İttihat ve Terakki Cemiyeti ibtida askere, sonra memurlara istinad etti

advertisement
Zafer Toprak, Türkiye'de Milli İktisat (1908-1918), İstanbul: Yurt Yayınları 1982, Giriş: Yeni
Bir Toplumsal Düzene Doğru, s. 17-21.
TÜRKİYE'DE MİLLİ İKTİSAT (1982)
GİRİŞ : YENi BiR TOPLUMSAL DÜZENE DOĞRU
İttihat ve Terakki Cemiyeti ibtida
askere, sonra memurlara istinad
etti. Askerin siyasetle iştigali doğru
bir şey olmadığı, bütün cihanca
müsellem olduğundan bundan
ergeç el çekileceği tabiidir.
Memurlara gelince onlara hangi
fırka bol maaş ve yüksek memuriyet
vaad ederse o tarafı tercih ettiği
görülüyor. Askerle memura istinad
etmenin mahzuru bu suretle
anlaşılınca esnaf cemiyetleri teşkili
ile onlardan ahz-ı kuvvet edilmesi
düşünüldü. Ve filhakika bu
cemiyetlerin başına ikame edilen
kâtib-i mes’uller vasıtasıyle esnafı
arzu edilen tarafa imale taht-ı
imkâna alındıysa da bir kuru
kalabalıktan ibaret olan esnaf
ancak sokak nümayişlerinde işe
yaramaktadır. Şu halde İttihat ve
Terakki Cemiyeti bunlardan da
istifade edemiyor. Binaenaleyh sair
memâlik-i mütemeddinede olduğu
gibi memleketimizde de bir burjuva
sınıfı meydana getirerek İttihat ve
Terakki Cemiyeti’nin bu sınıf
sayesinde idame-i mevcudiyetine
çalışmak icab etmekte ve bu
maksatla cemiyet millî şirketler
teşkiline, bir millî banka güşadına
ve Müslüman esnaf ve tüccarın
birer cemiyet halinde
birleşmelerine gayret eylemektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti
İstanbul Murahhası
Kara Kemal
1
1908 Jön Türk hareketi liberal dönüşümler amaçlayan bir devrimdi. 10
Temmuz ertesi Kanun-ı Esasî yürürlüğe konarak meşrutiyet yönetimi
benimsenmiş, seçimler ertesi Mebusan Meclisi açılmıştı. Öte yandan iktisadî
düzenin liberalleştirilmesi doğrultusunda önemli adımlar atılmıştı. Osmanlı
girişimciliğe özendirilmiş, yabancı sermayeye geniş olanaklar sağlanmıştı.
1908 Devrimi ile birlikte çok partili bir siyasal yaşama geçilerek 10’a yakın
siyasal parti kurulmuştu. Özgürlük ortamı basını da etkilemiş, 1910 yılına değin
353 gazete ve dergi yayınlanmıştı. Bu arada ilk kez ülke çapında işçi hareketleri
baş göstermiş, çalışanlar sendika çatısı altında örgütlenmeye başlamışlardı.
Osmanlı toplumunda liberal düşünce yarım yüzyıldır gündemdeydi. Tanzimat
ile birlikte siyasal ve iktisadî alanlarda liberalizm birçok yandaş bulmuş,
Aydınlanma Çağı Fransız düşüncesi Osmanlı liberallerini yönlendiren temel
düşün akımını oluşturmuştu.
Liberal Jön Türk hareketi bir bakıma Osmanlı devlet geleneğine başkaldırıyı
simgeliyordu. Yüzyıllarca süregelen devlet müdahalesi, narh, tarife, imtiyaz,
berat vb. ticarî ve iktisadî faaliyetleri kısıtlayıcı yöntemler, rüşvet, iltimas gibi
devlet yönetimindeki yolsuzluklar liberal devlet özlemini pekiştirmiş, aydın
çevrede, Osmanlı devlet geleneğinin kısır döngüsü çözülmedikçe iktisadî
yaşamda önemli atılımların gerçekleşemeyeceği görüşü giderek yaygınlaşmıştı.
Sürekli devlet gözetimi ve boyunduruğu altında bulunan bireyin kendi başına,
kişisel çıkarını gözeterek, kâr amacıyla çaba sarf etmesi düşünülemez, devlet
karşısında birey olarak varlığını koruyamayan reayanın girişimde bulunması, birikim sürecine girmesi beklenemezdi.
Osmanlı devlet geleneğine karşı tavır alan Jön Türkler, devrim ertesi iki
seçenekle karşı karşıya kalmışlardı: Prens Sabahattin gibi, toplumbilim ışığında
soruna çözüm arayanlar Le Play’i izleyerek “teşebbüs-i şahsî ve adem-i
merkeziyet” görüşünü benimsemiş, Cavit Bey ve yandaşları ise klasik iktisattan
esinlenerek devletin iktisadî yaşamın dışında kalmasını, her türlü kayıt ve
engelin ortadan kaldırılmasını savunmuşlardı. Aslında her iki görüş de, değişik
disiplinlerden kaynaklanmalarına karşın, liberal çağın bireyciliğini gündeme
getirmişlerdi.
Öte yandan, İkinci Meşrutiyet ile birlikte Osmanlı devlet anlayışına yeni bir
boyut kazandırılmıştı. Devletin malî nedenlerle, diğer bir deyişle, varidatını
arttırma kaygısıyla iktisadî yaşama müdahale etmesinin uzun dönemde ülke
2
ekonomisi için sakıncalar doğurduğu, aşar, ağnam gibi öşrî vergilerin üreticiyi
caydırdığı, sonuçta ülkenin giderek yoksullaştığı ileri sürülmüş, çağdaş devletin
ulusal nitelik taşıdığı, hükümetlerin, devlet kasası ötesinde, tüm ulusun iktisadî
çıkarını gözetmesi gerektiği savunulmuştu. Nitekim, İkinci Meşrutiyet ile
birlikte, İttihatçı çevrelerde “malî” devlet yerine “iktisadî” devlet görüşü
belirginleşmişti. Artık devlet hazineye azamî gelir sağlama gerekçesiyle iktisadî
yaşama karışmayacaktı.
Ulusal devletin temel işlevi iktisadî yapıyı güçlendirmek, bireye girişim ortamı
hazırlamak, halkın vergi ödeme gücünü arttırarak devlete dolaylı yoldan gelir
sağlamaktı. Böylece, devrimin ilk yıllarında İttihatçılar, “kapıkulu” geleneğini
yadsıyor, bireyciliğin çağdaş toplumun temel felsefesi olduğunu, devlete karşı
bireyin savunulması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bundan böyle birey girişimci
kılınacak, “teşebbüs-i şahsî” Osmanlı toplumunun yaşam felsefesini
oluşturacaktı.
Batı’da liberal düşünce uluslaşma süreciyle koşut gelişmiş, yüzyılların ortaya
koyduğu toplumsal dönüşümlerin bir ürünü olarak belirmişti. Oysa, Osmanlı’da
liberalizm, aydın kesimin Batı’dan esinlenerek benimsediği soyut bir kavramdan
öteye geçmemişti. Batı’ya olan özlem düşünüş biçimlerine de yansımış,
Batılılaşmak için liberalleşmek gerekli görülmüştü.
Liberal 1908 Devrimi ertesi Mebusan Meclisi açılarak ulusal egemenlik
gündeme getirilmiş, Müslüman, gayrimüslim, tüm Osmanlıların “Osmanlı
milleti”ni oluşturdukları telkin edilmişti. Ancak, değişik dil ve dinden gelen
Osmanlı kitlelerine bu kapsamda bir ulusçuluk çok az şey ifade etmişti. Gayr-ı
müslim Osmanlıların kendi milliyetleri vardı. Diğerleri ise kendilerini
Müslüman görüyorlardı. Osmanlı ulusçuluğu bir avuç yöneticinin benimsediği,
maddî temelden yoksun bir ülküden öteye geçememişti.
Nitekim, 1908 Devrimi’ni gerçekleştiren İttihat ve Terakki, liberal düşüncenin
Osmanlı özelinde beklentisi doğrultusunda sonuç vermediğini görmekte
gecikmedi. Jön Türk hareketi, Müslüman, gayrimüslim tüm Osmanlı unsurlarını
II. Abdülhamid’in “istibdad”ına karşı birleştiren özgürlükçü bir başkaldırı
niteliği taşımış ve Osmanlı ulusçuluğunu amaçlamışsa da, sonuç farklı olmuş,
ayrılıkçı akımlar giderek güç kazanmıştı. Diğer bir deyişle, Osmanlı ulusçuluğu
ülküsü benimsenmemiş, etnik unsurlar bağımsızlığa yönelmişlerdi.
Öte yandan, ekonominin liberalleşmesi Osmanlı ticaretini ellerinde bulunduran
gayrimüslimlerin ve yabancıların etkinliğini arttırmış, Müslüman zanaatkar
serbest rekabet koşulları altında yoksullaşarak san’atından olmuştu. Nitekim
3
İkinci Meşrutiyet ile birlikte loncaların kaldırılışı serbest ticarete ve girişim
özgürlüğüne ortam hazırlarken, ancak örgütsel dayanışmayla varlığını
sürdürebilen küçük üretici Müslüman esnafa büyük darbe indirmişti.
İşte Türk ulusçuluğu böyle bir ortamda yeşermişti. Kısmen 1908 Devrimi’nin
liberal fikir ortamından kaynaklanan Türk ulusçuluğu, diğer bir yönüyle
liberalizme, özellikle iktisadî liberalizme bir tepkinin sonucu olarak ortaya
çıkmıştı.
Liberalizmden ayrılarak ulusçuluğa yöneliş baskı yöntemlerine yol açmakta
gecikmemişti. 1908 Tatil-i Eşgal Kanun-ı Muvakkatı ile başlayan kısıtlayıcı
önlemler, gazetelerin kapatılması ve muhalefetin siyasal cinayetlerle
yıldırılmasıyla giderek tırmanmıştı. Babıâli Baskını ile noktalanan bu
gelişmeler, 1913 ertesi iktidarın doğrudan İttihat ve Terakki’nin denetimine
geçmesiyle sonuçlanmıştı.
Bu arada, Türk ulusçuluğunun gelişiminde Alman romantizminin önemli
katkıları olmuştu. 19. yüzyıl başlarında İngiltere ve Fransa ile
karşılaştırıldığında geri bir iktisadî yapıya sahip olan Almanya’da, Fichte,
Gentz, Müller, List gibi düşünürlerin etkisiyle, devlet organizmaya benzetilerek
bir bütünsellik içerisinde görülmüş, liberal iktisadî öğretiye ters düşen, dışa
kapalı bir ulusal iktisadî yapı gündeme gelmişti.
İttihatçıların ulus modelini Alman romantizmindeki bu organik bütünsellik
oluşturmuştu. Türk ulusçuluğunun iktisadî boyutu, “millî iktisat”, Müller’den
Schmoller’e uzanan romantik Alman iktisat geleneğinden esinlenmişti. Ayrıca,
Alman romantizmi İttihatçıların baskıcı yönelimleriyle de bağdaşmış, “birey”
ikinci plana itilerek “cemiyet” ve “devlet”e sahip çıkılmıştı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı iktisat yazınında artık Smith, Ricardo,
Bastiat, Beaulieu gibi liberaller gözden düşmüştü. List. Carey, Rae, Cauwés gibi
“millî” iktisatçıların görüşleri benimsenmiş, savaşın olağanüstü ortamı fırsat
bilinerek “millî iktisat” politikası uygulamaya sokulmuştu. Bu doğrultuda devlet
iktisadî yaşama doğrudan katılmış, devletçilik ya da İttihatçıların deyimiyle
“devlet iktisadiyyatı” “millî iktisad”ın temel yörüngesini oluşturmuştu.
Savaşla birlikte kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılarak koruyucu bir dış
ticaret politikasına geçilmişti. Uzun yıllar özlemi duyulan spesifik tarifeler
yürürlüğe konmuş, İhracat Heyeti aracılığıyla dış ticareti devlet doğrudan
üstlenmiş, kambiyo işlemleri Kambiyo Muamelatı Merkez Komisyonu’nun
denetimine verilmişti.
4
İç ticarette de benzer gelişmeler izlenmiş, devlet iktisadî yaşamın hemen her
alanında etkinliğini arttırmıştı. Heyet-i Mahsusa-ı Ticariyye, Merkez ve Taşra
İaşe Heyetleri, İaşe Umum Müdürlüğü, Men-i ihtikâr Heyeti, İaşe Meclisi,
İktisadiyyat Meclisi, İaşe Nezareti “devlet iktisadiyyatı”nın güdümleyici
örgütlerini oluşturmuşlardı.
Savaş yıllarında piyasanın “millileştirilmesi” amaçlanmış, kooperatifler
aracılığıyla ticaretin yabancı ve gayrimüslim ellerden alınarak Müslüman-Türk
unsura devri öngörülmüştü. İttihat ve Terakki’nin taşra örgütleri kredi ve satış
kooperatifleri kurarak üretici ve Müslüman tüccarı örgütlemiş, piyasayı
denetimleri altında bulunduran alıcı sendikaların karşısına tek satıcı olarak
çıkmalarını sağlamışlardı.
Bu arada İttihat ve Terakki ulusal bankacılığa yönelmiş, Osmanlı Bankası’nın
yerini alacak bir devlet bankasının temellerini atmış, taşrada Müslüman-Türk
eşrafı “millî” banka kurmaya özendirmişti.
Ülkenin giderek bağımlı bir nitelik kazanan iktisadî yapısını dizginleme ve
1908 Devrimi’nin gündeme getirdiği sermaye birikimini gerçekleştirecek bir
düzeni kurma özlemi içerisinde olan İttihat ve Terakki, savaş yıllarında, “orta
sınıf” dediği Müslüman-Türk eşrafı oluştururken sorunun etnik boyutunu sürekli
vurgulamış, Müslümanı gayrimüslime karşı kayırmıştı. Ticaret ve zanaat gibi
uğraşlarda gayrimüslimlerin gerisinde bulunan Müslüman unsura, devlete
kapılanma özlemini bir kenara bırakarak ticarete atılması, zanaatla uğraşması,
girişimci olması önerilmişti. Nitekim, savaş yıllarında uygulanan “millî iktisat”
politikası Müslüman-Türk unsura bu ortamı hazırlamış, “devlet iktisadiyyatı” ile
gayrimüslim unsur ve yabancılar piyasadan tasfiye edilirken “millî” anonim
şirketler giderek ekonomiye egemen olmuşlardı.
Diğer bir deyişle, İkinci Meşrutiyet’in gündeme getirdiği ulusçuluk, Birinci
Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşullarının da yardımıyla, İttihat ve Terakki’de
Müslüman-Türk “orta sınıf” özlemini doğurmuş, savaşın yitirilişi ertesi
Anadolu’da Millî Mücadele’yi yürütecek kadroların oluşumunu sağlamıştı.
___________________________
5
Download