Küreselleşme, Avrupa Birliği ve Türkiye Çevresi1 Bülent Duru* Küreselleşme sürecinin Türkiye’nin doğal, kültürel ve tarihi değerleri üzerindeki etkilerini sergilemeyi amaçlayan bu yazı ağırlıklı olarak son dönemde gerçekleştirilen yasal düzenlemelerin çevresel açıdan çözümlenmesine dayanmaktadır. Yıllardan beri arzulanan ama ancak Avrupa Birliği’ne üyelik adaylığı aşamasında gündeme gelen yönetsel düzeltim çabalarının değerlendirilmesine geçmeden önce ekonomi-ekoloji ilişkisi üzerinde durmak yararlı olacak. Çünkü, görünürde yalnızca yönetsel ve tüzel alanda değişiklikler öngörse de, dönüşüm isteminin gerisinde ekonomik etmenlerin bulunduğu biliniyor. Ekolojik bunalımın bugünkü boyutlarına ulaşmasında, sınırsız sermaye birikimini sağlamak üzere geliştirilen düzeneklerin ağırlaştırıcı etkisinin bulunduğuna kuşku yok. Ekonominin doğal değerler üzerindeki aşırı baskısının bir sonucu olan söz konusu sorunlu durumun kapitalizmin yapısından kaynaklandığı söylenebilir. Sistemin bütün yönleriyle kendisini ayakta tutabilmesi ve gelişimini sürdürebilmesi için, üretim miktarını artırması ve sermaye birikimini sağlayabilmesi gerekmektedir. Oysa, üretimi sürekli kılma arzusunun önünde bir engel bulunmaktadır: Doğal varlıkların sınırlılığı. Bir başka anlatımla, sermaye birikimini sağlama istemi ve yeryüzünün sunduğu kaynaklar arasında doğrusal bir ilişki bulunmaması, günümüzde yaşanan ekolojik bunalımın temel nedenidir denebilir. Doğal değerler ve ekonomik gerekler arasındaki söz konusu çelişkinin yarattığı iki sonuçtan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, doğal dengenin bozulmasının bütün yaşam biçimlerini olumsuz yönde etkilemesi, kısaca çevre sorunlarıdır. İkinci sonuçsa, kapitalist üretim biçiminin, varlığını sürdürebilmek, kendisini anılan sorunlu durumdan kurtarmak için geliştirdiği ve kendi yapısı ile tutarlı olan düzeneklerle ilgilidir. Tek bir başlık altında toplayamayacağımız söz konusu önlemler dizisi içinde, azgelişmiş ülkelerin hammadde kaynağı ve atık deposu olarak kullanılması, yasal düzenlemelere çevresel öğelerin eklenmesi ve "doğaya saygılı olarak üretim yapmanın" yeni bir değer olarak sunulması, bir başka deyişle ekolojik ürünlerden oluşacak bir "yeşil pazar"ın yaratılması sayılabilir. Bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir başka konu da, "tek bir dünyamız var" gibi sloganlarda anlatımını bulan, sorundan herkesin aynı oranda etkileneceği algısının yaygınlaştırılmak istenmesidir. Oysa ekolojik bunalım gelişmiş ve azgelişmiş dünyada farklı sonuçlar doğurmakta, birinciler için sermaye birikiminin, geriye kalanlar içinse yaşamın önünde engel oluşturabilmektedir. Bu yüzden gelişmiş dünyada, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik gibi küresel ekonominin işleyişi ile doğrudan ilgili sorunlar ön plana çıkarılmakta, etkileri daha çok yerel düzeyde duyumsanacak ve yoksul dünyanın gündelik yaşamına doğrudan etkilerde bulunacak, kuraklık, tarım, sağlık gibi sorun alanları görmezden gelinebilmektedir. 1 * Bu yazı Birikim Dergisi’nin Mart 2005 (No:191) sayısında yayımlanmıştır. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi 1 Yönetimde Yeniden Yapılanma ve Çevre Türkiye'nin içinde bulunduğu çevre sorunlarından söz ederken ya da günümüzde yaşanan küreselleşme sürecinin ülke üzerindeki çevresel etkilerini incelerken de yukarıdaki tablodan ayrılma olanağına sahip değiliz. Küresel ekonomi ile bütünleşmek, Avrupa ile birleşmek arzusu içindeki ülke, 2000'li yılların başından bu yana ekonomik ve yönetsel açıdan büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Kamu yönetiminden eğitime, hukuktan sağlığa, tarımdan spora kadar bütün alanlarda yönetim yapısını kökten değişikliklere uğratan yasal düzenlemeler çevresel değerleri de dönüşüm projesinden dışlamış değil. Son dönemdeki yasama çalışmalarına bakıldığında, birçoğu AB'ye giriş sürecinin ya da izlenen dış politikanın gereği olsa da, çevre yönetimi ile ilgili önemli metinlerin kabul edildiği görülebilir. Genel olarak uyum süreci çerçevesinde benimsenen pek çok düzenleyici işlemin yanında, hayvanları korumayı amaçlayan ya da iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik sözleşmelerine katılmayı öngören yasalar bu örneklerden yalnızca birkaçı. Bir bölümü, yıllardan beri dile getirilen yönetimin yeniden yapılanması gereksinimine bir yanıt olarak hazırlansa, bir bölümü doğal varlıkların korunmasına önemli katkılar sağlayacak olsa da, bütün olarak bakıldığında söz konusu yeniden yapılanma tasarısının, son aşamada sermayenin büyüme gereksinimine yanıt vermek üzere kurgulanmış olduğu görülmektedir. Görünüşte, AB adaylığının getirdiği yükümlülükleri yerine getirme kaygısının yönlendirdiği bu dönüşümün, uluslararası kapitalizme eklemlenme sürecinin bir ara aşamasına denk geldiğini en başta belirtmek gerekmektedir. Bunu, kimi yönleriyle çevresel değerleri ilgilendiren son dönemdeki yasal düzenlemelerden çıkarmak olanaklıdır. İşte bu yazı, "küreselleşme" olarak adlandırılan ve küresel sermayenin ülkeye erişme çabalarının doğrudan bir sonucu olan dönüşüm sürecinin çevresel değerlere ve çevre yönetimine etkisini değerlendirmek üzere kaleme alınmıştır. Bütün yönetim yapısında kökten dönüşümler öngören yeniden düzenleme çalışmalarının, çevre ile ilgili hizmetlerin sunumunu diğer alanlara göre daha yoğun biçimde etkileyeceği öne sürülebilir. Öyle ki, doğası gereği bütün toplumsal-ekonomik etkinliklerin ortasında yer alan, onların gerçekleşmesine ev sahipliği yapan çevresel öğeler, salt çevre yönetimindeki değil, öteki alanlardaki değişikliklerin de etkisi altında kalmaktadır. Bundan dolayı, küreselleşme ve AB'ye üyelik çabalarının ivme kazandırdığı söz konusu dönüşümün çevresel değerlere etkisini ortaya koyabilmek için salt bu alana özgü düzenlemelerin değil, diğer sektörlerin durumu da göz önünde bulundurulmalıdır. Bir başka biçimde söylemek gerekirse, küreselleşme sürecinin Türkiye çevresine etkilerini değerlendirirken yalnızca çevre yönetimini ilgilendiren yasal düzenlemeleri ele almak yeterli olmayacak, bunun yanında, tarım, sanayi, madencilik, turizm, orman alanları, tarihi ve kültürel varlıklar gibi konularda getirilen yeni kurallara ve AB uyum süreci çerçevesinde yürütülen çalışmalara da yönelmek gerekecektir. Liberalleşme Küreselleşmenin Türkiye çevresine etkisinden söz edildiğinde akla ilk gelen şey ekonomide serbest piyasa ilkelerinin egemen olmasıdır. Devletin küçültülmesi, kamu hizmeti kavramının tanımının yeniden yapılarak bu işlevin yerine getirilmesinin pazar araçlarına, serbest girişimcilere ve sivil toplum örgütlerine devredilmesi, özelleştirmenin yaygınlaşması, kamunun özel sektör yönetim biçimlerini kullanmaya başlaması gibi yaygın eğilimler bu yapının ana öğeleridir. Ancak küreselleşmenin, küresel sermaye birikiminin, doğal çevre üzerinde kurduğu baskıları yeterince açıklayabilmek için bunların ötesinde daha özgül gelişmelerden de söz etmek gerekmektedir. Sözgelimi, çokuluslu şirketlerin sınır tanımaksızın büyüme isteklerine yanıt vermek üzere geliştirilen kimi düzenekler Türkiye çevresinde etkisini göstermeye başladı bile. Uluslararası ticaretin serbestleştirilmesini sağlayan önlemleri 2 içeren GATT'ın2 ya da eğitim, toplumsal güvenlik, kamu sağlığı, içme suyu, kanalizasyon, yangın söndürme, demiryolları gibi geleneksel olarak kamunun yürüttüğü hizmetlerin özel sektöre devrini öngören GATS'ın3 sonuçlarını önümüzdeki dönemde daha açık biçimde görebileceğiz. Burada özellikle üzerinde durulması gereken nokta, DTÖ'ye özelleştirileceği sözü verilen hizmet alanlarının büyük bölümünün çevreyle bir biçimde ilgili olmasıdır. Çevre Yönetiminin Örgütlenmesi Küreselleşmenin ülke çevresine etkisinden söz ederken ilk olarak doğrudan doğruya çevre yönetimini ilgilendiren düzenlemelerden başlamak gerekiyor. İktidarın, Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası örgütlerin yönlendiriciliğinde kamu yönetiminde yeni bir yapılanma kurgusunu yaşama geçirme çabasında olduğu biliniyor. Aslında ilk bakışta, yıllardan beri yönetim yapısının yeniden düzenlenmesine duyulan gereksinim göz önünde bulundurulduğunda, son dönemdeki "reform" çalışmalarının çevre yönetiminde olumsuz sonuçlar doğuracağını söylemek oldukça zor. Örneğin çevre ve orman (ya da kültür ve turizm) bakanlıklarının birleşmesini, yönetimde parçalanmayı gideren, bütünleşik yönetimi sağlama yönünde bir aşama ya da çevre sorunlarını daha kavrayıcı, kapsamlı bakış açısıyla ele alacak bir yeniden yapılanma arayışı olarak değerlendirmek olanaklıdır. Buna benzer biçimde, çevresel varlıkların korunması ya da kirliliğin önlenmesi ile ilgili çok sayıda tüzel düzenleme için de olumsuz bir tutum takınmak olanaksız. Ancak kuramsal düzeyde yanlışlanamayacak, kağıt üstünde iyi sonuçlar verecekmiş gibi duran bu arayışların bir bölümü, sermayenin güçlü küresel ve yerel etkileri altında, yıkıcı sonuçlar doğurabilecek girişimlere dönüşebilmekteler. Örneğin, bu iki birleşmenin birincisi, Türkiye'de sorunlara az çok ekoloji penceresinden bakan bir kamu gücünün yok edilmesi sonucunu doğururken, ikincisi, tarihi ve kültürel varlıkların korunması gibi bir alanın, ekonomik bir sektör olan "turizm" çerçevesinde değerlendirilmeye başlanmasına yol açmıştır. Kuşkusuz, henüz bakanlıkların birleşmesinin üzerinden genel bir değerlendirmeye gitmeye yetecek kadar süre geçmedi; ancak bu kısa zaman aralığında edinilen izlenimler, ilk kuşkuların bir önyargının sonucu olmadığını gösterdi bile. Belki de küreselleşmenin Türkiye çevresine etkilerini değerlendirirken en çok üzerinde durulması gereken konulardan biri de, kamu yönetimini yeniden düzenlemeyi amaçlayan, bu yolda merkez/yerel yönetimler dengesini yeniden kurmaya çalışan bir dizi yasal düzenlemedir. Belediyeler, il özel idareleri ve bir bütün olarak kamu yönetimini yeniden yapılandırmayı amaçlayan söz konusu girişimler -her ne kadar bu satırların yazıldığı tarihte henüz yasalaşmamış olsa da- daha uzun bir süre kamuoyunun gündemini meşgul edeceğe benziyor. Aslında bir yönüyle, yönetime ilişkin yapısal sorunları gidermeye yönelik yeniden düzenleme istemlerinin bir yanıtı, bir yönüyle hükümetin iktidarını yerel düzeyde de pekiştirme arayışının bir sonucu, bir başka yönüyle de AB'ye giriş sürecindeki dönüşümün bir gereği olarak değerlendirilebilecek bu yasa dizisini hazırlama çabalarının küresel rüzgarlarca yönlendirildiğini anımsatmaya gerek yok. Yeni sağın ekonomi kurgusu içinde biçimlenen yeniden yapılanma girişimi, devletin küçültülmesi, özelleştirme, kamu yönetimine işletmecilik ilkelerinin egemen kılınması gibi pazar öğelerini bünyesinde barındırmaktadır. 1980 sonrası liberal açılımın ürünleri olan bütün düzenlemelerde ortak olan yönleri bir kenara bırakıp özellikle çevre yönetimini ilgilendiren konular üzerinde durmak yerinde olacak. Öncelikle, gündelik yaşamı etkileyen yerel nitelikli sorunlarla uğraşan ve çevre yönetiminin örgütlenmesinde odak noktasında bulunan bu kurumların, getirilmek istenen yeni düzenlemeyle küresel sermaye birikiminin erişimine açılmasının tasarlandığını belirtmek gerekir. Bunu, kamu hizmetlerinin sunumunda özel sektöre başat yer verilmesinden, uluslararası tahkime olanak tanınmasından ve yurtdışından borçlanmanın 2 3 Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması (The General Agreement on Tariffs and Trade) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (The General Agreement on Trade in Services) 3 kolaylaştırılmasından çıkarmak olanaklıdır. Bir başka açıdan bakıldığında söz konusu gelişmeleri Çağlar'ın sözleriyle, çevre korumanın bir kamu hizmeti alanı olmaktan çıkarılması biçiminde değerlendirmek de olanaklıdır.4 Kamu yönetimini yeniden düzenlemeyi hedef alan söz konusu yasal düzenlemelerin çevre yönetimini belki de en çok etkileyen hükmü Çevre ve Orman Bakanlığı'nın taşra teşkilatının il özel idarelerine devredilmesi ile ilgili olanıdır. Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile gündeme gelen ve tüzel değer kazanması beklenen bu düzeltim girişimi, ilk bakışta "çevre" gibi sorunların yerel düzeyde ele alınmasının zorunluluk olduğu bir alanda yetkileri, bir yerel yönetim kurumuna bıraktığı için, olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak, yetkilerin devredileceği kurumun, kendisine verilecek yeni hizmetleri yerine getirebilmesi ve halkın katılımını sağlayacak ortamı yaratabilmesi kuşkuludur. Çevre yönetiminin belki de en önemli ayağını oluşturan yerel yönetimlerin yapısında gerçekleştirilen birkaç değişiklik üzerinde daha fazla durmak gerekiyor. Örneğin, belediye ve il özel idaresi ile ilgili düzenlemelerde yer alan "ihtisas komisyonları" çevre yönetimi örgütlenmesinde önem taşımaktadır. Belediye yasa tasarısında doğrudan anılmayan ancak, il özel idaresi ve büyükşehir belediyesi yasa tasarılarında, eğitim, kültür, sosyal hizmetler, imar gibi konularda kurulması zorunlu olan komisyonlardan biri olarak geçen çevre ve sağlık komisyonu yerel yönetimler için yeni bir düzenleme. Her ne kadar "çevreyi" başlı başına bir sorun alanı olarak algılamayan, sağlık hizmetlerinin bileşeni olarak gören anlayış tarafından geliştirilen bir düzenek olsa da, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılıp görüş bildirebilmelerini olumlu bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir. Bunun gibi, belediye yasa tasarısındaki "kent konseyleri" ya da her iki tasarıda da yer alan halkın hizmetlere gönüllü katılımını öngören düzenlemeler için de aynı şeyler söylenebilir. Toplumun tüm kesimlerini bu tür düzeneklere katacak araçlar geliştirilmedikçe anılan düzenlemelerin kağıt üzerinde kalacağını belirtmeye gerek yok. Yeniden yapılanma çalışmalarının çevre hizmetlerinin büyük bölümünden sorumlu olan yerel yönetimlere getirdiği bir "olanak" da yurtdışına serbestçe borçlanabilmeyle ilgili. Bir açıdan, bu yönde bir düzenlemenin, yerel özerkliği artıracağı, hizmetlerin sunum düzeyini yükselteceği düşünülebilir. Ancak geçmiş yıllardaki uygulamalar anılan olumlu niteliklerin ön plana çıkmadığını, dış borçlanmanın daha çok uluslararası finans örgütlerinin yönetim yapısına müdahalesini artırdığını göstermektedir. Kredi veren kuruluş, genellikle kredinin geri ödenebilmesine olanak tanıyan koşulların yaratılması işinde de kendisini sorumlu görebilmekte, sözgelimi sunulan hizmetin vergilerle değil de pazar düzeneği içinde fiyatlandırmayla karşılanmasını ya da geleneksel kadrolu personel yerine sözleşmeli çalışanların istihdam edilmesini isteyebilmektedir.5 Tarım Kamu yönetimini yeniden düzenlemeyi hedef alan yasa tasarılarında tarımın merkezi yönetimin görevleri arasından çıkarıldığı görülmektedir. Gerçekten de, 2004 Temmuzu'nda Cumhurbaşkanı tarafından TBMM'ye geri gönderilen kamu yönetimi temel yasasında, merkezi yönetimin görevleri arasında "tarım" sektörüne ilişkin herhangi bir vurguya rastlamak olanak dışıdır. Bir anlamda bu yasal düzenleme, devletin, Anayasa'nın 45. maddesinde öngörülen, "tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması"na ilişkin görevlerini görmezden gelmektedir. Buna, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın taşra teşkilatının il özel idarelerine devredilmesini, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 4 Yücel Çağlar, "Kamunun Yeniden Yapılandırılması ve Çevre", Kamu Yönetimi Dünyası, Ocak-Haziran 2004, S.17-18, s.54-56. 5 Birgül Ayman Güler, "Devlette Reform", Kamu Yönetimi Dünyası, Ocak-Mart 2003, S.13, s. 24. 4 kaldırılmasını da eklemek gerekir.6 Aslında yeni yasa girişimi, taban fiyat uygulamasının terkedilip serbest pazar düzeneğinin egemen kılınması, destekleme alımlarının bırakılıp doğrudan gelir desteğine geçilmesi, kırsal kesime hizmet götüren geleneksel kimi kurumların yok edilerek devletin küçültülmesi, ithalat üzerindeki sınırlandırmanın kaldırılması ve özelleştirmelerin yaygınlaştırılması uygulamalarıyla belirginleşen sürecin uzantısından başka bir şey değildir. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütler tarafından da desteklenen bu politikaların aynı zamanda gelişmiş dünyanın ve çok uluslu şirketlerin tarım sektörü için yeni pazar bulma arayışına denk düştüğü de söylenebilir.7 Tütün sektörünün piyasa düzeneği içinde işlemesini, küresel sermayenin pazara erişimi önündeki engellerin kaldırılmasını, büyük ölçekli işletmelerin sektöre egemen olmasını, destekleme alımlarının sona erdirilmesini hedefleyen 2002 yılındaki tütün yasasını da burada anmak gerekir.8 Her ne kadar 1980'lerin ortalarından itibaren tütün sektörünün özelleştirilmesi ve yabancı sermayenin yurda çekilmesi için önemli çabalar içine girilse de, ilk kez bu yasa ile küresel sermayenin ulusal pazara denetimsiz biçimde girişinin koşulları yaratılmıştır denebilir. Son dönemde özellikle AB uyum süreci çerçevesinde sıkça gündeme gelen ekolojik üretimin koşullarını belirleyen yasa da tartışmalı hükümleri beraberinde getiren bir düzenleme olarak göze çarpıyor.9 Organik tarım faaliyetlerinin denetlenmesi ve bu konuya ilişkin belgelerin verilmesi sürecini düzenleyen yasanın denetleme yetkilerini bakanlık dışı kuruluşlara bıraktığı görülmektedir. Organik tarıma ilişkin her türlü denetim ve belgelendirme işlemlerinin bakanlıkça ya da yetkilendirilmiş kuruluşlarca yapılacağı belirtildikten sonra bakanlığın denetim yetkisini kamu kurum ve kuruluşlarına, özel sektör tüzel kişilerine ve üniversitelere devredebileceği söylenmektedir. Son dönemde kamu yönetiminin hemen her düzeyinde yaygınlaşan özelleştirme uygulamaları akla getirildiğinde bu düzenlemenin söz konusu denetim yetkisinin tamamen özel kesime bırakılması anlamı taşıyacağı açıktır. Tarımda gözlenen söz konusu gelişmelerin Türkiye çevresine, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki yönde etkide bulunduğu düşünülebilir. Bu noktada öncelikle üzerinde durulması gereken konu, tarımda tek türün (monokültürün) egemen kılınması çabalarıdır. Özellikle tütün gibi verimsiz topraklarda yetişebilen ve küçük üretici için yaşamsal öneme sahip olan tarım ürünlerine yabancı sermayenin denetimsiz biçimde müdahale etmesinin, bu yörelerde yaşayan kırsal nüfusun büyük kentlere akması sonucunu doğuracağını söylemek herhalde yanlış olmaz. Kuşkusuz aynı durum pamuk, pancar, üzüm gibi diğer tarım ürünleri için de geçerlidir. Türkiye'de tarımdan geçimini sağlayan nüfusun oranının büyüklüğü akla getirilirse bu durumun yaratacağı sonuçlar daha iyi anlaşılabilir.10 Üstelik Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde hazırlanan ve tarımda serbest pazar ilkelerini egemen kılmayı amaçlayan çerçeve anlaşmanın11 uygulama koşullarının belli olmasından sonra sürecin hızlanacağını da söylemeye gerek yok. 6 Gökhan Günaydın, "Devlette Reform ve Tarım Yönetimi", Kamu Yönetimi Dünyası, Ocak-Mart 2003, S.13, s. 26-32; Gökhan Günaydın, "DTÖ, CANCUN ve Türkiye Tarım Sektörü Üzerine", Kamu Yönetimi Dünyası, S.16, s.39-42. 7 Tayfun Özkaya, Ferruh Işın, "Küreselleşmenin Türkiye Tarımı Üzerine Etkileri", Türk Tarım Dergisi, TemmuzAğustos 2004, S.158, s.40-45. 8 4733 sayılı Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, RG, 09.01.2002, S.24635. 9 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu, RG, 01.12.2004, S. 25659. 10 DİE verilerine göre, Türkiye'de 2004 yılının ikinci yarısında tarım kesiminde çalışanların oranı %35.2'dir. Ziraat Mühendisleri Odası'na göreyse, söz konusu rakam yan kollar ve sanayiye sağladığı hammadde ve altyapıyla birlikte ele alındığında %42’ye çıkmaktadır. Bkz. Son Yasal Düzenlemeler Kapsamında Toprak ve Su Kaynaklarımızın Korunması Konusunda TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası'nın Görüşleri, Temmuz 2004, (http://www.zmo.org.tr). 11 Framework for Establishing Modalities in Agriculture. 5 Sanayi Ülkeye yabancı sermaye girişini hızlandırmak için atılan adımlardan birisini de, Endüstri Bölgeleri Kanunu oluşturuyor. İlk olarak 2002'de Kemal Derviş döneminde gündeme gelen bu yasa üzerinde son değişiklik 2004'de yapılmıştır.12 Ana amacı, yabancı sermayenin ülkeye yatırım yapmasının önündeki bürokratik engelleri kaldırmak olan düzenlemede anılan "engellerin" daha çok çevre koruma önlemleri ile ilgili olduğu açıktır. Sözgelimi, bu bölgelerde 1/5000 ölçekli planların yerel yönetimler yerine Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca, 1/1000 ölçekli uygulama imar planlarının ise ilgili valilikçe onaylanması kuralı getirilmektedir. Ayrıca, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu ile ilgili inceleme, değerlendirme ve karar verme süresi de "en geç 2 ay" olarak saptanmıştır. ÇED için "olumlu" veya "gerekli değildir" kararı alınan etkinlikler için başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın 15 gün içinde gereken bütün izin ve onayların verileceği, bütün bu işlemlerin de üç ay içinde tamamlanacağı belirtilmiştir. Aslında, ilk tasarı metinlerinden oldukça farklı biçimde yasalaşan düzenlemenin bu biçimiyle sermaye kesiminin istemlerini tam olarak karşılayacak hükümler içermediği söylenebilir. Yatırımları hızlandırmak ve yabancı sermayenin ülkeye girişini kolaylaştırmak için alınan önlemlerden biri de ÇED sürecinin hızlandırılmasıyla ilgilidir. Yönetmelikte yapılan değişikliğin yatırımlar açısından en önemli sonucu, daha önce toplam 117 gün süren ÇED sürecinin 15 güne düşürülmesidir.13 Bunun yanında, daha önce "ÇED ön araştırması"na bağlı tutulan projeler için rapor hazırlama yükümlülüğü kaldırılmış, bu kümeye giren faaliyetler için yalnızca "proje tanıtım dosyası"nın hazırlanması yeterli görülmüştür. Buna benzer biçimde söz konusu kümedeki faaliyetler için artık "halkın bilgilendirilmesi toplantısı" yapılmasına da gerek yoktur. Ceza Kanunu'nda14 çevre suçları için öngörülen yaptırımların uygulanmasının iki yıl ertelenmesi yönündeki düzenlemeyi de burada anmak gerekir. Yasa metnine çevre suçları için yaptırım öngören hükümlerin konmasında, AB'ye katılım sürecinin getirdiği zorunlulukların ve dış ticarette yaşanabilecek kimi sıkıntıları aşma kaygısının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Uluslararası düzenlemelerin gerekleri ve ulusal sermayenin istemleri arasında kalan hükümetin, suçların cezalandırılmasını iki yıl erteleme gibi bir ara yol bulduğu anlaşılmaktadır. Madencilik 2004 Mayısı'nda Meclis'ten geçirilen ve Maden Kanunu'nda değişiklik yapan yasa da çevre yönetimi açısından önemli sonuçlar doğurabilecek hükümler taşıyor.15 En başta bu düzenlemeyle orman alanları, koruma bölgeleri, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları, turizm bölgeleri gibi türlü ulusal ve uluslararası düzenlemelerle koruma altına alınıp özel önlemler getirilen yerlerin maden faaliyetlerine açıldığını belirtmek gerekmektedir. Yeni yasa, ÇED ve diğer izin işlemlerinin ilgili kuruluşlar tarafından üç ayda bitirilmesi zorunluluğunu getirmekte, bir anlamda, bu sürecin bir an önce tamamlanarak madencilik faaliyetlerinin başlatılmasını istemektedir. Ayrıca, petrol, jeotermal kaynak ve maden arama faaliyetleri, ÇED kapsamı dışında tutulmaktadır. Buna benzer biçimde, rezervlerin %10'nuna kadar işletilebileceği arama dönemi için herhangi bir çevresel koruma denetimine ya da önlemine yer verilmiş değildir. Yasa ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili 12 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunu (Endüstri Bölgeleri Kanunu ve Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun), RG, 19.01.2002, S.24645; 5195 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, RG, 01.07. 2004, S. 25509. 13 06.06.2002 tarihli ÇED yönetmeliği, 16.12.2003 tarihinde değiştirilmiştir. 14 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, RG, 12.10.2004, S.25611. 15 5177 sayılı Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun, RG, 05.06.2004, S. 25483. 6 maddesinde değişiklik yapılarak, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu üyeleri arasında Maden İşleri Genel Müdürü ya da yardımcısının yer alması öngörülmüştür. Koruma amaçlı bir yüksek kurulda maden uzmanına da yer verilmesi, herhalde yürütülecek koruma çalışmalarında maden sektörünün gereksinimlerinin de göz önünde bulundurulacağı anlamına gelmektedir.16 Turizm Son dönemdeki yeniden yapılanma çalışmaları ele alınırken belki de üzerinde en çok durulması gereken düzenlemelerin başında Turizmi Teşvik Kanunu'nda yapılan değişiklik gelmektedir.17 Başlığında doğrudan doğruya "çevre" sözcüğünün kullanılmadığı ama bütün yönleriyle doğal değerleri etki altında bırakabilecek düzenlemelerden biri olan yasa, bilindiği gibi 12 Eylül dönemi ürünlerinden. Orman ve kıyı alanlarında yatırımcıya arsa tahsislerini öngören, ucuz krediler sağlayan, turizm için kullanılacak doğal ve tarihi yerlerdeki planlama yetkilerini yerel yönetimden alıp merkezi yönetime aktaran söz konusu düzenleme Türkiye'de doğal değerlerin bozulması sürecinde özel bir öneme sahip. Son dönemde gerçekleştirilen değişiklikler yasanın doğal değerler üzerindeki baskısını daha da artıracak niteliktedir. Söz konusu düzenlemeyle orman alanları ve meraların turizm amaçlı kullanılmasının yolu açılmakta; turizm bölgelerinde diğer kurumlar devre dışı bırakılarak Kültür ve Turizm Bakanlığı imar ve planlamadan sorumlu tek kuruluş haline getirilmekte; kamu kurum ve kuruluşlarının elindeki tesis ve araziler Bakanlığa devredilmekte ve gerektiğinde bütün bir bölgeyi tek bir yatırımcının yararlanmasına sunmak üzere ancak savaş gibi özel durumlarda kullanılan "acele kamulaştırma"18 yetkisi gündeme getirilmektedir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi sloganıyla yola çıkan hükümetin, özellikle turizm yatırımcılarının baskısı ile merkezi yönetimin yetkilerini artıran bir değişikliği gerçekleştirmesi çok da dikkatleri çekmiş değil. Orman Alanları Doğal değerleri ekonomik getiriye dönüştürme düşüncesinin en somut olarak görülebileceği girişim, kamuoyuna "2b" olarak yansıyan, orman niteliğini kaybetmiş yerlerin satışı ile ilgilidir. İlk olarak, 2000'li yılların başında yaşanan ekonomik bunalıma karşı çözümlerden biri olarak önerilen, o dönemdeki yerel seçimlerin yaklaşmasıyla da hız kazanan tasarı, orman niteliğini kaybetmiş yerlerin satışına ve devlet ormanlarının gerçek ya da tüzel kişilerce işletilebilmesine dayanmaktadır. Daha çok İstanbul, İzmir, Antalya ve Muğla gibi arazi fiyatlarının yüksek olduğu yörelerde bulunan bu alanlardan 25 milyar dolar civarında gelir beklenmektedir. Daha önce Anayasa Mahkemesi'nce iki kez önü kesilen bu girişimin yeniden, bu kez bir anayasa değişikliği ile gündeme geleceği anlaşılmaktadır. Söz konusu tasarı gerçekleştiğinde, ormanlarda, kıyı alanlarında, baraj bölgelerinde, yasalara aykırı olarak yapılmış yapıların yasallık kazanacağı, yitirilen ormanları bir daha geri kazanma olanağı kalmayacağı açıkça görülmektedir. Bir başka açıdan "af" anlamına gelen bu düzenlemenin gündeme getirilmesinin bile kaçak yapılaşmayı ve orman yangınlarını artırması da Türkiye'ye yabancı olmayan gerçeklerden. Üstelik sözü edilen eski orman alanlarının satışından yıllık geliri 200-300 dolar dolayında bulunan yoksul orman köylüsünün hiçbir biçimde yararlanamayacağı da bilinmektedir.19 16 Maden Yasasında yapılan değişiklik hakkında daha fazla bilgi için Bkz. 5177 Numaralı Maden Kanununda Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'nun Değerlendirilmesi (Arif Ali Cangı ve Ömer tarafından 3 Haziran 2004'de Cumhurbaşkanına gönderilen yazı) (http://www.antimai.org/ba/arifcangi5177.htm). 17 4957 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, RG, 01.10. 2003, S.25186. 18 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 27. maddesine göre. 19 Bülent Duru, "Kronik: Doğal, Kültürel Varlıklar ve AKP: Orman Alanlarının Satışı, Sit Alanlarının İmara Açılması", A.Ü. SBF Dergisi, Temmuz-Eylül 2003, No: 58/3, s.233-239; Bülent Duru, "Ormanların Özelleştirilmesi, Kıyılar ve Dünya Bankası: Doğal Değer mi, Ekonomik Kaynak mı?", Planlama, 2003/1, s.47-51. 7 Tarihi-Kültürel Varlıklar Son dönemdeki düzenlemeler, tarihi ve kültürel varlıkların korunmasına da önemli etkilerde bulunmaktadır. Yeni maden yasasının söz konusu alana olası etkilerinden yukarıdaki satırlarda söz edilmişti; bu yüzden burada diğer gelişmeleri ele almak yeterli olacaktır. Öncelikle, kamu yönetimi temel yasasında merkezi yönetimin görevleri sayılırken tarihikültürel varlıklara değinilmemesinin, Anayasa'nın konuyu düzenleyen 63. maddesinde öngörülen devletin koruyucu işlevlerini zayıflatması beklenebilir. 2004 yılında yayımlanan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda değişiklik yapan yasa önemli değişiklikleri beraberinde getirmektedir.20 Genel olarak bakıldığında, tarihi-kültürel varlıkların korunmasında kullanılacak almaşık kaynaklar yaratması ve uygulamanın daha iyi gerçekleştirilmesine yönelik yeni düzenlemeleri getirmesi nedeniyle söz konusu yasa değişikliğini olumlu yönde atılmış bir adım olarak değerlendirmek olanaklıdır. Ancak, yalnızca 19. yüzyıl sonuna kadar yapılmış taşınmazlar için koruma öngörülüp 20. yüzyıl yapıtlarının dışarıda bırakılmasını, söz konusu alanlardaki koruma çalışmalarının yalnızca "devletin imkanları" ile sınırlanmasını, koruma kurulları kararlarının daha çok bürokratlardan oluşan ve siyasal yönü ağır basan "Koruma Yüksek Kurulu" tarafından bozulabilmesini yeni düzenlemenin olumsuz yönleri arasında değerlendirmek gerekir.21 Avrupa Birliği Uyum Çalışmaları Ekonomik, yönetsel ve toplumsal açılardan büyük bir dönüşümü öngören AB üyelik sürecinin çevre yönetiminin gelişim doğrultusunu belirleyen en önemli etmenlerden biri olduğuna kuşku yok. Bu alanda gerçekleştirilen düzenlemeler için Birlik - Türkiye ilişkilerini yansıtan belgelere bakmak gerekmektedir. 14 Nisan 2003 tarihli Katılım Ortaklığı Belgesi'nde22 çerçeve mevzuatın; çevre alanındaki uluslararası sözleşmelerin; ÇED, doğa koruma, su kalitesi, kirlilik önleme ve atık yönetimi konusundaki müktesebatın iç hukuka aktarılması ve uygulanması öngörülmüştü. Oysa, 2003 yılı İlerleme Raporu'nda23, ÇED, hava kalitesi, gürültü kirliliği, nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma alanlarında tüzel düzenlemelere gidilmesine; tehlikeli atıkların taşınımı, biyolojik çeşitlilik ile ilgili uluslararası belgelerin kabul edilmesine karşılık, genel olarak topluluk müktesabatına uyumun sınırlı kaldığı ve çevre korumanın diğer politikalarla bütünleşmesi konusunda ilerleme sağlanamadığı belirtilmektedir. 2004 yılı İlerleme Raporu'nda24 da, yasal düzenlemelerin topluluk düzenlemelerine uydurulması ve uygulama sorunları konusunda da benzer değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu aşamada Türkiye'nin çevresel sonuçlar doğuracak yasal düzenlemeleri ele alışının "yasak savma" biçiminde olduğunu vurgulamak gerekir. Genelde, getirilen yeni öneriler kamuoyunda yeterince tartışılmamakta, demokratik kitle örgütlerinin, üniversitelerin ve uzman çevrelerin görüşü alınmadan bir an önce yasama faaliyetlerine geçilmektedir. Buna benzer biçimde doğrudan doğruya çevresel öğeleri konu edinen ama başlığında "çevre" sözcüğü geçmeyen pek çok tasarı TBMM'de Çevre Komisyonu'ndan geçmeden yasalaşmaktadır. Sözgelimi, Turizmi Teşvik Kanunu, Endüstri Bölgeleri Kanunu, 20 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, RG, 27.07.2004, S. 25535. 21 Söz konusu yasal düzenlemeye karşı yöneltilen eleştiriler için Bkz. Oktay Ekinci, “Umut Yasası’nda Kaygılar”, Cumhuriyet, 12.08.2004; ODTÜ Mimarlık Fakültesi Görüşü, 24.08.2004 (http://www.mimarlarodasi.org.tr) ve TMMOB Mimarlar Odası Görüşü, 05.07.2004 (http://www.mimarist.org.tr). 22 DPT, Türkiye İçin Katılım Ortaklığı Belgesi (14 Nisan 2003 tarihinde AB Konseyi tarafından kabul edilen nihai metin), Ankara, 2003, s.15. 23 DPT, Türkiye'nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Ankara 2003, s.101-103. 24 Avrupa Toplulukları Komisyonu, Türkiye'nin Katılım Yönünde İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu, [ COM (204) 656 Final ] . 8 Orman Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gibi belgeler hazırlık aşamasında Çevre Komisyonu'ndan geçmiş değildir.25 Genel olarak bakıldığında, Türkiye'nin hazırlık süreci içinde en zayıf olduğu konunun "çevre" olduğu rahatlıkla söylenebilir. Üyelik görüşmelerine yeni başlanacak bu dönemde tarım ve çevrenin iki önemli engel olarak görülmesi de bundan kaynaklanmaktadır. Bu noktada, AB düzenlemelerinde öngörülen çevre kurallarının ancak ekonomik koşulların elverdiği ölçüde uygulandığını, çevre ölçütlerinin belirlenmesinde birinci etmenin üretim ve pazarlama aşamalarında birörnekliği sağlama olduğunu da belirtmek gerekir. Her ne kadar Birlik belgelerinde çevrenin önem verilen konuların başında geldiği gözlense de, satır aralarından ekonomik yararın çevresel değerlere yeğlendiğini okumak olanaklıdır. Bu durumu, Türkiye’de büyük tepki doğuran kimi uygulama ve yasal düzenlemelerin olumlu biçimde değerlendirilmesinden anlayabiliyoruz. Örneğin, 2004 yılı İlerleme Raporu'nda, kamuoyunda kuşku ile karşılanmasına karşın, Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesinin, yeni maden yasasının ve ÇED yönetmeliğinde yapılan değişikliğin birer gelişme olarak nitelendirilmesi dikkat çekmektedir. Sonuç Küresel sermaye birikiminin günümüzde yaşanan ekolojik bunalıma etkisini çözümlerken yalnızca çevresel değerler üzerinde kurulan baskıyı ele almak yeterli olmayacak, bunun yanında, ekonomik-siyasal boyutları da hesaba katmak gerekecektir. Sözgelimi, ilk bakışta yalnızca doğal değerlerin bozulması sürecinin bir parçası olarak görülebilecek iklim değişikliğinin kökenine inildiğinde, sorunun dünyadaki eşitsiz ekonomik-siyasal ilişkilerin sonucundan başka bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Bundan ötürü, herhangi bir çevre sorununun incelenmesi, söz konusu sorunu yaratan toplumsal-ekonomik ortamın da sergilenmesini zorunlu kılacaktır. Bu açıdan Türkiye'nin içinde bulunduğu ekolojik durumun, ekonomik ve siyasal durumuyla koşutluk göstermesi şaşırtıcı değildir. Son dönemdeki yeniden yapılanma çabalarına bir bütün olarak bakıldığında, dönüşümün ardındaki temel dürtünün, AB'ye uyum çabaları, demokratikleşme istemleri gibi yüzeydeki etmenler bir yana bırakılacak olursa, sermaye birikimini hızlandırmak olduğu görülecektir. Bir açıdan bu durum, Wallerstein'dan yola çıkılarak, küresel sermaye birikiminin yayılma isteğinin dolaysız bir sonucu biçiminde de değerlendirebilir. Sermayenin sürekli olarak büyüme eğiliminde olması ve üretim düzeyini yükseltmek zorunda kalması, buna karşılık var olan doğal kaynakların sınırlı olması sorunun temel kaynağıdır. Türkiye'nin 2000'li yılların başında olduğumuz şu günlerde çevre yönetiminde geçirdiği dönüşüm de bu genellemenin içinde ele alınabilir. Örneğin, yeniden düzeltim çabalarının dayanak noktalarından biri olan yerinden yönetimin egemen kılınması gibi bir ilke, Turizmi Teşvik Kanunu'nda yapılan değişiklikte görülebileceği gibi, gerektiğinde göz ardı edilebilmektedir; Ceza Kanunu'nda çevre suçları için yapılan düzenlemeyi de benzer biçimde yorumlamak olanaklıdır. Sermayenin önündeki engellerin kaldırılması sonucunu doğuran küreselleşme süreci bir yandan doğal çevreyi ekonomik etkinliklerde kullanılacak bir pazar malı durumuna sokarken bir yandan da -Türkiye'nin AB'ye giriş sürecinde görülebileceği gibi- çevre yönetiminde daha koruyucu kuralların konulmasını sağlayabilmektedir. Uyum çalışmaları çerçevesinde gündeme gelen ve önümüzdeki dönemde daha sık karşımıza çıkacağı anlaşılan bu düzenlemelerin önemli bölümünün yaşam kalitesini artırmaya dönük önlemler içerdiğine kuşku yok. Gerçekten de bunların büyük bir bölümü çevre yönetiminin yıllardan beri eksikliğini duyduğu düzenlemelerden. Sözgelimi, Hayvanları Koruma Kanunu'nun çıkarılmasını ya da İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin kabul edilmesini olumsuz biçimde değerlendirmek oldukça güç. Söz konusu durum, yapısal bunalım içindeki 25 Nuran Talu, TBMM'de Çevre Siyaseti, Nobel, Ankara, 2004, s.61. 9 kapitalizmin aşırılıklarını törpüleme isteği ile açıklanabilir. Doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı azaltacak önlemlerin öngörülmesi ya da ekolojik üretime dayanan yeni bir sektörün, "yeşil pazar"ın oluşturulması da bu yönde değerlendirilebilir. Çevre yönetimin yeniden biçimlenmesi sonucunu doğuran söz konusu düzenlemelerin gündeme gelmesinde, 2000'li yılların başında yaşanan ağır ekonomik bunalımın ve iktidarın üretim ve istihdamı artırma isteğinin önemli payı bulunduğu kuşkusuz. Ancak, ülke ekonomisinin bütünüyle serbest pazar kurallarına ve uluslararası sermayeye eklemlenmesi yönündeki güçlü küresel rüzgarların bu gelişmelerden birinci derecede sorumlu olduğu da yadsınamaz. Bütün bu dönüşüm arzusunun ardında, doğal değerlerin ekonomik yarar uğruna vazgeçilebilecek bir kaynak olarak görülmesi bulunmaktadır; yoksa bu kadar kısa süre içerisinde, ormanların satışı, sit alanlarının imara açılması, çevreye karşı suçların ertelenmesi, kıyılarda, doğal ve tarihi nitelik taşıyan alanlarda madenciliğe izin verilmesine yönelik tasarıların gündeme gelmesini açıklayamazdık. Kaynakça Avrupa Toplulukları Komisyonu, Türkiye'nin Katılım Yönünde İlerlemesi Hakkında 2004 Yılı Düzenli Raporu, [COM (204) 656 Final]. Çağlar, Yücel, "Kamunun Yeniden Yapılandırılması ve Çevre", Kamu Yönetimi Dünyası, Ocak-Haziran 2004, S.17-18, s.54-56. Çevre Mühendisleri Odası, VI. Dönem Çalışma Raporu (2002-2004), Ankara, 2004. DPT, Türkiye İçin Katılım Ortaklığı Belgesi (14 Nisan 2003 tarihinde AB Konseyi tarafından kabul edilen nihai metin), Ankara, 2003. DPT, Türkiye'nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İlerleme Raporu, Ankara, 2003. Duru, Bülent, "Kronik: Doğal, Kültürel Varlıklar ve AKP: Orman Alanlarının Satışı, Sit Alanlarının İmara Açılması", A.Ü. SBF Dergisi, Temmuz-Eylül 2003, No: 58/3, s.233-239. Duru, Bülent, "Ormanların Özelleştirilmesi, Kıyılar ve Dünya Bankası: Doğal Değer mi, Ekonomik Kaynak mı?", Planlama, 2003/1, s.47-51. Ekinci, Oktay, “Umut Yasası’nda Kaygılar”, Cumhuriyet, 12.08.2004. Ercan, Fuat, "Neo-Liberal Orman Yasalarından Kapitalizmin Küresel Kurumsallaşma Sürecine Geçiş: Hukuk-Toplum İlişkileri Çerçevesinde Türkiye'de Yapısal Reformlar-II", İktisat Dergisi, Mayıs 2003, S.437, s.12-31. Ersoy, Melih, "Merkezi ve Yerel Yönetimlerin Yeniden Yapılanmasına ilişkin Taslakların Getirdikleri", Planlama, 2003/4, s.41-46. Geray, Cevat, "Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Yasal Düzenlemeye Toplu Bakış", Mimarlık, Eylül-Ekim 2004, S.319, s.29-34. Güler, Birgül Ayman, "Devlette Reform", Kamu Yönetimi Dünyası, Ocak-Mart 2003, S.13, s.4-32. 10 Günaydın, Gökhan, "Devlette Reform ve Tarım Yönetimi", Kamu Yönetimi Dünyası, OcakMart 2003, S.13, s.26-32. Günaydın, Gökhan, "DTÖ, CANCUN ve Türkiye Tarım Sektörü Üzerine", Kamu Yönetimi Dünyası, Ekim-Aralık 2003, S.16, s.39-42. İslamoğlu, Huricihan, "Yeni Düzenlemeler ve Ekonomi Politik: IMF Kaynaklı Kurumsal Reformlar ve Tütün Yasası", Birikim, Haziran 2002, S.158, s.20-27. Keleş, Ruşen ve Birol Ertan, Çevre Hukukuna Giriş, İmge, Ankara, 2002. Mengi, Ayşegül ve Nesrin Algan, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003. Özkaya, Tayfun ve Ferruh Işın, "Küreselleşmenin Türkiye Tarımı Üzerine Etkileri", Türk Tarım Dergisi, Temmuz-Ağustos 2004, S.158, s.40-45. Talu, Nuran, TBMM'de Çevre Siyaseti, Nobel, Ankara, 2004. Wallerstein, Immanuel, "Ecology and Capitalist Costs of Production: No Exit", Keynote Address at PEWS XXI, The Global Environment and World-System, California, Santa Cruz, April 3-5, 1997. Wallerstein, Immanuel, Bildiğimiz Dünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim, 2. Basım, Çev.Tuncay Birkan, Metis, İstanbul, 2003. Ziraat Mühendisleri Odası, Son Yasal Düzenlemeler Kapsamında Toprak ve Su Kaynaklarımızın Korunması Konusunda TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası'nın Görüşleri, Temmuz 2004, (http://www.zmo.org.tr). 11