Sayi 1/Yil 1

advertisement
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 3/ SAYI 26
REBIULAHIR 1435/ ŞUBAT 2014
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
‫ َّي َّو َّوووَب خا َ ووًَّوو َّلمووْه خوو َّ لَ هس وووََخ ََّّ يَوو ََّ ََّوووَ لبر لاي َّوو َّس لراَ الَوو‬.
Peygamber der ki:
Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler. (Furkan,30).
Aylık;
Islami,
Siyasi
ve
Ilmi Dergimiz...
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
O bu halimize ne Nerdi?
Editör
3
Tefsir Dersleri
LEYL Suresi (1-11)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
LEYL Suresi (1-11)
Ebu Abdurrahman
5
MÜDAFAA -SAVUNMA-(3)
M. Metin Müftüoğlu
6
İkinci Delil:İCMÂ
Ibni Abdulhalim
7
İslâm Fıkhı Açısından Sigara(4)
Ebu Ensar
8
İMKÂNLAR ve HAMLELER-(2)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Islam/Ibadet
Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar(6)
Said Havva
10
Siyer/Davet
Peygamberimizin Hayatı;
İslâm'da İlk Hicret
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği (5)
İslam Gerçeğinde Kadın
Misafir Kalemler
12
Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(11);
Eğitimde Verimlilik ve Kalite
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi,
Bunları Biliyormusunuz?
Anonim
14
Bu süreç 'İstiklal Mücadelesi' sürecidir.
Hizb-ut Tahrir Bursa Davasında Ceza Yağdı
Hüseyin Gülerce: Çok kötü şeyler olacak ...
Fethullah Gülen'den sert yolsuzluk açıklaması ...
—
15
Dersler
Fihrist
Gündem/Yorum
Gençlerle Başbaşa
Suffa Mektebi
Fetva Köşesi
Beyyineler
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
O bu halimize ne Nerdi?
Hâ-Mîm! Bu kitab, bilen ve anlayan bir kavm için,
âyetleri ayrı ayrı açıklanmış, gereğince hareket edenleri,
Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri, uğrayacakları azabla
korkutucu, Arapça bir Kur'an olmak üzere, Rahman ve
Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Öyle iken
onların çoğu, bundan yüz çevirmiştir. Artık onlar
dinlemezler. Onlar: «Bizi da'vet edip durduğun şeye karşı
kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle
senin aranda da bir engel vardır. Sen istediğini yap, biz
de yapacağız» dediler.( Fussilet Suresi, 1-7 ve sebeb-i
nüzülüne bak))
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki en Zalimi, en Kafiri, en
müşriği, en Gaddari, en Hırsızı, en Zinakarı, en Alkoliği,
en yankesicisi, en ateisti, en ataisti, en demokratı… bile en
iyi müslümanin kendisi olduğunu söyliyor, Kitabımız
Kur´an, Dinimiz Islam, Peygamberimiz
Hz. Muhammeddir diyor. Konuşmaya
başlayınca adalet, eşitlik, kardeşlik,
yardımlaşma, barış diyor… Işte
insanımızın kafası hep buralarda
karışıyor…Hep Allah adına, Peygamber
adına, Islam adına aldatılıyor/
Kullanılıyor…
Bu dersimizde inşallah Allah için düşünelim ve bir ayırım yapalım diyorum;
O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar
ve fırka fırka oldular. (Onlardan) Her
tâife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler. (Rum, 32)
Müslümanlara soracak olsak en iyi Müslüman kimdir?diye herkes kendisini gösterir, kendisini
över. Bölücüler, bozguncular, suçlular mi? o hep başkalarıdır…
Şöyle bir düşünün Yüce rabbimizin bizlere örnek/Model
olarak seştiği Rasulullah(SAV) madden aramızda olsaydı
zamanımızda kime nasıl davranırdı, kiminle birlikte çalışır,
kiminle mücadele/Cihad ederdi…
Ben Rasulullah(SAV)ı Misal yapmamak için Hz.Ebubekir/
Hz. Ömer eğer zamanımızda yaşasaydı;
Demokrat mı? olurlar dı, Milliyetçi mi? olurlar dı, El Kaideli mi? Hamaslı mı? Diyalogcu mu? yoksa Laik mi? yoksa
Cumhuriyetçi mi? Humanist mi? yoksa Nurcu mu? Süleymani mi? Partici mi?(herhangi partiden), yoksa Tarikatçımı?(hangi tarikattan), yoksa Alevi mi? Şia mı?…
olurlardı.
Şimdi Başbakan ve/veya Cumhurbaşkanı ve/veya Milletvekili, Sen, Ben, Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer bir geziye
çıkalım…
Önce Mecliste Demokrat/Laik olduğunuzu söyliyeceksiniz
ve Kemal adına/namusunuz adına yemin edeceksiniz…Dini
Siyasetten ayıracaksınız. Allah bizim Sokağımıza veya insanlarin özel haklarına karışamaz diyeceksiniz…Seçim
zamanı geldimi Müslümanların arasında/onları aldatmak
için one minut/ ben müminin/Yahudi düşmanıyım gibi
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
birşeyler söyliyecek, sonra yahudi ile sosyo- ekonomikkültürel anlaşmaları yapacaksınız…Vatikana gidip Papanın feyzini alacaksınız…Avrupa/amerikaya gidip mazbatanızı alacaksınız…Cihad yapıyoruz diye(aslında nefsinizi
tatmin) Islam Savaş hukukuna aykırı ne varsa yapacaksınız…Zamanı, Konumu, durumu, sonuçu müzakere
etmeden hücüm başlatacaksınız…
Hanımınızla birlikte Içkisiz balolara(danslara) katılacaksınız…Siyasete karışmayıp akşama kadar helal-haram
demeden yiyeceksiniz, sabaha kadar zikir çekeceksiniz…
Her gelen Hükumete/Kuvvete yaranacaksınız, faizle/
haramla aldığınız binalarda dimağlara ezber tutturmaya
çalışacaksınız…Beşer bir kulun yazdığı Risale kitaplarını
kutsallaştırnmaya çalışacaksınız…
Türk Sahabeler arayan, kendi ırkını üstün gören diğer insanları sevmiyen kimselerle beraber olacaksınız…Tesettür
adı altında Erkekleri tahrik eden Modacılarla veya Bu modayı takip eden moda hayranlarıyla gezeceksiniz…
Islama Kur´ana uymayan, islami(?) tv
kanalları açanlara dost olacaksınız…Hiç
çalışmadan yorulmadan Müslümanları
Zengin/Fabrikatör yapan, adaletsiz bir
din(Allah) istiyorsunuz…
Yanımızdaki Arkadaşlarımız bu durumları
nasıl karşıladı dersiniz…
Hz. Ebu Bekirin bir lakabıda Sıddıyk
(hemen güvenen/doğrulayan) idi…Hz.
Ömer ise Ömerul Faruk(Hakk ile Batılı
ayıran) idi… Hz. Ebu Bekirin (Zekat vermeyen Müslümanlara karşı)Ridde savaşını
hatırlatırım. Hz. Ömerin Münafıklara
karşı tavrını hatırlatırım.
Siz Allahın Rahman, Rahim olduğunu bilmiyormusunuz?...Siz hiç imtihan olmadan sınıf geçmeyi istiyorsunuz…
Siz Allah inanmıyormusunuz/güvenmiyormusunuz…Yoksa
bu dünya/alçak telaşınız nice…
Evet biz, Asr-ı Saadeti isteyen, fakir kalıp Imanlı olmayı
tercih eden…Imansız kurukalabalıkları değil inanmış/
kardeş olmuş 3-5 kişi olmayı tercih eden…
Şüphesiz ki, Cemaatsiz İslam olmaz. Emirsiz Cemaat olmaz. Itaatsiz emir olmaz. Kim toplumunu Islam/Şeriat üzere yönetirse Onlara selam olsun…
Allahın Rasulünün söylediği, bizim henüz ilk adımlarında
bulunduğumuz;"Nübüvvet Allah'ın devam etmesini dilediği bir zamana kadar devam edecek, daha sonra kaldırmak istediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet metoduna uygun hilafet dönemi olacak; peygamber makamına halef melikler gelecek ve Allah'ın dilediği zamana kadar hüküm sürecek, Allah dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Daha sonra zorba melikler olacak, onlar da Allah'ın dilediği zamana kadar hüküm sürecektir. Daha
sonra nübüvvet metoduna uygun hilafet dönemi olacaktır." buyurdu ve sustu.(Ahmed b. Hanbel)
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
7. Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız. 8. Ama kim de
cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa; 9. Ve en
güzeli yalanlarsa; 10. Biz de onun en güç olana
uğramasını kolaylaştırırız. 11. Yuvarlandığı zaman o
ِ
ِ
َّ
َّ
َّ
ِ
ِ
)3( َ ‫) َوَما َل َ َ الر َ ََ َو ْاثىْش‬2( ‫َّهار ااَا لَ َى‬
َ ‫) َوالنش‬1( َ ْ‫ َوال ْيل ااَا َْشى‬kimseye malı fayda vermez.
)6( َ‫ْس ْنن‬
َ ‫) َو‬5( َ ‫) فَاََّما َم ْ اَ ْىوَ َوالَّش‬4(
‫ص َّد َق اِال ى‬
ِ
)9( َ‫ْس ْنن‬
ْ ‫) َواََّما َم ْ اَ َل َو‬7(
َ ‫) َوَ َّر‬8( َ‫اعَش ْىن‬
‫ب اِال ى‬
)11( َّ ََ ‫) َوَما ْىش ْىنِ َى ْنَى َمالىَى اِ َاا لَش‬10(
َّ َ َ‫اِ َّن َع ْييَ ىم ْ ل‬
ََ ‫ننىشيَ ِّن ىَهى لِ ْيى ْن‬
َ َ‫ف‬
ََ ‫ننىشيَ ِّن ىَهى لِ ىْي ْن‬
َ َ‫ف‬
92- LEYL SÛRESİ
Mushaftaki Sıralamaya Göre 92. Sûredir. Mufassal
Sûreler Kısmının On İkinci Grubundaki Dördüncü
Sûredir. 21 âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
SÛREYE GİRİŞ
İbn Kesîr, bu sûrenin tefsîrine şu sözlerle başlar: "Daha
önce, Peygamber (s.a.v)'in Muâza: "Namazı el-A'lâ, eşŞems ve el-Leyl sûreleri ile kıldırsaydın ya." dediği
geçmişti."
Âlûsî de bu sûreyi sunarken şöyle der: "Allah Teâlâ
bundan önceki sûrede felahın elde edilmesine yarayan
vasıflarla, ziyana uğramaya sebep olan bazı nitelikleri
zikredip bunları bir yönüyle açıklamış olduğundan bu
sûrede özellikle bazı felah ve ziyan çeşitlerini -Allah
korusun- onun hemen peşinden getirmiştir."
Seyyid Kutub ise der ki:
"Bu sûre, kâinat tabloları ve insan karakterinden oluşan
bir çerçeve içinde amel ve buna verilecek karşılığın
mahiyetini açıklamaktadır. Bu mahiyet çeşitli şekillerde
ortaya çıkacağından dolayı ahirette elde edilecek sonuç
da amel ve kasda göre değişik olacaktır. "Doğrusu sizin
çalışmalarınız çeşitlidir. Kim verir ve sakınırsa, en güzeli
de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız.
Ama kim de cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa ve
en güzeli yalanlarsa Biz de onun en güç olana uğramasını
kolaylaştırırız... Sizi alevler; saçan ateşle uyardım. Oraya
ancak en bedbaht olan yaslanır. Yalanlayıp yüz çevirmiş
olan. Ve çok sakınan ondan uzaklaştırılacaktır ki, o
malını arınmak için verir." (âyet 5-10, 14-18)
Amel ve buna verilecek karşılığın mahiyeti iki çeşit ve iki
yönlü olunca sûrenin baş tarafına bunun için seçilen
gerek kâinat gerekse insanla ilgili çerçeve de iki çeşit
olacaktır. "Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye,
açıldığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana
ki..." (âyet 1-3) Bunlar Kur'ân'a ait ifadelerdeki uyum
şaheserlerinden biridir."
BİRİNCİ FIKRA (1-11. ÂYETLER)
Sûrenin başından başlayıp 11. âyetin sonuna kadar devam
eder.
1. Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye; 2. Açıldığı
zaman gündüze, 3. Erkeği ve dişiyi yaratana ki; 4.
Doğrusu sizin çalışmalarınız
5. Kim verir ve sakınırsa; 6. En güzeli de tasdik ederse;
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
Yemin Olsun ki Sizin Çalışmalarınız Çeşitlidir (1-4)
"Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye." İbn Kesîr
burada şöyle der: "Karanlığıyla yaratıkları örtüp gizlediği
zaman." "Açıldığı zaman gündüze." Gece karanlığının
yok olmasıyla ortaya çıktığında gündüze. İbn Kesîr der
ki: "Işığı ve aydınlığı ile belirdiği zaman gündüze."
"Erkeği ve dişiyi yaratana ki" Nesefî şöyle der: "Tek bir
sudan dişi ve erkeği yaratabilen büyük kudret sahibi ve
herşeye kadir olan Allah'a." İbn Kesîr der ki: "Sûredeki
yeminler bu birbirine zıt şeylere yapılınca yeminin cevabı
da böyle birbirine zıt şeylerle getirildi. Bundan dolayı
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Doğrusu sizin çalışmanız çeşitlidir." Bu âyet yeminin
cevabıdır. Şüphesiz amelleriniz farklıdır anlamına gelir.
İbn Kesîr şöyle der: "Kulların işlemiş oldukları amelleri
de birbirine zıt ve birbirinden farklıdır. Kimi iyilik kimi
de kötülük işler." Nesefî de şöyle der: "Farklılık bu âyetin
hemen peşinden .gelen kısımda açıklanmıştır."
Malından Verip Sakınana Yolu Kolaylaştırılır ( 5-7)
"Kim verir ve sakınırsa." Kim malındaki haklan verir,
Rabbinden korkup O'nun haramlarından kaçınır ve
farzları yerine getirirse. İbn Kesîr şöyle der: "Allah'ın
verilmesini emrettiği şeyleri verir ve emrettiği şeyler
konusunda O'na karşı gelmekten sakınırsa."
"En güzeli de tasdik ederse." Nesefî der ki: "En güzel dini
-ki o da İslâm dinidir- yahut en güzel mükâfatı -ki bu da
çenettir-yahut en güzel kelimeyi -bu ise kelimeyi
tevhiddir.-"
"Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız.." Nesefî şöyle
der: "Biz de onu en kolay dine hazırlarız. Bu da Rabbinin
hoşnut olacağı şeyleri işlemektir." İbn Kesîr de şöyle der:
"Seleften bazıları dediler ki: İyiliğin mükâfatı, iyilikten
sonra tekrar iyilik işlemek; kötülüğün mükâfatı ise
kötülükten sonra yine kötülük işlemektir. Bu sebeple
Allah Teâlâ şöyle buyurur:.."
"En Güzel" Cennet'tir (Âyet 6)
2- "En güzeli de tasdik ederse" âyetini tefsir ederken İbn
Kesîr şöyle der: "İbn Ebî Hâtim'in Übey b. Kâ'b'den
rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Ben "en güzel"in
ne olduğunu Rasûlullah (s.a.v)'e sordum. O da: "En
güzel, cennettir" buyurdu."
Cimrilik Edip Yalanlayana Cehennem Yolu
Kolaylaştırılır (Âyet 8-10)
"Ama kim de cimrilik eder kendini müstağni sayarsa",
malını harcamakta cimri davranır ve kendini Rabbine
muhtaç görmeyip O'na karşı gelmekten sakınmazsa yahut
dünya şehvetleri ile yetinip kendisini ahiret nimetlerine
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
muhtaç görmeze; "ve en güzeli yalanlarsa." İbn Kesîr
şöyle der: "Ahiret yurdunda göreceği karşılığı" Nesefî ise
şöyle der: "İslâm yahut cenneti." "Biz de onun en güç
olana uğramasını kolaylaştırırız." Nesefî burada der ki:
"Cehenneme götüren yolu ona kolaylaştırırız da bu
sebeple ibadet ona en güç ve en çetin bir şey gibi gelir.
Yahut iyilik yolu, "en kolay" diye isimlendirilmiştir.
Çünkü sonucu kolaylık ve rahattır. Kötülük yolu da "en
zor" diye isimlendirilmiştir. Zira onun sonucu da çok zor
ve çetindir. Veya "en kolay" ve "en zor" kelimeleri ile
cennet ve cehennem yolları kastedilmiştir."
en kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de cimrilik eder ve
kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa Biz de
onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız." (el-Leyl,
93/5-10)
Bu âyetin Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a) hakkında nazil
olduğunu zikrederek İbn Cerir, Âmir b. Abdullah b. ezZübeyr'den şöyle nakleder: Âmir der ki: "Ebû Bekr (r.a)
Mekke'de müslüman oldukları zaman yaşlıları ve
kadınları âzad ederdi. Bunun üzerine babası kendisine
şöyle dedi: Ey oğlum! Görüyorum ki hep güçsüz
insanları âzad ediyorsun. Güçlü kuvvetli erkekleri âzad
etsen de onlar seninle beraber olsalar ve seni koruyup
Mü'mine Kolaylaştırılıp Kâfire Güçleştirilmesi (7-10) savunsalar ya! Ebû Bekir (r.a) dedi ki: Ey babacığım!
3- Mü'min hakkındaki: "Biz de onu en kolaya muvaffak Ben sadece Allah katında olan mükâfatı istiyorum. Ravi,
kılarız" ve kâfir hakkındaki: "Biz de onun en güç olana
Ebû Bekir (r.a)'ın: "Allah katında olan mükâfatı"
uğramasını kolaylaştırırız" âyetleriyle ilgili olarak İbn
dediğini, "zannediyorum ki" ifadesiyle nakletmiş ve şöyle
Kesîr şöyle der:
demiştir: Ailemden bazılarının bana naklettiğine göre şu
"Bu anlamdaki âyetler çoktur ve bunlar, Allah Teâlâ'nın, âyet Ebû Bekir (r.a) hakkında nazil olmuştur: "Kim verir
iyiliğe azmedene onda muvaffak
ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse
kılarak, kötülüğe azmedene de
Biz de onu en kolaya muvaffak
yardımsız bırakarak karşılık vereceğini
kılarız." (el-Leyl, 93/5-7)..."
gösterir. Bunların hepsi önceden takdir
Seyyid Kutub'un 4-10. Âyetleri
edilen bir ölçüye göredir. Bu mânaya
Açıklaması
delâlet eden hadisler de pek çoktur.
1- "Doğrusu sizin çalışmalarınız
Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a)'in rivayeti:
çeşitlidir. Kim verir ve sakınırsa, en
İmam Ahmed b. Hanbel'in Talha'dan
güzeli de tasdik ederse Biz de onu en
onun da babası Ubeydullah'tan
kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de
naklettiğine göre o demiştir ki: Babamı
cimrilik eder kendini müstağni sayarsa
şöyle söylerken işittim. Onun babası
ve en güzeli yalanlarsa, Biz de onun en
da Ebû Bekr (r.a)'i şöyle derken
güç olana uğramasını kolaylaştırırız"
işitmiş: Rasûlullah (s.a.v)'e dedim ki:
âyetleriyle ilgili olarak Seyyid Kutub
Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bitirilmiş birşöyle der:
şeye göre mi yoksa başlanacak bir şeye
"...Gerçekten sizin çalışmalarınız
göre mi amel ediyoruz? Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
çeşitlidir." Mahiyetleri, etkenleri, hedefleri sonuçlan
"Bilâkis bitirilmiş bir şeye göre." Dedim ki: Ey Allah'ın farklı farklıdır. Şu yer yüzündeki insanların da
Rasûlü! Öyleyse niçin amel yapılıyor? Buyurdu ki:
yaratılışları, karakterleri, düşünceleri, önem verdikleri
"Herkese yaratıldığı şey kolaylaştırılmıştır."
şeyleri ayrı ayrıdır. Öyle ki her biri kendine ait gezegende
Ali (r.a)'in rivayeti: Buhâri'nin Ali b. Ebî Tâlib'ten rivayet yaşayan ayrı bir âlem.
ettiğine göre o şöyle demiştir: Biz, Bakîu'l-Garkad'da bir Bu bir gerçektir. Fakat başka bir gerçek daha vardır.
cenazede Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Buyurdu ki:
İnsanlığı bütün kısımlarıyla kapsayan, birbirlerinden uzak
"İçinizden hiç kimse yoktur ki cennetteki yeri de
bu âlemlerin hepsini içine alan toplu ve genel bir gerçek.
cehennemdeki yeri de yazılmış olmasın." Orada
Bu gerçek insanları iki bölümde, karşılıklı iki saf içinde
bulunanlar: Öyleyse Allah'ın bize takdir ettiği yazıya
ve iki ayrı bayrak altında toplar. "Kim verir ve sakınırsa,
güvenmeyelim mi? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):
en güzeli de tasdik ederse" ve "Kim de cimrilik eder
"Çalışmaya devam edin. Çünkü herkese yaratıldığı şey
kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa..."
kolaylaştırılmıştır" buyurdu. Sonra şu âyetleri okudu:
Canını ve malını Allah yolunda verip, Allah'ın gazap ve
"Kim verir ve sakınırsa en güzeli de tasdik ederse Biz de azabından sakınarak "en güzel" diye isimlendirilen şu
onu en kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de cimrilik
inancı tasdik edenler... Canı ve malı konusunda cimri
eder kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa,
davranıp, Allah ve O'nun hidayetinden kendini müstağni
Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız." (el- sayarak bu en güzeli yalanlayanlar.
Leyl, 93/5-10)
İşte bu ikisi, kendileri, çalışmaları, yolları ve gayeleri
Başka bir hadis: İbn Cerîr'in Ebu'd-Derdâ'dan rivayet
farklı olan insanların içinde toplandığı iki sınıftır. Her
ettiğine göre o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu birinin bu hayatta gittiği bir yolu ve bu yolda elde ettiği
ki: "Güneşin battığı hergün onun iki yanında iki melek
bir başarısı vardır."
şöyle seslenirler ve bu sesi insanlar ve cinler dışında
Allah'ın bütün yaratıkları duyar: "Ey Allah'ım; infak
Malı Ona Hiçbir Fayda Vermez (Âyet 11)
edenin malına yenisini ver, cimrilik yapanın malını da
"Yuvarlandığı zaman o kimseye malı fayda vermez."
telef et." Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: "Kim
Öldüğü zaman yahut kabre konduğu yahut da cehenneme
verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu yuvarlandığı vakit malı ona fayda vermez.
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca
Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul:
MÜDAFAA -SAVUNMA-(3)
Cihad ve Kıtal:
Biz müslüman olarak, Hz. Muhammed
(s.a.v.)’e ümmet olarak, dinin bu emrini, bu
farzını yerine getirmeye çalışıyoruz ki, bu
çalışma bir yönüyle de cihaddır. Kur’an’da 30’dan fazla ayet-i
kerime’de yer alan cihad da farzdır, Allah’ın kesin emridir. Bu
noktada da yanlış anlamalar vardır; „Cihad“ denince hemen
tetik çekmeyi, savaş ilan etmeyi anlıyor bazıları! Halbuki cihadın safhaları vardır; nefisle başlar cihad; önce insan kendi
nefsine karşı cihad açmalıdır; onu aşırı istek ve kötü duygulara
karşı frenlemelidir ki, cihadın bu safhası, Peygamber diliyle en
büyük cihad sayılır. Sonra cihadın ikinci safhası gelir; kötülüklerin ortadan kalkması, yanlışlıkların düzeltilmesi, hurafelerin bertaraf edilmesi için dil ile, kalem ile yani öğüt ve nasihatlarla; telkin ve tebliğlerle yapılan cihaddır.
İşte bizim yaptığımız ve yapmakta olduğumuz cihad budur.
Telkin ve tebliğ cihadıdır, öğüt ve nasihat cihadıdır, din
hakkında yanlış telakkileri düzeltme cihadıdır!
„Din; Devletin anladığı, kabul ve müsaade ettiği din değil;
Allah’ın gönderdiği ve indirdiği dindir...“ demek suretiyle
yapılan bir cihaddır. Yoksa silahlı bir cihad değildir, savaş
halindeki bir cihad değildir. Silahlı savaş
hakkında Kur’an’da „Cihad“ kelimesinden
çok „Kıtal“ kelimesi kullanılmaktadır.
Şu nokta da yine çok iyi bilinmelidir ki,
İslam'da savaş vardır. Fakat savaş, nihai bir
çaredir, zoraki bir harekettir. Gayeye varmak için asıl bir yol değildir, mecburi bir
yoıdur. Yani mecbur kalındığında bu yola
başvurulur. Daha açığı akıllara, fikirlere ve
vicdanlara vurulan zincirleri kırmak için
İslam'da savaş meşru kılınmıştır. Yoksa
İslam'da hak ve hakikatları anlatmak için
asıl yol tebliğ yoludur; telkin, ikaz, irşad ve ikna yoludur. Nitekim Nahl Suresi’nin 125. ayetinde bu çeşit emir ve tavsiyeleri
görmekteyiz.
İşte onlar ve işte biz!
Onlar, yani kemalistler ne yaptılar? Allah’ın gönderdiği dini
tağyir ettiler, tahrif ettiler, bir takım dinî vecibelere yasak koydular, bir takım haramları mübah kıldılar, serbest ettiler, dinin
bir kısım hükümlerini diğerlerinden ayırt ettiler, dini böldüler
ve parçaladılar. Ve nihayet bir kısmını kabul bir kısmını red ve
inkâr ettiler ve bu surette küfre ve kâfirliğe saptılar!..
Gidenler gittiler; yaptıkları bu melunâne işlerin, bu münafikâne hareketlerin hesabını vermek üzere gittiler. Dönüşü olmayan
bir gidişle gittiler, telafisi ve tedavisi olmayan yaralar açarak
gittiler, tamiri mümkün olmayan tahribatı, ihanet ve hıyaneti
yaparak gittiler!..
Dünküler gitti, bugünküler de yarın elbet gideceklerdir. Hiç
olmazsa bugünküleri kurtarmaya çalışalım. Çalışmak her müslümana farzdır. Her müslüman bundan mesuldür. Evi yanan
birisinin evini kurtarmak gören ve bilen her müslümana bir
vecibe, bir mesuliyet olduğu gibi bu da bir vecibedir, bir mesuliyettir.
İşte biz bu vecibeyi yerine getirmek, bu mesuliyetten kurtulmak
istiyoruz. Bunun için yola çıktık. Bize kızanlara, Kur’an’ın şu
ayetini hatırlatmakla bahsi kapatıyoruz:„Ey benim kavmim!
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
Neden ben sizi kurtuluşa çağırdığım halde siz beni ateşe
çağırıyorsunuz? Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve bilmediğim
şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz; bense sizi O aziz
ve çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum.“ (Mü’min, 41-42)
Din ve laiklik:
Dinde, dünya ve ahiret işleri ayrılmadığına göre, din laikliği
kabul etmez, yani İslam’da laiklik yoktur ve olamaz. Vardır
diyenler delil bulamazlar; zira laikliğin ne Kur’an’da yeri
vardır ve ne de sünnette yeri vardır. Ve hiç bir ilim adamı da
bunu söyleyemez!
Laiklik dinsizliktir:
Esasen laiklik dinsizliktir, demokrasi de dinsizliktir! Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, bir insan, hem müslüman hem de laik
olamaz. Keza bir insan, hem müslüman ve hem de demokrat
olamaz. Çünkü, İslam Dini bir bütündür, parçalanamaz!
Laiklik demek dini ikiye ayırmak demektir; yarım din insanı
yarı yolda bırakır! Bu hakikatı bir başka ifade ile söyleyecek
olursak: Dini devletten ayırırsanız, din devletsiz kalır, devlet de
dinsiz olur! Binaenaleyh, Türkiye’deki devlet dinsiz bir devlettir. Şeriat, din demektir.
Mustafa Kemal, Şeriat’ı kaldırmıştır ve dini devletten
ayırmıştır; Ve bu sebeple 1924’den itibaren devlet, dinsiz bir
devlet olmuştur. Zira bir devletin müslüman olabilmesi için
anayasası Kur’an olacaktır, Şeriat olacaktır. İnsanımız bilmiyor veya bilmek istemiyor ve zannediyor ki, din
ayrı şeydir, Şeriat ayrı şeydir, Kur’an ayrı
şeydir. Halbuki, Şeriat demek Kur’an’ın iki
kapağı arasındaki hükümler, mevzular, meseleler demektir.
Önemine binaen tekrar ediyorum: Şeriat’ı
dinden ayırmak demek, Şeriat’ı devletten
ayırmak demektir, yani Şeriat’sız bir din
düşünülemeyeceği gibi, Şeriat’sız bir devlet
de düşünülemez!
Merhum Halife’miz Cemaleddin Hocaoğlu’nun belirttiği gibi: „Bir insan hem müslüman
hem komünist olamaz. Yine bir insan hem müslüman hem demokrat olamaz. Yine bir insan hem müslüman hem laik, hem
laik hem müslüman olamaz!“
22.2.1989 tarihinde Aziz Nesin’in Cumhuriyet gazetesinde
„Şeriatçılık işte budur!“başlıklı makalesinde şöyle diy-
or:“Yıllardan beri bu konuda konuşmalarımla, yazılarımla şunu anlatmaya çalışıyorum:İslamlılık’ta laiklik olmaz.
Bir müslümandan laik olması beklenemez. Gerçek müslüman laik değildir, laik de gerçek müslüman değildir!“
Cenab-ı Hakk bir ateist olan Aziz Nesin'in ifadesi ile
İslam'ın gerçeklerini ve bu gerçekleri gündeme getiren
Rahmetli Hoca'mızın sözünü teyit ettirmektedir.
Yargıtayın bu mevzudaki bir karından alıntı:
Korumaya gerek yok:
Düşünce özgürlüğü rahatsız edici, hatta şok edici fikirler
için de geçerlidir. Artık laikliğin ceza yaptırımı tehdidi ile
himayeye tabi tutulması gereksizdir. Bundan böyle halkın
ve o halkı oluşturan o laik demokrasi sevdalılarının benimsemediği fikirler karşısında şiddet terk edilmelidir!
Laikliği eleştirmenin suç olmayacağına dair: ''Bir devri
eleştirmenin halkı kin ve nefrete sevk etmeyeceğini karara bağlaması!'' (Milliyet, 5 Şubat 2005)
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
ŞER'Î DELİLLER
ÜÇÜNCÜ DELİL; İCMÂ
İcmânın Tarifi
İcmâ lügatta ya bir şeye azmetme
manasınadır. Meselâ "filan şu iş
üzerine icmâ etti" demek ona
azmetti karar verdi manasına
gelir. Veya ittifak manasınadır.
Meselâ: "Bir topluluk şuna icmâ etti" demek "onun
üzerinde ittifak ettiler" manasına gelir.
Usülcülerin ıstılahında icmâ: "Ümmet-i Muhammed'den
Müctehidlerin Peygamberin vefatından sonra her hangi
bir asırda bir şer'î hüküm üzerinde ittifak etmeleridir."
Yani icmâda mutlaka her hangi bir şey üzerinde ittifak
vardır. Ayrıca bu ittifakın mutlaka ictihad ehliyetini hâiz
müctehidler tarafından yapılmış
olması lazımdır. Dolayısıyle avamdan
kişilerin ve şer'î hüküm istinbâtında
ehil olmayanların sözüne itibar
edilmez. Mevcut bütün
müctehidlerin çoğunluğunun ititfakı
bağlayıcı bir icmâ sayılmaz. Yine
sadece Medine halkının veya Mekke
ve Medine halkının veya Basra ve
Küfe halkının veya Ebubekir ve
Ömer'in ittifakı veya yalnız dört
halifenin veya Âli Beyt'in ittifakları
icmâ sayılmaz.
Yine müctehidlerin ümmet-i
Muhammed'den olması şarttır. Buna
göre başka dinlerden olanların
ittifakı şer'î bir icmâ sayılmaz. Çünkü şeriatin delil­lerinde
icmâ, hatadan masum olduğu sabit olan ümmet-i
Muhammed'e aittir.
Yine Rasûlullah hayatta iken icmâ vaki olmaz. Çünkü eğer
Rasûlullah icmâ edenlere katılmışsa o taktirde bu hüküm
icmâ ile değil sünnetle sabit ol­muş demektir. Onlara
muhalefet ederse onların ittifakı düşer geçersiz olur.
Yine icmâ ancak vacib, haram, sahih, fasid gibi şer'î bir
hüküm üzerinde olur. Buna göre meselâ "Fe harfi takib
içindir" gibi lügatla ilgili bir şey veya bu âlemin sonradan
var olması gibi aklî bir şey veya mükelleflerin fiilleri ile
ilgisi olmayıp örf ve âdetten kaynaklanan harp gibi halkın
işlerinin düzenlenmesi gibi dünyevî bir şey üzerindeki
ittifak icmâ sayılmaz.
İcmânm Rükün ve Şartları
"Rükün" kelimesinin gerçek manasıyle icmânın sadece bir
rüknü vardır o da "müctehidlerin ittifakı"dır. Aralarında
ittifak hasıl olmadıkça icmâ oluşmaz.
İcmânın altı şartı vardır:
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
Temel Meseleler
1 - İcmâda yer alan müctehidlerin sayısı ikiden fazla
olmalıdır. Bir müctehidle icmâ gerçekleşmez, çünkü
"ittifak" ın manası birkaç âlim arasında tasavvur
edilebilir. Herhangi bir asırda sadece bir veya iki
müctehidin bulunmuşsa şer'an icmâ oluşmaz.
2- Şer'î hüküm üzerinde bütün müctehidlerin ittifakı hasıl
olmalıdır. Dolayısıyle muhalefet edenlerin sayısı ne kadar
az, ittifak edenlerin sayısı da ne kadar çok olursa olsun
müctehidlerin çoğunun ittifakı icmâ sayılmaz. Çünkü
icmâda Daru'l-İslam'ın bütün müctehidlerinin ittifakı
lazımdır. Müctehid olmayanların sözü muteber değildir.
3- Hâdise meydana geldiği esnada islâm âleminin çeşitli
bölgelerinde bu­lunan bütün müctehidlerin ittifakı
olmalıdır. Hicaz veya Mekke-Medine veya Mısır veya Irak
gibi muayyen bir bölgedeki müctehidlerin ittifakı icmâ
sayılmayacağı gibi meselâ sadece "Âli
Beyt'in ittifakı da icmâ sayılmaz.
4- İster sözle ister fiille olsun, ister bir
arada ister ayrı yerlerde bulunsunlar
ittifak müctehidlerin herbirinin hadise
hakkında açıkça görüş beyan etmeleri
suretiyle meydana gelmiş olmalıdır.
5- Bu ittifakın, adalet sıfatını taşıyan
ve bid'atlardan uzak duran ictihad
ehlinden sadır olması lazımdır. Çünkü
icmânın hüccet oluşuna delâlet eden
nasslar bunu göstermektedir.
"Adalet sıfatı" cumhura göre şarttır.
Çünkü icmânın hükmü ancak
müctehidin şehâdet ehliyetini haiz
olmasıyle bağlayıcı olur, şehadet
ehliyeti de "Sizden, iki âdil kişiyi şahit tutun" (Talak: 65/2)
ayetinde sarahaten ifade edildiği gibi ancak adalet
sıfatını haiz kişilerde olur.
"Müctehid bidatlerdan bütünüyle uzak olmalıdır"
şartına gelince: Eğer bid'at kişiyi küfre düşürecek cinsten
ise onu kabul eden gayrimüslimdir. Küfre götürecek
cinsten değil ama insanları ona davet ediyorsa, bu delilsiz
batıl taassubu sebebiyle adalet sıfatı düşer ve bu
ümmetin icmâında onun sözü alınmaz. Bu sebebten Hz.
Ebubekir ve Hz.Ömer'in halifeliği hususundaki icmâda
Râfizîlerin muhalefetine itibar edilmez. Aynı şekilde Hz.
Ali'nin halifeliği konusunda da Havâric'in muhalefeti
dikkate alınmaz.
6- İcmâ edenlerin, icmâlarında nasdan veya kıyastan şer'î
bir müstenede (dayanağa) dayanmaları şarttır. Çünkü
müstened bulmadan fetva vermek hatadır ve din babında
ilimsiz söz söylemektir. Ayrıca icmâ edenlerin sadece
akıllarına dayanarak şer'î hükümler ortaya koymaları caiz
değildir.
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Ebu Ensar
Fetva Köşesi
İslâm Fıkhı Açısından Sigara(4)
Görüşlerin Değerlendirilmesi Ve Sonuç
Vakıaların hükmünü belirlemede ehli sünnet çizgisindeki mezheplerin
ittifakla kabul ettikleri deliller kitap, sünnet, icma ve kıyastır.
"Masalih-i mürsele" ve "istihsan" ise tartışmalı olmakla beraber yine
bu mezheplerin öyle ya da böyle baş vurdukları delillerdendir. Akıl ise
olayların hükmünü belirlemede tek başına bir delil değildir. Ehl-i
Sünnet çizgisinin görüşü budur. Aklın şer'i bir delil olması sadece
Mutezile ve Şia görüşüdür. Buna göre:
Hicri 11. Asrın başlarında ortaya çıkan sigara hakkında kitap; sünnet
ve icma delilinin bulunmaması tabiîdir. Diğer bir ifade ile, filan âyetin
veya hadisin herhangi bir dalalet yoluyla delâletine, ya da
müctehidlerin icmaına binaen sigara haram veya mubahtır, denemez.
Kıyasa gelince, şüphesiz bu, üç asıl delilden sonra ahkâm belirlemede
en önemli delildir ve şartlarına uygun kıyasın işletilmesi de bir
içtihattır, dolayısı ile kıyas yapmak ehlinin, yani müctehidlerin işidir.
Hükmü nassların delâletlerinin delâleti ile anlaşılacak kadar açık olan
konular ise bundan müstesnadır.
Bu durum­da sigaranın kıyas edilebileceği/edildiği en yakın asıl
pırasa, soğan ve sarımsaktır. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, Hz.
Peygamber (sav) bu bitkilerden yiyenlerin, ağız kokularıyla meleklere
ve insanlara eziyet edecekleri için mescide gelmemelerini emretmiş,
hatta bu durumda gelenler olmuşsa onları mescitten çıkartarak Bakî
Mezarlığı istikametine göndermiştir. Çoğu insanlarca sigaranın ihdas
edeceği ağız kokusu da bundan daha az rahatsız
edici değildir. Öyleyse sigara da aynı hükmü
almalıdır. Ama bu hüküm nedir? Soğan-sarımsak
konusunda
(asıl)
baktığımızda
onların
yenmelerinin yasak edilmediğini, hatta bir hadisle
teşvik edildiğini, dolayısı ile mekruh dahi
görülmediğini müşahede ederiz. Yasak edilenin
onları yiyenin henüz ağız kokusu çıkmamışken
camiye gelmeleridir ve bu hükmün illeti de "eza
vermek"tir. Şimdi sigarayı buna uygularsak; önce
sözkonusu illetin onda da aynı ölçüde bulunup
bulunmadığı tartışma konusu olabilir. Çünkü
sigara içen herkesin nefesi rahatsız edici ölçüde
kokmamaktadır. Bu açıdan kıyasın "aslı" ile "fer'i" arasında küçük de
olsa bir fark vardır. İkinci olarak "illetin bulunmayacağı yerde
hükmün de bulunmayacağı" esasına göre, ister soğan-sarımsak'ta,
ister sigarada herhangi bir yolla ağız kokusunun izalesi mümkün
olursa bu, hükmün de kalkmasını gerektirir. Kaldı ki "asıl" daki
hüküm, soğan-sanmsak yemenin haramlığı ya da mekruhluğu değildir.
Binaenaleyh, sigaranın onlara kıyaslanmasının uygun olması halinde
bile bu, tek başına sigaranın içiminin haram ya da mekruh olmasını
gerektirmez. Ne var ki, sigara içenin ağız kokusu, diğerleri kadar
çabuk çıkmayacağı dolayısı ile mescidlere sürekli gidemeyeceği ve
şeairden olan bir sünnetin -cemaate gitmek gibi- sürekli terki de
mekruh ya da haram olacağı için, bu sebeple sigara içmek de aynı
hükmü alır. Ancak bu esasa göre de yine kokusunun izale yöntemi
bulunuyorsa hüküm de ortadan kalkar.
Sonuç olarak sigaraya hüküm vermede en güçlü delil görülebilecek
kıyas da nihaî hükmü belirlemede yeterli olmamaktadır.
Geriye ihtilaflı deliler kalır ki, bunlar da Hanefîlerin "İstihsan"ı ile
Malikilerin "istislahf (masalih-i mürsele)'dir. Sigara için istihsanın
işletilebilecek yönleri zaruret, umumî belva ya da kıyas-ı hafîdir.
Sigara içmekte bir zaruret olmadığı herkesin kabulüdür. Umumî
belvanın olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü sigaranın bir "fısk"
sayılması halinde günümüzde o ölçüdeki fısklardan sakınan dinî bütün
insanlar çok yüksek oranda sigara da içmemektedirler. Bu kesimde
içenler azınlıktadır. Bunun dışındaki müslümanlar ise fısk olduğu
sabit olan benzeri konularda dahi gaflet göstermektedirler.
Binaenaleyh, onların sigara içmeleri de umumî belvadan değil, gaflet
ve laubalilikten kaynaklanıyor denebilir. Böylece zaruret ve umumî
belva tarzındaki bir istihsanla da sigaranın hükmüne ulaşmak
mümkün görülmemektedir.
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Kıyas-ı Hafi tarzındaki bir istihsan ıstıslahla aynı şey olur ki, bu da
sigaranın zararının kesinkes sabit olmasına bina edilebilir ve açık
naslarla haram kılınan nesnelerdeki ortak özellik, insan için hayatî
zarar taşımalarıdır. Aynı şey sigarada da mevcuttur, ya da böyle bir
"asıl" bulunamazsa dahi sigaradaki mefsedet yönü daha ağırlıklıdır.
Binaenaleyh mahzurludur ve "memnu" olması gerekir denebilir.
Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu delilerde de ittifak yoktur ve
bu yolla sigara kesin haramdır, hükmünü vermek zordur.
Sonuç
Buraya kadar serdettiğimiz delillere ve tartışmalarına bakarak
diyebiliriz ki;
1- Sigaranın mahzurlu olduğuna işaret eden deliller, mubah sayılması
gerektiği istinbat edilen delillerden hem çok daha fazla, hem de
delâlet yönleri daha açıktır. Buna göre sigaranın mutlak mubah
olduğunu söyleme imkânı kalmaz. Zaten mubah olduğunu
söyleyenlerde, ondaki zararın mevhum olduğunu, muhakkak
olmadığını, muhakkak olması yani zararının ispat edilmesi halinde
haram olacağını, çünkü "zararlılarda asıl olanının" haram olmak
olduğunu söylerler. Meselâ İbn Abidin bunlardan birisidir.
Herhangi birşeyi "mubah kılan bir delille haram kılan bir delil
çatışırsa haram kılan diğerine tercih edilir" ve "haram ile helâl
çatışırsa haram galip gelir" gibi fıkıh kaideleri de sigaranın yerinin
mubah yönünde olmadığına işaret eder. Böylece sigaranın şer'an
mahzurlu olduğu ortaya çıkmış olur. Ancak bu mahzurun
hiyerarşideki yeri neresidir. İşte bunu tayin etmek zor gözükmektedir.
2- Bazılarına göre zarar "kerahati/mekruhluğu", bazılarına göre de
haramlığı gerektirir. Ama herhalde bunu da tafsil
etmek ve kerahat ve haramlığını zararına göre
tesbit etmek gerekir. Ancak sigara hakkında,
makbul delâlet yollarından biriyle onun haram
olduğunu gösteren bir nassın bulunmadığını da
hesaba katarsak onun için haramdır dememiz de
tehlikeli olabilir.
3- Netice itibariyle en az yanılma ihtimali olan
hüküm olarak sigaraya "mekruh" denmesi gereği
ortaya çıkıyor. Ama bu durumda da tenzihen bîr
mekruh olabileceği gibi tahrimen bir mekruh da
olabilir. Doğrusu; insanın sağlığına pekçok
yönden zararı, tiksindirici kokusu, (habisliği)
israf oluşu vb., yönleri hesaba katıldığında iki mekruh arasındaki
yerinin "tahrimen mekruh" olana daha yakın olduğunu söylemek bize
daha isabetli gelmektedir. Konu hakkında yazılan risalelerin en derlitoplu olanının yazarı İmam Lüknevi de sigaranın mekruh olduğu
sonucuna vardıktan sonra bu kerahatin tahrimen mi yoksa tenzihen mi
olduğu konusunda mütereddid olduğunu anlatır.
4- Bunlara bağlı olarak sigara ile ilgili başka hükümler de sözkonusu
olur. Şöyle kî:a- Sigaranın mubah olduğunu söyleyenlere göre tütün
ziraatı ve sigara âlım satımı yapmak da mubah ve helâl olmuş olur.
Tabiatıyla sigaranın mekruh ya da haram olduğu söylendiğinde de,
ziraatı ile ticareti de aynı hükmü alacaktır. Ne var ki tütünün
bitkisinden yaş ya da kuru olarak tıp, kozmetik ve hayvan yemi gibi
başka maksatlarla da yararlanılıyorsa o takdirde onun zîraatinin
mahzurlu olmadığı anlaşılır. Fakat her halükarda tütün ziraatı ve
sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü
sigaranın maddesi bizzat (li aynihi) pis değildir.
b- Oruçlu olarak sigara içmek ittifakla orucu bozar ve keffareti
gerektirir. Çünkü cevfine duman kaçmakla, dumanı bizzat
yudumlamak ayrı ayrı şeylerdir.
c- Sigaranın mubah olduğunu söyleyenler, kadının sigara içmesi
halinde, kocanın vereceği nafakaya onun sigara harcamalarını da
eklemesi gerektiğini kabul etmek zorundadırlar. Mekruh ve haram
olduğunu söyleyenlere göre ise böyle bir zorunluluk yoktur.
d- Sigaranın hükmü ne olursa olsun kocanın bundan rahatsız olması
durumunda karısını sigara içmekten men etme hakkı vardır. Bu bir
insanlık hakkı olduğundan ötürü kadının da aynı hakkı bulunmalıdır.
e- Sigara içmenin haram ya da mekruh olduğu kabul edilmesi halinde
bu küçük ya da büyük bir günah olacak ve ısrarı ile daha da
büyüyecektir.
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Cemaleddin Hocaoğlu
Beyyineler
İMKÂNLAR ve HAMLELER-(2)
Bizleri yoktan var eden, sayısız nimetleriyle
terbiye ve taltif eden, Kur’an-ı Kerim gibi bir
kitabı lutfederek bizlere Hakk’ın yolunu gösteren
yüce Mevlâ’ya hamd eder, şükrederiz. O’nun
sevgili kulu ve son Peygamberi Hazreti
Muhammed’e (s.a.v.) ve Onun yolunda giden ve
Hakk’ın hakimiyyeti uğruna her fedakârlığa göğüs
geren âline, ashabına salât ve selam olsun!..
Yine Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki küfrün
hakim olduğu, putperestliğin kol gezdiği,
müslümanların paramparça olduğu bir devirde
bizlere iman bayrağını, İslam davasını ve Tevhid
sancağını taşıma, Hakk’ın
hakimiyetini sağlama yolunda
çalışma şerefini nasip etmiş
ve bu uğurda bir takım
imkân1ar ve fırsatlar
bahşetmiştir.
İMKÂNLAR:
1- Kur’ an-ı Kerim gibi bir
kitaba, Hz. Muhammed
(s.a.v.) gibi bir Peygamber’e
sahibiz. Kaynağımız sağlam,
mesnedimiz sarsılmaz, hazinemiz bitip tükenmez... Binaenaleyh; vahiy bizimle, ilim
bizimle, akıl bizimledir. Bu
itibarla kaynak aramaya, şunun doktrinine, bunun
felsefesine hiç de ihtiyacımız yoktur; kuvvetliyiz.
İlahî kaynaklardan tâilimat alır, sünnet-i senniyye’den feyz alır, aklı çalıştırır, tarihten de hız ve
tecrübe alabilirsek, bizim sırtımızı hiçbir güç yere
getiremez. Yeter ki, mütevekkil olalım, yeter ki,
taviz vermeyelim, yeter ki, elimizdeki imkânları
gereği gibi kullanalım…
mayesine) sığınırsa Allah ona (kapalı yerlerden
bile) bir çıkış yeri yaratır ve onu hiç hatır ve hayale gelmeyen yerden rızıklandırır...” ,,...Onlardan
korkmayın, benden korkun!..” ,,İnsanlardan
korkmayın, benden korkun!..”
Bir kudsî hadisinde de şöyle buyurur: ,,Kulum
bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın
yaklaşırım. 0, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona
bir kulaç yaklaşırım. 0, bana yürüyerek gelirse
ben ona koşarak giderim.”
İşte bu ve daha nice ayet ve nice hadislerde söz
verilen yardımlara inanan bir müslüman ve müslüman cemaatlar neden korksun, neden ümitsizliğe
düşsün, neden fütur ve zaaf göstersin ve neden bugünün işini yarına bıraksın?!.
Binaenaleyh; bize düşen meşru yolda, meşru ölçülere göre,
planlı ve programlı bir şekilde, tam bir cesaret ve metanetle hizmete ve hedefe doğru
yürümektir. Küçük küçük
teşebbüsler büyük büyük neticelere götürür ve götürmüştür. Bütün bunlar tecrübe ile
de sabittir…
3- Ornek:
Allah Resulü ve sahabe bizim için en güzel örneklerdir;
hayatları nümune-i timsâldır.
Hem de öylesine!.. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle
buyurur:
,,Gerçekten Allah’ı, ahiret gününü arzulayanlar
ve Allah’ı çok zikredenler için, size Allah’ın Resulü’nde (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek
vardır.” (Ahzab, 21)
Hatta, bütün peygamberler ve onların mücadele
ve mücâhede hayatları örneklerle doludur; İlahî
vahyi tebliğ ve telkine nereden başlamışlar, nasıl
devam etmişler, muarızlarına karşı verdikleri ce2- İ1âhî Nusret:
vaplar nasıl olmuş, mütecavizlere karşı nasıl
Cenab-ı Hakk’ın va’di sarihtir; 0, hiçbir zaman sabretmişler, nasıl mukavemet etmişlerdir. Her
vadinden dönmez. Ve şöyle buyurur: ,,...Eğer siz
türlü ızdırab ve sıkıntılara katlanmışlar ve fakat
Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz 0 da tebliğde asla kusur etmemişler, hele taviz yoluna
size yardım eder...” ,,Kim Allah’a tevekkül ederse hiç gitmemişlerdir...
0, ona kâfidir...” ,,Kim Allah’ın vikaye (ve hiSayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
ISLAMIN RUKÜNLERI-
ŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(6)
7-Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum,
Islamın bir unsurundan veya tümü ile islam'dan
hoşlanmamaktır.
Nitekim yüce Allah -C.C.- şöyle buyuruyor:
İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah,
onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.Bunun sebebi,
Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah ta
onların amellerini boşa çıkarmıştır."(Muhammed,
8,9)
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Said Havva
horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak
oraya girer.Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu
ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli
çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir,
emeklerinin karşılığını alırlar.(Isra, 18-19)
Kim ahiret ekinini Isterse onun ekinini arttırırız. Buna karşılık kim dünya ekinini isterse ona da dünyadan bir pay veririz, onun ahirette hiç bir nasibini almaz" (Şura, 20)
Öte yandan yüce Allah -c.c- dünya hayatının niteliğini belirtirken şöyle buyuruyor:
Kadınlara, evlâdlara, tartı tartı biriktirilmiş altın ve
Peygamber Efendimiz (SAV)´de şöyle buyurur:
gümüşe, otlağa yayılmış atlara, küçükbaş
Herhangi birinin arzuları benim getirdiğim ilahi
hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı tutkunluk
prensiplere uymadıkça mü'min olamaz.()
insanlara cazip gösterildi. Bunlar dünya hayatının
insanın Islam'ın hükümlerinden herhangi birinden
hoşlanmaması bu kategoriye girer. Söz konusu hü- nimetleridir. Oysa asıl varılacak yer Allah
katındadır.Deki: Size
küm ister Islam'ın ibadetleri,
bunlardan daha hayırlı
ister ekonomik düzeni, ister
Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoriye girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle olanı haber vereyim mi?
medeni hukuku, ister siyasi
sistemi, ister barış ve savaş veya başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk Takvalılar için Rabbleri
egemenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tukatında sürekli kalacakları,
ilkeleri ister ahlak görüşü,
tan kurul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olaltından ırmaklar akan
ister sosyal düzeni ve istermaksızın veya bazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı Cennetler, el değmemiş
se bilimsel görüşü ile ilgili
olarak dilediği gibi kanun koymaya yetkili
eşler ve Allah'ın hoşnutluğu
olsun. Herhangi bir ayetin
sayılır.
Anayasa ise başka hiç bir merciin emrine vardır. Hiç kuşkusuz Allah
veya sahih bir hadisin yabağlı kalmaksızın kendi gorüş ve düşüncelerini
kullarını hakkıyla
hud Peygamberimizin sözü,
yansıtan çoğunluk tarafından ortaya konur.
görür.»"(Ali Imran,14-15)
davranışı, takriri/sessiz
Böyle
bir
şey,
kanun
koyma,
helal
etme
ve
haonayı veya tutumu anlamram kılma yetkisini doğrudan doğruya insanlara Biliniz ki, dünya hayatı
larına gelen bir sünnetin
vermektir ki, bu da Şirktir.
oyundan, eğlenceden, süs
muhtevasından hoşlanmave
gösterişten, birbirinize
mak, insanı islam'dan
karşı övünmeden, mal ve evladı çoğaltma yarışından
çıkarır ve şahadet iddiasını geçersiz kılar.
ibarettir. Bu hayat, ekini ve bitkisi çiftçisinin yüzünü
8-Şahadet iddiası ile çelişen bir başka çirkin tutum, güldüren bol yağmura benzer. Fakat bir süre sonra
Dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederek düny- kuruyan bu bitki örtüsünün sarardığını görürsün.
Arkasından da ot kırıntılarına dönüşür. ahirette ise
ayı tek hedef haline getirmektir.
bir yanda ağır bir azab, öbür yanda Allah'ın
Bu konuda yüce Allah .c.c- şöyle buyuruyor:
bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı,
Uğrayacakları ağır azaptan ötürü vaygele kâfirlerin
aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir."(Hadid,20)
başına! Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih
ederler, insanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu
Bu arada ahireti tercih edenlerin kimler olduğunu
yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir
belirten yüce Allah-c.c- onlar dışında kalanları tehdit
sapıklık içindedirler. (İbrahim, 2-3)
ederek şöyle buyuruyor:
Sadece dünya hayatını ve bu hayatın çekici
De ki; «Eğer babalarınızı, evlâtlarınızı, kardeşlerinizi,
güzelliklerini isteyenlere çalışmalarının karşılığını
eşlerinizi, hısım- akrabanızı, kazandığınız malları,
orada tam olarak veririz, onlar orada hiçbir ödül
bozulmasından korktuğunuz ticareti ve hoşunuza
kısıntısına uğratılmazlar. Ama ahirette onlar için
sadece cehennem ateşi vardır, dünyada yaptıkları iyi giden evleri, konakları Allah'dan, Peygamber'den ve
Allah yolunda cihad etmekten daha çok seviyorsanız
işler boşa gider, işledikleri yararlı ameller geçersiz
Allah emrini gerçekleştirinceye, yapacağını
olur."(Hud, 15-16)
Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz yapıncaya kadar bekleyiniz. Allah yoldan çıkmışlar
güruhunu doğru yola iletmez.»(Tevbe, 24)
kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet
veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız,
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
İslâm'da İlk Hicret
Resûlullah (SAV), Ashabının karşılaştığı musibetleri görünce ve onları korumaya, onlara yapılan işkencelere engel
olmaya güç yetiremeyince, onlara şöyle buyurdu: «Siz Habeşistan'a gitseniz iyi olur. Habeş hükümdarının yanında
hiç kimse zulme uğramaz. Orası emniyetli bir ülkedir. Allah
sizi belki orada ferahlığa kavuşturur».
Bunun üzerine müslümanlar fitne çıkmasından çekinerek
ve dinlerini muhafaza için Allah'a sığınarak, Habeşistan'a
gitmek üzere yola çıktılar. İslâm'da ilk hicret, bu oldu. Muhacirlerin başta gelenleri arasında:Osman bin Affan ve
Hanımı (Hz. Peygamber'in kızı) Rukıyye, Ebû Huzeyfe ve
Hanımı,Zübeyr bin Avvam, Mus'ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf gibi sahâbe-i kiram bulunmaktaydı. Böylece
Habeşistan'da toplanan sahabilerin
sayısı 80 küsur kişiye varmıştı.
Kureyş müşrikleri, bu olup bitenleri
görünce, hemen Abdullah b. Ebî Rebia ile Amr b. Âs'ı (henüz müslüman
olmamıştı) Habeş Kralı Necaşi'ye gönderdiler. Bu iki elçi yanlarında Krala
ve etrafındaki yüksek rütbeli subaylarla, bir kısım devlet büyüklerine sunulmak üzere birçok hediyeler götürdüler. Gayeleri, Necaşî'den, yanına
sığınmış olan bu müslümanları kabul
etmemesini ve onları tekrar düşmanlarına teslim etmesini rica etmekti.
İki elçi, bu konuda Necaşî ile konuşunca esasen Necaşî ile
konuşmadan önce onlar, komutanlarla konuşup getirdikleri hediyeleri onlara takdim etmişlerdi. Necaşî, müslümanlarla bu yeni din hakkında konuşmadıkça onlardan hiçbirini kendilerine teslim etmeyi kabul etmedi. Kureyş elçileri,
Necaşî'nin huzurunda iken müslümanlar da onun yanına
getirildiler. Necaşi onlara: «Kavminizle aranızın açılmasına
sebeb olan bu din nedir? Halbuki siz, ne benim dinime, ne
de diğer milletlerden herhangi birinin dinine girdiniz» diye
sordu.
Necaşi'nin huzurunda konuşmak için Ca'fer bin Ebû Tâlib
seçilmişti. Ca'fer, Necaş,'ye hitaben: «Ey Hükümdar! Biz
cahil bir millettik. Putlara tapardık. Lâşeleri yerdik. Her
kötülüğü yapardık, işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli
olanlarımız, güçsüz olanlarımızı ezerdi. Yüce Allah, bize
kendimizden soyunu sopunu, doğruluğunu eminliğini, iffet
ve nezahetini bilip tanıdığımız bir peygamber gönderinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik. O peygamber, bizi Allah'a, Allah'ın birliğine inanmaya, O'na ibâdete, bizim ve atalarımızın Allah'tan başka tapınageldiğimiz taşları ve putları bırakmaya da'vet etti. Doğru sözlü
olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, komşularla güzel
geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmek-ten sakınmayı
Sayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
bize emretti. Her türlü ahlâksızlıktan bizi nehyetti... Biz de
onu tasdik ve ona iman ettik. Onun Allah'tan getirip, tebliğ
eylediği şeylere tâbi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi. Zulmetti. Bizi dinimizden döndürmek, Allah'a
ibâdetten vazgeçirip tekrar putlara taptırmak için türlü
işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Bizi perişan edip
çeşitli zulüm ve işkencelere uğra-tıp, iyice sıkıştırınca biz
de senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene ve komşuluğuna can attık. Senin yanında
zulme, haksızlığa uğramıyacağımızı ummaktayız» dedi.
Bu sözler üzerine, Necaşî, Ca'fer'den Hz. Peygamber'in
Allah katından getirdiği Kur'an'dan birşeyler okumasını
istedi.
Hz. Ca'fer (r.a.), Meryem Sûresinin başından bir miktar
okudu. Necaşi kendisini tutamayıp,
sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra
onlara şöyle dedi: «Gerçekten bu, Isâ
(as)'in getirdiği aynı kandilden
fışkırmış bir nurdur» dedi. Kureyş elçilerine dönüp: «Gidiniz, vallahi, ben ne
onları size teslim ederim, ne de onlara
bir kötülük düşünürüm» dedi.
Kureyş elçileri gelip, Necaşi'ye: «Ey
Hükümdar! Onlar Meryem oğlu Isâ'ya
ağır bir söz söylüyorlar. Onlara adam
gönderip Isâ için ne söylediklerini bir
sor» dediler. Necaşi, Hz. Isâ hakkındaki düşüncelerini sormak üzere muhacirlere adam gönderdi: Hz. Ca'fer gelip: «Biz, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bize getirdiğini söyleriz. Peygamberimiz, Isâ hakkında şöyle diyor: «O, Allah'ın kulu, ruhu,
dünyadan ve erden vazgeçerek kendini Allah'a adamış bir
kız olan Meryem'e ilkâ eylediği kelimesidir» dedi. Hz. Ca'fer'in bu sözleri üzerine Necaşi elini yere uzatıp, yerden bir
saman çöpü aldı ve: «Vallahi, Meryem oğlu Isâ da zaten,
sizin söylediğinizden fazla birşey değildir. Arada bu çöp
kadar bile fark ,yoktur!» dedi. Sonra elçilerin hediyelerini
kendilerine iade etti ve kendi ülkesine sığınmış olan müsîümanları daha fazla koruyacağını belirtti. Elçiler de eli boş
olarak Kureyş'in yanma döndüler.
Bir zaman geçtikten sonra, Habeşistan'daki muhacirlere,
Mekke halkının müslüman olduğu haberi ulaştı. Onlar da
bu haber üzerine ülkelerine geri döndüler. Mekke'ye
yaklaştıkları vakit, Mekke halkının müslümanilığı kabul
etmeleriyle ilgili duydukları haberin asılsız olduğunu öğrendiler. Muhacirler ya gizlice veya bazı müşriklerin himayesi altında Mekke'ye girebildiler. Onların toplamı 33
erkekten ibaretti. Bunların arasında 6 kadın vardı. Böylece
sayıları 39'a yükselmiş oluyor. Bir kısmı Osman b.
Maz'un'un, bir kısmı da Velid b. el-Muğîre'nin himayesinde
Mekke'ye girdiler. Ebû Seleme de Ebû Tâlib'in himayesinde
Mekke'ye girdi.
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
Kadın-Erkek eşitliği (5)
İslam Gerçeğinde Kadın
Insani düzlemde kadın ve erkeği birbirinden ayıran, birbirinden farklı görmeyen İslam, kadının konumunu, misyonunu, hakkını ve değerini de, kadının kendi gerçeklik
düzleminde tanımlamaktadır. Mesela kadının anne olması ve
annelik misyonunu üstlenmesi, kendi gerçeklik düzleminde
kazabileceği yüce ve kutsal bir makamdır. Ne var ki kadının
analık makamına ulaşması böylesine yüce bir eylem olmasına
rağmen, bilhassa erkekler tarafından oldukça küçümsenmiş
ve hor görülmüştür!. her iyi eyleme kendilerini layık gören
erkek zihniyeti, ulaşamayacakları bu analık makamını ne
yazık ki bu erkeksi propagandanın tesirinde kalan kadınlar ise,
analığı kendileri de küçümseyerek analık makamından uzaklaşmaya ve kendilerine değer kazandıracak daha başka eylemlere yönelmeye başlamışlardır. Hakim erkek anlayışı tarafından belirlenen diğer değerli eylemler ise, genellikle erkek­
lere Özgü düzlemlerde gerçekleştirilen eylemler olduğu için,
bu düzlemlerdeki eylemlerde doğal bir
geri kalmışlığa itilmişlerdir!. Erkeklere
özgü düzlemlerde mücadele veren kadınların bu mücadele­si, hiç şüphesiz ki
altın madalya için erkeklerle yaptıkları
bir mücadeleden ziyade, gümüş madalya için kendi aralarında yaptıkları bir
mücadele görünümündedir.
İşte kadınlara değer veren İlahi vahiy,
kadınların değer kazanabileceği düzlemi,
kadınlara özgü bir düzlem olarak sunmakta ve analığa gerçek değeri vererek,
kadınları öncelikle bu makam ile onurlandırmaktadır. Nitekim aşağıdaki ayet-i
kerimede, analığın önemine şöyle işaret edilmektedir; Biz insana, anne ve babasına iyilikle davranmasını tavsiye ettik
Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun
(hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır..
(Ahkâf, 15)
Kadınlara özgü hamilelik ve doğum hadisesinin, kadınlar için
zorluklarla ve güçlüklerle dolu bir eylem olmasını dileyen şanı
yüce Rabbimiz, hiç şüphesiz ki güçlüklerle dolu bu hadise ile
kadınlann karşılığı olmayan bir eziyet görmelerini değil, bu
zorluk ve güçlüklerin fevkinde olan bir makama, kutsal ve
değerli olan analık makamına ulaşmalarını dilemiştir.
Analığa gerçek değeri veren ve bir dünya görüşü, bir yaşam
biçimi olan İslam'a göre, bazı fiiller ferdi olarak gözükse de,
bunlar genel bir insanlık düzleminde değerlendirilir. Mesela
bir insan hırsızlık yaptığı zaman, yüzbinlerce insandan sadece
bir insan hırsızlık yapmış denilerek, bu eylem küçümsenmez.
Bütün bir insanlığın hırsızlık yapması halinde karşılaşılacak
durum ne kadar vahim ise, tek bir hırsızlık eylemine de aynı
vehametle yaklaşılır. Çünkü böyle yaklaşılmadığı zaman, tek
bir fertte görülen eylemin bütün bir topluma yansıması ve
bütün bir toplumda yaygınlaşması söz konusudur. Dolayısıyle
meseleyi böylesi bir genel düzlemde ele alan bu toplumsal
bakış, bir insanı öldürmek veya dirilmesine, diri kalmasına
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
vesile olmak vakıasını da aynı düzlemde değerlendirir.
Nitekim aşağıdaki ayet-i kerime, bu genel yaklaşımı şöyle
ifade etmektedir; Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık
Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada
karşılık olmaksızın Öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş
gibi olur. Andobun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan
birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.(Maide,32)
Bir İnsanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibi, bir insanı
dirilten bütün bir insanlığı diriltmiş gibi olacağına göre, bu
İlahi prensip istikametinde anneler hakkında da gayet açık bir
ifadeyle "Bir insanı doğuran, bütün bir insanlığı doğurmuş
gibidir!."diyebiliriz.
Bütün bir insanlığı doğurmak!.
Bu ifade, analar ve analık için mübalağalı bir ifade değildir.
Analar gerçekten bütün bir insanlığı rahimlerinde taşıyan,
bütün bir insanlığın doğum sancısını çeken,
bütün bir insanlığı doğuran,
bütün bir insanlığı sütleriyle besleyen,
bütün bir insanlığın altını temizleyen,
bütün bir insanlığı yetiştiren insanlardır...
Mü'min ve müslim anneler ise, bu genellemenin daha özel ve daha yüce bir
tanımına muhataptırlar. Çünkü doğurduğu evladını İslam terbiyesi ile büyüten
ve onu güzel bir müslüman olarak yetiştiren mümine bir anne,
bütün müslürnanlan doğuran,
bütün müslümanları yetiştiren bir anne gibidir. Dolayısıyle
herhangi bir müslümanın, diğer müslüman kardeşinin annesine "Anne" demesi, hem saygıyı ve hem de bu gerçeği ifade
etmektedir.
İslam'ın açıkça ortaya koyduğu bu gerçek ise,
akıl ve insaf sahibi bütün erkeklerin gıpta edecekleri bir makamı sadece kadınlara veren ve bu makam ile sadece kadınları onurlandıran bîr gerçektir.
Erkeklere özgü bazı düzlemlerde kadınların erkeklerle yanşması
mümkün olmadığı gibi, kadınlara özgü böylesi düzlemlerde de
erkeklerin kadınlarla yarışması, yarışabilmesi mümkün değildir.
İnsani düzlemde kadın erkek ayırımı yapmayan ve bütün insan­
lan hayırlarda yarışmaya teşvik eden İslam, cinsi özelliklerin
önem kazandığı düzlemlerde ise bu ayırımı dikkate almakta ve
kadınları, kendi gerçeklik düzlemlerinde yanşmaya, kendilerine
özgü bu düzlemde değer kazanmaya davet etmektedir. Nitekim kadınların gerçek değerlerini kazandıkları, kazanabildikleri
düzlemler, İslam'ın kadınları davet ettiği ve kadınları onurlandırdığı kendilerine özgü düzlemlerdir.
Kadınlar İslamın öngördüğü bu düzlemlerde gerçek kimliklerini
bulabilecekler ve bu düzlemlerde değer kazanabileceklerdir.
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
Ibni Abdulhalim
KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(11)
r ve otur. Işte bütün namazlarını böyle kıl. (Buhari,
Muslim)
Bu uygulamadan şunları öğreniyoruz:
Eğitimde Verimlilik ve Kalite
Hz. Peygamber (SAV)şöyle buyuruyor: Allah ihsanı, * Öğretim zorluk ve şiddet gösterilmeden yapılmalı ,
her şeyin, her işin güzel yapılmasını, Allah, her şeyde * Muhatabın yaptığı yanlışların farkına varması sağlanmalı,
güzelliğ i, emreder/ister. (Ebu Davud, Tirmizi, Ibni
* Muhatap öğrenmeye teşvik edilmeli.
Mace)
Muaviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a.) anlatıyor:
Güzel iş , sağlam iş , kalıcı iş , kaliteli iş: bu hadis
toplam kaliteyi veriyor. O halde Müslümanın işi rast Bir defasında Rasûlüllah ile birlikte namaz kılarken
cemaatten biri aksırı verdi. Ben de hemen yerhamügele olmaz. Müslümanın işi bir standart taşımalı ,
Müslümanın işi sağlam olmalı , Müslümanın işi tam kallah (Allah sana rahmet eylesin) dedim. Cemaattekiler bana sert sert baktılar.
ve eksiksiz olmalı.
Ben vay başıma gelenler! Size ne oluyor bana öyle
Herkes her şeyin, yapabileceğinin en güzelini yapmalı . Biz yapıyoruz, kimse bir şey demiyor. Bu ölçü bakı yorsunuz? dedim. Bunun üzerine elleriyle uydeğil. Biz o işin bizden beklenen biçimde yapıp yap- luklarına vurmaya başladılar.
Beni susturmaya çalıştıklarını anlayınca susuverdim.
madığımıza bakalım.
Yıllar önce orta okul 1. sınıfta okuyan bir kız öğren- Rasûlüllah namazı bitirince beni çağırdı . Anam babam ona feda olsun, ne
cim şöyle demişti: Ne olur
ondan önce ne de ondan
söyleyin de müfettişler her
sonra Rasûl-i Ekrem kadar
hafta gelsin. Neden?
güzel öğreten hiçbir mualÇünkü müfettişin geldiği
lim görmedim. Vallahi beni
hafta matematik öğretmeni
ne azarladı, ne dövdü, ne
çok güzel ders anlatmıştır.
de kötü söz söyledi. Sadece
Işi severek yapmak, yaptığı
şunu söyledi:
işten gurur duymak, kaliteli
Şu namaz var ya, onda inürün elde edilmesine imkân
san kelâmından hiçbir ey
verir. Verimlilik ve kalite
konuş mak caiz/doğru olyüksekliği ise, kişiyi daha
maz. Namaz ancak tesbih,
iyisini yapmaya yöneltir.
tekbir ve Kur ân okumaktan ibarettir.(Muslim)
Dikkat, Kontrol ve Gözlem
Ebû Hüreyre (r.a.)nin rivayet ettiği bir hadis şöyledir: Günümüz öğrenme psikolojisinin ilkeleri şunlardır:
Mescide bir adam geldi, namaz kıldı ve mescidin bir
köşesinde oturan Rasûlüllahın yanına gelerek selâm Yüksek motivasyon,
verdi. Selâmını alan Rasûl-i Ekrem:
isteyerek öğrenme/öğrenmeye katı lma,
dön namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz
kılmadın. buyurdu. Adam gitti namazını yeniden
aktif dinleme,
kıldı, geldi ve tekrar selâm verdi. Hz. Peygamber
selâmını aldı ve yine Git namazını tekrarla buyurdu. öğrenileni tekrar ve müzakere etme,
Daha sonra adam, Ey Allah n Elçisi, bana namazı
öğret. Ben ancak bu kadar biliyor, bu kadar yapabi- başkasına öğretme,
liyorum dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
öğrenmeye yeterince zaman ayırmaktır ki,
buyurdu:
Namaza kalktığın vakit önce abdest al. Sonra kıbleye
dön ve tekbir getir. Sonra Kur ândan bildiğin kadar bunların hepsi Suffa da uygulanmış; azarlama, dayile sana kolay geleni oku ve rükuya eğil. Sonra iyice ak ve kötü söze yer verilmemiş tir.
doğrul secdeye git. Daha sonra secdeden başını kaldı
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
Müslüman Çocuğun Edebi
Bunları Biliyormusunuz?
10)-ALLAH'A, PEYGAMBERE VE KUR`AN'A KARŞI
Soru : Kainattaki her şey kendisinden başka yaratıcı olmayan
Allah (c.c.)’ın bilmesi, dilemesi ve yaratması ile olur. Onun
A- Allah'a Karşı Görevlerimiz:
için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesi
Bizi yoktan var eden ve mükemmel organlarla donatan, Cenabı Hakkın ezelde dilemesi ile olur. Rabbimizin bir şeyi
yeryüzünde ne varsa hepsini bizim faydalanmamız için ezelde dilemiş olmasına ne ad verilir?
Cevap : Kader.
yaratan Allah'tır. Insana tanınan bu üstün özellikler
Soru: Yüce Rabbimizin ezelde dilemiş olduğu herhangi bir
hiçbir canlıya verilmemiştir.
şeyin zamanı gelince yine Allah (c.c.)’ın izniyle meydana gelBu iyiliklere karşı yapmamız gereken görevler
mesine ne ad verilir?
vardır.
Cevap : Kaza.
Bu görevler:
Soru : Müellefe-i Kulüp kimlerdir?
a- Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak,
Cevap : Müslüman olmayıp, kalpleri Islam’a ısındırılmak
b- Hiç bir şeyi Ona ortak koşmamak,
istenenlerdir.
Soru : Büyük günahlardan birini işlemiş veya küçük günahlara
c- Ibadet vazifelerini yerine getirmek,
d- Emirlerine uygun hareket edip yasak ettiği şeyler- devam eden kimseye ne denir?
Cevap : Fasık.
den sakınmak,
Soru : Günahı olan mü’minlerin affedilmesi, günahsızların dae- Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak,
ha yüksek mertebelere erişmeleri için Peygamberler ve evliyaf- O'nun adını saygı ile anmak,
ların Allah (c.c.)’a yalvarmasına ne
denir?
g-Verdiği nimetlere şükretmek.
Cevap : Şefaat.
Soru : Bir şeyi elde etmek için gerePeygambere Karşı Görevleriken maddi ve manevi vesilelerin
miz:
hepsiniyaptıktan sonra, Allah (c.c.)’a
Allah, Islam dinini insanlara
güvenip ondan sonrasını Allah
tebliğ etme görevini Peygam(c.c.)’a bırakmaya ne ad verilir?
berimiz Hz. Muhammed
Cevap : Tevekkül.
(a.s.)'e verdi. Sevgili PeygamSoru: Karzı hasen ne demektir?
berimiz insanlığın kurtuluşu
Cevap : Çıkar gözetmeksizin Allah
için çok çalıştı. Bu uğurda
(c.c.)’ın rızası için ödünç para verbirçok güçlüklerle karşılaştı.
mektir.
Islamın ışığı ile dün-yayı aydınSoru : Aynı peygamberin yolunda
lattı. Insanlara mutlu olmanın yollarını gösterdi.
yürüyen insanlara ne denir?
Bu sebeple;
Cevap : Ümmet.
a- Onun son ve en büyük Peygamber olduğuna inanmak, Soru : Hasenat ne demektir?
Cevap : Iyi amellere, yapılan iyiliklere denir.
b- Onu çok sevmek, adı anıldığı zaman salvat-i şerife
okumak,
Soru 53: Cennetteki en büyük nimet nedir?
Cevap : Ru’yetullah yani Allah (c.c.)’ın cemalini görmektir.
c- Onun gösterdiği yoldan yürümek,
Soru : Islam dininde olmadığı halde sonradan insanların dind- Onun güzel ahlâkını kendimize örnek alarak yaşadenmiş gibi hayatlarına geçirdikleri yanlış adetlere ne denir?
mak.
Cevap : Bid`at.
Soru: Yapılan her şeyin sırf Allah (c.c.)’ın rızası için yapmaya,
C- Kur`an'a Karşı Görevlerimiz:
gösterişten uzak amele ne denir?
a- Kur`an'ı Kerim'in Allah tarafından Peygamberimiz Cevap : Ihlas denir.
vasıtası ile gönderilen son kitap olduğuna inanmak.
Soru : Seyyiat ne demektir?
b- Onu usulüne göre güzelce okumak,
Cevap : Kötülükler, günahlar ve suçlardır.
c- Manasını anlamaya çalışmak,
Soru : Münafığın alametleri nelerdir?
d- Kur`an'ı okurken ve dinlerken son derece saygılı olCevap : Konuştuğunda yalan söyler, söz verir sözünde durmaz, emanete hıyanet eder.
mak,
e- Kur`an'ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerin- Soru : En güçlü insan kimdir?
Cevap : Öfkesini yenen insandır.
den sakınmak.
GÖREVLERIMIZ
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
bırakmıştı. Alla"Bu çirkin komplodan güçlenerek çıkacağız ve yeni Türkiye'yi huekber Dağları'nı
inşaa edeceğiz. Bu süreç yeni Türkiye'nin "İstiklal Mücadelesi" aşmak için çok
sayıda Mehmetçik,
sürecidir"
25 Aralık 2013 Çarşamba Başbakan Erdoğan, "Bu çirkin kom- soğuk ve tipinin
plodan güçlenerek çıkacağız ve yeni Türkiye'yi inşaa edeceğiz. etkisiyle şehitlik
Bu süreç yeni Türkiye'nin "İstiklal Mücadelesi" sürecidir" dedi. mertebesine ulaştı.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Benim büyük dedem de o harekatta
teşkilatından çalışmalarına devam etmelerini isteyerek, "Bu
şehit oldu. 99. yıl
süreç, yeni Türkiye'nin istiklal mücadelesi sürecidir" dedi.
dönümünde Sarıkamış şehirlerini rahmetle minnetle yad ediyoruz" diye konuşBaşbakan Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde düzenlenen
Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, tu.
önceki gün İzmir Alaybey Tersanesinde meydana gelen kazada
TBMM Genel Kurulu'ndaki 2014 bütçe görüşmelerine de değişehit olan askerlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifa dinen Erdoğan, muhalefetin görüşmelerde kullandığı red oyuna
leğinde bulundu.
işaret ederek, "Yani bağırmaları, çağırmaları hiçbir şey oradaki
oya yansımıyor" ifadesini kullandı.
22 Aralık tarihinin, 1914 yılında Osmanlı ordusu tarafından
başlatılan Sarıkamış Harekatı'nın 99. yıl dönümü olduğunu
belirten Erdoğan, "Sarıkamış'tan itibaren Kars dahil olmak üze- Yapılan sözlü, fiili saldırılara rağmen AK Parti Gurubunun tam
ciddiyetle bütçe görüşmelerin sürdürerek sonlandırdığını kayre Kafkasya'nın işgalini sonlandırmak için başlatılan hareket
maalesef çetin kış şartları nedeniyle arkasında çok hazin tablo deden Erdoğan, 2014 bütçenin hayırlara vesile olması yönünde
Allah'tan niyazda bulundu….
.Bu
süreç 'İstiklal Mücadelesi' sürecidir
Fethullah Gülen'den sert yolsuzluk
açıklaması
Herkul.org'da Fethullah Gülen'in
'Yolsuzluk' başlıklı son sohbetini
yayınlandı.
21 Aralık 2013 Cumartesi
Oldukça sert açıklamalar yapan
Fethullah Gülen ''Şimdiye kadar demediğim şeyleri dedim. Umuma ait
şeyler çalınmış çırpılmışsa,o mevzuda birisi göz yumuyorsa, o da o haramîlerle müşterek demektir. İşte orada
göz yumulamaz. Haksız, kimse, o
mutlaka cezasını bulacaktır'' dedi.
Gülen, sohbetinde şunları söylüyor:
KENDİ EVLADINIZA KARŞI
GÖSTERDİĞİNİZ ŞEFKATİ BÜTÜN MÜMİNLERE KARŞI
GÖSTERMELİSİNİZ-….
Hüseyin Gülerce: Çok kötü şeyler lanları eleştirmişti. Şimdi aynı şey
yapılmıyor mu? Bir heyuladan bahsediliyolacak
or. Darbe yapmış, MİT’i karşısına almış,
herkesi dinlemiş, her yere sızmış, her köşe
başını tutmuş. Kesin bir dille, sanki ortada
bir yargı kararı varmış gibi konuşuluyor.
Ama hukuk nerede? Yargı, kararını verinceye kadar hani insanlar masumdu? Hani
suçun şahsîliği prensibi vardı? Diyelim ki
bazıları, Hizmet’in ruhu ile bağdaşmayan
bir iş yaptılar, sadece Allah’ın rızasına kilitlenmiş, gerçekten bugüne kadar görülmemiş bir fedakarlık destanı yazan milyonlarHüseyin Gülerce'nin yazısı;
ca insanı üzmenin, kırmanın alemi nedir?
'DEMEK ÇOK KÖTÜ ŞEYLER OLACAK'
"Sayın Gülen’in avukatının ikazlarıyla bir- Neden titizlik gösterilmiyor, neden üslup
likte okunduğunda, Sayın Başbakan’ın ifa- cinayetleri ile dümdüz gidiliyor? Psikolojik
harp unsurlarıyla kendi insanımıza bir opedeleri dimağlarımıza bir çivi gibi çakılan,
zihinlerimizi zonklatan şu soruyu akla geti- rasyon mu yapılıyor? Bu, devlet ciddiyeti,
riyor: Demek, çok kötü şeyler olacak... Bu hukukun üstünlüğü ile bağdaşır mı?
süreç; sapla
'İKİ ARABA KAFA KAFAYA ÇARPIŞACAK'
saman
Hizb-ut Tahrir Bursa
Sayın Başbakan’ın yargıya müracaat etmesi
karıştırılmaDavasında Ceza Yağdı
gerekir. Değilse tek şeritli dan, koskoca
İstanbul 14.Ağır Ceza
bir camia töh- demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve
Mahkemesinde devam
özgürlükler şeridi- bir köprüde -o köprü
met ve zan
eden Hizb-ut Tahrir Bursa
altında bırakıl- Türkiye’dir- iki araba kafa kafaya çarpışadavası yapılan karar dumadan, bu ül- cak. Kardeşliğimize, huzurumuza yazık
ruşmasında yüksek cezaolacak…"
kede hayır ve
lar verilerek karara bağiyilik hevesi, heyecanı öldürülmeden, inlandı.
Bu güne kadar hiç bir şiddet eylemine sanımızı birbirine hasım hale getirmeden
başvurmamış ve sadece İslami fikirle- nasıl yönetilecek?
re sahip olan Hizb-ut Tahrir'li gençlerden, Suat Çoban'a 15 yıl, Nurettin 'AMA HUKUK NEREDE'
Göksugüzel, Nihat Kurtaran, Serdar Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında,
Sayın Başbakan "Sabah gözaltılar başladı,
Yılmaz, İsmail Özcan, Mesut Şahin,
öğlen haberi medyaya sızdırıldı, akşam da
İbrahim Er ve Mehmet Sena Arat'a
mahkumiyet kararı verildi." diyerek yapı7,5'ar yıl ceza verildi.
Sayfa 15
Zaman Gazetesi'nin cemaate yakınlığıyla
bilinen yazarı Gülerce,hükümet cemaat
kavgasında kötü şeyler olacağını belirtti.
24 Ocak 2014 Cuma
Başbakan Erdoğan'ın cemaati hedef gösteren açıklamaları ve Gülen'in avukatının
yeni ses kayıtlarının çıkabileceği uyarısını
yan yana getiren Gülerce, tartışılacak bir
görüşte bulundu.
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 26
REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014
Islamda
DEVLET
Devlet demek; nihaî bir teşekkül ve en büyük
bir kuruluş, demektir…
Bazı ulema Islam Devletini şu şekilde târif
etmiştir:
"Din ve dünya işlerinde umûmî riyaset!"
Devletin faydalarını bir cümle ile ifade edecek
olursak devlet demek; içe karşı bir barınak, dışa karşı
bir kaledir. Içe karşı bir emanetler hazinesi ise dışa
karşı da bu emanetlerin bir muhafızı, bir koruma polisidir. Içe karşı bir tarih kültürü, bir ilim hazinesi ise, dışa
karşı da bir kalkandır ve nihayet devlet, içe karşı bir
terbiye müessesesi ise dışa karşı da bir tebliğ, bir
nümune-i timsal müessesesidir. Ve son olarak devlet;
dünyanın cennetidir. Insanoğlunu cennette imişcesine
rahat ettirir; huzur içinde günlerini geçirmesine ve tatlı
bir hayat sürmesine vesile teşkil eder!..
Işte devlet; bu kadar nimete sahib ve bu kadar önemi
haiz olduğundan dolayıdır ki, varsa onu korumak yoksa
onu kurmak, erkek-kadın her müslümana farzdır, Allah'ın kesin emridir. Müslümanın bir gün bile hatta bir
saat bile devletsiz ve Halife'siz kalması caiz değildir.
Baksanıza! Ashab Efendilerimiz (Allah kendilerinden
razı olsun!), Peygamber (s.a.v.)'in techiz ve tekfinine
Halife seçmeyi takdim ve tercih ettiler de önce Halife'yi
seçtiler ve cenazeyi sonra defnettiler.
Keza Akaid ve Fıkıh kitaplarını okuduğunuzda göreceksiniz ki;"Sınırları muhafaza, adaleti temin, hakkı
ihkak, mütecavizleri tecziye, yetim çocukları evlendirme, zekât mallarını toplayıp, mahalline tevzi, cuma ve
bayram namazlarını kıldırmanın sıhhatı ve nihayet emri mâruf ve nehy-i münker yapma" devletin görevleri
arasında yer almaktadır. Bütün bunları yapma ve yerine
getirme farzdır. O halde devlet kurma ve devlete sahib
olma da farzdır. Neden? Çünkü fıkhî bir kaidedir:"Ma
yetevakkafu aleyhil farzu fehuve farzun! Yani, o şey
ki, bir farzı yerine getirme ona bağlıdır. Öyle ise o da
farzdır!"
Demek oluyor ki, Müslümana Devlet, hava ve su gibi
lazımdır, Vacibtir.
Vücûbu ise, Kitab, Sünnet ve Icma-i Ümmetle sabittir.
Biz, müslüman bir milletiz; Hazreti Muhammed'in ümmetiyiz; devletimiz olmalıdır ve farzdır. Farz olan bu
devlet Islam devletidir. Ve bugün böyle bir devletimiz
yoktur. 3 Mart1924'den itibaren yoktur. M. Kemal kaldırmıştır. O gün bu gün bir devlet boşluğu vardır. M.
Kemal'in ve onu takib eden kemalistlerin kurdukları
devlet ve hükümetler ise meşru değildir.
Niye meşru değildir? Ihanet ve hiyanet üzerine kurulmuştur da ondan; yalan ve aldatma üzerine kurulmuştur
da ondan; milletimiz, oyuna getirilmiştir ve
aldatılmıştır da ondan. Kaldı ki, kendisinin de
kemalistlerin de kurdukları ve
devam ettirdikleri devlet, dinsiz bir devlettir,
sarhoş bir devlettir, meyhaneci ve kerhaneci
bir devlettir. Kendileri de birer teröristtir.
Binaenaleyh,
müslümanları temsil edemezler.
O halde müslümanları temsil eden bir devlete
ihtiyaç vardır; yoksa ölenler cahiliyyet ölümü
üzerine ölüp giderler.
Tüm müslümanları ve müslüman kuruluşları birliğe
davet ettik ve dedik ki: "Cemaatler Kur'an etrafında
bir araya gelsin, bir ümmet teşekkül etsin, ümmet
de şurasını seçsin, şura da yeni emirini intihab etsin!.." Kulak veren olmadı. Kendileri de zaten layık
değildi. Çünkü bir kısmı partici, bir kısmı da tavizci
idi!.. Dolayısıyle bunlar birer zalim kuruluşlardır. Zalimler ise Kur'an'ın beyanıyla, Allah'ın ahdine nail olamazlar. O halde devlet kurma işi yine sizlere kaldı, ey
cemaat! Çünkü sizin ne taviziniz var, ne de partiniz!
Her şeyiniz şeriat'a bağlı, fetvaya dayanmakta!..
Ve netice: Bu şerefi Allah size nasib etti, Elhamdülillah! Işte şu anda devletsiniz, Allah'ın indinde devletsiniz. Vatanınız genelde dünya, özelde Anadolu'dur.
Allah, zalimlerin, âsîlerin, kâfirlerin elinden alıp size
teslim edecektir.
….
Işte, kemalistlerin Anadolu'daki durumları bundan
başka değildir; ihtilaller, ihtilatlar, isyanlar, ayaklanmalar, baskınlar, katiller ve cinayetler birbirini takib etmede; işyerleri ve hatta evler hayat tehlikesiyle karşı karşıya; polisler ve askerler dahi, evlerinden, yer ve yurtlarından çıkarken, acaba akşama eve dönecek miyiz
endişesi içinde; insanımız, yabancılara işçi olmuş, devlet ise borçlu düşmuştür; Sözüm ona hükümet adamları ise emir kulu, satılmış birer kukla: Işte Bosna
faciası, işte Azerbaycan şenaatı, işte göç kafileleri, işte
namusların pay-i mal oluşu!..
Ve nihayet içte ve dışta insanımızın sahipsiz kalışı ve
işte bütün bunlar neyi gösteriyor ve neyi isbatlıyor?
Anadolu toprakları üzerinde devletin olmayışını! Değil
mi? Evet bu devlet emir kuludur; Kore'ye asker gönderir, Somali'ye asker gönderir, Incirlik havaüssünden
uçakları kaldırır, Iraklı'yı bombalar!.. Neden? Çünkü,
Amerika'nın kuklası, yahudinin uşağıdır. Ama Bosna'ya, Karabağ'a ve benzeri yerlere asker göndermez ve
gönderemez! Neden? Çünkü uşaklığını yaptığı güçler
müsaade etmemiştir de ondan!..
Işte bütün bunlar gösteriyor ki, kemalist devlet, müslümanların devleti değildir, kemalist devlet o topraklarda barınma hakkına sahip değildir; Kemalist
devlet, güç ve hakimiyyetini Ümmet-i Muhammed'den değil, kâfirlerden ve kâfir güçlerden almaktadır ve dolayısıyla Anadolu insanını temsil edemez
ve işte edemiyor ve bundan böyle de edemiyecektir.
O halde çekilip gitmeleri ve hakkı sahibine iade etmeleri şarttır. Etmedikleri takdirde bu ümmet, bunların
elinden hakkını alacaktır; ama er ama geç ve fakat
mutlaka alacaktır. Zira bu gidiş, o noktaya doğru bir
gidiştir. Bu gidişi durdurmaya ne Selanikli M. Kemal
kâfi gelecek ne de Devlet Güvenlik Mahkemeler'i
ve ne de Üniversite rektörleri!...
Download