nikahta rıza ve cebir - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI
NİKAHTA RIZA VE CEBİR
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
HASAN ŞAHİN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. SALİM ÖĞÜT
ANKARA- 2008
ii
ONAY
Hasan ŞAHİN tarafından hazırlanan “Nikâhta Rıza ve Cebir ” başlıklı bu
çalışma …11.03.2008….tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda
(oybirliği) ile başarılı bulunarak Temel İslam Bilimleri (İslam Hukuku) Anabilim
Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.
İmza
…………….
Ünvanı, Adı ve Soyadı (Başkan)
Prof. Dr. Şamil DAĞCI
İmza
…………………..
Ünvanı, Adı ve Soyadı
Prof. Dr. Salim ÖĞÜT
İmza
…………………..
Ünvanı, Adı ve Soyadı
Doç. Dr. Dursun HAZER
ÖNSÖZ
Aile hukuku alanında önemli bir yeri olan evlilik, İslam’ın meşru kıldığı
bir kurum olup, özellikle Hz. Peygamber (sav)’in hayatında önemli bir yere
sahiptir. Hatta Hz. Peygamber, ashabından, kısırlaşarak ibadete çekilmek
isteyenleri bu işten menederek evliliği daima teşvik etmiştir.
Bu çalışmada genel anlamda, evlilik kurumunun ilk adımı olan “evlilik
sözleşmesi” konusu üzerinde durulmuş; özel anlamda ise, evlilik sözleşmesi
şekillenirken bireylerin hukuklarını nasıl ve ne ölçüde kullanabildikleri ve
velilerin evlilik sözleşmesindeki yetki durumları araştırılmıştır.
Tezimin
danışmanlığını
yapan,
çalışmalarım
sırasında
ilgili
başlıkların ve konuların değerlendirilmesinde çok emeği ve gayreti olan,
danışman hocam Prof. Dr. Salim ÖĞÜT’e teşekkür ediyor, ömür boyu sağlık
ve mutluluklar temenni ediyorum.
Çalışmalarımda yardımlarını esirgemeyen hocalarım Prof. Dr. Şamil
DAĞCI, Prof. Dr. Ferhat KOCA, Prof. Dr. Osman TAŞTAN,
Doç. Dr.
Bünyamin ERUL ve Doç. Dr. M. Akif KOÇ beyefendilere teşekkür ediyorum.
Ayrıca tezimin redaksiyonunda yardımlarını gördüğüm Edebiyat öğretmeni
Abidin DEMİROK’a ve Dr. Mehmed YAŞAR’a, Trabzon Eğitim Merkezi
Öğretim Üyesi Temel KACIR’a, tezim ile ilgili Arapça metinlerin tercüme ve
müzakeresinde Ekrem AYGÜN, Bahauddin GENÇ ve Kur’an hocam
Muhammed Emin VURAL’a, arkadaşım Muzaffer ARICI’ya, tüm zorluklarda
daima yanımda olan aileme ve ismini zikredemediğim tüm dostlarıma
teşekkür etmeyi ifa edilmesi gerekli bir borç biliyorum.
Hasan ŞAHİN
ANKARA–2008
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................i
İÇİNDEKİLER .................................................................................................ii
KISALTMALAR ..............................................................................................v
GİRİŞ
1. KONUNUN ÖNEMİ .....................................................................................1
2. KONUNUN AMACI .....................................................................................2
3. ARAŞTIRMANIN METODU ........................................................................3
4. ARAŞTIRMANIN PLANI ............................................................................4
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. NİKÂH KAVRAMI ................................................................................... 6
1.1. TERİM ANLAMI ................................................................................ 7
1.2. NİKÂHIN ŞERÎ DELİLLERİ .............................................................. 8
1.3. NİKÂHIN HÜKMÜ ............................................................................. 9
1.4. MEŞRÛ NİKÂHIN VARLIĞININ HİKMETİ ...................................... 13
2. EHLİYET KAVRAMI ............................................................................. 15
2.1. TERİM ANLAMI .............................................................................. 15
2.2. EHLİYET ÇEŞİTLERİ ..................................................................... 16
2.2.1. Vücub Ehliyeti ........................................................................... 16
2.2.2. Eda Ehliyeti ............................................................................... 16
2.2.2.1. Ehliyetsizler ......................................................................... 17
2.2.2.2. Eksik Eda Ehliyeti................................................................ 17
2.2.2.3. Tam Eda Ehliyeti ................................................................. 18
3. VELAYET KAVRAMI ............................................................................ 19
3.1. TERİM ANLAMI .............................................................................. 20
3.2. EVLİLİKTE VELAYETİN GEREKLİLİĞİ ......................................... 21
3.3. VELİDE BULUNMASI GEREKEN ŞARTLAR ................................ 22
3.3. VELÂYET ÇEŞİTLERİ .................................................................... 22
iii
3.3.1. Umumi Velayet .......................................................................... 23
3.3.2. Hususi Velayet .......................................................................... 23
3.3.2.1. Zorlayıcı Velayet ................................................................. 25
3.3.2.2. Zorlayıcı Olmayan Velayet .................................................. 27
3.3.2.3. Ortak Velayet ...................................................................... 28
4. RIZA KAVRAMI .................................................................................... 29
4.1. TERİM ANLAMI .............................................................................. 29
4.2. EVLİLİKTE RIZA ............................................................................ 30
5. CEBİR KAVRAMI ................................................................................. 31
5.1. TERİM ANLAMI .............................................................................. 31
5.2. EVLİLİKTE CEBİR ......................................................................... 32
6. MUHAYYERLİK KAVRAMI .................................................................. 33
6.1. TERİM ANLAMI .............................................................................. 33
6.2. EVLİLİKTE MUHAYYERLİK .......................................................... 34
İKİNCİ BÖLÜM
RIZA VE CEBİR YÖNÜNDEN EVLİLİK AKDİYLE İLGİLİ HÜKÜMLERİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
1. İRADE BEYANI BAKIMINDAN RIZA VE CEBİR ................................. 35
1.1. İRADE BEYANINDA ÇOCUKLARIN DURUMU............................. 39
1.1.1. Çocukların Evliliğine İzin Verenler Açısından ............................ 40
1.1.2. Çocukların Evliliğine İzin Vermeyenler Açısından ..................... 43
1.1.3. Mümeyyiz-Gayrı Mümeyyiz Ayrımı............................................ 47
1.2. İRADE BEYANINDA ERİŞKİNLERİN DURUMU ........................... 48
1.2.1. Evlilikte Erkeğin İrade Beyanı ................................................... 49
1.2.2. Evlilikte Kadının İrade Beyanı ................................................... 49
1.2.2.1. Bâkire Kızın Evliliği Açısında İrade Beyanı ......................... 50
1.2.2.1.1 Âkıl-Bâliğa Kızın Evliliğinde Zorlayıcı Olmayan Velâyetin
Rolü İle İlgili Değerlendirmeler ...................................................... 50
1.2.2.1.2. Âkıl-Bâliğa Kızın Evliliğinde Zorlayıcı Olan Velayetin Rolü
İle İlgili Değerlendirmeler............................................................... 53
1.2.2.1.3. Bu Mezkûr İki Görüşün Karşılaştırılması ....................... 55
1.2.2.2. Dul Kadının Evliliği Açısından İrade Beyanı ........................ 59
1.3. İRADE BEYANINDA AKIL HASTALARININ DURUMU................. 61
2. EVLİLİK AKDİNİN GERÇEKLEŞMESİNİ SAĞLAYAN ŞARTLAR
BAKIMINDAN RIZA VE CEBİR ................................................................ 63
iv
2.1. EVLİLİĞİN OLUŞUMUNU SAĞLAYAN ŞARTLAR BAKIMINDAN 64
2.1.1. İrade Beyanında İcab ve Kabul Uyumu ..................................... 64
2.1.2. Tarafların Evlenme Ehliyetine Sahip Olması ............................. 65
2.1.3. Evlilik Sözleşmesinde Meclis Birliği ........................................... 65
2.2. EVLİLİK AKDİNİN SIHHATİ BAKIMINDAN ................................... 66
2.2.1. Evlenme Engellerinin Bulunmaması.......................................... 66
2.2.2. Evlilik Sözleşmesinde Velinin Bulunması .................................. 67
2.2.2.1. Erkeğin Velisinin Bulunması ................................................ 68
2.2.2.2. Kadının Velisinin Bulunması. .............................................. 68
2.2.3. Şahitlerin Bulunması ................................................................. 72
2.3. EVLİLİK AKDİNİN GEÇERLİLİĞİ BAKIMINDAN .......................... 73
2.4. EVLİLİK AKDİNİN BAĞLAYICILIĞI BAKIMINDAN ....................... 74
2.4.1. Bülûğ Muhayyerliği .................................................................... 75
2.4.1.1. Kadın Açısından .................................................................. 77
2.4.1.2. Erkek Açısından .................................................................. 78
2.4.2. İyileşme Muhayyerliği ................................................................ 79
2.4.3. Kefaet Muhayyerliği................................................................... 80
2.4.3.1. Kadın Açısından .................................................................. 82
2.4.3.2. Erkek Açısından .................................................................. 83
2.4.3.3. Veli Açısından ..................................................................... 84
SONUÇ .........................................................................................................87
KAYNAKÇA .................................................................................................90
ÖZET ............................................................................................................96
ABSTRACT ..................................................................................................97
v
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.mak.
: Adı geçen makale
b.
: İbn
bkz.
: Bakınız
Çev.
: Çeviren, çeviri
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
h.
: Hicrî
H.A.K.
: Hukuk-u Aile Kararnâmesi
hk.
: Hakkında
Hz.
: Hazreti
nşr.
: Neşreden
r.a.
: Radıyallahü anh
s.
: Sayfa
s.a.v.
: Sallallahü aleyhi ve sellem
sy.
: Sayı
thk.
: Tahkik
trc.
: Tercüme eden
ts.
: Tarihsiz
v.
: Vefatı
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve devamı
yy.
:Yayın yeri yok
GİRİŞ
1. KONUNUN ÖNEMİ
İslam hukukunda ayrı bir yeri olan “Aile Hukuku”, içeriği itibariyle çok
geniş açılımları olan bir konudur. Bugünkü anlamda akademik çalışmalar
Osmanlının son dönemlerinde başlamış ve “Hukuk-u Aile Kararnamesi”
çıkarılmıştır. 1917 yılında yürürlüğe giren ve “Aile Hukuku” alanında oldukça
kapsamlı olan söz konusu kararname, İslam hukukunda aile hukukunun
önemini ve genişliğini ifade etmek açısından oldukça önemlidir. Ayrıca son
dönemlere doğru, birçok İslam hukukçusu tarafından aile hukukuyla ilgili
konuların müstakil olarak ele alınıp önemli eserler verilmiş olması, bu
anlamda önemlidir. Hatta bu bağlamda bir “Ahvâl’üş-Şahsiyye”1 külliyatından
söz edilebilir.
İslam hukukunda geniş bir yere sahip olan aile hukukunun içeriğini
büyük oranda “evlenme ve boşanma” konuları teşkil etmektedir. Bu çalışma,
“Aile Hukuku” alanında önemli bir yeri olan evlilik ve evlilik sözleşmesinin
icrasında bireylerin yetki problemlerini ele almaktadır. Bu konu, evlilik
kurumunun oluşması açısından büyük bir önem arz etmektedir.
1
Bu eserlerden bazılarına örnek olarak: Muhammed Muhiddin Abdulhamid, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye
fi’ş-Şeriati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Kütübü’l-Arabî, Beyrut 1984; Mustafa es-Sibâî, Şerhu Kânûni’lAhvâli’ş-Şahsiyye, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1997; Muhammed Mustafa Şelebî, Ahkâmü’lÜsrati fi’l-İslâm, Dâru’n-Nehdatü’l-Arabiyye, Beyrut 1977; Abdulvehhâb Hallaf, Ahkâmü’l-Ahvâli’şŞahsiyyeti fi’ş-Şeriat’il-İslâmiyye, Dâru’l-Kalem, Kuveyt 1990; Muhammed Ebû Zehra, el-Ahvâlü’şŞahsiyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrut ts. vb. eserler sayılabilir.
2
2. KONUNUN AMACI
Evlenme akdinin oluşmasını sağlayan bazı rükünler ve şartlar vardır.
Bu rükün ve şartların gerçekleşmesinde, evlenecek bireylerin birtakım
yeterliliklere sahip olmaları gerekmektedir. Bu yeterlilikler, akıl ve bülûğ
şeklinde özetlenebilir. Çalışmamızda bu yeterliliklerle ilgili olarak şu konulara
değinilecektir:
-Akıl
ve
bülûğ
şartlarını
taşıyan
bir
birey,
kendi
evlenme
sözleşmesini, özgür iradesini kullanarak gerçekleştirebilir mi?
-Veliler, bireyleri evliliğe zorlayabilirler mi?
-Akıl ya da bülûğ şartlarından birini taşımayan bireylerin evliliği
mümkün müdür, mümkün ise evlilik, nasıl gerçekleşmektedir?
İşte tüm bu meseleler İslam hukukçuları tarafından tartışılmış ve
birçok farklı sonuca ulaşılmıştır. Bu çalışmada amacımız, bu farklı bakış
açıları doğrultusunda evliliği, “rıza ve cebir” ekseninde değerlendirerek bir
sonuca varmaya çalışmaktır.
3
3. ARAŞTIRMANIN METODU
Tezin yazım aşamasından önce klasik ve çağdaş dönem İslam
hukuku eserleri okunarak ilgili kısımlar belirlenmiştir. Yazım aşamasında
daha çok bu kısımlardan özellikle de klasik dönem İslam hukuku eserlerinden
alıntılar yapılmıştır.
Araştırmada teknik anlamda klasik dönem hukuk eserlerinden
faydalanılmakla birlikte daha çok çağdaş dönem hukuk eserlerinin yöntemi
esas alınmıştır. Bununla birlikte çağdaş dönem eserlerinde de bulunamayan
bazı konular, danışman hocalarla istişare edilerek güncel ve anlaşılır bir
yöntem kullanılmaya çalışılmıştır. Özellikle klasik hukuk eserlerinden
faydalanılarak yerleştirilen konu başlıkları, günümüz Türkçesiyle ifade
edilmeye çalışılmıştır.
4
4. ARAŞTIRMANIN PLANI
Bu çalışma iki ana bölümden oluşmaktadır:
Birinci bölümde nikâh, ehliyet, velâyet, rıza, cebir ve muhayyerlik
kavramları genel anlamda ele alınarak, ikinci bölümde incelenecek konulara
bir basamak oluşturulmuştur.
İkinci bölümde “rıza ve cebir” yönünden, “nikâh akdiyle ilgili
hükümler” değerlendirilmeye çalışılmıştır. Nikâhın rükünleri başlığı altında,
îcab ve kabulün gerçekleşmesinde bireylerin durumu, “çocuklar” ve
“erişkinler” olmak üzere iki bölümde ele alınmış; erişkinlerin îcab ve kabuldeki
durumu da, erkekler ve kadınlar olmak üzere gene ikiye ayrılmış, kadınların
durumuna daha fazla yer verilmiştir. Çünkü İslam hukukçuları arasında
tartışmaların yoğunluğunu, kadınların nikâhında, onların “yetki problemi”
oluşturmaktadır. Dolayısıyla kadınların evlilik sözleşmesindeki bu durumları,
çalışmanın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
“Nikâhın Şartları” başlığı altında, konumuzla ilgili olması itibariyle, iki
noktaya dikkat çekilmiştir:
1.Velinin bulunması: Kadınların evliliğinde akdin “sıhhat şartlarından”
olan “velisinin bulunması” nın gerekip gerekmeyeceği, kendi evliliklerinde ya
da başkasının yerine vekâlette taraf olup olamayacaklarıyla ile ilgili
konularda, Hanefi hukukçular bir kanadı; “Cumhur” ise, diğer kanadı teşkil
etmektedir. Bu konu da kadının yetki problemi açısından irdelenmeye
çalışılmıştır.
2.Seçme hakkı: Nikahın “lüzum şartlarından” olan ve evlenme
sözleşmesinin geçerlilik kazanmasını sağlayan ya da geçersiz kılan, “seçme
hakkı” (muhayyerlik)’dır. Bireylerin seçme hakkı, “Nikâhta Rıza ve Cebir”
konusuyla
yakından
ilişkilidir.
Çünkü
birey,
evlilik
sözleşmesinin
başlangıcında hak ve özgürlüklerini kullanma imkânı veren yukarıda
5
saydığımız yeterliliklere sahip olamayabilir. Daha sonra bu yeterliliklere sahip
olduğunda da, konu şu açılardan değerlendirimiştir:
a-Bülûğ
Muhayyerliği
(Hıyâr’ul-Bülûğ):
Çocukların,
âkıl-bâliğ
olduklarında elde ettikleri seçme hakkı.
b-İyileşme Muhayyerliği (Hıyâr’ul-İfâkat): Akıl hastası olan bireylerin
evlendirildikten sonra iyileşmesi sonucu elde ettikleri seçme hakkı.
c-Kefaet Muhayyerliği: Bizzat kendi iradesiyle, kendisine denk
olmayan
bir
erkekle
evlenen
kadının,
velisi
tarafından
nikâhının
feshettirilebilme hakkı ya da velisi tarafından denk olduğu zannedilip
evlendirilen kızın daha sonra denk olmadığı ortaya çıkan erkekten ayrılabilme
hakkı.
Bireylerin evlilik sözleşmesinden sonra elde ettikleri seçme hakkı, bu
çalışmada
yukarıda
değerlendirilmiştir.
zikredilen
başlıklar
çerçevesinde
ele
alınıp
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. NİKÂH KAVRAMI
Nikâh, kelime olarak sözlükte zam, cem, tedahül, evlenme, vatı’
(cinsel ilişki) gibi2 değişik anlamlara gelmektedir. Nikâh lafzının bu farklı
anlamlarından dolayı, onunla kastedilenin akit mi vatı’ mı olduğu, İslam
hukukçuları arasında tartışma konusu olmuştur. Nikah kelimesiyle ilgili
değerlendirmeler kısaca şöyledir:
a)Hanefi hukukçularına göre nikâh kelimesi fiilî birleşme (vatı’)
anlamında hakikat, akit anlamında mecaz olarak kullanılır. Onlara göre,
Kur’an ve Sünnette karinesiz olarak her gelişinde nikâh lafzı, fiili birleşme
anlamında kullanılmış delil olarak da şu ayet gösterilmiştir:
“Babalarınızın nikâhladıkları (vatı’ ettikleri) kadınlarla nikâhlanmayın
(vatı’ etmeyin). Ancak geçmişte olan, bundan müstesnadır.”3
Hanefi hukukçulara göre, bu ayette nikâh lafzı, vatı’ yani fiilî birleşme
anlamında kullanılmıştır. Çünkü sadece sözleşmeden ibaret olan bir durumla,
bir nehiy, bir evlenme engeli meydana gelemeyeceğini, bu nedenle de
burada fiili birleşme kastedildiğini ifade etmişlerdir.4
b) Şafii hukukçularına göre nikâh kelimesi akit anlamında hakikat, fiili
birleşme anlamında mecaz olarak kullanılır. Onlar bu görüşü kabul
2
Ebu’l-Fadl Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem İBN MANZUR, Lisân’ül-Arab, Beyrut 1955, II,
625-626; Ebû Muhammed el-Makdisî İBN KUDÂME, el-Muğnî, Mısır 1367, VI, 445; Elmevsûatü’lFıkhıyye, “Muharremâtü’n-Nikâh”, Vüzeratü’l-Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Kuveyt 1996, XXXVI,
209.
3
en-Nisa, 4/22.
4
Abdurrahman el-CEZİRÎ, Kitabü’l-Fıkh Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut
1986, IV, 1.
7
etmişlerdir.5 Onlara göre kitap ve sünnette çoğunlukla nikâh lafzı, akit
anlamında kullanılmıştır. Örneğin; “Ta ki (o kadın) onun (o kocanın) gayrı bir
koca ile nikâhlansın.”6 âyetinde, nikâh kelimesi akit anlamında kullanılmıştır.
Hanefi
hukukçuların,
üç
talakla
boşanan
eşlerin
tekrar
evlenebilmeleri için kadının başka bir eşle evlenip cinsi birleşme meydana
geldikten sonra eski eşiyle ancak evlenebileceğini bildiren hadise dayanarak,
“nikâh kelimesinin hakikatte akit ifade ettiği” görüşünü savunanlara itiraz
ettiğini görmekteyiz. Çünkü bu hadiste Hz. Peygamberin (sav) “(Ey kadın) Ta
ki sen onun (erkeğin) balcığından tadasın…”7 ifadelerinden, birinci planda
cinsi birleşmenin anlaşılması gerektiğini zikretmişlerdir.8
Netice
itibariyle,
nikâhın
sözlük
anlamıyla
ilgili
bu
farklı
değerlendirmeler sadece bir kavram tartışması boyutunda kalmamış, nikâh
akdinin diğer hükümlerini de etkilemiştir. Örneğin; Hanefi hukukçular, nikâh
kelimesinin vatı’da hakikat, akitte mecaz olarak kullanıldığını kabul ettikleri
için, gayr-ı meşru bir ilişki neticesinde de sıhrî hısımlık meydana geldiğini
ifade etmişler; Şafii hukukçular ise nikâh kelimesi ile kastedilenin hakikatte
akit, mecazda vatı’ olduğu görüşünü benimsedikleri için, zina ile sıhrî hısımlık
meydana gelmeyeceği görüşünü kabul etmişlerdir.9
1.1. Terim Anlamı
Bir fıkıh terimi olan nikâhın klasik fıkıh kaynaklarında yapılan bazı
tariflerini şöyle sıralamak mümkündür:
a) Nikâh, eşlerin birbirlerinden meşrû olarak istifâde etmelerini
5
MAVERDÎ, el-Hâvi’l-Kebîr, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1994, IX, 7.
el-Bakara, 2/230.
7
MÜSLİM, “Nikâh”, 109; EBU DAVUD, “Talak”, 45.
8
el-CEZİRÎ, a.g.e., IV, 1.
9
Vehbe ZÜHAYLÎ, el-Fıkhü’l-İslamî ve Edilletuhû (trc. Abdurrahim URAL), Feza Yayıncılık,
İstanbul 1994, IX, 28.
6
8
sağlayan bir akittir.10
b) Şer’i açıdan nikâh, bir delil o manayı değiştirmediği müddetçe,
nikâh lafzının mutlak olarak söylenmesi halinde evlendirme akdini ifade
eder.11
c) Nikâh, “Kasten milk’i mut’a” ifade eden bir akittir. Yani erkeğin,
şer’an evlenmesinde bir engel bulunmayan bir kadından istifade etmesini
helal kılan bir akittir.12
Görüldüğü gibi tanımların buluştuğu orta nokta, evlilik akdinin eşleri
birbirine helal kılmasıdır. Son tanımdaki “milk’i mut’a” ifadesi de tartışılmıştır.
Buradaki malikiyetin kadının bizatihi kendisine mi yoksa kadından cinsel
yönde istifade ye mi ait olduğu tartışılmış, kadının bizatihi kendisine değil,
ondan istifade etmenin kastedildiği, bu yüzden nikâhın tarifinde “kasten”
ifadesi kullanılarak cariyeden ayrıldığı belirtilmiştir.13
1.2. Nikâhın Şerî Delilleri
Klasik fıkıh kaynaklarında nikâhın meşruiyeti, Kur’an, Sünnet ve İcma
ile sübut bulduğu ifade edilmektedir.
“Beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder evlenin.”14
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli
olanları
evlendirin.”15
ayetleri
nikahın
meşruiyetinin
delilleri
olarak
zikredilmiştir.
10
Ebu’l-Muzaffer Muhyiddin Alemgir MUHAMMED, Fetâvâ-yı Hindiye (Fetâvâyi Alemgiriyye)
(trc. Mustafa EFE), Akçağ Yay., Ankara 1988, II, 255.
11
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 445.
12
Muhammed Emin İBN ABİDİN, Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürrü’l-Muhtâr
(trc. Ahmed
DAVUDOĞLU), Şamil Yay., İstanbul 1983, V, 247.
13
Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuku İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1968, II, 14.
14
en-Nisa, 4/3.
15
en-Nur, 24/32.
9
Hz. Peygamber (sav): “Ey gençler topluluğu! Bekârlarınızdan
evlenmeye gücü yetenler evlensin! Çünkü nikâh, gözü haramdan, ferci
günahlardan korur. Kimin evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun! Çünkü oruç
kalkandır.”16 hadisi ve
Müslümanların
nikâhın
meşruiyeti
konusunda
İcmâsı
nikahın
meşruiyetinin delilleri olarak zikredilmiştir.17
1.3. Nikâhın Hükmü
Nikâh, insanların fiziki, sosyal, iktisadi durumlarına göre değişik
hükümler arz edebilmektedir. Bu hükümler şunlardır:
1-Farz
İslam hukukunda evlilik şu şartlar gerçekleştiğinde farz olmaktadır:
a) Evlenilmediği taktirde zinaya düşme konusunda kesin kanaate
varılmasıdır; ama sadece zinadan korkmak, nikâhın farz olması için yeterli bir
sebep olarak görülmemektedir.
b) Helal kazançtan elde edilmek koşuluyla, mehir verilebilecek maddi
güce sahip olunmalıdır.
Bu şartlar bir kişide bulunuyorsa, o kişiye evlenmek farzdır.18
Zahirî mezhebinin kilit ismi olan İbn-i Hazm’a göre ise, evlilikle ilgili
maddi imkâna sahip olan her Müslüman’ın evlenmesi mutlak olarak farzdır.19
16
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 2; MÜSLİM, “Nikâh”, 1.
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 446.
18
SERAHSÎ, el-Mebsut, Beyrut ts., III, 228; el-AYNÎ, el-Binâye fî Şerhi’l-Hidâye, Dâru’l-Fikr,
Beyrut 1980, IV, 11.
19
İBN HAZM, el-Muhalla bi’l-Âsâr (thk. Abdulgaffar Süleyman el-BENDÂRÎ), Darü’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1988, IX, 3.
17
10
2- Vacib
Evlenilmediği takdirde zinaya düşüleceği zannediliyorsa, bu durumda
o kimseye evlenmek vacib olarak kabul edilmiştir. Bu ayrımı sadece Hanefiler
yapmıştır.20
3- Sünnet ve Mübah
İmam-ı Şafii dışındaki hukukçuların çoğunluğuna göre, evlenilmediği
takdirde, zinaya düşme tehlikesi olmayan bir insanın evlenmesi, sünnettir.
İnsanların çoğunluğu da bu hal üzeredir. Bir kişinin cinsel dürtüleri normal
durumlarda olur, maddi gücü de yerinde olur ve peygamber (sav)’in
sünnetine riayet etmek maksadıyla evlenirse; bu kimseye evlenmek sünnettir.
Şayet sadece kaza-i şehvet için olursa o kişiye evlenmek mübahtır.21
Evliliğin sünnet oluşuna getirilen deliller şunlardır:
“Ey gençler topluluğu! Bekârlarınızdan evlenmeye gücü yetenler
evlensin! Çünkü nikâh, gözü haramdan, ferci günahlardan korur. Kimin
evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun! Çünkü oruç kalkandır.”22 hadisi ile şu
olayı delil olarak getirmektedirler:
“Üç kişi Peygamber (sav)’in evinde yaptığı ibadeti sormak üzere
onun zevcelerinin evlerine geldiler. Kendilerine Rasûlullah (sav)’in evdeki
ibadeti haber verilince, galiba onu az buldular da: ‘Rasûlullah nerede biz
neredeyiz!
Onun
gelmiş
geçmiş
bütün
günahlarını
Allah
mağfiret
buyurmuştur.’ dediler. Bunun üzerine birisi: ‘Ben bundan böyle geceleri
sürekli namaz kılacağım.’ dedi. Diğeri: ‘Ben de ömrüm boyunca oruç
tutacağım.’ dedi. Öteki de: ‘Ben de kadınlardan uzak kalacağım ve
evlenmeyeceğim.’ dedi. Nihayet Rasûlullah (sav) onların yanına geldi ve:
‘Vallahi ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve ondan sakınanınızım. Lakin
ben hem namaz kılıyor hem de uyuyorum, hem oruç tutuyor hem de iftar
20
el-CEZİRÎ, a.g.e., IV, 6.
el-AYNÎ, a.g.e., IV, 11.
22
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 2; MÜSLİM, “Nikâh”, 1.
21
11
ediyorum, kadınlarla da evleniyorum. Şu halde kim benim sünnetimden yüz
çevirirse benden değildir.”23
Bu delilleri ileri süren hukukçular, Hz. Peygamberin evlendiğini,
ashabının ve ondan sonra gelen neslin de Rasûlüllahın yolundan gittiğini, bu
devamlılık ve tabi oluşun da evliliğin sünnet oluşuna delil olduğunu ifade
etmişlerdir.24
İmam-ı Şafii ise itidal halinde ve maddi gücü yerinde olan bir
müslümanın evlenmesinin mübah olduğunu ifade etmiştir. Ona göre bu
durumdaki bir kişi, dilerse evlenebilir, dilerse bekar kalabilir. İmam-ı Şafii,
hatta bu kişinin ilim ve ibadetle iştigal eden birisi ise, evlenmeyip ibadetle
meşgul olmasının daha iyi olacağını belirtmiştir. Çünkü o, “Allah Teâla,
Yahya (as)’ı ‘seyyiden25 ve hasûran’26 tabirleriyle övmüştür. Eğer evlilik daha
faziletli olmuş olsaydı Allah (cc.) Yahya (as)’ı bu sıfatla methetmezdi”
demektedir.
Şafii’nin evliliğin sünnet değil, mübah olduğuna dair diğer delili
“Kadınlara ve oğullara karşı sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir.”27
âyetidir. Ona göre bu ayet evliliği “yerme” anlamında kullanılmıştır. Bu
nedenle evlenmek normal şartlarda sünnet değil, mubahtır.28
Hanefi hukukçular, “Hz. Peygamberin (sav) evlendiğini hatta sayıda
mübalağa ettiğini, ashabının ve ondan sonra gelenlerin de bu yoldan gittiğini
ifade ederek; peygamber ve ashabının topyekûn efdal olanı terk etmesinin
mümkün olamayacağını, hatta Hz. Peygamberin daha hayatında kısırlaşmak
isteyenler olup peygamberin onları bu işten men ettiğini” ifade ederek Şafii’ye
itiraz etmişlerdir.
23
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 1; MÜSLİM, “Nikâh”, 5.
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 446-448; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 30-31.
25
Efendi.
26
el-Âli İmran, 3/39. “el-Hasûr” kelimesi “kadınlara yaklaşmayan, uzak duran” anlamına gelmektedir.
27
el-Âli İmran, 3/14.
28
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 447; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 30-31.
24
12
Kur’an-ı Kerim’de Yahya (as)’ın kadınlara yaklaşmama konusunda
övülmesini
de
Hanefi
hukukçular,
“Yahya
(as)’ı
Allah
Tealanın
medhetmesinin o zamanın şeriatıyla alakalı bir durum olduğunu, bizim
şeriatımızda ise bu durumun farklı değerlendirilmesi gerektiğini ifade ederek:
“Evlilik normal şartlar altında sünnet olmalıdır.” demektedirler.
Sonuç olarak Hanefi hukukçular, evlilik hakkındaki ayetler ve Hz.
Peygamberin evlilik hakkındaki tutumu ve ashabının uygulamaları “nikâhı
vücuba yaklaştırır”; “nikâhlanmamayı da harama yaklaştırır” diyerek, Şafii’nin
görüşünü tenkit etmişler ve evliliğin itidal halinde sünnet olduğunu kabul
etmişlerdir.29
4- Mekruh
Evlendiği
takdirde,
eşinin
haklarını
ve
ihtiyaçlarını
yerine
getirememekten korkan, böyle bir zan taşıyan ya da eşine zulm edeceğinden
şüphe duyan kişinin evlenmesi, mekruh olarak kabul edilmiştir. Kişinin bu
husustaki korku ve şüphesinin zayıf ya da kuvvetli oluşuna göre tenzihen ya
da tahrimen mekruhtan söz edilebilir.30
5- Haram
Evlenildiği takdirde, eşe karşı sorumlulukların yerine getirilemeyeceği
kesinlik kazanmışsa ya da kişinin eşine zulmedeceği kesin ise, bu kimsenin
evlenmesi haram kabul edilmiştir.31
29
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 447; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 31.
el-AYNÎ, a.g.e., IV, 11.
31
BİLMEN, a.g.e., II, 42.
30
13
1.4. Meşrû Nikâhın Varlığının Hikmeti
Klasik İslam hukuku eserlerinde meşru nikâhın varlığının hikmeti,
genel olarak şöyle izah edilmektedir:
Hiç şüphesiz nikâh müessesesi insanlık âlemi yaratıldığından beri
mevcudiyetini muhafaza eden bir müessese olup kıyamete kadar da
mevcudiyetinin devam ettirilmesi, insanlığın menfaatine olduğu açıktır.
Yaratılış itibariyle erkek ile kadın arasında bir cazibe olduğunu ve bu cezbe
sonucunda gerçekleşecek birlikteliklerin de bir ölçü ve sınırının olması
gerekliliğini bilen İslam, nikâh müessesesiyle bunları sağlam esaslara
bağlamıştır.
Gayr-ı meşru birliktelikler, insanlık âlemini felakete götüren büyük
sebeplerdendir. Çünkü gayr-ı meşru bir çocuğun sıcak bir aile yuvasından
uzak, terbiyeden ve şefkatten mahrum bir surette yetişeceği düşünülürse,
böyle bir çocuktan toplum için bir menfaat beklenmesi söz konusu değildir.
Nikâhın diğer bir hikmeti de Kur’an’da da ifade edildiği üzere, kadının
yaratılışı gereği erkekten zayıf olup bir erkeğin himayesine muhtaç
olmasıdır.32 Kadının bu himayesi de evlilik müessesesiyle sağlanmıştır.
Evlilik müessesesi olmasa kadın, bu zafiyetiyle kendi ihtiyaçlarını görmek ve
birçok güçlüğe katlanmak zorunda kalacaktır.33
Meşru evliliğin varlığının bir diğer hikmeti olarak da: “Ey ümmetim!
Evleniniz, çoğalınız; çünkü ben kıyamet günü sizinle ümmetlere karşı
iftiharda bulunurum”34 hadisi zikredilmektedir.35 Yani İslam ümmetinin
çoğalmasını sağlamak da evliliğin başka önemli bir hikmeti olarak
32
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama
yaptıkları için, erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.” en-Nisa, 4/34.
33
Bu konuyla ilgili tartışmalara örnek olarak bkz. Salim ÖĞÜT, “Kur’an-ı Kerim’de Mahalli
Hükümler Meselesi” Üzerine Bir Değerlendirme, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2006, sy.8,
33-34.
34
EBU DAVUD, “Nikâh”, 4; İBN MÂCE, “Nikâh”, 8.
35
İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 447; SERAHSÎ, a.g.e., III, 192.
14
zikredilmektedir.
Günümüzde meşru olmayan birlikteliklerin özendirilmesi, evliliğin
sadece
cinsel
boyutunun
öne
çıkarılması
evlilik
kurumuyla
birlikte
düşünülmesi gereken bazı kavramları tartışılır hale getirmiştir. Toplumsal
ahlakın zedelenmesi, parçalanmış aileler, nesep karışıklığı, çocuk sayısının
yani genç nüfusun azalması,36 bunlar arasında sayılabilir. İnsanlar evliliğin
gerektirdiği sorumlulukları “katlanılabilir” bulmamakta bu da sosyal yaşamın
temellerini sarsmaktadır. Bu arada “geleceğin emanet edileceği sağlıklı
nesiller yetiştirmek” konusu da ihmal edilmemesi gereken bir başlık olarak
tüm ciddiyetiyle karşımızdadır.
Netice itibariyle yaratan; erkek ile kadını birbirleriyle huzura
kavuşmaları için yarattığını buyurmaktadır. “İçinizde kendileriyle huzura
kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi onun
(varlığının) belgelerindendir.”37 Bunun yolu da elbette meşru evlilik kurumuyla
sağlanmıştır.
36
Evlilik dışı ilişkilerin sebep olduğu zararlı sonuçlarla ilgili bkz. Sevgi KURTULMUŞ, “Aile
Politikaları ve Yasal Sorunlar”, Günümüzde Aile, İslami İlimler Araştırma Vakfı, Ensar Neşriyat,
İstanbul 2007, 368.
37
er-Rum, 30/21.
15
2. EHLİYET KAVRAMI
Ehliyet Arapça “ehl” kökünden türetilmiş yapma bir mastardır.
Kur’an-ı Kerim’de, “Ehl-i Kitap, Ehl-i İncil, Ehli’l-Karye, Ehl-i Medyen,
Ehli’z-Zikr”38 vb. şeklinde geçen ehliyet kelimesi, sözlükte: “yetki,
elverişlilik, liyakat, yeterlilik” gibi anlamlara gelmektedir.39
2.1. Terim Anlamı
Ehliyet kelimesi, “bir kişinin haklara sahip olma, hakları kullanma
veya görev ve sorumluluk yüklenebilme yeteneği” anlamı ifade eder.40
“İslam hukuk doktrininin oluşmasıyla birlikte ehliyet kelimesi,
kişinin dînî ve hukûkî hükme konu olmaya elverişli oluşunu ifade eden bir
terim olarak kullanılmaya başlanmıştır.”41
Evlilik sözleşmesinde ehliyetin anlamı ise, akıl ve bülûğ şartlarını
taşıyan
bireylerin,
kendi
özgür
iradeleriyle
evlilik
sözleşmelerini
gerçekleştirebilme yeterliliğini ifade etmektedir.
38
el-Maide, 5/19-47; el-Kehf, 18/77; et-Tâhâ, 20/40; el-Enbiyâ, 21/7.
Ali BARDAKOĞLU, “Ehliyet”, DİA, X, 533.
40
Türk Ansiklopedisi, “ehliyet”, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara 1960, XIV, 430.
41
a.g.mad., X, 534.
39
16
2.2. Ehliyet Çeşitleri
İslam Hukuku Metodolojisinde ehliyet çeşitleri iki ana başlık
altında incelenmektedir. Bunlar: Vücûb ve Edâ Ehliyetidir.42
2.2.1. Vücub Ehliyeti
“Vücub ehliyetinin temelini, insan olma vasfı teşkil etmektedir.
Yaşayan her insanın bu tür ehliyete sahip olduğu kabul edilir. Vücub
ehliyeti için kişinin sırf hayatta bulunuşu yeterli olup bülûğ, akıl, temyiz gibi
bedeni veya ruhi yetişkinlik aranmaz.”43
2.2.2. Eda Ehliyeti
“Kişi başlangıçta sadece vücub ehliyetine ve bunun sağladığı
birtakım haklara sahipken, şari’ ya da hukuk düzeni; aklî ve bedenî
gelişimine paralel olarak kişiye giderek bizzat hakları kullanma yahut
bizzat kendi işlemiyle borç altına girme yönünde ilave haklar tanır ve
ehliyetin kapsamını genişletir.” 44
Kişinin eda ehliyeti aklî ve bedenî gelişimine paralel olarak
ehliyetsiz, eksik ehliyet ve tam ehliyet şeklinde gelişmektedir.
Konumuzla ilişkisi açısından, evlilik sözleşmesiyle ehliyeti beraber
ele aldığımızda, İslam hukukunda esas itibariyle evlenme ehliyetine sahip
olabilmek ve başkalarının izin ve icazetine muhtaç olmadan evlenebilmek
42
Mustafa es-SİBÂÎ, Şerhu Kânûni’l-Ahvâli’ş-Şahsiyye, el-Mektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1997, II, 7.
BARDAKOĞLU, “Ehliyet”, DİA, X, 536.
44
a.g.mad., X, 536.
43
17
için tam ehliyete sahip olmak, başka bir ifadeyle akıl-bülûğ ve hürriyet
şartlarının bir kimsede toplanmış olması gerekmektedir. Bu şartlara sahip
olmayan bireylerin evliliği, başkaları tarafından akdedilmekte ya da
başkalarının izin ve icazetiyle mümkün olabilmektedir.45
Evlenme ehliyeti açısından bireyleri üç başlıkta ele almak
mümkündür.
2.2.2.1. Ehliyetsizler
Ehliyetsizleri iki grupta ele alabiliriz. Birincisi, gayr-ı mümeyyiz
çocuklardır. Bunların kendi iradeleriyle evlenebilme ehliyeti yoktur. Velilerin
izin ve icazetiyle bile kendi başlarına evlenemezler; bunları sadece velileri
evlendirebilir.
İkincisi, akıl hastalarıdır. Bunlar da gayr-ı mümeyyiz çocuklar gibi
kendi iradeleriyle evlenemezler, velilerin bunlara icazet vermesi de söz
konusu değildir; sadece velileri bunları evlendirebilir.46
2.2.2.2. Eksik Eda Ehliyeti
Eda ehliyeti eksik olanlar, iki kısma ayrılır:
Birinci kısım, mümeyyiz çocuklardır. Bunlar doğru ile yanlışı, zarar ile
menfaati belli ölçüde idrak edebilen çocuklardır. Bunların kendi iradeleriyle
yapacağı
evlilik
sözleşmesi,
velisinin
izni
doğrultusunda
geçerlilik
45
M. Akif AYDIN, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, No:11, İstanbul 1995, 22-23.
46
el-KÂSÂNÎ, Bedai’üs-San’aî, Mısır 1327, II, 232.
18
kazanabilmektedir.
Aynı
zamanda
velileri
tarafından
zorla
da
evlendirilebilirler. Bu nedenle ehliyetleri eksiktir.
İkincisi, köleler ve bunamış insanlardır ki, bunlar da kendi iradeleriyle
evlenebilirler; ancak akit, velinin izniyle geçerlilik kazanır ve veliler tarafından
zorla evlendirilebilirler.47
2.2.2.3. Tam Eda Ehliyeti
Hanefi hukukçulara göre bülûğ çağına gelmiş, akıl ve hürriyet
şartlarını taşıyan kişiler tam ehliyetli kabul edilirler. Bunlar, velilerinden izin
almadan kendi iradeleriyle evlenebilirler. Velileri, bunları zorla evlendiremez.
Eğer veli, bunların evlilik akdini izinsiz yapmışsa, kızın ya da erkeğin kabul
etmesiyle bu evlilik sözleşmesi geçerlilik kazanmakta, aksi takdirde bu evlilik
sözleşmesi geçersiz sayılmaktadır.48
Diğer hukukçulara göre kadınlar tam ehliyete sahip değildirler. Onlar
ancak velileri gözetiminde evlenebilmektedirler.
47
48
a.g.e., II, 233.
a.g.e.
19
3. VELAYET KAVRAMI
Velayet, “veliye” kelimesinden türemiş, bazılarına göre “velayet” ,
bazılarına göre “vilayet”, bazılarına göre de hem “velayet” hem de “vilayet”
şeklinde okunabilen bir mastardır. “Veli” kelime olarak, yardımcı, hâmi, dost,
yakın, koruyucu, sahip, efendi anlamlarına gelmektedir49 ve Kur’an-ı
Kerim’de çeşitli şekillerde ve anlamlarda kullanılmıştır. Şöyle ki:
“…Eğer borçlu, aklı ermeyen biri yahut küçük veya kendisi söyleyip
yazdıramayacak durumda ise velisi, dosdoğru söyleyip yazdırsın.”50 Bu
ayette velinin koruyuculuk vasfına vurgu yapılmıştır.
“…İşte burada velâyet (dostluk ve yardım) gerçekten Allah’a
mahsustur.”51 bu ayette velâyet, dostluk ve yardım anlamında kullanılırken;
“Doğrusu insanların İbrahim’e en yakını, elbette onun izinde
gidenler, şu peygamberler ve inananlardır. Allah, inananların velisidir.”52
ayetinde de yardımcı manasında kullanılmıştır.
“Allah dileseydi elbette inananların hepsini bir tek ümmet yapardı.
Fakat dilediğini rahmetinin içine koyuyor. Zalimlere gelince onlara ne bir dost
(velî) ne de bir yardımcı vardır.”53
“Hem siz yeryüzünde onu aciz bırakacak değilsiniz ve sizi Allah’tan
başka kurtaracak ne bir koruyucu (velî) ne de bir yardımcı vardır.”54
“…Çünkü
onlar
Allah’tan
gelecek
hiçbir
şeyi
senden
savuşturamazlar. Gerçekten zalimler, birbirinin dostlarıdır (velî). Allah ise
muttakilerin dostudur.”55
49
İBN MANZUR, a.g.e., XV, 407.
el-Bakara, 2/282.
51
el-Kehf, 18/44.
52
el-Âli İmran, 3/68.
53
eş-Şûra, 42/8.
54
eş-Şûra, 42/31.
55
el-Câsiye, 45/19.
50
20
Görüldüğü gibi Kur’an-ı Kerim’de veli kelimesi, birçok yerde bazen
tekil, bazen çoğul, bazen de mastar olarak gelmiş ve yardımcı, hâmi, dost,
yakın, koruyucu anlamlarında kullanılmıştır.
Sonuç olarak “veli” kelimesi, kullanıldığı yere göre anlam kazanmakla
birlikte, kullanıldığı yerlere bakıldığında birbirine yakın anlamlar içermektedir.
3.1. Terim Anlamı
Terim olarak velayet, ergin, akıllı ve reşid bir kimsenin eda ehliyeti hiç
olmayan veya eksik bulunan başka birinin şahsına veya mallarına ilişkin
işlerini gözetip yürütmek üzere onun yerini tutması, başkası üzerinde onun
rızası olsun olmasın söz hakkı olması ve onlar hakkında hukukî muamelede
bulunması, bir kimsenin söz ve tasarruflarının diğeri adına geçerli olması ve
onun işlerini idare etmesi gibi anlamlar içerir.56
Nikâhta velayet denilince, velinin velayeti altında bulunan kimseleri
evlendirme yetkisi kastedilir. Velayet altında bulunanlar, küçük çocuklar ile
akıl hastalarıdır. Bülûğ çağındakiler içinse rızaları doğrultusunda gerçekleşen
ihtiyari bir velayet söz konusudur.57
56
Velayetle ilgili tarifler için bkz. İBN ABİDİN, a.g.e., V, 358; KARAMAN, a.g.e., I, 195; Mehmet
ERDOĞAN, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1998, 480; Muhammed Ali DANIŞMAN,
“İslam Hukukuna Göre Evlilikte Velayet ve Kapsamı”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy. 8,
2006, 239.
57
KARAMAN, a.g.e., I, 250.
21
3.2. Evlilikte Velayetin Gerekliliği
İslam,
kadın
haklarını
koruma
konusunda
oldukça
titiz
davranmaktadır.58 Özellikle evlilik gibi önemli bir konuda, hayat tecrübesi az
olan kadınların zafiyetinden faydalanarak onları kötü durumlara düşürmek
isteyenlere karşı İslam, her yönüyle Müslümanları kuşatan hükümler beyan
etmiştir.
Kadının, yaratılışı gereği, hislerine kapılma ihtimali yüksek olduğunu,
bu nedenle kendisine eş olarak seçtiği erkekteki evliliği zedeleyebilecek hatta
hayatı yaşanmaz hale getirebilecek mahiyetteki kusurları göremeyebileceğini,
hislerinin buna engel olabileceğini düşünen hukukçular, evlilik gibi önemli bir
kurumun inşasında kadınların tecrübeli birinin yardımına ve önderliğine
muhtaç olduğu düşüncesindedirler.59
Bu nedenle İslam hukukçuları, velayet gibi önemli bir konu üzerinde
titizlikle durmuş ve bu konu üzerinde farklı birçok değerlendirmede
bulunmuşlardır. İslam hukukçularının velayet konusunda genel tutumu
şöyledir:
Cumhur, kadınların evliliğinde veli şartını zorunlu kılmış, onların
kendi iradeleriyle velisiz gerçekleştirdiği evlilik sözleşmesini geçerli kabul
etmemiştir.
Hanefiler her ne kadar kadınların evlilik akdini kendileri tarafından
velisiz gerçekleştirebilmelerine imkân tanımış olsalar da60 getirdikleri birtakım
hükümlerle kadınların menfaatlerini korumaya özen göstermişlerdir. Örneğin,
kefaetteki eksiklikten dolayı veliye itiraz ederek evliliği feshettirebilmeye
58
Kadınlara kötü muamele yapılmaması, onlara iyilik ve güzellikle davranılması ve onların haklarına
riayet edilmesinin gerekliliğiyle ilgili olarak bkz. en-Nisa, 4/19,20,21-128; el-Mücadele, 58/1,2,3,4.
59
NEVEVÎ, Kitabü’l-Mecmû, Daru’l-İhyaü’t-Türasü’l-Arabi, yy. 1990, XVII, 241; Kadının bu hissi
tutumunun değerlendirilmesiyle ilgili olarak bkz. Selahattin EROĞLU, “Talak Hakkında Kur’an-ı
Kerim’in Genel Tutumu”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1986, XXVIII,
162-163.
60
MEVSILÎ, el-İhtiyar li-Ta’lîli’l-Muhtar, Çağrı Yayınları, İstanbul 1980, I, 90.
22
varan bir hak tanımaları61 onların kadınların haklarını güvence altına alma
çabası olarak değerlendirilebilir.
Netice itibariyle velayet, ehliyeti olmayan veya eksik bulunan
kimselerin haklarını korumak maksadıyla kabul edilmiş bir müessese olup,
ehliyetli kimselere de istekleri doğrultusunda yardımcı olmayı içerir.
3.3. Velide Bulunması Gereken Şartlar
Velinin, hür, akıllı, bâliğ, Müslüman ve ehliyet sahibi olması
gerekir.
Yukarıdaki şartları taşımadıkları için köleler, akıl hastaları,
bunaklar, mümeyyiz ve gayrı mümeyyiz çocukların velayet ehliyetine
sahip olmadıkları kabul edilmektedir.62
3.3. Velâyet Çeşitleri
İslam hukukuna göre genel anlamda velayet, iki kısma ayrılmaktadır.
Bunlar “umumi velayet” ve “husûsi velayet”tir.
61
Kefaetteki eksikliğin feshe sebep oluşuyla ilgili olarak bkz. ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 186; Alemgir
MUHAMMED, a.g.e., II, 326.
62
Muhammed Mustafa ŞELEBÎ, Ahkâmü’l-Üsrati fi’l-İslâm, Dâru’n-Nehdati’l-Arabiyye, Beyrut
1977, 255; Muhammed Muhiddin ABDULHAMİD, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye fi’ş-Şeriati’l-İslâmiyye,
Dâru’l-Kütübü’l-Arabî, Beyrut 1984, 76.
23
3.3.1. Umumi Velayet
Hususi veli, velayeti altında bulunan kimseyi evlendirme yetkisine
sahip akrabalardır. Bu akrabalar, hukukçuların çoğunluğuna göre asabeden
olan erkek akrabalardır. Asabe derecesinde veli bulunmadığı takdirde
velayet, umumi veliye intikal etmektedir.63 Ebû Hanife ise, kadın akrabaları
da velilerin içerisine dâhil ettiği için, ona göre asabe bulunmadığında velayet
“Zevi’l-erham’a” yani kadın akrabalara geçmektedir.
Umumî velayetin dayanağı olarak İslam hukukçuları, “Mü’min
erkeklerle mü’min kadınlar da birbirlerinin velileridir.64” âyetiyle, “Velisi
olmayanın velisi sultandır.”65 hadisini delil olarak getirmişlerdir. Umumi veli
ise, devlet başkanı veya hâkim olarak zikredilmektedir.66
3.3.2. Hususi Velayet
Akrabadan belirli kimselerin icra ettikleri velayete, hususi velayet
denir. Hısım velayeti olarak da isimlendirilir.
Evlendirme
asabeye aittir.
67
velayeti,
İslam
hukukçularının
çoğunluğuna
göre
Ancak asabenin tertibinde çeşitli görüşler vardır. Örneğin,
Hanefi hukukçulara göre bu tertib, mirastaki gibidir ve şöyledir:
Asabe, dört dereceye ayrılır:
Birinci derece asabe, bireyin furûudur. Yani oğullar, oğulların
oğulları… ve inmektedir.
İkinci derece asabe, bireyin usûlüdür. Yani babalar, babaların
63
HALLAF, a.g.e., 60.
et-Tevbe, 9/71.
65
EBU DAVUD, “Nikâh”, 19; TİRMİZÎ, “Nikâh”, 14.
66
ABDULHAMİD, a.g.e., 82.
67
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
64
24
babaları… ve yukarı devam etmektedir.
Üçüncü derece asabe, bireyin ana-baba bir erkek kardeşleri ile baba
bir erkek kardeşleri ve bunların bu tertip üzerine sonuna varıncaya kadar
oğullarından oluşmaktadır.
Dördüncü derece asabe, ana-baba bir amcalar ile baba bir amcalar
ve bunların bu tertip üzerine sonuna varıncaya kadar oğullarından
oluşmaktadır.68
Asabe
derecesinde
hısım
bulunmadığı
takdirde
Ebû
Yusuf,
Muhammed ve diğer birçok İslam hukukçusuna göre velayet yetkisi, umumi
veliye intikal etmektedir. Bu durumda veli, âmmeyi temsilen hâkimdir.69
Evlendirme velayetini asabeyle sınırlı tutan İslam hukukçuları, soyun
lekelenmemesi konusunu ön plana almışlardır. Bu konuda en titiz
davranacak
olanlarınsa,
asabeden
olan
erkek
yakınların
olduğunu
düşünerek, kadınları asabe gurubuna almamışlardır. Ebû Hanife konuya
başka bir açıdan bakmış ve burada soyun korunmasından çok evlenecek
bireylerin korunması gerektiğini, bunun da ancak şefkatle mümkün
olabileceğini ifade etmiştir. Şefkati da yalnız asabeyle sınırlandırmanın doğru
olmayacağını ifade eden Ebu Hanife “Akraba olanlar birbirlerine daha
yakındırlar.”70 ayetini de delil olarak getirerek asabe bulunmadığında sırayla,
“anne, kız (annesi akıl hastası olursa), oğulun kızı, kızın kızı… Nihayet gittiği
yere” kadar velayete dâhil etmiştir.71
İslam hukukçularının ele aldığı ölçüde velayetin mertebeleri şu
şekilde sıralanabilir:
1.Baba, dede gibi asabe kapsamındaki veliler,
68
Abdulvehhâb HALLAF, Ahkâmü’l-Ahvâli’ş-Şahsiyyeti fi’ş-Şeriat’il-İslâmiyye, Dâru’l-Kalem,
Kuveyt 1990, 60; Muhammed EBÛ ZEHRA, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrut ts.,
113.
69
ABDULHAMİD, a.g.e., 78.
70
el-Ahzab, 33/6.
71
ABDULHAMİD, a.g.e., 78.
25
2.Ana ve yakınlarının ehliyet şartlarını taşımayan akrabaları
üzerindeki velayetleri,
3.Sahiplerinin, köleler ve cariyeler üzerindeki velayetleri,
4.Eski efendilerinin azad ettikleri köle ve cariyeler üzerindeki
velayetleri,
5.Vela-i müvalat.72
Hususi velayet, bireyin bedensel ve ruhsal gelişimine paralel
olarak değişik boyutlar arz etmektedir. Bunlar:
1-Zorlayıcı Velayet (Velayet-i İcbar),
2- Zorlayıcı Olmayan Velayet (Velayet-i Nedb),
3-Ortak Velayet (Velayet-i Şirket) şeklinde üç kısma ayrılmaktadır.
3.3.2.1. Zorlayıcı Velayet
Adından da anlaşılacağı gibi zorlayıcı velayet, velinin velisi olduğu
bireyin rızasına bakmaksızın, evlilik akdinde yetki sahibi olma durumunu
ifade eder.73
Gayr-ı mümeyyiz çocuklar ve akıl hastaları, diğer bir ifadeyle evlilik
akdinde ehliyetsizler kısmında değerlendirilenler ile mümeyyiz çocuklar,
zorlayıcı velayet kapsamında değerlendirilmektedir.
Zorlayıcı velayet kapsamında bulunanlar, velilerinden izinsiz kendi
iradeleriyle evlilik sözleşmelerini gerçekleştirememektedirler. Bunlar, velileri
72
Vela-i Müvalat: Nesebi belli olmayan ya da Müslüman olan çocuk, İslam yurduna katılan birisinin
kendi isteğiyle bir Müslümanın velayeti altına girmesinden doğan velilik. BİLMEN, a.g.e., II, 45-46.
73
ERDOĞAN, a.g.e., 481.
26
tarafından zorla evlendirilebilirler.
Hanefi hukukçular, evlilik sözleşmesinde bülûğa ermemiş kız
çocuklarını “bakire-dul” şeklinde farklı bir değerlendirmeye tutmazken; Şafii
hukukçular, onları bakire-dul şeklinde ele almış ve bu ikisini farklı
değerlendirmiştir. Bu bağlamda Hanefiler, küçük kızı zorlayıcı velayet
kapsamında değerlendirirken; Şafii hukukçular, bakire küçük kızı zorlayıcı
velayet kapsamına almış, küçük dul’u zorlayıcı velayet kapsamının dışında
tutmuştur. 74
Evlilik sözleşmesinde “velayetin varlık sebebi”, aklî noktada zayıf
olanları ya da hayat tecrübesi yetersiz olan bireyleri korumaktır. Bu sayede
onların sağlıklı evlilikler gerçekleştirmeleri sağlanmış olur. Bu noktadan
hareketle, evlilik sözleşmesinde bireyin aklî melekesi ve hayat tecrübesi
arttıkça, velinin birey üzerindeki yetkisi de azalmaktadır. Ancak Şafii
hukukçuların bâliğa olmamış küçük dul’un evliliğinde zorlayıcı velayeti kabul
etmediği halde, âkıl-bâliğa bakire kızın evliliğinde zorlayıcı velayeti kabul
etmesi “velayetin varlık gerekçesi” bağlamında eleştirilmelidir. Çünkü bâliğa
olmamış bir kız, gerek akıl gerekse tecrübe noktasında bâliğa olmuş bir
kızdan ileride değildir. Bu nedenle Hanefi hukukçular, küçük dul’u da zorlayıcı
velayet kapsamına almışlardır. Yani Hanefi hukukçular, küçük kızların
evliliğinde dulluk ya da bakireliği değil, aklî muhakemeyi bir ölçüt olarak kabul
etmişlerdir. Bu durum, İslam hukukunun ruhuna daha uygun düşmektedir.
Hanefi hukukçular, zorlayıcı velayet yetkisini geniş bir asabe grubuna
tanımış olmakla birlikte, âkıl-baliğa bakire bir kıza velisiz evlilik akdetme
yetkisini vererek, cumhur’dan farklı bir tutum sergilemişlerdir. Cumhur ise,
zorlayıcı velayet yetkisini baba ve dede ile sınırlı tutmuştur.75 Netice itibariyle
cumhur, zorlayıcı velayet kapsamına âkıl-baliğa bakire kızı da dâhil etmiştir.76
74
Ebû İshak eş-ŞİRÂZÎ, el-Mühezzeb fî Fıkhı Mezheb-i İmami’ş-Şafii, Matbaatü İsa el-Bâbî elHalebî, Mısır ts., II, 37.
75
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
76
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 154.
27
3.3.2.2. Zorlayıcı Olmayan Velayet
Evlilik sözleşmesinde zorlayıcı olmayan velayet denilince, tam
ehliyete sahip bireylerin velileri tarafından zorlama olmaksızın kendi iradeleri
doğrultusunda evlendirilebilme durumları anlaşılır. Zorlayıcı velayet dışında
kalan âkıl-baliğ olmuş erkek ve kadın bireyler, zorlayıcı olmayan velayet
kapsamında değerlendirilirler. İslam hukukçuları bu tür velayeti “İstishabi
Velayet, Velayet-i Nedb, İhtiyari Velayet” şeklinde de isimlendirmişlerdir.77
Hanefilere göre, âkıl-baliğ erkek ve kadın (ister dul ister bakire olsun)
kendi başlarına evlenebilirler; ancak velilerine danışarak veya velileri
nezdinde evlenmeleri müstehab olarak değerlendirilmiştir.78
Cumhur ise; âkıl-baliğ olmuş erkeğin kendi başına evlenebileceğini,
kadının
ise
dul
olmak
koşuluyla
kendi
isteğiyle
evlenebileceğini
belirtmişlerdir. Ancak bu kimselerin özellikle dul kadının evlilik işini velisine
havale etmesinin müstehab olduğunu ifade etmiştir.79
İhtiyari velayetin gerekçesi, bilhassa kadın için çevrenin yanlış
değerlendirmesini
önlemektir.
Dolayısıyla
bu
kimselerin
kendi
evlilik
sözleşmelerinde hür ve serbest oldukları halde işlerini velilerine havale
etmeleri, uygun görülmüştür.
77
ŞELEBÎ, a.g.e., 276; EBU ZEHRA, a.g.e., 108; Mahmud Es’ad SEYDİŞEHRİ, Kitabü’n-Nikah
ve’t-Talak, Matbaa-i Hayriye, İstanbul 1326, 50.
78
ABDULHAMİD, a.g.e., 73.
79
Bkz. “Dul Kadının Nikâhı”, 58.
28
3.3.2.3. Ortak Velayet
Hanefi hukukçular âkıl-baliğa bakire kızı zorlayıcı olmayan velayet
kapsamında, cumhur ise, zorlayıcı velayet kapsamında değerlendirmektedir.
İmam-ı Muhammed ise, bir Hanefi hukukçusu olmasına rağmen, bu konuda
farklı bir tutum sergilemiş ve bu iki görüş ortasında bir yol takip etmiştir. O,
âkıl-baliğa bakire kızın evliliğinde veliden, velinin de kızdan izin almak
koşuluyla evlilik akdini gerçekleştirebileceğini ifade etmiştir. Bu şekilde İmamı Muhammed’in âkıl-baliğa bakire kızın evliliğinde, yetkiyi “yüzde elliye yüzde
elli” olmak üzere ikiye bölerek ortak bir yetki sistemi getirdiğini görmekteyiz.
Bu şartları taşıyan velayet sistemine de hukukçular tarafından “ortak velayet”
ya da “şirket velayeti” adı verilmiştir.80
Bu çalışmanın bundan sonraki bölümünde, zorlayıcı velayet (velayeti icbar), zorlayıcı olmayan velayet (velayet-i nedb) ve ortak velayet (velayet-i
şirket) kapsamında, velilerin velisi oldukları bireyleri evlendirmedeki yetki
durumlarıyla,
evlendirilen
bireylerin
yetki
durumları
ele
alınmaya
çalışılacaktır.
80
Muhammed b. Hasan eş-ŞEYBÂNÎ, Kitâbu’l-Hüccet Alâ Ehli’l-Medine, Beyrut 1983, III, 133;
ABDULHAMİD, a.g.e., 74.
29
4. RIZA KAVRAMI
Rıza kelimesi sözlükte, “izin verme, razı olma, uygun ve yarinde
bulma, isteme, istek81; bir şeye rağbet etmek, yönelmek gibi anlamlara
gelir.82
Kur’an-ı Kerim’de “rıza” kelimesinin geçtiği âyetlerin bazıları şunlardır
“Allah kendilerinden razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.”83
“Andolsun ki, o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o
mü’minlerden razı olmuştur.”84
“Ey huzura kavuşmuş insan, sen O’ndan razı; O da senden razı
olarak Rabbine dön.”85
Kur’an-ı Kerim’deki bu ayetlerde “rıza” kelimesinin “hoşnut olmak”
anlamında kullanıldığını görüyoruz.
4.1. Terim Anlamı
Nikâhta rıza terimi, iki anlamda değerlendirilebilir:
1-Yetkisiz bir şahsın, bir başkası hakkında akdetmiş olduğu evliliktir.
Burada rıza kelimesi, evlendirilen bireyin bu evlilik akdini kabul edip
etmemede özgür olma durumunu ifade eder.
81
Büyük Lugat ve Ansiklopedi (Meydan Larousse), “Rıza”, Meydan Yay., İstanbul 1972, X, 574575.
82
Zekiyüddin ŞA’BAN, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmi, Bingazi 1995, 275.
83
el-Beyyine, 98/8.
84
el-Feth, 48/18.
85
el-Fecr, 89/27-28.
30
2-Velinin, velayeti altında bulunan kimseden, evlilik akdinde ondan
izin alma, fikrini sorma gibi hususları ifade eder. Bu konu, İslam hukuku
eserlerinde “velayet-i Nedb, İhtiyarî Velayet, İstihbâbî Velayet”86 başlıkları
altında ele alınmaktadır. Bizim inceleme sahamız da daha çok bu ikinci
madde ile alakalıdır.
4.2. Evlilikte Rıza
Evlilik akdi, aile kurumunun oluşumunu sağlayan bir sözleşmedir. Bu
sözleşmeyle birey, hayatı boyunca beraber yaşayacağı insanı seçtiği için
evlilik sözleşmesi, insan için hayatî bir önem taşımaktadır.
Her birey, evleneceği kişiyle mutlu ve huzurlu bir hayat geçirmek
ümidiyle bir araya gelmektedir. Ömür boyu beraber yaşayacak olan iki
insanın mutlu ve huzurlu olabilmesi için birbirlerini sevmeleri ve tanımaları
gerekir. O halde evlilik sözleşmeleri, bireylerin istekleri ve rızaları dahilinde
yapılmalıdır.
Evlilikte hem evlenecek kişiler hem de iki tarafın akrabaları tanışıyor
ve kaynaşıyorlar. Bu nedenle evlenecek bireylerin ailelerinin de rıza ve
memnuniyetleri alınmalıdır. Evlilik öncesinde aile büyüklerinin rıza ve
memnuniyetleri
nazar-ı
dikkate
alınmazsa,
bilhassa
kızların
hayal
kırıklıklarıyla sonuçlanan evlilikleri ve üzücü olaylar görülebiliyor. Kız aile
büyüklerinin rızası ve isteği dikkate alınmadığı için gittiği evde mutlu
olamayıp ayrılmışsa, ailesi tarafından da dışlanmakta ve ortada kalmaktadır.
Bu nedenle evlilikte rıza denilince, hem evlenecek bireylerin hem de aile
büyüklerinin rızası anlaşılmalıdır.
86
Bkz. “Zorlayıcı olmayan velayet”, 27.
31
5. CEBİR KAVRAMI
Cebir kelimesi sözlükte, kırık kemiği eklemek, bozuk olan bir şeyi
ıslah edip düzeltmek87, birine zor kullanarak iş yaptırtmak gibi anlamlara
gelmektedir.88 Bu konu Fıkıh Usulü eserlerinde “ikrah” başlığı altında ele
alınmaktadır.89
5.1. Terim Anlamı
Nikâhta cebir meselesi de iki bölümde ele alınabilir:
1-Mutlak anlamda cebir, yetkisiz bir şahsın bir başkasına evlilik akdini
zor kullanarak kabul ettirmesini ifade eden cebirdir. Yetkisiz kişinin, birey
üzerinde hiçbir yaptırıcılığı yokken, zor kullanarak veya korkutarak bireyi
hukukî bir muameleye, örneğin evliliğe zorlamasıdır. Bu eylem genelde,
İslam hukukunda “İkrâh” terimiyle ifade edilmektedir.90
2-Velinin evlilik akdinde, velisi olduğu şahsa karşı kullanmış olduğu
cebirdir. Bu mesele, İslam hukuku eserlerinde “velayet-i icbar”91 başlığı
altında ele alınmaktadır. Bu çalışmanın ilgi alanına da bu ikinci kısım
girmektedir.
87
Türk Ansiklopedisi, “Cebr”, X, 87.
İrfan ABDULHAMİD, “Cebriye”, DİA, VII, 205.
89
Bkz. “el-İkrâh”: ŞA’BAN, a.g.e., 275; Abdülkerim ZEYDAN, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh, Beyrut
2003, 135.
90
ZEYDAN, a.g.e., 134.
91
Bkz. “Zorlayıcı velayet”, 25.
88
32
5.2. Evlilikte Cebir
Evlilikte cebir denilince, velilerin ehliyetsiz ya da yarı ehliyetli bireyleri
evlendirmesi kastedilir. Bu şekilde gerçekleşen bir muamele “ikrah”
durumuyla gerçekleşen bir muameleden farklıdır. “İkrah” durumunda birey,
ehliyetli de olsa karşılaştığı zor durum nedeniyle mecburen evliliği kabul
etmektedir. Böyle bir evliliğin geçerli olup olmama durumu, zaten hukukçular
arasında tartışmalıdır.
Bu çalışmada ele alınacak olan cebir ise, akli muhakeme ve hayat
tecrübesi henüz gelişmemiş ya da yeterli düzeye ulaşmamış bireylerin
evliliğinde, onların haklarını korumak ve doğru kullanmalarını sağlamak
amacıyla veliye verilmiş bir hakla ilgilidir.
Elbette bu muamele, ikrahtan
farklıdır.
Sonuç olarak evlilikte cebir denilince, öncelikle akla, bireyi istemediği
bir şeye zorlamak anlamı taşıyan “ikrah” kavramı gelmemelidir. Çünkü
ehliyetsiz ya da yarı ehliyetli durumdaki bir birey, tam ehliyetli duruma
kavuştuğunda,
muhayyerlik
hakkını92 kullanması
da
söz konusudur.
Dolayısıyla yine birey, kendi rızası dahilinde evliliği sürdürebilmekte ya da
iptal ettirebilmektedir. Böylece velinin kullanmış olduğu cebir hakkı, bireyin
haklarını korumaktan öte bir muamele olmamaktadır.
92
Bu konunun geniş açılımı olan evlilikte muhayyerliklerle ilgili olarak bkz. s.75.
33
6. MUHAYYERLİK KAVRAMI
Sözlükte, “beğenilmediği taktirde geri verilmek şartıyla alınan, seçim
hakkı kendisine verilen, iki şeyden birini seçmekte serbest olan93” gibi
anlamlara gelen “muhayyerlik” kelimesi “hayr” kökünden türetilen ve iki
şeyden daha iyi olanı seçmek anlamına gelip; Arapça “hıyar” kelimesinin
Türkçe karşılığıdır.94
6.1. Terim Anlamı
“Bir fıkıh terimi olarak muhayyerlik, özellikle satış sözleşmesinde,
taraflardan birinin veya her ikisinin akdi onama yahut feshetme haklarına
sahip olması, dolayısıyla ilgili taraf açısından akdin bağlayıcı olması anlamını
ifade eder.”95
Nikâhta muhayyerliğin anlamı ise, evlilik akdinde birtakım şartların
gerçekleşmesine bağlı olarak bireye seçme hakkının verilmesini ifade eder.
Örneğin birey, bülûğa erdiğinde “bülûğ muhayyerliği”, akıl hastaları
iyileştiğinde “ifakat muhayyerliği” bunlardan bazılarıdır.96
Nikâhta muhayyerlik konusu, bireyin hak ve özgürlüklerini kullanması
anlamında oldukça önemlidir. Bu açıdan muhayyerlik meselesi, nikâhta rıza
ve cebir konusuyla doğrudan ilişkilidir.
93
Büyük Lugat ve Ansiklopedi (Meydan Larousse), “Muhayyerlik”, IX, 44.
H. Yunus APAYDIN, “Muhayyerlik”, DİA, XXXI, 25.
95
a.g.mad.
96
Geniş bilgi için çalışmanın “Nikâhın Lüzum Şartlarında” incelenen “muhayyerliklerle” ilgili
bölüme bakınız, 75.
94
34
6.2. Evlilikte Muhayyerlik
Muhayyerliğin meşruiyet gerekçesi, iradenin olabildiğince sağlıklı bir
biçimde gerçekleşmesini temin etmek, taraflardan biri veya her ikisi için söz
konusu olabilecek aldanma ve zarar görme riskini ortadan kaldırmak yahut
en aza indirmek şeklinde açıklanmaktadır.97
Konu nikâhla ilgili olunca, nikâhtaki muhayyerliğin gerekçesi de aile
yapısını sağlam bir zemine oturtma çabası olarak ifade edilebilir. Çünkü
nikâhın hükümleriyle ilgili konular içerisinde ele alınacağı üzere, bireylerin
sosyal, zihinsel ve bedensel gelişimleri doğrultusunda velinin evlendirme
hususunda velisi olduğu kimseye müdahalesi, hatta kimi zaman bizatihi
evlendirme yetkisini kullanması söz konusudur. Veliye verilmiş olan bu
yetkiler, bireyi zarara uğratabilme riski taşımakta, hatta kimi zaman da zarara
uğratabilmektedir. İşte bu amaçla örneğin, bülûğ muhayyerliği (baba veya
dedenin dışında veliler tarafından akdedilmiş olan nikâhta, çocuğun bülûğa
erdiğinde evliliği kabul edip etmeme hakkı) ve buna benzer muhayyerlikler,
İslam hukukunca kabul edilmiş haklardandır. Yani birey ehliyetsiz ya da yarı
ehliyetli olduğu bir durumda, velisi tarafından cebir hakkı kullanılarak
evlendirilmiş olabilir. Daha sonra bu birey tam ehliyetli duruma geldiğinde,
dilerse bu evliliği devam ettirebilir; dilerse reddedebilir. İşte bu durum,
“muhayyerlik” kavramıyla ifade edilmektedir. Kısaca bireyin hak ve
özgürlüklerini kullanıp kullanmama hakkına sahip olma durumu, rıza ve cebir
arasındaki bir nokta olan “muhayyerliği” ifade eder.
97
APAYDIN, “Muhayyerlik”, DİA, XXXI, 26.
İKİNCİ BÖLÜM
RIZA VE CEBİR YÖNÜNDEN EVLİLİK AKDİYLE İLGİLİ
HÜKÜMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. İRADE BEYANI BAKIMINDAN RIZA VE CEBİR
İslam hukukçuları, evlenme sözleşmesinin oluşumunu sağlayan iki
rükün tesbit etmişlerdir. Bunlar, “îcab ve kabul” şeklinde özetlenmiştir.98
Evlilik sözleşmesinde bir tarafın evlenmek maksadıyla sarf ettiği
sözlerin tümüne “îcab”, diğer tarafın kabul ettiğini ifade eden sözlerinin
tümüne de “kabul” denilmektedir. İslam hukukçularına göre irade beyanı “icab
ve kabul”le meydana gelebilmektedir.
İcab, akdi meydana getirmek için taraflardan birinin önce söylediği
söz, kabul de karşı tarafın îcabı kabul ettiğini ifade eden îcab üzerine bina
edilen sözüdür. İcab ve kabul sözle olduğu gibi,
birbirinden uzak olup
evlenmek isteyen bireyler arasında yazı ile ve dilsiz-sağırlar için işaretle de
olabilmektedir.99
Akdin meydana gelebilmesi için îcab ve kabulde bazı şartlar
aranmaktadır. Bu şartlar, şöyle özetlenebilir:
Öncelikle tarafların îcab ve kabul sözlerini işitmeleri, bu sözlerle
evlilik akdinin gerçekleşmiş olacağını anlamaları ve birbirine uygun îcab ve
kabulde bulunmuş olmaları gerekmektedir. Taraflardan biri îcab ya da kabulü
işitmese, kullandığı sözlerle evlilik akdinin gerçekleşeceğini anlamasa, irade
beyanı geçersiz kabul edilir. Yine îcabın yapıldığı kişi farklı, kabulün yapıldığı
98
99
el-KÂSÂNÎ, a.,g.,e., II, 229.
el-CEZÎRÎ, a.g.e., IV, 12.
36
kişi farklı olursa irade beyanı gerçekleşmemiş olur.100
İcab ve kabulün gerçekleşmesini sağlayan kelimelerin özelliği ve
mahiyeti hakkında, İslam hukukçularının farklı değerlendirmeleri vardır. Bu
farklı değerlendirmeleri şöylece özetlemek mümkündür:
Hanefi hukukçulara göre, îcab ve kabul, sarih (açık) ya da kinayeli
(kapalı) sözlerle yapılabilmektedir. Örneğin; evlilik akdi “nikâh, tezvic” gibi
sarih sözlerle yapılabileceği gibi, “temlik, hibe, sadaka” ve alım-satım için
kullanılan kinayeli sözlerle de îcab ve kabul gerçekleşebilir. Yeter ki taraflar,
bu sözlerle evlilik akdini yapmaya niyetli olsunlar.101
Şafiiler, “nikâh ve tezvic” gibi sarih sözlerin dışında kullanılan kinayeli
sözlerle nikâh akdinin meydana gelmeyeceği görüşündedirler.102
İcab ve kabulde diğer bir şart da iki taraftan birisinin mutlaka mazi
sigası kullanması gerekliliğidir. Eğer en az bir taraf, sözünü mazi sigası ile
kullanmazsa, bu evlilik akdi geçersiz kabul edilmiştir. Hanefi hukukçular bu
konuda daha titiz davranmışlardır. Onlara göre beyan, daha önce zihinde
verilmiş kararı açıklar; karar önceden verildiğine göre “evlendim” demek
gerekir. “Evlenirim, evleneceğim” sözleri, ancak o anda yapılacak olan akde,
niyet ve karineler ile delalet edebilir. Niyet ve karineler bulunmadığı taktirde
ise ancak evlenme va’dini ifade etmektedir.103
Günümüz İslam hukukçuları ise, evlilik akdinde kullanılmak üzere
tesbit ve kabul edilen sözlerin, zamanların örf ve âdetlerine dayandığını,
belirli bir nass’tan çıkarılmış olmadığını ifade ederek, şimdiki resmi kayıt
imkânlarının olmadığı, her şeyin söz üzerine bina edildiği o devirlerde akit
lafızlarının
bu
derece
incelenmesinin
normal
bir
durum
olduğunu
belirtmişlerdir. Günümüzde ise resmi kayıt imkânlarının gelişmesiyle birlikte
söz değil, vesikalar geçerlilik kazanmıştır. Bu nedenle evlilik akdi esnasında
100
ABDULHAMİD, a.g.e., 22.
el-AYNÎ, a.g.e., IV, 18.
102
EBÛ ZEHRA, a.g.e., 41.
103
MEVSILÎ, a.g.e., I, 83; el-AYNÎ, a.g.e., IV, 14.
101
37
söylenilen sözlerle evlilik akdi kastediliyorsa, kullanılan sözlerin hangi
zamanda olursa olsun, İslam hukukunun ruhuna uygun düşeceğini ifade
etmektedirler.104
İrade beyanı gerçekleşirken icab ve kabulde aranan diğer bir şart,
meclis birliğidir. Bu meclis birliği, hakikaten veya hükmen olabilmektedir.
Hakikaten meclisin bir olması, îcab ve kabulün aynı mecliste olması demektir.
Bir mecliste îcab yapılır ve bu meclis dağılmadan kabul meydana gelirse,
evlilik akdi gerçekleşmiş sayılırken; îcabın yapıldığı meclis dağıldıktan sonra
kabul yapılırsa, evlilik akdi gerçekleşmemiş kabul edilir.105
Hükmen meclisin bir olması, birbirlerinden uzak mesafede olanlarla
ilgili bir konudur. Bunlar mektupla ya da geçerli bir vesika ile îcabda
bulunabilirler. Îcab’ı ifade eden mektup, mecliste açılır da kabul meydana
gelirse, bu akit geçerli kabul edilir; çünkü bu meclis hükmen müttehid
sayılmaktadır.106
İrade beyanının geçerliliği için icab ve kabulü yapan bireylerde
bulunması gereken bazı yeterlilikler vardır. Eğer birey bu yeterliliklere sahip
değilse, îcab veya kabul, velileri tarafından yapılmaktadır. Ayrıca îcab ve
kabul, bir vekil vasıtasıyla da gerçekleştirilebilmektedir. Araştırmada daha
çok irade beyanının bu yönü üzerinde durulacaktır.
Bireylerin kendi evlilik sözleşmelerini yapmadaki rolleri, velisi
durumundaki kimselerin yetki sınırı, kadın ve erkeğin mümeyyiz-gayrı
mümeyyiz, âkıl-bâliğ, dul-bakire, akıllı-deli oluşlarına göre evlenme ve
evlendirilmedeki durumları İslam hukukçuları arasında tartışma konusu
olmuştur. Burada birey-veli ilişkisi içerisinde îcab ve kabul rükünleri, rıza ve
cebir kapsamında değerlendirilecektir.
104
KARAMAN, a.g.e., I, 264; AYDIN, a.g.e., 17; Zamanların ve maslahatların değişimiyle ahkâmın
da değişimi ile ilgi olarak bkz. Hamdi DÖNDÜREN, “Sosyal Değişme Karşısında İslam Hukuku ve
Yeni Yaklaşımlar”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.1, 2003; Ferhat KOCA, “İslam
Hukukunda Ahkâmın Değişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi,
sy.1, 2003.
105
ABDULHAMİD, a.g.e., 15.
106
EBÛ ZEHRA, a.g.e., 41.
38
İslam hukukçuları, öncelikle bireylerin gelişim dönemlerini dikkate
alarak insan hayatını, doğumdan ergenlik çağına kadar üç devrede ele
almışlardır:
Birinci dönem, gayr-ı mümeyyiz çocukluk dönemidir. Bu dönem,
insanın doğumundan yedi yaşına kadar olan kısmını kapsar.107
İkinci dönem, mümeyyiz çocukluk dönemidir. Yedi yaşından ergenlik
çağına, diğer bir ifadeyle 7-15 yaş arası dönemi kapsar.108
Üçüncü dönem, bülûğ çağıdır.109 Bulûğ lügatte; vusûl, kavuşma
demektir.110
Bir terim olarak bülûğun anlamı ise, çocukluk çağının son bulup
ergenlik çağının başlamasıdır. Bülûğ alameti, erkek için ihtilam (cünüplük),
kadın için ise ay halinin bir belirti olarak meydana gelmesidir. Bülûğ için yaş
sınırı kızlarda dokuz, erkeklerde on ikidir. Üst sınırı ise, erkek ve kızda bülûğ
alameti meydana gelmemiş ise, imameyne göre her ikisi için de on beş,
İmam-ı Azam’a göre erkekler için on sekiz, kızlar için de on yedidir. Bu yaşa
geldiklerinde kız ve erkek, bülûğ alameti onlarda görülmemiş olsa bile,
hükmen bülûğa ermiş sayılırlar.111
Bu üç dönemde bireyin bazı durumları da evlenmedeki yetki sınırını
belirlemektedir. İslam hukukçularının bu konuda farklı değerlendirmeleri
vardır. Örneğin, bir mümeyyiz çocuk için velisinin evlilikte cebir hakkı vardır.
Ancak bu mümeyyiz çocuk, dul bir kız çocuğu olduğu zaman, durum
değişmektedir. İmam-ı Şafii’ye göre bu mümeyyiz çocuk, bülûğ çağına
gelinceye dek beklenir, bülûğ çağına geldikten sonra, ancak kendi isteği
doğrultusunda evlendirilebilir. Bülûğdan evvel ne kendi isteğiyle ne de
107
KARAMAN, a.g.e., I, 245.
a.g.e.
109
a.g.e.
110
BİLMEN, a.g.e., II, 7.
111
BARDAKOĞLU, “Bülûğ”, DİA, VI, 413; ERDOĞAN, a.g.e., 46.
108
39
velisinin zorlamasıyla evlendirilebilir.112 Ya da bir birey, bülûğa ermiş olabilir,
ancak aklî noktadaki eksikliği, onun evlilik sözleşmesinde yetki sahibi
olmasına engel teşkil etmektedir. Yine baba ve dedenin (babanın babası)
cebir hakkı, su-i ihtiyar ile şöhret bulmaları durumunda değişik bir boyut
kazanmaktadır.
İcab ve kabulün gerçekleşmesinde şahısların bedensel ve zihinsel
gelişimlerine paralel olarak bireyler:
-Çocukların durumu,
-Erişkinlerin durumu,
-Akıl hastalarının durumu, olmak üzere üç kısma ayrılmıştır.
1.1. İrade Beyanında Çocukların Durumu
Hz Peygamber (sav)’in “Çocuklarınıza yedi yaşına geldiklerinde
namazı emredin.”113 hadisini gerekçe gösteren hukukçular, yedi yaşına gelen
normal bir çocuğun namazı, ibadetleri, Allah’a kul olma bilincini yakalamış
olup doğru ile yanlışı, zarar ile menfaati fark edebilecek kapasiteye ulaşmış
olacağı düşüncesindedirler. Bu nedenle yedi yaşından önceki dönemi gayr-ı
mümeyyiz çocukluk dönemi, yedi yaşından sonraki dönemi de mümeyyiz
çocukluk dönemi olarak değerlendirmişlerdir.114 Mümeyyiz çocukluk dönemi
de bülûğ ile son bulmaktadır.
Çocukların
evlendirilip
evlendirilemeyeceği
konusunda
İslam
hukukçularının farklı değerlendirmeleri vardır. Kimilerine göre evlendirilebilir,
kimilerine göre ise evlilikten beklenen maslahatlar gerçekleşmeyeceği için
evlendirilemez. Bu yüzden bu konu iki başlık altında ele alınmalıdır.
112
eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 37.
EBU DAVUD, “Salât”, 26.
114
KARAMAN, a.g.e., I, 245.
113
40
1.1.1. Çocukların Evliliğine İzin Verenler Açısından
Çocuklar evlendirilebilir diyenlerin delilleri, “Kadınlarınızın içinden
hayızdan kesilenler ile hayız görmeyenlerin iddetleri (şüpheye düşerseniz) üç
aydır.”115 ayetidir. Bu ayette geçen “hayız görmeyenler” ifadesiyle, çocuklar
kastedilmektedir; iddet ise ancak evlendikten sonra meydana gelebilecek bir
durumdur.
116
Söz konusu hukukçular, hadisten delil olarak da şu örneği
vermektedirler:
Hz. Peygamber (sav), Hz. Aişe’yi altı yaşında iken Ebû Bekir’den
istedi. Hz. Ebû Bekir, kızı Aişe’yi Hz. Peygambere nikâhladı ve Hz. Aişe,
dokuz yaşında iken Hz. Peygamber ile bir araya geldiler.117 Bu evliliği delil
olarak
getiren
İslam
hukukçuları,
çocukların
bülûğdan
evvel
de
evlendirilebileceğini savunmuşlardır.118
Meseleyi rıza ve cebir kapsamında değerlendirdiğimiz zaman, cevaz
verenlere göre çocukların evlilikte rızası aranmaz. Esasen bir çocuğun evliliği
kavrayabilmesinden ve rıza beyan etmesinden de söz edilemez. Bu nedenle
onların evlilik akdinde yetkili olmaları söz konusu değildir. Velisi çocuğu zorla
evlendirebilmektedir.119
Cevaz verenlere göre, İslam hukukunda esas itibariyle evlilikte bir
yaş sınırı aranmayıp120, cinsel birleşmenin de birleşmeye elverişli hale
gelindikten
sonra
gerçekleşmesi
söz konusu
olduğu için,
oluşacak
mahzurların da ortadan kalkmış olduğu düşünülür.121
115
et-Talâk, 65/4.
KARAMAN, a.g.e., I, 243.
117
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 38; MÜSLİM, “Nikâh”, 66.
118
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
119
el-KÂSÂNÎ, a.g.e., II, 232; NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 203.
120
Halil CİN, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yayınları, Ankara 1974, 65.
121
Mehmet ZİHNİ, Nimet-i İslam, Sağlam Kitabevi, İstanbul 1978, 934; Alemgir MUHAMMED,
a.g.e., II, 316; İBN ABİDİN, a.g.e., V, 382.
116
41
Bu dönemde çocukların cinsel birleşmeye elverişli hale gelmesini
beklemeden evlilik akitlerinin yapılmasının hikmeti olarak, İslam hukuku
eserlerinde;
1-Çocuk daha küçük yaşta iken, iyi bir kısmeti çıkmış ise
kaçırmamak,
2-Çocuğun iyi bir aile yuvası kurup kuramama endişesini ortadan
kaldırmak,
3-Eğer çocuk kimsesiz ise, onu bu zor durumundan kurtararak ona
sıcak bir aile yuvası kazandırmak,
4-Aynı zamanda çocuklar büyüyüp geliştiklerinde ve cinsi istek ve
arzuları uyanmaya başladığında, özellikle kızları yanlış maceralardan
korumak gibi nedenler sayılmaktadır.122 İşte bu zikredilen hikmetleri göz
önünde bulunduran İslam hukukçuları, evlilik akdi için bir yaş sınırı tayin
etmemişlerdir. Ancak oluşacak mahzurları önlemek için cinsel birleşme
yaşıyla ilgili bir sınır tayin etmişlerdir.123
Çocukların evlendirilmesiyle ilgili olarak, Şafii ve Malik’e göre baba ve
dede dışındaki veli, küçük dulu cebren evlendiremez, bülûğa ermesi beklenir.
Bülûğa erdiğinde dul hükmünde değerlendirilir ve artık velisi, onun rızası ve
isteği doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Fakat bu dulluğun bir kaza
neticesinde değil de, cinsel ilişki neticesinde meydana gelmiş olması
şarttır.124
Hanefi hukukçulara göre kız çocukları için bakire-dul ayrımı yoktur.
Çocuk, dul da olsa bakire de olsa zorlayıcı velayet yetkisi kullanılarak velisi
122
BİLMEN, a.g.e.,, II, 55; DÖNDÜREN, Delilleriyle İslam Hukuku, İslam Hukuku Külliyatı
Yayınları, Özel Seri No: 1, Konya 1977, 119.
123
Halil CİN, a.g.e., 65; Cinsi birleşme yaş sınırı için bkz. Alemgir MUHAMMED, a.g.e., II, 316;
Mehmet ZİHNİ, a.g.e., 934.
124
eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 37; SAHNÛN b. SAİD, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, Matbaatü’s-Saade, Mısır
1323, IV, 5.
42
tarafından evlendirilebilmektedir.125
Buradaki farklılığın asıl sebebi, Şafii ve Malik’e göre evliliğe
zorlayabilme kızın bakireliğine ya da dulluğuna göre değerlendirilirken;
Hanefi’de ise, bakirelik ya da dulluk değil, aklî muhakemenin bir ölçüt olarak
alınmasıdır.126
Küçük dul için zorlayıcı velayeti kabul etmeyen Şafii ve Malik’in, âkılbâliğa bakire kız için zorlayıcı velayeti kabul etmesi, tartışılmalıdır. Çünkü
burada velayetin amacı tahakkuk etmemektedir. Zira velayet, tecrübesiz ve
ehliyetsiz bireylerin haklarını gözetmek ve korumak amacıyla vardır. Burada
şu soru sorulmalıdır: “Acaba bir şekilde dul olmuş olan küçük bir kız
çocuğunun tecrübesi ve ehliyeti, âkıl-bâliğa olmuş bir kızdan daha mı
fazladır?” Bu soruya verilecek cevap, elbette açıktır. Âkıl-bâliğa olmuş bir
kızın akıl ve tecrübesi, dul da olsa küçük bir çocuğun akıl ve tecrübesinden
fazladır.
Velayetin
gerekçesi
ve
varlığının
hikmeti
göz
önünde
bulundurulduğunda, küçük dul, zorlayıcı velayet kapsamına alınmadığı halde,
âkıl-bâliğa kızın zorlayıcı velayet kapsamına alınması, olumlu bir kanaat
olarak gözükmemektedir.
Küçük dul için kullanılabilecek olan cebir hakkıyla ilgili olarak İmam-ı
Malik: “Cebir hakkı, yalnızca babaya aittir.” demektedir.127 Babanın olmadığı
durumlarda küçük kız, kesinlikle evlendirilemez. Ta ki kız, bülûğa erer de
birisine evlenmek hususunda velayetini verirse evlendirilebilir.128 Bu konuda
Şafii:
“Cebir hakkı baba ile birlikte babanın babası için de geçerlidir.”
demektedir. Ona göre baba ya da dede mevcut değilse, kızın bülûğa ermesi
ve izin vermesi beklenir.129
125
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 381; Alemgir MUHAMMED, a.g.e., II, 312.
İBN HÜMAM, Fethu’l-Kadîr, yy. 1995, III, 252; EBÛ ZEHRA, a.g.e., 110.
127
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 5.
128
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
129
eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 37.
126
43
Hanefi hukukçulara göre ise, icbar velayetinin sınırları çok geniştir.
Asabeden olan tüm erkek yakınlar, sırasıyla icbar velayeti yetkisini
kullanabilmektedirler.130 Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, eğer cebir
hakkını kullanan veli, baba ve babanın babası dışında olur da, onların, erkek
ve kız çocuğunu evlendirdiği kişi küfüv değilse, yapılan bu evlilik akdi
geçersiz kabul edilmektedir.131 Normal şartlarda kefaet erkekte aranmakla
birlikte, erkek çocuklarının evliliğinde kız tarafında da kefaet aranmaktadır.132
Cebir hakkı baba yahut babanın babası tarafından kullanılıyorsa,
onların su-i ihtiyar (kötü niyet) ile şöhret bulmuş olmamaları gerekmektedir.
Eğer baba ve dede kötü niyetle tanınmış olup velayeti altında bulunan
çocuğu dengiyle evlendirmişse, akit geçerli; dengi olmayan bir eşle
evlendirmişse, bu akit de geçersizdir. Fakat baba ve dede, su-i ihtiyar ile
şöhret bulmuş kimseler değilseler, kefaette bir eksiklik olsa bile yapılan bu
evlilik sözleşmesi, geçerli kabul edilmektedir. Bunun gerekçesi olarak
hukukçular, baba ile dedede şefkat ve himayetkârlığın tam olduğunu, bu
nedenle kefaetten başka nezaket, güzel ahlak, kerem, sohbet, nafaka bolluğu
gibi daha önemli maksatlar gözeteceklerini düşünmüşlerdir.133
1.1.2. Çocukların Evliliğine İzin Vermeyenler Açısından
Çocukların evlendirilmesine izin veren İslam hukukçuları çoğunlukta
olmakla birlikte, izin vermeyen önemli İslam hukukçuları da vardır. İbn
Şübrüme, Osman el-Betti ve Ebû Bekr el-Asam, çocukların evlendirilmesine
izin vermeyen hukukçulardandır. Onlara göre küçük çocukların evliliği geçerli
değildir. İleri sürdükleri deliller ise şunlardır:
130
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
HALLAF, a.g.e., 63.
132
Bkz. “Erkek Bakımından Kefaet Muhayyerliği”, 83.
133
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 385; ABDULHAMİD, a.g.e., 70; HALLAF, a.g.e., 63.
131
44
“Yetimleri evlilik (bülûğ) çağına gelinceye kadar deneyin; onların reşit
olduklarını
anlarsanız,
artık
mallarını
kendilerine
verin.”134
âyetinde
küçüklüğün sona ermesi, evlilik çağına gelmekle sınırlandırılmıştır. Eğer
küçüklerin evlendirilmelerine izin verilmiş olsaydı, bu sınırlama anlamsız
kalırdı.135
Evliliğin amacı birlikte yaşamak, mutlu olmak, aile hayatı kurmak ve
çoğalmaktır.
Küçüklerin
evlendirilmelerinde
bunların
hiçbiri
gerçekleşemeyeceği gibi büyüdükleri zaman bazı vahim neticelerin ortaya
çıkması da kuvvetle muhtemeldir.136
Karşı tez sahiplerinin zikrettiği ayette geçen “ hayız görmeyenler…”,
ifadesini küçüklerle sınırlandırmanın isabetli olmadığını büyüdüğü halde
hayız görmeyenlerin de var olduğunu belirten hukukçular, küçük çocuklarının
evliliğini geçerli kabul etmemişlerdir.137
Hukuk-u Aile Kararnâmesi’nde çocukların evlendirilmesine izin
vermeyen hukukçuların görüşü, esas alınmıştır. Şöyle ki;
”On iki yaşını ikmal etmemiş sağîr ile dokuz yaşını itmam etmemiş
olan sağîre, hiçbir kimse tarafından tezvic edilemez.”138
Bu maddenin “esbab-ı mucibesinde” şöyle bir değerlendirmede
bulunulmuştur:
“Sağîr ile sağîrenin velileri tarafından cevâz-ı tezvîcine Eimme-i
Erbaa Rahimehullah hazerâtı kâil olduklarından şimdiye kadar muamele bu
yolda cereyan etmiş ise de zamanımızda ahvâlin tebeddülüne binaen diğer
bir usul ittihazına lüzum görülmüştür. Şöyle ki; her zamanda ve bilhassa
hayat için mücadelenin son derece kesb-i şiddet ettiği şu zamanda çocuklar
hakkında ebeveynin ilk vazifesi onları ta’lim ve terbiye ederek iş bu âlem-i
134
en-Nisa, 4/5.
KARAMAN, a.g.e., I, 243.
136
a.g.e., I, 244.
137
a.g.e., I, 243.
138
Hukuk-u Aile Kararnâmesi, Madde:7.
135
45
cidâlde nâil-i zafer olacak ve muntazam bir aile teşkil edecek bir hale
getirmekten ibaret iken, bizde ebeveyn ale’l-ekser çocuklarının tahsil ve
terbiyesini bilkülliye ihmal ederek mücerret mürüvvetlerini görmek veya nâil-i
miras kılmak maksadıyla onları daha beşikte iken nişanlaya gelmişlerdir.
Netice, bîçâreler dünyalarını görmeksizin tezvic ve âtiyen felaketlerine
düğünlerle va’z-ı esas edilmiştir. Hiçbir mektep yüzü görmeyen ve lisanını
okuyup yazmaktan kat-ı nazar emr-i dine dâir bir kelimeye bile muttali
olmayan bu türlü çocukların teşkil ede geldikleri ailelerden çoğu cenîn-i
mürdezad gibi zifaflarının daha ilk aylarında inhisafa mahkum olmuştur.
Memleketimizde ailelerin temelsizliğini mucib olan esbâbtan biri de budur. Bu
türlü nikâhlardan mütevellid davaların derecesini anlamak için kütüb-i
fıkhiyyede sagîrenin eb ile ced tarafından ve eb ile cedden maada evliya
tarafından tezvici ve ikinci surette sinn-i bülûğa vasıl olan sagîr ve sagîrenin
hıyar-ı bülûğunu keyfiyeti istimali hakkındaki ebvâb ve fusûle nazar etmek ve
mehâkim-i şer’iyyenin sicilliyatını tetkik eylemek kâfidir.”139
Kararnamenin yedinci maddesinin bu esbab-ı mucibesindeki şu
cümle enteresandır: “Bu türlü nikâhlardan mütevellid davaların derecesini
anlamak için kütüb-i fıkhiyyede sagîrenin eb ile ced tarafından ve eb ile
cedden maada evliya tarafından tezvici ve ikinci surette sinn-i bülûğa vasıl
olan sagîr ve sagîrenin hıyar-ı bülûğunu keyfiyeti istimali hakkındaki ebvâb ve
fusûle nazar etmek ve mehâkim-i şer’iyyenin sicilliyatını tetkik eylemek
kâfidir.” Çocukların evliliğini caiz gören Hanefi hukukçular “nasıl olsa buluğa
erdiklerinde seçme hakları var.” diyebilirler. Ancak bu cümlede görülüyor ki,
bülûğ ile birlikte kazanılan seçme hakkı, diğer bir ifadeyle bülûğ muhayyerliği
hakkının sağlıklı bir şekilde kullanılamadığı, anlaşılmaktadır. Halbuki
Hanefiler, fıkıhta pratik ağırlıklı bir yöntem140 izlemelerine rağmen bülûğ
muhayyerliği konusunun pratiklik açısından bu şekilde eleştirilebilmesi,
Hanefi hukukçuların çocukların evliliğine cevaz verme gerekçeleri açısından
139
H.A.K. 7. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 271-272.
M. Ebû ZEHRA, Ebû Hanîfe (trc. Osman KESKİOĞLU), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2002, 262; KARAMAN, İslam Hukukunda İçtihâd, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 1975, 164.
140
46
sıkıntılıdır.
Kararnamede, çocukların evliliğine cevaz vermenin sakıncaları izah
edilerek, devamında onların evliliğine cevaz vermeyenlerin görüşünün daha
isabetli ve menfaatli olduğu şöyle ifade edilmiştir.
“…Hâlbuki İbn-i Şübrüme ve Ebû Bekir el-Esam hazerâtı sığâr
üzerine velayet ancak onların menfaati makasıdına mübteni olup kabûl-u
teberruât gibi ihtiyaç olmayan yerlerde velayet dahi sabit olmayacağına ve
onları tezviç etmekte gerek teb’an ve gerek neseb gibi şer’an bir faide
mutasavver olmadığı cihetle onların nikâha ihtiyaçları bulunmadığına
nazaran, sağîrlerin kable’l-bülûğ hiç kimse tarafından tezvici caiz olmadığına
kail olmuşlardır ve ale’l-husus nikâh muvakkat bir şey olmayıp mâ dame’lhayat devam eden bir akit olduğunu ve eğer velilerin onlar hakkında icra
ettikleri akd-i nikâh muteber olsa ahkam ve âsâr-ı bülûğdan sonra dahi
devam edeceğini nazar-ı itibara alarak bülûğdan sonra onların harekatını
tahdid edecek bir muamelede bulunmağa hiç kimsenin selahiyeti olmadığını
ilave eylemişlerdir. Müşarün ileyhimânın işbu mutalaatını asırlardan beri
devam eden felaketli tecrübeler teyid ettiğinden onların reyi kabul edilerek 7.
madde o yolda tanzim edilmiştir.”141
Çocukların evlilik sözleşmelerinin bülûğ çağından evvel yapılmasına
izin veren İslam hukukçularıyla, izin vermeyen hukukçuların görüşleri
karşılaştırıldığında özet olarak şöyle bir sonuca varılabilir: Çocukların kesin
bir maslahat ve zaruri bir ihtiyaç olmadan velileri tarafından evlilik akitlerinin
yapılmasının uygun olmayacağı; ancak zarûrî bir durum meydana geldiğinde,
“zarûret prensibiyle” hareket edilebileceği bizce daha ihtiyatlı bir görüştür.
141
H.A.K. 7. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 271-272.
47
1.1.3. Mümeyyiz-Gayrı Mümeyyiz Ayrımı
Yedi
yaşına
geldiklerinde
çocukların
namaza
alıştırılmasının
gerekliliği ile ilgili hadisi142 kriter olarak alan İslam hukukçuları, yedi yaşını
normal bir çocuk için temyiz yaşı olarak tesbit etmişlerdir.143
Çocuklar için belirlenen temyiz yaşı hakkında şöyle bir değerlendirme
de yapılmıştır:
Her ne kadar yukarıda geçen hadis, temyiz yaşı için bir sınır olarak
değerlendirilegelmiş olsa da, bu, temyiz yaşı için kolay bir ölçü sağlamıştır.
Aslen temyiz için belirleyici ölçü çocuğun, iyiyi kötüden, hayrı şerden, faydayı
zarardan
ayırabilmesi
ve
derin
olmamakla
birlikte
akli
basiretinin
bulunmasıdır.144 Bu noktadan hareketle çocuklar için temyiz çağının bir yaş
sınırı olmadığı gibi, onlar üzerinde de fiziksel bir belirtisi yoktur. Bu durum
çocuğun akıl ve zekâ derecesine bağlıdır. Bu nedenle temyiz yaşı, kişilere
göre farklılık arz edebilir. Temyiz, bazı çocuklarda daha önce, bazılarında
daha sonra meydana gelebilir. Ayrıca temyiz, birden bire değil, tedrici olarak
ortaya çıkan bir durumdur. Çocuğun düşünce ve yaptığı fiillerde ortaya
koyduğu muvazeneyle kendini gösterir.145
Temyiz yaşıyla ilgili bu değerlendirmelerden sonra, konuya rıza ve
cebir kapsamında bakıldığında, Hanefi hukukçulara göre mümeyyiz bir
çocuk, bir evlilik sözleşmesine vekâlet edebilir. Aynı zamanda kendi evlilik
akdini de velisinin iznine mevkufen akdedebilir.146 Mümeyyiz kız ve
mümeyyiz erkek çocuğun velisinin iznine mevkufen kendi evliliklerini akdetme
yetkileri
olmakla
birlikte
velileri,
onları
cebren
evlendirebilmektedir.
Çocuklarının rızalarını almaları şart değildir.147
142
EBU DAVUD, “Salât”, 26.
es-SİBÂÎ, a.g.e., II, 9.
144
es-SİBÂÎ, a.g.e., II, 9; Mustafa UZUNPOSTALCI, “İslam Hukuku Açısından Ehliyet”, İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.8, 2006, 173.
145
UZUNPOSTALCI, a.g.mak., 173.
146
el-KÂSÂNÎ, a.g.e., II, 233.
147
Alemgir MUHAMMED, a.g.e., II, 312.
143
48
1.2. İrade Beyanında Erişkinlerin Durumu
Evlilik sözleşmesinin meydana gelmesinde erişkinlerin yani rüşd
devresinde olanların durumu, çocukların durumundan farklıdır. Ancak
buradaki erişkinlik ve ergenlik, akıl şartıyla birlikte sağlanmalıdır. Çünkü bir
insan bâliğ ya da bâliğa olmakla birlikte akıl hastası olabilir. Bunları İslam
hukukçuları ya gayr-ı mümeyyiz kapsamında ya da akıl hastalarıyla ilgili
bölümde ele almışlardır. Bu çalışmada aklî yeterliliğe sahip olmayan bireyler
“akıl hastalarıyla”148 ilgili bölümde ele alınacaktır.
İcab ve kabulde erişkinlerin durumuna geçmeden önce bülûğu tarif
etmek gerekir.
Bülûğ insanın bedeni gelişimiyle alakalı bir durumdur. Çocukluğun
bitip ergenliğin başladığının ifadesi olan bülûğun alt sınırı, kızlarda dokuz,
erkeklerde on iki yaşı olarak tesbit edilmiştir. Bülûğun belirtisi kızlarda ay hali
erkeklerde ise ihtilam olmakla kendini gösterir. Bu belirtiler onlarda görüldüğü
zaman kız ve erkek hakikaten bülûğa ermiş sayılırlar. Ancak kız ve erkek
onbeş yaşına geldikleri halde bu alametler onlarda meydana gelmemişse,
imameyne göre hükmen bülûğa ermiş sayılırlar. İmam-ı Azam ise, hükmen
bülûğ yaşını erkekler için onsekiz; kızlar için ise onyedi olarak kabul
etmiştir.149
Netice
itibariyle
bülûğ
yaşı
insandan
insana
değişiklik
arz
edebilmektedir. İslam hukukçuları arasındaki farklı değerlendirmeler de bu
sebepten kaynaklanmaktadır. Ayrıca bülûğ yaşı kameri aylara göre
hesaplanmıştır.150 Bu nedenle de günümüzde kullanılan miladi yaşa göre
148
Bkz. “İrade Beyanında Akıl Hastalarının Durumu”, 61.
BARDAKOĞLU, “Bülûğ”, DİA, VI, 413; Mehmet ERDOĞAN, a.g.e., 46.
150
UZUNPOSTALCI, a.g.mak., 179.
149
49
daha farklı bülûğ yaşlarından söz edilebilir.
Çalışmada erişkinlerin irade beyanındaki yetki durumları
-Evlilikte Erkeğin İrade Beyanı ve Evlilikte Kadının İrade Beyanı
olmak üzere iki ayrı başlıkta ele alınacaktır.
1.2.1. Evlilikte Erkeğin İrade Beyanı
Öncelikle rıza kapsamında konuyu değerlendirdiğimiz zaman, akıl ve
bülûğ şartlarına sahip bir erkeğin kendi isteği doğrultusunda, hiçbir kimseden
izin almaksızın evlilik sözleşmesini gerçekleştirebileceği konusunda İslam
hukukçularının ittifakı vardır.151
Cebir kapsamında ise akıl ve bülûğ şartlarına sahip bir erkeğin,
babası veya dedesi veya herhangi biri tarafından cebren evlendirilemeyeceği
konusunda da ittifak vardır.152 Zaten çalışmanın önemli bir kısmını kadınların
evlilik sözleşmesindeki yetki problemiyle ilgili hususlar teşkil etmektedir.
Çünkü İslam hukukçuları arasındaki tartışma ve görüş ayrılıklarının çoğu
kadınların evliliği meselesi üzerinde olmaktadır.
1.2.2. Evlilikte Kadının İrade Beyanı
Hz. Peygamber’in, “Dul kadın hakkında velinin yapabileceği bir şey
yoktur. Bekâr kadın, kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir.” 153
vb. hadislerinde, kadınların bakire ve dul şeklinde iki ayrı özellikte zikretmiş
151
ABDULHAMİD, a.g.e., 76; İBN RÜŞD, Bidâyetü’l-Müçtehid ve Nihâyet’ül-Muktesid, Daru’lHilafet’il-İlmiyye, Kahire 1333, II, 4.
152
İBN RÜŞD, a.g.e., II, 4.
153
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DAVUD, “Nikâh”, 24.
50
olması, İslam hukukçularının da onları iki kategoride ele almalarına zemin
oluşturmuştur. Buna bağlı olarak bu çalışmada kadınların evliliği “Bâkire
Kızın Evliliği Açısında İrade Beyanı” ve “Dul Kadının Evliliği Açısından
İrade Beyanı” olmak üzere iki ayrı başlık altında ele alınacaktır.
1.2.2.1. Bâkire Kızın Evliliği Açısında İrade Beyanı
Akıl ve bülûğ şartlarını taşıyan bir kızın kendi evlilik sözleşmesini sırf
kendi
iradesiyle
akdedip
edemeyeceği,
velisinin
kızı
zorlayıp
zorlayamayacağı, velinin kızdan izin almasının gerekip gerekmeyeceği
konularında İslam hukukçularının görüş ayrılıkları vardır.
İslam hukukçularının bir kısmı, âkıl-baliğ kızı zorlayıcı olmayan
velayet
kapsamında,
bir
kısmı
da
zorlayıcı
velayet
kapsamında
değerlendirmişlerdir. Bu yüzden bu mesele de, iki ayrı başlık altında ele
alınmıştır:
1.2.2.1.1 Âkıl-Bâliğa Kızın Evliliğinde Zorlayıcı Olmayan Velâyetin Rolü İle
İlgili Değerlendirmeler
Âkıl-bâliğ
kızı
zorlayıcı
olmayan
velayet
kapsamında
değerlendirenler, sadece Hanefi hukukçulardır. Onlara göre âkıl-bâliğ olmuş
bir kız, kendi evlilik akdinde söz sahibidir; kendi evliliğini asaleten veya bir
başkasının evliliğini vekaleten akdedebilme yetkisine sahiptir. Bu mesele
“Evlilik Akdinin Sıhhati Bakımından, Kadının Velisinin Bulunması154” başlığı
altında daha geniş ölçüde ele alınacaktır. Böyle bir kız, velisinden izin almak
154
Bkz. “Kadının Velisinin Bulunması”, 68.
51
zorunda değildir.155 Eğer veli, kızdan izin almaksızın evlilik akdini yapmışsa,
kızın rızasına bakılır. Şayet kız razı olduğunu ifade ederse akit geçerli, etmez
de reddederse akit geçersiz kabul edilmektedir.156
Hanefilerin bu konudaki delillerini şöylece sıralamak mümkündür:
1-Kur’an
“…Bekleme müddetini bitirdikten sonra, aralarında iyilikle anlaştıkları
takdirde onların kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın.”157 Bu ayetin
sebeb-i nüzûlü konusunda Ma’kıl b. Yessâr’ın şöyle dediği rivayet
olunmuştur:
“Kız kardeşimi bir erkekle evlendirmiştim. Bu adam onu daha sonra
boşadı. Kız kardeşimin iddeti bitince eski kocası, gelip tekrar onunla
evlenmek istedi. Ben de ona ‘ben sana vaktiyle kız kardeşimi verdim. Sen ise
onu boşadığın halde gelmiş tekrar istiyorsun. Hayır! Vallahi kız kardeşimle
artık evlenemezsiniz!’ dedim. Fakat bu adam, iyi bir insandı. Kız kardeşim de
eski kocasıyla tekrar evlenmek istiyordu. (Ben ise buna mani olmak
istiyordum). Bunun üzerine ‘…Kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın!’ âyeti
nazil oldu. Bunun üzerine ben ‘Yâ Rasülullah şimdi ne yapayım!’ dedim.
Resulullah (sav): ‘Kız kardeşini eski kocasıyla evlendir.’158 buyurdu. Hanefi
hukukçular bu ayetten, kadınların zorlayıcı velayet kapsamında olmadığını bu
sebeple
kadınların
kendi
iradeleriyle
evlenebilecekleri
sonucunu
çıkarmışlardır.159
“Eğer Mümin bir kadın kendisini peygambere hibe edip de,
peygamber de onu nikâha almak istese…”160 âyetinin kadının evlilik akdinde
bizzat taraf olacağını gösterdiği,
155
ABDULHAMİD, a.g.e., 73; MEVSILÎ, a.g.e., I, 90; İBN ABİDİN, a.g.e., V, 360.
Alemgir MUHAMMED, a.g.e., II, 317.
157
el-Bakara, 2/232.
158
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 36.
159
İBN HÜMAM, a.g.e., III, 248.
160
el-Ahzab, 33/50.
156
52
“Yine erkek karısını (üçüncü defa boşarsa), ondan sonra kadın
kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helal olmaz”161
âyetinin de kocası tarafından üç talakla boşanan kadın başka bir erkekle
evlenmede taraf olarak gösterilişi, bâliğa bir kadının evlilik akdinde zorlayıcı
velayet
kapsamında
olmadığına,
ancak
ihtiyari
velayet
kapsamında
olabileceğine dair bir delil olarak zikredilmektedir.162
2-Hadis
Hz. Peygamberin şu hadisleri de, kadının gerektiğinde velisinin
rızasına gerek olmaksızın evlenebileceğini göstermektedir:
“Dul kadın hakkında velinin yapabileceği bir şey yoktur. Bekâr kadın
kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir.”163
“Bekâr kadın, kendisi üzerinde velisinden daha fazla hak sahibidir.
Bakire kızdan evlilik konusunda izin alınır. ‘İzni nasıl anlaşılır Ya Rasülullah?’
denildiğinde, ‘Susması, izin vermesidir’ buyurdu.”164 şeklindeki hadisten de,
velinin kızı evlendirirken mutlaka rızasını alması gerektiği anlaşılmaktadır.
Zikredilen hadisleri de gerekçe gösteren Hanefi hukukçularının âkılbâliğa bakire kızın evliliği konusundaki genel yaklaşımı şu yöndedir:
Veli,
âkıl-bâliğa
olmuş
kızının
rızasını
almadan
cebren
evlendiremeyeceği gibi, eğer kız isterse velisinden izin almadan da
evlenebilmektedir. Böylece âkıl-bâliğa bakire kız hakkındaki velayet, ancak
zorlayıcı olmayan velayet olmaktadır.165
Burada şu konu gündeme geliyor: Veli, kızı zorlayıcı olmayan velayet
yetkisiyle evlendirmek ister de kızın rızasını anlamak isterse, kızın rızası
nasıl anlaşılacaktır?
161
el-Bakara, 2/230.
İBN HÜMAM, a.g.e., III, 250.
163
EBU DAVUD, “Nikâh”, 25; İBN HANBEL, I, 334.
164
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DAVUD, “Nikâh”, 24.
165
İBN HÜMAM, a.g.e., III, 254; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 67.
162
53
İslam hukukçuları, bakire bir kızın rızasını velisine karşı açıkça sözle
ifade etmekten çekinebileceği düşüncesiyle onun susmasını, sessizce
ağlamasını, tebessüm etmesini rıza; seslice ağlamasını, alaylı gülmesini166
ya
da gözyaşlarının sıcak oluşunu bir gönülsüzlük alameti olarak
değerlendirilebileceğini ve bu şekilde kızın rızasının olup olmadığını
anlamanın mümkün olabileceğini beyan etmişlerdir. Fakat kızın velisi
dışındaki kimselere karşı susması, gülmesi veya sözlü cevabın dışındaki hal
ve hareketleri kızın rızası kapsamında değerlendirilemeyeceğini, bu yüzden
de kızın velisi dışındaki kimselere söz ile rızasının olup olmadığını beyan
etmesi gerektiğin belirtmişlerdir.167
Netice itibariyle Hanefi hukukçularının evlilik sözleşmesinde bakire
kız hakkında daha farklı bir yol izlediğini görmekteyiz. Onlar âkıl-bâliğa
bakirenin de izinsiz evlendirilemeyeceğini yani zorlayıcı velayet kapsamında
olmadıklarını ifade ederek, diğer İslam hukukçularından farklı bir yaklaşım
sergilemişlerdir.
1.2.2.1.2. Âkıl-Bâliğa Kızın Evliliğinde Zorlayıcı Olan Velayetin Rolü İle İlgili
Değerlendirmeler
Hanefi hukukçular dışında birçok hukukçu, âkıl-bâliğa kızı zorlayıcı
velayet kapsamında değerlendirmektedir.
Âkıl-bâliğa kızı zorlayıcı velayet kapsamında değerlendirene göre,
akıl ve bülûğ şartlarını taşıyan bakire bir kız, evlilik sözleşmesinde velisinden
bağımsız hareket edemez. Böyle bir kız velisi olmadan evlenemeyeceği
halde, velisi ondan izin almaksızın, onu evlendirebilir; onun rızasını alması
gerekmez.
Ancak
değerlendirilmiştir.
166
kızın
rızasının
alınması,
iyi
bir
davranış
olarak
168
MERGİNÂNÎ, el-Hidâye, yy. 1995, III, 257.
MEVSILÎ, a.g.e., I, 92.
168
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 5; Ebû Ömer el-KURTUBÎ, el-Kâfî Fî Fıkhi Ehli’l-Medîneti’l167
54
Âkıl-bâliğa kızı zorlayıcı velayet kapsamına alan hukukçuların
gerekçeleri şunlardır:
1-Kur’an
“Kadınların kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın.”169
âyeti velinin boşanan kadının yeniden evlenmesine engel olmamasını
istemektedir. Eğer kadının bizzat evlenmeye yetkisi olsaydı, veliye böyle bir
yasak koymanın anlamı kalmazdı.
“İçinizden bekârları evlendirin.”170
“İslam’ı kabul etmedikçe (Mümin kadınları) Allah’a ortak koşan
erkeklere nikâhlamayınız.”171
Bu ve benzeri ayetlerde evlenecek olan kızın dışındakilere hitab
edilmekte ve velayet yetkisi velilere verilmektedir.
2-Hadis
“Herhangi bir kadın velisinin izni olmadan evlenirse onun nikâhı
batıldır, batıldır, batıldır.”172
“Nikâh ancak veli ile olur.”173
Zikredilen bu delilleri gerekçe gösteren hukukçular, âkıl-baliğa kızın
zorlayıcı velayet kapsamında olduğunu, bu sebeple velisi tarafında cebren
evlendirilebileceğini, kızın gerçekleştirdiği evlilik sözleşmesinin geçerli kabul
edilmeyeceğini belirtmişlerdir.174
Mâlikî, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1987, 231; Muhammed b. Abdullah ez-ZERKEŞÎ, Şerhu’zZerkeşî Alâ Muhtasaru’l-Hirâkî Fi’l-Fıkhi Alâ Mezheb’l-İmam-ı Ahmed b. Hanbel, Mektebetü’lUbeykan, Riyad 1993, V, 8; NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 261; MAVERDÎ, a.g.e., IX, 38.
169
el-Bakara, 2/232.
170
en-Nur, 24/32.
171
el-Bakara, 2/221.
172
EBU DAVUD, “Nikâh”, 19; TİRMİZÎ, “Nikâh”, 14.
173
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 36; EBU DAVUD, “Nikâh”, 19.
174
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 12; el-Hüseyin b. Mes’ud el-BAĞAVÎ, et-Tehzîb Fî Fıkhi
İmami’ş-Şafii, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1997, V, 248-251; eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 35;
55
1.2.2.1.3. Bu Mezkûr İki Görüşün Karşılaştırılması
Hukukçuların birbirlerine yaptığı eleştirilere bakıldığında, Âkıl-bâliğa
bakire kızı zorlayıcı olmayan velayet içerisinde değerlendiren Hanefi
hukukçular, karşı görüş sahiplerini şöyle eleştirmişlerdir:
Âkıl-bâliğa kızı zorlayıcı velayet kapsamına alan hukukçuların
dayandığı hadislerin zayıf, hatta kimisinin mürsel olduğunu belirten Hanefi
hukukçular,
velisiz
evlenme
konusunda
“bekâr
kadının
kendisini
evlendirmede velisinden daha fazla hak sahibi175” olduğunu bildiren hadise
dayanmışlardır. Bununla birlikte diğer hukukçuların delil olarak zikrettiği
hadisler sağlam kabul edilse bile, bunların kesin emir bildirmek yerine, “ailede
söz sahibi büyüklere saygı ve edeb çerçevesinde müstehab olan bir hükmü
ve tavsiyeyi” ifade etmesinin de muhtemel olduğunu, nitekim Hanefi
hukukçuların akıllı ve ergin kızın evlenmesinde velinin bulunmasını vacib
değil müstehab saydıklarını, ancak bu serbestlik sonucunda kadının bilerek
veya bilmeyerek dengi olmayan bir erkekle evlenmesi durumunda veliye
evliliği feshettirebilme hakkı tanındığını, bu yüzden bakire kızın zorlayıcı
velayet
kapsamında
değerlendirmenin
doğru
olmayacağını
ifade
etmişlerdir.176
Âkıl-baliğa
kızı
zorlayıcı
velayet
kapsamında
değerlendiren
hukukçulardan bazıları da “Bakire kızdan evlilik için izin alınmalıdır.”177
hadisini tahsis ederek “Babanın dışındaki veliler, evlilik için kızdan izin almak
zorundadır. Baba zorunlu değildir.178” şeklinde yorumlamışlardır.
Bu yorumdan da anlaşılıyor ki, âkıl-baliğ kızı zorlayıcı velayet
kapsamında
değerlendiren
hukukçular
da
kısmen
meseleyi,
Hanefî
NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 261.
175
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DAVUD, “Nikâh”, 24.
176
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 360.
177
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DAVUD, “Nikâh”, 24.
178
Ebu’l-Velîd İBN Rüşd el-KURTUBÎ, el-Beyan ve’t-Tahsîl, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 1988,
IV, 261.
56
hukukçular gibi değerlendirmişlerdir. Onlar da baba ve dede dışındaki velilere
zorlayıcı velayet yetkisini vermemişler, ihtiyari velayet yetkisini vermişlerdir.
Dolayısıyla onlara göre baba ve dede dışındaki velilerin kız üzerinde zorlayıcı
velayet yetkisi yoktur.179
Burada mezheplerin buluştuğu ortak nokta, kızın haklarının öncelikli
olarak korunmasıdır. “Bu noktada kızın dengi ile ve emsal mehri ile
evlenmesi asıldır. Bu, hem kızın hem velilerin, hem de akraba kızlarının
haklarını korumaktadır. Böyle bir evlilikte Hanefiler velinin iznine gerek
görmezlerken diğer mezheplerde de bu izin, bir formaliteden ibarettir. Çünkü
böyle bir evliliğe veli izin vermezse yetkisini su-i istimal etmiş olacağından,
kızı sıradaki veli, evlendirecektir… Bir ömür geçireceği eşini seçme
konusunda karar ya da izin elbette sadece velinin elinde olmamalıdır... Fakat
ileride doğabilecek problemlerin kabulü ve kızın kendi başına kalmasını
önleme açısından evlilikte aile ve toplum haberdar olmalıdır.”180
Hanefi hukukçularından olan, fakat onlardan farklı bir yol izleyen
İmam-ı Muhammed ise, âkıl-baliğ kızın evliliğinde, zorlayıcı velayeti
savunanlar ile zorlayıcı olmayan velayeti savunanların ortasında olmayı
tercih etmiştir. Ona göre âkıl-bâliğa ve bakire kız, velisinin iznine mevkufen
evlilik akdini gerçekleştirebilir. Velisi, bu evlilik akdini duyar da müsaade
ederse akit gerçekleşmiş olur. Aynı şekilde veli de kızın iznine mevkufen kızı
evlendirebilir. Kız, yapılan bu evlilik akdini duyar da kabul ederse akit
gerçekleşmiş; eğer kabul etmezse akit gerçekleşmemiş kabul edilir. Burada
İmam-ı Muhammed’e göre iki taraflı bir bağlayıcılık söz konusudur. Bu
sebepten daha önce de ifade edildiği gibi bu tür velayete, “velayet-i şirket”
yani ortak velayet adı verilmiştir.181
Şafiilerden Ebû Sevr de, evlilik akdinde İmam-ı Muhammed’in bu orta
görüşünü tercih etmiştir. Ona göre de evlilik sözleşmesinde kadın ve velinin
179
Ebu’l-Velîd el-KURTUBÎ, a.g.e., IV, 261; eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 37.
Saffet KÖSE, “İslam Hukukuna Göre Evlenmede Velayet”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi,
sy.2, 2003, 113.
181
eş-ŞEYBÂNÎ, a.g.e., III, 133; ABDULHAMİD, a.g.e., 74; BİLMEN, a.g.e., II, 47.
180
57
rızası, mutlaka birlikte olmalıdır. Onlardan biri diğerinin rızası ve izni olmadan
evliliği tek başına akdetme yetkisine sahip değildir.182
Bu konuyla ilgili Osmanlı dönemine bakıldığında, Kanûnî devrinden
bir müddet sonrasına kadar, ergenlik çağına ulaşmış kızların evlilik akdini
velisinden bağımsız olarak gerçekleştirebileceği görüşünü kabul eden Ebû
Hanife’nin görüşü uygulama alanı bulurken; bu dönemden sonra “Hukuk-u
Aile Kararnamesi yürürlüğe girinceye kadar, İmam-ı Muhammed’in görüşü
doğrultusunda o zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek özellikte olduğu
düşünülerek kızların evliliğinde, ortak velayet sisteminin uygulandığını
görmekteyiz.183
1917’de yürürlüğe giren Hukuk-u Aile Kararnamesiyle birlikte,
zamanın şartları ve mevcut durum göz önünde bulundurularak, İmam-ı
Muhammed’in görüşü yerine Maliki Mezhebinin görüşünden istifade edilmiş
ve şöyle bir madde tanzim edilmiştir:
“On yedi yaşını itmam etmiş olan kebire bir şahıs ile tezevvüc etmek
üzere müracaat ettikte, hâkim keyfiyeti velisine tebliğ eder ve veli itiraz
etmediği veya itirazı varid görülmediği halde izdivacına müsaade eyler.”184
Kefaetteki eksikliğin feshe sebep oluşunun mahzurlu bir yaklaşım
olduğu, bunun yerine daha evlilik akdinin evvelinde velinin son kararı
vermesinin gerekliliğine değinilen HAK’ta, Hanefilerin, “kefaet eksikliğinde
velinin evliliği feshettirebilme” hakkını eleştirmişlerdir. Maliki mezhebinden de
faydalanılarak, kararnamenin 8. maddesinin esbab-ı mucibesinde şöyle bu
hususa değinilmektedirler:
“Mezheb-i muhtara göre kebire nefsini tezvice kadir olup velinin
ancak ahval-ı mahdudede hakk-ı itirazı vardır. Hâlbuki akd-i nikâhın
icrasından sonra teşekkül etmiş bir aileyi velinin itirazı üzerine fesh etmekten
182
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 68.
AYDIN, a.g.e., 97.
184
Madde 8, H.A.K.
183
58
ise kable’n-nikâh bu türlü avarızın izalesi daha makul ve tarafeynin
menfaatine daha muvafıktır. Mezheb-i Maliki’de kebire nefsini ahere tezviç
için müracaat ettikte hâkim komşularından tetkikat icra eder. Velisi mevcud
ise keyfiyetten onu haberdar ederek re’yini sual eyler. Velinin dermeyan
edeceği itarazatı gayr-ı varid gördüğü takdirde kızın tezvici için bir vekil tayin
eder. Filhakika veliye bu yolda ihbar ve re’yi istifsar edilmekle bâlâda
muharrer mahzur bertaraf olacağından bir kebirenin ruhsat talebiyle hakime
vukubulacak müracaatı üzerine veliye ihbar-ı keyfiyet edilmesi tensib ve 8.
madde bu esas üzerine tanzim edildi.”185
İmam-ı Azam ve Ebû Yusuf’un “Erkek küfüv olmadığı zaman sahih
değildir. Çünkü nikâh kıyıldıktan sonra nikâhı bozmak çoğu kere zordur.”
dedikleri de rivayet edilir.186
Osmanlı döneminde yine toplumsal bazı olumsuzluklar nazara
alınarak, âkıl-baliğa kızların evliliği meselesi özellikle değerlendirilmiştir.
Örneğin, sosyal hayatta bazı içtihadî hükümleri olumsuzluklar doğursa bile
(ikrah halinde kıyılan nikâhın ve talakın geçerli sayılması gibi) istikrarı temin
amacıyla Hanefi mezhebi hükümlerini sıkı sıkıya uygulamış olan Osmanlı
Devleti’nin Şeyhü’l-İslamlarından Ebussuûd Efendi’nin hazırlayıp Kanûnî
Sultan Süleyman’a arz ettiği ve bundan sonra da kanun haline gelen Maruzât
adlı eserinde toplumsal hayatta ortaya çıkabilecek bazı olumsuzluklar dikkate
alınarak,
kadıların
velilerinden
izinsiz
kızların
nikâhını
kıymaları
187
yasaklanmıştır.”
Genel anlamda, evlilik sözleşmesinde velayet yetkisi, velinin velisi
olduğu bireyi zorlayıp zorlayamaması hadisesinin temelini âkıl-baliğa bakire
kızların evliliği teşkil etmektedir. Meseledeki tartışmalar da daha çok bu
konuyla ilgilidir. Osmanlı örneğinde de görülüyor ki, hukukçular her ne kadar
aynı delillerden farklı sonuçlar çıkarmış olsalar da, çağın gereksinimleri ve
mevcut durum nazara alınarak konuya yaklaşıldığını görmekteyiz. Bu
185
H.A.K. 8. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 272.
MERGİNÂNÎ, a.g.e., III, 251.
187
KÖSE, a.g.mak., 106.
186
59
nedenle kadınların evliliğiyle ilgili konuları, zamanın şartları çerçevesinde
değerlendirmek daha uygun olacaktır.
1.2.2.2. Dul Kadının Evliliği Açısından İrade Beyanı
İslam hukukçuları, aşağıdaki hadislerde geçen dul-bakire ayrımını da
göz önünde bulundurarak, evlilik sözleşmesinde kadınları dul ve bakire
şeklinde inceleyip onlarla ilgili hükümleri ayrı ayrı ele almışlardır. Şöyleki:
Dul kadının evliliğiyle ilgili olarak, Hansa (RA)’nın babası tarafından
evlendirilmesi ve onun evlenmek istemeyip Hz. Peygambere müracaatı ve
sonuçta rızası olmadığı için bu evliliğin geçersiz sayılması,188
“Dul kadının evliliğinde velinin yapabileceği bir şey yoktur.”189 ve
“Dul kadın kendisi üzerinde velisinden daha fazla hak sahibidir.”190
anlamındaki hadislere dayanarak İslam hukukçuları, dul kadın hakkında cebir
hakkının söz konusu olmadığı görüşündedirler. Bu nedenle onlara göre dul
kadını velisi zorla evlendirememektedir. Eğer haber vermeden bir kadını
velisi evlendirmişse, kadının rızasına bakılmakta, kadın söz ile razı olduğunu
beyan etmişse bu evlilik geçerli kabul edilmekte, aksi halde geçersiz
sayılmaktadır. Dul kadının suskunluğu, gülmesi ya da ağlaması bakire kızda
olduğu gibi rıza belirtisi için yeterli görülmeyip, razı olup olmadığını sözle
belirtmesi gerektiğini ifade etmişlerdir.191
Burada şu konuya da açıklık getirmek gerekir. Dul kadın hakkındaki
bu değerlendirmeler, onun “akıl ve bülûğ” şartlarına sahip olmasıyla sınırlıdır.
Dolayısıyla akıl ya da bülûğ şartlarını taşımayan dul için hükümler
188
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 42; İBN MÂCE, “Nikâh”, 12.
EBU DÂVÛD, “Nikâh”, 25; İBN HANBEL, “Nikâh”, I, 334.
190
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DÂVÛD, “Nikâh”, 24.
191
eş-ŞEYBÂNÎ, a.g.e., III, 99; İBN RÜŞD, a.g.e., II, 3; Ebû Ömer el-KURTUBÎ, a.g.e., 231;
NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 261.
189
60
değişmektedir. Örneğin, Hanefi hukukçulara göre bâliğa olmamış bir kız
çocuğu dul olsun bakire olsun durum değişmemekte, velisi tarafından cebren
evlendirilebilmektedir.192
Şafii hukukçulara göre, bâliğa olmamış bir dul, velisi tarafından zorla
evlendirilememektedir.
Çünkü
dulun
rızasını
sözle
ifade
etmesi
gerekmektedir. Bülûğa ermemiş bir çocuk için de rıza beyanı söz konusu
olmadığına göre, böyle küçük bir dulun bâliğa olması beklenmektedir. Bülûğa
erdiği zaman da dulun hükümleri uygulanmakta193 yani ancak isteği
doğrultusunda evlendirilebilmektedir. Bu farklılığın sebebi daha önce
açıklandığı
gibi,
Şafii
hukukçulara
göre
evliliğe
zorlayabilme,
kızın
bakireliğine ya da dulluğuna göre olurken, Hanefi hukukçulara göre, bakirelik
ya da dulluk değil, aklî muhakemenin bir ölçüt olarak alınmasıdır.194
Küçük dul ile ilgili daha önce de açıklandığı gibi Şafii ve Hanefi
hukukçuların farklı değerlendirmeleri vardır. Şafii hukukçular âkıl-bâliğa
bakire kızı zorlayıcı velayet kapsamına almakla beraber, küçük dulu zorlayıcı
olmayan velayet kapsamında değerlendirmişlerdir. Velayetin varlık hikmeti
göz önünde bulundurulduğunda bu görüş, biraz sıkıntılıdır. Zira velayetin
varlık sebebi, ehliyetsiz ve hayat tecrübesi olmayan bireylerin haklarını
korumak için tecrübeli akrabalara bir yetki vermekten ibarettir. O halde âkılbâliğa kız, tecrübe ve ehliyet yönünden dul bir kız çocuğundan ileride olsa
gerektir. Bu konuda Hanefi hukukçular daha sağlam gerekçelere sahiptir.
Akıl hastası ya da bunamış bir dul kadın için ise, akıl hastalarının
hükümleri uygulanmaktadır.
Sonuç olarak, dul kadının zorla evlendirilemeyeceği, ancak rızası
doğrultusunda evlendirilebileceği konusunda İslam hukukçularının görüş
birliği vardır. Bununla birlikte kadın dul bile olsa evlilik işini velisine havale
etmesi iyi bir davranış olarak değerlendirilegelmiştir.
192
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 381; Alemgir MUHAMMED, a.g.e., II, 316.
eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 37.
194
İBN HÜMAM, a.g.e., III, 252; EBÛ ZEHRA, a.g.e., 110.
193
61
1.3. İrade Beyanında Akıl Hastalarının Durumu
Akıl hastalarının evlendirilmesinde İslam hukukçularının çok farklı
değerlendirmeleri vardır. Hanefi hukukçulara göre, akıl hastalarının velileri
tarafından evlendirilmesi geçerlidir.195 Rıza ya da red, aklî bir muhakemenin
neticesinde ulaşılabilen bir nokta olduğu için, aklî noktada eksikliği olan bir
insanın erkek veya kadın olması, durumu değiştirmez; rıza beyan etmesi
zaten söz konusu değildir.
Akıl hastasını evlendiren zorlayıcı velayet yetkisine sahip velinin su-i
ihtiyar196 sahibi olup olmayışı, durumu değiştirmektedir. Örneğin; mecnûne
(deli kadın) veya matûheyi (bunamış olan kadın) evlendiren oğlu, su-i ihtiyar
ile tanınmamış bir kimse ise, onun yaptığı evlilik sözleşmesi kefaet ve mehir
noksan olsa da geçerlidir, bağlayıcıdır. Şayet su-i ihtiyar sahibi olup, kefaet
ve mehr de noksan olursa, bu akit geçersiz kabul edilmektedir.197
Malikilere göre, veli olarak sadece baba, mecnun ya da mecnuneyi
evlendirebilir. Onların büyük ya da küçük, dul yahut bakire olmaları durumu
değiştirmez. Çünkü bu haldeki bir insan, mümeyyiz değildir.198
Şafiiler büyük ya da küçük yaştaki bir delinin ancak ihtiyaca göre
evlendirilebileceğini
ifade
etmişlerdir.
Küçüğü
ancak
baba,
babanın
yokluğunda ise dede evlendirebilir. Eğer baba veyahut dede yoksa, küçük
deli erkek ya da küçük deli kadın evlendirilemez. Büyük yaştaki bir deli de
aynen ancak bir ihtiyaca binaen evlendirilebilir. Bu ihtiyaç ise, küçük erkek
delinin hizmete muhtaç olması, büyük erkek delinin ise kadınlara karşı aşırı
meyli olması ya da evlendiği vakit şifa bulacağının adil bir doktor tarafından
belirtilmesi olarak zikredilmiştir. Deli kadının da nafakaya muhtaç olması
durumunda velisi tarafından evlendirilmesinin söz konusu olduğunu ifade
195
EBÛ ZEHRA, a.g.e., 111.
Su-i ihtiyar: Evlilik akdinde velinin kötü niyet sahibi olması, velisi olduğu kimseyi zarara
uğratabilme, haklarını doğru kullanamama gibi durumları ifade eder.
197
ABDULHAMİD, a.g.e., 71.
198
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 5.
196
62
etmişlerdir.199
Akıl hastalarının evliliğiyle ilgili olarak Hukuk-u Aile Kararnamesinin
dokuzuncu maddesi şöyledir: “Mecnun ile mecnunenin bir zarurete mebni
olmadıkça nikâhları caiz değildir. Zaruret bulunduğu takdirde hâkimin izniyle
nikâhları velileri tarafından akdolunur.”200
Maddenin esbab-ı mucibesinde İmam-ı Şafii’nin görüşünün esas
alındığı ifade edilerek bu görüşün daha yararlı olacağı anlatılmakta ve şöyle
denilmektedir:
“Mezheb-i Hanefi’de mecnun ve mecnunenin velileri tarafından
tezviçleri tecviz edilmiş ise de, nikâhtan maksad mücerred bir arzu-yu
cismaniyi tatminden ibaret olmayıp, onun üzerine nice makasıd-ı maddiye ve
maneviye terettüb etmektedir. Hâl-i cinnet ise iş bu makasıdı derk ve istihsale
mani olduktan başka cinnetin kabiliyet-i tevarüsiyyesine nazaran bu illetlere
mübtela olanların tezvicinden cemiyet içinde hayırlı bir netice muntazar
değildir. Hâlbuki Mezheb-i Şafii’de mecnun ve mecnunenin velileri tarafından
tezvici esas itibariyle gayr-ı caiz olup ancak bir zarurete mebni tecviz
edilmektedir. Bu rey zamanımızın efkâr-ı hukukiye ve ictimaiyyesine daha
muvafık görülmekte 9. madde bu esas üzerine kaleme alınmıştır.”201
Hukuk-u Aile Kararnamesinde belirtildiği gibi, akıl hastalığının kalıtım
yoluyla yaygınlaşmasının önlenmesi için akıl hastası olan insanların bir
ihtiyaç meydana gelmeden ya da zarûrî bir durum olmadan evlendirilmemesi,
maslahata daha uygun gözükmektedir.
199
ŞÂFİİ, el-Ümm, Matbaatü’l-Kübra el-Emîriyye, Mısır 1322, V, 17-18; M. EBÛ ZEHRA, a.g.e.,
111; BİLMEN, a.g.e., II, 53.
200
Madde 9, H.A.K.
201
H.A.K. 9. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 272.
63
2. EVLİLİK AKDİNİN GERÇEKLEŞMESİNİ SAĞLAYAN ŞARTLAR
BAKIMINDAN RIZA VE CEBİR
Hukukçular evlilik sözleşmesinin şartlarını dört ana başlık altında
toplamışlardır. Bunlar, inikad, sıhhat, nefaz ve lüzum şartlarıdır. Bu dört şarta
riayet edilmediği takdirde her biri için ayrı sonuçlar meydana gelmektedir.
-İn’ikad şartları eksik olan akit, batıl;
-Sıhhat şartları eksik olan akit, fasid;
-Nefaz şartları eksik olan akit, mevkuf;
-Lüzum şartları eksik olan akit ise, gayr-ı lazım akit olarak
isimlendirilmektedir.
Araştırmada evlilik sözleşmesiyle ilgili hükümler, rıza ve cebir
ekseninde değerlendirildiği için, evlilik sözleşmesinin şartları şu başlıklar
altında ele alınmıştır:
1-Evliliğin Oluşumunu Sağlayan Şartlar Bakımından
2-Evlilik Akdinin Sıhhati Bakımından
3- Evlilik Akdinin Geçerliliği Bakımından
4- Evlilik Akdinin Bağlayıcılığı Bakımından.
64
2.1. Evliliğin Oluşumunu Sağlayan Şartlar Bakımından
Bir evliliğin oluşabilmesi için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:
1-İrade Beyanında İcab ve Kabul Uyumu
2-Tarafların Evlenme Ehliyetine Sahip Olmaları
3-Evlilik Sözleşmesinde Meclis Birliği
2.1.1. İrade Beyanında İcab ve Kabul Uyumu
İcab ve kabulün her yönden aynı unsurlar üzerinde birleşmesi ve
uyuşması gerekir. Mesela; îcabı yapan “seninle bin lira mehir mukabilinde
evlendim.” der, muhatabı da “Söylediğin üzere ben de kabul ettim.” derse,
akit tamamdır. İcabı yapan ile kabul eden başka isim veya mehir
zikrederlerse, bu şart yerine gelmemiş olur.202
İcab ile kabulün aynı yer ve zamanda olması gerekir. İcab yapıldıktan
sonra mesela, mehrin miktarı üzerinde uzun zaman tartışma olabilir; ancak
sonunda anlaşma sağlanırsa akit tamamlanmış kabul edilir.203
İcabtan sonra ve kabulden önce îcabı iptal eden bir durumun
meydana gelmemesi gerekir. Örneğin; o anda îcabı yapanın îcabından
vazgeçmesi, akdin meydana gelmesine engeldir.204
202
HALLAF, a.g.e., 25.
a.g.e.
204
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 45.
203
65
2.1.2. Tarafların Evlenme Ehliyetine Sahip Olması
Bir evliliğin oluşabilmesi için icab ve kabulü yapan her iki tarafın da
evlenme ehliyetine sahip olması gerekir. Evlenecek bireylerin gerek kendileri,
gerek velileri, evlilik akdini yapabilecek ehliyete sahip olmalıdırlar. Hanefi
hukukçulara göre, akıl-baliğ erkek ve kadınlar evlenme ehliyetine sahiptirler.
Diğer hukukçulara göre ise, sadece âkıl-baliğ olmuş erkekler, evlenme
ehliyetine sahiptirler.205
Hanefi hukukçulara göre, çocuklar ve akıl hastaları evlenme
ehliyetine sahip değilken; diğer hukukçular bu guruba kadınları da dahil
etmiştir. Onlara göre kadınlar, evlenme ehliyetine sahip değildirler.
2.1.3. Evlilik Sözleşmesinde Meclis Birliği
Bir evliliğin oluşabilmesi için icab ve kabul yapılırken, tarafların aynı
topluluk içerisinde olması gerekir. İcab yapıldıktan sonra meclis dağılırsa,
artık kabul yapılsa da geçersizdir. İcab yapıldıktan sonra meclis dağılmamış
olmakla birlikte, kabulü yapacak olanın, meclisten ayrıldığını ifade eden
başka bir işle meşgul olması ve daha sonra kabulde bulunması da, meclisin
birliği şartına engel teşkil etmektedir. Bu şekilde yapılan bir akit de geçersiz
kabul edilmiştir.206
Uzakta bulunanlar için mektupla ya da bir elçi vasıtasıyla evlilik akdi
gerçekleştirilebilir. Yazılan îcab mektubu bir mecliste açılıp okunur veya
gelen elçi, şartların vuku bulacağı bir mecliste icapta bulunur da kabul de
aynı mecliste meydana gelirse, akit gerçekleşmiş kabul edilir.207
205
a.g.e., IX, 42.
a.g.e., IX, 43.
207
EBÛ ZEHRA, a.g.e., 41.
206
66
2.2. Evlilik Akdinin Sıhhati Bakımından
Evlenme akdinin sahih olabilmesi için İslam hukukçuları şu üç şartı
tesbit etmişlerdir:
1-Evlenme Engellerinin Bulunmaması
2-Evlilik Sözleşmesinde Velinin Bulunması
3-Evlilik Sözleşmesinde Şahitlerin Bulunması
2.2.1. Evlenme Engellerinin Bulunmaması.
Bu konuyla ilgili olarak, iki tür evlenme engelinden söz edilebilir:
1-Devamlı evlenme engelleri
2-Geçici evlenme engelleri
Devamlı evlenme engelleri, üç tarzda olmaktadır:
a-Karabet
b-Sıhriyyet
c-Süt emme
Devamlı evlenme engeli olan kadınlar, ayet-i kerimede şöyle
zikredilmiştir:
“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz,
kardeş kızları, kız kardeş kızlar, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız,
eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde
67
bulunan üvey kızlarınız… kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri size
haram kılındı.”208
Hz. Peygamber (sav) “Neseb cihetinden haram olanlar, emişmeden
dolayı da haramdır.”209 buyurarak, sütten kaynaklanan mahremiyete geniş bir
açıklama getirmişlerdir.
Geçici evlenme engelleri ise şu başlıklar altında değerlendirilir:
a-Din farkı: Bu madde, erkeğin gayr-ı Müslim olmasıyla ilgilidir.
Kadınlar
ehl-i
kitap
olduklarında
Müslüman
erkekler,
onlarla
evlenebilmektedirler.
b-Üç kere boşama
c-Beşinci kadın
d-Başkasının eşi
e-İki hısımla birden evlenememe210
Evlenecek bireyler arasında, yukarıda sayılan bu engellerden birisi
olmadığı taktirde, onların evlenmelerinde bir sakınca yoktur.
2.2.2. Evlilik Sözleşmesinde Velinin Bulunması
Evlilik sözleşmesinde velinin bulunması, hukukçular tarafından
erkekler ve kadınlar için farklı farklı değerlendirilmiştir. Bu nedenle burada,
velinin evlilik akdi esnasında bulunma şartı, erkek ve kadın için iki ayrı
başlıkta ele alınacaktır.
208
en-Nisa, 4/23.
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 21; EBU DAVUD, “Nikâh”, 7.
210
KARAMAN, Mukayeseli İslam Hukuku, I, 252.
209
68
2.2.2.1. Erkeğin Velisinin Bulunması
Âkıl-baliğ
erkeklerin
evlilik
akdinde
velinin
bulunması,
İslam
hukukçularının ittifakıyla şart değildir. Böyle bir erkek, kimseden izin
almaksızın kendi iradesiyle evlilik akdini gerçekleştirebilmektedir. Bu konuda
İslam hukukçuları görüş birliği içerisindedir.211 Fakat erkek akıl hastası ise ya
da bülûğ çağına henüz gelmemişse, o zaman evlilik akdinin veli tarafından
yapılması gerekir. (Çocukların evliliği ve akıl hastalarının evliliği, kendi
bölümlerinde daha ayrıntılı anlatılmaktadır.212) Zaten daha önce de ifade
edildiği gibi, İslam hukukçuları arasındaki tartışmalar, daha çok kadınların
evlilik sözleşmesindeki durumlarıyla ilgili konularda olmaktadır.
2.2.2.2. Kadının Velisinin Bulunması.
Kadının evlilik akdindeki yetki problemi, velisinin akit esnasında
bulunup bulunmama şartı, İslam hukukçuları tarafından ayrıca ele alınmıştır.
Kadının sırf kendi iradesiyle evliliğini akdedip edemeyeceği konusunda İslam
hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır. Tartışmalar, Hanefi hukukçularla,
Cumhur
arasında
yaşanmaktadır.
Cumhur’a
göre,
kadının
evlilik
sözleşmesinde velisinin bulunması şarttır. Onlar, ister küçük ister büyük; ister
dul ister bakire olsun, kadın tarafından velisiz yapılan evlilik sözleşmesini
sahih kabul etmemişlerdir.213
Hanefi hukukçulara göre, velinin evlilik sözleşmesinde bulunma şartı,
sadece gayr-ı mümeyyiz çocuklar, deliler ve bunaklar için söz konusudur.
Hanefi hukukçulara göre mümeyyiz çocuklar bile velisinin iznine mevkufen
211
ABDULHAMİD, a.g.e., 76; İBN RÜŞD, a.g.e., II, 4.
Bkz. “İrade Beyanında Çocukların Durumu”, 39; “İrade Beyanında Akıl Hastalarının Durumu”, 61.
213
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 5; Ebû Ömer el-KURTUBÎ, a.g.e., 231; ZERKEŞÎ, a.g.e., V, 8;
NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 261; MAVERDÎ, a.g.e., IX, 38.
212
69
kendi evlilik akitlerini icra edebilmektedirler.214
Hanefi hukukçulara göre kadın, bizzat kendi iradesiyle kendi evlilik
sözleşmesini yapabileceği gibi, başka bir kadının da evlilik sözleşmesini vekil
sıfatıyla akdedebilmektedir. Kadının malı üzerinde tasarruf sahibi olduğu gibi,
evlilik sözleşmesi gibi önemli bir konuda da yetki sahibi olması gerektiğini
savunan Hanefi hukukçular215 şu delilleri gerekçe göstermişlerdir:
1-Kur’an
“Eğer mümin kadın, kendisini peygambere hibe edip peygamber de
onu nikâhla almak isterse…”216
“Yine erkek, karısını boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka
bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helal olmaz.”217
“Kocalarını nikâh etmelerine mani olmayınız.”218
Hanefilere göre bu ayetlerde evlilik akdi icrası kadına izafe edildiği
için, kadının yaptığı evlilik akdinin geçerli olması gerekir. Onlar: “Eğer velisiz
evlilik akdi olmamış olsaydı, burada ‘kadınları sıkıştırmayın, engel olmayın’
demenin bir anlamı kalmazdı.219” demektedirler.
2-Hadis
“Bekâr kadın, kendisi üzerinde velisinden daha fazla hak sahibidir.”220
“Dul kadın hakkında velisinin yapabileceği bir şey yoktur. Bekâr
kadın, kendisi hakkında velisinden daha fazla hak sahibidir.” 221
214
el-KÂSÂNÎ, a.g.e., II, 233.
Zeynüddîn İBN NÜCEYM, el-Bahru’r-Raik Şerhu Kenzi’d-Dekaik, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
Beyrut 1997, III, 193; İBN KUDÂME, a.g.e., VI, 449.
216
el-Ahzab, 33/50.
217
el-Bakara, 2/230.
218
el-Bakara, 2/232.
219
İBN HÜMAM, a.g.e., III, 248; MEVSILÎ, a.g.e., I, 90.
220
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 41; EBU DAVUD, “Nikâh”, 24.
221
EBU DAVUD, “Nikâh”, 25; İBN HANBEL, I, 334.
215
70
Hanefi hukukçular, bu hadisleri de gerekçe göstererek, kadının dul
olsun bakire olsun kendi iradesiyle evlilik akdini bizzat gerçekleştirebileceğini
savunmuşlardır.222
Cumhur, bu konuda farklı bir yol izlemiştir. Onlara göre kadınların
bizzat kendilerinin yaptığı evlilik sözleşmesi geçersizdir. Çünkü onlara göre
kadınların evliliğinde velinin bulunması şarttır. Eğer kadın dul ise, rızasının
alınmasını
şart;
değerlendirmiş
bakire
ise,
rızasının
alınmasını
müstehab
olarak
223
, gerekçe olarak da şunları zikretmişlerdir:
1-Kur’an
“Kadınların kendilerini kocalarına nikâh etmelerine engel olmayın.”224
İmam-ı Şafii, bu ayetin açıklamasıyla ilgili olarak; “felâ ta’dulûhünne”
ifadesiyle “kadınların velileri” kastedilmektedir, demektedir.225 Şafiiler, ayete
göre, “eğer kadının bizzat evlenmeye yetkisi olsaydı, veliye böyle bir yasak
koymanın anlamı kalmazdı.” demektedirler.
“İçinizden bekârları evlendirin.” 226
“İslam’ı kabul etmedikçe (mü’min kadınları) Allah’a ortak koşan
erkeklere nikâhlamayınız.”227
Burada evlenecek olanların dışındakilere hitap edilerek, evlilik akdi
icrası veliye havale edilmektedir.
2-Hadis
“Hangi bir kadın, velisinin izni olmadan kendisini nikâhlarsa, bu nikâh
batıldır, batıldır, batıldır.”228
222
ABDULHAMİD, a.g.e., 73; MEVSILÎ, a.g.e., I, 90.
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 8; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 66-67.
224
el-Bakara, 2/232.
225
ŞAFİİ, a.g.e., V, 11.
226
en-Nur, 24/32.
227
el-Bakara, 2/221.
228
EBU DAVUD, “Nikâh”, 19; TİRMİZİ, “Nikâh”, 14.
223
71
“Nikâh ancak veli ile olur.”229
Burada zikredilen hadisleri de gerekçe gösteren cumhur, kadınların
kendi başlarına, velisiz yaptıkları evlilik akdini geçerli kabul etmemişlerdir.230
Ayrıca kadınların velisiz yaptığı evliliği geçerli kabul eden Hanefileri, şu iki
noktada eleştirmişlerdir.
a) Hanefilerin evlilik akdini alış-veriş akdine mukayese ederek,
“kadının malı üzerinde tasarruf hakkı olduğu gibi, kendi üzerindeki tasarrufa
da hakkının olduğuna” dair değerlendirme yanlıştır. Çünkü Hz. Peygamber:
“Velisiz nikâh olmaz.” diyerek, “evlilik akdine” özellikle işaret etmesi
nedeniyle, alış-veriş akdine mukayese de yanlıştır. Bu nedenle kadınların
yaptığı evlilik akdi, geçersizdir.231
b) “Velisiz nikâh olmaz.232” hadisini tahsis ederek, Hz. Peygamber’in
“Lâ nikâha illâ biveliyyin” dediğini “illâ biveliyyetin” demediğini, bu hadiste
“müzekker sîga” kullanılarak, velîliğin ve evlilik akdi icrasının erkeğe tahsîs
edildiğini belirtmişlerdir.233
Özet olarak, Hanefi hukukçulara göre, âkıl-bâliğ bir kadın kendisinin
ve bir başka kadının evlilik akdini velisiz gerçekleştirebilmektedir. Bu akit,
Hanefilerce geçerlidir. Diğer hukukçulara göre kadın, ister dul ister bakire
olsun, onun ibareleriyle evlilik akdi gerçekleşememektedir. Şayet bir kadın,
sırf kendi iradesiyle bir evlilik akdi yapmışsa bu akit, geçersiz kabul edilmiştir.
229
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 36; EBU DAVUD, “Nikâh”, 19.
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 12; el-BAĞAVÎ, a.g.e., V, 248-251; eş-ŞİRÂZÎ, a.g.e., II, 35;
NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 261.
231
MAVERDİ, a.g.e., IX, 40.
232
BUHÂRÎ, “Nikâh”, 36; EBU DAVUD, “Nikâh”, 19.
233
MAVERDİ, a.g.e., IX, 40.
230
72
2.2.3. Şahitlerin Bulunması
Bir evlilik sözleşmesinde en az iki şahidin bulunması, İslam
hukukçuların tamamına göre şarttır. “Velisiz ve iki adil şahitsiz nikah
olmaz.”234 hadisi, evlilik sözleşmesinde şahitlerin bulunmasının gerektiğine
dair bir delil olarak zikredilmektedir. Bu hadisle, evlilik akdinde şahitlerin
bulunması gerekliliğine değinilmiştir. Ayrıca evliliğin gayr-ı meşru ilişkiden
ayrılması ve karşılıklı hakların ispatlanabilmesi gibi maslahatlar nedeniyle
evliliğin sıhhati için şahitler, olmazsa olmaz şartlardan sayılmıştır.235
İslam hukukçuları, evlilik sözleşmesinde şahitliğin şart olduğu
konusunda görüş birliği içerisindedirler. Ancak şahitlerin sahip olması
gereken vasıflar hakkında görüş ayrılıkları vardır.
Şahitlerde aranan şartlar şunlardır:
a-Akıl: İslam hukukçuları, bu şart üzerinde ittifak etmişlerdir.
b-Bülûğ: Bu şartta da hukukçular ittifak halindedir.
c-İki Şahit: Bu şartta da hukukçular ittifak halindedir.
d-İki şahidin de erkek olması: Bir kısım hukukçular şahitlik için
erkekliği şart olarak kabul ederlerken; Hanefiler, bir erkekle iki kadının
beraber bir evlilik akdinde şahitlik edebileceğini kabul etmişlerdir. Yani
Hanefilerde şahitlerden birisinin erkek olması yeterlidir.
e-Hürriyet: Cumhur’a göre şahitlik için hürriyet şarttır. Hanbelîlere
göre ise, bir köle evlilik akdine şahitlik edebilmektedir.
f-Adalet: Cumhura göre şarttır. Hanefilere göre ise bir fasık da evlilik
akdine şahitlik edebilir.
234
235
DAREKUTNÎ, Sünen, III, 221.
el-AYNÎ, a.g.e., IV, 25.
73
g-İslam: Şahitlerin Müslüman olması, hukukçuların ittifakıyla şarttır.
Ancak Hanefiler erkeğin bir zımmî kadınla evliliğini bundan müstesna
tutmuşlardır. Onlara göre iki zımmînin şehadetiyle de evlilik akdedilmiş olur.
h-Gözle görme: Gözle görme, sadece Şafiilere göre şarttır. Cumhura
göre a’mâ bir şahit, eğer akit yapanların sözünü işitiyorsa ve seslerini kesin
bir şekilde ayırt edebiliyorsa şahitliği caizdir.
ı-Sözleri işitme ve anlama: Şahitlerin akdi yapanların sözlerini
işitmeleri ve ne söylediklerini anlamaları gerekir. Bu da İslam hukukçularının
çoğunluğuna göre şarttır.236
2.3. Evlilik Akdinin Geçerliliği Bakımından
Taraflardan birinin veya velinin rızasını almak gerektiği halde rıza
alınmadan evlilik akdi yapılmışsa bu durumda mevkuf evlilikten bahsedilir ve
gerekli rıza alındıktan sonra evlilik akdi geçerli olur.
Örneğin, Hanefi hukukçulara göre mümeyyiz bir çocuk, velisinin
iznine mevkufen kendi evliliğini gerçekleştirebilmektedir. Yani bir mümeyyiz
çocuğun kendi iradesiyle gerçekleştirmiş olduğu evlilik akdinin geçerli kabul
edilebilmesi için, velinin evliliği onaması gerekir. Veli icazet verirse evlilik akdi
nafiz, yani geçerli olurken, velinin izin vermediği yani evliliği kabul etmediği
durumlarda, bu akit geçersiz kabul edilmektedir.237
İmam-ı Muhammed, Hanefi hukukçulardan farklı bir yol izleyerek,
âkıl-baliğ kızın sırf kendi iradesiyle akdettiği evliliği tek başına yeterli
görmemiş, böyle bir evlilik akdini mevkuf kabul etmiştir.238 Bu şekilde sırf
kendi iradesiyle evlilik sözleşmesini gerçekleştiren kızın evliliği, ancak veliden
236
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 61-63.
el-KÂSÂNÎ, a.g.e., II, 233.
238
eş-ŞEYBÂNÎ, a.g.e., III, 133; ABDULHAMİD, a.g.e.,74.
237
74
gerekli izin alındıktan sonra geçerli olabilmektedir. Bu arada yetkisiz bir
şahıs, bir kadın veya bir erkeği kendilerinden habersiz evlendirmişse bu akit
de gayr-ı nafizdir, mevkuftur. O kadın veya erkek durumu öğrendikten sonra
akdi kabul ederlerse evlilik akdi geçerli, kabul etmezlerse geçersiz
olmaktadır.239
Sonuç olarak, bir evlilik sözleşmesinin geçerli olabilmesi için
evlenecek bireylerin kendilerinin ya da gerekiyorsa velilerinin rızaları
alınmalıdır. Eğer bireyden ya da veliden gerekli izin alınmadan bir evlilik
sözleşmesi yapılmışsa bu sözleşme askıda kabul edilir ve gerekli izin
alındıktan sonra geçerli olmuş olur.
2.4. Evlilik Akdinin Bağlayıcılığı Bakımından
Bir evlilik sözleşmesi hukuken geçerli, ancak bağlayıcı olmayabilir.
Mesela, baba ile dededen başka velinin evlendirdiği küçüklerin bülûğ çağına
gelince bülûğ muhayyerlikleri vardır. Dilerlerse evlilik akdine devam ederler,
dilerlerse bu evliliği kabul etmeyebilirler. Küfvü olmayan yahut da layık olduğu
mehri şart koşmadan bizzat evlenen baliğa kızın bu evliliğine velileri razı
olmazlarsa nikâh “gayr-ı lazım”dır ve velilerin nikahın feshini taleb etme
hakları vardır. 240
Netice itibariyle evlilik akdinin bağlayıcılığı bakımından evlilikte
kullanılan seçme hakkı (muhayyerlikler) bireylerin hak ve özgürlüklerini
kullanmaları açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle muhayyerlik konusuna
da değinmek gerekir.
239
240
MERGİNÂNÎ, a.g.e., III, 258.
MERGİNÂNÎ, a.g.e., III, 249.
75
Muhayyerlik;
a-Bülûğ Muhayyerliği,
b-İyileşme Muhayyerliği,
c-Kefaet Muhayyerliği olmak üzere üç başlıkta ele alınmalıdır.
2.4.1. Bülûğ Muhayyerliği
Küçük çocukların evliliği, İslam hukukçularının çoğunluğuna göre
geçerlidir.
Görüş
ayrılığı,
bu
küçük
çocukların
kimler
tarafından
evlendirilebileceği konusundadır. Küçük çocukların babaları tarafından
evlendirilebileceği konusunda da ittifak olmakla birlikte;
Şafii hukukçulara göre, küçük çocuğu babasının yokluğunda ya da
onun
veli
olmaya
evlendirebilmektedir.
Maliki
elverişli
olmadığı
durumlarda
babanın
babası
241
hukukçulara
göre,
küçük
çocuğu
baba
yoksa
dede
evlendiremez.242 Bu durumda kız çocuğunun bülûğa erip birisini kendisine
vekil tayin etmesi gerekir.243
Hanefi hukukçular ise küçüğün evlendirilmesi konusunda baba ve
lieb dede (babanın babası) ile birlikte geniş bir asabe grubuna velayet yetkisi
vermişlerdir. Hal böyle olunca bu geniş asabe grubundan herhangi birinin
küçük çocuğu evlendirmesinin, çocuğa menfaat değil zarar getirebileceği
endişesini taşıyan Hanefiler, “Bülûğ Muhayyerliği” konusunu gündeme
getirmişlerdir. Yani bu geniş yetki sahasının doğurabileceği mahzurları
önlemek için “seçme hakkını” bireylere tanımışlardır.
Hanefi hukukçulara göre baba yahut dedenin küçüğü evlendirmesi
durumunda bülûğ muhayyerliği değil, evlilik akdinin geçerli (nafiz) ya da
241
NEVEVÎ, a.g.e., XVII, 61.
SAHNÛN b. SAİD, a.g.e., IV, 5.
243
ABDULHAMİD, a.g.e., 69.
242
76
geçersiz (gayr-ı nafiz) olma durumu bahis mevzuudur.
Baba yahut dede, iyi niyetli ve toplumda sevilen, çocuklarına karşı
şefkatli olduğu bilinen kimselerse, velisi olduğu küçük çocuğu evlendirmesi
durumunda bu evlilik akdi geçerli kabul edilir. Hatta bu evlilik akdinde
denklikte ya da mehirde bir eksiklik olsa bile akit yine geçerli kabul
edilmektedir. Onların daha önemli maksatlar gözettikleri düşünülmüştür.244
Ancak onlar kötü niyet sahibi insanlar olarak bilinen kimselerse veya akit
anında sarhoş iseler, mehirde ve kefaette bir eksiklik varsa, bu evlilik akdi
geçersiz kabul edilmiştir. Evlilik sözleşmesinde böyle bir eksiklik yoksa, akit
geçerli kabul edilmektedir.
Baba ya da babanın babasının yaptığı evlilik akdi için bülûğ
muhayyerliği söz konusu değilken, bunların dışındaki veliler tarafından
yapılan evlilik akdi için bülûğ muhayyerliği söz konusudur.245 Şayet küçük
çocuk baba yahut dedenin dışında asabeden birisi tarafından evlendirilmişse,
akdin geçerliliği mehir ya da küfüvlüğün tam olmasıyla mümkündür. Ancak
bu akit geçerli olmakla birlikte henüz bağlayıcı olmamış, lüzum şartı
gerçekleşmemiştir. İşte bu noktadan sonra bülûğ muhayyerliğinden söz
edilebilir. Küçüklerin bülûğa erip, evliliği ikisi birden kabul etmeleriyle akit
lazım yani bağlayıcı olur; ikisinden birinin reddetmesiyle evlilik fasid yani
geçersiz kabul edilir.246
Bülûğ muhayyerliği, diğer bir ifadeyle “hıyar-ı idrak”, kadın ve erkek
için farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bu farklılıklar göz önünde bulundurularak
konu, kadınlar ve erkekler için olmak üzere iki başlıkta ele alınmıştır.
244
a.g.e., 70.
a.g.e., 29.
246
a.g.e., 29.
245
77
2.4.1.1. Kadın Açısından
Babası ya da babanın babası dışında bir veli tarafından evlendirilmiş
olan kız, bülûğa erdiği anda muhayyerdir. Daha önce yapılmış olan evlilik
akdini dilerse kabul eder, dilerse reddeder. Eğer evliliği kabul etmiyorsa,
bülûğ alameti onda görünür görünmez kabul etmediğini hemen ifade etmesi
gerekir.
Bir kadının bülûğ muhayyerlik hakkı ânidir, zamanî değildir. Bülûğa
erdiği mecliste bile, meclisin sonuna kadar beklese muhayyerliği geçersiz
kabul edilmiştir.247 Bülûğ muhayyerliğini kullanarak daha önce yapılmış olan
evlilik akdini kabul etmeyen bir kız, henüz evlilik bağından kurtulmuş
sayılmaz. Hâkime başvurup evlilik akdini feshettirerek bu bağdan kurtulması
gerekir. Ancak fesh için acele etmesi gerekmez, kendini muhayyer kıldıktan
bir müddet sonra da gitse hâkime müracaatı geçerlidir. Hâkim evlilik akdini
fesh için her iki tarafı huzuruna çağırır. Eğer erkek bülûğa ermemişse, onun
yerine hâkim velisini hazır bulundurur ve onların huzurunda akdi feshettiğini
açıklar. Böylece aradaki evlilik bağı, hâkim tarafından kaldırılmış olur.248
Muhayyerliğin kullanılarak, hâkim tarafından eşlerin arası tefrik
edildiğinde acaba bu hadise bir fesh midir, yoksa talak mıdır? Bu konu, İslam
hukukçuları arasında tartışma konusu olmuştur. Netice itibariyle hukukçuların
çoğunluğu, bu olayın bir talak değil bir fesih olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Fesh olayı meydana gelmeden evvel taraflardan birisi ölse mehir ve miras
gündeme gelir. Her ikisinin de ödenmesi gerekir.249
Bülûğ muhayyerliğinin kız için ânî olduğu ifade edilmekle birlikte,
İslam hukukçularına göre, kaçınılmaz bir engelden dolayı kız, seçme hakkını
kullanamamışsa, bu bir özürdür ve kullanmaya imkânının olduğu ilk anda bu
247
Alemgir MUAHMMED, a.g.e., II, 313.
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 388.
249
Alemgir MUAHMMED, a.g.e., II, 312.
248
78
hakkını kullanabilir.250
Evlilik akdini kabul eden kızın, bunu açıklama veya ifade etme şekli
de, konunun incelenmesi gereken başka bir yönüdür. İslam hukukçuları, eğer
kız bakire olarak bülûğa ermişse bunu açıkça ifade etmesine gerek
olmadığını, susmasının kabul için yeterli bir sebep olduğunu ifade etmişlerdir.
Ancak bülûğa eren kız bakire değilse, rızasını susarak değil, söz ile ifade
etmesi gerektiğini belirtmişlerdir.251 Çünkü daha önce “kadınların evliliği”252
konusunda açıklandığı gibi, dul ile bakirenin evlilik için rıza beyan etmesi,
farklı şekillerde gerçekleşmektedir.
Bakire olmayan kadın, kararını hemen vermek zorunda değildir. Razı
olduğuna delalet eden herhangi bir hareket olmadıkça, örneğin öpmek, mehri
istemek, ilişkiye girmek gibi bir durum sergilememişse, muhayyerliği devam
eder.253 Dulun bülûğ muhayyerliği aşağıda da açıklanacağı gibi, erkeğin
kullandığı bülûğ muhayyerliğiyle benzer bir özellik arz etmektedir.
2.4.1.2. Erkek Açısından
Babası ya da dedesi tarafından evlendirilen bir erkek çocuğunun,
bülûğa erdiğinde seçme hakkı yoktur. Bunların dışında, asabeden birisi
tarafından dengi olan bir kızla evlilik akdi yapılan bir erkek çocuğunun bülûğa
erdiğinde seçme hakkı vardır. Dilerse evlilik akdini kabul eder, dilerse
reddedip hâkime fesh için müracaat edebilir.254
Erkek çocuğu muhayyerlik hakkını, kızda olduğu gibi hemen
kullanmak zorunda değildir. Kabul ettiğine alamet olacak bir durum, örneğin
250
a.g.e., II, 314.
a.g.e., II, 313.
252
Bkz. “Evlilikte kadının irade beyanı”, 49.
253
Alemgir MUHAMMED, a.g.e., 313.
254
a.g.e.
251
79
kızı öpmek, onunla ilişkide bulunmak, mehir vermek gibi bir söz ya da fiilde
bulunmamışsa
hayatı
boyunca
muhayyerliği
devam
eder.
Bülûğ
muhayyerliğini kullanacak olan kız da eğer dul ise, muhayyerlik hakkı erkekte
olduğu gibidir.255 Muhayyerliği, evliliği kabul ettiğine dair bir alamet olmadıkça
hayat boyu devam eder.
Bülûğ muhayyerliğinin geçerlilik kazanabilmesi için mutlaka hâkimin
feshi gerekir. Miras meselesi bu fesh ile yakından ilişkilidir. Örneğin, bülûğ
muhayyerliğini kullanmadan bir taraf ölse, biri diğerine mirasçı olmaktadır.
Bülûğ muhayyerliğini taraflardan biri kullanarak evlilik akdini kabul etmese ve
henüz hâkim evlilik akdini feshetmemiş olsa, yine biri diğerine mirasçı
olmaktadır.256
2.4.2. İyileşme Muhayyerliği
İyileşme Muhayyerliği de Bülûğ Muhayyerliği gibi, akıl hastalarının
evlilik akdinde baba ve dede haricindeki geniş asabe grubuna yetki vermesi
sonucu oluşabilecek zararlı durumlara karşı bir oto-kontrol mahiyetinde
Hanefilerce kabul edilmiş olan bir seçim hakkıdır.
Akıl
hastalarının
evlendirilip
evlendirilemeyeceği,
evlilikleri
mümkünse bunun nasıl gerçekleştirileceği öteden beri hukukçular arasında
tartışmalıdır. Bu konu “akıl hastalarının evlendirmesiyle ilgili”257 başlıkta geniş
bir şekilde ele alınmıştır. Burada ise, “akıl hastaları iyileştiğinde nasıl bir
seçme hakkına sahip olmaktadırlar?” konusu üzerinde durulacaktır.
Akıl hastalarının evliliğinde baba yahut dedenin yapacağı evlilik akdi
bağlayıcıdır; hasta iyileştiğinde seçme hakkı söz konusu değildir. Baba ve
255
ABDULHAMİD, a.g.e., 72.
Alemgir MUAHMMED, a.g.e., II, 312.
257
Bkz. “İrade beyanında akıl hastalarının durumu”, 61.
256
80
dedenin dışında kalan, asabe tarafından küfvüne yapılacak bir akit için
iyileşme muhayyerliği söz konusudur. Bu şekilde diğer asabelerinden biri
tarafından evlendirilen bir deli erkek ya da deli kadın, iyileştiği zaman dilerse
evliliğe devam eder, dilerse seçim hakkını kullanarak fesh için hâkime
müracaat edebilir. Hâkim de akdi feshederek aralarını ayırır.258 Fesihten
evvel taraflardan bir vefat ederse, henüz evlilik bağı devam ettiği için miras
ve mehir ödenmesi gerekmektedir.259
Eğer evlendirilen deli çocuksa, bülûğa erdiğinde onun muhayyerliği
söz konusu değildir. Çünkü ehliyetsizlik devam etmektedir.260 Kadın
bakımından, bülûğ muhayyerliğinde olduğu gibi, iyileşen şayet bakire ise,
muhayyerlik hakkını kullanması ânîdir. Dul ise, erkekte olduğu gibi
muhayyerliği zamanîdir; daha sonra da bu seçme hakkını kullanabilir.261 Akıl
hastası olan bir kadın eğer büyükse, oğlu tarafından yapılan evlilik akdi
bağlayıcıdır. İyileşme sonucu meydana gelen seçme hakkı söz konusu
değildir.262
2.4.3. Kefaet Muhayyerliği
İslam hukukçularının çoğunluğu evlilikte kefaetin gerekli olduğu
kanaatindedirler. Kefaet (denklik) bazı İslam hukukçularına göre evlilik
akdinin sıhhat şartı, bazı hukukçulara göre de lüzum şartı olarak
değerlendirilmiştir.
İbn Hazm, Kerhi, Sevri gibi az sayıda hukukçu da, kefaetin evlilik akdi
için şart olmaması gerektiğini savunmuşlardır.263 Delilleri ise:
258
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 70.
ABDULHAMİD, a.g.e., 73.
260
a.g.e., 71.
261
a.g.e., 73.
262
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 383.
263
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 183.
259
81
“Bilesiniz ki; Allah katında en üstün olanınız, takvaca üstün
olanınızdır.”264
“O, sudan bir beşer yaratıp da onu soy sop yapandır.”265 ayetleridir.
Kefaeti evlilik akdinde gerekli görenlerin delilleri şudur:
1-Kur’an
“Allah, rızk bakımından bir kısmınızı bir kısmınıza üstün kıldı.”266
“Allah mü’minleri yükseltsin. Kendilerine ilim verilenler için ise
(Cennette) dereceler vardır.”267 Bu ayetleri delil olarak kabul eden
hukukçular, evlilik akdinde denkliğin olması gerektiği kanaatindedirler.
2-Hadis
“Dengi olanlardan başkasıyla kadınları evlendirmeyiniz.”268
“Üç şey geciktirilmez: Vakti geldiğinde kılınacak namaz, hazır
olduğunda
cenazenin
evlendirilecek kız.”
269
namazının
kılınması,
dengi
bulunduğunda
Bu ve benzeri hadisleri delil olarak kabul eden
hukukçular, evlilikte denkliğin gerekli olduğu kanaatine varmışlardır.270
Kefaeti gerekli görenlere göre kefaet altı noktada aranmalıdır:
1-Soy
2-İslâmiyet
3-Diyanet
4-San’at
264
el-Hucurat, 49/13.
el-Furkan, 25/54.
266
en-Nahl, 16/71.
267
el-Mücadele, 58/71.
268
İBN MÂCE, “Nikâh”, 46.
269
TİRMİZÎ, “Salât”, 127; İBN HANBEL, 1, 105.
270
el-BAĞAVÎ, a.g.e., V, 241; ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 184.
265
82
5-Hürriyet
6-Mal271
Hukukçulara göre bu şartlarda denk olanların evlenmesi,$ aile
saadeti için daha faydalı olacaktır. Bu meselenin ayrıntılı incelenmesi
“Nikâhta Kefaet” konusuyla alakalı olup burada, kefaetin noksanlığının
nikâhta muhayyerliğe nasıl sebebiyet verdiği ele alınacaktır.
Kefaet muhayyerliği;
-Kadın açısından,
-Erkek açısından,
-Veli açısından, olmak üzere üç ayrı başlıkta incelenecektir.
2.4.3.1. Kadın Açısından
Babanın çocuğunu evlendirmesi durumunda bülûğ muhayyerliği
meydana
gelmezken,
kefaet
söz
konusu
olduğunda
durum
biraz
değişmektedir.
Kadının kefaet muhayyerliğine örnek olarak; bir baba küçük kızını
salih zannederek bir erkekle evlendirse, daha sonra da erkeğin fasık olduğu
ortaya çıksa, bu kız bülûğa erdiği zaman seçme hakkına sahip olur. Dilerse
evlilik bağının feshi için hâkime müracaat edebilir.272 Kadın da erkeğin denk
olduğunu zannederek evlense, daha sonra da erkeğin denk olmadığı ortaya
çıksa, bu durumda da evliliğin feshi için hakime başvurabilir.273
271
ZÜHAYLÎ, a.g.e., IX, 191-196.
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 385.
273
BİLMEN, a.g.e., II, 69.
272
83
Buradaki asıl mesele, akdin evvelinde denkliğin araştırılmasıyla
ilgilidir. Şayet erkeğin denk olup olmadığı araştırılmadan akit yapılmışsa, artık
kefaet muhayyerliğinden söz edilemez. Ancak araştırma sonucu erkeğin
denk olduğu zannedilip de akitden sonra erkeğin denk olmadığı ortaya çıksa,
o zaman fesh dâvâsı açılabilir.274
Kefaet
muhayyerliğinin,
bülûğ
ile
birlikte
kazanılan
“bülûğ
muhayyerliğinden” bir farkı şudur: Bülûğ muhayyerliğinde kadın, seçme
hakkını tam netleştirmeden erkekle bir araya gelemez. Yani muhayyerliğin
devamı için cinsi birleşmenin meydana gelmemesi gerekir. Şayet bir araya
gelirlerse, seçme hakkı son bulmuş olur. Kefaet muhayyerliğinde ise, kadın
erkekle bir araya gelmiş olsa bile, seçme hakkı devam edebilmektedir. Ta ki
kadın hamile kalıncaya kadar; bazı hukukçulara göre de doğum yapıncaya
kadar kefaet muhayyerliği süresi devam edebilmektedir.275 Bu açıdan bülûğ
muhayyerliği ile kefaet muhayyerliği, birbirinden farklıdır.
2.4.3.2. Erkek Açısından
Evlilikte denklik esas itibariyle erkek tarafında aranmakla birlikte,
velisi tarafından evlendirilen erkeğin küçük olması durumunda, yani baliğ
olmadığı durumlarda, kız tarafında da denklik aranmaktadır. Eğer küçük
erkek, baba veya dedenin dışında bir veli tarafından dengi olmayan bir kızla
evlendirilmişse, bu durumda küçük erkeğin, bülûğa erdiğinde seçme hakkı
söz konusu olur.276 Baba ve dedenin burada istisna edilmesi, yine şefkatle
alakalı bir durum olsa gerektir.
274
HALLAF, a.g.e., 72; İBN ABİDİN, a.g.e., V, 385.
BİLMEN, a.g.e., II, 71.
276
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 386.
275
84
2.4.3.3. Veli Açısından
Hanefi hukukçular, kadının kendi başına evlilik sözleşmesini
akdedebileceği görüşünü kabul ettikleri için, bir kadının velisinden izinsiz sırf
kendi iradesiyle gerçekleştirdiği evlilik sözleşmesini geçerli kabul etmişlerdir.
Ancak Hanefi hukukçular kadına böyle bir hak tanımakla birlikte, oluşabilecek
mahzurları önlemek maksadıyla, kefaette ve mehirde bir eksiklik olduğu
takdirde, veliye evlilik akdine itiraz etme hakkı tanımışlardır. Hanefilerin
dışındaki hukukçular ise, kadına evlilik akdinde herhangi bir yetki vermediği
için, onların gündeminde velinin evliliğe itirazı gibi bir durum söz konusu
değildir.
Kadının velisinden habersiz evlendiği erkek, kendisine denk değilse
ya da mehir eksik ise; veli, bu evliliği feshettirip ettirmeme konusunda
muhayyerdir. Dilerse, hâkime müracaatla yapılmış olan bu akdi feshettirebilir,
dilerse
razı
olur.277
Kefaet
ve
mehirdeki
eksiklikten
dolayı
evliliği
feshettirebilme hakkına, asabeden olan tüm erkek veliler sahiptirler. Ancak
üstteki bir velinin evliliğe razı olması durumunda, diğer velilerin itiraz hakkı
ortadan kalkmaktadır.278
Velilere evliliğe itiraz etme hakkı tanınmasının sebebi, soyun
korunmasıyla alakalıdır. Bu nedenle asabeden olan tüm velilerin kefaet
muhayyerliğini kullanabilecekleri ifade edilmiştir. İmam-ı Azam, bu velilere
“kadın akrabaları” da dâhil etmiştir. İmam-ı Azam, soyun korunmasından çok
evlenecek bireylerin haklarının korunmasının öncelikli mesele olması
gerektiğini düşünerek, konuya farklı yaklaşmıştır. Bireylerin haklarının ve aile
huzurunun korunması konusu şefkatle alakalıdır. Şefkati yalnız asabeyle
sınırlandırmanın doğru olmayacağını, bu sebeple asabe bulunmadığında
kadın akrabaların da veli olabileceğini belirtmiştir.279
277
a.g.e., V, 361.
el-CEZÎRÎ, a.g.e., IV, 57.
279
KARAMAN, Mukayeseli İslam Hukuku, I, 251.
278
85
Kefaet muhayyerliği erkeğin denklik olarak kadından daha aşağı
olduğu durumlarda kullanılmaktadır. Eğer erkek kadından üstün ise, velinin
kefaet muhayyerliğinden söz edilemez. Velinin itiraz hakkı, razı olduğuna
delalet edecek bir durum meydana gelmedikçe devam etmektedir. Yani
kefaet muhayyerliği, veli için ömrîdir. Şayet veli evliliğe razı olursa ya da
kadın hamile kalırsa, velinin kefaet muhayyerliği sona ermektedir.280 Velinin
mehr-i mislin noksan olması durumunda itiraz hakkının olup olmaması
meselesi İmam-ı Azam ile İmameyn arasında ihtilaflıdır. İmam-ı Azam’a göre,
mehr-i misil noksansa, veli tamamlanmasını ister. Şayet tamamlanmazsa
evliliğin feshi için hâkime müracaat edebilir.281 İmameyne göre ise, mehr-i
mislin eksikliği, veli için muhayyerlik hakkı meydana getirmez.
H.A.K.’ın,
47.
maddesinin
esbab-ı
mucibesinde
İmameyn’in
görüşünün esas alındığını görmekteyiz:
“İmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah hazretlerine göre mehr-i misl
esbab-ı kefaetten olup bir kebire nefsini velev küfvüne mehr-i misilden
noksan ile tezvic etse evliyanın hakkı itirazı vardır. Mezheb-i muhtar dahi bu
esasa müstenittir. Hâlbuki bir kız reşiden baliğ olduktan sonra tasarrufat-ı
maliyesinde velayet mürtefi olduğu gibi mehrin tayin-i miktarı dahi muamelatı
maliyeden olmak hasebiyle bu babda da mürtefi olmak lazım gelir. Hatta
İmameyn hazeratı mehri misil meselesinde evliyanın hakkı itirazı olmadığına
kıl oldukları gibi İmam-ı Malik ve Şafii hazeratı da bu ciheti kabul etmişlerdir.
Filhakika kefaet meselesinde evliyaya hakkı itiraz verilmesinden maksad
kızın muamelesiyle ailesine tari olan ar’ı def etmek içindir. Halbuki
zamanımızda cereyan eden efkara nazaran bilakis mehrin miktarındaki
noksandan dolayı mevcud bir akdin feshine kıyam etmek mucib-i ar olup
nikâhı bir muameleyi maliye derekesine indirmek demektir. İşbu esbaba
binaen layihada mehri mislin noksanı hasebiyle velinin hakkı itirazı olmadığı
kabul edilerek 47. madde bu esbaba göre tanzim edildi.”282
280
BİLMEN, a.g.e., II, 71.
İBN ABİDİN, a.g.e., V, 361.
282
H.A.K. 47. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 274-275.
281
86
Evlilikte denkliğin aranmasının gerekçesi, evlenecek çiftler arasında
içtimai ve iktisadi bakımdan yakınlık ve denklik bulunmasını sağlamaktır. Bu
denkliğin hem çiftler hem de hısımlar arasında saadet, huzur ve sevgiyi tesis
ettiği düşünülmüştür. Fakat kefaetteki eksiklik nedeniyle velinin evlilik akdine
itirazda bulunarak, akdi feshettirebilme yetkisi, bazı problemlere yol açmış
olmalı ki, HAK’ta bunun mahzurlu olduğu ifade edilmiştir.
“Mezheb-i muhtara göre kebire nefsini tezvice kadir olup velinin
ancak ahval-ı mahdudede hakk-ı itirazı vardır. Hâlbuki akd-i nikâhın
icrasından sonra teşekkül etmiş bir aileyi velinin itirazı üzerine fesh etmekten
ise kable’n-nikâh bu türlü avarızın izalesi daha makul ve tarafeynin
menfaatine daha muvafıktır…”283
Kararnamede ileri sürülen gerekçe, bu konuda daha makul
gözükmektedir. Çünkü evlilik akdi, önemli bir akittir. Dolayısıyla evliliğe adım
atmadan önce, karşıdaki insanı ve onun çevresini iyi tanımak gerekir.
Evlenmeden önce iyi bir araştırma yapılmalıdır. Hayatî bir önem arz eden
evliliğe böyle bir araştırma yapmadan girmek, elbette akla ve mantığa uygun
değildir. Hal böyle olunca, oluşmuş bir evliliği yıkmaktansa daha işin başında
bu tür sorunlar halledilmelidir. Sonuç olarak, zamanın ve şartların durumu
göz önünde bulundurularak bu meselenin ele alınması, aile kurumunun
devamını ve huzurunu sağlamak açısından daha faydalı olacaktır.
283
H.A.K. 8. maddenin esbab-ı mucibesi için bkz. AYDIN, a.g.e., 272.
SONUÇ
Bireylerin evlilik sözleşmesindeki hak ve özgürlüklerinin sınırı, bunları
kullanabilmeleri ve veli konumundaki kimselerin bireyler üzerindeki velayet ve
sorumluluklarını yerine getirmelerinden doğan (yetkinlik) problemler, İslam
hukukçuları arasında tartışılagelmiştir.
İslam hukukuna göre evlilik sözleşmesinde bireylerin yetki durumları,
bedenî ve aklî gelişimlerine paralel olarak gelişmektedir. Bu gelişim sürcinin
dönemin ilk basamağı, çocukluk dönemiyle başlar. Hukukçular, çocukluk
dönemini “gayrı mümeyyiz" ve “mümeyyiz çocukluk dönemi” olmak üzere iki
kısma ayırmışlardır.
Çocukların yetki problemi konusunda hukukçular, gayrı mümeyyiz
dönemde evlilik akdi için çocuklara herhangi bir yetki tanımazlarken, temyiz
dönemine ulaşan çocuklara nısbî ya da daha hukukî bir tabirle velinin iznine
bağlı bir yetki tanımışlardır. Mümeyyiz çocuğun bülûğa ermesiyle bu nısbî
yetki,
tam
yetkiye
dönüşebilmektedir.
Böylece
birey
eksik
ehliyetli
durumundan çıkarak tam ehliyetli kişi statüsü kazanmaktadır.
Âkıl-bâliğ erkek ve kadının evlilik akdinde tam evlilik ehliyetine sahip
olması, Hanefi hukukçular tarafından kabul görmekle birlikte; Cumhur, bu
yetkiyi kızın velisine vermiştir. Bununla birlikte kızın evliliğinde rızasının
alınması da “güzel bir davranış” olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca kadınların
evliliğini iki kategoride ele alan Cumhur, bakire ve dul ayrımına giderek, âkılbaliğa olan bakireyi zorlayıcı velayet kapsamında değerlendirmiştir. Dul
kadını ise, “zorlayıcı velayet” değil, “ihtiyari velayet” kapsamında ele almıştır.
Yine Cumhur, dul da olsa, kadınların evliliğinde velinin bulunmasını evlilik
akdinin şartları içine almıştır. Bu durum, rıza ve cebir açısından
değerlendirildiğinde, kadınların evliliğinde tam bir hürriyetten, tam bir yetkiden
söz etmek tartışmaya açık bir konu olarak görülmektedir.
88
Nikâh
akdiyle
ilgili
hükümleri
rıza
ve
cebir
kapsamında
değerlendirirken, konumuzla yakından ilişkili olan evlilik sözleşmesindeki
muhayyerlikler,
yani
bireylerin
“seçme
hakkı”
meselesi,
karşımıza
çıkmaktadır. Evlilik sözleşmesinde bireylerin seçme hakkı, “Nikâhta Rıza ve
Cebir” açısından oldukça önemlidir. Çünkü birey, evlilik sözleşmesi
esnasında, tam bir yetkiye sahip olamayabilir. Daha sonra bu yetkiye sahip
olduğunda, önceki durumunu beğenmeyebilir. Bu nedenle evlilikte seçme
hakkı, bireyin evliliği rızasıyla devam ettirmesi anlamında önemlidir.
Çalışmamız çerçevesinde bireyin seçme hakkı:
1-Bülûğ Muhayyerliği,
2-İyileşme Muhayyerliği,
3-Kefaet Muhayyerliği, olmak üzere üç bölümde ele alınmıştır.
Bireylerin evlilik gibi hayati bir meselede kendi özgür iradelerini
kullanabilmeleri, insanlık onuru açısından oldukça önemlidir. Ancak evlenen
bireylerin,
özellikle
kızların,
ilerideki
hayatında
huzur
ve
mutluluğu
yakalayabilmeleri için, aile büyüklerinin desteğine oldukça çok ihtiyaçları
vardır. Çünkü evlilikte iki birey, bir yuva kurmakla kalmıyor, iki taraftan
akrabalar da birbirleriyle kaynaşıyorlar ve sorunlar beraber hallediliyor.
Özellikle
kızların
hayal
kırıklıklarıyla
sonuçlanan
evliliklerinde,
aile
büyükleriyle olan münasebetleri, oldukça önemlidir. Çünkü ailesinin rıza
göstermediği
bir
erkekle
evlenen
kız,
çoğu
kez
ailesi
tarafından
dışlanabilmekte ve arzu edilmeyen sonuçlar yaşanmaktadır.
Sonuç olarak âkıl-baliğa kızın evlilik gibi önemli bir konuda özgür
iradesini kullanabilmesinin güzelliği yanında, aile büyükleri tarafından da
desteklenmesi, kızın evlilik sürecinde huzur ve mutluluğu için oldukça
önemlidir. Kızların evliliğinde bazı hukukçular onlara hiçbir yetki tanımayıp
sadece onların rızasını almayı “güzel bir davranış” olarak değerlendirmekle
yetinirken; bazı hukukçular da onlara, tam bir yetki tanımaktadır. Elbette bu
89
farklı görüşlerin dayanağı olan ayet ve hadisler, hukukçunun anlayabileceği
şekilde te’vil edilebilir. Bu sebeple konuya biraz da sosyolojik açıdan
bakılabilir. Yukarıda da izah edildiği gibi, kızları yetkisizlikten kurtarmak
önemli olduğu gibi, evlilik sürecini korumak da bir o kadar önemlidir. Bu
bağlamda Hanefi hukukçuların âkıl-baliğ kızı “nedb velayeti”, Cumhur’un ise,
“icbar
velayeti”
kapsamında
değerlendirmesine
mukabil,
İmam-ı
Muhammed’in “şirket velayeti” görüşünün, hem kıza yetki vermek hem de aile
büyüklerinin onayı alınarak yapılan evliliğin mutlu ve huzurlu bir şekilde
devamını sağlamak anlamında daha faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Zorlayıcı olan ya da olmayan velayetle ilgili konulara bakıldığında
hukukçuların buluştuğu orta nokta, öncelikle kızın haklarının korunmasıdır.
“Bu noktada kızın dengi ile ve emsal mehri ile evlenmesi asıldır. Bu, hem
kızın ve velilerinin, hem de akraba kızlarının haklarını korumaktadır. Böyle bir
evlilikte Hanefiler velinin iznine gerek görmezlerken, diğer mezheplerde de
bu izin, bir formaliteden ibarettir. Çünkü böyle bir evliliğe veli izin vermezse
yetkisini su-i istimal etmiş olacağından, kızı sıradaki veli evlendirecektir… Bir
ömür geçirilecek olan eşin seçimi konusunda karar ya da izin, elbette sadece
velinin elinde olmamalıdır... Fakat ileride doğabilecek problemlerin kabulü ve
kızın kendi başına kalmasını önleme açısından, evlilikte aile ve toplum
haberdar olmalıdır.”284
284
Saffet KÖSE, a.g.mak., 113.
90
KAYNAKÇA
ABDULHAMİD, İrfan, “Cebriye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, VII.
ABDULHAMİD, Muhammed Muhiddin, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyyetü fi’şŞeriati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Kütübü’l-Arabî, Beyrut 1984.
AHMED İBN HANBEL, Ebû Abdullah eş-Şeybânî, Müsned, Mısır ts.
APAYDIN, H. Yunus, “Muhayyerlik”, DİA, XXXI.
AYDIN, M. Akif, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1995.
__________, İslam-Osmanlı Aile Hukuku, (eser içerisinde “Hukuku
Aile Kararnâmesi”).
AYNÎ, Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmud bin Ahmed, el-Binâye fî
Şerhi’l-Hidâye, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1980.
BAĞAVÎ, Hüseyin bin Mes’ud, et-Tehzîb fî Fıkhi İmami’ş-Şafii,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
BARDAKOĞLU, Ali, “Ehliyet”, DİA, X.
__________, ”Bülûğ”, DİA, VI.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye
Kamusu, İstanbul 1968.
BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Câmiü’s-Sahîh,
Matbaatü’z-Zâhiratü’l-Fâhira, Kâhire 1315.
91
Büyük Lugat ve Ansiklopedi (Meydan Larousse), Meydan Yay.,
İstanbul 1972.
CEZİRÎ, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa, Dâru’lKütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
CİN, Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1974.
DANIŞMAN, Muhammed Ali “İslam Hukukuna Göre Evlilikte Velayet
ve Kapsamı”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2006.
DAREKUTNÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer, Sünen-i Dârekutnî, Medine
1386.
DÖNDÜREN, Hamdi, Delilleriyle İslam Hukuku, İslam Hukuku
Külliyatı Yayınları, Konya 1977.
__________, Sosyal Değişme Karşısında İslam Hukuku ve Yeni
Yaklaşımlar, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2003.
EBU DAVUD, Süleyman bin el-Eş’as es-Sicistânî, Sünen, Mısır
1952.
EBÛ ZEHRA, Muhammed, el-Ahvâlü’ş-Şahsiyye, Dâru’l-Fikri’lArabî, Beyrut ts.
__________, Ebû Hanîfe (trc. Osman KESKİOĞLU), Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 2002.
el-KÂSÂNÎ, Ebû Bekr Alaaddin b. Mes’ud, Bedai’üs-San’aî, Mısır
1327.
el-MAVERDÎ, Ebu’l-Hüseyin Ali b. Muhammed el-Basrî, el-Hâvi’lKebîr, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1994.
el-MERGİNÂNÎ, Burhânü’d-Dîn Ali bin Ebî Bekr, el-Hidâye, yy.,
92
1995.
el-MEVSILÎ, Abdullah b. Mahmûd, el-İhtiyar li-Ta’lîli’l-Muhtar, Çağrı
Yayınları, İstanbul 1980.
el-MEVSÛATÜ’L-FIKHIYYE,
“Muharremâtü’n-Nikâh”,
Vizerâtü’l-
Evkâf ve’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, Kuveyt 1996.
ERDOĞAN, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul
1998.
EROĞLU, Selahattin, “Talak Hakkında Kur’an-ı Kerim’in Genel
Tutumu”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1986.
es-SERAHSÎ, Şemsü’d-Dîn, el-Mebsut, Beyrut ts.
es-SİBÂÎ, Mustafa, Şerhu Kânûni’l-Ahvâli’ş-Şahsiyye, elMektebetü’l-İslâmî, Beyrut 1997.
eş-ŞAFİİ, İdris, el-Ümm, Matbaatü’l-Kübra el-Emîriyye, Mısır 1322.
eş-ŞEYBÂNÎ, Muhammed b. Hasan, Kitâbu’l-Hüccet Alâ Ehli’lMedine, Beyrut 1983.
eş-ŞİRÂZÎ, Ebû İshak İbrahim b. Ali b. Yusuf el-Fîrûzâbâdî, elMühezzeb Fî Fıkhı Mezheb-i İmami’ş-Şafii, Matbaatü İsa el-Bâbî el-Halebî,
Mısır ts.
ez-ZERKEŞÎ, Muhammed b. Abdullah el-Mısrî, Şerhu’z-Zerkeşî Alâ
Muhtasaru’l-Hirâkî Fi’l-Fıkhi Alâ Mezheb’l-İmam-ı Ahmed b. Hanbel,
Mektebetü’l-Ubeykan, Riyad 1993.
HALLAF, Abdulvehhâb, Ahkâmü’l-Ahvâli’ş-Şahsiyyeti Fi’şŞeriat’il-İslâmiyye, Dâru’l-Kalem, Kuveyt 1990.
İBN HAZM, el-Muhalla Bi’l-Âsâr (thk. Abdulgaffar Süleyman elBENDÂRÎ), Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1988.
93
İBN HÜMÂM, Kemâlü’d-Dîn Muhammed es-Sivâsî es-Sekenderî,
Fethu’l-Kadîr, yy. 1995.
İBN KUDÂME, Ebû Muhammed el-Makdisî, el-Muğnî, Mısır 1367.
İBN MÂCE, Ebû Abdullah Muhammed bin Yezid el-Kazvinî, esSünen, (thk. Muhammed Fuad ABDULBÂKÎ), Dâru’l-İhyâi’l-Kütübü’l’Arabî,
yy. 1952.
İBN MANZÛR, Ebu’l-Fadl Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem,
Lisan’ül-Arab, Beyrut 1955.
İBN NÜCEYM, Zeynüddîn b. İbrahim el-Mısrî, el-Bahru’r-Raik
Şerhu Kenzi’d-Dekaik, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1997.
İBN
RÜŞD,
Ebu’l-Velid
el-Endülüsî,
Bidâyetü’l-Müçtehid
ve
Nihâyet’ül-Muktesid, Daru’l-Hilafet’il-İlmiyye, Kahire 1333.
İBN RÜŞD, Ebu’l-Velîd el-Kurtubî, el-Beyan ve’t-Tahsîl, Dâru’lGarbi’l-İslâmî, Beyrut 1988.
KARAMAN, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, Nesil Yayınları,
İstanbul 1991.
__________, İslam Hukukunda İçtihâd, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 1975.
KOCA, Ferhat, “İslam Hukukunda Ahkâmın Değişimi Üzerine Bazı
Düşünceler”, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2003.
KÖSE, Saffet, “İslam Hukukuna Göre Evlenmede Velayet”, İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2003.
KURTUBÎ, Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah, el-Kâfî Fî Fıkhi Ehli’lMedîneti’l-Mâlikî, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 1987.
94
KURTULMUŞ, Sevgi, “Aile Politikaları ve Yasal Sorunlar”, İslami
İlimler Araştırma Vakfı Günümüzde Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007.
İBN ABİDİN, Muhammed Emin, Reddü’l-Muhtar ale’d-Dürri’lMuhtâr (trc. Ahmed DAVUDOĞLU), Şamil Yay., İstanbul 1983.
MUHAMMED,
Ebu’l-Muzaffer
Hindiyye (Fetâvâyi Alemgiriyye)
Muhyiddin
Alemgir,
Fetâvâ-yı
(trc. Mustafa EFE), Akçağ Yayınları,
Ankara 1988.
MÜSLİM, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, Sahîh-u
Müslim, yy. 1329.
NEVEVÎ, Ebû Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabü’l-Mecmû, Daru’lİhyaü’t-Türasü’l-Arabi, yy. 1990.
ÖĞÜT, Salim, “Kur’an-ı Kerim’de Mahalli Hükümler Meselesi”
Üzerine Bir Değerlendirme, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2006.
SAHNÛN b. SAİD, el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, Matbaatü’s-Saade,
Mısır 1323.
SEYDİŞEHRİ, Mahmud Es’ad, Kitabü’n-Nikâh ve’t-Talak, Matbaa-i
Hayriyye, İstanbul 1326.
ŞA’BAN, Zekiyüddin, Usulu’l-Fıkhi’l-İslami, Bingazi 1995.
ŞELEBÎ, Muhammed Mustafa, Ahkâmü’l-Üsrati fi’l-İslâm, Dâru’nNehdatü’l-Arabiyye, Beyrut 1977.
TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen (thk. Ahmed
Muhammed ŞAKİR), Matbaatü Musa el-Bâbî, Kâhire 1937.
Türk Ansiklopedisi, “ehliyet”, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara
1960.
95
UZUNPOSTALCI, Mustafa, “İslam Hukuku Açısından Ehliyet”, İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.8, 2006.
ZEYDAN, Abdülkerim, el-Vecîz Fî Usûli’l-Fıkh, Beyrut 2003.
ZİHNİ, Mehmet, Nimet-i İslam, Sağlam Kitabevi, İstanbul 1978.
ZÜHAYLÎ, Vehbe, el-Fıkhü’l-İslamî ve Edilletihi (trc. Abdurrahim
URAL), Feza Yayıncılık, İstanbul 1994.
96
ÖZET
[ŞAHİN, Hasan], [Nikahta Rıza ve Cebir], [Yüksek Lisans],
Ankara,[2008].
“Nikâhta Rıza ve Cebir” adlı çalışmamızı tezimize konu edinmiş
bulunmaktayız. Tezimizde, evlenecek bireylerin kendi iradeleriyle evlilik
sözleşmelerini yapabilme durumlarını, bu bireylerin velisi konumundaki
insanların yetki sistemini İslam Hukukçuları arasındaki farklı değerlendirmeler
çerçevesinde ele almaya çalıştık.
Çalışmamız iki bölüm halinde ele alınmış olup, birinci bölümde;
Kavramsal Çerçeve başlığı altında “Nikâh, Ehliyet, Velâyet, Rıza, Cebir,
Muhayyerlik” kavramları incelenmiş; ikinci bölümde ise; Rıza ve Cebir
Kapsamında Nikâh Akdiyle İlgili Hükümler değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, Hukukçuların kendi mezhepleri
çerçevesinde nasslara yaklaşarak, kimi zaman nassları tahsis ederek, aynı
delillerden farklı sonuçlar çıkarabildikleri için, bireylerin evlilik sözleşmesinde
yetki problemiyle ilgili konulara yaklaşımlarda, nassları çağın durum ve
gereksinimleri çerçevesinde yorumlamakta bir sakınca olmayacağı kanaatine
vardık. Bu cümleden olarak, âkıl-baliğ kızın evliliğinde Hanefî Hukukçularla,
Hanefîlerin dışındaki hukukçular arasında orta bir yol izleyerek, ortak velayet
sistemini getiren İmam-ı Muhammed’in yaklaşımı, çağımızın durum ve
gereksinimlerine daha uygun olacağı kanaatine ulaştık.
Anahtar Sözcükler
1-Evlilik sözleşmesi
2-Rıza
3-Cebir
4-Seçme hakkı
97
ABSTRACT
[ŞAHİN, Hasan], [Consent and Forcing in the Marriage Contract],
[Hıgh Licence ]. Ankara,[2008].
The subject of our thesis is “Consent and Forcing in the Marriage
Contract”. The right of the persons who get married to make the marriage
contract with their own will and the system of authorization of the guardians
of the persons who get married has been studied by considering the different
points of view of different Islamic Legists.
The study is composed of two chapters: In the first chapter, the terms
“Marriage Contract, Adequacy, Guardianship, Consent, Force and Right of
Choice” are examined. In the second department, the Decrees about the
Marriage Contract in terms of Consent and Forcing are assessed.
In this Study is has been seen that the Islamic Legists reached
different conclusions by means of assessing subjects through the point of
view of their own sect (Mezhep) about Quranic verses and Hadiths and,
some times,
revising Quranic verses and Hadiths. Therefore, the study
reaches a conclusion that there is not any problem with making commentary
about Quranic verses and Hadiths in accordance with the conditions and
requirements of the time. Therefore, as a conclusion it has been understood
that the way of Imam Muhammed who set the common guardianship system
by drawing a line between the Islamic Legists of Hanafi School and those in
the other sects is more agreeable to the requirements of our age for the
marriage of pubescent girls.
Key Words
1-
Marriage Contract
2-
Consent
3-
Forcing
4-
Right of Choice
Download