filistin sorunu özelinde türkiye`nin 1990`lı yıllar ve sonrasındaki

advertisement
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
FİLİSTİN SORUNU ÖZELİNDE TÜRKİYE’NİN 1990’LI YILLAR VE
SONRASINDAKİ ORTADOĞU POLİTİKASI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
DOÇ. DR. ÖNDER KUTLU
HAZIRLAYAN
ZEKERİYA ÇAKMAK
044229001012
KONYA 2007
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER
i
KISALTMALAR
v
GİRİŞ
1
I. BÖLÜM
ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ
1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler
1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları
2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları
2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası
4
4
6
6
2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri
12
2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri
14
2.1.2.1. Truman Doktrini
14
2.1.2.2. Eisenhower Doktrini
16
2.1.2.3. Nixon Doktrini
18
2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası
19
2.3. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Politikası
23
i
II. BÖLÜM
DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN
1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri
27
1.1. Yahudilik
27
1.2. Türk-Yahudi İlişkiler
28
1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri
1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi
29
32
2. Osmanlı Sonrası Filistin
35
3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye
38
3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin
38
3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri
41
3.3. Arap-İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Denge Politikası
44
III. BÖLÜM
1980’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’YA BAKIŞI
1. Arap-İsrail Yakınlaşması ve 1980’li Yıllardaki Gelişmeler
1.1. Camp David Anlaşmaları
48
48
ii
1.2. 1980 Sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası
1.3. İntifada ve Filistin Devleti’nin Kurulması
51
54
2.Ortadoğu Su Sorununda Türkiye’nin Tutumu
55
2.1. Türkiye-Suriye-Irak Tezleri
55
2.2. Türkiye’nin Önerileri ve Projeleri
59
IV. BÖLÜM
1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI
1. 1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası
62
1.1. Körfez Krizi ve Türkiye’nin Politikası
62
1.2. Körfez Krizi Sonrası Dönem
66
1.3. Barış Görüşmeleri ve Oslo Süreci
71
1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler
75
2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası
78
2.1. Irak’ın İşgali ve Türkiye-ABD İlişkileri
82
2.2. Yeni Yüzyılda Filistin Sorunu ve Türkiye
86
3. Büyük Ortadoğu Projesi
92
iii
3.1. BOP’ de Türkiye’nin Yeri
95
SONUÇ
99
KAYNAKÇA
104
iv
KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
AK Parti
: Adalet ve Kalkınma Partisi
ASALA
: Armenian Secret Army for the Liberation of Armenian (Ermenistan’ın
Kurtuluşu için Gizli Ermeni Ordusu)
BAE
: Birleşik Arap Emirlikleri
BM
: Birleşmiş Milletler
BOP
: Büyük Ortadoğu Projesi
CIA
: Central Intelligence Agency- Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı
FKÖ
: Filistin Kurtuluş Örgütü
GAP
: Güneydoğu Anadolu Projesi
HAMAS
: Harakat al-Muqawama al- Islamiyya (İslami Direniş Hareketi)
İKÖ
: İslam Konferansı Örgütü
KDP
: Kürdistan Demokrat Partisi
KYB
: Kürdistan Yurtseverler Birliği
MC
: Milletler Cemiyeti
v
MGK
: Milli Güvenlik Kurulu
MÖ
: Milattan Önce
MS
: Milattan Sonra
NATO
: North Atlantic Treaty Organization- Kuzey Atlantik Anlaşma Örgütü
NSC
: National Security Council- Ulusal Güvenlik Konseyi
OPEC
: Organization of Petroleum Exporting Countries- Petrol İhraç Eden Ülkeler
Örgütü
PKK
: Partiya Karkeren Kürdistan (Kürdistan İşçi Partisi)
SALT
: Strategic Arms Limitation Talks- Stratejik Silahların Sınırlandırılması
Görüşmeleri ( veya Antlaşması )
SSCB
: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TSK
: Türk Silahlı Kuvvetleri
vi
GİRİŞ
Ortadoğu, birçok kavim ve millete beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Üç büyük kıtanın
yani Asya, Afrika ve Avrupa’nın kesişme noktasında olması Ortadoğu’nun en önemli
özelliklerinden biridir. Ayrıca Ortadoğu’nun verimli topraklara sahip olması da kavimler
ve milletler için yaşam kaynağı olmuştur. Fırat ve Dicle’nin suladığı Mezopotamya ve Nil’
in can verdiği Mısır Ortadoğu’nun yaşam merkezleri olmuştu.
Soğuk Savaş sonrası yaşanan ilk on yılı kapsayan 1990–2000 yılları arası dönem,
uluslararası ilişkilerde eski alışkanlıkların bir kenara itildiği, ileriye dönük planların
zorlaştığı bir zaman dilimi olmuştur. Yeni dönemde bölgesel sorunlar, küresel nitelikteki
sorunlara göre belirgin olarak ön plana çıktı. Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Körfez Savaşı
uluslararası ilişkiler alanında bu yılların ilk önemli olayları olurken, Ortadoğu öne çıkan
bölgelerin başında geldi. Ayrıca bu dönem Filistin-İsrail Barış görüşmelerinin başladığı ve
somut adımların atılmaya çalışıldığı bir dönem olmuştur.
Soğuk Savaşın sona ermesi ile Dünyada iki kutuplu bir yapı ortadan kalmış ve Yeni
Dünya Düzeni oluşturulma çalışmaları başlamıştı. Tabiî ki bu ortamda her ülke artık
bloklar olmadığı için kendi çıkarlarını daha fazla gözetir hale getirmiştir. Soğuk Savaş
yılları boyunca SSCB’ye karşı bir cephe ülkesi konumunda olan, dış politika önceliklerini
Soğuk Savaş koşullarına göre belirleyen Türkiye, güvenlik ve dış politika anlayışını yeni
döneme uyarlamak zorunda kaldı. Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da statükonun
bozulması, bu coğrafyanın merkezinde bulunan Türkiye’yi kaçınılmaz olarak daha aktif bir
politika izlemeye itti. Öte yandan SSCB’nin dağılmasının ardından, Türkiye için tehdit
algılamaları, giderek kuzeyden güneye kaymaya başladı. İran’ın rejim ihracına yönelik
çabaları ve PKK’ya verdiği destek, Suriye ile su sorunu ve yine PKK’ya sağlanan
1
yardımlar, Irak’ta Kuzey Irak sorunu, Türkiye’nin güvenliği ile ilgili tehdit algılamalarının
bu bölgede yoğunlaşmasına neden oldu. Türkiye’de ayrıca Kürt sorunlarının, içeride en
büyük tehdit olarak öne çıkması, iç ve dış sorunları bağlantılı ve daha karmaşık hale
getirdi. Diğer yandan Türkiye, Ortadoğu komşuları Suriye, Irak ve İran ile önceki on
yıllara nazaran daha hareketli bir döneme girdi. Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinde
işbirliği alanlarından çok, problemlerin öne çıktığı bir dönem oldu. Buna karşın
Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerine ters orantılı olarak, İsrail ile işbirliği alanlarının
genişlediği gözlendi. Özellikle Suriye ile gerginliğin tırmanışa geçtiği bir dönemde, İsrail
ile askeri ve ekonomik işbirliği anlaşmaları imzalanarak, ilişkiler geliştirildi. Türkiye bu
dönemde İsrail ile geliştirdiği politikalar özellikle Filistin-İsrail sorunu çerçevesinde inişli
çıkışlı bir yapıya dönüştü. Türkiye hem Araplarla hem de ABD’nin destek olduğu İsrail ile
denge politikası izlemeye çalışmıştır. Türkiye bu politikasında zorlanmıştır. Özellikle
Filistin-İsrail çatışmalarında Türkiye’nin sıkıntılar yaşadığı bilinmektedir.
Çalışmanın ilk bölümünde Ortadoğu’nun stratejik öneminden bahsedildikten sonra
büyük güçlerin bu bölgedeki süregelen politikaları ele alınacaktır. II. Dünya Savaşı’ndan
sonra ülkelerin gelişen sanayileri, enerji ihtiyacını da beraberinde getirmiştir.
Ortadoğu’nun petrol kaynakları bakımından zengin olması büyük güçlerin dikkatini bu
bölgeye çekmiştir. Bu, ciddi bir çekişme ortamını beraberinde getirmiştir. Özellikle ABD
ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra kurulan Rusya Federasyon’u bu bölgeye özel
ilgi göstermiştir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ve ekonomik, siyasi bir birlik kuran
Avrupa Birliği de bu bölgede söz sahibi olmayı amaçlamaktadır. Bu güçlerin çekişmesi ise
hem bölge ülkelerinin hem de Türkiye’nin dış politikasını etkilemektedir.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra başlayan ve günümüzde de stratejik
işbirliği seviyesinde gelişen Türk-İsrail ilişkilerinin tarihsel seyri çerçevesinde Türkiye’nin
2
dış Ortadoğu dış politikası ikinci bölümde ele alınacaktır. Ayrıca İsrail Devleti’nin
kurulması çalışmaları ve kurulduktan sonra ki gelişmeler ışığında Türkiye’nin Ortadoğu
politikasında nasıl bir yol izlendiği konusu ele alınarak bu sorunun Türk dış politikasındaki
yeri anlatılacaktır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde Arap-İsrail yakınlaşması ve İran-Irak Savaşı
dönemlerinde Ortadoğu’daki durum ele alınacaktır. Bu dönemde Turgut Özal’ın Başbakan
ve Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda Türk dış politikasının Ortadoğu’daki aktif konumu ele
alınacaktır. Ayrıca bölgede bir Filistin Devleti kurulmasına giden süreçte Filistin İntifadası
ile Ortadoğu su sorunu işlenecektir.
Çalışmanın son bölümünde ise; uluslararası politikayı derinden etkileyen olayların
yaşandığı 1990’lı yıllardaki gelişmeler ele alınacaktır. Bu dönemde Irak’ın Kuveyt’i işgali
ile başlayan Körfez Savaşı sürecinde Türkiye’nin aktif politikası ve bu politika sonucunda
Türkiye’nin 90’lı yıllardaki güvenlik endişelerine yer verilecektir. Bu dönemde Suriye ile
ilişkiler ve Kuzey Irak’taki gelişmeler ele alınacaktır. Ayrıca bu dönemde Filistin-İsrail
Barış Görüşmeleri’nin başladığı Oslo Süreci’nin Türk dış politikasında Ortadoğu’ya
yönelik yansımaları ve bu sürece katkıları ele alınacaktır. Bu dönemde Türkiye’nin İsrail’e
yakınlaşması ile özellikle Araplardan gelen tepkiler neticesinde Türkiye’nin tutumu
işlenecektir.11 Eylül 2001’den sonra geleceğin yeniden şekillendiği bu dönemde Irak’ın
işgali
ve
Türkiye’nin
ABD
ile
ilişkilerinin
Türk
dış
politikasındaki
etkileri
gözlemlenecektir. 11 Eylül’den sonra ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikaları
çerçevesinde bölgeye getirilmeye çalışılan demokrasi, insan hakları gibi kavramların
Türkiye’nin Ortadoğu politikasında nasıl bir etki oluşturduğu incelenecektir. Ayrıca BOP
çerçevesinde Türkiye’de yaşanan tartışmalar ve Türkiye’nin bu politikadaki yeri
tartışılarak çalışma sonlandırılacaktır.
3
I. BÖLÜM
ORTADOĞU VE ORTADOĞU’DA GÜÇ MÜCADELESİ
1. Ortadoğu ve Ortadoğu’da Çekişmeler
1.1. Ortadoğu Kavramı ve Sınırları
Ortadoğu kavramı yakın çağda ortaya çıkmasına pek çok farklı kapsamlarda
kullanılmıştır. Bu yüzden Ortadoğu teriminin açıklanması güçtür. Farklı kaynaklarda ilk
olarak 17. yüzyıl 1 veya 20. yüzyılda İngilizler 2 tarafından kullanılmaya başlandığı ifade
edilse de yazılı olarak ilk kez Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından
kullanılmıştır. Mahan, 1902 yılında yayınlanan National Review’de Basra Körfezi’ni
anlatırken ele aldığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında
Arabistan ile Hindistan arasında kalan bölgeyi açıklamak için Ortadoğu kavramını
kullanmıştır. 3 Daha sonra bu terimi yazılarında kullanan The Times yazarı Valentine
Chirol, Basra Körfezi’nin önemini vurgulamak için “Ortadoğu Problemleri” başlıklı yazılar
ele almıştır. Bu yazılarında bölgeye Almanların demiryolları ile müdahale ederek
İngilizlerin çıkarlarını kötü yönde etkileyebileceklerini anlatmıştır. 4
Ortadoğu’nun neresi olduğu, sınırlarının nereden geçtiği ve hudutlarının tartışmalı
olması bu kavramın tanımlanmasını güçleştirmektedir. Avrupa merkezciliğini anlayışının
bir sonucudur bu. Ortadoğu teriminin bu şekilde kullanılmasında Avrupalı ve Amerikalı
1
Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tusiad, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21–
07–2006)
2
Çevik H. 2005; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s. 13. Turan
Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans, s. 15.
3
Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”, Stradigma,
http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007). Davutoğlu A,
2004;Türkiye’nin Uluslararası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları, s. 130.
4
Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007)
4
yazar ve düşünürlerin etkisi de görülmektedir. İngilizler, bu kavramı “Ortadoğu” (Middle
East) olarak kullanırken Amerikalılar daha çok “Yakındoğu” (Near East) şeklinde
kullanmışlardır. 5 Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da ve bu kuruluşların yayınlarında
Amerikan etkisi görülmüş ve daha çok “Yakındoğu” veya “Batı Asya” terimleri
kullanmışlardır. 6
Ortadoğu terimi fiziki coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle
farklı bakış açıları için geçerli bir kriterler bütününün içermemektedir.7 Bu yüzden
Ortadoğu kavramının farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Örneğin ABD eski
Dışişleri Bakanlarından J. Foster Dulles Ortadoğu’yu Libya, Pakistan, Türkiye ve Suudi
Arabistan arasında kalan bölge olarak tanımlamıştır. 8 Fransız siyasi görüşü ise
Ortadoğu’yu Türkiye-Arap yarımadası ve İran ile sınırlı tutmuş, Kuzey Afrika’yı bu tanım
içine almamıştır. 9
Bölgenin sınırları bu kadar farklı yorumlar içermesine rağmen bazı ortak özellikleri
barındırmaktadır Ortadoğu denince dinsel anlamda Müslümanların etnik anlamda Türk,
Arap ve Farsların yer aldığı bir bölge akla gelmektedir. Bundan başka dini bazda Yahudilik
ve Hıristiyanlığın, etnik olarak Kürtlerin ve Yahudilerin bölge içinde etkin rolleri
bulunmaktadır. 10
Ortadoğu, kara altın 11 , yani petrol bakımından dünya rezervlerinin yaklaşık %68’ini
bulundurması ile dünya siyasetinde önemini artırmaktadır. Ayrıca doğal gaz olarak da
5
Çevik, Ortadoğu, s. 14.
Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html
7
Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 129.
8
Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine Değerlendirmeler ”,
Avrasya Dosyası, V, s. 10.
9
Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev. Hamdi Türe,
İstanbul: Alan Yayıncılık, s. 40.
10
Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 25.
11
Turan, Ortadoğu, s. 17.
6
5
zengin olan bölge dünya rezervinin % 40’ını barındırmaktadır.
12
Petrolün günümüz
ekonomisinde bir enerji kaynağı olması ve dünyanın birçok yerinde bulunmaması
nedeniyle değerini bir kat daha artırmaktadır. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan birçok
ülke enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu enerji ihtiyacı şu an için daha çok petrolden
sağlanmasından dolayı hem petrol hem de Ortadoğu dünya siyasetinde önemli bir yer
edinmektedir. Sanayileşmiş ülkelerden Japonya petrol tüketiminin 2/3’ünü Batı Avrupa
1/3’ünü ve Amerika ise 1/10’unu Ortadoğu’dan ithal ettiği düşünüldüğünde dünya
ekonomisi için petrolün ne kadar değerli olduğu ortaya çıkmaktadır. 13
Ortadoğu, coğrafi olarak üç kıtanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişme
noktasını oluşturmaktadır. Tarihin başladığından ulus devletlerin oluşumuna kadar birçok
kez el değiştirmiştir. Sümerler, Asurlular, Babil Krallığı ve daha sonra bu bölgeye
dışarıdan gelen Büyük İskender, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi
büyük güçlerin eline geçmiştir. Bu süreç ulus devletlerin kurulması ile bitse de; bu bölgede
kurulan devletler arasındaki mücadelelerle savaşlar günümüze kadar gelmiştir.
2. Büyük Güçlerin Ortadoğu Politikaları
2.1. ABD’nin Ortadoğu Politikası
1492 tarihinde Amerika’nın keşfine kadar o günün insanları yalnız Afrika, Asya ve
Avrupa kıtalarını bilmekte idiler. Dünya sahnesinde ise yalnız bu kıtalardaki insanlar yer
almaktaydı. Milattan önce ve sonra Roma İmparatorluğu bu üç kıtada da hüküm sürmüştü.
M.Ö. Asya’da Çin Hanedanlıkları ve Hun İmparatorluğu vardı. Daha sonra Moğollar ve
Osmanlılar tarih sahnesine çıkmıştı.
12
13
Arı, Ortadoğu, s. 27.
Öztürk, Osman M. 1997; Türkiye ve Orta Doğu, İstanbul: Gündoğan Yayıncılık, s. 40.
6
ABD’nin dış siyaseti başlangıçta daha çok izolasyon felsefesine dayanmakta idi. Bu
sayede dış güçlerle ittifak yapmaya gereksinim duymamaktaydılar. Bunun sebebi ise ona
karadan yani Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarından uzakta olmasıydı. Ayrıca Amerika
kıtasında da kendi gücüne denk devletlerin olmaması ve bu devletlerle derin ihtilafların
bulunmamasında bu politikada etkili olmuştur. 14 Bununla birlikte 1823 yılında yayınlanan
Monroe Doktrini’nde
15
bu izolasyonun ve Avrupa iç işlerine karışmamanın devamı
niteliğinde ortaya çıkmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası bir güç olarak dünya politikasında yer
bulmasından sonra bazı temel stratejik ilkeler benimsemiştir. Bunlar; 16
-
Savaşların mümkün olduğunca Amerika kıtasından uzak tutulması
-
Afroavrasya politikasında etkin olmak ve bunun için stratejik ve diplomatik
kaynakların kullanılması
-
Amerika kıtasından uzak yerlerde çıkan ve ABD için risk unsuru taşıyan
bölgelere ulaşım için iyi bir deniz gücünün sürekli devrede olması.
Bu ilkelerden de anlaşılacağı üzere ABD artık Monroe Doktrini’ni terk etmiş ve
yeni bir vizyon ile küresel güç olmak için adımlar atmıştır. Tabii ki bunda ünlü jeostratejist
ve deniz jeopolitikçisi olan Amiral Mahan’ın ABD Başkanı Roosevelt’e yaptığı telkinleri
ve günün siyasi şartları da önemli birer etken olmuştur. 17
14
Çelik, Ortadoğu, s. 93.
ABD Başkanı James Monroe’nun yalnızcılık anlayışına dayalı ABD dış politika stratejisi. Bkz.
Sönmezoğlu, F. 2000; Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları, ss. 522–523.
16
Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 341.
17
Davutoğlu, Stratejik Derinlik.
15
7
ABD’nin Ortadoğu ile ilgilenmesinde 1920’li yıllarda bölgede petrolün varlığının
bulunması 18 ve 1930’lu yıllarda ABD şirketlerinin bölge ülkeleri ile başta petrol olmak
üzere ticari ilişkilere girmesi ile başladığını söylemek mümkündür. 19 İki dünya savaşı arası
dönemde Ortadoğu’da daha etkili olan ülkeler İngiltere ve Fransa idi. 20 Özellikle ABD’nin
daha dışa açılımı tam olarak gerçekleştirmediği yıllarda bu iki ülke Ortadoğu’yu neredeyse
parsel parsel paylaşmışlardı. 1920 yılında gerçekleşen San Remo Konferansı’nda İngiltere
ve Fransa Ortadoğu’ya manda rejimini 21 getirerek; bölgedeki yerli halkı kendi atadıkları
üst yetkilerle yönetmeye başlamışlardı. Suriye ve Lübnan Fransa’ya düşerken; Irak, Ürdün
ve Filistin İngiltere’ye kalan toprak parçaları olmuştu. 22
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın siyasi konjonktürü değişmişti.
Zayıflayarak çıkan ülkeler başta Almanya, Japonya olmak üzere İngiltere ve Fransa
olmuştu. Savaşın akabinde dünya siyaset sahnesine iki güç çıkmıştı; ABD ve Sovyet
Rusya. Amerika, İngiltere ve Fransa’dan devraldığı batı liderliğini sürdürürken; Sovyet
Rusya, Rus Devrimini yaymayı amaçlamaktaydı. ABD, Ortadoğu’da İngiltere’den ve
Fransa’dan boşalan bölgeye ilgisini artırmaya başlamıştır. Bölgede savaştan sonra daha
rahat ticari bağlar kurmuştu. Özellikle petrol konusunda bölge ülkeleri ile sıkı ilişkiler
geliştirilmişti. ABD, Suudi Arabistan ve Bahreyn’de petrol ayrıcalığı % 100’ü, Kuveyt’te
% 50’si, Irak’ta % 23.75’i ve İran’da 1955’ten sonra% 40’a varan imtiyazlar elde etmişti. 23
ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra soyunduğu dünya liderliğinde Ortadoğu
ayağı önemli bir yere sahipti. Çünkü dünya petrollerinin 2/3 ü bu bölgede bulunmakta idi.
18
Arı T. 2004; Irak, İran ve ABD Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 182.
Arı T. 1999; 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 56.
20
Çevik, Ortadoğu, s. 93.
21
I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan bu sistem, savaştan yenik çıkan devletlerin sömürgelerinin
Müttefikler’in denetimine girmesi, onların sömürgeleri olması anlamı taşımıştır. Bkz. Sönmezoğlu,
Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, ss. 501–502.
22
Armaoğlu F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi, ss. 198–204.
23
Arı, Basra Körfezinde, s. 60.
19
8
Dünya ekonomisi hızla sanayileşmeye doğru kayarken petrol tüketimi de buna paralel
olarak artmakta idi. Avrupa ve Asya’da petrol tüketimi ABD’ye nazaran daha fazlaydı.
Petrol tüketimi Almanya’da %32’i, İngiltere’de %45, Fransa’da %86 ve Japonya’da %76
idi. ABD’de ise %20–30 oranında bir petrol tüketimi vardı. 24
Çin’in de geleneksel
politikasını terk ederek sanayileşmeye ve dünya piyasalarına açılması petrol tüketimini
daha da artırmıştır. 1993 yılında Çin’in petrol ithalatı %20 idi. Bunun %65’ini
Ortadoğu’daki ülkelerden sağlamaktaydı. Fakat günümüzde Çin’in petrol ihtiyacının
%40’ını ithal ettiği tahmin edilmektedir. 25 Çin’in petrol rezervlerinin 14 yıl içinde
tükeneceği ve petrol ithalatının hızla artarak 2020’de %50, 2030’da ise %80’e ulaşacağı
varsayılmaktadır. 26 Sanayi devriminden sonra dünya ekonomisi sanayileşmeye doğru hızla
kayarken tüketilen ana ham madde petrol ve petrol ürünleri olmuştur. Tabiî ki dünya
devletlerinin çoğu bu ilerlemeyi şu anda bile tam olarak sağlayamamıştır. Fakat gelişmiş
ve gelişmekte olan birçok ülke sanayide kullanılan enerjinin kaynağı olarak petrol ve petrol
ürünlerini kullanmaktadır. Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru bu tüketim hızla artmıştır.
Bu tüketimde Batı Avrupa ülkeleri ile Çin ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkeleri başat
konumdadır. ABD, 1989 yılında petrol ihtiyacını %58’ini iç üretimden karşılıyordu.
2000’li yıllara gelindiğinde ise bu oran %48’e kadar düşmüştür. Avrupalı ve Uzak Doğulu
ülkelere
nazaran
ABD,
petrol
ihtiyacının
%25–30’luk
kısmını
Ortadoğu’dan
karşılamaktadır. Kalan ihtiyacını ise Kanada, Venezüella ve Meksika’dan tedarik
etmektedir. 27
24
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189.
Otuzbiroğlu, Serim.
http://www.irarec.org/modules.php?op=modload&name=Sections&file=index&req=printpage&artid=50
(08–05–2007)
26
Özekmekçi, İnanç M. http://www.dispolitikaforumu.com/cin.pdf (08–05–2007)
27
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 190.
25
9
Petrolün dünya ekonomisindeki önemi özellikle 1973 yılındaki petrol krizinde 28
anlaşılmıştır. 1973 yılındaki petrol ambargosunda ham petrolün bir varili 1,7 dolardan 11,6
dolara yükselmiştir. Daha sonra Irak-İran savaşında ve Körfez krizinde petrolün fiyatı 31
dolara çıkmıştır. 2003 yılında Irak’ın işgalinde ise petrol fiyatları 38 dolara kadar
çıkmıştır. 29 Bu gelişmeler ışığında Ortadoğu’daki herhangi bir savaş, çatışma veya dünya
piyasalarını etkileyebilecek olumsuz bir gelişme ülke ekonomilerini de kötü yönde
etkilemektedir. 1973’deki petrol krizinde Batı Avrupa’da ve Japonya’da bir paniğe sebep
olmuştur. 30
Petrol ihraç eden ülkeler petrolden kazandıkları paraların önemli bir kısmını da
güvenlikleri için harcamaktadır. Çünkü Ortadoğu I. Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar
hep savaşların, çatışmaların merkezi olmuştur. Özellikle İsrail Devleti’nin kurulmasından
sonra Arap-İsrail savaşları ve yer yer çatışmaları günümüzde de devam etmektedir. Bölge
ülkelerinin 1963’ten sonra hızla artan askeri harcamaları (1985 değeri ile) 4 milyar dolardı.
Bu rakam daha sonra 1983’te 68 milyar dolara, 1992 yılında ise 150 milyar dolara
ulaşmıştır. 31 Bu pastadan büyük payı ise ABD almaktadır. 1973–78 yılları arasında ABD,
bölgeye satılan silahların %51’ini sağlamaktaydı. 32 Günümüzde ise bu rakam %60’a
ulaşmıştır. Ortadoğu, dünyada %38’lik payla silah alımında ilk sırada yer almaktadır. Bu
oranın %23’ünü Suudi Arabistan harcamaktadır. Suudi Arabistan yılda yaklaşık 10 milyar
dolar silah harcaması gerçekleştirmektedir. 33
Petrolün düzenli sevkıyatının sağlanamaması demek başta ABD olmak üzere birçok
Avrupa ülkesinin ekonomileri, silah satışlarını ve sevkıyatını olumsuz etkileyecektir. Böyle
28
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 715–716.
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 189.
30
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 726.
31
Yıldız, Yavuz G. 1993; “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Der. Şen S. Su Sorunu, Türkiye ve
Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayıncılık, s. 152.
32
Yıldız, “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, s. 155.
33
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 192.
29
10
muazzam miktarların döndüğü bir durumda ABD, Ortadoğu’dan petrolün düzenli bir
şekilde sevkıyatının sağlanmasını isterken bölgedeki çatışmalara göz yummaktadır.
Dünya, yaşadığı ikinci büyük savaştan çıkarken politik olarak da yeni oluşumlarla
karşı karşıya kalmıştı. Batıda ABD, liberal ve serbest piyasa ekonomisi ile dünya
sahnesindeki yerini alırken; doğuda Sovyet Rusya komünizm yapılanması ile ortaya
çıkmıştı. II. Dünya Savaşı’ndan gücünü önemli oranda kaybederek çıkan İngiltere, dünya
liderliğine soyunun ABD’yi uyararak SSCB’nin stratejik yayılma tehlikesi için önlem
alması gerektiğini belirtmekteydi. 34
II. Dünya Savaşı’nda güçlü bir devlet olarak çıkan Sovyetler Birliği için de
Ortadoğu önemli bir bölgeydi. Hem petrolün varlığı hem de kendine yakın bir bölge olarak
güvenlik endişeleri Sovyet Rusya’nın bu bölge ile ilgili stratejiler geliştirmesi gerektiğine
itiyordu. Sovyetler Birliği bu doğrultuda II. Dünya Savaşından sonra bir güvenlik kuşağı
oluşturmak amacıyla kendine komşu olan ülkelere doğrudan veya dolaylı olarak baskı
uygulamıştır. 35 Böylece hem kendi güvenliğini sağlarken hem de bölgede etkili ve nüfuzlu
bir güç olduğunu göstermiştir. Sovyet Rusya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra İran üzerinden
Ortadoğu petrollerine, Basra Körfezi’nden Hint Okyanusu’na, Karadeniz ve Boğazlar
yoluyla Ege ve Akdeniz’e yayılma girişimlerine başlamıştır. 36
Amerika, Ortadoğu’yu dış tehlikelerden korumanın yanında bölge içindeki güç
odaklarından olumsuz etkilenmemesini istiyordu. Bölge dini olarak Müslümanların
çoğunlukta olduğu bir bölgeydi. Fakat burada radikalizmi savunan gruplarda vardı.
Bölgenin bunlardan etkilenmesi ise ABD ve Batı çıkarları için tehlikeli olabilirdi. Örneğin
İran’da İslam Devrimi gerçekleştikten sonra İran rejim ihraç etmek için diğer bölge
34
Gerçeksever A. 2005; Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, s.24.
Arı, Irak, İran ve ABD.
36
Gerçeksever, Kayıp Kimlik, s.23.
35
11
ülkelerindeki Şiileri etkilemeye çalışıyordu. İran Devriminden ABD hem Rusya ile hem de
İran ile bölgede sorunlar yaşamaya başlamıştı. Amerikan yönetimi bu tür girişimlere karşı
askeri müdahale de olmak üzere bazı yaptırımlar uygulayabileceğini belirtmekteydi.
1991’de Başkan Bush, Suudi Arabistan’ın İran olmayacağını, bu ülkenin istikrarıyla
yakından ilgilendiklerini dile getirmekteydi. 37
2.1.1. ABD’nin Ortadoğu politikasında İsrail’in yeri
İsrail’in kurulma süreci birçok sıkıntıyı da beraberinde getirmiştir. Daha önce
Osmanlı toprağı olan Filistin’de az sayıda Yahudi yaşamaktaydı. Fakat Osmanlı’nın yıkılıp
bölgenin İngilizler tarafından işgali ile bu topraklarda Yahudi nüfusu da artmıştır.
Yahudiler daha önceleri dünyanın değişik coğrafyalarında yaşamaktaydılar. Başta Avrupa
ülkeleri olmak üzere Rusya ve ABD’de çok sayıda Yahudi bulunduğu bilinmektedir.
Filistin bölgesinin İngilizlerin kontrolüne geçmesi ile bu bölgelerdeki Yahudiler planlı bir
şekilde bölgeden toprak satın alınarak yerleştirilmeye başlanmıştır. Siyon Hareketi olarak
da bilinen bu oluşum Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması çalışmalar yapmaktaydı.
Yahudiler daha çok İngilizlerle ilişkide olsalar da ABD desteği 1920’li yıllara kadar
uzanmaktadır. ABD 21 Eylül 1922 tarihinde aldığı bir kararla Balfour Deklarasyonu’na 38
destek olmuştur. Hatta İngilizlerle yaptığı bir anlaşma gereği Balfour Deklarasyonu’nun
uygulanmasına müdahale hakkına sahip olmuştur. Tabiî ki bu desteğin ardında ABD de
yaşayan Yahudi lobisinin de ABD Kongresinde etkili olduğu söylenmektedir. 39
ABD daha sonraki dönemlerde de desteğini Yahudilerden eksik etmemiştir.
Özellikle Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasını amaçlayan Taksim Planı’nda diğer
37
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 193.
Altınoğlu G. 2005; Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul: Pozitif Yayınları, ss. 303–304.
39
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 198–199.
38
12
ülkelerinde İsrail lehine oy kullanması için baskı yapmıştır. İsrail Devleti’nin kurulduğu
1948 yılında ABD bu devleti tanıyan ilk ülke olmuştur. 40
Yahudi lobisinin, Amerikan Kongresi’nde etkili olduğu, ABD-İsrail yakınlaşmasını
etkileyen başka sebepler de bulunmaktadır. Bunlara kısaca değinecek olursak;
-
İlk olarak Amerikalılar ile Araplar arasındaki inanç farklılığı. Yahudilik de
Amerikalılar ile farklı ama Yahudi inancı yüzyıllar boyunca Batı inanç
sisteminde yer edinmişti.
-
İkinci sebep ABD ile İsrail kültürlerinin Avrupa değer sistemini benimsemeleri.
-
Üçüncü neden İsrail’in ABD gibi demokrasiyle yönetilmesi, Arap devletlerinde
daha çok monarşinin hâkim olması.
-
Dördüncü neden Arap ülkelerinde Amerikan karşıtlığını benimseyen aşırı uç
insanların varlığı. İsrail ise ABD ile müttefiktir.
-
Son neden ise Arapların hem petrol silahını kullanarak hem de terörist
faaliyetlerde bulunarak ABD’yi tehdit etmesi ve Yahudilerin eskiden beri
mağdur edilmesi olarak sıralayabiliriz 41
ABD, İsrail Devletine desteğini II. Dünya Savaş’ından sonra bu devletin kurulması
ile hem parasal hem de siyasal destek olarak sürdürmüştür. 1973 Ekim Savaşı’ndan sonra
Amerika, diğer devletlere yaptığından çok daha fazlasını İsrail’e yardım yapmıştır. ABD,
İsrail’e Ekim Savaşı’nda ayrıca 2,2 milyar dolar askeri yardım yapmıştır. Bunun üzerine
OPEC ülkeleri petrol ambargosu kararı almış ve petrol fiyatları hızla artarak birçok ülke
ekonomisine darbe vurmuştur. 42 II. Dünya Savaşı’ndan sonra 140 milyar doları aşan bir
yardımda bulunmuştur. ABD her yıl yaklaşık 3 milyar dolar, yani ABD dış yardımlar
40
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 199–200.
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 216–217.
42
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=2266 (22–07–2006)
41
13
bütçesinin 1/5’ini İsrail’e yardım olarak vermektedir. Ayrıca ABD her bir İsrailli için yıllık
500 dolar değerinde yardımda bulunmaktadır. 43 ABD’nin İsrail’e sağladığı fonlar kişi
başına 5500 doları bulurken, Filistin yönetimine sağlanan fonlar ise kişi başına 41 dolar
gibi çok az bir miktardır. 44
Amerikan Kongresi, dış yardımları İsrail’e peşin öderken, diğer devletlere dört
taksit halinde veya belli bir şarta bağlamaktaydı. 45 2003’te Irak’a müdahaleden sonra
Amerikan Kongresi, Türkiye’ye yapacağı 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolarlık
kredinin kullanılmasını Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmemesi ve insani yardımda tam
işbirliği koşuluna bağlamaktaydı. 46
ABD’nin Ortadoğu politikasını kısaca üç temel unsur şekillendirmektedir: Birincisi,
bölgede petrol üretimini ve sanayileşmiş ülkelere sevkıyatının kesilmeden nakledilmesinin
sağlanarak Amerikan çıkarlarının korunmasını sağlamak. İkinci unsur bölgede rakip
güçlerin ortaya çıkmasını ve dışardan gelebilecek güç odaklarına karşı bölgenin
korunması. Üçüncü faktör ise İsrail Devletinin korunması ve yaşamasının sağlanmasıdır.
Böylece hem Araplar hem de dış güçlerin etkilerini kontrol altında tutabilmektir. 47
2.1.2. ABD’nin Ortadoğu’ya şekil veren doktrinleri
2.1.2.1. Truman Doktrini
II. Dünya Savaşı, dünya siyasetinde birçok olguyu değiştirmişti. Dünya
sahnesindeki güç odakları Avrupa’dan değildi artık: Biri Asya’da diğeri Amerika da idi.
43
http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007)
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 206.
45
http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007)
46
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=71942&tarih=13/04/2003 (11–05–2007)
47
Sinkaya, B. http://www.riskcenter.com.tr/risknews/ic.asp?menu=1&sayi=277&kat=6 (22-07-2006). Arı,
Irak, İran ve ABD, s. 185.
44
14
Avrupa büyük bir yıkım yaşamış ve kendi sıkıntıları ile boğuşuyordu. Ortadoğu’da ise
İngiltere ve Fransa’nın terk ettiği siyasi güç boşluğu vardı.
Dünya siyasetindeki yeni güç odaklarından olan Sovyet Rusya, tarihten gelen sıcak
denizlere inme politikası çerçevesinde İran’da varlığını sürdürmeye çalışırken diğer
taraftan Türkiye ve Yunanistan’da baskı kurmaya başlamıştı. Türkiye’den Doğu
Anadolu’dan toprak isterken, Boğazlardan üs talep ediyordu. Yunanistan iç savaşında
Komünistlere destek vermekteydi. 48 Sovyetler Birliği böylece hem Ortadoğu’da hem de
Doğu Avrupa’da yeniden söz sahibi olmak istiyordu.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Monroe’nin aldığı kararla Avrupa iç
işlerine karışmama ve izolasyon politikası I. Dünya Savaşı’nda terk edilse de karar
uygulamaya devam etmiştir. Fakat bu politikadan Başkan Franklin Roosevelt döneminde
çıkılmaya başlanmıştır. Başkan Roosevelt, 5 Ocak 1937’de saldırgan milletlerin
karantinaya alınmasını teklif etmiş ve “Uluslararası dengesizlik ve anarşiden kaçış yok,
ABD bunları görmezlikten gelemez” diyerek dünya siyasetinde ABD’nin yavaş yavaş yer
alması için adımlar atılmıştır. 49 ABD’nin Monroe Doktrini çerçevesinde aldığı izolasyon
kararını II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen terk ettiğini görmekteyiz. Özellikle Sovyet
Rusya’nın Ortadoğu’ya ve sıcak denizlere inme çabaları karşısında ve İngiltere’nin
bölgenin Batı çıkarları doğrultusunda korunması için ABD’ye verdiği notalar 50
çerçevesinde izolasyon politikasının uygulanmayacağı ortaya çıkmıştır.
Ortadoğu’da artan Sovyet Rusya baskısı karşısında Başkan Truman, 12 Mart 1947
tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada özgür insanların kendi ulusal bütünlüklerini
saldırgan hareketlere karşı korumalarına yardım etmekte isteksiz davranıldığı takdirde
48
Arı Irak, İran ve ABD, s. 218.
Çevik, Ortadoğu, ss. 105–106.
50
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 218.
49
15
totaliter rejimlerin kendilerini zorla empoze edeceklerini belirtiyor ve ABD’nin
politikasının özgür insanların iç ve dış baskılara karşı desteklenmesi doğrultusunda olması
gerektiği ifade etmiş ve bu baskılarda karşı karşıya kalan ülkelere ekonomik ve mali
yardım yapılmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır. 51 Başkan Truman, bu çerçevede
Kongre’den Yunanistan ve Türkiye’nin Sovyet baskısından korumak için yardım
programının onaylanmasını istemiştir. Kongre, sonradan 400 milyon dolarlık yardımı
Yunanistan ve Türkiye için onaylamıştır. 52 22 Mayıs 1947’de Kongre’nin onayladığı
yardımların 300 milyon doları Yunanistan’a, 100 milyon doları ise Türkiye’ye yapılması
kararlaştırılmıştı. Truman Doktrini, esas itibariyle mali yardım içerse de, özelde ABD’nin
izolasyon politikasının terk edildiğini ve kendi kıtasının dışında başka yerlere yardım
yapılması ile ABD dış politikasının köklü bir değişime uğradığını göstermektedir. 53
ABD, Sovyetler Birliğini çevreleme politikası gereğince kuzey kuşak ülkelerine
yani Yunanistan ve Türkiye’ye mali yardımlarda bulunurken Arap devletleriyle de
anlaşmalar yapıyordu. Bu doğrultuda 1947’de Suudi Arabistan’da bir üs kurma ve 1949’da
Bahreyn’de liman kolaylığını sağlayan anlaşmalar yapmıştır. 54
2.1.2.2. Eisenhower Doktrini
1950’lerin ilk yarısında Arap milliyetçiliği gelişmeye başlamıştı. Mısır’da Arap
milliyetçiliğini ve toplumsal reformculuğu savunan Nasır, yönetimi eline geçirmiştir.
Bunun üzerine Batılı ülkeler Mısır’a ekonomik yardımı kesmişti: Nasır, bu olaylardan
dolayı 26 Temmuz 1956 tarihinde Süveyş Kanalı Şirketi’ni millileştirdiğini açıklamıştır.
Nasır’ın bu hareketine ilk sert tepkileri İngiltere, Fransa ve İsrail vermiştir. Çünkü
51
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219.
Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University Pres, s. 57.
53
Çevik, Ortadoğu, s. 106–107. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 442.
54
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219.
52
16
Avrupa’ya Ortadoğu’dan giden petrollerin %75’i bu bölgeden geçiyordu. 31 Ekim’de
İngiltere ve Fransa kanal bölgesini işgal etmiştir. 55
Süveyş Krizi’nde Ortadoğu’da Sovyet etkisi artmıştır. SSCB’nin kriz sırasında
Mısır’a tam destek vermesi Araplar üzerindeki prestijini arttırmıştır. Batı ülkeler ve ABD,
Ortadoğu’da krizden sonra biraz güç kaybetmiştir. Bu boşluğu ise Sovyetler doldurmaya
çalışmıştır. Bu ters etkiyi gören Başkan Eisenhower, Kongre’den kendisine şu yetkilerin
verilmesini istemiştir; 56
-
Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Ortadoğu
ülkelerine ekonomik yardım yapmak.
-
Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak
-
Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, “milletlerarası komünizmin kontrolü altında
bulunan bu ülkelerden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında” Amerikan
silahlı kuvvetlerinin kullanılması
Eisenhower, bu doğrultuda Kongre’den üç yıl süre ile her yıl 200 milyon dolar
harcama yetkisi istemiştir. Kongre, 9 Mart 1957’de bu kararı oy çokluğu ile Senato’da 19
ret oya karşılık 72 oyla, Temsilciler Meclisi’nde ise 60 oya karşılık 350 oyla kabul
edilmiştir. 57
Eisenhower Doktrini, iki hususta Ortadoğu için önemli idi. İlki Amerika,
Ortadoğu’daki etki alanını biraz daha geliştirmiştir. İkinci olarak ABD bu doktrin ile
İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki bıraktıkları boşluğu bizzat kendisi doldurmak üzere
55
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 222–223.
Arı, Irak, İran ve ABD, 224. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 501–503.
57
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 224–225.
56
17
harekete geçiyor ve Sovyetler Birliği’nin karşısına çıkıyordu. ABD ile Sovyet Rusya
Ortadoğu’da ilk defa karşı karşıya gelmeye başlamıştır. 58
Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu ikiye bölünmüştür. Başta Lübnan olmak üzere
Pakistan, Irak, Türkiye, Yunanistan ve İsrail bu doktrini kabul etmişlerdir. Karşı çıkanlar
ise Mısır ve Suriye oluştu. Daha sonra bu ikiliye Suudi Arabistan ve Ürdün’de eklenmiştir.
Fakat birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, bu doktrini iyi ve müspet bulduğunu ifade
etmiştir. 59
2.1.2.3. Nixon Doktrini
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki 20 yılda Amerika, dağılmış dünyanın parçalarını
bir araya getirip, yeni bir uluslararası düzen kurmak için dünya liderliğine soyunmuştu.
Avrupa’da ve Ortadoğu’da işler iyi gidiyordu. Fakat Asya’da komünizm gelişiyordu. Çin,
komünist rejimi seçmişti. Bu yüzden zaten Kore Savaşı baş göstermişti. Daha sonra ise
Fransa egemenliğinde olan Hindi çini yani Vietnam’da da yerel halk ayaklanmıştı. Yerel
halkı ise komünistler destekliyordu. Fransa’ya ise ABD, askeri teçhizat yardımı yapıyordu.
ABD’de ise bu savaşa girip girmeme tartışmaları yapılırken daha sonra atılan “Domino
Teorisi” neticesinde Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) bu belgeyi resmileştirmiştir. Teoriye
göre “bir tek Güneydoğu Asya ülkesinin kaybının bile geri kalanların da kolayca
komünizme teslim olmasına neden olacağını varsaymakta idi. Bunun üzerine ABD,
Vietnam bataklığına girmişti. 60
Nixon’ın politikası çerçevesinde Ortadoğu’da “İki Ayaklı” bir politika izlenmiştir.
Buna göre ABD’ye yakın olan İran ile Suudi Arabistan’a silah transferleri arttırılmıştır.
58
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 503.
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih.
60
Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ss.
599–618.
59
18
Ortadoğu, ABD’nin kontrolünde bu iki devlet tarafından korunacaktı. 61 Bu bağlamda İran,
Körfez’in deniz ulaşımının güvenliğini ve sorumluluğunu üstlenirken Suudi Arabistan da
Körfez monarşilerinin koruyuculuğunu üstlenmiştir. 62
2.2. Rusya’nın Ortadoğu Politikası
Rusya’nın Çarlık olarak kurulmasından Soğuk Savaş yıllarına kadar ki dönemde
her zaman sıcak denizlere inme politikası güncel kalmıştır. Bu politika çerçevesinde
Rusya’nın güneyinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile birçok kez mücadelelere
girişmiştir. Rusya, Çarlık Rusya döneminden Soğuk Savaş yılları da dâhil olmak üzere
geçen bu sürede Boğazlardan ve Kafkasya üzerinden Anadolu’dan toprak parçaları
istemiştir. Böylece Akdeniz’e ulaşarak bu bölgede etkin bir güç olmayı amaçlamıştır.
Ayrıca Ortadoğu üzerinden Basra Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na ulaşmak Rusya’nın bu
politikasının bir parçası olagelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı Ortadoğu’ya
ABD’nin hâkim olmak istemesi ve Rusya’nın çevrelenme endişesi Rusya’nın bu bölgeye
dikkat çekmesine neden olmuştur. ABD’nin bu bölgeye hâkim olması demek Rusya
açısından siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında endişe verici bir durum demekti.
Sovyetler Birliği’nin genel olarak bölgeye yönelik politikası ise; Batı’nın ve
özellikle ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamak, bölgenin denetimini ele geçirmek, bir
süper gücün ortaya çıkarak Sovyetler Birliği’nin güvenliğini tehdit etmemesini sağlamak,
61
62
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 228.
Çevik, Ortadoğu, s. 112.
19
bölgenin güç dengesinin bozulmasına izin vermemek, petrolün sevkinin sürekliliğini
sağlamak. 63
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ne zaman bir kriz
yaşansa hep Ortadoğulu ülkelerin yanında yer almıştır. Böylece SSCB, bölgede Batı’nın
etkinliğini sınırlamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin bölgede etkinliğini artıran en büyük
kriz ise1956 yılında yaşanan Süveyş Krizi olmuştur. Nasır’ın başında bulunduğu Mısır’a
İngiltere, Fransa ve İsrail’in saldırması ile yaşanan krizde Sovyetler Birliği, Nasır’a tam
destek vermiş ve savaşan devletlere ültimatom vermiştir. SSCB bu sayede Nasır
yönetimindeki Mısır’ı yanına çekebilmiştir. 64
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da etkin olmaya çalışırken bölge ülkeleri arasında
denge politikasını benimsemiştir. SSCB, bölgede güç dengesinin korunmasını ulusal
çıkarları açısından önemli buluyordu. Hem Irak’la hem de İran’la olan ilişkilerinde
tarafsızlığını korumaya çaba gösteriyordu. SSCB, Afganistan’ı işgal ettiğinde İran’ın
Afgan mücahitleri desteklemesine karşı çıkarken İran-Irak Savaşı’nda Tahran yönetimine
yardımda bulunuyordu. Irak ile 1972’de 15 yıllık Dostluk ve işbirliği anlaşması
bulunmasına rağmen ilişkilerin soğuması üzerine bu kez Suriye ile 20 yıllık aynı türde bir
anlaşma imzalamaktaydı. 65
Ortadoğu’da İsrail Devleti’nin kurulması ile baş gösteren Arap İsrail savaşları’nda
iki süper gücün karşılaşma alanları olmuştur. ABD’nin İsrail tarafını tutan politikaları
uygulaması Arap devletlerini Sovyetler Birliği’ne yakınlaştırmıştır. SSCB’nin Arapları
desteklemesinde hem petrol gibi doğal zenginliğin olması hem de Arapların nüfus
çoğunluğu ve stratejik bir coğrafyada yer alması da etkili olmuştur. SSCB, Haziran
63
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 286.
Çevik, Ortadoğu, ss. 136–137.
65
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 286–287.
64
20
1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda uyguladığı politikalar neticesinde bölgede etkinliğini
artırmaya devam etmiştir. Mısır, Suriye ve Cezayir’de deniz üstleri kuran Sovyetler Birliği,
Akdeniz’de büyük bir donanma kurmuştur. SSCB, bölge ülkelerine ekonomik yardımların
yanı sıra askeri yardımlarda bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri
yardımlarda bulunmaya başlamıştır. 66
Sovyetler Birliği’nin 1970’li yıllardaki Ortadoğu politikasında bir takım değişimler
meydana gelmiştir. Sovyetler Birliği bu dönemde bölge ülkeleri siyasi ilişkiler daha çok
ekonomik ve askeri ilişkilere ağırlık verilmişti. SSCB, İran ile 1967–78 yılları arasında 1
milyar dolarlık silah satımı anlaşması yapmıştır. 67 Ayrıca bu dönemde petrol de ekonomik
ilişkilerde etkili bir araç olmuştur. 1973’deki petrol krizinde SSCB, Arapların uyguladığı
ambargoyu desteklemekle birlikte kendi ülkesindeki petrolün sevkinin sağlanması için
Amerika ile anlaşma yapmaya çalışmıştır. Bu davranışı Arapların tepkisine neden olsa da
SSCB’nin güçlü olması gerektiğini ileri sürerek bu tepkileri yatıştırmayı amaçlamıştır. 68
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkelerden İran ve Irak dışında Suudi Arabistan,
Kuveyt ve özellikle Suriye gibi ülkelerle de ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Fakat Suudi
Arabistan ve Kuveyt’in daha çok batılı ülkelere yakın olması ve onlarla ticari, askeri
ilişkilerini geliştirmesi SSCB açısından pekiyi olmamıştır. SSCB’nin bu iki ülke ile
ilişkileri sınırlı seviyede kalmıştır. Suriye ise SSCB’ye daha yakın durmuş ve hem askeri
hem de ticari anlamda ilişkilerini geliştirmiştir. Özellikle SSCB’nin Irak ile 1980’li yıllarda
başlayan ilişkilerdeki soğuma neticesinde Suriye ile SSCB 1980’de 20 yıllık Dostluk ve
İşbirliği Antlaşması imzalamıştır. 69
66
Çevik, Ortadoğu, s. 137.
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 293–294.
68
Çevik, Ortadoğu, s. 140.
69
Arı Irak, İran ve ABD, ss. 313–319.
67
21
Rusya, SSCB’nin dağılması ile oluşan kötü etkileri üzerinden atmaya çalışırken
hem ekonomide hem de uluslararası siyasette etkin olmaya çalışıyordu. Vladimir Putin’in
yeni Rusya Başkanı olmasından sonra bu amaçlarına ulaşmak için çalışmalara hız
vermiştir. Putin’in Ortadoğu’da öncelik verdiği ülkeler Türkiye, İran ve Irak olmuştur. Bu
iki ülke Orta Asya ve Transkafkasya ile sınır komşusudur. Ayrıca bu ülkeler adı geçen iki
bölgede de Rusya ile rekabet edebilecek olması Moskova’yı endişelendirmektedir. Fakat
Türkiye ve İran, Rus ekonomisi içinde gereklidir. Bu iki ülke Rusya’nın ticari ortaklarıdır.
Putin’in ikinci derecede önem verdiği ülkeler ise Suudi Arabistan ve İsrail’dir. Suudi
Arabistan ile petrolde ortak gibi gözükmelerine rağmen Çeçenistan konusunda ayrı
düşmektedirler. İsrail ile Rusya’dan buraya göçen Rusça konuşan 1 milyon İsrailliden
dolayı yakın kültürel işbirliği vardır. 70
Putin’in başkanlığındaki Rusya tekrar eski günlerindeki süper güç olma yolunda
girişimlerde bulunmaktadır. Putin orta vadede İsrail-Filistin sorununda bir çözüme ulaşmak
için çalışan “Dörtlü” (ABD, Rusya, AB ve BM) gruba katılarak veya 2. Irak Savaşı öncesi
BM’deki veto gücünü kullanma tehdidinde bulunarak ABD’ye Rusya’nın hala uluslararası
politikada önemli bir aktör ve ABD’nin dikkate alması gereken bir faktör olduğunu
göstermeye çalışmıştır. 71
Putin, 2006 yılında Mısır, İsrail ve Filistin’e 2007 yılı başında da Suudi Arabistan,
Katar ve Ürdün’e düzenlediği gezilerle Ortadoğu’nun Rusya açısından önemli olduğunu
vurgulamıştır. Putin’in Ortadoğu gezisinde başta petrol, doğalgaz ve silah satışı gibi
konular gündemde olsa da bu ilişkiler Rusya’nın bölgede artan siyasi ağırlığının
göstergeleri olmuştur. Ayrıca Putin’in 43. Münih Güvenlik Konferansı’nda dile getirdiği
70
Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras B. Irak Savaşı
Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları, s.61.
71
Freedman, “Putin Dönemi”, Irak Savaşı Sonrası.
22
ABD’nin tek kutuplu dayatmaların karşı koyan bir söylem geliştirmesi, Rusya’yı
Ortadoğu’da daha aktif bir siyaset izlemeye sevk etmektedir. Bu açıdan, İsrail-Filistin
çatışması, Lübnan savaşı ve İran, Suriye, ABD arasındaki gerginlik Moskova açısından
ekonomik ve siyasi olarak bölgede tekrar güçlenmesine neden olan başlıca etmenlerdir. 72
2.3. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu Politikası
Avrupa Birliği içinde farklı devlet politikaları izleyen, ekonomik ve askeri
bakımdan bölgesel birer güç olan Fransa, İngiltere ve Almanya’nın ortak hareket etmesi,
AB dış politikasının yönünü tayininde etkili olmaktadır. Fakat Avrupa Birliği
kuruluşundan bu yana ekonomik ve siyasal bütünleşme sürecinde özellikle siyasal açıdan
ortak bir dış politikayı tam olarak geliştirememiştir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra uluslararası politikada ABD’nin daha etkin olması ve AB içindeki ülkelerin
bazılarının
Amerika’ya
daha
yakın
durması
AB’nin
ortak
bir
dış
politika
oluşturamamasındaki diğer bir etkendir.
Avrupa Birliği’nin kurulduğu yıllarda dünya iki kutuplu bir siyasi arenaya doğru
ilerliyordu. AB üyesi ülkelerin II. Dünya Savaşı’ndan büyük yaralar alarak çıkmasından
sonra bölgeye ABD yardımları gelmişti. Böylece bölge ülkeleri kendilerini toparlamaya
çalışırken ABD’nin de üstünlüğünü kabul etmek durumunda kalmışlardır. Fakat AB üyesi
ülkeler başta İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu bölgesiyle tarihten gelen köklü ilişkilerinin
bulunması ve bu ilişkileri devam ettirmek istemeleri kutup politikası ile bazen
anlaşmazlığa düşmelerine neden olmaktaydı. Soğuk Savaş süresince bu tarihi bağların
gerektirdiği ulusal politikalarla küresel çift kutuplu yapılanmanın gerektirdiği blok
72
Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881. Ayrıca
http://www.ufukcizgisi.org/index.php?in=60&p=1794 (13–05–2007)
23
politikaları arasında ciddi çelişkiler yaşandı. Bu çerçevede AB üyesi ülkeleri üç farklı
politika arayışına yönelmek zorunda kalmışlardı. Bunlar;
-
ABD’nin de içinde bulunduğu Batı Bloğu politikası
-
Farklı AB üyesi ülkelerin çıkarlarını uyumlaştırmaya çalışan AB ortak dış
politikası
-
Her ülkenin kendi tarihi, coğrafi ve ekonomik tercihlerini yansıtan ulusal dış
politika 73
İngiltere’nin ABD ile yakınlaşması, Fransa’nın bu yakınlaşmaya tepkisi ve
Almanya’nın kendi ekonomik gelişmesiyle meşgul olması savaş sonrası dönemin dengeleri
olmuştur. Bu dönemde öne ABD çıkmıştır. Fakat Almanya’nın ekonomisini toparlaması ve
Fransa’nın askeri yönden gelişmesi özellikle AB’nin daha aktif siyaset izlemesine yol
açmıştır. Çünkü bu iki güç AB’nin lokomotifi konumundadır. 1990’lı yıllarda Avrupa
Birliği’nin uluslararası politikadaki rakibi Fransa ve Almanya açısından ABD olmuştur.
Fransa’nın NATO’da Amerikan üstünlüğünü kabul etmeyerek 1966 yılında NATO’nun
askeri kanadından çekilmesi ve Almanya’nın güçlenen ekonomisi AB-ABD rekabetinin
ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerinden çekilmesi ve daha sonra yerinin ABD
tarafından doldurulmasından sonra ABD, Ortadoğu’da daha sert politikalar izlemiştir.
Arap-İsrail gerginliğinde ABD çok sert bir politika izlerken, Avrupa ülkeleri Ortadoğu’da
Arap toplumlarının hissiyatını gözeten bir tavra yönelmiştir. Avrupa ülkeleri özellikle
petrol krizi ile eski sömürgeleri ile ilişkilerini yeniden tanımlama ve canlandırma çabası
içerisine girerken, bölgede ABD egemenliğini esneten bir Ortadoğu politikası geliştirmeye
başlamışlardır. Avrupa artan İsrail etkinliğine karşı Arap uluslarını desteklemeye
73
Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.348.
24
başlamıştır. Özellikle Fransa-Suriye, Fransa-Lübnan, Fransa- Cezayir ve İtalya-Libya
ilişkileri bu dönemde yararlı bir şekilde artmıştır. 74
Körfez Savaşı’nda ABD’nin izinde giden AB ülkeleri karşı bir diplomatik atağa
geçerek Ortadoğu Barış Süreci’nin Oslo-Madrid ekseninde başlatılmasını sağlamışlardır.
Bu süreç AB’nin Ortadoğu’da tekrar daha etkin bir politika kurma çabalarının bir
göstergesi olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sona eren Soğuk Savaş neticesinde
iki kutuplu yapı da son bulmuştur. Doğu-Batı Bloklarındaki ülkeler daha esnek bir yapıda
karşıt bloktaki ülkelerle ilişkiler geliştirebilmişlerdir. Bu esnek yapı sayesinde AB
Ortadoğu’da rahat hareket edebilmiştir. Özellikle AB ülkesi üyelerden Almanya ve Fransa,
ABD karşıtı grupta yer alan İran ve Suriye gibi ülkelerle ilişkilerini geliştirmişlerdir.
Ayrıca ABD-İsrail yakın ilişkisini stratejik bir eksen olarak gören Araplar Avrupa’yı bu
ekseni dengeleyici bir faktör görmüşlerdir. ABD’nin İsrail yanlısı politikası devam ettiği
sürece SSCB’nin boşalttığı bölgeyi dengeleyici olarak AB’nin özellikle ise Almanya ve
Fransa’nın doldurması beklenmektedir. 75
Avrupa Birliği, Ortadoğu’yu tam kapsamasa bile Akdeniz’e komşu olan ülkeler ile
ilişkilerini geliştirmek için 1990’lı yıllarda bir dizi çalışma başlatmıştır. Böyle bir çalışma
ile AB hem kendisi hem de kendine yakın olan bu bölgenin kontrolünü ve güvenliğini
sağlamayı amaçlamıştır. 1992 yılında Lizbon Zirvesi’yle şekillenmeye başlayan AvrupaAkdeniz Ortaklığı 1995 tarihli Cannes Zirvesi’nde kabul edilmiş ve Kasım 1995’te
Barselona Bildirgesi’yle uygulanmaya başlamıştır. AB ülkeleri ile Akdeniz ülkelerinin
(Cezayir, Fas, Filistin Yönetimi, İsrail, Kıbrıs, Lübnan, Malta, Mısır, Suriye, Ürdün, Tunus
74
75
Davutoğlu, Stratejik Dernlik, s.349–350.
Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s.351.
25
ve Türkiye) taraf olduğu Ortaklığın amacı, Barselona Bildirgesi çerçevesinde uygulanacak
çalışma programları aracılığıyla bölgede refah, barış, güvenlik ve istikrar sağlanmasıdır. 76
Kasım 1995 tarihinde AB üyesi ülkeler ile 12 Akdeniz ülkesi arasında
gerçekleştirilen Barselona Konferansı’nda, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı açısından önemli bir
dönüm noktası oluşturan Barselona Bildirgesi kabul edilmiştir. Akdeniz bölgesinin
güvenliğini garanti altına almayı hedefleyen Bildirge’de, Avrupa-Akdeniz Ortaklığı
aşağıda sıralanan üç temel amaç çerçevesinde toplanmaktadır 77 :
— Siyasi diyalog ve güvenlik ortamının artırılması yoluyla ortak bir barış ve
istikrar alanı oluşturmak;
— 2010 yılına dek bir Avrupa-Akdeniz serbest ticaret alanı kurmak;
— Sosyal ve kültürel alanlarda, karşılıklı dinsel ve kültürel hoşgörü temelinde
dayanışmayı geliştirmek.
76
77
http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=981 (18–05–2007)
http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1026 (18–07–2007)
26
II. BÖLÜM
DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA FİLİSTİN
1. İsrail’in İdeolojik Yapısı ve Temel Değerleri
1.1. Yahudilik
Musevilik de denilen Yahudi dini Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadar olan
peygamberlerin bildirmiş oldukları dini esasları temel alan tek Tanrılı bir dindir.
Günümüzde tek Tanrı inancını benimseyen 3 büyük dinden biri olup sadece İsraillilerin
benimsediği bir tür halk dini olmuştur. Yahudiliğin bir halk dini olmasındaki etken ise
Yahudilerin Tanrı tarafından “seçilmiş kavim” olarak kendilerini diğer insanlardan üstün
tutmaları olmuştur. 78
Hz. İbrahim, Yahudilik Dininin kurucusu sayılmakta ve Tanrı’nın buyruklarını
kabilesine aktaran ve onları Tanrı Yahve’ye inanmaya ve bağlanmaya çağırmıştır. Hz.
İbrahim’den sonra oğlu İshak ve daha sonra İshak’ın oğlu Yakup bu dini inancı
sürdürmüşlerdir. Daha sonra Hz. Musa ile din Tanrı’dan gelen 10 emirle 79
biçimlenmiştir. 80
Yahudilerin, kutsal kitabı Tevrat’ta, Kâinatın ve insanoğlunun yaratılışının
anlatılması ile başlar. Daha sonra nasıl farklı kavim ve milletlere ve dillere ayrıldığı
anlatılır. İnsan soyunun Hz. Âdem’den başladığını ve silsile halinde oğullarını sıralayarak
78
Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü-Bügünü-Yarını, 1997, İstanbul: Harp Akademileri Basım Evi, , s. 1.
Tanrı Yahova Hz. Musa’ ya şöyle buyurmuştur; Benden başka bir tanrıya tapmayacaksın, put
yapmayacaksın, kendini büyümseyip Yehova adını almayacaksın, 6 gün çalışıp cumartesi dinleneceksin,
ananı ve babanı sayacaksın, öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, zina etmeyeceksin,
komşunun varlığına göz dikmeyeceksin. Montet, E. Lods, A. Rappoport, A.S. Garaudy, R; 2006; Tarihte
ve Günümüzde Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi, s. 9.
80
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 7.
79
27
Hz. Musa’ya kadar getirir. Tevrat’ta sırasıyla sayılan peygamberlerin yaptıkları ile İsrail
oğulları’nın Mısır’dan çıkarılışı anlatılır. 81
Yahudilik dininin diğer tek tanrılı dinlerden ayrılan iki farklı özelliği vardır. İlki,
ulusçu bir din olması ve emirlerinin sadece İsrail oğullarına seslenmesidir. Diğer özelliği
ise tek bir peygamber tarafından getirilmeyip birçok peygamberin bildirmiş olduğu emir ve
yasaklardan oluşmasıdır. 82
İsrail oğullarının tarihteki ilk devleti ise yaklaşık M.Ö. 1030 yılında Hz. Davut
döneminde kurulmuştur. Hz. Süleyman’ın ölümünden 70 yıl sonra M.Ö 930’da devlet
ikiye bölünmüştür. Kuzeydeki İsrail krallığı M.Ö. 722 yılında Asurlular tarafından,
güneydeki Yahuda devleti ise M.Ö. 589 yılında Babilliler tarafından yıkılmıştır. 83
İsrail oğulları’nın devletleri yıkılması ile birlikte sürgün hayatını yaşamaya
başlamışlardır. Fakat Diaspora’da denilen Filistin’den dünyanın dört bir tarafına dağılma
ise M.S. 70 yılında Roma İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. 84 Bu tarihten sonra
Yahudiler, İsrail Devleti kuruluncaya kadar dünyanın değişik yerlerinde farklı devlet veya
imparatorlukların altında yaşamlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
1.2. Türk-Yahudi İlişkiler
M.S. 70 yılındaki Diaspora’dan sonra İsrail oğulları yakın coğrafya olan Anadolu
ile birlikte dünyanın değişik bölgelerine zorunlu göç etmek zorunda kalmışlardır. İsrail
oğullarının yani Yahudilerin Türkler ile ilk karşılaşmaları Türk akınlarının Anadolu’ya
doğru kayması ile gerçekleşmiştir. Selçuklular, ikinci yüzyılda Anadolu’ya girerek
81
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 8.
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 9.
83
Arı, Ortadoğu, s. 36.
84
Arı, Ortadoğu. Farklı yorumlar için bkz Turan, Ortadoğu, s. 21. Çevik, Ortadoğu, s. 18.
82
28
Bizanslılarla savaşa başlamışlardır. Anadolu’nun yavaş yavaş Selçukluların eline geçmesi
ile Selçukluların kurmuş olduğu düzene Yahudi toplumu da katılmıştır. 85 Yahudilerin
Türkler ile beraber hareket etmesinin nedeni ise Roma İmparatorluğu’nun ve daha sonra
Bizans İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı bir din olarak kabul etmesi ve Yahudilere karşı
uyguladıkları baskı gelmektedir.
Yahudiler, Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra Anadolu Türk Beylikleri içinde
yaşamlarını idame etmişlerdir. Çünkü Türklerin yumuşak ve serbest idaresi onlar için
yaşamsal bir sebep olmuştur. Anadolu Türk Beylikleri’nden Karaman oğulları’nda
Konya’da, Hamit oğulları’nda Antalya’da, Menteşe oğulları’nda Milas’da, Candar
oğulları’nda Samsun ve Sinop’ta, Aydın oğulları’nda Tire yöresinde Yahudilere ait kanıtlar
bulunmuştur. 86
1.2.1. Osmanlılar zamanında Türk-Yahudi ilişkileri
Yahudilerin Anadolu’da en yoğun olduğu bölge Bursa idi. Osmanlı Beyliği’nin
batıya yaptığı akınlar neticesinde 1324 yılında Bursa alınmıştı. Orhan Gazi zamanında
gerçekleşen bu fetih neticesinde birçok Yahudi Bursa’dan ayrıldı. Fakat sağlanan olanaklı
yaşam şartları neticesinde tekrar geri dönmüşlerdir. 87 Yahudi toplumuna ilk ayrıcalıkları
veren de Orhan Gazi olmuştur. 88 Bu ayrıcalıklar isteyenler bir Yahudi mahallesinde
oturabilecek, istedikleri yerlerden mal-mülk sahibi olabileceklerdi. 89
Osmanlı Beyliği, devlet olma yolunda fetihlerini batıya doğru ilerletmeye devam
ederek 1363 yılında Edirne’yi hâkimiyeti altın almış ve başkent olarak ilan etmişti.
85
Besalel, Y. 1999; Osmanlı ve Türk Yahudileri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, s. 20
Besalel, Osmanlı ve Türk.
87
Besalel, Osmanlı ve Türk.
88
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 545.
89
Besalel, Osmanlı ve Türk, s. 20.
86
29
Osmanlı topraklarında yaşayan Yahudiler ise Osmanlı’nın hoşgörüsünden memnun idiler.
Avrupa’nın değişik yerlerindeki Yahudileri Osmanlı topraklarında yaşamaya davet
ediyorlardı. Bu davetlerin sonucunda hemen olmasa bile belli aralıklarla Yahudi göçleri
başta başkent Edirne olmak üzere Osmanlı’nın diğer topraklarına başlamıştır. 1415 yılında
İspanya’daki Yahudiler bu daveti kabul etmiş ve Anadolu’ya gelerek I. Murat tarafından
Bursa’ya yerleştirilmişlerdir. 90
Fatih Sultan Mehmet’in Yahudilerin yaşamlarındaki yeri farklı idi. Fatih İstanbul’u
fethetmeye karar verdiğinde, İstanbul’daki Yahudiler tarafsız kalacaklarını bildirmişler ve
fetih sırasında sözlerini tutmuşlardı. Fatih de bu olayı Yahudileri ödüllendirerek karşılık
vermişti. 91
Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra burada yaşayan Müslüman olmayan halkların kendi
ibadethanelerinde özgürce ibadet etmelerine ve cemaat yönetimlerini kendilerinin
yönetmesine izin veriyordu. Rumlar ve Ermeniler kendi cemaatlerini yönetirken
Yahudilerinde yönetimini İstanbul’daki Baş haham’a bırakmıştır. Fatih, Baş haham’a ilgi
göstermiş ve hediyeleşecek kadar samimi olmuştur. 92
Fatih Sultan Mehmet, Yahudilerin İstanbul’a göç etmelerini desteklemekte idi.
Yahudiler, yaşamlarını tarım ve hayvancılık yerine ticaretle uğraşarak idame ettiriyorlardı.
Fatih de Yahudilerin bu özelliklerinden faydalanarak İstanbul’un ticaret hayatını
canlandırarak ülke ekonomisine katkı yapmasını hedeflemekteydi. Fatih zamanında
90
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 546.
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm.
92
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 547.
91
30
İstanbul’da kırk bine yakın Yahudi esnaf, tüccar, hekim, yazar ve tefeci bulunduğundan
bahsedilmekteydi. 93
Yahudilerin Filistin’den çıkışından itibaren başlayan Diaspora hayatı Avrupa’nın
birçok ülkesinde sürmekte idi. Özellikle İspanya, Portekiz ve Fransa’da yaşayan Yahudiler
için yaşam zorluklara katlanmaktan başka bir şey değildi. Daha sonra bu yaşadıkları
yerlerden de dışlanmaları onları tekrar doğuya gitmelerine mecbur etmişti. İstanbul onların
yaşamları için cazip gelen yerlerin başında gelmekte idi.
Yahudilerin, Avrupa’dan çıkartılmasındaki en büyük etken ise Hıristiyanlığı
benimsememeleri ve Hıristiyanlık inancındaki Hz. İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha
gerilmesinden kaynaklanan nefret duyguları bulunmaktaydı. Bu yüzden 1492 yılında
İspanya’dan, 1496 yılında da Portekiz’den sürülmüşlerdi. Bu sürgünlere kucak açan devlet
ise Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Sultanı II. Beyazıt bu durumu şöyle değerlendirmekte idi.
“Sizin akıllı diye söz ettiğiniz şu Ferdinand, Yahudileri sürmekle yönetimini
fakirleştirirken, benim idarem ise onları kabulle zenginleşmiştir. 94 Osmanlı Devleti bu
tutumuyla hem bir millete yapmış olduğu yardımla insanlık âlemine ders veriyor hem de
kendi ekonomisini güçlendirerek diğer krallıklara karşı üstünlüğünü pekiştirmiş oluyordu.
Osmanlı Devleti, 15. ve 16. yüzyıllarda en parlak dönemlerini yaşıyordu. Bu
devirde hem batıda hem de doğuda fetihler devam etmekteydi. Osmanlı’nın bu
fetihlerinden Yahudileri ilgilendiren gelişme 1516 ve 1517 yıllarında Osmanlı ile
Memluklular arasında geçen Mercidabık ve Ridaniye Savaşları idi. Yavuz Sultan Selim
önderliğindeki Osmanlı ordusu Mercidabık Savaşı ile Filistin ve yöresini, Ridaniye Savaşı
ile Mısır ve çevresini Memlukluların elinden almıştır. Bu tarihlerde Filistin’de beş bin
93
94
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 548.
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 548- 550.
31
Yahudi yaşamakta idi. 95 Osmanlılar batıdan gelen Yahudi göçlerini Filistin ve Mısır’a
yerleştirmeye devam etmiştir. Bu göçler nedeniyle bu bölgede 16. yüzyılda Yahudi sayısı
10 bine ulaştığını görmekteyiz. 96
1.3. Siyonizm ve Örgütlenmesi
Siyonizm, Yahudilerin Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurma
amacına yönelik bir harekettir. Bu hareket 19. yüzyıl gelişen milliyetçilik akımlarının
olumlu veya olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkmıştır. 97
“Siyonizm” kelimesinin temelini oluşturan “siyan” sözcüğü Yahudi tarihinin ilk
zamanlarından itibaren Kudüs ile eşanlamlı olarak kullanılmıştır. Siyan kelimesinin
oluşmasında etkili olan olay ise Filistin’deki Yahudi tapınağının Babilliler tarafından
yıkılmasıdır. Bu tapınağın bulunduğu yerin Zion olarak adlandırılmış olması ve
Yahudilerin tekrar buraya kavuşma arzusunu ifade etmesi açısından Yahudiler için
kutsallık ifade eder. Eski Ahit’de de Yahudilerin Siyon’ u hatırlamaları ve ağlamaları ifade
edilmektedir. 98
Siyon sözcüğü siyasal anlamda ilk kullanıldığı yer 1882 yılında hem Filistin’de
hem de Rusya’da Yahudiler tarafından oluşturulan kolonilere ve hareketlere verilen
isimlerdir. Filistin’deki koloniye Rishanle-Zian, Rusya’daki harekete ise Chibbath Zian
(Siyon Sevgisi) denilmiştir. Bu hareket Filistin’e yerleşmeyi ve İbraniceyi diriltmeyi
amaçlamıştır. Böylece siyasal Siyonizm’in ilk tohumları atılmış oluyordu. 99 “Siyonizm”
95
Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları, s. 60.
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 563.
97
Sönmezoğlu, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, s. 621.
98
Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul: Ufuk Yayınları, ss.
22- 23.
99
Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev. Mesut Karaşahan,
İstanbul: Pınar Yayınları, s. 14
96
32
kavramı Filistin’de devlet kurmak amacıyla ilk kullanan kişi ise bir Rus Yahudi’si olan
Nathan Bürnbaum’ dur. 100
Siyonizm yani Filistin’e dönme ve devlet kurma fikri Yahudiler arasında
yayılırken, Avrupa’da ise anti-semitizm dalgaları filizlenmeye başlamıştı. Özellikle Fransa
gibi özgürlük hareketinin ilk başladığı yerde anti-semitizmin yani Yahudi düşmanlığının
başlamış olması Yahudiler için sorunların başlangıcı idi.
Fransa’da anti-seminizmin alevlenmesi Fransa ordusunda subay olan bir
Yahudi’nin devlet sırlarını Almanya’ya vermesi ve yargılama esnasında halkın sokaklarda
gösteri yapması ile başlamıştır. Bu gösteriler esnasında Paris’te Viyana gazetesi olan Neve
Freie Press’in muhabirliğini yapan Macar Yahudi’si Theodor Herzl’i derinden etkilemişti.
Herzl, yıllardan beri var olan Avrupa’daki Yahudi Sorunu’nu çözmek için çareler aramaya
başlamıştır. Bu amaçla da Der Sudenstant yani Yahudi Devleti isimli bir kitapçık
hazırlamıştır. 101 Herzl, bu kitabında Yahudilerin bu sorununa son aşamada çözmek için bir
ulusal devletin kurulmasından bahsetmekte idi. Ayrıca devleti kurmak için İngiliz
desteğinin gerektiğini ve yer olarak da Arjantin veya Filistin topraklarında kurulmasından
bahsetmektedir. Herzl’ in Arjantin’i de düşünmesi salt Filistin topraklarında bir devletin
kurulmasının amaçlanmadığı, sadece Yahudiler için bir devlet kurularak sorunun
çözülmesi gerektiğinin amaçlandığını görmekteyiz. 102
Theodor Herzl, kendinin bu fikirlerinin destek görmesi üzerine Basel’ de dünya
Yahudilerini toplayarak 1897 yılında 1. Dünya Yahudi Kongresi’ni gerçekleştirmiştir.
Kongre sonucunda Dünya Siyonist Teşkilatı kurulmuş ve başına Herzl geçmiştir. 103
100
Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 23
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 592- 593. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s. 148
102
Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 15- 16.
103
Arı, Ortadoğu, s. 114.
101
33
Kongre sonucunda nihai hedef; “Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına
alınmış bir devlet oluşturmaktır”. Bu amaçla yapılması gerekenler ise, 104
1. Filistin’deki Yahudi nüfusunun arttırılması ve kolonilerin oluşturulması
2. Dünyadaki Yahudileri bir çatı altında birleştirecek bir örgütün kurulması
3. Yahudi ulusal fikrinin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi
4. Bu hedeflerin gerçekleşmesi için yönetimin onayının sağlanması.
Theodor Herzl, hiç vakit kaybetmeden Avrupa’da çalışmalara başlamış ve bu
amaçla ilk olarak Alman Kayzeri II. Wilhelm’ le görüşmüştü. Görüşmesinde Almanya
himayesinde bir Yahudi arazi kalkınma şirketi kurulması yönünde teklifte bulunmuştur.
Daha sonra Herzl, Kayzer’den Filistin’in kendilerine yurt olarak verilmesini Osmanlı
hükümdarından talep etmesini istemiştir. Fakat bu teklifi Alman hükümdarı Osmanlı’nın
içişlerine müdahale olacağını düşünerek reddetmiştir. 105
Theodor Herzl, daha sonra Filistin’e Yahudi yerleşim merkezi kurmak için Osmanlı
Devleti’nden talepte bulunmuştu. Fakat bu talebine Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit ret
cevabı vermişti. Osmanlı hükümdarı adına Herzl’le görüşen Başkâtip İzzet Bey,
Yahudilerin Filistin hariç herhangi bir Osmanlı toprağına yerleşebileceğini, fakat
yerleştiklerinde Osmanlı vatandaşlığına geçmesi gerektiğini ve Osmanlı ordusuna hizmet
etmesi gerektiklerini iletmiştir. Ayrıca Yahudilerin bütün Osmanlı madenlerini
işletebileceklerini de eklemiştir. Herzl ise bu teklifi geri çevirmiştir. 106
Theodor Herzl, bu girişimlerinden sonuç alamayınca ilgi ve alakasını İngiltere
üzerine yoğunlaştırmıştır. İngiliz hükümetinden Sina yarımadasının bir kısmını kendilerine
104
Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 17.
Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19.
106
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 605- 607. Ayrıca bkz Turan, Ortadoğu, s.150.
105
34
hibe edilmesini istemişti. Fakat Arapların karşı çıkması üzerine konu kapanmıştır. 1903
yılında İngiliz hükümeti Uganda’nın Yahudilere verilerek kolonileştirilmesini öneren bir
teklif sunmuştu. 6. Siyonist Kongresinde öneri düşünülmüş ve bir komisyon Uganda’ya
gönderilmişti. Herzl’in 1904 yılındaki ani ölümü ile Siyonistler biraz sarsılmıştı. Fakat
amaçları için çalışmaya devam ettiler. 7. Siyonist Kongresi’nde Filistin fikri ağır basmış ve
Uganda’dan vazgeçilmişti. 107
2. Osmanlı Sonrası Filistin
Birinci Dünya Savaşı’nın 1914 yılında başlaması ile birlikte Osmanlı Almanya’nın
yanında yer alarak savaşa katılmıştı. Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alarak İngiltere,
Fransa ve Rusya’ya savaş açmış oluyordu.
Osmanlı’nın Balkanlar’da, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da savaşması gücünü azaltmış
ve topraklarını bir bir kaybetmeye başlamıştı. Savaş sırasında yapılan İngiltere-Fransa ve
Rusya arasında yapılan gizli anlaşmalar neticesinde Osmanlı toprakları paylaştırılmıştı.
Fakat Bolşevik İhtilali ile Rusya savaştan çekilmiş ve gizli anlaşmaları yeni yönetim tüm
dünyaya açıklayarak diğer devletleri zor durumda bırakmıştı. Savaş sonucunda Almanya
yenildiğinden Osmanlı’da yenik sayılmıştı. İtilaf Devletleri ile Osmanlı arasında yapılan
Sevr Antlaşması ile Osmanlı toprakları İtilaf Devletleri arasında paylaştırılmıştı. Filistin ve
Irak İngilizlere bırakılmıştı.
Herzl’den sonra Siyonist Teşkilatı’nın başına Rusyalı bir Yahudi olan Chaim
Weizmann geçmişti. Weizmann 1904’te geldiği İngiltere’de Siyonizm için çalışmalara
başlamıştı. Weizmann, 1906 yılında İngiliz politikacılar ile görüşmeye başlamıştı bile. İlk
olarak Arthur Balfour ile temas geçmişti. Fakat bu ilişki Balfour’un kabine üyesi olmadığı
107
Taylor, İsrail’ in Doğuşu, s. 19- 20. Farklı anlatımlar için bkz Khouri, F.J. 1985; The Arab İsraeli
Dilemma, New York: Syracuse University Press, s. 4. Turan, Ortadoğu, s. 155.
35
için pek işe yaramıyordu. Daha sonraki yıllarda kabine üyeleri ile temasa geçilerek
Siyonizm’in amaçları doğrultusunda İngiliz Kabine’sinden kararlar çıkarılması sağlanmaya
çalışılıyordu. Kabine üyesi Lloyd George ve Herberl Samuel, Siyonistlere yakın olan
kişiler arasında idi. 108
Siyonistler bu girişimlerin faydalarını savaş sırasında ve sonrasında görmeye
başlamışlardı. 1916 yılındaki İngiliz Kabine değişikliğinde Lloyd George Başbakan,
Arthur Balfour Dışişleri Bakanı olmuştur. 109 Siyonist hareket, artık isteklerini İngiliz
Hükümeti’ne rahatça ve açık bir şekilde iletmeye başlamıştı. 18 Temmuz 1917 tarihinde
Siyonist hareketin önemli isimlerinde olan Lord Rotschild, Dışişleri Bakanı Balfour’a bir
memorandum göndermişti. Memorandumda, bir koruma yönetimi altında Filistin’de
Yahudiler için yerel özerklik ve Yahudilere göç serbestîsi isteniyordu. Ayrıca Filistin’in
iskân ve ekonomik gelişimi için Yahudi Ulusal Kolonizasyon Örgütü’nün kurulması talep
ediliyordu. Bu memoranduma verilen cevap daha sonra Balfour Deklarasyonu diye
adlandırılacaktı. Dışişleri Bakanı Balfour, deklarasyonda, Majestelerinin hükümeti, Filistin
de bir Yahudi Ulusal Yurdu’nun kurulmasını kabul etmekte ve orada bulunan diğer din ve
milletlerden olan insanların medeni ve dini haklarına ve başka ülkelerdeki Yahudilerin
haklarına zarar gelmeyecek şekilde, bu amaca ulaşılması için çaba gösterileceğini
bildirmiş. 110
Birinci Dünya Savaşı sonucunda bir daha böyle bir yıkımın yaşanmaması için
Milletler Cemiyeti kurulmuştu. M.C.’nin savaştan sonra almış olduğu kararlardan birinde
kazanan
devletlerin
almış
oldukları
toprakları
Manda
Yönetimi
adı
altında
108
Taylor, İsrail’ in Doğuşu, ss. 23- 25.
Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 245.
110
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, ss. 640- 642.
109
36
yönetebileceklerini ifade ediyordu. Bu amaçla toplanan Müttefikler Yüksek Konseyi 26
Nisan 1920 de San Remo’ da toplanmış ve Filistin mandasını İngiltere’ye vermişti. 111
İngiltere, Filistin’de manda yönetiminin başına Siyonistlere yakınlığı ile bilinen
Herbert Samuel’ i getirmişti. Temmuz 1920 de Samuel, Filistin’e gelerek görevine
başlamıştı. 112 Fakat bu seçim Arapları pek memnun etmemişti. Çünkü Herbert Samuel,
Musevi hatta Siyonist’ti. Araplara göre bu bir provokasyondu. 113
İngiltere, mandater devlet olarak 3 Haziran 1922 tarihinde Filistin politikasını
açıklayan bir bildiriyi Dünya Siyonist Teşkilatı’na göndermiştir. Bu açıklamada
Yahudilere, bir Yahudi Filistini kurma yetkisi verilmediğini, Yahudiler için Filistin’in
sadece bir yurt tesisinin söz konusu olduğunu ve Yahudilerin Araplarla beraber
yaşayacağını bildirmiştir. Ayrıca Filistin de yaşayan herkesin Filistin vatandaşı olduğu,
Yahudilerin Filistin’e göçlerinin bu ülkenin ekonomik kapasitesine bağlı olarak
gerçekleştirilebileceği açıklanıyordu. 114
Milletler Cemiyeti Konseyi, Filistin’de İngiliz Manda Yönetimi’nin esaslarını 24
Temmuz 1922’de belirlemiştir. Konseyin aldığı kararda Balfour Deklarasyonu
destekleniyor ve İngiliz hükümetinin 3 Haziran 1922 tarihli açıklamaya benzer kararlar
kabul ediliyordu. Filistin’in sınırları ise İngiliz Hükümeti tarafından 16 Eylül 1992
tarihinde Millet Cemiyeti’ne sonulmuş ve konsey tarafından kabul edilmiştir. Akabe
Körfezi’nde Akabe şehrinin 2 mil batısından başlayıp, Araba Vadisi ve Ölü Deniz’den
111
Arı, Ortadoğu, ss. 202- 203.
Montet, Tarihte ve Günümüzde Siyonizm, s. 649.
113
Öke, Siyonizm’ den Uygarlıklar, s. 341.
114
Armaoğlu, F. 1994; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948- 1988), Ankara: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, s. 36.
112
37
geçerek, Şeria nehrinin Yarmuk nehri ile birleştiği noktaya uzanan ve oradan Suriye
sınırına varan çizgi sınır olarak kabul edilmişti. 115
İngilizler, Filistin’de manda yönetimini oluşturmaya 1920 yazında başlamıştı. Fakat
bu oluşuma Araplar hiçbir şekilde katılmamıştı. Yahudiler ise Filistin Yönetimine
danışmanlık etmek için Yahudi Bürosu kurmuşlardı. Yönetimde Yahudilerin ağırlığı daha
fazla hissediliyordu. 116
İngilizler, İkinci Dünya Savaşından sonra Filistin’de manda yönetimini sürdürürken
bölge politikasında önemli bir ikilem oluşmuştur. İngiltere, bir yandan Birinci Dünya
Savaşı’nda Yahudilere bir yurt kurmaları için söz vermişti, diğer taraftan petrol çıkarları ve
bölgeye verdiği stratejik ilgi nedeniyle Araplara karşı bir politika izlemesini de
engelliyordu. İkilemi çözmek için bir yol buldu ve Filistin’i ablukaya aldı ve her sene
Filistin’e gelecek Yahudilere kota koydu. Fakat Yahudiler yasal olmayan yollardan bu
bölgeye yerleşmeye devam etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere, Filistin’de
manda yönetimine son vererek sorunu Birleşmiş Milletlere bırakmıştır.
3. İsrail Devleti ve Arap-İsrail Savaşları Arasında Türkiye
3.1. Uluslararası Raporlar ve BM Kararlarında Filistin
İngiltere, Filistin’de yönetimini kurmaya çalışırken Yahudiler Araplar arasında
çatılmalar sürmekte idi. Bu çatışmalarda Yahudiler Araplara göre daha derli toplu bir
vaziyette çarpışıyorlardı. Yahudiler tek bir elden idare edilirken, Araplarda böyle bir lider
115
116
Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 37.
Arı, Ortadoğu, s. 203.
38
yoktu. 117
Ayrıca Araplar kendi aralarında anlaşamadıkları için de İngiliz Manda
Yönetimi’nde fazla etkiye sahip olamıyorlardı.
İngiliz Hükümeti, Filistin için çalışmalarını sürdürürken 1939 yılında İngiliz
Sömürgeler Bakanı Malcolm MacDonald tarafından bir kitap hazırlandı. “Beyaz Kitap”
denilen bu çalışmada Filistin’e 10 yıl içinde bağımsızlık verilmesi, beş yıl içinde bölgeye
75 bin Yahudi’nin göç etmesine izin verilmesini ve Filistin topraklarını üçe bölen bir yapı
öngörülmekte idi. A bölgesi Araplara ayrılmış ve Yahudilere toprak satışı yasaktı. B
bölgesinde Araplara toprak satışı serbest iken Yahudilere belli şartlar getiriliyordu. C
bölgesi ise Yahudilere toprak satısının serbest olduğu yerlerdi. 118
Yahudiler ve Araplar, Mac Donald Beyaz Kitabını kabul edilebilir olmadığını
belirtmişler ve sert tepki göstermişlerdi. Özellikle Yahudilerin sert muhalefetiyle karşılaşan
İngiliz Hükümeti, Beyaz Kitabın hukuki bir niteliğin olmadığını açıklamak zorunda
kalmıştır. Fakat daha sonra II. Dünya Savaşı’nın çıkması ve bölgedeki kargaşanın artması
üzerine Şubat 1940 yılında İngiltere Yahudilerin tepkisine rağmen Mac Donald Beyaz
Kitabı’nı yürürlüğe koymuştur. 119
II. Dünya Savaşı’nın 1945 yılında son bulmasıyla Avrupa’da büyük bir yıkım
yaşanmış, ABD ise nüfuzunu daha da artırma kararı alarak dünyada söz sahibi olmaya
başlamıştı. Barışın tekrar tesisi için Birleşmiş Millerler kuruluyordu.
Filistin, II. Dünya Savaşı sonucunda hala İngiliz yönetimi altında idi. İngiltere,
Filistin’de tam olarak barışı sağlayamamıştı. Savaştan yara alarak çıkan İngiltere, Filistin
117
Arı, Ortadoğu, s. 205.
Arı, Ortadoğu, s. 210- 211.
119
Arı, Ortadoğu, s. 212.
118
39
meselesini Şubat 1947 tarihinde Birleşmiş Milletlere getirmiştir. Bu konudaki ilk çalışma
ise 2 Nisan 1947 BM Genel Kurulu’ndaki I. Özel oturumdur. 120
BM, daha sonra 28 Nisan 1947’de 11 üyeden oluşan BM Filistin Özel Komitesi’nin
kurulmasına karar vermiştir. BM, Komite’den Eylül 1947 tarihine kadar bir rapor
hazırlanmasını istemiştir. Komite hazırladığı raporda iki görüş ortaya çıkmıştır. Birinci
görüş Çoğunluk Planı diye adlandırılan Filistin’in 3 bölgeye taksimini kararlaştırıyordu.
Çoğunluk Planı, bir Filistin Arap Devleti, Yahudi Devleti ve Kudüs Bölgesi diye Filistin’i
üçe ayırıyordu. Azınlık Planı ise Arap ve Yahudi devletlerinden oluşan bir Filistin Federal
Devleti öngörüyordu. 121
Filistin için asıl önemli karar BM’ in 29 Kasım 1947 tarihinde almış olduğu
“Taksim Kararı” idi. Genel Kuruldaki oylamada Taksim Kararı 33 oya karşılık 13 ret, 10
çekimser oyla kabul edilmişti. BM üyesi olan Türkiye, oylamada Arap Devletleri’nin
yanında yer olarak ret oyu vermiştir. 122 Bu kararda Arap ülkeleriyle İslami bir
dayanışmadan çok, Ankara’nın bölgeye yönelik endişeleriyle açıklanmıştır. Türkiye’nin
İsrail’in kurulmasındaki endişesi ise bu devletin kurulmasına SSCB’nin destek olması ve
SSCB’den bu bölgeye bir göçmen kitlesinin gelmesiydi. 123
İngiltere, BM kararı üzerine 14 Mayıs 1948 tarihinde Filistin’den çekilirken, aynı
gün İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edilmekte idi. ABD, İsrail’i ilk tanıyan ülke olurken
120
Karaman, M.L. 1991; Uluslararası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık, , s. 40
Arı, Ortadoğu, ss. 218- 219.
122
Karaman, Filistin Sorunu, s.41
123
Özcan, G. 2001; “Türkiye-İsrail İlişkilerinin 50. Yılına Girerken”, Der. Sönmezoğlu, F. Türk Dış
Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları, s. 159.
121
40
daha sonra SSCB tanımıştır. Bir ay içinde de beşi doğu, dördü batı bloğu içinde dokuz
devlet İsrail’i tanımıştır. 124
İsrail Devleti’nin kurulmasında yalnız 8 saat gibi kısa bir süre sonra Mısır, Ürdün,
Suriye, Lübnan ve Irak, Filistin topraklarına girerek İsrail’e savaş açmışlardı. İlk Arapİsrail savaşı böylece başlarken, günümüze kadar gelen Filistin Sorunu doğuyordu. 125
3.2. Türkiye-İsrail İlişkilerinin Tarihi Seyri
BM’nin aldığı karar üzerine İsrail bağımsızlığını ilan etmiş ve kendini bir savaşın
içinde bulmuştu. Türkiye, Taksim Planı’nda olduğu gibi tanıma hususunda Arap
ülkelerinden de çekindiği için İsrail’i tanımamıştı. Fakat Türkiye, BM’ in Arap-İsrail
Savaşı için Uzlaşma Komisyonu kurma kararını desteklemişti. Komisyon üyeleri ise ABD,
Fransa ve Türkiye olmuştu. Ancak Türkiye komisyonda tarafsız bir politika sergilemiş ve
soruna görüşmeler yoluyla bir çözüm bulunması gerektiğini savunmuştur. 126
Türkiye tarafsızlık politikasını sürdürmeye devam ediyordu. Fakat Türkiye 1949
başlarında tutumunu değiştirmeye başlamıştı. O günün şartlarında Filistin’de kurulan
İsrail’in tanımamanın imkânsız olacağı gazetelerde çıkmaya başlamıştı. Dışişleri Bakanı
Necmettin Sadak, 8 Şubat 1949’da yaptığı bir açıklamada “İsrail Devleti bir vakıadır.
30’dan fazla devlet tanımıştır. Arap temsilcileri de İsrail temsilcileriyle konuşmaktadır.
124
Bektaş, A. 1993; “Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri ve Filistin Sorununa Tarihsel Bir Bakış”, Der. Şen,
S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 274.
125
Bektaş, Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri.
126
Özcan, M. 2003; “Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye”, Haz. Turhan, H.İ. Filistin Çıkmazdan
Çözüme, İstanbul: Küre Yayınları, s. 67
41
Türkiye’ye gelince Uzlaşma Komisyonunda vazifemizi daha iyi görebilmek için bugünkü
durumumuzu değiştirmemeyi daha faydalı buluyoruz” demekteydi. 127
Türkiye’nin bu komisyonda yer alması Türkiye ile Araplar arasında ilk ayrılık
noktası olmuştur. Komisyondaki görevleri nedeniyle Türkiye, İsrailli yetkililerle temasa
geçmişti. Türkiye İsrail ilişkileri bu zeminde 28 Mart 1949 tarihinde başlıyordu. Türkiye
böylece İsrail’i de facto olarak bu tarihte tanımış oluyordu. 128
Türkiye İsrail ilişkileri resmi olarak iki ülke arasında maslahatgüzar seviyesinde
temsilci göndererek 9 Mart 1950 tarihinde gerçekleşmiştir. Resmi tanımadan iki ay sonra
ilişkiler elçilik düzeyine çıkmış ve ilk İsrail elçisi Seyfullah Ersin Tel Aviv’e atanmıştır. 129
Türkiye’de bu tarihte tek parti hükümeti olan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda idi. Daha
sonra Türkiye’de çok partili hayata geçilmiş ve iktidara Adnan Menderes başkanlığındaki
Demokrat Parti geçmişti. Bu dönemde Türkiye, batıya açılmaya, ilişkilerini geliştirmeye
çalışıyordu. Bunda doğudaki SSCB’nin toprak talepleri de etkili olmuştu. Bu amaçla
Türkiye, batıya ve özellikle ABD’ye iyi görünmek için 1950’deki Kore Savaşı’na asker
göndermişti. Bunun sonucunda ise Türkiye NATO ya 1952 yılında üye olmuştu. 130
Türkiye, ABD ile ilişkilerini geliştirme noktasında İsrail’i tanımış ve Türkiye-İsrail
arasında 4 Temmuz 1950 yılında ilk anlaşma imzalanmıştır. “Ticaret ve Ödeme
Anlaşması” olarak bilinen bu anlaşma ile ekonomik ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. 131
Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde hep Arapları da düşünmüş ve her iki tarafı da
olumsuz etkilemeyecek kararlar almaya çalışmıştır. Bir taraftan İsrail ile anlaşmalar
127
Duman, S. 1995; Filistin Sorunu ve Türkiye’nin İsrail Politikası (1947–1967), Ankara, Doktora Tezi, ,
s.164.
128
Dursunoğlu, A. 2000; Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, İstanbul: Anka Yayınları,
s.31.
129
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 32.
130
Öztürk, R. 2004; Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye- İsrail İlişkilerinin Politikası, Ankara, Doktora
Tezi, s. 108.
131
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 33
42
imzalanırken diğer taraftan Irak, İran ve Pakistan’ın yer aldığı Bağdat Paktı (1955)
imzalanıyordu. Fakat bu anlaşmalar hem Arapları, hem de İsrail’i memnun etmemişti.
Araplar, Türkiye’nin Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmini yaydığını düşünüyordu. İsrail
ise Türkiye’nin Irak ve Pakistan ile yakınlaşmasına pekiyi bir gözle bakmıyordu. Türkiye
İsrail ilişkileri bu dönemde düşük bir profilde seyrediyordu. 132
1956 yılında Mısır, Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması ile İngiltere,
Fransa ve İsrail bu ülkeye savaş açmıştır.
133
Bu güçlerin kanal bölgesini işgal etmeleri
hem Ortadoğu’da hem de dünyada tansiyonu yükseltmiştir. Türkiye, batı yanlısı bir
politika izlerken bu olayın gerçekleşmesi ile çok zor durumda kalmıştır. Türkiye krizin
başında işgalci kuvvetlere tepki göstermiş ve yapılan işgali daha sonra kınamıştır. Bağdat
Paktı’ndaki ülkelerin baskıları neticesinde Türkiye, İsrail Büyükelçisini geri çekmek
durumunda kalmıştır. 134
Ortadoğu’da bu dönemde Mısır SSCB’ye yaklaşmış, Irak’ta Batı yanlısı rejim bir
darbeyle yıkılmıştı. Ürdün ve Lübnan da ise Batı yanlısı Arap rejimleri, Mısır ve Suriye
gibi Nasırcı ve Sovyet yanlısı unsurları barındıran rejimlerin yoğun baskısı altında
kalmıştır. Türkiye ise bu dönemde hem Araplardan hem de SSCB’den tehdit algılaması
altında kaldığını hissederek İsrail ile yakınlaşmaya başlamıştı. 1958 yazında Türkiye İsrail
ile bir ittifak girişiminde bulunmuştur. Bu girişim diplomatik, askeri ve istihbarat
alanlarında işbirliğini içerdiği gibi ticari ve bilimsel bilgi değişimini de içine almaktaydı.
Bu ittifak İsrail’in isteği üzerine İran’ı ve Etiyopya’yı da içine almaya çalışmıştır. İttifak
Sudan’ın Hıristiyan bölümlerine kadar uzanmıştır. Bu ittifak sayesinde İsrail, Arapların
çevrelemesinden bir nebze kurtulmuş oluyor ve Türkiye’yi denge unsuru bir aktör olarak
132
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 112- 116.
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 35.
134
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 118.
133
43
görmekteydi. 1958 anlaşması her iki ülke için faydalı olmuştur. Türkiye’nin coğrafi olarak
geniş yapısı ile İsrail’in teknik bilgi birikimi birleşmiştir. Türkiye, İran’dan gelen petrol
boru hattının inşasında, Türk endüstrisi ve tarımının geliştirilmesinde ve Türk Silahlı
Kuvvetleri için teçhizat sağlanmasında İsrail’in bilgi ve teknik birikiminden faydalanmayı
amaçlamıştır. Siyasi olarak ise Türkiye, İsrail’den diplomatlar bazında koordinasyon
BM’de işbirliği ve Kıbrıs konusunda destek kazanmıştır. 135
3.3. Arap-İsrail Savaşları ve Türkiye’nin Denge Politikası
Adnan Menderes’in 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri darbe ile başbakanlığı sona
ermişti. Askeri darbe ile sarsılan Türk siyaseti dış politikada biraz durağanlaşmıştı. Fakat
bu durağanlık 1963 teki Kıbrıs olayları ile bitmişti. Kıbrıs’ta Türklere uygulanan katliamlar
neticesinde Türk savaş uçakları adadaki Rum mevzilerini bombalamıştı. Bunun üzerine
ABD ve batılı ülkeler Türkiye’yi kınamıştı. Türkiye’nin Batılı ülkeler ile sorunlar yaşaması
kendi dış politikasını yeniden gözden geçirmesine sebep olmuştu. 136
Türkiye, Kıbrıs Sorunu ile uğraşırken güneyimizde yeni bir Arap-İsrail Savaşı
patlak vermişti. Tarihler 1967’yi gösteriyordu. Türkiye, yine bir ikilem içinde kalmıştı.
Fakat bu sefer Arapların yanında yer almıştı. Bu kararda Türkiye’nin başta ABD ile Batılı
ülkeler arasındaki soğuk ilişkiler etkili olmuştur. Türkiye, ABD’ye İsrail’e yardım etmesi
için kullanabileceği üslerin kullanımına izin vermiyordu. 137 Ayrıca 22 Haziran 1967 günü
Türkiye Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil yaptığı konuşmada, Türkiye’nin dış
politikasının, siyasi bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne dayandığını belirttikten sonra,
kuvvet yoluyla toprak kazanılmasının karşısında olduğunu söylemiş ve Türk milletinin
Kudüs’teki kutsal yerlere karşı büyük ilgisinin olmasından dolayı İsrail’in bu şehirde bir
135
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 120–123
Arı, Ortadoğu, s. 376.
137
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 39.
136
44
takım oldubittiler yaratmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu arada Türk Dışişleri Bakanı,
Türk Milletinin, Arap ülkeleri halklarına karşı beslediği derin dostluk ve sempatiyi de dile
getirerek Arap devletlerine verilen desteği göstermiş oluyordu. 138
Savaş sonunda İsrail topraklarına Golan tepeleri de olmak üzere büyük miktarlarda
toprak katmış, Araplar büyük bir hezimet yaşamış ve Mısır’da Nasır istifa etmek
durumunda kalmıştır. Tabii ki bu savaş neticesinde ilk tepkiler Arap ülkelerinden gelmiştir.
Savaşın ikinci günü Irak, Suudi Arabistan, Libya, Cezayir, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Abu
Dabi ve Mısır temsilcileri Bağdat’ta bir araya gelerek aldıkları kararda, herhangi bir Arap
devletine saldıran veya İsrail’e yardım eden devletlere petrol ambargosuna başladıklarını
bildirmiştir. Ayrıca Cezayir, Mısır, Sudan, Suriye, Yemen ve Tunus, ABD ve İngiltere ile
diplomatik ilişkilerini keserken Irak ve Lübnan, Amerikan ve İngiliz büyükelçiliklerinin
ülkeyi 48 saat içinde terk etmelerini istemişlerdir. 139
Diğer bir gelişme ise 21 Ağustos 1969 yılındaki Mescidi Aksa’ nın yakılma
girişimidir. Bu olay İslam ülkeleri arasında bir dayanışma ortamının doğmasına neden
olmuştu. 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Fas’ın başkenti Rabat’ta 35 ülkenin davet edildiği
bu toplantıda İslam Konferansı Örgütü’nün kurulması kararlaştırılmıştı. Türkiye, bu davete
Dışişleri Bakanı düzeyinde katılmıştı. 140
Tarihler 1973’ü gösterdiğinde tekrar bir savaş patlak vermişti. Ama bu savaş diğer
1956–1967 Arap-İsrail savaşlarından farklı olmuştur. Çünkü bu savaştaki amaç İsrail’i yok
138
Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 273.
Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss.257–259.
140
Arı, Ortadoğu, s. 377.
139
45
etmek değil, geçmiş savaşlarda kazanılan toprakları geri almaktı. Ayrıca 1973 savaşında
saldıran taraf İsrail değil Mısır ve Suriye olmuştur. 141
Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda da Arapların yanında yer almıştı. Bu olayda
ABD’nin İsrail’e karşı artan desteği Türkiye’yi ve Arap ülkelerini rahatsız etmişti.
Türkiye, Filistin’in İsrail tarafından işgalini kınıyordu. Ayrıca Türkiye, ABD’ye 1967’de
olduğu gibi üslerini kapatmıştı. Bununla birlikte Rusların Araplara yardımını üslerini
açarak Araplara desteğini sürdürmüştür. 142
Savaş sonunda ise 1974 yılında Mısır ile İsrail arasında Ayırma Anlaşmaları
imzalanmıştır. Bu anlaşmalar en azından Mısır ile İsrail’i bir barışa götüren ilk adımlar
olmuştur. İkili ilişkileri sağlamak için ise ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger “adım
adım diplomasisi” metodunu uygulamıştır. Bu diplomasinin amacı, Araplar ile İsrail veya
Mısır ile İsrail arasında büyük ve kalıcı anlaşmalar değil; fakat küçük küçük, kademe
kademe anlaşmalar sağlanarak iki tarafın birbirine karşı güvenin sağlayarak daha geniş
çaplı anlaşmalara ve hatta barışa gidilmesini sağlamaktı. Sonuçta İsrail, Süveyş Kanalı’nın
20 mil doğusuna çekilirken, Mısır bir daha savaşa başvurmayacağı taahhüdü veriyordu.
Ara bölgede ise BM Barış Gücü kuvvetleri yerleştiriliyordu. 143
1973 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra Arapların uyguladığı petrol ambargosu tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de olumsuz etkilemiştir. Ayrıca bu dönemde Türkiye,
Kıbrıs’a Barış Harekâtı düzenlemesinden sonra ABD, Türkiye’ye silah ambargosu
uygularken ikinci harekâttan sonra BM baskıları da iyice artmıştır. Bu krizli yıllarda
Türkiye, ekonomik ve siyasi açıdan sıkıntı yaşamıştır. Ekonomik krizler sonucu Türkiye,
Ortadoğu ülkeleriyle ilişkiler ticari boyut kazanmıştır. Türkiye, petrol üreten ülkeler ile
141
Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 320–321.
Arı, Ortadoğu, s. 378. Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 332.
143
Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 338–342.
142
46
ilişkiler kurmaya öncelik vermiştir. Türkiye’de bu dönemde “çok taraflı dış politika”
tartışmaları yaşanmıştır. Bu dönemde Arap ülkeleri de coğrafi yakınlık, tarihsel bağlar,
ekonomik ve siyasi çıkarlar çerçevesinde bu politikanın muhatapları olarak görülmüştür. 144
Türkiye 1974’ten itibaren istikrarlı olarak Arap yanlısı ve İsrail karşıtı önergelerin
lehine oy kullanmıştır. Türkiye, Arapları destekleme politikasını daha sonraları da
sürdürmüştür. BM kararları alınırken Araplar ile beraber hareket etmiştir. 1975’te BM’nin
Siyonizm’i “Irkçılığın ve ırk ayrımının bir türü” olarak tanımlanan kararında Türkiye Arap
ülkeleri aynı safta yer almıştır. Türkiye, Mayıs 1976’da İstanbul’da toplanan İslam
Konferansı 7. Dışişleri Bakanları toplantısında hem Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ)
İstanbul’da bir büro açma sözü vermiş hem de Anayasa’ya aykırı olduğu için İKÖ
Sözleşmesi’ni sadece resmi olarak onaylama niyetini belirmiştir. 145
Türkiye, Arap-İsrail Savaşları sırasında İsrail’le doğrudan çatışmamıştır. Türkiye,
bu savaşlarda batılı ülkelere karşı Arapları desteklemişti. İsrail ile ilişkiler düşük profilde
maslahatgüzar seviyesinde devam etmiştir. 146
144
Altunışık, M.B. 1999; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri”, Der. Altunışık M.B.
Türkiye ve Ortadoğu Tarih, Kimlik, Güvenlik, İstanbul: Boyut Kitapları, ss. 185–187.
145
Bölükbaşı, S. 2001; “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa”, Der. Çalış, Ş.H. Dağı,
İ.D. Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte
Yayınları, ss. 254–255.
146
Arı, Ortadoğu, s. 382.
47
III. BÖLÜM
1980’Lİ YILLARDA TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU’YA BAKIŞI
1. Arap-İsrail Yakınlaşması ve 1980’li Yıllardaki Gelişmeler
1.1. Camp David Anlaşmaları
Mısır ile İsrail arasında yaşanan savaşlardan sonra özellikle ABD Dışişleri Bakanı
H. Kissinger’in arabuluculuğuyla Mısır-İsrail ilişkilerinde yumuşama gözlenmişti. 1973
Yom Kippur Savaşı sonrası atılan adımlar gelecekteki anlaşmaların habercisi olmuştur.
Tabiî ki bu yakınlaşmaya tepkilerde olmuştur. Özellikle Arap devletleri Mısır’ı ve Enver
Sedat’ı şiddetle eleştirmişlerdir.
Mısır, bu konuma elbette kolay gelmemişti. Nasır yönetimindeki Mısır, politika
olarak Arap sosyalizmini ve milliyetçiliğini benimserken SSCB’ye daha yakın duruyordu.
Fakat Nasır’dan sonra başa geçen Enver Sedat, sosyalist politikalar yerine daha çok liberal
politikalar uygulamaya başlamıştır. Kamusal ekonominin hantal ve geri kalmışlığını
belirten Sedat, yerli ve yabancı sermayeyi Mısır’a yatırım yapmaya çağırıyordu. Bu amaçla
Mısır’da yabancı yatırımlar için yasal değişiklikler bile yapılmaya başlanmıştı. Sedat silah
ihtiyacı konusunda Batı’ya ağırlık vermeye başlamışken, SSCB ile de 1971 yılında
imzalanan Dostluk ve İşbirliği Anlaşmasını 1976 yılında feshettiğini açıklamıştır. 147
Enver Sedat, 1978 tarihinde ABD gezisinde Amerika’dan İsrail’e baskı yapmasını
ve tekrar barış görüşmelerinin başlamasını istemiştir. Sedat ayrıca ABD’den F–15 ve F–16
savaş uçakları istemiştir. Bu uçakları almasının sebebi ise İsrail’e karşı kullanmak değil,
147
Arı, Ortadoğu, s. 395.
48
Sovyetlerden devamlı silah alan Libya’ya karşı denge kurmak için talepte bulunmuştur.
ABD’nin bu uçak satımına onay vermesi ABD-İsrail arasını biraz bozmuştur. 148
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin ilk olarak
Sedat’ın 19–21 Kasım 1977’de Kudüs ziyareti ile görüşmüşlerdi. Bu görüşmeyi Begin’in
25–26 Aralık İsmailiye ziyareti takip etmişti. 149 Fakat bu görüşmelerde hava ısınacağına
daha da sertleşmiştir. Bunun üzerine ABD devreye girmiştir. İki ülke arasındaki
anlaşmazlık bu devletlerin ilişkileri olmayıp Mısır’ın Filistin sorununu görüşmelerin
merkezine kaydırmak istemesinden kaynaklanmaktaydı. Sedat, Filistin sorununda elde
edeceği bir başarı ile Mısır’ın Ortadoğu’da kaybettiği prestijini tekrar kazanmak
istiyordu. 150
ABD Başkanı Carter’ın yönetiminde, Başkan Enver Sedat ile Başbakan Menahem
Begin arasında, Ortadoğu Barışı için bir “çerçeve” çizme amacı ile görüşmeler 5 Eylül
1978 tarihinde başlamıştır. Zirve toplantısı Amerikan Başkanları’nın Washington dışındaki
daha çok dinlenmek için kullandıkları Camp David tesislerinde gerçekleşmiştir.
Görüşmeler zaman zaman kesilme noktasına da gelse 17 Eylül’e kadar sürmüş ve daha
sonra Beyaz Saray’da Camp David Anlaşmaları imzalanmıştır. 151 Anlaşmalar “Ortadoğu
Barışı için Çerçeve Anlaşması” ve Mısır-İsrail görüşlerinin yazıldığı “Ekler” kısmından
oluşmaktaydı. Ortadoğu Barışı İçin Çerçeve Anlaşması, Filistin sorunu ile ilgiliydi.
Metinin giriş kısmında Ortadoğu’da barış ve güvenliğin 242 ve 338 sayılı Güvenlik
Konseyi kararlarına dayanması gerektiği belirtilmiştir. Batı Şeria ve Gazze’nin konumunun
belirlenmesi ve Filistin temsilcilerinin 3 kademeli olarak yapılacak ve bunların ilk
aşamasında, 5 yıllık bir geçici özerk yönetim için seçim yapılması ve bu özerk yönetimin
148
Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 399–403.
Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 407.
150
Arı, Ortadoğu, ss. 400–401.
151
Armaoğlu, Filistin Meselesi, s. 407.
149
49
yetkilerinin Mısır, İsrail ve Ürdün arasında yapılacak müzakerelerle belirlenmesi gerektiği
diğer kısımda ifade edilmiştir. Filistin özerk yönetimi, İsrail askeri yönetiminin yerine
geçecekti. Üçüncü aşama olan özerk yönetimin işlemeye başlaması ile taraflar arasında en
geç üç yıl içinde nihai statü görüşmeleri başlayacaktı. 152
Camp David Anlaşmaları’na olumlu tepkiler olduğu gibi ihanet edilmiş gözüyle de
bakılmıştır. Avrupa Topluluğu ülkeleri anlaşmayı desteklerken SSCB ve özellikle Arap
ülkeleri Arap davasına ihanet edilmiş olarak yorumlamışlardır. 153
Mısır’la İsrail arasında barış anlaşmasının imzalanmasından Türkiye yayınladığı
bildiriyle Ortadoğu sorununun barışçı yollarla çözümlenmesi gerektiğini vurgulayarak,
kapsamlı bir anlaşmanın ancak sorunu çözeceğini söylemiştir. Bunun gerçekleşebilmesi
içinde İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini vurgulamış ayrıca
Filistinlilerin bir devlet altında toplanmaları gerektiğini söylemiştir. Bu bildiriyle Türkiye
Mısır’ın tek başına yaptığı bu anlaşmanın yeterli olmadığını vurgulayarak, diğer Arap
devletlerinin yanında yer almıştır. Fakat Mısır’la diplomatik ilişkilerinde bir gerginlik
yaşamamıştır. Bunun sebebi Türkiye’nin 1949’dan beri taşıdığı İsrail’i tanıyan tek
Müslüman ülke olma yükünden kurtulmuş olmasıydı. Bunun yanında, Mısır-İsrail barış
sürecinin arkasında ABD‘in bulunması da Türkiye’nin gelişmelere bakışını etkilemiştir. 154
Türkiye’nin Arap yanlısı tutumu 1980’li yıllara doğru değişime uğramaya
başlamıştır. Çünkü Arap devletleri ve FKÖ, Türkiye’yi özellikle Kıbrıs konusunda
desteklememişlerdir. Ne BM’de ne de İslam Konferansı toplantılarında Arap dünyası,
Kıbrıslı Türklerin kendilerine ait ayrı bir ulusal kimlikleri olduğunu ve Kıbrıs sorununun
152
Armaoğlu, Filistin Meselesi, ss. 416–417.
Arı, Ortadoğu 404–405
154
Kürkçüoğlu, Ö. Çağrı, E. 2001; Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt I, İstanbul: İletişim
Yayınları, s. 801.
153
50
çözümünde Türk toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkı taleplerini tanımamışlardır.
Pek çok Arap devleti ve FKÖ’nün Kıbrıslı Rumlarla bu dönemde yakın ilişkileri vardı.
Ayrıca Araplar adada Rumları tek meşru devlet olarak tanıyorlardı. Bu durum Türkiye
tarafında aldatılma hissi uyandırmıştır. 155
1.2. 1980 Sonrası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası
İran’da 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden sonra İran belli bir dönem, en
azından devrim yerleşinceye kadar, izolastyonist bir politika izleme kararı aldı. Irak,
İran’ın bu zayıf durumundan faydalanmak için, tarihsel ve sınır sorunlarını çözmek, İran’ın
devrim ihracını önlemek ve kolay bir zafer kazanarak Arap dünyasında lider olabilmek için
uzun yıllar sürecek bir savaşa kalkışmıştı. 156
Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak 1975 yılında iki ülke arasında imzalanan
Cezayir Anlaşmasını 17 Eylül 1980’de tek taraflı olarak feshetmiştir. Daha sonra 22
Eylül’de Irak, İran topraklarına girerek 8 yıl sürecek uzun bir savaşa başlamasına neden
olmuştur. Türkiye’de bu esnada 12 Eylül darbesi olmuş ve yönetimde askerler yer
almaktaydı. Türkiye bu olay karşısında hemen tarafsızlığını ilan etmiştir. 157 Ayrıca
Türkiye, savaş sırasında arabuluculuk görevi de görmüştür. 158
Türkiye, Irak-İran Savaşı boyunca tarafsızlığını sürdürürken Turgut Özal’ın başa
geçmesi ile ekonomik olarak her iki ülke ile aktif politika izlemiştir. Türkiye her iki ülke
ile de gelişen ekonomik ilişkiler kurmuştur. Türkiye’nin 1980’de bu iki ülkeye olan
ihracatının tüm ihracatındaki yeri %4 iken, 198’de %16’ya, 1982’de ise %25’e çıkmıştır.
155
Bölükbaşı, “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlık”, s. 256–257.
Arı, Ortadoğu, s. 542.
157
Kürkçüoğlu, Ö. Akdevelioğlu, A. 2005;Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt II, İstanbul:
İletişim Yayınları, ss. 130–131.
158
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, s. 780.
156
51
Türkiye arabulucu rolü oynamaya çalıştığı iki ülke arasındaki savaş boyunca bu ülkelerin
dış dünyaya açılan pencere vazifesi görerek dış ilişkilerini sağlayan bir ülke olmuştur. 159
Ortadoğu’da 70’li yılların ikinci yarısından itibaren Mısır ile İsrail arasında
görüşmeler gerçekleşmeye başlamıştı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail
Başbakanı Menehem Begin barış için görüşmelere başlamışlardı. Bu görüşmelerin
sonucunda ABD önderliğinde Eylül 1978’de Mısır ile İsrail arasında Camp David
Antlaşması imzalanıyordu. Bu anlaşma Araplar tarafından büyük tepkiyle karşılanmış ve
Mısır’ı Arap davasına ihanetle suçlanıyorlardı. Bu anlaşma ile ilk defa bir Arap devleti
İsrail’i tanıyordu. İsrail’de Sina yarımadasını Mısır’a geri veriyordu. Bir yıl sonra Mısır ile
İsrail arasında 26 Mart 1979’da Barış Antlaşması imzalanıyordu. 160
Bu dönemde Türkiye-İsrail ilişkilerinin bozulma noktasına geldiği tarih ise 30
Temmuz 1980’dir. Bu tarihte İsrail Meclisi’nin(Knesset) Kudüs’ü İsrail’in daimi başkenti
yapma kararı alması ilişkileri bozmuştu. Türkiye bu kararı kınadı ve iptalini istedi. Daha
sonra 1956 yılından beri devam eden maslahatgüzar seviyesindeki ilişkiler 28 Ağustos
1980’de Kudüs Konsolosluğu’nun kapatılmış ve ilişkilerde sembol mana içeren ikinci
kâtiplik seviyesine düşürülmüştü. Bu dönem İsrail-Türkiye ilişkileri açısından ‘iniş ve
duraklama’ döneminin başlangıcı olmuştur. 161
Ortadoğu’da Arapların tepkilerine rağmen Camp David Anlaşmaları ile barış
rüzgârları eserken Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ikinci defa askeri darbeyi yaşıyordu.
Darbe yönetimi, İsrail ile ilişkilerde ilk başta fazla bir mesafe kat etmemişti. Fakat daha
sonra İsrail, ABD’deki lobisi aracılığıyla ABD yönetiminden Türkiye ile ilişkiler için Türk
159
Arı, T. 2001; “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve İlişkileri Belirleyen
Dinamikler”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyıl Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayıncılık, s. 681.
160
Arı, Ortadoğu, ss. 394–406.
161
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 43- 44. Ayrıca Altunışık, M.B. “Soğuk Savaş Sonrası”, s. 188.
52
tarafını ikna etmesi isteniyordu. 1981 yılında 69 ABD senatörü ziyaret etmiş ve Türk İsrail
ilişkilerinin gelişmesi, ABD ile ilişkilerde iyi bir adım olacağı Türk yetkililere
söylenmiştir. Türkiye, buna yanıt olarak BM’nin Golan Tepeleri için alacağı kararda
çekimser oy kullanmıştır. Ayrıca İsrail, Türk diplomatları öldüren ASALA örgütünün
kampını bombalayarak ASALA liderini öldürmüştür. Böylece Türkiye-İsrail ilişkileri
gelişmeye başlıyordu. 162
Türkiye’de 1983 yılındaki seçimlerle iş başına gelen Turgut Özal ile birlikte dış
politikada yeni atılımlarla ilerlemeler sağlanıyordu. Özal dış politikaya ‘ekonomi gözlüğü’
ile bakmasıyla dış siyasette önemli gelişmeler elde edilmiştir. Bu dönemde İran ve Irak
pazarları zorlanırken aynı politika ABD ile de gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Özal, dış
politikayı ekonomik çıkarlar elde etmek için de kullanmaya başlamıştır. 163 Ekonomik
olarak da dışa açılım hedefleniyordu. Özal, 1982 yılında Başbakan yardımcısı iken İsrail’e
karşı ağır ifadeler kullanırken, Başbakan olduktan sonra ABD Başkanı’ndan ekonomik ve
askeri yardım sözü alınca gizlice İsrail lobisi ile temasa geçmiştir. Bu temaslar neticesinde
İsrail Dışişleri Bakanı İzak Şamir’ den PKK ve Ermeni terörüne karşı ortak işbirliği teklifi
alınmıştı. 164
Türkiye-İsrail ilişkileri bu olumlu temaslar neticesinde tekrar gelişmeye başlamıştı.
Türkiye, BM’de Arapların İsrail’in diplomatik itimatnamelerinin reddi için verdiği tasarıya
ret oyu vermişti. ABD’deki Yahudi lobisi de Ermeni ve Rum lobilerine karşı Türkiye’yi
destekliyordu. Bu sıcak ilişkiler neticesinde 19 Aralık 1991 tarihinde İsrail’deki diplomatik
temsilcilik büyükelçilik düzeyine çıkarılıyordu. 165
162
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, ss. 192–193.
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=7 (19–11–2006)
164
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 46.
165
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 194.
163
53
1.3. İntifada ve Filistin Devleti’nin Kurulması
Filistin halkı, İsrail Devleti’nin kurulması ile başlayan uzun dönemli savaş
yıllarında sürekli yıkımlara, tacizlere ve katliam denilecek saldırılarla karşı karşıya
kalmıştı. Bu uzun yıllar boyunca Filistin halkını idare etmeye çalışan Yaser Arafat
yönetimindeki El Fetih İsrail saldırılarını tam anlamıyla önleyemiyordu. FKÖ’nün ve
Filistin halkının elindeki imkânları İsrail gibi arkasında ABD’nin ekonomik ve askeri
desteğinin olduğu bir güce karşı yetersiz gelmekteydi.
İsrail yönetiminin bu baskıcı tutumu ters tepmiş ve İsrail hiç beklemediği bir
durumla karşı karşıya kalmıştı. İntifada ile Filistin halkı 20 yıldır süren işgalin katlanılmaz
hayat şartlarına karşı bir başkaldırı gerçekleştirmiştir. Ayrıca yıllarca süren ve Filistin halkı
için pek fayda sağlamayan diplomatik girişimlere karşı bir tutum olmuştur intifada. Filistin
hareketinin böyle bir eylemi başlatması ve bu eylemi kararlı bir şekilde sürdürmesi elbette
kolay değildi. Filistinliler, yıllarca işgal altında yaşamış, daha çok kendini eğitmiş ve
bilinçlendirmiş, kendi toplumsal düzenini sağlamış, gönüllü çalışma ve kendi toplumuna
hizmet geleneğini oluşturmuş, halk komiteleri ile çalışarak örgütlü bir direniş
göstermişlerdir. 166
İsrail’in sert tutumu dünyada tepki çekmişti. BM 641 sayılı kararı çıkarmasına
rağmen İsrail bütün kararları uygulamamıştır. Baskı ve insan hakları ihlallerine devam
etmiştir. Bunun üzerine BM ve dünya ülkeleri İsrail’i kınamıştır. Avrupa Topluluğu’nun
12 devleti İsrail’i ağır şekilde eleştirmiş ve İsrail’e yapılacak bir dizi ticaret anlaşmasına
olumsuz tavır almışlardır. 167
166
167
Çubukçu, M. 2002; Bizim Filistin, İstanbul: Metis Yayınları, ss. 61–65.
Aras, B.1997; Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 54.
54
İsrail ile Filistin’i temsil eden FKÖ arasında arabuluculuk girişimleri pek sonuç
vermemiştir. Filistin halkının intifada hareketi ile daha da kenetlenmesi ile Filistin’de
kimlik bilinci oluşmaya başlamıştı. Filistin Ulusal Konseyi Cezayir’de 15 Kasım 1988’de
Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. BM’de 8 Kasım 1989’da Filistin’le ilgili
kararın tavsiyeler kısmında, “Komite, Filistin Devleti’nin uluslararası topluluk ve BM
içerisindeki haklı yerini alması gerektiği düşüncesini ifade eder” şeklinde yer vermiştir. 168
İntifada ile Türkiye-İsrail ilişkilerini bu dönemde olumsuz etkileyen gelişme ise
Yaser Arafat’ın başında bulunduğu Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından 15 Kasım 1988
tarihinde Filistin Devleti’nin kurulması neticesinde Türkiye’nin bu devleti tanıması
olmuştur. 169
2.Ortadoğu Su Sorununda Türkiye’nin Tutumu
2.1. Türkiye-Suriye-Irak Tezleri
Üç kıyıdaş ülke arasındaki ilişkiler 1920–1960 yılları arasında uyumluydu.
Planlamalar ülkeler tarafından tek taraflı yapıldığı halde, 1960'lardan sonra üç ülke
arasında teknik müzakerelere başlanmıştır. Bu dönemde ülkelerden hiçbiri, Fırat-Dicle
Nehirleri ve kollarının aşırı tüketilmesine yol açacak bir kullanıma neden olacak büyük
projelere başlamamışlardı. Bu yüzden 1960'lı yıllarda, havzadaki suyun daha iyi
yönetilmesi
ve
kullanılması
için
ortak
bir
anlayışın
geliştirilmesine
ihtiyaç
duyulmamıştır. 170
1960'lara kadarki bu uyumlu durum ülkelerin Fırat-Dicle Nehirleri' ne
uygulayacakları su kaynaklarını geliştirme projelerini hayata geçirmesiyle bozulmuş ve su
168
Karaman, Filistin Sorunu, s. 244.
Öztürk, Batı Faktörünün Etkisinde, s. 195.
170
http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39
169
55
sorunu bölgesel gündeme yerleşmiştir. I960'dan sonra Türkiye ve Suriye, Fırat-Dicle
sisteminin sularının enerji ve sulama amaçlarıyla kullanımını mümkün kılacak geliştirme
planları ileri sureye başlamışlardır. Irak' ta aynı dönemde kendi sulanan alanının
genişletilmesi için yeni planları olduğunu bildirmiştir. Bu projeler Türkiye' deki
Güneydoğu Anadolu Projesi ve Suriye' deki Fırat Vadisi Projesi'dir. 171
Türkiye, diğer ülkelerin düşündüğü gibi su zengini bir ülke olmayıp, su
kaynaklarının büyük kısmını sulama ve elektrik enerjisi elde etmek için kullanmaktadır.
Ayrıca hala Türkiye' de sulamaya muhtaç geniş tarım arazileri ve enerji sıkıntısı çeken
bölgeler vardır. Bu açık kapatılmadan elindeki sınırlı su ile sınırsız harcama lüksü yoktur
Türkiye’nin. 172 Türkiye, Fırat ve Dicle Nehirleri'ni Suriye ve Irak tarafından ifade edildiği
gibi "uluslararası akarsular" olarak değil, "sınır aşan akarsular" olarak görmektedir. Bu
nedenle Türkiye' ye göre suya kaynaklık eden ülkeler ile aktığı ülkeler arasında eşit
egemenlik ve eşit paylaşım hakkından söz etmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle,
Fırat ve Dicle Nehirleri paylaşılabilir, doğal kaynak olarak düşünülmemelidir. 173
Türkiye’nin uluslararası hukukta söz konusu nehirlerin suları üzerinde egemenlik
hakkını kısıtlayıcı bir kural yoktur. Dicle ve Fırat egemen kaynaklar olup kendi sınırları
içinde kalan kısımları üzerinde Türkiye istediği şekilde faydalanma hakkına sahiptir. Dicle
ve Fırat nehirleri üzerinde kuracağı tesisler ile bunların önceliklerine Türkiye kendisi karar
verir. 174
171
http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39
Erciyes, E. 2004; Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ Kültür-Sanat
Yayıncılık, s. 87.
173
Durmazuçar, V. 2002; Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri, İstanbul: IQ Kültür-Sanat
Yayıncılık, s. 131.
174
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 131.
172
56
Türkiye iyi komşuluk ve dürüstlük prensiplerine en üst düzeyde saygılı göstererek
hareket etmektedir. Suyun artan önemi nedeniyle, bölgesel işbirliğinin birleştirici unsuru
olarak değerlendirilmektedir. Türkiye her zaman işbirliğine hazırdır. Ancak bu,
Türkiye’nin
kendi
önceliklerine
göre
ve
kendi
potansiyel
sınırları
içinde
gerçekleştirilebilir. 175
Türkiye bu çerçevede suyun daha iyi kontrolü ve kullanımı için bir plan
hazırlamıştır. Planın adı, "Fırat-Dicle havzası sınır aşan sularının hakça, akılcı ve optimum
kullanımı için Üç Aşamalı Plan'dır. 176 Planın referans noktası Dicle ve Fırat Nehirleri'nin
tek havza olduğudur. Plan sırasıyla şu aşamalardan oluşmaktadır. 177
—Bu bölgede Türkiye, Suriye ve Irak ortaklasa havza planlayarak, sulanabilir araziyi
ortaklaşa tespit etmeli, toprak etütleri yapılmalı.
—Üç ülke teknik işbirliği ile sulamayı verimli hale getirmeli ve sahip olunan toprağa göre
uygun üretim yapılmalıdır.
—Üç ülke ortaklaşa su kullanma yöntemleri geliştirmelidir.
Öte yandan, Irak ve Suriye, Türkiye'nin petrole karşı su kozunu kullanmaya
çalıştığı, fazla suya sahip olduğu ve suyu servet olarak değerlendirme yolunu seçtiği tezini
sıkça
dile
getirmektedirler.
Ayrıca
Türkiye’nin
su
fazlasına
sahip
olduğunu
söylemektedirler. 178
Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle Nehirleri'nin Türk tezlerinin aksine uluslararası
akarsular olduğunu savunmaktadırlar. Dolayısıyla Türkiye bu nehirler üzerinde tam
175
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 131.
Şalvarcı, Y. 2003; Pax Aqualis, İstanbul: Zaman Kitap, s. 130.
177
Erciyes, Ortadoğu Denkleminde s. 87–88.
178
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s.133.
176
57
egemenlik hakkına sahip değildir. Fırat ve Dicle'nin suları uluslararası hukukun öngördüğü
esaslar çerçevesinde üç ülke arasında yapılacak bir anlaşma ile adil bir şekilde
paylaştırılmalıdır. 179
Bu nehirler Suriye ve Irak için olmak ya da olmamak sonucudur. Türkiye bu
nehirlerden uluslararası hakkının üstünde su kullanımına gitmemelidir. Nehirler üzerindeki
barajlar sıkma aleti olarak kullanılmamalıdır. Ayrıca Türkiye suyu satarak ekonomik bir
meta olarak görmemeli, bir silah veya politika aracı olarak kullanmamalıdır. 180
Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle Nehirleri'nin tek bir su sistemi veya müşterek bir
havza olarak mütalaa edilmemesi gerektiğini savunmaktadır ve görüşmelerde ayrı ayrı ele
alınmasını belirtmektedir. Irak ve Suriye' ye göre Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde
konulacak
bütün
tesisler
ile
öncelik
sıraları
üç
ülke
tarafından
müştereken
karalaştırılmalıdır. 181
Suriye ve Irak, uluslararası bir suyun paylaşımında çıkacak her türlü anlaşmazlık
BM, Uluslararası Adalet Divanı gibi milletlerarası kuruluşlarda uluslararası düzeyde ve bu
kuruluşların hakemliğinde tartışılmalıdır demektedir. BM, uyuşmazlığın olduğu havzalara
gözlemci göndererek paylaşım kurallarına uymayan ülkeye yaptırım uygulanmasını
istemektedirler. 182
Suriye'nin ve Irak’ın ortaklaşa savunduğu diğer bir görüş ise, bu iki nehir
uluslararası suyollarıdır. Kıyıdaş ülkeler arasında "ortak kaynaklar" niteliğindedir. Bu
yüzden Fırat ve Dicle' nin su kaynakları kıyıdaş ülkeler arasında matematiksel formülle
paylaşılmalıdır. Matematiksel paylaşıma göre:
179
Erciyes, Ortadoğu Denkleminde.
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s.134.
181
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun.
182
Şalvarcı, Pax Aqualis, s.135.
180
58
—Her ülke iki nehirden ihtiyacı olan su miktarını ayrı ayrı bildirecektir.
—Her ülkede nehirlerin kapasitesi ayrı ayrı saptanacaktır.
—Kıyıdaş ülkenin belli bir nehirden almak istediği suyun toplam miktarı o nehrin
debisinden fazla olursa, geri kalan miktar, oransal olarak her bir ülkenin talep ettiği
miktardan düşülecektir. Böylece nehir suları paylaşılır. 183
2.2. Türkiye’nin Önerileri ve Projeleri
Su kaynakları yetersiz olan Ortadoğu için gelecek karanlık gözükmektedir. Su
sorununun çözümünde mevcut kaynakların akılcı ve etkin kullanımla israf edilmemesi,
günümüzde nüfus ve su ihtiyacının artış trendleri göz önüne alındığında orta ve uzun
vadede yetersiz kalacaktır 184 . Özellikle hızlı nüfus artışı, buharlaşmanın fazla olması,
yeraltı su kaynaklarımın aşırı kullanımı ve yenilenememesi gibi sebeplerle susuzluk iyice
artmaktadır.
Ortadoğu ülkelerinin su ihtiyacı, Türkiye’nin ihtiyaç dışı su potansiyelini bölge
ülkelerinin sıkıntısını hafifletmek için barış amaçlı olarak kullanabilmesi imkân
tanımaktadır. 185 Türkiye su zengini bir ülke değildir. Fakat elindeki imkânların
yetersizliğinden dolayı bazı akarsular üzerinde tesis yapamaması sebebiyle milyonlarca
metreküp kullanılabilir su, tuzlu sulara karışmaktadır. Bu suların değerlendirilebilmesi için
Türkiye, Ortadoğu ülkeleri ile bazı projeler gerçekleştirerek susuzluktan kuruyan
Ortadoğu’ya su sağlamayı amaçlamıştır. Kısaca bunlara değinecek olursak:
183
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 134–135.
Kut, G. 1993; “ Ortadoğu’ da Su Sorunu: Çözüm Önerileri”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve
Ortadoğu İstanbul: Bağlam Yayınları, , s. 479–480.
185
Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 72.
184
59
Turgut Özal’ın 1986 yılında GAP' den de kaynaklanan siyasi baskıları azaltmak ve
Ortadoğu’ya su taşımak için önerdiği ilk proje Barış Suyu Projesi'dir. Projeye göre Seyhan
ve Ceyhan havzalarının sularının bir dizi baraj, tünel ve boru hatları aracılığıyla Ortadoğu
ülkelerinin kullanımına sunulması planlanmıştır. 186 Projenin iki bolümden oluşması
tasarlanmıştır. Bir ucu yani Batı ucu Suriye, İsrail ve Ürdün’den geçerek Cidde'ye
ulaşacaktır. Bu hat 2650 km uzunluğa sahip olacaktı. Toplam maliyeti ise 8,5 milyar doları
bulacağı hesaplanmıştır. Diğer doğu ucu ise Suriye'den ayrılarak Körfez ülkelerine,
Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE, ulaşması planlanmıştır. Bu hattın uzunluğu 3900 km,
maliyeti ise 12 milyar dolar olacağı hesaplanmıştır. 187
Barış Suyu Projesi, tamamlandığında dünyanın en büyük su taşıma projesi unvanını
kazanacaktı. 188 Fakat Ortadoğu’daki siyasi çekişmeler, Arap-İsrail çatışması, ülkeler arası
siyasi güvensizlik gibi nedenlerden dolayı proje rafa kaldırılmıştır.
1993'ün sonlarına doğru İsrail ile Filistin Devleti arasında gizli görüşmeler
yapıldığı ve çeşitli konularda ilerlemeler kaydedildiği ortaya sıkınca bölgeye dışarıdan su
getirilmesinin önündeki siyasal engellerin kalkabileceği düşüncesi ile Küçük Barış Suyu
Projesi fikri ortaya atılmıştır. 189 Projenin bir diğer adı Barış Kanalı’dır.
Bu projeye göre, Atatürk Barajı veya Ceyhan Nehri üzerindeki Aslantaş
Barajı’ndan
1,1
milyar
metreküp
suyun
boruyla
Golan
tepelerine
iletilmesi
öngörülmektedir. 190
186
Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 73.
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 141–142.
188
Şalvarcı, Pax Aqualis, s. 74.
189
Kut, “ Ortadoğu’ da Su Sorunu”, s. 482.
190
Şalvarcı, Pax Aqualis, s.77.
187
60
Diğer bir proje olan Manavgat Çayı Projesi ise Türkiye’nin İsrail başta olmak üzere
isteyen ülkelere su satmak amacıyla tasarladığı bir projedir. Bu proje ile her gün denize
akan 4,7 milyon metreküp suyun kısmen tasfiye edilip içmeye uygun hale getirilmesiyle
kısmen de borularla deniz kenarındaki yüzer platforma taşınarak tankerlerle ya da yüzer
balonlarla İsrail ve Akdeniz'deki adalara su taşınması amaçlanmıştır.
Proje kapsamında, su tesisleri inşaatına 1992 yılında başlanmış ve 147 milyon dolar
harcanmıştır. Tesisler 2000 yılında su sevkıyatına hazır hale getirilmiştir. Projeye İsrail,
Ürdün, Libya ve Malta gibi ülkeler ilgi göstermiştir. Hatta 2000 yılında İsrailli ve Ürdünlü
yetkililer Türkiye'ye gelerek su konusunda anlaşmaya çalışmışlardır. İsrailli yetkililer
önümüzdeki 5 yıl içinde 40 milyon metreküp su alabileceklerini söylemişlerdir. 191
191
Durmazuçar, Ortadoğu’da Suyun, s. 145.
61
IV. BÖLÜM
1990’LI YILLAR SONRASI TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU
POLİTİKASI
1. 1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politikası
1.1. Körfez Krizi ve Türkiye’nin Politikası
Sovyetler Birliği’nin dağılması ile uluslararası politikada bir dönem daha
kapanmaktaydı. İki kutuplu bir politikaya sebep olan Soğuk Savaş, bir kutup liderinin
dağılması ile yeni bir boyut kazanıyordu. Devletler, iki kutuplu bir yapıda kendi
kutuplarındaki ülkelerle işbirliği içinde ilişkilerini sürdürürken kutup politikalarına fazla
karşı gelememekteydiler. Karşıt kutuptaki ülkelerle ilişkiler sınırlı sayıdaydı. SSCB’nin
dağılması ile ne karşı kutup kalmıştı ne de kutup politikası. Birçok ülke bu durumda ne
yapacağını bile pek kestiremiyordu. Karşıt kutuptaki ülkeler diğerleri için bir muammaydı.
Bütün ülkeler bu duruma uyum sağlamaya çabalarken yeni yeni stratejiler geliştirmeye ve
yeni planlar oluşturmaya çalışıyorlardı. Tabiî ki bu plan ve stratejilerde artık kutup
politikasına göre değil, kendi çıkarları doğrultusunda yapılmaktaydı.
Soğuk Savaş’ın şartları yerini yeni bir ortama bırakırken Irak da İran ile olan
savaşından sonraki yaralarını sarmaya ve kaybettiği gücünü yeniden kazanmaya
çalışıyordu. Irak, İran savaşından sonra petrol gelirlerinden kazandığı parayı hızla silah
alımı için harcıyordu. Irak bir taraftan kendi nükleer ve kimyasal silah üretimine hız
verirken, bunun yanında Batılı ülkelerden de yeni silahlar almaya devam ediyordu. Irak’ın
başındaki Saddam Hüseyin, ülkeyi adeta cephaneliğe döndürmüştü. Fakat Saddam İran ile
savaşından 80 milyar dolarlık bir borç yüküyle çıkmıştı. Silah alımlarının ve yeni silah
62
geliştirilmesinin maliyeti ise bu borcun üstüne ayrı bir yük oluşturuyordu ve silah
alımlarını engelliyordu. 192
Saddam Hüseyin, Soğuk Savaş’ın bitmesi ile oluşan ortamda hem güçlenmek hem
de biriken borçlarını kapatabilmek için yeni arayışlar içine girmişti. Irak, sınır komşusu
olan Kuveyt’in kendi toprakları ve tarihten gelen miras olduğunu, İngilizlerin Kuveyt’i
yapay bir devlet olarak oluşturduğuna inanıyor ve bu durumu sindiremiyordu. Kuveyt’ten
sürekli toprak talep ediyordu. 193
Irak 16 Temmuz 1990’da Arap Birliği Genel Sekreterliği’ne gönderdiği mektupta
Kuveyt’i kendi topraklarında petrol kuyuları açmakla ve petrol üretimini arttırdığı için
fiyatların düşmesiyle kendisinin maddi kayba uğradığını ifade ediyordu. 17 Temmuz’da
Saddam Hüseyin, Kuveyt’in ve BAE’nin fazla üretim yaparak 14 milyar dolar zarara
uğradığını söyleyerek krizin başlamasına neden oluyordu. Saddam, Kuveyt’in zararları için
2,4 milyar dolar tazminat istiyor ve Kuveyt sınırına asker yığmaya başlıyordu. Saddam
Hüseyin 2 Ağustos’ta Kuveyt’i işgal ederek tüm dünyanın tepkisini çekmişti. Saddam,
ABD’nin saldırabileceğine ihtimal vermiyordu ve SSCB’nin ses çıkarmayacağını
düşünüyordu. 194 Körfez Savaşı, iki kutuplu dünyanın çöküşünü Irak yönetimi ve Saddam
Hüseyin’in yanlış değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. 195
Körfez Krizi sırasında ABD ve SSCB bugüne kadar görülmedik şekilde işbirliğine
gitmişler BM’de peş peşe kararlar alarak Irak’ın Kuveyt’ten çekilmesi için çaba sarf
etmişlerdir. Türkiye, Saddam’a karşı oluşturulan koalisyon güçlerine tam destek vermiş ve
192
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 410.
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 415–420.
194
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 426–428.
195
Oktay, C. 1993; “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu’yu Okumak”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve
Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 96.
193
63
Çöl Fırtınası Operasyonu sırasında ABD’ye topraklarını açmıştır. 196 Türkiye, Irak
tarafından Kuveyt’in işgali üzerine daha ilk günden durumun kabul edilemez olduğunu ve
Kuveyt’in toprak bütünlüğünün korunması gerektiğini defalarca bildirmiştir. Savaş
sonrasında ise Kuveyt’in yabancı güçlerden arındırılmasını memnuniyetle karşılayacağını
ve ateşkesin kalıcı olmasını belirtmiştir. 197
Türkiye, Körfez Krizi’nde Ortadoğu politikasında uyguladığı aktif tarafsızlık
politikasını artık terk etmişti. Türkiye’nin tarafsız kalmasını zorlaştıran sebepleri ikiye
ayırabiliriz. Bunlardan birincisi Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumuydu. Irak’ın
Kuveyt’i işgali ve sonrasındaki gelişmeler Türkiye’yi merkez bir ülke yapıyordu. Krizde
Irak’ın çevrelenmesi gerekiyordu. Ayrıca Irak’a uygulanan ambargonun etkili olabilmesi
için bu ülkenin petrol ihracının engellenmesi gerekiyordu. Irak’ın petrol ihracının yüzde
doksanı Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinden geçen petrol boru hatlarıydı. Bunların
kesilmesi demek Irak’ın para musluklarının kapanması anlamına geliyordu. İkinci neden
ise Irak’ın Türkiye ile olan ekonomik ve ticari bağlarının yüksek miktarlarda olmasıydı.
Eğer Türkiye, Irak ile ticari ilişkilerini kesmezse BM’nin uygulamaya çalıştığı ambargo
zorluklarla karşılaşacaktı. 198
Türkiye’nin krizde aktif politika izlemesinin asıl sebebi ise Turgut Özal ve onun dış
politika anlayışı idi. Özal tercihini, “Türkiye daha önceki pasif ve çekingen politikalarını
terk etmeli ve aktif bir dış politika izlemelidir” olarak ortaya koyuyordu. Tabiî ki Özal’ın
196
Arı, Ortadoğu, s. 579.
Bozkurt, E. 2001; “1991 Körfez Savaşı, Ambargo ve Türkiye’nin Politikası”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyılda
Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları, s. 764.
198
Gözen, R. 2000; Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, istnbul:
Liberte Yayınları, ss. 244–245.
197
64
bu politikayı izlemesinde Irak’a karşı büyük bir koalisyonun oluşması ve ekonomik, siyasi
ve askeri baskı ve yönlendirmeler de etkili olmuştur. 199
Körfez Krizi’nde Türkiye’nin uyguladığı aktif politikanın hedefleri ise ulusal
çıkarları korumak ve geliştirmek, Türkiye’nin Batı dünyasındaki prestijini arttırmak,
Türkiye’nin savaşın gidişatında söz sahibi olarak gelişmeleri etkileyebilmektir. Türkiye,
bölgedeki siyasi haritanın değişmemesini yani statükonun korunmasını ve ekonomik, ticari
ve mali kayıpların yaşanmaması amacıyla koalisyon güçlerinin yanında yer almaktaydı.
Çünkü Irak’ın parçalanması demek Türkiye dâhil Irak’a komşu olan ülkelerin istikrarsız
bir bölgenin içinde kalması demekti. Ayrıca Türkiye’nin güvenliğinin tehlikeye girmesi de
söz konusuydu. 200
Savaşın sonuçları ise Türkiye’nin istediği gibi sonuçlanmamıştır. Türkiye
ekonomik olarak krizden çok etkilenen az sayıdaki ülkelerden biridir. Irak’a uygulanan
ambargo neticesinde Türkiye yıllık 2,5 milyar dolarlık mali kayba uğramıştır. Ambargonun
13 yıl sürmesi ise bu kaybı daha da artırmıştır. 201 ABD ve müttefikleri Türkiye’nin
zararının karşılanacağını belirtmesine rağmen Türkiye’ye çok az bir yardım yapılmıştır.
Ayrıca Irak’tan gelen mültecilerin Türkiye’ye yerleşmesi ile Türkiye çok zor durumlarda
kalmıştır. 202
Özal’ın “bir koyup üç alma” olarak nitelenen politik söylemi ise krizin sonunda
gerçekleşmemiştir. Çünkü krizde Irak’ın toprak bütünlüğüne doğru herhangi bir adım
atılmamıştı. Özal’ın düşüncesi ise Musul’un Türk topraklarına katılarak orada bulunan
199
Gözen, Amerikan Kıskacında, ss. 246–248.
Gözen Amerikan Kıskacında, ss. 253–256.
201
Arı, Ortadoğu, s. 579.
202
Bozkurt, “1991 Körfez Savaşı”, ss. 766–767.
200
65
petrollerin Türkiye’ye kazandırılmasıydı. Fakat tam tersi olmuş ve Türkiye savaştan sonra
yaklaşık 50 milyar dolarlık bir kayıpla çıkmıştı. 203
Körfez Krizi’nin Türkiye açısından diğer bir kötü sonucu ise 33. paralelin güneyi
ile 36. paralelin kuzeyinin Irak yönetiminin denetiminden mahrum bırakılması ile Irak’ın
kuzeyindeki Kürt grupları kendi yerel otoritelerini oluşturarak Irak’ın toprak bütünlüğünün
bozulmasına ve Türkiye’nin güvenliğinin tehlikeye girmesidir. Mayıs 1992’de Kürt
grupları kendi aralarında bir seçim gerçekleştirerek kendi parlamentolarını, bakanlar
kurulunu ve başbakanını atayarak bir devlet hüviyetini alması başta Türkiye olmak üzere
İran’ı ve Suriye’yi tedirgin etmiştir. 204
1.2. Körfez Krizi Sonrası Dönem
Saddam’ın Kuveyt’ten çekilmesi ve Irak’ın çevrelenerek silah ve petrol başta
olmak üzere sınırlandırılması ile sonuçlanan Körfez Krizi sonucunda Irak’tan sonra belki
de savaştan en zararlı çıkan ülke Türkiye olmuştu. Özellikle milyarlarca dolarlarla ifade
edilen ekonomik kayıp ve Kuzey Irak’ın Saddam’ın kontrolünden çıkarak serbest bölge
haline gelmesi Türkiye’yi ekonomik ve güvenlik anlamında zora sokmuştu.
Körfez Krizi’nin Ağustos 1990’da başlamasından sonra ABD önderliğindeki
Koalisyon kuvvetlerinin başlattığı operasyonla birlikte Kuzey Irak’taki Kürt gruplarda
ayaklanmıştı. ABD Başkanı George Bush’un da bu ayaklanmanın olmasında yaptığı çağrı
da önemli rol oynamıştır. Irak yönetimi bu ayaklanmaya sert müdahalede bulunmuştur.
Irak ordusundan kaçan çoğu Kürt 1,5 milyon insan Türkiye ve İran’a akın etmiştir. Türkiye
ve İran, BM’ye başvurarak yardım talep etmişti. BM’nin aldığı 688 sayılı karar ile
mültecilere yardımı içeren düzenlemeler yer almıştır. Daha sonra ABD, 10 Nisan 1991’de
203
204
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 441–442.
Arı, Ortadoğu, s. 581.
66
Irak’ın 36. paralelin kuzeyindeki bölgede tüm askeri faaliyetlerini yasakladığını
açıklamıştır. 205
Kuzey Irak’taki Kürt mültecilerin Türkiye ve İran’a sığınması ile dünyada Kürt
sorununa ilişkin ilgi çekmiş ve Türkiye’nin kendi sınırları içindeki Kürt sorununa
gösterilen ilgi ve dikkat artmıştır. Ayrıca ABD’nin aldığı karar neticesinde Türkiye’nin
güvenliğini de etkileyebilecek olan PKK için de “güvenli bir bölge” oluşmuş oluyordu. 206
1970’lerin sonunda sol bir gerilla örgütü olarak ortaya çıkan PKK, sonraları Kürt
milliyetçiliğini temsil eden terörist bir harekete dönüşmüştür. Özellikle Türkiye’de 1984
yılından sonra sıklaşan terörist eylemleri neticesinde yaklaşık 30 bin insan hayatını
kaybetmiştir. PKK militanları daha çok Kuzey Irak, Suriye ve İran’da konuşlanmıştı. Bu
militanlar çoğunlukla işsiz Kürt gençlerinden seçilerek Türkiye’ye yollanmak üzere bu
ülkelerde eğitim görmüşlerdi. 207
Türkiye’nin doksanlı yıllar ve sonrasındaki Ortadoğu politikası güvenlik merkezli
bir yapıya bürünmüştür. 1984 yılından itibaren tırmanmaya başlayan, siyasilerin ve askeri
bürokrasinin gerekli önemi vermediği, Kürt ayrılıkçılığındaki belirgin artış, bu konuyu
Türkiye’de güvenlik konusunda gündemin ilk sırasına yerleştirmişti. Kürt ayrılıkçılığı
sorunu özellikle Körfez Krizi sonrasında Kuzey Irak’ta çıkan otorite boşluğu ve bazı
sınırdaş ülkelerin ayrılıkçı PKK terör örgütüne destek vermesi ile ulusal güvenlik sorunu
haline gelmiştir. Bu sorun neticesinde Türkiye, Ortadoğu’ya yönelmiştir. PKK sorunu,
205
Şükran, O. 2004; “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, İnat, K. vd.(eds), Dünya Çatışma
Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları, s. 90.
206
Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. 1998; Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem Politika Analizi
Türkiye ve Ortadoğu’da Bölgesel İşbirliği, İstanbul: TESEV, s. 186.
207
Ayata, S. Ayata, A. 2000; “Türkiye’de Güvenlik Sorunları”, Der. Norton A.R. Çev. Tokluoğlu, C.
Ortadoğu Politikaları ve Güvenlik Yeni Yönelimler, İstanbul: Büke Yayınları, s. 83.
67
özellikle Körfez Savaşı sonrasında etkinliğini artırarak Türkiye’nin güney sınır komşuları
ile de ilişkilerini etkilenmeye başlamıştır.
PKK sorunu özellikle Türkiye-Suriye ilişkilerini etkilemiştir. Suriye, iki kutuplu
sistemde SSCB’nin yanında yer almasından dolayı Türkiye ile ilişkileri sınırlıydı.
Suriye’nin Türkiye ile problemleri tarihseldi. Hatay meselesi ve su sorunu Suriye’nin
Türkiye ile olan ilişkilerini kötü etkiliyordu. Suriye, PKK’yı destekleyerek bu konularda
Türkiye üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyordu. Suriye, 1980’lerde ASALA ve PKK,
Körfez Krizi’nden sonra yani 1990’larda ise PKK’yı Türkiye’ye karşı destekliyordu.
1987’de Başbakan Turgut Özal, Suriye’nin PKK’ya desteğini kesmesi için ve ekonomik
ilişkileri geliştirmek amacıyla Şam’a ziyarette bulunmuştu. Bu ziyaret sonrasında Türkiye
ile Suriye arasında su ve güvenlik konularında iki protokol imzalanmıştı. Türkiye
Suriye’ye saniyede 500 m3 su bırakmasına karşılık, Suriye de PKK’yı desteklemeyecekti.
Fakat Türkiye kendine düşeni yerine getirmesine rağmen 1988 yılında Suriye’de PKK
kampları hala faaliyetteydi. 208
Suriye ile ilişkiler Mayıs-Haziran 1998’de iyice gerilmişti. Her iki ülkede
sınırlarına asker yığarak sıcak askeri çatışma noktasına kadar gelmişlerdi. Suriye yönetimi
PKK’yı bir dış politika aracı olarak kullanarak Türkiye’den kendi çıkarları adına taleplerde
bulunmaktaydı. 209 Türkiye, Suriye’nin PKK desteğini çekmesi amacıyla krizi tırmandırma
diplomasisine başvurdu. 16 Eylül 1998’den itibaren önce Kara Kuvvetleri Komutanı, sonra
Genelkurmay Başkanı ve daha sonra Cumhurbaşkanı, Suriye’yi sert bir şekilde uyardılar.
Eylül’de toplanan MGK’dan PKK’ya desteğini çekmemesi halinde Suriye’ye askeri
müdahalede bulunulacağı kararı çıkmıştı. Durumun ciddi olduğunu anlayan Suriye, 20
208
Çufalı, M. 2001; “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, Der. Bal, İ. 21.Yüzyılda
Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları, ss. 852–853.
209
Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem Politika Analiz, s. 187.
68
Ekim 1998’de Adana Mutabakatı’nı imzalayarak PKK lideri Öcalan’a desteğini çekerek
topraklarından çıkmasını sağlamıştır. 210 Bu dönemden sonra Suriye ile ilişkiler günümüze
kadar olumlu, sıcak ve iyi ilişkiler kurularak devam etmiştir.
Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden PKK terör örgütü Kuzey Irak’ta da
konuşlanmıştı. PKK, buradaki faaliyetlerinde bölgedeki Kürt grupları ile bazen çatışmalar
yaşasa da beraber ayrılıkçı bir hareket oluşturmuşlardı. Bu ayrılıkçı hareket Irak yönetimini
de rahatsız etmekteydi. Türkiye’nin PKK’nın faaliyetlerini sona erdirmek için 1983’ten
itibaren değişik tarihlerdeki sınır dışı operasyonlarına Irak yönetimi ses çıkarmamış ve
hatta benimsemişti. Özellikle Körfez Krizi’nden sonra Kuzey Irak’taki otorite boşluğunda
Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarını Irak kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. 211
Türkiye, PKK’ya karşı özellikle yaz aylarında bu örgütün Türkiye’deki
hareketlerini engellemek ve Kuzey Irak’taki kamplarını yok etmek amacıyla Irak ile
arasındaki 1984 anlaşması gereğince bu bölgeye sıcak takip operasyonları düzenlemiştir.
Bunlardan 1997’deki operasyona 15 bin Türk askeri katılırken, 1998 sonunda
gerçekleştirilen operasyona yaklaşık 30 bin Türk askeri katılmıştır. PKK’nın elebaşısı
Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak Ocak 1999’da Türkiye’ye getirilmesine rağmen terör
eylemleri devam etmesinden dolayı 1999 yılı boyunca operasyonlar sürmüştür. 212
Amerika Birleşik Devletleri, Körfez Krizi’nden sonra Saddam Hüseyin’in Kuzey
Irak’taki Kürtlere uyguladığı politikalar nedeniyle ve özellikle Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın girişimleriyle bölgede Saddam’ı kontrol edebilecek bir gücün konuşlandırılmasına
yardımcı olmuştu. ABD, BM’den 688 sayılı kararın çıkmasıyla Türkiye’de bulunacak olan
210
Çufalı, “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, s. 853. Ayrıca bkz. Erciyes,
Ortadoğu Denkleminde s. 125–128.
211
Çufalı, “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, s. 854.
212
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 464.
69
daha sonra “Çekiç Güç” olarak adlandırılacak az sayıda acil tepki gücü kurulmasını
sağlamıştır. ABD, Türkiye’den çekindiği için bölgedeki Kürtlerle direk temas kurmaktan
kaçınırken, daha sonra 1992 Mayıs’ından sonra politika değiştirerek Kürt gruplarla yakın
temas içine girmiştir. 213
Kürt grupların kendi aralarında çatışması ise ABD’nin bölge politikalarının
uygulanmasını zora sokuyordu. ABD, KDP ve KYP Kürt grupları ile Saddam muhaliflerini
1995’te Dublin’de bir araya getirmişti. Türkiye bu konferansa gözlemci olarak katılmıştı.
Konferansta KDP ve KYP ateşkese karar vermişler ve sorunların kesin çözümü için
görüşmelere devam etme kararı almışlardı. Tarafların arasında yapılacak bir anlaşmada
Türkiye’yi de rahatsız etmeyecek şekilde şu noktaların içermesine karar verildi; 214
-
Türkiye sınırından elde edilen gümrük gelirlerinin paylaşımı
-
Erbil kenti üzerindeki anlaşmazlığın giderilmesi
-
Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması,
-
Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarlarının göz önünde bulundurulması.
Fakat Kürt grupları arasındaki çatışmalar ve fikir ayrılıkları ABD’nin Irak’ı işgal etmesine
kadar sürmüştür. 215
Türk dış politikası, Ortadoğu’ya yönelik politikasını olanakları çerçevesinde
belirlemeye ve komşu ülkelerle yaşadığı sorunları “sıfır toplam” yaklaşımı çerçevesinde
çözmeye çalışmamış ve ortak menfaatler çerçevesinde çözüm üretmeye uğraşmıştır. Türk
dış politika yapımcıları, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri dikkatle izlemiş ve buna yönelik
gerçekçi politikalar çizmişler, bölgede yaşanacak olumsuz gelişmenin Türkiye’yi de
213
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 444–451.
Şükran, “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”. ss. 92–93.
215
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 464–468. Şükran, “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, ss. 93–94
214
70
yakından etkileyebileceğine inanarak ve politikalarını bu yönde belirlemişlerdir. Bu
nedenle bölge ülkeleri ile ilişkilerinde gerçekçi/pragmatist bir yol izlemişlerdir.
Türk yetkililer bu gerçekçi/pragmatist politikayı aktif diplomasi ve çok yönlü bir
yaklaşım ile ele almışlardır. Türk dış politikası 1990 sonrası değişen çevresi ve
algılamaları nedeniyle, aktif ve çok yönlü bir politika izleyerek gerçekleştirmişlerdir. Bu
politika kendisini Ortadoğu ile ilgili sorunlarda da göstermiş ve Türkiye son ana kadar
diplomatik girişimlere açık kapı bırakmıştır. Ancak gerektiği zamanlarda da güç kullanma
tehdidi politikasına yer vermiş ve bu girişimler sonrası tekrar diplomasiyi ön plana
çıkartarak ulusal çıkarların korunmasını sağlamıştır.
1.3. Barış Görüşmeleri ve Oslo Süreci
Soğuk savaşın sona ermesi ile Araplar ile İsrail arasındaki çatışmalar azalmakta idi.
Mısır, İsrail, Lübnan, Filistin, Suriye ve Ürdün arasında ABD ve Rusya Federasyonu
tarafından düzenlenen 30 Ekim–1 Kasım1991 tarihleri arasında gerçekleşen Madrid
Konferansı’nda Arap ülkeleri İsrail arasında bir diyalog kurulmuştu. 216 Madrid
Konferansı’nda ilk defa Filistinliler kendi topraklarını ilgilendiren meselelerde İsrail tarafı
ile müzakere yapıyorlardı. 217
Filistin’i temsil eden FKÖ ile İsrail arasındaki görüşmeler daha sonra Norveç
Dışişleri Bakanı’nın arabuluculuk yapmasıyla devam etmiştir. Oslo’da 1992 yılında
başlayan bu görüşmeler neticesinde 13 Eylül 1993 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan
anlaşma ile sona eriyordu. Oslo Anlaşmaları, 9–10 Eylül’deki mektup teatisi şeklinde
gerçekleşen Karşılıklı Tanıma Anlaşması’ndan ve 13 Eylül’de imzalanan Gazze ve
216
Yıldız, Y.G. 2000; Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi, s. 100.
Aykan, M.B. 2000; Soğuk Savaş Sonrası Dönemi Ortadoğu’ sunda Türkiye’ nin İsrail’ e Karşı
Politikası: 1991- 1998, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Yayınları, s. 5.
217
71
Eriha’ya özerklik ve çekilme konularına ilişkin çerçeve anlaşması niteliğindeki İlkeler
Anlaşması’ndan oluşmaktaydı. 218 Bu anlaşma ile taraflar birbirlerini tanımış oluyordu.
FKÖ, İsrail’in var olma hakkını tanırken, İsrail de FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi
olduğunu kabul ediyordu. Ayrıca Filistin’e ilk etapta sınırlı bir bölgede özerklikte
verilmekteydi. 219
Oslo Anlaşmaları’nda Filistinliler İsrail’i “işgalci devlet olarak nitelendirmemişti.
Filistin açısından ise daha önce kullanılan “yerleşimci” ibaresi artık anlaşmada “halk”
olarak bahsetmekte idi. Anlaşmada yapılacak bütün görüşmelerin temelini ise İsrail’in
1967’da işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini ilan eden BM’nin 242 sayılı kararı
olmuştur. Bu da Filistinliler için önemli bir gelişmeydi. Ayrıca İsrail, Kudüs’ün statüsü
konusunu tartışmama ısrarı kırılıyor ve mülteciler konusunu görüşmelerdeki konulardan
olmasını kabul ediyordu. 220
FKÖ ile İsrail arasındaki olumlu gelişmelerden cesaret alan Türkiye, ilk olarak
İsrail ile ilişkilerde maslahatgüzar olan diplomatik temsilcisini Filistin ile eş zamanlı olarak
büyükelçilik seviyesine çıkarmıştır. 221 Haziran 1992 tarihinde Turizm bakanı Abdülkadir
Ateş, İsrail’i ziyaret etmiş ve bir turizm anlaşması imzalamıştı. Bu ziyaretin önemi ise 27
yıldan beri ilk defa bir bakan İsrail’e gitmiş olmasıydı. 222 Bu dönemde Türkiye, Filistin ile
İsrail arasındaki dengeyi korumaya dikkat etmeye çalışmıştır. FKÖ’nün İsrail’i tanıması ile
Türkiye, Araplar ile İsrail arasındaki dengeli bir yaklaşımda bulunma zorunluluğunu
218
Arı, Ortadoğu, ss. 671- 672.
Arı, Ortadoğu, ss. 661- 662. Ayrıca bkz Balcı, A. 2004, “Filistin: Savaş ve Barış Arasında”, İnat, K.vd.
(eds) Dünya Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları, s. 47- 48.
220
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 6.
221
Dursunoğlu, Stratejik İttifak.
222
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 7.
219
72
azaltmıştır. Yıllardır büyük bir tedbir içinde sürdürülen ikili ilişkiler sonunda geniş ve
etkili bir askeri, ekonomik ve politik işbirliğine dönebilme fırsatı bulmuştur. 223
Bu dönemde İsrail’in 400 Filistinliyi sınır dışı etmesi ve Temmuz 1993’te Güney
Lübnan’ı bombalayarak sivillerin ölümüne neden olması Türk-İsrail ilişkilerini
gerginleştirmiştir. Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, İsrail gezisini bu olaylar üzerine
ertelemişti. Daha sonra Kasım 1993’te Hikmet Çetin İsrail’i ziyaret etmiş ve “Karşılıklı
Anlayış ve İşbirliğinin Prensipleri Belgesi imzalanmıştı. 224
25 Ocak 1994 tarihinde İsrail Cumhurbaşkanı, Ezer Weizmann, Türkiye’yi ziyaret
eden ilk İsrail Cumhurbaşkanı idi. Bu ziyarette İsrail, Türkiye’nin F–4 ve F–5 uçaklarının
elektronik aksamının modernizasyonunu gerçekleştirmeyi kabul etmişti. Ayrıca İsrail,
PKK konusunda Türkiye’ye Suriye ve Lübnan’daki faaliyetleri konusunda bilgi
yardımında bulunacağı kararlaştırılmıştı. 225
Ortadoğu Barış Süreci, Şubat 1994 tarihinde büyük bir yara almıştı. Batı Şeria’ nın
El Halil kentindeki Hz. İbrahim Camii’nde sabah namazı kılan Filistinlilere ateş açılması
sonucu 63 kişi ölmüş 270 kişi de yaralanmıştı. Bunun üzerine Yaser Arafat “Ortadoğu
barış sürecini geriye döndürebileceğini” ifade ediyordu. Ayrıca Washington’da barış
görüşmelerini sürdüren Suriye, Ürdün ve Lübnan temsilcilerinin görüşmelerden çekilmesi
ile barış görüşmeleri resmen askıya alınmıştı.
226
Arap-İsrail çatışmaları devam ederken
HAMAS’ ın gerçekleştirmiş olduğu intihar saldırıları barış sürecini iyice baltalamakta idi.
Türkiye, HAMAS’ ın saldırılarını kınıyor, İsrail’e de barış görüşmelerini sabote etmek
223
Kramer, H. 2001; Avrupa ve Amerika Karşısında Değişen Türkiye, İstanbul: Timaş Yayınları, s. 195.
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 7- 8.
225
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 51.
226
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 10.
224
73
istenen oyunlara gelmemesini telkin ediyordu.227 Daha sonra taraflar Kahire’de tekrar bir
araya gelerek 4 Mayıs 1994’te Gazze-Eriha Anlaşmasını imzaladılar. Anlaşma ile sorunlar
kısmen çözüme kavuşmuş ve sürecin yeniden devam etmesi sağlanmaya çalışılmıştır. 228
FKÖ ile İsrail arasındaki yakınlaşma bütün olumsuzluklara rağmen devam
etmekteydi. Arafat ve İzak Rabin 28 Eylül 1995 tarihinde Batı Şeria’da imzaladıkları
Filistin Özerkliğini Genişletme Anlaşması ( Geçici Anlaşma 229 ) ile İsrail, genel güvenliği
elden bırakmamıştır. Bu anlaşmaya Filistinli bazı gruplar 230 , Filistin’in tek bağımsız bir
devlet kurulmasından vazgeçildiği gerekçesiyle karşı çıkmışlardır 231 .
Türkiye, Filistinliler ile İsrail arasındaki bu olumsuz havaya rağmen her iki tarafla
da arasını sıcak ve iyi tutmaya çalışıyordu. Şubat 1996’da Genelkurmay 2.Başkanı Çevik
Bir, İsrail ile Türk parlamentosunun ve kamuoyunun bilgisi dâhilinde olmayan bir anlaşma
imzalamıştı. 232 Bu anlaşma ile Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin her gelen hükümete
göre değiştirilemeyeceğinin kararlılığını göstermekte idi. Anlaşmada basında yer alan
haberlere göre Türk hava sahasını İsrail uçakları için açtığı yer alıyordu. Fakat Türk
yetkililer bunu reddetmişlerdi. 233
Türkiye’nin İsrail ile stratejik ilişkileri özellikle Mart 1996 tarihinde Türkiye
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in İsrail’i ziyareti yeni bir boyut kazanmıştı. Ziyarette
imzalanan “askeri işbirliği” anlaşması ile ilişkiler daha da gelişmiştir. Anlaşmanın içeriği
konusunda daha sonra Türk makamları yaptıkları açıklamalarda anlaşmanın istihbarat
227
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 11.
Arı, Ortadoğu, s. 680.
229
Daha fazla bilgi için bkz Arı, Ortadoğu, s. 681–682.
230
Filistinli gruplar hakkında bilgi için bkz Akın, K. 2002; Filistin Dramı ve Yaser Arafat, İstanbul: Birey
Yayıncılık, ss. 119–123. Ayrıca Turan, S. 2002; Kudüs: Tarihin Kalbi, İstanbul: Pınar Yayınları, ss. 141–
150.
231
Yıldız, Global Stratejide Ortadoğu, s. 117.
232
Altunışık, M.B. 2002; “Türkiye’nin İsrail Politikası”, Der. Makovsky, A. Sayarı, S. Türkiye’ nin Yeni
Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 93.
233
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 55- 56. Ayrıca bkz Altunışık, “Türkiye’ nin İsrail Politikası”, s. 89.
228
74
işbirliğini öngördüğünü, İsrail Silahlı Kuvvetlerinin İran, Irak ve Suriye sınırında Türk
askerlerine eğitim vereceği dile getirilmiştir. 234 Resmi makamlar bu askeri anlaşmanın
herhangi bir devlete karşı yöneltilmiş olmadığına ilişkin açıklamalar yapılmış ve
Türkiye’nin bu tür anlaşmaları daha önce 17’si İKÖ üyesi toplam 29 ülke ile yaptığı
vurgulanmıştır. Fakat Arap dünyası başta olmak üzere Yunanistan, Ermenistan gibi komşu
ülkeler anlaşmaya tepki göstermiştir. 235 Bu anlaşmaya tepki gösteren ülkelerin nedenleri
ise iki ülkenin Ortadoğu ve komşu ülkelere karşı bu anlaşmayı imzalayarak işbirliğine
gittiği ve bu durumun bölgenin barış ortamını tehdit eden bir unsur haline gelmesiydi. Bu
anlaşma ile Türkiye ve İsrail özellikle Suriye, İran ve Irak’a karşı önemli bir üstünlük elde
etmişler ve bölge ülkeleri arasında uluslararası ortamda bir tehdit oluşturmuş olduğu dile
getirilmiştir.
Süleyman Demirel’in İsrail gezisi Ortadoğu barış süreci için de önem arz ediyordu.
Barış sürecindeki görüşmelerin tehlikeye girdiği bu dönemde, Demirel’in her iki taraf
arasında arabuluculuk görevi üstleneceği bildirilmekteydi. Demirel, İsrail tarafına barış
görüşmelerinin tekrar başlaması yönünde telkinde bulunurken, Filistin’den de HAMAS’ ı
kontrol etmesi yolundaki İsrail mesajını Filistinli yetkililere iletecekti. Ayrıca Demirel’in
İsrail ziyareti ilk Cumhurbaşkanı olarak diplomatik açıdan önemliydi. Türkiye ile İsrail
arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının imzalanması ise ilişkilerin zirve noktasını temsil
etmekteydi. 236
1.4. Refahyol Hükümeti ve İsrail ile İlişkiler
Türkiye’de Haziran 1996 tarihinde yeni bir hükümet başa gelmişti. Fakat başa
gelen bu hükümetin siyasi vizyonu ile İsrail ile olan ilişkilerin sekteye uğrayacağı hâkimdi.
234
Arı, Ortadoğu, ss. 631- 632.
Yılmaz, T. 2001; Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara: İmaj Yayınevi, s. 67.
236
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 57.
235
75
Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin oluşturduğu Refahyol hükümeti beklentilerin aksine
hareket etmişlerdi. Refahyol hükümetinden önceki hükümetler, İsrail ile F–4 uçaklarının
modernizasyonunu amaçlayan anlaşmayı gerçekleştiremezken bu anlaşmayı Refahyol
hükümeti imzalamıştır. 237 Fakat bu anlaşmalar daha çok askeri kanatlar arasında
yapılmaktaydı. İkili ilişkilerde hükümetler nazında ise soğuk hava hâkimdi. Her iki
hükümet yetkililerinin verdikleri demeçlerde görülmekteydi.
238
Bu dönemde ilişkiler daha
çok askeri anlaşmalar, ziyaretler şeklinde geçmiş, Türk hükümeti de bu doğrultuda zoraki
ilişkiler içine girmiştir.
Şubat 1997 tarihinde askeri alanda en üst düzey görüşmeler için Genelkurmay
Başkanı İ. Hakkı Karadayı, İsrail’i ziyaret ediyordu. Bu ziyaret askeri alandaki ilk üst
düzey görüşme idi. Bu görüşmenin arkasından daha sonra taraflar karşılıklı olarak
ziyaretlerde bulunmuşlardır. Bu görüşmeler neticesinde birçok askeri işbirliği anlaşmaları
gerçekleştirilmiştir. Ayrıca İsrail savaş uçakları, Türk hava sahasını kullanabilecekti.
Türkiye ile İsrail hava kuvvetleri arasında 1999 Mayıs’ında Türk hava sahası içinde bir
tatbikat düzenlenmişti. Daha sonra ABD’nin de katıldığı 2001 Haziran’ındaki “Anadolu
Kartalı” tatbikatı düzenlenmiştir. 1997 Aralığında 48 tane Türk F–5 uçağı bakım ve onarım
için İsrail’e gönderilmişti. Ayrıca iki ülke arasında ortak füze projesi üzerinde çalışmalar
yapılması konusunda anlaşmaya varılmıştı. 239
Refahyol hükümeti döneminde Türk-İsrail ilişkileri daha çok askeri boyutta
kalmıştı. Anasol-D hükümeti ile bu ilişkiler ekonomik alana kayıyordu. 23 Temmuz 1997
tarihinde Türk-İsrail Ticaret Anlaşması yürürlüğe girmiştir. Daha sonra Ağustos’un
237
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 75.
Aykan, Soğuk Savaş Sonrası Dönemi, s. 104–106.
239
Arı, Ortadoğu, ss. 634- 635.
238
76
13’ünde Türkiye’nin İsrail’le gümrüklerini sıfırladığı haberleri basında yer alıyordu. 240
Türkiye ile İsrail arasında ilk deniz tatbikatı 5 Ocak 1998 tarihinde gerçekleşmişti. 241 Daha
önce Refahyol hükümeti zamanında bu tatbikat iptal edildi ve daha sonra ertelenmişti.
1998 yılındaki bir diğer gelişmede Kara Kuvvetleri Komutanı Hüseyin Kıvrıkoğlu,
İsrail’in satmaya çalıştığı Merkava III tanklarını incelemek için İsrail’e 3 günlük bir ziyaret
gerçekleştirmişti 242
Öte yandan İsrail’deki Mayıs 1999 seçimlerini kazanan Ehud Barak’ın başbakanlığı
döneminde barış süreci yeniden ivme kazanmıştı. Barış süreci, Suriye ile imzalanacak bir
barış anlaşmasının İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorularının gündeme
gelmesine neden olmuştur. Temmuz 1999’da Başbakan Barak’ın bu türden bir soruya
verdiği yanıt İsrail’in de Türkiye ile yakınlaşmasını Arap ülkeleriyle ilişkilerinden
bağımsız bir perspektiften algıladığını ortaya koymaktadır: “Bizim Türkiye ile olan
dostluğumuz, bölge ülkelerine yapacağımız açılımlardan hiç bir şekilde etkilenmeyecektir;
aynı şekilde Türkiye ile dostluğumuz bu ülkelerle ilişkilerimizi de etkilememelidir.”
Cumhurbaşkanı Demirel Temmuz 1999’da yaptığı İsrail gezisi sırasında aynı soruya
benzeri bir cevap vermiştir: “Biz bölgeye barışın gelmesinden yalnızca memnunluk
duyarız. Bu, Türkiye-İsrail ilişkilerini olsa olsa güçlendirir. Suriye bizim düşmanımız değil
komşumuzdur. İsrail bu ülkeyle sorununu çözerse, mutlu oluruz. Türk-İsrail ilişkileri
üçüncü bir tarafa karşı değil, bölgenin barış ve istikrarına katkıda bulunan bir amaç
taşır”. 243
İsrail’in Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan tek taraflı olarak çekilmesiyle birlikte
bölgeye barış geleceğine ilişkin ümitler artmıştı. 11–24 Temmuz 2000 tarihinde İsrail ile
240
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, ss. 125- 127.
Altunışık, “Türkiye’ nin İsrail Politikası”, s. 90.
242
Dursunoğlu, Stratejik İttifak, s. 134- 135.
243
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007)
241
77
Filistin Camp David’de tekrar araya gelerek Oslo sürecinin öngördüğü statü konularında
bir anlaşmaya çalışmışlardı. Fakat Arafat’ın Kudüs konusunda ve Barak’ın da tazminatlar
konusundaki uzlaşmaz tavrı görüşmelerin olumsuz sonuçlanmasına neden olmuştu. 244
2. 11 Eylül ve ABD’nin Yeni Ortadoğu Politikası
Soğuk Savaş’ın bitmesi ile uluslararası politikadaki aktörler bu yeni düzeni
anlamaya, stratejiler üretmeye ve şekillendirmeye çalışıyorlardı. İki kutuplu yapı yerini
yenidünya düzenine bırakıyordu. Ama düzenin nasıl olacağı tam manasıyla belli değildi.
Soğuk Savaş’tan galip çıkan Batı, yani ABD bu düzeni şekillendirmeyi amaçlıyordu. Tabiî
ki bu şekil verme ABD ve onun yanında yer alan ülkelerin çıkarlarına göre olmaktaydı.
ABD’nin uluslararası politikada bu kadar söz sahibi olmasında; SSCB’nin yıkılması ile
dünyadaki süper güç olması, askeri alanda ve küresel ekonomide en büyük, en geniş ve en
gelişmiş ekonomiye sahip olması ve küreselleşmeyi desteklemesi, kendi popüler kültürünü
ve bilgi ekonomisini yayma ve derinleştirme yeteneğine sahip olmasında etkilidir. 245
ABD’nin yenidünya düzenini şekillendirmeye çalışması beraberinde eleştirileri de
getirmiştir. Özellikle SSCB’den sonra onun mirasını devralan Rusya Federasyonu’nun
Başkanı Vladimir Putin, ABD’nin uluşlararası politikada tek olmadığını, başka aktörlerin
olduğunu ve yeni düzeni bu aktörlerle birlikte şekillendirmesini, yön vermesi gerektiği
belirtiyordu.
ABD’de 2000 yılında yönetim değişikliği olmuş ve Demokrat 246 Clinton yerine
Cumhuriyetçi George W. Bush başa geçmişti. Cumhuriyetçi Bush, Clinton’a göre dış
politikada daha aktif ve çatışmacı bir yol izliyordu. Bush’un politikasında yeni
244
Arı, Ortadoğu, ss. 725–730.
Keyman, F. 2006; “Türkiye, Dış Politika ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”, Avrasya Dosyası,
Ankara: Asam Yayınları, Cilt 12, Sayı 2, s. 8.
246
Arı, T. 1997; Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 23.
245
78
muhafazakârlar (neo conservatis, neo con) daha etkili oldukları için Ortadoğu’da İsrail’in
politikaları ile iç içe bir görüntü çizmekteydiler. İsrail çıkarlarını gözeten bir politika
izliyorlardı. 247 Tabiî ki bu durum özellikle Ortadoğu’da hiç hoş karşılanmamaktaydı.
ABD’ni uluslararası politikada kendisine karşı rakip çıkmadığı bir dönemde ABD
ile tüm dünyayı şok eden, travmaya sokan bir olay meydana geldi. 11 Eylül saldırıları
doğrudan ABD’nin kalbine yapılmış bir saldırıdır. ABD halkını sarsan neden ise böyle bir
saldırının ABD’nin kendi toprakları üzerinde olacağını tahayyül edememeleri olmuştur. 248
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin New York şehrindeki Dünya Ticaret Merkezi’nin
bulunduğu ikiz kuleler ile ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a yolcu uçakları ile
düzenlenen intihar saldırısı düzenlenmişti. Simgesel olarak ABD’nin liberal ve kapitalist
ekonomisi ile emperyalist gücünün ve askeri olarak dünyayı yönettiği karargâhı hedef
alınmıştı. 249 ABD Başkanı Bush’un ilk açıklaması ise “Bu sınavı geçeriz” olmuştu. 250
ABD Başkanı Bush, daha sonra 26 Eylül’de Kongre’de tüm ülkelere şu mesajı
vermekteydi; “ya bizimle berabersiniz ya da bizim karşımızda teröristlerle”. Bush tüm
dünya devletlerine ya ABD’nin yanında yer alın ya da terörist olarak anılırsınız diyordu.
Yeni Amerikan politikasında Soğuk Savaş yıllarındaki “Sovyet tehdidi” söyleminin yerini
şimdi “terör tehdidi” söylemi alıyordu. 251
11 Eylül olayının ardında daha önceden ABD büyükelçiliklerini bombalamaları
yardım ettiği veya finansal kaynak sağladığı düşünülen Usame Bin Ladin olduğu ifade
ediliyordu. ABD, 11 Eylül’ün ardından Ladin’i barındırdığı ve sakladığı düşünülen
247
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 497–498.
Çalış, Ş.H. http://arsiv.zaman.com.tr/2003/09/12/yorumlar/default.htm (29–04–2007)
249
Gerger, H. 2006; ABD Ortadoğu Türkiye, İstanbul: Ceylan Yayınları, s. 481.
250
http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/dishaberler/dishaberlerdevam.htm#1 (29–04–2007)
251
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 495.
248
79
Afganistan’ı iki ay boyunca bombalamıştı. Fakat elde Ladin yoktu, sadece Afganistan
yönetimi değişmişti. 252
ABD, Afganistan ile yetinmeyerek ABD’nin çıkarlarına ters hareket eden ülkelerle
tek tek hesaplaşmanın stratejilerini geliştiriyordu. Bu amaçlara yönelik olarak başta ABD
Başkanı ve diğer üst düzey yetkililer sert açıklamalarda bulunuyorlardı. Başkan Bush,
Ocak 2002’deki Kongre’deki konuşmasında kitle imha silahlarına sahip ülkeleri şer ekseni
olarak nitelendiriyordu. Bunların İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore olduklarını belirterek
Amerikan yönetiminin terör örgütlerinden ziyade bunlarla bağlantılı olan hükümetleri
hedef alacağını ilan ediyordu. 253 ABD Başkanı Bush, 2002 Haziran’ında West Point’te
Amerikan Askeri akademisinde yaptığı açıklamada önleyici savaş ve önceden savaş
kavramları doğrultusunda artık çok taraflı işbirliği yerine tek taraflı ve Amerikan
çıkarlarını ve güvenliğini savunmaya dönük bir strateji izleyeceğini ifade etmekteydi. Bu
stratejinin özü ise bu konuda kullanılacak araçların belirlenmesinin ABD inisiyatifinde
olmasıydı. 254
ABD yönetimi, 11 Eylül’den bir yıl sonra ABD’nin yeni güvenlik stratejilerini 17
Eylül 2002 tarihinde tüm dünyaya ilan etmekteydi. Güvenlik stratejisinin en göze batan
cümlesi ise “ABD, haydut devletleri ve onların terörist dostlarını, bizi ve müttefiklerimizi
kitle imha silahlarıyla tehdit eder hale gelmeden önce durdurmaya hazır olmalıdır”. ABD,
bununla artık savaşın ABD topraklarının dışında dünyanın diğer bölgelerinde olabileceğini
ima etmekteydi. Yeni Güvenlik Stratejisi 9 bölümden oluşmaktaydı. Kısaca birinci
bölümde, ABD’nin Uluslararası stratejisi gözden geçirilmekte ABD’nin dünyada bir eşinin
ve örneğinin olmadığı belirtilmektedir. İkinci bölümde insan onuru ve hakları üzerinde
252
Gerger, ABD Ortadoğu Türkiye, ss. 484–485.
Arı, Irak, İran ve ABD, s. 499.
254
Arı, Irak, İran ve ABD, s 496. Ayrıca
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2004/07/040713_marcusdoctrine.shtml (20–05–2007)
253
80
durulmakta, özgürlüğü ve adaleti savunma gereği vurgulanmaktadır. Üçüncü bölümde
ABD’ye ve onun dostlarına karşı saldırıları önlemeye çalışmak ve küresel terörizmi
yenmek
için
uluslararası
dayanışmanın
güçlendirilmesi
üzerinde
durulmaktadır.
Teröristlerin izole edilmesi için bölgesel müttefikler ile gayretlerin birleştirilmesi askeri,
mali ve politik destek sağlanması öngörülmektedir. Dördüncü bölümde, bölgesel
sorunların üstesinden gelinebilmesi için işbirliğinin gerektiği ve müttefikler arasında
dayanışmanın gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Büyük güçler arasındaki rekabet bölgesel
sorunlar ile birleşince insan haklarına saygıyı azaltacaktır. Beşinci bölümde, kitle imha
silahları üzerinden gelen tehdidin önlenmesi üzerinde durulmaktadır. Radikalizm ve
teknoloji bileşimi en ciddi sorunlar arasında gösterilmektedir.. Asi olarak tanımlanan
devletlerin terörizme destek verdikleri ulusal kaynakları şahsi menfaatlerinde kullandıkları
hassas askeri teknolojileri ve kitle imha silahları edinmeye çalıştıkları belirtilmekte bundan
dolayı bu devletlerin büyük bir tehdit kaynağı olduğunun altı çizilmektedir. Altıncı
bölümde, serbest pazar ve ticaret üzerinde küresel ekonominin canlandırılması
öngörülmektedir. Bu bölümde gelir artışının sağlanmasının olumlu etkilerine dikkat
çekilmekte
ABD’nin
ekonomik
büyümeyi
ve
hürriyetleri
destekleyeceği
ifade
edilmektedir. Belgenin yedinci bölümünde, demokrasinin yeniden yapılandırılması ve
gelişmenin yaygınlaştırılması üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda terörle savaşa devam
edileceği ve bütün insanlar için daha iyi bir dünyanın oluşturulacağı ifade edilmektedir.
Sekizinci bölümde, küresel güç merkezleri ile işbirliğinin gerektirecek gündemler
oluşturulması gerektiğinin altı çizilmektedir. Belgenin son bölümünü ise ABD’nin ulusal
güvenlik yapısının değişen zamana ve 21. yüzyılın gereklerine göre fırsatları karşılayacak
şekilde yeniden yapılandırılması oluşturmaktadır. 255
255
Çevik, Ortadoğu, ss. 215–2167.
81
2.1. Irak’ın İşgali ve Türkiye-ABD İlişkileri
Amerikan yönetimi Afganistan’dan sonraki hedefini bulmuştu: Irak. Başkan
Bush’un ABD’nin yeni güvenlik stratejisini açıkladıktan sonra Saddam Hüseyin’in
ülkesinde kitle imha silahları, nükleer silahlar üretimi ve Usame Bin Ladin’in lideri olduğu
El Kaide ile ilişkileri olduğu ABD’li birçok yetkili tarafından söylenmekteydi. ABD’nin
elinde kesin ve net bir delil olmamakla birlikte tezleri genelde istihbarat bilgileri ve
yüzeysel ifadelerdi. Fakat ABD 8 Kasım 2002’de BM’de 1441 sayılı kararı çıkarttırmıştı.
Kararda Irak’ın koşulsuz işbirliğine çağırırken, bu işbirliğini bir takvime bağlamaktaydı.
30 gün içinde Irak, elindeki kitle imha silahlarının bir dökümünü 7 Aralık’a kadar sunmuş
olacaktı. Irak’ın sunduğu rapor ABD yönetimini tatmin etmemişti. ABD ısrarla askeri
müdahale yapılması gerektiğini vurguluyordu. Irak’a iki defa BM tarafından denetçi
gönderilmişti. Bunların raporlarında Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olup olmadığına
dair kesin bilgilerinin olmadığını, Irak’ın işbirliği konusunda yeterli çabayı göstermediğini
ve halen cevaplanması gereken soruların olduğu ifade ediliyordu. BM’ in Güvenlik
Konseyi’nde ABD’nin yanında İngiltere ve Bulgaristan yer alırken, güç kullanılmasını
kesinlikle istemeyenler Fransa, Almanya, Rusya, Çin, Suriye idi. Pakistan, Angola, Şili,
Kamerun ve Gine tarafsız kalırken Meksika ve Kanada her fırsatta güç kullanılmasına karşı
çıkmışlardı. 256
ABD, BM Güvenlik Konseyi’ne Irak için çok ağır şartlar içeren ültimatom vermesi
için bir tasarı sunmuştu. Fakat tasarı Fransa’nın vetosuyla karşılaşacağının anlaşılması
üzerine 16 Mart’ta ABD, İngiltere, İspanya ve Portekiz’in Başbakan’ları ile Azor
Adası’nda toplandılar. Toplantıda BM sürecinin durdurulması ve tek taraflı olarak hareket
etme kararı alındı. Başkan Bush, Saddam’ın Irak’ı 48 saat içinde terk etmesi gerektiğini
256
Arı Irak, İran ve ABD 501–504
82
belirten, ültimatom niteliğinde bir konuşma yaptı. Daha sonra 20 Mart 2003 tarihinde
Amerikan ve İngiliz gemileri ve uçakları Irak’ı bombalamaya başladı. 257
ABD’nin Irak’a müdahalesinden önce Türkiye’de büyük bir tartışma ortamı
oluşmuştu. Acaba Türkiye, ABD’ye Irak’ta yardım edecek miydi? Türkiye, II. Körfez
Krizi’nde ABD’ye açık destek vermişti, Irak’a ambargo uygulanmasına hem petrolde hem
de ticari mallarda tamamen uymuştu. Tabiî ki savaş sonrasında Türkiye büyük bir maddi
kayba uğramıştı. ABD Irak Savaşı’nda Türkiye’den ikinci cepheyi açması istemişti.
Türkiye’de tartışmalar işte bu zamanda başlamıştı. Türkiye hükümeti, bu konuda ABD’ye
güvence verirken TBMM’den nasıl bir karar çıkacağı belli değildi.
Türkiye’de Irak Savaşı için tartışmalar yaşanırken NATO’da şok bir gelişme
yaşanmıştı. Olası bir Irak harekâtında Türkiye’nin NATO üyesi olmasından dolayı
NATO’nun 4. maddesi gereği Türkiye’ye yardımı öngören tasarı Fransa, Almanya ve
Belçika’nın vetosuyla 10 Şubat 2003’te yaşanmıştı. İlk defa NATO’da ciddi bir kriz
yaşanıyordu. Bu tablo karşısında herkes NATO parçalanıyor mu?” sorusunu soruyordu.
Fakat kriz 16 Şubat’ta Türkiye’ye yardımı öngören kararla sona eriyordu. 258
Türkiye, ABD’ye yardımın birinci ayağı olan ilk tezkereyi meclisten 6 Şubat
2003’te geçirmişti. İlk tezkerede Türkiye’nin Mersin ve İskenderun limanı ile İncirlik,
Diyarbakır, Çorlu, Afyon, Batman ve Sabiha Gökçen hava alanları modernize edilecek ve
5 bin ABD personeli ve teçhizatı gelecekti. Çalışmalar başlamış ve ABD personeli
Türkiye’ye gelmeye başlamıştı. Fakat bu arada Türkiye’de 2. tezkere tartışmaları ABD
karşıtlığı yönünde artmaya başlamıştı. 1 Mart 2003 tarihinde Türkiye ile ABD arasındaki
ilişkileri kötü etkileyebilecek ve Irak’a ikinci cephenin açılmasını engelleyecek bir sonuç
257
258
Pehlivanoğlu, Ö. 2004; Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yayınevi, ss. 350–351.
Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 504–505. Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 346.
83
TBMM’de alınmıştı.
2. tezkere Meclis’ten geçmemişti. 259 Tezkerenin TBMM’den
geçmemesi sonucu yaşanan kriz ikinci dünya savaşından sonra Türkiye-ABD ilişkileri
arasındaki en ciddi kriz olarak not edilmiştir. Hükümet daha sonra ilişkilerin
koparılmaması için Türkiye’nin hava sahası ABD savaş uçaklarına açılmıştır. Ayrıca
Dışişleri Bakanı Gül, Washington’a giderek, müttefiklik ilişkilerini yeniden tazelemek için
Türkiye’nin üzerine düşeni yapacağını beyan etmiştir. Bunun üzerine ABD Kongresi
Türkiye’ye verilmesi düşünülen 8,5 milyar dolarlık krediyi onaylamıştır. 260
Tarihler 20 Mart 2003’ü gösterirken Irak, ABD ve İngiliz savaş uçakları ve
gemileri tarafından bombalanmaya başlanmıştı. Türkiye aynı gün ayrı bir tezkereyi
Meclis’ten geçiriyordu. Bu tezkerede ise ABD uçaklarının Türk hava sahasını
kullanabileceği ve Türk askerinin ülke dışına çıkabileceğini içeriyordu. Tezkere
görüşmeleri devam ederken ABD ile Türkiye arasında pazarlıklar yapılıyordu. Türkiye
olmazsa olmazlarını şu şekilde belirtiyordu: Türk ordusu Irak operasyonuyla ilgili
oluşturulacak uluslararası koalisyonun dışında kendi başına Kuzey Irak’a girecek ve
Türkiye böylece doğrudan Irak’a yönelik harekâtın içinde yer almamış olacaktı. Türkiye
bunu Kuzey Irak içinde oluşacak göç hareketine karşı bölge içinde önlem almak ve sınır
güvenliğini korumak için yapacaktı. Ayrıca Türkiye Kuzey Irak’a girecek Türk
birliklerinin tamamen bağımsız hareket etmesini istiyordu. ABD’nin Türkiye’deki üslerden
yararlanabilmesi de bu şartın ABD tarafından kabul edilmesine bağlı olacak; bu çerçevede
Kuzeye Irak’a girecek olan Türk birliklerinin komutası ABD’de olmayacak, bunun için bir
Türk General atanacaktı. Ayrıca Katar’daki harekât merkezinde de Tomy Franks ile
birlikte bir Türk Generali bulunacaktı. Türkiye, Kuzey Irak’taki ABD askerlerinin asıl
görevinin, Kuzey Irak’taki Türk birlikleri ile 36. paralelin altında bulunan ABD güçleri ile
259
260
Arı, Ortadoğu, ss. 621–623.
Akgün, B. 2006; 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya: Tablet Kitabevi, s. 113.
84
irtibatı sağlamaya yönelik olmasını istiyordu. Bunların yanında Türkiye’de de ortak
hareket merkezi oluşturulmasını isteyen Türkiye, burada da bir Türk bir de ABD’li general
düzeyinde iki irtibat subayının bulunmasını istiyordu. Bunların dışında Türkiye, Celal
Talabani ve Mesut Barzani’ye bağlı peşmergelere verilmesi düşünülen silahların kendi
denetiminde verilmesi ve savaştan sonra aynı şekilde toplanmasına talep etmekteydi.
Türkiye’nin bu konudaki kaygısı silahların PKK’nın eline geçmesiydi. ABD yönetimi ile
tam bir uzlaşma sağlanamamıştır. 261
Türkiye ile ABD arasındaki gerilimler savaş boyunca sürmüştü. Çünkü Türkiye
Irak’ın kuzeyine asker sevk etmeyi düşünüyordu. Ama ABD yönetimi buna şiddetle karşı
çıkmıştır. Yaşanan bir diğer gerilim de ise Bağdat’ın düşmesinden sonra Kuzey Irak’ta
peşmergelerin Kerkük’te Türkmenlere karşı saldırı düzenlemesiydi. Türkiye, ABD’den
eğer bu saldırıların önlenmemesi halinde bölgeye girerek saldırılara karşı müdahale
edebileceğini belirtmiştir. ABD yönetimi bölgeden permergelerin çekileceğini ve bölgenin
denetim altına alınacağını açıklayarak Türkiye’nin baskısı karşısında harekete geçmek
zorunda kalmıştır. 262
Ayrıca Süleymaniye baskını ile ikili ilişkiler kopma noktasına
gelmiştir. Bu olayda Türk Silahlı Kuvvetleri Özel Harekât Timinin ABD askerleri ve
peşmergeler tarafından üzücü ve utandırıcı bir şekilde gözaltına alınmıştır. Bu olay
karşısında Türkiye’de ABD karşıtı tepkilere neden olmuştur. TSK Özel Harekât timi 57
saat sonra diplomatik girişimlerin sonunda serbest bırakılmıştır. Yaşanan olay Stratejik
Ortak Türkiye-ABD arasında tezkere krizinden sonraki en ciddi güven bunalımının
yaşanmasına neden olmuştur. 263
261
Arı, Ortadoğu, ss. 623–624.
Arı, Ortadoğu, ss. 624–625.
263
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 379.
262
85
Türkiye’nin 1 Mart Tezkeresi sonucunda ABD ile ilişkileri bozulmasına rağmen
Arapların gözünde Türkiye’nin değeri artmıştır. Türkiye’nin imajı bölge ülkeleri nezdinde
güçlenmiştir. Türkiye’nin Araplar karşısındaki saygınlığı özellikle bu dönemde Müslüman
olmasından dolayı değil, daha çok Irak’ın işgalinde tezkereyi reddederek ABD’nin yanında
yer almamasından kaynaklanmıştır. 264 Türkiye bu doğrultuda Arap ülkeleri ile ilişkileri
artmaya başlamıştır. Özellikle Başbakan Erdoğan Arap Liderler Zirvesine katılarak önemli
bir konuşma yapmıştır. Ayrıca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de Arap Birliği Dışişleri
Bakanları toplantısına davet edilmiştir. Uzun bir aradan sonra Suriye Cumhurbaşkanı ve
Suudi Kralı Türkiye’yi ziyaret etmiştir. 265
2.2. Yeni Yüzyılda Filistin Sorunu ve Türkiye
Türkiye
bu
dönemde
diplomatik
çabalarını
çatışmaların
durdurulması
doğrultusunda yoğunlaştırmış, ‘kolaylaştırıcı rol’ olarak adlandırılan ve barış sürecine
dönülebilmesi için taraflar arasında müzakere sürecinin önünü açacak girişimlerde
bulunmuştur. Görüşmelerin kesintiye uğramasını izleyen haftalarda Ankara Ortadoğu’nun
en yoğun çalışan diplomatik merkezlerinden birisi olmuştur. 5 Ağustos’ta Yaser Arafat
Filistin devletinin ilan edilmesine ilişkin destek aramak, 10 Ağustos’ta İsrail Dışişleri
Bakanı Şlomo Ben Ami güncel gelişmelere ilişkin bilgi vermek, 15 Ağustos’ta ABD’li
temsilci Ned Walker bölgedeki gelişmeleri değerlendirmek için Ankara’ya gelmiştir. Bu
temaslardan sonra Dışişleri Bakanı Cem 23 Ağustos 2000’de Gazze’ ye giderek Başkan
Arafat’a Kudüs ve Harem El Şerif konusunda kolaylaştırıcı katkılar içeren bazı mütevazı
düşünceler sunmuştur. Cem temasları sırasında ‘tarafların güvenine sahip’ olduğunu
vurgulamıştır. 28 Eylül 2000’de Likud lideri Ariel Şaron’un Harem ül Şerif’e yaptığı
ziyaret sonrasında başlayan El Aksa İntifadası kısa süre içinde tüm işgal altındaki
264
265
Alpay, Ş. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=337023 (30–05–2007)
http://www.aksam.com.tr/yazarprn.asp?a=69917,10,110 (30–05–2007)
86
topraklara yayılmıştır. El Aksa İntifadası sırasında izlenen gelişmeler Türkiye-İsrail
ilişkilerinde sıkıntılı bir dönemin başlangıcı olmuş, Ankara bu dönemde denge politikası
izlemek konusunda güçlüklerle karşılaşmıştır. 266
Şaron’un Harem ül Şerif’e yaptığı ziyaret sonrasında başlayan El Aksa İntifadası
sonrasında başlayan şiddet olaylarını incelemek için oluşturulan ve 2000 Kasım’ında
ABD’li eski senatör George Mitchell başkanlığındaki komisyon tarafından bir rapor
hazırlanmıştır. Nisan 2001’de biten raporda taraflar arasındaki karşılıklı güven
eksikliğinden en büyük sorun olduğu belirtilmiştir. Tarafların mevcut anlaşmalardan doğan
taahhütlerine bağlı kalmalarını, şiddetin derhal durdurulması gerektiği, karşılıklı
işbirliğinin yeniden tesis edilerek görüşmelere başlanılmasını istemiştir. Komisyon
raporunda Filistin Otoritesi’nden terörizmin kesin engellemesini isterken, İsrail hükümetini
ise yeni Yahudi yerleşim yerleri açmayı dondurmasını, Filistinli silahsız gruplara ateş
açılmamasını, işten çıkarılan Filistinlilere yeniden iş için izin verilmesini ve 28 Eylül 2000
tarihi öncesi konumuna geri çekilmesine davet etmiştir. 267
Sivil hedeflere yönelik “intihar saldırıları” karşısında misillemelere yönelen
İsrail’in Filistin hedeflerine nokta operasyonları düzenlemesiyle tırmanan gerginlik
karşısında Türkiye’nin bir yandan Filistinlileri destekleyen tutumlar sergilediği öte yandan
da İsrail ile ikili ilişkilerini bu gelişmelerden bağımsız bir eksende yürütmeye çalıştığı
görülmüştür. Ankara bu dönemde Filistin kentlerinde İsrail Ordusu tarafından
gerçekleştirilen operasyonlara karşı eleştirel bir tutum takınmış, İsrail’i ölçüsüz şiddet
kullanıldığı gerekçesiyle sık sık kınamış, BM gibi uluslararası platformlarda Filistin yanlısı
kararları desteklemiştir.
266
267
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007)
Arı, Ortadoğu, ss. 750–751.
87
BM Genel Kurulu’nun 20 Ekim 2000 tarihli toplantısında kabul edilen Filistin
yanlısı karara Türkiye, İsrail ve ABD’nin muhalefetine karşın olumlu oy vermiştir.
Türkiye, Ekim 2000’de BM Genel Kurulunda, çoğunluğu Müslüman ülkelerden oluşan bir
grup tarafından hazırlanan ve “Filistinli sivillere karşı aşırı güç kullanan İsrail’i kınayarak,
olayları soruşturmak için bir mekanizma oluşturulmasını destekleyen bir karar tasarısı”
lehinde oy kullanmıştır. Karar tarafların Şarm-el Şeyh anlaşmasına uyması, şiddete son
verilmesi çağrısı yaparken İsrail yerleşimlerinin yasadışı olduğu ve barışa engel
oluşturduğunu vurgulamıştır. Bu tutum ABD’nin tepkisine neden olmuş, Dışişleri Bakanı
Madeleine Albright Ankara’ya üzüntüsünü bildiren bir mesaj göndermiştir. Buna karşılık
İsrail’in Ankara nezdinde herhangi bir tepkide bulunmadığı görülmüştür. 268
Daha sonra 21 İsraillinin ölmesi ile sonuçlanan çatışmalar neticesinde bölgeye bu
kez CIA Başkanı George Tenet başkanlığında yeni bir rapor hazırlanır. Fakat bu da
diğerleri gibi hayata geçirilemez. 269
Yeni bin yıla girerken Türkiye, Ortadoğu politikasında daha dengeli bir siyaset
izlemeye başlamıştır. Türkiye’nin böyle bir politika geliştirmesinde yalnızlıktan
kurtulması, AB’nin Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsünü vermesi ve Suriye
ile olan sorunlarını çözümlenmesi etkili olmuştur. 270
Yeni yüzyılda İsrail hükümetinde seçimler sonucunda savaş ve çatışma yanlısı lider
Ariel Şaron başa geçmişti. Şaron Eylül 2000 de El-Aksa’ya ziyaret düzenlemiş ve bunun
sonucunda ikinci intifada başlamıştı. Şaron’ un bu hareketi barışı sabote etmeye yönelik bir
hareket olarak değerlendirilmişti. Türkiye, bu sorunu doğrudan katılmamaya çalışsa da
268
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007)
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 243.
270
Arı, Ortadoğu, ss. 635- 636.
269
88
bölgedeki sorunlara kayıtsız kalamamaktadır. Bunun sebebi ise bölgeye tarihsel ve kültürel
nedenlerle bağlı olunması idi. 271
Ariel Şaron’un iktidara gelmesi neticesinde Ortadoğu barışı tehlikeye girmiş ve
İsrail’in Batı Avrupa ilişkileri bozulurken, Türkiye ile ilişkileri devam etmiştir. İlişkiler dış
tehditler göz önünde bulundurularak askeri alanda “füze kalkanı projesi” üzerinde
çalışmalar başlatılmıştır. İran’ın geliştirdiği Şahap–4 uzun menzilli füzelerini geliştirmesi
üzerine her iki ülke füze sistemlerini geliştirmeyi ortaklaşa yürütme kararı almışlardır.
Ağustos 2001 tarihinde Ariel Şaron, Ankara’yı ziyaret etmiş ve Arrow–2 füzesavar füze
sistemlerinin ortak üretimi konusunda anlaşmaya varılmıştır. 2002 deki bir anlaşmada ise
Türkiye’ye ait olan 170 M–60 tankının modernizasyonu İsrail şirketine verilmiştir. 272
ABD Başkanı Bush ile İngiltere Başbakanı Tony Blair arasındaki görüşmelerden
sonra yapılan açıklamalarda İsrail Başbakanı Ariel Şaron’ dan West Bank’tan çekilmesini
ve FKÖ Başkanı Arafat’tan ise terör saldırılarını durdurması yönünde ifadeler yer alır. Bu
dönemde ABD politikasındaki değişikliğin sebebi ise ABD’nin Suudi Arabistan’a
yakınlaşmaya çalışmasıdır. Çünkü ABD eğer yakında Irak’a düzenlenecek olan harekâtta
Suudi Arabistan topraklarını kullanmak istemektedir. Bu nedenle Bush, İsrail’e karşı sert
açıklamalarda bulunur. Başkan Bush, Filistin-İsrail sorununu çözmek için BM, AB, Rusya
ve ABD’nin yer aldığı bir çözüm girişimi başlatır. “Ortadoğu barışı için yol haritası”
hakkında 20 Aralık 2002 tarihinde ortak bir açıklama yapılır. Bu açıklamada şu görüşlere
yer verilmektedir: İki taraf arasında yapılacak siyasi, güvenlik, insani ve kurumsal
yapılanma
çalışmalar
Dörtler
himayesinde
gerçekleştirilecek
ve
2005
yılında
sonuçlandırılacak şekilde üç aşamalı bir plan uygulanması düşünülür. 7 Nisan 2003’te
yayınlanan Yol Haritası ile “Anlaşma, taraflarca kabul edilen şartlarda, İsrail ile yan yana,
271
272
Arı, Ortadoğu, s. 636.
Arı, Ortadoğu, ss. 636- 637.
89
güvenlik ve barış içinde yaşayacak demokratik bir Filistin devletinin kurulması”
gerçekleşecektir. Fakat İsrail’deki seçimler nedeniyle Yol Harita’sının uygulanması
ertelenir. 273
Türkiye, Ortadoğu Barış Süreci’nin kuvvetli bir destekleyicisi olmuştur. Bu
çerçevede her iki tarafın da Yol Haritası’na uyarak çatışmaların, terörün ve şiddetin sona
erdirilmesi için iyi niyetle işbirliği yapmaları gerektiğini ve uyuşmazlığın barışçı yollarla
çözülmesi gerektiği görüşünü açıklamıştır. Yol Haritası ile ilgili BM Güvenlik
Konseyi’nde 19 Kasım 2003 tarihinde alınan karar Türkiye tarafından memnuniyetle
karşılanmıştır.
İsrail ile ilişkiler, İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı olumsuz politikalar neticesinde
yavaş yavaş bozulmaya başlarken, Türkiye Filistin sorununun barışçıl yollarla çözümü için
çaba sarf etmekteydi. İsrail’in Şeyh Yasin’i ve Abdülaziz Rantisi’yi öldürmesini ve Nisan
2004’te Rafah mülteci kampına yapmış olduğu saldırıyı Türkiye sert ifadelerle kınamıştır.
Başbakan Erdoğan İsrail’in tutumunu ve saldırgan politikasını eleştirerek operasyonları
devlet terörü olarak nitelemiş ve İsrail’i terör yapmakla suçlamıştı. Bu olaylar nedeniyle
Nisan 2004 tarihinde Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e yapacağı ziyaret ertelenmiştir. 2004
Mayıs ayında Türkiye Tel Aviv Büyükelçisini ve Kudüs Başkonsolosunu Türkiye’ye
danışma amaçlı olarak geri çağırmıştır. 274
Türkiye-İsrail ilişkileri 1949 yılından sonra Türkiye’nin İsrail’i tanımasından sonra
gelişerek ve özel önem verilerek devam etmiştir. Resmi (veya gayri resmi) iktidarda kim
olursa olsun ilişkiler mutlaka belli bir seviyede tutulmuştur. Özal döneminde Yahudi
lobisini kullanmak için biraz daha canlandırılmış, aynı mahiyette Süleyman Demirel ve
273
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, ss. 244–245.
Taştekin, M. 2005; “İsrail’in Su Sorunu ve Çözüm Arayışları”, Der. Yılmaz, T. vd. (eds) Ortadoğu
Siyasetinde İsrail, Ankara: Platin Yayınları, ss. 159–161.
274
90
Tansu Çiller ikilisi sol partilerin desteği ile ilişkiler geliştirilmiş, Necmettin Erbakan
döneminde askeriyenin de etkisiyle ilişkilerin gelişmesine engel olunamamış, Anasol-D
hükümeti bu ilişkileri en üst seviyeye çıkarmıştır. 275 Günümüzde de ilişkiler aynı
düzlemde devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye- İsrail ilişkilerindeki bir önemli noktada İsrail lobisinin Amerikan karar
alma mekanizmasındaki yeridir. İsrail lobisi ABD’de en etkili, en iyi organize olmuş,
finansal açıdan oldukça durumu iyi olan ve karar alma sürecini ve kamuoyunu etkileme
bakımından son derece etkili bir lobidir. 276 Türkiye İsrail lobisi ile özellikle ABD’de kendi
çıkarlarına karşı çıkabilecek kararlara karşı Türk lobileri ile birlikte hareket etmesini
sağlayarak olumsuz bir kararın çıkmaması için çalışmalar yapmaktadır. Ermeni, Rum ve
Yunan lobilerine karşı Türkiye, İsrail lobisi ile Kongre üyelerini etkilemeye çalışmaktadır.
ABD’nin dış politikasında İsrail lobisinin sözünün geçmesi bu çalışmaları daha da
artırmaktadır. Üst düzey Türk yetkilileri ABD ziyaretlerinde bu lobi faaliyetlerini yürüten
kuruluşlarda konferanslar düzenleyerek olası olumsuz etkileri gidermek için kamuoyunu
bilgilendirmektedirler.
İsrail, ABD’de Türkiye için lobi faaliyetlerinde bulunurken aynı zamanda Türkiye
ile iyi ilişkiler geliştirerek bölgede yalnız kalmamakta ve özellikle Arap ülkelerine karşı
askeri, ekonomik ve politik işbirliği içinde yer almaktadır. Böylece İsrail bölge ülkelerine
karşı Türkiye ile ilişkiler kurarak üstünlük sağlama çabacı içinde bulunmaktadır.
275
Çalış, Ş.H. 2001; “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Der. Çalış, Ş.H. Dağı, İ.D.
Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları, s.
10.
276
Arı, Lobiler, s. 239–251.
91
3. Büyük Ortadoğu Projesi
11 Eylül, uluslararası politikanın yapısında bazı değişikliklere neden olmuştur.
SSCB’nin dağılması ile dünya iki kutuplu bir yapıdan uluslararası düzenin yeniden
yapılanmaya çalıştığı bir düzene doğru kaymaktaydı. Bu yeni düzende ABD baş aktör
olmak isterken başka Rusya, Çin ve AB’nin bazı ülkeleri buna karşı çıkarak yeni düzenin
beraber şekillendirilmesi gerektiğini savunuyorlardı. 11 Eylül 2001 ABD dışındaki
ülkelerin bu isteklerini boşa çıkaran bir eylem olmuştu. Tarih, milattan önce ve sonra diye
ayrılırken artık 11 Eylül’den önce ve sonra diye dillendirilmeye başlanmıştı. ABD için 11
Eylül uluslararası politikanın baş aktörü olması için biçilmiş Hint kumaşı gibiydi.
11 Eylül ve Irak Savaşı’ndan sonra dillendirilmeye başlanan “Büyük Ortadoğu
Projesi” kısaca BOP, Amerikan akademisyen ve bazı strateji kuruluşlarında yazılıp
çizilmeye daha önceden başlanmıştı. 1995 yılında ABD Uluslararası Stratejik İncelemeler
Enstitüsü ve Ulusal Savunma Üniversitesi tarafından çıkarılan National Force Quarterly
isimli dergide “The Greater Middle East” (Büyüyen Ortadoğu) isimli yazıda formüle
ediliyordu. Bu formülün temel prensipleri ise şöyleydi: Petrol kaynaklarının ulaşım ve
denetimi, bölgede küresel bir gücün oluşumuna engel olunması, kitle imha silahlarının
engellenmesi, terörizmin kontrolü ve kökünün kazınması, politik ve ekonomik reformların
teşviki ve tabiî ki İsrail’in güvenliğinin sağlanması. 277
BOP hakkındaki ilk açıklamalar onu tam ve kesin şekilde açıklamamakla birlikte
muhtelif tarihlerde ABD Başkanı Bush, ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı
Condolezza Rice, ABD Başkan Yardımcısı Dick Chaney tarafından medyada ve
konferanslarda Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması amacıyla ilgili demeçler vermekte,
277
Akar, A. 2004; “Yeni Dünya Düzeni”nin Ortadoğu Ayağı Büyük Ortadoğu Kuşatması, İstanbul:
Timaş Yayınları, ss. 21–22.
92
yazılar kaleme alınmaktaydı. Fakat projenin ciddi olduğu ise Londra’da çıkan El-Hayat
gazetesinin 13 Şubat 2004 tarihli sayısında, ABD’nin bu konuyu G–8 zirvesinde üye
ülkelere taslak olarak dağıttığı haberi ile kamuoyuna duyurulmuştu. 278
BOP’ un ilginç
bir özelliği ise ABD’nin resmi belgelerinde yer almamasıdır. Plan kendini daha çok,
ABD’de derin devlet ve CIA hesabına çalışan Fikir Üretme Merkezleri’nin raporlarında ve
ABD’nin resmi ağızlarının gayrı resmi toplantılarında ifade edilmektedir.279
ABD yönetimi, projeyi G–8 ve NATO zirvelerinin gündemine aldı. Haziran
2004’te Sea Island’ ta toplanan G–8 zirvesinde “Büyük Ortadoğu Projesi”nin ismi
değiştirilerek “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” adını aldı. Proje 22 Arap ülkesi
ile Türkiye, İran, Pakistan ve Afganistan’ı kapsadığı düşünülmektedir. Proje, geniş
Ortadoğu’da “aşırılığın, terörizmin, uluslararası suçların ve kaçak göçün” önlenmesi
amacıyla bölgede iktisadi, sosyal ve siyasi durumun iyileştirilmesi iddiası üzerine ve insan
hakları örgütlerinin desteklenmesi gibi konuları içerme iddiasındadır. Projeye ilişkin somut
belge 8–10 Haziran’da ABD’nin Georgia eyaletinde Sea Island’da toplanan G–8
Zirvesi’nden sonra yayınlanan ve “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Ortak bir
Gelecek ve İlerleme için Ortaklık” adlı belgedir. Belgeye göre proje 3 alandan
oluşmaktadır. İlk olarak siyasi meselelere odaklanmış ve Geniş Ortadoğu bölgesinde
hukukun üstünlüğü ve demokratik yapıların tesisi, insan haklarının, temel hak ve
özgürlüklerini, farklılığın ve çoğulculuğun garantisi yönünde adımlar atmak. İkinci olarak
sosyal-kültürel alanlarla ilgili olup, belgede herkes için eğitim, ifade hürriyeti, kadın erkek
eşitliği vb. konuları vurgulamaktadır. Üçüncü alan ise ekonomik meseleler işlenmekte ve
278
279
Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, ss. 23–24.
Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, s. 21.
93
yeni iş alanlarının oluşturulması, ekonomik reformların desteklenmesi ve bölge içi ticaretin
teşviki gibi konulara vurgu yapılmaktadır. 280
Büyük Ortadoğu Projesi ile ABD, bölgede şu hedefleri gerçekleştirmeyi
amaçlıyordu.
-
Amerikan dış politikasının değişmez stratejisi olan petrol ve enerji
kaynaklarının kontrol altına alınması
-
Ortadoğu ülkelerinin liberal ekonomiye yani serbest piyasa ekonomisine
geçmeleri ile kendi pazar şanslarını artırmak
-
Her yıl iki milyar dolar yardımda bulunduğu öne sürülen İsrail’in bu proje ile
bölge ülkelerinin demokrasiye geçmeler ile güvenliğinin sağlanması
-
Irak Savaşı sonrası, dünya kamuoyunda yükselen Anti – Amerikancı söylemleri
ve eylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek
-
Radikal İslamcı örgütlerle, demokratik söylemlerin sık sık kullanılarak bölge
ülkelerinin mücadele etmesini sağlamak 281
Bu hedeflere ek olarak farklı kaynaklarda ayrıca şu değerlendirmelere yer
verilmişti;
asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi, askeri güçlerin
küçültülerek ABD çıkarlarına uygun istifade edilmesi, kitle imha silahlarının yok edilmesi
ve mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfuzunun yaygınlaşması. 282
ABD’nin BOP çerçevesinde 11 Eylül’ü bahane ederek, ilk Afganistan’ı işgali
neticesi Orta Asya bölgesindeki kontrolü ele geçirmiş, Kafkaslar ve Azerbaycan’da
kendisine problem teşkil etmeyeceğini değerlendirdiği mevcut duruma devam ettirmiş,
280
Bağcı, H. Sinkaya, B. 2006; “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin Perspektifi”, Akademik
Ortadoğu, Cilt 1, Sayı 1, ss. 23–24.
281
Şahin, A. 2006; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul: Truva Yayınları, s. 99.
282
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 408.
94
gerektiğinde Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi turuncu devrimlerle kendine yakın
yönetimlerin iş başına geçmesini sağlamıştır. Daha sonra Irak’ın işgali ile hem Irak’ı hem
de İran, Suriye ve Suudi Arabistan’ı bile baskı altın almaya çalışmıştır.
3.1. BOP’ de Türkiye’nin Yeri
Türkiye, coğrafi olarak üç kıtanın ortasında yer alan Ortadoğu bölgesinde Batılı
ülkeler ile ilişkileri iyi olan, demokratik ve laik bir yönetimle yönetilip ekonomisi açık
piyasa sistemini benimsemiş ve halkının çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkedir.
Ayrıca Türkiye bölgede ABD’nin stratejik ortağı olmasından dolayı BOP’un
uygulanmasında katkısı beklenecek ülkelerden biridir.
Türkiye, BOP için gelişmiş ekonomisi, yetişmiş insan gücü, genç ve dinamik nüfus
yapısı, laik demokratik ve güçlü bir devlet yapısı ile ABD tarafından, Ortadoğu bölgesine
“Ilımlı İslam” modeli olarak lanse edilmiştir. Projenin tasarımcılarına göre, yüzde 99’u
Müslüman ve laik bir ülke olarak diğer Ortadoğu halklarına model teşkil edebileceğimiz
ısrarla vurgulanmaktadır. 283 Çünkü ABD ve bu projeyi destekleyenler ılımlı İslam’ın
radikal İslam’a dönüşmemesi için çaba harcamaktadırlar. Radikal İslam, ABD ve Batı
dünyası için bir tehdit oluşturmaktadırlar. Bu nedenle radikal İslam’ı etkisizleştirmek ve
bölgede onun yerine ılımlı İslam’ı yerleştirmek, ABD ve Batı dünyasının savunduğu bir
hareket tarzı haline gelmiştir. 284
Türkiye, BOP’ ta örnek gösterilen bir ülke olarak lanse edilmesi ile ABD ile
bozulan ilişkileri tekrar rayına oturmaya başlamıştır. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip
283
284
Akar, Yeni Dünya Düzeni”nin, ss. 36–37.
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 410.
95
Erdoğan, G–8 Zirvesi’ne ‘demokratik ortak” olarak davet edilmiştir. Yapılan açıklamada,
G-8’in BOP’ de Türkiye’nin katkısının beklendiği vurgulanmıştır. 285
Türkiye ise bu projeye tam destek vermekle birlikte ülke içinde bazı tartışmalar
yaşanmıştır. Özellikle ordu kesiminden sert açıklamalar gelmiştir. ABD Dışişleri Bakanı
Colin Powell, Alman ZDF televizyonunda yaptığı açıklamada Türkiye’de İslam
Cumhuriyeti olarak söz etmesi Türkiye’de eleştirilmiştir. Ege Ordu Komutanı Orgeneral
Hurşit Tolon yaptığı açıklamada: “80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin şeklini
bilmeyenler, bugünden sonra öğrenirler. Türkiye, temel niteliği laik, demokratik, sosyal
hukuk devletidir. Bu 50 senedir dostumuz ve müttefikimiz olanlar bilmiyorsa, bundan
sonra öğrenirler” şeklinde ifadeler kullanmıştır. Daha sonra Washington’a ziyarette
bulunan Genel Kurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ : “Türkiye, Anayasası’nın
2. maddesinde yer aldığı gibi laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Bu bir model
olarak benimsenirse seviniriz. Bazı çevreler, Türkiye ılımlı İslam diye kavramlar
üretiyorlar. Hem laik bir devlet hem de ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Böyle bir şey
olmaz. Türkiye böyle kuruldu böyle devam edecek” şeklinde açıklamalarda bulunarak
Türkiye’nin laik, demokratik düzlemde bir model olabileceğini, aksi takdirde söz konusu
bile olamayacağını ifade etmişlerdir. 286
2003’ten günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yöneten AK Parti, BOP’
a destek vermeyi Türkiye-ABD ilişkileri açısından değerlendirmektedir. ABD Başkanı
Bush, Türkiye’yle ilişkileri “çok önemli stratejik ilişkiler” olarak nitelendirmiştir. AK
Parti’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politika anlayışı, geleneksel çıkarlara paralel olarak çok
taraflılık, çok boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika ilkelerine dayandığı
ileri sürülmektedir. AK Parti’nin dış politikaya bakışı, Türkiye’nin farklı bölgeler arasında
285
286
Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, s. 417. Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 25.
Şahin, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, ss. 160–161.
96
bir köprü olduğu yaklaşımını veya bir çevre ülkesi olduğu yaklaşımını reddederek
Türkiye’nin “merkez ülkesi” olduğunu savunur. 287
AK Parti, Türkiye’yi küresel güce dönüştürme arzusunu taşıdığı için, Türkiye’nin
uluslararası itibarını, özellikle Ortadoğu’da ve İslam dünyasında artırmak için çaba
göstermektedir. Bunda AK Parti’nin Ortadoğulu ve İslam birliğinin de etkisi vardır. Bu
etki kendini BOP’ de göstermektedir. AK Parti’nin çalışmaları sonucu ilk defa bir Türk
Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 2004 yılında İKÖ’ nün genel sekreterliğine seçilmiştir.
Ayrıca AK Parti, Batı’da 11 Eylül’den sonra oluşan İslamofobi’ye yani İslam korkusuna
karşı çalışmalar yapmaktadır. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne baskı yaparak Avrupa’da
İslamofobiye karşı mücadele etme kararı aldırmıştır. Türkiye bu dönemde İspanya ile
birlikte “Medeniyetler İttifakı” girişiminin eş başkanlığını da üstlenmiştir. 288
AK Parti hükümetinin BOP’ a nasıl bir bakış açısıyla baktığını Başbakan Erdoğan
şu sözlerle ifade etmektedir: Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Müslüman olan Türkiye bu
bölgede evrensel değerlerin yayılması ve gelişmesi için katkıda bulunmaya devam
edecektir. Türkiye demokratik yapısı, zengin tarihsel mirası ve kimliği, ekonomik
potansiyeli ve Batılı kurumlarda üyeliğinin bir sonucu olarak bu sorumluluğu
hissetmektedir. 289 AK Parti hükümeti Ortadoğu’da daha aktif, sıcak ve iyi ilişkiler kurmak
için çalışmalarını sürdürmektedir. Özellikle tezkerenin geçmemesinden dolayı Arapların
Türkiye’ye sıcak bakmaları bu ilişkilerin daha da gelişmesini sağlamaktadır. Fakat daha
önceden de belirttiğimiz gibi Türkiye’deki askeri kanat bu ilişkilere sıcak bakmamaktadır.
Ulusalcılık söylemleri 290 çerçevesinde askerler, Türkiye’nin bölünmeye doğru gittiğini
287
Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 27.
Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, ss. 30–31.
289
Bağcı, H. Sinkaya, B. “Büyük Ortadoğu Projesi”, s. 33.
290
http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=538 (30–05–2007) Ayrıca bkz.
http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/09164/ (30–05–2007)
288
97
vurgulayarak dış ilişkilerde daha izolasyonist, içe kapanık bir politik yaklaşım
benimsemektedirler.
98
SONUÇ
Ortadoğu geçmişten günümüze kadar uluslararası politikada her zaman önemli bir
yere sahip olmuştur. Üç kıtayı birleştiren bir yer olmasından dolayı tarih boyunca önemli
tarihsel olaylara sahne olmuştur. Petrolün bulunması ile Ortadoğu stratejik bir öneme
kavuşmuştur. Bu stratejik konum özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha da değer
kazanmış ve iki kutuplu bir dönemde kutup liderlerinin karşılaşma alanı olmuştur. Bunda
bölgedeki güç dengesizliklerinin etkisi de olmuştur. Çünkü bölgede öyle bir süper gücün
bölgeye tek başına hâkim olması petrolün ve doğal gazın tek bir elde bulunması anlamına
gelecektir. Bu yüzden özellikle ABD ve Rusya Federasyonu bu bölgedeki bir devletin o
derece güçlenmesini istememekte ve bölgedeki devletleri kontrol altında tutmaya
çalışmaktadırlar. Ayrıca süper güçler rakip gücün de etki alanını mümkün olduğunca
daraltarak bölgeye hâkim olmasını engellemek için stratejiler geliştirmektedirler. Yani
Ortadoğu uluslararası aktörlerin önemli çekişme ve çatışma alanlarından biridir.
Türkiye, Ortadoğu’nun merkezinde yer alan bir ülke olarak bölgedeki olaylardan
etkilenmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’nin stratejik konumu da bölgede söz sahibi olmak
isteyen süper güçleri etkilemektedir. Bir başka ifade ile Türkiye, Rusya’nın sıcak denizlere
inme politikasında ve ABD’nin bölgedeki ülkeleri kontrol altında tutma girişimlerinde kilit
noktada yer almaktadır.
Türkiye’nin Ortadoğu politikasında İsrail her zaman önemli bir yer edinmiştir.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında geliştirilen politikalar ve buna dayalı ilişkiler
günümüzde de sürmektedir. 15. yüzyılda, Yahudilerin Avrupa’nın değişik ülkelerinden
çıkarılmasından sonra Osmanlı topraklarının değişik yerlerine yerleştirilmişlerdir. Bundaki
amaç hem insanlık adına yardım, hem de Yahudilerin büyük bir kısmının ticaretle
99
uğraşmasından dolayı onların ticari faaliyetlerinden faydalanılarak Osmanlı ekonomisinin
geliştirilmesi olmuştur. Fakat Yahudilerin özellikle Osmanlı’nın zayıfladığı dönemlerde
Osmanlı’dan yurt edinmek için toprak talep etmeleri ilişkilerin soğumasına neden
olmuştur. II. Abdülhamit’in, Yahudilerin para karşılığı toprak taleplerine olumsuz cevap
vermesi ile Yahudiler tekrar Avrupa ülkelerine yönelerek sıcak ilişkiler kurmak ve bu
sayede Yahudilerin emellerini gerçekleştirmek için yeni politikalar geliştirmişleridir.
II. Dünya Savaşı ile değişen uluslararası yapı beraberinde ülkelerin kendi devlet
çıkarlarından çok, blok çıkarlarının gözetildiği bir dönemi getirmiştir. İki kutuplu yapıda
Türkiye, SSCB’nin toprak talepleri karşısında Batı ile sıcak ilişkiler geliştirmeye
çalışmıştır. Bu çerçevede NATO gibi güvenlik kuruluşları ile ABD’nin desteklediği
Bağdat Paktı gibi oluşumlarda yer almıştır. Bu dönemde Arap-İsrail çatışmalarının
yaşanması ile Türkiye Ortadoğu’da denge politikası izlemeye ve daha pasif bir dış politika
oluşturmaya çalışmıştır. Fakat Türkiye’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği
Kıbrıs sorunu konusunda Batının ve özellikle ABD’nin sert tepkileri üzerine dış
politikasını yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissetmiştir. Soğuk Savaş yıllarında Arapİsrail çatışmalarında daha çok Arapların yanında yer almıştır. Bunda Batının tutumu
yanında yaşanan enerji krizi ve ekonomik bunalımı aşma kaygılarının da önemli etkileri
vardır.
Türkiye, Arap İsrail sorununun hiç yaşanmamasını istemiştir. Türkiye, Camp David
ve Oslo Görüşmeleri gibi Filistin-İsrail Barış çalışmalarını her zaman desteklemiştir.
Çünkü Türkiye halkının büyük bir kısmının Müslüman olması ve Filistin bölgesi ile
tarihten gelen kültürel bağlılık nedenleriyle Filistinlilere uygulanan şiddet olaylarında
Arapları desteklemiştir. İsrail ile olan stratejik işbirliği ise bu dönemlerde zayıflamış ve
ilişkilerde soğuk havalar esmiştir. Türkiye İsrail ile daha çok Arapları ve kuzeyden
100
gelebilecek olan Sovyet Rus baskılarını dengelemek için ilişkiler geliştirmiştir. Öte yandan
İsrail de Müslümanların yaşadığı bir bölgede yalnız kalmamak için Türkiye ile işbirliğine
sıcak bakmıştır.
Türkiye için 80’li yıllar pasif dış politikadan aktif dış politikaya geçiş yılları
olmuştur. Türkiye’nin dış politikada aktif yolu seçmesinde tabiî ki Başbakan ve daha sonra
Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal’ın etkisi büyük olmuştur. Özal, dış politikaya ekonomik
yaklaşım doğrultusunda bakmış ve başta komşu ülkeler olmak üzere diğer ülkelerle ticareti
geliştirmenin yollarını aramıştır. İran-Irak Savaşı’nda bile bu ülkelerle ilişkisini kesmemiş
ve her iki ülke ile ticaret hacmini genişletmiştir. Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez
Krizi’nde Batılı müttefiklerinin yanında yer alarak kazananların safında yer almak zorunda
kalmıştır. Bu da Türkiye için orta ve uzun vadede iyi sonuçlar getirmemiştir. Irak’a
uygulanan uluslararası ambargo neticesinde Türkiye büyük ekonomik kayıplara uğramıştır.
SSCB’nin dağılması ile iki kutuplu sistem çökmüş ve yerini tam bir belirsizlik
almıştır. Devletler bu döneme alışmak ve yeni stratejiler geliştirmek için çalışmalar
yaparken 1. Körfez Krizi patlak vermiştir. Bu olay daha çok uluslararası aktörlerin
Ortadoğu bölgesinde güçlenmek isteyen Irak’a karşı beraber hareket etmeleri sonucunu
beraberinde getirmiştir. Türkiye bu savaştan büyük ekonomik kayıplarla çıkarken, bunun
yanında bir de Kuzey Irak’ta gelişen PKK terörü ile baş etmek durumunda kalmıştır.
Türkiye’nin güvenlik endişelerinin hat safhaya çıktığı bu dönemde Türkiye uyguladığı sert
politikalarla tepki çekmiştir. Özellikle AB bu konuda Türkiye’yi eleştirmiştir. Türkiye’nin
bu dönemde komşuları ile ilişkileri biraz soğuk geçmiştir. 1980’li yıllarda Türkiye-Suriye
ilişkileri Suriye’nin PKK’yı desteklemesi ve su sorunundan dolayı iyi değildi. Hatta
90’ların sonuna doğru savaşa yol açabilecek bir duruma kadar gelmiştir. Türkiye, Filistinİsrail Barış Görüşmeleri’nin iyi gitmesi neticesinde İsrail ile ekonomik ve askeri işbirliği
101
anlaşmaları gerçekleştirmiştir. Bu gelişmeler Arapları ve Türkiye’ye komşu olan ülkeleri
tedirgin etmiştir. Türkiye anlaşmaların kesinlikle bir ülkeye karşı güç birleşimi olmadığını
izah etse de Arapları ve komşu ülkeleri tatmin edememiştir.
11 Eylül saldırıları uluslararası güç mücadelesinde ABD’nin artık tek başına
hegemon güç olduğunu tüm dünyaya ilan etmesini sağlamıştı. ABD, BM karalarını bile
hiçe sayan bir tutumla Irak’ı işgal etmekten çekinmemiştir. Türkiye bu süreçte ABD’nin
yanında koşulsuz olarak yer almakta tereddüt etmiş, bu nedenle de ABD ile ciddi sorunlar
yaşamıştır. Türkiye güvenlik endişelerinden ve Kürt Devleti çalışmalarından rahatsızlık
duymuş ve böyle oluşumların karşısında kesinlikle duracağını açıkça deklare etmiştir. Öte
yandan ABD’nin Büyük Ortadoğu Politikası çerçevesinde Ortadoğu’ya demokrasi getirme
çalışmalarında Türkiye’ye önemli görevler yüklenmekteydi. ABD, Ortadoğu ülkelerine
Türkiye’nin demokratik yapısını örnek göstermiş ve diğer ülkelerin Türkiye türü bir
demokrasiye geçmelerini tavsiye etmiştir.
Türkiye Hükümeti BOP’ ne destek vermekle birlikte iç siyaset tartışmalarında belli
sorunlarla karşılaşmıştır. Özellikle ulusalcı kesiminden gelen tepkiler Türkiye’nin laik,
demokratik yapısının korunması gerektiği konuları üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde
Türkiye’ de iktidar olan AK Parti Hükümeti, Türkiye’nin laik, demokratik bir hukuk
devleti olduğunu vurgulamış ve Ortadoğu’daki demokratikleşme çabalarına Türkiye’nin
desteğinin devam edeceğini belirtmiştir. AK Parti’nin İslamcı ve muhafazakâr kimliği bu
tartışmaların nedeni olmuştur.
Türkiye’nin 1990’lı yıllardaki Ortadoğu politikaları, bir taraftan tarihi olayların
diğer taraftan da uluslararası gerçeklerin gölgesinde şekillenmiştir. Her bakımdan önemli
bir bölge olan Ortadoğu’ ya komşu olmak ya da Ortadoğu’nun içinde olmak zaten
102
Türkiye’ye hayati sorumluluklar yüklemektedir. Bütün bu nedenlerle, ilişkilerde realitedeğerler çatışması yaşanmakta, Ortadoğu’da istikrar ve denge adına bir ortayol ve uzlaşma
zemini yakalama adına politikalar üretilmektedir. Osmanlı’nın mirası ve güncel siyasalekonomik sorumluluklar Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif katılım sergilemesini gerekli
kılmaktadır. Ancak bu aktif tedbirler kapsamında değişik hükümetlerin farklı önceliklerle
hareket ettikleri de bir vakıadır.
103
KAYNAKÇA
Kitaplar ve Makaleler
Akar, A. 2004; “Yeni Dünya Düzeni”nin Ortadoğu Ayağı Büyük Ortadoğu
Kuşatması, İstanbul: Timaş Yayınları.
Akgün, B. 2006; 11 Eylül Sonrasında Dünya, ABD ve Türkiye, Konya: Tablet Kitabevi.
Akın, K. 2002; Filistin Dramı ve Yaser Arafat, İstanbul: Birey Yayıncılık.
Altınoğlu G. 2005; Filistin-İsrail Dosyası, İstanbul: Pozitif Yayınları.
Altunışık, M.B. 1999; “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri”, Der.
Altunışık M.B. Türkiye ve Ortadoğu Tarih, Kimlik, Güvenlik, İstanbul: Boyut
Kitapları.
Altunışık, M.B. 2002; “Türkiye’nin İsrail Politikası”, Der. Makovsky, A. Sayarı, S.
Türkiye’ nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, İstanbul:
Alfa Yayınları.
Aras, B.1997; Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Arı T. 1999; 2000’li Yıllarda Basra Körfezinde Güç Dengesi, İstanbul: Alfa Yayınları.
Arı T. 2004; Irak, İran ve ABD Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, İstanbul: Alfa
Yayınları.
Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları.
Arı, T. 1997; Amerika’da Siyasal Yapı Lobiler ve Dış Politika, İstanbul: Alfa Yayınları.
104
Arı, T. 2001; “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Orta Doğu Politikasının Analizi ve
İlişkileri Belirleyen Dinamikler”, Der. Bal, İ. 21. Yüzyıl Türk Dış Politikası, Ankara:
Nobel Yayıncılık.
Armaoğlu, F. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım Yayınevi.
Armaoğlu, F. 1994; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948- 1988), Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ayata, S. Ayata, A. 2000; “Türkiye’de Güvenlik Sorunları”, Der. Norton A.R. Çev.
Tokluoğlu, C. Ortadoğu Politikaları ve Güvenlik Yeni Yönelimler, İstanbul: Büke
Yayınları.
Aykan, M.B. 2000; Soğuk Savaş Sonrası Dönemi Ortadoğu’ sunda Türkiye’ nin İsrail’
e Karşı Politikası: 1991- 1998, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi Yayınları.
Bağcı, H. Sinkaya, B. 2006; “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin
Perspektifi”, Akademik Ortadoğu, Cilt 1, Sayı 1.
Balcı, A. 2004, “Filistin: Savaş ve Barış Arasında”, İnat, K.vd. (eds) Dünya Çatışma
Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları.
Bektaş, A. 1993; “Ortadoğu’ da Barışın Ayak Sesleri ve Filistin Sorununa Tarihsel Bir
Bakış”, Der. Şen, S. Su Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Besalel, Y. 1999; Osmanlı ve Türk Yahudileri, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve
Yayın A.Ş.
105
Bozkurt, E. 2001; “1991 Körfez Savaşı, Ambargo ve Türkiye’nin Politikası”, Der. Bal, İ.
21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları.
Bölükbaşı, S. 2001; “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa”, Der.
Çalış, Ş.H. Dağı, İ.D. Gözen, R. Türkiye’nin Dış Politika Gündemi Kimlik, Demokrasi,
Güvenlik, Ankara: Liberte Yayınları.
Çarkoğlu, A. Eder, M. Kirişçi, K. 1998; Türkiye’nin Bölgesel Orta ve Uzun Dönem
Politika Analizi Türkiye ve Ortadoğu’da Bölgesel İşbirliği, İstanbul: TESEV.
Çevik, H. 2005; Uluslar arası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi
Yayınları.
Çubukçu, M. 2002; Bizim Filistin, İstanbul: Metis Yayınları.
Çufalı, M. 2001; “21. Yüzyılda Türkiye’nin Bölgesel Sorunları ve Öneriler”, Der. Bal, İ.
21.Yüzyılda Türk Dış Politikası, Ankara: Nobel Yayınları.
Davutoğlu A, 2004;Türkiye’nin Uluslar arası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul:
Küre Yayınları.
Duman, S. 1995; Filistin Sorunu ve Türkiye’nin İsrail Politikası (1947–1967), Ankara,
Doktora Tezi.
Durmazuçar, V. 2002; Ortadoğu’da Suyun Artan Stratejik Değeri, İstanbul: IQ KültürSanat Yayıncılık.
Dursunoğlu, A. 2000; Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü, İstanbul:
Anka Yayınları.
106
Erciyes, E. 2004; Ortadoğu Denkleminde Türkiye-Suriye İlişkileri, İstanbul: IQ
Kültür-Sanat Yayıncılık.
Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras
B. Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları.
Gerçeksever A. 2005; Kayıp Kimlik Basra Körfezi, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Gerger, H. 2006; ABD Ortadoğu Türkiye, İstanbul: Ceylan Yayınları.
Gözen, R. 2000; Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve
Sonrası, istnbul: Liberte Yayınları.
Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev.
Hamdi Türe, İstanbul: Alan Yayıncılık.
Karaman, M.L. 1991; Uluslar arası İlişkiler Çıkmazında Filistin Sorunu, İstanbul: İz
Yayıncılık.
Keyman, F. 2006; “Türkiye, Dış Politika ve Ortadoğu’nun Yeniden Yapılanması”,
Avrasya Dosyası, Ankara: Asam Yayınları, Cilt 12, Sayı 2.
Khouri, F.J. 1985; The Arab İsraeli Dilemma, New York: Syracuse University Pres.
Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınlar.
Kocabaş, S. 1987; Türkiye ve Siyonizm, Kayseri: Varlık Yayınları.
107
Kramer, H. 2001; Avrupa ve Amerika Karşısında Değişen Türkiye, İstanbul: Timaş
Yayınları.
Kut, G. 1993; “ Ortadoğu’ da Su Sorunu: Çözüm Önerileri”, Der. Şen, S. Su Sorunu,
Türkiye ve Ortadoğu İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kürkçüoğlu, Ö. Akdevelioğlu, A. 2005;Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt
II, İstanbul: İletişim Yayınları.
Kürkçüoğlu, Ö. Çağrı, E. 2001; Türk Dış Politikası, Der. Oran, B. vd. (eds), Cilt I,
İstanbul: İletişim Yayınlar.
Montet, E. Lods, A. Rappoport, A.S. Garaudy, R; 2006; Tarihte ve Günümüzde
Siyonizm ve Yahudilik, İstanbul: Örgün Yayınevi.
Oktay, C. 1993; “Soğuk Savaş Sonrasında Ortadoğu’yu Okumak”, Der. Şen, S. Su
Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Öke, M.K. 2002; Siyonizm’ den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul:
Ufuk Yayınları.
Özcan, G. 2001; “Türkiye-İsrail İlişkilerinin 50. Yılına Girerken”, Der. Sönmezoğlu, F.
Türk Dış Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları.
Özcan, M. 2003; “Filistin-İsrail Barış Süreci ve Türkiye”, Haz. Turhan, H.İ. Filistin
Çıkmazdan Çözüme, İstanbul: Küre Yayınları.
Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine
Değerlendirmeler ”, Avrasya Dosyası, V.
108
Öztürk, Osman M. 1997; Türkiye ve Orta Doğu, İstanbul: Gündoğan Yayıncılık.
Öztürk, R. 2004; Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye- İsrail İlişkilerinin Politikası,
Ankara, Doktora Tezi.
Pehlivanoğlu, Ö. 2004; Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: Kastaş Yayınevi.
Sönmezoğlu, F. 2000; Uluslar arası İlişkiler Sözlüğü, İstanbul: Der Yayınları.
Şahin, A. 2006; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul: Truva Yayınları.
Şalvarcı, Y. 2003; Pax Aqualis, İstanbul: Zaman Kitap.
Şükran, O. 2004; “Kuzey Irak: Kürt Sorununda Anahtar Bölge”, İnat, K. vd.(eds), Dünya
Çatışma Bölgeleri, Ankara: Nobel Yayınları.
Taştekin, M. 2005; “İsrail’in Su Sorunu ve Çözüm Arayışları”, Der. Yılmaz, T. vd. (eds)
Ortadoğu Siyasetinde İsrail, Ankara: Platin Yayınları.
Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University
Press.
Taylor, A.R. 2000; İsrail’ in Doğuşu: 1897- 1947 Siyonist Diplomasinin Analizi, Çev.
Mesut Karaşahan, İstanbul: Pınar Yayınları.
Turan Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans.
Turan, S. 2002; Kudüs: Tarihin Kalbi, İstanbul: Pınar Yayınları.
Türkiye-İsrail İlişkilerinin Dünü-Bügünü-Yarını, 1997, İstanbul: Harp Akademileri
Basım Evi.
109
Yıldız, Yavuz. G. 2000; Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul: Der Yayınevi.
Yıldız, Yavuz G. 1993; “Ortadoğu’da Silahsızlanma ve Militarizm”, Der. Şen S., Su
Sorunu, Türkiye ve Ortadoğu, İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Yılmaz, T. 2001; Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara: İmaj Yayınevi.
İnternet
Alpay, Ş. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/yazar.do?yazino=337023 (30–05–2007)
Çalış, Ş.H. http://arsiv.zaman.com.tr/2003/09/12/yorumlar/default.htm (29–04–2007)
Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881 (16–05–2007)
Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”,
Stradigma, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007)
Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tüsiad,
http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21–07–2006)
Otuzbiroğlu, Serim.
http://www.irarec.org/modules.php?op=modload&name=Sections&file=index&req=printp
age&artid=50 (08–05–2007)
Özekmekçi, İnanç M. http://www.dispolitikaforumu.com/cin.pdf (08–05–2007)
Sinkaya, B. http://www.riskcenter.com.tr/risknews/ic.asp?menu=1&sayi=277&kat=6 (2207-2006
http://arsiv.zaman.com.tr/2001/09/12/dishaberler/dishaberlerdevam.htm#1 (29–04–2007)
110
http://www.aksam.com.tr/yazarprn.asp?a=69917,10,110 (30–05–2007)
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2004/07/040713_marcusdoctrine.shtml (20–05–
2007)
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=2266 (22–07–2006)
http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=1026 (18–07–2007)
http://www.ikv.org.tr/sozluk2.php?ID=981 (18–05–2007)
http://www.liberal-dt.org.tr/index.php?lang=tr&message=article&art=538 (30–05–2007)
http://www.lrb.co.uk/v28/n06/mear01_.html (10–05–2007)
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=71942&tarih=13/04/2003 (11–05–2007)
http://www.stradigma.com/index.php?sayfa=makale&no=39
http://www.tempodergisi.com.tr/toplum_politika/09164/ (30–05–2007)
http://www.tesev.org.tr/etkinlik/Turkiye-israil_iliskileri.pdf (21–05–2007)
http://www.turkishweekly.net/turkce/makale.php?id=7 (19–11–2006)
http://www.ufukcizgisi.org/index.php?in=60&p=1794 (13–05–2007)
111
Download