tc ankara üniversitesi sosyal bilimleri enstitüsü temel islam bilimleri

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ HADİS ANA BİLİM DALI
SÜNNET’İN RİVAYETLERLE TEMELLENDİRİLMESİ
SORUNU BAĞLAMINDA SUYUTÎ’NİN MİFTAHU’L CENNE
ADLI ESERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Ahmet SUBAŞI
ANKARA 2005
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ HADİS ANA BİLİM DALI
SÜNNET’İN RİVAYETLERLE TEMELLENDİRİLMESİ
SORUNU BAĞLAMINDA SUYUTÎ’NİN MİFTAHU’L CENNE
ADLI ESERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
(Yüksek Lisans Tezi)
HAZIRLAYAN
Ahmet SUBAŞI
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. Bünyamin ERUL
ANKARA 2005
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………....V
KISALTMALAR………………………………….…...…………………………..XII
GİRİŞ…...…………………………………………………………………………VIII
A- TEZİN KONUSU VE ÖNEMİ………………………………………………...VIII
B- TEZİN AMACI………………………………………………………………...VIII
C- TEZİN METODU VE PLANI…………………………………………………VIII
D- SUYUTÎ’NİN DÖNEMİNE VE HAYATINA KISA BİR BAKIŞ……………..IX
1- Sosyal, Siyasal ve İlmi Açıdan Suyutî Dönemi…………………………..IX
2- Suyutî’nin Hayatı..………………………………………………………...X
3- Suyutî’nin Eserleri………………………………………………………..XI
BİRİNCİ BÖLÜM
MİFTAHU’L-CENNE VE İÇERİĞİ
A- MİFTAHU’L-CENNE’NİN TANITIMI………………………………………….1
1- Kitabın Yazılış Amacı……………………………………………………..1
2- Suyutî’nin Kitaptaki Üslubu……………………………………………….1
3- Kitabın Kaynakları………………………………………………………...2
4- Kitap Üzerinde Yapılan Çalışmalar………………………………………..3
B- MİFTAHU’L-CENNE’NİN İÇERİĞİ…………………………………………….4
1- Hz. Peygamber ile İlgili Ayetlerin Değerlendirilmesi…………….…….....4
2- Hikmet Kavramı………………………………………………………….10
3- Kur’an-Hadis İlişkisi……………………………………………………..15
4- Sahabe’nin Adaleti Meselesi……………………………………………..17
5- Sahabe Sözünün Değeri…………………………………………………..20
6- Rafızîler ve Hadis İnkârcılığı…………………………………………….22
İKİNCİ BÖLÜM
MİFTAH’TAKİ RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRMESİ
A- MERFU RİVAYETLER………………………………………………………...26
1- Hadisleri Kur’an’a Arz Rivayeti………….………………………………26
2- Hz. Peygamber’in Hadis Nakledenlere Duası……………………………29
III
3- Erike Hadisi………………………………………………………………31
4- Bırakılan İki Rehber: Kur’an ve Sünnet veya Ehl-i Beytim…….....…….34
5- “Raşid Halifelerin Sünneti” Rivayeti…………………………………….37
6- Altı Kişiye Lanet Rivayeti………………………………………………..40
7- Sünneti İhya Rivayeti…………………………………………………….43
8- Bozulma Döneminde Sünnete Sarılma Rivayeti…………………………46
9- “Cebrail Kalbime Üfledi” Rivayeti………………………………………48
10- Hz. Peygamber’e İtaat Eden ile İsyan Edenin Durumu ile İlgili Rivayet.49
11- Düşürülen Cenin Rivayeti………………………………………………50
12- Veba ile İlgili Rivayet…………………………………………………...50
13- İddet Süresi ile İlgili Rivayet……………………………………………51
14- Muaz Hadisi……………………………………………………………..52
15- İmamlıkta Öncelik ile İlgili Rivayet…………………………………….54
16- “Ashabım Yıldızlar Gibidir” Rivayeti…………………………………..55
17- Rey Karşıtı Rivayet……………………………………………………..55
18- Bid’at- Sünnet Hakkındaki Rivayetler………………………………….56
19- Kırk Hadis Rivayeti……………………………………………………..57
20- Genel Değerlendirme……………………………………………………58
B- MEVKUF VE MAKTU’ RİVAYETLER……………………………………….59
1- Hz. Ömer’in Zan ve Rey ile İlgili Sözleri………………………………..59
2- Hz. Ali’nin Mest ile İlgili Sözü…………………………………………..61
3- İmran b. Husayn ile Bir Adam Arasındaki Diyalog……………………...62
4- Abdullah b. Ömer’in Sözü………………………………………………..67
5- Muhammed b. Sirin’in Sözü……………………………………………...70
6- Hasan b. Atiyye’nin Sözü………………………………………………...71
7- Süfyan es-Sevri’nin Sözü………………………………………………...71
8- Genel Değerlendirme……………………………………………………..72
SONUÇ……………………………………………………………………………...73
KAYNAKÇA………………………………………………………………………..74
TEZİN ÖZETİ………………………………………………………………………80
IV
ÖNSÖZ
Hicri birinci asrın ortalarından itibaren Sünnetin dindeki konumu tartışılmaya
başlamış olup günümüze kadar devam ede gelmiştir. İster geçmişte olsun, isterse
günümüzde olsun ferdi yaklaşımları devre dışı bırakırsak, sünneti toptan reddeden bir
mezhep ya da grupla karşılaşmamaktayız. Bu da bize gerçekten Kur’an-Sünnet
ikilisinin birbirlerinden bağımsız değerlendirilemez olduğunu gösterir. Tabiî ki
birincisi asıl, ikincisi ise birincinin tefsiri ve yorumudur.
İslam düşünce tarihi boyunca, âlimler bir konuda söz söylerlerken, o sözün
karşıtını da söylemişlerdir. Bu yöntemin önemli faydaları olduğu gibi, bazen de
zararları oluyor. Şöyle ki, sünnetle ihticac konusu gündeme gelince, âlimlerimiz,
sünneti kabul edenler ve kabul etmeyenler şeklinde bir tasnif geliştirmişlerdir. Bunu
genellikle Ehl-i Sünnete bağlı olan âlimler yapmış ve sünneti inkâr edenlerin sözleri
ve teorilerini tam anlamadan karşı çıkmışlar veya yanlış yorumlamışlardır. Oysa bu
gün yapılan çalışmalarda görüldüğü üzere, İslam düşünce tarihinde sünneti inkâr
eden bir mezhep veya bir topluluk yoktur. Ferdi çabalarda bir ekol oluşturacak
seviyeye gelememişlerdir. Bu gün bizim yapmamız gereken, genellemelere
gitmeden, İslam Düşünce tarihinde önemli roller oynamış bu mezhepler hakkında
daha fazla araştırmalarda bulunmak ve mümkün ise bu mezheplerin ana kaynaklarına
ulaşmak olmalıdır.
Suyutî, Miftahu’l-Cenne adlı kitabını yukarıdaki tasnif sistemine uygun
olarak yazmıştır. Yani sünneti kabul edenler ve kabul etmeyenler. Sünneti kabul
etmeyenleri şöyle saymaktadır: Başta Rafızîler olmak üzere, arz hadisini kabul
edenler, Erike hadisini kabul etmeyenler vb. Aslında arz hadisini kabul edenler
sünneti inkâr etmemektedirler. Onlar sadece sünnetin Kur’an’a arz edilmesini ve
Kur’an’a aykırı olanların elemesini istemektedirler. Normal şartlar altında arz hadisi
ile Erike hadisi çelişmez ve ikisinin arası bulunabilir.
Tezimizi hazırlarken Miftahu’l-Cenne’nin birkaç basılmış nüshasıyla
karşılaştık. Bunların içinde en genişi ve kanaatimizce en az hatalısı olan Bedr b.
Abdillah el-Bedr tarafından tahkik, tahric, tahlil ve tenkidi yapılan nüshayı temel
aldık ve tezimizdeki Miftah’ın sayfa numaraları da bu nüshaya göre verdik.
V
Tez konusunu seçmede ve çalışmalarım boyunca kütüphanesini ve tenkitlerini
benden esirgemeyen hocam, Doç. Dr. Bünyamin ERUL’a ve ayrıca Prof. Dr. İsmail
Hakkı ÜNAL’a, Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM’a ve Prof. Dr. Kamil ÇAKIN’a
teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Ahmet SUBAŞI
SİVRİHİSAR - 17.12.2005
VI
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
a.g.md.
: Adı geçen madde
b.
: İbn
bnt.
: bint
bkz.
: Bakınız
C.
: Cilt
Derg.
: Dergi
H.
: Hicri
Hz.
: Hazreti
İA
: Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
ö
: Ölüm tarihi
s.
: Sayfa
S.
: Sayı
s.a.s.
: Sallallahu aleyhi ve sellem.
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
thk.
: Tahkik eden
trc.
: Tercüme eden
ty.
: Tarih yok
yay.
: Yayınları
yy.
: Basım yeri yok
VII
GİRİŞ
A- TEZİN KONUSU VE ÖNEMİ
Hicri birinci asırda başlayıp günümüze kadar canlılığını koruyan Sünnet’in
dindeki konumu, Suyutî’nin Miftahu’l Cenne adlı kitabında geçen rivayetlerin tahric,
tahlil ve değerlendirilmesi ve Sünnetin rivayetlerle temellendirilmesinin değerinin
ortaya konulması vb. konular üzerinde çalışılmıştır.
Bu güne kadar sünnet, Kur’an’dan sonra hep ikinci kaynak olarak
gösterilmiş
ve
temellendirilmeye
onun
kaynak
çalışılmıştır.
olduğu,
Tabii
Kur’an’dan
bu
ayetler
yapılırken
ve
rivayetlerle
ayetlerin
bağlamı
düşünülmemiştir. Rivayetler delil gösterilirken de rivayetlerin sahih olup olmadığına
bakılmamıştır. İşte bütün bunlardan dolayı, bu konular az da olsa irdelenmeye
çalışılmıştır. Başta ayetlerin delil olma, sonra da rivayetlerin delil gösterilme değeri
ortaya koymaya çalışılmıştır.
B- TEZİN AMACI
Sünnet’in rivayetlerle temellendirilmesi, Miftahu’l Cenne adlı kitaptaki
rivayetlerin tahriç, tahlil ve tenkit edilmesi ve bu rivayetlerin gerçekten sünnete delil
olarak gösterilebilir olup olmadığının araştırılması tezimizin temel amacıdır.
Kur’an-ı Kerim’de geçen hikmet kavramı değerlendirilmesi, Sünneti inkâr
edenin durumu, Rafızî kavramının değerlendirmesi ve bazı rivayetlerin tahlil ve
tenkidi vb. hususlar da tezin hedefleri arasındadır.
C- TEZİN METODU VE PLANI
Öncelikle Suyutî’nin Miftahu’l-Cenne adlı kitabı okunarak, içeriği usul
konuları ve rivayetler şeklinde iki kısma ayırılmış olup önce usul konuları hakkında
bilgiler verildi daha sonrada rivayetlerin tahrici, tahlili ve tenkidi yapıldı.
Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahseden ayetler tespit edilerek, bu ayetlerin
sünnete delil olabilme değerinin tartışıldı. İslam düşünce tarihi boyunca sünnete delil
olarak gösterilen rivayetlerin değerlendirilmesi yapılıp ve bu rivayetlerden bazıları
Hz. Peygamber’e ait olmadığı ve daha sonraki tartışmalar sırasında ortaya atılmış
olma ihtimalinin yüksek olduğu ve bu rivayetlere bağlayıcılık kazandırılması için de
Hz. Peygamber’e isnat edilmiş olabileceği ihtimali tartışıldı. Suyutî’nin Peygamberlik
anlayışı tespit edilmeye çalışıldı ve bu anlayışın onun bu kitaptaki rivayetlerin
VIII
kullanmasındaki rolünü araştırıldı. Netice de insanın bir konudaki anlayışı onun
yöntemini, kaynakları kullanmadaki seçiciliğini ve rivayetlere bakışını etkilediği
görüldü.
Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahseden ayetler değerlendirilirken bu
ayetlerin bağlamı, öncesi ve sonrasındaki ayetlerle ilişkisi ve nüzul sebebine dikkat
edildi. Hikmet kelimesi değerlendirilirken de, bu kelime başta sözlüklerden araştırıldı
ve sonra da, Kur’an’ın bütünlüğü içinde değerlendirildi. Rivayetler değerlendirilirken
de, önce rivayetin isnadı değerlendirildi, sonra da metnine geçildi ve bu sürecin
sonunda rivayet hakkında hüküm verildi.
D- SUYUTÎ’NİN DÖNEMİNE ve HAYATINA KISA BİR BAKIŞ
1- Sosyal, siyasal ve İlmi Açıdan Suyutî Dönemi
Miftah’ın yazılış sebeplerini daha iyi anlamak için, Suyutî’nin içinde
bulunduğu ortamı tahlil etmek gerekmektedir.
Suyutî, Mısır’da Memluk Devleti’nin hüküm sürdüğü bir zaman diliminde
yaşadı. Kendisinin olgunluk dönemi Sultan Kayıtbay’ın hükümdarlığına denk
düşmektedir.1
Bu döneme baktığımızda Moğol istilası olarak tarihte bilinen bir barbarlığın
İslam coğrafyasını yakıp kavurduğunu görmekteyiz. Bu barbarlık sonucu Abbasi
halifeliği yıkılmış, Bağdat kütüphaneleri talan edilmiş, kitaplar yakılmış, diğer bir
ifadeyle, bir taraftan siyasi istikrar, diğer taraftan da ilim ve kültür adına ne varsa yok
edilmiştir.2
Bu dönemde, Safevi Devletinin bölgeye açılma dönemidir. Safevi Devletinin
Şiilik propagandası Sünnî İslam dünyasını rahatsız etmekteydi. Memlükler
Devletinin topraklarında yaşayan âlimler kalemleriyle bu Şiilik propagandasına karşı
mücadele etmeye çalışmaktadırlar. Suyutî’nin kitabı bu açıdan ele alınabilir. Ayrıca
Abbasi devletinin yıkılmasından sonra, Karmatî ve Batînîlik hareketleri birer tehlike
olarak baş göstermişlerdir. Bu hareketler de Sünnî İslam anlayışını tehdit etme
açısından önemlidir. Nitekim Sünnî ulema bunlara karşı da mücadele etmiştir.3
1
Hamude, Tahir Süleyman, Celaluddin es-Suyutî, el-Mektebetü’l-İslamî, Beyrut, 1989, s. 23.
2
Aslan, Recep, Suyûtî’nin Hadis İlmindeki Yeri, Basılmamış Doktora tezi, Ankara, 2005, s. 5.
3
Hamude, a.g. e., s. 27.
IX
Suyutî döneminde toplumsal yapı dört tabakadan oluşmuştur: a) Birinci
Tabaka (Sultanlar ve Emirler), b) İkinci Tabaka ( Âlimler ve Fakihler), c) Üçüncü
Tabaka (Tüccarlar), d) Dördüncü Tabaka (Çiftçiler, Esnaflar, Sanatkârlar vb.)4
Suyutî’nin yaşadığı bu asır, siyasi açıdan fesad, sosyal açıdan ayrılık ve yok
olma asrı olmasına rağmen ilmi açıdan bir ilerleme ve toparlanma asrı olmuştur. Bu
dönemde ilmin canlanması bu sebeplere bağlıdır: a) Moğol İstilasından dolayı
âlimlerin doğudan Mısır’a hicret etmeleri, b) Haçlıların ve Tatar Moğolların yok
ettiği ansiklopedik çaptaki İslam eserlerinin aynısını yazma, c) İlim adamları için
kurulan hayır vakıflarının çoğalması, d) Âlimler arasındaki ilmî rekabetler.5
Bütün bu olumsuzluklar Suyutî’yi böyle bir kitabı yazmaya sevketmiştir.
Zaten kitabın genelinde bu savunmacı bir anlayış kendisini göstermektedir ve
Müellif kendisini savunmak için eline geçen bütün rivayetleri, tenkid ve tahlile tabi
tutmadan eserinde zikretmiştir.
2- Suyutî’nin Hayatı
Celaluddin Ebu’l-Fadl Abdurrahman b. Kemal Ebi Bekir b. Muhammed b.
Sabıkıddin b. el- Fahr Osman b. Nasırıddin Muhammed b. Seyfiddin Hıdır b.
Necmiddin Ebi’s-Salah Eyyûb b. Nasırıddin Muhammed b. eş-Şeyh Humamiddin elHudayri el-Suyutî eş-Şafii, 849/1445 yılı Recep ayı başında, Pazar gecesi akşamdan
sonra, güney Mısır’da bulunan Asyut (Suyut) kasabasında dünyaya gelmiştir. O
sıralarda Mısır ve havalisi Memlukların idaresi altında idi. Babası, Kemaluddin Ebu
Bekr, Şafii fakihlerindendi. Küçük yaşta babasını kaybederek yetim kalan Suyutî,
akrabalarının yardım ve himayesinde büyüyerek tahsiline devam etti. Zamanın
eğitim sistemine uyarak, henüz yedi yaşında iken hafızlığını tamamladı ve sahip
olduğu üstün zekâ ve kabiliyeti ile lüzumlu bütün bilgileri öğrendi.6
Suyutî’nin gençlik yıllarında Mısır ve çevresi, ilmi faaliyetler bakımından
oldukça hareketli bir yapıya sahiptir. Genç Suyutî, bu ilmi çevreden yeterince istifade
etmesini bilmiş, yetkili ilim erbabınca verilen derslere devam ederek dini ilimlerde,
lüzumlu bütün bilgilere sahip olmuştur. O; Şihabuddin eş-Şarimsahi, Alemuddin elBulkini (868/1463), Şerafuddin el-Munavi (871/1466), Takıyuddin eş-Şumunni
4
Aslan, a.g.e., s. 11-13.
5
Aslan, a.g.e., s. 13-14.
6
Suyutî, Husnu’l-Muhadara, Matbaatu İdareti’l-Vatan, Mısır, 1299, s. 188–195.
X
(872/1468), Muhyiddin Kafiyeci (879/1474), Seyfuddin el-Hanefi, Siracuddin elBulkini
(805/1403),
Muhammed
b.
İbrahim
eş-Şirvani,
İzzuddin
el-
Kinani(876/1471), Şemsuddin Muhammed es-Sahavi (902/1496), Celaluddin elMahalli (864/1459) vb. âlimlerden istifade etmiştir.
Kendisi daha gençliğinde birçok seyahat yapmış olup Şam, Hicaz, Yemen,
Hind, Mağrib ve Sudan’a gitmiştir. Hicaz seyahati esnasında bir sene Mekke’de
kalmıştır. Ayrıca Mısır’ın Dimyat, Feyyum ve İskenderiye gibi yerlerini de ziyaret
etmiştir.7
Suyutî tedris vazifesine, ilk defa üstadı el-Bulkinî’nin delaletiyle şevval
870/1466 tarihinde el-Şayhunî camisinde fıkıh tedrisiyle başlamıştı. Kısa sürede
şöhreti muhitinde yayılmış ve derslerini bazı müderrisler bile takip etmiştir. Ayrıca
Tolunoğlu camiinde fetva vermeye ve hadis imlasına başlamıştır.8
Kendisi dolu dolu bir hayat yaşadıktan sonra, 60 yaşlarında duçar olduğu bir
hastalık sebebiyle çökmeye başladı ve kısa süren hastalık devresinden sonra 911/
1505 senesi 19 Cemaziyelevel Cuma sabahı vefat etti ve Kahire yakınlarındaki
Babu’l-Karafe mezarlığına defnedildi.9
3- Suyutî’nin eserleri
Suyutî, Kur’an İlimleri, Hadis, Hadis Usulü, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Tefsir, Tefsir
Usulü, Muhtelif Meseleler, Dil, Edebiyat, Beyan, Tasavvuf, Menakıb, Tabakat, Tarih
ve Adâb gibi alanlarda irili-ufaklı yaklaşık olarak 1000 eser vermiştir.10
Suyutî’nin hadis alanında yazdığı matbu olan eserlerinden bazıları şunlardır:
1- Tedrîbu’r-Râvî fi Şerhi Takrîbi’n-Nevevî, Mısır, 1307.
2- Tenvîru’l-Havâlik Şerhun ala Muvatta’i Malik, Mısır, 1950/1369.
3- el-Leâlu’l-Mesnûa fi’l-Ehâdisi’l-Mevdûa, Mısır, 1317.
4- Misbahu’z-Zecace ala Süneni İbn Mace, Msır, 1964.
5- el-Câmiu’s-Sağîr li Ehâdisi’l-Beşîri’n-Nezîr, Mısır, 1321.
6- Tevilu Ehâdisi’l-Mûhime li’t-Teşbih, Cidde, 1399/1979.
7
Sobernheim, M, Suyutî md, İslam Ansiklopedisi, M.E. B. yay., XI. 259.
8
Sobernheim, a.g.md., XI. 259.
9
Sobernheim, a.g.md., XI. 260.
10
Hamude, a.g.e., s. 24.
XI
7- Elfiyetu’s-Suyutî fi Mustalahi’l-Hadîs, Mısır, ty.
8- ed-Dureru’l-Müntesire fi’l Ehâdisi’l-Müştehire, Mısır,1307.
9- Esbâbu Vurudi’l-Hadîs: Hadisler ve sebepleri, (trc: Necati Tetik, A. Okçu),
Erzurum, İhtar Yay, 1996.
XII
BİRİNCİ BÖLÜM
MİFTAHU’L-CENNE VE İÇERİĞİ
A) MİFTAHU’L-CENNE’NİN TANITIMI
Suyutî’nin bu eseri, aslında diğer eserlerden bir derleme olmasına rağmen
yazıldığı günden bu yana, hadis alanında çalışma yapan herkesin dikkatini çekmiş
olup Sünnetin dindeki konumuyla ilgili yazılan tüm eserlerin kaynakçasında yer
almıştır.
1- Kitabın yazılış amacı
Müellif eserini şu amaçla yazmıştır: “Zındık bir Rafızî, sık sık sünnetin dinde
delil sayılmayacağından, yegâne delil kaynağının Kur’an olduğundan bahsetmeye
başladı. Bu iddiasını kanıtlamak için de, ‘Benden size ulaşan hadisleri Kur’an’a arz
edin. Kur’an’da aslı olanları kabul edin, olmayanları reddedin’1 uydurma hadisini
ileri sürmektedir. Bu iddiayı, başkaları gibi ben de bizzat kendisinden duydum. Ne
var ki bazıları buna hiç aldırış etmezken, bazıları da bu fikrin aslını ve nereden
kaynaklandığını bilmemektedir. İşte bu iddianın aslını ortaya koymak, yanlışlığını
ispatlamak ve taşıdığı tehlikeyi vurgulamak amacıyla bu satırları kaleme aldım.”2
Görüldüğü gibi müellif eserinin kaleme alma amacını, sünnetin dindeki konumunu
ve dinde sünnete yer vermeyenlerin düşebileceği hataları ispatlamak şeklinde
özetlenebilir.
2- Kitaptaki Üslup ve Yöntemi
Müellifimiz eserinde şöyle bir yöntem takip etmiştir:
a) Başta, Şafiî, Beyhakî, Darimî ve diğer eserlerinden merfu rivayetleri
nakleder. Bu rivayetler arasına da usul konularını serpiştirir. Usul konularını da
ayetlerle destekler.
b) Sahabilerin sünnetle ihticac ettiğini söyler ve onların sünnet hakkındaki
görüş ve uygulamalarına yer verir. Bu konudaki rivayetleri naklederken de sahabenin
sünnetle ihticac ettiği konusunda icma’ olduğunu ve sahabilerin asla yalan
söylemediğini ifade eder.
1
Bu rivayetin tahric, tahlil ve tenkidi Rivayetler bölümünde ele alınacaktır.
2
Suyutî, Miftahu’l-cenne fi’l İ’tisami bi’s-Sünne, (thk: Bedr b. Abdillah el-Bedr ), Beyrut, 1414/1993,
s. 15.
c) Tabiînin de sahabiler gibi sünnetle ihticac ettiğini onlardan da görüş ve
uygulamalar nakleder. Bu arada sahabe ve tabiînden bazılarının hadisleri toplamak
için seyahatler yaptığını da zikreder.
d) Bütün bu teorik konuları zikrettikten sonra, konuyla ilgili pratikleri
nakletmeye geçer ve Kur’an’ın sünnete muhtaç olduğunu, sünnet olmadan nasihmensuh, esbabü’n-nüzul, umum ve husus vb. konuların bilinemeyeceğini zikreder.
Hadisle meşgul olan kişilerin faziletlerinden bahseder ve bu kişilerin her dönemde
azınlıkta olduğunu söyler. Bu şahısların bulunmadıkları zamanda, diğerlerinin helak
olacağına dair rivayetler nakleder. Bu arada müellif bu konuyu gereğinden fazla
abartmış ve Kur’an Kerim’i öğrenmeyi nafile, Sünneti öğrenmeyi ise farz olduğuna
dair rivayetler nakletmiştir.
e) Eserde bazı rivayetler oldukça fazla tekrar edilmiştir. Bu rivayetler
şunlardır: “Arz rivayeti, Erike hadisi, İmran b. Husayn ile bir şahıs arasındaki
diyalog ve Şafiî ile bir şahıs arasındaki diyalog” tekrar edilenlerin başta gelenleridir.
f) Müellif kendisi delil olarak kullandığı rivayetler konusunda hayli mütesâhil
iken, hatta kendisi mevzu rivayetleri dahi delil gösterirken, karşı tarafın rivayetlerine
yaklaşımda oldukça müteşeddiddir. Bu da onun ne kadar sübjektif davrandığını bize
göstermektedir.
g) Şafiî’den naklettiğini söyleyen metinleri, aslında Şafiî’nin eserlerinden
değil de, onları, Beyhakî’nin eserlerinden naklettiğine de şahit olmaktayız.
3- Kitabın kaynakları
Suyutî’nin eserinde şu kaynakları kullanmıştır:
a) Şafiî’nin er-Risalesi; müellif usul konularını genellikle bu eserden
nakletmektedir. Bu eser bir nevi Suyutî’nin başvuru kaynağıdır.
b) Beyhakî’nin Delailü’n-nübüvvesi ile Sünen-i Kübrasının Medhal kısımları;
bu iki eserden oldukça fazla rivayet nakletmektedir.
c) Darimî’nin Sünen’inin Mukaddime’si; bu eserden merfu ve mevkuf
rivayetler nakletmektedir.
d) Ebu Nuaym’ın Hilyetü’l Evliya’sından merfu rivayetler nakleder.
e) el-Hatib el-Bağdadî’nin el-Fakih ve Şerefu Eshabi’l-Hadis adlı iki
eserinden, daha sonraki imam ve âlimlerin hadis ve sünnet hakkındaki görüşlerini
nakletmektedir.
2
f) Lalekaî’nin Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i sünnet merfu rivayetler
nakletmektedir.
g) Heysemi’nin Mecmau’z-Zevaid’ından merfu ve mevkuf rivayetler
nakleder.
h) Kuşeyri’nin Risalesi’nden mutasavvıfların hadisler hakkındaki görüşleri
nakletmektedir.
Günümüzde hepsi basılı olan bu eserlerin çoğu geç dönemde yazılmış eserler
olup birinci el kaynak değillerdir.
4- Kitabın neşri ve dilimize çevirileri
Eser üzerinde yapılan çalışmaları iki kısma ayırmayı uygun bulduk.
a) Eserin neşri
1- Eser, ilk defa 1343/1924 yılında Mısır’da Mecmûatü’r-Resaili’l-Münîriyye
içinde;
2- 1347/1928 ve 1353/1933’te Mısır’da, muhtemelen Münîriyye baskısı esas
alınarak iki kez ofset basımı;
3- 1402/1982’de Medine’de bir kez daha, 1347/1928 tarihli nüshadan ofset
basımı;
4- Dr. Seyyid el- Cemilî’nin basit bir tahkik ve talikiyle Mısır’da 1985’te;
5- Mustafa Abdülkadir Ata’nın tahkikiyle 1407/1987’de Beyrut’ta;
6- Abdurrahman Fahûrî’nin tahkik, tahriç, talik ve geniş bir mukaddimesiyle
1410/1990’da;
7- Bedr b. Abdullah el- Bedr’in tahriç, talik ve kısa bir mukaddimesiyle
“Miftahu’l-Cenne fi’l-İ’tisam bis-Sünne” adıyla 1414/1993’te Beyrut’ta basılmıştır.3
Biz, Bedr b. Abdullah el- Bedr’in çalışmasını esas alarak bu kitap üzerinde
incelemeler yaptık.
b) Eserin çevirileri
1- Eser, ilk defa Zülfikar Güngör tarafından tercüme edilmiştir. 1985 yılında
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Lisans Tezi olarak hazırlanmış olup
basılmamıştır.
2- Yüksel Kılıçaslan tarafından yapılmış ve “Akidede Sünnetin Yeri” adıyla
1987 yılında İstanbul’da basılmıştır.
3
Aşıkkutlu Emin, Miftahu’l-Cenne’ye yazdığı önsöz, s. 9.
3
3- Yusuf Çiftçi tarafından tercüme edilmiştir. 1988 yılında Atatürk
Üniversitesi
İlahiyat
Fakültesi’nde
Lisans
Tezi
olarak
hazırlanmış
olup
basılmamıştır.
4- Enbiya Yıldırım tarafından gerçekleştirilen tercüme, “ Sünnetin İslam’daki
Yeri” adıyla 1992, 1996 ve 2000 yıllarında İstanbul’da basılmıştır. Bu tercümenin
girişinde kısaca müellifin hayatına değinilmiştir. Konular için ara başlıklar
konulmuştur. Tercümenin dipnotları oldukça zengindir. Eser, Dr. Ahmet Yıldırım’ın
“Sünnet Üzerine” başlıklı makalesi ile bitmektedir.
5- Emin Aşıkkutlu tarafından yapılmış olup “Sünnetin Dindeki Yeri” adıyla
2003 yılında yapılan tercüme yine İstanbul’da basılmıştır. Bu tercüme, mütercimin
kısa önsözüyle başlamaktadır. Konuları birbirinden ayırmak için konulan ara
başlıklar, Enbiya Yıldırım’ınkinden hem daha fazla, hem daha isabetlidir. Mütercim,
eserde geçen şahısların ölüm tarihlerini vermiştir. Dipnotları fazla zengin değildir.
İlk baskı olması dolayısıyla eserde bazı hatalar bulunmaktadır. Eser kısa bir
kaynakça ile bitmektedir.
B) MİFTAH’IN İÇERİĞİ
Bu başlık altında Miftah’ta geçen usul konuları incelenmiştir. Tabii ki
rivayetler bölümünde görüleceği gibi, bu bölümde de kitapta geçen tüm konuları
incelemek yerine konulardan bir kısmı incelenmiştir.
1- Hz. Peygamber ile ilgili Ayetlerin Değerlendirilmesi
Suyutî eserinde, Şafiî’nin er-Risale adlı kitabından alıntı yaparak, Kur’an’da
geçen Hz. Peygamber ile ilgili ayetlerin sünnete delalet ettiğini savunur4.
Ulaşabildiğimiz kadarıyla Hikmeti, Sünnet olarak kitabında zikreden ilk kişinin Şafiî
olduğudur. Her ne kadar kendisi de güvendiği bir kişiden bunu aldığını söylemişse
de, bu kişinin kim olduğu belli değildir.
Bizler de Kur’an’da geçen Hz. Peygamber ile ilgili ayetleri inceleyerek,
onların gerçekten sünnete delalet edip etmediğini araştırmayı uygun gördük ve
ayetleri şu başlıklar altında tasnif ettik:
4
Suyutî, Miftah, s. 17.
4
a) Hz. Peygamber’e imanın farz olduğunu ifade eden ayetler: “Ey iman
edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce
indirdiği kitaba iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manası ile sapıtmıştır.”5
b) Hz. Peygamber’e itaati ve ittibayı emreden ayetler: “(Resulüm) De ki:
Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. De ki: Allah'a ve Resulü’ne
itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”6
Kur’an, Hz. Peygamber’in fiziki yapısını değil, onun elçilik sıfatını öne
çıkararak, insanlardan ona itaat etmelerini istemektedir. Peygamber, Allah ile
insanlar arasında bir elçidir. Peygamber’in bu konumu önemlidir ve Kur’an bunu sık
sık vurgulamaktadır. Netice olarak peygamber Allah’ın elçisi olması hasebiyle, ona
karşı yapılan bu davranış Allah’a karşı yapılmış olmaktadır. Peygamber’e itaatten de
kastın, Allah’ın peygamber aracılığıyla bildirdiği emirlere itaat olacaktır.7
c) Hz. Peygamber’e isyan etmeyi ve ona her türlü eziyeti yasaklayan
ayetler: “Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah
onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.”8
d) Hz. Peygamber’in Mü’minler için Allah’ın büyük bir lütfü olduğunu
ifade eden ayetler: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan,
(kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti
öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”9
5
4. Nisa, 136; ayrıca bkz, 3/179; 4/170; 7/158; 9/91; 24/47: 48/8–9; 49/15; 57/28; 64/8.
6
3. Al-i İmran, 31–2; ayrıca bkz, 7/157–8; 3/132, 172; 4/ 13, 59, 61, 69, 80; 5/ 92; 7/ 157–8; 8/ 1, 20,
24; 9/ 71; 24/ 51–54, 56; 26/ 108; 33/ 33, 36–7, 64–66, 71; 47/ 33; 48/ 17; 49/ 14; 58/ 13; 64/ 12.
7
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992, Birleşik Yay, s. 84.
8
4. Nisa, 14; ayrıca bkz, 4/ 42, 115; 8/ 13, 27; 9/ 61–3, 120; 24/ 47–50, 63; 33/ 36,57; 47/ 32; 48/ 10,
17; 49/1–3; 58/ 9.
9
3. Ali İmran, 164; ayrıca bkz, 2/151; 9/128–9; 62/2–4.
5
Kur’an’da Hz. Peygamber’in müminler için Allah’ın büyük bir lütfü
olduğunu konu edinen ayetlere baktığımızda, ortaya konulan manzara İslamiyet
öncesi insanların içinde bulunduğu kötü durumlardır. Allah, onlara İslam dinini
göndererek büyük bir lütufta bulunmuştur. Ayrıca bu ayetlerle bir nevi müminlere
psikolojik destekte verilmektedir. Müşrik ve diğer insanların kötü durumda olduğunu
ve sonunda da cehenneme gireceğini ima edilmektedir.
e) Hz. Peygamber’in insanlara en ideal bir örnek olarak gösteren ayetler:
“Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve
Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”10
Hz. Peygamber’in müminler için güzel bir örnek olduğunu ve uyulması
gerektiği anlaşılmaktadır. Sünnet, uygulama alanında iki şekilde ele alınabilir. İlki
metodoloji (yöntem), diğeri de davranış olarak sünnet. Hâlbuki Peygamber’in bir
örnek olduğunu bizzat Kur’an bildirmektedir: “Andolsun ki, Resulullah, sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir
örnektir.”11 Bu ayetin Hz. Peygamber’in müminler için ideal bir örnek olduğuna
delaleti apaçıktır. Nitekim bu ideal örneklik hemen hemen bütün peygamberler için
geçerlidir ve de böyle olmak zorundadır. Zira onların peygamberlik sıfatının bir
anlamı kalmaz. Yukarıdaki ayetin bir benzeri Hz. İbrahim için kullanılmıştır.12
f) Hz. Peygamber’e Kur’an’ı beyan ve tebliğ görev ve yetkisinin
verildiğini gösteren ayetler: “(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her
peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir” ve “Ey Resul!
Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış
olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna
rehberlik etmez.”13
10
33. Ahzab, 21; 68/ Kalem, 1–4.
11
33. Ahzab, 21; 68/ Kalem, 1–4.
12
60. Mümtehine, 4.
13
14. İbrahim, 4; 5. Maide, 76; ayrıca bkz, 4/ 105; 5/ 19; 16/ 35, 44, 64, 82; 24/ 54; 42/ 48.
6
Allah, peygambere Kur’an’ı açıklama görevi vermiş fakat müminlerden
istediği şey ise Kur’an uymaktır. Kur’an genel olarak baktığımızda kendi kendisini
tefsir ediyor ve Peygamber’den istenen ise kendisine indirilen Kur’an’ı insanlara
açıklanmasıdır, onu gizlememesidir.
g) Hz. Peygamber’e Kur’an’ın dışında vahy geldiğine işaret eden
ayetler: “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan,
(kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti
öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”14
Bazı Âlimlerimiz bu ve benzeri ayetlerde geçen ‘Hikmet’ kelimesine
dayanarak Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığını ve bu vahye de ‘Vahy-i
Gayri Metluv’ deyip bununla da sünneti kastetmişlerdir. Hikmet kelimesini ayrı bir
başlık atkında incelediğimizden burada fazla detaya girmiyoruz.
h) Hz. Peygamber’in hakemliğini ve verdiği hükümlerin kabulünü
öngören ayetler: “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve
sizden olan Ulülemre (idarecilere) de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz
Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resul’e götürün (onların
talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”15
Hz. Peygamber bir konuda hakemlik yaptığında ya da hüküm verdiğinde ya
Kur’an’a veya kendi içtihadına dayanmaktaydı. Bazen hakemlik yaptığında,
kendisinin yanılabileceğini ifade etmiştir. Nitekim şu rivayet bunun en açık
göstergesidir: “Ben, ancak bir beşerim. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Belki
biriniz, delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben de ondan duyduğuma göre
onun lehine hüküm vermiş olabilirim. Bu şekilde kime kardeşinin hakkından bir şey
vermişsem, o, onu asla almasın! Zira o takdirde ben ona ancak bir ateş parçası vermiş
14
3. Ali İmran, 164; ayrıca bkz, 2/ 129–31, 151, 251; 3/ 164; 4/ 54, 113; 33/34; 38/ 20; 43/ 63; 62/ 2;
66/3.
15
4. Nisa, 59; ayrıca bkz, 4/ 65; 24/ 47–51; 33/ 36.
7
olurum.”16 Bu ve benzeri ayetlerin iyi anlaşılabilmesi için nüzul sebebine de bakmak
lazım. Hz. Peygamber’in verdiği hükümleri önemlidir. Fakat hepsi vahiy kaynaklı
değildir. Özellikle ibadet ve ukubat konusundaki hükümler evrenseldir.
ı) Hz. Peygamber’e helal ve haram koyma yetkisini veren ayetler:
“Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve
Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen
kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”17
Bu ayette, bahsedilen kişiler, o dönemde müşrik ve Müslüman olmayan diğer
topluluklardır. Şu ayetin de göz ardı edilmemesi gerekir: “Ey Peygamber! Eşlerinin
rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?
Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah, (gerektiğinde) yeminlerinizi
bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O, bilendir, hikmet
sahibidir.”18 Bundan da anlıyoruz ki, peygamber bir şeyi kendi keyfine göre
yasaklayamaz. Yasakladığı şeyin mutlaka, ya direkt ya da dolaylı olarak Kur’an’da
bulunması gerekir.19 Gelen şu ayette, sınırların Allah tarafından çizildiğini ve
müminlerden bu sınırlara uymaları istemektedir. “İşte bütün bu hükümler, Allah'ın
koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse
Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak
kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.”20
16
Malik b. Enes, Muvatta, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Akziye, 1; Buharî, Ebu
Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahih, 2. Baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Şehâdât, 27;
Hıyel, 10; Ahkam, 20; Muslim, Ebu Hasan Muslim b. Haccac, Sahih, 2. Baskı, İstanbul,
Çağrı Yay, 1992, Akziye, 4-5; Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, 2. Baskı, İstanbul,
1992, Çağrı Yay, Akziye, 7; Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, 2. Baskı,
İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Ahkam, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2. Baskı, İstanbul,
1992, Çağrı Yay, VI. 307.
17
9. Tevbe, 29; ayrıca bkz, 7/ 157.
18
66. Tahrim, 1–2.
19
Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde İslam, Ankara, 2000, 5. Baskı, Ankara Okulu Yay, s.
182.
20
4. Nisa, 13.
8
Kur’an’da belirtilmeyen hususlarda, Peygamber’in kural koyması ve bunu
uygulaması doğaldır. Hz. Peygamber’den sonra da her neslin âlimleri yeni olaylar
karşısında yeni kurallar koymaları gerekir. Değişen ve gelişen hayatın kontrolü de
ancak böyle sağlanabilir. Burada Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın belirtmediği
hususlarda kural koyması, bizim de Kur’an’ın belirtmediği hususlarda Kur’an’ın
esprisine aykırı olmayacak şekilde kural koyma yetkimizi gösteren örnektir.
Kur’an’ın ilk uygulayıcısı olan Hz. Peygamber, bu tatbikatı ile bize örnek olmuştur.
Kur’an’ı hayata geçirmekten sorumlu olan her nesil, Hz. Peygamber’in
uygulamalarını örnek almak durumundadır.21
i) Hz. Peygamber’e saygı ve bağlılığı öngören ayetler: “Müminler ancak,
Allah'a ve Resulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar o Peygamber ile birlikte
sosyal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resulüm!) Şu
senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resulüne iman etmiş kimselerdir. Öyle
ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver;
onlar için Allah'tan bağış dile; çünkü Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”22
j) Hz. Peygamber’e kendisine indirilen Kur’an’a uymasını emreden
ayetler: “Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize
kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir!
Dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben,
bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette
büyük günün azabından korkarım.” Ve “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim.
Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben
sadece apaçık bir uyarıcıyım.” 23
Sonuç olarak, Kur’an’daki, Hz. Peygamber’e itaati, onu örnek almayı, onun
Kur’an’ı beyan etme görevi olduğunu ve ona hikmet verildiğini ifade eden ayetlere
bakarak, Kur’an’ın Peygamber’in sünnetini, bu gün bizim sorun ettiğimiz gibi sorun
21
Akbulut, a.g.e., s. 67–8.
22
24. Nur, 62; ayrıca bkz, 33/ 6, 53, 56; 49/ 1–5.
23
10. Yunus, 15; 46. Ahzab, 9; ayrıca bkz, 2/ 285; 4/ 63; 6/ 106; 7/ 203; 10/ 109; 33/ 1–3; 42/ 15; 66/
1–2.
9
ettiği sonucunu çıkaramayız. Bu ayetlerin Müslümanların Hz. Peygamber
karşısındaki durumları ve tavırlarıyla ilgili olduğu açıktır. Bu tür ayetlerin
mevcudiyetinden, doğrudan, Peygamber’in sünnetinin mahiyetinin tartışma konusu
edildiği için bu ayetlerin indiği sonucu çıkarılamaz. Nüzul sebeplerinde de bizim bu
gün yaptığımız mahiyette tartışmalar üzerine bu ayetlerin indiğine dair kayıtlara
rastlanılmamaktadır. En genel anlamıyla bu ayetler Hz. Peygamberin önderliğini ve
liderliğini dile getirmektedir.24
2- Kur’an’da Hikmet Kavramı
Klasik sözlüklerde hikmet kelimesinin “yargıda bulunmak” anlamındaki
hükm mastarından isim olduğu belirtilir; ayrıca “engelemek, alıkoymak, gemlemek,
sağlam olmak” manalarına gelen ihkam mastarıyla ilişkisi kurulur. Bu iki kelimenin
anlamını birbirine daha da yaklaştıran Cevherî, hikmetin ihkamla bağlantısı
sebebiyle hâkim kelimesine “işleri gereği gibi sağlam ve kusursuz yapan”, “âlim ve
ilim sahibi” vb. gibi manalar vermektedir. Batı kaynakları, Arapça hikmetin, Kitab-ı
Mukaddes’in birçok yerinde “zihni kabiliyet, ustalık” anlamında kullanılan İbranice
hokhmah kelimesiyle aynı semitik köke dayandığını belirtir.25
İbn Manzur, hikmetin özellikle Allah’a nispeti halinde “en değerli varlıkların
en üstün bilgiyle bilmek” manasına geldiğini belirtir. Hikmet ve hüküm kelimeleri
“bilmek” ve “anlamak” manalarında eş anlamlı olur. Mesela “ona – Hz. Yahya’ya –
çocuk iken hüküm verdik” ayetinde geçen hüküm “bilme ve anlama” manasıyla
hikmet demektir. “Bazı şiirler vardır ki hükmün/ hikmetin ifadesidir” mealindeki
hadisin farklı rivayet şekli de bu iki kelimenin eş anlamlı olduğunu gösterir. Ancak
hükmün ilim ve fıkıhla birlikte kullanıldığı belirtmelidir. İnsana nisbet edilmesi
halinde hikmetin “dengeli olma, orta yol üzerinde bulunma, adalet niteliği taşıma”
anlamına geldiğini belirten İbn Manzur eski Arapların “muhakkem” kelimesini
“hikmetli, tecrübeli, olgun kimse” manasında kullandığını söyler ve beşeri hikmetin
tecrübî birikimle ilgisine dikkat çeker.26
24
Polat, Selahattin, Din, Vahiy ve Peygamberlik ışığında Hadis ve Sünnetin Mahiyeti, (İslam’ın
Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri Sempozyum Tebliğleri), s. 19.
25
Kutluer, İlhan, Hikmet Kavramı, İslam Ansiklopedisi, T.D.V.yay, s. 503.
26
İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut, 1955, hkm md., s. 140–
145; Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 504.
10
Kur’an-ı Kerim’de hikmet, on yerde kitap kelimesiyle beraber olmak üzere
yirmi defa geçmektedir; ayrıca üç defa “mülk” birer defa mev’iza, hayır ve ayet
kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır. Bu kelimelerin hikmetle birlikte kullanılması,
hikmetin hangi anlama delalet ettiği hususunda çeşitli yorumlara yol açmıştır. Kur’an
terminolojisine dair günümüze ulaşmış en eski metinlerden biri olan Mukatil b.
Süleyman’ın (150) el-Vücuh ve’n-Neza’ir adlı eserinde hikmetin beş vechi olduğu
belirtilmektedir: “ a) Kur’an’da emir ve nehiy kipleriyle geçen öğütler, b) Anlayış ve
ilim anlamında hüküm, c) Nübüvvet, d) Kur’an’ın tefsiri, e) bizzat Kur’an’ın
kendisi”.27 Ragıb el-İsfahanî ise hikmet terimini “ilim ve akılla gerçeği bulma”
şeklinde tanımlamaktadır. Allah için kullanıldığında “eşyayı bilmek ve onu en
sağlam ve kusursuz biçimde yaratmak”, insan için kullanıldığında “mevcudatı bilip
hayırlar işlemek” anlamına gelmektedir.28
Kur’an-ı
Kerim’de
hikmet
kavramı,
bütün
peygamberler
için
kullanılmaktadır. Şöyle ki; “Hani Allah peygamberlerden: ‘Ben size kitap ve hikmet
verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka
inanıp yardım edeceksiniz’ diye söz almış”29, “İşte onlar kendilerine kitap, hikmet ve
peygamberlik verdiğimiz kimselerdir.”30 Bu iki ayette hikmet kavramı, genel ve
bütün peygamberler için kullanılmıştır.
Ayrıca Kur’an’ da hikmet kavramı peygamberlerin isimleri zikredilerek de
kullanılmıştır. Şöyle ki; ‘Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği
ilimlerden ona öğretti.”31 “Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş; ona hikmet ve
güzel konuşma vermiştik.”32 Bu iki ayette Hz. Davud’un (a.s.) kıssasının anlatıldığı
bağlamda
geçmektedir.
Hikmet
kavramı,
hükümdarlık
kelimesiyle
birlikte
kullanılmış olup ‘insanları yönetebilme kabiliyeti’, ‘isabetli hüküm verme’33 ve ‘ilim
ve amelde sağlamlık’34 şeklinde yorumlanmıştır.
27
Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 504.
28
Ragıb el-İsfahani, el-Mufredatu Ragıb el-İsfahani fi garibi’l-Kur’an, hkm md, Mısır, 1322.
29
3. Al-i İmran, 81.
30
6. En’am, 89.
31
2. Bakara, 251.
32
38. Sad, 20.
33
Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an, (trc: Komisyon), İstanbul, 1986, İnsan Yay, V. 61.
34
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VI. 465.
11
“(Melekler, Meryem'e hitaben İsa hakkında sözlerine devam ettiler:) Allah
ona yazmayı, hikmeti, Tevrat'ı, İncil'i öğretecek.”35 “Allah o zaman şöyle diyecek:
"Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene (verdiğim) nimetimi hatırla! Hani seni
mukaddes ruh (Cebrail) ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin
çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı (okuyup yazmayı), hikmeti, Tevrat
ve İncil'i öğretmiştim.”36 “İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size
hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için
geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin.”37 Görüldüğü gibi ilk iki ayette
Hikmetin Hz. İsa’ya (a.s.) öğretildiğinden bahsedilmektedir. Son ayette ise hikmetin
Hz. İsa’ya indirilen vahy şeklinde yorumlanabilir.
“Ey Yahya! Kitab'a (Tevrat'a) var gücünle sarıl! (dedik) ve henüz sabi iken
ona (ilim ve) hikmet verdik.”38 Bu ayette Yahya’ya (a.s.) hikmetin küçük yaşta iken
verildiğinden bahsedilmektedir. Burada hikmet, olay ve olguları kavrama melekesi
sahibi olma şeklinde yorumlanabilir.
“Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte
güzel davrananları biz böylece mükâfatlandırırız.”39 “Sizden korkunca da hemen
aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden
kıldı.”40 Bu iki ayette hikmet olarak manalandıran ‘hukm’ kelimesi, daha çok
“peygamberlik” şeklinde açıklanmaktadır.
“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak,
onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü
üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”41 “Rabbim! Bana hikmet ver
ve beni iyiler arasına kat.”42 “Yoksa onlar, Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için
insanlara hased mi ediyorlar? Oysa İbrahim soyuna Kitab'ı ve hikmeti verdik ve
35
3. Al-i İmran, 48.
36
5. Maide, 110.
37
43. Zuhruf, 63.
38
19. Meryem, 12.
39
28. Kasas, 14.
40
26. Şuara, 21.
41
2. Bakara, 129.
42
26. Şuara, 83.
12
onlara büyük bir hükümranlık bahşettik.”43 Bu üç ayette hikmetin Hz. İbrahim’e
(a.s.) verildiğini ve ilk ayette bahsedilen peygamber ise, Hz. Peygamber olduğunu
söylenmektedir.
Hikmetli sözlerle meşhur olan Hz. Lokman’a (a.s.) da hikmet verildiğini
Kur’an bize bildirmektedir: “Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! Diyerek hikmet
verdik.”44 Soyu hakkındaki rivayetler, Lokman’ın, Eyüp Peygamber ile akraba
olduğu yönündedir. İslam âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet
sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. “Hikmet”in anlamı nazari ilimleri elde ettikten
sonra kazanılan ruhi olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir. Zaten
kendisinin sözleri, genellikle insanların yaşayarak tecrübe ettiği faydalı nasihatleri
içermektedir.
Son olarak da peygamberlerin sonuncusu olan sevgili Peygamberimize
verilen hikmeti inceleyelim: “Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi
kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size
öğreten bir Resul gönderdik.”45 Bu ayette geçen hikmet kavramı, her türlü hikmeti
içine alan hukuk ilmi ve şartlarını, kanun koymadaki hikmeti, yüksek ahlakı,
toplumun sırlarını, insanlığın menfaatini, dünya ve ahiret ilmini, kaniat nizamında
geçerli ve hükümran olan kanunları ve ilahi sünnetin sonucunu, bunların tatbik ve
uygulama şeklini sözlü ve fiili sünneti ile öğretildiğinden bahsedilmektedir.46
“Andolsun
ki
içlerinden,
kendilerine
Allah’ın
ayetlerini
okuyan,
(kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti
öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”47 Bu ayette
geçen kitap, şeriatın zahir durumlarına, hikmette onun güzelliklerine ve Allah
bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir.48 “Allah’ın sana lütfu ve
esirgemesi olmasaydı, onlardan bir güruh seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar yalnızca
kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitab’ı ve hikmeti
43
4. Nisa, 54.
44
31. Lokman, 12.
45
2. Bakara, 151.
46
Yazır, a.g. e., I. 444.
47
3. Al-i İmran, 164.
48
Yazır, a.g.e., II. 460.
13
indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük
olmuştur.”
“Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları
temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur.
Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.” “İşte bunlar, Rabbinin
sana vahyettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme; sonra kınanmış ve
(Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” “Evlerinizde
okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü
bilendir ve her şeyden haberi olandır.” Bu ayetle Allah Hz. Peygamber’in ev halkına
seslenmektedir. Hikmet Kur’an-ı Kerim olabileceği gibi, Hz. Peygamber’in insanlara
öğrettiği tüm değerli şeyler de olabilir.49 “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet
ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi
yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”50 Son
ayette geçen hikmet kavramı, “gerçeği açıklayan, şüpheyi gideren delil, sahih,
muhkem söz”, “kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basiretli olması, hitap eden kişinin
zihin, yetenek ve şartlarının göz önünde bulundurulması ve mesajın bunlara uygun
bir şekilde iletilmesi” şeklinde yorumlanabileceği gibi,51 ayrıca Kur’an’ın kendisi de
olabileceğini söyleyen âlimlerimiz vardır.52
“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya
onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek
için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük
etmiş olur. Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki
nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti
hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.”53, “Allah hikmeti
dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak
akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”54 Bu iki ayette ise, hikmetin bütün insanlara
verildiğini görmekteyiz. Zemahşerî’ye göre son ayetteki hikmet kelimesi, “ilim ve
49
Mevdudi, a.g.e, III. 70.
50
16. Nahl, 125.
51
Mevdudi, a.g.e., III. 70.
52
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf an Hekâiki Gavamidi’t-Tenzil ve Uyunu’l-Ekavili fi
Vechi’t-Te’vil, Matbau’ş-Şerife, I. 541.
53
2. Bakara, 231.
54
2. Bakara, 269.
14
amel uygunluğu” manasına geldiğini belirtilmektedir. Ayrıca “tefekkür ve tezekkür
etme yeteneği” manasına da gelebilmektedir.55
Hz. Peygamber’in hadislerinde de hikmet kavramı geçmektedir: “İbnu
Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.s) buyurdular ki: “Şu iki kişi dışında hiç
kimseye gıpta etmek caiz değildir: Biri, Allah’ın kendisine verdiği hikmetle
hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah’ın
kendisine verdiği malı hak yolda sarf eden zengin kimse.”56, “Übey b. Ka’b (r.a)
anlatıyor: “Resulullah (s.a.s) buyurdular ki: “Şiirde hikmet vardır.”57
Cahiliye döneminde şair ve kâhinler gibi hâkimler de toplum hayatını
yönlendirebiliyordu. Hâkimin tecrübesi, olgunluğu ve belagatteki ustalığı sayesinde
sarf ettiği hikmetli sözler kabilinde duygu ve düşüncelerinde derin izler bırakıyor, bu
hikmetler yaygınlaşıp anonimleştiğinde mesel adını alıyordu.58
Sonuç olarak, hikmet kavramını peygamberlere nübüvvet ile birlikte verilen
‘sağlam muhakeme’, ‘muhataplarını ikna kabiliyeti’, ‘ilim ve amelde sağlam olmak’,
‘gerçeği açıklayan, şüpheyi izale eden delil’ ve dolaylı olarak peygamberlerin
sünnetleri anlamlarına gelmektedir. Yani hikmet; sebep-sonuç ilişkisinin doğru bir
biçimde kurulması ve bunun tezahürleridir. Hikmet, hayatın bilgisi veya eşyayı
tanımak ve eşyanın özünde gizli olan sebep-sonuç ilişkisine vakıf olmak demektir.
3- Kur’an-Hadis ilişkisi
Suyutî, eserinde özellikle Şafiî’den nakiller yaparak, Kur’an-sünnet ilişkisi
hususunda bilgiler vermektedir. Bundan dolayı bizde bu konuyu araştırmayı uygun
bulduk. Kur’an- sünnet ilişkisi konusunda geçmiş âlimlerimiz çok şeyler söylemişler;
bazıları her ikisini birer müstakil kaynak olarak algılamış, diğerler bazıları ise birini
(Kur’an’ı) asıl, diğerini (sünneti) tali olarak kabul etmişlerdir.
Sünnet, mana bakımından sonuçta Kitab’a dayanır. Dolayısıyla sünnet,
Kitab’ın, ya mücmelinin tafsil, ya müşkil olanının açıklaması ya da muhtasar
olanının izah edilmesidir. Çünkü sünnet, Kur’an’ın beyanıdır. Sünnette yer alıp da,
55
Zemahşeri, el-Keşşaf, I. 396.
56
Buhârî, İlm, 15; Zekât, 5; Ahkâm, 3; İ'tisam, 13; Muslim, Salâtu'l-Müsâfirin, 268.
57
Buhârî, Edeb, 90; Ebü Dâvud, Edeb, 95; Tirmizî, Edeb, 69; İbn Mace, Ebu Abdillah
Muhammed b. Yezid, Sünen, 2. baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Edeb, 41.
58
Kutluer, İlhan, a.g.md., s. 505.
15
Kur’an’da genel ya da detaylı olarak temas edilmeyen hiçbir şey yoktur. Keza
Kur’an nasslarının, şeriatın külli esasları ve kaynağı olduğunu gösteren bütün
deliller, bu konu hakkında da delil olur. Yüce Allah, Hz. Peygamber hakkında:
“Şüphesiz sen yüce bir ahlak üzeresin”59 buyurmuş, Hz. Aişe ise bunu, onun
ahlakının Kur’an olduğunu60 belirterek açıklamış ve onun ahlakını beyan konusunda
bu ifadeyle yetinmiştir. Bu da gösteriyor ki, Hz. Peygamber’in bütün sözleri, fiilleri
ve tasvipleri Kur’an’a dayanır ve sonuçta ona çıkar. Çünkü ahlak nihayet bu
şeylerden ibarettir. Şu halde sünnet, sonuç itibarıyla Kur’an’da olanın açıklanması
olmaktadır. Sünnetin, Kur’an’a dayalı ve sonuç itibarıyla ona çıkmasının manası da
işte budur.61
Sünnetin, Kur’an’da zikredilmeye çeşitli hükümler getirmesi caizdir. Ancak
bu caizliğin aksine delil bulunacak olursa – ki bu meselede tartışılan nokta burasıdır
– o zaman her hadis hakkında mutlaka Allah’ın kitabına uygun düşme şartı aranır.
Nitekim zikredilen hadis de ( Arz Hadisi ) bu husus ortaya koymuştur. İtiraz
sadedinde tenkit edilen hadisin manası – senedi sahih olsun olmasın – doğrudur.62
Allah Teala temiz olan şeyleri helal, pis ve iğrenç olan şeyleri de haram
kılmıştır. Bu iki ucun arasında bunlardan her birine katılması mümkün olan pek çok
şey bulunmaktadır. İşte Resulullah bu konuda gerekli açıklamalarda bulunmuş ve
köpek dişli olan yırtıcı hayvanları ile pençeli kuşları yemeyi yasaklamıştır. Öbür
taraftan Resulullah keleri, toy kuşunu, tavşanı vb. şeyleri de temiz ve güzel olan
şeylerin helal olması esasına katmıştır.63
Sonuç olarak, “Kitap sünnete delalet etmekte ve ana hatlarıyla onu
içermektedir, sünnet de sadece kitabın açıklaması için gelmiştir” derken bunun emir,
nehiy, izin ya da bunları gerektiren durumlara nispetle olduğunu kastetmekteyiz.
Kısaca bu husus yükümlülük açısından mükelleflerin fiilleriyle ilgili durumlara
nispetle böyledir. Yükümlülük dışında kalan; mesela, geçmişten ve gelecekten haber
verme gibi emir, nehiy ya da izin ile ilgisi bulunmayan hadislere gelince bu türden
59
68. Kalem, 4.
60
Muslim, Müsafirun, 139.
61
Şatıbî, el-Muvafakat, (trc: Mehmet Erdoğan), İstanbul, 1999, İz Yayıncılık, s. 9–11.
62
63
Şatıbî, a.g.e., s. 19.
Şatıbî, a.g.e., s. 30–31.
16
olan hadislerin illa da Kur’an’da bir aslı olması gerekmez. Çünkü bu konu
yükümlülük getirmeyen fazladan bir şeydir. Kur’an’ın asıl indiriliş amacı ise
yükümlülük getirmesidir. Dolayısıyla sünnetin yükümlülük alanı dışına çıkması
halinde, bu konuda bir mani yoktur.64
4- Sahabe’nin Tanımı ve Adaleti
Suyutî, kitabında sahabeden oldukça fazla rivayet naklettiği ve sahabeyi
toptan adil gördüğü için bizler de bu konuyu yeniden incelemeye karar verdik.
Hadislerin ilk ravisi olan sahabenin rivayette ehliyetleri açısından tenkit edilip
edilemeyeceği hususu, öteden beri âlimler arasında önemli bir tartışma konusu
olmuştur. Bu konudaki tartışmanın boyutlarını günümüze kadar uzandığını ve bir
tartışma gündemini oluşturduğunu yapılan araştırmalardan anlamak mümkündür.65
Esasen bu tartışmanın eksenini iki önemli sorunun teşkil ettiği görülmektedir.
Bunlardan birincisi, hadisçilerle usulcüler başta olmak üzere âlimler arasında farklı
algılanmış olan sahabenin kimlerden oluştuğu yani tanımı ve kapsamı konusu, diğeri
de sahabenin adaletini nasıl anlaşılması gerektiği, diğer bir deyişle onların her türlü
hata ve günahtan masum olup olmadıkları hususudur.66
Hadisçiler, Hz. Peygamber’den tek bir hadis rivayet eden ve hatta onu bir kez
görme şerefine erişen kimseyi sahabe olarak değerlendirmek suretiyle tanımı ve
kapsamı geniş tutarken; Usulcüler ise, Hz. Peygamber‘e uymak ve sünnetlerini elde
etmek amacıyla onunla belli bir süre birlikte olma şartını ileri sürmüşlerdir.
Dolayısıyla sahabenin ‘udul’ olduğunu kabul eden bu âlimler grubu, kimlerin adil
sayılıp sayılamayacağı konusunda farklı bir kapsamı esas almışlardır. Buna göre,
Hadisçiler Peygamber’i kısa bir süre gören ve onun manevi ikliminden yeterince
64
Şatıbî, a.g.e., s. 51–54.
65
Ebu Reyye, Mahmut, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, (trc: Muharrem Tan) 1988, İstanbul, s.
26–50; Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara, 1999, Ankara
Okulu yay, s. 59–95; Erul, Bünyamin, Sahabe Döneminde Tekzip ve Tekzibin Mahiyeti,
A.Ü.İ.F.Derg, XXXIX. 453–489 ve Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000, T.D.V. Yay, s. 1–
14; Güner, Osman, Ebu Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, İstanbul, 2001, İnsan Yay, s. 35–40 ve
Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin tahlili, s. 627-633; Juynboll, G.H. A,
Modern Mısır’da Hadis Tartışmaları, (trc: Salih Özer), Ankara, 2002, Ankara Okulu yay, s. 67-75.
66
Güner, Osman, Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin tahlili, (İslam’ın
Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 627.
17
istifade edemeyen bedevilerle, ona uzun süre arkadaşlık etmiş, onunla hazarda ve
seferde, evde ve mescitte, çarşıda ve pazarda, gece ve gündüz her halükarda birlikte
olmuş, onunla güçlü bir iletişim kurmuş insanları bir ve aynı telakki ederek hepsinin
adil olduğunu kabul etmek durumunda kalmışlardır. Usulcüler ise, sahabenin
adaletini tartışırken bu ayırımı gözetmişler ve örfün bu konudaki belirleyiciliğini esas
alarak, ‘sahabe adildir’ derken onu bir gün gören veya nadiren ziyaret eden ya da
onunla bir kez bir araya gelip ayrılan kimlerle, onunla birlikte yaşayan, vahyi bizzat
ondan alan, dinin hükümlerini bizzat ondan öğrenen Ensar ve Muhacirini ayrı telakki
etmişlerdir.67
Sahabe hakkındaki tartışmalarda ele alınması gereken ikinci önemli konu ise,
onların hadis rivayetinde zafiyet ve hataların bulunup bulunamadığı konusudur. Bu
konudaki tartışmaların sahabe dönemine kadar uzandığı, münekkit sahabilerin
diğerlerine yönelttikleri eleştirilerden anlaşılmaktadır.
Sahabenin
‘udul’
olduğunu,
Kur’an,
sünnet
ve
icma’dan
delillere
dayandırarak kabul eden âlimlerin, sahabenin şahsi veya dini-siyasi bir takım
nedenlerle, bile bile Peygamber’e yalan isnatta bulunduğuna ilişkin herhangi bir
eleştirileri
olmamış,
dolayısıyla
sahabeyi
adalet
yönünden
tenkit
dışında
tutmuşlardır. Nitekim el-Hatib el-Bağdadi, bu konudaki delilleri zikrettikten sonra: “
Bütün bunlar, kesin olarak sahabenin saflığını, adil ve nezih olduğunu gösterir.
Onların görünen ve görünmeyen bütün yönlerini bilen yüce Allah’ın bu ta’dilinden
sonra, artık hiç kimsenin tezkiyesine de ihtiyaç duyulmaz” demektedir. İbn Hazm,
sahabe arasında cereyan eden Cemel ve Sıffin savaşlarında geçen olayları dikkate
alınarak onların eleştirilmesinin yanlış olduğunu, zira bunun bir içtihad hatası
olduğunu ve bu tür siyasi olayların sahabenin adaletine halel getirmeyeceğini
belirtmektedir. İbn Teymiyye ise, sahabenin adaletinden şüphe edilmemesi
gerektiğini şöyle dile getirmektedir: “ Sahabenin tümü hakkında adaletle hüküm
etmek gerekir. Zira Allah’ın ayetleri, onlardan hürmetle bahsederek onları en güzel
şekilde ta’dil etmiştir.” “Peygamber’in ashabı, insanların en doğru sözlüleridir.
İçlerinde Peygamber’e kasten yalan isnat etmiş birinin varlığından asla söz
edilmemiştir. Bununla birlikte, onların da ufak tefek bazı kusurları olmuştur. Hiç
şüphesiz (insan olmaları hasebiyle) hataya düşmüşlerdir, zira masum değildirler.
67
Güner, a.g.m., s. 627.
18
Münekkit âlimler, onların hadislerini tetkik etmişler ancak makbul hadislerden
saymışlardır. Sonuçta sahabenin tamamı, hadis ve fıkıh âlimleri tarafından ittifakla
sika kabul edilmiştir. Dolayısıyla Klasik İslam âlimleri, Kur’an ve sünnetteki
delillere ve sahabenin konumuna bakarak, onların adaletinden şüphe edilmemesi
gerektiği üzerinde önemle durmuşlardır.” 68
Bütün bu görüşler göstermektedir ki, başta Ehl-i Hadis âlimleri, daha genel
anlamda Ehl-i Sünnet mensup âlimler, sahabe ile ilgili ayet, hadis ve siyer bilgileri
ele aldıkları zaman, o bilgi ve rivayetlerde, onların iyi yönlerini öne çıkaranlarla
ihticac ettiğidir. Sahabe’nin olumsuz yönlerini konu edinen ayet, hadis ve siyer
bilgilerini ise görmezlikten gelmişlerdir.
Görünen o ki, sahabe kendi dönemlerinde birbirlerini tenkit etmişler, bir
kısmı diğerlerini daha üst konumda kabul etmişlerdir. Fakat durum ne olursa olsun,
pek çok hadis tenkitçisinin ve özellikle de müteahhirun hadisçilerinin tamamı,
sahabenin tümünü adil kabul etmiş, onlardan hiçbirini yalancılıkla ve uyduruculukla
itham etmemişleridir. Tenkid ve cerh ettikleri insanlar bunlardan sonraki
kimselerdir.69
Âlimler, ravilerin hallerinin araştırılmasının elzem olduğunu söylemişlerdir
fakat sahabenin eşiğinde kalakalmışlar oradan öteye geçmemişlerdir. Çünkü onların
tamamını adil kabul etmişler ve ashabı tenkit etmek caiz olmaz demişlerdir. Sahabe
hakkında söyledikleri sözlerden birisi de ‘onların defteri kapandı’ ifadesidir. Esasen
çok ilginçtir; sahabe birbirlerini tenkit edip tekfir ederken, bunlar bu noktada
duraksamaktadırlar.70
Son olarak bu konuda yapılan bir araştırmanın71 sonuçlarıyla bu bölümü
bitirelim:
1- Nasıl Hz. Peygamber bir insan idiyse ve insan olmaktan kaynaklanan bazı
zaafları ve hataları var idiyse ve bu yüzden bazen Kur’an, bazen de sahabesi
68
Güner, a.g.m., s. 627.
69
Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, Beyrut, 1975, s. 216–7.
70
Ebu Rayye, a.g.e., s. 315.
71
Kırbaşoğlu, M. Hayri, a.g.e., s. 68–93.
19
tarafından uyarılıp eleştirilmişse; sahabe de – hem de evleviyetle – birer insan
olmaları itibarıyla aynı şekilde zaaf ve hataları olan faziletli insanlardır.72
2- Sahabenin çeşitli zaaf ve hatalarını ortaya koyan bilgiler bizatihi Kur’an-ı
Kerim, siyer, İslam tarihi, hadis ve hadis ilimlerine dair kaynaklarda yer almaktadır.
Bütün bu gerçeklere rağmen Ehl-i sünnet’in “sahabenim hepsi adildir” genellemesini
yapmış olması, temelinde ideolojik saiklerden kaynaklanmıştır.73
4- Diğer taraftan sahabenin cerh ve ta’dil kapsamına alınmasını gerekli
görüşümüz, sadece adalet sıfatı yönünden değil, bilhassa “zapt sıfatı” yönünden de
gereklidir. Zira onların da sünnet ve hadisleri naklederken bir takım hata ve
kusurları, yanlış anlamaları, telkin, irsal, israiliyat, mesihiyyat v.b. rivayetlerin
hadislere karıştırılması gibi açılardan bir takım hatalara maruz kalmaları sebebiyle,
cerh ve ta’dilden geçirilmesi gerektiği söylenebilir.74
Sonuç olarak, sahabenin tanım ve kapsamı hususunda Usulcülerin tanımı
daha isabetlidir. Sahabenin adaleti hususunda ise onların hem adalet sıfatı hem de
zapt sıfatı yönüyle cerh ve ta’dil kapsamına alınmasını uygun olacağını
düşünmekteyiz.
5- Sahabe Sözünün Değeri
Suyutî kitabında oldukça fazla sahabe sözüne yer vermiştir. Bundan dolayı bu
konuyu incelemeyi uygun bulduk.
Sahâbîler, Hz. Peygamber’e diğer insanlardan daha yakındırlar. Onlar,
hakkında vahiy nazil olan konulara şahid olmuşlardır. Hz. Peygamber’in hidayetine
uymak hususunda ihlâs dereceleri ve idrak seviyeleri üstün idi. Bundan dolayı
şeriatın maksatlarını iyi kavrıyorlardı; çünkü nassların inmiş olduğu şart ve
durumları bizzat görmüşlerdir. Bunun için onların sözleri bizin için önemlidir. Onlar,
hadis ve sünneti sonraki nesillere aktarma görevini üstlenmişlerdir.75
Sahabe sözüne, Ebu Hanife (ö.150) re’y’den öncelikli bir otorite atfetmiştir.
Sahabenin tümü bir söz üzerinde ittifak etmişse bu onların İcma’ı olarak anlaşılacak
72
Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 92.
73
Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 92.
74
Kırbaşoğlu, a.g.e., s. 93.
75
Ebu Zehra, Muhammed, İslam Hukuku Metodolojisi, (ter: Abdulkadir Şener) s. 186, Ankara- 1990.
20
ve dolayısıyla bunun bağlayıcı bir otoritesi olacaktı. Eğer sahabe ihtilaf halinde ise,
Ebu Hanife onların farklı görüşlerinden istediğini seçebilecekti.76
Malik (ö.179/791) için fıkhın aslı Medine geleneğiydi. Buna binaen,
Sahabilerin bireysel olarak sahip oldukları görüşler Medine’deki Müslüman
toplumun pratik ve geleneğine tabi olarak değerlendirmek durumundaydı. Eğer
Medine geleneğine mutabık alır, değilse sahabe sözüne değer vermezdi. Çünkü
Medine’de İslami geleneği üreten ve nakleden bir sahabe topluluğuna aitti ve
sahabenin bireysel bir görüşü topluluğun görüşünü aşabilecek kadar bir otoriteye
sahip değildi.77
Şafiî (ö.204/819) ise, Kitap ve Sünnet ile amel ediyor, sonra sahâbîlerin icmâ
ettikleri görüşleri alıyor, eğer sahabiler ihtilafa düşmüşlerse bunların görüşlerinden
Kitap ve Sünnet’e yakınlık bakımından en kuvvetli olanıyla amel etmeyi tercih
etmektedir.78
Bu âlimlerimiz şöyle ya da böyle sahabe sözünü fıkıhta bir delil olarak kabul
etmektedir. Fakat aşağıda değineceğimiz âlimlerimiz ise sahabe sözünün fıkıhta bir
delil olamayacağını söylemektedirler.
Gazali (ö.505/1111) kesin bir tavırla sahabe sözlerinin hukuki otorite taşıdığı
anlayışı reddeder. Ona göre, eğer sahabinin söylediği bir şey onun Peygamber’den
duyduğu bir şey olsaydı bunu mutlaka bildirirdi. Sahabi sözünün onun kendi şahsi
görüşü olmasının veya bireysel bir temayül ürünü olmasının daha büyük bir ihtimal
olduğunu söyleyen Gazali, hukuki otoritesi olan yegâne insan sözünün
Peygamberden rivayet edilen haberler olduğunun altını çizer.79
Sahabe sözünün hukuki otorite taşımasına karşı en keskin muhalefet Zahiri
hukuk ekolünün ünlü teorisyeni İbn Hazm’ın (ö456/1063) şu ifadelerinde yer alır: “
Sahabe ve onlarla çağdaş olan tabiîn’in hepsi, bir sorun olduğunda bunun sahabiye
sorulduğu ve sahabinin görüşü alındığı hususunda müttefiktirler. Ancak sahabeye
sorulan şeylerden maksat, Peygamber’in o hususta Allah’tan aldığı emrin ne
76
Taştan, İslam Hukukunda Sahabi Otoritesinin Kaynağı ve Niteliği, İslami Araştırmalar Derg, C:
VIII, S: II, s. 116; Ebu Zehra, a.g.e., s. 188.
77
Taştan, a.g.m., s. 117.
78
Ebu Zehra, a.g.e., s. 188.
79
Taştan, a.g.m., s. 117.
21
olduğunu öğrenmekti. Yoksa onlardan (sahabilerden) hiçbiri hiçbir zaman dinde
Allah’ın cevaz vermediği bir Şer’i ihdas etmek istememiştir.”80
Ayrıca burada şunu da vurgulamak gerekir. Peygamber’den rivayet edilen
hadislerin hiçbir zaman onun söylediği sözlerin tamamını kapsamayacaktı ve
Peygamber adına her şeyi rivayet etme imkânına ve meşruluğuna sahip olmayan
sahabiler kendi sözlerinin muhtevasına Peygamber’in sözlerini kısmen atıfta
bulunmayarak karıştırmış veya kendi sözlerinin muhtevasında Peygamber’in
sözlerinden bir kısmını eritmiş olabilecekti. İşte sahabenin sonraki nesiller tarafından
kutsandığı nokta tam da burasıdır. Çünkü sahabe sözleri ile hukuki otoritesi şüphe
konusu yapılmayan Peygamber’in söz ve fiilleri arasında bir ayırım yapılmıyordu.81
6- Rafizîler ve Hadis İnkârcılığı
Suyuti, rafizilerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Zındık bir Rafizî, sık
sık, sünnetin dinde delil olamayacağından, yegâne delil kaynağının Kur’an
olduğundan bahsetmeye başladı.”82
Başka bir yerde ise şunları söylemektedir: “Zındıklar ve bazı aşırı Rafizîler
tarafından öne sürülen bu tutarsız iddia kısaca şudur: ‘Dinde sünnetin hiçbir delil
değeri yoktur. Yegâne delil Kur’an’dır.’ Bu görüşü savunanların bir kısmı, aslında
Hz. Ali’nin hakkı olan peygamberliğin, vahiy meleği Cebrail tarafından yanlışlıkla
Hz. Peygamber’e verildiğini –ki, Allah, Cebrail’i böyle hatalara düşürmekten
münezzehtir- söylerken, bir kısmı da peygamberliğin Hz. Peygamber’e ait olduğunu
kabul etmekle birlikte, fakat sahabeyi, Hz. Ali yerine Hz. Ebu Bekir’i halife
seçmekle hakkı hak sahibine vermeyip haksızlığa ve zulme sebebiyet verdikleri
gerekçesiyle kâfir olmakla itham ederler. Hatta bu mel’un nasipsizler daha da ileri
giderek, hakkını arayıp ona sahip çıkmadığı için Hz. Ali’yi bile kâfir ilan ederler. İşte
bu sebeple, kâfir dedikleri bir topluluğun rivayetlerinden ibaret olan hadisleri de
reddederler.”83
80
Taştan, a.g.m., s. 117.
81
Taştan, a.g.m., s. 119.
82
Suyutî, Miftah, s. 16.
83
Suyutî, Miftah, s. 16; Suyutî, Sünnetin Dindeki Yeri ( trc: M. Emin Aşıkkutlu) s. 12-13.
22
Rafizî kavramı, Şiiler için kullanılan genel isimlerden biridir. El-Eşarî, “bu
ismi, Ebu Bekir ve Ömer’in imamlığını reddeden ve bunu kabul etmeyen reislerini
terk etmelerinden dolayı, kendilerine verildiği şeklinde izah etmekte ve onları, gulat
ve Zeydiler ile birlikte, şianın üç fırkasından biri olarak göstermekte ve el-Rafizî
ismi, İmamiyye’nin bir başka adıdır.” demektedir. El-Bağdadî, “Zeydiyye,
İmamiyye, Keysaniyye ve gulat vb. şii mezhepleri Rafizîler’den saymaktadır. Ona
nazaran, Abdullah b. Sebe’nin taraftarı olan Sebeiyye ilk Rafizîleri teşkil
etmektedir.84 Bütün bunlardan şu netice çıkmaktadır ki, bu şiî telaki edilen kimseler
için yanlış olarak kullanılmış bir tabirdir ve şiî fırkalarının hiç biri için münhasıran
kullanılmış değildir.85
Sünneti İnkâr edenin durumu, Suyutî, Sünneti inkâr edenlerle ilgili olarak
şunları yazmaktadır: “Biliniz ki, ister sözlü ister fiili olsun, usul kitaplarında
belirtilen hadis kabul şartlarını taşıyan hadisleri inkâr edenin kâfir olup İslam
dairesinin dışına çıkacağı ve Yahudiler, Hıristiyanlarla ya da Allah’ın dilediği diğer
kâfir mezheplerle birlikte haşrolunacaktır”.86
İbn Hazm Ehl-i Sünnet, Mutezile, Hariciler, Mürcie ve Zeydiyye dâhil
olmak üzere Müslümanlar arasında Kur’an’a uymak gerektiği hususunda bir ihtilaf
olmadığını söyler.87 Esasında, genel tablo içinde kıymete haiz bir yer tutmayacak
olan bazı aşırı uçlar hariç tutulacak olursa, Hadise/sünnete uymak hususunda bir
problem olduğu söylenemez. Problem sünnet malzemesinin bütünüyle sağlıklı
aktarılıp aktarılmadığında, her bir hadisin ne derece güven telkin ettiğindedir.
Aslında, hadisler hususunda tereddüdü olanlar, rivayetlerin Resulullah’a nispetinde
tereddüt etmektedirler.88
Sünnet inkârcısı veya hadis münkiri gibi suçlamalar ancak, müsellem olan
hadislerin reddinde kullanılabilecek bir ifadedir. Kaldı ki, bir hadisin böyle bir
özellik taşıyıp taşımadığı şahıslara göre değişen bir durum olduğundan, herhangi bir
84
Bağdadî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed, el-Farku Beyne’l-Firak, Beyrut, 1990, trc: Mezhepler
Arasındaki Farklar, (trc. E. Ruhi Fığlalı), s. 26–54.
85
Kramers, J. H, İslam Ansiklopedisi, M.E. B. Yay, IX. 593.
86
Suyutî, Miftah, 15–16.
87
İbn Hazm, a.g.e., I. 94.
88
Yıldırım, Enbiya, Sünnet veya Rivayet Karşıtı Söylemlerin Tarihi, (İslam’ın Anlaşılması Sünnetin
Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 184.
23
rivayet için “sıhhati kesinlikle sabit” deyip aynı şeyi söylemeyenleri suçlamak doğru
bir hareket değildir.89
Hadislerin birbirinden bağımsız olarak reddedilmesinin de bu hadislerin Hz.
Peygamber’e aidiyeti kesinleşmesi pahasına bir reddediliş değil, delilden hareketle, o
ifadenin Hz. Peygamber’e ait olmadığı fikrinden kaynaklanabileceği de dikkate
alınmalıdır. Pek tabii ki, sözün ona aidiyetinin kesinleştiği durumlarda reddediş
bilinçli inkâr olarak nitelendirilir. Mütevatir haberler dışındaki rivayetlerde ise bu
şartın gerçekleştirilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla bir yaklaşımı inkârcı olarak tavsif
etmek için, ya kesinliği tartışılmaz bir haberin inkârı söz konusu olmalı ya da inkâr
dil ile ikrar edilmelidir. Bu açıdan bakılırsa, İslam tarihinde, bu anlamda sünnet
inkârcısı ekolden bahsetmek nerede ise imkânsızdır.90
Geçmişte ve günümüzde hadis inkârcıları olarak bilinen pek çok grup veya
şahıs bulunmaktadır. Fakat bu grup veya şahısları kendi fikir ve kaynaklarına
başvurduğumuzda işin hiçte söylendiği gibi olmadığını görüyoruz ve bu grup veya
şahısların haksız ithamlara maruz kaldıklarını görmekteyiz.
Kur’an’dan başka delil kabul etmedikleri söylenen Haricilerin durumuna
baktığımızda, onların sünneti reddetmek şöyle dursun, daha H.II. yüzyılda kendi
hadis mecmualarını bile oluşturduklarını görürüz. Nitekim haricilerin önemli kolu
olan İbadi mezhebine mensup ve İmam Malik’in çağdaşı olan Basralı Rabi b. Habib
b. Umar el-Ezdi’nin (170/786) el-Camiu’s-Sahih adlı eseri bunun açık delilidir.91
Mutezile’nin kurduğu ve geliştirdiği kelam ilminde ve yine kendileri
hasımlarına karşı fikirlerini savunma da, rasyonel düşünme metodunu son haddına
kadar kullanmışlardır. Ayrıca daha sonra da bu metodu, diğer bütün İslamî ilimlere
de uygulamışlar ve bunun önemini ısrarla vurgulamışlardır. Bunun sonucu olarak
rivayetler karşısında tenkitçi bir yaklaşım benimsemeleri, onların sünnet ve hadisleri
kabul etmediği varsayımına yol açmıştır. Mutezile’ye muhalif kaynaklarda yer alan
olumsuz bilgilerin de etkisiyle bu varsayım giderek bir inkârcılık suçlamasına
dönüşmüştür. Şüphesiz bu iddia ve suçlamaların kaynağı için başka nedenler de
89
90
Yıldırım, a.g.m., s. 185; Çakın Kamil, Hadis İnkârcıları, Ankara, 1998, Seba Yay, s. 25.
Hatiboğlu, İbrahim, Çağdaşlaşma Dönemi Metodolojik Hadis Tenkidi Yöntemlerinin Mahiyeti,
(İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 190.
91
Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 120–121.
24
sayılabilir. Ancak, bunların en önemlisinin hasımlarının verdiği bilgilerle yetinip,
hadis ile ilgili görüşlerini, mezhebin kendi kaynaklarına dayanarak ortaya koymamak
olduğu söylenebilir.92
Sonuç olarak bizce bu konuda izlenmesi gereken yol, zannı ve dedikoduları
bir tarafa bırakıp araştırmalar yapmaktır. Ayrıca birtakım hadislerin reddi ile
hadislerin tamamını veya sünneti reddetmeyi birbirinden ayırt etmek gerekir. Zira
sayısı ne olursa olsun birtakım hadisleri, uydurma görerek reddetmek bir şey,
hadisleri toptan reddetmek ise başka bir şeydir. Bir takım hadislerin reddi meselesine
gelince, on dört asırlık geçmişimizde bütün İslam âlimleri, makbul olabilecek bir
hadiste aradıkları şartların farklı olması sebebiyle, birinin kabul ettiği hadisi diğeri
reddetmiş, diğerinin reddettiğini de öbürü kabul etmiştir. Bugün de bir İslam âlimi,
yaptığı araştırma sonucunda samimi olarak bir rivayetin hadis olamayacağı kanaatine
varmışsa, ona ancak saygı duymak gerekir. Kaldı ki, birtakım hadisleri reddettiği için
hadis inkârcısı gibi haksız bir ithama maruz kalanların reddettiği hadislerin sayısına
bakılınca, bunların bir elin beş parmağını aşmadığını görmekteyiz.93
92
Hansu, Hüseyin, Mutezile’nin Sünneti İnkâr Ettiğine Dair İddialar Üzerine, (İslam’ın Anlaşılması
Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri), s. 239.
93
Kırbaşoğlu, a.g.e., 121.
25
İKİNCİ BÖLÜM
MİFTAH’TAKİ RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Herhangi bir hadis usulü kitabına baktığımızda, sünnet temellendirilirken
başta Kur’an’dan ayetler zikredilir. Sonra da sünnet/hadisler delil gösterilir.
İncelediğimiz kitap ise, Sünneti, sünnetle temellendirmeyi kendine amaç edinmiştir
ve bu amacı gerçekleştirmek için de sahih, zayıf ve mevzu ayırt etmeksizin
bulabildiği ilgili gördüğü tüm rivayetleri kullanmıştır. Burada şunu sormak
yerindedir: Sünneti temellendirmek için zayıf ve mevzu rivayetleri delil olarak
göstermek ne kadar tutarlıdır? Kanaatimizce sahih rivayetler varken zayıf ve mevzu
rivayetlerin kullanılması tutarlı bir tutum değildir.
Ayrıca şu soruna değinmekte de yarar vardır: Genel de sünnet sünnetle
temellendirilirken, sünnet vahiy gibi algılanmaktadır. Sünnetle vahiy sıkı bir ilişki
içerisindedirler. Fakat bütün sünnet/hadisler vahiy kaynaklı değildir. Sünnetin vahyin
açılımı olduğunu düşünmekteyiz.
Miftah’ın içeriği incelediğimizde, onun içinde merfu, mevkuf ve maktu
rivayetler ile daha sonraki âlimlerin Sünnet/Hadis hakkındaki ifadelerinin bulunduğu
görülecektir. Bu bölümde önce merfu, mevkuf ve maktu rivayetlerden bir kısmı,
daha sonra muhtelif imam ve âlimlerin sözlerinden de bazıları seçilerek
incelenecektir.
A) MERFU RİVAYETLER
1- Hadisleri Kur’an’a Arz Rivayeti
Hadislerin Kur’an’a arz edilmesi konusu, Hz. Peygamber’den başlayarak
günümüze kadar tartışılmaya devam edilmektedir. Bu konuda ilk olumlu örnekleri
Hz. Aişe validemizde görmekteyiz. Daha sonraları bu konuda olumsuz sözler
söylenmeye başlanmıştır. Şafiî’nin sözleri bu çerçevede ele alınabilir. O bu konuda
ilk olumsuz ifadeleri beyan edendir. Onu Beyhakî ve Suyutî takip etmişlerdir.
Günümüzde ise, bu konudaki rivayetlerin senedleri sağlam olmasa da, metin tenkidi
yöntemi ilkelerinden biri haline gelmiştir. Suyutî, eserinde bu tür rivayetlere genişçe
yer vermesi dolayısıyla bizler de bu rivayeti incelemeyi uygun gördük.
26
Suyutî, bu konuda şunları söylemektedir: “Sünnetin koyduğu hükümlerin
Kur’an’a arzedilerek ona uygunluğunun araştırılması konusunda bazı zayıf
ravilerden nakledilen ve hadisleri inkâr amacına yönelik sözlerin hiçbir delil değeri
yoktur. Şafiî, hadisleri reddedenlerin şu rivayeti ileri sürdüklerini söyler:
“Benden size bir şey ulaşırsa, onu Allah’ın Kitab’ıyla karşılaştırın. Ona
uyuyorsa ben onu söylemişimdir. Ona ters düşüyorsa ben onu söylememişimdir.”94
Şafiî, bu rivayet hakkında şunları söylemektedir: “Bunu, büyük veya küçük
bir meselede hadisi sabit (sahih) olan hiç kimse rivayet etmemiştir. Ayrıca bu,
meçhul bir kişiden munkati’ olarak rivayet edilmiştir. Biz, böyle bir rivayeti hiçbir
konuda kabul etmeyiz.95
“Benden sonra size çok hadis rivayet edilecektir. Size, benden bir hadis
rivayet edildiğinde, onu Allah’ın Kitab’ına arz edin. Eğer ona uygunsa kabul edin ve
biliniz ki o bendendir. Ona muhalif olursa, onu reddedin ve biliniz ki ben ondan
beriyim.”96
Kasımî, hadis’in Kur’an’a arzını amil olan hadis hakkında söylenenleri
naklettikten sonra şu mütalaada bulunmaktadır. “Delil olarak ileri sürülen arz hadisi
sahih değilse her iki görüşte olanlar için de bunda bir fayda yoktur. Eğer sahih ise
veya benzerinin kabul edildiği bir yoldan gelmiş ise, elbette dikkate almak gerekir.
Çünkü hadis ya vahiydir ya da Peygamber’in Kitap’tan sahih bir vahiyle yaptığı
muteber bir içtihadıdır. Her iki takdirde de onda, Allah’ın Kitabı ile tenakuz mümkün
değildir. O halde hadiste, arz hadisinde zikredildiği gibi, Kitabullah’a uygunluk
şarttır. Senedi sahih olsun olmasın bu hadisin manası sahihtir.”97
Dümeynî ise “Sahabe ile başlayan hadisi Kur’an’a arzetme kaidesi, Kur’an’ın
Allah tarafından korunmuş, bir tek mushafta toplanmış ve tevatür yoluyla
nakledilmiş olmasından kaynaklanıyordu. Kur’an’ın bu özelliği sebebiyledir ki, ona
94
Suyutî, Miftah, s. 49–54; Şafiî, Muhammed b. İdris, er-Risale, (trc: Abdulkadir Şener,
İbrahim Çalışkan), Ankara, 1997, T.D.V.Yay, s. 133; Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b.
Ahmed b. Ebi Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut, 1973/1393, I. 365, II. 68, 76; Şatıbî, a.g.e,
III. 19.
95
Şafiî, a.g.e., s. 133.
96
Serahsi, a.g.e., s. 364, 365.
97
Keleş, Ahmet, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İstanbul, 1998, İnsan Yay, s. 79.
27
muhalif
olan
hadisleri
reddedebiliyor
veya
Kur’an’la
uyuşacak
şekilde
98
yorumlayabiliyorlardı.” der.
Başka bir yerde Dümeynî, Arz hadisini verip, hadis hakkındaki Hattabî
(388/998) ile Şevkanî’nin görüşlerini sıraladıktan sonra şunu söylemektedir:
“Muhtemelen muhaddisler hadisi Kur’an’a arzetmeyi, hadislerle gelen bilgilerin
Kur’an’da bulunmaması halinde reddedileceği şeklinde anlamışlardır. Hâlbuki söz
konusu hadisten bu anlaşılmamakta, hadis Kur’an’a uygun olan rivayeti kabul
etmeyi, muhalif olanı ise reddetmeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla Kur’an’a muhalif,
onunla tenakuz halinde veya anlamı çelişkili olan bir hadisi kabul etmek ve sahih
olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Bu ölçü, uydurma olduğuna hükmedilen bir
hadisin sahih kabul edilmesi manasına gelmeyip; böyle bir hadisin isnadı ister sahih,
ister zayıf olsun muhtevasının Kur’an’a uygun olduğu anlamına gelmektedir.”
demektedir.99
İbn Abbas “Benim Rasulullah’tan bir hadis rivayet ettiğimi duyar da, onun
Kur’an tarafından tasdik edilmediğini veya insanları ahlak anlayışlarına ters
olduğunu görürseniz, bilin ki, ben Rasulullah’a iftira etmişimdir.” demektedir.100
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette, Hz. Peygamber’e, “Ben sadece,
Rabbim’den bana vahyedilene uyarım” (7/203) veya “Ben sadece, bana vahyedilene
uyarım” (67/50; 10/15; 46/9) demesi emredilmiş; bazı ayetlerde ise Cenab-ı Hakk
kendisine, “Rabbinden sana indirilene uy” (6/106; 10/109; 33/2) diye emretmiştir.
Aslında bu ayetler olmasa dahi, mantıken ve bizatihi dinin mahiyeti gereği, onun
(s.a.s) tek ve nihai amacının vahye uymak ve inananların ona uymasını sağlamak
olduğu ortadadır. Kendisine gönderilen Kur’an’a ilk inanan ve onu ilk olarak
uygulayan yine Hz. Peygamber’in kendisidir. Bir peygamberin, ilk olarak kendisinin
uymakla yükümlü olduğu bir kitaba aykırı inanç, düşünce ve eylem içinde olması
hiçbir surette söz konusu olamayacaktır. Biz bugün herhangi bir kaynakta
98
Dümeynî, Misfer Azmullah, Mekâyîsu Nakdi Mutûni’s-Sünnet, Riyad, 1984, trc: Hadiste
Metin Tenkidi Metodları, (trc: İlyas Çelebi, Adil Bebek, Ahmet Yücel), İstanbul, 1997,
Kitabevi, s. 67.
99
Dümeynî, a.g.e., s. 103.
100
Darimî, Ebu Muhammed Abdillah Abdirrahman, Sünen, 2.baskı, İstanbul, 1992, Çağrı
Yay, Mukaddime, 50.
28
rastladığımız makbul (sahih-hasen) bir hadisin, zahiren Kur’an’a ters düştüğünü
görecek olursak, yapacağımız ilk iş, bu hadisin Kur’an’a arz etmek olacaktır.101
Bu rivayeti şu sonuçlarla bitirelim:
1- Arz Hadisleri olarak verdiğimiz rivayetlerin büyük bir çoğunluğu,
muhaddislerin büyük ekseriyeti tarafından “mevzu” kabul edilmiştir. Konuya bu
açından bakılınca, arz hadislerinin kabul edilmesi ve hadislerin Kur’an’a arzında
onlarla delil getirmenin mümkün olmadığını görmekteyiz. 102
2- Arz hadislerinden bazıları muteber hadis kaynaklarında da zikredilmiş ve
tahriç edilmiştir. Ahmet b. Hanbel, Darekutni, İbn Hibban, Buhari gibi muhaddisler
ile Ebu Yusuf, Serahsi, Cessas, Pezdevi ve Abdulaziz Buhari gibi Hanefi âlimler de
eserlerinde söz konusu arz hadislerinden bazılarını rivayet etmişlerdir. Arz
hadislerinin bu şekilde sahih kabul edilerek rivayet edilmesi, bu konudaki hadislerin
bütününün birden “mevzu” sayılıp geçilmesinin isabetli olmayacağını bize
göstermektedir.103
3- Arz hadisleri rivayetleri açısından sahih kabul edilmeseler bile, manasının
sahih olduğunu söyleyen âlimlerimiz vardır.104
4- Bu hususta dikkate alınması gereken bir diğer önemli nokta da, tarihi arz
uygulamalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.s) ile başlayan, sahabe ve diğer birçok imam
tarafından tatbik edilen bu uygulamalar da arz hadisleri ile anlatılmak istenilen
mananın, İslami esaslar ile çelişmediğini göstermektedir.105
2- Hz. Peygamber’in Hadis Nakledenlere Duası
Suyutî, hadislerin dinde delil olduğunu belirtmek için, kitabının hemen
başında şu rivayeti nakletmektedir: “Bakın burada bulunanlarınız bulunmayanlara
(anlattıklarımı) aktarsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden daha
iyi kavrayabilirler.” Diğer bir rivayette ise : “Bizden işittiği hadisi işittiği gibi rivayet
101
Kırbaşoğlu, M. Hayri, Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara, 2002, Kitabiyat, s. 185.
102
Keleş, a.g.e., s. 79.
103
Keleş, Ahmet, a.g.e., s. 79.
104
Şatibî, Kasımî vb.
105
Keleş, Ahmet, a.g.e., s. 79.
29
edenin Allah yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler dinleyenden
daha anlayışlı ve kavrayışlı olabilirler.” 106
Senedlerinin tamamı sağlam olan, bu rivayet, iki sahabi tarafından
nakletmektedir. Bunlar İbn Mes’ud ve İbn Abbas’dır. İbn Abbas’ın metni Veda
Hutbelerinden ibarettir. İbn Mes’ud’un metni ise yukarıdaki gibi kısa olup nerede
söylendiği de belli değildir. Büyük bir ihtimaldir ki, bu metin İbn Abbas’ın naklettiği
uzun Veda Hutbesinin sonunda yer alan bir cümlelik tavsiyedir. İbn Mes’ud’un
rivayet ettiği rivayetin metinlerini incelediğimizde, karşımıza şöyle bir manzara
çıkmaktadır. Bu rivayet, ilk olarak, Şafii’nin Müsned’inde geçmektedir. Bu rivayette
geçen ve üzerinde odaklandığımız kelime “‫( ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲ‬sözümü) kelimesidir. Tirmizî’nin
naklettiği bir rivayette bu kelime yerine “‫ ”ﺷﻴﺌﺎ‬kelimesi geçmektedir. Ayrıca aynı
sahabeden naklettiği halde, Tirmizî ve diğer müellifler “‫ ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲ‬kelimesi yerine “‫”ﺣﺪﻳﺜﺎ‬
kelimesini kullanmışlardır. Bizce bu rivayette geçen kelimenin aslı “‫( ”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲ‬sözümü)
şeklindedir.
Bütün bunlardan sonra şöyle bir sonuca varabiliriz: Malum olduğu üzere,
hadisler manen rivayet edildiğinden, bazı kelimeler bu nakil esnasında değişikliğe
uğramıştır. Ayrıca toplumsal yapıyı ve o dönemdeki tartışmaları da hesaba katarsak,
bu değişikliğin sebebini kolayca anlayabiliriz. Bu rivayet büyük bir ihtimal ile Veda
Hutbesi esnasında söylenmiştir. Hz. Peygamber bu hutbede önemli mesajlar
vermiştir ve bu masajların orada bulunmayan kişilere de ulaştırmasını istemiştir.
Yine kaynaklarımızın da nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’in son haccı
olan Veda haccına oldukça fazla Müslüman katılmıştır. Durum bu olunca, Hz.
Peygamber’in sesi tüm bu insanlara ulaşılması problem olmuştur. Hâlbuki asıl olan
Kur’an’ın bir manada özeti niteliğinde olan bu önemli hutbenin tüm insanlar
tarafından duyulmasıydı. Bunun için bizzat Peygamberimiz tarafından gür sesli
münadiler görevlendirildi. Bu münadilerden biri Hz. Ali (r.a.), diğeri ise, Rabia b.
106
Suyuti, Miftah, 20; Şafii, Müsned, s. 240; Tirmizi, Sünen, V. 33; İbn Hibban, Ebu Hatim
Muhammed b. Hibban el-Bustî, es-Sahih, Beyrut, 1407/ 1987, I. 268; Ebu Davud, Sünen, III. 322;
İbn Mace, Sünen, I. 84; Buharî, el-Hudûd, 9, el-Megâzî, 77, İlim, 9; Muslim, el-Hacc, 19;
Ahmed b. Hanbel, Musned, I. 436, V. 39, 45, 49,72; Darimî, Mukaddime, I. 87; Beyhakî, Ebu Bekr
Ahmed b. Hüseyin b. Ali, Kitabu’s-Süneni’l-Kebir, Haydarabad, 1344, V. 140.
30
Umeyye idi. Hz. Ali ve Rabia, Hz. Peygamber’in talimatı üzerine “ Ey insanlar!
Resulullah derki…” diye halka hutbeyi anında tebliğ ediyorlardı. 107
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber orada mevcut bulunan
kişilerden orada mevcut olmayan kişilere bu sözlerini nakletmesini istediğinden
dolayı bu rivayette geçen kelime “‫”ﻣﻘﺎﻟﺘﻲ‬
şeklinde olması daha uygundur. Bazı
versiyonlarda geçen ‘hadisen’ kelimesi ise daha sonraki dönemlere ait olma ihtimali
yüksektir.
3- Erike Hadisi
Suyutî, sünnetin dinde önemli bir kaynak olduğu, sünnetle ihticacın gerekli
olduğunu ve bundan asla vazgeçilmeyeceğini savunarak, sünnetin Kur’an’dan sonra
ikinci kaynak olduğunu ve sünnetin delilliğini yine sünnetten delil getirerek
savunuyor ve sünnetten getirdiği en önemli delil ise, âlimlerimiz arasında ‘Erike
Hadisi’ diye meşhur olmuş rivayettir. Bu rivayeti her iki versiyonuyla birlikte
Beyhakî’den nakletmekte olup rivayetler eserde şöyle geçmektedir: ‘Beyhakî daha
sonra Ebu Rafi’nin rivayet ettiği hadisi zikreder: “Resulullah şöyle buyurdular:
“Sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, kendisine emrettiğim veya nehyettiğim
bir haber geldiğinde ‘bunu bilmiyorum. Biz Kur’an’da bulduğumuza tabi oluruz’
derken bulmayayım.” Diğer versiyonu ise, ‘Beyhakî daha sonra da el-Mikdam b.
Madikerib hadisini zikreder: “Nebi Hayber günü bazı şeyleri haram kıldı. Ehli eşek
eti vb. bunlardandır. Allah Resulü daha sonra şöyle buyurdu: “Kişinin koltuğuna
kurulup, bir hadisim nakledildiğinde şöyle demesi yakındır: ‘Bizimle sizin aranızda
Allah’ın Kitab’ı var. Onda helal olarak bulduğumuzu helal sayar, haram olarak
bulduğumuzu da haram sayarız.’ Dikkat edin! Resulullah’ın haram kıldığı da
Allah’ın haram kıldığı gibidir.”108
107
Ebu Davud, el-Menasik, 72.
108
Suyutî, Miftah s. 27–28; Şafii, er-Risale, 89–90; Ahmed b. Hanbel, Musned, VI. 8; Ebu Davud,
Sünnet, 6; Darimi, Mukaddime, I. 144; Tirmizi, İlm, 10; İbn Mace, Mukaddime, I. 12; Hâkim, Ebu
Abdillah Hakim en-Neysaburî, el-Mustedrek Ala Sahiheyn, Beyrut, ty, I. 108; Taberânî, Süleyman
b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemu’l-Kebir, Musul, 1984, XX. 669; Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b.
Hüseyn b. Ali, Delailu’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvali Sahibi’ş-Şerîa, Beyrut, 1405/1985, VI. 549.
31
Araştırmamızın önemli bir rivayeti olan, bu “Erike Hadisi”ni bizden önce
detaylı bir şekilde araştırıldığından109, burada sadece o araştırmanın özetini ve
vardığı sonuçları zikretmekle yetinilecektir.
Haberin rivayet kanalları incelendiğinde, hepsinin iki raviye dayandığı
gözlenir; bunlardan birisi Ebu Rafi’, diğeri ise, Mikdam b. Ma’dikerib el-Kindi’dir.
Hadis, bazı versiyonlarda ravi Muhammed b. Munkedir tarafından, doğrudan Hz.
Peygamber’e nisbet edilerek nakledilir. Bazılarında ise, Ubeydullah b. Ebi Rafi’
tarafından, babası Ebu Rafi’ isnaddan düşürülerek rivayet edilir. Bu kanallarda
mürsel olarak gelen haber, diğerlerinde müsned-merfu’dur.110
Rivayetin esas kaynağı olan iki raviden birisi Ebu Rafi’dir. Ebu Rafi’, İbn
Sad’ın verdiği bilgiye göre, Abbas’ın kölesi imiş. Onu Hz. Peygamber’e hediye
etmiş, Abbas’ın Müslümanlığı kabul ettiğini kendisine müjdelediği için de,
Peygamber onu azad etmiştir. Zehebî’nin kaydettiğine göre, Peygamber’in
harplerinden sadece Uhud ve Hendek savaşlarına katılmıştır. Bu nokta tetkik
ettiğimiz rivayet açısından önemlidir. Zira bu hadis eğer Peygamber tarafından
söylenmiş ise, bu, ancak Hayber gazvesinde olmalıdır. Çünkü haberin bazı
versiyonlarında yer alan ehli merkep etlerinin yasaklanması, Hayber savaşı esnasında
vuku bulmuştur. Ebu Rafi’nin biyografisini ele alan hiçbir kaynak, onun bu harbe
iştirak ettiğini açıkça zikretmediği gibi, Zehebî vb. âlimler onun sadece Uhud ve
Hendek savaşlarına katıldığını özenle vurgulamıştır.111
Diğer ravi, Mikdam b. Ma’dikerib’in ise, künyesinin Ebu Yahya olduğu ve
91 yaşında iken, Şam’da vefat ettiği söylenmiştir. Hatta bazı rivayetlere göre, onun
Hz. Peygamber’i görüp görmediği dahi şüphelidir. İbn Hacer, onun bizzat kendisine
Hz. Peygamber’i görüp görmediği yolunda sorular sorulduğunu nakletmiştir. Hayber
gazvesinin, tarihçilerin ittifakıyla hicretin 7. yılında gerçekleştiği dikkate alınırsa,
Mikdam’ın Hayber’e katılması zor görünüyor.112
109
Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, s. 20–33, (İslamiyat Derg. C: I, S:
III, 1998).
110
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 23.
111
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 24.
112
İbn Hacer, İsabe, III. 455, (Özafşar, M. Emin, a.g.m. s. 25’den naklen).
32
Şimdi bu rivayetin niçin Hayber’de söylenmiş olması gerektiğine gelelim. Şu
gelen rivayete baktığımızda bu gerçek biraz daha açığa çıkmaktadır: “Haberiniz
olsun ki, bana Kitap ve bir de onun misli verilmiştir. Biliniz ki, karnı tok bir adamın
koltuğuna yaslanıp oturarak şöyle diyeceği zaman yakındır. ‘Bu Kur’an’a uyun.
Onda helal bulduklarınızı helal, haram bulduklarınızı da haram addedin.’ Haberiniz
olsun ki, ehli merkep eti, yırtıcı kuşların eti vb… size helal değildir.”
Burada Hz. Peygamber’in bu sözleri, ehli merkep eti ve yırtıcı kuşlar etini
haram etmesi üzerine söylediği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu noktada, ehli
merkep etinin ne zaman ve nerede haram kıldığına bakmak gerekir. Siyer ve mağazi
kaynaklarına, hata bazı Hadis kaynaklarına müracaat ettiğimiz zaman, bunun Hayber
gazvesinde vuku bulduğuna ilişkin nakillerle karşılarız. İbn İshak yasağa mahal teşkil
eden hadiseyi nakleder. İbn Hişam ise haberi: “Resulullah, Hayber günü bazı
şeylerden nehyetmiştir.” Şeklinde bir başlıkla aktarır. Hadise, Cabir b. Abdullah, Ebu
Selit ve Mekhul kanalıyla nakledilir. Ancak tarihçimiz Cabir’in Hayber’e
katılmadığını da not etmeden geçmez. 113
Sonuç olarak, Erike hadisini, bu hadisin iradına sebep teşkil eden ehli merkep
ve yırtıcı kuş etlerinin yasaklanmasını ve bunların meydana geldiği Hayber savaşını
nakleden ravilerin hiçbiri bu harbe iştirak etmemiştir.114
Rivayet tekniği ve tarihi bakımından ‘Erike rivayeti’ ile ilgili olarak
kaydettiğimiz hususları bir an göz ardı ettiğimizde, Hz. Peygamber’in bu sözleri
Hayber’de söylediğini varsayarsak; bu takdirde iki ihtimal söz konusudur.115
Birincisi; Hz. Peygamber’in bu sözleriyle, gelecekte bir gün çıkması
muhtemel bir anlayışın, ta o zamandan haber vermekte olup o anlayışın
kötülenmesidir ki, Hayber savaşı gibi çok önemli bir vakıanın yaşandığı,
Müslümanların şiddetli açlık ve sıkıntı içerisinde bunaldığı bir sırada Hz.
Peygamber’in
bu
konuları
gündeme
gözükmektedir.116
113
Özafşar, a.g.m., s. 28.
114
Özafşar, a.g.m., s. 28.
115
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30.
116
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30.
33
getirmesi
muktazayı
hale
aykırı
İkincisi; o vakit, Hz. Peygamber bir münadi kanalıyla yasağı duyurunca,
hemen orada itirazların vuku bulduğu, Hz. Peygamber’in de onlara cevap verdiği
düşünülebilir. Ne var ki bu da makul değildir. Hele hele Kur’an’ı delil getiren bir
itirazın esamesi bile yoktur. Hâlbuki başka zamanlarda değişik vesilelerle Hz.
Peygamber’in bazı tasarruflarına itirazların yaşandığı klasik kaynaklarımıza
aksetmiştir. Şu halde, Hz. Peygamber savaş meydanında, cephede, koltuğuna
oturmuş, Kur’an’ı öne süren bir tasvir ile kendi buyruklarına yönetilecek bir itirazdan
ne diye söz etsin?117
Dikkat edilirse burada, ehli merkep etlerinin Hz. Peygamber tarafından
yasaklandığı yolunda birtakım iddiaların varlığından söz ediliyor. Cabir, Basra’da bu
kanaati bir zaman açıkça dile getirenin Hakem b. Amr el-Ğifarî olduğunu, ancak İbn
Abbas’ın buna karşı çıktığını ve itirazına dayanak olarak da Enam 145. ayetini delil
getirdiğini söylüyor. Bunun anlamı, ortada Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir rivayet,
ona dayanılarak verilen bir hüküm, bu hükme karşı yapılan bir itiraz ve bu itiraza
mesned olarak zikredilen bir Kur’an ayeti var, demektir.118
4- Bırakılan İki Rehber: Kur’an ve Sünnetim veya Ehl-i Beytim
Suyutî, eserinde sünnetin dindeki yerini rivayetlerle temellendirmeye
çalışmakta ve sahih olarak kabul ettiği bir rivayet de şudur: ‘Ebu Hureyre,
Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “ Ben size iki şey bıraktım. Bu iki
şeye sımsıkı sarıldıkça asla doğru yoldan çıkmazsınız: Allah’ın kitabı ve sünnetim.
Bunlar cennetteki havza gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaktır.”119 Diğer bir
versiyonu ise şudur: ‘İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Resulullah Veda
haccında okuduğu hutbede şöyle buyurmuştur: “Size öyle bir şey bıraktım ki, ona
tutunduğunuz sürece asla sapıtmazsınız. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.”120
Kaynaklarımızı incelediğimizde bu rivayetlerin metinlerinin farklı farklı
olduğunu görmekteyiz. Bu rivayetlerin metinleri göz önüne aldığımızda bunları şu
şekilde tasnif edebiliriz:
117
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30.
118
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 30.
119
Suyuti, Miftah, s. 28; Beyhaki, Sünen, X. 114; Hâkim, Mustedrek, I. 93; İbn Hazm, el-İhkam, VI.
810.
120
Suyuti, Miftah, s. 28; Beyhaki, Sünen, X. 114.
34
1) Hz. Peygamber Kur’an’a ve kendi sünnete uyulmasını tavsiye etmiştir;121
2) Hz. Peygamber Kur’an’a ve Ehl-i Beytine uyulmasını tavsiye etmiştir;122
3) Hz. Peygamber sadece Kur’an’a uyulmasını tavsiye etmiştir.123
Burada kaydettiğimiz rivayetlerin sened ve metinleri itibarıyla bir kritiğini
yapmamız gerekirse, öncelikle belirtmeliyiz ki, kaynaklarımızın çoğuna göre, bu
vasiyet, en az on binlerce kişinin bulunduğu Veda Haccı esnasında yapılmıştır. Ne
var ki, onun Veda Haccında birkaç yerde irad ettiği bu hutbeleri ancak birkaç
sahabiden gelmiştir. Hz. Peygamber’in bu ifadesi, Buhari’nin Veda Haccı babında124
mevcut değildir.125
Yine iki şey bıraktığını söyleyen rivayetler ise birbirleriyle çelişmektedir.
Zira bırakılan ikinci rehber, bazı rivayetlere göre sünnet, bazılarına göre ise Ehl-i
Beyt’tir. Ayrıca iki şey bıraktığını söyleyen rivayetlerin bazısı, sahih bir seneden
yoksundur. Hatta İmam Malik ve İbn Hişam’ın naklettikleri rivayetlerin hiç senedi
yoktur. Taberî rivayeti maktu’dur. Hâkim’in naklettiği İbn Abbas-İkrime tarikinde
Kitab-Sünnet bırakılırken, Vakıdî’nin aynı tarikten gelen rivayetinde yalnızca
Allah’ın Kitabı bırakılmaktadır. Burada Vakıdî’nin (ö. 207), Hâkim’den (ö. 405) iki
asırlık önceliğini göz önünde bulundurulmalıyız. Hâkim’in de itiraf ettiği gibi, o
hutbe sünnete sarılmanın zikredilmesi gariptir. Onun şahid olarak Ebu Hureyre’den
naklettiği, senedinde metruk bir ravi bulunan haber ise, Ehl-i Beyti tavsiye eden Ebu
Said hadisleriyle aynı cümle kurgusuna sahiptir.126
Dolayısıyla bu rivayetleri ihtiyatla ele almamız daha isabetli olacaktır. Zira
söz konusu rivayet, yine de garip ve zayıf olmaktan kurtulabilmiş değildir.
121
Malik, Kader, 3; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, II. 604; Beyhaki, Sünen, X. 114; Hâkim,
Mustedrek, I. 93; İbn Hazm, el-İhkam, VI. 810.
122
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 366–7; Darimi, Sünen, II. 1; Beyhaki, Sünen-ü Kübra, VII. 30, V.
45, 51, 59; X. 113; İbn Huzeyme, Ebu Bekr Muhammed b. İshak, Sahih, b.y, 1395/1975, IV. 62;
Hâkim, Mustedrek, III. 160.
123
Muslim, Sahih, 2. 890; İbn Huzeyme, Sahih, IV. 251; İbn Hıbban, Sahih, IV. 312, IX. 257;
Beyhaki, a.g.e, V. 8, II. 421; Ebu Davud, Sünen, II. 185; İbn Mace, Sünen, II. 1025; İbn Ebi Şeybe,
Abdullah b. Muhammed, el-Musannef fi’l-Ehâdis ve’l-Asar, Beyrut, 1409/1988, III. 336, VI. 133.
124
Buhari, Meğazi, IV. 123–8.
125
Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 29.
126
Erul, a.g.e, 29.
35
İkinci maddeyi biraz açarsak, şunları söyleyebiliriz: Hz. Peygamber’in her
fani gibi bir gün öleceğini bildiğinden, ümmetine bırakacağı iki emaneti hatırlatma
ihtiyacını duymuştur. Bu emanetlerden birincisi, tebliğ ettiği ve hükümleriyle amel
olunan Kur’an idi. Ümmetine bırakacağı ikinci emanet ise ‘ev halkı’ idi. O tarihte
Hz. Peygamber’in dokuz hanımı bulunuyordu. Ev halkı tabirinden özellikle bunlar
kastedilmekteydi. Çünkü Resulullah’ın hanımları, “müminlerin anneleri” idiler127 ve
onun ölümünden sonra, onlar evlenemeyeceklerdi.128 Bu durumda Hz. Peygamber’in
onlar hakkında ümmetini uyarması çok makul ve gerekliydi.129
Ayrıca bu rivayette geçen ‘Ehl-i Beyt’ kavramı farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Bazıları bunun içeriğini genişletmiş, bazıları ise bu kavramın
içeriğini daralmışlardır. Şöyle ki; şia’ya göre, Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber, Hz. Ali,
Fatıma, Hasan, Hüseyin ve imam olarak kabul edilen diğer dokuz kişi girer. Ehl-i
Sünnet âlimleri ise Ehl-i Beyt kavramına dâhil olanları iki noktada toplamışlar: a)
Ehl-i Beyt kapsamına sadece Hz. Peygamber’in eşleri dâhildir. Zira İbn Abbas’tan
nakledildiğine göre Ehl-i Beyt ayeti (11. Hud, 73) onlar hakkında inmiştir. Nitekim
ayetin öncesiyle sonrasında Peygamber hanımlarına hitap edilmekte ve sadece
onlarla ilgili bazı ilahi emirlerden bahsetmektedir. Ayette müzekker çoğul zamirinin
kullanılması Ali, Hasan ve Hüseyin’le ilgili değil, ev reisi olarak Hz. Peygamber’in
Ehl-i Beyt’in başında yer almasından dolayıdır. b) Söz konusu ayet Hz.
Peygamber’in hanımlarına hitap ettiğine, Ehl-i Beyt’ten öncellikle onlar anlaşılmakla
birlikte, müzekker zamir kullanılmak suretiyle Ehl-i Beytin Hz. Peygamberin bütün
çocuklarını, kadın-erkek bütün torunlarını, amcalarını ve çocuklarıyla torunlarını,
hatta bütün akrabalarını yani Beni Haşim’i kapsamına alacak şekilde geniş bir
muhtevaya sahip olduğu ileri sürülmüştür.130
Bütün bu yorumlardan sonra yukarıda da belirttiğimiz gibi Ehl-i Beyt’in
kapsamına Hz. Peygamber’in eşleri girmektedir. Bu rivayetin sakaleyn versiyonuna
bu daha uygundur. Bütün bu yorumlardan sonra, yine de içinde “Ehl-i Beyt” geçen
rivayete de ihtiyatla yaklaşmaktayız.
127
33. Ahzab 6.
128
33. Ahzab 53.
129
Zeyveli, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Ankara, Bilgi Vakfı Yayınları, s. 22.
130
Öz, Mustafa, Ehl-i Beyt, T.D.V. İ. Ans, X. 499.
36
Üçüncü maddedeki hadisi nakleden raviler şunlar: Ebu Bekir b. Ebi Şeybe,
İshak b. İbrahim (238), Hatim b. İsmail el-Medeni (187), Ca’fer b. Muhammed sadık
(148), Muhammed b. Ali b. Hüseyin (114,7), Cabir b. Abdullah (78,9), Muhammed
b. Yahya, Abdullah b. Muhammed en-Nufeyli, Hişam b. Amar (245)’dır. Rical
Kitaplarına baktığımızda bu ravilerin tümü sikadır.131
Yukarıda ravileri zikrettiğimiz üçüncü rivayetin ilk üç ortak ravisinden ikisi
Ehl-i Beyt imamlarından olmasına rağmen, rivayet metninde ne Sünnet, ne de Ehl-i
Beyt kelimeleri geçmektedir. Bu bize bu kavramların daha sonraki dönemlerde idrac
yoluyla
rivayetin
metnine
sokuşturulduğu
ihtimalinin
yüksek
olduğu
düşündürmektedir.
Netice olarak, bu üç rivayet versiyonu içerisinde, gerek sened gerekse metin
itibarıyla, görünür bir problemi olmadığı için, sadece Kur’an’ı tavsiye eden haberler
daha sıhhatlidir ve şüphesiz, diğerlerin üzerinde rüçhaniyetleri vardır. Özellikle
ziyade edilmeye oldukça müsait olan böyle bir haberin Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt
olmak üzere iki itikadî mezhebe mensup bazı mutaassıpların mezhepleri lehine
metne idrac yapmış olmaları hiç de uzak bir ihtimal değildir.132
5- Raşid Halifelerin Sünneti Rivayeti
Müellifimizin sünnete delil olarak gösterdiği önemli rivayetlerden birisi de
İrbad b. Sâriye tarafından nakledilen ve özellikle sahabe sözünün dindeki yerini
belirleyen şu rivayettir. İrbad b. Sariye’nin rivayet ettiğine göre; ‘Resulullah bir gün
bize namaz kıldırdıktan sonra, çok etkili bir va’zetti. Öyle ki, kalplerimiz ürperdi ve
ağladık. Cemaatten biri “Ya Resulullah! Sanki veda eder gibi vaaz ediyorsun. Son
olarak bize ne tavsiye edersin?” diye sorunca Resulullah: “Allah’tan korkmanızı ve
yöneticiniz, kafası simsiyah üzüm tanesi gibi bir Habeşli köle olsa da, sözünü
dinleyip ona itaat etmenizi tavsiye ederim. Çünkü benden sonra yaşayanlarınız,
birçok anlaşmazlıklara şahit olacaklardır. Böyle bir ortamda benim ve Raşid
halifelerimin sünnetine sımsıkı sarılın. Bid’atlerden sakının; sonradan ortaya
131
İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut, ty, I. 190–1, II. 37, 88, 210, IX. 311–2;
132
Erul, a.g.e., s. 31.
37
çıkarılan ve dinin aslındanmış gibi gösterilen her şey bid’attir, her bid’at de
sapıklıktır”133 buyurdu.
Bu rivayet, daha önce detaylı bir araştırmada incelendiğinden,134 biz onun
ulaştığı neticeleri burada zikretmekle yetineceğiz. Araştırmada, rivayetin senediyle
ilgili şu sonuçlara ulaşmıştır: Rical kitapların verdikleri bilgilere göre senedin
ittisalinde ve ravilerin güvenirliklerinde bir problem yoktur. Kütüb-i Site öncesi
hadis mecmualarından olan Muvatta ve Musannaf’larda, ayrıca Buharî ve Muslim’de
yer almamasına rağmen rivayet, klasik hadis değerlendirmesi yönünden sahih bir
hadistir. O yüzden Tirmizî, ‘bu hadis hasen-sahihtir’ derken, Hâkim Neysaburî ‘hadis
sahihtir, illeti yoktur’ demektedir. 135
Böyle bir hadis her ne kadar hadis âlimleri nezdinde sahih sayılsa da
özellikle Hanefi fakihlerin geliştirdikleri bir prensibe göre ‘umumi belvada’ varid
olan haber-i vahid grubuna girer ki bu şekilde gelen haberler reddedilir. Yani
herkesin veya birçok kimsenin bilmesi gereken bir sünnet veya hadisin sadece tek bir
raviden nakli, o rivayetin kabul edilmemesi için yeterli bir sebeptir. Hz. Peygamber
bir namaz sonrasında cemaate veya namaz haricinde bir topluluğa hitaben konuşma
yapacak, dinleyenler ağlayacak kadar etkilenecekler ve o konuşmayı sadece Irbad b.
Sâriye nakledecek”.136
Şimdi de ismi geçen araştırmada metni ile ilgili değerlendirmeleri aktaralım:
“Sünnet terimi daha sonraki ıstılahî anlamını henüz kazanmamış olsa da Hz.
Peygamber’in bazı konularda kendi uygulamasına atıfta bulunmak için “sünnetim”
tabirini kullandığı görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’de örnek olarak gösterilen bir
peygamberin kendi tatbikatını model göstermesi ve muhataplarına bunu tavsiyesi
gayet tabiidir. Ancak raşid ve mehdi halifelerin sünnetinden bahsetmesi o kadar tabii
değildir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber kendisinden sonra devlet yönetimine kimin
geçeceği konusunda ne sarih ne de zımnen hiçbir açıklama ve işarette bulunmuştır.
133
Suyutî, Miftah, s. 29–30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 126–127; Ebu Davud, Sünen, 6; Tirmizi,
İlim, 16; İbn Mace, Mukaddime, 6; Darimi, Mukaddime, 16; İbn Hıbban, Sahih, I. 104, Hâkim,
Müstedrek, I. 95;
134
Ünal, İ. Hakkı, Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber’i Anlamak, s. 47, (İslami
Araştırmalar Derg. Hadis-Sünnet Özel sayısı).
135
Ünal, a.g.m., 48.
136
Ünal, a.g.m., 48.
38
Zımnen işaret ettiğini gösteren rivayetlerin de düzmece olduğu anlaşılmaktadır. Hz.
Peygamber vefat eder etmez, daha defnedilmeden yönetime kimin geçeceği
tartışmalarının başlaması ve bu arada bir hayli farklı görüşün ortaya çıkması Hz.
Peygamber’in konuyla ilgili herhangi bir talimatının olmadığını göstermektedir.137
Bu rivayeti, Hz. Peygamber’in sözü olarak kabul edemeyişimizin esas nedeni
sünnet-bidat tartışmalarının Hz. Peygamber’in hayatında hiç yer almaması tam
tersine yukarıda açıkladığımız üzere rivayetin Hz. Peygamber’in vefatından sonra
ortaya çıkan hızlı gelişmelerin muvacehesinde I. hicri asırda başlayıp daha sonra
devam eden konuyla ilgili tartışmaların bir yansıması niteliğinde bulunmasıdır.
Bid’at kelime olarak arap lugatında, hatta Kur’an–ı Kerimde yer almış olmakla
beraber138 sonraki ıstılahî anlamıyla Hz. Peygamber’e yabancıdır. Çünkü bizzat
kendisi birçok faydalı yeniliği kabul etmiş, başkalarının önerilerine sürekli açık
olmuştur.139
Kanaatimizce “Raşid halifeler” kavramı da ilk dört halife döneminde bilinen
yerleşmiş bir tabir değildir. İslam tarihiyle ilgili ilk kaynaklarda bu tabire fazla
rastlanmadığı gibi meşhur hadis kaynaklarında da belki de sadece bizim
incelediğimiz bu rivayet içinde yer almaktadır. Kullanımın bu rivayet ortaya
çıktıktan çok sonraları yaygınlık kazandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca sünnetlerine
uyulması emredilen bu halifelerin ictihadi tasarruflarıyla ihdas ettikleri pek çok
yenilik ve değişiklikler vardır. Dolayısıyla bir taraftan halifelerin sünneti, öbür
taraftan onların şartları ve maslahat gereği birçok yeniliklerin mevcudiyeti ve her
ihdas edilen yeniliğin bid’at ve dalalet sayılması gibi çelişkili bir durum ortaya
çıkmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, bu rivayete ihtiyatla yaklaşılması daha uygun
olacaktır.140
Bu rivayet, İslam tarihinde vuku bulan bazı olayların seyriyle bağdaşmayan
unsurlar ihtiva etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifenin
belirlenmesi konusunda ashabın ihtilafa düştüğü ve her halife seçiminde nassın
bulunmayışından doğan belirsizliğin devam ettiğini görmekteyiz. Eğer Resulullah
137
Ünal, a.g.m., 49.
138
46. Ahkaf, 9; 57. Hadid, 27.
139
Ünal, a.g.m., 51.
140
Erul, a.g.e., s. 24.
39
raşit halifelerle ilgili bir tavsiyede bulunmuş olsaydı ihtilaf ve belirsizlik ortaya
çıkmazdı. Ayrıca bu rivayetler, Şia’nın öne sürdüğü “sakaleyn” hadisine alternatif
olarak ortaya konulduğu izlenimini de vermektedir.141
Hz. Peygamberden gelecekle ilgili nakledilen siyasî, sosyal, kelamî nitelikli
haberler hemen hemen ilk III. asırla sınırlıdır. Bu süre içinde gelişen olaylarla bazı
hadis metinleri karşılaştırıldığında neredeyse birebir tetabuk söz konusudur. Bunun
sebebi gayet açıktır. Hadis mecmualarının tasnif işlemi büyük ölçüde III. hicri asrın
sonralarına doğru tamamlanmış, uydurma hadis faaliyeti de buna paralel olarak
durma noktasına gelmiştir. Hadis kitaplarının tedvin ve tasnif işlemin devam ettiği bu
asırlarda Hz. Peygambere ne söyletilmek isteniyorsa söyletilmiş, bunlardan
kaynaklara girenler girmiş, bir kısmı mevzuat kitaplarında toplanmış, belki de önemli
bir kısmı da unutulup gitmiştir. Tasnif edilerek son şeklini almış kitaplara yeni bir
şey sokmak mümkün olmadığı için gelecekle ilgili hadisler ilk üç asırla sınırlı
kalmıştır.
6- Altı Kişiye Lanet Rivayeti
Müellifimiz eserine, özellikle problemli ya da İslam Dünyasında oldukça
fazla tartışılan ve bir sonuç alınılmayan konuları içeren şu rivayeti almıştır: ‘Hz.
Aişe’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah
ve O’nun katında duaları makbul olan her peygamber tarafından lanetlenen altı kimse
vardır.” Ayrıca Suyutî, eserinin sonuna doğru bu kişilerin yedi (7) olduğuna dair bir
rivayet daha nakletmektedir. İlk altı madde aynı olduğu için, biz birinci rivayete,
ikinci rivayetin yedinci maddesini ekleyerek vereceğiz.
1. Allah’ın kitabına ekleme yapan,
2. Kaderi yalanlayan,
3. Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz yapmak isteyen zorba,
4. Allah’ın haram kıldığını helal sayan,
5. Allah’ın Ehl-i Beytim hakkında haram kıldığı şeyi helal sayan,
6. Sünnetimi terk eden,142
7. Ganimetlerin iyisini seçip kendine ayıran kimse.143
141
Yavuz, Yusuf Şevki, Ehl-i Sünnet, T.D.V.İ.Ans., X. 525.
142
Suyutî, Miftah, s. 31; Taberani, Mu’cemü’l-Kebir, XVII. 43, III. 136–137; Hâkim, Müstedrek, I.
36, II. 252, IV. 90; Tirmizî, Sünen, IV. 457; İbn Hibban, Sahih, XIII. 60.
40
Bu rivayetin senedleri şöyledir:
1- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb →
Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Tirmizî.144
2- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb →
Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Ahmed
→Taberanî.145
3- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd
b. Ebi el-Mevalî → Kuteybe b. Said → Hasan b. Sufyan → İbn Hibban.146
4- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd
b. Ebi el-Mevalî → Me’la b. Mansur → Hasan b. Ali → İbn Ebi Asım.147
5- Hz. Aişe → Amre → Ubeydullah b. Adirrahman → Abdurrahman b. Zeyd
b. Ebi el-Mevalî → İshak b. Muhammed el-Ferevi → Yakub b. Süfyan → Abdullah
b. Cafer → Hâkim.148
1- Hz. Aişe; Hz. Peygamber’in eşi, Ebu Bekir Sıddık’ın kızı, Mü’minlerin
annesi, âlim, fakih, muhaddis bir şahsiyettir kendisi. Hz. Peygamber’den 2210 hadis
rivayet etmiştir. Onlardan 174 tanesinde Buharî ve Muslim ittifak etmiş, ayrıca
Buharî 54, Muslim ise 68 hadis rivayet etmiştir.149
2- Amre bnt. Abdirrahman; Medineli tabiîndendir. Sika olup hicri 98 yılında
vefat etmiştir.150
3- Ubeydullah b. Adirrahman; İbn Main, zayıf; Neasi ise “kuvvetli değildir”
demişlerdir.151
143
Suyutî, Miftah, s. 122; İbn Ebi Asım, es-Sunne, I. 149.
144
Tirmizî, Sünen, IV. 457.
145
Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, XVII. 43, III. 136–137.
146
İbn Hibban, a.g.e., XIII. 60.
147
İbn Ebi Asım, es-Sunne, I. 149.
148
Hâkim, Müstedrek, I. 36, II. 252, IV. 90
149
Zerkeşi, Bedruddin, el-İcabe li İradi Ma’stedrakethu Âişe ala’s-Sahabe, thk: Said Afganî, Beyrut,
1985, Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, trc: Bünyamin Erul, s. 163-167, Ankara,
2000.
150
İbn Hibban, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim el-Bustî, Sikât, (thk. Seyyid Şerafuddîn Ahmed),
Dâru’l-Fikr, 1395/1975, V. 288.
151
İbn Hacer, Tehzib, VII. 27.
41
4- Abdurrahman b. Zeyd b. Ebi el-Mevalî; İbn Hıbban, onu Sikat’ta
zikretmiştir.152
5- Kuteybe b. Said; Ebu Hatim, sika; Nesai, sika ve saduk; Hâkim ise sika ve
memun demişlerdir.153
6- Hasan b. Sufyan; sika ve 303 yılında vefat etmiştir.154 İbn Hıbban, onu
Sikat’ta zikretmiştir.155
7- Me’la b. Mansur; İbn Main, sika; Ahmed b. Hanbel, hadiste saduktur ve
ehli re’ydendir demişlerdir. Yakub b. Şeybe, sika, Memun, saduk ve fakih; İbn Sad
ise, saduk ve sahibu’l-hadistir demişlerdir. 211 yılında vefat etmiştir.156
8- Hasan b. Ali b. Muhammed; Yakub b. Şeybe, sika; Nesai, sika; Tirmizî,
hafız demişlerdir. İbn Hibban, onu Sikat’ta zikretmiştir. 157
9- İshak b. Muhammed el-Ferevi; Ebu Hatim, saduk; Nesai, Metruk;
Darekutnî, zayıf demişlerdir. İbn Hıbban, Sikat’ta ona yer vermiştir.158
10- Yakub b. Süfyan; Nesai, “zararı yok” demiş, Hâkim, İran’daki ehl-i
Hadisin imamıdır demiştir. İbn Hibban, onu Sikat’ta zikretmiştir. Hicri 277 yılında
vefat etmiştir.159
11- Abdullah b. Cafer; Darekutnî, sika demiştir. İbn Hıbban Sikat onu
zikretmiştir.160
Yukarıda da görüldüğü gibi, Ubeydullah b. Adirrahman b. Mevheb zayıftır.
Bundan dolayı bu rivayet, klasik hadis usulüne göre zayıftır.
Bütün bu bilgilerden sonra, bu rivayetin metni oldukça karmaşık bir içeriğe
sahiptir. “Kaderi yalanlayan, Allah’ın aziz kıldığını zelil, zelil kıldığını aziz yapmak
152
İbn Hibban, a.g.e., VII. 91.
153
İbn Hacer, a.g.e., VIII. 321-22.
154
Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mîzânu’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (tah. Ali
Muhammed Mu’avvad ve Âdil Ahmed Abdu’l-Mevcûd), Dâru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, Beyrût, 1416/
1995, II. 240.
155
İbn Hibban, a.g.e., VIII. 171.
156
İbn Hacer, a.g.e., X. 215.
157
İbn Hacer, a.g.e., II. 262.
158
İbn Hacer, a.g.e., I. 217.
159
İbn Hacer, a.g.e., XI. 339.
160
İbn Hacer, a.g.e., V. 154.
42
isteyen zorba” bu iki madde tamamen daha sonraki kelamî ve siyasî tartışmaların
birer ürünü gibi gözükmektedir. “Allah’ın kitabına ekleme yapan, Allah’ın haram
kıldığını helal sayan” bu iki madde de söylenilen şeyleri yapan, zaten Müslüman
olamayacağı için, bunların burada zikredilmesi zaten tutarlı değildir. Ehl-i Beyt ile
ilgili tartışmalar zaten herkesin malumudur. “Sünnetimi terk eden” maddeye gelince
de, şunlar söylenebilir: “Bu maddenin burada zikredilmesinin mantığı, aslında şuna
dayanmaktadır. Sünneti inkâr eden Müslüman olamayacağı için bu madde burada
zikredilmiştir. Yani sünneti kabul etmeyen kişi ile Kur’an’a eklemelerde bulunan kişi
aynı kefeye konulmuştur. Yine burada sünneti kimler kabul etmez? diye bir soru
sorduğumuzda bunun cevabı da metinde mevcuttur. Yani Rafızîler ya da kendilerini
Ehl-i beytin savunucuları gören kişiler. Aslında bu metne baktığımızda, bu rivayet
çok köklü tartışmaları, kendi arka planında saklamaktadır.
7- Sünneti İhya Rivayeti
Suyutî eserinde, sünnete delil olarak şu rivayeti de göstermektedir: ‘Enes b.
Malik (r.a.) Resulullah’ın “ Benim sünnetimi yaşayıp yaşatan, beni seviyor demektir;
beni seven de cennette benimle birlikte olacaktır”161 buyurduğunu rivayet etmiştir.
Bu rivayetin senedleri:
1- Enes b. Malik → Said b. Müseyyib → Ali b. Zeyd → Abdullah b.
Müsennâ b. Abdillah → Muhammed b. Abdullah → Muslim b. Hatim → Tirmizî162
ve Taberanî.163
2- Enes b. Malik → Halid b. Enes → Said b. Halid → İshak b. Raheveyh →
Asım b. Said → Bakıyye b. Velid → İshak → Hatim b. Mansur → Ukaylî.164
3- Enes b. Malik → Said b. Halid b. Enes → Iyaz b. Said → Nuaym b.
Hammad → Yahya b. Osman → Ukaylî.165
161
Suyutî, Miftah, s. 32; Tirmizî, Sünen, V. 46; Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ b.
Hammâd, Kitâbu’d-Duafâi’l-Kebîr, Beyrut, 1404/1984, II. 3, III. 350; Zehebî, a.g.e, II. 407; İbn-i
Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Alî el-Askalânî, Lisânu’l-Mîzân, Muessetu’l-A’lemî li’l-Matbûât,
Beyrut, 1986/1406, II. 373; Taberanî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, Mu’cemü’l-Evsat, Riyad,
1415/1995, VI. 123–126.
162
Tirmizî, Sünen, V. 46.
163
Taberanî, a.g.e., VI. 123–126.
164
Ukaylî, a.g.e., II. 3
165
Ukaylî, a.g.e., III. 350.
43
1- Enes b. Malik; on yaşında Hz. Peygamber’in hizmetine girmiş olup
yaklaşık olarak 103 yaşında Basra’da vefat etmiştir.166
2- Said b. Müseyyib; Katade, ‘ondan daha iyi helal ve haramı bilen birisini
görmedim’ demiş. Iclî, onun salih ve fakih olduğunu söyler. Ebu Zur’a, sika
olduğunu; İbn Hıbban da Sikat’ta, fakih, abid, vera ve fazilet sahibi ve Ehl-i Hicaz’ın
fakihi olduğunu zikrederler. Hicri 94 yılında vefat etmiştir.167
3- Ali b. Zeyd; İbn Sad, onun âmâ olarak doğduğunu, zayıf bir ravi olduğunu
ve hadisleriyle ihticac olunmadığını söyler. Salih b. Ahmed, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim
ona “kuvvetli değildir” demişler. Tirmizî, saduk olduğunu fakat bazen hadisleri ref
ettiğini söyler. Nesai ise ona zayıf demiştir.168
4- Abdullah b. Müsenâ b. Abdillah; İbn Main, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim, salih
demişler. Nesai, kuvvetli değil; Tirmizî, sika; Darekutnî, bazen sika ve bazen de
zayıf demişlerdir. Ebu Davud Hadisleri tahric edilmez derken, İbn Hıbban Sikat’ta
onu zikrederek bazen hata yaptığını söyler.169
5- Muhammed b. Abdullah el- Ensarî; İbn Main, sika; Ebu Hatim, saduk;
Nesai, onda bir sorun yoktur demişlerdir. İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiştir. 212
yılında vefat etmiştir.170
6- Muslim b. Hatim; Tirmizî, sika demiş. İbn Hıbban onu Sikat’ta zikrederek
bazen hata yaptığını söyler.171
7- Halid b. Enes; meçhul ve hadisleri münkerdir.172
8- Said b. Halid; bilinmiyor ve rivayetleri de münkerdir.173
9- İshak b. Raheveyh, asıl ismi Dahâk b. Hamre’dir. İbn Main “bir şey
değildir” demiş. Nesai, “sika değildir”; Darekutnî, “kuvvetli değildir” demişlerdir.
İbn Hıbban Sikat’ta zikretmiştir. 174
166
İbn Hacer, a.g.e., I. 329.
167
İbn Hacer, a.g.e., IV. 74–77.
168
İbn Hacer, a.g.e., VII. 283–284.
169
İbn Hacer, a.g.e., V. 338.
170
İbn Hacer, a.g,e., IX. 244–245.
171
İbn Hacer, a.g.e., X. 112.
172
Zehebî, Mizan, II. 407; İbn Hacer, Lisan, II.373.
173
Zehebî, a.g.e., II. 407; İbn Hacer, a.g.e., II. 373; Ukaylî, a.g.e., II. 3, III. 350.
44
10- Asım b. Said; Meçhuldür.175
11- Bekıyye b. Velid; İbn Mübarek, Saduk; Yakub, sika ve hadisleri hasendir
demişlerdir. İbn Sad, Iclî, Ebu Zur’a ve Nesai, sika demişlerdir.176
12- Hatim b. Mansur; bulamadık.
13- Iyaz b. Said; meçhuldur.177
14- Nuaym b. Hammad; İbn Adi, sikattandır demiş, İbn Main ve Iclî, sika
demişlerdir. Nesai, zayıf; İbn Hıbban, Sikatta onun bazen hata yaptığını ve vehme
kapıldığını söylerler. Mesleme b. Kasım, saduk, çok hata yaptığını ve melahim
konusunda münker hadisler naklettiğini söyler. Darekutnî, sünnette imamdır fakat
hataları da çoktur der. Hicri 228 yılında vefat etmiştir.178
15- Yahya b. Osman; insanlar onun hakkında ileri-geri konuşmuşlardır. Alim
ve ülkeler hakkında rivayetler nakletmiştir. Mesleme b. Kasım, onun Şiilikle itham
edildiği, kendisinin bir kitabı olduğu ve o kitaptan rivayetler naklettiğini söyler. 282
yılında vefat etmiştir. 179
Enes b. Malik’ten rivayet edilen bu rivayetin isnadında yer alan Halid b. Enes
bilinmiyor ve rivayetleri de münkerdir. Asım b. Said ise, meçhüldür.180 Tirmizî bu
rivayete hasen-garib demiştir ve kitabına aldığı rivayetin senedinde Enes’ten rivayet
eden Said b. Museyyib’in Enes’ten hadis nakletmediğini, ayrıca Said b.
Museyyib’ten bu rivayeti nakleden Ali b. Zeyd’in ise rivayetleri ref’ ettiğini
görmekteyiz.181
Bu rivayetin metnine baktığımızda, Suyutî eserinde rivayetin son cümlesini
alırken, Taberanî ise oldukça uzun ve nasihatlerle dolu bir metin nakletmektedir. Bu
rivayet klasik hadis metotlarına göre, kendisiyle ihticac edilebilecek bir rivayet
niteliği taşımamaktadır.
174
İbn Hacer, Tehzib, IV. 389.
175
Zehebî, a.g.e, II. 407; İbn Hacer, Lisan, II.373.
176
İbn Hacer, Tehzib, I.416.
177
İbn Hacer, Lisan, IV. 390, Ukaylî, a.g.e, II. 349.
178
İbn Hacer, Tehzib, X. 409- 413.
179
İbn Hacer, a.g.e., XI. 225.
180
Zehebî, a.g.e., II. 407; İbn Hacer, a.g.e, II. 373; Ukaylî, a.g.e., II. 3, III. 350.
181
Tirmizî, Sünen, V. 46.
45
8- Bozulma Döneminde Sünnete Sarılma Rivayeti
Müellifimizin sünnete şu rivayeti de delil olarak göstermektedir: Ebu
Hureyre’den Rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin bozulup yıkılmaya yüz tuttuğu bir zamanda sünnetimi ayakta tutan
kimseye yüz şehit sevabı vardır.”182
Bu rivayetin senedleri;
1- Ebu Hureyre → Atâ → Babası → Abdulmecid b. Abdulaziz →
Muhammed b. Salih → Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme → Taberanî.183
2- Ebu Hureyre → Atâ → Babası → Abdulmecid b. Abdulaziz →
Muhammed b. Salih → Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme → Süleyman b.
Ahmed → Ebu Nuaym.184
3- İbn Abbas → Mucahid → İbn Ebi Nuceyh → Abdulhalık b. Münzer →
Hasan b. Kuteybe → Zehebî ve İbn Hacer.185
1- Ebu Hureyre; pek çok ismi olmakla birlikte, cahiliye döneminde ismi
Abduşşems, künyesi ise Ebu’l-Esved idi. Hz. Peygamber ismini Abdullah, künyesini
de Ebu Hureyre olarak değiştirmiştir. Hayber Gazvesi sırasında Müslüman olmuştur.
57 yılında vefat etmiştir. En çok hadis rivayet eden sahabidir.186
2- Atâ b. Ebi Rebah; İbn Hıbban Sikat’ta el-Cende’de doğduğunu, fakih âlim,
vera ve fazilet sahibi olduğunu kaydeder.187
3- Abdülaziz b. Ebi Revade; Ahmed, salih bir adam olup Mürcie’dendir
demiş. İbn Main, sika; Ebu hatim, saduk; Nesai, bir sorunu yok demişler. Ali b.
Cüneyd, zayıf ve hadisleri münkerdir demektedir. Darekutnî, hadiste orta halidir,
182
Suyutî, Miftah, s. 33; Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebi Bekr, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid,
Beyrut, 1387/1967, I. 172; Taberanî, a.g.e, V. 315; Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-İsbahanî,
Hilyetü’l-Evliya ve Tabakatu’l-Asfiya, Mısır, 1395/1975, VIII. 200; Zehebî, a.g.e, II. 270; İbn
Hacer, a.g.e., II. 246.
183
Taberanî, a.g.e., V. 315.
184
Ebu Nuaym, a.g.e., VIII. 200.
185
Zehebî, a.g.e., II. 270; İbn Hacer, a.g.e, II. 246.
186
İbn Hacer, a.g.e., XII. 288-91.
187
İbn Hacer, a.g.e., VII. 179.
46
hadislerinden bazıları vehimlidir. Hâkim ve İclî, sika demişlerdir. 188 Ukaylî, Onun
Atâ’dan rivayetleri gariptir demektedir.189
4- Abdülmecid b. Abdülaziz; Ahmed, sika demiştir. Nesai ve İbn Main sika
ve bir sorunu yok demektedirler. Humeydi insanlar onun hakkında ileri-geri
konuşmaktadırlar demektedir. Ebu Hatim ve Hâkim, kuvvetli değildir demişler;
Darekutnî, onunla ihticac olunmaz demiş; İbn Sad, zayıf ve Mürcie’dendir
demektedir. 206 yılında vefat etmiştir.190
5- Muhammed b. Salih el-Adevi; kaynaklarda bulamadık.
6- Muhammed b. Ahmed b. Ebi Huseyme; kaynaklarda bulamadık.
7- Süleyman b. Ahmed; Nesai, zayıf; Yahya, onun yalancılıkla itham
edildiğini ifade etmektedirler.191 İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiş.192 Ukaylî ise
onu Duafa’da zikretmiştir.193
İkinci rivayetin isnadları ise;
1- İbn Abbas; Resulullah kendisine iki defa dua etmiştir. Hz. Aişe onun
insanların en âlimi olduğunu söylemiştir. Hicri 68 yılında Taif’te vefat etmiştir.194
2- Mucahid; İbn Abbas’a Kur’an’ı otuz defa arz ettiği söylenir. İbn Main ve
Ebu Zur’a, sika demişlerdir. İbn Sad, sika, fakih, âlim ve hadisi çok olduğunu söyler.
İbn Hıbban fakih, vera sahibi ve abid olduğunu zikreder. Iclî ise Mekkeli, tabii ve
sika olduğunu söyler.195
3- İbn Ebi Nucih (Abdullah b. Yesar); Nesai, sika demiş, İbn Hıbban Sikat’ta
ona yer vermiştir.196
4- Abdülhalık b. Münzir; bilinmiyor.197
188
İbn Hacer, a.g.e., VI. 301.
189
Ebu Nuaym, a.g.e., VIII. 2.
190
İbn Hacer, a.g.e., VI. 339.
191
Zehebî, Mizan, II: 277.
192
İbn Hibban, a.g.e., VIII. 276.
193
Ukaylî, a.g.e, II. 122.
194
İbn Hacer, a.g.e., V. 242–244.
195
İbn Hacer, a.g.e., X. 39-40.
196
İbn Hacer, a.g.e., VI. 77.
197
İbn Hacer, Lisan, II. 401.
47
5- Hasan b. Kuteybe; Darekutnî, metruk; Ebu Hatim, zayıf; el-Ezdi ise
vehimleri çok olduğunu söylerler.198
Bu rivayet, iki sahabeden nakledilmiştir. Bunlar Ebu Hureyre ve İbn
Abbas’dır. Müellifimiz Ebu Hureyre’den nakledileni eserine almıştır. Onun
senedinin ravilerinden son üçü zayıftır ve Abdulaziz’in A’ta’dan hadisleri de garibtir.
İbn Abbas’tan nakledilen rivayetin senedine baktığımızda, Hasan b. Kuteybe’nin
zayıf, çok hata yaptığı ve hadisleri metruk olduğunu, ayrıca hocası Abdulhalık b. ElMunzir’in bilinmediğini görmekteyiz.
Bu rivayetlerin metinlerine baktığımızda ise, Ebu Hureyre’nin metni ‫اﻟﻤﺴﺘﻤﺴﻚ‬
kelimesiyle başlıyor ve ( ‫ ) ﻣﺎﺋﺔ‬kelimesi metinde yoktur. Oysa Suyutî’nin eserine
aldığı metinde ise, ( ‫ ) اﻟﻘﺎﺋﻢ‬kelimesiyle başlıyor ve ( ‫ ) ﻣﺎﺋﺔ‬kelimesi de bulunmaktadır.
İbn Abbas’ın metnine baktığımızda ise, metin ( ‫ ) ﻣﻦ ﺗﻤﺴﻚ‬kelimesiyle başlamakta ve
( ‫ ) ﻣﺎﺋﺔ‬kelimesi de metinde bulunmaktadır. Bütün bunlardan sonra bu rivayete
ihtiyatla yaklaşmaktayız.
9- “Cebrail Kalbime Üfledi” Rivayeti
Müellif, eserinde şu rivayeti de sünnete delil göstermektedir: ‘Muttalib b.
Hantab, Resulullah’ın şu hadisini nakletmiştir: “ Allah size ne emretmişse ben de
emrettim, ne yasaklamışsa ben de yasakladım. Ruhu’l- emin, kalbime, hiçbir canlının
rızkını tüketmeden ölmeyeceğini üfledi. O halde Allah’tan korkun ve isteklerinizi
güzel bir şekilde elde etmeye çalışsın.”199
Bu rivayet dört sahabiden nakledilmektedir. Bunlar, İbn Mes’ud, Huzeyfe, elMutalib b. Hanteb ve Ebu Umame’dır. Kaynaklarımıza baktığımızda bu dört
sahabiden üçünün senedi sağlam iken, Huzeyfe’nin rivayetinde sorunlu ravilerin
bulunduğu nakledilmektedir. En sağlam sened ise İbn Mes’ud’tan mervi olan
seneddir. 200
Müellif eserinde bu rivayete yer vermesinin “Resulullah’ın emir ve nehiyleri
Allah’ın emir ve nehiyleri gibidir” anlayışını güçlendirmek için Hz. Peygamber’in
Kur’an dışında vahiy aldığı varsayımını delil göstermektedir.
198
199
Zehebî, a.g.e., II. 270; İbn Hacer, a.g.e., II. 246.
Suyutî, Miftah, s. 39; İbn Mace, Ticare, 1; Beyhakî, a.g.e, VII. 7; Şafiî, el-Ümm, Kahire,
1307/1987, VII. 299, er-Risale, s. 87, 93.
200
Zehebî, Mizan, V. 310–311.
48
10- Hz. Peygamber’e İtaat eden ile İsyan edenin Durumu ile İlgili
Rivayet
Suyutî, Hz. Peygamber’e itaat etmenin farz olduğunu Kur’an’dan ayetler
naklettikten sonra, bu konu da Hz. Peygamber’den rivayetler nakletmektedir. İşte bu
rivayetlerden birini burada incelemeyi düşündük. Rivayetimiz şudur: “ Buharî, Cabir
b. Abdillah’tan (ö. 78/697) şu hadisi rivayet etmiştir: “Bir grup melek, uyumakta
olan Hz. Peygamber’in yanına geldi. Bazıları “ O uyuyor”, bazıları da, “Gözü
uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Sonra melekler birbirine, “Bu dostumuzun
durumuna uygun bir misal var, onu anlatın bakalım” dediler. Fakat bazıları yine, “ O
uyuyor”, bazıları da, “Hayır gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Bunun
üzerine melekler, “Bu zat, yaptırdığı yeni bir ev vesilesiyle vereceği yemek
ziyafetinde insanları çağırmak üzere davetçi gönderen kimse gibidir. Bu davetçinin
davetine katılanlar, o eve girer ve ziyafetten nasibini alır, davetine katılmayanlar ise,
ne eve girebilir, ne de ziyafetten yararlanabilir” dediler. Daha sonra melekler, bu
benzetmenin Hz. Peygamber’e açıklanmasını istediler. Fakat yine bazıları “ O
uyuyor”, bazıları da, “Gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır” dediler. Sonunda melekler,
kendi aralarında bu benzetmeyi şöyle açıkladılar: “ Ev cennettir. Davetçi, Hz.
Muhammed’dir. Her kim Hz. Muhammed’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur; her
kim de ona isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Böylece Hz. Muhammed, itaat ve
isyan yönünden insanlar için belirleyici bir konumdadır.”201
Bu rivayet, “Abdullah b. Cabir, İbn Mes’ud, Amr el-Bukâlî ve Rabia b. elĞaz” adlı sahabiler tarafından nakledilmiştir. Abdullah b. Cabir’in senedi sahihtir.
İbn Mes’ud’un senedi, içinde Cafer b. Meymun olduğundan, Tirmizî bu senedi hasen
olarak nitelemektedir.202 Amr el-Bukâlî’nin senedi, sahihtir. Rabia b. el-Ğaz’in
senedi, kendisinin sahabe olup olmadığı ihtilaflı olduğundan, bu sened de, hasen
olarak kabul edilmiştir.203
201
Suyutî, Miftah, s. 44; Buharî, İ’tisam, 2; Tirmizî, Emsal, 1; Beyhakî, Delail, I. 370–371; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, I. 399.
202
Tirmizî, Emsal, 1.
203
Taberani, Mu’cemu’l-Kebir, V. 61.
49
Bu rivayetin senedi sahihtir. Metnine baktığımızda, konuyu temsili anlatımla
sahabilere anlatılmıştır. Bu yöntem, eğitimde etkili bir yöntemdir. Kendisine itaatin
Allah itaat olacağını temsili örnekle güzel bir şekilde anlatmıştır.
11- Düşürülen Cenin Rivayeti
Suyutî, eserinde şu rivayet nakleder ve rivayet şöyledir: ‘ Tavus, şu rivayeti
nakleder: Hz. Ömer, ashaba, düşük hakkında Resulullah’tan bir şey duyan olup
olmadığını sordu. Hamel b. Malik b. en-Nabiğa ayağa kalktı ve şu olayı anlattı: “İki
cariyem vardı. Biri, hamile olan diğerini sopayla döverek düşük yapmasına sebep
oldu. Resulullah (s.a.s), de ceninin tazminatı olarak bir köle veya cariye azat
edilmesine hükmetti.” Hz. Ömer de bu örnek olay karşısında, “Eğer hadisten
haberimiz olmasaydı, az kalsın kendi görüşümüze göre farklı hüküm verecektik”
dedi.204
Bu rivayet, dört sahabiden rivayet edilmiş olup, bunlar Hz. Ömer, İbn Abbas,
Ebu Hureyre, Muğire b. Şu’be’dir. Asıl rivayet, Ebu Hureyre ve Muğire b. Şu’be’den
gelen rivayetlerdir. Hz. Ömer ve İbn Abbas’tan bu rivayeti Tavus nakletmektedir.
Tavus’un Hz. Ömer’den hadis işitmediğini kaynaklarımız bize aktarmaktadır.
Müellifimiz bu rivayeti eserine alırken, büyük bir ihtimalle, Şafiî’nin Müsnedi’ni
kullanmıştır.
Bu rivayet bize göstermektedir ki, sahabiler bir konuda karar verdiğinde
sünnetle ihticac etmişlerdir. Yine biliyoruz ki Hz. Ömer’in Kur’an ve Sahih Sünnete
ters düşmeyecek şekilde kendi düşüncesine göre kararlar almıştır.
12- Veba ile ilgili Rivayeti
Suyutî’nin eserine aldığı ve Sahabenin sünnetle ihticac ettiğini gösteren diğer
bir örnekte şu rivayettir: ‘ Buharî ve Müslim, İbn Şihab ez-Zuhrî tarikiyle Abdullah
b. Amir b. Rabia’dan (ö. 80/ 699) naklen şu olayı rivayet etmişlerdir: “Hz. Ömer,
Şam’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Şam yolu üzerinde, Tebük Vadisinde bulunan ve
“Serğ” denilen köye varınca, Şam’da veba hastalığının baş gösterdiğini haber aldı.
Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’e Resulullah’ın şu sözünü hatırlattı:
204
Suyutî, Miftah, s. 62; Şafiî, er-Risale, s. 426; el- Ümm, VII. 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I.
364, IV. 79–80; Ebu Davut, Diyat, 19; Nesai, İkame, 12; İbn Mace, Diyat, 11; Darimî, Diyat, 20;
Abdürrezak, a.g.e, X. 58; Darekutnî, a.g.e, III. 116-117; Hakim, el-Müstedrek, III. 575; Beyhakî,
es-Sünenu’l-Kubra, VII. 43.
50
“Bir yerde veba olduğunu duyarsanız, oraya gitmeyin. Şayet bulunduğunuz yerde
veba salgını baş göstermişse, oradan da kaçıp çıkmayın.” Bu hadisi duyan Hz. Ömer,
seferden vazgeçip Serğ’den geri döndü.” İbn Şihab, Salim b. Abdillah b. Ömer’in
“Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf’ın naklettiği hadise uyarak yanındakilerle birlikte
geri döndü” dediğini ifade etmiştir.205
Bu rivayet, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Amir tarafından nakledilmiş
olup senedleri sağlamdır.206 Bu rivayet bize sahabilerin hadislerle ihticac ettiğini
göstermektedir.
13- İddet Rivayeti
Müellifimizin eserine aldığı ve Sahabenin Hz. Peygamber’in sözlerini kendi
aralarında tartıştıklarını, kendi görüşleri yerine Hz. Peygamber’in sözlerine tabi
olduklarını gösteren güzel bir örnek de şu rivayettir: ‘Muslim, Süleyman b.
Yesar’dan şöyle bir hadis rivayet eder: “Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Abdurrahman b.
Avf’ın oğlu Ebu Seleme, kocasının vefatı esnasında doğum yapan kadının iddet
durumunu tartışıyorlar. İbn Abbas, iki iddet müddetinden daha uzun olanı kadar, yani
dört ay on gün iddet beklemesi gerektiğini, Ebu Seleme ise, doğumla birlikte iddetin
de son bulacağını iddia etti. Ebu Hureyre de Ebu Seleme ile aynı görüşte olduğunu
belirtince, konuyu araştırmak üzere Resulullah’ın hanımı Ümmü Seleme’ye bir kişi
gönderdiler. Ümmü Seleme, Eslem kabilesinden Sübey’a’nın, kocası vefat ettikten
kısa bir süre sonra doğum yaptığını, tekrar evlenmek için izin isteyince de
Resulullah’ın kendisine müsaade ettiğini söyledi.”207
Bu rivayetin senedini, Tirmizî, hasen-sahih olarak nitelendirmektedir. Bu
rivayetin metninden de anlaşıldığı üzere, sahabenin sünnetle ihticac ettiğini ve bir
konuda ihtilafa düştüklerinde, bu konuyu bir bilene sorduklarını görmekteyiz.
Genellikle konu kadınlarla ilgili ise, adres Hz. Peygamber’in eşlerinin evleri olurdu.
205
Suyutî, Miftah, s. 63; Buharî, Tıb, 30; Müslim, Selam, 92; Ebu Davud, Cenaiz, 6; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, I. 182, 193; Beyhakî, a.g.e, III. 376; İbn Hibban, Sahih, VII. 218.
206
Mizzî, Cemâluddîn Ebu’l-Haccâc Yusuf, Tehzîbu’l-Kemal fî Esmâi’r-Ricâl, (tah. Beşşâr Avâr
Ma’rûf ), Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1400/1980, XV. 175.
207
Suyutî, Miftah, s. 76; Müslim, Talak, 57; Tirmizî, Talak, 18; Nesaî, Ebu Abdirrahman
Ahmet b. Şuayb, Sünen, 2.baskı, İstanbul, 1992, Çağrı Yay, Talak, 56; Darimî, Talak, 2;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI. 314; Beyhakî, a.g.e, VII. 429.
51
14- Muaz Hadisi
Suyutî’nin eserinde, sünnete delil olarak gösterdiği bir rivayette Muaz
hadisidir. ‘Beyhaki ve Darimî, Muaz b. Cebel’den rivayet ederler: “Resulullah beni
Yemen’e vali olarak gönderirken sordu:
-
Önüne bir mesele geldiğinde nasıl hüküm vereceksin?
-
Allah’ın kitabındaki ile.
-
Allah’ın kitabında yoksa?
-
Resulullah’ın verdiği hüküm ile.
-
Resulullah’ın o konuda herhangi bir hüküm vermemiş ise?
-
Kendi içtihadıma göre hüküm veririm. Bunu da terk etmem.
-
Bunun üzerine aldığı cevaplardan memnun olan Hz. Peygamber, göğsüne
vurdu ve “Resulullah’ın elçisini, Resulullah’ı hoşnut etmeye muvaffak
eden Allah’a hamd olsun” 208 buyurdu.
Muaz hadisi olarak meşhur olan bu rivayet, İslam Düşünce Tarihinde başta
sünnet olmak üzere, kıyas ve ictihada delil olarak gösterilen meşhur bir rivayettir.
Senedi muttasıl olmamasına rağmen İslam dünyasında bu kadar meşhur olmasının
sebebi kanaatimizce, Şafiî ile beraber, Ehl-i Hadis ağırlıklı usûlî fıkıhın İslam
dünyasına hâkim olmasıdır ve ayrıca bu tür rivayetlere yapılan tenkidlerin de dikkate
alınmamış olmasıdır. Bu rivayet, daha önce detaylı bir şekilde araştırıldığından
dolayı,209 biz burada bu araştırmanın sonuçlarını özetlemeye çalışacağız.
Haberin, Şu’be (h. 82–159)’ye kadar bir tek kanalla geldiği (ferd)
anlaşılmaktadır. Abdurrahman b. Ğanem versiyonun sahih olması mümkün değildir.
Çünkü bu ‘kîle’ ‘denildiğine göre’ gibi meçhul bir kiple, sadece Hatib Bağdadî
tarafından rivayet ediliyor. Rivayet ferd olmasının ötesinde, isnatta müphem ve
meçhul ravilerin bulunması, rivayetin sıhhati konusunda eleştirilere yol açmıştır.
208
Suyutî, Miftah, s. 86; Şafiî, el-Ümm, VII. 273; İbn Sa’d, Tabakat, II. 347; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, V. 236-242; Ebu Davud, Akdiye, 11; Tirmizî, Ahkam, 3; İbn Mace, Mukaddime, I/21; İbn
Hazm, el-İhkam, II. 417; Darimî, Mukaddime, 20; Beyhakî, Sünen, X. 114; İbn Abdilberr, Ebû
Ömer Yusuf en-Nemerî, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlih, Beyrut, ty, s. 358-360; Hatib, Ebu Bekr
Ahmed b. Ali el-Bağdadi, el- Fakih ve’l-Muteffakih, Beyrut, 1980, I. 188-190.
209
Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, s. 41–48. İslamiyat Derg. C: I, S:
III, Y: 1998.
52
Mesela, Tirmizî, haberi naklettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Bu hadisi,
yalnız bu tarikle biliyoruz. Bana göre onun da isnadı muttasıl değildir.210
Rivayetinin senedinin kopuk olduğu iddiası iki esasa dayanmaktadır.
Bunlardan birisi, Muaz b. Cebel’den haberi nakledenlerin kimler olduklarının
bilinmemesidir. Burada: unasun min ashabi Mu’az, nasun min ashabi Mu’az… vb.
müphem ifadelerin kullanılması, bu ravilerin meçhul oldukları iddiasına sebep
olmuştur. Diğer tarafından, bu rivayeti, onlardan nakleden Haris b. Amr’ın da
meçhul olduğu belirtilmiştir.211
Bu rivayetin senedinde müphem ve meçhul kişilerin bulunduklarından
rivayetin asılsız (sakıt) ve batıl olduğunu söyleyen kişiler şunlardır: Başta İbn Hazm
olmak üzere, İbn Hazm’ın bildirdiğine göre Buharî, Cuzekanî (ö.543), İbnu’l-Cevzi
(h.510-597), ve Zehebi’dir. Diğer bir grup âlim ise, rivayetin hem sened hem de
mana bakımından sahih olduğunu savunmuşlardır. Bu kişiler ise şunlardır: Hatib
Bağdadi, İbnu’l- Kayyım ve bu ikisine dayanarak da son devir âlimlerinden Kevserî
(ö.1952)’dir.212
Bütün bunlardan, Mu’az rivayeti, sened bakımından hem ferd hem de
munkatı’dır. Klasik hadis usulü kaidelerine göre ise, bu hadis zayıf sayılır.
Diğer bir nokta ise, hicri ikinci asrın sonlarından itibaren belirginleşen re’y
taraftarı ve karşıtı zihniyetlerin haberin bazı versiyonlarına aksetmiş olmasıdır. İşte
bu rivayetlerden bir tanesi, yine Muaz b. Cebel’den Abdurrahman b. Osman
kanalıyla gelen rivayettir. Bunu muallâk olarak Bacî (ö. 474) el-Usulünde kaydeder.
“Resulullah, Muaz’ı Yemen’e gönderirken, Ona şöyle demiştir. ‘Sana ne Allah’ın
Kitabı ve ne de Peygamber’inin Sünnetinde bulunmaya bir husus gelirse, bana yaz.
Taki onun cevabını yazıp, sana göndereyim.” 213
Rivayetin bu versiyonu da gösteriyor ki, haberin metninde birtakım ravi
tasarrufları olmuştur. Binaenaleyh, bu içerikteki bir haberin, sünnete ve bazı
versiyonlarında yer alan çok manaya gelebilecek tabirlerin, fıkhın ikinci asırda
210
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44.
211
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44.
212
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44.
213
Özafşar, M. Emin, a.g.m., s. 44.
53
şekillenmiş bulunan Kıyas prensibine dayanak yapılması, en iyimser bir ifadeyle
zorlama bir yorum olmalıdır.214
15- İmamlıkta Öncelik ile ilgili Rivayet
Suyutî, şu rivayeti de sünnete delil göstermektedir: ‘İmam Müslim’in Ebu
Mesud el-Ensarî’den rivayet ettiğini göre, Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Cemaate, aralarından Kur’an’ı en iyi okuyan kişi imam olsun. Eğer hepsi bunda
eşitse, sünnetimi en iyi bilen imam olsun. Bunda da eşit olurlarsa, önce hicret eden
imam olsun.”215
Bu rivayette cemaate imamlıkta yapacak kişinin bir nevi özellikleri
sayılmaktadır. İlk üç ravisi itibariyle ortak bir senede sahip olan rivayetlerin
bazılarında sünnet ile hicret yer değiştirirken,216 bazılarında ise sünnet kısmı hiç
zikredilmemiştir.217 Ayrıca Abdurrezak’ın Enes b. Malik, Ebu Seleme ve Amr b.
Seleme el-Cermî’den naklettiği rivayetlerde ise Hz. Peygamber’in sadece Kur’an’ı
en çok ve en iyi bilenin imamlık yapmasını istediği belirtmekte, sünnet, hicret ve yaş
gibi hususlardan söz edilmemektedir.218 Taberanî’nin naklettiği bir rivayette ise
Kur’an’da hemen sonra kim daha yaşlı ise cemaate imam olmak onun hakkıdır ve
sünnet kelimesi geçmemektedir.219
Aslında hem sünnetten söz eden, hem de sünnete yer vermeyen Ebu Mes’ud
rivayetlerinin ilk üç ravileri aynıdır.
Ebu Mes’ud → Evs b. Dam’ac → İsmail b. Raca → A’meş…..
Ebu Mes’ud → Evs b. Dam’ac → İsmail b. Raca → Şu’be…..
A’meş kolundan gelen varyantlarda, İmamet öncelliğinde, sünneti iyi bilme
bir kriter olarak zikredildiği halde, Şu’be kolundan gelen varyantlarda ise sünnetten
hiç söz edilmemektedir. Bütün bu bilgilerden sonra, bilerek ya da bilmeyerek
214
Özafşar, a.g.m, s. 47.
215
Suyutî, Miftah, s. 93; Müslim, Mesacid, 290–91; Ebu Davud, Salât, 60; Tirmizî, Mevakît, 60; İbn
Mace, İkametü’s- Salat, 46; Nesai, İmame, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 118, V. 272; Beyhakî,
el-Medhal ile’-Suneni’l-Kubra, Kuveyt, ty, s. 118.
216
217
Abdurrezak b. Hemam, el- Musannef, (thk: Habiburrahman el-A’zamî), Beyrut, ty, II. 389.
Müslim, Mesacid, 290–91; Ebu Davud, Salât, 60; İbn Mace, İkametü’s- Salat, 46; Ahmed b.
Hanbel, Müsned, IV. 118
218
Abdurrezak, II. 390.
219
Taberanî, Mucemu’l-Kebir, XVII. 219.
54
metinden bir hazf veya metne bir ziyade söz konusudur. A’meş ve Şu’be rivayetleri
birbirine
sahihlik
bakımından
eşit
olduğu
için,
tercih
yapabilmemiz
220
zorlaşmaktadır.
16- Ashabım Yıldızlar Gibidir Rivayeti
Suyutî, sünnet ve hadisleri kendilerinden aldığımız sahabilerin sözlerinin
bizim için müracaat kaynağı olduğuna delil olarak şu rivayeti kitabına almıştır: ‘İbn
Abbas, Resulullah’ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Bir hüküm Allah’ın
kitabında varsa onunla amel edeceksiniz, bunu terk etmek için hiçbir mazeret ileri
sürülemez. Eğer Allah’ın kitabında yoksa benim sünnetime müracaat edeceksiniz.
Sünnetimde yoksa ashabımın sözüne uyacaksınız. Çünkü ashabım yıldızlar gibidir;
hangisine uysanız sizi doğru yola iletir. Ashabımın bir konuda ihtilaf etmesi, sizin
için rahmettir.”221
Bu rivayet iki sahabiden rivayet edilmiştir: Bunlar İbn Abbas ile Hz.
Ömer’dir. İbn Abbas’dan rivayet edilen senette Süleyman b. Ebi Kerime
bulunmaktadır. Onun hakkında Ebu Hatim “daifu’l-hadis”, İbn Adî, “genel olarak
hadisleri münkerdir” ve İbn Hacer ise “oldukça zayıftır” demişlerdir.222 Ayrıca
Dahhak’ın İbn Abbas’tan rivayetleri de munkatı’dır.223
Hz. Ömer’den rivayet edilen senette ise Nuaym b. Hammad’ın bulunduğu ve
onun hakkında İbn Hacer, “saduk ve çokça hata yaptığını”224 söylemiş; ayrıca senette
Abdurrahman b. Zeyd el-Ammî’nin bulunduğu ve onun yalancılıkla itham edildiğini
kaynaklarımız nakletmektedir.225
İslam dünyasında oldukça yaygın olan bu rivayetin senedinin sağlam
olmadığı apaçık ortadadır.
17- Rey Karşıtı Rivayeti
Müellifimiz, Kur’an’ın tefsirinde sünnetin önemini belirtmek için kitabına şu
rivayeti de almıştır: ‘Cündüb b. Abdillah (ö. 60/680), Resulullah’ın, “Kur’an’ı kendi
220
Erul, a.g.e, s. 35.
221
Suyutî, Miftah, s. 94; Beyhakî, el-Medhal, s. 163; Hatib; el-Kifaye; s. 48.
222
İbn Hacer, et-Takrib, s. 987.
223
İbn Hacer, a.g.e, IV. 453.
224
İbn Hacer, a.g.e, s. 7166.
225
Zehebî, Mizan, II. 605.
55
görüşüne göre yorumlayan, görüşünde isabet etmiş olsa bile hata yapmış sayılır”
buyurduğunu rivayet etmiştir.226
Bu rivayetin isnadında Süheyl b. Ebi Hazm bulunduğundan dolayı zayıftır.
İbn Hacer’in, onun hakkında zayıf dediği mervidir.227 Tirmizî’nin bu hadise garib
dediği
ve
Süheyl
hakkında
âlimlerin
olumsuz
kanaat
sahibi
olduğunu
nakledilmektedir.228
Senedinin zayıf olduğu bu rivayetin metninin daha sonraki zamana ait
olabileceği kanaatini taşımaktayız. Ehl-i hadis ile Ehl-i rey’in tartışmaları sonucu
Ehl-i hadis tarafından ortaya atılması ihtimali yüksektir.
18- Bid’at- Sünnet Rivayetleri
Müellifimiz, sünneti savunmak için, sünnet-bid’at kavramlarını ihtiva eden
rivayetleri de eserine almıştır. İşte o rivayetlerden örnekler; ilk varyantı: ‘Ebu
Nuaym’ın (ö. 430/1039), İbn Abbas’tan naklettiğine göre Resulullah, “Her kim
benim bir sünnetimi diriltecek veya bir bid’atı yok edecek bir hadisimi ümmetime
tebliğ ederse, o kimse cennetliktir” buyurmuştur.229 Bu rivayetin senedinde
Abdurrahim b. Habib ve İsmail b. Yahya et-Teymî bulunmaktadır. Her ikisi de hadis
uydurmuşlardır.230
İkinci varyantı; ‘Gudayf b. Haris es-Sümalî, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: “ Bir toplum, ortaya çıkardığı her bid’at karşılığında bir sünneti
ortadan kaldırmış olur.”231 Bu rivayetin isnadında ise, Ebu Bekr b. Ebi Meryem
bulunmaktadır. Onun hakkında ise ‘münkerü’l-hadis’ denildiği kaynaklarımızda
mevcuttur.232
226
Suyutî, Miftah, s. 96; Ebu Davud, İlm, 5; Tirmizî, Tefsir, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I. 233;
Taberanî, Mu’cemu’l-Kebir, II. 175; Ebu Ya’la, Ahmed b. Ali el-Mevsılî, Müsned, Beyrut,
1409/1989, III. 90, Hatib, a.g.e, I. 188–200; Müttakî, a.g.e, 2957.
227
İbn Hacer, a.g.e, s. 2672.
228
Tirmizî, Tefsir, 1.
229
Suyutî, Miftah, s. 114; Ebu Nuaym, a.g.e, X. 44; Hatib, a.g.e, s. 80.
230
Zehebî, a.g.e, I. 253, II. 603.
231
Suyutî, Miftah, s. 124; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV. 105; Taberanî, Mu’cemü’l- Kebir, XVIII.
99; Heysemî, a.g.e, I. 188; Müttakî, a.g.e, s. 1098; Fesevî, Ebû Yusuf Yakub b. Süfyan, Kitabu’lMarife ve’t-Tarih, Medine, 1410/1990, III. 488.
232
Heysemî, a.g.e, I. 188.
56
Üçüncü varyantı; ‘Hakem b. Umeyr es-Sümalî, Resulullah’ın şu hadisini
rivayet etmiştir: “ Dehşet veren iş, bel büken yük, ardı arkası kesilmeyen kötülük.
İşte bid’atlerin belirtileri!”233 Bu isnad oldukça zayıftır. Senedinde İsa bulunmaktadır
onun hakkında Buharî ve Nesaî ‘münkerü’l-hadis’ ve Ebu Hatim ise ‘metrukü’lhadis’ demişler.234 Ayrıca Musa b. Ebi Habib bulunmakta ve Ebu Hatim, onun zayıf
olduğunu nakletmektedir.235
Son örneğimiz; Muaz b. Cebel’in rivayetine göre Resulullah, “ Saygı
göstermek amacıyla bir bid’atçinin peşinden giden, İslam’ın yıkılmasına yardım
etmiş olur” buyurmuştur.236 Bu rivayetin senedi munkatı’dır. Muaz’dan Halid b.
Mi’dan hadis işitmemiştir. Ayrıca Bakiyye b. el-Velid de zayıf ve müdellis bir
ravidir. İbn Ebi Meryem ise zayıftır.237
Bütün bu malumatlar göstermektedir ki, bu rivayetler grubu pek ele gelecek
gibi değil. Bundan dolayı bu tür rivayetleri ihtiyatla karşılıyoruz.
19- Kırk Hadis Rivayeti
Suyutî, hem hadisle meşgul olmanın fazileti konusunda, hem de Hz.
Peygamber döneminde hadislerin mevcudiyetine birer delil olarak, kırk hadis
ezberlenmesini ümmetine salık veren rivayetler nakletmektedir. Bu rivayetlerden üç
tanesini burada incelemekteyiz. Birincisi: “Ebu Hureyre‘den rivayet edildiğine göre
Resulullah şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden din konusunda yararlanılacak 40 hadis
ezberleyen kimse, kıyamet gününde âlimler zümresi içinde diriltilecektir.”238 Diğer
bir varyantı da şudur: ‘ Hz. Ali’den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah (s.a.s)
şöyle buyurmuştur: “ Ümmetimden bir kimse, dinle ilgili 40 hadis ezberlerse, Allah
233
Taberanî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, Mu’cemü’s-Sağir, Beyrut, 1403/1983, I. 256; Hâkim, elMüstedrek, I. 128; Fesevî, a.g.e, III. 489–490.
234
Zehebî, a.g.e, III. 308.
235
Ebu Hatim, el-Cerh ve’t-Ta’dil, IV. 140.
236
Suyutî, Miftah, s. 125; Taberanî, Mu’cemü’l- Kebir, XX. 96; Heysemî, a.g.e, I. 188; Ebu Nuaym,
a.g.e, VI. 97.
237
Neylu’l-Evtar, III. 333.
238
Suyutî, Miftah, s. 144–147; Râmehürmüzî, Hasen b. Abdirrahman, el-Muhaddisu’l-Fasl beyne’rRavî ve’l-Vaî, Beyrut, 1404/1984, s. 173; Hatib, Şerefu Eshabi’l-Hadis, (thk: M.Said Hatiboğlu)
Ankara, 1991, s. 19–20; İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye bi
Zevâid-i’l-Mesânî’s-Semânîye, Beyrut, ty, III. 133.
57
onu kıyamette fakih olarak diriltir. Üstelik ben ona şefaatçi olur, lehinde şahitlik
ederim.”239 Üçüncü bir varyantı ise, ‘ İbn Abbas da bu konuda Resulullah’ın şöyle
buyurduğunu nakleder: “Ümmetimden her kim, sünnetimle ilgili 40 hadis ezberlerse
kıyamet günü ona şefaat ederim.”240
Ebu Hureyre’den nakledilen rivayetin isnadında Amr b. El-Husayn el-Ukaylî
bulunmaktadır. Amr’ın metruk olduğunu, İbn Ebi Hatim kendisi hakkında zahibu’lhadis dediği kaynaklarımız nakletmektedir.241 Diğer bir varyantında ise, Halid b.
İsmail bulunmaktadır. Onun hakkında İbn Adî, hadis uydurucusu; Darekutnî, metruk;
İbn Abdilberr ise, munkeru’l-hadis demişlerdir.242
Ali b. Ebi Talib’den nakledilen rivayetin isnadında Abdullah b. Ahmed b.
Amir mevcuttur. Zehebî onun hakkında şunları söylemektedir: ‘Bu konuda onun
babasından naklettiği hadisler mevzudur, batıldır.’243
İbn Abbas’tan nakledilen rivayetin isnadında ise, İshak b. Nuceyh
bulunmaktadır. Onun hakkında da kaynaklarımız ‘metruk, yalancılık ve hadis
uydurmacılığıyla bilindiği’ nakletmektedir.244
Bütün bunlar, kırk hadis konusunda nakledilen rivayetlerin ya çok zayıf ya da
uydurma olduğunu bize göstermektedir. Bu tür rivayetler daha sonraya ait olabilir.
Kanaatimizce tasnif döneminden sonra ortaya çıkmışlardır. Zaten rivayetlerin
muhtevalarından bunlar anlaşılmaktadır.
20- Genel Değerlendirme
Suyutî eserine 115 tane merfu rivayet almış olup, bunların 35’i sahih, 6’sı
hasen, 68’i zayıf ve 6’sı da mevzudur.
Bu merfu rivayetlerin 40 tanesi ‘Kütübü’s-Sitte’de, geri kalan 75 tanesi ise
diğer muhtelif ve muahhar eserlerde geçmektedir. Kütübü’s-Sitte’de geçen 40
239
İbn Abdilberr, a.g.e, s. 78.
240
Hatib, a.g.e, s. 28; İbn Abdilberr, a.g.e, s. 78.
241
Zehebî, Mizan, III. 253.
242
Zehebî, a.g.e, I. 627.
243
Zehebî, a.g.e, II. 390.
244
Zehebî, a.g.e, I. 200.
58
rivayetin 30’u sahih, 2’si hasen, 8’i de zayıftır. Diğer muhtelif kitaplarda geçen 75
rivayetin 5’i sahih, 4’ü hasen, 60’ı zayıf ve 6’sı ise mevzudur. 245
Bizler tezimizde 115 merfu’dan sadece 26 tanesini inceledik. 26 rivayetten
10’u sahih, 10’u zayıf ve 6’sı da mevzudur. Bu 26 rivayeti seçerken de, özellikle
rivayetlerin metinlerine önem verdik. Rivayetin metninde sünnet kavramı veya bu
kavramı destekleyen herhangi bir karine bulduğumuzda, bu bizim için birer kıstas
olurdu. Diğer bir kıstasımız ise sahabenin sünnet kavramına ve sünnet olgusuna
verdiği önemi gösteren rivayetlerdir.
B) MEVKUF VE MAKTU’ RİVAYETLER
Müellifimiz merfu rivayetler yanında mevkuf, maktu ve daha sonraki
âlimlerin sünnet hakkındaki görüşlerini nakleder. Biz de bunlardan bir kısmını
incelemeyi uygun bulduk.
1- Hz. Ömer’in Zan ve Rey ile ilgili Görüşleri
Mevkuf rivayetlerin birisi Hz. Ömer’in şu sözüdür: ‘O, bir hutbesinde
müminlere şöyle seslenmiştir: “ Ey insanlar! Bir konu hakkında ancak Resulullah’ın
görüşü isabetli olabilir. Çünkü onun görüşünün isabetli olmasını sağlayan, Allah’tır.
Bizim görüşlerimiz ise sadece tahminden ibarettir.”246
Bu rivayetin senedi munkatı’dır. İbn Şihab ez-Zuhrî Hz. Ömer’e
yetişmemiştir. Ayrıca rivayetin metnine baktığımızda, özellikle reyi kötülemektedir.
Bilindiği üzere Hz. Ömer sahabenin en çok içtihad edenlerindir. Dolayısıyla bu
rivayete ihtiyatla yaklaşmaktayız.
Kaynaklarımızda Hz. Ömer’in gerek bazı mektuplarında ve gerekse bazı
talimatlarında sünnet veya sünnetlerden söz ettiğine dair bir takım haberler
mevcuttur. Suyutî bu mektuplardan birini ve ayrıca yine Hz. Ömer’den rivayet
edildiği söylenen bir rivayeti, sünnetin delilliğine kanıt göstermektedir. Şa’bi’nin
rivayetine göre Hz. Ömer (r.a.), Şurayh’a (ö.80) gönderdiği mektupta, “Zaruri bir
durumla karşılaşırsan Kur’an’a bak ve ona göre hüküm ver. Kur’an’da yoksa
Resulullah’ın (s.a.s) hükmünü uygula. Resulullah’ın da o konuda hükmü yoksa Salih
245
Bütün bu bilgilere Bedr b. Abdillah el-Bedr’in Miftahü’l-Cenne Üzerindeki çalışmasından
yararlanarak ulaşılmıştır.
246
Suyutî, Miftah, s. 35; Beyhakî, Sünen, X. 117; el-Medhal, s. 189; İbn Abdilberr, Cami’, s. 476.
59
kimselerin ve adil imamların hükmüne uy. Şayet bunlarda da aradığını bulamazsan
içtihat et” diye talimat vermiştir.247
Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşari ‘ye (ö. 44) yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“…Sonra sana Kur’an ve sünnette bulunmayan bir mesele arz olunduğunda, onu çok
iyi anla ve benzerlerini iyi tanıyarak kıyas yap ve sana göre Allah’ın rızasına uygun
ve hakka en yakın olan hükmü ver.” demektedir.248
Ma’mer’in Cami’sinde bu rivayet, şu şekilde geçmektedir: Katade’nin (ö.
118) anlattığına göre Hz. Ömer (ö. 23), Ebu Musa el’Eş’ari’ye yazdığı bir
mektubunda “ Ben, size Kur’an’ın emrettiklerini emrediyor, Hz. Muhammed’in
nehyettiklerini nehyediyorum. Size fıkha ve Sünnete uymanızı emrediyorum”
talimatını vermektedir.249
Yine Hz. Ömer’in başka bir rivayete göre aynı mektupta şöyle dediği
nakledilir: “ Hüküm verme; sağlam bir fariza, uyulan bir sünnettir. Hakkında Kur’an
ve Sünnet bulunmayan ve tereddüt ettiğin hususlarda anlayışla (ictihadınla) hareket
et.”250 Ancak bu mektubun sıhhati hakkında ciddi endişe ve eleştiriler bulunduğu için
biz, gerek bu rivayetlere ve gerekse lafızlara ihtiyatla yaklaşmaktayız.
Beyhaki ve Lalekai’nin (ö. 418) rivayetine göre Hz. Ömer bir sözünde,
“Kur’an ve sünneti kendi görüşlerine göre yorumlayanlardan uzak durun. Çünkü
onlar, sünnet düşmanıdır. Resulullah’ın hadislerini ezberlemekten aciz oldukları için
kendi görüşlerine uydular. Böylece hem kendileri saptılar, hem de başkalarını
saptırdılar” demiştir.251
Hz. Ömer’in bu son sözü, birkaç açıdan tartışılabilir. Öncelikle Hz. Ömer,
dört halifeden en çok rey’e başvuran kişidir. Kur’an’ın bütünlüğüne ters düşmeyecek
şekilde en çok ayetleri yorumlayan kişi yine odur. Ayrıca Hz. Ömer döneminde
hadislerin ezberletildiği herhangi bir kurum da yoktu. Bilakis Hz. Ömer’in, çok hadis
247
Suyuti, Miftah, s. 96; Nesai, Adabu’l-kudat, 11; Darimi, Mukaddime, 20; Beyhaki, Sünen, X. 110;
İbn Hazm, el-İhkam, VI. 29–30; Hatib, el-Fakih, I.492; İbn Abdilberr, Cami’, s.360–361.
248
İbn Kayyim, Şemsuddin Ebu Abdullah Muhammed Ebu Bekir, İ’lâmu’l-Muvakkiîn an Rabbi’lÂlemîn, Kahire, ty, I. 86.
249
Abdurrazzak, Musannef, XI. 213.
250
Darekutni, Ali b. Ömer, Sünen, Beyrut, 1986, IV. 206–7.
251
Suyuti, Miftah, s. 98; Beyhaki, el-Medhal, s. 191; İbn Hazm, a.g.e, VI.42; Hatib, a.g.e, I.454; İbn
Abdilberr, a.g.e, s. 476.
60
rivayet ettiği için Ebu Hureyre’ye kızdığını ve onu kırbaçladığı kaynaklarımızda
mevcuttur. Yine bu paragrafın ilk cümlesinde “Kur’an ve sünnet” geçerken ikinci
cümlede ise sadece “sünnet” geçmektedir. Bütün bunlardan sonra, bu rivayete
ihtiyatla yaklaşmaktayız ve bu rivayetin daha sonraki dönemlerde sünneti savunmak
için uydurulmuş olabileceği ihtimalini göz ardı edemeyiz.
2- Hz. Ali’nin Mest ile İlgili Sözü
Suyutî, eserinde dinde nassın önemli olduğunu ve nass dururken reye hacet
olmadığını ve dini reye göre yorumlarsak yanılabileceğimizi söyler ve şu rivayeti
nakleder: ‘Hz. Ali öyle söylemiştir: “Eğer din reye/ akla göre düzenlenecek olsaydı
mestlerin üstü değil, altı meshedilmesi gerekirdi. Hâlbuki ben Resulullah’ı mestlerin
üstünü meshederken gördüm.”252
Hz. Ali’den nakledilen bu rivayetin isnadı sahihtir. Bu rivayet aynı lafızlarla
hem Hz. Ömer hem de Hasan Basri tarafından nakledilmiştir. Yine mestle ilgili Hz.
Ali’den şu rivayet de nakledilmiştir: ‘ Ben, Hz. Peygamberin üstünü meshettiğini
görünceye kadar mestlerin altını meshetmeyi, üstünü meshetmekten daha faziletli
görüyordum.”253
Meshetmek ile ilgili diğer bir rivayet de Sa’d b. Ebi Vakas tarafından
nakledilmiştir. Kızının bildirdiğine göre, Sa’d’ın hem mestin üstünü hem de altını
meshedermiş.”254 Ayrıca İbn Ömer, Ömer b. Abdilaziz, Zührî, Malik b. Enes, İbn
Mübarek ve İmam Şafiî de aynı fikirdedirler.255
Bunlardan da anlaşılmaktadır ki Hz. Peygamber mestin üstünü ve altını
meshetmiştir. Bu sonucu özellikle İbn Ömer’in hem mestin üstünü hem de altını
meshetmesi desteklemektedir.
Hz. Ali’nin reyi kötüleyen kısmı, bizce daha sonraki dönemlerde Ehl-i Rey
ile Ehl-i Hadis tartışmaları sonucu Ehl-i Hadis tarafından eklenmiş olma ihtimali
yüksektir.
252
Suyutî, Miftah, s. 101; Ebu Davud, Tahare, 62; İbn Ebi Şeybe, a.g.e, I. 318; Darekutnî, Sünen, I.
199; Beyhakî, Sünen, I. 292; el-Medhal, s. 193; İbn Hazm, a.g.e, VI. 43.
253
Darekutnî, Sünen, I. 199;
254
Taberanî, Mucemü’l-Evsat, I. 451–454.
255
Taberanî, a.g.e, I. 451–454.
61
3- İmran b. Husayn ile Bir Şahıs Arasındaki Diyalog
Suyutî, eserinde sahabenin genelinin sünnetle ihticac ettiğini, buna karşılık
onlardan birkaç kişinin ise, sünnetin dinde delil olamayacağını söylediklerini
nakleder. Bu konuya ilişkin de İmran b. Husayn ile ismi belli olmayan bir şahıs
arasındaki şu diyalogu nakleder: “ İmran ve arkadaşları, ilim (hadis) müzakere
ediyorlardı. Aralarından biri, “Bunları bir tarafa bırakın da Allah’ın Kitabından
bahsedin” deyince İmran “Gerçekten sen ahmaksın! Allah’ın Kitabında namazın ve
orucun ayrıntısını bulabilir misin? Kur’an bunların esaslarını koyar, sünnet ise
ayrıntılarını açıklar” dedi.256
Bu rivayetin isnadları şöyledir:
Ebu Nadre → Ali b. Zeyd b. Ced’an → Mamer b. Raşid → Abdurrezzak257
ve İbn Mübarek.258
1- İmran b. Husayn, Hayber gazvesi sırasında Ebu Hureyre ile birlikte
Müslüman olmuştur. Hicri 52 yılında Basra da vefat etmiştir.259
2- Ebu Nadre, İbn Main, sika; İbn Sa’d, sika ve hadisi çok; Ahmed b. Hanbel,
sika ve İbn Hıbban Sikat’ta İnsanların en fasihiydi der. 108 veya 109 yılında vefat
etmiştir.260
3- Ali b. Zeyd b. Ced’an; İbn Sa’d, hadisleri çok olmasına rağmen zayıftır.
Onlarla ihticac olunmaz. Salih b. Ahmed, Ebu Zur’a ve Ebu Hatim, ‘leyse bil-kavî’
demişler. Ahmed b. Hanbel ‘daifu’l-hadis’; Yakub b. Şeybe, sika ve salihu’l-hadis
Tirmizî, Saduk; Nesai, zayıf; İbn Huzeyme, onunla ihticac olunmaz ve hıfzı kötü; İbn
Hıbban, Sikat’ta çok hata yapıyor ve bundan dolayı terk edilmeyi hak ettiğini
demişlerdir.261
4- Ma’mer b. Raşid el-Ezdî, Yemen’de iskan etmiş ve Hasan el-Basrî’nin
cenaze namazına katılmıştır. İbn Main, sika; Amr b. Ali, insanların en sadıkı; İclî,
aslen Basralı olup Yemen’de oturmuş, sika ve Salih bir adamdır demişlerdir. Yakub
256
Suyutî, Miftah, s. 128; Abdurrezzak, Musannef, XI. 255; İbn Abdilberr, Cami’, II. 191; İbn
Mübarek, ez-Zühd, I. 23. Beyhaki, Sünen, 2. 194.
257
Abdurrezzak, Musannef, XI. 255.
258
İbn Mübarek, ez-Zühd, I. 23.
259
İbn Hacer, et-Tehzib, VIII. 111.
260
İbn Hacer, a.g.e, X. 268.
261
İbn Hacer, a.g.e, VII. 283–284.
62
b. Şeybe sika ve salih; Nesai, sika ve me’mun; İbn Hıbban Sikat’ta fakih, hafız,
muttaki ve vera sahibidir demişler. 152 veya 153 yılında vefat etmiştir.262
5- Abdurrezak b. Hemam; Ahmet b. Hanbel, insanların en sağlamı; İbn Adî,
hadis ve kitapları çoktur. Hadisleri toplamak için seyahatler yapmış olup
Müslümanların imamı ve en sikasıdır. 126 yılında doğup 211 yılında vefat etmiştir
demişlerdir. Ebu Hatim, hadisleri yazılır ve kendisiyle ihticac olunur; Iclî, sika ve
Şiilikle itham edilmiş olduğunu nakletmektedirler. İbn Hıbban Sikat’ta on yer
vermiştir.263
Bu rivayetin senedinde bulunan ravilerden Ali b. Zeyd b. Ced’an dışındaki
diğer raviler sağlamdır. Ali b. Zeyd b. Ced’an ise zayıftır. Bundan dolayı bu isnad
zayıftır.
Bu isnadla rivayetin geçtiği ilk kaynak Mamer b. Raşid’in Cami’dir. Ayrıca
İbnu’l-Mübarek ez-Zühd’e ve Beyhaki Sünen’de bu rivayete yer verirler.
Mamer’in naklettiği isnadın metninde, İmran mecliste ilim müzakere ederken
ismi beli olmayan şahıs söze girer ve bize Kur’an’dan başka bir şey rivayet etme der.
İmran da adama sen ahmak mısın? Diye giriştikten sonra namazın ayrıntılarının
Kur’an’da bulup bulunmadığını sorar ve diyalog böylece biter. Beyhakî’nin metni
Ma’mer ile aynıdır. Fakat İbnu’l-Mübarek bu rivayeti Ma’mer’den nakletmesine
karşın metni tamamen farklıdır. Onun metninde namaz ayrıntılı anlatılmıyor ve
namazla beraber zekât ve hac da anlatılıyor.
İkinci varyantı ise şudur: ‘Habib b. Ebi Fadâle’nin naklettiğine göre; “
İmran b. Husayn bir mecliste şefaatten bahsetti. Orada bulunanlardan biri, İmran’a
‘Ey Ebu Nüceyd, bize bir takım hadisler naklediyorsun; ama biz Kur’an’da bunların
aslına rastlamıyoruz’ diyerek müdahale edince öfkelenen İmran ile aralarında şöyle
bir konuşma geçti:
-
Sen hiç Kur’an okudun mu?
-
Evet.
-
Peki, sen Kur’an’da yatsı namazının dört, akşam namazının üç, sabah
namazının iki, öğle ve ikindi namazının dört rekât olduğunu gördün mü?
-
Hayır.
262
İbn Hacer, a.g.e, X. 218–219.
263
İbn Hacer, a.g.e, VI. 278.
63
-
O halde siz bunları kimden öğrendiniz? Bizim Resulullah’tan
öğrendiğimiz hususları siz de bizden öğrenmediniz mi? Yine siz
Kur’an’da ‘her kırk koyundan biri, her şu kadar deveden bu kadarı zekât
olarak verilir. Şu paranın zekâtı bu kadardır’ diye yazılı olduğunu gördün
mü?
-
Hayır görmedim.
-
Peki, bizim Resulullah’tan öğrendiğimiz bu hususları siz de bizden görüp
öğrenmediğiniz mi? Kur’an’da ‘beytü’l-atik’i/ Kâbe’yi tavaf ediniz’264
buyruluyor. Fakat ‘Kâbe’yi yedi defa tavaf edip Makam’ın arkasında iki
rekât namaz kılınız’ buyrulduğunu gördün mü? Yoksa zekât memuru,
zekâta tabi hayvanları ayağına getirtemeyeceği gibi mal sahibinin de
hayvanlarını zekât memurundan kaçıramayacağı; ayrıca İslam’da
şiğar/değiş-tokuş yapmak suretiyle mehirsiz evlenilemeyeceği kuralının
Kur’an’da yazılı olduğunu mu gördün? Allah’ın Kur’an’da ‘Resul size ne
getirmişse onu alın, ne yasaklamışsa ondan kaçının’265 buyurduğunu
duymadın mı?
Kendisine itiraz eden adam böyle azarlayan İmran, ‘İşte bizim Resulullah’tan
öğrendiğimiz bazı şeylerden sizin haberiniz yoktur’ diyerek sözünü tamamladı.266
Bu versiyonun isnadları şöyledir:
Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah
el-Ensarî → Muhammed b. Merzuk → İbn Ebi Asım.267
Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah
el-Ensarî → Muhammed b. Beşşar → Ebu Davud.268
Habib b. Ebi Fadâle → Sard b. Ebi el-Münazele → Muhammed b. Abdillah
el-Ensarî → Muhammed b. Beşşar → Ahmed b. Zuheyr et-Tusterî → Yahya b.
Zekeriyya es-Sacî → Taberanî.269
264
22/ Hacc, 29.
265
59/Haşr, 7.
266
Suyutî, Miftah, s. 24–25; Beyhakî, el- Medhal ile’d-Delail, I. 25–26; Taberanî, Mu’cemü’l-Kebir,
XVIII. 219; Ebu Davud, Sünen, 2. 94; İbn Ebi Asım, es-Sunne, II.385–386.
267
İbn Ebi Asım, a.g.e, II.385–386.
268
Ebu Davud, a.g.e, 2. 94
269
Taberanî, Mu’cemü’l-Kebir, XVIII. 219.
64
1- Habib b. Fadlan ya da b. Ebi Fadale veya b. Fadale el-Malikî; İbn Main,
ona meşhur demiş; İbn Hıbban da onu Sikat’ta zikretmiştir.270
2- Sard b. Ebi el-Münazele; İbn Hıbban onu Sikat’ta zikretmiş; Ebu Davud
ise, onun bu rivayetten başka her hangi bir şey rivayet etmediğini söylemiştir.271
3- Muhammed b. Abdillah el-Ensarî; hadisleri çok az olup oldukça zayıftır.272
4- Muhammed b. Merzuk; İbn Hıbban Sikat’ta onu zikretmiştir.273
5- Muhammed b. Beşşar; İclî, sika ve hadisi çok; Ebu Hatim, saduk; Nesai,
salih; demişlerdir. Buharî, onun 252 yılında vefat ettiğini; İbn Hıbban Sikat’ta
hadisleri ezberleyip sonra da hafızasından onları naklettiğini söyler. Buharî ondan
200, Muslim ise, 460 hadis nakletmiştir.274
6- Ahmed b. Zuheyr et-Tusterî ve Yahya b. Zekeriyya es-Sacî’yi kaynaklarda
bulamadık.
Rivayetin bu varyantının ilk geçtiği kaynak Ebu Davud’un Sünen’idir. Ayrıca
İbn Ebi Asım ve Taberanî bu rivayeti nakletmişlerdir.
Ebu Davud’un naklettiği metinde, söze ilk başlayan İmran değil de ismi beli
olmayan adamdır ve İmran’a sen bize bir takım hadisler naklediyorsun. Biz onların
asıllarını Kur’an’da bulamıyoruz der. İmran adama kızarak, Kur’an’da zekâtı
ayrıntılı olarak bulabiliyor musun? Diye sorar. Adam hayır der. İmran da bunları
Resulullah’tan aldık der ve diyalog biter. İbn Ebi Asım’ın isnadı aynı olmasına
karşın metinde zekâtla ilgili herhangi bir kelime bulamıyoruz. Metin tamamen
namazı konu edinmiştir. Taberanî’nin naklettiği metin ise,
kendisinden önceki
bütün metinlerin harmanlanmasından ibarettir.
Üçüncü varyantı da şudur: “el-Hasan el-Basri’nin naklettiğine göre, İmran b.
Husayn, Nebi’nin (s.a.s) sünnetinden bahsediyordu. Adamın biri, ‘Ey Ebu Nüceyd,
sen bize Kur’an’dan anlatsana…’ deyince İmran, ‘Sen ve arkadaşların Kur’an
okuyorsunuz. Bana namazdan ve namazın rükünlerinden; altın, deve, inek ve diğer
mal cinslerinden verilecek zekât miktarını söyleyebilecek misiniz?’ diye sorduktan
270
İbn Hacer, a.g.e, II. 165.
271
Mizzî, a.g.e, XIII. 164–165.
272
İbn Hacer, a.g.e, IX. 246.
273
İbn Hacer, a.g.e, IX. 385.
274
İbn Hacer, a.g.e, IX. 61-62.
65
sonra Resulullah’ın zekât konusunda farz kıldığı hususları açıklayınca adam, ‘Beni
ihya ettin, Allah da seni ihya etsin’ dedi. El-Hasan el-Basri, bu adamın daha sonra
fıkıh ilminde yüksek bir mertebeye ulaşmış olarak vefat ettiğini söylemiştir.275
Bu rivayetin isnadları şöyledir:
el-Hasan el-Basri → Ukbe b. Halid eş-Şenî → Müslim b. İbrahim el-Ezdî →
Muhammed b. Halife → Ebu Bekr Muhammed b. Abdillah b. Ateb → Hâkim.276
el-Hasan el-Basri → Ukbe b. Halid eş-Şenî → Müslim b. İbrahim el-Ezdî→
Ali b. Abdilaziz → Taberanî.277
1- el-Hasan el-Basri; Süleyman et-Teymî, Basra halkının şeyhidir der. Eyyüb,
şu iki gözüm ondan daha fakihini görmedi; İbn Sa’d, âlim, fakih, sika, memun, abid,
nasik, ilmi çok ve fasih olduğunu; Iclî, tabii ve sika; İbn Hıbban Sikat’ta 120
sahabiden hadis rivayet ettiği ve Basra halkının en fasihi, güzeli ve fakihi olduğunu
zikreder.278
2- Ukbe b. Halid eş-Şenî, İbn Hıbban Sikat’ta ona yer vermiştir.279 İbn
Hacer280 ve Bağdadî281 kitaplarında ona yer vermelerine rağmen hakkında herhangi
bir yargıda bulunmazlar.
3- Müslim b. İbrahim el-Ezdî; İbn Main, sika ve me’mun; İbn Ebi Hatim, sika
ve saduk; Buharî, 222 yılında vefat ettiğini; İbn Sa’d, sika, çokça hadisi olduğu ve
Basra vefat ettiğini; İbn Hıbban ise, Sikat’ta muttakilerden olduğunu zikrederler.282
4- Muhammed b. Halife; Darekutnî, sika, 276 yılında vefat ettiği ve
rivayetleri müstakim olduğunu nakleder.283
275
Suyutî, Miftah, s. 73; Beyhaki, a.g.e, X. 272; Hâkim, el-Mustedrek, I. 109–110; Hatib, el-Kifaye, s.
15; el-Fakih; I. 237–238; Taberani, Mu’cemü’l Kebir, XVIII. 165.
276
Hâkim, a.g.e, I.109-110.
277
Taberani, a.g.e, XVIII. 165.
278
İbn Hacer, a.g.e, II. 231–234.
279
İbn Hıbban, Sikat, VII. 247;
280
İbn Hacer, a.g.e, VII. 213.
281
Bağdadî, Ahmed b. Ali b. Sâbit Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdâd, Beyrût, ty, VI.
444.
282
İbn Hacer, a.g.e, X.110.
283
İbn Hacer, a.g.e, IX. 132.
66
5- Ali b. Abdilaziz; ayrıca Ali b. Turab ve Ali b. Ebi Velid diye de bilinir. İbn
Hacer eserinde ona değinir fakat herhangi bir değerlendirmede bulunmaz. 284
Bu rivayeti, Taberanî ve Hâkim nakletmektedir. Metinde İmran, Hz.
Peygamber’den hadis rivayet ederken adam söze girer ve kendilerine Kur’an’dan
bahsetmesini ister. İmran da sen ve arkadaşların Kur’an’ı okuyorsunuz. Onda altın,
deve ve ineğin zekâtı ile ilgili bir şey bulabiliyor musunuz? Der. Adam sen beni ihya
ettin. Allah seni ihya etsin sözü ile diyalog sona eriyor.
Metinleri kronolojik olarak değerlendirdiğimizde karşımıza şöyle bir
manzara çıkmaktadır: Ma’mer’in rivayetinde mecliste ilim müzakere edilmekte; İbn
Mübarek’te hadis nakledilmekte; Ebu Davud’da söze ilk başlayan adam olduğunu;
İbn Ebi Asım ve Beyhakî ‘de ise meclisin Şefaatten bahsedildiği nakledilmektedir.
Metin başta muğlâk iken daha sonraları netlik kazanmaya başlamıştır. İlim – hadis şefaat şeklinde konular da özelleşiyor. Kanaatimizce İmran’ın camide arkadaşlarıyla
bazı konuları müzakere etmesi normaldir. Ancak hicri 52 de vefat eden İmran’in
arkadaşlarıyla şefaati tartışmaları için vakit çok erkendir. Şefaat daha sonraki kelami
tartışmalar ile gündeme gelmiştir.
Bu diyalogun bir benzerini de Şafiî ile bir şahıs arasında yaşanmıştır.
Dönemin konjonktürüne göre bu şahıslara mezhep tayin edilmiştir. İmran ile bir
şahıs arasındaki diyalogda mezhep söz konusu değilken, Şafiî ile şahıs arasında
geçen diyalogda şahıs Mutezilî olmakta, daha sonra Suyutî döneminde ise bu şahıslar
Rafızî olabilmektedir. Bu da bize göstermektedir ki, sünnete karşı çıkan şahıslar,
kendi dönemlerinde hangi mezhep meşhur ise onunla itham edildikleridir.
4- Abdullah b. Ömer’in Sözleri
Müellifimiz, eserinde Hz. Peygamber’in aşığı ve takipçisi olan Abdullah b.
Ömer’in sözlerine de yer vermektedir. Onun sözlerinden iki tanesini buraya alıp
incelemeyi uygun gördük. İşte onun sözlerinden ilki: ‘İbn Ömer’in “İnsanlar Hz.
Peygamber’in izinden ayrılmadığı sürece doğru yoldadır” dediği rivayet edilir.’285
Başka bir yerde de şu sözünü nakleder: ‘İbn Ömer, İlmin şu üç şeyden ibaret
284
İbn Hacer, a.g.e, VII. 316.
285
Suyutî, Miftah, s. 101; Beyhakî, el-Medhal, s. 194; İbn Abdilberr, a.g.e, s. 480.
67
olduğunu söylemiştir; Allah’ın Kitabı, Sahih sünnet ve bilgi sahibi olunmayan bir
meseleyle karşılaştığında “ Bilmiyorum” demektir.286
Birinci sözün senedi şöyledir:
Abdullah b. Ömer → Muhammed b. Sîrîn → Abdullah b. Avn → Ezheri b.
Sa’d → Muhammed b. Süleyman b. Habib → Ali b. Said el-Askerî → Ebu
Muhammed b. Hayân → Ebu Bekr b. Haris el-Isbehanî.
1- Abdullah b. Ömer; küçük yaşta Müslüman olmuş, Bedir, Uhud, Hendek
gazvelerini görmüş, Rıdvan biatına katılmış ve sonraki tüm gazvelere katılmış bir
sahabidir. Hz. Hafsa, Resulullah’tan onun salih bir adam olduğunu işittim der. Malik,
60 yıl insanlara fetva verdiğini söyler. İbn Yunus, onun Mısır’ın fethine şahit
olduğunu; Ebu Nuaym, savaşta kuvvetli, abid birisi ve Hz. Peygamber’in sünnetine
sıkı sıkıya bağlı olduğunu zikreder.287
2- Muhammed b. Sîrîn Ebû Bekr; Basralı ve Enes b. Malik’in mevlasıdır.
Ahmed b. Hanbel sikâttan; Yahya b. Maîn sika, Ebû Zur’a Basralı ve sika
demektedir.288 Iclî, Basralı, tabii ve sika; Muhammed b. Sa’d, sika, me’mûn, âli, rafî
ve fakih demektedir.289 110’da vefat etmiştir.290
3- Abdullah b. Avn; İbn Mehdi, Irak’ta ondan sünneti daha iyi bilen yoktur;
Ebu Hatim, sika; İbn Sa’d, sika, hadisi çok ve vera sahibi; Nesai, sika ve me’mun;
İbn Hıbban ise, Sikat’ta abid, fazilet ve vera sahibi, nasik, sünnete bağlı ve Ehl-i
Bid’ata karşı şidetli olduğunu nakleder. 151 yılında vefat etmiştir.291
4- Ezheri b. Sa’d; İbn Sa’d, sika; İbn Kanî, sika ve me’mun demişlerdir. İbn
Hıbban da onu Sikat’ta zikreder.292
286
Suyutî, Miftah, s. 119; Taberanî, Mu’cemu’l-Evsat, II. 7; Hatib, el-Fakih, II. 366; İbn Abdilberr,
Cami’, s. 311; Heysemi, a.g.e, I. 172.
287
İbn Hacer, a.g.e, V. 287–288.
288
İbn Ebî Hatim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim b. Muhammed b. İdris el-Munzir er-
Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, Beyrut, 1371–1952, VII. 280.
289
290
Mizzî, a.g.e, XV. 350.
Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, Beyrut,
1406/1986, IV. 621.
291
İbn Hacer, a.g.e, V. 303–304.
292
İbn Hacer, a.g.e, I. 177.
68
5- Muhammed b. Süleyman b. Habib; Ebu Hatim, salih, saduk, sika ve
‘salihu’l-hadis’; Nesai, sika derler. İbn Hıbban da Sikat’ta ona yer verir. 245 yılında
vefat etmiştir.293
6- Ali b. Said el-Askerî; Isbehan’da 300 yılında vefat etmiştir.294
7- Ebu Muhammed b. Hayân el-Isbehanî ve Ebu Bekr b. Haris el-Isbehanî
kaynaklarda bulamadık.
Bu sözün senedinde bulunan bütün raviler sağlamdır.
İkinci rivayetin senedi şöyledir:
Abdullah b. Ömer → Nafi’, Mevla İbn Ömer → Malik b. Enes → Ömer b.
Husayn → İbrahim b. el-Münzir → Ahmed b. İbrahim b. Muhammed Ebu
Abdilmelik.
1- Nafi’ Mevla İbn Ömer; ibn Sa’d, sika ve hadisi çok; Buharî, en sahih
isnadın Abdullah b. Ömer → Nafi’, Mevla İbn Ömer → Malik b. Enes olduğunu
belirtir; Nesai, sika demiştir. Nafi’nin 117,119 ya da 120 vefat ettiği nakledilir. elHalilî, Medine’deki Tabiilerin imamı olduğunu nakleder.295
2- Malik b. Enes; İbn Sa’d, sika, me’mun, sağlam, vera sahibi, fakih, âlim ve
huccet olduğu ve 179 yılında vefat ettiğini; Şafiî, tabiinden sonra Allah’ın yarattığı
huccet; Nesai, tabiinden sonra en sağlam ve en güvenilir hadislerin onun hadisleri
olduğunu; İbn Hıbban Sikat’ta, Medine fakihlerinden olduğunu, sahihler dışında
rivayetlerinin olmadığını; fazilet ve nüsk sahibi sika kişiler dışında kimseden hadis
rivayet etmediğini zikreder.296
3- Ömer b. Husayn; metruk olduğu nakledilmiştir.297
4- İbrahim b. el-Münzir; Salih b. Muhammed ve Ebu Hatim saduk ve
Medine’de vefat ettiğini; Darekutnî, sika demişlerdir. İbn Hıbban Sikat’ta ona yer
verir.298
5- Ahmed b. İbrahim b. Muhammed Ebu Abdilmelik; İbn Asakir, sika
olduğunu; Nesai ise bir sorunu olmadığını naklederler.299
293
İbn Hacer, a.g.e, IX. 176.
294
Zehebî, Tabakatu’l-Muhaddisin, III. 559.
295
İbn Hacer, a.g.e, X. 368–369.
296
İbn Hacer, a.g.e, X. 5–7.
297
Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, V. 171.
298
İbn Hacer, a.g.e, I. 145.
69
Zehebî, Nubela’da bu sözün Merfu olanı da nakleder ve mevkuf olanı daha
sağlam olduğunu zikreder.300
Bu rivayetin senedinde Ömer b. Husayn bulunduğundan bu rivayet zayıftır.
Bütün bunlardan sonra, bilindiği üzere Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber’in
sünnetine en fazla rağbet eden sahabidir. Hz. Peygamber’in en ufak bir hatırasını bile
sünnet olarak algılamaktadır.301
5- Muhammed b. Sîrîn’in (ö. 110) İsnad ile İlgili Sözü
Suyutî, eserine hadis alanında meşhur olan imamların sözlerini de almıştır.
İçinde sünnet ve bid’at kelimeleri geçtiğinden dolayı müellifimiz kitabında sünnete
delil göstermiştir. Rivayet şöyledir: ‘Müslim, İbn Sîrîn’in şöyle dediğini rivayet eder:
“Geçmişte insanlar, hadislerin isnadını araştırmaya gerek duymazdı. Fakat fitne
ortaya çıkınca isnada önem verildi ve artık sünnet ehli olan ravilerin hadisleri alındı;
bidatçilerin hadisleri terk edildi.”302
Rivayetin metnine bakacak olursak iki şey dikkatimizi çekmektedir.
Bunlardan birisi rivayetin geçtiği en erken kaynak olarak Yahyâ b. Maîn’in tarihinde
« ehlu’s-sunne » ve « ehlu’l-bid’a » kavramının yer almamasıdır. Diğeri ise
Kifâye’de yer alan rivayetlerden birisinde ehlu’s-sunne tabirinin sâhibu’s-sunne
olması, ehlu’l-bid’a kelimesinin ise hiç geçmemesidir. Belki Kifâye’den çok önceki
kaynaklarda bulunan rivayetler « ehlu’s-sunne » ve « ehlu’l-bid’a » kelimesini
içerdiği ve el-Hatîb el-Badâdî’nin ravileri sadece Tarîhu Bağdâd’da yer aldığı için
pek önem arzetmeyebilir. Fakat ilk kaynak olan Yahyâ b. Maîn’de yer almaması
oldukça önemlidir. Ancak Yahyâ’da metnin geçiş şekline bakarsak, sanki rivayetin
evveli verilerek rivayetin tamamına işaret edilmektedir. Çünkü rivayet aktarılırken
rivayetin aktarılması gayesi güdülmemekte, sadece İsmail b. Zekeriyyâ’nın tek
kaldığı rivayetlere atıf yapılırken rivayete değinilmektedir. Metinde İsmâîl b.
Zekeriyyâ’nın tek kaldığı söylenen rivayetleri diğer kaynaklarda araştırmamıza
299
İbn Hacer, a.g.e, I. 9.
300
Zehebî, Nubela, XV. 61.
301
Bknz. Bünyamin Erul’un doktora tezine.
302
Suyutî, Miftah, s. 84; Muslim, Mukaddime, 5; Darimî, Mukaddime, 38; Hatib, el-Kifaye, s. 122;
Ukaylî, Duafa, I. 11.
70
rağmen bulamadık. Eğer bu rivayetlere ulaşsaydık, rivayetlerin Yahyâ’da geçenden
farklı oluşuna veya olmayışına göre bu konuda daha sağlam bir kanaate ulaşılabilirdi.
Ancak rivayetin incelenmesi sonucunda bizde
oluşan kanaati söylemek
gerekirse, o da ehlu’s-sunne ve ehlu’l-bid’a kelimesinin İbn Sîrîn tarafından
söylendiğidir. Zira rivayetin bu iki ibareyle Muslim, Ahmed gibi erken kaynaklarda
geçmesi ve diğer kaynaklarda da bu ibarelerin yer alması, Yahya’da geçen rivayetin
ise rivayetin tamamını vermekten çok rivayete işaret eder konumda olması bu
kanaate sevketmektedir.
6- Hassan b. Atiyye’nin Sözü
Suyutî, eserine sünnete delil olarak maktu’ rivayetleri de almıştır. İşte
onlardan biri, tabiûnun büyüklerinden Hassan b. Atiyye’nin şu gelen sözüdür:
“Hassan b. Atiyye (ö. 120/738) “Cebrail, Resulullah’a Kur’an’ı getirip öğrettiği gibi
sünneti de getirip öğretirdi” demiştir.303
Bizce bu söz, Hassan’ın Hz. Peygamber’i yorumlamaktan öteye bir şey ifade
etmez. Onun Hz. Peygamber’i böyle yorumlamasına 53. Necm süresinde geçen şu
ayet sebep olmuş olabilir: “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri)
vahyedilenden başkası değildir.”304 Kanaatimizce bu ayet, sünnete değil, bilakis
Kur’an’a (vahye) işaret etmektedir. Ayetin öncesinde ve sonrasında geçen ayetlerle
beraber değerlendirdiğimizde kanaatimiz daha da güçlenmektedir. Ayrıca Onun
çağdaşı olan diğer imamların da bu tür sözlerinin bulunduğuna şahit oluyoruz.
7- Süfyan Sevrî’nin Sözleri
Müellifimiz hadis alanında söz sahibi olan âlim ve imamlardan rivayetler
nakletmektedir. Süfyan es-Sevrî’nin (ö.161/778) şu gelen sözleri bu rivayetlerdendir.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiş: “İlim, sünnet bilgisinden ibarettir.”305 Başka yerde ise;
“Niyeti halis olan bir kimse için hadis öğrenmekten daha faziletli bir amel
bilmiyorum.”306 Son olarak onun şu sözünü nakleder: “Melekler gökyüzünün,
hadisçiler ise, yeryüzünün bekçileridir.”307
303
Suyutî, Miftah, s. 38; Darimî, Mukaddime, 48; İbn Abdilberr, Cami’, s. 563; Hatib, el-Kifaye, s. 12;
el-Fakih, I. 267; Ebu Davud, el-Merasil, 1;Abdullah b. Mübarek, ez-Zühd, I. 23.
304
53. Necm, 3-4.
305
Suyutî, Miftah, s. 102; Beyhakî, a.g.e, s. 200; Ebu Nuaym, a.g.e, VI. 367, VII. 57; İbn Abdilber, el-
Cami’, II. 34, 137.
306
Suyutî, Miftah, s. 107; Beyhakî, a.g.e, s. 309; Hatib, a.g.e, s. 81; İbn Abdilber, el-Cami’ s. 52.
71
Süfyan hadiste âlim bir şahıstır. Onun döneminde kendisi ve çağdaşları
hadisleri toplama ve tedvin etmede seferberlik başlatmışlardır. Bu gibi sözleriyle de
tedvin işlerine hız vermiştir.
8- Genel Değerlendirme
Müellifimiz kitabında mevkuf, maktu’ ve daha sonraki âlimlerin sözlerinden
oluşan toplam185 rivayet nakletmiştir. Bunlardan 75’i mevkuf, 40’ı maktu’ ve 70’i
de daha sonraki imam ve âlimlere aittir. 75 mevkuf rivayetten sadece 15’i Kütübü’sSitte’de geçmektedir. Kütübü’s-Sitte’de geçen rivayetlerin 13’ü sahih ve 2’si zayıftır.
Mevkuf rivayetlerin 58’i ise, Kütübü’s-Sitte dışındaki diğer kitaplarda geçmektedir.
Bunlardan 20’si sahih, 6’sı hasen ve 32’si ise zayıftır. Mevkuf rivayetlerden 2
tanesinin kaynağını bulamadık.
40 maktu’ rivayetten bir tanesi Kütübü’s-Sitte de bulunmakta olup o da
sahihtir. 36’sı diğer kitaplarda olup bunların 15’i sahih 21 tanesi ise zayıftır. Maktu’
rivayetlerin üç tanesinin kaynağını bulamadık.
Geri kalan 70 rivayet ise, mezhep imamları, daha sonraki âlimlerin ve
mutasavvıfların sözlerinden oluşmaktadır.308
307
308
Suyutî, Miftah, s. 152; Zehebî, Nübela, VII. 274.
Bütün bu bilgilere Bedr b. Abdillah el-Bedr’in Miftahü’l-Cenne Üzerindeki çalışmasından
yararlanarak ulaşılmıştır.
72
SONUÇ
Suyutî’nin eseri sünneti hadislerle temellendirilme konusunda ilk derli-toplu
kitaptır. Ondan sonra sünnetin dindeki konumunu konu alan kitaplar hep ondan
yararlanmışlar ve onu kaynak göstermişlerdir. Türkçeye beş defa çevrilmiş olmasına
rağmen, kitaba herhangi bir eleştiri yöneltildiğine rastlamamaktayız.
Müellif merfu, mevkuf, maktu’, sahih, zayıf, mevzu rivayetleri diğer bir
ifadeyle her ne bulduysa kitabına almıştır. Muhtemelen teliflerinde görülen bu
tavrından dolayı, müellif hakkında “Hâtıbu’l-leyl” (karanlık bir gecede odun
toplayıcısı) denilmesine sebep olunmuştur.
Bu çalışmamızda Suyutî’nin eserinde geçen rivayetlerden bir kısmını
inceledik. Sonuçta eserde zayıf hata mevzu denilebilecek rivayetlerin bulunduğunu
tespit ettik. Tabi bu tespitimiz sünnetin dindeki yeri tartışmaya açmak veya sünneti
sünnetle temellendirilmesine karşı çıkmak değildir.
Sünneti Sünnetle temellendirmek önemlidir. Fakat yeterli değildir. Sünneti
Kur’an ve Fiili Sünnetle desteklemek gerekir. Örneğin namaz fiil bir sünnettir ve
güçlü bir delildir.
Hadis ve sünnetin İslam hukukunun asli bir kaynağı olduğunda da şüphemiz
yoktur. Ancak bu prensibe teorik dayanak olarak ileri sürülen rivayetlerin incelemesi,
gerek Hadis tarihi, gerekse hadislerin yorumlanması bakımından önemli sonuçlar
ortaya koymuştur. Bu rivayetlerin bazılarında sübut bakımından ciddi problemler
olduğu, delil gösterildikleri konuya delaletleri bakımından da açık olmadıkları
anlaşılmaktadır. Bu durum, bu nevi haberler söz konusu olunca, alışkanlık olduğu
üzere rivayet tarihi ve rivayet kaynakları ile ilgili genel geçer kabullerin pek de
gerçekçi olmadığını göstermektedir.
Özellikle farklı sahabilerin değişik tutumlarının sonrakilerce yorumlanarak,
Hz. Peygamber döneminde karşılığı bulunan kimi rivayetlere eklemlendiği ve
böylece terviç edildiği sezilmektedir. Bu rivayetler, tarih boyunca haberlerin nasıl
bağlamından kopartılarak anlaşıldığına ve yorumlandığına da iyi birer örnektir.
Tüm bunlardan sonra Sünnet güçlü bir delildir ve onu temellendirirken de
güçlü delillere ihtiyaç vardır. Zayıf ve mevzu rivayetlerle onu desteklemeye
çalışmak, bu güçlü delillin kıymetini azaltır ve Sünnete delil göstereyim derken, onu
daha da güçsüzleştiririz.
73
KAYNAKÇA
Abdurrezak b. Hemam, el- Musannef, (thk: Habiburrahman el-A’zamî), Beyrut, ty.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I-VI, 2. baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992.
Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, Beyrut, 1975.
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, Birleşik, 1992.
Sahabe Devri Siyasi Hadiselerinin Kelami Problemlere Etkileri, İstanbul,
Birleşik, 1992
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Sufyan, Ankara, 1990,
Bacî, Ebu Velid Süleyman b. Half, İhkamu’l-Fusul fi Ahkami’l-Usul, Beyrut,
1989/1409.
Bağdâdî, Ahmed b. Ali b. Sâbit Ebû Bekr el-Hatîb el-Bağdâdî, Tarîhu Bağdâd,
Beyrût, Dâru’l-Kutubu’l-İlmiyye, ty.
Bağdadî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed, el-Farku Beyne’l-Firak, Beyrut, 1990,
trc: Mezhepler Arasındaki Farklar, trc. E. Ruhi Fığlalı.
Beyhakî, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali,
Kitabu’s-Süneni’l-Kebir,
Haydarabad, 1344.
Delailu’n-Nübüvve ve Marifeti Ahvali Sahibi’ş-Şerîa, Beyrut, 1405/1985.
el-Medhal ile’-Suneni’l-Kubra, Kuveyt, ty.
Buharî, Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Câmıiu’s-Sahih, I-VIII, 2. Baskı,
İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992.
Çakın, Kamil, Hadis İnkârcıları, Ankara, Seba Yayınları, 1998.
Darekutni, Ali b. Ömer, es-Sünen, Beyrut, 1986.
Darimî, Ebu Muhammed Abdillah Abdirrahman, es-Sünen, I-II, 2. Baskı, İstanbul,
Çağrı Yayınları, 1992.
Dümeynî, Misfer Azmullah, Mekâyîsu Nakdi Mutûni’s-Sünne, Riyad, 1984, trc:
Hadiste Metin Tenkidi Metodları, (trc: İlyas Çelebi, Adil Bebek, Ahmet
Yücel), İstanbul, Kitabevi, 1997.
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, es-Sünen, I-V, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları,
1992.
Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-İsbahanî, Hılyetü’l-Evliya ve Tabakatu’lAsfiya, Mısır, 1395/1975.
74
Ebu Rayye, Mahmud, Advâ ala’s-Sunneti’l- Muhammediyye, Kahire, ty; trc:
Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, (trc: Muharrem Tan) İstanbul,1988.
Ebu Ya’la, Ahmed b. Ali el-Mevsılî, el-Müsned, Beyrut, 1409/1989.
Ebu Zehra, Muhammed, İslam Hukuku Metodolojisi, (trc: Abdulkadir Şener),
Ankara, T.D.V. Yay, 1990.
Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, T. D. V. Yayınları, 2000.
Hz. Peygamber’e Kur’an Dışında Vahiy Geldiğini İfade Eden
Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi, İslamiyat Dergisi, C: 1, S:1, 1998.
Fesevî, Ebû Yusuf Yakub b. Süfyan, Kitabu’l-Marife ve’t-Tarih, Medine,
1410/1990.
Gazali, Hamid, el-Mustasfa Min İlmi’l-Usul, Bulak, Matbaa-i Emiriyye, 1322.
Güner, Osman, Hadis Rivayeti Açısından Sahabeye Yönelik Bazı Eleştirilerin
Tahlili, Ankara, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, 2003.
Ebu Hureyre’ye Yönelik Eleştiriler, İstanbul, İnsan Yayınları, 2001.
Hâkim, Ebu Abdillah Hakim en-Neysaburî, el-Mustedrek Ala’s-Sahiheyn, Beyrut,
ty.
Hamude, Tahir Süleyman, Celaluddin es-Suyutî, Beyrut, el-Mektebu’l İslamî, 1989.
Hansu, Hüseyin, Mutezile’nin Sünneti İnkâr Ettiğine Dair İddialar Üzerine,
İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri, Sempozyum Tebliğleri,
Ankara, T.D.V.Yayınları, 2003.
el-Hatib, Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Bağdadi, el-Kifaye fi İlmi’r-Rivâye, (thk:
Ahmed Ömer Haşim) Beyrut, 1986.
Şerefu Ashabi’l-Hadis, (thk: M. Said Hatiboğlu), 2. Baskı, Ankara, D.İ.B.
Yayınları, 1991.
el- Fakih ve’l-Muteffakih, Beyrut, 1980.
Hatiboğlu,
İbrahim,
Çağdaşlaşma
Dönemi
Metodolojik
Hadis
Tenkidi
Yöntemlerinin Mahiyeti, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri,
Sempozyum Tebliğleri, Ankara, T.D.V.Yayınları, 2003.
Heysemî, Nureddîn Ali b. Ebi Bekr, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid,
Beyrut, 1387/1967.
İbn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf en-Nemerî, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlih, Beyrut,
ty.
75
İbn Adî, Abdullah b. Adî b. Abdullah b. Muhammed Ebû Ahmed el-Curcânî, elKâmil fi Duafâi’r-Rical, (thk. Yahya Muhtâ Ğazâvî) Beyrut, Daru’l-Fikr,
1988/1409.
İbn Ebî Hatim, Ebû Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hatim b. Muhammed b. İdris
el-Munzir er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, Beyrut, 1371/1952.
İbn Ebi Şeybe, Abdullah b. Muhammed, el-Musannef fi’l-Ehâdis ve’l-Asar, Beyrut,
1409/1988.
İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali el-Askalânî, Lisânu’l-Mîzân, Beyrut,
Muessetu’l-A’lemî li’l-Matbûât, 1986/1406.
el-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâid-i’l-Mesânî’s-Semânîye, Beyrut, ty.
Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Kahire, 1407.
Tehzibu’t-Tehzib, Beyrut, ty.
el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Mısır, 1328.
İbn Hazm, el-İhkam fi Usuli’l Ahkam, Mısır, 1345.
İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim el-Bustî, Meşâhîru Ulemâu’l-Emsâr,
Beyrut, Daru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, 1959.
es-Sikât, (thk. Seyyid Şerafuddîn Ahmed), Dâru’l-Fikr, 1395/1975.
el-Mecrûhîn
min’e-l-Muhaddisîn
ve’d-Duafâ
ve’l-Metrûkîn,
(thk.
Mahmûd İbrahim Zâyid), Beyrut, 1412/199.
es-Sahih, Beyrut, 1407/ 1987.
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebevyye, Beyrut, ty.
İbn Huzeyme, Ebu Bekr Muhammed b. İshak, es-Sahih, b.y, 1395/1975.
İbn Kayyim, Şemsuddin Ebu Abdullah Muhammed Ebu Bekir, İ’lâmu’l-Muvakkiîn
an Rabbi’l-Âlemîn, Kahire, ty.
İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, es-Sünen, I-II, 2. Baskı, İstanbul,
Çağrı Yayınları, 1992.
İbn Main, Yahya b. Main Ebu Zekeriyya, Tarihu İbn Main Mekke, 1979/1399.
İbn Manzur, Ebu Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanu’l Arab, Beyrut, 1955.
İbn Salah, Ebi Ömer Osman b. Abdurrahman, Mukaddimetu İbnu’s-Salah fi
Ulumi’l-Hadis, Beyrut, 1978.
İbnü’l Esir, İzzüddin Ebu’l-Hasan Ali Muhammed, Usdu’l-Gabe fi Marifeti’sSahabe, Mısır, 1280.
76
Keleş, Ahmet, Hadislerin Kur’an’a Arzı, İstanbul, İnsan Yayınları, 1998.
Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde İslam, 5. Baskı, Ankara Okulu Yayınları
Ankara, 2000.
İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara, Ankara Okulu yayınları,
1999.
Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara, Kitabiyat, 2002.
Kramers, J. H, Rafızî maddesi, İA, I-XII İstanbul, M.E. B. Yayınları, 1954.
Kutluer, İlhan, Hikmet maddesi, DİA, I-XXIX, Ankara, T.D.V.yayınları, 2005.
Malik b. Enes, el-Muvatta, I-II, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992.
Mevdudi, Ebu’l Ala, Tefhimu’l Kur’an, (trc: Komisyon), İstanbul, İnsan Yay, 1986.
Muslim, Ebu Hasan Muslim b. Haccac, el-CÂmiu’s-Sahih, I-III, 2. Baskı, İstanbul,
Çağrı Yayınları, 1992.
Mizzî, Cemâluddîn Ebu’l-Haccâc Yusuf, Tehzîbu’l-Kemal fî Esmâi’r-Ricâl, (tah.
Beşşâr Avâr Ma’rûf ), Beyrût, 1400/1980.
Nesai, Ebu Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sünen, I-VIII, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı
Yayınları, 1992.
Öz, Mustafa, Ehl-i Beyt maddesi, DİA, I-XXIX, Ankara, T.D.V.yayınları, 2005.
Özafşar, M. Emin, Polemik Türü Rivayetlerin Gerçek Mahiyeti, İslamiyat Derg.
C: I, S: III, 1998.
Polat, Selahattin, Din, Vahiy ve Peygamberlik ışığında Hadis ve Sünnetin
Mahiyeti, İslam’ın Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri Sempozyum
Tebliğleri, Ankara, T.D.V. Yay, 2003.
Ragıb el-İsfahani, el-Mufredatu Ragib el-İsfahanî fi Garibi’l-Kur’an, Mısır, 1322.
Râmehürmüzî, Hasen b. Abdirrahman, el-Muhaddisu’l-Fasıl beyne’r-Ravî ve’l-Vaî,
Beyrut, 1404/1984
Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebi Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut,
1973/1393.
Sobernheim, M, Suyutî maddesi, İA, I-XII, M.E. B. yayınları İstanbul, 1954.
Suyutî, Celaluddin, Miftahu’l Cenne fi’l İ’tisami bi’s-Sunne, (thk: Bedri b.
Abdullah el-Bedr), Küveyt, Dar’n Nefais, 1993.
Miftahu’l Cenne fi’l İhticaci bi’s-Sünne, (thk: Seyyid Cemalî), Kahire,
Mektebetü’l Sekafeti’l Diniye, ty.
77
Sünnetin İslam’daki Yeri, (trc: Enbiya Yıldırım), İstanbul, Rağbet
Yayınları, 2000.
Sünnetin Din’deki Yeri, (trc: Emin Aşıkkutlu), İstanbul, Nesil Yayınları,
2001.
Husnu’l-Muhadara, Mısır, Matba’tu İdareti’l-Vatan, 1299.
el-İtkan fi Ulumi’l Kur’an (trc: Sakıp Yıldız, Hüseyin Avni Çelik),
İstanbul, 1987.
Şafiî, Muhammed b. İdris, el-Ümm, Kahire, 1307/1987.
er-Risale, (trc: Abdulkadir Şener, İbrahim Çalışkan), Ankara, T.D.V.
Yayınları, 1997.
Şatıbî, Ebu İshak, el-Muvafakat, (trc: Mehmet Erdoğan), İstanbul, İz Yayıncılık,
1999.
Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu’cemu’l-Kebir, Musul, 1984
el-Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 1415/1995.
el-Mu’cemu’s-Sağir, Beyrut, 1403/1983.
Tahanevi, Muhammed Ali el-Faruki,
Keşşafu Istılahati’l-Funun, Kahire,
1963/1382.
Taştan, Osman, İslam Hukukunda Sahabi Otoritesinin Kaynağı ve Niteliği, İslami
Araştırmalar Derg, C: VIII, S: II,
Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, I-V, 2. Baskı, İstanbul, Çağrı
Yayınları, 1992.
Ukaylî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Amr b. Mûsâ b. Hammâd, Kitâbu’d-Duafâi’lKebîr, Beyrut, 1404/1984.
Ünal, İsmail Hakkı, Seçmeci ve Eleştirel Yaklaşım veya Hz. Peygamber’i
Anlamak, İslami Araştırmalar Dergisi, Hadis-Sünnet Özel sayısı, C: X, S:IIII, 1997.
Vakıdî, Muhammed b. Ömer b. Vakıd, Kitabu’l-Mağâzî, Beyrut, 1984/1404.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty, Eser Yayıncılık, I-IX.
Yıldırım, Enbiya, Sünnet veya Rivayet Karşıtı Söylemlerin tarihi, İslam’ın
Anlaşılması Sünnetin Yeri ve Değeri,
T.D.V.Yayınları, 2003.
78
Sempozyum Tebliğleri, Ankara,
Zehebî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ,
Beyrût, 1406/1986.
Mîzânu’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (tah. Ali Muhammed Mu’avvad ve Âdil
Ahmed Abdu’l-Mevcûd), Dâru’l-Kutubu’l-Ilmiyye, Beyrût, 1416–1995.
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîl ve
Uyûnu’l-Ekâvîli fî Vechi’t-Te’vîl, Matbau’ş-Şerife, ty.
Zerkeşi, Bedrüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah, el- İcâbe li-îrâdi
Ma’stedrakathu Aişe ala’s-Sahabe, Beyrut, 1970; Hz. Aişe’nin Sahabeye
Yönelttiği Eleştiriler, (trc: Bünyamin Erul), Ankara, Kitabiyat, 2000.
et-Tezkire fi’l Ehâdisi’l-Müştehira, Beyrut, 1406/1986.
Zeyveli, Hikmet, Kur’an ve Sünnet Üzerine, Ankara, Bilgi Vakfı Yayınları, ty.
79
TEZİN ÖZET
Tezimiz giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tezin önemi,
amacı, metodu ve planı konusunda bilgiler verilmektedir. Ayrıca Sosyal, Siyasal ve
İlmi açıdan Suyutî Dönemi başlığı altında Suyutî’nin yaşadığı dönemin sosyal,
siyasal ve ilmi hayat hakkında bilgiler verildi. Suyutî Hayatı başlığı altında
Suyutî’nin kısaca hayatına değindik. Suyutî’nin Eserleri başlığı altında ise,
Suyutî’nin pek çok konuda oldukça fazla eserleri olduğunda, sadece hadis alanında
yazdığı ve bu gün basılmış olan eserlerine yer verildi.
Birinci bölümü, Miftahu’l-Cenne’nin Tanıtımı ve Miftahu’l-Cenne’nin İçeriği
adlı başlıklarla ikiye bölündü. Miftahu’l-Cenne’nin tanıtımı şu alt başlıklara bölündü:
1- Kitabın Yazılış amacı başlığı altında Müellifin kitabı niçin yazdığına değinildi. 2Suyutî’nin Kitaptaki Yöntemi başlığı altında müellifin eserdeki yöntem ve üslubuna
dair bilgiler verildi. 3- Kitabın Kaynakları alt başlığında Suyutî’nin eserini yazarken
yararlandığı kaynaklara yer verildi. 4- Kitap Üzerinde Yapılan Çalışmalar alt
başlığında ise Miftah üzerinde günümüzde yapılan Arapça ve Türkçe çalışmalar
hakkında bilgiler verildi.
Miftahu’l-Cenne’nin içeriğini aşağıda zikredilen alt başlıklar altında
incelendi: 1- Hz. Peygamber ile İlgili Ayetlerin Değerlendirilmesi başlığı altında Hz.
Peygamber ile ilgili ayetler incelendi. 2- Kur’an’da Hikmet Kavramı alt başlığında
hikmet kavramının sünnete tekabül edip etmediği incelendi ve hikmetin sünneti de
kapsayarak daha geniş manalara geldiği sonucuna varıldı. 3- Kur’an-Hadis ilişkisi
başlığı altında Kur’an ve sünnetin birbirleriyle ne konumda olması gerektiği
hakkında kısa bilgiler verildi. 4- Sahabe’nin Tanımı ve Adaleti alt başlığında
Sahabe’nin tanıtıldı ve adaleti hakkında bilgiler sunuldu. 5- Sahabe Sözü başlığı
altında sahabe sözünün dindeki konumu hakkında bilgiler verildi. 6- Rafızîler ve
Hadis İnkârcılığı alt başlığında Rafızîlerin kimler olduğunu, Hadisleri inkâr edenin
durumu ve tarih boyunca sünnet/hadisi inkâr eden mezhep ya da gruplar olup
olmadığına yer verildi.
İkinci bölümde ise, Miftahu’l-Cenne’de müellifin zikrettiği merfu, mevkuf ve
maktu’ rivayetler ve daha sonraki dönemin hadis imam ve âlimlerinin hadis/ sünnet
hakkında sözleri incelendi.
80
ABSTRACT
Subaşı, Ahmet, Evaluation of The Book Miftahu’l-Jannah in Relation The
Question of Justitiying Sunnah with Traditions, Master’s Tehesis, Advisor: Assoc.
Doç. Dr. Bünyamin Erul, XII+82 p.
Our thesis is made up of the introduction and the other two parts. In the
introduction, informations are given about the importance and the purpose of the
thesis, method and plan which we follow in it. And under the title “In Social,
Political and Scientific Terms Suyutî’s Period”, informations are given about social,
political and scientific life of the time in which Suyutî lived. Under the title “Suyutî’s
Life” we briefly mentioned about Suyutî’s life. As for under the title “Suyutî’s
Works” only his works which are in the field of Hadith and published today were
pointed out because of that he had a lot of works in many fields.
In the first part was divided into two main titles with the names
“Introduction to Miftahu’l-Jannah” and “Content of Miftahu’l-Jannah”.
“Introduction to Miftahu’l-Jannah” was divided into those subtitles: 1“Purpose of Writing of the Book”. Under this subtitle, the reason for which the
author wrote the book was mentioned. 2-“Suyutî’s Method in The Book”. Under this
subtitle, informations were given about the method and the manner of the author
which he followed in the book. 3-“Sources of The Book”. Under this subtitle, the
sources which Suyuti made use of while he was writing the book were mentioned. 4“Works Carried Out On the Book”. As for under this subtitle, informations were
given about Arabic and Turkish works which have been carried out in our times.
“Content of Miftahu’l-Jannah” was dealt with under the subtitles which
were mentioned below:
1-“Evaluation of The Verses Regarding The Prophet”. Under this subtitle,
the verses regarding the Prophet were studied. 2-“The Conception of Wisdom In The
Koran”. Under this subtitle, it was studied that whether the conception of the wisdom
corresponds to the Sunnah or not and the result that the conception of the wisdom has
more extensive meanings including the Sunnah was reached. 3-“The Koran/The
Sunnah Relationship”.
Under this subtitle, informations were given about the
dimensions which the relationship between the Koran and the Sunnah should has. 4“Sahabe’s Definition and Reliability”. Under this subtitle, “sahabe” was introduced
81
and informations was delivered about sahabe’s reliability. 5-Sahabe’s Word. Under
this subtitle, informations were given about the place of sahabe’s word in the
religion. 6-Rafizis and Hadith Denial. Under this subtitle, it took place that who are
Rafizis, the situation of the one who denies the hadith and whether there have been
sections or groups denying the Sunnah/the Hadith in history.
The second part, marfu, mawkuf and maktu narrations which the author
mentioned in Miftahu’l-Jannah and the words of the scholars and imams of the
Hadith in later periods about the Sunnah/the Hadith were studied.
82
Download