سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 3/ SAYI 26 REBIULAHIR 1435/ ŞUBAT 2014 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! َّي َّو َّوووَب خا َ ووًَّوو َّلمووْه خوو َّ لَ هس وووََخ ََّّ يَوو ََّ ََّوووَ لبر لاي َّوو َّس لراَ الَوو. Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler. (Furkan,30). Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz... kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Konular Yazarlar Sayfa — — 2 O bu halimize ne Nerdi? Editör 3 Tefsir Dersleri LEYL Suresi (1-11) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) LEYL Suresi (1-11) Ebu Abdurrahman 5 MÜDAFAA -SAVUNMA-(3) M. Metin Müftüoğlu 6 İkinci Delil:İCM Ibni Abdulhalim 7 İslâm Fıkhı Açısından Sigara(4) Ebu Ensar 8 İMKÂNLAR ve HAMLELER-(2) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Islam/Ibadet Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar(6) Said Havva 10 Siyer/Davet Peygamberimizin Hayatı; İslâm'da İlk Hicret B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği (5) İslam Gerçeğinde Kadın Misafir Kalemler 12 Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(11); Eğitimde Verimlilik ve Kalite Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi, Bunları Biliyormusunuz? Anonim 14 Bu süreç 'İstiklal Mücadelesi' sürecidir. Hizb-ut Tahrir Bursa Davasında Ceza Yağdı Hüseyin Gülerce: Çok kötü şeyler olacak ... Fethullah Gülen'den sert yolsuzluk açıklaması ... — 15 Dersler Fihrist Gündem/Yorum Gençlerle Başbaşa Suffa Mektebi Fetva Köşesi Beyyineler Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: [email protected] Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum O bu halimize ne Nerdi? Hâ-Mîm! Bu kitab, bilen ve anlayan bir kavm için, âyetleri ayrı ayrı açıklanmış, gereğince hareket edenleri, Cennetle müjdeleyici, etmeyenleri, uğrayacakları azabla korkutucu, Arapça bir Kur'an olmak üzere, Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir. Öyle iken onların çoğu, bundan yüz çevirmiştir. Artık onlar dinlemezler. Onlar: «Bizi da'vet edip durduğun şeye karşı kalblerimiz kapalıdır, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir engel vardır. Sen istediğini yap, biz de yapacağız» dediler.( Fussilet Suresi, 1-7 ve sebeb-i nüzülüne bak)) Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki en Zalimi, en Kafiri, en müşriği, en Gaddari, en Hırsızı, en Zinakarı, en Alkoliği, en yankesicisi, en ateisti, en ataisti, en demokratı… bile en iyi müslümanin kendisi olduğunu söyliyor, Kitabımız Kur´an, Dinimiz Islam, Peygamberimiz Hz. Muhammeddir diyor. Konuşmaya başlayınca adalet, eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, barış diyor… Işte insanımızın kafası hep buralarda karışıyor…Hep Allah adına, Peygamber adına, Islam adına aldatılıyor/ Kullanılıyor… Bu dersimizde inşallah Allah için düşünelim ve bir ayırım yapalım diyorum; O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular. (Onlardan) Her tâife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler. (Rum, 32) Müslümanlara soracak olsak en iyi Müslüman kimdir?diye herkes kendisini gösterir, kendisini över. Bölücüler, bozguncular, suçlular mi? o hep başkalarıdır… Şöyle bir düşünün Yüce rabbimizin bizlere örnek/Model olarak seştiği Rasulullah(SAV) madden aramızda olsaydı zamanımızda kime nasıl davranırdı, kiminle birlikte çalışır, kiminle mücadele/Cihad ederdi… Ben Rasulullah(SAV)ı Misal yapmamak için Hz.Ebubekir/ Hz. Ömer eğer zamanımızda yaşasaydı; Demokrat mı? olurlar dı, Milliyetçi mi? olurlar dı, El Kaideli mi? Hamaslı mı? Diyalogcu mu? yoksa Laik mi? yoksa Cumhuriyetçi mi? Humanist mi? yoksa Nurcu mu? Süleymani mi? Partici mi?(herhangi partiden), yoksa Tarikatçımı?(hangi tarikattan), yoksa Alevi mi? Şia mı?… olurlardı. Şimdi Başbakan ve/veya Cumhurbaşkanı ve/veya Milletvekili, Sen, Ben, Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer bir geziye çıkalım… Önce Mecliste Demokrat/Laik olduğunuzu söyliyeceksiniz ve Kemal adına/namusunuz adına yemin edeceksiniz…Dini Siyasetten ayıracaksınız. Allah bizim Sokağımıza veya insanlarin özel haklarına karışamaz diyeceksiniz…Seçim zamanı geldimi Müslümanların arasında/onları aldatmak için one minut/ ben müminin/Yahudi düşmanıyım gibi Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör birşeyler söyliyecek, sonra yahudi ile sosyo- ekonomikkültürel anlaşmaları yapacaksınız…Vatikana gidip Papanın feyzini alacaksınız…Avrupa/amerikaya gidip mazbatanızı alacaksınız…Cihad yapıyoruz diye(aslında nefsinizi tatmin) Islam Savaş hukukuna aykırı ne varsa yapacaksınız…Zamanı, Konumu, durumu, sonuçu müzakere etmeden hücüm başlatacaksınız… Hanımınızla birlikte Içkisiz balolara(danslara) katılacaksınız…Siyasete karışmayıp akşama kadar helal-haram demeden yiyeceksiniz, sabaha kadar zikir çekeceksiniz… Her gelen Hükumete/Kuvvete yaranacaksınız, faizle/ haramla aldığınız binalarda dimağlara ezber tutturmaya çalışacaksınız…Beşer bir kulun yazdığı Risale kitaplarını kutsallaştırnmaya çalışacaksınız… Türk Sahabeler arayan, kendi ırkını üstün gören diğer insanları sevmiyen kimselerle beraber olacaksınız…Tesettür adı altında Erkekleri tahrik eden Modacılarla veya Bu modayı takip eden moda hayranlarıyla gezeceksiniz… Islama Kur´ana uymayan, islami(?) tv kanalları açanlara dost olacaksınız…Hiç çalışmadan yorulmadan Müslümanları Zengin/Fabrikatör yapan, adaletsiz bir din(Allah) istiyorsunuz… Yanımızdaki Arkadaşlarımız bu durumları nasıl karşıladı dersiniz… Hz. Ebu Bekirin bir lakabıda Sıddıyk (hemen güvenen/doğrulayan) idi…Hz. Ömer ise Ömerul Faruk(Hakk ile Batılı ayıran) idi… Hz. Ebu Bekirin (Zekat vermeyen Müslümanlara karşı)Ridde savaşını hatırlatırım. Hz. Ömerin Münafıklara karşı tavrını hatırlatırım. Siz Allahın Rahman, Rahim olduğunu bilmiyormusunuz?...Siz hiç imtihan olmadan sınıf geçmeyi istiyorsunuz… Siz Allah inanmıyormusunuz/güvenmiyormusunuz…Yoksa bu dünya/alçak telaşınız nice… Evet biz, Asr-ı Saadeti isteyen, fakir kalıp Imanlı olmayı tercih eden…Imansız kurukalabalıkları değil inanmış/ kardeş olmuş 3-5 kişi olmayı tercih eden… Şüphesiz ki, Cemaatsiz İslam olmaz. Emirsiz Cemaat olmaz. Itaatsiz emir olmaz. Kim toplumunu Islam/Şeriat üzere yönetirse Onlara selam olsun… Allahın Rasulünün söylediği, bizim henüz ilk adımlarında bulunduğumuz;"Nübüvvet Allah'ın devam etmesini dilediği bir zamana kadar devam edecek, daha sonra kaldırmak istediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet metoduna uygun hilafet dönemi olacak; peygamber makamına halef melikler gelecek ve Allah'ın dilediği zamana kadar hüküm sürecek, Allah dilediği zaman onu da kaldıracaktır. Daha sonra zorba melikler olacak, onlar da Allah'ın dilediği zamana kadar hüküm sürecektir. Daha sonra nübüvvet metoduna uygun hilafet dönemi olacaktır." buyurdu ve sustu.(Ahmed b. Hanbel) YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman 7. Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız. 8. Ama kim de cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa; 9. Ve en güzeli yalanlarsa; 10. Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız. 11. Yuvarlandığı zaman o ِ ِ َّ َّ َّ ِ ِ )3( َ ) َوَما َل َ َ الر َ ََ َو ْاثىْش2( َّهار ااَا لَ َى َ ) َوالنش1( َ ْ َوال ْيل ااَا َْشىkimseye malı fayda vermez. )6( َْس ْنن َ ) َو5( َ ) فَاََّما َم ْ اَ ْىوَ َوالَّش4( ص َّد َق اِال ى ِ )9( َْس ْنن ْ ) َواََّما َم ْ اَ َل َو7( َ ) َوَ َّر8( َاعَش ْىن ب اِال ى )11( َّ ََ ) َوَما ْىش ْىنِ َى ْنَى َمالىَى اِ َاا لَش10( َّ َ َاِ َّن َع ْييَ ىم ْ ل ََ ننىشيَ ِّن ىَهى لِ ْيى ْن َ َف ََ ننىشيَ ِّن ىَهى لِ ىْي ْن َ َف 92- LEYL SÛRESİ Mushaftaki Sıralamaya Göre 92. Sûredir. Mufassal Sûreler Kısmının On İkinci Grubundaki Dördüncü Sûredir. 21 âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. SÛREYE GİRİŞ İbn Kesîr, bu sûrenin tefsîrine şu sözlerle başlar: "Daha önce, Peygamber (s.a.v)'in Muâza: "Namazı el-A'lâ, eşŞems ve el-Leyl sûreleri ile kıldırsaydın ya." dediği geçmişti." Âlûsî de bu sûreyi sunarken şöyle der: "Allah Teâlâ bundan önceki sûrede felahın elde edilmesine yarayan vasıflarla, ziyana uğramaya sebep olan bazı nitelikleri zikredip bunları bir yönüyle açıklamış olduğundan bu sûrede özellikle bazı felah ve ziyan çeşitlerini -Allah korusun- onun hemen peşinden getirmiştir." Seyyid Kutub ise der ki: "Bu sûre, kâinat tabloları ve insan karakterinden oluşan bir çerçeve içinde amel ve buna verilecek karşılığın mahiyetini açıklamaktadır. Bu mahiyet çeşitli şekillerde ortaya çıkacağından dolayı ahirette elde edilecek sonuç da amel ve kasda göre değişik olacaktır. "Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşitlidir. Kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız... Sizi alevler; saçan ateşle uyardım. Oraya ancak en bedbaht olan yaslanır. Yalanlayıp yüz çevirmiş olan. Ve çok sakınan ondan uzaklaştırılacaktır ki, o malını arınmak için verir." (âyet 5-10, 14-18) Amel ve buna verilecek karşılığın mahiyeti iki çeşit ve iki yönlü olunca sûrenin baş tarafına bunun için seçilen gerek kâinat gerekse insanla ilgili çerçeve de iki çeşit olacaktır. "Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye, açıldığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana ki..." (âyet 1-3) Bunlar Kur'ân'a ait ifadelerdeki uyum şaheserlerinden biridir." BİRİNCİ FIKRA (1-11. ÂYETLER) Sûrenin başından başlayıp 11. âyetin sonuna kadar devam eder. 1. Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye; 2. Açıldığı zaman gündüze, 3. Erkeği ve dişiyi yaratana ki; 4. Doğrusu sizin çalışmalarınız 5. Kim verir ve sakınırsa; 6. En güzeli de tasdik ederse; Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– Yemin Olsun ki Sizin Çalışmalarınız Çeşitlidir (1-4) "Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye." İbn Kesîr burada şöyle der: "Karanlığıyla yaratıkları örtüp gizlediği zaman." "Açıldığı zaman gündüze." Gece karanlığının yok olmasıyla ortaya çıktığında gündüze. İbn Kesîr der ki: "Işığı ve aydınlığı ile belirdiği zaman gündüze." "Erkeği ve dişiyi yaratana ki" Nesefî şöyle der: "Tek bir sudan dişi ve erkeği yaratabilen büyük kudret sahibi ve herşeye kadir olan Allah'a." İbn Kesîr der ki: "Sûredeki yeminler bu birbirine zıt şeylere yapılınca yeminin cevabı da böyle birbirine zıt şeylerle getirildi. Bundan dolayı Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Doğrusu sizin çalışmanız çeşitlidir." Bu âyet yeminin cevabıdır. Şüphesiz amelleriniz farklıdır anlamına gelir. İbn Kesîr şöyle der: "Kulların işlemiş oldukları amelleri de birbirine zıt ve birbirinden farklıdır. Kimi iyilik kimi de kötülük işler." Nesefî de şöyle der: "Farklılık bu âyetin hemen peşinden .gelen kısımda açıklanmıştır." Malından Verip Sakınana Yolu Kolaylaştırılır ( 5-7) "Kim verir ve sakınırsa." Kim malındaki haklan verir, Rabbinden korkup O'nun haramlarından kaçınır ve farzları yerine getirirse. İbn Kesîr şöyle der: "Allah'ın verilmesini emrettiği şeyleri verir ve emrettiği şeyler konusunda O'na karşı gelmekten sakınırsa." "En güzeli de tasdik ederse." Nesefî der ki: "En güzel dini -ki o da İslâm dinidir- yahut en güzel mükâfatı -ki bu da çenettir-yahut en güzel kelimeyi -bu ise kelimeyi tevhiddir.-" "Biz de onu en kolaya muvaffak kılarız.." Nesefî şöyle der: "Biz de onu en kolay dine hazırlarız. Bu da Rabbinin hoşnut olacağı şeyleri işlemektir." İbn Kesîr de şöyle der: "Seleften bazıları dediler ki: İyiliğin mükâfatı, iyilikten sonra tekrar iyilik işlemek; kötülüğün mükâfatı ise kötülükten sonra yine kötülük işlemektir. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur:.." "En Güzel" Cennet'tir (Âyet 6) 2- "En güzeli de tasdik ederse" âyetini tefsir ederken İbn Kesîr şöyle der: "İbn Ebî Hâtim'in Übey b. Kâ'b'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Ben "en güzel"in ne olduğunu Rasûlullah (s.a.v)'e sordum. O da: "En güzel, cennettir" buyurdu." Cimrilik Edip Yalanlayana Cehennem Yolu Kolaylaştırılır (Âyet 8-10) "Ama kim de cimrilik eder kendini müstağni sayarsa", malını harcamakta cimri davranır ve kendini Rabbine muhtaç görmeyip O'na karşı gelmekten sakınmazsa yahut dünya şehvetleri ile yetinip kendisini ahiret nimetlerine YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ muhtaç görmeze; "ve en güzeli yalanlarsa." İbn Kesîr şöyle der: "Ahiret yurdunda göreceği karşılığı" Nesefî ise şöyle der: "İslâm yahut cenneti." "Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız." Nesefî burada der ki: "Cehenneme götüren yolu ona kolaylaştırırız da bu sebeple ibadet ona en güç ve en çetin bir şey gibi gelir. Yahut iyilik yolu, "en kolay" diye isimlendirilmiştir. Çünkü sonucu kolaylık ve rahattır. Kötülük yolu da "en zor" diye isimlendirilmiştir. Zira onun sonucu da çok zor ve çetindir. Veya "en kolay" ve "en zor" kelimeleri ile cennet ve cehennem yolları kastedilmiştir." en kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız." (el-Leyl, 93/5-10) Bu âyetin Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a) hakkında nazil olduğunu zikrederek İbn Cerir, Âmir b. Abdullah b. ezZübeyr'den şöyle nakleder: Âmir der ki: "Ebû Bekr (r.a) Mekke'de müslüman oldukları zaman yaşlıları ve kadınları âzad ederdi. Bunun üzerine babası kendisine şöyle dedi: Ey oğlum! Görüyorum ki hep güçsüz insanları âzad ediyorsun. Güçlü kuvvetli erkekleri âzad etsen de onlar seninle beraber olsalar ve seni koruyup Mü'mine Kolaylaştırılıp Kâfire Güçleştirilmesi (7-10) savunsalar ya! Ebû Bekir (r.a) dedi ki: Ey babacığım! 3- Mü'min hakkındaki: "Biz de onu en kolaya muvaffak Ben sadece Allah katında olan mükâfatı istiyorum. Ravi, kılarız" ve kâfir hakkındaki: "Biz de onun en güç olana Ebû Bekir (r.a)'ın: "Allah katında olan mükâfatı" uğramasını kolaylaştırırız" âyetleriyle ilgili olarak İbn dediğini, "zannediyorum ki" ifadesiyle nakletmiş ve şöyle Kesîr şöyle der: demiştir: Ailemden bazılarının bana naklettiğine göre şu "Bu anlamdaki âyetler çoktur ve bunlar, Allah Teâlâ'nın, âyet Ebû Bekir (r.a) hakkında nazil olmuştur: "Kim verir iyiliğe azmedene onda muvaffak ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse kılarak, kötülüğe azmedene de Biz de onu en kolaya muvaffak yardımsız bırakarak karşılık vereceğini kılarız." (el-Leyl, 93/5-7)..." gösterir. Bunların hepsi önceden takdir Seyyid Kutub'un 4-10. Âyetleri edilen bir ölçüye göredir. Bu mânaya Açıklaması delâlet eden hadisler de pek çoktur. 1- "Doğrusu sizin çalışmalarınız Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a)'in rivayeti: çeşitlidir. Kim verir ve sakınırsa, en İmam Ahmed b. Hanbel'in Talha'dan güzeli de tasdik ederse Biz de onu en onun da babası Ubeydullah'tan kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de naklettiğine göre o demiştir ki: Babamı cimrilik eder kendini müstağni sayarsa şöyle söylerken işittim. Onun babası ve en güzeli yalanlarsa, Biz de onun en da Ebû Bekr (r.a)'i şöyle derken güç olana uğramasını kolaylaştırırız" işitmiş: Rasûlullah (s.a.v)'e dedim ki: âyetleriyle ilgili olarak Seyyid Kutub Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bitirilmiş birşöyle der: şeye göre mi yoksa başlanacak bir şeye "...Gerçekten sizin çalışmalarınız göre mi amel ediyoruz? Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: çeşitlidir." Mahiyetleri, etkenleri, hedefleri sonuçlan "Bilâkis bitirilmiş bir şeye göre." Dedim ki: Ey Allah'ın farklı farklıdır. Şu yer yüzündeki insanların da Rasûlü! Öyleyse niçin amel yapılıyor? Buyurdu ki: yaratılışları, karakterleri, düşünceleri, önem verdikleri "Herkese yaratıldığı şey kolaylaştırılmıştır." şeyleri ayrı ayrıdır. Öyle ki her biri kendine ait gezegende Ali (r.a)'in rivayeti: Buhâri'nin Ali b. Ebî Tâlib'ten rivayet yaşayan ayrı bir âlem. ettiğine göre o şöyle demiştir: Biz, Bakîu'l-Garkad'da bir Bu bir gerçektir. Fakat başka bir gerçek daha vardır. cenazede Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Buyurdu ki: İnsanlığı bütün kısımlarıyla kapsayan, birbirlerinden uzak "İçinizden hiç kimse yoktur ki cennetteki yeri de bu âlemlerin hepsini içine alan toplu ve genel bir gerçek. cehennemdeki yeri de yazılmış olmasın." Orada Bu gerçek insanları iki bölümde, karşılıklı iki saf içinde bulunanlar: Öyleyse Allah'ın bize takdir ettiği yazıya ve iki ayrı bayrak altında toplar. "Kim verir ve sakınırsa, güvenmeyelim mi? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v): en güzeli de tasdik ederse" ve "Kim de cimrilik eder "Çalışmaya devam edin. Çünkü herkese yaratıldığı şey kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa..." kolaylaştırılmıştır" buyurdu. Sonra şu âyetleri okudu: Canını ve malını Allah yolunda verip, Allah'ın gazap ve "Kim verir ve sakınırsa en güzeli de tasdik ederse Biz de azabından sakınarak "en güzel" diye isimlendirilen şu onu en kolaya muvaffak kılarız. Ama kim de cimrilik inancı tasdik edenler... Canı ve malı konusunda cimri eder kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa, davranıp, Allah ve O'nun hidayetinden kendini müstağni Biz de onun en güç olana uğramasını kolaylaştırırız." (el- sayarak bu en güzeli yalanlayanlar. Leyl, 93/5-10) İşte bu ikisi, kendileri, çalışmaları, yolları ve gayeleri Başka bir hadis: İbn Cerîr'in Ebu'd-Derdâ'dan rivayet farklı olan insanların içinde toplandığı iki sınıftır. Her ettiğine göre o şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu birinin bu hayatta gittiği bir yolu ve bu yolda elde ettiği ki: "Güneşin battığı hergün onun iki yanında iki melek bir başarısı vardır." şöyle seslenirler ve bu sesi insanlar ve cinler dışında Allah'ın bütün yaratıkları duyar: "Ey Allah'ım; infak Malı Ona Hiçbir Fayda Vermez (Âyet 11) edenin malına yenisini ver, cimrilik yapanın malını da "Yuvarlandığı zaman o kimseye malı fayda vermez." telef et." Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurur: "Kim Öldüğü zaman yahut kabre konduğu yahut da cehenneme verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, Biz de onu yuvarlandığı vakit malı ona fayda vermez. Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul: MÜDAFAA -SAVUNMA-(3) Cihad ve Kıtal: Biz müslüman olarak, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ümmet olarak, dinin bu emrini, bu farzını yerine getirmeye çalışıyoruz ki, bu çalışma bir yönüyle de cihaddır. Kur’an’da 30’dan fazla ayet-i kerime’de yer alan cihad da farzdır, Allah’ın kesin emridir. Bu noktada da yanlış anlamalar vardır; „Cihad“ denince hemen tetik çekmeyi, savaş ilan etmeyi anlıyor bazıları! Halbuki cihadın safhaları vardır; nefisle başlar cihad; önce insan kendi nefsine karşı cihad açmalıdır; onu aşırı istek ve kötü duygulara karşı frenlemelidir ki, cihadın bu safhası, Peygamber diliyle en büyük cihad sayılır. Sonra cihadın ikinci safhası gelir; kötülüklerin ortadan kalkması, yanlışlıkların düzeltilmesi, hurafelerin bertaraf edilmesi için dil ile, kalem ile yani öğüt ve nasihatlarla; telkin ve tebliğlerle yapılan cihaddır. İşte bizim yaptığımız ve yapmakta olduğumuz cihad budur. Telkin ve tebliğ cihadıdır, öğüt ve nasihat cihadıdır, din hakkında yanlış telakkileri düzeltme cihadıdır! „Din; Devletin anladığı, kabul ve müsaade ettiği din değil; Allah’ın gönderdiği ve indirdiği dindir...“ demek suretiyle yapılan bir cihaddır. Yoksa silahlı bir cihad değildir, savaş halindeki bir cihad değildir. Silahlı savaş hakkında Kur’an’da „Cihad“ kelimesinden çok „Kıtal“ kelimesi kullanılmaktadır. Şu nokta da yine çok iyi bilinmelidir ki, İslam'da savaş vardır. Fakat savaş, nihai bir çaredir, zoraki bir harekettir. Gayeye varmak için asıl bir yol değildir, mecburi bir yoıdur. Yani mecbur kalındığında bu yola başvurulur. Daha açığı akıllara, fikirlere ve vicdanlara vurulan zincirleri kırmak için İslam'da savaş meşru kılınmıştır. Yoksa İslam'da hak ve hakikatları anlatmak için asıl yol tebliğ yoludur; telkin, ikaz, irşad ve ikna yoludur. Nitekim Nahl Suresi’nin 125. ayetinde bu çeşit emir ve tavsiyeleri görmekteyiz. İşte onlar ve işte biz! Onlar, yani kemalistler ne yaptılar? Allah’ın gönderdiği dini tağyir ettiler, tahrif ettiler, bir takım dinî vecibelere yasak koydular, bir takım haramları mübah kıldılar, serbest ettiler, dinin bir kısım hükümlerini diğerlerinden ayırt ettiler, dini böldüler ve parçaladılar. Ve nihayet bir kısmını kabul bir kısmını red ve inkâr ettiler ve bu surette küfre ve kâfirliğe saptılar!.. Gidenler gittiler; yaptıkları bu melunâne işlerin, bu münafikâne hareketlerin hesabını vermek üzere gittiler. Dönüşü olmayan bir gidişle gittiler, telafisi ve tedavisi olmayan yaralar açarak gittiler, tamiri mümkün olmayan tahribatı, ihanet ve hıyaneti yaparak gittiler!.. Dünküler gitti, bugünküler de yarın elbet gideceklerdir. Hiç olmazsa bugünküleri kurtarmaya çalışalım. Çalışmak her müslümana farzdır. Her müslüman bundan mesuldür. Evi yanan birisinin evini kurtarmak gören ve bilen her müslümana bir vecibe, bir mesuliyet olduğu gibi bu da bir vecibedir, bir mesuliyettir. İşte biz bu vecibeyi yerine getirmek, bu mesuliyetten kurtulmak istiyoruz. Bunun için yola çıktık. Bize kızanlara, Kur’an’ın şu ayetini hatırlatmakla bahsi kapatıyoruz:„Ey benim kavmim! Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn Neden ben sizi kurtuluşa çağırdığım halde siz beni ateşe çağırıyorsunuz? Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve bilmediğim şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz; bense sizi O aziz ve çok bağışlayan Allah’a çağırıyorum.“ (Mü’min, 41-42) Din ve laiklik: Dinde, dünya ve ahiret işleri ayrılmadığına göre, din laikliği kabul etmez, yani İslam’da laiklik yoktur ve olamaz. Vardır diyenler delil bulamazlar; zira laikliğin ne Kur’an’da yeri vardır ve ne de sünnette yeri vardır. Ve hiç bir ilim adamı da bunu söyleyemez! Laiklik dinsizliktir: Esasen laiklik dinsizliktir, demokrasi de dinsizliktir! Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, bir insan, hem müslüman hem de laik olamaz. Keza bir insan, hem müslüman ve hem de demokrat olamaz. Çünkü, İslam Dini bir bütündür, parçalanamaz! Laiklik demek dini ikiye ayırmak demektir; yarım din insanı yarı yolda bırakır! Bu hakikatı bir başka ifade ile söyleyecek olursak: Dini devletten ayırırsanız, din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur! Binaenaleyh, Türkiye’deki devlet dinsiz bir devlettir. Şeriat, din demektir. Mustafa Kemal, Şeriat’ı kaldırmıştır ve dini devletten ayırmıştır; Ve bu sebeple 1924’den itibaren devlet, dinsiz bir devlet olmuştur. Zira bir devletin müslüman olabilmesi için anayasası Kur’an olacaktır, Şeriat olacaktır. İnsanımız bilmiyor veya bilmek istemiyor ve zannediyor ki, din ayrı şeydir, Şeriat ayrı şeydir, Kur’an ayrı şeydir. Halbuki, Şeriat demek Kur’an’ın iki kapağı arasındaki hükümler, mevzular, meseleler demektir. Önemine binaen tekrar ediyorum: Şeriat’ı dinden ayırmak demek, Şeriat’ı devletten ayırmak demektir, yani Şeriat’sız bir din düşünülemeyeceği gibi, Şeriat’sız bir devlet de düşünülemez! Merhum Halife’miz Cemaleddin Hocaoğlu’nun belirttiği gibi: „Bir insan hem müslüman hem komünist olamaz. Yine bir insan hem müslüman hem demokrat olamaz. Yine bir insan hem müslüman hem laik, hem laik hem müslüman olamaz!“ 22.2.1989 tarihinde Aziz Nesin’in Cumhuriyet gazetesinde „Şeriatçılık işte budur!“başlıklı makalesinde şöyle diy- or:“Yıllardan beri bu konuda konuşmalarımla, yazılarımla şunu anlatmaya çalışıyorum:İslamlılık’ta laiklik olmaz. Bir müslümandan laik olması beklenemez. Gerçek müslüman laik değildir, laik de gerçek müslüman değildir!“ Cenab-ı Hakk bir ateist olan Aziz Nesin'in ifadesi ile İslam'ın gerçeklerini ve bu gerçekleri gündeme getiren Rahmetli Hoca'mızın sözünü teyit ettirmektedir. Yargıtayın bu mevzudaki bir karından alıntı: Korumaya gerek yok: Düşünce özgürlüğü rahatsız edici, hatta şok edici fikirler için de geçerlidir. Artık laikliğin ceza yaptırımı tehdidi ile himayeye tabi tutulması gereksizdir. Bundan böyle halkın ve o halkı oluşturan o laik demokrasi sevdalılarının benimsemediği fikirler karşısında şiddet terk edilmelidir! Laikliği eleştirmenin suç olmayacağına dair: ''Bir devri eleştirmenin halkı kin ve nefrete sevk etmeyeceğini karara bağlaması!'' (Milliyet, 5 Şubat 2005) YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi ŞER'Î DELİLLER ÜÇÜNCÜ DELİL; İCM İcmânın Tarifi İcmâ lügatta ya bir şeye azmetme manasınadır. Meselâ "filan şu iş üzerine icmâ etti" demek ona azmetti karar verdi manasına gelir. Veya ittifak manasınadır. Meselâ: "Bir topluluk şuna icmâ etti" demek "onun üzerinde ittifak ettiler" manasına gelir. Usülcülerin ıstılahında icmâ: "Ümmet-i Muhammed'den Müctehidlerin Peygamberin vefatından sonra her hangi bir asırda bir şer'î hüküm üzerinde ittifak etmeleridir." Yani icmâda mutlaka her hangi bir şey üzerinde ittifak vardır. Ayrıca bu ittifakın mutlaka ictihad ehliyetini hâiz müctehidler tarafından yapılmış olması lazımdır. Dolayısıyle avamdan kişilerin ve şer'î hüküm istinbâtında ehil olmayanların sözüne itibar edilmez. Mevcut bütün müctehidlerin çoğunluğunun ititfakı bağlayıcı bir icmâ sayılmaz. Yine sadece Medine halkının veya Mekke ve Medine halkının veya Basra ve Küfe halkının veya Ebubekir ve Ömer'in ittifakı veya yalnız dört halifenin veya Âli Beyt'in ittifakları icmâ sayılmaz. Yine müctehidlerin ümmet-i Muhammed'den olması şarttır. Buna göre başka dinlerden olanların ittifakı şer'î bir icmâ sayılmaz. Çünkü şeriatin delil­lerinde icmâ, hatadan masum olduğu sabit olan ümmet-i Muhammed'e aittir. Yine Rasûlullah hayatta iken icmâ vaki olmaz. Çünkü eğer Rasûlullah icmâ edenlere katılmışsa o taktirde bu hüküm icmâ ile değil sünnetle sabit ol­muş demektir. Onlara muhalefet ederse onların ittifakı düşer geçersiz olur. Yine icmâ ancak vacib, haram, sahih, fasid gibi şer'î bir hüküm üzerinde olur. Buna göre meselâ "Fe harfi takib içindir" gibi lügatla ilgili bir şey veya bu âlemin sonradan var olması gibi aklî bir şey veya mükelleflerin fiilleri ile ilgisi olmayıp örf ve âdetten kaynaklanan harp gibi halkın işlerinin düzenlenmesi gibi dünyevî bir şey üzerindeki ittifak icmâ sayılmaz. İcmânm Rükün ve Şartları "Rükün" kelimesinin gerçek manasıyle icmânın sadece bir rüknü vardır o da "müctehidlerin ittifakı"dır. Aralarında ittifak hasıl olmadıkça icmâ oluşmaz. İcmânın altı şartı vardır: Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– Temel Meseleler 1 - İcmâda yer alan müctehidlerin sayısı ikiden fazla olmalıdır. Bir müctehidle icmâ gerçekleşmez, çünkü "ittifak" ın manası birkaç âlim arasında tasavvur edilebilir. Herhangi bir asırda sadece bir veya iki müctehidin bulunmuşsa şer'an icmâ oluşmaz. 2- Şer'î hüküm üzerinde bütün müctehidlerin ittifakı hasıl olmalıdır. Dolayısıyle muhalefet edenlerin sayısı ne kadar az, ittifak edenlerin sayısı da ne kadar çok olursa olsun müctehidlerin çoğunun ittifakı icmâ sayılmaz. Çünkü icmâda Daru'l-İslam'ın bütün müctehidlerinin ittifakı lazımdır. Müctehid olmayanların sözü muteber değildir. 3- Hâdise meydana geldiği esnada islâm âleminin çeşitli bölgelerinde bu­lunan bütün müctehidlerin ittifakı olmalıdır. Hicaz veya Mekke-Medine veya Mısır veya Irak gibi muayyen bir bölgedeki müctehidlerin ittifakı icmâ sayılmayacağı gibi meselâ sadece "Âli Beyt'in ittifakı da icmâ sayılmaz. 4- İster sözle ister fiille olsun, ister bir arada ister ayrı yerlerde bulunsunlar ittifak müctehidlerin herbirinin hadise hakkında açıkça görüş beyan etmeleri suretiyle meydana gelmiş olmalıdır. 5- Bu ittifakın, adalet sıfatını taşıyan ve bid'atlardan uzak duran ictihad ehlinden sadır olması lazımdır. Çünkü icmânın hüccet oluşuna delâlet eden nasslar bunu göstermektedir. "Adalet sıfatı" cumhura göre şarttır. Çünkü icmânın hükmü ancak müctehidin şehâdet ehliyetini haiz olmasıyle bağlayıcı olur, şehadet ehliyeti de "Sizden, iki âdil kişiyi şahit tutun" (Talak: 65/2) ayetinde sarahaten ifade edildiği gibi ancak adalet sıfatını haiz kişilerde olur. "Müctehid bidatlerdan bütünüyle uzak olmalıdır" şartına gelince: Eğer bid'at kişiyi küfre düşürecek cinsten ise onu kabul eden gayrimüslimdir. Küfre götürecek cinsten değil ama insanları ona davet ediyorsa, bu delilsiz batıl taassubu sebebiyle adalet sıfatı düşer ve bu ümmetin icmâında onun sözü alınmaz. Bu sebebten Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer'in halifeliği hususundaki icmâda Râfizîlerin muhalefetine itibar edilmez. Aynı şekilde Hz. Ali'nin halifeliği konusunda da Havâric'in muhalefeti dikkate alınmaz. 6- İcmâ edenlerin, icmâlarında nasdan veya kıyastan şer'î bir müstenede (dayanağa) dayanmaları şarttır. Çünkü müstened bulmadan fetva vermek hatadır ve din babında ilimsiz söz söylemektir. Ayrıca icmâ edenlerin sadece akıllarına dayanarak şer'î hükümler ortaya koymaları caiz değildir. YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Ebu Ensar Fetva Köşesi İslâm Fıkhı Açısından Sigara(4) Görüşlerin Değerlendirilmesi Ve Sonuç Vakıaların hükmünü belirlemede ehli sünnet çizgisindeki mezheplerin ittifakla kabul ettikleri deliller kitap, sünnet, icma ve kıyastır. "Masalih-i mürsele" ve "istihsan" ise tartışmalı olmakla beraber yine bu mezheplerin öyle ya da böyle baş vurdukları delillerdendir. Akıl ise olayların hükmünü belirlemede tek başına bir delil değildir. Ehl-i Sünnet çizgisinin görüşü budur. Aklın şer'i bir delil olması sadece Mutezile ve Şia görüşüdür. Buna göre: Hicri 11. Asrın başlarında ortaya çıkan sigara hakkında kitap; sünnet ve icma delilinin bulunmaması tabiîdir. Diğer bir ifade ile, filan âyetin veya hadisin herhangi bir dalalet yoluyla delâletine, ya da müctehidlerin icmaına binaen sigara haram veya mubahtır, denemez. Kıyasa gelince, şüphesiz bu, üç asıl delilden sonra ahkâm belirlemede en önemli delildir ve şartlarına uygun kıyasın işletilmesi de bir içtihattır, dolayısı ile kıyas yapmak ehlinin, yani müctehidlerin işidir. Hükmü nassların delâletlerinin delâleti ile anlaşılacak kadar açık olan konular ise bundan müstesnadır. Bu durum­da sigaranın kıyas edilebileceği/edildiği en yakın asıl pırasa, soğan ve sarımsaktır. Yukarıda da kaydettiğimiz gibi, Hz. Peygamber (sav) bu bitkilerden yiyenlerin, ağız kokularıyla meleklere ve insanlara eziyet edecekleri için mescide gelmemelerini emretmiş, hatta bu durumda gelenler olmuşsa onları mescitten çıkartarak Bakî Mezarlığı istikametine göndermiştir. Çoğu insanlarca sigaranın ihdas edeceği ağız kokusu da bundan daha az rahatsız edici değildir. Öyleyse sigara da aynı hükmü almalıdır. Ama bu hüküm nedir? Soğan-sarımsak konusunda (asıl) baktığımızda onların yenmelerinin yasak edilmediğini, hatta bir hadisle teşvik edildiğini, dolayısı ile mekruh dahi görülmediğini müşahede ederiz. Yasak edilenin onları yiyenin henüz ağız kokusu çıkmamışken camiye gelmeleridir ve bu hükmün illeti de "eza vermek"tir. Şimdi sigarayı buna uygularsak; önce sözkonusu illetin onda da aynı ölçüde bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir. Çünkü sigara içen herkesin nefesi rahatsız edici ölçüde kokmamaktadır. Bu açıdan kıyasın "aslı" ile "fer'i" arasında küçük de olsa bir fark vardır. İkinci olarak "illetin bulunmayacağı yerde hükmün de bulunmayacağı" esasına göre, ister soğan-sarımsak'ta, ister sigarada herhangi bir yolla ağız kokusunun izalesi mümkün olursa bu, hükmün de kalkmasını gerektirir. Kaldı ki "asıl" daki hüküm, soğan-sanmsak yemenin haramlığı ya da mekruhluğu değildir. Binaenaleyh, sigaranın onlara kıyaslanmasının uygun olması halinde bile bu, tek başına sigaranın içiminin haram ya da mekruh olmasını gerektirmez. Ne var ki, sigara içenin ağız kokusu, diğerleri kadar çabuk çıkmayacağı dolayısı ile mescidlere sürekli gidemeyeceği ve şeairden olan bir sünnetin -cemaate gitmek gibi- sürekli terki de mekruh ya da haram olacağı için, bu sebeple sigara içmek de aynı hükmü alır. Ancak bu esasa göre de yine kokusunun izale yöntemi bulunuyorsa hüküm de ortadan kalkar. Sonuç olarak sigaraya hüküm vermede en güçlü delil görülebilecek kıyas da nihaî hükmü belirlemede yeterli olmamaktadır. Geriye ihtilaflı deliler kalır ki, bunlar da Hanefîlerin "İstihsan"ı ile Malikilerin "istislahf (masalih-i mürsele)'dir. Sigara için istihsanın işletilebilecek yönleri zaruret, umumî belva ya da kıyas-ı hafîdir. Sigara içmekte bir zaruret olmadığı herkesin kabulüdür. Umumî belvanın olup olmadığı tartışılabilir. Çünkü sigaranın bir "fısk" sayılması halinde günümüzde o ölçüdeki fısklardan sakınan dinî bütün insanlar çok yüksek oranda sigara da içmemektedirler. Bu kesimde içenler azınlıktadır. Bunun dışındaki müslümanlar ise fısk olduğu sabit olan benzeri konularda dahi gaflet göstermektedirler. Binaenaleyh, onların sigara içmeleri de umumî belvadan değil, gaflet ve laubalilikten kaynaklanıyor denebilir. Böylece zaruret ve umumî belva tarzındaki bir istihsanla da sigaranın hükmüne ulaşmak mümkün görülmemektedir. Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Kıyas-ı Hafi tarzındaki bir istihsan ıstıslahla aynı şey olur ki, bu da sigaranın zararının kesinkes sabit olmasına bina edilebilir ve açık naslarla haram kılınan nesnelerdeki ortak özellik, insan için hayatî zarar taşımalarıdır. Aynı şey sigarada da mevcuttur, ya da böyle bir "asıl" bulunamazsa dahi sigaradaki mefsedet yönü daha ağırlıklıdır. Binaenaleyh mahzurludur ve "memnu" olması gerekir denebilir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi bu delilerde de ittifak yoktur ve bu yolla sigara kesin haramdır, hükmünü vermek zordur. Sonuç Buraya kadar serdettiğimiz delillere ve tartışmalarına bakarak diyebiliriz ki; 1- Sigaranın mahzurlu olduğuna işaret eden deliller, mubah sayılması gerektiği istinbat edilen delillerden hem çok daha fazla, hem de delâlet yönleri daha açıktır. Buna göre sigaranın mutlak mubah olduğunu söyleme imkânı kalmaz. Zaten mubah olduğunu söyleyenlerde, ondaki zararın mevhum olduğunu, muhakkak olmadığını, muhakkak olması yani zararının ispat edilmesi halinde haram olacağını, çünkü "zararlılarda asıl olanının" haram olmak olduğunu söylerler. Meselâ İbn Abidin bunlardan birisidir. Herhangi birşeyi "mubah kılan bir delille haram kılan bir delil çatışırsa haram kılan diğerine tercih edilir" ve "haram ile helâl çatışırsa haram galip gelir" gibi fıkıh kaideleri de sigaranın yerinin mubah yönünde olmadığına işaret eder. Böylece sigaranın şer'an mahzurlu olduğu ortaya çıkmış olur. Ancak bu mahzurun hiyerarşideki yeri neresidir. İşte bunu tayin etmek zor gözükmektedir. 2- Bazılarına göre zarar "kerahati/mekruhluğu", bazılarına göre de haramlığı gerektirir. Ama herhalde bunu da tafsil etmek ve kerahat ve haramlığını zararına göre tesbit etmek gerekir. Ancak sigara hakkında, makbul delâlet yollarından biriyle onun haram olduğunu gösteren bir nassın bulunmadığını da hesaba katarsak onun için haramdır dememiz de tehlikeli olabilir. 3- Netice itibariyle en az yanılma ihtimali olan hüküm olarak sigaraya "mekruh" denmesi gereği ortaya çıkıyor. Ama bu durumda da tenzihen bîr mekruh olabileceği gibi tahrimen bir mekruh da olabilir. Doğrusu; insanın sağlığına pekçok yönden zararı, tiksindirici kokusu, (habisliği) israf oluşu vb., yönleri hesaba katıldığında iki mekruh arasındaki yerinin "tahrimen mekruh" olana daha yakın olduğunu söylemek bize daha isabetli gelmektedir. Konu hakkında yazılan risalelerin en derlitoplu olanının yazarı İmam Lüknevi de sigaranın mekruh olduğu sonucuna vardıktan sonra bu kerahatin tahrimen mi yoksa tenzihen mi olduğu konusunda mütereddid olduğunu anlatır. 4- Bunlara bağlı olarak sigara ile ilgili başka hükümler de sözkonusu olur. Şöyle kî:a- Sigaranın mubah olduğunu söyleyenlere göre tütün ziraatı ve sigara âlım satımı yapmak da mubah ve helâl olmuş olur. Tabiatıyla sigaranın mekruh ya da haram olduğu söylendiğinde de, ziraatı ile ticareti de aynı hükmü alacaktır. Ne var ki tütünün bitkisinden yaş ya da kuru olarak tıp, kozmetik ve hayvan yemi gibi başka maksatlarla da yararlanılıyorsa o takdirde onun zîraatinin mahzurlu olmadığı anlaşılır. Fakat her halükarda tütün ziraatı ve sigara alım satımı yapmaktaki mahzur içilmesinden daha azdır. Çünkü sigaranın maddesi bizzat (li aynihi) pis değildir. b- Oruçlu olarak sigara içmek ittifakla orucu bozar ve keffareti gerektirir. Çünkü cevfine duman kaçmakla, dumanı bizzat yudumlamak ayrı ayrı şeylerdir. c- Sigaranın mubah olduğunu söyleyenler, kadının sigara içmesi halinde, kocanın vereceği nafakaya onun sigara harcamalarını da eklemesi gerektiğini kabul etmek zorundadırlar. Mekruh ve haram olduğunu söyleyenlere göre ise böyle bir zorunluluk yoktur. d- Sigaranın hükmü ne olursa olsun kocanın bundan rahatsız olması durumunda karısını sigara içmekten men etme hakkı vardır. Bu bir insanlık hakkı olduğundan ötürü kadının da aynı hakkı bulunmalıdır. e- Sigara içmenin haram ya da mekruh olduğu kabul edilmesi halinde bu küçük ya da büyük bir günah olacak ve ısrarı ile daha da büyüyecektir. YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Cemaleddin Hocaoğlu Beyyineler İMKÂNLAR ve HAMLELER-(2) Bizleri yoktan var eden, sayısız nimetleriyle terbiye ve taltif eden, Kur’an-ı Kerim gibi bir kitabı lutfederek bizlere Hakk’ın yolunu gösteren yüce Mevlâ’ya hamd eder, şükrederiz. O’nun sevgili kulu ve son Peygamberi Hazreti Muhammed’e (s.a.v.) ve Onun yolunda giden ve Hakk’ın hakimiyyeti uğruna her fedakârlığa göğüs geren âline, ashabına salât ve selam olsun!.. Yine Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki küfrün hakim olduğu, putperestliğin kol gezdiği, müslümanların paramparça olduğu bir devirde bizlere iman bayrağını, İslam davasını ve Tevhid sancağını taşıma, Hakk’ın hakimiyetini sağlama yolunda çalışma şerefini nasip etmiş ve bu uğurda bir takım imkân1ar ve fırsatlar bahşetmiştir. İMKÂNLAR: 1- Kur’ an-ı Kerim gibi bir kitaba, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi bir Peygamber’e sahibiz. Kaynağımız sağlam, mesnedimiz sarsılmaz, hazinemiz bitip tükenmez... Binaenaleyh; vahiy bizimle, ilim bizimle, akıl bizimledir. Bu itibarla kaynak aramaya, şunun doktrinine, bunun felsefesine hiç de ihtiyacımız yoktur; kuvvetliyiz. İlahî kaynaklardan tâilimat alır, sünnet-i senniyye’den feyz alır, aklı çalıştırır, tarihten de hız ve tecrübe alabilirsek, bizim sırtımızı hiçbir güç yere getiremez. Yeter ki, mütevekkil olalım, yeter ki, taviz vermeyelim, yeter ki, elimizdeki imkânları gereği gibi kullanalım… mayesine) sığınırsa Allah ona (kapalı yerlerden bile) bir çıkış yeri yaratır ve onu hiç hatır ve hayale gelmeyen yerden rızıklandırır...” ,,...Onlardan korkmayın, benden korkun!..” ,,İnsanlardan korkmayın, benden korkun!..” Bir kudsî hadisinde de şöyle buyurur: ,,Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. 0, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. 0, bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.” İşte bu ve daha nice ayet ve nice hadislerde söz verilen yardımlara inanan bir müslüman ve müslüman cemaatlar neden korksun, neden ümitsizliğe düşsün, neden fütur ve zaaf göstersin ve neden bugünün işini yarına bıraksın?!. Binaenaleyh; bize düşen meşru yolda, meşru ölçülere göre, planlı ve programlı bir şekilde, tam bir cesaret ve metanetle hizmete ve hedefe doğru yürümektir. Küçük küçük teşebbüsler büyük büyük neticelere götürür ve götürmüştür. Bütün bunlar tecrübe ile de sabittir… 3- Ornek: Allah Resulü ve sahabe bizim için en güzel örneklerdir; hayatları nümune-i timsâldır. Hem de öylesine!.. Cenab-ı Hak bu hususta şöyle buyurur: ,,Gerçekten Allah’ı, ahiret gününü arzulayanlar ve Allah’ı çok zikredenler için, size Allah’ın Resulü’nde (takip edeceğiniz) pek güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21) Hatta, bütün peygamberler ve onların mücadele ve mücâhede hayatları örneklerle doludur; İlahî vahyi tebliğ ve telkine nereden başlamışlar, nasıl devam etmişler, muarızlarına karşı verdikleri ce2- İ1âhî Nusret: vaplar nasıl olmuş, mütecavizlere karşı nasıl Cenab-ı Hakk’ın va’di sarihtir; 0, hiçbir zaman sabretmişler, nasıl mukavemet etmişlerdir. Her vadinden dönmez. Ve şöyle buyurur: ,,...Eğer siz türlü ızdırab ve sıkıntılara katlanmışlar ve fakat Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz 0 da tebliğde asla kusur etmemişler, hele taviz yoluna size yardım eder...” ,,Kim Allah’a tevekkül ederse hiç gitmemişlerdir... 0, ona kâfidir...” ,,Kim Allah’ın vikaye (ve hiSayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet ISLAMIN RUKÜNLERI- ŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(6) 7-Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum, Islamın bir unsurundan veya tümü ile islam'dan hoşlanmamaktır. Nitekim yüce Allah -C.C.- şöyle buyuruyor: İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah ta onların amellerini boşa çıkarmıştır."(Muhammed, 8,9) A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Said Havva horlanmış ve Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak oraya girer.Buna karşılık, kim ahiret mutluluğunu ister de mü'min olmak şartı ile o uğurda gerekli çabayı harcarsa, böylelerinin çabaları takdir edilir, emeklerinin karşılığını alırlar.(Isra, 18-19) Kim ahiret ekinini Isterse onun ekinini arttırırız. Buna karşılık kim dünya ekinini isterse ona da dünyadan bir pay veririz, onun ahirette hiç bir nasibini almaz" (Şura, 20) Öte yandan yüce Allah -c.c- dünya hayatının niteliğini belirtirken şöyle buyuruyor: Kadınlara, evlâdlara, tartı tartı biriktirilmiş altın ve Peygamber Efendimiz (SAV)´de şöyle buyurur: gümüşe, otlağa yayılmış atlara, küçükbaş Herhangi birinin arzuları benim getirdiğim ilahi hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı tutkunluk prensiplere uymadıkça mü'min olamaz.() insanlara cazip gösterildi. Bunlar dünya hayatının insanın Islam'ın hükümlerinden herhangi birinden hoşlanmaması bu kategoriye girer. Söz konusu hü- nimetleridir. Oysa asıl varılacak yer Allah katındadır.Deki: Size küm ister Islam'ın ibadetleri, bunlardan daha hayırlı ister ekonomik düzeni, ister Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoriye girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle olanı haber vereyim mi? medeni hukuku, ister siyasi sistemi, ister barış ve savaş veya başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk Takvalılar için Rabbleri egemenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tukatında sürekli kalacakları, ilkeleri ister ahlak görüşü, tan kurul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olaltından ırmaklar akan ister sosyal düzeni ve istermaksızın veya bazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı Cennetler, el değmemiş se bilimsel görüşü ile ilgili olarak dilediği gibi kanun koymaya yetkili eşler ve Allah'ın hoşnutluğu olsun. Herhangi bir ayetin sayılır. Anayasa ise başka hiç bir merciin emrine vardır. Hiç kuşkusuz Allah veya sahih bir hadisin yabağlı kalmaksızın kendi gorüş ve düşüncelerini kullarını hakkıyla hud Peygamberimizin sözü, yansıtan çoğunluk tarafından ortaya konur. görür.»"(Ali Imran,14-15) davranışı, takriri/sessiz Böyle bir şey, kanun koyma, helal etme ve haonayı veya tutumu anlamram kılma yetkisini doğrudan doğruya insanlara Biliniz ki, dünya hayatı larına gelen bir sünnetin vermektir ki, bu da Şirktir. oyundan, eğlenceden, süs muhtevasından hoşlanmave gösterişten, birbirinize mak, insanı islam'dan karşı övünmeden, mal ve evladı çoğaltma yarışından çıkarır ve şahadet iddiasını geçersiz kılar. ibarettir. Bu hayat, ekini ve bitkisi çiftçisinin yüzünü 8-Şahadet iddiası ile çelişen bir başka çirkin tutum, güldüren bol yağmura benzer. Fakat bir süre sonra Dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederek düny- kuruyan bu bitki örtüsünün sarardığını görürsün. Arkasından da ot kırıntılarına dönüşür. ahirette ise ayı tek hedef haline getirmektir. bir yanda ağır bir azab, öbür yanda Allah'ın Bu konuda yüce Allah .c.c- şöyle buyuruyor: bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı, Uğrayacakları ağır azaptan ötürü vaygele kâfirlerin aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir."(Hadid,20) başına! Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu Bu arada ahireti tercih edenlerin kimler olduğunu yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir belirten yüce Allah-c.c- onlar dışında kalanları tehdit sapıklık içindedirler. (İbrahim, 2-3) ederek şöyle buyuruyor: Sadece dünya hayatını ve bu hayatın çekici De ki; «Eğer babalarınızı, evlâtlarınızı, kardeşlerinizi, güzelliklerini isteyenlere çalışmalarının karşılığını eşlerinizi, hısım- akrabanızı, kazandığınız malları, orada tam olarak veririz, onlar orada hiçbir ödül bozulmasından korktuğunuz ticareti ve hoşunuza kısıntısına uğratılmazlar. Ama ahirette onlar için sadece cehennem ateşi vardır, dünyada yaptıkları iyi giden evleri, konakları Allah'dan, Peygamber'den ve Allah yolunda cihad etmekten daha çok seviyorsanız işler boşa gider, işledikleri yararlı ameller geçersiz Allah emrini gerçekleştirinceye, yapacağını olur."(Hud, 15-16) Kim geçici dünyanın mutluluğunu isterse dilediğimiz yapıncaya kadar bekleyiniz. Allah yoldan çıkmışlar güruhunu doğru yola iletmez.»(Tevbe, 24) kimselere orada dilediğimiz kadar geçici nimet veririz. Fakat sonra onu cehenneme yollarız, Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet İslâm'da İlk Hicret Resûlullah (SAV), Ashabının karşılaştığı musibetleri görünce ve onları korumaya, onlara yapılan işkencelere engel olmaya güç yetiremeyince, onlara şöyle buyurdu: «Siz Habeşistan'a gitseniz iyi olur. Habeş hükümdarının yanında hiç kimse zulme uğramaz. Orası emniyetli bir ülkedir. Allah sizi belki orada ferahlığa kavuşturur». Bunun üzerine müslümanlar fitne çıkmasından çekinerek ve dinlerini muhafaza için Allah'a sığınarak, Habeşistan'a gitmek üzere yola çıktılar. İslâm'da ilk hicret, bu oldu. Muhacirlerin başta gelenleri arasında:Osman bin Affan ve Hanımı (Hz. Peygamber'in kızı) Rukıyye, Ebû Huzeyfe ve Hanımı,Zübeyr bin Avvam, Mus'ab bin Umeyr, Abdurrahman bin Avf gibi sahâbe-i kiram bulunmaktaydı. Böylece Habeşistan'da toplanan sahabilerin sayısı 80 küsur kişiye varmıştı. Kureyş müşrikleri, bu olup bitenleri görünce, hemen Abdullah b. Ebî Rebia ile Amr b. Âs'ı (henüz müslüman olmamıştı) Habeş Kralı Necaşi'ye gönderdiler. Bu iki elçi yanlarında Krala ve etrafındaki yüksek rütbeli subaylarla, bir kısım devlet büyüklerine sunulmak üzere birçok hediyeler götürdüler. Gayeleri, Necaşî'den, yanına sığınmış olan bu müslümanları kabul etmemesini ve onları tekrar düşmanlarına teslim etmesini rica etmekti. İki elçi, bu konuda Necaşî ile konuşunca esasen Necaşî ile konuşmadan önce onlar, komutanlarla konuşup getirdikleri hediyeleri onlara takdim etmişlerdi. Necaşî, müslümanlarla bu yeni din hakkında konuşmadıkça onlardan hiçbirini kendilerine teslim etmeyi kabul etmedi. Kureyş elçileri, Necaşî'nin huzurunda iken müslümanlar da onun yanına getirildiler. Necaşi onlara: «Kavminizle aranızın açılmasına sebeb olan bu din nedir? Halbuki siz, ne benim dinime, ne de diğer milletlerden herhangi birinin dinine girdiniz» diye sordu. Necaşi'nin huzurunda konuşmak için Ca'fer bin Ebû Tâlib seçilmişti. Ca'fer, Necaş,'ye hitaben: «Ey Hükümdar! Biz cahil bir millettik. Putlara tapardık. Lâşeleri yerdik. Her kötülüğü yapardık, işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız, güçsüz olanlarımızı ezerdi. Yüce Allah, bize kendimizden soyunu sopunu, doğruluğunu eminliğini, iffet ve nezahetini bilip tanıdığımız bir peygamber gönderinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik. O peygamber, bizi Allah'a, Allah'ın birliğine inanmaya, O'na ibâdete, bizim ve atalarımızın Allah'tan başka tapınageldiğimiz taşları ve putları bırakmaya da'vet etti. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmek-ten sakınmayı Sayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu bize emretti. Her türlü ahlâksızlıktan bizi nehyetti... Biz de onu tasdik ve ona iman ettik. Onun Allah'tan getirip, tebliğ eylediği şeylere tâbi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi. Zulmetti. Bizi dinimizden döndürmek, Allah'a ibâdetten vazgeçirip tekrar putlara taptırmak için türlü işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Bizi perişan edip çeşitli zulüm ve işkencelere uğra-tıp, iyice sıkıştırınca biz de senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene ve komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramıyacağımızı ummaktayız» dedi. Bu sözler üzerine, Necaşî, Ca'fer'den Hz. Peygamber'in Allah katından getirdiği Kur'an'dan birşeyler okumasını istedi. Hz. Ca'fer (r.a.), Meryem Sûresinin başından bir miktar okudu. Necaşi kendisini tutamayıp, sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra onlara şöyle dedi: «Gerçekten bu, Isâ (as)'in getirdiği aynı kandilden fışkırmış bir nurdur» dedi. Kureyş elçilerine dönüp: «Gidiniz, vallahi, ben ne onları size teslim ederim, ne de onlara bir kötülük düşünürüm» dedi. Kureyş elçileri gelip, Necaşi'ye: «Ey Hükümdar! Onlar Meryem oğlu Isâ'ya ağır bir söz söylüyorlar. Onlara adam gönderip Isâ için ne söylediklerini bir sor» dediler. Necaşi, Hz. Isâ hakkındaki düşüncelerini sormak üzere muhacirlere adam gönderdi: Hz. Ca'fer gelip: «Biz, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bize getirdiğini söyleriz. Peygamberimiz, Isâ hakkında şöyle diyor: «O, Allah'ın kulu, ruhu, dünyadan ve erden vazgeçerek kendini Allah'a adamış bir kız olan Meryem'e ilkâ eylediği kelimesidir» dedi. Hz. Ca'fer'in bu sözleri üzerine Necaşi elini yere uzatıp, yerden bir saman çöpü aldı ve: «Vallahi, Meryem oğlu Isâ da zaten, sizin söylediğinizden fazla birşey değildir. Arada bu çöp kadar bile fark ,yoktur!» dedi. Sonra elçilerin hediyelerini kendilerine iade etti ve kendi ülkesine sığınmış olan müsîümanları daha fazla koruyacağını belirtti. Elçiler de eli boş olarak Kureyş'in yanma döndüler. Bir zaman geçtikten sonra, Habeşistan'daki muhacirlere, Mekke halkının müslüman olduğu haberi ulaştı. Onlar da bu haber üzerine ülkelerine geri döndüler. Mekke'ye yaklaştıkları vakit, Mekke halkının müslümanilığı kabul etmeleriyle ilgili duydukları haberin asılsız olduğunu öğrendiler. Muhacirler ya gizlice veya bazı müşriklerin himayesi altında Mekke'ye girebildiler. Onların toplamı 33 erkekten ibaretti. Bunların arasında 6 kadın vardı. Böylece sayıları 39'a yükselmiş oluyor. Bir kısmı Osman b. Maz'un'un, bir kısmı da Velid b. el-Muğîre'nin himayesinde Mekke'ye girdiler. Ebû Seleme de Ebû Tâlib'in himayesinde Mekke'ye girdi. YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi Kadın-Erkek eşitliği (5) İslam Gerçeğinde Kadın Insani düzlemde kadın ve erkeği birbirinden ayıran, birbirinden farklı görmeyen İslam, kadının konumunu, misyonunu, hakkını ve değerini de, kadının kendi gerçeklik düzleminde tanımlamaktadır. Mesela kadının anne olması ve annelik misyonunu üstlenmesi, kendi gerçeklik düzleminde kazabileceği yüce ve kutsal bir makamdır. Ne var ki kadının analık makamına ulaşması böylesine yüce bir eylem olmasına rağmen, bilhassa erkekler tarafından oldukça küçümsenmiş ve hor görülmüştür!. her iyi eyleme kendilerini layık gören erkek zihniyeti, ulaşamayacakları bu analık makamını ne yazık ki bu erkeksi propagandanın tesirinde kalan kadınlar ise, analığı kendileri de küçümseyerek analık makamından uzaklaşmaya ve kendilerine değer kazandıracak daha başka eylemlere yönelmeye başlamışlardır. Hakim erkek anlayışı tarafından belirlenen diğer değerli eylemler ise, genellikle erkek­ lere Özgü düzlemlerde gerçekleştirilen eylemler olduğu için, bu düzlemlerdeki eylemlerde doğal bir geri kalmışlığa itilmişlerdir!. Erkeklere özgü düzlemlerde mücadele veren kadınların bu mücadele­si, hiç şüphesiz ki altın madalya için erkeklerle yaptıkları bir mücadeleden ziyade, gümüş madalya için kendi aralarında yaptıkları bir mücadele görünümündedir. İşte kadınlara değer veren İlahi vahiy, kadınların değer kazanabileceği düzlemi, kadınlara özgü bir düzlem olarak sunmakta ve analığa gerçek değeri vererek, kadınları öncelikle bu makam ile onurlandırmaktadır. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerimede, analığın önemine şöyle işaret edilmektedir; Biz insana, anne ve babasına iyilikle davranmasını tavsiye ettik Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.. (Ahkâf, 15) Kadınlara özgü hamilelik ve doğum hadisesinin, kadınlar için zorluklarla ve güçlüklerle dolu bir eylem olmasını dileyen şanı yüce Rabbimiz, hiç şüphesiz ki güçlüklerle dolu bu hadise ile kadınlann karşılığı olmayan bir eziyet görmelerini değil, bu zorluk ve güçlüklerin fevkinde olan bir makama, kutsal ve değerli olan analık makamına ulaşmalarını dilemiştir. Analığa gerçek değeri veren ve bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi olan İslam'a göre, bazı fiiller ferdi olarak gözükse de, bunlar genel bir insanlık düzleminde değerlendirilir. Mesela bir insan hırsızlık yaptığı zaman, yüzbinlerce insandan sadece bir insan hırsızlık yapmış denilerek, bu eylem küçümsenmez. Bütün bir insanlığın hırsızlık yapması halinde karşılaşılacak durum ne kadar vahim ise, tek bir hırsızlık eylemine de aynı vehametle yaklaşılır. Çünkü böyle yaklaşılmadığı zaman, tek bir fertte görülen eylemin bütün bir topluma yansıması ve bütün bir toplumda yaygınlaşması söz konusudur. Dolayısıyle meseleyi böylesi bir genel düzlemde ele alan bu toplumsal bakış, bir insanı öldürmek veya dirilmesine, diri kalmasına Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler vesile olmak vakıasını da aynı düzlemde değerlendirir. Nitekim aşağıdaki ayet-i kerime, bu genel yaklaşımı şöyle ifade etmektedir; Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın Öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andobun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.(Maide,32) Bir İnsanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibi, bir insanı dirilten bütün bir insanlığı diriltmiş gibi olacağına göre, bu İlahi prensip istikametinde anneler hakkında da gayet açık bir ifadeyle "Bir insanı doğuran, bütün bir insanlığı doğurmuş gibidir!."diyebiliriz. Bütün bir insanlığı doğurmak!. Bu ifade, analar ve analık için mübalağalı bir ifade değildir. Analar gerçekten bütün bir insanlığı rahimlerinde taşıyan, bütün bir insanlığın doğum sancısını çeken, bütün bir insanlığı doğuran, bütün bir insanlığı sütleriyle besleyen, bütün bir insanlığın altını temizleyen, bütün bir insanlığı yetiştiren insanlardır... Mü'min ve müslim anneler ise, bu genellemenin daha özel ve daha yüce bir tanımına muhataptırlar. Çünkü doğurduğu evladını İslam terbiyesi ile büyüten ve onu güzel bir müslüman olarak yetiştiren mümine bir anne, bütün müslürnanlan doğuran, bütün müslümanları yetiştiren bir anne gibidir. Dolayısıyle herhangi bir müslümanın, diğer müslüman kardeşinin annesine "Anne" demesi, hem saygıyı ve hem de bu gerçeği ifade etmektedir. İslam'ın açıkça ortaya koyduğu bu gerçek ise, akıl ve insaf sahibi bütün erkeklerin gıpta edecekleri bir makamı sadece kadınlara veren ve bu makam ile sadece kadınları onurlandıran bîr gerçektir. Erkeklere özgü bazı düzlemlerde kadınların erkeklerle yanşması mümkün olmadığı gibi, kadınlara özgü böylesi düzlemlerde de erkeklerin kadınlarla yarışması, yarışabilmesi mümkün değildir. İnsani düzlemde kadın erkek ayırımı yapmayan ve bütün insan­ lan hayırlarda yarışmaya teşvik eden İslam, cinsi özelliklerin önem kazandığı düzlemlerde ise bu ayırımı dikkate almakta ve kadınları, kendi gerçeklik düzlemlerinde yanşmaya, kendilerine özgü bu düzlemde değer kazanmaya davet etmektedir. Nitekim kadınların gerçek değerlerini kazandıkları, kazanabildikleri düzlemler, İslam'ın kadınları davet ettiği ve kadınları onurlandırdığı kendilerine özgü düzlemlerdir. Kadınlar İslamın öngördüğü bu düzlemlerde gerçek kimliklerini bulabilecekler ve bu düzlemlerde değer kazanabileceklerdir. YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler Ibni Abdulhalim KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(11) r ve otur. Işte bütün namazlarını böyle kıl. (Buhari, Muslim) Bu uygulamadan şunları öğreniyoruz: Eğitimde Verimlilik ve Kalite Hz. Peygamber (SAV)şöyle buyuruyor: Allah ihsanı, * Öğretim zorluk ve şiddet gösterilmeden yapılmalı , her şeyin, her işin güzel yapılmasını, Allah, her şeyde * Muhatabın yaptığı yanlışların farkına varması sağlanmalı, güzelliğ i, emreder/ister. (Ebu Davud, Tirmizi, Ibni * Muhatap öğrenmeye teşvik edilmeli. Mace) Muaviye b. el-Hakem es-Sülemî (r.a.) anlatıyor: Güzel iş , sağlam iş , kalıcı iş , kaliteli iş: bu hadis toplam kaliteyi veriyor. O halde Müslümanın işi rast Bir defasında Rasûlüllah ile birlikte namaz kılarken cemaatten biri aksırı verdi. Ben de hemen yerhamügele olmaz. Müslümanın işi bir standart taşımalı , Müslümanın işi sağlam olmalı , Müslümanın işi tam kallah (Allah sana rahmet eylesin) dedim. Cemaattekiler bana sert sert baktılar. ve eksiksiz olmalı. Ben vay başıma gelenler! Size ne oluyor bana öyle Herkes her şeyin, yapabileceğinin en güzelini yapmalı . Biz yapıyoruz, kimse bir şey demiyor. Bu ölçü bakı yorsunuz? dedim. Bunun üzerine elleriyle uydeğil. Biz o işin bizden beklenen biçimde yapıp yap- luklarına vurmaya başladılar. Beni susturmaya çalıştıklarını anlayınca susuverdim. madığımıza bakalım. Yıllar önce orta okul 1. sınıfta okuyan bir kız öğren- Rasûlüllah namazı bitirince beni çağırdı . Anam babam ona feda olsun, ne cim şöyle demişti: Ne olur ondan önce ne de ondan söyleyin de müfettişler her sonra Rasûl-i Ekrem kadar hafta gelsin. Neden? güzel öğreten hiçbir mualÇünkü müfettişin geldiği lim görmedim. Vallahi beni hafta matematik öğretmeni ne azarladı, ne dövdü, ne çok güzel ders anlatmıştır. de kötü söz söyledi. Sadece Işi severek yapmak, yaptığı şunu söyledi: işten gurur duymak, kaliteli Şu namaz var ya, onda inürün elde edilmesine imkân san kelâmından hiçbir ey verir. Verimlilik ve kalite konuş mak caiz/doğru olyüksekliği ise, kişiyi daha maz. Namaz ancak tesbih, iyisini yapmaya yöneltir. tekbir ve Kur ân okumaktan ibarettir.(Muslim) Dikkat, Kontrol ve Gözlem Ebû Hüreyre (r.a.)nin rivayet ettiği bir hadis şöyledir: Günümüz öğrenme psikolojisinin ilkeleri şunlardır: Mescide bir adam geldi, namaz kıldı ve mescidin bir köşesinde oturan Rasûlüllahın yanına gelerek selâm Yüksek motivasyon, verdi. Selâmını alan Rasûl-i Ekrem: isteyerek öğrenme/öğrenmeye katı lma, dön namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın. buyurdu. Adam gitti namazını yeniden aktif dinleme, kıldı, geldi ve tekrar selâm verdi. Hz. Peygamber selâmını aldı ve yine Git namazını tekrarla buyurdu. öğrenileni tekrar ve müzakere etme, Daha sonra adam, Ey Allah n Elçisi, bana namazı öğret. Ben ancak bu kadar biliyor, bu kadar yapabi- başkasına öğretme, liyorum dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle öğrenmeye yeterince zaman ayırmaktır ki, buyurdu: Namaza kalktığın vakit önce abdest al. Sonra kıbleye dön ve tekbir getir. Sonra Kur ândan bildiğin kadar bunların hepsi Suffa da uygulanmış; azarlama, dayile sana kolay geleni oku ve rükuya eğil. Sonra iyice ak ve kötü söze yer verilmemiş tir. doğrul secdeye git. Daha sonra secdeden başını kaldı Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri Müslüman Çocuğun Edebi Bunları Biliyormusunuz? 10)-ALLAH'A, PEYGAMBERE VE KUR`AN'A KARŞI Soru : Kainattaki her şey kendisinden başka yaratıcı olmayan Allah (c.c.)’ın bilmesi, dilemesi ve yaratması ile olur. Onun A- Allah'a Karşı Görevlerimiz: için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesi Bizi yoktan var eden ve mükemmel organlarla donatan, Cenabı Hakkın ezelde dilemesi ile olur. Rabbimizin bir şeyi yeryüzünde ne varsa hepsini bizim faydalanmamız için ezelde dilemiş olmasına ne ad verilir? Cevap : Kader. yaratan Allah'tır. Insana tanınan bu üstün özellikler Soru: Yüce Rabbimizin ezelde dilemiş olduğu herhangi bir hiçbir canlıya verilmemiştir. şeyin zamanı gelince yine Allah (c.c.)’ın izniyle meydana gelBu iyiliklere karşı yapmamız gereken görevler mesine ne ad verilir? vardır. Cevap : Kaza. Bu görevler: Soru : Müellefe-i Kulüp kimlerdir? a- Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak, Cevap : Müslüman olmayıp, kalpleri Islam’a ısındırılmak b- Hiç bir şeyi Ona ortak koşmamak, istenenlerdir. Soru : Büyük günahlardan birini işlemiş veya küçük günahlara c- Ibadet vazifelerini yerine getirmek, d- Emirlerine uygun hareket edip yasak ettiği şeyler- devam eden kimseye ne denir? Cevap : Fasık. den sakınmak, Soru : Günahı olan mü’minlerin affedilmesi, günahsızların dae- Allah sevgisini her şeyden üstün tutmak, ha yüksek mertebelere erişmeleri için Peygamberler ve evliyaf- O'nun adını saygı ile anmak, ların Allah (c.c.)’a yalvarmasına ne denir? g-Verdiği nimetlere şükretmek. Cevap : Şefaat. Soru : Bir şeyi elde etmek için gerePeygambere Karşı Görevleriken maddi ve manevi vesilelerin miz: hepsiniyaptıktan sonra, Allah (c.c.)’a Allah, Islam dinini insanlara güvenip ondan sonrasını Allah tebliğ etme görevini Peygam(c.c.)’a bırakmaya ne ad verilir? berimiz Hz. Muhammed Cevap : Tevekkül. (a.s.)'e verdi. Sevgili PeygamSoru: Karzı hasen ne demektir? berimiz insanlığın kurtuluşu Cevap : Çıkar gözetmeksizin Allah için çok çalıştı. Bu uğurda (c.c.)’ın rızası için ödünç para verbirçok güçlüklerle karşılaştı. mektir. Islamın ışığı ile dün-yayı aydınSoru : Aynı peygamberin yolunda lattı. Insanlara mutlu olmanın yollarını gösterdi. yürüyen insanlara ne denir? Bu sebeple; Cevap : Ümmet. a- Onun son ve en büyük Peygamber olduğuna inanmak, Soru : Hasenat ne demektir? Cevap : Iyi amellere, yapılan iyiliklere denir. b- Onu çok sevmek, adı anıldığı zaman salvat-i şerife okumak, Soru 53: Cennetteki en büyük nimet nedir? Cevap : Ru’yetullah yani Allah (c.c.)’ın cemalini görmektir. c- Onun gösterdiği yoldan yürümek, Soru : Islam dininde olmadığı halde sonradan insanların dind- Onun güzel ahlâkını kendimize örnek alarak yaşadenmiş gibi hayatlarına geçirdikleri yanlış adetlere ne denir? mak. Cevap : Bid`at. Soru: Yapılan her şeyin sırf Allah (c.c.)’ın rızası için yapmaya, C- Kur`an'a Karşı Görevlerimiz: gösterişten uzak amele ne denir? a- Kur`an'ı Kerim'in Allah tarafından Peygamberimiz Cevap : Ihlas denir. vasıtası ile gönderilen son kitap olduğuna inanmak. Soru : Seyyiat ne demektir? b- Onu usulüne göre güzelce okumak, Cevap : Kötülükler, günahlar ve suçlardır. c- Manasını anlamaya çalışmak, Soru : Münafığın alametleri nelerdir? d- Kur`an'ı okurken ve dinlerken son derece saygılı olCevap : Konuştuğunda yalan söyler, söz verir sözünde durmaz, emanete hıyanet eder. mak, e- Kur`an'ın yap dediklerini yapmak, yapma dediklerin- Soru : En güçlü insan kimdir? Cevap : Öfkesini yenen insandır. den sakınmak. GÖREVLERIMIZ Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler bırakmıştı. Alla"Bu çirkin komplodan güçlenerek çıkacağız ve yeni Türkiye'yi huekber Dağları'nı inşaa edeceğiz. Bu süreç yeni Türkiye'nin "İstiklal Mücadelesi" aşmak için çok sayıda Mehmetçik, sürecidir" 25 Aralık 2013 Çarşamba Başbakan Erdoğan, "Bu çirkin kom- soğuk ve tipinin plodan güçlenerek çıkacağız ve yeni Türkiye'yi inşaa edeceğiz. etkisiyle şehitlik Bu süreç yeni Türkiye'nin "İstiklal Mücadelesi" sürecidir" dedi. mertebesine ulaştı. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Benim büyük dedem de o harekatta teşkilatından çalışmalarına devam etmelerini isteyerek, "Bu şehit oldu. 99. yıl süreç, yeni Türkiye'nin istiklal mücadelesi sürecidir" dedi. dönümünde Sarıkamış şehirlerini rahmetle minnetle yad ediyoruz" diye konuşBaşbakan Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, tu. önceki gün İzmir Alaybey Tersanesinde meydana gelen kazada TBMM Genel Kurulu'ndaki 2014 bütçe görüşmelerine de değişehit olan askerlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifa dinen Erdoğan, muhalefetin görüşmelerde kullandığı red oyuna leğinde bulundu. işaret ederek, "Yani bağırmaları, çağırmaları hiçbir şey oradaki oya yansımıyor" ifadesini kullandı. 22 Aralık tarihinin, 1914 yılında Osmanlı ordusu tarafından başlatılan Sarıkamış Harekatı'nın 99. yıl dönümü olduğunu belirten Erdoğan, "Sarıkamış'tan itibaren Kars dahil olmak üze- Yapılan sözlü, fiili saldırılara rağmen AK Parti Gurubunun tam ciddiyetle bütçe görüşmelerin sürdürerek sonlandırdığını kayre Kafkasya'nın işgalini sonlandırmak için başlatılan hareket maalesef çetin kış şartları nedeniyle arkasında çok hazin tablo deden Erdoğan, 2014 bütçenin hayırlara vesile olması yönünde Allah'tan niyazda bulundu…. .Bu süreç 'İstiklal Mücadelesi' sürecidir Fethullah Gülen'den sert yolsuzluk açıklaması Herkul.org'da Fethullah Gülen'in 'Yolsuzluk' başlıklı son sohbetini yayınlandı. 21 Aralık 2013 Cumartesi Oldukça sert açıklamalar yapan Fethullah Gülen ''Şimdiye kadar demediğim şeyleri dedim. Umuma ait şeyler çalınmış çırpılmışsa,o mevzuda birisi göz yumuyorsa, o da o haramîlerle müşterek demektir. İşte orada göz yumulamaz. Haksız, kimse, o mutlaka cezasını bulacaktır'' dedi. Gülen, sohbetinde şunları söylüyor: KENDİ EVLADINIZA KARŞI GÖSTERDİĞİNİZ ŞEFKATİ BÜTÜN MÜMİNLERE KARŞI GÖSTERMELİSİNİZ-…. Hüseyin Gülerce: Çok kötü şeyler lanları eleştirmişti. Şimdi aynı şey yapılmıyor mu? Bir heyuladan bahsediliyolacak or. Darbe yapmış, MİT’i karşısına almış, herkesi dinlemiş, her yere sızmış, her köşe başını tutmuş. Kesin bir dille, sanki ortada bir yargı kararı varmış gibi konuşuluyor. Ama hukuk nerede? Yargı, kararını verinceye kadar hani insanlar masumdu? Hani suçun şahsîliği prensibi vardı? Diyelim ki bazıları, Hizmet’in ruhu ile bağdaşmayan bir iş yaptılar, sadece Allah’ın rızasına kilitlenmiş, gerçekten bugüne kadar görülmemiş bir fedakarlık destanı yazan milyonlarHüseyin Gülerce'nin yazısı; ca insanı üzmenin, kırmanın alemi nedir? 'DEMEK ÇOK KÖTÜ ŞEYLER OLACAK' "Sayın Gülen’in avukatının ikazlarıyla bir- Neden titizlik gösterilmiyor, neden üslup likte okunduğunda, Sayın Başbakan’ın ifa- cinayetleri ile dümdüz gidiliyor? Psikolojik harp unsurlarıyla kendi insanımıza bir opedeleri dimağlarımıza bir çivi gibi çakılan, zihinlerimizi zonklatan şu soruyu akla geti- rasyon mu yapılıyor? Bu, devlet ciddiyeti, riyor: Demek, çok kötü şeyler olacak... Bu hukukun üstünlüğü ile bağdaşır mı? süreç; sapla 'İKİ ARABA KAFA KAFAYA ÇARPIŞACAK' saman Hizb-ut Tahrir Bursa Sayın Başbakan’ın yargıya müracaat etmesi karıştırılmaDavasında Ceza Yağdı gerekir. Değilse tek şeritli dan, koskoca İstanbul 14.Ağır Ceza bir camia töh- demokratikleşme, hukukun üstünlüğü ve Mahkemesinde devam özgürlükler şeridi- bir köprüde -o köprü met ve zan eden Hizb-ut Tahrir Bursa altında bırakıl- Türkiye’dir- iki araba kafa kafaya çarpışadavası yapılan karar dumadan, bu ül- cak. Kardeşliğimize, huzurumuza yazık ruşmasında yüksek cezaolacak…" kede hayır ve lar verilerek karara bağiyilik hevesi, heyecanı öldürülmeden, inlandı. Bu güne kadar hiç bir şiddet eylemine sanımızı birbirine hasım hale getirmeden başvurmamış ve sadece İslami fikirle- nasıl yönetilecek? re sahip olan Hizb-ut Tahrir'li gençlerden, Suat Çoban'a 15 yıl, Nurettin 'AMA HUKUK NEREDE' Göksugüzel, Nihat Kurtaran, Serdar Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında, Sayın Başbakan "Sabah gözaltılar başladı, Yılmaz, İsmail Özcan, Mesut Şahin, öğlen haberi medyaya sızdırıldı, akşam da İbrahim Er ve Mehmet Sena Arat'a mahkumiyet kararı verildi." diyerek yapı7,5'ar yıl ceza verildi. Sayfa 15 Zaman Gazetesi'nin cemaate yakınlığıyla bilinen yazarı Gülerce,hükümet cemaat kavgasında kötü şeyler olacağını belirtti. 24 Ocak 2014 Cuma Başbakan Erdoğan'ın cemaati hedef gösteren açıklamaları ve Gülen'in avukatının yeni ses kayıtlarının çıkabileceği uyarısını yan yana getiren Gülerce, tartışılacak bir görüşte bulundu. MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 26 REBIULAHIR 1435 / ŞUBAT 2014 Islamda DEVLET Devlet demek; nihaî bir teşekkül ve en büyük bir kuruluş, demektir… Bazı ulema Islam Devletini şu şekilde târif etmiştir: "Din ve dünya işlerinde umûmî riyaset!" Devletin faydalarını bir cümle ile ifade edecek olursak devlet demek; içe karşı bir barınak, dışa karşı bir kaledir. Içe karşı bir emanetler hazinesi ise dışa karşı da bu emanetlerin bir muhafızı, bir koruma polisidir. Içe karşı bir tarih kültürü, bir ilim hazinesi ise, dışa karşı da bir kalkandır ve nihayet devlet, içe karşı bir terbiye müessesesi ise dışa karşı da bir tebliğ, bir nümune-i timsal müessesesidir. Ve son olarak devlet; dünyanın cennetidir. Insanoğlunu cennette imişcesine rahat ettirir; huzur içinde günlerini geçirmesine ve tatlı bir hayat sürmesine vesile teşkil eder!.. Işte devlet; bu kadar nimete sahib ve bu kadar önemi haiz olduğundan dolayıdır ki, varsa onu korumak yoksa onu kurmak, erkek-kadın her müslümana farzdır, Allah'ın kesin emridir. Müslümanın bir gün bile hatta bir saat bile devletsiz ve Halife'siz kalması caiz değildir. Baksanıza! Ashab Efendilerimiz (Allah kendilerinden razı olsun!), Peygamber (s.a.v.)'in techiz ve tekfinine Halife seçmeyi takdim ve tercih ettiler de önce Halife'yi seçtiler ve cenazeyi sonra defnettiler. Keza Akaid ve Fıkıh kitaplarını okuduğunuzda göreceksiniz ki;"Sınırları muhafaza, adaleti temin, hakkı ihkak, mütecavizleri tecziye, yetim çocukları evlendirme, zekât mallarını toplayıp, mahalline tevzi, cuma ve bayram namazlarını kıldırmanın sıhhatı ve nihayet emri mâruf ve nehy-i münker yapma" devletin görevleri arasında yer almaktadır. Bütün bunları yapma ve yerine getirme farzdır. O halde devlet kurma ve devlete sahib olma da farzdır. Neden? Çünkü fıkhî bir kaidedir:"Ma yetevakkafu aleyhil farzu fehuve farzun! Yani, o şey ki, bir farzı yerine getirme ona bağlıdır. Öyle ise o da farzdır!" Demek oluyor ki, Müslümana Devlet, hava ve su gibi lazımdır, Vacibtir. Vücûbu ise, Kitab, Sünnet ve Icma-i Ümmetle sabittir. Biz, müslüman bir milletiz; Hazreti Muhammed'in ümmetiyiz; devletimiz olmalıdır ve farzdır. Farz olan bu devlet Islam devletidir. Ve bugün böyle bir devletimiz yoktur. 3 Mart1924'den itibaren yoktur. M. Kemal kaldırmıştır. O gün bu gün bir devlet boşluğu vardır. M. Kemal'in ve onu takib eden kemalistlerin kurdukları devlet ve hükümetler ise meşru değildir. Niye meşru değildir? Ihanet ve hiyanet üzerine kurulmuştur da ondan; yalan ve aldatma üzerine kurulmuştur da ondan; milletimiz, oyuna getirilmiştir ve aldatılmıştır da ondan. Kaldı ki, kendisinin de kemalistlerin de kurdukları ve devam ettirdikleri devlet, dinsiz bir devlettir, sarhoş bir devlettir, meyhaneci ve kerhaneci bir devlettir. Kendileri de birer teröristtir. Binaenaleyh, müslümanları temsil edemezler. O halde müslümanları temsil eden bir devlete ihtiyaç vardır; yoksa ölenler cahiliyyet ölümü üzerine ölüp giderler. Tüm müslümanları ve müslüman kuruluşları birliğe davet ettik ve dedik ki: "Cemaatler Kur'an etrafında bir araya gelsin, bir ümmet teşekkül etsin, ümmet de şurasını seçsin, şura da yeni emirini intihab etsin!.." Kulak veren olmadı. Kendileri de zaten layık değildi. Çünkü bir kısmı partici, bir kısmı da tavizci idi!.. Dolayısıyle bunlar birer zalim kuruluşlardır. Zalimler ise Kur'an'ın beyanıyla, Allah'ın ahdine nail olamazlar. O halde devlet kurma işi yine sizlere kaldı, ey cemaat! Çünkü sizin ne taviziniz var, ne de partiniz! Her şeyiniz şeriat'a bağlı, fetvaya dayanmakta!.. Ve netice: Bu şerefi Allah size nasib etti, Elhamdülillah! Işte şu anda devletsiniz, Allah'ın indinde devletsiniz. Vatanınız genelde dünya, özelde Anadolu'dur. Allah, zalimlerin, âsîlerin, kâfirlerin elinden alıp size teslim edecektir. …. Işte, kemalistlerin Anadolu'daki durumları bundan başka değildir; ihtilaller, ihtilatlar, isyanlar, ayaklanmalar, baskınlar, katiller ve cinayetler birbirini takib etmede; işyerleri ve hatta evler hayat tehlikesiyle karşı karşıya; polisler ve askerler dahi, evlerinden, yer ve yurtlarından çıkarken, acaba akşama eve dönecek miyiz endişesi içinde; insanımız, yabancılara işçi olmuş, devlet ise borçlu düşmuştür; Sözüm ona hükümet adamları ise emir kulu, satılmış birer kukla: Işte Bosna faciası, işte Azerbaycan şenaatı, işte göç kafileleri, işte namusların pay-i mal oluşu!.. Ve nihayet içte ve dışta insanımızın sahipsiz kalışı ve işte bütün bunlar neyi gösteriyor ve neyi isbatlıyor? Anadolu toprakları üzerinde devletin olmayışını! Değil mi? Evet bu devlet emir kuludur; Kore'ye asker gönderir, Somali'ye asker gönderir, Incirlik havaüssünden uçakları kaldırır, Iraklı'yı bombalar!.. Neden? Çünkü, Amerika'nın kuklası, yahudinin uşağıdır. Ama Bosna'ya, Karabağ'a ve benzeri yerlere asker göndermez ve gönderemez! Neden? Çünkü uşaklığını yaptığı güçler müsaade etmemiştir de ondan!.. Işte bütün bunlar gösteriyor ki, kemalist devlet, müslümanların devleti değildir, kemalist devlet o topraklarda barınma hakkına sahip değildir; Kemalist devlet, güç ve hakimiyyetini Ümmet-i Muhammed'den değil, kâfirlerden ve kâfir güçlerden almaktadır ve dolayısıyla Anadolu insanını temsil edemez ve işte edemiyor ve bundan böyle de edemiyecektir. O halde çekilip gitmeleri ve hakkı sahibine iade etmeleri şarttır. Etmedikleri takdirde bu ümmet, bunların elinden hakkını alacaktır; ama er ama geç ve fakat mutlaka alacaktır. Zira bu gidiş, o noktaya doğru bir gidiştir. Bu gidişi durdurmaya ne Selanikli M. Kemal kâfi gelecek ne de Devlet Güvenlik Mahkemeler'i ve ne de Üniversite rektörleri!...