teması üzerine kuruludur. Başlangıçta aydınlanma düşünürleri, gerici, batıl, hurafe inançları yok edeceği zannıyla sekülerleşmeyi iyi bir şey olarak düşünmüşlerdi (Berger, 2002/a:14). Aynı düşünürler sekülerleşmeyi genellikle bilim, teknoloji, rasyonel düşünce ve nihayet terakki gibi kelimelerle eş bir anlamda kullanarak bunları sekülerleşme sürecinin motoru olarak değerlendirdiler (Mert, 1994:24). Nitekim A. Comte’un tarihi açıklamak için kullandığı şema da bunu açıkça görmek mümkündür. Onun meşhur üç hal kanunu sekülerleşmeyi tasvir edici (deskriptif) bir yöntemle açıklamak yerine, kural koyucu (normatif) bir yolla betimlemiş, olanı değil olması gerekene işaret edici bir kategorilendirme çabası olmuştur (Aydın, 2001:13). Bu kural koyucu söylem başından beri dinin toplumsal hayatta ve bireysel bilinçte dinin değerinin yitmesi anlamında yorumlanmıştır. Artık bundan sonra din, kültür, sanat, felsefe, eğitim, bilim dil ve gündelik hayattan arınacağı güçlü bir şekilde seslendirilmeye başlanmıştır. Bu aynı zamanda sosyal bilimlerde hep dinin sonunun yaklaştığı yönündeki meta anlatılanında bir söylem haline getirmiştir. Örnek vermek gerekirse 1700’lü yıllarda modernitenin dine galip geleceğini tarih vererek iddia eden ilk kişi Thomas Woolston’dur (Stark, 2002:34). Rodsey Stark, Voltaire’nin de dinin sonunun 1750’li yıllarda olacağını iddia ettiğini belirtir. Bunlar bir istisna değildir elbette. Aynı yaklaşım Sosyalist devrimin dini nasıl yok edeceğinden zevkle bahseden Frederic Engels’te, dine inanan bireyde bunun bir çocukluk illeti olduğunu düşünen Max Müller’de, nevrotik illüzyonların en büyüğünün din olduğunu belirten Sigmund Freud’ta da vardır. Bu yaklaşımların öngörüleri ise sekülerleşme ile birlikte dindarlığın azalacağı kehanetine dayanmaktadır. Onlara göre endüstrileşme, kentleşme ve rasyonelleşme bunu gerektirmektedir. Böylece sekülerleşme ile birlikte hem din ve devlet birbirinden ayrılacak, hem de bireysel dindarlık yok olacaktır (William H. Swatos ve Kevin J. Christiano, 2002:103). Bu aynı zamanda inançların tarih sahnesinden silindiğini müjdeler gibidir. Din ile devletin birbirinden ayrılması kurumsallaşmadan vazgeçildiğini gösterirken bireysel dindarlığa yapılan vurgu ile de bir alandaki düşüşün diğer alanlara 138 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 da yansıyacağı düşüncesinin oluşmasına sebep olmaktadır. Sekülerleşmenin diğer bir öngörüsü ise bilimin dine öldürücü darbeyi mutlaka vuracağı yönündeki pozitivist inançtır. Bilimsel ilerlemenin zorunlu bir sonucu olarak görülen sekülerleşme pozitivizme göre sürükleyici bir zorunluluktur. Bu sürükleyici zorunluluk öngörüsü din ile bilimin bağdaşmadığı noktasından hareket eder. Çatışma bir kere din aleyhine bozulduktan sonra artık geriye dönülmesi mümkün olmayan bir süreci de başlatmıştır demektir. Son olarak sekülerleşme küresel bir fenomen olarak görülmüş, dinin tarihi bir hatıra olarak kalacağı iddia edilmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde sosyal bilimlerde dinin hem bireysel ve hem de toplumsal önemi ile ilgili yapılan çalışmalar hız kazanmıştır. Bu sekülerleşme tezinin pek de geçerli olmadığını gösterir niteliktedir. Böylece sosyal bilimlerin en önemli koşullarından birini sekülerleşme ve onun karşısında yer aldığı düşünülen din arasındaki etkileşim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada önemle belirtilmesi gereken Batıda din sosyoloji alanında yapılan çalışmaların dini tanımlayan şeyin sekülerleşmeden ziyade kurumsallaşmış dinden kaçış olduğudur (Berger, 2002/a:22).Kurumsallaşmış dinden kaçış din için bir yok olma olarak algılanmamalıdır. Peter L. Berger’in de işaret ettiği durum bir yer değiştirmeyle açıklanabilir ancak. Burada bir paradigma değişiminin oluştuğunu söylememiz gerekiyor. Bu paradigma 19. asrın sonlarından itibaren dinin bir kriz içinde olduğu ve yok olacağı iddiasının yerini sekülerizmin gerilediği ve kriz içine girdiği şeklinde değiştiğini iddia etmeye başlamıştır. Bu paradigma insanın dini ihtiyacını, bu dünyada tecrübe edilen kısıtlı varlık alanın ötesine yönelik bir anlayışı, hep var olan ve var olmaya da devam edecek bir süreç olarak işaretler. Böylelikle din, sosyolojik araştırmalarda teolojik bir ön kabul olmaktan çıkmış ve antropolojik bir gerçeklik olduğu bilgisi güçlenmiştir. Aynı zamanda din ve dindarlığın insan-Tanrı ilişkisi içinde somutlaştırılması, dini pratiklerin ve dinselliğin, toplumsal yapının gündelik hayata sinen ve onun evrenini oluşturan bir atmosfer içinde olduğu anlayışı sosyolojide ampirik bir geleneğinden oluşmasına neden olmuştur (Subaşı, 2001:240). Ampirik araştırmalar günlük hayatta insanların çeşitli renk ve şekillerde ortaya çıkan dini hayatlarındaki farklılıkları gösterebilmek için çeşitli tipolojilerin geliştirilmesi gereklilik üzerinde durmaktadır. Böylece dini hayatın analiz edilmesinde bilimsel yöntem arayışları da başlamış bulunmaktadır. Günlük hayatta insanların çeşitli renk ve şekillerde ortaya çıkan dini, hayatlarındaki farklılıkları gösterebilmek için sosyolojide çeşitli tipolojiler geliştirilmeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu tipolojiler dindarlığı, insanın iman-amel temelinde ortaya koyduğu dini tutum, deneyim ve davranış biçimini yeni dini yaşantıyı ve dindarca hayatı, inanılan dinin emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe, duygu, ibadet etki, organizasyon gibi boyutları olan bir olgu gibi tarif etmeye çalışmıştır. Belirtmek gerekir ki din 139 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi kavramında ortaya çıkan farklılıklar ve bundan kaynaklanan belirsizliklerin dindarlık olgusu içinde geçerlidir. Yani dindarlık odlusu kolayca anlaşılacak ve izah edilecek bir fenomen olmayıp oldukça karmaşık etkilerin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Din gibi karışık bir fenomen olan dindarlık tek boyutlu kategorilerle, söz gelimi sadece geleneksel kavrayışların beklentilerini dikkate alan bir çerçeveyle anlaşılamaz. Her şeyden önce dindarlık tanımı yapılmadan önce, tanımı besleyecek kültürel bagaja başvurma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk gelenekten modernliğe, laiklikten seküler çıkışlara, pratik tasavvur zenginliğinden kişisel tatmin arayışlarına kadar sarkan bir talepler katalogunu ve bunların yarattığı dinsel nitelikli kümelenmeleri içermelidir (Geertz, 2001:27). Unutulmaması gereken diğer önemli bir husus da yok olacağı düşünülen din ve dini yaşantının taleplerinin hala var olmasıdır. Bu var olma istenci gündelik hayatın içinde ontolojik bir duruşu daima taze tutarken, epistemolojik değişim talepleriyle de özelden genele uzanan bir yatay hareketliliğe de zemin hazırlama azminde oluşudur (Subaşı, 2002:17). Şerif Mardin’in de işaret ettiği gibi: ‘Bir eylem aracı olan din, dindarlığın çeşitli şekillerde tezahürüne zemin hazırlar’ (Mardin, 2001:52). Bundan dolayı sosyal bilimlerde tipoloji geliştirmek oldukça uzun bir süreç ile şekillenmeye başlamıştır. Elbette dini bağlılığı ve dini zihniyetleri ölçmek sadece merak gidermek için yapılan bir anlama faaliyeti değildir. Bireysel dindarlığın kaynak ve etkileri ile ilgili sorulara hem bireyler hem de toplumlar açısından cevap verebilmek birçok yararlı bilgi temin etmemize yardımcı olabileceği gibi ön yargıların giderilmesine katkı sağlar niteliktedir. Bu yüzden ampirik araştırmalar için tipoloji geliştirmek kaçınılmaz olmuştur. Max Weber’in ideal tip kavramı tipoloji oluşturmanın ilk önemli denemesidir (Karagöz, 2003:133). Hans Freyer, Weber’in ideal tip kavramından hareketle tipoloji oluşturmanın önemine dikkatimizi çekmiştir. Ona göre ideal tip oluşturmanın önemi sosyal bilimlerde sonsuz sayıda çeşitliliği, düzenlenmiş bir halde kavramamıza yardımcı olmaktadır (Köktaş, 1993:48). Böylece insanların dini yönelimlerinin nasıl sınıflandırılacağı sorunları çözülmüş olacaktır. Bu bilgilerden hareketle birey ve onun dini hayatının araştırılması gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Batıda yapılan ampirik çalışmalar, insanların dini hayatlarındaki farklılıkların var olduğunu göstermiştir. Nihayet dindarlık tipolojileri genel olarak özsel ve nitelendirici diye ikiye ayrılmıştır. Birinci anlayışta, bizzat dindarlıktan veya din farklılığından hareket edilir. İkinci anlayışta ise, somut dindarlık şekillerinin analizinde kullanmak üzere kavramsal bir araç geliştirmek söz konusudur. Biraz daha yakından incelendiğinde niteleyici anlayışta, çeşitli dini yönelimlerin tipolojisi üzerinde durulduğu görülmektedir. Bu tipolojiler fenomenolojik olarak birbirine karşı sınırlandırılmış, mevcut dindarlık şekillerinin tasvirinden hareket etmemektedirler. Aksine dindarlığın çok boyutlu değişkenlerin bileşkesinden hareketle, analitik bir yaklaşım 140 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 geliştirilmeye çalışılmıştır (Yıldız, 2001:34). Bu değişkenlerin boyutları farklı biçimlerde vurgulanabilir ve yorumlanabilir. Çok boyutlu bir yaklaşımın dini tecrübe ve dini sistemin çeşitliliğine tutarlı bir yaklaşım olması açısından önemli gözükmektedir. Tarihsel olarak Max Weber’den bu yana dindarlık çeşitli şekillerde ele alınmakta ve sınıflandırılmaktadır. Weber’le birlikte dindarlık, toplumun sınıfsal, hegomanik yapısı içindeki ekonomik alt-üst oluşların yarattığı bir ilişkisellik içinde tipolojik bir özelliğe kavuşmaktadır. Onun dindarlık tipolojisinde çiftçi, şövalye ve feodal beyler dindarlığı; bürokrasi, burjuva, küçük burjuva, esnaf ve zanaat dindarlığı, proleter alt tabaka veya büyüsel dindarlık, derviş dindarlığı, dünyevi zühd, uhrevi zühd, şehir dindarlığı gibi kategorilere yer verilmektedir (Günay, 1998:8). Weber’e göre ‘kuşkusuz, tüm tabakaların inançlarındaki dinsel belirlenişin çeşitliliğine dikkatimizi çekmektedir. Bununla birlikte belli inanç tiplerine yatkınlık yine bu tabakalarda görülür. Davranışlarındaki pratik akılcılık ortak eğilimlerdir (Köktaş,1993:49). Mensching ise, dindarlığı göçebe, asalet, köylü ve burjuva dindarlığı şeklinde ayrıştırmakta ve tipolojisini toplumsal tabakalaşma sistemine göre geliştirmektedir (Mensching, 1994:253-259).Dindarlık ile ilgili literatür artık ciddi bir şekilde çoğalmış ve örnekler çeşitlenmiştir. Örneğin Joseph Fichter, gerçek, şekilci, kenardan ve kapalı dindarlıktan söz etmiştir (Köktaş,1993:50-51). Gabriel Le Bros’ta insan din ilişkisinden yola çıkarak dindarlığı dört kategoride değerlendirmiştir (Desroche,1998:76 vd.). Bunlardan ilkinde, dini hayata yabancı olanlar, dinden ayrılmış olanlar, bölünenler, dinden kopanlar yer alırken ikinci kategoride, herhangi bir dini kabul edenler, belli bir zamanda dini kabul edenler ve dine ilgisiz kalanlar yer almaktadır. Üçüncü kategoride ise, din yaşama pratikleri olanları, dine saygılı olup olmayanları ve düzenli olarak dini yaşayışa olanları kapsamaktadır. Le Bras son kategoride ise sofulara, dindar ve muttakilere yer vererek dördüncü grubu oluşturmaktadır. Söz konusu kategorileri düzenlerken farklılaşmanın dini davranış açısından kaynaklandığı tespit etmiştir. Böylece ona göre dindarlık, herhangi bir dini davranışı olmayanlar, hayatın belli dönemlerinde veya yılın belli dönemlerine ait davranışlar şeklinde ifade eder (Desroche,1998:76 vd.).Farklı dindarlıkların toplu bir dökümünü veren Onay ve Köktaş çalışmalarında literatürde yer alan tipolojileri şöyle sıralamışlardır (Onay,2001:3-45): - İçe dönük ve dışa dönük dindarlıklar (Jung) - Aklı, fikri veya duygu ağırlık dindarlıklar (Scheneider) - Dini duyguların en yüksek dereceye ulaştığı mistik dindarlık fikri tarafı ön plana alıp akla değer veren dindarlık, duygusuyla fikri yönü dengeli olan dindarlıklar (Gruehn) - Teorik, pratik ve sosyolojik dindarlıklar (J. Wach) - Dinsel bağlılık, öğreti, ibadet ve dinsel grup dindarlığı (Lenski) 141 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi - Dinde inancı esas alıp ibadeti önemsemeyen, dini pratiklere ve şekle önem veren, zikri ön plana çıkaran, inançla ibadetin birlikte olacağını savunan ve ona göre hareket eden, inanmadıkları halde inanmış gibi görünen tipler (Peker) - İçtenlikli dindarlık, dıştan dindarlık (Allport) - İhlaslı ve gösterişli dindarlık (Okunuş) (Argle) - Resmi-Gayri resmi dindarlıklar, mezhep, kültür ve kilise dindarlıkları, tutucu Protestan, sekt ve liberal dindarlıklar. - Gayri amil, idare-i maslahatçı, dini bütün sofu ve yobaz dindarlıklar (Toplamacıoğlu) Yukarıdaki tanımlara bakıldığında dindarlık tanımlarının Yahudi ve Hıristiyan geleneğine bağlı toplumlar için yapıldığını ve çok sayıda tipolojinin oluştuğu görülmektedir. Buna karşın Türkiye’de dindarlık tipolojilerinin özgün olmadığı iddia edilmiş ve batıdakilerin birer aktarması olduğu belirtilmiştir. 2.2.Türkiye’de Dindarlık Tipolojileri Türkiye şartları düşünüldüğünde yapı ve bulgulardan hareketle işlevsel sayılabilecek tipolojiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Bunlardan M. Toplamcıoğlu dindarlığı şiddetin azlık-çokluğuna göre dini yaşayıp tipleri ve biçimine göre dini yaşayış tipleri olarak sınıflandırırken (Taplamacıoğlu, 1962:141-151), Günay ise dindarlığı, mensubiyet temelinde ele almıştır (Günay,1999:15). Toplamacıoğlu bu tipolojisinde şiddetin azlık-çokluğuna göre dini yaşayış tiplerini beşe ayırmıştır (Taplamacıoğlu, 1962:145): 1- Dini emir ve yasaklara sıkıca bağlı olup dini gereklere dünyevi hayatlarını da bağlayacak derecede sarılmış olan ve sofu dindarlar 2- Dini inanç ve gereklere saygılı olmakla birlikte dini pratiklere bağlılıklarında düzensizliğin hakim olduğu alaca dindarlar. 3- Dini inançlara az çok saygılı olmakla beraber, dini pratiklere yalnızca kolektif dindarlığın doruk noktasına eriştiği anlamda ilgi gösteren mevsimine göre dindarlar. 4- Dini pratiklere az çok saygılı olmakla birlikte dini pratiklerin çok daha az yer tuttuğu beynamaz dindarlar veya iş dindarları. 5- Dine karşı genellikle ilgisiz bir tutum içinde olanların oluşturduğu ilgisiz dindarlar. Ünver Günay’ın dindarlık tipolojisi ise her defasında ortaya konan ilişki boyutunu yansıtmaktadır. Toplamacıoğlu’nun çalışması da dikkate alınarak yapılan tipoloji, dindarlığı dini yaşayış tipi olarak tasvir eder (Günay, 1962:209-264). Kategorisinde birinci sırayı alanlar, dinin emir ve yasaklarına sıkıca bağlı olup dini geleneklere dünyevi hayatlarını da kapsayacak şekilde sarılmış olan sofu ve grupçu niteliklere sahip olan ateşli dindarlar yer alır. İkinci grupta yer alanlar ise; dini inanç ve gerekliliklere 142 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 saygılı ve içten bir şekilde bağlı olmakla birlikte, dini pratikleri gerçekleştirmede bir düzensizlik hakimdir. Dini hayatın odak noktaları olarak bilinen kutsal ay, gün ve gecelerde bu zümrenin dindarlığında belirgin bir artış kaydedildiğini belirtmiştir. Üçüncü grup dindarlar ise; dini inançlara az-çok saygılı olmakla birlikte dini pratiklere sadece kolektif dindarlığın doruk noktasına eriştiği anda ilgi gösteren bu zümre normal zamanlarda dini pratiklere hemen hemen hiç bağlı olmadıkları gibi çoğunlukla türlü toplumsal tutum ve davranışlarında da dini inanç düşünce ve gerçekliklerden kaynağını alan uygulamalara da yer vermektedir. Dördüncü grupta yer alan dindarlar ise, dinsel pratiklerin yaşantılarında çok daha az yer tuttuğu, ender durumlarda bazı dini pratikleri yerine getirmenin dışında dinle pek ilgili olmayan oportünist dindarlardır. Son olarak da dine karşı genellikle kayıtsız bir tutum içinde yer alanların oluşturduğu ilgisiz dindarlık tipolojisi yer almaktadır. Bu tip içinde de, genellikle dini inançlara karşı saygılı ve bağlı olmakla birlikte pratikte dinin, yaşantılarında hiçbir yer tutmadığı zümre ile bir kısım inançlara karşı saygılı ve bağlı olmakla birlikte, bir kısmına da mesafeli bir tutum içerisinde oldukları görülmektedir. Dindarlığı, dini yaşayışın şiddeti üzerinden (azlık-çokluk) tipleştirdiği bu beşli kategorisini, dindarlığı biçim üzerinden değerlendirdiği diğer bir tipoloji izlemiştir (Günay, 1962:265). Dört gruba ayırdığı tipolojisinde ilk sırayı, halk kültürü içinde öteden beri kökleşmiş ve kalıplaşmış unsurların hakim olduğu geleneksel halk dindarlığı yer almaktadır. İkincisinde ise geleneksel halk dindarlığı içinde öteden beri kökleşmiş, İslami unsurlarla bezenmiş bir durumda olup, Sünni ulema tarafından yine öteden beri hurafe veya batıl itikatlar şeklinde damgalanan ve İslami dini yaşayışa yabancı sayılan unsurlara yer vermeyen seçkinlerin dindarlığı yer alır. Üçüncü tip dindarlıkta ise, dinin tanrı ile kul arasında kutsal bir ilişki olduğu anlayışından hareket eden laik dindarlık tipidir. Biçim bakımından ayırt edilen son tip ise, geleneksel dindarlık tipiyle, laik tip arasında geçiş teşkil eden transzisyonel dindarlık yer alır ki, bu tip dini yaşayışa sahip olanlar dini ile dünya işlerini birbirinden ayırt etmektedirler. Yapılan tipolojiler yanında ampirik çalışmalarda dindarlığın belirlenmesinde hangi göstergelerin kullanılacağı meselesi de din sosyolojisinin önemli bir tartışma konusu olmuştur. Dindarlığın boyutları meselesi olarak tartışılan bu tür tipolojiler toplum içinde yaşayan bireyin dindarlığının nasıl tespit edileceği veya dinin insan hayatının hangi yönlerinde ve ne derece birlikte bulunduğu yönünde olmuştur. Batıda uzun yıllar dindarlık tek boyutlu bir fenomen olarak değerlendirilmiş ve bu yönüyle tespit edilmeye çalışılmıştır (Glock,1998:252). Son zamanlarda ise ampirik çalışmalarda tek kriterle yola çıkan çalışmalar eleştirilmeye başlanmış, 1960’lı yıllardan sonra din sosyologlarının büyük bir kısmı tek yönlü din anlayışı ve dindarlık anlayışının veya tanımların yeterli olmadığını ileri sürmeye başlamışlardır (Onay,2001:439).Dindarlığın çok boyutlu olarak 143 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi kavramsallaştırılmasını sistemli bir şekilde ele alan ilk sosyolog Glock olmuştur. “Dindarlığın Boyutları” adlı makalesinde dindarlığın boyutlarını, bütün büyük dinleri içine alacak biçimde düşündüğünü söyleyen Ch. Y. Glock, bunun sebebini, değişik boyutlarda, dinin belirtileri arasındaki bağdaşmanın ne olduğu ve hangi şartlarda değişik derecelerinin ortaya çıktığı bilinirse kültürün belki de en karmaşık öğesi olan din ve dindarlığın anlaşılmasının daha da mümkün hale geleceği olarak gösterir (Glock,1998:252). Dünya dinleri arasında birçok farklılığın bulunmasına rağmen, dindarlığın kendisini ortaya koyduğu genel alanlar açısından önemli ölçüde benzerliklerinde olduğuna dikkatimizi çeken Glock, bu tespite dayanarak dindarlığın boyutları olarak belirttiği beş kategori belirtmiştir. Ona göre dini olan her türlü tezahürü bu beş boyuttan birine bağlamak mümkündür. Ve bu beş kategoriyi hem dinin araştırılması ve hem de dindarlığın değerlendirilmesi için kategorik bir bakış açısı olarak teklif etmektedir. Dini araştırmalar da ve dindarlığın değerlendirilmesinde teklif ettiği beş kategori ise şu boyutlardan oluşmaktadır (Glock,1998:257). 1. Dini İnanç Boyutu Bu kategori ile dindar insanın belli inanç ilkelerini bilineceği beklentisi ifade edilir. Bu inanç ilkelerinin muhteva ve kapsamı sadece farklı dinlerde değil, aynı dini geleneğin içinde de farklı olabilir. Her din, inanç ilkelerinden belli bir siste kurar ve mensuplarından bu inanç ilkelerini bilmelerini bekler. İnsan için inancın fonksiyonu veya anlamının araştırılması da bu boyut içinde ele alınabilir. 2. İbadet Boyutu İbadet boyutu kategorisi ile bir dinin mensuplarının yerine getirdikleri bütün spesifik dini pratikler ifade edilir. Çeşitli ayinler, dua, özel dini törenlere katılma, oruç ibadeti ve benzeri ibaretler bu boyutun içine girer. 3. Dini Tecrübe (Duygu) Boyutu Bu boyut ile hemen hemen bütün dinlerin, dindar insanın herhangi bir zamanda az çok nihai gerçekliğe doğrudan katıldığını veya dini bir duyguyu tecrübe ettiğini kabul ettiklerini düşünülür. Çeşitli dinler tarafından uygun olarak açıklandığı veya çeşitli bireyler tarafından gerçek olarak tecrübe edildiği gibi, bu duygu tarzı dikkate değer biçimde farklı olacaktır. Bu, korku veya vecd halinde, huşu ve mutluluk duygusunda, ruhsal huzur bulmada veya ilahi olanla yoğun vasatta ortaya çıkabilir. Her din, bireysel dindarlığın işareti olarak subjektif dini tecrübeye belli bir değer verir. 4. Dini Bilgi Boyutu Bu boyutla, bütün dinlerde dindar insandan, inancın temel öğretilerini veya kutsal metinleri bilmesi veya onlara güvenmesinin beklendiği hususu düşünülür. Bir inancı bilmek onu kutsal kabul etmek gerekli şart olduğu için bilgi ve inanç boyutları arasında sıkı bir bağlantı vardır. 144 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 5. Dinin Etkileme Boyutu Bu boyut, anılan dört boyuttan farklıdır. Bu kategori ile birey olarak insanın, dini inanç, pratik tecrübe ve bilgisinin dünyevi (seküler) neticeleri özetlenmiştir. İnsanların ne yapmaları ve dinlerinin etkisiyle hangi zihniyete sahip olmaları gerektiğini belirleyen dini metinlerin tümü burada tezahür eder. Bunda “fiillerin” teolojik anlamı olan bir yeri olduğu görülmektedir. Etkileme boyutunun insan-Tanrı ilişkisinde söz konusu olduğu söylenebilir. Belirtmek gerekir ki, Glock gibi sosyologların ortaya koydukları dindarlığın boyutları ile ilgili denemeler, sadece dinin hem farklılaştığı, hem de organize olduğu toplumlarda anlamlıdır. Yani, dini inanç ve aktivitelerin ayrıldığı, diğer yandan dini yöntemlerin oldukça sınırlanmış organize olmuş cemaatlere dayandıkları yerlerde anlamlıdır. Yani, dini inanç ve aktivitelerin ayrıldığı diğer yandan dini yönelimlerin oldukça sınırlanmış, organize olmuş cemaatlere dayandıkları yerlerde anlamlıdır. Dolayısıyla primitif topluluklar bu araştırmanın dışında gözükmektedirler. İnsanlık tarihi dinin, insan, toplum ve kültür üzerinde çok geniş kapsamlı etkilerinin bulunduğunu göstermektedir. Bu bakımdan, dinin anlamı, kaynaklar, çeşitli formları ve etkilerini bilimsel olarak incelemek çok önemli olmaktadır. Bundan dolayı dini inanış, dini uygulama, dini yaşantı olgu ve süreçleri incelemek üzere genel geçer evrensel modeller bulunmaya çalışılmış, bu amaçla sosyal bilimlerde çok çeşitli paradigmalar ve teoriler inşa edilmiştir (Günay,2001:109). Dinin bilimsel perspektiften incelenmesi oldukça uzun ve karmaşık bir evrim sürecini gerektirmiştir. Günümüze gelinceye kadar dinle ilgili bilgilerin mitolojik bir karaktere sahipken giderek bu sürecin değişim geçirdiği görülmektedir. Mitolojik karaktere sahip olarak anlaşılan dinle ilgili bilgiler giderek normatif teolojilerin oluşumunu gerçekleştirmiştir (Chevaller,2000:36-37). Uzun süre normatif teolojilerle anlaşılmaya çalışılan din ve dini tezahürlerin spekülatif din felsefeleriyle de çeşitlendiği söylenebilir. Nihayet din, modern dönemde çok çeşitli bilimsel disiplinler aracılığıyla analitik ve sistematik bir şekilde incelenmelidir anlayışı oluşmaya başlamıştır (Wach, 1995:36). Dini hayatın anlaşılmasında bilimsel yaklaşımın oluşumu, günümüzde de hızla devam eden bu sürecin vardığı noktanın araştırılması, sosyal bilimlerin iç dinamiğini anlamak açısından faydalı olacağı gibi, din, dindarlık gibi kavramların hangi evrelerden geçtiğini göstermesi açısından da önemli olmaktadır. Din olgusuna bilimsel yaklaşım, çok büyük bir ölçüde modern döneme has bir durum ve gelişme olarak karşımıza çıkmasına karşın bu eğilimin kökleri aslında yeni bir olgu da değildir. Din konusuna olgusal ve bilimsel bir yaklaşım Yunanlı ve Romalı düşünürlerce, tenkitçi şüpheci, akılcı ve hatta fikri tutum ve eğilimler geliştirdikleri görülmektedir. Örneğin Yunanlı Şair Heserod’un daha M. Ö. 800’lerde Yunan mitolojisi ile ilgili derlemeleri içeren Teogoni’si din konusuna karşılaştırmalı ve sistematik bir 145 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi yaklaşımın tipik bir örneği olarak gösterilebilir (Günay,2001:111). Ancak Ortaçağ’ın dünyaya karşı olumsuz yaklaşımı sayesinde bu eğilimin varlığını kurumsallaştıramadığını belirtmek gerekir. Ortaçağ’ın bu tutumu dogmatizmin ve skolastizmin belirgin bir şekilde din üzerinde olumsuz olmasına neden olmuştur (Hocaoğlu, 1995:51-115). Gerek apolejetik ilahiyat anlayışı gerekse başta vahiy olmak üzere belli otoriteler etrafında kilisenin kurumsallaşması bilimsel yaklaşımın önünde set olduğuna işaret eder. Batıda geleneksel dinin değişimi ancak kendine özgü şartlarda bireyselleşme ve sekülarizasyon sonunda mümkün olacaktır. Bireyselleşme ve sekülarizasyonun ilk habercileri Ortaçağ’ın sonlarına doğru dünya tarihini de derinden etkileyen Rönesans ve reform hareketleridir. Büyük coğrafi, keşifler, sanayi devrimi, aydınlanma hareketi, bilimsel ve teknolojik buluşlar, şehirleşme, eğitim alanlarında kaydedilen aşamalar tüm dünyada insan ve toplum hayatında önemli değişmeleri beraberinde getirmiştir. Bunlar toplumsal hayatta önemli değişmeleri beraberinde getirmiştir. İnsanı ve toplumsal hayatı derinden etkileyen bu gelişmelerin dini etkilememesi düşünülemez. Rönesans ve reform hareketlerinden sonra özellikle XVII. ve XVIII. yüzyıllardan sonra insanı, toplumu, kültürleri olgusal, gelişmeci ve ilerlemeci süreçlerde inceleme eğilimi dine de aynı yaklaşım uygulanmasını gerektirmiştir (Stark,2002:34). Bu insan, toplum, tarih, kültür ve din konusunda yeni ve değişik modellerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. XIX yüzyıl bu açıdan değerlendirildiğinde önemi yadsınamayacak kadar büyüktür. Nitekim, bu dönemde Fransız sosyal filozofu ve sosyolojinin de babası olarak görülen A. Comte (1798-1857)’un, insanlık tarihini pozitivisit ve materyalist bir felsefi bakış açısından evrimci bir perspektifle görmek suretiyle ortaya koyduğu yeni, teorik ve metodolojik yaklaşım şeması, toplum ve din incelemeleri üzerinde çok derin ve geniş etkiler uyandırmıştır (Aydın,2001:13). Bu etkiler, özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bilimsel metodolojinin çerçevesini belirlemiş ve XX. Yüzyılda bir şekilde varlığını sürdürmeye devam ettirmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren dinin özü ve başlangıcı entelektüel kurgulara dayalı, basitleştirici ve düz hatlı, evrimci bir perspektif, bilimsel çalışmaları teslim almış gibidir. Max Müller’in naturizm, H. Spencer’in maniheizm, E. Taylor’un animizm, E. Durkheim’in totemizm, J. Frezer’in büyü, kuramları bu eğilimleri yansıtmaktadır. “Din Bilimlerin Teorik ve Metodolojik Sorunları” adlı makalesinde Ü. Günay, dinin bilimsel açıdan incelenmesini ve modern dönemde kaydedilen gelişmeleri detaylı bir şeklide incelemiştir. Adı geçen makalede bu eğilimler şu şekilde belirginlik kazanır: Her şeyden önce modern dönemde kaydedilen gelişmeler çeşitli fikir akımlarına kaynaklık etmiştir. Fikir adamlarının yanında filoloji, arkeoloji, antropoloji, sosyoloji ve psikoloji gibi pek çok bilim dalında değişiklik ve eğilimler bu yaklaşımlara kaynaklı etmiştir (Günay,2001:117). 146 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 Bu, dinin mahiyet ve anlamı, dini tecrübenin kaynağı, tabiatı, tarihi, tezahürleri ve işlevleri, dini hayatın ve kültürün sürekliliği ve değişimleri, yapıları, ilkeleri ve hatta kavramlarını sadece ilahiyatçılar için bir uğraş olmaktan çıkararak modern bilimlerin özellikle de din bilimlerinin olayda yerlerini almalarını sağlamıştır. Artık, din, dini uyanış ve değerler sistemi normatif filolojik metin incelemeleri şeklinde değil insan ve toplum tarafından yaşanan olgusal ve çoğulcu bir ortamda incelemenin önemi ortaya çıkmıştır (Özdalga,1990:58). Alan araştırmaları, yerinde gözlem, katılma tekniği, tarama, görüşme monografi, anket, soru kâğıtları gibi tekniklerle derlenen bilimsel verilerden hareket etme anlayışı giderek daha da önemli hale gelecektir. Bilindiği gibi din, oldukça karmaşık bir olgu ve gerçekliktir. Din fenomeni, insanları aşkınla bağ kurma ve çevresini belli bir sistem dâhilinde algılama imkânı verme, değer hiyerarşisi sağlama, denetleme ve kimlik belirleme gibi özsel ya da işlevsel nitelikleri vardır (Berger, 2000:255). Bu niteliklerin insan ve toplum hayatına etkilerini anlamak için sosyoloji bilimin birçok araç ve yöntemi devreye sokması gerekir. Çünkü sosyolojinin insanın sosyal eylemleri veya başka bir deyişle rol davranışıyla ilgilenmektedir. Bunun için sosyolojide tek bir yöntemin toplumsalı anlamada yeterli olmayacağı açıktır. Burada yöntemini insan bilimleri ve pozitif bilimlerden ödünç almak zorunda kalan dini araştırmaların her zaman metodolojik bir kimlik krizi içinde olduğunu hatırlatmak gerekir. Böylece bilimsel yöntemin tutarlı olması için din araştırmalarında geniş çeşitlilikteki yöntemleri sınıflandırma ihtiyacı hâsıl olmuş ve bu bağlamda birçok girişimde bulunulmuştur. Bu girişimleri üç grupta toplamak mümkündür: a) Dini, sosyoloji, psikoloji veya fizik açısından açıklamaya yönelik bilimsel bir çaba olarak görenler. b) Dinin anlamını dindar açısından kavramaya yönelik sezgisel ve analojik bir çaba olarak görenler. c) Din araştırmalarında indirgemeci ve indirgemeci olmayan yöntemleri telife yönelik çaba harcayanlar (Kepnes,2002:171). Dini ve dinle ilgili tezahürleri dindar açısından kavramaya yönelik, sezgisel ve analojik bir çaba olarak görenler Dilthey’den alınan “versthen” (anlama/understanding) teriminden hareket ederler. Dilthey’in deyimi ile anlama, zihinsel durumun tam bir bilincinde olmak ve empati ile onu yeniden kurmak ile ilgilidir. Ona göre anlamanın amacı ise; bir metnin, bir eser veya önemli bir tarihsel olayı gerçekleştiren bireyin zihni durumunu yeniden yaşamaktır. Dilthey; anlamı değer ve amaç motifleriyle dolu olan ve bireylerin özgür ve değişken iradelerine yönlendiren insani, toplumsal ve kültürel hayatın, düzenli ve evrensel yasalarla yönetilen bir tabiat olayının araştırılması gibi ele alınamayacağını savunmuştur. Anlama yönteminin ilk önemli isimlerinden bir diğeri ise bir kültürün benzersiz ve kendine özgü olduğuna dikkatimizi çeken Max Weber’dir. Her kültürel olayda neyin 147 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi benzersiz olduğunu anlamak isteyen biri, bir kültürün değer oryantasyonu hakkında bir şeylerin bilinmesi zorunluluğuna işaret etmiş olmaktadır. Weber, insan davranışını, inancını veya tiplerin paradigmatik formlarını sunmak yoluyla bize yardımcı olmuştur. Peter Berger anlama yönteminin önde gelen çağdaş savunucularındandır. Ona göre insan dünyası “temelde bir anlamlar sistemi” dir. Dolayısıyla bu anlamları “içeriden” anlamaksızın bu dünyada hiçbir şey hakkıyla bilinemez. Din araştırmalarında modern sosyal bilimler; anlamaya yönelik yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Önde gelen savunucuları ise; Carl Jung, Victor Frankl, Victor Turner Clifford Geertz ve Mary Douglas’tır (Kepnes,2002:173). Bu yöntemsel yaklaşımın temel özelliği dine “içeriden” bir bakış çabasıdır. Araştırmacılar, diğer kültürel ifade formları arasında dini benzersiz yapan şeyin ne olduğunu ve dindar için anlamının ne olduğunu bulmaya çalışmışlardır. Dini, sosyoloji, psikoloji ve fizik açısından açıklamaya yönelik bilimsel bir çaba olarak görenler ise Dilthey’in açıklama dediği yöntemi uygulamaya çalışmışlardır. Dinin ve dindarın varlığını açıklamaya çalışan klasik teşebbüsler Marx ve Freud tarafından da gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Marx dini faaliyeti tarihsel ve sosyo-ekonomik kanunlar açısından, Freud ise psikoseksüel kanunlar açısından açıklamışlardır. Örneğin Marx dini davranışı bir yönden hakim sınıfların kendi güçlerini pekiştirmek ve meşrulaştırmak için ideolojiler geliştirdiği, diğer yandan hakim sınıfların bir teselli formu arayacağı kurallı olarak öngörürken açıklama faaliyetinin tam içinde olmaktadır (Aydın,2000:105). Din araştırmalarında açıklama yönteminin çağdaş savunucularından en deneyimlisi Ralp Berhoe’dır. O dini tecrübelerin iç ve dış duyu verilerinin anılar ve düşüncelerle birlikte karmaşık bir bileşimi ile ilgili olacağını savunur. Açıklama ekolünün diğer çağdaş temsilcileri arasında RodaliffeBrown, Claude Levi Strauss, Lean Festinger, Milton Yinger ve Robin Fox’u görmekteyiz. Aşkın’ı ve diğer dünyaya ait düşünceleri, bu dünyaya ait tabii formlara irca etme teşebbüsleriyle, açıklama yöntemini kullananlar sıkça indirgemeci olmakla suçlanmışlardır (Özdalga,1998:30). Bunlar dini toplumsal ve psişik olarak analiz etmişler ve onu genellikle diğer toplumsal ve ruhsal formlarla benzeyen yönleri itibariyle ele almışlardır. Yine bunların keşfetmeyi amaçladıkları şey, dini belirleyen doğal kanunlardan ziyade dinin icra ettiği toplumsal işlevlerdir. Son olarak açıklama ve anlama yöntemlerini, birbirinden farklı olduğunu görmekle birlikte bu yöntemleri yorumlama işinde aslında birbirini tamamlayan unsur olarak gören hermonetikçi çabayı zikredebiliriz. Din araştırmacıları dini bir tecrübeyi genelde doğrudan doğruya ele almazlar onu metinler ve semboller vasıtasıyla incelemek zorundadırlar (Glock ,1998:1252-253). Burada açıklama yöntemi son derece önemlidir. Dolayısıyla pozitif bilimlerin dışarıdan bakan perspektifleri din üzerinde bazı ayrımlar yapma imkânı tanımaktadır. Bir din araştırması sadece, din, onun toplumsal ve ruhsal işlevi ile veya onun kökenlerine 148 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 indirgemeye çalışırsa hata yapar. Bu, açıklama yönteminin anlama yöntemine ihtiyacını belirlemektedir. Ricoeur’un yorumlama yöntemini din araştırmalarınca uygulayarak ve araştırmanın amacını belirleyen bu çabayı gelecek vadeden bir model olacağı söylenebilir. Bu modeli savunanlar dini belli bir mesafeden analiz etmek için açıklama yönteminin gerekliliğine işaret etmişler ve açıklamadan elde edilen bilgilerle, dindarın yaşadığı dünyayı anlama çabasının anlamlı olacağını ileri sürmüşlerdir. Son araştırmalarında yöntem seçimi, araştırmalarda kullanılan tanımlarından da hangi bağlamda şekilleneceğini din tanımının araştırmada kullanılacak olmasıdır. Yukarıda belirtildiği gibi din araştırmalarına konu olan dinin özsel ve işlevsel tanımlarının sosyal bilimlere konu edildiği görülmüştü. Ve genelde sosyal bilimlerde din tanımlarının özsel yapıdan hareketle değil de fonksiyonları açısından ele alındığı ortaya çıkmıştı. Anlama ve açıklama yöntemleri açısından düşünürsek her iki yaklaşımın da aslında araştırmaya teorik bir perspektif sağladığını söyleyebiliriz. Yine de sosyal bilimlerde ister din olsun, isterse dini hayatın tezahürleri olsun bir sorunsal olmaktan kurtulamadığını görmekteyiz. Bu sorunsal dinde olduğu gibi dindarlıkta da göreceli algılanış düzeylerinin oluşumunu açıklar niteliktedir. Bütün bu söylenenler dini hayatın incelenmesi esasında değişimleri anlayabilmek için dindarlığın boyutları ve tipolojilerinin gerekliliğine işaret etmektedir. Bu gereklilik belli bir dayanak noktası oluşturma zorunluluğu yanında, insanların dini yönelimlerinin sınıflandırılması ihtiyacını ve dindarlığın boyutlarını da ölçmesinin gerekliliğine bir gönderme yapmıştır. Bilindiği gibi insanlar yetenekleri, kişilikleri ve davranışları ile birbirinden çeşitli düzeylerde farklılıklar göstermektedir. Ve insanoğlunun bu farklılıkların ayrımında olması insanlık tarihi kadar eskidir. Eski Yunan filozoflarından Eflatun ve Aristo’nun eserlerinde bireysel farklılıklardan bahsettiklerini görmekteyiz (Yaparel, 1987:405). Bazı kaynaklar bunun tarihini M.Ö. 2200 yılı Çin’ine kadar götürmektedir. Ortaçağ Avrupa sına gelindiğinde ise bireysel farklılıklara ilginin azaldığını hatta hemen hemen hiç olmadığını, bireylerin tutum ve davranış biçimlerinin büyük ölçüde ait oldukları sosyal sınıfların belirlediğini ifade etmenin birtakım yaptırımlarla engellendiğini ortaya çıkarmaktadır. Ne var ki, Avrupa tarihi açısından Rönesans ve Reform hareketleri bireylerin öğrenmeye karşı ilgilerini artırmış bireysel tutum ve davranışların ayrımına varmaya başladıklarını gösterir bir milat noktasıdır. Buna rağmen bireysel farklılıklar hususundaki bilimsel çalışmaların başlaması için 19. yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekmiştir. Gustaw Fechner, Willhelm Wundt, Hermann Ebbinghaus ve diğer bazı araştırmacıların çalışmalarıyla toplumsal fenomenleri açıklamanın yeterli olmadığının fark edilmesini sağlamışlar toplumsal fenomenleri anlamak için sayısal ve rasyonel terimlere ihtiyaç olduğuna işaret etmişlerdir (Yılmaz,1999:14). Ruh hastalıklarını tedavi etmek için klinik 149 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi değerlendirmeler, testlerin gelişmesine katkı sağladığı gibi bilimsel yaklaşımın dönüştüğünü göstermesi açısından önemlidir. Konumuz açısından önemli olan tutum ölçekleri ise diğerlerine göre tarihi epeyce yenidir. L. L. Thurstone’un yapmış olduğu ilk tutum ölçeği ve bu tutum ölçeğinin geliştirilmesi 20. yüzyılın ilk çeyreğine rastlar (Kağıtçıbaşı, t.y:134). 1929’dan sonra geliştirilen bu ilk tutum ölçeğinden sonra, pozitiften negatife doğru beşli bir derecelendirme ölçeği olan Likert’ın 1932’de geliştirdiği tutum ölçeği izler (Arkonaç, 2001:172). Bu tarihten sonra tutum ve davranışları ampirik bir yöntemle anlamaya çalışan çok sayıda ölçek çalışması yapılmış ve halen de bu süreç bütün hızıyla devam etmektedir. Öyleyse bütün bunlardan hareketle süreç içerisinde ölçeklemenin ve ölçekleme çeşitlerinin ne anlama geldiğini ve neler olduğunu belirtmekte fayda var. Ölçekleme, ortak olduğu varsayılan kültürel anlamların ya da paylaşılan toplumsal yorumların gözlenmesine dayalı sosyolojik bir ölçüm tekniğidir. Ölçekleme teknikleri sosyolojide muhtemelen en çok o alana özgü uzman ölçekleme tekniklerinin tasarlandığı tutumların ve kişiliklerin ölçülmesinde kullanılmaktadır. Bununla beraber göz ardı edilmemesi gereken bir soruna burada değinmek ve sosyolog açısından problemin zorluklarına da işaret etmek gerekir. Bilimsel bir anlama yöntemi olarak ölçüm her ne kadar rüştünü ispat etse de sosyologu dört ana sorunla da karşı karşıya getirir (Cangızbay, 1999:162). Bunlar: 1- Temsil Etme Sorunu: Ampirik dünyanın kaç özelliği en iyi şekilde modellenir? 2- Benzersizlik Sorunu: Ölçüm sonuç itibariyle ne kadar benzersizdir? 3- Uygun İstatistik Sorunu: Ölçme işlemlerini meşrulaştıracak göstergeler nelerdir? 4- Anlamlılık Sorunu: Ölçüm sayıları ölçtüğü şeyi ne kadar anlamlı kılmaktadır? Bütün bu sorunlara karşın davranış ve tutumları anlamlandırma arzusu ampirik çalışmalara ilgiyi azaltmamış ve verileri üst düzeyde değerlendirme yöntemi olarak ölçüm yapmanın zorunluluğu hissedilmiştir. Tutum ve davranışları çok boyutlu ölçekleme (multi-stage sample), Ayrımsal Anlam yöntemi (Semantic differential), Bogardus Toplumsal Mesafe Ölçeği (Bogardus Social Scale), Guttman Ölçeği (Guttman Scale), Likert ölçeği (Likert Scale) Otoriter kişilik (authoritaian personality) vb. birçok tek boyutlu ölçekler aracılığıyla ölçme çabaları ortaya çıkmış, literatür epeyce zenginleştirilmiştir (David Krech ve Richard S. Crutchfild,1980:305-397). 3. Dini Hayatın Ölçülmesi: Dindarlık Ölçekleri 3.1. Batıda Dindarlık Ölçme Çalışmaları Özel yöntem ve teknikler kullanılarak bir kişinin dindarlık düzeyini belirlemeye ve verilen sonucu rakamsal değerler halinde ifade etmeye 150 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 dindarlık ölçme denir. Dindarlık ölçme çalışmaları 1940’lı yıllarda başlamıştır. Dindarlık ölçümü ile ilgili henüz erken dönem sayılan 1940’lı ve 1950’li yıllardan itibaren yapılan bu çalışmaları 1960’lı yıllardan itibaren item ölçüm tekniklerinin kullanıldığı alan araştırmaları izlenmiştir. Bu dönemde elde edilen verilerin istatistiki analiz yöntemleriyle tahlil edilmeye başlandığı görülmektedir. İlk örnekleri Amerika’da gerçekleştirilen bu çalışmaların büyük bir kısmı Hıristiyan ölçümü ile ilgilidir. 1970’li ve takip eden yıllarda İngiltere’de ve bazı Batı Avrupa ülkelerinde de benzer çalışmaların başladığı görülmektedir. Konu ile ilgili literatür incelendiğinde dindarlık ölçeklerinde üç farklı yaklaşım dikkat çekmektedir (Mutlu, 1989:195): 1- Gordon W. Allport ve J. Michael Ross tarafından geliştiren dindarlığı “içe dönük” ve “dışa dönük” olmak üzere iki grupta ele alan yaklaşım. Bu yaklaşım dindarlığı “içe dönük”, “dışa dönük” kavramlarıyla ölçer (Yıldız, 2001:26). 2- Dindarlığı çok boyutlu bir fenomen olarak ele alınan yaklaşım. Çok boyutlu dindarlık ölçeklerinin kullanıldığı bu yaklaşımda, kişilerin nasıl bir Hıristiyan nasıl bir Protestan veya nasıl bir Müslüman olduğu sorunlarından birine cevap aranır. 1967 yılına kadar dindarlığın çok boyutlu olduğu hipotezi açıkça test edilmemiştir. Morton King, 1967 yılında söz konusu hipotezi bilimsel bir yöntemle tespit ederek dindarlığın çok boyutlu bir fenomen olarak ele alınması gerekliliğini işaret etmiştir. Dindarlık boyutları genellikle faktör analizi yöntemi ile belirlenmiştir. Çok boyutlu dindarlık ölçeği daha sonra Müslüman dindarlığına da ilham kaynağı olmuştur. 3- Bu yaklaşımda ise, diğerlerinden farklı olarak kişilerin dini yönelim düzeyleri düşünce, davranış ve duygu boyutlarında ele alınır (Onay,2002:180). Dini yönelimlerin ilahiyat ve sosyal psikoloji açısından teorik bir temele oturtulduğu bu çalışmalarda din, yönelim düzeyleri düşünce, davranış ve duygu boyutlarında ele alınır. Bu yaklaşımın esas amacı, yönelim objesine karşı bireyin yapmış olduğu değerlendirmenin ifadesi olan tepki cevaplarının düşünce, davranış ve duygu boyutlarında ölçmektir. 1967 yılında Allport-Ross adlı bilim adamlarının geliştirdiği dini yönelim ölçeği (Regilious Orientantion Scale, Ross) bu alanda atılmış en önemli adımlardan biridir. Allport-Ross, dini yönelim konusuna ağırlıklı olarak sosyal psikoloji disiplini perspektifinden yaklaşmışlardır. “İçe dönük”, “dışa dönük” dindarlık tarafından hareket eden Dini Yönelim Ölçeği, dokuz maddesi içe dönük on biri de dışa dönük dindarlık olmak üzere 20 maddeden oluşmaktadır. Bu ölçekte kişiler: 1- İçe dönük dindarlık tipi 2- Dışa dönük dindarlık tipi 3- Ayrımsız dindarlık tipi 151 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi 4- Dindar olmayan tipler olarak dört gruba ayrılmıştır. Ayrıca ölçekte dindarlıkla aşağıdaki değişkenler arasındaki ilişki incelenmeye çalışılmıştır (Uysal, 1995:172-176). a. Ayrımcılık b. Genel anlamda dindarlık c. Cinsiyet farkı d. Doğmatizm e. Feminizm f. Ölüm korkusu g. Sürekli kaygı h. Deprasyon ı. Toplumsal beklenti i. Psikolojik değişim k. Kendini güçsüz görme eğilimi Hıristiyan dindarlık ölçeklerinde Glock, Lenski, Faulkner ve De Jung isimlerinin öne çıktığını belirtmek gerekir. 3.2. Türkiye’de İslami Dindarlık Ölçekleri İslami dindarlıkla ilgili Türkiye’de ilk çalışma 1962 yılında Mehmet Toplamacıoğlu tarafından yapılmıştır (Taplamcıoğlu,1962). Uzun bir aradan sonra 1977 yılında bu çalışmayı Erdoğan Fırat’ın yaptığı diğer bir çalışma izlemiştir (Fırat, 1997). Dünya literatürü ile karşılaştırıldığında Müslüman dindarlığını ölçmeye yönelik bu girişimler çağdaşlarına göre zamanlama açısından erken döneme rastlamaktadır. Ancak bu çalışmalar yöntem ve teknik alt yapı bakımından o dönemde yapılan benzer çalışmaların gerisinde görülmektedir (Mutlu,1989:194). Yöntem ve teknik alt yapı yetersizliğine dikkatimizi çeken A. Onay, 1980’li yıllara kadar söz konusu çalışmaların daha iyisini yapılamadığını ancak 80’lı yıllardan sonra yeniden çalışmaların hız kazandığı belirtir (Onay, 2001:402). 80’li yıllarda Kayhan Mutlu, Müslüman dindarlıkla ilgili bir ölçek geliştirmiş Faulkner, De Jung, King ve Hunt’un çalışmalarından yararlanarak 14 maddeden oluşan bir ölçek geliştirmiştir. Likert formatında hazırlanan ölçekle Fundemantalizm ve dindarlık arasındaki ilişki araştırılmıştır (Mutlu,1989:194). Diğer önemli bir çalışma ise M. Emin Köktaş tarafından Müslüman dindarlığı ile ilgili geliştirdiği ölçektir. Glock ve Lenski’ye benzer bir yaklaşımla dindarlık kavramının operasyonelleştirilmesi, çalışmada esas olarak amaçlanmıştır. Ölçekte yer alan maddeler çoktan seçmeli Likert formatında hazırlanmıştır. Münir Koştaş (Koştaş, 1995), ise çalışmasında M. Emin Köktaş’ın yaklaşımına benzer bir yöntem kullanmıştır. 1980’li yıllarda bir İslami dindarlık ölçeği geliştiren Veysel Uysal’ın çalışmasına da işaret etmek gerekir (Uysal, 1995). O çalışmasında dindarlığı beş boyutlu olarak ele almıştır. Likert formatında 152 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 hazırlanan ölçek 26 maddeden oluşup dini hayat ile şahsi özellikler arasındaki ilişki incelenmiştir. 3.3. Dindarlık Ölçme Çalışmalarında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar 1- Güvenilirlik; soru havuzu yöntemiyle çok boyutlu dindarlık ölçeklerinde genellikle ciddi bir sorundur. 2- Dindarlık ölçeklerinin, geçerlilik ve güvenilirliği faktör analizi, güvenilirlik katsayısı, madde analizi gibi gerekli testler kontrol edilmelidir. 3- Dindarlık ölçümü derken, ölçüme konu olan dindarlığın sınırları iyi çizilmelidir. 4- Dindarlıktan çok kişilerin, ekonomik-sosyal ve kültürel durumlarını ilgilendiren bağlamsal faktörlerin birer dindarlık ölçütü olarak ele alınmalıdır. 5- Kişilerin sahip olduğu deneyim ve tecrübeler, onların kilise, diyanet ve cemaat gibi dini kurumlara karşı olumsuz bir tasvir almalarına neden olmasına neden edilmelidir (Onay, 2001:444-447). 3.4. Dindarlığı Tek ve Çok Boyutlu Ölçme Dini anlayış ve bağlılıkların sistemli analizlerinde belli bir dayanak noktası oluşturma zorunluluğu, insanların dini yönelimlerinin sınıflandırılması ve dindarlığın çeşitli boyutlarda ele alınmasını gerektirmiştir. Ampirik din araştırmalarda inancı yada dini ibadetlere katılımı tek bir göstergeyle yada boyuta dayalı analizlerin, bütünsel olarak dini yaşantıları açıklamada yetersizliği fark edilmiş, çok boyutlu dindarlık ölçekleri geliştirilmiştir (Yaparel, 1987:45-61). Batıda geliştirilen dindarlık ölçekleri ve özellikle çok boyutlu yaklaşımların Türkiye’de benzeri çalışmaları etkilediği görülmektedir. Bunlar arasında J. Wach’ın dini tecrübelerin tezahürünü teorik, pratik ve sosyolojik olarak üçe ayırdığı çalışması (Wach, 1995:45-61), Glock’un dindarlığın ölçümünde inanç, ibadet, duygu, bilgi ve toplumsal etkileri temel alan beşli tasnifi G. Lenski’nin dindarlığı zühd, inanç, ayinsel davranış, dini gruplar olarak değerlendirdiği dörtlü kategorisi en önemlilerindendir (Robertson, 1998:235). Türkiye’de yapılan çalışmaların dini yaşayışın farklı görüntülerini ifade eden bu boyutları dikkate aldıkları görülmektedir. Esasen çeşitli süreçlerde dindarlığın hangi boyutlarda ne tür bir etkileşime girdiğini gözlemek amacı güden çalışmaların dini davranışın bütün şekillerini dikkate alma zorunluluğu baştan beri kabul edilmiştir. Çünkü özellikle İslamiyet söz konusu olduğunda dinin teorik ve inanç boyutunun göz ardı edilmesi mümkün değildir. Bunun yanında beden ile mal ile, hem beden ve hem de mal ile yapılan namaz, oruç, hac, zekat ve kurban gibi ibaretler de dinin ayrılmaz birer parçası görünümündedirler. Bu dinin tabiri olarak pratik boyutunun inanç ve teorik boyutla bir bütün içinde değerlendirilmesi gerektiğini gösterir. Yine dindarlığın boyutları arasında gözden 153 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi kaçırılmaması gereken diğer önemli bir unsur da dinin duygu boyutu olduğudur. İlahi alana korku veya vecd husu veya mutluluk temelinde gerçekleşen ve her insanda temel bir yönelim olarak var olan bu duygusal yönelim açık zihinsel ve dinsel anlam taşımaktadır. Kur’ân-ı yüzünden okumayı bilme, yada ibaretleri yerine getirecek kadar bilgiye sahip olma ve gündelik hayat içinde dini yaşayışa ilişkin problemlerin çözümünde bilginin önemi yadsınamaz. Böylece dindarlığı anlamlandırmada dinin bilgi boyutu önemli olmaktadır. Son olarak aile, eğitim, siyaset ve boş zaman gibi sosyo-kültürel yapıda dinin dünyevi etkileri bize İslamiyet’in bu alanlarda yaygın ve yoğun bir etkileşim alanı işgal ettiğini göstermektedir. Bununla dindarlık araştırmalarının toplumsal etki boyutunun göz ardı edilememesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. 3.5. Türkiye’de Dindarlık Ölçümlerinde Ulaşılan Sonuçlar Türkiye’de dini yaşayışı araştıran uygulamalı çalışmalara bakıldığında yukarıda belirtilen boyutların ele alındıkları görülmektedir. Aşağıda bu çalışmalarda elde edilen bulgular ve bulgulardan hareketle ortaya çıkan sonuçları incelenmeye çalışılacaktır. Araştırmalar göstermektedir ki, Tevhid inancını yansıtan Allah’ın varlığını ve birliğini ve Hz. Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanma konusunda yaratıcı Tanrı fikrine sıcak bakıldığı görülmektedir. İnanç boyutu ile ilgili yapılan çalışmalarda Allah fikrine olan sıcak yaklaşım peygamberi benimsemede ya da Allah fikrine olan sıcak yaklaşım peygamberi benimseme ya da kabul etmede aynı niteliğin görülmediği tespit edilmiştir (Uysal, 1995:271). Cinsiyet değişkenine göre, iman esasları bildiğimiz Allah’ın varlığına, birliğine, kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine, ahirete, kaza ve kadere inanma durumu, kadınlarda erkeklere göre daha yüksek çıkmaktadır. Halk inançlarına inanç ve uygulama durumu erkeklere göre kadınlarda daha fazla olduğu görülmektedir (Akdoğan, 2002:124-137). Yaş değişkeninde ise genel olarak, yaşın ilerlemesine paralel biçimde inanma düzeyini gösteren değerlerde artış görülürken şüpheci, kararsız ve inanmama tutumlarında düşme görülmektedir (Köktaş, 1993:77106). Kentlerin gecekondu çevrelerinde ve kırksal alanlarda kent merkezlerine göre derin bir tevekkül, kader ve teslimiyet düşüncesinin izlerine rastlanmaktadır. İnanç ve uygulamaları konusunda farklı dini yönelimlere sahip kişilerin farklı gerçeklerle ortak bir yanıtta birleştikleri de görülmektedir (Çelik, 2002:198-221). Çarkoğlu ve Toprak, inanç boyutuna ilişkin Türk toplumunda halkının çok büyük bir çoğunluğun inançlı olduklarını çalışmalarında belirtmiştir (Çarkoğlu ve Toprak, 2000:14). Ne var ki Kur’ân-ın inandırıcılığını sorgulayanların ve İslam’ın değişmesi gerektiğini düşünenlerin sayısının azımsanmayacak bir oranda olduğunu da 154 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 tespit etmişlerdir. Bu da dini yönelimleri farklı alanların inançları konusundaki verileri yorumlamada çok hassas durulması gerektiğini göstermektedir (Onay,2001:445). Dini ayinler, dua, namaz, oruç ve benzeri dini pratikler dindarlığın pratik boyutunu oluşturur. İbadetleri yerine getirme sıklığı ve şiddetindeki değişimlerin dışında onların yapılarında ve muhtevalarında meydana gelen farklılaşmalar da araştırılmıştır (Taplamacıoğlu, 1962:145). Dini pratiklerdeki aktifliğin diğer uygulamalarla ilişkinin göz ardı edilmesinin ölçüm hatalarına neden olacağına da işaret edilmiştir (Özdalga,1989:30). Çarkoğlu ve Toprak’ın bulguları, Türk toplumunda din pratiklerin nitelik olarak birbirlerinden farklılaşan üç boyutuna işaret etmektedirler. Beş vakit namaz kılmak, Kur’ân okumak, teravih namazına gitmek birinci boyuta girer. İkinci boyuta ise zekât ve fitre vermek, kurban kesmek ve dini vakıflara bağış yapmak gibi dinamik katkıyla gerçekleşen ibaretler yer alır. Son olarak ise halk İslami olarak nitelendirilebilecek kurşun döktürmek, muska yazdırmak, yatır ve türbe ziyaretine gitmek, adak adamak gibi davranışlar biçimleri yer alır (Çarkoğlu ve Toprak, 2000:14,48). Dindarlığın pratikler boyutunda ortaya çıkan genel eğilimler değişkenlere göre farklılaştığı tespit edilmiştir (Onay, 2001:271-272). Düzenli olarak yapılan ibaretler, oranları kadınlarda daha yüksek olduğu görülürken, çalışan kadınlarda bu oranlar düşmektedir. Cami ve cami dışında yapılan dini uygulamalar kadınlara göre erkeklerin daha aktiflik olduğu görülmüştür. Yaşın ilerlemesi ile dini pratiklere ilgi ve uygulamaların artış arasında da doğru bir orantı tespit edilmiştir. Eğitim düzeyi arttıkça ibaretlerin düzenli olarak yapılmasında bir azalma olurken, kurban kesme, zekât vermeye karşı olma eğilimi de artmaktadır. Akdoğan’ın tespitine göre alt sosyo-ekonomik kategorilere doğru gidildikçe ibadetleri yerine getirme tutumlarında bir yükselmenin olduğu ifade edilmiştir (Akdoğan, 2002:143144). Meslek gruplarına göre dini pratikler boyutunda dikkate değer bazı farklılaşmalar olmaktadır. Dindarlığın ibadet boyutuna en fazla katılım daha çok ev hanımları, esnaf zanaatkâr gibi geleneksel iş kolları ile serbest meslek sahiplerinde gerçekleşirken, işçiler, tüccar, üst düzey yönetici ve memurlarda ise giderek azalma eğilimi görülmektedir (Köktaş, 1993:107128). Dini pratikler bakımından farklı yönelimlere sahip olanların en çok birleşme eğilimi gösterdikleri ibadet oruç ibadetidir (Türk Gençliği 98,1999:76). Dini tecrübe boyutu, kişinin dini bir duyguyu tecrübe etmesi anlamında ilahi olanla doğrudan teması ya da manevi huzur bulmak amacıyla korku veya vecd halinde veya huzur ve mutluluk duygularında ortaya çıkar (Glock,1998:254). Berger’in de işaret ettiği gibi dinin anlam verici, sembolik olarak bütünleştirici ve meşrulaştırıcı fonksiyonları dinin tecrübe boyutunu anlamlı kılmaktadır (Berger, 2002/b:129-135). Bu amaçla kişilerin özellikle bir ibadet esnasında ya da gündelik hayatın işleri içinde Allah’a yakın olduğunu düşünerek bir ürperti duyup duymadıkları sorulmuş bununla dinin 155 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi hayata bir anlam ve gaye verip vermediği sorularak ölçüme konu edilmiştir. Bu boyutu değerlendirme kapsamına alan çalışmalarda, erkeklerin kadınlara nispetle dini tecrübeyi daha fazla yaşadıkları, hiç yaşamayanların ise kadınlarda daha yüksek çıktığı tespit edilmiştir. Yaşın ilerlemesi, dini tecrübe konusunda bir faktör olarak devreye girmektedir. Yaşın ilerlemesi ile tecrübe etmenin doğru orantılı olarak arttığı görülmüştür (Köktaş, 1993:129131). Gelir düzeyi değişkeninde ise alt sosyo-ekonomik kategorilere doğru dinin anlam verici fonksiyonuna bütünüyle katılma oranı yükselmekte ancak üst gelir düzeyinde ise bu eğilim düşmektedir (Çelik,2002:217-221). Dinler mensuplarından farklı değerler taşıyan dini bilgi sahibi olmalarını ister. Bu nedenle dindar insanın temel inanç öğretilerini ve kutsal metinleri bilmesi dindarlığın bilgi boyutunu oluşturur. Bununla birlikte gerek inanç gerekse de dini pratikleri yerine getirme durumu doğrudan bilginin zorunlu bir sonucu gibi ele alınamaz (Glock,1998:268). Bilgi boyutunda deneysel araştırmalar cinsiyet konusunda özellikle erkeklerin kadınlara göre daha da yüksek oranda Kur’ân’ı yüzünden okumayı bildikleri ve okumayı bilmeyenlerin kadınlarda daha yüksek olduğunu göstermektedir (Akdoğan, 2002:168). Dini konularda konuşma yoğunluğu arkadaşlarının ve yakın çevresinin dindar olup olmamasına karşı değiştiği gözlenmiştir. Yaş ve sosyo-ekonomik düzey değişkenlerinde bu duruma karşılık öğrenim düzeyinin artışı, bilgi boyutunda bazı davranış ve tutumlarda doğru orantılı bir artışa yol açmaktadır. Bununla birlikte, bilgi boyutuna giren göstergelerde eğitim ve sosyo-ekonomik değişkenlerin artışına bağlı olarak gözlenen artışlar, pratik yani ibadet boyutunu aynı ölçüde yansıtmaktadır (Köktaş, 1993:131-140). Birey olarak dini inanç, tecrübe, pratik ve bilgilerin aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve boş zamanları değerlendirme gibi kültürel ve kurumlar alanlardaki etkileri dindarlığın etkileme boyutuna ele alınır. Dinin toplumsal davranışlara etkisine ilişkin genel eğilimleri öncelikli olarak din ve aile ilişkilerinde ele almak gerekir. Evlilik öncesi kız-erkek ilişkilerinden, eş seçimine ve evliliğin gerçekleşme tarzı ile aile içi ilişkiler ve otorite anlayışı gibi hususlarda dinsel yönelimlere bağlantılı tutumlar değişkenlere göre farklılıklar taşımaktadır (Uysal, 1992:174). Eşlerin seçiminde dindar olmalarına önem verme eğilimi geleneksel-muhafazakâr kimliğin başka olduğu yerlerde daha çok kadınlarda, metropolleşmiş alanlarda ise erkeklerde daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Akdoğan, 2002:171). Doğum kontrolü örneği kadınların erkeklere oranla daha geleneksel ve muhafazakâr eğilim taşıdıklarını göstermiştir (Yaparel,1999:138-139). Eğitim-din ilişkileri açısından bakıldığında ise, verilen din eğitiminin düzeyine ilişkin genel bir talep, dinin gerçek anlamını öğrenme isteği olduğu belirtilmiştir. Öğrenim düzeyindeki artış, özellikle üniversite öğrenimi bireylerin hem farklı kültürlerle hem de geleneksel anlamlandırma sistemlerinden farklı anlam sistemleriyle karşılaşmasına neden olmaktadır (Akdoğan, 2002:178). Bu durum üniversite öğrencilerinde 156 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 partikülarist eğilimlerin düşük olmasına ve farklılıklara karşı hoşgörü ve toleransın etkileşmesine neden olmaktadır. Üniversite öğrencilerinin inanç boyutunda İslam inanç esaslarına yüksek oranda katıldıkları, ancak bu durum dini pratikleri yerine getirmede düzenli olmadığı görülmüştür (Bayyiğit,1998:171-178). Dini tutum ve davranışların ekonomik ahlak ve davranışlarla ilişkisi de önemlidir. Örneğin işyerinde ibaretleri rahatlıkla yerine getirme imkânlarının üretimi olumlu yönde etkileyeceği düşüncesi önem kazanmakla birlikte, ticari hayatta dindar insanın daha güvenilir olduğu sosyo-ekonomik ve eğitim düzeylerinin artışıyla düştüğü anlaşılmaktadır (Günay, 1999:204-217). Siyasal tutum ve davranışlarda dindarlık ilişkisi de araştırmaya konu olmuş, geleneksel din ve toplumsal değerlerin baskın olduğu bölgelerde, siyasal kültürle din arasında yoğun bir ilişki olduğu gözlenmiştir (Köktaş, 1997:213-268). Görülmektedir ki, hızlı bir değişim sürecinde bulunan Türk toplumunda, sosyo-kültürel hayatın diğer yönlerinde olduğu gibi dini hayatta da ortaya çıkan yeni olgu ve tezahürlerin, toplumsal, tarihsel bağlamlarına uygun kavram boyut ve tipolojileri içeren bir metodoloji geliştirme çabası bu çalışmalarda kendini belirgin olarak hissettirmektedir. Sonuç Çalışmanın sonuçlarını ortaya koyarken dinin değişen anlamlarıyla, nesnel bir gerçekliğe vurgu yapma ihtiyacı kast edilmiş olmaktadır. Ancak bu şekilde dinin değişen anlamlarını tespitte doğru bir yöntem izlenmiş olur. Araştırmamızda genelde din kavramından hareket edilmiş olması dini bireye ve topluma olan etkisinin göz ardı edilemeyecek kadar önemli olmasındandır. Ne var ki; din, bireyi ve toplumu etkiler ve kimi zamanda köklü bir değişime uğratırken, kendi özünde olmasa bile anlamlarında farklılaşmalar çoğu zaman meydana gelmektedir. Her ne kadar değişim kavramı olumsuz anlamlara gelse ve bir bozulma (ve kendinden başka bir şey olma) gibi gözükse de bireyin ve toplumların doğasına da uygunluğu göz ardı edilmemelidir. Tarihsel süreçte hızlı olmayan sosyal değişmelerin yaşandığı sanayi öncesi toplumları için dinin özüyle ilgili tanımların hâkim olduğu görülürken, hızlı sosyal değişmelerin yaşandığı dönemlerde diğer alanlarda olduğu gibi din anlayışlarında da değişmelerin çeşitlendiği görülmektedir. Araştırmanın sonuçlarından bir diğeri de, genelde sosyal bilimlerde özelde sosyoloji biliminde din denilince ne anlaşılması gerektiği konusunda üç eğilimin olduğudur: Dinin özü itibariyle tanımı, gördüğü işlevleri itibariyle tanımı ve bu iki tanımlamanın birey ve topluma olan yararlılık dereceleri itibariyle telif edilmeleri yönündeki tanımı. Dinin ne olduğu sorusu özle ilgili tanımları, dinin ne yaptığı sorusu işlevle ilgili tanımların belli tarihi ve toplumsal şartlar altında dinin söz konusu bu iki tanımının ne derecede ve ne ölçüde yararlı olduğu sorusu ise yararlılıkla ilgili tanımların amacı olmuştur. Buradan çıkarılacak doğal bir sonuç olarak 157 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi dinin özünün her zaman değişmez olarak kalırken işlevleri ve yansıma biçimlerinin farklı olabileceğidir. Dolayısıyla yararlılık konusunun izafi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Dinin yararlılık açısından tanımlama ve buna göre izah etme tavrı özellikle din-devlet ilişkisini de belirler niteliktedir. Dinin birey ve toplum hayatındaki işlevleri göz önünde bulundurulduğunda devlet açısından onun vazgeçilmez bir enstrüman olarak değerlendirildiği görülmektedir. Çoğu zaman din bir ulusu inşa etme ve devamlılığını sağlamada kaynaklardan bir kaynak olarak görülmüştür.19. yüzyıldan sonra din her ne kadar kurumsal ve toplumsal olmaktan uzaklaşmış, denetim işlevi kaybolmuş olsa da, modern toplumlarda bireyin değer sistemleri, varoluş krizlerine anlam verme ve kimliklerini ifadelendirme, aracı olmaya devam etmektedir. Şehirleşme, işbölümü, toplumsal farklılaşma ve aşırı bireyselleşme ve değerlerden kopma gibi süreçler, dini ortadan kaldıracaktır düşüncesi dünyadaki bir dizi gelişmeden sonra eski geçerliliğini yitirmiş gözükmektedir. 1940 ve 50 kuşağından sonra klasik sosyolojinin dine ilişkin öngörüleri önemli ölçüde tartışılır olmuştur. Sosyoloji bilimi bu tartışmalarda en az din kadar kendi bilgisinin de sorunsallaştırılması gerektiğini artık kabul etmiş gözükmektedir.19. yüzyılın din üzerindeki pozitivist etkisinin 20. yüzyılda tartışılmaya başlanması belirli bir dini anlamak için etkilerinin incelenmesi gerektiği görüşü yoğunluk kazanmıştır. Buna göre din faaliyet halinde incelenmelidir. Aynı zamanda bireyin belli bir dini topluma inanma ve katılmanın sonucu olarak kişide hangi duygu ve davranışların ve çevreye karşı tavır alışların nasıl geliştiğinin düşünülmeye ve araştırılmaya başladığının düşünülmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Belli bir dine inanan dindar bireylerin davranışlarının araştırılması dindarlık tipolojilerin oluşmasında etkili olmuştur. Sanayi devriminden sonra hızla değişin gündelik hayat ve bu değişimden etkilenen belli bir dine inanan dindara etkisi anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla dindarlığı ölçmede batıda ölçmede çok boyutlu ölçekler geliştirilmiş ve ampirik araştırmalar özellikle 1900’lerin başından itibaren hızla yetişmiş ve artmıştır. Sekülerleşmenin etkisiyle dine olan inancın azalacağı ve yok olacağı düşüncesinin gündelik hayatta dinin etkisinin hala devam etmesi bu çalışmaları anlamlı kılmıştır. Türkiye’de ise bu çalışmalar pek geç sayılmayan bir tarihten 1950 ve 1960’lı yıllarda üzerinde durulmaya başlamış, 80’li yıllardan sonra yoğunlaşmıştır. Ampirik çalışmaların batıya göre pek de geç kalmasına rağmen, bu tür çalışmaların Türkiye genelinde bir bütünlük içinde olmaması, Türkiye’deki dindarlık ölçümleri sonucunun net bir fotoğraf sağlanamamasını beraberinde getirmiştir. *** 158 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 Kaynakça Akdoğan, A. 2002. Geleneksel Toplumdan Modern Topluma Geçişte Dini Hayat, İstanbul: Rağbet Yayıncılık. Aktay, Y. 2000. Cumhuriyet Dönemi Din Politikaları ve Din İstismarı, İslamiyat, c.3, İstanbul. Arkonaç, S. A.2001. Sosyal Psikoloji, İstanbul: Alfa Yayıncılık. Armağan, M. 1990/a. Geleneksel Toplum, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul: Risale Yayıncılık. Armağan, M. 1990/b. Sekülarizasyon,. Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, İstanbul: Risale Yayıncılık. Aydın, M. S. 2001. Dünyevileşme, İslamiyat, C.4, S.3, Temmuz – Eylül. Aydın, M. 2000. Kurumlar Sosyolojisi, İstanbul: Vadi Yayıncılık. Bayyiğit, M. 1989. Üniversite Gençliğinin Dini İnanç Tutum ve Davranışları Üzerine Bir Araştırma, Bursa: BSBE, (Basılmamış Doktora Tezi). Belge, M. 1983/a.Cumhuriyet Döneminde Batılılaşma, C.D.T.A., Cilt:1, İstanbul: İletişim Yayıncılık. Belge, M. 1983/b.Türkiye’de Günlük Hayat, C.D.T.A., Cilt: 3-4, İstanbul: İletişim Yayıncılık. Berger, P. L. 2000. Kutsal Şemsiye, (Çev). Ali Coşkun, İstanbul: Rağbet Yayıncılık. Berger, P. L. 2002/a. Sekülerizmin Gerilemesi, (Çev.) Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, (Der.) Ali Köse, İstanbul: Ufuk Yayıncılık. Berger, P. L. 2002/b. Dini ve Toplumsal Kurumların Değişimi, (Çev.) Adil Çiftçi, Din ve Modernlik: Toplumbilim Yazıları I, (Der. ve Çev.), Adil Çiftçi, Ankara: Ankara Okulu Yayınları. Bruce, S. 2003.The Social Process of Secularization, (Ed.), R. Fenn, The Blackwell Companion of Religion, Oxford: Blacwell Publishing. Cangızbay, K. 1999. Sosyolojiler Değil, Sosyoloji, Ankara: Ütopya Yayınları. Chevalier, J. 2000. Din Fenomeni, (Çev.), Mehmet Aydın, Din Fenomeni, Mehmet Aydın, Konya: Din Bilimleri Yayınları. Çarkoğlu, A. ve Toprak, B. 2000. Türkiye’de Din, Toplum ve Siyaset, İstanbul: TESEV Yayınları. Çelik, C. 2002. Şehirleşme ve Din, Konya: Çizgi Kitabevi. Desroche, H. 1998. Morfolojik Sosyolojiden Tipolojik Sosyolojiye, Din Sosyolojisi, (Çev.), İzzet Er, Ankara: Akçağ Yayınları. Ergun, D. 1990. Sosyoloji El Kitabı, İstanbul: Gerçek Yayınları. Faroqhi, S. 2002. Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Fırat, E. 1997. Üniversite Öğrencilerinde Allah İnancı ve Din Duygusu: Din Psikolojisi Açısından Bir Değerlendirme, Ankara: AÜİF, (Yayınlanmamış Doktora Tezi,). 159 M. Erkol / Türkiye’de Dini Hayatı Anlamlandırmak: Dindarlık Olgusu ve Dindarlığın Ölçülmesi Geertz, C. 1998. Kültürel Bir Sistem Olarak Din, (Çev.), Yasin Aktay, Din Sosyolojisi, (Der.), Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi Yayınları. Geertz, C. 2001. Gerçeğin Ardından: Bir Antropologun Gözünden İki İslam Ülkesinin Kırk Yılı, (Çev.), Ulaş Türkmen, İstanbul: İletişim Yayınları. Glock, C.Y.1998. Dindarlığın Boyutları Üzerine, (Çev.) M. Emin Köktaş, Din Sosyoloji, (Der.) Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi Yayınları. Günay, Ü. 1999. Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat, İstanbul: Erzurum Kitabevi. Günay, Ü. 2001. Din Bilimlerinin Teorik ve Metodolojik Sorunları, İstanbul: Bilimname. Günay, Ü. 2002. Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları. Hanioğlu, Ş. 1985. Batıcılık, T.C.T.A., Cilt: 5, İstanbul: İletişim Yayınları. Hocaoğlu, D. 1995. Laisizmden Milli Sekülerizme, İstanbul: Selçuk Yayınları. TÜRK GENÇLİĞİ 98. 1999. İstanbul Mülkiyeliler Vakfı Sosyal Araştırmalar Merkezi, Ankara: Konrad Adenaur Vakfı Yayınları. Kağıtçıbaşı, Ç. t.y. Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınları. Karagöz, E. Ö. 2003. Max Weber’de Anlayış Sosyolojisi ve Din Olgusu, İstanbul: Derin Yayınları. Kostaş, M. 1995. Üniversite Öğrencilerinin Dine Bakışı, Ankara: TDV Yayınları. Köktaş, M. E. 1993.Türkiye’de Dini Hayat, İstanbul: İşaret Yayınları. Köktaş, M. E. 1997.Din ve Siyaset: Siyasal Davranış ve Dindarlık, İstanbul: Vadi Yayınları. Krech, D. ve Crutchfild, R. S. 1980. Sosyal Psikoloji, (Çev.), Erol Güngör, İstanbul: Ötüken Yayınları. Mardin, Ş. 2001. Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları. Marshall, G. 1999.Sosyoloji Sözlüğü, (Çev.), Osman Akınhay-Derya Kömürcü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Menschıne, G. 1994. Dini Sosyoloji, (Çev.), Mehmet Aydın, Konya: Tekin Kitabevi. Mert, N. 1994. Laiklik Tartışmalarına Kavramsal Bir Bakış, İstanbul: Bağlam Yayınları. Mutlu, K. 1989. Bir Dindarlık Ölçeği, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 3, S. 4. Okumuş, E. 2003. Toplumsal Değişme ve Din, İstanbul: İnsan Yayınları. Onay, A. 2001. Dindarlık Ölçme Çalışmaları, İslami Araştırmalar Dergisi. C.14,S.3-4. Onay, A. 2002. Dini Yönelim Ölçeği: Ölçek Geliştirmede Yöntem, Teorik Altyapı, Geçerlilik ve Güvenilirlik, İslamiyat, C.5, S.4. Ortaylı, İ. 1985. Batılılaşma Sorunu, T.C.T.A., Cilt: 1, İstanbul: İletişim Yayınları. 160 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015, 131-161 Özdalga, E. 1989. Din Din Midir? Yoksa Başka Bir Şey Midir?, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:3, Sayı:2. Özdalga, E. 1990. Türkiye’de İslami Uyanış ve Radikalleşme Üzerine, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt:4, Sayı:1. Robertson, R. 1998. Din Sosyolojisinin Gelişimi, (Çev.), Abdullah Topçuoğlu, Din Sosyolojisi, (Der.) Yasin Aktay-M. Emin Köktaş, İstanbul: Vadi Yayınları. Subaşı, N. 2001. Gündelik Hayat ve Dinsellikte Artış, Avrupa Günlüğü: Cilt:1, Sayı:2. Subaşı, N. 2002. Türk(iye) Dindarlığı: Yeni Tipolojiler, İslamiyat, Cilt: 5, Sayı:4. Stark, R. 2002. Toprağın Bol Olsun Sekürleşme, (Çev.), Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitabevi. Swatos, W.H. ve Christiano, K. J.2002. Sekürlerleşme Teorisi: Bir Kavramın Serüveni, (Çev.) Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, İstanbul: Ufuk Kitabevi. Taplamacıoğlu, M. 1962. Yaşlara Göre Dini Yaşayışın Şiddet ve Kesafeti Üzerinde Bir Araştırma, AÜİFD, C.10. Toprak, B. 2000. Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, (Der.) Ersin Kalaycıoğlu – Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul: Alfa Yayınları. Tümer, G. ve Küçük, A. 1993. Dinler Tarihi, Ankara: Ocak Yayınları. Türköne, M. 2003.Türk Modernleşmesi, Ankara: Lotus Yayınları. Uysal, V. 1985. Toplumsal Değişme ve Dinsellikte Artış, Toplum ve Bilim, Sayı: 29-30. Uysal, V. 1992. Dini Hayat ve Şahsi Özellikler, Din Eğitimi Araştırmalar Dergisi, Sayı: 2. Uysal, V. 1995. İslami Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir Pilot Çalışma, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 2. Wach, J. 1995. Din Sosyolojisi, (Çev.) Ünver Günay, İstanbul: İFAV Yayınları. Yaparel, R. 1987. Yirmi-Kırk Yaşları Arası Kişilerde Dini Hayat İle Psiko-Sosyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Basılmamış Doktora Tezi). Ankara: AÜSBE. Yaparel, R. 1987. Dinin Tarifi Mümkün Mü?, İzmir: DEÜİFD, Cilt: 4. Yaparel, R. 1999. Doğum Kontrolüne İlişkin Tutumların Oluşması, İslamiyat, Cilt:2, Sayı: 2. Yıldız, M. 2001. Dindarlığın Tanımı ve Boyutları Üzerine Psikolojik Bir Çalışma, Tabula Rasa, Yıl: 1, Sayı: 1. Yılmaz, A. 1999. Psikolojik Değerlendirmenin Temelleri, Samsun: Etüt Yayınları. 161 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Muhafazakârlık, Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) DOI NO: 10.5578/JSS.10717 Şahin DOĞAN1 Geliş Tarihi:10.04.2015 Kabul Tarihi:12.12.2015 Özet Çankırı ilinde 221 kadın ve 221 erkek olmak üzere toplam 442 kişiye rastgele örnekleme yöntemi ile anket uygulaması yapılmıştır. Araştırmada önce cinsiyet temelli bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucu erkeklerin muhafazakârlık skorlarının kadınlara oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. İkinci olarak kadınlar kendi aralarında çalışan kadınlar ve ev hanımı kadınlar olarak karşılaştırılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucunda ev hanımı kadınların genel olarak çalışan kadınlardan muhafazakârlık skorlarının daha yüksek olduğu sonucu çıkmıştır. Genel olarak bakıldığında katılımcıların büyük oranda muhafazakâr aile değerlerini benimsedikleri görülmektedir. Örneğin maddi ve manevi sorunlar olduğunda başvurulması gereken ilk yerin aile olduğu, ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması gerektiği, evin reisinin erkek olduğu, kadının asıl görevinin annelik olduğu, erkeğin evin geçiminden sorumlu olduğu, kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiği gibi konularda hem kadınların hem de erkeklerin katılım düzeylerinin çok yüksek olduğu ve bu görüşleri onayladıkları görülmektedir. Yine muhafazakârlığın eleştirdiği kürtaj ve nikâhsız beraber yaşamayı büyük çoğunlukla onaylamadıkları sonucu çıkmaktadır. Kurumlar arasında en vazgeçilmez kurumun aile kurumu olduğu, tercih edilen ideal çocuk sayısının 3 çocuk olduğu, ev içi önemli kararların büyük çoğunlukla ailece ortak olarak alındığı ve benzer şekilde çocukların geleceği ile ilgili kararların da yine büyük oranda ailece ortak alındığı sonucu çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: Muhafazakârlık, Aile, Kadın, Muhafazakâr Tutum, İş Hayatı 1 Yrd. Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü, [email protected] 163 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Conservatism, Family and Woman (Çankırı Sample) Abstract The survey was administered to 422 people (221 women and 221 men) using the random sampling method in the city of Çankırı. Firstly, a gender-based comparison was made as part of the research. As a result of the frequency analysis performed, it was seen that the conservatism scores of men were higher than those of women. Secondly, women were compared among each other as working women and housewives. According to the frequency analysis conducted, the conservatism scores of housewives were higher than those of working women in general. Generally speaking, it is observed that the participants adopted conservative family values at a great extent. For example, it is observed that both men and women had high rates of agreement for statements such as family being the first resort for both material and spiritual matters, family had to be loyal to religious and spiritual values, women’s actual task was motherhood, men were responsible for the livelihood of the household and women had to had to maintain their virginity until marriage and that they ratified these opinions. Also, it was understood that they disapproved of abortion and extra-marital cohabitation, which are criticized by conservatism. It was understood that family was the most indispensable institution inter alia, the ideal number of children preferred to have was 3 the important household decisions were mostly taken jointly by the family and decisions on the future of children were also similarly taken jointly by the family at a great extent. Keywords: Conservatism, Family, Woman, Conservative Attitude, Work Life Giriş Muhafazakârlıkta aile merkezi öneme sahip bir kurumdur. Bu nedenle muhafazakâr düşünürlerin önde gelenlerinden olan Bonald’a göre, toplumun molekülü birey değil ailedir. Aile toplumsal eğitimin verildiği ve sosyalleşmenin sağlandığı en eski ve en başarılı okuldur (Nisbet, 1990: 110).Muhafazakârlık, aileyi hem toplumun temel birimi hem de toplumsal değerlerin nesilden nesile aktarıldığı bir kurum olarak görür. Aile aynı zamanda toplum içinde dayanışmayı sağlar. Aile, ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren hem yapısı hem de işlevleri açısından bazı değişiklikler göstermekle beraber her zaman toplumlarda ana kurum olma özelliğini korumuştur. Günümüz Batı dünyasında özellikle sanayileşmiş ülkelerde ailenin korunması, kürtaj, doğum kontrolü, eş cinsel evlilikler en fazla tartışılan konular arasındadır. Ülkemizde de benzer şekilde kadının iş hayatına atılması ile beraber aile içinde ve dışında kadın erkek rollerindeki değişim, kadın ve erkeğin temel görevleri, kürtaj, istenilen ideal çocuk sayısı gibi konular önemli tartışma 164 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 konularını oluşturmaktadır. Bu araştırma yukarıda belirtilen belli konular da halkın muhafazakâr tutumlarını Çankırı örnekleminde anlamayı amaç edinmektedir. 1. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Yöntem Yaklaşımı 1.1. Araştırmanın Konusu: Araştırmanın konusu Çankırı ilinde yaşayan 15 yaş ve üzeri kadın ve erkeklerin aile ve kadın konusundaki muhafazakâr tutumlarıdır. 1.2. Araştırmanın Amacı: Çankırı ilinde ikamet eden 15 yaş ve üzeri kadın ve erkeklerin aile ve kadın hakkındaki muhafazakâr tutumlarının sosyo-demografik değişkenlerle ilişkilerini irdelemektir. 1.3. Araştırmanın Yöntem Yaklaşımı: 1.3.1. Veri Toplama Aracı: Araştırmada nicel veri toplamak amacıyla anket formu veri toplama aracı olarak kullanılmıştır. Soru kağıdı 6 demografik soru, 21 tane aile, kadının statüsü, toplumsal cinsiyet rolleri, ailede ahlaki değerler gibi konuları içeren beşli likert tipi tutum sorusu, 1 tane çocuk sayısı ile ilgili soru, 4 tane de aile içi erk konusu ile ilgili soru olmak üzere toplam 31 sorudan oluşmaktadır. 1.3.2. Veri Analizi: Araştırma soruları SPSS 21 paket programında analiz edilmiş ve frekans dağılımları alınmıştır. Önce erkeklerle kadınların muhafazakârlık tutumları ikinci olarak da çalışan kadınlarla ev hanımı kadınların muhafazakârlık tutumları analiz edilmiştir. 1.4. Evren ve Örneklem: Araştırmanın evreni hali hazırda Çankırı ilinde ikamet eden 15 yaş ve üzerindeki kadın ve erkeklerden oluşmaktadır. Örneklem seçimi olarak rastgele örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çankırı ilinde ikamet eden 442 kişiye Ağustos 2014’te rastgele örnekleme yöntemi ile anket uygulaması yapılmıştır. 1.5. Hipotezler 1. Cinsiyet ile muhafazakâr tutum arasında bir ilişki vardır. 2. Kadının çalışıp çalışmaması ile muhafazakâr tutum arasında bir ilişki vardır. 165 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) 2. Kuramsal Çerçeve 2.1. Muhafazakârlık Muhafazakârlığın genel kabul görmüş bir tanımı bulunmamakla birlikte, genelde muhafazakârlık tanımı konusunda iki farklı yaklaşımın varlığından söz edilebilir. Bunlardan ilki muhafazakârlığı, Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış, temel doğrultusu yeni rejimin getirdiği değerleri kabul etmeyen “ideolojik” yaklaşımdır. Bu tanımlamada muhafazakârlık; Batı’da eski rejimi ve bu rejimle özdeşleşen, krallık, kilise ve aristokrasiyi, diğer bir deyişle feodal dönemin hiyerarşik yapılanmasını savunan, bireyciliğe karşı olduğu gibi, rasyonel aklı küçümseyen, sanayi toplumunun bazı özelliklerine karşı çıkan hareketlere verilen genel isim olarak kullanıla gelmiştir. İkinci bir yaklaşım muhafazakârlığı, katı doktriner içeriğe sahip bir ideoloji olmaktan çok, esas eğilimi var olan kurum ve ilişkiler ağını korumak olan bir dünyayı algılama, davranış biçimi ve eğilimi olarak görür. En genel ve temel olarak muhafazakârlık için, “çağdaş” bir “düşünme biçimi” olduğunu söyleyebiliriz. Çağdaştır, çünkü muhafazakârlık için muhafaza edilecek bir dünyanın varlığı ancak kendisini tehdit etmeye başlayan bir “restorasyonun” veya “modernizmin” varlığı şartına bağlı olarak gerçekleşir. Muhafazakârlık, “Aydınlanmanın radikalizmine karşıt olarak kendi düşüncesini oluşturur (Bora, 1997: 19). Bu anlamda muhafazakârlık, modernizm kadar eski bir tarihe sahip bir düşünme biçimidir. Muhafazakârlığın daha önceden planlanmış, kesin kurallara sahip eylem biçimleri ve alanları yoktur. Belirli olan tavırları vardır, fakat bu tavrın “ne yönde” olduğunu ancak modernist bir projenin saldırısına uğradıkları zaman anlamak mümkündür (Ögün, 1997: 109). Anthony Giddens’ın da belirttiği gibi, muhafazakârlığa göre “geleceğe bakış her zaman geçmişe bakış üzerinden temellendirilmelidir” (Giddens, 1996: 26). Batı düşüncesinde muhafazakârlık özellikle Fransız siyasî literatüründe, Napolyon politikalarının başarısızlığa uğraması sonucu, devrim öncesi siyasî inanç ve değerleri yeniden inşâ etmek üzere Fransız düşünürleri tarafından, yeni bir felsefî düşünce olarak, Devrimin jakoben düşüncesine karşı, adalet ilkelerini ve medeniyetin güvenliğini sağlama anlamında kullanılmıştır (Akkaş, 2000: 12). Mevcut toplumsal, kültürel yapıya hayat veren değerler ve normlara, kurumlara, gelenek ve göreneklere bağlı olma ve bunlarda köklü bir değişikliğe karşı olma durumu olarak tanımlanan muhafazakârlık; Batı’nın sosyolojik bakış açısına göre, pozitif düşünce ve aklın yükselişini ifade eden Aydınlanma düşüncesinin karşıtı olup, düzeni savunan bir yaklaşımdır (Kirman, 2004: 158). Batı’da 19. Yüzyıldan itibaren siyasi bir kavram olarak kullanılmaya başlanan bu kavram, kanundan yana olanları, mevcut siyasi düzeni savunanları nitelerken, zamanla 166 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Marksist terminolojide aşağılayıcı bir kavram olarak “gericilik” anlamında kullanılmaya başlanmıştır (Kirman, 2004: 158). Bu anlamda muhafazakârlık, değişime karşı direnç göstermeyi ifade eden gericilikle özdeşleştirildiğinden sıklıkla gelişmenin önündeki engel olarak algılanmakta ve değerlendirilmektedir (Safi, 2007: 16) Muhafazakârlık kavramının Batı’da ortaya çıkmasının temel sebebi, modern kültürün her şeyi doğal bir düzene indirgemeye çalışan tavrına karşı bir sosyal düzen savunmasının ortaya çıkmasıdır. Gerçekten de muhafazakâr olarak tanınan E. Burke, Hegel, A. Comte ve E. Durkheim gibi ilk sosyal bilimciler doğal düzen karşısında sosyal olanı ve bu çerçevede aile, din, töre, ahlak gibi kurumsal yapıları savunmuşladır (Aydın, 2011: 310). Muhafazakâr düşüncenin bilinen ilk temsilcisi, geleneksel yapıyı sarsan Fransız devrimini açık bir şekilde eleştiren Burke’dir. Daha sonraki muhafazakâr aydınlar onun bu aydınlanma karşıtı tutumunu devam ettirmişlerdir. Türkçede ise muhafazakârlık terimi etimolojik olarak “saklamak, korumak, bellekte tutmak” anlamlarında Arapça hıfz teriminden türetilmiştir. Muhafazakârlık kavramıyla vurgulanan, mirasın korunması, toplumsal hafızanın diri tutulması yani sürekliliktir. Sürekliliğin kendini en iyi şekilde gösterdiği kökler, örf ve adetler, gelenekler, inançlar, anılar ve tarihî miras gibi korunmaya layık görülen değerlerdir. Aynı zamanda muhafazakârlık, geçmişe ait değerlerin kaybolmaları tehdidi karşısında duyulan tepkiyi ifade etmektedir (Safi, 2007: 1617). 2.1.1. Tutum Olarak Muhafazakârlık Muhafazakârlık çoğu kez başka duruşlarla kesişmekte, başka statükoları beslemektedir. Daha doğrusu muhafazakârlığın koruyacak şeylere ihtiyacı olduğu kadar, koruyacak şeyleri olanların da muhafazakârlığa ihtiyaçları olmaktadır. Belki de bu nedenle muhafazakârlık, bu kadar görünür olmasına rağmen görünmemekte veya bilinmemektedir (Safi, 2007: 32). Bu açıdan muhafazakârlık mevcut durumu korumayı amaçlayan her türlü düşünce ve eylemi niteleyebilecektir. Buna göre de, “değişmenin değil, varılmış olan noktanın ‘mümkün olanın’ en iyisi olduğunu savunan, daha öteye geçmenin sakıncalı olduğunu vurgulayan ve bunu düşünsel ya da eylemsel olarak engellemeye çalışan her siyasal görüş, muhafazakâr olmaktadır (Köker, 1989: 43). Muhafazakârlığın ‘aşırılık’lara karşı olmak anlamında sergilediği bu ‘tedirginlik’, muhafazakârlığın ruhunu, deyim yerindeyse varlık nedenini teşkil eder. Muhafazakârlığın en belirgin özelliklerinden biri, “bünyevî tedirginlik”ten kaynaklanan bir ‘itidal’ ve ‘ölçülülük’ arzusudur diyebiliriz. Zaten 167 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) muhafazakârlığın “kronik düzen kaygısı ve düzen arayışı” da, bu ‘ölçülülük’ tutumuyla doğrudan ilişkili bir şey olarak görülebilir (Argın, 2003:468-469). Muhafazakârlığı insan psikolojisi ile irtibatlandırıp değerlendirenlere göre ise muhafazakâr; “inancı”, “akıl dini” ile değiştirmek istemez, fakat aynı zamanda mistisizmi veya akılsızlığı siyasetin kaynağı da yapmak istemez. İşte burada bir “tutum” olarak muhafazakârlık ve “tutarlı inançların bütünü” olarak muhafazakârlık arasında ayırım yapmak önemlidir. Tavır olarak muhafazakârlık, geçmişe ait değer ve prensiplerden bağımsız olarak geçmişe olumlu yönde eğilim gösterir (Safi, 2007: 33). 2.1.2. Türk Toplumunda Muhafazakârlık Günümüzde daha ziyade kültürel alanda eskiyi, geleneksel olanı yaşama ve köklü değer sistemini koruma tavrını nitelemek üzere yapılan muhafazakârlık tanımı daha çok “modern muhafazakârlık” olarak ifade edilmektedir. “Yeni muhafazakârlık” olarak da tanımlanan bu kavram Türkiye’de 1980 sonrası dönemde ortaya çıkan bir duruma işaret etmektedir. Bu dönemde İslami yaşam tarzının bir parçası olan toplumsal pratiklerin yeniden canlanarak ekonomik genişlemenin modern teknikleriyle oldukça iyi bütünleşmesi sonucu dini değerlere sahip çıkmakla birlikte defilelere gitme, modayı takip etme, beş yıldızlı otellerde düğün ve iftar yemekleri verme, tatil yapma gibi modernlik ile muhafazakârlığı birleştirme çabalarına sıkça rastlanır olmuştur (Mardin, 1995: 234). Ancak bunlar birer sentez olmaktan ziyade yan yana duran bir karışım ve melezlik örneği olmaktan öteye gidememiştir (Kirman, 2004: 158). Yine de bu durumun Türkiye’de zaten var olan dini grupların görünür olmasında etkili olduğu söylenebilir. Türkiye’de de muhafazakârlığın ortaya çıkışının, Türk modernleşmesiyle başladığı söylenebilir. Bunun için Türkiye’de muhafazakârlığın tarihi, ancak Cumhuriyet tarihi kadar eskidir. Osmanlı dönemindeki modernleşme çabalarının kültürel ve sosyal anlamda değiştirici ve bir anlamda “yabancılaştırıcı” etkilerine karşı bazı “ahlaki” çıkışlar vardır. Fakat Türkiye’de her şeyin yeni baştan, oluşturulması üzerine kurulmuş bir modernizm anlayışına Cumhuriyet ile beraber girildiği temel alınacak olursa, muhafazakar kimliklerin ortaya çıkışını bu tarihlerde başlatmak daha doğru olacaktır (Karpat, 1997: 565). Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren “gericilik” suçlamalarına maruz kalan muhafazakâr modernlik taraftarları, kendilerinin eskiyi diriltmekten değil, değişimden yana olduklarını üstüne basarak belirtmek lüzumunu hissetmişlerdir. 168 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Örneğin Ali Fuat Başgil (1998: 120) kendisini “memleketçi, milliyetçi, maneviyatçı ve terakkici- muhafazakâr” olarak tanımlamıştır. Muhafazakâr modernlik düşüncesi, dinî duygular ve maneviyattan yoksun bir toplumun yaşamasının mümkün olmadığı fikrini işlemiştir. Muhafazakâr modernliğin geliştirdiği tezlere göre bilim ve teknikteki gelişmeler, manevî ihtiyaçları ortadan kaldıramadığı gibi, bilakis yarattığı yeni buhranlarla insanı daha da huzursuz etmiştir. Çağdaş medeniyet göz kamaştırıcı teknik başarılarına rağmen insana mutluluk getirememiştir. Ancak tekniği reddetmek buna çare olamayacaktır. Çare bilim ile maneviyatı uzlaştırmak, ikisini bir arada dengeli bir biçimde götürmektir ( Yıldırmaz, 2003: 9-18 ). Fikir hürriyeti ve demokrasinin Batı uygarlığının temellerinden birini oluşturduğu ve Batılılaşmanın aynı zamanda demokratikleşme olduğu fikri muhafazakârlık taraftarlarınca dile getirilen ana temalardır. 1930 ve 1940’lı yıllarda Avrupa’da demokrasinin içinde bulunduğu krize paralel olarak erken dönemde arka plânda kalan demokrasi fikrinin özellikle 1946 sonrası Türk toplum hayatında vurgulanmaya başlandığı görülmektedir (Yıldırmaz, 2003: 918 ). Muhafazakâr modernlik düşüncesi, zamanla ve fırsatını buldukça baskın ideolojiye eklemlenerek, modernleşmenin muhafazakâr bir renge bürünmesini sağlamaya çalışmıştır (Çınar, 2003: 91). 2.2. Aile Aile, topluma hazırlanma sürecinin ilk ve en etkili biçimde gerçekleştiği, cinsel ilişkilerin düzenlendiği, eşler ve ana babalarla çocuklar arasında güven verici ilişkilerin kurulduğu, içinde bulunulan toplumsal düzene göre ekonomik etkinliklerin az ya da çok yer aldığı bir toplumsal kurumdur. E. Durkheim, aileyi, “aralarında gerçek ya da varsayımsal olarak kan bağı bulunan ve karşılıklı hak ve ödevler üstlenen toplumun en küçük birimi” olarak tanımlar. Ziya Gökalp ise aileyi, cemiyetin küçük bir modeli olarak görmekte, güçlü aileyi güçlü millet ve devletin temeli olarak düşünmektedir (Erkal, 2011: 109). İnsanın yeryüzünde yaşayabilmesi için gerekli yeme-içme, barınma, kutsalla bağlantı kurma, yeni nesli topluma uyarlama, sosyal düzeni sağlama gibi en temel işlevlerinden birisi de neslin devam ettirilmesidir ki bu işlevi aile kurumu yerine getirmektedir. Dünyaya gelen hemen pek çok canlı kısa bir süre sonra kendine yeterli hale gelirken insanoğlu uzun bir zaman başkalarına muhtaç durumdadır. Bunun için antropologlar insanı prematüre (erken doğmuş) bir varlık olarak nitelendirirler (Aydın, 2011: 26). Aile ferdin içinde bulunduğu en önemli ve asli gruptur. Samimiyet, psikolojik ve sürekli ilişkiler aile kurumunun temel özellikleridir. Üyeleri arasındaki muhtelif rollerin organizasyonu aile sistemini meydana getirir 169 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) (Arslantürk & Amman, 2001: 289). Yani aile bu üyeler arasında ilişkilerle oluşan bir kurumdur. Aile içindeki ilişkiler yüz yüze ve samimi ilişkilerdir. Toplumsal yaşamın ana unsurlarından olan aile, ana-baba-çocuklar ve tarafların kan akrabalarından meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir kurumdur. Aile toplumsal kurumlar içinde hayati niteliği gereği birinci sırayı almaktadır. Çünkü ailenin görevlerinden biri insan neslini devam ettirmektir. Ailenin temel bir kurum olmasının bir başka nedeni de çocuğun toplumsallaşmasında oynadığı roldür. Böylece aile, çocuğun dünyaya getirilmesinde, yetiştirilmesinde, korunmasında ve topluma kabul edilmesinde çok büyük görev üstlenmektedir. Aile, ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren değişik şekiller alarak süreç içinde hem yapısı hem de işlevleri açısından önemli değişiklikler göstermiştir. İlk insan topluluklarına baktığımızda aile işlev olarak pek çok görevi üzerine almış bir kurumdu. Ancak modern dönemde aileye yardımcı ya da ailenin bazı görevlerini üstlenen başka kurumların ortaya çıkması ve meydana gelen toplumsal gelişmelerle birlikte ailenin yapısı ve işlevinde önemli değişmeler yaşanmıştır. Modern zamanlarda meydana gelen bu değişimler, ailede kadın ve erkek rollerinde de bazı tartışmaları beraberinde getirmiştir. Kadınların kamusal hayatta daha yoğun görünürlükleri, geleneksel dönemde sıkça karşılaşılan uygulamaların yeniden ele alınmasına sebep olmaktadır. Bugün kadınlar, kendilerine eski geleneksel rollerin yüklenmesinden rahatsızlık duymaktalar ve ev dışında da etkilerinin olmasını istemektedirler. Özetle; değişen dünyayla birlikte kadın erkek arasındaki geleneksel uygulamaların eskisi gibi olmadığını söyleyebiliriz. Günümüz Türk toplumunda geleneksel geniş aileden çekirdek aileye doğru dönüşüm, beraberinde anne-baba ve akrabalarla olan ilişkileri de yeniden gündeme getirmiştir. Çünkü geleneksel aile içinde birer fert olarak yer alan anne-baba çekirdek ailede farklı bir evde yaşayabilmektedir. İkinci olarak ise, değerlerle ilgili tartışmayı yeniden gündeme getirmektedir. Ancak bazı düşünürlerin ileri sürdüğü gibi, sanayileşmeye ve şehirleşmeye paralel olarak gelişen ve genişleyen bürokrasi ve sosyal organizasyonlar ailenin varlığını ortadan kaldıramamıştır. Aksine, 19. Yüzyılda aile içinde yerine getirilen görevlerin bir kısmı örgütlü kuruluşlar tarafından yerine getirilmeye çalışılsa da aile fert ve toplum hayatındaki önemini sürdürmektedir. Aileyi sadece bir ekonomik menfaat birliği olarak görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Aileyi bir bakkal, kooperatif veya şirket gibi görmek, aile 170 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 kurumunun devamını zorlaştırır. Nitekim kadının “ekonomik bağımsızlığa” kavuşması ile aileyi terk edeceği varsayımı yanlış ve sakat bir görüştür. Ekonomik bakımdan kadının güçlenmesi, aileyi daha da güçlü kılabilir. Bu tür düşüncelerin çok önceleri ortaya çıktığı Avrupa toplumunda kadını, çalışma hayatının yanı sıra, evinin de hanımı yapma çabaları her geçen gün artmaktadır (Erkal, 2011: 110). Türkiye’de aile Avrupa ile kıyaslandığında durumun hep daha iyi olduğu söylenir ve bu konuda teselli olma yoluna gidilir. Ancak modernleşmenin etkisiyle yeniden şekillenen Türk aile yapısının geleneksel Türk aile yapısıyla kıyaslamak daha işlevsel bir yaklaşımdır. Türk aile yapısını Avrupa ya da başka bir toplumun aile yapısıyla kıyaslayarak bir yere varmak çok mümkün görünmemektedir. Çünkü aile her toplum için önemli olsa da önem derecesi toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Avrupa toplumunda ailenin görevlerini başka kurumlara devretmesi uygulanabilir bir durumken, Türkiye’de bu durum pek mümkün görülmemektedir. Çünkü Türk toplumunun kültürel ve dini değerleri doğal olarak Avrupa veya bir başka toplumdan farklıdır. Örneğin Türkiye’de ailenin yaşlı bireylerine bakma görevinin “huzur evine” devredilmesi hem bakıma muhtaç yaşlı birey hem de toplumun diğer üyeleri tarafından pek hoş karşılanan bir durum değildir. Ancak aynı durum Avrupa toplumunda daha olumlu karşılanmakta hem bakılan kişi hem de toplum tarafından normal karşılanmaktadır. Benzer başka bir örnek ise ailenin üzüntüleri ve sevinçleri paylaşmak suretiyle aile bireylerine destek olma görevinin başka kurumlara devredilmesinin de toplum tarafından kabul görmediği ve bu şekilde ailesinden alamadığı psikolojik desteği başka kişi ve kurumlardan alan kişinin, “etiketlendiği” görülmektedir. Bir önceki örnekte de olduğu gibi böyle bir durum Avrupa toplumunda çok normal ve hatta teşvik edilen bir durumdur. Özetle Türk aile yapısını Avrupa toplumunun aile yapısıyla kıyaslayarak çıkarım yapmaya çalışmak yerine, geleneksel Türk aile yapısıyla günümüzü karşılaştırmak ve kaybolan aileye ait kültürel değerleri tekrar yerine koymaya çalışmak daha anlamlı görünmektedir. 2.3. Muhafazakârlık ve Aile Muhafazakârlıkta aile, devlet ve din gibi kurumlara büyük önem verilmektedir. Günümüz Batı Muhafazakârlığında ailenin korunması, eşcinsel evlilikleri ve doğum kontrolü gibi konular en çok tartışılan konular arasındadır. Bu bağlamda muhafazakârlık, aile, devlet ve din gibi önemli kurumlar hakkında, kendisini diğer ideolojilerden ayrıştırabilecek özgün yorum ve görüşler geliştirmiştir. Aile, geçmişten günümüze, tüm toplumlarda çeşitli görevler 171 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) yüklenmiş önemli bir kurumdur. Aile diğer toplumsal kurumlar gibi bazı önemli işlevleri yerine getirir. Toplumsal bir kurum olarak ailenin biyolojik, psikolojik, ekonomik, sosyolojik, dinî, eğitsel işlevlerinin yanı sıra, değerlerin gelecek kuşaklara aktarılması gibi önemli işlevleri de söz konusudur (Safi, 2007: 83-84). Modern dönemde birçok kurum gibi aile de değişim yaşamaktadır. Bu dönemde geleneksel geniş yapıdaki aile çözülüp, çekirdek aileye dönüşmektedir. Bu durum beraberinde değer yargıları, gelenek ve göreneklerin değişimini getirmektedir. Aile kurumundaki bu değişim muhafazakârların en rahatsız oldukları bir durumdur. Zira muhafazakârlık için aile, insanın eksikliklerini telafi etme, maddî ve manevî ihtiyaçlarını meşru biçimde karşılamanın yanında, insan için gerekli olan sevgi ve bağlılık hislerinin geliştiği ve sağlıklı bir toplumun en küçük parçası olan kurumdur (Safi, 2007: 84-85). Muhafazakâr düşünürlerin önde gelenlerinden olan Bonald’a göre, toplumun molekülü birey değil ailedir. Onun aile üzerindeki düşüncesi, ailenin toplumsal düzendeki zorunlu yapısal özerkliğiyle ilgilidir. Aile toplumsal eğitimin de en eski ve en başarılı okuludur. Bonald, aileyi açıkça monarşi gibi tasarlamakta; kral rolünde baba, uyruk olarak da çocukları düşünmektedir (Nisbet, 1990:110). Onun düşüncesinde aile, kendi başına bir küçük toplumdur; bireylerin gelişimi, maddî ve manevî ihtiyaçlarının temini için zorunlu bir kurumdur. Yine muhafazakâr bir düşünür olan Thomas Fleming’e göre aile, “beşerî toplumun ve yönetimin nihaî temeli, özgür bir toplumun hakikî dayanağı olan bir toplumsal kurum”dur. Aklın verilerinin sınırlı olması ve Hıristiyanlıktan gelen ilk günah inancı nedeniyle, mükemmel olmayan insanı olgunlaştırıp, ona asıl kimliğini kazandıran, ona bir geçmiş ve gelecek duygusu veren de odur; bireyler unutkandır, ama ailenin hafızası vardır. Kusurlu olan insan, iyi ve kötü arasında tercih yapabilmek, manevî ve bedensel yapısının ihtiyaçlarını meşru yollardan karşılayabilmek için de ailenin “kurumsal rehberliğine” muhtaçtır (Fleming’den akt. Safi, 2007: 85). İnsanın kendi ailesine karşı sevgi ve bağlılık duyması ile bu kurumlar arasında bir benzeşim kuran Burke’ye göre, aileye sevgi duymamız normal iken, geleneksel siyasal pratiklere ve kurumlara karşı bu tür bir duygu hissetmeyiz. Bunu ancak, bu pratikler ve kurumları kaybettikten sonra anlarız. Muhafazakârlık, aileyi hem toplumun temel birimi, hem de geleneksel ahlâkın koruyucusu olarak görmektedir. Çünkü aile toplumu bir arada tutan bağların bir kısmını yaratır ve pekiştirir. Aynı zamanda aile toplum içinde dayanışmayı sağlar ve nihayet temel eğitim kurumlarından biri olma işlevini görür. Aile, insanların kendi toplumuna mensubiyet ve aidiyet duygularını da 172 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 kuvvetlendirir. Bu kurum, insanların mutlu olabildiği belli başlı yerlerden biridir. Bu nedenlerle ailenin vazgeçilmez bazı toplumsal işlevleri vardır. Ayrıca muhafazakârlar aileyi, sosyolojik işlevleri itibariyle toplumun temel kurumu olarak ele alırlar. Meselâ, Talcot Parsons’un ayrımına uygun bir şekilde, muhafazakârlar da ailenin “neslin devamı”, “sosyal rehabilitasyon” ve “sosyalleşme” şeklindeki üç temel fonksiyonuyla, toplumun en temel işlevlerini üstlenmiş bir kurum olarak kabul ederler. Bu yönüyle aile, bireylerini toplumsal değerler doğrultusunda yetiştiren bir kurum olmakla birlikte, aynı zamanda toplumdaki çeşitliliği sağlayan bir kurumdur. Ailenin muhafazakârlar için altı çizilen önemli işlevlerinden biri de bireylerine kazandırdığı kimliktir. Aile, bireylerine kimlik kazandırmak suretiyle onları topluma kazandırır ve bu kimlik üzerinden toplumsal dayanışmaya sevk eder. Muhafazakârlara göre aile ile mülkiyet el ele giden iki varlık alanıdır. Biri olmadan diğerinin varlığı da söz konusu olmaz. Mülkiyet, toplumsal düzenin sağlanmasında gerekli olan en önemli kurumlardan biridir. Bu anlamda mülkiyetin temeli ailedir. Muhafazakârlara göre “aile” ve “mülkiyet” aynı zamanda toplumsal düzenin temelini oluşturan iki toplumsal kurumdur. Bunlarda meydana gelebilecek olan aşınma toplumsal düzenin de aşınmasına yol açar (Çaha, 2004: 78). Aile kurumu ile ahlâkî ilke ve değerlerin de yakın ilişkisi söz konusudur. Aşırılıklardan kaçınarak orta yolu bulma şeklinde özetlenebilecek Aristoteles’in ahlâk kuralı, muhafazakârların en çok itibar ettikleri bir yaklaşımdır. Aristoteles, iki aşırı ucun, iki kötülüğün ortasındaki doğru yolun tutturulmasını “erdem” olarak belirler (Ağaoğulları vd. 1994: 312). Bu yüzden muhafazakârlar en büyük erdemin “Aristotelesçi ölçülülük”te olduğunu düşünürler. Muhafazakâr düşünür Kirk’e göre muhafazakârlar “sürekli bir ahlâkî düzenin” varlığına inanırlar. Farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, muhafazakârlar insan doğasının sürekli ve ahlâkî gerçeklerin kalıcı olduğuna ve “ruhun içsel düzeni ile ulusun dışsal düzeni”nin ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlı olduğuna inanırlar (Sullivan, 2004: 155). 2.4. Muhafazakârlık, Kadın ve İş Hayatı Kadın ve Çalışma Hayatı: Muhafazakâr düşüncede erkek evin maddi yönden geçiminden sorumludur. Kadının temel görevi de ev işleri, eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesidir. İslam dini açısından da erkek evin geçiminden sorumludur fakat kadının böyle bir sorumluluğu yoktur. Batı’daki muhafazakâr ideolojilerde de erkek evin geçiminden sorumludur. Kadının asıl görevi ise annelik ve ev işleridir. 173 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Kadının Asıl Görevi: Yılmaz’ın Türkiye genelini kapsayan muhafazakârlık araştırmasında katılımcıların %81’i kadının namuslu olmasının her türlü diğer özelliklerinden önemli olduğunu, %71’i de kadının asıl görevinin evinde çocuklarına ve kocasına hizmet etmek olduğunu, %67’i ise kadının çalışmasından dolayı ev hizmetlerini aksatıyorsa işi bırakması gerektiğini belirtmişlerdir (Yılmaz, 2006: 7). Kadınların iş hayatına atılmaları ile beraber evin kazancı artmıştır fakat yeni problemler ortaya çıkmıştır. Kadının asıl görevi annelik midir? Yoksa kadın da erkek gibi çalışarak evin maddi yönden geçimine ortak olmalı mıdır? Buna bağlı olarak kadının küçük çocuğu varsa çalışmalı mıdır? Belli bir yaşa geldikten sonra mı çalışmalıdır? Gibi sorular gerek ülkemizde gerekse de dünya genelinde kadının çalışma hayatıyla ilgili temel tartışma konularındandır. Kadının iş hayatına atılması ile ortaya çıkan sorunlardan ilki çalışan kadının ev hanımı kadar çocukları ile ilgilenip ilgilenemeyeceği sorusudur. Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun Türkiye genelini kapsayan araştırma sonuçlarına göre on sekiz yaş ve üzerindeki katılımcıların %48’i çalışan bir annenin çalışmayan bir anne kadar çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki geliştiremeyeceğini, %40 kadarı ise yakın bir ilişki geliştirebileceğini belirtmiştir. Katılımcıların %58’i okul öncesi yaştaki bir çocuğun annesinin çalışmasından dolayı olumsuz olarak etkileneceğine inandıklarını, %24’ü ise okul öncesi dönemdeki çocuğun annesinin çalışmasından dolayı olumsuz yönde etkilenmeyeceğine inandıklarını belirtmişlerdir. International Social Survey Program (ISSP)-2002 verilerine göre dünya genelinde okul öncesi yaştaki bir çocuğun annesinin çalışmasından olumsuz yönde etkileneceğine inananların oranı %51’dir. Buna karşılık olumsuz yönde etkilenmeyeceğine inananların oranı ise %34’tür. Dünya geneli sonuçlarında genel kanaatin okul öncesi yaştaki çocuğun annesinin çalışmasından olumsuz yönde etkileneceği yönündedir (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2014: 10). Yine aynı araştırma raporunda kadın ve erkek katılımcıların büyük çoğunluğuna göre kadının çalışmaması yani ev hanımı olması çocuğu ile güvene dayalı ilişki kurmasında yardımcı olmaktadır. Kadının çalışmasının ise muhtemel olumsuz etkileri olabilmektedir. Katılımcıların %43’ü kadının çalışmasından bütün ailenin zarara gördüğünü, %47’si ise zarar görmediğini düşünmektedir. Yine, katılımcıların %63,4’ü kadının bir iş sahibi olmasının iyi olacağına inanmakla beraber öncelikle bir yuva ve çocuk sahibi olmak istediğine inanmaktadır. Kadının öncelikli tercihinin bir yuva ve çocuk sahibi olmak istediği fikrine katılmayanların oranı sadece %15,4’tür (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2014: 13-14). 174 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu yaptıkları araştırma sonuçlarına göre, sanayileşme ile beraber Türkiye’deki aile yapısının değişerek çalışan anneye göre toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden şekilleneceği şeklindeki hipotezlerinin tutmadığını, tam tersine annenin asıl görevinin çocuk bakması, çocuğunu yetiştirmesi, ev işleri yapması ve ev kadını olmasının idealize edildiğini, ancak bir zorunluluk olarak da zorlaşan geçim şartları nedeniyle kadının aile bütçesine katkıda bulunması gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedirler (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2014: 21). Evlilik Öncesi Cinsel İlişki: Muhafazakâr aile değerlerinde namus konusu en önemli noktalardan biridir. Yukarıda da belirtildiği gibi Yılmaz’ın yaptığı araştırmada (Yılmaz, 2006: 7) katılımcıların %81’i kadının namuslu olmasının her türlü diğer özelliklerinden önemli olduğunu belirtmişlerdir. ASAGEM tarafından yapılan Türkiye’de Ergen Profili Araştırmasında evlilik öncesi cinsel ilişkiyi doğru bulanların oranı%14,7 iken doğru bulmayanların oranı ise %85,3’tür (ASAGEM, 2008: 88). Yine ASAGEM tarafından yapılan Türkiye’de Aile Değerleri araştırması sonuçlarına göre “Bir erkeğin evlilik öncesi cinsel ilişki kurmasında sakınca görmüyorum” ifadesini doğru bulanların oranı %38’1’dir doğru bulmayanların oranı ise %46,1’dir. Kızların evlilik öncesi cinsel ilişki kurmasını onaylayanların oranı%14,1 iken onaylamayanların oranı %77’2’dir (ASAGEM,2010:104,108). Muhafazakâr aile değerlerinde kadının namuslu olması, eşi ve çocukları ile ilgilenmesi gibi konular kadından beklenen temel özelliklerdir fakat evin maddi yönden geçimi gibi konulardan sorumlu değildir. Evin Geçiminden Erkek Sorumludur: Günümüzde fazlaca tartışılan konulardan biri de kadının maddi olarak evin geçiminden sorumlu olup olmadığı konusudur. Muhafazakar aile değerlerinde evin maddi olarak geçiminden erkek sorumludur. Yukarıda belirtilen Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları araştırmaya göre erkek katılımcıların %51’i eşinin işi olmadığını, kadın katılımcıların ise %6’sı eşinin işi olmadığını belirtmiştir. Kadınların %28’i eşlerinin gelirinin kendilerinin gelirinden daha yüksek olduğunu %2 kadarı ise kendi gelirlerinin eşlerinin gelirinden daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir. Aile bütçesinin nereye harcanması gerektiği konusuna erkeklerin %61’i evin bütçesinin kendileri idare ettiklerini ve nereye harcanacağına kendilerinin karar verdiğini ve eşlerine bir pay verdiklerini belirtmişlerdir. Kadın katılımcıların ise %13 kadarı nereye harcanacağına kendilerinin karar verdiğini ve eşlerine bir pay verdiklerini ifade etmişlerdir. 175 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Aile ve Çocuk Sayısı: Muhafazakârlığın en fazla önem verdiği kurum ailedir. Aile ve çocuk sayısı günümüzde tartışılan en önemli konulardandır. Özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde azalan nüfus nedeniyle çocuk sayısının artırılması için devletler önemli bütçeler ayırıyorlar. Doğum izninin artırılması, çocuklara ödenen para miktarlarının artırılması gibi değişik teşvikler geliştiriyorlar. Türkiye’de de çocuk sayısı gündemde olan önemli tartışma konuları arasındadır. Uzmanların verdikleri bilgilere göre son yıllarda Türkiye’deki doğum oranı ve nüfus artışı sanıldığının aksine fazla değildir. Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları araştırmaya göre katılımcıların %87’i çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin evli olması gerektiğini, evli değillerse evlenmeleri gerektiğini düşünmektedir. Katılımcıların %13’ü ise çiftlerin evlenme niyetleri olmasa da bir arada yaşayabileceklerine inandıklarını belirtmişlerdir(Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2014:25). 3. Bulgular ve Yorum Bu bölümde katılımcıların demografik değişkenleri, kadın ve erkeklerin muhafazakârlık tutumları, çalışan kadınlarla çalışmayan kadınların muhafazakârlık tutumları, ideal çocuk sayısı, en vazgeçilmez kurumun hangisi olduğu, aile içinde kararların kimin aldığı, çocukların meslek seçimi, evlilik gibi konularda kimin karar verdiği hakkındaki görüşlerinin frekans dağılımları yer almaktadır. Tablo1: Demografik Değişkenlerin Frekans Dağılımları Cinsiyet Medeni durum Kadın Erkek 221 221 Geçerli oran 50,0 50,0 Toplam 442 100,0 Sayı Evli Bekâr Eşinden ayrılmış Eşi ölmüş Toplam 6 1,4 20 4,5 Eğitim Durumu Yaş 15-19 13 2,9 20-25 82 18,6 176 258 134 29 21 442 Geçerli oran 58,4 30,3 6,6 4,8 100,0 Sayı Okuma-yazma bilmiyor Okuma yazma biliyor Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 26-30 31-35 36-40 41-45 46-50 51-55 61 67 50 51 46 32 13,8 15,2 11,3 11,5 10,4 7,2 56-60 27 6,1 61 ve Üzeri Toplam 13 442 2,9 100,0 Meslekler İşçi 43 9,7 Memur 98 22,2 Esnaf 38 8,6 Serbest meslek 27 6,1 Emekli 24 5,4 Ev hanımı 83 18,8 Öğretmen Çiftçi İşsiz Öğrenci Diğer Toplam 17 12 11 67 22 442 3,8 2,7 2,5 15,2 5,0 100,0 İlkokul mezunu Ortaokul mezunu İlköğretim mezunu Lise mezunu Önlisans Lisans Yüksek Lisans/doktora Toplam Aylık Kazanç BeşyüzTLve altı BeşyüzbirTLBinTLarası BinbirTLİkibinTLarası İkibinbirTLÜçbinTL arası ÜçbinbirTLDörtbinTL arası DörtbinbirTLBeşbinTL arası Beşbin TL ve Üzeri Düzenli kazancı yok Toplam 46 33 13 133 58 113 10,4 7,5 2,9 30,1 13,1 25,6 20 4,5 442 100,0 24 5,4 53 12,0 117 26,5 106 24,0 21 4,8 7 1,6 6 108 442 1,4 24,4 100,0 177 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Tablo2:Cinsiyete Göre Muhafazakârlık Tutumlarının Frekans Dağılımları Cinsiyet Kadın Erkek Sütun Geçerli Sütun Sayı % Sayı Geçerli % Maddi ve manevi sorunlar olduğunda başvurulması gereken ilk yer ailedir. Aile dini ve manevi değerlere bağlı olmalıdır. Evin iç işlerinden (yemek, temizlik gibi) kadın, dışarıdaki işlerden (fatura yatırmak, pazar alışverişi gibi) erkek sorumludur. Evin reisi erkektir. Kadının asıl görevi anneliktir. Katılmıyor 19 8.7 8 3.6 Kararsız 11 5.0 8 3.6 Katılıyor 188 86.2 204 92.7 Katılmıyor 11 5.0 4 1.8 Kararsız 20 9.2 6 2.7 Katılıyor 187 85.8 211 95.5 Katılmıyor 88 40.4 57 25.8 Kararsız 20 9.2 20 9.0 Katılıyor 110 50.5 144 65.2 Katılmıyor 92 42.4 42 19.0 Kararsız 16 7.4 16 7.2 Katılıyor 109 50.2 163 73.8 Katılmıyor 67 30.7 46 20.9 Kararsız 10 4.6 13 5.9 Katılıyor 141 64.7 161 73.2 33.0 24 10.9 33 15.1 22 10.0 113 51.8 175 79.2 Katılmıyor 72 Bir kadın işi dolayısıyla evini ihmal ediyorsa işini Kararsız bırakmalı, eşi ve çocuklarıyla ilgilenmelidir. Katılıyor 178 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Cinsiyet Kadın Sütun Geçerli % Sayı Sütun Geçerli % 51.6 141 66.8 18.0 23 10.9 30.4 47 22.3 Katılmıyor 17 7.9 19 8.6 Kararsız 14 6.5 11 5.0 Katılıyor 185 85.6 191 86.4 25.3 40 18.1 22 10.1 17 7.7 140 64.5 164 74.2 6.0 8 3.7 15 7.0 5 2.3 187 87.0 206 94.1 Katılmıyor 68 31.3 38 17.3 Kararsız 32 14.7 38 17.3 Katılıyor 117 53.9 144 65.5 Katılmıyor 48 22.1 65 29.5 Kararsız 22 10.1 23 10.5 Katılıyor 147 67.7 132 60.0 Sayı Katılmıyor 112 Kadının çalışarak eve ekonomik katkı sağlaması, Kararsız 39 ev hanımı olarak çocukları ve eşi ile ilgilenmesinden daha önemlidir. Katılıyor 66 Bir kadın evleninceye kadar bekâretini korumalıdır. Katılmıyor 55 Evin maddi yönden geçimini temin etmek erkeğin Kararsız görevidir. Katılıyor Katılmıyor 13 Ev kadını da çalışan ve para kazanan kadın kadar Kararsız değerlidir. Katılıyor Çalışan bayanlar ev işlerine, çocuklarına ve eşlerine yeterli zaman ayıramıyorlar. Evin maddi olarak geçiminden kadın- erkek eşit derecede sorumludur. Erkek 179 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Cinsiyet Kadın Sütun Geçerli % Sayı Sütun Geçerli % Katılmıyor 39 18.1 16 7.2 Kararsız 24 11.2 9 4.1 Katılıyor 152 70.7 196 88.7 Katılmıyor 70 32.6 30 13.6 Kararsız 28 13.0 17 7.7 Katılıyor 117 54.4 174 78.7 Katılmıyor 15 6.9 11 5.0 Kararsız 13 6.0 9 4.1 Katılıyor 189 87.1 201 91.0 Katılmıyor 28 13.0 24 10.9 Kararsız 18 8.3 19 8.6 Katılıyor 170 78.7 178 80.5 Katılmıyor 26 12.0 20 9.0 Kararsız 17 7.8 10 4.5 Katılıyor 174 80.2 191 86.4 Katılmıyor 25 11.6 20 9.1 Kararsız 13 6.0 14 6.4 Katılıyor 177 82.3 186 84.5 Sayı Kadın bir işte çalışmak için kocasının rızasını almalıdır. Kadın kocasına itaat etmelidir. Bir kadın başörtüsü ile başı açık olanlar gibi her yerde çalışabilmelidir. Nikâhsız beraber yaşamak doğru değildir. Kadınlar için bazı meslekler uygun değildir. Meşru bir neden olmadan kürtaj yoluyla bebeği aldırmak büyük bir insanın canına kıymak kadar kötü bir davranıştır. 180 Erkek Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Cinsiyet Kadın Erkek Sütun Geçerli % Sayı Sütun Geçerli % Katılmıyor 58 26.7 38 17.2 Kararsız 35 16.1 41 18.6 Katılıyor 124 57.1 142 64.3 17.1 50 22.6 23 10.6 30 13.6 157 72.4 141 63.8 Katılmıyor 119 Bir kadın bir işte çalıştığında bundan bütün ailesi Kararsız 36 zarar görür. Katılıyor 61 55.1 109 49.5 16.7 47 21.4 28.2 64 29.1 Sayı Okul öncesi yaşta bir çocuğun annesinin çalışmasından kötü bir şekilde etkilenmesi muhtemeldir. Katılmıyor 37 Çalışan bir anne en az çalışmayan bir anne kadar Kararsız çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki kurabilir. Katılıyor Tablo 2’ye göre, kadınların ve erkeklerin muhafazakârlık ile ilgili tutum ve görüşler için oluşturulan kısmi tablolarda ortaya çıkan örüntülerin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Cinsiyetle ilgili kategorileri içinde kısmi tabloların sıklık dağılımlarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan betimsel bulgular, kadınların erkeklerden daha az muhafazakârlık özellikleri taşıdığını göstermektedir. Kadınlarla erkekler birbirleri ile karşılaştırıldığında, bütün değişkenler için kadınların erkeklerden daha düşük muhafazakârlık eğilimi gösterdiği görülmektedir. Özellikle kadının ev içi rol ve sorumlulukları ile ilgili tutumlarda, kadınlarla erkeklerin muhafazakâr tutumu destekleme oranları arasında anlamlı olabilecek farklılıklar bulunduğu çıkarsanabilir. Evin iç işlerinden kadın ve dışarıdaki işlerden ise erkeklerin sorumlu olduğunu düşünen kadınların oranı % 50.5 iken, bu oran erkek katılımcılarda % 65.2’ye çıkmaktadır. Benzer durum, evin reisinin erkek olduğu ile ilgili görüşlerde de belirmiştir. Kadınların % 50.2’si evin reisinin erkek olduğunu düşünürken, erkeklerin çoğunluğu % 73.8’i evin reisinin erkek olduğunu ifade etmiştir. Erkeklerin büyük çoğunluğu % 181 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) 78.7’si kadının kocasına itaat etmesi gerektiğini düşünürken, kadınların % 54.4’ü kocaya itaat edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bir işte çalışmak için kadının kocasının rızasının alınması gerektiği görüşüne katılan kadınların oranı % 54.4 iken, erkeklerin oranı % 88.7’e çıkmaktadır. Ancak, her iki grup katılımcı tarafından da, bir işte çalışmak için kocanın rızasının alınması gerektiği çoğunluk tarafından vurgulanmaktadır. Kadınların çalışma hayatına katılımının anne ve eş olarak toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki etkileri incelendiğinde, işin özellikle çalışan kadınlarda eş ve aile rollerinden daha fazla ağırlık kazandığı görülmektedir. Kadınların yaklaşık yarısından fazlası (% 51.8), iş dolayısıyla evin ihmal edilmesi durumunda kadının işini bırakarak eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi gerektiğini düşünürken, erkelerin büyük çoğunluğu (% 79.2), evin ihmal edilmesi durumunda kadının eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi için işini bırakması gerektiğini düşünmektedir. Öte yandan, gerek ailenin toplumsal pozisyonu ve gerekse de aileye yüklenen değerler ile ilgili görüşlerin, hem kadınlar hem de erkekler arasında birbirine benzer olduğu görülmektedir. Maddi ve manevi sorunlarla karşılaşıldığında ilk başvurulması gereken kurumun aile olduğunu her iki grup (kadın ve erkek) da desteklemektedir. Kadınlarda bu görüşü destekleyenlerin oranı, erkeklere göre biraz düşük olmasına rağmen, her iki grup katılımcıların kendi içlerinde çok büyük çoğunlukla (kadın , % 86.2; erkek % 92.7), maddi ve manevi sorunlar olduğunda, ailenin ilk baş vurulması gereken kurum olduğunu belirtmektedir. Ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması gerektiği de kadın ve erkeklerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Kadınların % 85.8’i, erkeklerin % 95.5’i, büyük çoğunluk olarak ailenin manevi ve dini değerlere bağlı olması gerektiği konusunda ortak görüşü paylaşmaktadır. Nikâhsız olarak beraber yaşamanın doğru olmadığını hem kadınlar hem de erkekler yaklaşık oranlarda bildirmektedir. Kadınların % 78.8’i ve erkeklerin %80.5’i, yaklaşık oranlarda ve kendi grupları içinde oldukça büyük çoğunluk olarak nikahsız beraber yaşamanın doğru olmadığını düşünmektedir. Kadına yüklenen namus ve şeref ile ilgili kültürel değerlerin çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında paralellik gösterdiği görülmektedir. Örneğin, kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiğini düşünen kadınların oranı % 85.6’sı, aynı şekilde düşünen erkeklerin oranı %86.4’tür. Ancak, her iki grupta da bekâretin evleninceye kadar korunması gerektiği büyük çoğunluk tarafından ifade edilmiştir. 182 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Tablo 3: Kadınlar Arasında Çalışma Durumuna Göre Muhafazakârlık Tutumlarının Frekans Dağılımları Çalışma Durumu Çalışıyor Çalışmıyor Sütun Geçerli Sütun Sayı % Sayı Geçerli % Maddi ve manevi sorunlar olduğunda başvurulması gereken ilk yer ailedir. Aile dini ve manevi değerlere bağlı olmalıdır. Evin iç işlerinden (yemek, temizlik gibi) kadın, dışarıdaki işlerden (fatura yatırmak, pazar alışverişi gibi) erkek sorumludur. Evin reisi erkektir. Kadının asıl görevi anneliktir. Katılmıyor 12 13.3 7 5.5 Kararsız 5 5.6 5 3.9 Katılıyor 73 81.1 115 90.6 Katılmıyor 4 4.4 7 5.5 Kararsız 10 11.1 10 7.9 Katılıyor 76 84.4 110 86.6 Katılmıyor 48 53.3 40 31.5 Kararsız 10 11.1 10 7.9 Katılıyor 32 35.6 77 60.6 Katılmıyor 53 58.9 39 31.0 Kararsız 6 6.7 9 7.1 Katılıyor 31 34.4 78 61.9 Katılmıyor 40 44.4 27 21.3 Kararsız 6 6.7 4 3.1 Katılıyor 44 48.9 96 75.6 Katılmıyor 47 52.2 24 18.9 13 14.4 20 15.7 30 33.3 83 65.4 Bir kadın işi dolayısıyla evini ihmal ediyorsa işini Kararsız bırakmalı, eşi ve çocuklarıyla ilgilenmelidir. Katılıyor 183 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Çalışma Durumu Çalışıyor Çalışmıyor Sütun Geçerli Sütun Sayı % Sayı Geçerli % Katılmıyor 44 Kadının çalışarak eve ekonomik katkı sağlaması, Kararsız 17 ev hanımı olarak çocukları ve eşi ile ilgilenmesinden daha önemlidir. Katılıyor 28 49.4 68 53.5 19.1 21 16.5 31.5 38 29.9 Katılmıyor 9 10.1 8 6.3 Kararsız 11 12.4 3 2.4 Katılıyor 69 77.5 115 91.3 Katılmıyor 36 40.0 19 15.1 11 12.2 10 7.9 43 47.8 97 77.0 8.0 6 4.8 6 6.8 9 7.1 75 85.2 111 88.1 Katılmıyor 38 42.2 29 23.0 Kararsız 13 14.4 19 15.1 Katılıyor 39 43.3 78 61.9 Katılmıyor 21 23.3 27 21.4 9 10.0 13 10.3 60 66.7 86 68.3 Kadın bir işte çalışmak için kocasının rızasınıKatılmıyor 25 28.1 14 11.2 Bir kadın evleninceye kadar bekâretini korumalıdır. Evin maddi yönden geçimini temin etmek erkeğin Kararsız görevidir. Katılıyor Katılmıyor 7 Ev kadını da çalışan ve para kazanan kadın kadar Kararsız değerlidir. Katılıyor Çalışan bayanlar ev işlerine, çocuklarına ve eşlerine yeterli zaman ayıramıyorlar. Evin maddi olarak geçiminden kadın-erkek eşit Kararsız derecede sorumludur. Katılıyor 184 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Çalışma Durumu Çalışıyor Çalışmıyor Sütun Geçerli Sütun Sayı % Sayı Geçerli % almalıdır. Kadın kocasına itaat etmelidir. Bir kadın başörtüsü ile başı açık olanlar gibi her yerde çalışabilmelidir. Nikâhsız beraber yaşamak doğru değildir. Kadınlar için bazı meslekler uygun değildir. Meşru bir neden olmadan kürtaj yoluyla bebeği aldırmak büyük bir insanın canına kıymak kadar kötü bir davranıştır. Okul öncesi yaşta bir çocuğun annesinin çalışmasından kötü bir şekilde etkilenmesi muhtemeldir. Kararsız 13 14.6 11 8.8 Katılıyor 51 57.3 100 80.0 Katılmıyor 41 45.6 29 23.4 Kararsız 11 12.2 16 12.9 Katılıyor 38 42.2 79 63.7 Katılmıyor 7 7.8 8 6.3 Kararsız 7 7.8 6 4.8 Katılıyor 76 84.4 112 88.9 Katılmıyor 17 19.1 11 8.7 Kararsız 4 4.5 14 11.1 Katılıyor 68 76.4 101 80.2 Katılmıyor 13 14.4 13 10.3 Kararsız 9 10.0 8 6.3 Katılıyor 68 75.6 105 83.3 Katılmıyor 13 14.6 12 9.6 Kararsız 6 6.7 7 5.6 Katılıyor 70 78.7 106 84.8 Katılmıyor 32 35.6 26 20.6 Kararsız 15.6 20 15.9 14 185 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Çalışma Durumu Çalışıyor Çalışmıyor Sütun Geçerli Sütun Sayı % Sayı Geçerli % Katılıyor 44 48.9 80 63.5 Katılmıyor 13 14.4 24 19.0 7 7.8 16 12.7 70 77.8 86 68.3 Katılmıyor 56 62.2 63 50.4 10 11.1 25 20.0 24 26.7 37 29.6 Çalışan bir anne en az çalışmayan bir anne kadar Kararsız çocuğuyla yakın ve güven dolu bir ilişki kurabilir. Katılıyor Bir kadın bir işte çalıştığında bundan bütün ailesi Kararsız zarar görür. Katılıyor Tablo 3’e göre, kadının çalışma durumu kategorileri içinde (hâlihazırda çalışan ve çalışmayan) muhafazakârlıkla ilgili tutum ve görüşler için oluşturulan kısmi tablolarda ortaya çıkan örüntülerin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Çalışma durumu kategorileri içinde kısmi tabloların sıklık dağılımlarının incelenmesi sonucunda ortaya çıkan betimsel bulgular, Muhafazakârlık tutumunun çalışmayan kadınlarda daha güçlü olduğunu göstermektedir. Çalışan ve çalışmayan kadınlar birbirleri ile karşılaştırıldığında, bütün değişkenler için çalışan kadınların daha zayıf muhafazakârlık eğilimi gösterdiği görülmektedir. Özellikle kadının ev içi rol ve sorumlulukları ile ilgili tutumlarda, çalışan ve çalışmayan kadınlar birbirinden farklı eğilimlere sahiptir. Evin iç işlerinden kadının, dışarıdaki işlerden ise erkeğin sorumlu olduğunu düşünen çalışan kadınların oranı % 35.6 iken, bu oran çalışmayan kadın katılımcılarda % 60.6’ya çıkmaktadır. Benzer durum, evin reisinin erkek olduğu ile ilgili görüşlerde de belirmiştir. Çalışan kadınların sadece % 34.4’ü evin reisinin erkek olduğunu düşünürken, çalışmayan kadınların çoğunluğu (% 61.9) evin reisinin erkek olduğunu ifade etmiştir. Çalışan kadınların % 42.2’si kadının kocasına itaat etmesi gerektiğini düşünürken, Çalışmayan kadınlarda bu oran % 63.7’dir. Bir işte çalışmak için kadının kocasının rızasının alınması gerektiği görüşüne katılan çalışan kadınların oranı % 57.3 iken, çalışmayan kadınların oranı % 80’e çıkmaktadır. 186 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Kadınların çalışma hayatına katılımının anne ve eş olarak toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki etkileri incelendiğinde, işin özellikle çalışan kadınlarda eş ve aile rollerinden daha fazla ağırlık kazandığı görülmektedir. Çalışan kadınların yaklaşık yarısından fazlası (% 52.2), işi dolayısıyla evin ihmal edilmesi durumunda kadının işini bırakarak eşi ve çocuklarıyla ilgilenmesi gerektiği hakkında olumsuz görüşe sahipken, çalışmayan kadınların büyük çoğunluğu (% 65.4), evin ihmal edilmesi durumunda kadınların eşi ve çocuklarıyla ilgilenmek için işini bırakması gerektiğini düşünmektedir. Öte yandan, ailenin toplumsal pozisyonu ve aileye yüklenen değerler ile ilgili görüşlerin, hem çalışan hem de çalışmayan kadınlar arasında birbirine benzer olduğu görülmektedir. Maddi ve manevi sorunlarla karşılaşıldığında ilk başvurulması gereken kurumun aile olduğunu her iki grup kadın da desteklemektedir. Çalışan kadınlarda bu görüşü destekleyenlerin oranı, çalışmayan kadınlara göre biraz düşük olmasına rağmen, her iki grup katılımcıların kendi içlerinde çok büyük çoğunlukları (çalışan, %81.1; çalışmayan % 90.6), maddi ve manevi sorunlar olduğunda, ailenin ilk baş vurulması gereken kurum olduğunu belirtmektedir. Ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması gerektiği de çalışan ve çalışmayan kadınların büyük çoğunluğu için kabul edilmektedir. Çalışan kadınların % 84.4’ü, çalışmayan kadınların ise % 86.6’sı, birbirine yakın oranlarda ve kendi içlerinde büyük çoğunluk olarak ailenin manevi ve dini değerlere bağlı olması gerektiği konusunda ortak görüşü paylaşmaktadırlar. Benzer şekilde, nikâhsız olarak beraber yaşamanın doğru olmadığı görüşüne hem çalışan hem de çalışmayan kadınlar yaklaşık oranlarda katılmaktadırlar. Çalışan kadınların % 76.6’sı ve çalışmayan kadınların %80.2’si, yaklaşık oranlarda ve kendi grupları içinde oldukça büyük çoğunluk olarak nikahsız beraber yaşamanın doğru olmadığını düşünmektedirler. Kadına yüklenen namus ve şeref ile ilgili kültürel değerlerin çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında paralellik gösterdiği görülmektedir. Örneğin, kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiğini düşünen çalışan kadınların oranı % 77,5’tir. Aynı şekilde düşünen çalışmayan kadınların oranı ise % 91.3’e çıkmaktadır. 187 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Tablo 4:Tercih Edilen İdeal Çocuk Sayısına Göre ve Frekans Dağılımları Değişkenler Sayı % Sizce İdeal çocuk sayısı kaçtır? Bir 24 5.4 İki 165 37.3 Üç 177 40.0 Dört 54 12.2 Beş ve üzeri 19 4.3 Cevapsız 3 0.7 Toplam 442 100.0 Tablo 4’e bakıldığında katılımcıların ideal çocuk sayısı olarak %40.0’ı üç çocuk, %37.3’ ü iki çocuk, %12.2’si dört çocuk, %5.5’i bir çocuk ve %4.3’ü de beş ve üzeri şeklinde cevap verdikleri görülmektedir. Tablo sonuçlarından katılımcıların en fazla tercih ettikleri ideal çocuk sayısının 3 çocuk olduğu anlaşılmaktadır. Tablo 5: En Vazgeçilmez Kurum Değişkenine Göre Frekans Dağılımları Değişkenler Sayı % Sizce en vazgeçilmez kurum hangisidir? Devlet 57 12.9 Aile 189 42.8 Din 139 31.4 Millet 14 3.2 Hiçbiri 16 3.6 Cevapsız 27 6.1 Toplam 442 100.0 Tablo 5’e bakıldığında muhafaza edilmesi gereken en önemli kurumun %45.5’lik bir oran ile aile olduğu, ikinci en önemli muhafaza edilmesi gereken kurumun ise %31.4’ük bir oran ile din kurumu olduğu üçüncü olarak %13.7’lik bir oran ile devlet ve %3.2’lik bir oran ile millet kurumu olduğu ve hiçbiri diyenlerin oranının ise %3.6 olduğu görülmektedir. Tablo sonuçlarına göre birinci derecede muhafaza edilmesi gereken en önemli kurumun aile olduğu, ikinci en önemli kurumun ise din olduğu görülmektedir. 188 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 Tablo 6: Ev İçi Önemli Kararları Kimin Aldığına Göre Frekans Dağılımları Değişkenler Sayı % Ev içi önemli kararlar Ben alırım 76 17.2 Eşim alır 53 12.0 Çocuklarım alır 3 0.7 Ailece alırız 309 69.9 Cevapsız 1 0.2 Toplam 442 100.0 Tablo 6’ya bakıldığında ev içi kararların büyük çoğunluk tarafından (69.9) ailece alındığı ifade edilmiştir. Kararları ben alırım diyenlerin oranı %17.2’i, eşim alır diyenlerin oranı ise %12.0’dır, %0,7’lik bir oran da çocuklarım alır ifadesini kullanmıştır. Tablo sonuçlarından katılımcıların büyük çoğunluğunun önemli kararları ailece aldıkları anlaşılmaktadır. Tablo 7: Çocukların Geleceği İle İlgili Kararların Kimin Tarafından Verildiği Değişkenlerine Göre Frekans Dağılımları Değişkenler Çocukların geleceği ile ilgili kararlar Ben karar veririm Eşim karar verir Çocuklarım kendileri karar verir Ailece karar veririz Cevapsız Toplam Sayı % 39 42 93 264 4 442 8.8 9.5 21.2 59.7 0.9 100.0 Tablo 7’ye bakıldığında çocukların geleceği ile ilgili konularda ailece karar veririz diyenlerin oranı %60.3’tür, çocuklarım kendileri karar verir diyenlerin oranı%21.0’dır, kararları eşim verir diyenlerin oranı %9.8’dir, kararları ben veririm diyenlerin oran ise %8.8’dir. Tablo sonuçlarından çocukların geleceği ile ilgili kararların büyük oranda ailece verildiği anlaşılmaktadır. İkinci derecede ise kararları çocukların kendileri verdikleri anlaşılmaktadır. Anne ve babanın tek başlarına karar verdikleri oran görece daha düşük bir oranda kalmaktadır. 189 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) Sonuç Aile kurumu her zaman merkezi önemini korumuştur. Yukarıda da belirtildiği gibi Muhafazakârlık aileyi hem toplumun temel birimi hem de geleneksel ahlaki değerleri kuşaktan kuşağa aktaran ve koruyan bir kurum olarak görür. Bireylere toplumsal değerlerin ilk öğretildiği yer ailedir. Bu nedenle aile bireyin sosyalleşmesinde en temel kurumdur. Çankırı ilinde 221 kadın ve 221 erkek olmak üzere toplam 442 kişiye rastgele örnekleme yöntemi ile anket uygulaması yapılmıştır. Araştırmada önce cinsiyet temelli bir karşılaştırma yapılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucu erkeklerin muhafazakârlık skorlarının kadınlara oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. İkinci olarak kadınlar kendi aralarında çalışan kadınlar ve ev hanımı kadınlar olarak karşılaştırılmıştır. Yapılan frekans analizi sonucunda ev hanımı kadınların genel olarak çalışan kadınlardan muhafazakârlık skorlarının daha yüksek olduğu görülmüştür. Genel olarak bakıldığında katılımcıların büyük oranda muhafazakâr aile değerlerini benimsedikleri görülmektedir. Örneğin maddi ve manevi sorunlar olduğunda başvurulması geren ilk yerin aile olduğu, ailenin dini ve manevi değerlere bağlı olması gerektiği, evin reisinin erkek olduğu, kadının asıl görevinin annelik olduğu, erkeğin evin geçiminden sorumlu olduğu, kadının işi dolayısıyla eşini ve çocuklarını ihmal ediyorsa işini bırakması gerektiği, kadının evleninceye kadar bekâretini koruması gerektiği gibi konularda hem kadınların hem de erkeklerin katılım düzeylerinin çok yüksek olduğu ve bu görüşleri onayladıkları görülmektedir. Bizim araştırmamızın sonuçları da aile ve toplumsal cinsiyet rolleri açısından yukarıda belirtilen Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu’nun yaptıkları araştırma sonuçları ile paralellik göstermektedir. Kadının iş hayatına atılması ile bazı konularda değişiklik olmakla beraber kadının asıl görevinin annelik olduğu fikri yine toplum tarafından hem kadın hem de erkekler tarafından benimsenen bir görüş olmaya devam etmektedir. Yine benzer şekilde kadınların iş hayatı ile eşi ve çocukları konusunda bir tercih yapması gerektiğinde işi bırakması ve eşi ve çocukları ile ilgilenmesi gerektiği fikri öne çıkmaktadır. Günümüzde önemli tartışma konularından olan ve muhafazakârlığın karşı çıktığı kürtaj ve nikâhsız beraber yaşamayı büyük çoğunlukla onaylamadıkları sonucu çıkmaktadır. Kurumlar arasında en vazgeçilmez kurumun aile kurumu olduğu, ikinci önemli kurumun din kurumu olduğu ve üçüncü önemli kumun ise devlet kurumu olduğu sonucu çıkmıştır. Katılımcıların çocuk sayısı tercine bakıldığında en fazla tercih edilen sayının 3 çocuk olduğu, ikinci derecede ise 2 çocuk tercihinin yer aldığı görülmektedir. Ev içi önemli kararların büyük çoğunlukla ailece ortak 190 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 olarak alındığı, benzer şekilde çocukların geleceği ile ilgili kararların da yine büyük oranda ailece alındığı, ikinci derecede ise çocukların kendi gelecekleri hakkındaki konularda kendilerinin karar verdikleri sonucu çıkmaktadır. Analiz sonuçlarına bakıldığında anne ve babanın ev içi önemli kararlarda ve çocukların geleceği hakkındaki kararlarda tek başlarına çok belirleyici olmadıkları görülmektedir. Kaynakça AĞAOĞULLARI, Mehmet Ali; AKAL, Cemal Bâli ve KÖKER, Levent (1994), Kral Devlet ya da Ölümlü Tanrı, İmge Yayınları, Ankara. AKKAŞ, Hasan Hüseyin (2004), Muhafazakâr Düşünce ve Edmund Burke, Kadim Yayınları, Ankara. ARGIN, Şükrü (2003), “Siyasetin Taşra’sında Taşranın Siyasetini Tahayyül Etmek”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce -Muhafazakârlık-“ (ed. Ahmet Çiğdem), Cilt: 5, İletişim Yayınları, İstanbul. ARSLANTÜRK, Zeki& AMMAN, Tayfun(2001), Sosyoloji, Çamlıca Yayınları, İstanbul. ASAGEM (T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Politikalar Genel Müdürlüğü).(2010), Türkiye’de Ergen Profili ASAGEM(T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Müdürlüğü).(2010), Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması Politikalar Genel AYDIN, Mustafa (2011), Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, İstanbul. BAŞGİL, Ali Fuad (1998), Din ve Laiklik, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul. BORA, Tanıl (1997), “Muhafazakarlığın Değişimi Muhafazakarlığının Bazı Yol İzleri” Toplum ve Bilim, 74, Güz. ve Türk NISBET, Robert, (1990), “Muhafazakârlık”, (Çev. Erol Mutlu), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, (Der. Tom Bottomore, Robert Nisbet, (Yay. Haz. Mete Tunçay, Aydın Uğur), Verso Yayınları, İstanbul. 191 Ş. Doğan / Muhafazakârlık Aile ve Kadın (Çankırı Örneği) BOTTOMORE, Tom ve NİSBET, Robert (1990), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Çev. Mete Tuncay ve Aydın Uğur, Verso Yayınları, İstanbul. ÇAHA, Ömer (2004), “Muhafazakâr Düşüncede Toplum”, Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu içinde, AKP Yayınları, İstanbul. ÇINAR, Metin (2003), “Dergâh Dergisi”, “Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce - Muhafazakârlık” (ed. Ahmet Çiğdem), Cilt: 5, İletişim Yayınları, İstanbul. DUBİEL, Helmut (1998), Yeni Muhafazakârlık Nedir?, Çev. Erol Özbek, İletişim Yayınları, İstanbul. ERKAL, Mustafa (2011 ), Sosyoloji, Der Yayınları, İstanbul. GİDDENS, Anthonny (1996), Beyond Left and Right-The Future of Radical Politics, (Cambridge and Oxford: Polity Press and Blackwell Publishers. KARPAT, Kemal (1997), “Modern Turkey”, der. P.M. Holt, Ann K.S. Lambton ve Bernard Lewis, The Cambridge History of Islam, Cilt 1B. KİRMAN, M. Ali (2004), Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İstanbul. KÖKER, Levent (1989), “Liberalizm-Muhafazakârlık İlişkisi Üzerine”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 9, Ankara. MARDİN, Şerif (1995), Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları, İstanbul. ÖGÜN, Süleyman Seyfi (1997), “Türk Muhafazakârlığının Kültür Kökenleri ve Peyami Safa’nın Muhafazakâr Yanılgısı” Toplum ve Bilim, 74, Güz. ÖZİPEK, Bekir Berat (2004), Muhafazakârlık-Akıl, Toplum, Siyaset-, Liberte Yayınları, Ankara. SAFİ, İsmail (2005), Türkiye’de Muhafazakâr Siyaset ve Yeni Arayışlar, Lotus Yayınevi, Ankara 192 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı 2, 2015, 163-193 SULLİVAN, Tony (2004), “İslâm, Muhafazakârlık ve Demokrasi”, Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu içinde, AKP Yayınları, İstanbul. WILSON, Francis Graham (1980), “The Case for Conservatism”, Penguin Books, New York. YILDIRMAZ, Sinan (2003), “Muhafazakârlık, Türk Muhafazakârlığı ve Peyami Safa Üzerine”, Journal of Historical Studies, 9-18. 193 Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt:17, Sayı:2, 2015 BU SAYININ HAKEMLERİ / REFEREES OF THIS ISSUE Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Doç. Dr. Yrd. Doç. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Prof. Dr. Doç Dr. Prof. Dr. Yrd. Doç. Dr. Veysel Mustafa Abdullah Muhammed Ahmet Kemal Ahmet Selçuk Münevver Kenan Fatma Ahmet Baran Mustafa Kudret Nuray Gözde Mehmet Mustafa Remzi Yavaş Hüseyin Ümit Emrah Aysel Hakkı Mustafa Olcay Şuayıp Devrim Mustafa Ayşe Cevat Zekeriya Elbeyi Mustafa Ali Mustafa Kemal Ahmet Oğuz Alp Ahmet Rüştü Özkan Özcan AĞCA AKILLI ALPEREN AYDIN BAYRAM BAYTOK BUYRUKOĞLU CAN YAŞAR ÇAĞAN DORE DURAL ERGÜN GÜL HELVACIOĞLU İNAL KIZILTEPE KARAKAŞ KARAZEYBEK KINCAL KOÇAK KURT MEMİŞ ODABAŞ ORÇAN ÖZDEMİR ÖZDEMİR ÖZKAN ÖZTÜRK ÖZTÜRK SAMUR ÖZYURT PAK PELİT SANDIKÇI SOYLU ŞAN TEKİN TEKİN TİMUR YARAMIŞ YAYAR YILDIZ ZORLU Afyon Kocatepe Üniversitesi Düzce Üniversitesi On Sekiz Mart Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Marmara Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Niğde Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Trakya Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Balıkesir Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Adnan Menderes Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Ç. Onsekiz Mart Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Bülent Ecevit Üniversitesi Uşak Üniversitesi Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bülent Ecevit Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Adnan Menderes Üniversitesi Yıldırım Beyazıt Üniversitesi K. Sütçü İmam Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Pamukkale Üniversitesi Sakarya Üniversitesi Osmangazi Üniversitesi İstanbul Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Gazi Osmanpaşa Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi