BÖLGESEL GELİŞMELER SYKES-PICOT VE ANGLOSAKSON REALPOLİTİĞİNİN ŞİFRELERİ 56 Temmuz-Ağustos 2016 Cilt: 8 Sayı: 75 Başta Sykes-Picot olmak üzere bu tarz gizli veya açık anlaşmaları ortaya çıkaran süreçler, bu süreçlerin arkasındaki aktörlerin zihniyet yapısı tam olarak anlaşılmadan ve uluslararası sistemle ilişkisi yeterince irdelenmeden, bölge halkları açısından huzurlu ve istikrarlı bir yaşam tesis etmek mümkün değildir. İsmail EDİZ T ürkiye’de uluslararası ilişkiler çoğunlukla tarihsel olandan kopuk sürrealist bir zeminde ve neredeyse tamamen ideolojik-demagojik ögeler etrafında tartışılır. Disiplin olarak uluslararası ilişkilere yakın olan tarih alanında da durum bundan pek farklı değildir ve ideolojik örüntüler oldukça fazladır. Nitekim uzunca bir süre Türkiye’de bazı çevrelerin domine ettiği tarih yazımı sabit bir gündemin dışına çıkmamış, belli kalıplar içerisinde kendi olgusal bütünlüğünü inşa etmiştir. Bu iki tespitin doğal bir sonucu olarak cumhuriyet seçkinleri, devlet kurma telaşıyla Türkiye’nin bölgesini doğrudan ilgilendiren sorunların temelinde yatan gizli anlaşmaların arkasındaki motivasyonu anlamakta güçlük çekmiş, daha sonraki dönemlerde giderek Anglosakson uydusu haline dönüştürülen Türkiye’de katı ulus devletçi paradigma sınırın ötesini düşünme ve sorgulamayı zihinsel olarak neredeyse imkânsız kılmıştır. Bu arada Sykes-Picot mimarlarının projenin gerçekleşmesi adına cumhuriyetin erken yıllarında Temmuz-Ağustos 2016 Cilt: 8 Sayı: 75 Türkiye’de bulaştıkları Şeyh Said ayaklanması, İzmir suikastı gibi bir takım operasyonların da sürece etkisini göz ardı etmemek gerekir. Böylece Sykes-Picot ve benzerlerini ortaya çıkaran koşullar ve bunun arkasındaki sömürgeci oryantalist zihniyet, doğrudan nesne konumuna indirgenen bölge halkları tarafından anlaşılamadığı gibi söz konusu anlaşmanın konu edindiği coğrafyanın düşünürleri ve siyasetçileri uzunca bir süre ameliyat masasında kendilerinin olduğunun farkına varamamışlardır. Oysaki 20. yüzyılın başında Anadolu ve Arap coğrafyasının içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal durumu yerle bir eden bu anlaşmalar günümüzde hâlâ devam eden huzursuzluğun kaynağını teşkil etmektedir. Dolayısıyla başta Sykes-Picot olmak üzere bu tarz gizli veya açık anlaşmaları ortaya çıkaran süreçler, bu süreçlerin arkasındaki aktörlerin zihniyet yapısı tam olarak anlaşılmadan ve uluslararası sistemle ilişkisi yeterince irdelenmeden, bölge halkları açısından huzurlu ve istikrarlı bir yaşam tesis etmek mümkün değildir. 57 BÖLGESEL GELİŞMELER Sykes-Picot dâhil olmak üzere öncesinde ve sonrasından imzalanan gizli anlaşmalar doğrudan Osmanlı coğrafyasıyla ilgilidir ve 20. yüzyılın başında dünyanın en önemli toprak paylaşım problemlerini içinde barındırır. Orta ve uzun vadeli sonuçlarına bakıldığında Birinci Dünya Savaşının tek galibi olarak görünen İngiltere için aslında Sykes Picot, ‘Şark Meselesi’ olarak bilinen sorunun çözümü noktasında son aşamadır. Öte yandan Rusların bilgisi dâhilinde İngiltere ve Fransa arasında imzalanan bu anlaşma her ne kadar İngiliz realpolitiği açısından sorunlu bir metin olsa da simgesel olarak Osmanlıların Arap coğrafyasındaki 4 yüz yıllık hâkimiyetine son veren anlaşma olarak arşivlerdeki yerini almıştır. Büyük güçlerin yüz yıllık Şark Meselesi sürecindeki temkinli ve bencil tavrı Sykes-Picot sırasında da ortaya çıkmıştır. Esasında Mark Sykes ve Georges Picot’nun amacı net sınırlarla tanımlanmış iki yönetim bölgesi oluşturmaktı. Bunlardan ilki Fransa’nın kontrolü altında olacak Suriye civarını, diğeri ise büyük oranda Irak coğrafyasını içine alan İngiliz kontrolünde olacak bölgeyi kapsıyordu. Buralarda kısmen göçebe bedeviler kısmen de yerleşik tarımla uğraşan Araplar yaşıyordu. Mezhep çeşitliliği açısından zengin olan bu bölgeler aynı zamanda Araplar çoğunluk olmak üzere, Kürt ve Türkmen nüfusu da barındırıyordu. Sykes Picot’nun ortaya çıkardığı şartlara bakıldığında İngiliz ve Fransız devlet adamlarının bu toprakları paylaşırken bölge halklarını anlamamak üzerine 58 bir strateji geliştirdikleri ortaya çıkmaktadır. Fransızlar Ortaçağ’daki Haçlı Seferleri’nden 19. yüzyıla kadar referans aralığını geniş tutarak Osmanlı coğrafyasında hak iddia ederken, İngilizler savaşın maliyetinin çok yüksek olduğu gerekçesiyle durumlarını meşru bir zemine oturtmaya çalışmıştır. Özellikle İngiltere’nin bu konuda Fransa’ya ve bölge halklarına hiçbir taviz vermediği rahatlıkla söylenebilir. Ortalama bir İngiliz devlet adamı için paylaşılması düşünülen coğrafyada yaşayan insanlar adeta bir hiç niteliğindedir. İngilizler, kendilerinin Avrupalılar dâhil diğer bütün milletlerden daha üstün oldukları düşüncesindedir. Bir Hintli, Asyalı ya da Afrikalının hiçbir koşulda bir İngiliz ile aynı statüde değerlendirilmesine tahammülleri yoktur. Tıpkı daha sonra Nazilerin Slav topluluklarına yaklaşımları gibi İngilizler de bu toplumların sınıf olarak kendilerinden çok daha aşağıda olduğuna inanmıştır. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour doğuda yaşayan insanların tahakküme alışık olduklarını ve bağımsızlık fikrinin onlara göre olmadığını açıkça ifade etmektedir. Yayınladığı bir memorandumda Sykes-Picot anlaşmasını tartışan İngiliz devlet adamı, Arap toplumlarının kurumları, seçim sistemi, hükümet şekli ve sınırlarıyla Avrupa’dakine benzer milli demokratik devletler kuramayacaklarını öne sürmektedir. Bu gibi kavramların ve self determinasyonun yalnızca batılı milletler için geçerli olduğuna inanan Balfour, Şam ve Bağdat gibi bölgelerde böyle bir düzenin tesis edilemeyeceğini Büyük güçlerin yüz yıllık Şark Meselesi sürecindeki temkinli ve bencil tavrı SykesPicot sırasında da ortaya çıkmıştır. açıkça beyan etmektedir. Bu tarz düşünceleri İngilizlere ait tarihi raporların ve belgelerin birçoğunda görmek mümkündür ve bunlar üzerinden ciddi zihniyet okumaları yapılabilir fakat bunun için mutlaka birinci el kaynaklara yönelmek gerekir. İngiliz Çıkarları Açısından Sykes Picot Sykes Picot’nun ilginç yanlarından biri de ortaya çıktığı dönemde, günümüzde ifade ettiğinden daha farklı bir anlam ifade ediyor olmasıdır. Simgesel değeri olmakla birlikte bir takım teknik detaylara bakıldığında sonraki süreçte Orta Doğu’da kurulan düzenin Mark Sykes ile George Picot’un kurguladığından daha farklı bir dünya olduğu görülmektedir. Dünya savaşının ardından, savaş sırasında imzalanan gizli anlaşmalar bir takım değişikliklere uğramıştır. Büyük oranda İngiltere’nin isteği doğrultusunda ortaya çıkan bu değişiklikler İngilizlerin dış politikada kullanılacak yöntemler konusunda sürekli bir güncelleme ve gözden geçirme süreci içinde olduklarını gösterir. İngiltere yalnızca Sykes-Picot ile ilgili değil ittifak anlaşmalarının niteliğinde bile ihtiyaç duydukça güncellemelere gitmiştir. Temmuz-Ağustos 2016 Cilt: 8 Sayı: 75 Sykes-Picot ile ilgili iki temel değişiklik Fransız devlet adamı M. Clemenceau’nun Aralık 1918’de Londra’ya gerçekleştirdiği ziyaret sırasında gündeme gelmiştir. Bunlardan ilki Sykes-Picot ile Fransa’nın kontrolünde kalan Musul’un yeni durumda İngiltere’nin kontrol edeceği bölgeye dâhil edilmesidir. Clemenceau, Lloyd George’a Sykes-Picot ile ilgili hangi değişiklikleri arzu ettiğini sorduğunda aldığı cevap doğrudan Musul olmuştur. Bu müdahale aslında Sykes’ın altına imza attığı metnin İngiliz çıkarlarını tam olarak yansıtmadığının önemli bir göstergesidir. İngiliz devlet adamı Curzon Sykes-Picot için “talihsiz anlaşma” (unfortunate agreement”) ifadesini kullanır. Musul değişikliği göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir zira sahip olduğu petrol kaynakları göz önünde bulundurulduğunda değişiklik sonrası ortaya çıkan harita bambaşka bir durumu ifade eder. İngiliz Başbakan’ın sonraki isteği Filistin’dir. 1917 Balfour Deklarasyonu zaten bölge için bir milattır. Dolayısıyla bu belge Sykes-Picot ile ilgili ikinci değişikliğin Filistin topraklarıyla ilgili olmasına neden olmuştur. Sykes-Picot ile uluslararası kontrol altına bırakılan Filistin, Yüksek Konsey’in Londra’da gerçekleştirdiği müzakereler sonucunda tamamen İngiliz kontrolüne bırakılmıştır. Böylelikle günümüze dek devam eden süreçte Anglosakson jeopolitiği açısından Orta Doğu’daki en önemli üs konumunda olan Yahudi devletinin önü açılmış oluyordu. İsrail ile ilgili sorunların Arap coğrafyasında kapsadığı alana bakıldığında, Temmuz-Ağustos 2016 Cilt: 8 Sayı: 75 Filistin ile ilgili yapılan değişikliğin coğrafyada köklü bir etki oluşturduğunu kabul etmek gerekir. Balfour’a göre bu değişiklikler bile yeterli değildir. İngiliz devlet adamı Palmira’nın dâhil edilmediği bir durumda Musul’a tek başına sahip olmanın işe yaramayacağını öngörmektedir. Diğer yandan Balfour, Suriye içlerine genişleyemeyen bir Filistin’in Yahudi devleti projesinde bir takım ekonomik handikaplara yol açacağını düşünmektedir. Bu durumda Fransızlar, Sykes-Picot ile kazandıklarından çok daha az toprak elde etmiş olacaklardı. Fransız tezi genel itibarıyla sorunların Sykes-Picot çerçevesinde çözülmesi gerektiği üzerine inşa edilmiş olsa da neticeye bakıldığında İngilizler istediklerinin neredeyse tamamını elde etmeyi başarmışlardır. Uluslararası sistemin her yüzyılda bir yeniden dizayn edildiği gibi deterministtik bir iddia doğru mudur bilinmez lakin son dönemde Orta Doğu haritasında önemli değişimlerin yaşandığı yadsınamaz bir gerçektir. Uluslararası ilişkiler uzmanlarının isabetli analizler yapabilmeleri için bu değişim sürecini ve sonrasında yaşananları iyi kavramaları gerekir. Diğer bir tabirle dış politika uzmanlarının tarihle ve tarihsel sosyolojiyle sıkı bir bağ kurmaları şarttır. Birinci Dünya Savaşı sürecinde takip edilen diplomasi Anglosakson realpolitiğinin ve dış politika yaklaşımının genel anlamda anlaşılmasında kayda değer örnek olayları içinde barındırır. Dolaysıyla bir disiplin olarak günümüz uluslararası ilişkilerini en Uluslararası sistemin her yüzyılda bir yeniden dizayn edildiği gibi deterministtik bir iddia doğru mudur bilinmez lakin son dönemde Orta Doğu haritasında önemli değişimlerin yaşandığı yadsınamaz bir gerçektir. azından 20. yüzyılın başındaki gelişmelerden soyutlamak mümkün olmadığı gibi, burayı göz ardı ederek yapılacak değerlendirmeler gazeteci yorumlarından öteye geçemeyecektir. Gündelik dilin Sykes-Picot’ya yüklediği simgesel anlamın ötesinde Orta Doğu’da gerçekte ne olduğunu anlamak için tarihçilerin ve dış politika uzmanların konuyla ilgili özellikle birinci el kaynaklar üzerinden dikey okumalar yapması gerekir. Adeta bir uluslararası ilişkiler okulu sayılabilecek bu dönemde, alanda etkinlik sağlamak isteyenlerin elde edebileceği çok fazla bilgi, tecrübe ve yaşanmışlık söz konusudur. O dönemde İngiltere ve Fransa’nın Arap coğrafyasını paylaşırken sahip oldukları endişeler bugün Batılı güçlerin hâlâ gündemindedir ve yeni düzen inşasında bu endişeler yine önemli rol oynamaktadır. Yrd. Doç. Dr. Sakarya Üniversitesi 59