T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ HADİS ANA BİLİM DALI SÜNNET’İN RİVAYETLERLE TEMELLENDİRİLMESİ SORUNU BAĞLAMINDA SUYUTÎ’NİN MİFTAHU’L CENNE ADLI ESERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ (Yüksek Lisans Tezi) Ahmet SUBAŞI ANKARA 2005 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ HADİS ANA BİLİM DALI SÜNNET’İN RİVAYETLERLE TEMELLENDİRİLMESİ SORUNU BAĞLAMINDA SUYUTÎ’NİN MİFTAHU’L CENNE ADLI ESERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ (Yüksek Lisans Tezi) HAZIRLAYAN Ahmet SUBAŞI TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. Bünyamin ERUL ANKARA 2005 II İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ……………………………………………………………………………....V KISALTMALAR………………………………….…...…………………………..XII GİRİŞ…...…………………………………………………………………………VIII A- TEZİN KONUSU VE ÖNEMİ………………………………………………...VIII B- TEZİN AMACI………………………………………………………………...VIII C- TEZİN METODU VE PLANI…………………………………………………VIII D- SUYUTÎ’NİN DÖNEMİNE VE HAYATINA KISA BİR BAKIŞ……………..IX 1- Sosyal, Siyasal ve İlmi Açıdan Suyutî Dönemi…………………………..IX 2- Suyutî’nin Hayatı..………………………………………………………...X 3- Suyutî’nin Eserleri………………………………………………………..XI BİRİNCİ BÖLÜM MİFTAHU’L-CENNE VE İÇERİĞİ A- MİFTAHU’L-CENNE’NİN TANITIMI………………………………………….1 1- Kitabın Yazılış Amacı……………………………………………………..1 2- Suyutî’nin Kitaptaki Üslubu……………………………………………….1 3- Kitabın Kaynakları………………………………………………………...2 4- Kitap Üzerinde Yapılan Çalışmalar………………………………………..3 B- MİFTAHU’L-CENNE’NİN İÇERİĞİ…………………………………………….4 1- Hz. Peygamber ile İlgili Ayetlerin Değerlendirilmesi…………….…….....4 2- Hikmet Kavramı………………………………………………………….10 3- Kur’an-Hadis İlişkisi……………………………………………………..15 4- Sahabe’nin Adaleti Meselesi……………………………………………..17 5- Sahabe Sözünün Değeri…………………………………………………..20 6- Rafızîler ve Hadis İnkârcılığı…………………………………………….22 İKİNCİ BÖLÜM MİFTAH’TAKİ RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRMESİ A- MERFU RİVAYETLER………………………………………………………...26 1- Hadisleri Kur’an’a Arz Rivayeti………….………………………………26 2- Hz. Peygamber’in Hadis Nakledenlere Duası……………………………29 III 3- Erike Hadisi………………………………………………………………31 4- Bırakılan İki Rehber: Kur’an ve Sünnet veya Ehl-i Beytim…….....…….34 5- “Raşid Halifelerin Sünneti” Rivayeti…………………………………….37 6- Altı Kişiye Lanet Rivayeti………………………………………………..40 7- Sünneti İhya Rivayeti…………………………………………………….43 8- Bozulma Döneminde Sünnete Sarılma Rivayeti…………………………46 9- “Cebrail Kalbime Üfledi” Rivayeti………………………………………48 10- Hz. Peygamber’e İtaat Eden ile İsyan Edenin Durumu ile İlgili Rivayet.49 11- Düşürülen Cenin Rivayeti………………………………………………50 12- Veba ile İlgili Rivayet…………………………………………………...50 13- İddet Süresi ile İlgili Rivayet……………………………………………51 14- Muaz Hadisi……………………………………………………………..52 15- İmamlıkta Öncelik ile İlgili Rivayet…………………………………….54 16- “Ashabım Yıldızlar Gibidir” Rivayeti…………………………………..55 17- Rey Karşıtı Rivayet……………………………………………………..55 18- Bid’at- Sünnet Hakkındaki Rivayetler………………………………….56 19- Kırk Hadis Rivayeti……………………………………………………..57 20- Genel Değerlendirme……………………………………………………58 B- MEVKUF VE MAKTU’ RİVAYETLER……………………………………….59 1- Hz. Ömer’in Zan ve Rey ile İlgili Sözleri………………………………..59 2- Hz. Ali’nin Mest ile İlgili Sözü…………………………………………..61 3- İmran b. Husayn ile Bir Adam Arasındaki Diyalog……………………...62 4- Abdullah b. Ömer’in Sözü………………………………………………..67 5- Muhammed b. Sirin’in Sözü……………………………………………...70 6- Hasan b. Atiyye’nin Sözü………………………………………………...71 7- Süfyan es-Sevri’nin Sözü………………………………………………...71 8- Genel Değerlendirme……………………………………………………..72 SONUÇ……………………………………………………………………………...73 KAYNAKÇA………………………………………………………………………..74 TEZİN ÖZETİ………………………………………………………………………80 IV ÖNSÖZ Hicri birinci asrın ortalarından itibaren Sünnetin dindeki konumu tartışılmaya başlamış olup günümüze kadar devam ede gelmiştir. İster geçmişte olsun, isterse günümüzde olsun ferdi yaklaşımları devre dışı bırakırsak, sünneti toptan reddeden bir mezhep ya da grupla karşılaşmamaktayız. Bu da bize gerçekten Kur’an-Sünnet ikilisinin birbirlerinden bağımsız değerlendirilemez olduğunu gösterir. Tabiî ki birincisi asıl, ikincisi ise birincinin tefsiri ve yorumudur. İslam düşünce tarihi boyunca, âlimler bir konuda söz söylerlerken, o sözün karşıtını da söylemişlerdir. Bu yöntemin önemli faydaları olduğu gibi, bazen de zararları oluyor. Şöyle ki, sünnetle ihticac konusu gündeme gelince, âlimlerimiz, sünneti kabul edenler ve kabul etmeyenler şeklinde bir tasnif geliştirmişlerdir. Bunu genellikle Ehl-i Sünnete bağlı olan âlimler yapmış ve sünneti inkâr edenlerin sözleri ve teorilerini tam anlamadan karşı çıkmışlar veya yanlış yorumlamışlardır. Oysa bu gün yapılan çalışmalarda görüldüğü üzere, İslam düşünce tarihinde sünneti inkâr eden bir mezhep veya bir topluluk yoktur. Ferdi çabalarda bir ekol oluşturacak seviyeye gelememişlerdir. Bu gün bizim yapmamız gereken, genellemelere gitmeden, İslam Düşünce tarihinde önemli roller oynamış bu mezhepler hakkında daha fazla araştırmalarda bulunmak ve mümkün ise bu mezheplerin ana kaynaklarına ulaşmak olmalıdır. Suyutî, Miftahu’l-Cenne adlı kitabını yukarıdaki tasnif sistemine uygun olarak yazmıştır. Yani sünneti kabul edenler ve kabul etmeyenler. Sünneti kabul etmeyenleri şöyle saymaktadır: Başta Rafızîler olmak üzere, arz hadisini kabul edenler, Erike hadisini kabul etmeyenler vb. Aslında arz hadisini kabul edenler sünneti inkâr etmemektedirler. Onlar sadece sünnetin Kur’an’a arz edilmesini ve Kur’an’a aykırı olanların elemesini istemektedirler. Normal şartlar altında arz hadisi ile Erike hadisi çelişmez ve ikisinin arası bulunabilir. Tezimizi hazırlarken Miftahu’l-Cenne’nin birkaç basılmış nüshasıyla karşılaştık. Bunların içinde en genişi ve kanaatimizce en az hatalısı olan Bedr b. Abdillah el-Bedr tarafından tahkik, tahric, tahlil ve tenkidi yapılan nüshayı temel aldık ve tezimizdeki Miftah’ın sayfa numaraları da bu nüshaya göre verdik. V Tez konusunu seçmede ve çalışmalarım boyunca kütüphanesini ve tenkitlerini benden esirgemeyen hocam, Doç. Dr. Bünyamin ERUL’a ve ayrıca Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL’a, Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM’a ve Prof. Dr. Kamil ÇAKIN’a teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Ahmet SUBAŞI SİVRİHİSAR - 17.12.2005 VI KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale a.g.md. : Adı geçen madde b. : İbn bnt. : bint bkz. : Bakınız C. : Cilt Derg. : Dergi H. : Hicri Hz. : Hazreti İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi ö : Ölüm tarihi s. : Sayfa S. : Sayı s.a.s. : Sallallahu aleyhi ve sellem. DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi thk. : Tahkik eden trc. : Tercüme eden ty. : Tarih yok yay. : Yayınları yy. : Basım yeri yok VII GİRİŞ A- TEZİN KONUSU VE ÖNEMİ Hicri birinci asırda başlayıp günümüze kadar canlılığını koruyan Sünnet’in dindeki konumu, Suyutî’nin Miftahu’l Cenne adlı kitabında geçen rivayetlerin tahric, tahlil ve değerlendirilmesi ve Sünnetin rivayetlerle temellendirilmesinin değerinin ortaya konulması vb. konular üzerinde çalışılmıştır. Bu güne kadar sünnet, Kur’an’dan sonra hep ikinci kaynak olarak gösterilmiş ve temellendirilmeye onun kaynak çalışılmıştır. olduğu, Tabii Kur’an’dan bu ayetler yapılırken ve rivayetlerle ayetlerin bağlamı düşünülmemiştir. Rivayetler delil gösterilirken de rivayetlerin sahih olup olmadığına bakılmamıştır. İşte bütün bunlardan dolayı, bu konular az da olsa irdelenmeye çalışılmıştır. Başta ayetlerin delil olma, sonra da rivayetlerin delil gösterilme değeri ortaya koymaya çalışılmıştır. B- TEZİN AMACI Sünnet’in rivayetlerle temellendirilmesi, Miftahu’l Cenne adlı kitaptaki rivayetlerin tahriç, tahlil ve tenkit edilmesi ve bu rivayetlerin gerçekten sünnete delil olarak gösterilebilir olup olmadığının araştırılması tezimizin temel amacıdır. Kur’an-ı Kerim’de geçen hikmet kavramı değerlendirilmesi, Sünneti inkâr edenin durumu, Rafızî kavramının değerlendirmesi ve bazı rivayetlerin tahlil ve tenkidi vb. hususlar da tezin hedefleri arasındadır. C- TEZİN METODU VE PLANI Öncelikle Suyutî’nin Miftahu’l-Cenne adlı kitabı okunarak, içeriği usul konuları ve rivayetler şeklinde iki kısma ayırılmış olup önce usul konuları hakkında bilgiler verildi daha sonrada rivayetlerin tahrici, tahlili ve tenkidi yapıldı. Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahseden ayetler tespit edilerek, bu ayetlerin sünnete delil olabilme değerinin tartışıldı. İslam düşünce tarihi boyunca sünnete delil olarak gösterilen rivayetlerin değerlendirilmesi yapılıp ve bu rivayetlerden bazıları Hz. Peygamber’e ait olmadığı ve daha sonraki tartışmalar sırasında ortaya atılmış olma ihtimalinin yüksek olduğu ve bu rivayetlere bağlayıcılık kazandırılması için de Hz. Peygamber’e isnat edilmiş olabileceği ihtimali tartışıldı. Suyutî’nin Peygamberlik anlayışı tespit edilmeye çalışıldı ve bu anlayışın onun bu kitaptaki rivayetlerin VIII kullanmasındaki rolünü araştırıldı. Netice de insanın bir konudaki anlayışı onun yöntemini, kaynakları kullanmadaki seçiciliğini ve rivayetlere bakışını etkilediği görüldü. Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahseden ayetler değerlendirilirken bu ayetlerin bağlamı, öncesi ve sonrasındaki ayetlerle ilişkisi ve nüzul sebebine dikkat edildi. Hikmet kelimesi değerlendirilirken de, bu kelime başta sözlüklerden araştırıldı ve sonra da, Kur’an’ın bütünlüğü içinde değerlendirildi. Rivayetler değerlendirilirken de, önce rivayetin isnadı değerlendirildi, sonra da metnine geçildi ve bu sürecin sonunda rivayet hakkında hüküm verildi. D- SUYUTÎ’NİN DÖNEMİNE ve HAYATINA KISA BİR BAKIŞ 1- Sosyal, siyasal ve İlmi Açıdan Suyutî Dönemi Miftah’ın yazılış sebeplerini daha iyi anlamak için, Suyutî’nin içinde bulunduğu ortamı tahlil etmek gerekmektedir. Suyutî, Mısır’da Memluk Devleti’nin hüküm sürdüğü bir zaman diliminde yaşadı. Kendisinin olgunluk dönemi Sultan Kayıtbay’ın hükümdarlığına denk düşmektedir.1 Bu döneme baktığımızda Moğol istilası olarak tarihte bilinen bir barbarlığın İslam coğrafyasını yakıp kavurduğunu görmekteyiz. Bu barbarlık sonucu Abbasi halifeliği yıkılmış, Bağdat kütüphaneleri talan edilmiş, kitaplar yakılmış, diğer bir ifadeyle, bir taraftan siyasi istikrar, diğer taraftan da ilim ve kültür adına ne varsa yok edilmiştir.2 Bu dönemde, Safevi Devletinin bölgeye açılma dönemidir. Safevi Devletinin Şiilik propagandası Sünnî İslam dünyasını rahatsız etmekteydi. Memlükler Devletinin topraklarında yaşayan âlimler kalemleriyle bu Şiilik propagandasına karşı mücadele etmeye çalışmaktadırlar. Suyutî’nin kitabı bu açıdan ele alınabilir. Ayrıca Abbasi devletinin yıkılmasından sonra, Karmatî ve Batînîlik hareketleri birer tehlike olarak baş göstermişlerdir. Bu hareketler de Sünnî İslam anlayışını tehdit etme açısından önemlidir. Nitekim Sünnî ulema bunlara karşı da mücadele etmiştir.3 1 Hamude, Tahir Süleyman, Celaluddin es-Suyutî, el-Mektebetü’l-İslamî, Beyrut, 1989, s. 23. 2 Aslan, Recep, Suyûtî’nin Hadis İlmindeki Yeri, Basılmamış Doktora tezi, Ankara, 2005, s. 5. 3 Hamude, a.g. e., s. 27. IX Suyutî döneminde toplumsal yapı dört tabakadan oluşmuştur: a) Birinci Tabaka (Sultanlar ve Emirler), b) İkinci Tabaka ( Âlimler ve Fakihler), c) Üçüncü Tabaka (Tüccarlar), d) Dördüncü Tabaka (Çiftçiler, Esnaflar, Sanatkârlar vb.)4 Suyutî’nin yaşadığı bu asır, siyasi açıdan fesad, sosyal açıdan ayrılık ve yok olma asrı olmasına rağmen ilmi açıdan bir ilerleme ve toparlanma asrı olmuştur. Bu dönemde ilmin canlanması bu sebeplere bağlıdır: a) Moğol İstilasından dolayı âlimlerin doğudan Mısır’a hicret etmeleri, b) Haçlıların ve Tatar Moğolların yok ettiği ansiklopedik çaptaki İslam eserlerinin aynısını yazma, c) İlim adamları için kurulan hayır vakıflarının çoğalması, d) Âlimler arasındaki ilmî rekabetler.5 Bütün bu olumsuzluklar Suyutî’yi böyle bir kitabı yazmaya sevketmiştir. Zaten kitabın genelinde bu savunmacı bir anlayış kendisini göstermektedir ve Müellif kendisini savunmak için eline geçen bütün rivayetleri, tenkid ve tahlile tabi tutmadan eserinde zikretmiştir. 2- Suyutî’nin Hayatı Celaluddin Ebu’l-Fadl Abdurrahman b. Kemal Ebi Bekir b. Muhammed b. Sabıkıddin b. el- Fahr Osman b. Nasırıddin Muhammed b. Seyfiddin Hıdır b. Necmiddin Ebi’s-Salah Eyyûb b. Nasırıddin Muhammed b. eş-Şeyh Humamiddin elHudayri el-Suyutî eş-Şafii, 849/1445 yılı Recep ayı başında, Pazar gecesi akşamdan sonra, güney Mısır’da bulunan Asyut (Suyut) kasabasında dünyaya gelmiştir. O sıralarda Mısır ve havalisi Memlukların idaresi altında idi. Babası, Kemaluddin Ebu Bekr, Şafii fakihlerindendi. Küçük yaşta babasını kaybederek yetim kalan Suyutî, akrabalarının yardım ve himayesinde büyüyerek tahsiline devam etti. Zamanın eğitim sistemine uyarak, henüz yedi yaşında iken hafızlığını tamamladı ve sahip olduğu üstün zekâ ve kabiliyeti ile lüzumlu bütün bilgileri öğrendi.6 Suyutî’nin gençlik yıllarında Mısır ve çevresi, ilmi faaliyetler bakımından oldukça hareketli bir yapıya sahiptir. Genç Suyutî, bu ilmi çevreden yeterince istifade etmesini bilmiş, yetkili ilim erbabınca verilen derslere devam ederek dini ilimlerde, lüzumlu bütün bilgilere sahip olmuştur. O; Şihabuddin eş-Şarimsahi, Alemuddin elBulkini (868/1463), Şerafuddin el-Munavi (871/1466), Takıyuddin eş-Şumunni 4 Aslan, a.g.e., s. 11-13. 5 Aslan, a.g.e., s. 13-14. 6 Suyutî, Husnu’l-Muhadara, Matbaatu İdareti’l-Vatan, Mısır, 1299, s. 188–195. X (872/1468), Muhyiddin Kafiyeci (879/1474), Seyfuddin el-Hanefi, Siracuddin elBulkini (805/1403), Muhammed b. İbrahim eş-Şirvani, İzzuddin el- Kinani(876/1471), Şemsuddin Muhammed es-Sahavi (902/1496), Celaluddin elMahalli (864/1459) vb. âlimlerden istifade etmiştir. Kendisi daha gençliğinde birçok seyahat yapmış olup Şam, Hicaz, Yemen, Hind, Mağrib ve Sudan’a gitmiştir. Hicaz seyahati esnasında bir sene Mekke’de kalmıştır. Ayrıca Mısır’ın Dimyat, Feyyum ve İskenderiye gibi yerlerini de ziyaret etmiştir.7 Suyutî tedris vazifesine, ilk defa üstadı el-Bulkinî’nin delaletiyle şevval 870/1466 tarihinde el-Şayhunî camisinde fıkıh tedrisiyle başlamıştı. Kısa sürede şöhreti muhitinde yayılmış ve derslerini bazı müderrisler bile takip etmiştir. Ayrıca Tolunoğlu camiinde fetva vermeye ve hadis imlasına başlamıştır.8 Kendisi dolu dolu bir hayat yaşadıktan sonra, 60 yaşlarında duçar olduğu bir hastalık sebebiyle çökmeye başladı ve kısa süren hastalık devresinden sonra 911/ 1505 senesi 19 Cemaziyelevel Cuma sabahı vefat etti ve Kahire yakınlarındaki Babu’l-Karafe mezarlığına defnedildi.9 3- Suyutî’nin eserleri Suyutî, Kur’an İlimleri, Hadis, Hadis Usulü, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Tefsir, Tefsir Usulü, Muhtelif Meseleler, Dil, Edebiyat, Beyan, Tasavvuf, Menakıb, Tabakat, Tarih ve Adâb gibi alanlarda irili-ufaklı yaklaşık olarak 1000 eser vermiştir.10 Suyutî’nin hadis alanında yazdığı matbu olan eserlerinden bazıları şunlardır: 1- Tedrîbu’r-Râvî fi Şerhi Takrîbi’n-Nevevî, Mısır, 1307. 2- Tenvîru’l-Havâlik Şerhun ala Muvatta’i Malik, Mısır, 1950/1369. 3- el-Leâlu’l-Mesnûa fi’l-Ehâdisi’l-Mevdûa, Mısır, 1317. 4- Misbahu’z-Zecace ala Süneni İbn Mace, Msır, 1964. 5- el-Câmiu’s-Sağîr li Ehâdisi’l-Beşîri’n-Nezîr, Mısır, 1321. 6- Tevilu Ehâdisi’l-Mûhime li’t-Teşbih, Cidde, 1399/1979. 7 Sobernheim, M, Suyutî md, İslam Ansiklopedisi, M.E. B. yay., XI. 259. 8 Sobernheim, a.g.md., XI. 259. 9 Sobernheim, a.g.md., XI. 260. 10 Hamude, a.g.e., s. 24. XI 7- Elfiyetu’s-Suyutî fi Mustalahi’l-Hadîs, Mısır, ty. 8- ed-Dureru’l-Müntesire fi’l Ehâdisi’l-Müştehire, Mısır,1307. 9- Esbâbu Vurudi’l-Hadîs: Hadisler ve sebepleri, (trc: Necati Tetik, A. Okçu), Erzurum, İhtar Yay, 1996. XII BİRİNCİ BÖLÜM MİFTAHU’L-CENNE VE İÇERİĞİ A) MİFTAHU’L-CENNE’NİN TANITIMI Suyutî’nin bu eseri, aslında diğer eserlerden bir derleme olmasına rağmen yazıldığı günden bu yana, hadis alanında çalışma yapan herkesin dikkatini çekmiş olup Sünnetin dindeki konumuyla ilgili yazılan tüm eserlerin kaynakçasında yer almıştır. 1- Kitabın yazılış amacı Müellif eserini şu amaçla yazmıştır: “Zındık bir Rafızî, sık sık sünnetin dinde delil sayılmayacağından, yegâne delil kaynağının Kur’an olduğundan bahsetmeye başladı. Bu iddiasını kanıtlamak için de, ‘Benden size ulaşan hadisleri Kur’an’a arz edin. Kur’an’da aslı olanları kabul edin, olmayanları reddedin’1 uydurma hadisini ileri sürmektedir. Bu iddiayı, başkaları gibi ben de bizzat kendisinden duydum. Ne var ki bazıları buna hiç aldırış etmezken, bazıları da bu fikrin aslını ve nereden kaynaklandığını bilmemektedir. İşte bu iddianın aslını ortaya koymak, yanlışlığını ispatlamak ve taşıdığı tehlikeyi vurgulamak amacıyla bu satırları kaleme aldım.”2 Görüldüğü gibi müellif eserinin kaleme alma amacını, sünnetin dindeki konumunu ve dinde sünnete yer vermeyenlerin düşebileceği hataları ispatlamak şeklinde özetlenebilir. 2- Kitaptaki Üslup ve Yöntemi Müellifimiz eserinde şöyle bir yöntem takip etmiştir: a) Başta, Şafiî, Beyhakî, Darimî ve diğer eserlerinden merfu rivayetleri nakleder. Bu rivayetler arasına da usul konularını serpiştirir. Usul konularını da ayetlerle destekler. b) Sahabilerin sünnetle ihticac ettiğini söyler ve onların sünnet hakkındaki görüş ve uygulamalarına yer verir. Bu konudaki rivayetleri naklederken de sahabenin sünnetle ihticac ettiği konusunda icma’ olduğunu ve sahabilerin asla yalan söylemediğini ifade eder. 1 Bu rivayetin tahric, tahlil ve tenkidi Rivayetler bölümünde ele alınacaktır. 2 Suyutî, Miftahu’l-cenne fi’l İ’tisami bi’s-Sünne, (thk: Bedr b. Abdillah el-Bedr ), Beyrut, 1414/1993, s. 15. c) Tabiînin de sahabiler gibi sünnetle ihticac ettiğini onlardan da görüş ve uygulamalar nakleder. Bu arada sahabe ve tabiînden bazılarının hadisleri toplamak için seyahatler yaptığını da zikreder. d) Bütün bu teorik konuları zikrettikten sonra, konuyla ilgili pratikleri nakletmeye geçer ve Kur’an’ın sünnete muhtaç olduğunu, sünnet olmadan nasihmensuh, esbabü’n-nüzul, umum ve husus vb. konuların bilinemeyeceğini zikreder. Hadisle meşgul olan kişilerin faziletlerinden bahseder ve bu kişilerin her dönemde azınlıkta olduğunu söyler. Bu şahısların bulunmadıkları zamanda, diğerlerinin helak olacağına dair rivayetler nakleder. Bu arada müellif bu konuyu gereğinden fazla abartmış ve Kur’an Kerim’i öğrenmeyi nafile, Sünneti öğrenmeyi ise farz olduğuna dair rivayetler nakletmiştir. e) Eserde bazı rivayetler oldukça fazla tekrar edilmiştir. Bu rivayetler şunlardır: “Arz rivayeti, Erike hadisi, İmran b. Husayn ile bir şahıs arasındaki diyalog ve Şafiî ile bir şahıs arasındaki diyalog” tekrar edilenlerin başta gelenleridir. f) Müellif kendisi delil olarak kullandığı rivayetler konusunda hayli mütesâhil iken, hatta kendisi mevzu rivayetleri dahi delil gösterirken, karşı tarafın rivayetlerine yaklaşımda oldukça müteşeddiddir. Bu da onun ne kadar sübjektif davrandığını bize göstermektedir. g) Şafiî’den naklettiğini söyleyen metinleri, aslında Şafiî’nin eserlerinden değil de, onları, Beyhakî’nin eserlerinden naklettiğine de şahit olmaktayız. 3- Kitabın kaynakları Suyutî’nin eserinde şu kaynakları kullanmıştır: a) Şafiî’nin er-Risalesi; müellif usul konularını genellikle bu eserden nakletmektedir. Bu eser bir nevi Suyutî’nin başvuru kaynağıdır. b) Beyhakî’nin Delailü’n-nübüvvesi ile Sünen-i Kübrasının Medhal kısımları; bu iki eserden oldukça fazla rivayet nakletmektedir. c) Darimî’nin Sünen’inin Mukaddime’si; bu eserden merfu ve mevkuf rivayetler nakletmektedir. d) Ebu Nuaym’ın Hilyetü’l Evliya’sından merfu rivayetler nakleder. e) el-Hatib el-Bağdadî’nin el-Fakih ve Şerefu Eshabi’l-Hadis adlı iki eserinden, daha sonraki imam ve âlimlerin hadis ve sünnet hakkındaki görüşlerini nakletmektedir. 2 f) Lalekaî’nin Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i sünnet merfu rivayetler nakletmektedir. g) Heysemi’nin Mecmau’z-Zevaid’ından merfu ve mevkuf rivayetler nakleder. h) Kuşeyri’nin Risalesi’nden mutasavvıfların hadisler hakkındaki görüşleri nakletmektedir. Günümüzde hepsi basılı olan bu eserlerin çoğu geç dönemde yazılmış eserler olup birinci el kaynak değillerdir. 4- Kitabın neşri ve dilimize çevirileri Eser üzerinde yapılan çalışmaları iki kısma ayırmayı uygun bulduk. a) Eserin neşri 1- Eser, ilk defa 1343/1924 yılında Mısır’da Mecmûatü’r-Resaili’l-Münîriyye içinde; 2- 1347/1928 ve 1353/1933’te Mısır’da, muhtemelen Münîriyye baskısı esas alınarak iki kez ofset basımı; 3- 1402/1982’de Medine’de bir kez daha, 1347/1928 tarihli nüshadan ofset basımı; 4- Dr. Seyyid el- Cemilî’nin basit bir tahkik ve talikiyle Mısır’da 1985’te; 5- Mustafa Abdülkadir Ata’nın tahkikiyle 1407/1987’de Beyrut’ta; 6- Abdurrahman Fahûrî’nin tahkik, tahriç, talik ve geniş bir mukaddimesiyle 1410/1990’da; 7- Bedr b. Abdullah el- Bedr’in tahriç, talik ve kısa bir mukaddimesiyle “Miftahu’l-Cenne fi’l-İ’tisam bis-Sünne” adıyla 1414/1993’te Beyrut’ta basılmıştır.3 Biz, Bedr b. Abdullah el- Bedr’in çalışmasını esas alarak bu kitap üzerinde incelemeler yaptık. b) Eserin çevirileri 1- Eser, ilk defa Zülfikar Güngör tarafından tercüme edilmiştir. 1985 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Lisans Tezi olarak hazırlanmış olup basılmamıştır. 2- Yüksel Kılıçaslan tarafından yapılmış ve “Akidede Sünnetin Yeri” adıyla 1987 yılında İstanbul’da basılmıştır. 3 Aşıkkutlu Emin, Miftahu’l-Cenne’ye yazdığı önsöz, s. 9. 3 3- Yusuf Çiftçi tarafından tercüme edilmiştir. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Lisans Tezi olarak hazırlanmış olup basılmamıştır. 4- Enbiya Yıldırım tarafından gerçekleştirilen tercüme, “ Sünnetin İslam’daki Yeri” adıyla 1992, 1996 ve 2000 yıllarında İstanbul’da basılmıştır. Bu tercümenin girişinde kısaca müellifin hayatına değinilmiştir. Konular için ara başlıklar konulmuştur. Tercümenin dipnotları oldukça zengindir. Eser, Dr. Ahmet Yıldırım’ın “Sünnet Üzerine” başlıklı makalesi ile bitmektedir. 5- Emin Aşıkkutlu tarafından yapılmış olup “Sünnetin Dindeki Yeri” adıyla 2003 yılında yapılan tercüme yine İstanbul’da basılmıştır. Bu tercüme, mütercimin kısa önsözüyle başlamaktadır. Konuları birbirinden ayırmak için konulan ara başlıklar, Enbiya Yıldırım’ınkinden hem daha fazla, hem daha isabetlidir. Mütercim, eserde geçen şahısların ölüm tarihlerini vermiştir. Dipnotları fazla zengin değildir. İlk baskı olması dolayısıyla eserde bazı hatalar bulunmaktadır. Eser kısa bir kaynakça ile bitmektedir. B) MİFTAH’IN İÇERİĞİ Bu başlık altında Miftah’ta geçen usul konuları incelenmiştir. Tabii ki rivayetler bölümünde görüleceği gibi, bu bölümde de kitapta geçen tüm konuları incelemek yerine konulardan bir kısmı incelenmiştir. 1- Hz. Peygamber ile ilgili Ayetlerin Değerlendirilmesi Suyutî eserinde, Şafiî’nin er-Risale adlı kitabından alıntı yaparak, Kur’an’da geçen Hz. Peygamber ile ilgili ayetlerin sünnete delalet ettiğini savunur4. Ulaşabildiğimiz kadarıyla Hikmeti, Sünnet olarak kitabında zikreden ilk kişinin Şafiî olduğudur. Her ne kadar kendisi de güvendiği bir kişiden bunu aldığını söylemişse de, bu kişinin kim olduğu belli değildir. Bizler de Kur’an’da geçen Hz. Peygamber ile ilgili ayetleri inceleyerek, onların gerçekten sünnete delalet edip etmediğini araştırmayı uygun gördük ve ayetleri şu başlıklar altında tasnif ettik: 4 Suyutî, Miftah, s. 17. 4 a) Hz. Peygamber’e imanın farz olduğunu ifade eden ayetler: “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manası ile sapıtmıştır.”5 b) Hz. Peygamber’e itaati ve ittibayı emreden ayetler: “(Resulüm) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Resulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”6 Kur’an, Hz. Peygamber’in fiziki yapısını değil, onun elçilik sıfatını öne çıkararak, insanlardan ona itaat etmelerini istemektedir. Peygamber, Allah ile insanlar arasında bir elçidir. Peygamber’in bu konumu önemlidir ve Kur’an bunu sık sık vurgulamaktadır. Netice olarak peygamber Allah’ın elçisi olması hasebiyle, ona karşı yapılan bu davranış Allah’a karşı yapılmış olmaktadır. Peygamber’e itaatten de kastın, Allah’ın peygamber aracılığıyla bildirdiği emirlere itaat olacaktır.7 c) Hz. Peygamber’e isyan etmeyi ve ona her türlü eziyeti yasaklayan ayetler: “Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”8 d) Hz. Peygamber’in Mü’minler için Allah’ın büyük bir lütfü olduğunu ifade eden ayetler: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”9 5 4. Nisa, 136; ayrıca bkz, 3/179; 4/170; 7/158; 9/91; 24/47: 48/8–9; 49/15; 57/28; 64/8. 6 3. Al-i İmran, 31–2; ayrıca bkz, 7/157–8; 3/132, 172; 4/ 13, 59, 61, 69, 80; 5/ 92; 7/ 157–8; 8/ 1, 20, 24; 9/ 71; 24/ 51–54, 56; 26/ 108; 33/ 33, 36–7, 64–66, 71; 47/ 33; 48/ 17; 49/ 14; 58/ 13; 64/ 12. 7 Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992, Birleşik Yay, s. 84. 8 4. Nisa, 14; ayrıca bkz, 4/ 42, 115; 8/ 13, 27; 9/ 61–3, 120; 24/ 47–50, 63; 33/ 36,57; 47/ 32; 48/ 10, 17; 49/1–3; 58/ 9. 9 3. Ali İmran, 164; ayrıca bkz, 2/151; 9/128–9; 62/2–4. 5 Kur’an’da Hz. Peygamber’in müminler için Allah’ın büyük bir lütfü olduğunu konu edinen ayetlere baktığımızda, ortaya konulan manzara İslamiyet öncesi insanların içinde bulunduğu kötü durumlardır. Allah, onlara İslam dinini göndererek büyük bir lütufta bulunmuştur. Ayrıca bu ayetlerle bir nevi müminlere psikolojik destekte verilmektedir. Müşrik ve diğer insanların kötü durumda olduğunu ve sonunda da cehenneme gireceğini ima edilmektedir. e) Hz. Peygamber’in insanlara en ideal bir örnek olarak gösteren ayetler: “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”10 Hz. Peygamber’in müminler için güzel bir örnek olduğunu ve uyulması gerektiği anlaşılmaktadır. Sünnet, uygulama alanında iki şekilde ele alınabilir. İlki metodoloji (yöntem), diğeri de davranış olarak sünnet. Hâlbuki Peygamber’in bir örnek olduğunu bizzat Kur’an bildirmektedir: “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”11 Bu ayetin Hz. Peygamber’in müminler için ideal bir örnek olduğuna delaleti apaçıktır. Nitekim bu ideal örneklik hemen hemen bütün peygamberler için geçerlidir ve de böyle olmak zorundadır. Zira onların peygamberlik sıfatının bir anlamı kalmaz. Yukarıdaki ayetin bir benzeri Hz. İbrahim için kullanılmıştır.12 f) Hz. Peygamber’e Kur’an’ı beyan ve tebliğ görev ve yetkisinin verildiğini gösteren ayetler: “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir” ve “Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”13 10 33. Ahzab, 21; 68/ Kalem, 1–4. 11 33. Ahzab, 21; 68/ Kalem, 1–4. 12 60. Mümtehine, 4. 13 14. İbrahim, 4; 5. Maide, 76; ayrıca bkz, 4/ 105; 5/ 19; 16/ 35, 44, 64, 82; 24/ 54; 42/ 48. 6 Allah, peygambere Kur’an’ı açıklama görevi vermiş fakat müminlerden istediği şey ise Kur’an uymaktır. Kur’an genel olarak baktığımızda kendi kendisini tefsir ediyor ve Peygamber’den istenen ise kendisine indirilen Kur’an’ı insanlara açıklanmasıdır, onu gizlememesidir. g) Hz. Peygamber’e Kur’an’ın dışında vahy geldiğine işaret eden ayetler: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”14 Bazı Âlimlerimiz bu ve benzeri ayetlerde geçen ‘Hikmet’ kelimesine dayanarak Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığını ve bu vahye de ‘Vahy-i Gayri Metluv’ deyip bununla da sünneti kastetmişlerdir. Hikmet kelimesini ayrı bir başlık atkında incelediğimizden burada fazla detaya girmiyoruz. h) Hz. Peygamber’in hakemliğini ve verdiği hükümlerin kabulünü öngören ayetler: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan Ulülemre (idarecilere) de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”15 Hz. Peygamber bir konuda hakemlik yaptığında ya da hüküm verdiğinde ya Kur’an’a veya kendi içtihadına dayanmaktaydı. Bazen hakemlik yaptığında, kendisinin yanılabileceğini ifade etmiştir. Nitekim şu rivayet bunun en açık göstergesidir: “Ben, ancak bir beşerim. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben de ondan duyduğuma göre onun lehine hüküm vermiş olabilirim. Bu şekilde kime kardeşinin hakkından bir şey vermişsem, o, onu asla almasın! Zira o takdirde ben ona ancak bir ateş parçası vermiş 14 3. Ali İmran, 164; ayrıca bkz, 2/ 129–31, 151, 251; 3/ 164; 4/ 54, 113; 33/34; 38/ 20; 43/ 63; 62/ 2; 66/3. 15 4. Nisa, 59; ayrıca bkz, 4/ 65; 24/ 47–51; 33/ 36. 7 olurum.”16 Bu ve benzeri ayetlerin iyi anlaşılabilmesi için nüzul sebebine de bakmak lazım. Hz. Peygamber’in verdiği hükümleri önemlidir. Fakat hepsi vahiy kaynaklı değildir. Özellikle ibadet ve ukubat konusundaki hükümler evrenseldir. ı) Hz. Peygamber’e helal ve haram koyma yetkisini veren ayetler: “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”17 Bu ayette, bahsedilen kişiler, o dönemde müşrik ve Müslüman olmayan diğer topluluklardır. Şu ayetin de göz ardı edilmemesi gerekir: “Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet sahibidir.”18 Bundan da anlıyoruz ki, peygamber bir şeyi kendi keyfine göre yasaklayamaz. Yasakladığı şeyin mutlaka, ya direkt ya da dolaylı olarak Kur’an’da bulunması gerekir.19 Gelen şu ayette, sınırların Allah tarafından çizildiğini ve müminlerden bu sınırlara uymaları istemektedir. “İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.”20 16 Malik b. Enes, Muvatta, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Akziye, 1; Buharî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahih, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Şehâdât, 27; Hıyel, 10; Ahkam, 20; Muslim, Ebu Hasan Muslim b. Haccac, Sahih, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yay, 1992, Akziye, 4-5; Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Akziye, 7; Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Ahkam, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, VI. 307. 17 9. Tevbe, 29; ayrıca bkz, 7/ 157. 18 66. Tahrim, 1–2. 19 Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde İslam, Ankara, 2000, 5. Baskı, Ankara Okulu Yay, s. 182. 20 4. Nisa, 13. 8 Kur’an’da belirtilmeyen hususlarda, Peygamber’in kural koyması ve bunu uygulaması doğaldır. Hz. Peygamber’den sonra da her neslin âlimleri yeni olaylar karşısında yeni kurallar koymaları gerekir. Değişen ve gelişen hayatın kontrolü de ancak böyle sağlanabilir. Burada Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın belirtmediği hususlarda kural koyması, bizim de Kur’an’ın belirtmediği hususlarda Kur’an’ın esprisine aykırı olmayacak şekilde kural koyma yetkimizi gösteren örnektir. Kur’an’ın ilk uygulayıcısı olan Hz. Peygamber, bu tatbikatı ile bize örnek olmuştur. Kur’an’ı hayata geçirmekten sorumlu olan her nesil, Hz. Peygamber’in uygulamalarını örnek almak durumundadır.21 i) Hz. Peygamber’e saygı ve bağlılığı öngören ayetler: “Müminler ancak, Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”22 j) Hz. Peygamber’e kendisine indirilen Kur’an’a uymasını emreden ayetler: “Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! Dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” Ve “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” 23 Sonuç olarak, Kur’an’daki, Hz. Peygamber’e itaati, onu örnek almayı, onun Kur’an’ı beyan etme görevi olduğunu ve ona hikmet verildiğini ifade eden ayetlere bakarak, Kur’an’ın Peygamber’in sünnetini, bu gün bizim sorun ettiğimiz gibi sorun 21 Akbulut, a.g.e., s. 67–8. 22 24. Nur, 62; ayrıca bkz, 33/ 6, 53, 56; 49/ 1–5. 23 10. Yunus, 15; 46. Ahzab, 9; ayrıca bkz, 2/ 285; 4/ 63; 6/ 106; 7/ 203; 10/ 109; 33/ 1–3; 42/ 15; 66/ 1–2. 9 ettiği sonucunu çıkaramayız. Bu ayetlerin Müslümanların Hz. Peygamber karşısındaki durumları ve tavırlarıyla ilgili olduğu açıktır. Bu tür ayetlerin mevcudiyetinden, doğrudan, Peygamber’in sünnetinin mahiyetinin tartışma konusu edildiği için bu ayetlerin indiği sonucu çıkarılamaz. Nüzul sebeplerinde de bizim bu gün yaptığımız mahiyette tartışmalar üzerine bu ayetlerin indiğine dair kayıtlara rastlanılmamaktadır. En genel anlamıyla bu ayetler Hz. Peygamberin önderliğini ve liderliğini dile getirmektedir.24 2- Kur’an’da Hikmet Kavramı Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin “yargıda bulunmak” anlamındaki hükm mastarından isim olduğu belirtilir; ayrıca “engelemek, alıkoymak, gemlemek, sağlam olmak” manalarına gelen ihkam mastarıyla ilişkisi kurulur. Bu iki kelimenin anlamını birbirine daha da yaklaştıran Cevherî, hikmetin ihkamla bağlantısı sebebiyle hâkim kelimesine “işleri gereği gibi sağlam ve kusursuz yapan”, “âlim ve ilim sahibi” vb. gibi manalar vermektedir. Batı kaynakları, Arapça hikmetin, Kitab-ı Mukaddes’in birçok yerinde “zihni kabiliyet, ustalık” anlamında kullanılan İbranice hokhmah kelimesiyle aynı semitik köke dayandığını belirtir.25 İbn Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nispeti halinde “en değerli varlıkların en üstün bilgiyle bilmek” manasına geldiğini belirtir. Hikmet ve hüküm kelimeleri “bilmek” ve “anlamak” manalarında eş anlamlı olur. Mesela “ona – Hz. Yahya’ya – çocuk iken hüküm verdik” ayetinde geçen hüküm “bilme ve anlama” manasıyla hikmet demektir. “Bazı şiirler vardır ki hükmün/ hikmetin ifadesidir” mealindeki hadisin farklı rivayet şekli de bu iki kelimenin eş anlamlı olduğunu gösterir. Ancak hükmün ilim ve fıkıhla birlikte kullanıldığı belirtmelidir. İnsana nisbet edilmesi halinde hikmetin “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma” anlamına geldiğini belirten İbn Manzur eski Arapların “muhakkem” kelimesini “hikmetli, tecrübeli, olgun kimse” manasında kullandığını söyler ve beşeri hikmetin tecrübî birikimle ilgisine dikkat çeker.26 24 Polat, Selahattin, Din, Vahiy ve Peygamberlik ışığında Hadis ve Sünnetin Mahiyeti, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri Sempozyum Tebliğleri), s. 19. 25 Kutluer, İlhan, Hikmet Kavramı, İslam Ansiklopedisi, T.D.V.yay, s. 503. 26 İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut, 1955, hkm md., s. 140– 145; Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 504. 10 Kur’an-ı Kerim’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere yirmi defa geçmektedir; ayrıca üç defa “mülk” birer defa mev’iza, hayır ve ayet kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır. Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması, hikmetin hangi anlama delalet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır. Kur’an terminolojisine dair günümüze ulaşmış en eski metinlerden biri olan Mukatil b. Süleyman’ın (150) el-Vücuh ve’n-Neza’ir adlı eserinde hikmetin beş vechi olduğu belirtilmektedir: “ a) Kur’an’da emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler, b) Anlayış ve ilim anlamında hüküm, c) Nübüvvet, d) Kur’an’ın tefsiri, e) bizzat Kur’an’ın kendisi”.27 Ragıb el-İsfahanî ise hikmet terimini “ilim ve akılla gerçeği bulma” şeklinde tanımlamaktadır. Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip hayırlar işlemek” anlamına gelmektedir.28 Kur’an-ı Kerim’de hikmet kavramı, bütün peygamberler için kullanılmaktadır. Şöyle ki; “Hani Allah peygamberlerden: ‘Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz’ diye söz almış”29, “İşte onlar kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.”30 Bu iki ayette hikmet kavramı, genel ve bütün peygamberler için kullanılmıştır. Ayrıca Kur’an’ da hikmet kavramı peygamberlerin isimleri zikredilerek de kullanılmıştır. Şöyle ki; ‘Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti.”31 “Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş; ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik.”32 Bu iki ayette Hz. Davud’un (a.s.) kıssasının anlatıldığı bağlamda geçmektedir. Hikmet kavramı, hükümdarlık kelimesiyle birlikte kullanılmış olup ‘insanları yönetebilme kabiliyeti’, ‘isabetli hüküm verme’33 ve ‘ilim ve amelde sağlamlık’34 şeklinde yorumlanmıştır. 27 Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 504. 28 Ragıb el-İsfahani, el-Mufredatu Ragıb el-İsfahani fi garibi’l-Kur’an, hkm md, Mısır, 1322. 29 3. Al-i İmran, 81. 30 6. En’am, 89. 31 2. Bakara, 251. 32 38. Sad, 20. 33 Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an, (trc: Komisyon), İstanbul, 1986, İnsan Yay, V. 61. 34 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VI. 465. 11 “(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.”35 “Allah o zaman şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretmiştim.”36 “İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.”37 Görüldüğü gibi ilk iki ayette Hikmetin Hz. İsa’ya (a.s.) öğretildiğinden bahsedilmektedir. Son ayette ise hikmetin Hz. İsa’ya indirilen vahy şeklinde yorumlanabilir. “Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) var gücünle sarıl! (dedik) ve henüz sabi iken ona (ilim ve) hikmet verdik.”38 Bu ayette Yahya’ya (a.s.) hikmetin küçük yaşta iken verildiğinden bahsedilmektedir. Burada hikmet, olay ve olguları kavrama melekesi sahibi olma şeklinde yorumlanabilir. “Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.”39 “Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.”40 Bu iki ayette hikmet olarak manalandıran ‘hukm’ kelimesi, daha çok “peygamberlik” şeklinde açıklanmaktadır. “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”41 “Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.”42 “Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve 35 3. Al-i İmran, 48. 36 5. Maide, 110. 37 43. Zuhruf, 63. 38 19. Meryem, 12. 39 28. Kasas, 14. 40 26. Şuara, 21. 41 2. Bakara, 129. 42 26. Şuara, 83. 12 onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.”43 Bu üç ayette hikmetin Hz. İbrahim’e (a.s.) verildiğini ve ilk ayette bahsedilen peygamber ise, Hz. Peygamber olduğunu söylenmektedir. Hikmetli sözlerle meşhur olan Hz. Lokman’a (a.s.) da hikmet verildiğini Kur’an bize bildirmektedir: “Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! Diyerek hikmet verdik.”44 Soyu hakkındaki rivayetler, Lokman’ın, Eyüp Peygamber ile akraba olduğu yönündedir. İslam âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. “Hikmet”in anlamı nazari ilimleri elde ettikten sonra kazanılan ruhi olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir. Zaten kendisinin sözleri, genellikle insanların yaşayarak tecrübe ettiği faydalı nasihatleri içermektedir. Son olarak da peygamberlerin sonuncusu olan sevgili Peygamberimize verilen hikmeti inceleyelim: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.”45 Bu ayette geçen hikmet kavramı, her türlü hikmeti içine alan hukuk ilmi ve şartlarını, kanun koymadaki hikmeti, yüksek ahlakı, toplumun sırlarını, insanlığın menfaatini, dünya ve ahiret ilmini, kaniat nizamında geçerli ve hükümran olan kanunları ve ilahi sünnetin sonucunu, bunların tatbik ve uygulama şeklini sözlü ve fiili sünneti ile öğretildiğinden bahsedilmektedir.46 “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”47 Bu ayette geçen kitap, şeriatın zahir durumlarına, hikmette onun güzelliklerine ve Allah bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir.48 “Allah’ın sana lütfu ve esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab’ı ve hikmeti 43 4. Nisa, 54. 44 31. Lokman, 12. 45 2. Bakara, 151. 46 Yazır, a.g. e., I. 444. 47 3. Al-i İmran, 164. 48 Yazır, a.g.e., II. 460. 13 indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” “İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” “Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.” Bu ayetle Allah Hz. Peygamber’in ev halkına seslenmektedir. Hikmet Kur’an-ı Kerim olabileceği gibi, Hz. Peygamber’in insanlara öğrettiği tüm değerli şeyler de olabilir.49 “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”50 Son ayette geçen hikmet kavramı, “gerçeği açıklayan, şüpheyi gideren delil, sahih, muhkem söz”, “kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, hitap eden kişinin zihin, yetenek ve şartlarının göz önünde bulundurulması ve mesajın bunlara uygun bir şekilde iletilmesi” şeklinde yorumlanabileceği gibi,51 ayrıca Kur’an’ın kendisi de olabileceğini söyleyen âlimlerimiz vardır.52 “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.”53, “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”54 Bu iki ayette ise, hikmetin bütün insanlara verildiğini görmekteyiz. Zemahşerî’ye göre son ayetteki hikmet kelimesi, “ilim ve 49 Mevdudi, a.g.e, III. 70. 50 16. Nahl, 125. 51 Mevdudi, a.g.e., III. 70. 52 Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf an Hekâiki Gavamidi’t-Tenzil ve Uyunu’l-Ekavili fi Vechi’t-Te’vil, Matbau’ş-Şerife, I. 541. 53 2. Bakara, 231. 54 2. Bakara, 269. 14 amel uygunluğu” manasına geldiğini belirtilmektedir. Ayrıca “tefekkür ve tezekkür etme yeteneği” manasına da gelebilmektedir.55 Hz. Peygamber’in hadislerinde de hikmet kavramı geçmektedir: “İbnu Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s) buyurdular ki: “Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıpta etmek caiz değildir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolda sarf eden zengin kimse.”56, “Übey b. Ka’b (r.a) anlatıyor: “Resulullah (s.a.s) buyurdular ki: “Şiirde hikmet vardır.”57 Cahiliye döneminde şair ve kâhinler gibi hâkimler de toplum hayatını yönlendirebiliyordu. Hâkimin tecrübesi, olgunluğu ve belagatteki ustalığı sayesinde sarf ettiği hikmetli sözler kabilinde duygu ve düşüncelerinde derin izler bırakıyor, bu hikmetler yaygınlaşıp anonimleştiğinde mesel adını alıyordu.58 Sonuç olarak, hikmet kavramını peygamberlere nübüvvet ile birlikte verilen ‘sağlam muhakeme’, ‘muhataplarını ikna kabiliyeti’, ‘ilim ve amelde sağlam olmak’, ‘gerçeği açıklayan, şüpheyi izale eden delil’ ve dolaylı olarak peygamberlerin sünnetleri anlamlarına gelmektedir. Yani hikmet; sebep-sonuç ilişkisinin doğru bir biçimde kurulması ve bunun tezahürleridir. Hikmet, hayatın bilgisi veya eşyayı tanımak ve eşyanın özünde gizli olan sebep-sonuç ilişkisine vakıf olmak demektir. 3- Kur’an-Hadis ilişkisi Suyutî, eserinde özellikle Şafiî’den nakiller yaparak, Kur’an-sünnet ilişkisi hususunda bilgiler vermektedir. Bundan dolayı bizde bu konuyu araştırmayı uygun bulduk. Kur’an- sünnet ilişkisi konusunda geçmiş âlimlerimiz çok şeyler söylemişler; bazıları her ikisini birer müstakil kaynak olarak algılamış, diğerler bazıları ise birini (Kur’an’ı) asıl, diğerini (sünneti) tali olarak kabul etmişlerdir. Sünnet, mana bakımından sonuçta Kitab’a dayanır. Dolayısıyla sünnet, Kitab’ın, ya mücmelinin tafsil, ya müşkil olanının açıklaması ya da muhtasar olanının izah edilmesidir. Çünkü sünnet, Kur’an’ın beyanıdır. Sünnette yer alıp da, 55 Zemahşeri, el-Keşşaf, I. 396. 56 Buhârî, İlm, 15; Zekât, 5; Ahkâm, 3; İ'tisam, 13; Muslim, Salâtu'l-Müsâfirin, 268. 57 Buhârî, Edeb, 90; Ebü Dâvud, Edeb, 95; Tirmizî, Edeb, 69; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Sünen, 2. baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Edeb, 41. 58 Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 505. 15 Kur’an’da genel ya da detaylı olarak temas edilmeyen hiçbir şey yoktur. Keza Kur’an nasslarının, şeriatın külli esasları ve kaynağı olduğunu gösteren bütün deliller, bu konu hakkında da delil olur. Yüce Allah, Hz. Peygamber hakkında: “Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin”59 buyurmuş, Hz. Aişe ise bunu, onun ahlakının Kur’an olduğunu60 belirterek açıklamış ve onun ahlakını beyan konusunda bu ifadeyle yetinmiştir. Bu da gösteriyor ki, Hz. Peygamber’in bütün sözleri, fiilleri ve tasvipleri Kur’an’a dayanır ve sonuçta ona çıkar. Çünkü ahlak nihayet bu şeylerden ibarettir. Şu halde sünnet, sonuç itibarıyla Kur’an’da olanın açıklanması olmaktadır. Sünnetin, Kur’an’a dayalı ve sonuç itibarıyla ona çıkmasının manası da işte budur.61 Sünnetin, Kur’an’da zikredilmeye çeşitli hükümler getirmesi caizdir. Ancak bu caizliğin aksine delil bulunacak olursa – ki bu meselede tartışılan nokta burasıdır – o zaman her hadis hakkında mutlaka Allah’ın kitabına uygun düşme şartı aranır. Nitekim zikredilen hadis de ( Arz Hadisi ) bu husus ortaya koymuştur. İtiraz sadedinde tenkit edilen hadisin manası – senedi sahih olsun olmasın – doğrudur.62 Allah Teala temiz olan şeyleri helal, pis ve iğrenç olan şeyleri de haram kılmıştır. Bu iki ucun arasında bunlardan her birine katılması mümkün olan pek çok şey bulunmaktadır. İşte Resulullah bu konuda gerekli açıklamalarda bulunmuş ve köpek dişli olan yırtıcı hayvanları ile pençeli kuşları yemeyi yasaklamıştır. Öbür taraftan Resulullah keleri, toy kuşunu, tavşanı vb. şeyleri de temiz ve güzel olan şeylerin helal olması esasına katmıştır.63 Sonuç olarak, “Kitap sünnete delalet etmekte ve ana hatlarıyla onu içermektedir, sünnet de sadece kitabın açıklaması için gelmiştir” derken bunun emir, nehiy, izin ya da bunları gerektiren durumlara nispetle olduğunu kastetmekteyiz. Kısaca bu husus yükümlülük açısından mükelleflerin fiilleriyle ilgili durumlara nispetle böyledir. Yükümlülük dışında kalan; mesela, geçmişten ve gelecekten haber verme gibi emir, nehiy ya da izin ile ilgisi bulunmayan hadislere gelince bu türden 59 68. Kalem, 4. 60 Muslim, Müsafirun, 139. 61 Şatıbî, el-Muvafakat, (trc: Mehmet Erdoğan), İstanbul, 1999, İz Yayıncılık, s. 9–11. 62 63 Şatıbî, a.g.e., s. 19. Şatıbî, a.g.e., s. 30–31. 16 olan hadislerin illa da Kur’an’da bir aslı olması gerekmez. Çünkü bu konu yükümlülük getirmeyen fazladan bir şeydir. Kur’an’ın asıl indiriliş amacı ise yükümlülük getirmesidir. Dolayısıyla sünnetin yükümlülük alanı dışına çıkması halinde, bu konuda bir mani yoktur.64 4- Sahabe’nin Tanımı ve Adaleti Suyutî, kitabında sahabeden oldukça fazla rivayet naklettiği ve sahabeyi toptan adil gördüğü için bizler de bu konuyu yeniden incelemeye karar verdik. Hadislerin ilk ravisi olan sahabenin rivayette ehliyetleri açısından tenkit edilip edilemeyeceği hususu, öteden beri âlimler arasında önemli bir tartışma konusu olmuştur. Bu konudaki tartışmanın boyutlarını günümüze kadar uzandığını ve bir tartışma gündemini oluşturduğunu yapılan araştırmalardan anlamak mümkündür.65 Esasen bu tartışmanın eksenini iki önemli sorunun teşkil ettiği görülmektedir. Bunlardan birincisi, hadisçilerle usulcüler başta olmak üzere âlimler arasında farklı algılanmış olan sahabenin kimlerden oluştuğu yani tanımı ve kapsamı konusu, diğeri de sahabenin adaletini nasıl anlaşılması gerektiği, diğer bir deyişle onların her türlü hata ve günahtan masum olup olmadıkları hususudur.66 Hadisçiler, Hz. Peygamber’den tek bir hadis rivayet eden ve hatta onu bir kez görme şerefine erişen kimseyi sahabe olarak değerlendirmek suretiyle tanımı ve kapsamı geniş tutarken; Usulcüler ise, Hz. Peygamber‘e uymak ve sünnetlerini elde etmek amacıyla onunla belli bir süre birlikte olma şartını ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla sahabenin ‘udul’ olduğunu kabul eden bu âlimler grubu, kimlerin adil sayılıp sayılamayacağı konusunda farklı bir kapsamı esas almışlardır. Buna göre, Hadisçiler Peygamber’i kısa bir süre gören ve onun manevi ikliminden yeterince 64 Şatıbî, a.g.e., s. 51–54. 65 Ebu Reyye, Mahmut, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, (trc: Muharrem Tan) 1988, İstanbul, s. 26–50; Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara, 1999, Ankara Okulu yay, s. 59–95; Erul, Bünyamin, Sahabe Döneminde Tekzip ve Tekzibin Mahiyeti, A.Ü.İ.F.Derg, XXXIX. 453–489 ve Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000, T.D.V. Yay, s. 1– 14; Güner, Osman, Ebu Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, İstanbul, 2001, İnsan Yay, s. 35–40 ve Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin tahlili, s. 627-633; Juynboll, G.H. A, Modern Mısır’da Hadis Tartışmaları, (trc: Salih Özer), Ankara, 2002, Ankara Okulu yay, s. 67-75. 66 Güner, Osman, Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin tahlili, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 627. 17 istifade edemeyen bedevilerle, ona uzun süre arkadaşlık etmiş, onunla hazarda ve seferde, evde ve mescitte, çarşıda ve pazarda, gece ve gündüz her halükarda birlikte olmuş, onunla güçlü bir iletişim kurmuş insanları bir ve aynı telakki ederek hepsinin adil olduğunu kabul etmek durumunda kalmışlardır. Usulcüler ise, sahabenin adaletini tartışırken bu ayırımı gözetmişler ve örfün bu konudaki belirleyiciliğini esas alarak, ‘sahabe adildir’ derken onu bir gün gören veya nadiren ziyaret eden ya da onunla bir kez bir araya gelip ayrılan kimlerle, onunla birlikte yaşayan, vahyi bizzat ondan alan, dinin hükümlerini bizzat ondan öğrenen Ensar ve Muhacirini ayrı telakki etmişlerdir.67 Sahabe hakkındaki tartışmalarda ele alınması gereken ikinci önemli konu ise, onların hadis rivayetinde zafiyet ve hataların bulunup bulunamadığı konusudur. Bu konudaki tartışmaların sahabe dönemine kadar uzandığı, münekkit sahabilerin diğerlerine yönelttikleri eleştirilerden anlaşılmaktadır. Sahabenin ‘udul’ olduğunu, Kur’an, sünnet ve icma’dan delillere dayandırarak kabul eden âlimlerin, sahabenin şahsi veya dini-siyasi bir takım nedenlerle, bile bile Peygamber’e yalan isnatta bulunduğuna ilişkin herhangi bir eleştirileri olmamış, dolayısıyla sahabeyi adalet yönünden tenkit dışında tutmuşlardır. Nitekim el-Hatib el-Bağdadi, bu konudaki delilleri zikrettikten sonra: “ Bütün bunlar, kesin olarak sahabenin saflığını, adil ve nezih olduğunu gösterir. Onların görünen ve görünmeyen bütün yönlerini bilen yüce Allah’ın bu ta’dilinden sonra, artık hiç kimsenin tezkiyesine de ihtiyaç duyulmaz” demektedir. İbn Hazm, sahabe arasında cereyan eden Cemel ve Sıffin savaşlarında geçen olayları dikkate alınarak onların eleştirilmesinin yanlış olduğunu, zira bunun bir içtihad hatası olduğunu ve bu tür siyasi olayların sahabenin adaletine halel getirmeyeceğini belirtmektedir. İbn Teymiyye ise, sahabenin adaletinden şüphe edilmemesi gerektiğini şöyle dile getirmektedir: “ Sahabenin tümü hakkında adaletle hüküm etmek gerekir. Zira Allah’ın ayetleri, onlardan hürmetle bahsederek onları en güzel şekilde ta’dil etmiştir.” “Peygamber’in ashabı, insanların en doğru sözlüleridir. İçlerinde Peygamber’e kasten yalan isnat etmiş birinin varlığından asla söz edilmemiştir. Bununla birlikte, onların da ufak tefek bazı kusurları olmuştur. Hiç şüphesiz (insan olmaları hasebiyle) hataya düşmüşlerdir, zira masum değildirler. 67 Güner, a.g.m., s. 627. 18 Münekkit âlimler, onların hadislerini tetkik etmişler ancak makbul hadislerden saymışlardır. Sonuçta sahabenin tamamı, hadis ve fıkıh âlimleri tarafından ittifakla sika kabul edilmiştir. Dolayısıyla Klasik İslam âlimleri, Kur’an ve sünnetteki delillere ve sahabenin konumuna bakarak, onların adaletinden şüphe edilmemesi gerektiği üzerinde önemle durmuşlardır.” 68 Bütün bu görüşler göstermektedir ki, başta Ehl-i Hadis âlimleri, daha genel anlamda Ehl-i Sünnet mensup âlimler, sahabe ile ilgili ayet, hadis ve siyer bilgileri ele aldıkları zaman, o bilgi ve rivayetlerde, onların iyi yönlerini öne çıkaranlarla ihticac ettiğidir. Sahabe’nin olumsuz yönlerini konu edinen ayet, hadis ve siyer bilgilerini ise görmezlikten gelmişlerdir. Görünen o ki, sahabe kendi dönemlerinde birbirlerini tenkit etmişler, bir kısmı diğerlerini daha üst konumda kabul etmişlerdir. Fakat durum ne olursa olsun, pek çok hadis tenkitçisinin ve özellikle de müteahhirun hadisçilerinin tamamı, sahabenin tümünü adil kabul etmiş, onlardan hiçbirini yalancılıkla ve uyduruculukla itham etmemişleridir. Tenkid ve cerh ettikleri insanlar bunlardan sonraki kimselerdir.69 Âlimler, ravilerin hallerinin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir fakat sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan öteye geçmemişlerdir. Çünkü onların tamamını adil kabul etmişler ve ashabı tenkit etmek caiz olmaz demişlerdir. Sahabe hakkında söyledikleri sözlerden birisi de ‘onların defteri kapandı’ ifadesidir. Esasen çok ilginçtir; sahabe birbirlerini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada duraksamaktadırlar.70 Son olarak bu konuda yapılan bir araştırmanın71 sonuçlarıyla bu bölümü bitirelim: 1- Nasıl Hz. Peygamber bir insan idiyse ve insan olmaktan kaynaklanan bazı zaafları ve hataları var idiyse ve bu yüzden bazen Kur’an, bazen de sahabesi 68 Güner, a.g.m., s. 627. 69 Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, Beyrut, 1975, s. 216–7. 70 Ebu Rayye, a.g.e., s. 315. 71 Kırbaşoğlu, M. Hayri, a.g.e., s. 68–93. 19 tarafından uyarılıp eleştirilmişse; sahabe de – hem de evleviyetle – birer insan olmaları itibarıyla aynı şekilde zaaf ve hataları olan faziletli insanlardır.72 2- Sahabenin çeşitli zaaf ve hatalarını ortaya koyan bilgiler bizatihi Kur’an-ı Kerim, siyer, İslam tarihi, hadis ve hadis ilimlerine dair kaynaklarda yer almaktadır. Bütün bu gerçeklere rağmen Ehl-i sünnet’in “sahabenim hepsi adildir” genellemesini yapmış olması, temelinde ideolojik saiklerden kaynaklanmıştır.73 4- Diğer taraftan sahabenin cerh ve ta’dil kapsamına alınmasını gerekli görüşümüz, sadece adalet sıfatı yönünden değil, bilhassa “zapt sıfatı” yönünden de gereklidir. Zira onların da sünnet ve hadisleri naklederken bir takım hata ve kusurları, yanlış anlamaları, telkin, irsal, israiliyat, mesihiyyat v.b. rivayetlerin hadislere karıştırılması gibi açılardan bir takım hatalara maruz kalmaları sebebiyle, cerh ve ta’dilden geçirilmesi gerektiği söylenebilir.74 Sonuç olarak, sahabenin tanım ve kapsamı hususunda Usulcülerin tanımı daha isabetlidir. Sahabenin adaleti hususunda ise onların hem adalet sıfatı hem de zapt sıfatı yönüyle cerh ve ta’dil kapsamına alınmasını uygun olacağını düşünmekteyiz. 5- Sahabe Sözünün Değeri Suyutî kitabında oldukça fazla sahabe sözüne yer vermiştir. Bundan dolayı bu konuyu incelemeyi uygun bulduk. Sahâbîler, Hz. Peygamber’e diğer insanlardan daha yakındırlar. Onlar, hakkında vahiy nazil olan konulara şahid olmuşlardır. Hz. Peygamber’in hidayetine uymak hususunda ihlâs dereceleri ve idrak seviyeleri üstün idi. Bundan dolayı şeriatın maksatlarını iyi kavrıyorlardı; çünkü nassların inmiş olduğu şart ve durumları bizzat görmüşlerdir. Bunun için onların sözleri bizin için önemlidir. Onlar, hadis ve sünneti sonraki nesillere aktarma görevini üstlenmişlerdir.75 Sahabe sözüne, Ebu Hanife (ö.150) re’y’den öncelikli bir otorite atfetmiştir. Sahabenin tümü bir söz üzerinde ittifak etmişse bu onların İcma’ı olarak anlaşılacak 72 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 92. 73 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 92. 74 Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 93. 75 Ebu Zehra, Muhammed, İslam Hukuku Metodolojisi, (ter: Abdulkadir Şener) s. 186, Ankara- 1990. 20 ve dolayısıyla bunun bağlayıcı bir otoritesi olacaktı. Eğer sahabe ihtilaf halinde ise, Ebu Hanife onların farklı görüşlerinden istediğini seçebilecekti.76 Malik (ö.179/791) için fıkhın aslı Medine geleneğiydi. Buna binaen, Sahabilerin bireysel olarak sahip oldukları görüşler Medine’deki Müslüman toplumun pratik ve geleneğine tabi olarak değerlendirmek durumundaydı. Eğer Medine geleneğine mutabık alır, değilse sahabe sözüne değer vermezdi. Çünkü Medine’de İslami geleneği üreten ve nakleden bir sahabe topluluğuna aitti ve sahabenin bireysel bir görüşü topluluğun görüşünü aşabilecek kadar bir otoriteye sahip değildi.77 Şafiî (ö.204/819) ise, Kitap ve Sünnet ile amel ediyor, sonra sahâbîlerin icmâ ettikleri görüşleri alıyor, eğer sahabiler ihtilafa düşmüşlerse bunların görüşlerinden Kitap ve Sünnet’e yakınlık bakımından en kuvvetli olanıyla amel etmeyi tercih etmektedir.78 Bu âlimlerimiz şöyle ya da böyle sahabe sözünü fıkıhta bir delil olarak kabul etmektedir. Fakat aşağıda değineceğimiz âlimlerimiz ise sahabe sözünün fıkıhta bir delil olamayacağını söylemektedirler. Gazali (ö.505/1111) kesin bir tavırla sahabe sözlerinin hukuki otorite taşıdığı anlayışı reddeder. Ona göre, eğer sahabinin söylediği bir şey onun Peygamber’den duyduğu bir şey olsaydı bunu mutlaka bildirirdi. Sahabi sözünün onun kendi şahsi görüşü olmasının veya bireysel bir temayül ürünü olmasının daha büyük bir ihtimal olduğunu söyleyen Gazali, hukuki otoritesi olan yegâne insan sözünün Peygamberden rivayet edilen haberler olduğunun altını çizer.79 Sahabe sözünün hukuki otorite taşımasına karşı en keskin muhalefet Zahiri hukuk ekolünün ünlü teorisyeni İbn Hazm’ın (ö456/1063) şu ifadelerinde yer alır: “ Sahabe ve onlarla çağdaş olan tabiîn’in hepsi, bir sorun olduğunda bunun sahabiye sorulduğu ve sahabinin görüşü alındığı hususunda müttefiktirler. Ancak sahabeye sorulan şeylerden maksat, Peygamber’in o hususta Allah’tan aldığı emrin ne 76 Taştan, İslam Hukukunda Sahabi Otoritesinin Kaynağı ve Niteliği, İslami Araştırmalar Derg, C: VIII, S: II, s. 116; Ebu Zehra, a.g.e., s. 188. 77 Taştan, a.g.m., s. 117. 78 Ebu Zehra, a.g.e., s. 188. 79 Taştan, a.g.m., s. 117. 21 olduğunu öğrenmekti. Yoksa onlardan (sahabilerden) hiçbiri hiçbir zaman dinde Allah’ın cevaz vermediği bir Şer’i ihdas etmek istememiştir.”80 Ayrıca burada şunu da vurgulamak gerekir. Peygamber’den rivayet edilen hadislerin hiçbir zaman onun söylediği sözlerin tamamını kapsamayacaktı ve Peygamber adına her şeyi rivayet etme imkânına ve meşruluğuna sahip olmayan sahabiler kendi sözlerinin muhtevasına Peygamber’in sözlerini kısmen atıfta bulunmayarak karıştırmış veya kendi sözlerinin muhtevasında Peygamber’in sözlerinden bir kısmını eritmiş olabilecekti. İşte sahabenin sonraki nesiller tarafından kutsandığı nokta tam da burasıdır. Çünkü sahabe sözleri ile hukuki otoritesi şüphe konusu yapılmayan Peygamber’in söz ve fiilleri arasında bir ayırım yapılmıyordu.81 6- Rafizîler ve Hadis İnkârcılığı Suyuti, rafizilerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Zındık bir Rafizî, sık sık, sünnetin dinde delil olamayacağından, yegâne delil kaynağının Kur’an olduğundan bahsetmeye başladı.”82 Başka bir yerde ise şunları söylemektedir: “Zındıklar ve bazı aşırı Rafizîler tarafından öne sürülen bu tutarsız iddia kısaca şudur: ‘Dinde sünnetin hiçbir delil değeri yoktur. Yegâne delil Kur’an’dır.’ Bu görüşü savunanların bir kısmı, aslında Hz. Ali’nin hakkı olan peygamberliğin, vahiy meleği Cebrail tarafından yanlışlıkla Hz. Peygamber’e verildiğini –ki, Allah, Cebrail’i böyle hatalara düşürmekten münezzehtir- söylerken, bir kısmı da peygamberliğin Hz. Peygamber’e ait olduğunu kabul etmekle birlikte, fakat sahabeyi, Hz. Ali yerine Hz. Ebu Bekir’i halife seçmekle hakkı hak sahibine vermeyip haksızlığa ve zulme sebebiyet verdikleri gerekçesiyle kâfir olmakla itham ederler. Hatta bu mel’un nasipsizler daha da ileri giderek, hakkını arayıp ona sahip çıkmadığı için Hz. Ali’yi bile kâfir ilan ederler. İşte bu sebeple, kâfir dedikleri bir topluluğun rivayetlerinden ibaret olan hadisleri de reddederler.”83 80 Taştan, a.g.m., s. 117. 81 Taştan, a.g.m., s. 119. 82 Suyutî, Miftah, s. 16. 83 Suyutî, Miftah, s. 16; Suyutî, Sünnetin Dindeki Yeri ( trc: M. Emin Aşıkkutlu) s. 12-13. 22 Rafizî kavramı, Şiiler için kullanılan genel isimlerden biridir. El-Eşarî, “bu ismi, Ebu Bekir ve Ömer’in imamlığını reddeden ve bunu kabul etmeyen reislerini terk etmelerinden dolayı, kendilerine verildiği şeklinde izah etmekte ve onları, gulat ve Zeydiler ile birlikte, şianın üç fırkasından biri olarak göstermekte ve el-Rafizî ismi, İmamiyye’nin bir başka adıdır.” demektedir. El-Bağdadî, “Zeydiyye, İmamiyye, Keysaniyye ve gulat vb. şii mezhepleri Rafizîler’den saymaktadır. Ona nazaran, Abdullah b. Sebe’nin taraftarı olan Sebeiyye ilk Rafizîleri teşkil etmektedir.84 Bütün bunlardan şu netice çıkmaktadır ki, bu şiî telaki edilen kimseler için yanlış olarak kullanılmış bir tabirdir ve şiî fırkalarının hiç biri için münhasıran kullanılmış değildir.85 Sünneti İnkâr edenin durumu, Suyutî, Sünneti inkâr edenlerle ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Biliniz ki, ister sözlü ister fiili olsun, usul kitaplarında belirtilen hadis kabul şartlarını taşıyan hadisleri inkâr edenin kâfir olup İslam dairesinin dışına çıkacağı ve Yahudiler, Hıristiyanlarla ya da Allah’ın dilediği diğer kâfir mezheplerle birlikte haşrolunacaktır”.86 İbn Hazm Ehl-i Sünnet, Mutezile, Hariciler, Mürcie ve Zeydiyye dâhil olmak üzere Müslümanlar arasında Kur’an’a uymak gerektiği hususunda bir ihtilaf olmadığını söyler.87 Esasında, genel tablo içinde kıymete haiz bir yer tutmayacak olan bazı aşırı uçlar hariç tutulacak olursa, Hadise/sünnete uymak hususunda bir problem olduğu söylenemez. Problem sünnet malzemesinin bütünüyle sağlıklı aktarılıp aktarılmadığında, her bir hadisin ne derece güven telkin ettiğindedir. Aslında, hadisler hususunda tereddüdü olanlar, rivayetlerin Resulullah’a nispetinde tereddüt etmektedirler.88 Sünnet inkârcısı veya hadis münkiri gibi suçlamalar ancak, müsellem olan hadislerin reddinde kullanılabilecek bir ifadedir. Kaldı ki, bir hadisin böyle bir özellik taşıyıp taşımadığı şahıslara göre değişen bir durum olduğundan, herhangi bir 84 Bağdadî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed, el-Farku Beyne’l-Firak, Beyrut, 1990, trc: Mezhepler Arasındaki Farklar, (trc. E. Ruhi Fığlalı), s. 26–54. 85 Kramers, J. H, İslam Ansiklopedisi, M.E. B. Yay, IX. 593. 86 Suyutî, Miftah, 15–16. 87 İbn Hazm, a.g.e., I. 94. 88 Yıldırım, Enbiya, Sünnet veya Rivayet Karşıtı Söylemlerin Tarihi, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 184. 23 rivayet için “sıhhati kesinlikle sabit” deyip aynı şeyi söylemeyenleri suçlamak doğru bir hareket değildir.89 Hadislerin birbirinden bağımsız olarak reddedilmesinin de bu hadislerin Hz. Peygamber’e aidiyeti kesinleşmesi pahasına bir reddediliş değil, delilden hareketle, o ifadenin Hz. Peygamber’e ait olmadığı fikrinden kaynaklanabileceği de dikkate alınmalıdır. Pek tabii ki, sözün ona aidiyetinin kesinleştiği durumlarda reddediş bilinçli inkâr olarak nitelendirilir. Mütevatir haberler dışındaki rivayetlerde ise bu şartın gerçekleştirilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla bir yaklaşımı inkârcı olarak tavsif etmek için, ya kesinliği tartışılmaz bir haberin inkârı söz konusu olmalı ya da inkâr dil ile ikrar edilmelidir. Bu açıdan bakılırsa, İslam tarihinde, bu anlamda sünnet inkârcısı ekolden bahsetmek nerede ise imkânsızdır.90 Geçmişte ve günümüzde hadis inkârcıları olarak bilinen pek çok grup veya şahıs bulunmaktadır. Fakat bu grup veya şahısları kendi fikir ve kaynaklarına başvurduğumuzda işin hiçte söylendiği gibi olmadığını görüyoruz ve bu grup veya şahısların haksız ithamlara maruz kaldıklarını görmekteyiz. Kur’an’dan başka delil kabul etmedikleri söylenen Haricilerin durumuna baktığımızda, onların sünneti reddetmek şöyle dursun, daha H.II. yüzyılda kendi hadis mecmualarını bile oluşturduklarını görürüz. Nitekim haricilerin önemli kolu olan İbadi mezhebine mensup ve İmam Malik’in çağdaşı olan Basralı Rabi b. Habib b. Umar el-Ezdi’nin (170/786) el-Camiu’s-Sahih adlı eseri bunun açık delilidir.91 Mutezile’nin kurduğu ve geliştirdiği kelam ilminde ve yine kendileri hasımlarına karşı fikirlerini savunma da, rasyonel düşünme metodunu son haddına kadar kullanmışlardır. Ayrıca daha sonra da bu metodu, diğer bütün İslamî ilimlere de uygulamışlar ve bunun önemini ısrarla vurgulamışlardır. Bunun sonucu olarak rivayetler karşısında tenkitçi bir yaklaşım benimsemeleri, onların sünnet ve hadisleri kabul etmediği varsayımına yol açmıştır. Mutezile’ye muhalif kaynaklarda yer alan olumsuz bilgilerin de etkisiyle bu varsayım giderek bir inkârcılık suçlamasına dönüşmüştür. Şüphesiz bu iddia ve suçlamaların kaynağı için başka nedenler de 89 90 Yıldırım, a.g.m., s. 185; Çakın Kamil, Hadis İnkârcıları, Ankara, 1998, Seba Yay, s. 25. Hatiboğlu, İbrahim, Çağdaşlaşma Dönemi Metodolojik Hadis Tenkidi Yöntemlerinin Mahiyeti, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 190. 91 Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 120–121. 24 sayılabilir. Ancak, bunların en önemlisinin hasımlarının verdiği bilgilerle yetinip, hadis ile ilgili görüşlerini, mezhebin kendi kaynaklarına dayanarak ortaya koymamak olduğu söylenebilir.92 Sonuç olarak bizce bu konuda izlenmesi gereken yol, zannı ve dedikoduları bir tarafa bırakıp araştırmalar yapmaktır. Ayrıca birtakım hadislerin reddi ile hadislerin tamamını veya sünneti reddetmeyi birbirinden ayırt etmek gerekir. Zira sayısı ne olursa olsun birtakım hadisleri, uydurma görerek reddetmek bir şey, hadisleri toptan reddetmek ise başka bir şeydir. Bir takım hadislerin reddi meselesine gelince, on dört asırlık geçmişimizde bütün İslam âlimleri, makbul olabilecek bir hadiste aradıkları şartların farklı olması sebebiyle, birinin kabul ettiği hadisi diğeri reddetmiş, diğerinin reddettiğini de öbürü kabul etmiştir. Bugün de bir İslam âlimi, yaptığı araştırma sonucunda samimi olarak bir rivayetin hadis olamayacağı kanaatine varmışsa, ona ancak saygı duymak gerekir. Kaldı ki, birtakım hadisleri reddettiği için hadis inkârcısı gibi haksız bir ithama maruz kalanların reddettiği hadislerin sayısına bakılınca, bunların bir elin beş parmağını aşmadığını görmekteyiz.93 92 Hansu, Hüseyin, Mutezile’nin Sünneti İnkâr Ettiğine Dair İddialar Üzerine, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 239. 93 Kırbaşoğlu, a.g.e., 121. 25 İKİNCİ BÖLÜM MİFTAH’TAKİ RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Herhangi bir hadis usulü kitabına baktığımızda, sünnet temellendirilirken başta Kur’an’dan ayetler zikredilir. Sonra da sünnet/hadisler delil gösterilir. İncelediğimiz kitap ise, Sünneti, sünnetle temellendirmeyi kendine amaç edinmiştir ve bu amacı gerçekleştirmek için de sahih, zayıf ve mevzu ayırt etmeksizin bulabildiği ilgili gördüğü tüm rivayetleri kullanmıştır. Burada şunu sormak yerindedir: Sünneti temellendirmek için zayıf ve mevzu rivayetleri delil olarak göstermek ne kadar tutarlıdır? Kanaatimizce sahih rivayetler varken zayıf ve mevzu rivayetlerin kullanılması tutarlı bir tutum değildir. Ayrıca şu soruna değinmekte de yarar vardır: Genel de sünnet sünnetle temellendirilirken, sünnet vahiy gibi algılanmaktadır. Sünnetle vahiy sıkı bir ilişki içerisindedirler. Fakat bütün sünnet/hadisler vahiy kaynaklı değildir. Sünnetin vahyin açılımı olduğunu düşünmekteyiz. Miftah’ın içeriği incelediğimizde, onun içinde merfu, mevkuf ve maktu rivayetler ile daha sonraki âlimlerin Sünnet/Hadis hakkındaki ifadelerinin bulunduğu görülecektir. Bu bölümde önce merfu, mevkuf ve maktu rivayetlerden bir kısmı, daha sonra muhtelif imam ve âlimlerin sözlerinden de bazıları seçilerek incelenecektir. A) MERFU RİVAYETLER 1- Hadisleri Kur’an’a Arz Rivayeti Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi konusu, Hz. Peygamber’den başlayarak günümüze kadar tartışılmaya devam edilmektedir. Bu konuda ilk olumlu örnekleri Hz. Aişe validemizde görmekteyiz. Daha sonraları bu konuda olumsuz sözler söylenmeye başlanmıştır. Şafiî’nin sözleri bu çerçevede ele alınabilir. O bu konuda ilk olumsuz ifadeleri beyan edendir. Onu Beyhakî ve Suyutî takip etmişlerdir. Günümüzde ise, bu konudaki rivayetlerin senedleri sağlam olmasa da, metin tenkidi yöntemi ilkelerinden biri haline gelmiştir. Suyutî, eserinde bu tür rivayetlere genişçe yer vermesi dolayısıyla bizler de bu rivayeti incelemeyi uygun gördük. 26 Suyutî, bu konuda şunları söylemektedir: “Sünnetin koyduğu hükümlerin Kur’an’a arzedilerek ona uygunluğunun araştırılması konusunda bazı zayıf ravilerden nakledilen ve hadisleri inkâr amacına yönelik sözlerin hiçbir delil değeri yoktur. Şafiî, hadisleri reddedenlerin şu rivayeti ileri sürdüklerini söyler: “Benden size bir şey ulaşırsa, onu Allah’ın Kitab’ıyla karşılaştırın. Ona uyuyorsa ben onu söylemişimdir. Ona ters düşüyorsa ben onu söylememişimdir.”94 Şafiî, bu rivayet hakkında şunları söylemektedir: “Bunu, büyük veya küçük bir meselede hadisi sabit (sahih) olan hiç kimse rivayet etmemiştir. Ayrıca bu, meçhul bir kişiden munkati’ olarak rivayet edilmiştir. Biz, böyle bir rivayeti hiçbir konuda kabul etmeyiz.95 “Benden sonra size çok hadis rivayet edilecektir. Size, benden bir hadis rivayet edildiğinde, onu Allah’ın Kitab’ına arz edin. Eğer ona uygunsa kabul edin ve biliniz ki o bendendir. Ona muhalif olursa, onu reddedin ve biliniz ki ben ondan beriyim.”96 Kasımî, hadis’in Kur’an’a arzını amil olan hadis hakkında söylenenleri naklettikten sonra şu mütalaada bulunmaktadır. “Delil olarak ileri sürülen arz hadisi sahih değilse her iki görüşte olanlar için de bunda bir fayda yoktur. Eğer sahih ise veya benzerinin kabul edildiği bir yoldan gelmiş ise, elbette dikkate almak gerekir. Çünkü hadis ya vahiydir ya da Peygamber’in Kitap’tan sahih bir vahiyle yaptığı muteber bir içtihadıdır. Her iki takdirde de onda, Allah’ın Kitabı ile tenakuz mümkün değildir. O halde hadiste, arz hadisinde zikredildiği gibi, Kitabullah’a uygunluk şarttır. Senedi sahih olsun olmasın bu hadisin manası sahihtir.”97 Dümeynî ise “Sahabe ile başlayan hadisi Kur’an’a arzetme kaidesi, Kur’an’ın Allah tarafından korunmuş, bir tek mushafta toplanmış ve tevatür yoluyla nakledilmiş olmasından kaynaklanıyordu. Kur’an’ın bu özelliği sebebiyledir ki, ona 94 Suyutî, Miftah, s. 49–54; Şafiî, Muhammed b. İdris, er-Risale, (trc: Abdulkadir Şener, İbrahim Çalışkan), Ankara, 1997, T.D.V.Yay, s. 133; Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut, 1973/1393, I. 365, II. 68, 76; Şatıbî, a.g.e, III. 19. 95 Şafiî, a.g.e., s. 133. 96 Serahsi, a.g.e., s. 364, 365. 97 Keleş, Ahmet, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İstanbul, 1998, İnsan Yay, s. 79. 27 muhalif olan hadisleri reddedebiliyor veya Kur’an’la uyuşacak şekilde 98 yorumlayabiliyorlardı.” der. Başka bir yerde Dümeynî, Arz hadisini verip, hadis hakkındaki Hattabî (388/998) ile Şevkanî’nin görüşlerini sıraladıktan sonra şunu söylemektedir: “Muhtemelen muhaddisler hadisi Kur’an’a arzetmeyi, hadislerle gelen bilgilerin Kur’an’da bulunmaması halinde reddedileceği şeklinde anlamışlardır. Hâlbuki söz konusu hadisten bu anlaşılmamakta, hadis Kur’an’a uygun olan rivayeti kabul etmeyi, muhalif olanı ise reddetmeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’a muhalif, onunla tenakuz halinde veya anlamı çelişkili olan bir hadisi kabul etmek ve sahih olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Bu ölçü, uydurma olduğuna hükmedilen bir hadisin sahih kabul edilmesi manasına gelmeyip; böyle bir hadisin isnadı ister sahih, ister zayıf olsun muhtevasının Kur’an’a uygun olduğu anlamına gelmektedir.” demektedir.99 İbn Abbas “Benim Rasulullah’tan bir hadis rivayet ettiğimi duyar da, onun Kur’an tarafından tasdik edilmediğini veya insanları ahlak anlayışlarına ters olduğunu görürseniz, bilin ki, ben Rasulullah’a iftira etmişimdir.” demektedir.100 Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette, Hz. Peygamber’e, “Ben sadece, Rabbim’den bana vahyedilene uyarım” (7/203) veya “Ben sadece, bana vahyedilene uyarım” (67/50; 10/15; 46/9) demesi emredilmiş; bazı ayetlerde ise Cenab-ı Hakk kendisine, “Rabbinden sana indirilene uy” (6/106; 10/109; 33/2) diye emretmiştir. Aslında bu ayetler olmasa dahi, mantıken ve bizatihi dinin mahiyeti gereği, onun (s.a.s) tek ve nihai amacının vahye uymak ve inananların ona uymasını sağlamak olduğu ortadadır. Kendisine gönderilen Kur’an’a ilk inanan ve onu ilk olarak uygulayan yine Hz. Peygamber’in kendisidir. Bir peygamberin, ilk olarak kendisinin uymakla yükümlü olduğu bir kitaba aykırı inanç, düşünce ve eylem içinde olması hiçbir surette söz konusu olamayacaktır. Biz bugün herhangi bir kaynakta 98 Dümeynî, Misfer Azmullah, Mekâyîsu Nakdi Mutûni’s-Sünnet, Riyad, 1984, trc: Hadiste Metin Tenkidi Metodları, (trc: İlyas Çelebi, Adil Bebek, Ahmet Yücel), İstanbul, 1997, Kitabevi, s. 67. 99 Dümeynî, a.g.e., s. 103. 100 Darimî, Ebu Muhammed Abdillah Abdirrahman, Sünen, 2.baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Mukaddime, 50. 28 rastladığımız makbul (sahih-hasen) bir hadisin, zahiren Kur’an’a ters düştüğünü görecek olursak, yapacağımız ilk iş, bu hadisin Kur’an’a arz etmek olacaktır.101 Bu rivayeti şu sonuçlarla bitirelim: 1- Arz Hadisleri olarak verdiğimiz rivayetlerin büyük bir çoğunluğu, muhaddislerin büyük ekseriyeti tarafından “mevzu” kabul edilmiştir. Konuya bu açından bakılınca, arz hadislerinin kabul edilmesi ve hadislerin Kur’an’a arzında onlarla delil getirmenin mümkün olmadığını görmekteyiz. 102 2- Arz hadislerinden bazıları muteber hadis kaynaklarında da zikredilmiş ve tahriç edilmiştir. Ahmet b. Hanbel, Darekutni, İbn Hibban, Buhari gibi muhaddisler ile Ebu Yusuf, Serahsi, Cessas, Pezdevi ve Abdulaziz Buhari gibi Hanefi âlimler de eserlerinde söz konusu arz hadislerinden bazılarını rivayet etmişlerdir. Arz hadislerinin bu şekilde sahih kabul edilerek rivayet edilmesi, bu konudaki hadislerin bütününün birden “mevzu” sayılıp geçilmesinin isabetli olmayacağını bize göstermektedir.103 3- Arz hadisleri rivayetleri açısından sahih kabul edilmeseler bile, manasının sahih olduğunu söyleyen âlimlerimiz vardır.104 4- Bu hususta dikkate alınması gereken bir diğer önemli nokta da, tarihi arz uygulamalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.s) ile başlayan, sahabe ve diğer birçok imam tarafından tatbik edilen bu uygulamalar da arz hadisleri ile anlatılmak istenilen mananın, İslami esaslar ile çelişmediğini göstermektedir.105 2- Hz. Peygamber’in Hadis Nakledenlere Duası Suyutî, hadislerin dinde delil olduğunu belirtmek için, kitabının hemen başında şu rivayeti nakletmektedir: “Bakın burada bulunanlarınız bulunmayanlara (anlattıklarımı) aktarsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha iyi kavrayabilirler.” Diğer bir rivayette ise : “Bizden işittiği hadisi işittiği gibi rivayet 101 Kırbaşoğlu, M. Hayri, Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara, 2002, Kitabiyat, s. 185. 102 Keleş, a.g.e., s. 79. 103 Keleş, Ahmet, a.g.e., s. 79. 104 Şatibî, Kasımî vb. 105 Keleş, Ahmet, a.g.e., s. 79. 29 edenin Allah yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha anlayışlı ve kavrayışlı olabilirler.” 106 Senedlerinin tamamı sağlam olan, bu rivayet, iki sahabi tarafından nakletmektedir. Bunlar İbn Mes’ud ve İbn Abbas’dır. İbn Abbas’ın metni Veda Hutbelerinden ibarettir. İbn Mes’ud’un metni ise yukarıdaki gibi kısa olup nerede söylendiği de belli değildir. Büyük bir ihtimaldir ki, bu metin İbn Abbas’ın naklettiği uzun Veda Hutbesinin sonunda yer alan bir cümlelik tavsiyedir. İbn Mes’ud’un rivayet ettiği rivayetin metinlerini incelediğimizde, karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır. Bu rivayet, ilk olarak, Şafii’nin Müsned’inde geçmektedir. Bu rivayette geçen ve üzerinde odaklandığımız kelime “( ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲsözümü) kelimesidir. Tirmizî’nin naklettiği bir rivayette bu kelime yerine “ ”ﺷﻴﺌﺎkelimesi geçmektedir. Ayrıca aynı sahabeden naklettiği halde, Tirmizî ve diğer müellifler “ ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲkelimesi yerine “”ﺣﺪﻳﺜﺎ kelimesini kullanmışlardır. Bizce bu rivayette geçen kelimenin aslı “( ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲsözümü) şeklindedir. Bütün bunlardan sonra şöyle bir sonuca varabiliriz: Malum olduğu üzere, hadisler manen rivayet edildiğinden, bazı kelimeler bu nakil esnasında değişikliğe uğramıştır. Ayrıca toplumsal yapıyı ve o dönemdeki tartışmaları da hesaba katarsak, bu değişikliğin sebebini kolayca anlayabiliriz. Bu rivayet büyük bir ihtimal ile Veda Hutbesi esnasında söylenmiştir. Hz. Peygamber bu hutbede önemli mesajlar vermiştir ve bu masajların orada bulunmayan kişilere de ulaştırmasını istemiştir. Yine kaynaklarımızın da nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’in son haccı olan Veda haccına oldukça fazla Müslüman katılmıştır. Durum bu olunca, Hz. Peygamber’in sesi tüm bu insanlara ulaşılması problem olmuştur. Hâlbuki asıl olan Kur’an’ın bir manada özeti niteliğinde olan bu önemli hutbenin tüm insanlar tarafından duyulmasıydı. Bunun için bizzat Peygamberimiz tarafından gür sesli münadiler görevlendirildi. Bu münadilerden biri Hz. Ali (r.a.), diğeri ise, Rabia b. 106 Suyuti, Miftah, 20; Şafii, Müsned, s. 240; Tirmizi, Sünen, V. 33; İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban el-Bustî, es-Sahih, Beyrut, 1407/ 1987, I. 268; Ebu Davud, Sünen, III. 322; İbn Mace, Sünen, I. 84; Buharî, el-Hudûd, 9, el-Megâzî, 77, İlim, 9; Muslim, el-Hacc, 19; Ahmed b. Hanbel, Musned, I. 436, V. 39, 45, 49,72; Darimî, Mukaddime, I. 87; Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali, Kitabu’s-Süneni’l-Kebir, Haydarabad, 1344, V. 140. 30 Umeyye idi. Hz. Ali ve Rabia, Hz. Peygamber’in talimatı üzerine “ Ey insanlar! Resulullah derki…” diye halka hutbeyi anında tebliğ ediyorlardı. 107 Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber orada mevcut bulunan kişilerden orada mevcut olmayan kişilere bu sözlerini nakletmesini istediğinden dolayı bu rivayette geçen kelime “”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲ şeklinde olması daha uygundur. Bazı versiyonlarda geçen ‘hadisen’ kelimesi ise daha sonraki dönemlere ait olma ihtimali yüksektir. 3- Erike Hadisi Suyutî, sünnetin dinde önemli bir kaynak olduğu, sünnetle ihticacın gerekli olduğunu ve bundan asla vazgeçilmeyeceğini savunarak, sünnetin Kur’an’dan sonra ikinci kaynak olduğunu ve sünnetin delilliğini yine sünnetten delil getirerek savunuyor ve sünnetten getirdiği en önemli delil ise, âlimlerimiz arasında ‘Erike Hadisi’ diye meşhur olmuş rivayettir. Bu rivayeti her iki versiyonuyla birlikte Beyhakî’den nakletmekte olup rivayetler eserde şöyle geçmektedir: ‘Beyhakî daha sonra Ebu Rafi’nin rivayet ettiği hadisi zikreder: “Resulullah şöyle buyurdular: “Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim bir haber geldiğinde ‘bunu bilmiyorum. Biz Kur’an’da bulduğumuza tabi oluruz’ derken bulmayayım.” Diğer versiyonu ise, ‘Beyhakî daha sonra da el-Mikdam b. Madikerib hadisini zikreder: “Nebi Hayber günü bazı şeyleri haram kıldı. Ehli eşek eti vb. bunlardandır. Allah Resulü daha sonra şöyle buyurdu: “Kişinin koltuğuna kurulup, bir hadisim nakledildiğinde şöyle demesi yakındır: ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın Kitab’ı var. Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak bulduğumuzu da haram sayarız.’ Dikkat edin! Resulullah’ın haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”108 107 Ebu Davud, el-Menasik, 72. 108 Suyutî, Miftah s. 27–28; Şafii, er-Risale, 89–90; Ahmed b. Hanbel, Musned, VI. 8; Ebu Davud, Sünnet, 6; Darimi, Mukaddime, I. 144; Tirmizi, İlm, 10; İbn Mace, Mukaddime, I. 12; Hâkim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburî, el-Mustedrek Ala Sahiheyn, Beyrut, ty, I. 108; Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemu’l-Kebir, Musul, 1984, XX. 669; Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Ali, Delailu’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvali Sahibi’ş-Şerîa, Beyrut, 1405/1985, VI. 549. 31 Araştırmamızın önemli bir rivayeti olan, bu “Erike Hadisi”ni bizden önce detaylı bir şekilde araştırıldığından109, burada sadece o araştırmanın özetini ve vardığı sonuçları zikretmekle yetinilecektir. Haberin rivayet kanalları incelendiğinde, hepsinin iki raviye dayandığı gözlenir; bunlardan birisi Ebu Rafi’, diğeri ise, Mikdam b. Ma’dikerib el-Kindi’dir. Hadis, bazı versiyonlarda ravi Muhammed b. Munkedir tarafından, doğrudan Hz. Peygamber’e nisbet edilerek nakledilir. Bazılarında ise, Ubeydullah b. Ebi Rafi’ tarafından, babası Ebu Rafi’ isnaddan düşürülerek rivayet edilir. Bu kanallarda mürsel olarak gelen haber, diğerlerinde müsned-merfu’dur.110 Rivayetin esas kaynağı olan iki raviden birisi Ebu Rafi’dir. Ebu Rafi’, İbn Sad’ın verdiği bilgiye göre, Abbas’ın kölesi imiş. Onu Hz. Peygamber’e hediye etmiş, Abbas’ın Müslümanlığı kabul ettiğini kendisine müjdelediği için de, Peygamber onu azad etmiştir. Zehebî’nin kaydettiğine göre, Peygamber’in harplerinden sadece Uhud ve Hendek savaşlarına katılmıştır. Bu nokta tetkik ettiğimiz rivayet açısından önemlidir. Zira bu hadis eğer Peygamber tarafından söylenmiş ise, bu, ancak Hayber gazvesinde olmalıdır. Çünkü haberin bazı versiyonlarında yer alan ehli merkep etlerinin yasaklanması, Hayber savaşı esnasında vuku bulmuştur. Ebu Rafi’nin biyografisini ele alan hiçbir kaynak, onun bu harbe iştirak ettiğini açıkça zikretmediği gibi, Zehebî vb. âlimler onun sadece Uhud ve Hendek savaşlarına katıldığını özenle vurgulamıştır.111 Diğer ravi, Mikdam b. Ma’dikerib’in ise, künyesinin Ebu Yahya olduğu ve 91 yaşında iken, Şam’da vefat ettiği söylenmiştir. Hatta bazı rivayetlere göre, onun Hz. Peygamber’i görüp görmediği dahi şüphelidir. İbn Hacer, onun bizzat kendisine Hz. Peygamber’i görüp görmediği yolunda sorular sorulduğunu nakletmiştir. Hayber gazvesinin, tarihçilerin ittifakıyla hicretin 7. yılında gerçekleştiği dikkate alınırsa, Mikdam’ın Hayber’e katılması zor görünüyor.112 109 Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, s. 20–33, (İslamiyat Derg. C: I, S: III, 1998). 110 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 23. 111 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 24. 112 İbn Hacer, İsabe, III. 455, (Özafşar, M. Emin, a.g.m. s. 25’den naklen). 32 Şimdi bu rivayetin niçin Hayber’de söylenmiş olması gerektiğine gelelim. Şu gelen rivayete baktığımızda bu gerçek biraz daha açığa çıkmaktadır: “Haberiniz olsun ki, bana Kitap ve bir de onun misli verilmiştir. Biliniz ki, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanıp oturarak şöyle diyeceği zaman yakındır. ‘Bu Kur’an’a uyun. Onda helal bulduklarınızı helal, haram bulduklarınızı da haram addedin.’ Haberiniz olsun ki, ehli merkep eti, yırtıcı kuşların eti vb… size helal değildir.” Burada Hz. Peygamber’in bu sözleri, ehli merkep eti ve yırtıcı kuşlar etini haram etmesi üzerine söylediği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu noktada, ehli merkep etinin ne zaman ve nerede haram kıldığına bakmak gerekir. Siyer ve mağazi kaynaklarına, hata bazı Hadis kaynaklarına müracaat ettiğimiz zaman, bunun Hayber gazvesinde vuku bulduğuna ilişkin nakillerle karşılarız. İbn İshak yasağa mahal teşkil eden hadiseyi nakleder. İbn Hişam ise haberi: “Resulullah, Hayber günü bazı şeylerden nehyetmiştir.” Şeklinde bir başlıkla aktarır. Hadise, Cabir b. Abdullah, Ebu Selit ve Mekhul kanalıyla nakledilir. Ancak tarihçimiz Cabir’in Hayber’e katılmadığını da not etmeden geçmez. 113 Sonuç olarak, Erike hadisini, bu hadisin iradına sebep teşkil eden ehli merkep ve yırtıcı kuş etlerinin yasaklanmasını ve bunların meydana geldiği Hayber savaşını nakleden ravilerin hiçbiri bu harbe iştirak etmemiştir.114 Rivayet tekniği ve tarihi bakımından ‘Erike rivayeti’ ile ilgili olarak kaydettiğimiz hususları bir an göz ardı ettiğimizde, Hz. Peygamber’in bu sözleri Hayber’de söylediğini varsayarsak; bu takdirde iki ihtimal söz konusudur.115 Birincisi; Hz. Peygamber’in bu sözleriyle, gelecekte bir gün çıkması muhtemel bir anlayışın, ta o zamandan haber vermekte olup o anlayışın kötülenmesidir ki, Hayber savaşı gibi çok önemli bir vakıanın yaşandığı, Müslümanların şiddetli açlık ve sıkıntı içerisinde bunaldığı bir sırada Hz. Peygamber’in bu konuları gündeme gözükmektedir.116 113 Özafşar, a.g.m., s. 28. 114 Özafşar, a.g.m., s. 28. 115 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30. 116 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30. 33 getirmesi muktazayı hale aykırı İkincisi; o vakit, Hz. Peygamber bir münadi kanalıyla yasağı duyurunca, hemen orada itirazların vuku bulduğu, Hz. Peygamber’in de onlara cevap verdiği düşünülebilir. Ne var ki bu da makul değildir. Hele hele Kur’an’ı delil getiren bir itirazın esamesi bile yoktur. Hâlbuki başka zamanlarda değişik vesilelerle Hz. Peygamber’in bazı tasarruflarına itirazların yaşandığı klasik kaynaklarımıza aksetmiştir. Şu halde, Hz. Peygamber savaş meydanında, cephede, koltuğuna oturmuş, Kur’an’ı öne süren bir tasvir ile kendi buyruklarına yönetilecek bir itirazdan ne diye söz etsin?117 Dikkat edilirse burada, ehli merkep etlerinin Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı yolunda birtakım iddiaların varlığından söz ediliyor. Cabir, Basra’da bu kanaati bir zaman açıkça dile getirenin Hakem b. Amr el-Ğifarî olduğunu, ancak İbn Abbas’ın buna karşı çıktığını ve itirazına dayanak olarak da Enam 145. ayetini delil getirdiğini söylüyor. Bunun anlamı, ortada Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir rivayet, ona dayanılarak verilen bir hüküm, bu hükme karşı yapılan bir itiraz ve bu itiraza mesned olarak zikredilen bir Kur’an ayeti var, demektir.118 4- Bırakılan İki Rehber: Kur’an ve Sünnetim veya Ehl-i Beytim Suyutî, eserinde sünnetin dindeki yerini rivayetlerle temellendirmeye çalışmakta ve sahih olarak kabul ettiği bir rivayet de şudur: ‘Ebu Hureyre, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “ Ben size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldıkça asla doğru yoldan çıkmazsınız: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bunlar cennetteki havza gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaktır.”119 Diğer bir versiyonu ise şudur: ‘İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Resulullah Veda haccında okuduğu hutbede şöyle buyurmuştur: “Size öyle bir şey bıraktım ki, ona tutunduğunuz sürece asla sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.”120 Kaynaklarımızı incelediğimizde bu rivayetlerin metinlerinin farklı farklı olduğunu görmekteyiz. Bu rivayetlerin metinleri göz önüne aldığımızda bunları şu şekilde tasnif edebiliriz: 117 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30. 118 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30. 119 Suyuti, Miftah, s. 28; Beyhaki, Sünen, X. 114; Hâkim, Mustedrek, I. 93; İbn Hazm, el-İhkam, VI. 810. 120 Suyuti, Miftah, s. 28; Beyhaki, Sünen, X. 114. 34 1) Hz. Peygamber Kur’an’a ve kendi sünnete uyulmasını tavsiye etmiştir;121 2) Hz. Peygamber Kur’an’a ve Ehl-i Beytine uyulmasını tavsiye etmiştir;122 3) Hz. Peygamber sadece Kur’an’a uyulmasını tavsiye etmiştir.123 Burada kaydettiğimiz rivayetlerin sened ve metinleri itibarıyla bir kritiğini yapmamız gerekirse, öncelikle belirtmeliyiz ki, kaynaklarımızın çoğuna göre, bu vasiyet, en az on binlerce kişinin bulunduğu Veda Haccı esnasında yapılmıştır. Ne var ki, onun Veda Haccında birkaç yerde irad ettiği bu hutbeleri ancak birkaç sahabiden gelmiştir. Hz. Peygamber’in bu ifadesi, Buhari’nin Veda Haccı babında124 mevcut değildir.125 Yine iki şey bıraktığını söyleyen rivayetler ise birbirleriyle çelişmektedir. Zira bırakılan ikinci rehber, bazı rivayetlere göre sünnet, bazılarına göre ise Ehl-i Beyt’tir. Ayrıca iki şey bıraktığını söyleyen rivayetlerin bazısı, sahih bir seneden yoksundur. Hatta İmam Malik ve İbn Hişam’ın naklettikleri rivayetlerin hiç senedi yoktur. Taberî rivayeti maktu’dur. Hâkim’in naklettiği İbn Abbas-İkrime tarikinde Kitab-Sünnet bırakılırken, Vakıdî’nin aynı tarikten gelen rivayetinde yalnızca Allah’ın Kitabı bırakılmaktadır. Burada Vakıdî’nin (ö. 207), Hâkim’den (ö. 405) iki asırlık önceliğini göz önünde bulundurulmalıyız. Hâkim’in de itiraf ettiği gibi, o hutbe sünnete sarılmanın zikredilmesi gariptir. Onun şahid olarak Ebu Hureyre’den naklettiği, senedinde metruk bir ravi bulunan haber ise, Ehl-i Beyti tavsiye eden Ebu Said hadisleriyle aynı cümle kurgusuna sahiptir.126 Dolayısıyla bu rivayetleri ihtiyatla ele almamız daha isabetli olacaktır. Zira söz konusu rivayet, yine de garip ve zayıf olmaktan kurtulabilmiş değildir. 121 Malik, Kader, 3; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, II. 604; Beyhaki, Sünen, X. 114; Hâkim, Mustedrek, I. 93; İbn Hazm, el-İhkam, VI. 810. 122 Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 366–7; Darimi, Sünen, II. 1; Beyhaki, Sünen-ü Kübra, VII. 30, V. 45, 51, 59; X. 113; İbn Huzeyme, Ebu Bekr Muhammed b. İshak, Sahih, b.y, 1395/1975, IV. 62; Hâkim, Mustedrek, III. 160. 123 Muslim, Sahih, 2. 890; İbn Huzeyme, Sahih, IV. 251; İbn Hıbban, Sahih, IV. 312, IX. 257; Beyhaki, a.g.e, V. 8, II. 421; Ebu Davud, Sünen, II. 185; İbn Mace, Sünen, II. 1025; İbn Ebi Şeybe, Abdullah b. Muhammed, el-Musannef fi’l-Ehâdis ve’l-Asar, Beyrut, 1409/1988, III. 336, VI. 133. 124 Buhari, Meğazi, IV. 123–8. 125 Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 29. 126 Erul, a.g.e, 29. 35 İkinci maddeyi biraz açarsak, şunları söyleyebiliriz: Hz. Peygamber’in her fani gibi bir gün öleceğini bildiğinden, ümmetine bırakacağı iki emaneti hatırlatma ihtiyacını duymuştur. Bu emanetlerden birincisi, tebliğ ettiği ve hükümleriyle amel olunan Kur’an idi. Ümmetine bırakacağı ikinci emanet ise ‘ev halkı’ idi. O tarihte Hz. Peygamber’in dokuz hanımı bulunuyordu. Ev halkı tabirinden özellikle bunlar kastedilmekteydi. Çünkü Resulullah’ın hanımları, “müminlerin anneleri” idiler127 ve onun ölümünden sonra, onlar evlenemeyeceklerdi.128 Bu durumda Hz. Peygamber’in onlar hakkında ümmetini uyarması çok makul ve gerekliydi.129 Ayrıca bu rivayette geçen ‘Ehl-i Beyt’ kavramı farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bazıları bunun içeriğini genişletmiş, bazıları ise bu kavramın içeriğini daralmışlardır. Şöyle ki; şia’ya göre, Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin ve imam olarak kabul edilen diğer dokuz kişi girer. Ehl-i Sünnet âlimleri ise Ehl-i Beyt kavramına dâhil olanları iki noktada toplamışlar: a) Ehl-i Beyt kapsamına sadece Hz. Peygamber’in eşleri dâhildir. Zira İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Ehl-i Beyt ayeti (11. Hud, 73) onlar hakkında inmiştir. Nitekim ayetin öncesiyle sonrasında Peygamber hanımlarına hitap edilmekte ve sadece onlarla ilgili bazı ilahi emirlerden bahsetmektedir. Ayette müzekker çoğul zamirinin kullanılması Ali, Hasan ve Hüseyin’le ilgili değil, ev reisi olarak Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’in başında yer almasından dolayıdır. b) Söz konusu ayet Hz. Peygamber’in hanımlarına hitap ettiğine, Ehl-i Beyt’ten öncellikle onlar anlaşılmakla birlikte, müzekker zamir kullanılmak suretiyle Ehl-i Beytin Hz. Peygamberin bütün çocuklarını, kadın-erkek bütün torunlarını, amcalarını ve çocuklarıyla torunlarını, hatta bütün akrabalarını yani Beni Haşim’i kapsamına alacak şekilde geniş bir muhtevaya sahip olduğu ileri sürülmüştür.130 Bütün bu yorumlardan sonra yukarıda da belirttiğimiz gibi Ehl-i Beyt’in kapsamına Hz. Peygamber’in eşleri girmektedir. Bu rivayetin sakaleyn versiyonuna bu daha uygundur. Bütün bu yorumlardan sonra, yine de içinde “Ehl-i Beyt” geçen rivayete de ihtiyatla yaklaşmaktayız. 127 33. Ahzab 6. 128 33. Ahzab 53. 129 Zeyveli, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Ankara, Bilgi Vakfı Yayınları, s. 22. 130 Öz, Mustafa, Ehl-i Beyt, T.D.V. İ. Ans, X. 499. 36 Üçüncü maddedeki hadisi nakleden raviler şunlar: Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, İshak b. İbrahim (238), Hatim b. İsmail el-Medeni (187), Ca’fer b. Muhammed sadık (148), Muhammed b. Ali b. Hüseyin (114,7), Cabir b. Abdullah (78,9), Muhammed b. Yahya, Abdullah b. Muhammed en-Nufeyli, Hişam b. Amar (245)’dır. Rical Kitaplarına baktığımızda bu ravilerin tümü sikadır.131 Yukarıda ravileri zikrettiğimiz üçüncü rivayetin ilk üç ortak ravisinden ikisi Ehl-i Beyt imamlarından olmasına rağmen, rivayet metninde ne Sünnet, ne de Ehl-i Beyt kelimeleri geçmektedir. Bu bize bu kavramların daha sonraki dönemlerde idrac yoluyla rivayetin metnine sokuşturulduğu ihtimalinin yüksek olduğu düşündürmektedir. Netice olarak, bu üç rivayet versiyonu içerisinde, gerek sened gerekse metin itibarıyla, görünür bir problemi olmadığı için, sadece Kur’an’ı tavsiye eden haberler daha sıhhatlidir ve şüphesiz, diğerlerin üzerinde rüçhaniyetleri vardır. Özellikle ziyade edilmeye oldukça müsait olan böyle bir haberin Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt olmak üzere iki itikadî mezhebe mensup bazı mutaassıpların mezhepleri lehine metne idrac yapmış olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir.132 5- Raşid Halifelerin Sünneti Rivayeti Müellifimizin sünnete delil olarak gösterdiği önemli rivayetlerden birisi de İrbad b. Sâriye tarafından nakledilen ve özellikle sahabe sözünün dindeki yerini belirleyen şu rivayettir. İrbad b. Sariye’nin rivayet ettiğine göre; ‘Resulullah bir gün bize namaz kıldırdıktan sonra, çok etkili bir va’zetti. Öyle ki, kalplerimiz ürperdi ve ağladık. Cemaatten biri “Ya Resulullah! Sanki veda eder gibi vaaz ediyorsun. Son olarak bize ne tavsiye edersin?” diye sorunca Resulullah: “Allah’tan korkmanızı ve yöneticiniz, kafası simsiyah üzüm tanesi gibi bir Habeşli köle olsa da, sözünü dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra yaşayanlarınız, birçok anlaşmazlıklara şahit olacaklardır. Böyle bir ortamda benim ve Raşid halifelerimin sünnetine sımsıkı sarılın. Bid’atlerden sakının; sonradan ortaya 131 İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut, ty, I. 190–1, II. 37, 88, 210, IX. 311–2; 132 Erul, a.g.e., s. 31. 37 çıkarılan ve dinin aslındanmış gibi gösterilen her şey bid’attir, her bid’at de sapıklıktır”133 buyurdu. Bu rivayet, daha önce detaylı bir araştırmada incelendiğinden,134 biz onun ulaştığı neticeleri burada zikretmekle yetineceğiz. Araştırmada, rivayetin senediyle ilgili şu sonuçlara ulaşmıştır: Rical kitapların verdikleri bilgilere göre senedin ittisalinde ve ravilerin güvenirliklerinde bir problem yoktur. Kütüb-i Site öncesi hadis mecmualarından olan Muvatta ve Musannaf’larda, ayrıca Buharî ve Muslim’de yer almamasına rağmen rivayet, klasik hadis değerlendirmesi yönünden sahih bir hadistir. O yüzden Tirmizî, ‘bu hadis hasen-sahihtir’ derken, Hâkim Neysaburî ‘hadis sahihtir, illeti yoktur’ demektedir. 135 Böyle bir hadis her ne kadar hadis âlimleri nezdinde sahih sayılsa da özellikle Hanefi fakihlerin geliştirdikleri bir prensibe göre ‘umumi belvada’ varid olan haber-i vahid grubuna girer ki bu şekilde gelen haberler reddedilir. Yani herkesin veya birçok kimsenin bilmesi gereken bir sünnet veya hadisin sadece tek bir raviden nakli, o rivayetin kabul edilmemesi için yeterli bir sebeptir. Hz. Peygamber bir namaz sonrasında cemaate veya namaz haricinde bir topluluğa hitaben konuşma yapacak, dinleyenler ağlayacak kadar etkilenecekler ve o konuşmayı sadece Irbad b. Sâriye nakledecek”.136 Şimdi de ismi geçen araştırmada metni ile ilgili değerlendirmeleri aktaralım: “Sünnet terimi daha sonraki ıstılahî anlamını henüz kazanmamış olsa da Hz. Peygamber’in bazı konularda kendi uygulamasına atıfta bulunmak için “sünnetim” tabirini kullandığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de örnek olarak gösterilen bir peygamberin kendi tatbikatını model göstermesi ve muhataplarına bunu tavsiyesi gayet tabiidir. Ancak raşid ve mehdi halifelerin sünnetinden bahsetmesi o kadar tabii değildir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber kendisinden sonra devlet yönetimine kimin geçeceği konusunda ne sarih ne de zımnen hiçbir açıklama ve işarette bulunmuştır. 133 Suyutî, Miftah, s. 29–30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 126–127; Ebu Davud, Sünen, 6; Tirmizi, İlim, 16; İbn Mace, Mukaddime, 6; Darimi, Mukaddime, 16; İbn Hıbban, Sahih, I. 104, Hâkim, Müstedrek, I. 95; 134 Ünal, İ. Hakkı, Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber’i Anlamak, s. 47, (İslami Araştırmalar Derg. Hadis-Sünnet Özel sayısı). 135 Ünal, a.g.m., 48. 136 Ünal, a.g.m., 48. 38 Zımnen işaret ettiğini gösteren rivayetlerin de düzmece olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber vefat eder etmez, daha defnedilmeden yönetime kimin geçeceği tartışmalarının başlaması ve bu arada bir hayli farklı görüşün ortaya çıkması Hz. Peygamber’in konuyla ilgili herhangi bir talimatının olmadığını göstermektedir.137 Bu rivayeti, Hz. Peygamber’in sözü olarak kabul edemeyişimizin esas nedeni sünnet-bidat tartışmalarının Hz. Peygamber’in hayatında hiç yer almaması tam tersine yukarıda açıkladığımız üzere rivayetin Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan hızlı gelişmelerin muvacehesinde I. hicri asırda başlayıp daha sonra devam eden konuyla ilgili tartışmaların bir yansıması niteliğinde bulunmasıdır. Bid’at kelime olarak arap lugatında, hatta Kur’an–ı Kerimde yer almış olmakla beraber138 sonraki ıstılahî anlamıyla Hz. Peygamber’e yabancıdır. Çünkü bizzat kendisi birçok faydalı yeniliği kabul etmiş, başkalarının önerilerine sürekli açık olmuştur.139 Kanaatimizce “Raşid halifeler” kavramı da ilk dört halife döneminde bilinen yerleşmiş bir tabir değildir. İslam tarihiyle ilgili ilk kaynaklarda bu tabire fazla rastlanmadığı gibi meşhur hadis kaynaklarında da belki de sadece bizim incelediğimiz bu rivayet içinde yer almaktadır. Kullanımın bu rivayet ortaya çıktıktan çok sonraları yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca sünnetlerine uyulması emredilen bu halifelerin ictihadi tasarruflarıyla ihdas ettikleri pek çok yenilik ve değişiklikler vardır. Dolayısıyla bir taraftan halifelerin sünneti, öbür taraftan onların şartları ve maslahat gereği birçok yeniliklerin mevcudiyeti ve her ihdas edilen yeniliğin bid’at ve dalalet sayılması gibi çelişkili bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, bu rivayete ihtiyatla yaklaşılması daha uygun olacaktır.140 Bu rivayet, İslam tarihinde vuku bulan bazı olayların seyriyle bağdaşmayan unsurlar ihtiva etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifenin belirlenmesi konusunda ashabın ihtilafa düştüğü ve her halife seçiminde nassın bulunmayışından doğan belirsizliğin devam ettiğini görmekteyiz. Eğer Resulullah 137 Ünal, a.g.m., 49. 138 46. Ahkaf, 9; 57. Hadid, 27. 139 Ünal, a.g.m., 51. 140 Erul, a.g.e., s. 24. 39 raşit halifelerle ilgili bir tavsiyede bulunmuş olsaydı ihtilaf ve belirsizlik ortaya çıkmazdı. Ayrıca bu rivayetler, Şia’nın öne sürdüğü “sakaleyn” hadisine alternatif olarak ortaya konulduğu izlenimini de vermektedir.141 Hz. Peygamberden gelecekle ilgili nakledilen siyasî, sosyal, kelamî nitelikli haberler hemen hemen ilk III. asırla sınırlıdır. Bu süre içinde gelişen olaylarla bazı hadis metinleri karşılaştırıldığında neredeyse birebir tetabuk söz konusudur. Bunun sebebi gayet açıktır. Hadis mecmualarının tasnif işlemi büyük ölçüde III. hicri asrın sonralarına doğru tamamlanmış, uydurma hadis faaliyeti de buna paralel olarak durma noktasına gelmiştir. Hadis kitaplarının tedvin ve tasnif işlemin devam ettiği bu asırlarda Hz. Peygambere ne söyletilmek isteniyorsa söyletilmiş, bunlardan kaynaklara girenler girmiş, bir kısmı mevzuat kitaplarında toplanmış, belki de önemli bir kısmı da unutulup gitmiştir. Tasnif edilerek son şeklini almış kitaplara yeni bir şey sokmak mümkün olmadığı için gelecekle ilgili hadisler ilk üç asırla sınırlı kalmıştır. 6- Altı Kişiye Lanet Rivayeti Müellifimiz eserine, özellikle problemli ya da İslam Dünyasında oldukça fazla tartışılan ve bir sonuç alınılmayan konuları içeren şu rivayeti almıştır: ‘Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah ve O’nun katında duaları makbul olan her peygamber tarafından lanetlenen altı kimse vardır.” Ayrıca Suyutî, eserinin sonuna doğru bu kişilerin yedi (7) olduğuna dair bir rivayet daha nakletmektedir. İlk altı madde aynı olduğu için, biz birinci rivayete, ikinci rivayetin yedinci maddesini ekleyerek vereceğiz. 1. Allah’ın kitabına ekleme yapan, 2. Kaderi yalanlayan, 3. Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz yapmak isteyen zorba, 4. Allah’ın haram kıldığını helal sayan, 5. Allah’ın Ehl-i Beytim hakkında haram kıldığı şeyi helal sayan, 6. Sünnetimi terk eden,142 7. Ganimetlerin iyisini seçip kendine ayıran kimse.143 141 Yavuz, Yusuf Şevki, Ehl-i Sünnet, T.D.V.İ.Ans., X. 525. 142 Suyutî, Miftah, s. 31; Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, XVII. 43, III. 136–137; Hâkim, Müstedrek, I. 36, II. 252, IV. 90; Tirmizî, Sünen, IV. 457; İbn Hibban, Sahih, XIII. 60. 40 Bu rivayetin senedleri şöyledir: 1- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb → Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Tirmizî.144 2- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb → Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Ahmed →Taberanî.145 3- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Hasan b. Sufyan → İbn Hibban.146 4- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Me’la b. Mansur → Hasan b. Ali → İbn Ebi Asım.147 5- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → İshak b. Muhammed el-Ferevi → Yakub b. Süfyan → Abdullah b. Cafer → Hâkim.148 1- Hz. Aişe; Hz. Peygamber’in eşi, Ebu Bekir Sıddık’ın kızı, Mü’minlerin annesi, âlim, fakih, muhaddis bir şahsiyettir kendisi. Hz. Peygamber’den 2210 hadis rivayet etmiştir. Onlardan 174 tanesinde Buharî ve Muslim ittifak etmiş, ayrıca Buharî 54, Muslim ise 68 hadis rivayet etmiştir.149 2- Amre bnt. Abdirrahman; Medineli tabiîndendir. Sika olup hicri 98 yılında vefat etmiştir.150 3- Ubeydullah b. Adirrahman; İbn Main, zayıf; Neasi ise “kuvvetli değildir” demişlerdir.151 143 Suyutî, Miftah, s. 122; İbn Ebi Asım, es-Sunne, I. 149. 144 Tirmizî, Sünen, IV. 457. 145 Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, XVII. 43, III. 136–137. 146 İbn Hibban, a.g.e., XIII. 60. 147 İbn Ebi Asım, es-Sunne, I. 149. 148 Hâkim, Müstedrek, I. 36, II. 252, IV. 90 149 Zerkeşi, Bedruddin, el-İcabe li İradi Ma’stedrakethu Âişe ala’s-Sahabe, thk: Said Afganî, Beyrut, 1985, Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, trc: Bünyamin Erul, s. 163-167, Ankara, 2000. 150 İbn Hibban, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim el-Bustî, Sikât, (thk. Seyyid Şerafuddîn Ahmed), Dâru’l-Fikr, 1395/1975, V. 288. 151 İbn Hacer, Tehzib, VII. 27. 41 4- Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî; İbn Hıbban, onu Sikat’ta zikretmiştir.152 5- Kuteybe b. Said; Ebu Hatim, sika; Nesai, sika ve saduk; Hâkim ise sika ve memun demişlerdir.153 6- Hasan b. Sufyan; sika ve 303 yılında vefat etmiştir.154 İbn Hıbban, onu Sikat’ta zikretmiştir.155 7- Me’la b. Mansur; İbn Main, sika; Ahmed b. Hanbel, hadiste saduktur ve ehli re’ydendir demişlerdir. Yakub b. Şeybe, sika, Memun, saduk ve fakih; İbn Sad ise, saduk ve sahibu’l-hadistir demişlerdir. 211 yılında vefat etmiştir.156 8- Hasan b. Ali b. Muhammed; Yakub b. Şeybe, sika; Nesai, sika; Tirmizî, hafız demişlerdir. İbn Hibban, onu Sikat’ta zikretmiştir. 157 9- İshak b. Muhammed el-Ferevi; Ebu Hatim, saduk; Nesai, Metruk; Darekutnî, zayıf demişlerdir. İbn Hıbban, Sikat’ta ona yer vermiştir.158 10- Yakub b. Süfyan; Nesai, “zararı yok” demiş, Hâkim, İran’daki ehl-i Hadisin imamıdır demiştir. İbn Hibban, onu Sikat’ta zikretmiştir. Hicri 277 yılında vefat etmiştir.159 11- Abdullah b. Cafer; Darekutnî, sika demiştir. İbn Hıbban Sikat onu zikretmiştir.160 Yukarıda da görüldüğü gibi, Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb zayıftır. Bundan dolayı bu rivayet, klasik hadis usulüne göre zayıftır. Bütün bu bilgilerden sonra, bu rivayetin metni oldukça karmaşık bir içeriğe sahiptir. “Kaderi yalanlayan, Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz yapmak 152 İbn Hibban, a.g.e., VII. 91. 153 İbn Hacer, a.g.e., VIII. 321-22. 154 Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mîzânu’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (tah. Ali Muhammed Mu’avvad ve Âdil Ahmed Abdu’l-Mevcûd), Dâru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, Beyrût, 1416/ 1995, II. 240. 155 İbn Hibban, a.g.e., VIII. 171. 156 İbn Hacer, a.g.e., X. 215. 157 İbn Hacer, a.g.e., II. 262. 158 İbn Hacer, a.g.e., I. 217. 159 İbn Hacer, a.g.e., XI. 339. 160 İbn Hacer, a.g.e., V. 154. 42 isteyen zorba” bu iki madde tamamen daha sonraki kelamî ve siyasî tartışmaların birer ürünü gibi gözükmektedir. “Allah’ın kitabına ekleme yapan, Allah’ın haram kıldığını helal sayan” bu iki madde de söylenilen şeyleri yapan, zaten Müslüman olamayacağı için, bunların burada zikredilmesi zaten tutarlı değildir. Ehl-i Beyt ile ilgili tartışmalar zaten herkesin malumudur. “Sünnetimi terk eden” maddeye gelince de, şunlar söylenebilir: “Bu maddenin burada zikredilmesinin mantığı, aslında şuna dayanmaktadır. Sünneti inkâr eden Müslüman olamayacağı için bu madde burada zikredilmiştir. Yani sünneti kabul etmeyen kişi ile Kur’an’a eklemelerde bulunan kişi aynı kefeye konulmuştur. Yine burada sünneti kimler kabul etmez? diye bir soru sorduğumuzda bunun cevabı da metinde mevcuttur. Yani Rafızîler ya da kendilerini Ehl-i beytin savunucuları gören kişiler. Aslında bu metne baktığımızda, bu rivayet çok köklü tartışmaları, kendi arka planında saklamaktadır. 7- Sünneti İhya Rivayeti Suyutî eserinde, sünnete delil olarak şu rivayeti de göstermektedir: ‘Enes b. Malik (r.a.) Resulullah’ın “ Benim sünnetimi yaşayıp yaşatan, beni seviyor demektir; beni seven de cennette benimle birlikte olacaktır”161 buyurduğunu rivayet etmiştir. Bu rivayetin senedleri: 1- Enes b. Malik → Said b. Müseyyib → Ali b. Zeyd → Abdullah b. Müsennâ b. Abdillah → Muhammed b. Abdullah → Muslim b. Hatim → Tirmizî162 ve Taberanî.163 2- Enes b. Malik → Halid b. Enes → Said b. Halid → İshak b. Raheveyh → Asım b. Said → Bakıyye b. Velid → İshak → Hatim b. Mansur → Ukaylî.164 3- Enes b. Malik → Said b. Halid b. Enes → Iyaz b. Said → Nuaym b. Hammad → Yahya b. Osman → Ukaylî.165 161 Suyutî, Miftah, s. 32; Tirmizî, Sünen, V. 46; Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ b. Hammâd, Kitâbu’d-Duafâi’l-Kebîr, Beyrut, 1404/1984, II. 3, III. 350; Zehebî, a.g.e, II. 407; İbn-i Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Alî el-Askalânî, Lisânu’l-Mîzân, Muessetu’l-A’lemî li’l-Matbûât, Beyrut, 1986/1406, II. 373; Taberanî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, Mu’cemü’l-Evsat, Riyad, 1415/1995, VI. 123–126. 162 Tirmizî, Sünen, V. 46. 163 Taberanî, a.g.e., VI. 123–126. 164 Ukaylî, a.g.e., II. 3 165 Ukaylî, a.g.e., III. 350. 43 1- Enes b. Malik; on yaşında Hz. Peygamber’in hizmetine girmiş olup yaklaşık olarak 103 yaşında Basra’da vefat etmiştir.166 2- Said b. Müseyyib; Katade, ‘ondan daha iyi helal ve haramı bilen birisini görmedim’ demiş. Iclî, onun salih ve fakih olduğunu söyler. Ebu Zur’a, sika olduğunu; İbn Hıbban da Sikat’ta, fakih, abid, vera ve fazilet sahibi ve Ehl-i Hicaz’ın fakihi olduğunu zikrederler. Hicri 94 yılında vefat etmiştir.167 3- Ali b. Zeyd; İbn Sad, onun âmâ olarak doğduğunu, zayıf bir ravi olduğunu ve hadisleriyle ihticac olunmadığını söyler. Salih b. Ahmed, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim ona “kuvvetli değildir” demişler. Tirmizî, saduk olduğunu fakat bazen hadisleri ref ettiğini söyler. Nesai ise ona zayıf demiştir.168 4- Abdullah b. Müsenâ b. Abdillah; İbn Main, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim, salih demişler. Nesai, kuvvetli değil; Tirmizî, sika; Darekutnî, bazen sika ve bazen de zayıf demişlerdir. Ebu Davud Hadisleri tahric edilmez derken, İbn Hıbban Sikat’ta onu zikrederek bazen hata yaptığını söyler.169 5- Muhammed b. Abdullah el- Ensarî; İbn Main, sika; Ebu Hatim, saduk; Nesai, onda bir sorun yoktur demişlerdir. İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiştir. 212 yılında vefat etmiştir.170 6- Muslim b. Hatim; Tirmizî, sika demiş. İbn Hıbban onu Sikat’ta zikrederek bazen hata yaptığını söyler.171 7- Halid b. Enes; meçhul ve hadisleri münkerdir.172 8- Said b. Halid; bilinmiyor ve rivayetleri de münkerdir.173 9- İshak b. Raheveyh, asıl ismi Dahâk b. Hamre’dir. İbn Main “bir şey değildir” demiş. Nesai, “sika değildir”; Darekutnî, “kuvvetli değildir” demişlerdir. İbn Hıbban Sikat’ta zikretmiştir. 174 166 İbn Hacer, a.g.e., I. 329. 167 İbn Hacer, a.g.e., IV. 74–77. 168 İbn Hacer, a.g.e., VII. 283–284. 169 İbn Hacer, a.g.e., V. 338. 170 İbn Hacer, a.g,e., IX. 244–245. 171 İbn Hacer, a.g.e., X. 112. 172 Zehebî, Mizan, II. 407; İbn Hacer, Lisan, II.373. 173 Zehebî, a.g.e., II. 407; İbn Hacer, a.g.e., II. 373; Ukaylî, a.g.e., II. 3, III. 350. 44 10- Asım b. Said; Meçhuldür.175 11- Bekıyye b. Velid; İbn Mübarek, Saduk; Yakub, sika ve hadisleri hasendir demişlerdir. İbn Sad, Iclî, Ebu Zur’a ve Nesai, sika demişlerdir.176 12- Hatim b. Mansur; bulamadık. 13- Iyaz b. Said; meçhuldur.177 14- Nuaym b. Hammad; İbn Adi, sikattandır demiş, İbn Main ve Iclî, sika demişlerdir. Nesai, zayıf; İbn Hıbban, Sikatta onun bazen hata yaptığını ve vehme kapıldığını söylerler. Mesleme b. Kasım, saduk, çok hata yaptığını ve melahim konusunda münker hadisler naklettiğini söyler. Darekutnî, sünnette imamdır fakat hataları da çoktur der. Hicri 228 yılında vefat etmiştir.178 15- Yahya b. Osman; insanlar onun hakkında ileri-geri konuşmuşlardır. Alim ve ülkeler hakkında rivayetler nakletmiştir. Mesleme b. Kasım, onun Şiilikle itham edildiği, kendisinin bir kitabı olduğu ve o kitaptan rivayetler naklettiğini söyler. 282 yılında vefat etmiştir. 179 Enes b. Malik’ten rivayet edilen bu rivayetin isnadında yer alan Halid b. Enes bilinmiyor ve rivayetleri de münkerdir. Asım b. Said ise, meçhüldür.180 Tirmizî bu rivayete hasen-garib demiştir ve kitabına aldığı rivayetin senedinde Enes’ten rivayet eden Said b. Museyyib’in Enes’ten hadis nakletmediğini, ayrıca Said b. Museyyib’ten bu rivayeti nakleden Ali b. Zeyd’in ise rivayetleri ref’ ettiğini görmekteyiz.181 Bu rivayetin metnine baktığımızda, Suyutî eserinde rivayetin son cümlesini alırken, Taberanî ise oldukça uzun ve nasihatlerle dolu bir metin nakletmektedir. Bu rivayet klasik hadis metotlarına göre, kendisiyle ihticac edilebilecek bir rivayet niteliği taşımamaktadır. 174 İbn Hacer, Tehzib, IV. 389. 175 Zehebî, a.g.e, II. 407; İbn Hacer, Lisan, II.373. 176 İbn Hacer, Tehzib, I.416. 177 İbn Hacer, Lisan, IV. 390, Ukaylî, a.g.e, II. 349. 178 İbn Hacer, Tehzib, X. 409- 413. 179 İbn Hacer, a.g.e., XI. 225. 180 Zehebî, a.g.e., II. 407; İbn Hacer, a.g.e, II. 373; Ukaylî, a.g.e., II. 3, III. 350. 181 Tirmizî, Sünen, V. 46. 45 8- Bozulma Döneminde Sünnete Sarılma Rivayeti Müellifimizin sünnete şu rivayeti de delil olarak göstermektedir: Ebu Hureyre’den Rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin bozulup yıkılmaya yüz tuttuğu bir zamanda sünnetimi ayakta tutan kimseye yüz şehit sevabı vardır.”182 Bu rivayetin senedleri; 1- Ebu Hureyre → Atâ → Babası → Abdulmecid b. Abdulaziz → Muhammed b. Salih → Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme → Taberanî.183 2- Ebu Hureyre → Atâ → Babası → Abdulmecid b. Abdulaziz → Muhammed b. Salih → Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme → Süleyman b. Ahmed → Ebu Nuaym.184 3- İbn Abbas → Mucahid → İbn Ebi Nuceyh → Abdulhalık b. Münzer → Hasan b. Kuteybe → Zehebî ve İbn Hacer.185 1- Ebu Hureyre; pek çok ismi olmakla birlikte, cahiliye döneminde ismi Abduşşems, künyesi ise Ebu’l-Esved idi. Hz. Peygamber ismini Abdullah, künyesini de Ebu Hureyre olarak değiştirmiştir. Hayber Gazvesi sırasında Müslüman olmuştur. 57 yılında vefat etmiştir. En çok hadis rivayet eden sahabidir.186 2- Atâ b. Ebi Rebah; İbn Hıbban Sikat’ta el-Cende’de doğduğunu, fakih âlim, vera ve fazilet sahibi olduğunu kaydeder.187 3- Abdülaziz b. Ebi Revade; Ahmed, salih bir adam olup Mürcie’dendir demiş. İbn Main, sika; Ebu hatim, saduk; Nesai, bir sorunu yok demişler. Ali b. Cüneyd, zayıf ve hadisleri münkerdir demektedir. Darekutnî, hadiste orta halidir, 182 Suyutî, Miftah, s. 33; Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebi Bekr, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Beyrut, 1387/1967, I. 172; Taberanî, a.g.e, V. 315; Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-İsbahanî, Hilyetü’l-Evliya ve Tabakatu’l-Asfiya, Mısır, 1395/1975, VIII. 200; Zehebî, a.g.e, II. 270; İbn Hacer, a.g.e., II. 246. 183 Taberanî, a.g.e., V. 315. 184 Ebu Nuaym, a.g.e., VIII. 200. 185 Zehebî, a.g.e., II. 270; İbn Hacer, a.g.e, II. 246. 186 İbn Hacer, a.g.e., XII. 288-91. 187 İbn Hacer, a.g.e., VII. 179. 46 hadislerinden bazıları vehimlidir. Hâkim ve İclî, sika demişlerdir. 188 Ukaylî, Onun Atâ’dan rivayetleri gariptir demektedir.189 4- Abdülmecid b. Abdülaziz; Ahmed, sika demiştir. Nesai ve İbn Main sika ve bir sorunu yok demektedirler. Humeydi insanlar onun hakkında ileri-geri konuşmaktadırlar demektedir. Ebu Hatim ve Hâkim, kuvvetli değildir demişler; Darekutnî, onunla ihticac olunmaz demiş; İbn Sad, zayıf ve Mürcie’dendir demektedir. 206 yılında vefat etmiştir.190 5- Muhammed b. Salih el-Adevi; kaynaklarda bulamadık. 6- Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme; kaynaklarda bulamadık. 7- Süleyman b. Ahmed; Nesai, zayıf; Yahya, onun yalancılıkla itham edildiğini ifade etmektedirler.191 İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiş.192 Ukaylî ise onu Duafa’da zikretmiştir.193 İkinci rivayetin isnadları ise; 1- İbn Abbas; Resulullah kendisine iki defa dua etmiştir. Hz. Aişe onun insanların en âlimi olduğunu söylemiştir. Hicri 68 yılında Taif’te vefat etmiştir.194 2- Mucahid; İbn Abbas’a Kur’an’ı otuz defa arz ettiği söylenir. İbn Main ve Ebu Zur’a, sika demişlerdir. İbn Sad, sika, fakih, âlim ve hadisi çok olduğunu söyler. İbn Hıbban fakih, vera sahibi ve abid olduğunu zikreder. Iclî ise Mekkeli, tabii ve sika olduğunu söyler.195 3- İbn Ebi Nucih (Abdullah b. Yesar); Nesai, sika demiş, İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiştir.196 4- Abdülhalık b. Münzir; bilinmiyor.197 188 İbn Hacer, a.g.e., VI. 301. 189 Ebu Nuaym, a.g.e., VIII. 2. 190 İbn Hacer, a.g.e., VI. 339. 191 Zehebî, Mizan, II: 277. 192 İbn Hibban, a.g.e., VIII. 276. 193 Ukaylî, a.g.e, II. 122. 194 İbn Hacer, a.g.e., V. 242–244. 195 İbn Hacer, a.g.e., X. 39-40. 196 İbn Hacer, a.g.e., VI. 77. 197 İbn Hacer, Lisan, II. 401. 47 5- Hasan b. Kuteybe; Darekutnî, metruk; Ebu Hatim, zayıf; el-Ezdi ise vehimleri çok olduğunu söylerler.198 Bu rivayet, iki sahabeden nakledilmiştir. Bunlar Ebu Hureyre ve İbn Abbas’dır. Müellifimiz Ebu Hureyre’den nakledileni eserine almıştır. Onun senedinin ravilerinden son üçü zayıftır ve Abdulaziz’in A’ta’dan hadisleri de garibtir. İbn Abbas’tan nakledilen rivayetin senedine baktığımızda, Hasan b. Kuteybe’nin zayıf, çok hata yaptığı ve hadisleri metruk olduğunu, ayrıca hocası Abdulhalık b. ElMunzir’in bilinmediğini görmekteyiz. Bu rivayetlerin metinlerine baktığımızda ise, Ebu Hureyre’nin metni اﻟﻤﺴﺘﻤﺴﻚ kelimesiyle başlıyor ve ( ) ﻣﺎﺋﺔkelimesi metinde yoktur. Oysa Suyutî’nin eserine aldığı metinde ise, ( ) اﻟﻘﺎﺋﻢkelimesiyle başlıyor ve ( ) ﻣﺎﺋﺔkelimesi de bulunmaktadır. İbn Abbas’ın metnine baktığımızda ise, metin ( ) ﻣﻦ ﺗﻤﺴﻚkelimesiyle başlamakta ve ( ) ﻣﺎﺋﺔkelimesi de metinde bulunmaktadır. Bütün bunlardan sonra bu rivayete ihtiyatla yaklaşmaktayız. 9- “Cebrail Kalbime Üfledi” Rivayeti Müellif, eserinde şu rivayeti de sünnete delil göstermektedir: ‘Muttalib b. Hantab, Resulullah’ın şu hadisini nakletmiştir: “ Allah size ne emretmişse ben de emrettim, ne yasaklamışsa ben de yasakladım. Ruhu’l- emin, kalbime, hiçbir canlının rızkını tüketmeden ölmeyeceğini üfledi. O halde Allah’tan korkun ve isteklerinizi güzel bir şekilde elde etmeye çalışsın.”199 Bu rivayet dört sahabiden nakledilmektedir. Bunlar, İbn Mes’ud, Huzeyfe, elMutalib b. Hanteb ve Ebu Umame’dır. Kaynaklarımıza baktığımızda bu dört sahabiden üçünün senedi sağlam iken, Huzeyfe’nin rivayetinde sorunlu ravilerin bulunduğu nakledilmektedir. En sağlam sened ise İbn Mes’ud’tan mervi olan seneddir. 200 Müellif eserinde bu rivayete yer vermesinin “Resulullah’ın emir ve nehiyleri Allah’ın emir ve nehiyleri gibidir” anlayışını güçlendirmek için Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığı varsayımını delil göstermektedir. 198 199 Zehebî, a.g.e., II. 270; İbn Hacer, a.g.e., II. 246. Suyutî, Miftah, s. 39; İbn Mace, Ticare, 1; Beyhakî, a.g.e, VII. 7; Şafiî, el-Ümm, Kahire, 1307/1987, VII. 299, er-Risale, s. 87, 93. 200 Zehebî, Mizan, V. 310–311. 48 10- Hz. Peygamber’e İtaat eden ile İsyan edenin Durumu ile İlgili Rivayet Suyutî, Hz. Peygamber’e itaat etmenin farz olduğunu Kur’an’dan ayetler naklettikten sonra, bu konu da Hz. Peygamber’den rivayetler nakletmektedir. İşte bu rivayetlerden birini burada incelemeyi düşündük. Rivayetimiz şudur: “ Buharî, Cabir b. Abdillah’tan (ö. 78/697) şu hadisi rivayet etmiştir: “Bir grup melek, uyumakta olan Hz. Peygamber’in yanına geldi. Bazıları “ O uyuyor”, bazıları da, “Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Sonra melekler birbirine, “Bu dostumuzun durumuna uygun bir misal var, onu anlatın bakalım” dediler. Fakat bazıları yine, “ O uyuyor”, bazıları da, “Hayır gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Bunun üzerine melekler, “Bu zat, yaptırdığı yeni bir ev vesilesiyle vereceği yemek ziyafetinde insanları çağırmak üzere davetçi gönderen kimse gibidir. Bu davetçinin davetine katılanlar, o eve girer ve ziyafetten nasibini alır, davetine katılmayanlar ise, ne eve girebilir, ne de ziyafetten yararlanabilir” dediler. Daha sonra melekler, bu benzetmenin Hz. Peygamber’e açıklanmasını istediler. Fakat yine bazıları “ O uyuyor”, bazıları da, “Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Sonunda melekler, kendi aralarında bu benzetmeyi şöyle açıkladılar: “ Ev cennettir. Davetçi, Hz. Muhammed’dir. Her kim Hz. Muhammed’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur; her kim de ona isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Böylece Hz. Muhammed, itaat ve isyan yönünden insanlar için belirleyici bir konumdadır.”201 Bu rivayet, “Abdullah b. Cabir, İbn Mes’ud, Amr el-Bukâlî ve Rabia b. elĞaz” adlı sahabiler tarafından nakledilmiştir. Abdullah b. Cabir’in senedi sahihtir. İbn Mes’ud’un senedi, içinde Cafer b. Meymun olduğundan, Tirmizî bu senedi hasen olarak nitelemektedir.202 Amr el-Bukâlî’nin senedi, sahihtir. Rabia b. el-Ğaz’in senedi, kendisinin sahabe olup olmadığı ihtilaflı olduğundan, bu sened de, hasen olarak kabul edilmiştir.203 201 Suyutî, Miftah, s. 44; Buharî, İ’tisam, 2; Tirmizî, Emsal, 1; Beyhakî, Delail, I. 370–371; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I. 399. 202 Tirmizî, Emsal, 1. 203 Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, V. 61. 49 Bu rivayetin senedi sahihtir. Metnine baktığımızda, konuyu temsili anlatımla sahabilere anlatılmıştır. Bu yöntem, eğitimde etkili bir yöntemdir. Kendisine itaatin Allah itaat olacağını temsili örnekle güzel bir şekilde anlatmıştır. 11- Düşürülen Cenin Rivayeti Suyutî, eserinde şu rivayet nakleder ve rivayet şöyledir: ‘ Tavus, şu rivayeti nakleder: Hz. Ömer, ashaba, düşük hakkında Resulullah’tan bir şey duyan olup olmadığını sordu. Hamel b. Malik b. en-Nabiğa ayağa kalktı ve şu olayı anlattı: “İki cariyem vardı. Biri, hamile olan diğerini sopayla döverek düşük yapmasına sebep oldu. Resulullah (s.a.s), de ceninin tazminatı olarak bir köle veya cariye azat edilmesine hükmetti.” Hz. Ömer de bu örnek olay karşısında, “Eğer hadisten haberimiz olmasaydı, az kalsın kendi görüşümüze göre farklı hüküm verecektik” dedi.204 Bu rivayet, dört sahabiden rivayet edilmiş olup, bunlar Hz. Ömer, İbn Abbas, Ebu Hureyre, Muğire b. Şu’be’dir. Asıl rivayet, Ebu Hureyre ve Muğire b. Şu’be’den gelen rivayetlerdir. Hz. Ömer ve İbn Abbas’tan bu rivayeti Tavus nakletmektedir. Tavus’un Hz. Ömer’den hadis işitmediğini kaynaklarımız bize aktarmaktadır. Müellifimiz bu rivayeti eserine alırken, büyük bir ihtimalle, Şafiî’nin Müsnedi’ni kullanmıştır. Bu rivayet bize göstermektedir ki, sahabiler bir konuda karar verdiğinde sünnetle ihticac etmişlerdir. Yine biliyoruz ki Hz. Ömer’in Kur’an ve Sahih Sünnete ters düşmeyecek şekilde kendi düşüncesine göre kararlar almıştır. 12- Veba ile ilgili Rivayeti Suyutî’nin eserine aldığı ve Sahabenin sünnetle ihticac ettiğini gösteren diğer bir örnekte şu rivayettir: ‘ Buharî ve Müslim, İbn Şihab ez-Zuhrî tarikiyle Abdullah b. Amir b. Rabia’dan (ö. 80/ 699) naklen şu olayı rivayet etmişlerdir: “Hz. Ömer, Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Şam yolu üzerinde, Tebük Vadisinde bulunan ve “Serğ” denilen köye varınca, Şam’da veba hastalığının baş gösterdiğini haber aldı. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’e Resulullah’ın şu sözünü hatırlattı: 204 Suyutî, Miftah, s. 62; Şafiî, er-Risale, s. 426; el- Ümm, VII. 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I. 364, IV. 79–80; Ebu Davut, Diyat, 19; Nesai, İkame, 12; İbn Mace, Diyat, 11; Darimî, Diyat, 20; Abdürrezak, a.g.e, X. 58; Darekutnî, a.g.e, III. 116-117; Hakim, el-Müstedrek, III. 575; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kubra, VII. 43. 50 “Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya gitmeyin. Şayet bulunduğunuz yerde veba salgını baş göstermişse, oradan da kaçıp çıkmayın.” Bu hadisi duyan Hz. Ömer, seferden vazgeçip Serğ’den geri döndü.” İbn Şihab, Salim b. Abdillah b. Ömer’in “Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf’ın naklettiği hadise uyarak yanındakilerle birlikte geri döndü” dediğini ifade etmiştir.205 Bu rivayet, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Amir tarafından nakledilmiş olup senedleri sağlamdır.206 Bu rivayet bize sahabilerin hadislerle ihticac ettiğini göstermektedir. 13- İddet Rivayeti Müellifimizin eserine aldığı ve Sahabenin Hz. Peygamber’in sözlerini kendi aralarında tartıştıklarını, kendi görüşleri yerine Hz. Peygamber’in sözlerine tabi olduklarını gösteren güzel bir örnek de şu rivayettir: ‘Muslim, Süleyman b. Yesar’dan şöyle bir hadis rivayet eder: “Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Abdurrahman b. Avf’ın oğlu Ebu Seleme, kocasının vefatı esnasında doğum yapan kadının iddet durumunu tartışıyorlar. İbn Abbas, iki iddet müddetinden daha uzun olanı kadar, yani dört ay on gün iddet beklemesi gerektiğini, Ebu Seleme ise, doğumla birlikte iddetin de son bulacağını iddia etti. Ebu Hureyre de Ebu Seleme ile aynı görüşte olduğunu belirtince, konuyu araştırmak üzere Resulullah’ın hanımı Ümmü Seleme’ye bir kişi gönderdiler. Ümmü Seleme, Eslem kabilesinden Sübey’a’nın, kocası vefat ettikten kısa bir süre sonra doğum yaptığını, tekrar evlenmek için izin isteyince de Resulullah’ın kendisine müsaade ettiğini söyledi.”207 Bu rivayetin senedini, Tirmizî, hasen-sahih olarak nitelendirmektedir. Bu rivayetin metninden de anlaşıldığı üzere, sahabenin sünnetle ihticac ettiğini ve bir konuda ihtilafa düştüklerinde, bu konuyu bir bilene sorduklarını görmekteyiz. Genellikle konu kadınlarla ilgili ise, adres Hz. Peygamber’in eşlerinin evleri olurdu. 205 Suyutî, Miftah, s. 63; Buharî, Tıb, 30; Müslim, Selam, 92; Ebu Davud, Cenaiz, 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I. 182, 193; Beyhakî, a.g.e, III. 376; İbn Hibban, Sahih, VII. 218. 206 Mizzî, Cemâluddîn Ebu’l-Haccâc Yusuf, Tehzîbu’l-Kemal fî Esmâi’r-Ricâl, (tah. Beşşâr Avâr Ma’rûf ), Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1400/1980, XV. 175. 207 Suyutî, Miftah, s. 76; Müslim, Talak, 57; Tirmizî, Talak, 18; Nesaî, Ebu Abdirrahman Ahmet b. Şuayb, Sünen, 2.baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Talak, 56; Darimî, Talak, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI. 314; Beyhakî, a.g.e, VII. 429. 51 14- Muaz Hadisi Suyutî’nin eserinde, sünnete delil olarak gösterdiği bir rivayette Muaz hadisidir. ‘Beyhaki ve Darimî, Muaz b. Cebel’den rivayet ederler: “Resulullah beni Yemen’e vali olarak gönderirken sordu: - Önüne bir mesele geldiğinde nasıl hüküm vereceksin? - Allah’ın kitabındaki ile. - Allah’ın kitabında yoksa? - Resulullah’ın verdiği hüküm ile. - Resulullah’ın o konuda herhangi bir hüküm vermemiş ise? - Kendi içtihadıma göre hüküm veririm. Bunu da terk etmem. - Bunun üzerine aldığı cevaplardan memnun olan Hz. Peygamber, göğsüne vurdu ve “Resulullah’ın elçisini, Resulullah’ı hoşnut etmeye muvaffak eden Allah’a hamd olsun” 208 buyurdu. Muaz hadisi olarak meşhur olan bu rivayet, İslam Düşünce Tarihinde başta sünnet olmak üzere, kıyas ve ictihada delil olarak gösterilen meşhur bir rivayettir. Senedi muttasıl olmamasına rağmen İslam dünyasında bu kadar meşhur olmasının sebebi kanaatimizce, Şafiî ile beraber, Ehl-i Hadis ağırlıklı usûlî fıkıhın İslam dünyasına hâkim olmasıdır ve ayrıca bu tür rivayetlere yapılan tenkidlerin de dikkate alınmamış olmasıdır. Bu rivayet, daha önce detaylı bir şekilde araştırıldığından dolayı,209 biz burada bu araştırmanın sonuçlarını özetlemeye çalışacağız. Haberin, Şu’be (h. 82–159)’ye kadar bir tek kanalla geldiği (ferd) anlaşılmaktadır. Abdurrahman b. Ğanem versiyonun sahih olması mümkün değildir. Çünkü bu ‘kîle’ ‘denildiğine göre’ gibi meçhul bir kiple, sadece Hatib Bağdadî tarafından rivayet ediliyor. Rivayet ferd olmasının ötesinde, isnatta müphem ve meçhul ravilerin bulunması, rivayetin sıhhati konusunda eleştirilere yol açmıştır. 208 Suyutî, Miftah, s. 86; Şafiî, el-Ümm, VII. 273; İbn Sa’d, Tabakat, II. 347; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 236-242; Ebu Davud, Akdiye, 11; Tirmizî, Ahkam, 3; İbn Mace, Mukaddime, I/21; İbn Hazm, el-İhkam, II. 417; Darimî, Mukaddime, 20; Beyhakî, Sünen, X. 114; İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf en-Nemerî, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlih, Beyrut, ty, s. 358-360; Hatib, Ebu Bekr Ahmed b. Ali el-Bağdadi, el- Fakih ve’l-Muteffakih, Beyrut, 1980, I. 188-190. 209 Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, s. 41–48. İslamiyat Derg. C: I, S: III, Y: 1998. 52 Mesela, Tirmizî, haberi naklettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu hadisi, yalnız bu tarikle biliyoruz. Bana göre onun da isnadı muttasıl değildir.210 Rivayetinin senedinin kopuk olduğu iddiası iki esasa dayanmaktadır. Bunlardan birisi, Muaz b. Cebel’den haberi nakledenlerin kimler olduklarının bilinmemesidir. Burada: unasun min ashabi Mu’az, nasun min ashabi Mu’az… vb. müphem ifadelerin kullanılması, bu ravilerin meçhul oldukları iddiasına sebep olmuştur. Diğer tarafından, bu rivayeti, onlardan nakleden Haris b. Amr’ın da meçhul olduğu belirtilmiştir.211 Bu rivayetin senedinde müphem ve meçhul kişilerin bulunduklarından rivayetin asılsız (sakıt) ve batıl olduğunu söyleyen kişiler şunlardır: Başta İbn Hazm olmak üzere, İbn Hazm’ın bildirdiğine göre Buharî, Cuzekanî (ö.543), İbnu’l-Cevzi (h.510-597), ve Zehebi’dir. Diğer bir grup âlim ise, rivayetin hem sened hem de mana bakımından sahih olduğunu savunmuşlardır. Bu kişiler ise şunlardır: Hatib Bağdadi, İbnu’l- Kayyım ve bu ikisine dayanarak da son devir âlimlerinden Kevserî (ö.1952)’dir.212 Bütün bunlardan, Mu’az rivayeti, sened bakımından hem ferd hem de munkatı’dır. Klasik hadis usulü kaidelerine göre ise, bu hadis zayıf sayılır. Diğer bir nokta ise, hicri ikinci asrın sonlarından itibaren belirginleşen re’y taraftarı ve karşıtı zihniyetlerin haberin bazı versiyonlarına aksetmiş olmasıdır. İşte bu rivayetlerden bir tanesi, yine Muaz b. Cebel’den Abdurrahman b. Osman kanalıyla gelen rivayettir. Bunu muallâk olarak Bacî (ö. 474) el-Usulünde kaydeder. “Resulullah, Muaz’ı Yemen’e gönderirken, Ona şöyle demiştir. ‘Sana ne Allah’ın Kitabı ve ne de Peygamber’inin Sünnetinde bulunmaya bir husus gelirse, bana yaz. Taki onun cevabını yazıp, sana göndereyim.” 213 Rivayetin bu versiyonu da gösteriyor ki, haberin metninde birtakım ravi tasarrufları olmuştur. Binaenaleyh, bu içerikteki bir haberin, sünnete ve bazı versiyonlarında yer alan çok manaya gelebilecek tabirlerin, fıkhın ikinci asırda 210 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44. 211 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44. 212 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44. 213 Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44. 53 şekillenmiş bulunan Kıyas prensibine dayanak yapılması, en iyimser bir ifadeyle zorlama bir yorum olmalıdır.214 15- İmamlıkta Öncelik ile ilgili Rivayet Suyutî, şu rivayeti de sünnete delil göstermektedir: ‘İmam Müslim’in Ebu Mesud el-Ensarî’den rivayet ettiğini göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Cemaate, aralarından Kur’an’ı en iyi okuyan kişi imam olsun. Eğer hepsi bunda eşitse, sünnetimi en iyi bilen imam olsun. Bunda da eşit olurlarsa, önce hicret eden imam olsun.”215 Bu rivayette cemaate imamlıkta yapacak kişinin bir nevi özellikleri sayılmaktadır. İlk üç ravisi itibariyle ortak bir senede sahip olan rivayetlerin bazılarında sünnet ile hicret yer değiştirirken,216 bazılarında ise sünnet kısmı hiç zikredilmemiştir.217 Ayrıca Abdurrezak’ın Enes b. Malik, Ebu Seleme ve Amr b. Seleme el-Cermî’den naklettiği rivayetlerde ise Hz. Peygamber’in sadece Kur’an’ı en çok ve en iyi bilenin imamlık yapmasını istediği belirtmekte, sünnet, hicret ve yaş gibi hususlardan söz edilmemektedir.218 Taberanî’nin naklettiği bir rivayette ise Kur’an’da hemen sonra kim daha yaşlı ise cemaate imam olmak onun hakkıdır ve sünnet kelimesi geçmemektedir.219 Aslında hem sünnetten söz eden, hem de sünnete yer vermeyen Ebu Mes’ud rivayetlerinin ilk üç ravileri aynıdır. Ebu Mes’ud → Evs b. Dam’ac → İsmail b. Raca → A’meş….. Ebu Mes’ud → Evs b. Dam’ac → İsmail b. Raca → Şu’be….. A’meş kolundan gelen varyantlarda, İmamet öncelliğinde, sünneti iyi bilme bir kriter olarak zikredildiği halde, Şu’be kolundan gelen varyantlarda ise sünnetten hiç söz edilmemektedir. Bütün bu bilgilerden sonra, bilerek ya da bilmeyerek 214 Özafşar, a.g.m, s. 47. 215 Suyutî, Miftah, s. 93; Müslim, Mesacid, 290–91; Ebu Davud, Salât, 60; Tirmizî, Mevakît, 60; İbn Mace, İkametü’s- Salat, 46; Nesai, İmame, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 118, V. 272; Beyhakî, el-Medhal ile’-Suneni’l-Kubra, Kuveyt, ty, s. 118. 216 217 Abdurrezak b. Hemam, el- Musannef, (thk: Habiburrahman el-A’zamî), Beyrut, ty, II. 389. Müslim, Mesacid, 290–91; Ebu Davud, Salât, 60; İbn Mace, İkametü’s- Salat, 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 118 218 Abdurrezak, II. 390. 219 Taberanî, Mucemu’l-Kebir, XVII. 219. 54 metinden bir hazf veya metne bir ziyade söz konusudur. A’meş ve Şu’be rivayetleri birbirine sahihlik bakımından eşit olduğu için, tercih yapabilmemiz 220 zorlaşmaktadır. 16- Ashabım Yıldızlar Gibidir Rivayeti Suyutî, sünnet ve hadisleri kendilerinden aldığımız sahabilerin sözlerinin bizim için müracaat kaynağı olduğuna delil olarak şu rivayeti kitabına almıştır: ‘İbn Abbas, Resulullah’ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Bir hüküm Allah’ın kitabında varsa onunla amel edeceksiniz, bunu terk etmek için hiçbir mazeret ileri sürülemez. Eğer Allah’ın kitabında yoksa benim sünnetime müracaat edeceksiniz. Sünnetimde yoksa ashabımın sözüne uyacaksınız. Çünkü ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uysanız sizi doğru yola iletir. Ashabımın bir konuda ihtilaf etmesi, sizin için rahmettir.”221 Bu rivayet iki sahabiden rivayet edilmiştir: Bunlar İbn Abbas ile Hz. Ömer’dir. İbn Abbas’dan rivayet edilen senette Süleyman b. Ebi Kerime bulunmaktadır. Onun hakkında Ebu Hatim “daifu’l-hadis”, İbn Adî, “genel olarak hadisleri münkerdir” ve İbn Hacer ise “oldukça zayıftır” demişlerdir.222 Ayrıca Dahhak’ın İbn Abbas’tan rivayetleri de munkatı’dır.223 Hz. Ömer’den rivayet edilen senette ise Nuaym b. Hammad’ın bulunduğu ve onun hakkında İbn Hacer, “saduk ve çokça hata yaptığını”224 söylemiş; ayrıca senette Abdurrahman b. Zeyd el-Ammî’nin bulunduğu ve onun yalancılıkla itham edildiğini kaynaklarımız nakletmektedir.225 İslam dünyasında oldukça yaygın olan bu rivayetin senedinin sağlam olmadığı apaçık ortadadır. 17- Rey Karşıtı Rivayeti Müellifimiz, Kur’an’ın tefsirinde sünnetin önemini belirtmek için kitabına şu rivayeti de almıştır: ‘Cündüb b. Abdillah (ö. 60/680), Resulullah’ın, “Kur’an’ı kendi 220 Erul, a.g.e, s. 35. 221 Suyutî, Miftah, s. 94; Beyhakî, el-Medhal, s. 163; Hatib; el-Kifaye; s. 48. 222 İbn Hacer, et-Takrib, s. 987. 223 İbn Hacer, a.g.e, IV. 453. 224 İbn Hacer, a.g.e, s. 7166. 225 Zehebî, Mizan, II. 605. 55 görüşüne göre yorumlayan, görüşünde isabet etmiş olsa bile hata yapmış sayılır” buyurduğunu rivayet etmiştir.226 Bu rivayetin isnadında Süheyl b. Ebi Hazm bulunduğundan dolayı zayıftır. İbn Hacer’in, onun hakkında zayıf dediği mervidir.227 Tirmizî’nin bu hadise garib dediği ve Süheyl hakkında âlimlerin olumsuz kanaat sahibi olduğunu nakledilmektedir.228 Senedinin zayıf olduğu bu rivayetin metninin daha sonraki zamana ait olabileceği kanaatini taşımaktayız. Ehl-i hadis ile Ehl-i rey’in tartışmaları sonucu Ehl-i hadis tarafından ortaya atılması ihtimali yüksektir. 18- Bid’at- Sünnet Rivayetleri Müellifimiz, sünneti savunmak için, sünnet-bid’at kavramlarını ihtiva eden rivayetleri de eserine almıştır. İşte o rivayetlerden örnekler; ilk varyantı: ‘Ebu Nuaym’ın (ö. 430/1039), İbn Abbas’tan naklettiğine göre Resulullah, “Her kim benim bir sünnetimi diriltecek veya bir bid’atı yok edecek bir hadisimi ümmetime tebliğ ederse, o kimse cennetliktir” buyurmuştur.229 Bu rivayetin senedinde Abdurrahim b. Habib ve İsmail b. Yahya et-Teymî bulunmaktadır. Her ikisi de hadis uydurmuşlardır.230 İkinci varyantı; ‘Gudayf b. Haris es-Sümalî, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “ Bir toplum, ortaya çıkardığı her bid’at karşılığında bir sünneti ortadan kaldırmış olur.”231 Bu rivayetin isnadında ise, Ebu Bekr b. Ebi Meryem bulunmaktadır. Onun hakkında ise ‘münkerü’l-hadis’ denildiği kaynaklarımızda mevcuttur.232 226 Suyutî, Miftah, s. 96; Ebu Davud, İlm, 5; Tirmizî, Tefsir, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I. 233; Taberanî, Mu’cemu’l-Kebir, II. 175; Ebu Ya’la, Ahmed b. Ali el-Mevsılî, Müsned, Beyrut, 1409/1989, III. 90, Hatib, a.g.e, I. 188–200; Müttakî, a.g.e, 2957. 227 İbn Hacer, a.g.e, s. 2672. 228 Tirmizî, Tefsir, 1. 229 Suyutî, Miftah, s. 114; Ebu Nuaym, a.g.e, X. 44; Hatib, a.g.e, s. 80. 230 Zehebî, a.g.e, I. 253, II. 603. 231 Suyutî, Miftah, s. 124; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 105; Taberanî, Mu’cemü’l- Kebir, XVIII. 99; Heysemî, a.g.e, I. 188; Müttakî, a.g.e, s. 1098; Fesevî, Ebû Yusuf Yakub b. Süfyan, Kitabu’lMarife ve’t-Tarih, Medine, 1410/1990, III. 488. 232 Heysemî, a.g.e, I. 188. 56 Üçüncü varyantı; ‘Hakem b. Umeyr es-Sümalî, Resulullah’ın şu hadisini rivayet etmiştir: “ Dehşet veren iş, bel büken yük, ardı arkası kesilmeyen kötülük. İşte bid’atlerin belirtileri!”233 Bu isnad oldukça zayıftır. Senedinde İsa bulunmaktadır onun hakkında Buharî ve Nesaî ‘münkerü’l-hadis’ ve Ebu Hatim ise ‘metrukü’lhadis’ demişler.234 Ayrıca Musa b. Ebi Habib bulunmakta ve Ebu Hatim, onun zayıf olduğunu nakletmektedir.235 Son örneğimiz; Muaz b. Cebel’in rivayetine göre Resulullah, “ Saygı göstermek amacıyla bir bid’atçinin peşinden giden, İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olur” buyurmuştur.236 Bu rivayetin senedi munkatı’dır. Muaz’dan Halid b. Mi’dan hadis işitmemiştir. Ayrıca Bakiyye b. el-Velid de zayıf ve müdellis bir ravidir. İbn Ebi Meryem ise zayıftır.237 Bütün bu malumatlar göstermektedir ki, bu rivayetler grubu pek ele gelecek gibi değil. Bundan dolayı bu tür rivayetleri ihtiyatla karşılıyoruz. 19- Kırk Hadis Rivayeti Suyutî, hem hadisle meşgul olmanın fazileti konusunda, hem de Hz. Peygamber döneminde hadislerin mevcudiyetine birer delil olarak, kırk hadis ezberlenmesini ümmetine salık veren rivayetler nakletmektedir. Bu rivayetlerden üç tanesini burada incelemekteyiz. Birincisi: “Ebu Hureyre‘den rivayet edildiğine göre Resulullah şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden din konusunda yararlanılacak 40 hadis ezberleyen kimse, kıyamet gününde âlimler zümresi içinde diriltilecektir.”238 Diğer bir varyantı da şudur: ‘ Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “ Ümmetimden bir kimse, dinle ilgili 40 hadis ezberlerse, Allah 233 Taberanî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, Mu’cemü’s-Sağir, Beyrut, 1403/1983, I. 256; Hâkim, elMüstedrek, I. 128; Fesevî, a.g.e, III. 489–490. 234 Zehebî, a.g.e, III. 308. 235 Ebu Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil, IV. 140. 236 Suyutî, Miftah, s. 125; Taberanî, Mu’cemü’l- Kebir, XX. 96; Heysemî, a.g.e, I. 188; Ebu Nuaym, a.g.e, VI. 97. 237 Neylu’l-Evtar, III. 333. 238 Suyutî, Miftah, s. 144–147; Râmehürmüzî, Hasen b. Abdirrahman, el-Muhaddisu’l-Fasl beyne’rRavî ve’l-Vaî, Beyrut, 1404/1984, s. 173; Hatib, Şerefu Eshabi’l-Hadis, (thk: M.Said Hatiboğlu) Ankara, 1991, s. 19–20; İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâid-i’l-Mesânî’s-Semânîye, Beyrut, ty, III. 133. 57 onu kıyamette fakih olarak diriltir. Üstelik ben ona şefaatçi olur, lehinde şahitlik ederim.”239 Üçüncü bir varyantı ise, ‘ İbn Abbas da bu konuda Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Ümmetimden her kim, sünnetimle ilgili 40 hadis ezberlerse kıyamet günü ona şefaat ederim.”240 Ebu Hureyre’den nakledilen rivayetin isnadında Amr b. El-Husayn el-Ukaylî bulunmaktadır. Amr’ın metruk olduğunu, İbn Ebi Hatim kendisi hakkında zahibu’lhadis dediği kaynaklarımız nakletmektedir.241 Diğer bir varyantında ise, Halid b. İsmail bulunmaktadır. Onun hakkında İbn Adî, hadis uydurucusu; Darekutnî, metruk; İbn Abdilberr ise, munkeru’l-hadis demişlerdir.242 Ali b. Ebi Talib’den nakledilen rivayetin isnadında Abdullah b. Ahmed b. Amir mevcuttur. Zehebî onun hakkında şunları söylemektedir: ‘Bu konuda onun babasından naklettiği hadisler mevzudur, batıldır.’243 İbn Abbas’tan nakledilen rivayetin isnadında ise, İshak b. Nuceyh bulunmaktadır. Onun hakkında da kaynaklarımız ‘metruk, yalancılık ve hadis uydurmacılığıyla bilindiği’ nakletmektedir.244 Bütün bunlar, kırk hadis konusunda nakledilen rivayetlerin ya çok zayıf ya da uydurma olduğunu bize göstermektedir. Bu tür rivayetler daha sonraya ait olabilir. Kanaatimizce tasnif döneminden sonra ortaya çıkmışlardır. Zaten rivayetlerin muhtevalarından bunlar anlaşılmaktadır. 20- Genel Değerlendirme Suyutî eserine 115 tane merfu rivayet almış olup, bunların 35’i sahih, 6’sı hasen, 68’i zayıf ve 6’sı da mevzudur. Bu merfu rivayetlerin 40 tanesi ‘Kütübü’s-Sitte’de, geri kalan 75 tanesi ise diğer muhtelif ve muahhar eserlerde geçmektedir. Kütübü’s-Sitte’de geçen 40 239 İbn Abdilberr, a.g.e, s. 78. 240 Hatib, a.g.e, s. 28; İbn Abdilberr, a.g.e, s. 78. 241 Zehebî, Mizan, III. 253. 242 Zehebî, a.g.e, I. 627. 243 Zehebî, a.g.e, II. 390. 244 Zehebî, a.g.e, I. 200. 58 rivayetin 30’u sahih, 2’si hasen, 8’i de zayıftır. Diğer muhtelif kitaplarda geçen 75 rivayetin 5’i sahih, 4’ü hasen, 60’ı zayıf ve 6’sı ise mevzudur. 245 Bizler tezimizde 115 merfu’dan sadece 26 tanesini inceledik. 26 rivayetten 10’u sahih, 10’u zayıf ve 6’sı da mevzudur. Bu 26 rivayeti seçerken de, özellikle rivayetlerin metinlerine önem verdik. Rivayetin metninde sünnet kavramı veya bu kavramı destekleyen herhangi bir karine bulduğumuzda, bu bizim için birer kıstas olurdu. Diğer bir kıstasımız ise sahabenin sünnet kavramına ve sünnet olgusuna verdiği önemi gösteren rivayetlerdir. B) MEVKUF VE MAKTU’ RİVAYETLER Müellifimiz merfu rivayetler yanında mevkuf, maktu ve daha sonraki âlimlerin sünnet hakkındaki görüşlerini nakleder. Biz de bunlardan bir kısmını incelemeyi uygun bulduk. 1- Hz. Ömer’in Zan ve Rey ile ilgili Görüşleri Mevkuf rivayetlerin birisi Hz. Ömer’in şu sözüdür: ‘O, bir hutbesinde müminlere şöyle seslenmiştir: “ Ey insanlar! Bir konu hakkında ancak Resulullah’ın görüşü isabetli olabilir. Çünkü onun görüşünün isabetli olmasını sağlayan, Allah’tır. Bizim görüşlerimiz ise sadece tahminden ibarettir.”246 Bu rivayetin senedi munkatı’dır. İbn Şihab ez-Zuhrî Hz. Ömer’e yetişmemiştir. Ayrıca rivayetin metnine baktığımızda, özellikle reyi kötülemektedir. Bilindiği üzere Hz. Ömer sahabenin en çok içtihad edenlerindir. Dolayısıyla bu rivayete ihtiyatla yaklaşmaktayız. Kaynaklarımızda Hz. Ömer’in gerek bazı mektuplarında ve gerekse bazı talimatlarında sünnet veya sünnetlerden söz ettiğine dair bir takım haberler mevcuttur. Suyutî bu mektuplardan birini ve ayrıca yine Hz. Ömer’den rivayet edildiği söylenen bir rivayeti, sünnetin delilliğine kanıt göstermektedir. Şa’bi’nin rivayetine göre Hz. Ömer (r.a.), Şurayh’a (ö.80) gönderdiği mektupta, “Zaruri bir durumla karşılaşırsan Kur’an’a bak ve ona göre hüküm ver. Kur’an’da yoksa Resulullah’ın (s.a.s) hükmünü uygula. Resulullah’ın da o konuda hükmü yoksa Salih 245 Bütün bu bilgilere Bedr b. Abdillah el-Bedr’in Miftahü’l-Cenne Üzerindeki çalışmasından yararlanarak ulaşılmıştır. 246 Suyutî, Miftah, s. 35; Beyhakî, Sünen, X. 117; el-Medhal, s. 189; İbn Abdilberr, Cami’, s. 476. 59 kimselerin ve adil imamların hükmüne uy. Şayet bunlarda da aradığını bulamazsan içtihat et” diye talimat vermiştir.247 Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşari ‘ye (ö. 44) yazdığı mektupta şöyle diyordu: “…Sonra sana Kur’an ve sünnette bulunmayan bir mesele arz olunduğunda, onu çok iyi anla ve benzerlerini iyi tanıyarak kıyas yap ve sana göre Allah’ın rızasına uygun ve hakka en yakın olan hükmü ver.” demektedir.248 Ma’mer’in Cami’sinde bu rivayet, şu şekilde geçmektedir: Katade’nin (ö. 118) anlattığına göre Hz. Ömer (ö. 23), Ebu Musa el’Eş’ari’ye yazdığı bir mektubunda “ Ben, size Kur’an’ın emrettiklerini emrediyor, Hz. Muhammed’in nehyettiklerini nehyediyorum. Size fıkha ve Sünnete uymanızı emrediyorum” talimatını vermektedir.249 Yine Hz. Ömer’in başka bir rivayete göre aynı mektupta şöyle dediği nakledilir: “ Hüküm verme; sağlam bir fariza, uyulan bir sünnettir. Hakkında Kur’an ve Sünnet bulunmayan ve tereddüt ettiğin hususlarda anlayışla (ictihadınla) hareket et.”250 Ancak bu mektubun sıhhati hakkında ciddi endişe ve eleştiriler bulunduğu için biz, gerek bu rivayetlere ve gerekse lafızlara ihtiyatla yaklaşmaktayız. Beyhaki ve Lalekai’nin (ö. 418) rivayetine göre Hz. Ömer bir sözünde, “Kur’an ve sünneti kendi görüşlerine göre yorumlayanlardan uzak durun. Çünkü onlar, sünnet düşmanıdır. Resulullah’ın hadislerini ezberlemekten aciz oldukları için kendi görüşlerine uydular. Böylece hem kendileri saptılar, hem de başkalarını saptırdılar” demiştir.251 Hz. Ömer’in bu son sözü, birkaç açıdan tartışılabilir. Öncelikle Hz. Ömer, dört halifeden en çok rey’e başvuran kişidir. Kur’an’ın bütünlüğüne ters düşmeyecek şekilde en çok ayetleri yorumlayan kişi yine odur. Ayrıca Hz. Ömer döneminde hadislerin ezberletildiği herhangi bir kurum da yoktu. Bilakis Hz. Ömer’in, çok hadis 247 Suyuti, Miftah, s. 96; Nesai, Adabu’l-kudat, 11; Darimi, Mukaddime, 20; Beyhaki, Sünen, X. 110; İbn Hazm, el-İhkam, VI. 29–30; Hatib, el-Fakih, I.492; İbn Abdilberr, Cami’, s.360–361. 248 İbn Kayyim, Şemsuddin Ebu Abdullah Muhammed Ebu Bekir, İ’lâmu’l-Muvakkiîn an Rabbi’lÂlemîn, Kahire, ty, I. 86. 249 Abdurrazzak, Musannef, XI. 213. 250 Darekutni, Ali b. Ömer, Sünen, Beyrut, 1986, IV. 206–7. 251 Suyuti, Miftah, s. 98; Beyhaki, el-Medhal, s. 191; İbn Hazm, a.g.e, VI.42; Hatib, a.g.e, I.454; İbn Abdilberr, a.g.e, s. 476. 60 rivayet ettiği için Ebu Hureyre’ye kızdığını ve onu kırbaçladığı kaynaklarımızda mevcuttur. Yine bu paragrafın ilk cümlesinde “Kur’an ve sünnet” geçerken ikinci cümlede ise sadece “sünnet” geçmektedir. Bütün bunlardan sonra, bu rivayete ihtiyatla yaklaşmaktayız ve bu rivayetin daha sonraki dönemlerde sünneti savunmak için uydurulmuş olabileceği ihtimalini göz ardı edemeyiz. 2- Hz. Ali’nin Mest ile İlgili Sözü Suyutî, eserinde dinde nassın önemli olduğunu ve nass dururken reye hacet olmadığını ve dini reye göre yorumlarsak yanılabileceğimizi söyler ve şu rivayeti nakleder: ‘Hz. Ali öyle söylemiştir: “Eğer din reye/ akla göre düzenlenecek olsaydı mestlerin üstü değil, altı meshedilmesi gerekirdi. Hâlbuki ben Resulullah’ı mestlerin üstünü meshederken gördüm.”252 Hz. Ali’den nakledilen bu rivayetin isnadı sahihtir. Bu rivayet aynı lafızlarla hem Hz. Ömer hem de Hasan Basri tarafından nakledilmiştir. Yine mestle ilgili Hz. Ali’den şu rivayet de nakledilmiştir: ‘ Ben, Hz. Peygamberin üstünü meshettiğini görünceye kadar mestlerin altını meshetmeyi, üstünü meshetmekten daha faziletli görüyordum.”253 Meshetmek ile ilgili diğer bir rivayet de Sa’d b. Ebi Vakas tarafından nakledilmiştir. Kızının bildirdiğine göre, Sa’d’ın hem mestin üstünü hem de altını meshedermiş.”254 Ayrıca İbn Ömer, Ömer b. Abdilaziz, Zührî, Malik b. Enes, İbn Mübarek ve İmam Şafiî de aynı fikirdedirler.255 Bunlardan da anlaşılmaktadır ki Hz. Peygamber mestin üstünü ve altını meshetmiştir. Bu sonucu özellikle İbn Ömer’in hem mestin üstünü hem de altını meshetmesi desteklemektedir. Hz. Ali’nin reyi kötüleyen kısmı, bizce daha sonraki dönemlerde Ehl-i Rey ile Ehl-i Hadis tartışmaları sonucu Ehl-i Hadis tarafından eklenmiş olma ihtimali yüksektir. 252 Suyutî, Miftah, s. 101; Ebu Davud, Tahare, 62; İbn Ebi Şeybe, a.g.e, I. 318; Darekutnî, Sünen, I. 199; Beyhakî, Sünen, I. 292; el-Medhal, s. 193; İbn Hazm, a.g.e, VI. 43. 253 Darekutnî, Sünen, I. 199; 254 Taberanî, Mucemü’l-Evsat, I. 451–454. 255 Taberanî, a.g.e, I. 451–454. 61 3- İmran b. Husayn ile Bir Şahıs Arasındaki Diyalog Suyutî, eserinde sahabenin genelinin sünnetle ihticac ettiğini, buna karşılık onlardan birkaç kişinin ise, sünnetin dinde delil olamayacağını söylediklerini nakleder. Bu konuya ilişkin de İmran b. Husayn ile ismi belli olmayan bir şahıs arasındaki şu diyalogu nakleder: “ İmran ve arkadaşları, ilim (hadis) müzakere ediyorlardı. Aralarından biri, “Bunları bir tarafa bırakın da Allah’ın Kitabından bahsedin” deyince İmran “Gerçekten sen ahmaksın! Allah’ın Kitabında namazın ve orucun ayrıntısını bulabilir misin? Kur’an bunların esaslarını koyar, sünnet ise ayrıntılarını açıklar” dedi.256 Bu rivayetin isnadları şöyledir: Ebu Nadre → Ali b. Zeyd b. Ced’an → Mamer b. Raşid → Abdurrezzak257 ve İbn Mübarek.258 1- İmran b. Husayn, Hayber gazvesi sırasında Ebu Hureyre ile birlikte Müslüman olmuştur. Hicri 52 yılında Basra da vefat etmiştir.259 2- Ebu Nadre, İbn Main, sika; İbn Sa’d, sika ve hadisi çok; Ahmed b. Hanbel, sika ve İbn Hıbban Sikat’ta İnsanların en fasihiydi der. 108 veya 109 yılında vefat etmiştir.260 3- Ali b. Zeyd b. Ced’an; İbn Sa’d, hadisleri çok olmasına rağmen zayıftır. Onlarla ihticac olunmaz. Salih b. Ahmed, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim, ‘leyse bil-kavî’ demişler. Ahmed b. Hanbel ‘daifu’l-hadis’; Yakub b. Şeybe, sika ve salihu’l-hadis Tirmizî, Saduk; Nesai, zayıf; İbn Huzeyme, onunla ihticac olunmaz ve hıfzı kötü; İbn Hıbban, Sikat’ta çok hata yapıyor ve bundan dolayı terk edilmeyi hak ettiğini demişlerdir.261 4- Ma’mer b. Raşid el-Ezdî, Yemen’de iskan etmiş ve Hasan el-Basrî’nin cenaze namazına katılmıştır. İbn Main, sika; Amr b. Ali, insanların en sadıkı; İclî, aslen Basralı olup Yemen’de oturmuş, sika ve Salih bir adamdır demişlerdir. Yakub 256 Suyutî, Miftah, s. 128; Abdurrezzak, Musannef, XI. 255; İbn Abdilberr, Cami’, II. 191; İbn Mübarek, ez-Zühd, I. 23. Beyhaki, Sünen, 2. 194. 257 Abdurrezzak, Musannef, XI. 255. 258 İbn Mübarek, ez-Zühd, I. 23. 259 İbn Hacer, et-Tehzib, VIII. 111. 260 İbn Hacer, a.g.e, X. 268. 261 İbn Hacer, a.g.e, VII. 283–284. 62 b. Şeybe sika ve salih; Nesai, sika ve me’mun; İbn Hıbban Sikat’ta fakih, hafız, muttaki ve vera sahibidir demişler. 152 veya 153 yılında vefat etmiştir.262 5- Abdurrezak b. Hemam; Ahmet b. Hanbel, insanların en sağlamı; İbn Adî, hadis ve kitapları çoktur. Hadisleri toplamak için seyahatler yapmış olup Müslümanların imamı ve en sikasıdır. 126 yılında doğup 211 yılında vefat etmiştir demişlerdir. Ebu Hatim, hadisleri yazılır ve kendisiyle ihticac olunur; Iclî, sika ve Şiilikle itham edilmiş olduğunu nakletmektedirler. İbn Hıbban Sikat’ta on yer vermiştir.263 Bu rivayetin senedinde bulunan ravilerden Ali b. Zeyd b. Ced’an dışındaki diğer raviler sağlamdır. Ali b. Zeyd b. Ced’an ise zayıftır. Bundan dolayı bu isnad zayıftır. Bu isnadla rivayetin geçtiği ilk kaynak Mamer b. Raşid’in Cami’dir. Ayrıca İbnu’l-Mübarek ez-Zühd’e ve Beyhaki Sünen’de bu rivayete yer verirler. Mamer’in naklettiği isnadın metninde, İmran mecliste ilim müzakere ederken ismi beli olmayan şahıs söze girer ve bize Kur’an’dan başka bir şey rivayet etme der. İmran da adama sen ahmak mısın? Diye giriştikten sonra namazın ayrıntılarının Kur’an’da bulup bulunmadığını sorar ve diyalog böylece biter. Beyhakî’nin metni Ma’mer ile aynıdır. Fakat İbnu’l-Mübarek bu rivayeti Ma’mer’den nakletmesine karşın metni tamamen farklıdır. Onun metninde namaz ayrıntılı anlatılmıyor ve namazla beraber zekât ve hac da anlatılıyor. İkinci varyantı ise şudur: ‘Habib b. Ebi Fadâle’nin naklettiğine göre; “ İmran b. Husayn bir mecliste şefaatten bahsetti. Orada bulunanlardan biri, İmran’a ‘Ey Ebu Nüceyd, bize bir takım hadisler naklediyorsun; ama biz Kur’an’da bunların aslına rastlamıyoruz’ diyerek müdahale edince öfkelenen İmran ile aralarında şöyle bir konuşma geçti: - Sen hiç Kur’an okudun mu? - Evet. - Peki, sen Kur’an’da yatsı namazının dört, akşam namazının üç, sabah namazının iki, öğle ve ikindi namazının dört rekât olduğunu gördün mü? - Hayır. 262 İbn Hacer, a.g.e, X. 218–219. 263 İbn Hacer, a.g.e, VI. 278. 63 - O halde siz bunları kimden öğrendiniz? Bizim Resulullah’tan öğrendiğimiz hususları siz de bizden öğrenmediniz mi? Yine siz Kur’an’da ‘her kırk koyundan biri, her şu kadar deveden bu kadarı zekât olarak verilir. Şu paranın zekâtı bu kadardır’ diye yazılı olduğunu gördün mü? - Hayır görmedim. - Peki, bizim Resulullah’tan öğrendiğimiz bu hususları siz de bizden görüp öğrenmediğiniz mi? Kur’an’da ‘beytü’l-atik’i/ Kâbe’yi tavaf ediniz’264 buyruluyor. Fakat ‘Kâbe’yi yedi defa tavaf edip Makam’ın arkasında iki rekât namaz kılınız’ buyrulduğunu gördün mü? Yoksa zekât memuru, zekâta tabi hayvanları ayağına getirtemeyeceği gibi mal sahibinin de hayvanlarını zekât memurundan kaçıramayacağı; ayrıca İslam’da şiğar/değiş-tokuş yapmak suretiyle mehirsiz evlenilemeyeceği kuralının Kur’an’da yazılı olduğunu mu gördün? Allah’ın Kur’an’da ‘Resul size ne getirmişse onu alın, ne yasaklamışsa ondan kaçının’265 buyurduğunu duymadın mı? Kendisine itiraz eden adam böyle azarlayan İmran, ‘İşte bizim Resulullah’tan öğrendiğimiz bazı şeylerden sizin haberiniz yoktur’ diyerek sözünü tamamladı.266 Bu versiyonun isnadları şöyledir: Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah el-Ensarî → Muhammed b. Merzuk → İbn Ebi Asım.267 Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah el-Ensarî → Muhammed b. Beşşar → Ebu Davud.268 Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah el-Ensarî → Muhammed b. Beşşar → Ahmed b. Zuheyr et-Tusterî → Yahya b. Zekeriyya es-Sacî → Taberanî.269 264 22/ Hacc, 29. 265 59/Haşr, 7. 266 Suyutî, Miftah, s. 24–25; Beyhakî, el- Medhal ile’d-Delail, I. 25–26; Taberanî, Mu’cemü’l-Kebir, XVIII. 219; Ebu Davud, Sünen, 2. 94; İbn Ebi Asım, es-Sunne, II.385–386. 267 İbn Ebi Asım, a.g.e, II.385–386. 268 Ebu Davud, a.g.e, 2. 94 269 Taberanî, Mu’cemü’l-Kebir, XVIII. 219. 64 1- Habib b. Fadlan ya da b. Ebi Fadale veya b. Fadale el-Malikî; İbn Main, ona meşhur demiş; İbn Hıbban da onu Sikat’ta zikretmiştir.270 2- Sard b. Ebi el-Münazele; İbn Hıbban onu Sikat’ta zikretmiş; Ebu Davud ise, onun bu rivayetten başka her hangi bir şey rivayet etmediğini söylemiştir.271 3- Muhammed b. Abdillah el-Ensarî; hadisleri çok az olup oldukça zayıftır.272 4- Muhammed b. Merzuk; İbn Hıbban Sikat’ta onu zikretmiştir.273 5- Muhammed b. Beşşar; İclî, sika ve hadisi çok; Ebu Hatim, saduk; Nesai, salih; demişlerdir. Buharî, onun 252 yılında vefat ettiğini; İbn Hıbban Sikat’ta hadisleri ezberleyip sonra da hafızasından onları naklettiğini söyler. Buharî ondan 200, Muslim ise, 460 hadis nakletmiştir.274 6- Ahmed b. Zuheyr et-Tusterî ve Yahya b. Zekeriyya es-Sacî’yi kaynaklarda bulamadık. Rivayetin bu varyantının ilk geçtiği kaynak Ebu Davud’un Sünen’idir. Ayrıca İbn Ebi Asım ve Taberanî bu rivayeti nakletmişlerdir. Ebu Davud’un naklettiği metinde, söze ilk başlayan İmran değil de ismi beli olmayan adamdır ve İmran’a sen bize bir takım hadisler naklediyorsun. Biz onların asıllarını Kur’an’da bulamıyoruz der. İmran adama kızarak, Kur’an’da zekâtı ayrıntılı olarak bulabiliyor musun? Diye sorar. Adam hayır der. İmran da bunları Resulullah’tan aldık der ve diyalog biter. İbn Ebi Asım’ın isnadı aynı olmasına karşın metinde zekâtla ilgili herhangi bir kelime bulamıyoruz. Metin tamamen namazı konu edinmiştir. Taberanî’nin naklettiği metin ise, kendisinden önceki bütün metinlerin harmanlanmasından ibarettir. Üçüncü varyantı da şudur: “el-Hasan el-Basri’nin naklettiğine göre, İmran b. Husayn, Nebi’nin (s.a.s) sünnetinden bahsediyordu. Adamın biri, ‘Ey Ebu Nüceyd, sen bize Kur’an’dan anlatsana…’ deyince İmran, ‘Sen ve arkadaşların Kur’an okuyorsunuz. Bana namazdan ve namazın rükünlerinden; altın, deve, inek ve diğer mal cinslerinden verilecek zekât miktarını söyleyebilecek misiniz?’ diye sorduktan 270 İbn Hacer, a.g.e, II. 165. 271 Mizzî, a.g.e, XIII. 164–165. 272 İbn Hacer, a.g.e, IX. 246. 273 İbn Hacer, a.g.e, IX. 385. 274 İbn Hacer, a.g.e, IX. 61-62. 65 sonra Resulullah’ın zekât konusunda farz kıldığı hususları açıklayınca adam, ‘Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin’ dedi. El-Hasan el-Basri, bu adamın daha sonra fıkıh ilminde yüksek bir mertebeye ulaşmış olarak vefat ettiğini söylemiştir.275 Bu rivayetin isnadları şöyledir: el-Hasan el-Basri → Ukbe b. Halid eş-Şenî → Müslim b. İbrahim el-Ezdî → Muhammed b. Halife → Ebu Bekr Muhammed b. Abdillah b. Ateb → Hâkim.276 el-Hasan el-Basri → Ukbe b. Halid eş-Şenî → Müslim b. İbrahim el-Ezdî→ Ali b. Abdilaziz → Taberanî.277 1- el-Hasan el-Basri; Süleyman et-Teymî, Basra halkının şeyhidir der. Eyyüb, şu iki gözüm ondan daha fakihini görmedi; İbn Sa’d, âlim, fakih, sika, memun, abid, nasik, ilmi çok ve fasih olduğunu; Iclî, tabii ve sika; İbn Hıbban Sikat’ta 120 sahabiden hadis rivayet ettiği ve Basra halkının en fasihi, güzeli ve fakihi olduğunu zikreder.278 2- Ukbe b. Halid eş-Şenî, İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiştir.279 İbn Hacer280 ve Bağdadî281 kitaplarında ona yer vermelerine rağmen hakkında herhangi bir yargıda bulunmazlar. 3- Müslim b. İbrahim el-Ezdî; İbn Main, sika ve me’mun; İbn Ebi Hatim, sika ve saduk; Buharî, 222 yılında vefat ettiğini; İbn Sa’d, sika, çokça hadisi olduğu ve Basra vefat ettiğini; İbn Hıbban ise, Sikat’ta muttakilerden olduğunu zikrederler.282 4- Muhammed b. Halife; Darekutnî, sika, 276 yılında vefat ettiği ve rivayetleri müstakim olduğunu nakleder.283 275 Suyutî, Miftah, s. 73; Beyhaki, a.g.e, X. 272; Hâkim, el-Mustedrek, I. 109–110; Hatib, el-Kifaye, s. 15; el-Fakih; I. 237–238; Taberani, Mu’cemü’l Kebir, XVIII. 165. 276 Hâkim, a.g.e, I.109-110. 277 Taberani, a.g.e, XVIII. 165. 278 İbn Hacer, a.g.e, II. 231–234. 279 İbn Hıbban, Sikat, VII. 247; 280 İbn Hacer, a.g.e, VII. 213. 281 Bağdadî, Ahmed b. Ali b. Sâbit Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdâd, Beyrût, ty, VI. 444. 282 İbn Hacer, a.g.e, X.110. 283 İbn Hacer, a.g.e, IX. 132. 66 5- Ali b. Abdilaziz; ayrıca Ali b. Turab ve Ali b. Ebi Velid diye de bilinir. İbn Hacer eserinde ona değinir fakat herhangi bir değerlendirmede bulunmaz. 284 Bu rivayeti, Taberanî ve Hâkim nakletmektedir. Metinde İmran, Hz. Peygamber’den hadis rivayet ederken adam söze girer ve kendilerine Kur’an’dan bahsetmesini ister. İmran da sen ve arkadaşların Kur’an’ı okuyorsunuz. Onda altın, deve ve ineğin zekâtı ile ilgili bir şey bulabiliyor musunuz? Der. Adam sen beni ihya ettin. Allah seni ihya etsin sözü ile diyalog sona eriyor. Metinleri kronolojik olarak değerlendirdiğimizde karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır: Ma’mer’in rivayetinde mecliste ilim müzakere edilmekte; İbn Mübarek’te hadis nakledilmekte; Ebu Davud’da söze ilk başlayan adam olduğunu; İbn Ebi Asım ve Beyhakî ‘de ise meclisin Şefaatten bahsedildiği nakledilmektedir. Metin başta muğlâk iken daha sonraları netlik kazanmaya başlamıştır. İlim – hadis şefaat şeklinde konular da özelleşiyor. Kanaatimizce İmran’ın camide arkadaşlarıyla bazı konuları müzakere etmesi normaldir. Ancak hicri 52 de vefat eden İmran’in arkadaşlarıyla şefaati tartışmaları için vakit çok erkendir. Şefaat daha sonraki kelami tartışmalar ile gündeme gelmiştir. Bu diyalogun bir benzerini de Şafiî ile bir şahıs arasında yaşanmıştır. Dönemin konjonktürüne göre bu şahıslara mezhep tayin edilmiştir. İmran ile bir şahıs arasındaki diyalogda mezhep söz konusu değilken, Şafiî ile şahıs arasında geçen diyalogda şahıs Mutezilî olmakta, daha sonra Suyutî döneminde ise bu şahıslar Rafızî olabilmektedir. Bu da bize göstermektedir ki, sünnete karşı çıkan şahıslar, kendi dönemlerinde hangi mezhep meşhur ise onunla itham edildikleridir. 4- Abdullah b. Ömer’in Sözleri Müellifimiz, eserinde Hz. Peygamber’in aşığı ve takipçisi olan Abdullah b. Ömer’in sözlerine de yer vermektedir. Onun sözlerinden iki tanesini buraya alıp incelemeyi uygun gördük. İşte onun sözlerinden ilki: ‘İbn Ömer’in “İnsanlar Hz. Peygamber’in izinden ayrılmadığı sürece doğru yoldadır” dediği rivayet edilir.’285 Başka bir yerde de şu sözünü nakleder: ‘İbn Ömer, İlmin şu üç şeyden ibaret 284 İbn Hacer, a.g.e, VII. 316. 285 Suyutî, Miftah, s. 101; Beyhakî, el-Medhal, s. 194; İbn Abdilberr, a.g.e, s. 480. 67 olduğunu söylemiştir; Allah’ın Kitabı, Sahih sünnet ve bilgi sahibi olunmayan bir meseleyle karşılaştığında “ Bilmiyorum” demektir.286 Birinci sözün senedi şöyledir: Abdullah b. Ömer → Muhammed b. Sîrîn → Abdullah b. Avn → Ezheri b. Sa’d → Muhammed b. Süleyman b. Habib → Ali b. Said el-Askerî → Ebu Muhammed b. Hayân → Ebu Bekr b. Haris el-Isbehanî. 1- Abdullah b. Ömer; küçük yaşta Müslüman olmuş, Bedir, Uhud, Hendek gazvelerini görmüş, Rıdvan biatına katılmış ve sonraki tüm gazvelere katılmış bir sahabidir. Hz. Hafsa, Resulullah’tan onun salih bir adam olduğunu işittim der. Malik, 60 yıl insanlara fetva verdiğini söyler. İbn Yunus, onun Mısır’ın fethine şahit olduğunu; Ebu Nuaym, savaşta kuvvetli, abid birisi ve Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya bağlı olduğunu zikreder.287 2- Muhammed b. Sîrîn Ebû Bekr; Basralı ve Enes b. Malik’in mevlasıdır. Ahmed b. Hanbel sikâttan; Yahya b. Maîn sika, Ebû Zur’a Basralı ve sika demektedir.288 Iclî, Basralı, tabii ve sika; Muhammed b. Sa’d, sika, me’mûn, âli, rafî ve fakih demektedir.289 110’da vefat etmiştir.290 3- Abdullah b. Avn; İbn Mehdi, Irak’ta ondan sünneti daha iyi bilen yoktur; Ebu Hatim, sika; İbn Sa’d, sika, hadisi çok ve vera sahibi; Nesai, sika ve me’mun; İbn Hıbban ise, Sikat’ta abid, fazilet ve vera sahibi, nasik, sünnete bağlı ve Ehl-i Bid’ata karşı şidetli olduğunu nakleder. 151 yılında vefat etmiştir.291 4- Ezheri b. Sa’d; İbn Sa’d, sika; İbn Kanî, sika ve me’mun demişlerdir. İbn Hıbban da onu Sikat’ta zikreder.292 286 Suyutî, Miftah, s. 119; Taberanî, Mu’cemu’l-Evsat, II. 7; Hatib, el-Fakih, II. 366; İbn Abdilberr, Cami’, s. 311; Heysemi, a.g.e, I. 172. 287 İbn Hacer, a.g.e, V. 287–288. 288 İbn Ebî Hatim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim b. Muhammed b. İdris el-Munzir er- Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, Beyrut, 1371–1952, VII. 280. 289 290 Mizzî, a.g.e, XV. 350. Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, Beyrut, 1406/1986, IV. 621. 291 İbn Hacer, a.g.e, V. 303–304. 292 İbn Hacer, a.g.e, I. 177. 68 5- Muhammed b. Süleyman b. Habib; Ebu Hatim, salih, saduk, sika ve ‘salihu’l-hadis’; Nesai, sika derler. İbn Hıbban da Sikat’ta ona yer verir. 245 yılında vefat etmiştir.293 6- Ali b. Said el-Askerî; Isbehan’da 300 yılında vefat etmiştir.294 7- Ebu Muhammed b. Hayân el-Isbehanî ve Ebu Bekr b. Haris el-Isbehanî kaynaklarda bulamadık. Bu sözün senedinde bulunan bütün raviler sağlamdır. İkinci rivayetin senedi şöyledir: Abdullah b. Ömer → Nafi’, Mevla İbn Ömer → Malik b. Enes → Ömer b. Husayn → İbrahim b. el-Münzir → Ahmed b. İbrahim b. Muhammed Ebu Abdilmelik. 1- Nafi’ Mevla İbn Ömer; ibn Sa’d, sika ve hadisi çok; Buharî, en sahih isnadın Abdullah b. Ömer → Nafi’, Mevla İbn Ömer → Malik b. Enes olduğunu belirtir; Nesai, sika demiştir. Nafi’nin 117,119 ya da 120 vefat ettiği nakledilir. elHalilî, Medine’deki Tabiilerin imamı olduğunu nakleder.295 2- Malik b. Enes; İbn Sa’d, sika, me’mun, sağlam, vera sahibi, fakih, âlim ve huccet olduğu ve 179 yılında vefat ettiğini; Şafiî, tabiinden sonra Allah’ın yarattığı huccet; Nesai, tabiinden sonra en sağlam ve en güvenilir hadislerin onun hadisleri olduğunu; İbn Hıbban Sikat’ta, Medine fakihlerinden olduğunu, sahihler dışında rivayetlerinin olmadığını; fazilet ve nüsk sahibi sika kişiler dışında kimseden hadis rivayet etmediğini zikreder.296 3- Ömer b. Husayn; metruk olduğu nakledilmiştir.297 4- İbrahim b. el-Münzir; Salih b. Muhammed ve Ebu Hatim saduk ve Medine’de vefat ettiğini; Darekutnî, sika demişlerdir. İbn Hıbban Sikat’ta ona yer verir.298 5- Ahmed b. İbrahim b. Muhammed Ebu Abdilmelik; İbn Asakir, sika olduğunu; Nesai ise bir sorunu olmadığını naklederler.299 293 İbn Hacer, a.g.e, IX. 176. 294 Zehebî, Tabakatu’l-Muhaddisin, III. 559. 295 İbn Hacer, a.g.e, X. 368–369. 296 İbn Hacer, a.g.e, X. 5–7. 297 Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, V. 171. 298 İbn Hacer, a.g.e, I. 145. 69 Zehebî, Nubela’da bu sözün Merfu olanı da nakleder ve mevkuf olanı daha sağlam olduğunu zikreder.300 Bu rivayetin senedinde Ömer b. Husayn bulunduğundan bu rivayet zayıftır. Bütün bunlardan sonra, bilindiği üzere Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in sünnetine en fazla rağbet eden sahabidir. Hz. Peygamber’in en ufak bir hatırasını bile sünnet olarak algılamaktadır.301 5- Muhammed b. Sîrîn’in (ö. 110) İsnad ile İlgili Sözü Suyutî, eserine hadis alanında meşhur olan imamların sözlerini de almıştır. İçinde sünnet ve bid’at kelimeleri geçtiğinden dolayı müellifimiz kitabında sünnete delil göstermiştir. Rivayet şöyledir: ‘Müslim, İbn Sîrîn’in şöyle dediğini rivayet eder: “Geçmişte insanlar, hadislerin isnadını araştırmaya gerek duymazdı. Fakat fitne ortaya çıkınca isnada önem verildi ve artık sünnet ehli olan ravilerin hadisleri alındı; bidatçilerin hadisleri terk edildi.”302 Rivayetin metnine bakacak olursak iki şey dikkatimizi çekmektedir. Bunlardan birisi rivayetin geçtiği en erken kaynak olarak Yahyâ b. Maîn’in tarihinde « ehlu’s-sunne » ve « ehlu’l-bid’a » kavramının yer almamasıdır. Diğeri ise Kifâye’de yer alan rivayetlerden birisinde ehlu’s-sunne tabirinin sâhibu’s-sunne olması, ehlu’l-bid’a kelimesinin ise hiç geçmemesidir. Belki Kifâye’den çok önceki kaynaklarda bulunan rivayetler « ehlu’s-sunne » ve « ehlu’l-bid’a » kelimesini içerdiği ve el-Hatîb el-Badâdî’nin ravileri sadece Tarîhu Bağdâd’da yer aldığı için pek önem arzetmeyebilir. Fakat ilk kaynak olan Yahyâ b. Maîn’de yer almaması oldukça önemlidir. Ancak Yahyâ’da metnin geçiş şekline bakarsak, sanki rivayetin evveli verilerek rivayetin tamamına işaret edilmektedir. Çünkü rivayet aktarılırken rivayetin aktarılması gayesi güdülmemekte, sadece İsmail b. Zekeriyyâ’nın tek kaldığı rivayetlere atıf yapılırken rivayete değinilmektedir. Metinde İsmâîl b. Zekeriyyâ’nın tek kaldığı söylenen rivayetleri diğer kaynaklarda araştırmamıza 299 İbn Hacer, a.g.e, I. 9. 300 Zehebî, Nubela, XV. 61. 301 Bknz. Bünyamin Erul’un doktora tezine. 302 Suyutî, Miftah, s. 84; Muslim, Mukaddime, 5; Darimî, Mukaddime, 38; Hatib, el-Kifaye, s. 122; Ukaylî, Duafa, I. 11. 70 rağmen bulamadık. Eğer bu rivayetlere ulaşsaydık, rivayetlerin Yahyâ’da geçenden farklı oluşuna veya olmayışına göre bu konuda daha sağlam bir kanaate ulaşılabilirdi. Ancak rivayetin incelenmesi sonucunda bizde oluşan kanaati söylemek gerekirse, o da ehlu’s-sunne ve ehlu’l-bid’a kelimesinin İbn Sîrîn tarafından söylendiğidir. Zira rivayetin bu iki ibareyle Muslim, Ahmed gibi erken kaynaklarda geçmesi ve diğer kaynaklarda da bu ibarelerin yer alması, Yahya’da geçen rivayetin ise rivayetin tamamını vermekten çok rivayete işaret eder konumda olması bu kanaate sevketmektedir. 6- Hassan b. Atiyye’nin Sözü Suyutî, eserine sünnete delil olarak maktu’ rivayetleri de almıştır. İşte onlardan biri, tabiûnun büyüklerinden Hassan b. Atiyye’nin şu gelen sözüdür: “Hassan b. Atiyye (ö. 120/738) “Cebrail, Resulullah’a Kur’an’ı getirip öğrettiği gibi sünneti de getirip öğretirdi” demiştir.303 Bizce bu söz, Hassan’ın Hz. Peygamber’i yorumlamaktan öteye bir şey ifade etmez. Onun Hz. Peygamber’i böyle yorumlamasına 53. Necm süresinde geçen şu ayet sebep olmuş olabilir: “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.”304 Kanaatimizce bu ayet, sünnete değil, bilakis Kur’an’a (vahye) işaret etmektedir. Ayetin öncesinde ve sonrasında geçen ayetlerle beraber değerlendirdiğimizde kanaatimiz daha da güçlenmektedir. Ayrıca Onun çağdaşı olan diğer imamların da bu tür sözlerinin bulunduğuna şahit oluyoruz. 7- Süfyan Sevrî’nin Sözleri Müellifimiz hadis alanında söz sahibi olan âlim ve imamlardan rivayetler nakletmektedir. Süfyan es-Sevrî’nin (ö.161/778) şu gelen sözleri bu rivayetlerdendir. Süfyan es-Sevrî şöyle demiş: “İlim, sünnet bilgisinden ibarettir.”305 Başka yerde ise; “Niyeti halis olan bir kimse için hadis öğrenmekten daha faziletli bir amel bilmiyorum.”306 Son olarak onun şu sözünü nakleder: “Melekler gökyüzünün, hadisçiler ise, yeryüzünün bekçileridir.”307 303 Suyutî, Miftah, s. 38; Darimî, Mukaddime, 48; İbn Abdilberr, Cami’, s. 563; Hatib, el-Kifaye, s. 12; el-Fakih, I. 267; Ebu Davud, el-Merasil, 1;Abdullah b. Mübarek, ez-Zühd, I. 23. 304 53. Necm, 3-4. 305 Suyutî, Miftah, s. 102; Beyhakî, a.g.e, s. 200; Ebu Nuaym, a.g.e, VI. 367, VII. 57; İbn Abdilber, el- Cami’, II. 34, 137. 306 Suyutî, Miftah, s. 107; Beyhakî, a.g.e, s. 309; Hatib, a.g.e, s. 81; İbn Abdilber, el-Cami’ s. 52. 71 Süfyan hadiste âlim bir şahıstır. Onun döneminde kendisi ve çağdaşları hadisleri toplama ve tedvin etmede seferberlik başlatmışlardır. Bu gibi sözleriyle de tedvin işlerine hız vermiştir. 8- Genel Değerlendirme Müellifimiz kitabında mevkuf, maktu’ ve daha sonraki âlimlerin sözlerinden oluşan toplam185 rivayet nakletmiştir. Bunlardan 75’i mevkuf, 40’ı maktu’ ve 70’i de daha sonraki imam ve âlimlere aittir. 75 mevkuf rivayetten sadece 15’i Kütübü’sSitte’de geçmektedir. Kütübü’s-Sitte’de geçen rivayetlerin 13’ü sahih ve 2’si zayıftır. Mevkuf rivayetlerin 58’i ise, Kütübü’s-Sitte dışındaki diğer kitaplarda geçmektedir. Bunlardan 20’si sahih, 6’sı hasen ve 32’si ise zayıftır. Mevkuf rivayetlerden 2 tanesinin kaynağını bulamadık. 40 maktu’ rivayetten bir tanesi Kütübü’s-Sitte de bulunmakta olup o da sahihtir. 36’sı diğer kitaplarda olup bunların 15’i sahih 21 tanesi ise zayıftır. Maktu’ rivayetlerin üç tanesinin kaynağını bulamadık. Geri kalan 70 rivayet ise, mezhep imamları, daha sonraki âlimlerin ve mutasavvıfların sözlerinden oluşmaktadır.308 307 308 Suyutî, Miftah, s. 152; Zehebî, Nübela, VII. 274. Bütün bu bilgilere Bedr b. Abdillah el-Bedr’in Miftahü’l-Cenne Üzerindeki çalışmasından yararlanarak ulaşılmıştır. 72 SONUÇ Suyutî’nin eseri sünneti hadislerle temellendirilme konusunda ilk derli-toplu kitaptır. Ondan sonra sünnetin dindeki konumunu konu alan kitaplar hep ondan yararlanmışlar ve onu kaynak göstermişlerdir. Türkçeye beş defa çevrilmiş olmasına rağmen, kitaba herhangi bir eleştiri yöneltildiğine rastlamamaktayız. Müellif merfu, mevkuf, maktu’, sahih, zayıf, mevzu rivayetleri diğer bir ifadeyle her ne bulduysa kitabına almıştır. Muhtemelen teliflerinde görülen bu tavrından dolayı, müellif hakkında “Hâtıbu’l-leyl” (karanlık bir gecede odun toplayıcısı) denilmesine sebep olunmuştur. Bu çalışmamızda Suyutî’nin eserinde geçen rivayetlerden bir kısmını inceledik. Sonuçta eserde zayıf hata mevzu denilebilecek rivayetlerin bulunduğunu tespit ettik. Tabi bu tespitimiz sünnetin dindeki yeri tartışmaya açmak veya sünneti sünnetle temellendirilmesine karşı çıkmak değildir. Sünneti Sünnetle temellendirmek önemlidir. Fakat yeterli değildir. Sünneti Kur’an ve Fiili Sünnetle desteklemek gerekir. Örneğin namaz fiil bir sünnettir ve güçlü bir delildir. Hadis ve sünnetin İslam hukukunun asli bir kaynağı olduğunda da şüphemiz yoktur. Ancak bu prensibe teorik dayanak olarak ileri sürülen rivayetlerin incelemesi, gerek Hadis tarihi, gerekse hadislerin yorumlanması bakımından önemli sonuçlar ortaya koymuştur. Bu rivayetlerin bazılarında sübut bakımından ciddi problemler olduğu, delil gösterildikleri konuya delaletleri bakımından da açık olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu durum, bu nevi haberler söz konusu olunca, alışkanlık olduğu üzere rivayet tarihi ve rivayet kaynakları ile ilgili genel geçer kabullerin pek de gerçekçi olmadığını göstermektedir. Özellikle farklı sahabilerin değişik tutumlarının sonrakilerce yorumlanarak, Hz. Peygamber döneminde karşılığı bulunan kimi rivayetlere eklemlendiği ve böylece terviç edildiği sezilmektedir. Bu rivayetler, tarih boyunca haberlerin nasıl bağlamından kopartılarak anlaşıldığına ve yorumlandığına da iyi birer örnektir. Tüm bunlardan sonra Sünnet güçlü bir delildir ve onu temellendirirken de güçlü delillere ihtiyaç vardır. Zayıf ve mevzu rivayetlerle onu desteklemeye çalışmak, bu güçlü delillin kıymetini azaltır ve Sünnete delil göstereyim derken, onu daha da güçsüzleştiririz. 73 KAYNAKÇA Abdurrezak b. Hemam, el- Musannef, (thk: Habiburrahman el-A’zamî), Beyrut, ty. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I-VI, 2. baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, Beyrut, 1975. Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, Birleşik, 1992. Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul, Birleşik, 1992 Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Sufyan, Ankara, 1990, Bacî, Ebu Velid Süleyman b. Half, İhkamu’l-Fusul fi Ahkami’l-Usul, Beyrut, 1989/1409. Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdâd, Beyrût, Dâru’l-Kutubu’l-İlmiyye, ty. Bağdadî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed, el-Farku Beyne’l-Firak, Beyrut, 1990, trc: Mezhepler Arasındaki Farklar, trc. E. Ruhi Fığlalı. Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali, Kitabu’s-Süneni’l-Kebir, Haydarabad, 1344. Delailu’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvali Sahibi’ş-Şerîa, Beyrut, 1405/1985. el-Medhal ile’-Suneni’l-Kubra, Kuveyt, ty. Buharî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmıiu’s-Sahih, I-VIII, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Çakın, Kamil, Hadis İnkârcıları, Ankara, Seba Yayınları, 1998. Darekutni, Ali b. Ömer, es-Sünen, Beyrut, 1986. Darimî, Ebu Muhammed Abdillah Abdirrahman, es-Sünen, I-II, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Dümeynî, Misfer Azmullah, Mekâyîsu Nakdi Mutûni’s-Sünne, Riyad, 1984, trc: Hadiste Metin Tenkidi Metodları, (trc: İlyas Çelebi, Adil Bebek, Ahmet Yücel), İstanbul, Kitabevi, 1997. Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, es-Sünen, I-V, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-İsbahanî, Hılyetü’l-Evliya ve Tabakatu’lAsfiya, Mısır, 1395/1975. 74 Ebu Rayye, Mahmud, Advâ ala’s-Sunneti’l- Muhammediyye, Kahire, ty; trc: Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, (trc: Muharrem Tan) İstanbul,1988. Ebu Ya’la, Ahmed b. Ali el-Mevsılî, el-Müsned, Beyrut, 1409/1989. Ebu Zehra, Muhammed, İslam Hukuku Metodolojisi, (trc: Abdulkadir Şener), Ankara, T.D.V. Yay, 1990. Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, T. D. V. Yayınları, 2000. Hz. Peygamber’e Kur’an Dışında Vahiy Geldiğini İfade Eden Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi, İslamiyat Dergisi, C: 1, S:1, 1998. Fesevî, Ebû Yusuf Yakub b. Süfyan, Kitabu’l-Marife ve’t-Tarih, Medine, 1410/1990. Gazali, Hamid, el-Mustasfa Min İlmi’l-Usul, Bulak, Matbaa-i Emiriyye, 1322. Güner, Osman, Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin Tahlili, Ankara, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, 2003. Ebu Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, İstanbul, İnsan Yayınları, 2001. Hâkim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburî, el-Mustedrek Ala’s-Sahiheyn, Beyrut, ty. Hamude, Tahir Süleyman, Celaluddin es-Suyutî, Beyrut, el-Mektebu’l İslamî, 1989. Hansu, Hüseyin, Mutezile’nin Sünneti İnkâr Ettiğine Dair İddialar Üzerine, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri, Ankara, T.D.V.Yayınları, 2003. el-Hatib, Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Bağdadi, el-Kifaye fi İlmi’r-Rivâye, (thk: Ahmed Ömer Haşim) Beyrut, 1986. Şerefu Ashabi’l-Hadis, (thk: M. Said Hatiboğlu), 2. Baskı, Ankara, D.İ.B. Yayınları, 1991. el- Fakih ve’l-Muteffakih, Beyrut, 1980. Hatiboğlu, İbrahim, Çağdaşlaşma Dönemi Metodolojik Hadis Tenkidi Yöntemlerinin Mahiyeti, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri, Ankara, T.D.V.Yayınları, 2003. Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebi Bekr, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, Beyrut, 1387/1967. İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf en-Nemerî, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlih, Beyrut, ty. 75 İbn Adî, Abdullah b. Adî b. Abdullah b. Muhammed Ebû Ahmed el-Curcânî, elKâmil fi Duafâi’r-Rical, (thk. Yahya Muhtâ Ğazâvî) Beyrut, Daru’l-Fikr, 1988/1409. İbn Ebî Hatim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim b. Muhammed b. İdris el-Munzir er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, Beyrut, 1371/1952. İbn Ebi Şeybe, Abdullah b. Muhammed, el-Musannef fi’l-Ehâdis ve’l-Asar, Beyrut, 1409/1988. İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, Lisânu’l-Mîzân, Beyrut, Muessetu’l-A’lemî li’l-Matbûât, 1986/1406. el-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâid-i’l-Mesânî’s-Semânîye, Beyrut, ty. Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Kahire, 1407. Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut, ty. el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Mısır, 1328. İbn Hazm, el-İhkam fi Usuli’l Ahkam, Mısır, 1345. İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim el-Bustî, Meşâhîru Ulemâu’l-Emsâr, Beyrut, Daru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, 1959. es-Sikât, (thk. Seyyid Şerafuddîn Ahmed), Dâru’l-Fikr, 1395/1975. el-Mecrûhîn min’e-l-Muhaddisîn ve’d-Duafâ ve’l-Metrûkîn, (thk. Mahmûd İbrahim Zâyid), Beyrut, 1412/199. es-Sahih, Beyrut, 1407/ 1987. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebevyye, Beyrut, ty. İbn Huzeyme, Ebu Bekr Muhammed b. İshak, es-Sahih, b.y, 1395/1975. İbn Kayyim, Şemsuddin Ebu Abdullah Muhammed Ebu Bekir, İ’lâmu’l-Muvakkiîn an Rabbi’l-Âlemîn, Kahire, ty. İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, es-Sünen, I-II, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. İbn Main, Yahya b. Main Ebu Zekeriyya, Tarihu İbn Main Mekke, 1979/1399. İbn Manzur, Ebu Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut, 1955. İbn Salah, Ebi Ömer Osman b. Abdurrahman, Mukaddimetu İbnu’s-Salah fi Ulumi’l-Hadis, Beyrut, 1978. İbnü’l Esir, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali Muhammed, Usdu’l-Gabe fi Marifeti’sSahabe, Mısır, 1280. 76 Keleş, Ahmet, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İstanbul, İnsan Yayınları, 1998. Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde İslam, 5. Baskı, Ankara Okulu Yayınları Ankara, 2000. İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara, Ankara Okulu yayınları, 1999. Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara, Kitabiyat, 2002. Kramers, J. H, Rafızî maddesi, İA, I-XII İstanbul, M.E. B. Yayınları, 1954. Kutluer, İlhan, Hikmet maddesi, DİA, I-XXIX, Ankara, T.D.V.yayınları, 2005. Malik b. Enes, el-Muvatta, I-II, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an, (trc: Komisyon), İstanbul, İnsan Yay, 1986. Muslim, Ebu Hasan Muslim b. Haccac, el-CÂmiu’s-Sahih, I-III, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Mizzî, Cemâluddîn Ebu’l-Haccâc Yusuf, Tehzîbu’l-Kemal fî Esmâi’r-Ricâl, (tah. Beşşâr Avâr Ma’rûf ), Beyrût, 1400/1980. Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, I-VIII, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Öz, Mustafa, Ehl-i Beyt maddesi, DİA, I-XXIX, Ankara, T.D.V.yayınları, 2005. Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, İslamiyat Derg. C: I, S: III, 1998. Polat, Selahattin, Din, Vahiy ve Peygamberlik ışığında Hadis ve Sünnetin Mahiyeti, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri Sempozyum Tebliğleri, Ankara, T.D.V. Yay, 2003. Ragıb el-İsfahani, el-Mufredatu Ragib el-İsfahanî fi Garibi’l-Kur’an, Mısır, 1322. Râmehürmüzî, Hasen b. Abdirrahman, el-Muhaddisu’l-Fasıl beyne’r-Ravî ve’l-Vaî, Beyrut, 1404/1984 Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut, 1973/1393. Sobernheim, M, Suyutî maddesi, İA, I-XII, M.E. B. yayınları İstanbul, 1954. Suyutî, Celaluddin, Miftahu’l Cenne fi’l İ’tisami bi’s-Sunne, (thk: Bedri b. Abdullah el-Bedr), Küveyt, Dar’n Nefais, 1993. Miftahu’l Cenne fi’l İhticaci bi’s-Sünne, (thk: Seyyid Cemalî), Kahire, Mektebetü’l Sekafeti’l Diniye, ty. 77 Sünnetin İslam’daki Yeri, (trc: Enbiya Yıldırım), İstanbul, Rağbet Yayınları, 2000. Sünnetin Din’deki Yeri, (trc: Emin Aşıkkutlu), İstanbul, Nesil Yayınları, 2001. Husnu’l-Muhadara, Mısır, Matba’tu İdareti’l-Vatan, 1299. el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an (trc: Sakıp Yıldız, Hüseyin Avni Çelik), İstanbul, 1987. Şafiî, Muhammed b. İdris, el-Ümm, Kahire, 1307/1987. er-Risale, (trc: Abdulkadir Şener, İbrahim Çalışkan), Ankara, T.D.V. Yayınları, 1997. Şatıbî, Ebu İshak, el-Muvafakat, (trc: Mehmet Erdoğan), İstanbul, İz Yayıncılık, 1999. Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemu’l-Kebir, Musul, 1984 el-Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 1415/1995. el-Mu’cemu’s-Sağir, Beyrut, 1403/1983. Tahanevi, Muhammed Ali el-Faruki, Keşşafu Istılahati’l-Funun, Kahire, 1963/1382. Taştan, Osman, İslam Hukukunda Sahabi Otoritesinin Kaynağı ve Niteliği, İslami Araştırmalar Derg, C: VIII, S: II, Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, I-V, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992. Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ b. Hammâd, Kitâbu’d-Duafâi’lKebîr, Beyrut, 1404/1984. Ünal, İsmail Hakkı, Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber’i Anlamak, İslami Araştırmalar Dergisi, Hadis-Sünnet Özel sayısı, C: X, S:IIII, 1997. Vakıdî, Muhammed b. Ömer b. Vakıd, Kitabu’l-Mağâzî, Beyrut, 1984/1404. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty, Eser Yayıncılık, I-IX. Yıldırım, Enbiya, Sünnet veya Rivayet Karşıtı Söylemlerin tarihi, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, T.D.V.Yayınları, 2003. 78 Sempozyum Tebliğleri, Ankara, Zehebî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, Beyrût, 1406/1986. Mîzânu’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (tah. Ali Muhammed Mu’avvad ve Âdil Ahmed Abdu’l-Mevcûd), Dâru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, Beyrût, 1416–1995. Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîli fî Vechi’t-Te’vîl, Matbau’ş-Şerife, ty. Zerkeşi, Bedrüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el- İcâbe li-îrâdi Ma’stedrakathu Aişe ala’s-Sahabe, Beyrut, 1970; Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, (trc: Bünyamin Erul), Ankara, Kitabiyat, 2000. et-Tezkire fi’l Ehâdisi’l-Müştehira, Beyrut, 1406/1986. Zeyveli, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Ankara, Bilgi Vakfı Yayınları, ty. 79 TEZİN ÖZET Tezimiz giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tezin önemi, amacı, metodu ve planı konusunda bilgiler verilmektedir. Ayrıca Sosyal, Siyasal ve İlmi açıdan Suyutî Dönemi başlığı altında Suyutî’nin yaşadığı dönemin sosyal, siyasal ve ilmi hayat hakkında bilgiler verildi. Suyutî Hayatı başlığı altında Suyutî’nin kısaca hayatına değindik. Suyutî’nin Eserleri başlığı altında ise, Suyutî’nin pek çok konuda oldukça fazla eserleri olduğunda, sadece hadis alanında yazdığı ve bu gün basılmış olan eserlerine yer verildi. Birinci bölümü, Miftahu’l-Cenne’nin Tanıtımı ve Miftahu’l-Cenne’nin İçeriği adlı başlıklarla ikiye bölündü. Miftahu’l-Cenne’nin tanıtımı şu alt başlıklara bölündü: 1- Kitabın Yazılış amacı başlığı altında Müellifin kitabı niçin yazdığına değinildi. 2Suyutî’nin Kitaptaki Yöntemi başlığı altında müellifin eserdeki yöntem ve üslubuna dair bilgiler verildi. 3- Kitabın Kaynakları alt başlığında Suyutî’nin eserini yazarken yararlandığı kaynaklara yer verildi. 4- Kitap Üzerinde Yapılan Çalışmalar alt başlığında ise Miftah üzerinde günümüzde yapılan Arapça ve Türkçe çalışmalar hakkında bilgiler verildi. Miftahu’l-Cenne’nin içeriğini aşağıda zikredilen alt başlıklar altında incelendi: 1- Hz. Peygamber ile İlgili Ayetlerin Değerlendirilmesi başlığı altında Hz. Peygamber ile ilgili ayetler incelendi. 2- Kur’an’da Hikmet Kavramı alt başlığında hikmet kavramının sünnete tekabül edip etmediği incelendi ve hikmetin sünneti de kapsayarak daha geniş manalara geldiği sonucuna varıldı. 3- Kur’an-Hadis ilişkisi başlığı altında Kur’an ve sünnetin birbirleriyle ne konumda olması gerektiği hakkında kısa bilgiler verildi. 4- Sahabe’nin Tanımı ve Adaleti alt başlığında Sahabe’nin tanıtıldı ve adaleti hakkında bilgiler sunuldu. 5- Sahabe Sözü başlığı altında sahabe sözünün dindeki konumu hakkında bilgiler verildi. 6- Rafızîler ve Hadis İnkârcılığı alt başlığında Rafızîlerin kimler olduğunu, Hadisleri inkâr edenin durumu ve tarih boyunca sünnet/hadisi inkâr eden mezhep ya da gruplar olup olmadığına yer verildi. İkinci bölümde ise, Miftahu’l-Cenne’de müellifin zikrettiği merfu, mevkuf ve maktu’ rivayetler ve daha sonraki dönemin hadis imam ve âlimlerinin hadis/ sünnet hakkında sözleri incelendi. 80 ABSTRACT Subaşı, Ahmet, Evaluation of The Book Miftahu’l-Jannah in Relation The Question of Justitiying Sunnah with Traditions, Master’s Tehesis, Advisor: Assoc. Doç. Dr. Bünyamin Erul, XII+82 p. Our thesis is made up of the introduction and the other two parts. In the introduction, informations are given about the importance and the purpose of the thesis, method and plan which we follow in it. And under the title “In Social, Political and Scientific Terms Suyutî’s Period”, informations are given about social, political and scientific life of the time in which Suyutî lived. Under the title “Suyutî’s Life” we briefly mentioned about Suyutî’s life. As for under the title “Suyutî’s Works” only his works which are in the field of Hadith and published today were pointed out because of that he had a lot of works in many fields. In the first part was divided into two main titles with the names “Introduction to Miftahu’l-Jannah” and “Content of Miftahu’l-Jannah”. “Introduction to Miftahu’l-Jannah” was divided into those subtitles: 1“Purpose of Writing of the Book”. Under this subtitle, the reason for which the author wrote the book was mentioned. 2-“Suyutî’s Method in The Book”. Under this subtitle, informations were given about the method and the manner of the author which he followed in the book. 3-“Sources of The Book”. Under this subtitle, the sources which Suyuti made use of while he was writing the book were mentioned. 4“Works Carried Out On the Book”. As for under this subtitle, informations were given about Arabic and Turkish works which have been carried out in our times. “Content of Miftahu’l-Jannah” was dealt with under the subtitles which were mentioned below: 1-“Evaluation of The Verses Regarding The Prophet”. Under this subtitle, the verses regarding the Prophet were studied. 2-“The Conception of Wisdom In The Koran”. Under this subtitle, it was studied that whether the conception of the wisdom corresponds to the Sunnah or not and the result that the conception of the wisdom has more extensive meanings including the Sunnah was reached. 3-“The Koran/The Sunnah Relationship”. Under this subtitle, informations were given about the dimensions which the relationship between the Koran and the Sunnah should has. 4“Sahabe’s Definition and Reliability”. Under this subtitle, “sahabe” was introduced 81 and informations was delivered about sahabe’s reliability. 5-Sahabe’s Word. Under this subtitle, informations were given about the place of sahabe’s word in the religion. 6-Rafizis and Hadith Denial. Under this subtitle, it took place that who are Rafizis, the situation of the one who denies the hadith and whether there have been sections or groups denying the Sunnah/the Hadith in history. The second part, marfu, mawkuf and maktu narrations which the author mentioned in Miftahu’l-Jannah and the words of the scholars and imams of the Hadith in later periods about the Sunnah/the Hadith were studied. 82