Sovyetlerden sonra bölgenin en güçlü devleti olmayı hedef almalıyız!

advertisement
252
Milliyetçi Siyasî Haf­
talık Gazete
Pazar­
tesi Günleri
çıkar.
FİATİ : 250
KURUŞ
2 EYLÜL 1974
\
Türkeş :
Sovyetlerden sonra bölgenin en güçlü
devleti olmayı hedef almalıyız!
MHP Genel İdare Kurulu :
k
Kıbrıs için her fedakârlığı göze aldığımızı dünyaya ilân etmeliyiz
Ecevit Kıbrıs'ta Türk- Rum kardeşliğini bir avuç
kışkırtıcının bozduğunu iddia etti
Bozgunculara dikkat
Türk milletinin topyekûn Kıbrıs'la ilgilendiği şu günlerde bizim yerli ko­
münistler bir hayli rahatlamış görünüyorlar. Genci - ihtiyarı, şehirlisi - köy­
lüsü, okumuşu - okumamışı dikkatlerini Kıbrıs üzerine toplayınca, kızılcıklar
boşta kaldı. Anlaşılan fazla boş bırakmak ta yaramıyor. Kendi kellerine sü­
recek merhemleri varmış gibi, Türk devletine yol göstermeye, partilere ve
çeşitli miilî kuruluşlara akıl satmaya başladılar. Gerçi komünist,
Pavlof'un
«Köpekleri» gibi alıştırılmıştır; «Dünya halklarının bağımsızlığı vede
özgür­
lüğü» üzerine eylem yapmağa. Bu şartlandırılış Kıbrıs meselesinde de kendini
elbette gösterecekti. Ancak komünistin verdiği akıl Türkiye'nin değil,
Rus
dayısının işine gelecek şekilde düzenlenmiştir. Elinde değil, öyle öğrenmiştir.
Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhakını isteyen mi oldu? Veya böyle bir ihtimal mi
belirdi!.. Rusya'dan önce bizim kızılcıkların çığUklarıtu duyarsınız. «Ameri­
kan emperyalizmi, dünya halklarının kardeşliği, emekçilerin özgürlükçü sa­
vaşı» faslından bir yığın zırvalar kulağınızı tırmalamaya başlar. Yunanistan'­
ca Makarios undan, Gizikis'ine, Samson'undan - Karamanlis'ine kadar
hepsi
bir ağızdan «Enosis» diye bağırır da kimsenin aklına bir şey gelmez. 9 milyon
nüfuslu Yunanistan'ın, 800 Kim. uzaklıkta ve tarih boyunca Türkiye'nin va­
tan yaptığı. Ada hakkında sarfettiği bu sözler normal karşılanır. Ama, 40
milyonluk Türkiye kendisine 71 kilometre yakınlıkta olan ve zaten
kendi
malı bulunan Ada'nın ilhakından bahsetti mi bizim yerli komünistler ve on­
ların dümensuyuna girmişler, bir taraflarına bir şey batırılmış gibi basıyorlar
yaygarayı. En hafifinden ayıp sayıyorlar. Üstelik 9 milyonluk Yunanistan'da
Kıbrıs'ın «Enosis»ini isteyenler hep yetkili devlet adamları. 40 milyonluk Tür­
kiye'de ise Ada'nın tamamını isteyen bir tek yetkiliye rastlayamazsınız. Sa­
dece bir muhalefet partisi lideri olarak sayın Alparslan Türkeş bu
görüşü
savunuyor. Bu dahi Türkiye'ye çok görülüyor. Ada'nın tamamını isteyen Yu­
nanistan'a, Türkiye bugün 2/3'ünü teklif ediyor. Razı olmuyorlar. Türkiye'ye
bırakılmasını istediğimiz 1/3'ü de istiyorlar. Yani Ada'nın 2/3'ü üzerinde tar­
tışma yok, Türkiye'nin hakkı dediğimiz 1/3'ü üzerinde anlaşmazlık
vardır.
Uçaklarım göncteremeyeeek kadar uzakta bulunan 9 milyonluk Yunanistan'a
Türk sahillerinden görünen Kıbrıs'ın şu anda 2/3'ünü bağışlamış bulunuyo­
ruz.
Kıbrıs olayları yerli komünistlerin iftira kampanyalarını yeniden hareke­
te geçirmelerine de fırsat verdi. Komünist hücreler marifetiyle yayıldığında
şüphe olmayan ve kahraman ordumuzu küçük düşürücü uydurma hikâyeler
ortahğa sürülüyor. Fısıltı gazetesi marifetiyle halkımızın arasına
yayılan
uydurmalar arasında, Kıbrıs harekâtı sırasında şehit olan subaylarımızla ilgili
olanları da var. Sinsice düzenlenmiş bulunan iftiralarda subay, astsubay ih­
tilafı körüklenmekte, subaylar küçük düşürülmeye çalışılmaktadır.
«Falan
birlik komutanı teslim olalım demiş de, astsubay komutanı vurmuş ve birliği
teslim etmemiş» Kıbrıs'ta kahramanlık gösteren isimlere göre bir bir uyduru­
lan yukardaki şerefsiz iftira yoluyla, Türk ordusu miletinin gözünde düşürül­
mek istenmektedir. Hikâyenin içine bir de subay astsubay motifi yerleştiri­
lerek başka bir fesat körüklenmektedir. Komünistler durmuyor.
Bir de basında kendilerine sosyalist diyenlerin son günlerde
açtıkları
kampanya var. Bu kampayanın iki hedefinden biri Türkeş, diğeri de Rauf
Denktaş'tır. Söyleyebilecekleri ciddi bir şey olmadığı için, her zaman olduğu
gibi iftira yoluna başvurmaktadırlar. Türkeş niçin Kıbrıs'ın hepsi Türkiye'ye
verilsin diyormuş ? Kabahati büyük Türkeş'in! Madem ki
Kıbrıs'ın
Türkiye'ye ilhakını istiyormuş, niçin Kıbrıs'a gidipte bunu gerçekleştirmiyormuş? Hem de Türkeş Kıbrıs'lı imiş. Adı eskiden Hüseyin Feyzullah iken son­
radan değiştirmiş miş v.s. Demek ki insan komünist veya sosyalist
olunca
hasmına hücum ederken de, Pavlof'un köpeküğini yapıyor. Kıbrıs Türklüğü­
nün lideri sayın Rauf Denktaş'a hapishane kaçkınlarının toplandığı bir ga­
zetede sosyalist dilber pek öfkelenmiş. Tabii Rus dayısı namına olması lâzım
bu öfkenin. Denktaş, Rumlara 20 gün mehil vermiş. Görüşmelere gelmezseniz Kıbrıs Türk Cumhuriyetini resmen ilân edeceğiz diye. Vay efendim senmisin bunu diyen. Bizim sosyalist dilber açmış ağzını; Orta Doğudaki kuvvet
dengesini bozacaksın... Kıbrıs'ın bağımsızlıkçı güçleri, Ada'nın bağımsızlığın­
dan fedakârlık etmezler... diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Acaba şu meş­
hur kuvvet dengesi kimin lehine kimin aleyhine bozuluyor? Açık. Nota'nun
lehine. Rusya'nın aleyhine. Türkiye Komünist tecavüzlerine karşı Nato ittifa­
kında kalma kararında bulunduğuna göre, kuvvet dengesinin böyle bozulma­
sı Türkiye'nin de işine gelir. Kim bu Ada'daki bağımsızlıkçı güçler. Komünist
Akel ve Adek partileri.
Kıbrıs olayları dolayısiyle pervasızlaşan komünist iftiracılara
iktidarın
dikkat etmesinde zaruret vardır. Belki Ecevit için onlar sevimli görünmeye
devam ediyordur ama, devletin sağlam kuvvetleri vardır. Onların dikkati bi­
zim için daha makbuldür.
Devlet
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 2
Sahibi : İbrahim METİN * Ya- berleşme Adresi: P.K. 284 Ba- Aylık 60 TL. *
Dış Ülkeler
zı İşleri Müdürü : Tevfik Fik- kanlıklar - ANKARA * İdare Ye- İçin : İki misli * İlânlar : Paret KILIÇKAYA * Neşriyat Mü- r i : Bedesten İçi, Bedesten Han
zarlıga tâbidir * Dizgi - Baskı:
dürü : Sadi SOMUNCUOĞLU *
K a t : 4, N u . : 7, KONYA
Yeni Işık Matbaası Tel: 12 58 10
İdari İşler: Osman ÇAKIR * Ha-
ABONE : Yıllık 120 TL. Altı
ANKARA * Dağıtım ı Gameda
jyMVLkr
l'.'ı
l'L'UK
KKN'İ)1..K DÖN
ifiııiHiıımıııiMiıiMiiHiııııımııımıımıııııııııııııııiHiıımıımıııııııııııımıııııııımııı
Bu zulüm durmalıdır
Kıbrıs konusu bütün iç meseleleri ikinci
plânda bıraktı. Bu durum millî dâvaların söz
konusu olduğu hallerde milletçe bir ve bera­
ber olabildiğimizin kıvanç verici bir örneği ol­
makla beraber, ikinci plâna itilen meselelerin
çeşitli şüphe ve endişeler doğuracak bir yö­
ne çekilmeye çalışması üzücüdür. Millî dâ­
vanın mevcudiyeti bâzı çevrelere dilediklerini
yapabilme imkânı sağlamaz; bu çirkin bir istis­
mar olur.
Elli yıldır karşılaşmadığımız savaş şartları
iktisadî hayatımıza doğrudan tesir eden çeşitli
zam kararlarını ve benzeri tedbirleri gölgede
bırakmış, vatandaş bunların tümünü milletçe
katlanılması zaruri fedakârlıklar cümlesinden
kabul etmeye hazırlanmıştır. Bu millî tavır da­
hi, hükümeti yani, karar mercilerini çok daha
dikkatli ve hassas hareket etmeye mecbur kıl­
ması gereken, başlıbaşına bir fazilet örneğidir.
Bunlar bir tarafa, hükümet bünyesinden doğan
öylesine hassas konular var ki, bunların Kıbrıs
vesilesiyle bile olsa gölgede bırakılması ilerisi
için telâfisi kabil olmayacak zararlar doğura­
bilir. Bunların başında kültür ve eğitim işleri­
mizin ilk sorumlusu olan Millî Eğitim Bakan­
lığı ve bu bakanlık bünyesinde cereyan etmek­
te olan korkunç öğretmen kıyımı gelir.
Belli bir dünya görüşünün temsilcisi olan
ve seçimle işbaşına gelen iktidarların her ko­
nuda olduğu gibi eğitim alanında da kendi dü­
şünce ve zihniyetlerinin uygulayıcısı olacakları
tabiidir. Bizdeki manzaranın tabii olmayan yanı
bu iktidarın evvelâ mütecanis bir görüş ve dü
şünceyi temsil etmeyişidir. Gerek koalisyo­
nun bilinen bünyesi, gerekse CHP'nin yamalı
bohça görünümüne sahip iç yapısı eğitim me­
selesinde umumî efkâra net ve müşahhas bir
muhatap takdim etme imkânı bırakmamakta­
dır. Burası âdeta kapanın hâkim olduğu, mah­
kûm edilmiş bir derneğin merkez şubesi gibi
idare edilen, aksi görüş ve düşüncelerin bü-
tün hukuk ve kanun kuralları bir kenara iti­
lerek sindirilmeye çalışıldığı bir çiftliktir. Çiftli­
ğin ağası durumundaki bay bakan belki bilerek
belki de zihnî kifayetsizliğinin tesiri ile cere­
yan eden olayları görmemekte direniyor. Ezil­
mek ve sindirilmek
istenilen
öğretmenler
mensubu bulunduğu partinin hasmı sayılan bir
düşünce sisteminin temsilcileri sayıldıkların­
dan her türlü hırpalanmaya müstehak kabul
ediliyorlar. Koalisyonun diğer kanadı ise esasa
müessir tedbirler aramak yerine seçmeni ka­
zanacak ucuz nümayiş gayretinden kurtulamı­
yor.
Son olarak açıklanan ahlâk dersleri prog­
ramı bu teşkilât bünyesinin dramatik manza­
rasını müşahhas şekilde belirleyen bir görü­
nüşe sahiptir. Hâlen bünyesindeki öğretmen­
leri millî şuur ve düşünceyi meslek hayatları­
nın hâkim vasfı kıldıkları için takibat altında
tutan, saçma sapan suallerle, gülünç suçla­
malarla oradan oraya süren bu teşkilâtın, prog­
ramda yer alan «Millî töre ve millet ülküsü»
gibi esasları ne ölçüde tatbikata intikal etti­
receğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Türk milleti için
Kıbrıs kadar, belki de
daha fazla önem taşıyan eğitim konusunun
vakit geçirilmeden ele alınması ve bu teşkilâ­
ta musallat olan unsurların bir Sultan İkinci
Mahmut Han kadar köklü şekilde halledilmesi
tek çıkar yoldur. Zira bu güruhun anlayabile­
ceği başka lisan yoktur. Daha birkaç yıl önce
kıstırıldıkları kanun pençesinden ne tarzda kur
tanıdıklarını unutmuş
görünen ve her lürlü
hakkın sadece kendi zihniyetlerinden olanlara
ait bulunduğuna
inanan bu adamların millî
şuur sahibi öğretmenlerimize reva gördükleri
işkenceleri durdurmak, Kıbrıs'ta Türkleri Rum
mezâliminden kurtarmaktan daha az şerefli bir
millî görev sayılamaz.
mızdaki şekilde cevaplandırılabilecek yazılar çık­
tı. Kıbrıs olaylarının söz konusu edildiği bu yazı­
larda da gene sayın Türkeş ve partisi itham edil­
mekte, «Kıbrıs'lı Albay burada konuşacağınıza,
Kıbrıs'ta dövüşünüz» şeklinde akıl ve mantık dışı
teklifler yapılmaktadır. Türkiye'de hiçbir
siyasî
parti liderinin Kıbrıs'ta dövüşmek gibi bir durumu
Türkiye'de,, 1960 yılından beri Alparslan TÜR- olamaz. Fakat şartlar böyle bir durumu icap etti­
KEŞ; 1965 yılından bu tarafa da gene sayın Türkeş rir hale gelirse kimin dövüşüp, kimin dövüşmeyece­
ve Milliyetçi Hareket Partisi, adeta kafası, beyni ği meydana çıkar. «Sineği incitmek» ten bile çekinen,
satılmış, Rus işbirlikçisi marksist - solcuların en bü Kıbrıs Fatihi mi, hattâ sizler mi, yoksa Türkeş
mi? Arşiv meraklısı beylere Türkeş'in 1960'tan bu
yük düşmanları ve korkulu rüyaları olmuştur.
daha
Bu sebeple bütün sol yayın organlarmı karıştı­ yana Kıbrıs'la ilgili demeçlerini bir kere
gözden
geçirmelerini
tavsiye
ederiz.
Türk
Silâhlı
racak olursak, yaşanılan günlerin havası
neye
uygun, ne tip sataşmayı gerektiriyorsa, o istikamet­ Kuvvetleriyle ilgili bildirilerini bir kere daha oku­
te yazılmış olan, Türkeş'i ve partisini kötüleyen ya­ sunlar, Türkeş, Kıbrıs meselesinde, herhalde daha
dün cFantomtlara karşı çıkan zihniyet sahiplerin­
zılara rastlamamak mümkün değildir.
Gene son günlerde başlatılan ve sistemli ola­ den haklıdır. Sizin bir marksist olarak kacga neyi
rak yürütülen bir propaganda ile karşı karşıyayız. nize. Yunan kardeşlerde, kardeş kardeş yaşamak
Devlet *in 249. sayısını yeniden gözden geçirecek varken, niye herkese, Kıbrıs'a döğüşmeye gitmeyi
okuyucularımız, yeni kampanyanın mevzuunu, şek­ tavsiye ediyorsunuz?
249. sayıdaki yazı şöyle bitiyordu: tlt ürür, ker­
lini hemen anlıyacaklardır. Geçen hafta içinde de
Pravda'lıkta yarışan iki solak gazetede 249. sayı- van yürür.» Ürmeleri kudurmalarındandır...
Kudurun bakalım...
KIBRIS DESTANI
Ateş, kan içinde, yıllardır Kı_brıs,
Urum'u Yunan'ı, dönmüş şaşkına!
Yine kaşınmakta o kâfir İblis,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!..
Havadan, denizden, karadan yaya,
Aman verme kahpe palikaryaya!
Tarihî hıncını, al doya doya,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!..
İmanlı, vicdanlı, kutsal dilekli,
Azimli, kararlı, çelik bilekli;
Babacan, eroğlu, aslan yürekli,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!..
Türk'lerin düğünü, mehterle başlar,
Zaferlerle bitti nice savaşlar!
Soylu soplu, anlı şanlı kardaşlar,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!..
Oğuzhan, Alpaslan, bozkurt soyundan,!
Fırla asker! Otağından, yayından!
Haçlı örnek alsın kılıç payından,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!..
Bayrak, vatan, ancak, özümüz bizim,!
Yeşil ada gelin kızımız bizim!
Silâh gürültüsü, sazımız bizim,
Vur Allah Aşkına ! Allah aşkına!.
Süleyman SÜRMENİ
IHIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII
IIMIIIIIIIIIIIIIIMIIIIIIIIIIIIIIIMIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIMIMIIIIIIIIMIIII
VEFAT
Değerli Türk milliyetçisi, ORTA
DOĞU Gazetesinin kurucusu, ülküdaşımız Ömer Öztürkmen'in annesi;
RABİA ÖZTÜRKMEN
26 Ağustos 1974 günü Kerkük'te
vefat etmiştir. Hacı Rabia Öztürkmen
bir müddet önce doğum yeri olan Ker­
kük'e ziyaret için gitmiş fakat ani ola­
rak rahatsızlanmıştır ve kurtulamıyarak Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Merhumeye Tann'dan rahmet, kıymet­
li arkadaşımız . Ömer Öztürkmen'e ve
ailesine başsağlığı dileriz.
DEVLET
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 3
Türkeş: Türk ordusunun kuruluş
tarihinin Mete Han zamanına
götürülmesi gerçeklerin ifadesidir
Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Yârabbi
Senin uğruna ölen ordu budur yârabbi
Tâ ki ezanlarla müeyyed nâmın
Gââlip et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Baş­
kanı Alparslan Türkeş,
zaferler ayı
Ağustos'un önemi ve bu yıl kutlanma­
ya başlanan
Silâhlı Kuvvetler Günü
dolayısıyla basına
yazılı bir beyanat
vermiştir :
MHP lideri Türkeş'in
beyanatı şöyledir :
bu konudaki
«Ağustos ayının sonlarına geldiğimiz
şu günlerde tarihimizin en muhteşem
yıldönümlerini kutlayacağız.
Ağustos
ayı, büyük zaferlerimizin çoğunun ka­
zanıldığı bir aydır. Bunların en büyük­
lerinden ikisi, yani Anadolu'yu Türkle­
re kazandıran Malazgirt zaferi ile, yi­
ne Anadolu'yu kurtaran Dumlupmar za
feri 26 Ağustos'ta başlayan kanlı sa­
vaşların sonunda kazanılmışlardır.
BU KARAR
MİLLETİMİZİ SEVİNDİRDİ
Bütün zaferlerimizi milletimize
ka­
zandıran Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ku­
ruluş yıldönümü de 26 Ağustos olarak
kabul olunmuştur. Değerli komutanları­
mızın bu konudaki
isabetli kararları
Türk Milletini çok sevindirmiştir. Me­
selâ, Kara Kuvvetlerimizin kuruluş gü­
nü evvelce, Yeniçeri Ocağı'nın kuruluş
günü olarak 6 asır evvelinden başlatıl­
mışken, bugünkü kuruluş tarihinin Me­
te Han zamanına götürülmüş olması il­
me ve gerçeğe uygun bir davranış ol­
muş ve aradaki zaman farkına müte­
nasip olarak milletimizin övüncünü de
arttırmıştır.
26 Ağustos
Zafer Yıldönümünü ve
şanlı Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kuru­
luşunun yıldönümünü bütün milletimize
ve Silâhlı Kuvvetlerimize kutlarım. Si­
lâhlı Kuvvetlerimizin bu yıl tarihimize
kazandırdığı
Kıbrıs Zaferlerimizi de
kutlayarak, şehitlerimizi ve gazilerimi­
zi minnet, şükran ve saygıyla anarım.
Türk Milletinin özü olan Türk Ordusu­
nun milletimizi koruma ve yüceltme yo
lunda daha birçok zaferlere ulaşmasını
dilerim.
SİLÂH DENGESİ
ALEYHİMİZE BOZULUYOR
Bu vesileyle, bu büyük yıldönümünde
Silâhlı Kuvvetlerimizin, düşmanları cay
Hıncı, alıkoyucu niteliğini sürdürmek
ve çoğaltmak için, en modern araç, ge
reç ve silâhlarla donatılması gerekti­
ğini belirtmek isterim. Bütün komşula­
rımız yıllardan beri, henüz Türk Ordu­
sunda bulunmayan modern silâh, araç
ve gereçlerle donatılmaktadır. Bu du­
rum aramızdaki dengeyi aleyhimize ola
rak bozmaktadır. Bunun sonucu
ge­
rek yurt içinde,
gerek yurt dışında
kendi bölgemizde korumak ve sürdür­
mek istediğimiz barışı tehlikeye düşür­
mektedir. Türkiye için Sovyetler Birli­
ği dışında kalan komşularından daha
üstün savunma gücüne sahip olmak de­
ğişmez bir ilke olmalıdır.
YARDIM KAMPANYALARINA
HERKES KATILMALI
Bugünün modern silâh, araç ve ge­
reçleri, ilim ve teknikteki hızlı geliş­
meler dolayısıyla devamlı değişmekte
ve gelişmektedir. Modern silâhlar aynı
zamanda çok da pahalı bulunmaktadır.
Fakat barış içinde, hür ve bağımsız
yaşamak için devamlı fedakârlığı göze
almak mecburiyeti vardır. Türk Silâhlı
Kuvvetlerini en modern silâh, araç ve
gereçlerle devamlı donatılmış bulundur
mak ve aksamadan, gecikmeden yeni­
likleri takip etmek için müttefiklerimiz
den yardım sağlamalıyız. Ayrıca kendi
imkânlarımızı da gerekli
fedakârlığı
göstererek kullanmalıyız.
Bu gayeyle
açılmış olan yardım kampanyalarına,
milletçe, bütün vatandaşlarımız ve bü­
tün kurumlar yarış halinde cömertlikle
Yahya Kemal BEYATLİ
katılmalıdır. Bu yardımlar bir defaya
mahsus olarak düşünülmemeli, uzun vâ
deli olarak düzenlenmelidir.
26 Ağustos Büyük Zafer Yıldönümü
ve muhteşem Türk Silâhlı Kuvvetleri­
nin kuruluş günü büyük
milletimize
kutlu olsun..
Tanrı Türk'ü
korusun!»
DÜNDAR TAŞER
ZAFERLER AYI AĞUSTOS
TİYATRO ARMAĞANI
YARIŞMASI
İKİNCİ MANSİYONUNU
KAZANAN
R e m z i Ö z ç e ü k le
Bir' Konuşma
Tiyatromuzda millî şuur hakim Kılınmalıdır
ALTAYLI — Sayın Remzi Özçelik bize kendinizi tanıtır mı­
sınız?
OZÇELİK — 1950 yılında Samsun'a bağlı Kavak kazasın­
da doğdum. İlkokulu Çalbaşı ve Cakallı köylerinde bitirdim.
Daha sonra girdiğim Lâdik - Akpınar ilköğretmen Okulu'ndan
İstanbul Yüksek
Öğretmen Okuluna seçildim.
1972 yılında
aynı okulun fizik bölümünü bitirdim.
Bekleyenler, Sular da
Ağladı, Tonga ve Büyük Köprü adlı dört eserim var. Evliyim,
bir çocuk babasıyım. Halen Samsun - Terme Lisesi fizik öğ­
retmeniyim.
ALTAYLI — Sayın Remzi Özçelik, «Büyük Köprü» de se­
yirciye ulaştırmak istediğiniz fikir nedir?
OZÇELİK — Yorumlayana göre ulaştırılmak istenen fikir
değişir. «Büyük Köprü» de, Orta Asya'ya çok benzeyen Ana­
dolu'nun yurt edimlisini, Alparslan'ın şahsında Türk Cihan
Hakimiyeti Mefkuresine paralel olarak vermeye çalıştım.
ALTAYLI — Bizde eserin üzerinde uzun zaman durama­
dığınız gibi bir intiba uyandı. Zira kişileştirme, kahramanların
siyasî ve askerî durumları, çatışmaların zayıflığı ve bütün oyun
kişilerinin umumiyetle şairane konuşmaları eseri monoton bir
hale getirmektedir.
İdeolojik bakış açısı doğru olan Büyük
Köprü'de dramatik yapının tema'nın yanında güçsüz kalışı bir
zaman darlığından mı oldu, yoksa araştırma noksanlığından
mı?
OZÇELİK — Eseri yazmaya 1970'in ekiminde başladım.
Yarışmaya girdiği haliyle, dördüncü defa yazılmış oldu. Mev­
cut kaynakları mümkün mertebe inceledim. Bunlar içersinde
Nizamülmülk'ün «Siyasetname» si de vardır.
Şurasını takdir edersiniz ki, vak'a dokuz asır önce geçi­
yor. O zamana inmek her yönüyle zordur. Aslında büyük bir
olayı dört perdeye hapsetmek çok güç iş.
Eserim hakkında ilk tenkidi samimiyetine inandığım bir
tiyatro yazarı arkadaş yaptı. Bunu İstanbul Belediyesi Şehir
Tiyatroları rejisörlerinden birinin eleştirisi takip etti.
Fırsat
buldukça bu işten anlayanların fikirlerine baş vardum. Yazı­
şım esnasında da İstanbul Üniversitesi profesörlerinden biri­
nin fikrini aldım.
Bir konuda araştırma şüphesiz hiç bir zaman bitmez. Ama
elimden geldiğince araştırdım sanıyorum.
Zaman durumunu
da yukarda belirttim. Bende merakını yitirmeyecek olan bu
konu için hâlâ araştırmalarıma devam ediyorum. Bana yar­
dımcı olacaklara şimdiden teşekkürlerimi sunarım.
Devamı: 10. da
TÜRK TARİHİNDE
DÖNÜM
NOKTALARININ
AĞUSTOS AYINDAKİ
ZAFERLERLE
MEYDANA GELMESİ
KIBRIS ZAFERİNİN
ÖNEMİNİ DAHA DA
ARTIRIYOR
Geçtiğimiz ay ve bilhassa bu ayın son
haftası Türk tarihi bakımından büyük
önem taşır. Tarihinde büyük zaferler
kazanmış olan Türk milleti, bu zafer­
lerin en büyüklerini Ağustos ayında ka
zanmıştır. Bu zaferlerin ilk plânda ak­
la gelenleri şunlardır : Kıbrıs'ın fethi
(1 Ağustos 1571), 1. Anafartalar Zafe­
ri (10 Ağustos 1915). Estergon Kalesinin
fethi (10 Ağustos 1543) Otlukbeli Zafe­
ri (10 Ağustos 1473), Trablusgarp'ın fet
hi (15 Ağustos 1551), 2. Anafartalar Za­
feri (21 Ağustos 1915), Tunus'un fethi
(22 Ağustos 1534), Hanya'nın fethi (22
Ağustos 1645),
Çaldıran
Zaferi (23
Ağustos 1516), Malazgirt zaferi (26 Ağustos 1071), Büyük Taarruz (26 Ağus­
tos 1922) ve Büyük Zafer (30 Ağustos
1922).
Görüldüğü gibi Ağustos ayı
Türk
Milleti için hakikaten büyük zaferlerin
müjdecisi olmuştur. Bilhassa dikkat edilecek olursa Türk milletine yeni va­
tanı ol_an Anadolu'nun fethi
Ağustos
ayında kazanılan
Malazgirt zaferiyle
başlamış, Türk milleti damgasını ba­
sarak kendine
mal ettiği bu vatanı,
Haçlı sürülerine karşı İstiklâl Savaşı
ile korurken yine Ağustos ayında ka­
zandığı zaferlerle bu azmini zafere ulaştırmıştır.
Zaferler ayı Ağustos'un
Türk tarihinde önemli dönüm noktala­
rının meydana geldiği ay olması geç­
tiğimiz Ağustos ayında da doğrulanmış
ve Türk devleti 50 yıllık bir aradan
sonra yine tarihimizde bir dönüm nok­
tası meydana getiren Kıbrıs zaferini
Ağustos ayında kazanmıştır.
2000 yılı aşan büyük ve şanlı bir
tarihe sahip olan yüce Türk milletinin
zaferlerinin devam etmesini Tanrı'dan
diler, Kıbrıs zaferimizin Türk tarihin­
de yeni bir dönüm noktası olacağına
inancımızı belirtiriz.
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 4
Ergenekon
Mektupları
İlhak haktır!
Cezmi KIRIMLIOGLU
Geçen haftaki yazımızda, Kıbrıs
için yegâne kalıcı çözüm yolunun,
Adanın Türkiye'ye ilhakı
olacar
ğım, çünkü biz hâlihazır
işgalimiz
altında bulunan yerlere razı olsak
bile, Yunanistan'ın bu duruma razı
olamıyacığını ve hattâ Barış
gö­
rüşmelerinin «Enosisi
engelleyecek
çözüm yollarını reddetme ve zaman
kazanma» kasdıyla Yunanistan ta­
rafından geciktirildiğini yazmıştık.
Sağolsun Karaınanlis, bizi haklı çı
karacak ve söylediklerimize
itiraz
edilmesine meydan vermeyecek şe­
kilde hedeflerinin
Enosis olduğunu
ve Enosisi gerçekleştirmek için ça­
lışacaklarını ifade etti. Yine
ayni
yazıda, Rusya'nın menfaatleri
ile
bizim menfaatlerimizin daima ça­
tışacağını ifade ile, Adanın tarafı­
mızdan işgaline veya Ada'da lehi­
mize olacak bir çözüm şekline Rus­
ya'nın itiraz edeceğini, bu sebeple
de nihai hedefimiz bakımından Rus­
ya'yı pek nazarı itibare almamızın
mümkün olamıyacağını ve gerekmiyeceğini ifade etmiştik. Ruslar da
sağolsun! Onlar da bizi haklı çıkar­
dılar. Nato'yu suçlayarak
Kıbrıs
meselesini karıştırıcı ve fakat Yu­
nanistan'ın menfaatleri
istikâme­
tinde bir çözüm tarzı teklif ettiler.
Türkiye de bu teklifi reddetti.
O halde, Kıbrıs meselesinin hal­
linde Türkiye'nin nazarı itibare ala
cağı «Süper devlet»
Amerika'dır.
Ancak, iyi bir dış siyâset takibi ile,
Amerika'nın menfaatleri ile Türki­
ye'nin menfaatleri Kıbrıs konusunda
ortak, ve bizim de beynelmilel plân­
da kazancımız bu takdirde
tam
olabilir.
Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhak edilme­
sini savunmak kolaydır. Çünkü; bir
kere Kıbrıs'ı biz,
Venediklilerden
binlerce şehit vermek suretiyle al­
dık ve hiçbir harbe girmeden, Ada­
yı fethederken döktüğümüz kanların
bedelini istemeden Ada üzerindeki
haklarımızı teslime zorlandık. Şim­
di yeniden şehitler vermek suretiy­
le, haklarımızdan
vazgeçmiyeceğimizi göstermiş olduk.
Dolayısiyle,
Ada üzerinde tarihî haklarımız var­
dır, buna karşılık Rumların hiçbir
tarihî hakkı yoktur.
İkinci olarak, Kıbrıs coğrafya ba­
kımından Türkiye'yi bütünleyen bir
kara parçasıdır. Türkiye'nin
gü­
venliği ve savunmasiyle yakından
alâkalıdır. Beynelmilel güçlerin Lo
zan'da, Osmanlı
İmparatorluğuna
tasfiyeye çalışırken sınırların tesbitinde, nüfus meselesinden çok coğra.
fi bütünlüğün ve millî savunma en­
dişelerini söz konusu ettiği hatırla­
nırsa ve hatırlatılırsa, bu bakımdan
da Ada'nın Türkiye'ye ilhakı hak­
kaniyete uygundur.
Üçüncü olarak, Ada, Orta - doğu
ve Akdeniz'de barışın sağlanmasın­
da önemli rolü bulunan bir
kara
parçasıdır. Bu bölgede, barışın sağ­
lanması da ancak kuvvetli bir Tür­
kiye Devletinin varlığına
bağlıdır.
Bu hal ise, Türkiye'nin güvenliği
ile yakından alâkalı olan
Kıbrıs
Adasının Türkiye'ye ilhakını zarurî
kılmaktadır.
Nihayet, bunlar ve daha
başka
sebeplerle beynelmilel plânda Ada'­
nın Türkiye'ye ilhakı konusunda ge­
niş bir propoganda faaliyetine baş­
lamak lâzımdır. Yunanistan'ın
en
müşgül şartlarda bile «Enosis» diye
haykırması, vahşetinin ve insanlık
dışı tutumunun türlü
belgelerinin
dünya komu oyu tarafından seyre­
dildiği bir sırada «Enosisi gerçek
Ieştirmek için gerillâ savaşına baş
layacağını» iddia etmesi, bizim de
ilhak için propoganda
faaliyetine
girişmemize sebep olmaktadır.
Bu
fırsatı kaçırmak ihanet sayılabilir.
Bu noktada, Ada'nın ilhakına kar­
şı olanların ileri sürdüğü bir diğer
sebep «Bizim ilhak talebimizin dün­
ya kamu oyunca nasıl değerlendiri­
leceğidir?»
Bir kere açıkça Dünya
Kamu
oyundan neyi kasdettiğimizi ifade
etmek gerekir: Dünya kamu oyu
Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa
ve Almanya mıdır? Yoksa, Birleş­
miş Milletlere üye olan 50 civarın­
daki müslüman ülkeler midir? Eğer
dünya kamu oyundan kasıt sayıları
iki elin parmaklan kadar dahi ol­
mayan devletler ise, bu
konuda
çok yanıldığımızı, bunların
hiçbir
zaman millî menfaatlerinin icabın­
dan başka ayni ve sabit bir ölçü­
nün savunucusu olmadığı takındığı
tavrı göstermek yeter.
Dolayısiyle Türkiye'nin kendi le­
hinde bir dünya kamu oyu meyda­
na getirebilmesi için tarihten bü­
yük ibretler alarak, önce bu ülke­
lerin kendi aralarındaki
menfaat
münasebetlerini, sonra da bu ülke­
lerle irtibatı bulunan milletler üze­
rindeki menfaatlerini iyi
hesapla­
yıp menfaat çatışmalarını
lehine
kullanması lâzımdır. Bir kere, bü­
tün bloklar arası yumuşama faali­
yetlerine rağmen, hâlâ Rus ve Ame­
rikan menfaatlerinin çatıştığı inkârı
güç bir gerçektir. İkinci olarak Fran­
sa ile Almanya arasındaki çekişme
hâlâ devam etmektedir. Üçüncü olarak. hem Amerika'nın, hem İngil­
tere'nin ve hem
de
Almanya'nın
Türkiye'nin manevî nüfuzu altında
olabilecek müslüman ülkelerle men­
faat münasebetleri vardır.
Rusya
da benzer münasebetlere
girmek
gayretindedir.
O halde, Türkiye'nin dünya ka­
muoyu denilen ve bir elin parmak
lalından az fazla sayıdaki hristiyan
devletlerini kendi yanlarına alabil­
mesi için en önemli tedbir; bir an
önce Müslüman ülkelerle
Türkiye
arasındaki münâsebetleri
düzenle­
mek ve Kıbrıs konusundaki tezimizi
ve Kıbrıs'taki rum vahşetini
önce
bu ülkelere anlatmak ve bu ülkele­
rin müşterek bir deklerasyon yayın­
lamasını sağlamaktır. Aşikârdır ki,
Türkiye'nin hâlâ haçlı
zihniyetini
taşıyan bazı batılı devletleri ikna
etmesi müslüman ülkeleri ikna et­
mesinden daha
güçtür.
Üstelik,
Devamı : 11. de
Arkadaşımız
Hacaloğlu
ülkücü genç'er ve MHP Gençlik Kolları Başkanı
birlikte.
ile
Rumlar bir Türk gazetecisini şehit etti
Ecevit, Türk Rum kardeşliğini bir avuç
kışkırtıcının bozduğunu ileri sürdü !
Türk ordusunun Kıbrıs'ta giriştiği ha­
rekâtı yerinde takip etmek için adaya
giden Türk gazetecileri, Rumlar tara­
fından esir alınmışlar ve serbest bıra­
kıldıktan sonra ağır yaralı olup Tür­
kiye'ye iade edilen gazeteci Adem Ya­
vuz vefat etmiştir.
Tamamen
harp
kaidelerine aykırı olarak
tutuklanan
ve günlerce Limasol'da hücrelerde aç
susuz tutulan
Türk
gazetecilerinin;
Türk ordusunun batı cephesindeki ha­
rekâtını takip etmeye giderken Rumlar
tarafından
Büyükkaymaklı civarında
esir alındıkları öğrenilmiştir. 13 Türk
gazetecisinden 3'ü diğerlerinden ayrı
olarak daha önce esir
alınmışlardır.
Elleri ve gözleri bağlandıktan
sonra
arabaya
bindirilirken
Adem
Yavuz
isimli muhabir makinalı tüfek
ate­
şiyle karnından
ağır yaralanmıştır.
Diğer yaralı gazeteci Ergin Konukse­
ver ile birlikte hastaneye
götürülen
Adem Yavuz rumlar tarafından ame­
liyat edilmiş ancak gerekli tedavi ve
bakım yapılmadığı için durumunun ağırlaşması üzerine diğer gazetecilerden
sonra Türkiye'ye iade edilmiştir. An­
cak Adem Yavuz kurtarılmamış ve şe­
hit olmuştur.
Gazetecilerden birisi Ecevit'e rumlarm
kendisini çok sevdiğini söylemiş
ve
bir rum arkerinin Ecevit'e bir sigara
hediye ettiğini söyleyerek Ecevit'e si­
garayı vermiştir.
Bu sözler
üzerine
Ecevit çok duygulanmış ve
sigarayı
hiç vakit geçirmeden yakmıştır. Sözle­
rinden çok duygulandığı anlaşılan Bü­
lent Ecevit bunun üzerine şunları söy­
lemiştir: «Kıbrıs harekâtını başlatır­
ken bunun bir barış ve kardeşlik hare­
kâtı olduğunu bütün içtenliğimizle, inancımızla söylemiştik ve öteden beri
de şuna inanıyorum ki, Kıbrıs'taki ça­
tışmalar yalnız rıımlarla Türkler ara­
sında değil son yıllarda rıımlarla rum­
lar arasında aslında mahdut kışkırtıcı
bir zümrenin çağdışı birtakım ihtiras­
lar besleyen kimselerin eseridir. Onla­
rın kışkırtmalarının eseridir.
Yoksa
Türk, rum bütün ada halkının kardeş­
çe ve barış içinde özgürlük içinde ya­
şamaktan başka bir arzuları olmaya­
cağına, başka bir arzu beslemenin han­
gi milletten olarsak olalım insanlık do­
ğasına, tabiatına aykırı düşeceğine ina­
nıyorum. Sizin bu getirdiğiniz armağan
ve o armağandan daha değerli haber
ve sözler benim insanlığa olan inancı­
mı da pekiştirmiş oldu.»
ADEM YAVUZ ŞEHİT OLDU
Esir düşen Türk gazetecileri arasında
ülkücü arkadaşımız Sabah gazetesi mu­
habiri Yücel Hacaloğlu'da bulunmakta­
dır. Gazetecilerin verdiği bilgilere gö­
re Lefkoşe'den bir araba ile Limasol'a
götürülen muhabirler, burada, Lefke'den getirilen yüzlerce Türk esirin bu­
lunduğu bir hapishaneye konulmuşlar­
dır. Gazeteciler, burada esir Türklerin
her lürlü sıhhi şartlardan
mahrum
olarak yaşadıklarını ve beton zemin
üzerinde yattıklarını belirtmektedirler.
Göz yaşartıcı sahnelerin halâ gözlerin­
den gitmediğini söyleyen
gazetecile­
re esir bulundukları 6 gün
zarfında
günde bir parça ekmek ile birkaç zey­
tin ve küçük bir domatesten müteşekkil
yemek verilmiştir.
Türk gazetecileri rumlar tarafından
esir bırakıldıktan sonra yurda
dön­
müşler ancak, yukarda da belirttiğimiz
gibi Adem Yavuz isimli gazeteci ağır
yaralı olduğu için serbest
bırakılma­
mıştır. Daha sonra durumu
gittikçe
kötüleşen Yavuz, serbest bırakılmış,
ancak kurtarılamamıştır.
ECEVİT MALÛM
TEKERLEMELERDEN
VAZGEÇMİYOR
Gazeteciler Yurda
Başbakan Eceveit'le
döndükleri
gün
görüşmüşlerdir.
Ecevit'in bilinen romantik duyguları­
nın eseri olan bu sözlerde ne büyük
hatalara düştüğünü görmemek imkân
sızdır. Daha birkaç hafta önce TRT'de
Devamı : 12. de
Kıbrıs'ta esir düşen gazetecilerden biri­
si olan Sabah Gazetesi muhabiri arka­
daşımız Yücel Hacaloğlu.
DEVLET - S a y ı : 252 - 2 EYLÜL 1974 - S a y f a : 5
MHP Genel idare Kurulu :
Kıbrıs için her fedakârlığı göze
aldığımızı dünyaya ilân etmeliyiz
Milliyetçi Hareket Partisi Genel İda­
re kurula, 26 Ağustos 1974 günü başla­
yan ve 2 gün devam eden toplantısın­
da Kıbrıs olaylarını görüşmüştür. Top­
lantılardan sonra yayınlanan bildiride
Kıbrıs'ın Türkiye için önemi belirtil­
mekte ve bu milli mesele için her fe­
dakârlığın
göze alınması istenmekte­
dir. Ayrıca MHP, askerî ve diplomatik
alanda acilen alınması gereken tedbir­
leri de belirtmekte ve Kıbrıs'ı terketmiş Türklerin adaya dönmesinin sağ­
lanmasını istemektedir. MHP bildirisi
aynen şöyledir :
«Kıbrıs'taki tarihî ve millî haklarımı­
zın kazanılmasını Türklüğün varlık dâ­
vası olarak görüyoruz. Türklüğün var­
lığının son bağımsız
Anadolu
Türk
Devletinin her türlü düşmanca niyet­
lerden korunmasıyla ayakta kalabilece
ği inancı içindeyiz. Kıbrıs'sız Türkiye'­
yi düşünmek mümkün değildir. Türki­
ye denize açılan batı ve güney sınır­
ları boyunca mütecaviz komşusu Yuna­
nistan tarafından abluka altına alın­
mak istenmektedir.
Böylece Akdeniz
ve Ege Deniziyle irtibatı kesilen Ana­
dolu yarımadası stratejik ve jeopoli­
tik önemini kaybedecektir.
Coğrafya­
dan doğan kozlarını kaybeden Türkiye'
nin mütecavizlere karşı toprak bütün­
lüğünü dahi koruması son derece güç­
leşecektir.
O halde 400 yıl süreyle vatan yap­
tığımız Kıbrıs'ın kazanılması için her
bedeli ödemeğe, her fedakârlığa kat­
lanmağa millet ve devlet olarak hazır
bulunduğumuz başta Yunanistan olmak
üzere bütün dünyaya ilân edilmelidir.
YUNANİSTAN TOPYEKÛN SAVAŞA
HAZIRLANIYOR
Kıbrıs meselesi bugün çok nazik bir
duruma
sürüklenmiş
bulunmaktadır.
Topraklarını büyütme hırsı peşinde ko­
şan Yunanistan, adadaki Türk hakla­
rının verilmesi konusundaki bütün is­
teklerimize karşı çıkmakla gerçek ni­
yetini ortaya koymaktadır. Nitekim Yu
nanistan Başbakanı Karamanlis verdi­
ği beyanatta, «Hayatımı Kıbrıs'ın ilha
ki dâvasına adadım» demekte mahzur
görmemiştir. Buna ilâve olarak Yuna­
nistan'ın Türkiye ile harp halinde ol­
duğu ve bunun gereği olarak gerillâ
savaşının yapılacağı resmen ilân edil­
miştir. Aldığımız haberlere göre ha­
len Kıbrıs'ta ve Batı Trakya'da yaşa­
yanlar barbarca katledilmektedirler. An
laşılan, hedefine ulaşmak isteyen sal­
dırgan
Yunanistan,
zamana ihtiyaç
duymaktadır. Gerillâ savaşını sürdür­
mek suretiyle ihtiyacı olan zamanı ka­
zanacağını hesap etmektedir.
Alınan
haberlere ve açıklanan resmî tebliğle­
re göre, bugün Yunanistan askerî ve
diplomatik plânda
hızlı bir faaliyete
başlamıştır. Yunanistan'ın bu tutumun
dan anlayabileceğimiz tek husus şu­
dur : Yunanistan adanın tamamını ken
di topraklarına katmak gayesiyle Tür­
kiye ile topyekûn savaşa hazırlanmak­
tadır. Bugün askerî güç ve dünya ka­
mu oyu bakımından
kendini
yeterli
görmemektedir. Böyle bir tehlikeli tu­
tumdan vazgeçirilemeyenlere karşı alı­
nacak tedbirlerin gerekçesi ve şekli
açıktır. Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'da
kuvvet dengesini ve barışı korumak;
müttefiklerimiz ve memleketimiz açı­
sından daha vahim durumların doğma­
sını önlemek gayesiyle bazı âcil ted­
birlerin alınmasına
zaruret
vardır.
Bunlar :
ACİL TEDBİRLER
ALINMALI
1 — Askerî tedbirler : Adadaki kat­
liama son vermek ve Yunanistan'ın va­
him neticeler
verebilecek
saldırısını
önlemek,
Şimdiden Kıbrıs'ın tamamının kont­
rol altına alınması; gerekli askerî ha­
rekâtın başlatılması.
Ordumuzun
en
modern silâhlarla donatılması için dost
ve müttefik devletlerle
müzakerelere
girişilmesi, Türk ordusunun yüksek bir
caydırıcı güce sahip kılınması.
2 — Diplomatik tedbirler : Toprakla­
rını büyütmek hevesinden, Birinci Dün
ya Savaşından bu yana vazgeçmeyen
Yunanistan daima saldırgan
durumda
bulunduğundan bölgedeki
barışı
ve
kuvvetler dengesini bozmak temayülü
göstermektedir. Dost ve müttefikleri­
mizle karşılıklı olarak Kıbrıs meselesi
ele alınmalı ve tarafların
endişelerini
giderici anlaşmalara varılmalıdır. İkili
görüşmeler halinde yürütülmesi
gere­
ken diplomatik faaliyetlerin gerçekler­
den ayrılmadan düzenlenmesinde zaru­
ret vardır.
Çağımızın gerçekleriyle
bağdaşmayan romantizmle hiçbir neti
ce alınamayacağı gözden uzak tutul­
mamalıdır.
3 — Dünya kamu oyunu gerçekler
istikametinde aydınlatıcı geniş, şümul
lü ve sürekli propoganda yapmak. Her
türlü kitle yayın araçlarından; (sirema, televizyon, kitap, gazete, broşür
gibi) faydalanılarak bütün ana diller­
de Kıbrıs dâvası dünyaya anlatılmalı
dır. Diplomatik anlaşmalardan
sonra
bu faaliyetlerin yürütülmesi son dere­
ce kolaylaşacaktır.
4 — Nüfus politikası : Rumların te­
cavüzlerine dayanamayıp Adayı terket
mek zorunda kalan ve çeşitli ülkelere
dağılan Kıbrıs'tı Türklerin tekrar ken
di vatanlarına dönebilecekleri ilân edil
meli, hattâ hükümet bunu gerçekleş
tirmek için tedbirlere süratle girişme
lidir.
FEDERASYON GÖRÜŞÜ GÖZDEN
GEÇİRİLMELİ
Bu tedbirler vakit geçirilmeden sü­
ratle alınmalıdır. Hiçbir tarihi ve coğ­
rafi hakkı bulunmadığı halde Kıbrıs'­
ın tamamı peşinde koşan Yunanistan'a
karşı Türk hükümetinin tezi olan coğ­
rafi esasa bağlı
federasyon formülü
tekrar gözden geçirilmelidir.
MHP'li
milletvekillerinin
Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir
açıklamada «MSP'nin himmeti ve bü­
yük gayretiyle» îmam - Hatip Okulla
rının orta kısımlarının tekrar öğreni­
me başlayacağını
büyük bir tantana
ile seçmenlerine ve halka övünme ve­
silesi yaparak söylemişti. Halbuki işin
gerçek yüzü hiç de böyle değildir. Erbakan'ın
iddialarının aksine, İmam
Hatip Okullarının orta kısmı kapatıl-
kanun teklifi
Millî Savunma Sanayii
Yatırım Kurumu kurulmalıdır
Milliyetçi Hareket Partisine mensup
üç milletvekili 28 Ağustos 1974 günü
Millet Meclisi Başkanlığına bir kanun
teklifi vermişler ve Millî
Savunma
Sanayii Yatırım Kurumu adıyla
bir
kurumun
kurulmasını
istemişlerdir.
MHP Genel Başkanı ile MHP Ankara
Milletvekili
Genel Sekreter Mustafa
Kemal Erkovan ve MHP Yozgat Mil­
letvekili,
Genel Sekreter Yardımcısı
Ali Fuat Eyüboğlu'nun imzasını taşı­
yan
kanun teklifinin 1. maddesinde,
kurulması istenen kurumun gayesi şöy­
le açıklanmaktadır :
«Çağdaş savaşların,
ileri teknoloji
gerektiren, erkek - kadın bütün top­
lum fertlerini hedef alan, gerektiğinde
kadınların da muharip olmalarını mec­
buri kılan savaşlar olduğu dikkate alınarak kadınların askerlik mükellefiye
tine bedel ödeyerek katılmaları ve bedel
lerin sadece savaş endüstrisinin kurul­
masında değerlendirilmesi öngörülmüş­
tür.»
Teklife göre kadınlar evli, bekâr ve
dul tefrik edilmeksizin Bağ - Kur, SSK
ve Emekli Sandığı kanunlarına göre
Sosyal güvenlik primi ödedikleri süre­
ce işe girişlerinden itibaren 5 yıl (alt­
mış ay) süre ile Millî Savunma Sana­
yii primi ödeyeceklerdir. Ancak emek­
li oldukları veya işten ayrıldıkları tak-
İmam Hatip Okullarının orta
kısmı yeniden açılıyor,, iddiası
seçmenlere hoş görünmek
gayesini güdüyor
Son günlerde Kıbrıs konusunun
ön
plâna geçmesi sebebiyle bazı gelişme­
ler Türk kamuoyunda gereğince anla
şılmamakta, siyasî iktidar yetkililerinin
bazı karar ve icraatlarının tam değer­
lendirmesinin yapılamaması dolayısıy­
la bazı konular halka yanlış intikal et­
tirilmektedir.
Bu vesileyle Türkler arasında başgösteren yiyecek sıkıntısının giderilme
si konusundaki düşüncelerimizi de açıklanıakta fayda görüyoruz. Kısa va­
dede, Türklerin ihtiyacı karşılanıncaya kadar,
Rumlara yiyecek yardımı
yapılmaması. Uzun vadede, Türkiye'­
den taşıma yoluyla Kıbrıs'lı Türklerin
ihtiyacı karşılanamayacağı için, Kıb­
rıs topraklarının üretime açılması ga­
yesiyle gerekli yatırımcı tedbirlerin alınmasına zaruret vardır. Tarım kesi­
minde yapılacak faaliyet Kıbrıs'ın yi­
yecek ihtiyacını karşılayabilecek du­
rumdadır.»
malarından önceki haliyle açılmamıştır.
Bu iddiamızı doğrulayan bazı vesika­
lar ve icraattan kısaca bahsetmeyi ye­
rinde buluyoruz.
5 Ağustos 1974 tarihli ve 243.0/5986
sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Din Eği­
timi Genel Müdürlüğü başlığı altında
Din Eğitimi
Genel Müdürü Mustafa
Çinkılıç'm valiliklere gönderdiği
bir
tamimi inceleyecek olursak Erbakan'ın açıldığını iddia ettiği İmam - Hatip
Okullarının orta kısmı hakkındaki mev
zuat lıalckında bilgi sahibi oluruz.
Tamimden anlaşıldığına göre 9. Millî
Eğitim Şûrasının 22 ve 91 numaralı ka­
rarlarına göre «Aynı ortaokul prog­
ramı ye haftalık ders dağıtım çizel­
gesinin genel meslekî ve teknik ortaöğretim okullarının bünyelerindeki okul-
dirde prim ödeme mükellefiyetleri kal­
kacak, işe yeniden girdikleri takdirde
mükellefiyet kaldığı yerden devam ede­
cektir. Kanun teklifine göre maaş mik
tarına göre kesilecek prim % 3 ile % 6
arasında değişecektir.
Kanun teklifi­
nin 4. maddesine göre toplanan meb­
lağlar savaş sanayilerinin kurulmasın­
da kullanılabilecek hiçbir şekilde üre­
tim faaliyeti giderlerinde ve cari har­
camaların finansmanında
kullanılama­
yacaktır. 5. maddeye göre savaş sa­
nayiinin kapsamına her türlü gemi,
uçak,
ağır elektronik elektromekanik
araç, muhabere araçları imalatı gir­
mektedir. Kanun teklifine göre Kurum;
bu konudaki
yatırımları plânlayacak
ve yürütecektir. Kanunun yayın tari­
hinden 3 ay içinde kurum kurularak
faaliyete geçecektir.
Ayrıca kurum
teknik personel, kalifiye eleman ihti­
yacını karşılamak için her türlü fa­
külte, meslek okulu ve çırak okulları
açmak yetkisine sahip kılanacaktır. Ka
nunun geçici 1. maddesine göre bu ka­
nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
6 ay zarfında Türk Hava, Deniz ve
Kara Kuvvetleri vakıflarında toplanan
meblâğlar ve onlarla ilgili kanunî kay­
naklar kuruma devredilecektir.
MHP Genel Başkanı ve milletvekille
rinin imzaladığı teklif Millet Meclisi
Başkanlığına verilmiştir.
larda da aynen uygulanacağı; bu okullarda seçmeli dersler yerine • ikinci
devrelerin amaçlarına ve özelliklerine
uygun
olarak
meslek
derslerinin
okutulacağı» karar altına alınmıştır.
Bilindiği gibi 9. Millî Eğitim Şûrası,
ortaokullarda seçmeli ders sistemini ge­
tirmiştir. Buna göre ortaokul dersleri
dışında, ortaokuldan sonra öğrencinin
gitmeyi düşündüğü meslekî ve teknik
liseye göre öğrenci gideceği bu okul­
lara hazırlıklı olması için haftada 8
saat meslekî ders okuyacaktır. Alınan
kararın kısaca tefsirinden bu netice
çıkmaktadır. Ortaokuldan sonra gidile
cek meslekî okullar arasında İmam Hatip Okullarının 2. kısmı da bulun­
maktadır. Ortaokulu bitirince İmam Hatip Lisesine gitmek isteyen bir öğ­
renci ortaokulda İmam - Hatip Lisesi­
ne hazırlık olmak üzere haftada 8
saat din dersi, 9 saat Kur'an - Kerim,
9 saat da Arapça okuyacaktır. İşin asıl
önemli tarafı bu dersleri okuyarak or­
taokulu bitiren öğrenci kanunî bakım­
dan «İmam - Hatip Okulu mezunu» de­
ğil, ortaokul mezunu sayılacaktır.
İşte Erbakan'ın açıldığını iddia etti­
ği İmam - Hatip
Okullarının
birinci
devresi bu niteliktedir ve mezunlarına
«İmam - Hatip Okulu» mezunu statüsü
bile tanımayacaktır.
rnıınnınHnftfifiıiNuııtıiHiHiiiııiHimııtfml
Ö Z L E Y İ Ş
Kıbrıs'taki yer isimleri üzeıibir inceleme:
~
Nato öncesinde
dünya ve Türkiye
.
=
H
İ
E
y
S
E
s
5
s
§?
li
|
|
§
y
f
İ
1
y
I
|
3.
p
E
E
|
E
|
|
§
I
F
P
1
|
|
|
I
|
|
1
I
I
1
y
I
|
ö
§
I
|
I
=
|
p
|
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1923 yılını
takiben Türkiye'nin güvenliğini sağlamak üzere,
milletlerarası bir askeri, iktisadî, siyasî bir ittifakm kurulmasını gerektiren şartlar doğmamıştı.
Sovyet Rusya kendi sınırları içine aldığı mil­
letleri hazımla ve komünizmi baskıyle,
tedhişle
yerleştirmeğe uğraşıyor, öldürmeler ve komünizm
felâketiyle ölümler, açlık, yoksulluk Rusya'yı kap
I iyon! ıı. Sovyet Rusya, henüz kızıl emperyalizmin
vahşî dişleri arasına komşularını almak için, vak­
tin gelmediğini biliyordu. Bu sebeple ve henüz
nükleer silâhlar bilinmediği için, Batı Avrupa ve
Türkiye üzerine ağır bir baskı yapamıyordu. Arap
memleketlerinde de henüz ağır bir etkisi yoktu.
Henüz İsrail devleti kurulmadığından,
Ortadoğu
da menfaatler, ihtiraslar fazla göze çarpmıyordu.
Yalnız petrol sahalarının çoğu Amerika Birleşik
Devletleri, İngiltere ve Fransa v.b. tekelinde ve
sömürmesiııdeydi. Türkiye için ne Batı ve ne de
Doğu'dan gelecek açık ve kesin bir tehlike o si­
ralarda fazla mevcut değildi. Bu hal İkinci Cihan
Savaşına kadar sürdü,
İkinci Cihan Savaşından
az önce karşılıklı milletlerarası ittifaklar
kendisini gösterdi. Türkiye her iki ittifaka karşı varlığım ve bağımsızlığını koruma çabasındaydı. Başta
emperyalist devletler, Amerika Birleşik Devletleri,
İngiliz İmparatorluğu, Sovyet Rusya, sömürgeci
Fransa v.b. karşısında Alman, İtalyan ve Japon
emperyalizmi v.b. amansız bir boğuşmaya, kanlı
bir savaşa girişmişlerdi. Nihayet A.B.D., Sovyet
Rusya ve İngiliz İmparatorluğu savaşı kazanma
yolunda ilerlerken, Dünyanın muhtelif bölgelerini,
sömürülecek yerleri bölüşmek üzere
görüşmelere
başlamışlardı. Yalta'da bu nüfuz ve işgal ve sö­
mürme bölgeleri üzerinde ilk anlaşmayı
yaptı
1ar. Böylece Sovyet Rusya,
İkinci Cihan Savasinin galipleri arasında kalarak, hür, bağım­
sız yüz milyon nüfuslu, Avrupa milletlerini, Fin­
landiya'nın bir bölümünü, Letonya, Litvanya ve
Estonya'yı (ilk başta ve daha önce) zaptetmişti.
Boyunduruk altına giren Avrupa devletlerinin sayısı arttı. Güya batılı devletlerin (İngiltere, Fransa) nm Almanlara savaş açarak kurtarmağa koş
tukiarı Polonya'yı Sovyet Rusya'ya teslim ettiler.
Mmanyanııı bir kısmı, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan ve Romanya.. Bu kızıl çemberin
içinde kaldı. Sovyet Rusya her yıl nüfuz ve işgal
sahasını, Nazi ve Faşist emperyalistlerle yarışan
bir dehşetle, hattâ onları geride bırakan bir vabsetle genişletti. Biz bunların tarihçesi üzerinde faz
la duracak değiliz. Sözü Türkiye'ye getireceğiz.
Türkiye ile Sovyet Rusya arasında 17 Eylül 1925
tarihinde imzalanan «Dostluk ve Saldırmazlık» antaşmalarını, tek taraflı olarak
19 Mart 1945 de
fesheden komünist emperyalist Rusya,
Türkiye'ye karşı düşmanlığını daha fazla gizlemeğe lüzum görmedi. Hani güya İstiklâl Savaşımızda yardım etmişlerdi? Türkiye'ye dosttular, Çarlık poinikası geride kalmıştı.
Türkiye'nin başarılı bir
İstiklâl mücadelesi içinde olduğunu gören Sovyet
Rusya, bulanık suda balık avlamak hevesiyle, o
da kendi cebinden çıkmadan Sovyet Rusya'daki
Türk soydaşlarımızdan toplanan ve üstelik yarısı
Moskova emrine alıkonan bir para yardımı vardı..
Batıdan o zamanlar tecrit edilen Sovyet Rusya,
Türkiye'yi önce batı emperyalizmi karşısında destekler görünerek, onlarla anlaşma yapma başarısizliği karşısmdaydılar. Türkiye'yi komünistleştirmek üzere bir yandan kendi ajanlarını göndermiş1er, bir yandan
bir komünist parti kurulmasını
teşvik etmişlerdi. Bu muydu dostluk! Atatürk ve
arkadaşları bütün Kızıl Rus oyunlarını zararsız
hâle getirmeği başarmışlardı.
IIIMI!l!imilll!lll!IIIUflil!lilllllllilt[!!llfinmn!tllllllil!ll!llt!ll(!!!ll!!!;i!!!!l!lin!!milUlllin!ISlf!
Prof. Dr. Hikmet TANYU
İkinci Cihan Savaşmda, Amerika ve mütte­
fiklerinin geniş yardımlarıyla kendisini toparlayıp,
savaştan İkinci Cephe ve onların başkaca des­
tekleri sayesinde galip çıkan Sovyet Rusya mey­
danın kendisine kaldığını sanarak Türkiye'ye kar­
şı emellerini açıklamakta bir engel tanımadı. Tür­
kiye'den arazi ve üs isteklerinde bulundu (1945).
Kars ve Ardahan'ı
ilk istenen
hedef yapmıştı.
Montrö antlaşmasını da
çiğneyerek boğazlardan
üs istemişti. Fakat Türkiye, o zamanlar tek ba
sına kaldığı halde büyük bir cesaretle karşı koy­
du. Çarlık emperyalizmiyle 13 savaş yapan Tür­
kiye, bu defa
(Dünya insanlarına özgürlük ve
emekçiye hak, barışçı insanlık !) yalanlarıyle or­
taya çıkan kızıl emperyalizme karşı, ilk defa
«Hayır» diyen şanlı ve tarihine yakışır bir devlei
oldu. Bir defa daha anlaşılmıştı ki, Çarlık Rusya
emperyalizmi ile,
komünist Rusya emperyalizmi
arasındaki fark, komünist Suvyet emperyalizmi­
nin çok daha merhametsiz,
çok daha kanlı ve
vahşî, üstelik çok daha kurnaz ve yalancı olma­
sıydı.
Türkiye, siyasî - coğrafya ve tarihî mevkii ba
kımından çok önemli bir yerdeydi.
Üstelik kızıl
emperyalizmin pençesindeki tutsak Türklerin sayı
sı 50 milyonun üzerinde idi. Sovyet Sömürgeler
imparatorluğunun hedefi, son bağımsız Türk Dev­
letini kana bulanmış bir Sovyet sömürgesi haline
getirmekti.
Emperyalist Sovyetler, savaş içinde lâğvettik
leri «Komintern» in yerine 1947 yılında «Komin
form» u kurmuşlardı. Hedeflerinin ülkeler elde
etmek, hür milletleri yutmak olduğunu apaçık be­
lirttiler. Kominform'un amacının, batılı demokra
tik rejimleri çökertmek, onları yoketmek olduğu­
nu ve içten kışkırtmalarla, isyanlar, ihtilâller çı­
kartacaklarını övünerek söylüyorlardı.
Gerçekten de Sovyet Rusya 1945 ten sonra bir
taraftan sınıf çatışmalarını daha fazla kışkırtmış..
1974 yılında Kıbrıs olaylarında desteklediği Yunanistan'ı, yıllarca önce bir iç savaşa sürükle­
mişti. Aynı işi 1968 -1971 yıllarında da Türkiye'de
de yapmıştı. İran'da da bir ara kendisine uygun
kukla bir hükümeti iktidara getirme çabasındaydı.
Çekoslovakya ve Macaristan'ı kanlı bir baskı al­
tına almıştı.
Truman doktrini 12 Mart 1947 de ilân edilerek,
Türkiye ve Yunanistan'a 400 milyon dolar kadar
bir yardım yapılarak savunmaları güçlendirilmek
istenildi.
17 Mart 1948'de Sovyetlere karşı,
İngiltere,
Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, «Brük­
sel» anlaşmasını imzaladılar.
Sovyetlerin 250 milyonu aşan nüfusu ve dört
milyonu bulan kara kuvvetleri - 200 tümen - ve
bunun yanında zoraki uydu sömürgelerden çıkarı­
lan 60 tümen ve 250 si atom enerjisiyle işleyen 400
den fazla denizaltı,
ve yüzlerce savaş gemileri,
12.000'i aşan savaş uçağı ve peyk memleketlerden
katılan 2.000 uçak, binlerce, ağır nükleer başlık­
larla teçhiz edilmiş orta ve uzun menzilli güdümlü
mermiler karşısında, yalnız Türkiye değil, her hür,
bağımsız kalmak isteyen millet elbirliği ile tedbir
almak ihtiyacı içindeydi. Yarı Avrupa'nın, Akde­
niz'in, Ortadoğu'nun ve Türkiye'nin hatta Ame­
rika Birleşik Devletleri'nin güvenliği bile büyük
bir örgütün savunma ve savaş birliğinin kurulmasiyle mümkün olabilirdi. Türkiye de kendi millî,
insanî güvenliğini sağlamağa ve şerefle, insan hak
ve hürriyetlerini koruyarak yaşamağa azimli idi.
Önümüzdeki yazımızda NATO'nun kuruluşu ve
Türkiye'nin NATO içinde nasıl hareket etmesi ge­
rektiği üzerinde duracağız.
Kıbrıs,
bir parsıdır
Doç. Dr. Mdet ERÖZ
16 Ağustos 1974 Cuma günü, kahraman Türk
Ordusu, şanlı atası «Attilâ» nın
ismini vererek
plânladığı «Attilâ Hattı» nı, Yunanlı'nın ve Rumun anladığı dil olan silâhla çizerek, Kıbrıs'ın ku­
zeyini aldı. yeni bir zafer daha kazandı ve Kıb­
rıs Türklerini kurtardı. 1571 yılında Magosa'ya
giren Türk kumandanı, «Lala Mustafa Paşa» ol­
muştu. 1974 yılında Magosa'ya
giren Türk
ku
mandanı,
«Osman Fazıl Polat Paşa» olmuştur.
Dörtyüz yıl sonra Türk askeri Magosa'ya girer­
ken, eskisinden farklı olarak, Magosa Kalesi'nde
bir aydır mahsur durumda kalan, yiyecek ikma­
li yapmaktan mahrum, fakat kendisini yiğitçe sa
vunan 13.000 Kıbrıs Türk'ünün sevinç
gözyaşları
içinde karşılandı. Kale duvarlarından Türk bayrak­
ları sallanıyor, Türk askerinin üzerine çiçek ya­
ğıyordu. Kıbrıs'ın kuzeyi ikinci defa fethedilmiş­
ti.
Birinci fetihte, Türkiye'den Türk cemaatleri­
nin getirilip,
Kıbrıs'a yerleştirilmesi söz konusu
idi. Bu sefer, esasen Kıbrıs'ta oturan Türk'leri,
Attilâ Hattı'nin kuzeyinde kalan yerleşme bölge­
lerine bir plân dahilinde, akıllıca yerleştirmek ge­
rekiyor. Magosa, Serdarlı Sancağı, Lefkoşe, Girne,
Lefke Türkleri, zaten yerli yerinde kalacaklar.
Lârnaka, Limasol ve Baf Türklerini de buralara
getirmek, iktisadî hayatı canlandırmak ve Türk
cemaatine refah ve mutluluk getirmek, bu iskân
siyasetinin gayesini teşkil edecektir. Bunun da
başarılacağından emin bulunuyoruz. Biz bu ma­
kalemizde, dört asır önceki Kıbrıs fethinden son­
ra takip edilen iskân siyasetinden bahsedeceğiz.
1571'DEN SONRA KIBRIS'A TÜRKLERİN
YERLEŞTİRİLMESİ
Osmanlı Türk Devleti, çok yüksek bir iskân
siyaseti takip etmiş, fethettiği yerlere Türk nü­
fusu sevkederek, oraları Türkleştirmiştir. Rumeli'­
de; yolların, geçitlerin,
derbentlerin emniyetini
sağlamak, yeni köyler kasabalar kurulmasını te­
min etmek, alman yeni toprakları şenlendirmek,
ordunun arkadan vurulmasını önlemek gibi düşün
çelerle, Anadolu'dan çok kalabalık sayıda Yörük Türkmen oymakları getirilip, yerleştirildi. Bu sa­
yede, Rumeli, Türk diyarı olmuştu. Aynı iskân si­
yasetini Kıbrıs'ta da tatbik eden Osmanlı Dev
leti, oraya da
Türk göçebelerini gönderiyordu.
Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu. Bir
yandan, yerleşik halka huzur vermeyen Yörük'ler­
den kurtulunmuş oluyor, diğer yandan bu Yörük­
ler, Kıbrıs'ı Türk yapıyorlardı. Türk askerlerin­
den başka, çadırları ve sürüleri ile buralara sü­
rülen göçebe Türkler. Kıbrıs'ın çehresini değiş­
tirmişlerdi. Çoğu göçebeliği bırakıp, köyler, kasa­
balar kuruyorlardı. Kıbrıs'ın birçok yeri, taşıyla
toprağıyla Türk olmuştu.
Bu sürgünlerden biri, 1708 yılında olmuştur.
İçel, Antalya taraflarındaki köyler halkını, ekin­
lerini, ağaçlarını, koyun ve keçileri ile harap et­
tikleri ve zararlara ve kavgalara sebep oldukları
için, birçok Yörük oymağının Kıbrıs'a sürülmele­
rine ferman çıkmış, emre itaatsizlik ettikleri tak
dirde, «katillerinin caiz olduğuna» dair, Şeyhülis
lâm Abdullah Ei'endi'den bir de fetva alınmıştır.
Adı geçen fetvada,
«Taifei mezbureyi ahiz ve
serlerini def ve Kıbrıs ceziresine iskâna me'mur
olan Zeyd Vali taifei mezbureyi ahz ve Kıbrıs ce­
ziresine iskân murad itdikde mezburlar şer'i şe­
rife ve emri sultanîye
itaat itmeyüb muharebe
sadedinde olsalar emri
veliyyül emr ile taifei
mezbure ile mukatele idüb serlerini def içün kat­
letmek caiz» olduğu belirtiliyordu. Bunun üzerine
Yörükler, Antalya'dan gemilere bindirildi.
Yolda,
bir kısmı gemi kaptanlarını öldürüp kaçtılar. Bir
kısmı da, adaya geldikten sonra, Aydın, Mente­
şe, Saruhan ve Kütahya taraflarına kaçarak ora­
lara dağıldılar. İki yıl sonra, 1710 da, çeşitli bas­
kı ve tehditlerden sonra, ziraat ve hayvancılıkla
uğraşmak, kendi hallerinde oturmak şartiyle af­
folundular. Bir kısmı iskânı kabul ederek, köyler
kurdu ve ziraate başladı, bir kısmı da göçebeliğe
devam ederek hayvancılık ve dağlarda odun kes­
mekle uğraştılar (1). Hayvancılıkla uğraşanlara,
gene «Yörük», odunculukla uğraşanlara
«Tahta­
cı» denildi. Ege ve Akdeniz dağ eteklerinde bu­
gün bile aynı mesleği yürüten «Tahtacılar», Ki
zılbaş Türkmenlerdir. Demek ki, Türk göçebeleri­
nin bir kolu böylece Kıbrıs'a gidip yerleşmiş, di­
ğer kolu Türkiye'de kalmıştır. Bu iskân ve sür­
gün hareketinin, diğer bir misalini Silifke Lima­
nından (Taşucu'ndan) yapılan sefer teşkil etmek­
tedir (2). Osmanlı arşiv vesikalarında, bu iskân
faaliyetine dair pek çok vesika olduğu bilinmek­
tedir. Yukarıdaki bir iki misâl, bu konuda bir fi­
kir vermek için nakledilmiştir.
KIBRIS'TA YER ADLARI (3)
Yer adları, iskânla, yerleşme ile sıkı sıkıya
ilgilidir. Bir toprağa yerleşen insanlar, kültürle­
rine göre, oraları isimlendirirler. Bu hususta Türk
ler çok hassas ve ileridir. En ufak bir arazi par­
çasını bile, bir coğrafyacı, bir haritacı gibi belli
eder ve adlandırırlar. Köy ve kent isimlerinden
başka, dağ, tepe, yayla, geçit, bel, belen, dere,
ırmak, göl ve diğer arazi parçaları, Türklerin ha­
fızasında, şifahî bir harita gibi belirtilmiş ve
kaydedilmiştir. Atalarımızın bu meziyet ve titiz­
liği bizde yok. Bizler, idarecilerimiz eliyle, bu
güzelim isimleri birer birer kurban ediyor, köy
adlarını rastgele değiştiriyoruz. Bunu çeşitli ya­
zılarımızda,
misalleri ile açıkladık, yakındık.
Kimsenin duyduğu yok.
Kıbrıs'a yerleşen Türkler de, kurdukları köy­
lere ve bulundukları yerlere, Türk geleneğine gö­
re isim verdiler. Türk geleneğinde yer adı, şu
kaidelere göre konur : 1 — Orta Asya, Azerbay­
can'daki bir yer adının, Anadolu ve Rumeli'deki
bir yere konması, 2 — Ulus, uruk, boy ve oymak
adının, yerleşilen köyün adı olarak kabul edilme­
si, 3 — Bir totem (ongun, töz) adının, yer adı ola­
rak kabulü, 4 — Yerleşme sırasındaki bir vak'anın, bir oluşun, köy adına tesiri, 5 — Yerleşilen
arazi şekline göre isim verme.
Kıbrıs'ta bu kaidelere uygun şekilde yer ve
köy adlarının alınmış olduğunu, vereceğimiz bazı
misâllerle gösterelim. Aydın'la Mersin arasından
I sürülen Yörükler, buradaki yer adlarını ve kendi
oymak adlarım, adadaki köy ve arazi parçaları­
na verdiler. Bunlardan bazılarını şöylece sırala­
yıp, açıklayabiliriz.
Beşparmak Dağları. Aydın'la Muğla arasın­
da uzanan çok sarp dağlara, Beşparmak Dağları
denir. Buraları çete savaşı için çok elverişlidir.
Çakırcalı'nın ve diğer zeybeklerin yıllarca barın­
dığı yerler buraları idi. Son yıllarda, «Kır gerillâ­
cıları» ndan «Şafak Grubu» na mensup olanlar
da buralarda saklanmıştı. Sıkı bir komando ha­
rekâtı ile ele geçirildiler ve bugün «Affı Şahane»
ye mazhar oldular. Kıbrıs'a giden Türkler, Tür­
kiye'deki Beşparmak Dağları'na
çok benzeyen
dağlara da aynı adı verdiler.
Son zamanlarda
Rum çetecilerinin üssü olmuştu. Gene, yiğit ko­
mandolarımızın sıkı bir askerî harekâtı neticesin­
de, Türklerin eline geçti.
Kızılbaş Bölgesi. TÖRE dergisinde geçen yıl
veya daha önceki yıl yazdığımız bir makalede,
Türklerde baş giyimine uyularak, oymak ve boy
ismi alındığını göstermiştik.
Kazaklar arasında
«Kızılbörklü», «Konurbörklü» oymakları vardı. Ay­
rıca, Afganistan'da, İran'da ve Türkiye'de «Ak­
baş» ve «Kızılbaş» ismi alan oymak ve boylar
olduğu bilinmektedir. Sonradan, Kızılbaş adı Alevî
Türkmenlere verilmiştir. Kıbrıs'taki bu Kızılbaş
Bölgesi, bu isimdeki Yörük oymağının yerleşme­
sinden ötürü konulmuş olabileceği gibi, Kızılbaş
Türkmen oymaklarının yerleşmesinden de alınmış
olabilir. Kızılbaş ismi Türkiye'de mânâsız bir kor­
ku havası yaratır, üzerinde konuşulması adetâ ta­
budur. Bunu başka makalelerimizde açıklığa ka­
vuşturmağa çalışacağız.
nin değiştirilmesi iyi olmamış.
Kıbrıs Türkleri,
bunu belki de Rumca bir isim zannederek değiş­
tirmişler. Türkiye'deki idareciler ise, bundan mis­
li misli ihtiyatsız. Arayıp sormadan yüzlerce isimi
değiştiriveriyorlar. Burdur'daki «Oğuzhan» ismini
«Bucak» yapıveriyorlar. Burada saymağa imkân
olmayan nice güzelim isimleri yok ediyorlar.
Baf'a Bağlı Köyler :
Yalya (Yayla), Kukla (Sakarya) köyleri.
Kurtaka (Kurtağa). İkibin yıl önceki Orta As­
ya Türkleri,
büyüğe, babaya
«Aka»
derlerdi.
«Kurt» isimli bir oymak beyinin bu köyü kurmuş
olması muhtemeldir.
Lârnaka'ya Bağlı Köyler :
Tatlısu, Terazi, Bahçalar, Mormenekşe köyle­
ri. Bu köylerin adı da, arazinin şekline, topra­
ğın biçimine, akarsulara göre alınmıştır.
Girne'ye Bağlı Köyler :
Ağıda (Ağıdağ), Kambilli (Hisarköy), Kömür­
cü. «Kam», eski Türklerde,
Şamanizmde,
din
adamlarına verilen ad idi. Buradaki köyün adı­
nın onunla ilgisi olup olmadığını bilmiyoruz.
Limasol'a Bağlı Köyler :
Lefkoşe'ye Bağlı Köyler ;
Çamlıköy. Çamlık bir
malıdır. Burada verdiğimiz
lerdir. (Rumca asıllı olup
len köy isimlerini buraya
arazide kurulmuş ol­
köy adları eski isim­
sonradan Türkçeleştirialmıyoruz.)
Küçükkaymaklı. Türkiye'de «Kaymak, peynir,
yağ, yün, ayran, süt» le anılan pek çok köy ve
kent ismi vardır : Ayrancılar, Sütçüler, Yoğurtçu­
lar, Yağcılar, Peynirciler gibi. Adı geçen Yörük
oymağının ihtisaslaştığı konuyu gösterse gerektir
ve ona göre oymak isim almıştır. Oymak yerle­
şince, köye de aynı isim veriliyor. Burada da
öyle olmuş. Ayrıca, Büyükkaymaklı da olacak.
Dizdarköy, «Dizdar», Farsça «Kale muhafızı»
demek imiş. Doğu Anadolu'da, Sultan Alparslan
devrine soylarını çıkaran
«Dizdaroğulları» var­
dır. Bu köyde de böyle bir gelenek bulunsa ge­
rektir.
Beyköy. Anadolu'da, göçebeliği terkedince ve­
ya y a n göçebe haline gelince, boy (aşiret) bey­
lerinin oturduğu köye, «Beyköy» deniliyor.
Dinar
Türkmenleri arasında gezerken, böyle bir bey kö­
yüne rastladık.
Onlar da aynı şeyi söylediler.
Kıbrıs'taki «Beyköy» e de aynı şekilde yerleşil­
miş demektir.
Gönyeli. (Yeni adı : Gönenli), Softalar (Yeni
adı : Düzova), Hamitmandralar (Hamitköy). Bun­
larda da bir oymak adı, bir oymak beyinin adı,
köy adı olarak alınmıştır.
Lefke'ye Bağlı Köyler :
Alevkaya. Arazi şekliyle ilgilidir.
Gaziviran. «Ören» veya «Viran, veran»,
bir
yerdeki eski eserleri, yıkık yerleri ifade eder.
Böyle bir yerde köy kurulunca, köyün adı bu ke­
limelerle meydana gelir : Karacaören,
Kızılcaören, Akören, Akviran, Belören v.s. gibi. Adı ge­
çen köyde de aynı geleneği buluyoruz. Buradaki
«Gazi» ismi,
bir savaşla ilgili olabileceği gibi,
Gazi isimli bir şahsın adı ile ilgili olabilir.
Magosa'ya
Bağlı Köyler :
Bahçalar, Kaleburnu, Kukla (Yeni adı : Köp­
rü), Sandallar. Bu köy adları da, arazinin şekli­
ne ve oymak isimlerine göre alınmış olmalı.
Aytuna (Mersinli), Gilân (Ceylân),
(Mutlukaya) köyleri.
Muttakaya
Son olarak üç köy üzerinde duracağız.
Lefke
civarındaki «Doğancı» Köyü, doğan kuşu ile ilgi­
lidir. Bu isimde pekçok Türkmen, Yörük oymağı
biliniyor.
Arapköy. Lefkoşe ile Magosa
arasında bir
köydür. Arap ırkı ile ilgisi yoktur, Türk köyü­
dür. Türkler, yağız çehreli insanlara «Arap» der­
ler. Takma ad olarak pek çok kimseye verilir.
Bu isimle anılan şahısların
oymak beyi olması
halinde, Türk geleneğine göre, oymak aynı adı
alır. Tarihî vesikalarda, bu isme rastlıyoruz. Balı­
kesir civarında oturan pekçok
«Araplı»
yörüğü
vardı. Birinci Murad ve Yıldırım devrinde, Ru­
meli'nin iskânı sırasında bu Araplı'ların rolü bü­
yük oldu. Aşıkpaşazade Tarihi ve diğer Osmanlı
tarihleri, bohur - buğur (çift hörgüçlü damızlık er­
kek deve, Türkistan'daki adı : Buğra) besleyen
Araph Yörüklerinin, zorla kafileler halinde Ru
meli'ye götürüldüklerinden ve
Selanik tarafları
ile, Bulgaristan'da Filibe taraflarına yerleştiril­
diklerinden bahsederler. Araplı Yörüklerinin
bir
kolu Ege'de kalmıştı. Bugün Aydın İlinde, on ka­
dar «Araplı» köyü vardır ki, isimleri değiştiril­
miştir. Tarihi vesikalarda, bu oymaklara mensup,
şahısların, çok eski Türkçe isimler almış olduk­
larını görüyoruz. Adı geçen boy veya oymağın
bir kolunun Kıbrıs'a yerleşmiş olduğu anlaşılıyor.
Merhum Prof. Z. V. Togan, Özbekler arasında da
bir «Araplı» oymağının olduğunu kaydeder.
Çerkez.
Limasol'a bağlıdır.
«Çerkeş»,
bir
Türk boyunun adıdır. Kıpçak Türklerinin
Kü­
çük Yüz (Kiçicüz) koluna bağlı Bayulu (Baycğlu) tâbi boylardan birinin adı, «Çerkeş» tir (4).
Gerçekten, Kıpçak Türklerinden olan Kırım Ta­
tarlarının, Kırım'da, Bahçesaray'da kurmuş
ol­
dukları köylerden
birinin adı da
«Çerkez» dir.
Türkçe konuşan Kuman - Kıpçak, Peçenek Türk­
leri tarafından kurulmuştur. Anadolu'da da, «Çer
kez» isimli Türk köyleri vardır. Vamberi, Batı
Türkistan'da,
Yomut Türkmenleri'nin beyi olan
«Kolçak Han» in kardeşinin adının «Çerkeş Bey»
olduğunu söyler (5). Demek ki, Batı Anadolu'da
bulunan Türkmen oymakları arasında bir oyma­
ğın adı«Çerkez» idi ve Kıbrıs'ta bir köy
kurdu.
Gömeç. Yörükler, . balın peteğine
«Gömeç»
derler. Petekli bal yerine de gömeçli bal derler.
Bu köyün adı da, bu hususla ilgili olabilir.
Kıbrıs'ta, Türklerin
dere, ırmak,
göl gibi
isimler dikkatle tesbit
çekici neticeler alınır.
ra mümkün olabilir.
oturduğu bölgelerde, dağ,
arazi parçalarına verilen
edilmiş olsa, çok dikkat
Bu da artık bundan son­
Sinde (Yeni adı : İnönü). «Sinde», «Sinde!» in
bozulmuş şekli olmalı. «Sindel», bir Türkmen oy­
mağının adıdır. Kayseri'nin Pazarören Kazasında
yerleşen Avşarlar'm bir oymağının «Sindel» idi ve
«Sindelhöyük Köyü» nü kurdular.
Biz bu köye
gittik. Bergama'nın,
Yörük köylerinden birinin
adı da «Sindel» dir. Bir araştırmaya konu ol
muş, fakat araştırıcı ismin nereden olduğunu bil­
meksizin konuyu işlemiş,
Yörük oymağının adı
olduğunu anlayamamıştır.
Galiba Fehmi Aksu'­
nun «İsparta İli Yer Adlan» isimli kıymetli ese­
rinde, Yörük - Türkmen oymakları arasında, «Sin
del» de sayılmaktadır. Bu bakımdan bu köy adi­
(1) Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İs­
tanbul, 1930, sf. IX ve 145.
(2) Prof. Ö. L. Barkan, «Osmanlı İmparatorlu­
ğunda..», İktisat Fakültesi Mecmuası, c. , 11,
sf. 551 - 52.
(3) Öğrencilerimizden Kıbrıs'lı Şirin Hayrettin ve
Necmi Mehmet'in hazırladığı vazifeden ve
büyük bir Kıbrıs haritasından faydalanıyoruz.
(4) Prof. Abdülkadir İnan. Makaleler ve İncele­
meler, Ankara, 1968, sf. 4 - 5 .
(5) Vambery, Travels in Central Asia, London,
1864. sf. 79.
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 8
Kıbrıs olaylarının başından beri açıkça
Yunanistan'ı destekleyen Rus teklifinin
adeta kabul edilmesi hayretle karşılandı
Türkiye'nin Kıbrıs harekâtı sırasın­
da, açıkça Yunanistan'ı desteklemediği
için Amerika'ya cephe alarak Rusya
ile birlikte hareket etmeye başlayan
Yunanistan, adada Türkiye ile savaşa
devam edileceğini açıklarken, Rusya'­
nın Kıbrıs konusunda ileri sürdüğü tek
lif
Türkiye tarafından cevaplandırıl­
mıştır. Bilindiği gibi Rusya ilân ettiği
teklifinde, Kıbrıs görüşmelerinin «Dar
NATO çerçevesinden kurtarılarak BM
Güvenlik Konseyi üyeleri ile 3 garan­
tör devletin katılmasıyla düzenlenecek
bir konferansta görüşülmesini»
iste­
mektedir. Rusya'nın bu teklifine Ame­
rika ve İngiltere karşı çıkmış menfaat­
lerine uygun olduğu için
Yunanistan
kabul etmiştir. Türkiye bu teklifi ara­
dan geçen bir kaç günün sonunda ni­
hayet cevaplandırmış ve
«Rusya'nın
teklifini ihtiyatla karşıladığını»
açık­
lamıştır.
Türk hükümetinin, Rusya'nın teklifi­
ni cevaplandırırken Rusya'nın
«Kıb­
rıs'ın NATO'ya ilhak edileceği» yolun­
daki endişelerini gidermeye
çalıştığı
dikkati çekmiştir. Türk görüşünde bu
konuya
şöyle
temas edilmektedir :
«Eğer Kıbrıs'ın bir bölümü veya tümü
bu ittifakın üyesi bir ülkeye ilhak edilmiş olsa idi o
zaman
Kıbrıs'ın
NATO ortak güvenlik sistemine katılma
sı ihtimali ortaya çıkabilirdi ve Tür­
kiye geçmişte olduğu gibi böyle bir il­
hakı önlemeye kararlıdır. Türkiye'nin
Yunanistan'ın
«Enosis» idealini veya
Kıbrıs'ın taksimi ihtimaline karşı çı­
kışının başlıca nedenlerinden biri Kıb­
rıs'ın içişlerinde olduğu gibi dış ilişki­
lerinde de bağımsız kalması konusun­
daki hassasiyetidir. Aynı anlayış için­
dedir ki Türkiye Kıbrıs anlaşmazlığının
başlangıcından beri Sovyetler Birliği'nde takınılan yapıcı tutumu şükranla
karşılarken Kıbrıs sorununa çok sayıda
devletin karıştırılması yolundaki Sov­
yet önerisini
ihtiyatla karşılanmakta­
dır.»
Yukardaki pasajda da görülmüş ola­
cağı gibi Türk hükümeti cevabında
âdeta «Türkiye Kıbrıs konusunda siz­
den farklı düşünmüyor» demek iste­
mektedir. Cevapta devamlı olarak Rus
görüşündeki gibi Kıbrıs'ın bağımsızlığı,
hiçbir bloka bağlı olmaması,
NATO
hakimiyetine girmemesi konuları
iş­
lenmekte ve bu konularda
Rusya'nın
görüşünden farklı sayılmayacak şekil­
de ifadeler kullanılmaktadır.
Halbuki dünyada herkes bilmektedir
ki Rus görüşü, Yunanistan'ı destekle
yen Sovyetler Birliği'nin Yunanlılarla
birlikte hazırladığı bir tekliftir ve Tür­
kiye'nin bu konuda insiyatifini azalt­
mak ve hattâ yok etmek gayesiyle ha­
zırlanmıştır. 3 Devletin katıldığı gö­
rüşmelerde . Türkiye'nin durumu ile
Kıbrıs konusuyla hiçbir ilgisi bulun­
mayan 15 Güvenlik Konseyi üyesi dev­
letin katılacağı görüşmelerdeki Türki­
ye'nin durumu muhakkak ki değişik
olacaktır. Güvenlik Konseyi'nden daha
önce çıkmış olan Türkiye aleyhindeki
karar da gözönüne alınırsa böyle bir
toplantıda
Yunanistan'ın menfaatleri­
nin korunacağı bellidir. Yunanistan ve
Rusya'nın gayesi de zaten budur. RusYunan ortak teklifinde güdülen gaye­
ler bu olduğu halde Türkiye'nin bu gö­
rüşe en şiddetli red cevabını vermesi
beklenirken İngiltere ve Amerika ka­
dar bile sert çıkış yapamaması
ve
muğlak ve silik bir red cevabı ver­
mesi hayretle karşılanmaktadır. Kıbrıs
buhranının doğuşundan beri Türk düş­
manı bir politika takib eden Rusya'­
ya; ingiltere ve Fransa'ya gösterilen
sert tepkinin gösterilmemesi tâbi ve
korkak politika ile izah edilebilir.
Sonra Türkiye'nin, Kıbrıs adasının
NATO ittifakına katılmasına bu kadar
ısrarlı şekilde karşı çıkmasının sebebi
nedir? Bir devlet, kendisinin dahil bu­
lunduğu bir ittifaka güvenliği ile ya­
kından ilgili bir adanın katılmasını ni­
çin istemez? Türkiye'nin içinde bulun­
duğu NATO ittifakına Kıbrıs'ın da ka
tılması Türkiye'nin işine gelir, Rusya'­
nın işine gelmez. Rusya'nın kendi mil­
lî menfaatleriye ilgili bu teklifinin Tür
kiye'nin
hararetle kabullenmesi de
hayreti muciptir.
İPEKÇİ'NİN YORUMU
Öte yandan âdeta iktidarın akıl ho­
cası durumunda olan
Ipekçigillerden
Abdi İpekçi 29 Ağustos tarihli yazısın­
da yukardaki görüşlerimizi
doğrula­
mak istercesine şunları söylemektedir :
«Ama, Ankara'nın bu şekilde aldığı
vaziyeti açıklarken
ortaya
koyduğu
gerekçeler, Sovyetler Birliği'nin Kıbrıs
için savunduğu - ya da savunur gö­
züktüğü - ilkelere dayanmaktadır.
Türkiye, cevabi notasında
Kıbrıs'ın
bağımsız, bloksuz, tarafsız bir devlet
niteliğini koruması görüş ve kararında
bulunduğunu belirtmiştir.
Enosis
ve
Taksim
çözümlerine kesinlikle karşı
çıktığını, NATO'nun Kıbrıs işine hiçbir
şekilde karıştırılmaması gereğini savun
duğunu bildirmiştir.
Bunlar, tamamen Sovyet tezini yan­
sıtan ilkelerdir.
Öyle sanıyoruz ki Moskova, Türkiye'
nin cevabını okurken, bu belgede ken­
di savunduğu tezin Türkiye tarafından
verilmiş sağlam güvencelerini bula­
cak, bir yandan da, Yunanistan'ın iç­
tenliği üzerinde düşünmek gereğini du­
yacaktır.»
Görüldüğü gibi Türk
Hükümetinin,
Rusya'ya verdiği cevap, Rus görüşle­
rinin reddine taallûk etmeyip, görüşme
lere katılacak devletlerin sayısı konu­
sundaki fikir ayrılığına dayanmaktadır.
Netice olarak Türkiye'den bu konu­
da sert bir çıkış bekleyenler adeta hüs­
rana uğramışlardır. Türkiye'nin, açık­
ça Yunanistan'ı desteklediği ortada olan Rusya'ya karşı böyle millî konu­
larda böylesine cılız ve karanlık mahiyetli çıkışı Türk devleti açısından za­
rarlı olmuştur.
ücii gençlik:
paylaşanlar düşünsün
Ülkücü gençliğin Kıbrıs olayları do
layısıyla yurt çapında giriştiği faali­
yetlerin devam etmekte olduğu bildi­
rilmektedir. Gelen haberlere göre ül­
kücü dernekler yayınladıkları bildiriler
ve tertipledikleri gecelerde Türk Mil­
letine Kıbrıs meselesinin önemini an­
latmakta ve Kıbrıs zaferini kutlamak­
tadırlar.
Erzurum'a
bağlı Ilıca
Bucağında
faaliyet göstermekte olan Ilıca Kültür
Derneği Kıbrıs harekâtında şehit dü­
şenler için Çarşı Camiinde bir mevlid
okutturmuştur. Kalabalık bir halk top­
luluğunun katıldığı mevlidden önce ay
rica bir de bildiri halka dağıtılmıştır.
Ilıca'lı ülkücüler, bildirilerinde özetle
şöyle demektedirler :
ANKARA'DAKİ ZAFER GECESİ
«Türk gençliği olarak, «Nerede bir
Türk varsa oraya» sözünü rehber edi­
nen Türk milliyetçileri olarak «Barış
ve özgürlük» lâflarının, «Bağımsız Kıb
rıs» tekliflerinin Türk milletinin hisleri­
ne tercüman
olduğuna inanmıyoruz.
Ne dost ve müttefik dediklerimizin, ne
-:;^PBPS^^^^
Bu arada Kıbrıs ihtilâfının doğduğu
günden beri Yunanistan'la arasındaki
ilişkileri düzeltmeye başlayan Rusya'­
nın,
Yunanistan'a kuzey sınırındaki
Bulgar birliklerinin çekileceğine dair
teminat verdiği bildirilmektedir. Bilin
diği gibi Kıbrıs ihtilâfı doğduğu gün­
lerde Bulgaristan Yunan sınırına yığı­
nak yapmaya başlamıştı. Ancak Yuna­
nistan'ın NATO'dan çıkması ve Rusya
ile münasebetlerini düzeltmesi sonunda
bu birliklerin geri çekilmeye başladığı
ifade edilmektedir. Bu arada komünist
ülkelerin basını, Kıbrıs konusunda Tür
kiye ve NATO aleyhinde yayınlar yap­
maktadırlar. Türkiye'nin Rus teklifine
verdiği cevapta «Rusya'nın Kıbrıs ko­
nusundaki yapıcı tutumunu şükranla
karşıladığını» bildirdiği günlerde
ko­
münist âlemin Türkiye karşısında açıkça safını belli etmesi
bu bloka
mensup ülkeleıin ve bunların başında
Rusya'nın tutumunun hiç de «Şükran­
la karşılanacak» biçimde
olmadığını
göstermektedir. Bu görüşümüzü
kuv­
vetlendiren en son
örnek komünist
«Bizim Radyo» nun Kıbrıs konusunda­
ki yayınları olmaktadır. Bu radyo ya­
yınlarında devamlı olarak Türk birlik­
lerini «İşgal kuvvetleri» olarak
nite­
lendirmekte, Türk kuvvetlerinin
ada­
dan çekilmesi gerektiğini iddia etmek­
te, Yunanistan'ın
NATO'dan ayrılma
kararını desteklemektedir.
asırlık düşmanlarımızın ne de kuvvetli­
nin istediğini yaptığı, mazlum milletle­
rin haklarını almaktan âciz Birleşmiş
Milletlerin bize birşey verebileceğinin
lâftan ibaret olduğunun bilinmesini is­
tiyoruz. Dünya sulhunu, dünya nimet­
lerini paylaşanlar düşünsün.»
Dünya sulhunu dünya nimetlerini
26 Ağustos 1974 akşamı Ankara'da
MHP Gençlik Kolları tarafından Ata­
türk Spor Salonunda «Kıbrıs Zafer Ge­
cesi» düzenlenmiştir. Binlerce Ankaralı'nın salonu doldurduğu gecede Kıbrıs
zaferi ile ilgili şiirler okunmuş, halk
türküleri, Türk sanat musikîsi ve Türk
folklorunun en güzel örnekleri sunul­
muştur. MHP Genel Başkanı Alparslan
Türkeş'in de katıldığı ve binlerce ki­
şinin coşkun sevgi gösterileriyle karşı­
landığı gecede Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu «Malazgirt marşı» ve son ola­
rak yazdığı «Vuruşacağız» şiirlerini al­
kışlar arasında okumuştur. Ayrıca ge­
cede marşlar ve kahramanlık türkü­
leri söylenmiş, tarihî mehter takımının
gösterileri büyük alâka ile takib edil­
miştir.
Komünist blok karşımızda !
DİYARBAKIR'DA AŞIRI SOLCULAR
HALKTAN ZOR KURTULDU
Milliyetçi Hareket Partisi Diyarbakır
Gençlik Kolu
tarafından düzenlenen
mevlid büyük bir kalabalık tarafından
ilgiyle takib edilmiştir. Kıbrıs harekâ­
tında şehid düşen askerlerimizin, mü­
cahitlerimizin ve Kıbrıs'lı masum soy­
daşlarımızın ruhlarına ithaf edilen mev
lidden sonra manâlı bir dua okunmuş
tur. Halka ülkücü gençler tarafından
dağıtılan «Mevlide davet» bildirisi aşı­
rı solcular tarafından yırtılmış, ancak
bu birkaç kişi halk tarafından dövülmekten, ülkücü gençler tarafından kur­
tarılmışlardır.
.^m*»*. M * >
îdfcıfiSıffl*
ADANA ÜLKÜ OCAĞI'NIN TELGRAFİ
Gelen haberlere göre Adana
Ülkü
Ocağı 19 Ağustos 1974 günü İkinci Or­
du ve Sıkıyönetim Komutanı Örgene
rai Suat Aktulga'ya bir telgraf çekmiş
ve kahraman
ordumuzun başarısını
kutlamıştır. Adana Ülkü Ocağı Baş­
kanı Sabri Erdem
imzasıyla çekilen
telgraf şöyledir : «Sayın komutanım;
Büyük zaferlerle dolu tarihimize
bir
yenisini daha ekleyen şanlı ordumuzun
başarısını takdirle karşılar, yüksek ko­
mutanlık örneği deruhte ettiğiniz şahsı­
nızda, silâhlı kuvvetlerimize şükranla­
rımızı arz ederiz.»
MHP Gençlik Kolunun Diyarbakır'da düzenlediği mevlidden
den bir görünüş.
önce camı-
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 9
Nihat Sami Banarlı'yı
kaybettik
Türk edebiyatının büyük simalarından, değerli edebiyatçı
Nihat Sami Banarlı 13 Ağustos 1974 günü Hakk'ın rahmetine
kavuşmuştur.
1907 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Nihat Sam iBanarlı, 1872 yılında İstiklâl Lisesini bitirmiş daha sonra öğreni­
mine Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı bölümün­
de devam ederek 1930 yılında mezun olmuştur. Meslek hayatı
sırasında Edirne, İstanbul Kabataş ve Galatasaray Liselerinde
öğretmenlik yapan Banarlı 1947 yılında İstanbul Eğitim Ensti­
tüsünde hocalık yapmaya başlamıştır. Yüksek İslâm Enstitüsü'nde de bir ara öğretmenlik yapan merhum Banarlı, bu arada
yazarlık ve araştırmacılık faaliyetlerini de ihmal etmemiştir.
Çeşitli dergi ve gazetelerde edebiyat konularında yazıları
çıkan Nihat Sami Banarlı, kurucuları arasında bulunduğu Yah­
ya Kemal Enstitüsünün, vefatına kadar müdürlüğünü de yap­
mış bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda Yahya Kemal'in 9 kita­
bını hazırlayarak yayınlayan Banarlı 1969 yılında
Enstitüye
bağlı olarak Kubbealtı Akademi Derneğini kurmuştur.
1971
yılında arkadaşlarıyla birlikte Kubbealtı Edebiyat Mecmuası
isimli 3 aylık bir dergi çıkarmaya da başlayan merhum, de­
vamlı olarak Türk edebiyatının İçinde bulunduğu buhran ve
kısırlık üzerinde durmuş, bu dergi çevresinde yeni bir
akım
yaratmaya gayret etmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş 26 Ağustos
Ankara'da yapılan «Kıbrıs Zafer Gecesi» nde salona girerken.
gecesi
Türkeş: Yunanlıların vahşi saldırıları Türk
milletinin iradesine çarparak parçalandı
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Baş­
kanı Alparslan Türkeş, 30 Ağustos Za­
fer Bayramı dolayısıyla basına yazılı
bir beyanat vermiş, bu zaferin, Türk'e
Anadolu kapılarını açan Malazgirt za­
feri gibi kesin sonuçlu olduğunu belirt­
miştir. Türkeş'in beyanatı şöyledir :
Yurdumuzun saldırgan düşman kuv­
vetlerinden kurtuluşunu sağlayan
30
Ağustos Zaferinin 52. yıldönümünü kut
lamaktayız. 52 yıl önce Yunan emper­
yalizminin, Anadolu'da Bizans İmpara­
torluğunu yeniden kurma hayalleriyle
giriştiği vahşi, zalim saldırılar
Türk
Mileti'nin büyük iradesine çarparak pa
ramparça olmuştu.
Bugün, Kıbrıs'ta
soydaşlarımıza yapıldığı gibi, o zaman
da genç, ihtiyar, kadın, çoluk çocuk
demeden masum insanlar en kanlı şe­
kilde yok edilmiş ve köyler, şehirler
yakılmış, yıkılmıştır.
Birinci Dünya Savaşından galip çık­
mış olan batılı devletlerin beslediği, do
nattığı ve kışkırttığı
Yunan sürüleri
Türk Milletini yok etmek ve Türk va­
tanını sömürge yapmak için Ankara ön­
lerine kadar gelmişti. Fakat milletimi­
zin yetiştirdiği büyük komutan olan
Mareşal Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün
komutasında milletimiz, ye­
ni bir şahlanış meydana koyup, bütün
Türk Milleti kadınıyla, erkeğiyle ordulaşarak düşmana yıllarca süren geniş
ve amansız bir savaş verdi. Bu savaş
30 Ağustos 1922 günü
Dumlupınar'da
Başkomutanlık Meydan Savaşmda bü­
yük bir zaferle sona erdi. Bu zafer
Anadolu'nun kapılarını Türk Milleti'ne
açan Malazgirt Zaferi gibi kesin sonuç­
lu büyük bir zafer olmuştur. Türkiye
Cumhuriyeti'nin temelleri bu zafer üze­
rinde kurulmuştur.
Milletimiz Kıbrıs'ta giriştiği son Ha­
rekât ile de böyle büyük zaferler ka­
zanmaya her zaman yetenekli olduğu­
nu yeniden göstermiştir.
Tarihimizin bu mutlu ve büyük Zafer
Gününü, 30 Ağustos Zafer Bayramını
bütün vatandaşlarımıza ve Silâhlı Kuv­
vetlerimize, Kıbrıs'taki soydaşlarımıza
kutlarım, saygılar sunarım.
Tanrı Türk'ü korusun!..»
TÜRKEŞ'İN
TELGRAFLARI
Öte yandan MHP Genel Başkanı Tür­
keş, Zafer Bayramı dolayısıyla Cum­
hurbaşkanı , Korutürk,
Genelkurmay
Başkanı Sancar ve Kuvvet Komutanla­
rına da birer telgraf çekmiş ve kendi­
lerini kutlamıştır.
Türkeş'in Cumhurbaşkanı Korutürk'e
çektiği telgraf şöyledir :
«Türkiye Cumhuriyeti Devletinin te­
mellerinin atılışını sağlayan 30 Ağus­
tos Zaferinin 52. yıldönümünü ve Bü­
yük Türk Milleti'nin Zafer Bayramını
yüksek şahsınızda kutlar, saygılarımı
sunarım.»
MHP Genel Başkanı Alparslan Tür­
keş; Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Semih Sancar, Deniz Kuvvetleri Komu­
tanı Oramiral Hilmi Fırat, Hava Kuv­
vetleri Komutanı Orgeneral Emin Alpkaya ile Kara Kuvvetleri Komutanı Or
general Eşref Akıncı'ya gönderdiği telg
rafta da şöyle demektedir :
«Büyük Türk Milleti'nin ve şanlı Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin, tarihimizde ka­
zandığı en büyük zaferlerden biri olan,
30 Ağustos
Dumlupınar Zaferinin ve
Zafer Bayramının 52. yıldönümünü yük­
sek şahsınızda kutlar, saygılarımı su­
narım.»
Banarlı, bu çalışmaları sırasında 1940 yılından bu
yana
lise ve dengi okullarda halâ okutulmakta olan Metinlerle Türk
Edebiyatı (1.2.3.) Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı (1.2.3.) Me­
tinlerle Edebî bilgiler ve Edebi Bilgiler isimli ders
kitapları
yazmıştır. Banarh'nım diğer eserlerinden bazıları da
şunlar­
dır: Resimli Türk edebiyatı Tarihi,
Yahya Kemal Enstitüsü
mecmuası, Yahya Kemal Yaşarken ve Yahya Kemal'in Hatı­
raları.
70 yıla yaklaşan ömrü boyunca Türk edebiyatına
büyük
hizmetleri olan ve bütün imkânlarıyla Türk edebiyatının ge­
lişmesi ve içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılması için ça­
lışan Banarlı'nın bu hizmetleri
unutulmayacak ve merhum
Banarlı Türk edebiyatında lâyık olduğu yeri alacaktır. Merhum
Nihat Sami Banarlı'ya Tann'dan rahmet, yakınlarına ve ülkü
arkadaşlarına baş sağlığı dileriz.
"GERİLLA SAVAŞINI BAŞLATACAĞIZ,,
DlYEN RUMLARA KARŞI SON SÖZ YİNE
ORDUMUZA DÜŞÜYOR
Türk birliklerinin Kıbrıs'ın bir bö­
lümünü hakimiyet
altına almasından
sonra diplomatik alanda durumlarının
zayıfladığını ve eğer masa başına o
turulursa Türkiye'nin eskisinden daha
kuvvetli olacağını anlayan
Yunanis­
tan'ın meseleyi oyalamakta olduğu ve
konuyu Birleşmiş Milletler'e götürmek
için çalıştığı anlaşılmaktadır.
Bu arada Yunanistan Başbakanı Karamanlis, Yunan halkına hitaben yap­
tığı bir konuşmada «Kendimi Enosise
adadım» demiştir.
Kıbrıs Rumlarının
lideri Klerides'in de «Kıbrıs'ta gerillâ
savaşını başlatacaklarını» ilân etmesi,
Yunanlılar ve Kıbrıs Rumlarının
bu
konuda
Türk hükümetinin gösterdiği
«Barışçı» tutuma
iltifat etmediklerini
ve Yunanistan menfaatlerine aykırı bir
çözümü, yani Enosis dışında bir hal
tarzını reddettiklerini ortaya koymak­
tadır.
Görüldüğü gibi Yunanistan hem za­
man kazanmak,
hem de
isteklerini
Türkiye ve diğer ülkelere kabul ettir­
mek için kesif bir faaliyete başlamış
bulunmaktadır. Karamanlis bir yandan
meseleyi Birleşmiş Milletler Genel Ku­
ruluna götürmeye çalışmakta, böylece
diplomatik bakımdan hazır hale getir­
diği Birleşmiş Milletler'den lehine bir
karar çıkarmak istemekte, bir yandan
da Enosis'in gerçekleşmesi için Kleri
des'le birlikte Kıbrıs'ta Türkiye ile o
lan savaşın devam ettirileceğini ilân
etmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs Rum
liderinin açıklamalarından sonra, Kıb
rıs'ta Rumlar arasında gerillâ savaş
l a n için asker toplamaya başlanıldığı,
toplanan
Rumların dağlarda eğitime
başladıkları öğrenilmektedir.
Gelen haberlere göre Kıbrıs'ta
Limasol başta olmak üzere bir çok yer­
de idare, EOKA'cılara geçmiş bulun­
makta, gerillâ savaşı için bütün ha­
zırlıkların ilerlemekte olduğu ve ya­
kın bir gelecekte Rumların Türk birDevamı : 11. de
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa : 10
Rumlar Türklere her kötülüğü yaparken
Ecevit 'in romantizmi " Kabak
t a d ı , , vermeğe başladı
Kıbrıs'ta Rumların Türk birliklerinin
hakimiyeti dışında kalan Türk bölge­
lerinde yaptığı zulüm ve katliamın bü­
tün şiddeti ile devam etmekte olduğu
bildirilmektedir.
Gelen haberlere göre yabancı ajans­
ların muhabirleri Türk birlikleri tara­
fından 2. harekâtta elde edilen bazı Türk
köylerinde hiçbir insana rastlanamadı­
ğını bildirmektedirler. Gaziviran'da bir
Türk Albayı, bu yerde 157 Türk'ün ka­
çan Rumlar tarafından rehine olarak
götürüldüklerini ve akıbetleri hakkında
bilgi alınamadığını söylemiştir.
Ayrı­
ca Adanın doğusundaki Maratağa ve
Sandallı köyleri halkının ortadan yok
olduğu ifade edilmektedir. Bu iki köy­
de yaşayan 200 civarındaki Türk'ün ya
Rumlar tarafından esir alındığı veya
toplu halde katledildikleri ihtimali üze­
rinde durulmaktadır.
Öte yandan Peristerona köyü yolun­
da bulunan 3 Türk köyünde bir tek
canlının bile bulunmadığı,
bu köyler
ahalisinin de rehin olarak götürüldüğü
veya toplu halde öldürüldükleri bildi­
rilmektedir. Bu arada bu köylerden bi­
rinde 30 Türk'ün bir çukura doldurul­
muş cesedi bulunmuştur.
LARNAKA'DA KATLİAM !
Yine gelen haberlere göre Larnaka'ya bağlı Dohni köyünde Rumların 83
Türk'ü kurşuna dizerek bir çukura dol­
durdukları iddia edilmektedir. Fuat Hü
şeyin isimli bir Türk gencinin bir Türk
köyüne sığınarak anlattığına göre köy
halkı Rumlar tarafından toplu halde
Ayafila Palathia denilen mevkie götü
rülmüşlerdir. Daha önce hazırlanmış
çukurun başına getirilen Türklerin bu­
rada kurşunlanarak çukura doldurulduk
larını anlatan genç, daha sonra
bir
buldozerle çukurun kapatıldığını söyle­
miştir.
Verilen bilgiye göre Rumların elinde
nalen
137 Türk köyü bulunmaktadır.
Rumlar işgal ettikleri bu Türk köyle­
rindeki Türk ahaliyi toplama kampları­
na göndermektedirler. Rumların bütün
sivilleri topladıkları ve kurulan kamp­
larda insanlık dışı muamelelere maruz
bıraktıkları bildirilmektedir.
Rumların ve Yunanlıların
Türklere
karşı giriştiği insanlık dışı bu hareket­
ler karşısında Türk askerleri elde edi­
len Rum köylerinde Rum halka büyük
yardımlar yapmakta, Türk - Rum ayrı­
mı gözetmeden Kızılay ve Kızıl - Haç
kanalıyla gelen yardımları bütün aha­
liye dağıtmaktadırlar. Rumlar tarafın­
dan Magosa'da Türklere ait bir su de­
posunun uçurulduğu haberleri gelirken,
Türklerin susuz Rum köylerine
tan­
kerlerle su taşıdıkları öğrenilmektedir.
Türklerin çektiği ızdıraplar devam ederken,
gazetelerde Rum işgalindeki
bölgelerde Rumların yiyecek vermeme­
si dolayısıyla Türklerin açlıktan öldü­
ğü haberleri gelirken; Türkiye'nin Rum
lara karşı uyguladığı bu muamele mil­
letimiz arasında «lüzumundan fazla in­
sancıl» olarak nitelendirilmekte
pek
hoş karşılanmamaktadır. Rum doktor­
larının tedavi etmemelerinden
dolayı
Türkler ölmekte,
Türkler
toplama
kamplarında her türlü işkenceye ma­
ruz bırakılmakta, buna karşılık
Türk
hakimiyetine geçen Rum köylerini terkeden Rumlar rahatlığı duymuş olacak­
lar ki Rum idaresi altındaki yerleri bı­
rakarak
Türk idaresindeki bölgelere
geri dönmektedirler.
Türk ordusunun
hakimiyeti altındaki yerlerde Rumların
bu derece rahat bir hayat sürmeleri ve
kendilerine, Türklere yapılan muamele­
den farksız muamele yapılması düşma­
nın kahpeliği ve ahlâksızlığı
yanında
mânâsız kalmaktadır. Milletimiz, en az
Rumlar Türklere iyi muamele edince­
ye, esirleri serbest bırakıncaya kadar
Türk idarecilerinin Rumlara bugünkün­
den sert davranılmasını istemektedir.
Bu, Rumlara işkence edilmesini, malla
rınm yağma edilmesini, toplama kamp
lan kurulmasını
gerektirmemektedir.
Türk Milleti zaten istese de Yunanlı ka
dar alçalamaz. Bu, onun ırkî özelliğidir.
Fakat Rumlar elindeki Türklerin selâ­
meti için bazı tedbirlere ihtiyaç oldu­
ğu da ortadadır. Soydaşlarımızı inim
inim inleten tarihî düşmanlarımız
bu
icraatlarına pervasızca devam
eder­
ken, Türk idaresindeki yerlerde yaşa­
yan ve diğer Rumlardan zihniyet iti­
barıyla hiçbir farkı olmayan Rumla­
rın, koz olarak ileri sürülmesi gerek­
mektedir. Ellerine fırsat geçtiği anda
diğer Rum katillerinden hiç de aşağı
kalmayacak olan bu kişilere tarih bo­
yunca yaptığımız iyiliğin hangisi takdir
edilmiştir ki bu takdir edilsin? Bu se­
beple bu derece «Yumuşak» ve «Ba­
rışçıl» tutumlardan dolayı Yunan mil­
letinin yüzünün
kızaracağına ve do­
layısıyla bizim lehimize bir netice ve
receğine inanmıyoruz.
Remzi Özçelik'le Bir Konuşma
Baştarafı : 3. de
Şairane konuşmalara gelince, o za­
manın dilini, belki bir parça olsun ve­
rebilirim kanaatiyle bu yola baş vur­
dum.
ALTAYLI — Günümüz Türk tiyatro­
sunu özü ve biçimi ile nasıl buluyor­
sunuz?
ÖZÇELİK — Günümüz Türk Tiyatro
su'nun özü ve biçimi hakkında aslında
çok şeyler söylenebilir. Andre Antoine'
nin dediği dördüncü duvarı yıkan Türk
Tiyatrosunu üzülerek belirteyim ki gö
remiyorum. Bu dördüncü duvarda za­
man zaman açılan gedikleri hemen ka­
patılıyor.
Bizce bu günün Türk Tiyatrosu eski­
ye nazaran fazla bir mesafe kat et­
miş değil. Devlet, şehir ve özel tiyat­
rolar tek elden idare edilir gibi bir
görünüm içinde. Tiyatromuzdaki bu te
kelci zümrenin yaşı ne olursa olsun, di­
rendiklerini ve kendilerini bir geçer
akçe olarak gösterdiklerini zaman za­
man görüyoruz.
Tiyatro tarihlerini incelediğimiz za­
man bir kişiye rastlarsınız ki mühim
kişidir bu. Türk tiyatrosunun kurulu­
şunda emeği geçen bu zat, gencecik
olan bu san'at daimin ölümünü de yi­
ne kendisi hazırlamıştır. Bunun içindir
ki, tiyatromuz devamlı bir arayış içi­
ne itilmiştir. Aradan bunca zaman geç
meşine rağmen bu arayış bir türlü bit­
memiştir. Bizce, bu tekelci zümrenin gi
dişi, istenen Türk tiyatrosunun doğuşu
olacaktır.
Yukarda kısaca bahsettiğim grubun
başı Muhsin Ertuğrul'dur. İşte dördün­
cü duvar daha ilk günlerde onun yü­
zünden seyircinin önüne çekilmiştir. O,
kendine göre mükemmel dediği «Hort­
laklar» adlı eseri oynarken, bu mille­
te ecdada nasıl küfredilir onu öğretmiş
tir. «Hortlaklar» geçmişi kötüleyen bir
eserdir. Muhsin Ertuğrul, «Hortlaklar,
artık mezarlar arasmda beyaz kefene
bürünmüş olarak dolaşan bir korkunç
gölgeyi değil, dedelerinin huylarım ve
hastalıklarını taşıyan, onlardan bir tür
İü silkinemeyerek kurbau giden insan­
ları hatırlatacaktır. Ben hortlakları oy­
namakla idealime doğru bir adım da­
ha attım. Keşke, mümkün olsa da her
sınıflan bütün ahaliye Hortlaklar'ı oy­
naşanı» derken fikri nedir?
Eser oynanırken biz kime küfrü öğ­
rendik.
Bizi rahatsız eden ecdadımız
mıdır?
Yoksa içimizi yakan, onlara
lâyık olamayış mıdır? Bu küfür zihni­
yetinin durumu hepimizce malûm.
Muhsin Ertuğrul, «Eserden sonra her
kes istediği gibi konuştu. Tanıdıklarım
arasında herkes bana, bu eseri oyna­
dığım
için
memleketi tanımadığımı
söylediler. Kendi aleyhimizde buluna­
bilmemiz için, bundan daha büyük id­
dia olamazdı dediler.»
Derken neyi
kastediyor acaba? Refik Ahmet
Sevengil'in Tiyatro tarihi adlı eserini okuyunuz daha ne ibret levhaları göre­
ceksiniz. Her san'atseverin bunun gibi
tiyatro tarihlerini
okumasında fayda
gördüğüm için sayfa belirtmiyorum. İs­
teyenlerin gözleri önüne serebilirim.
Bizce, Türk Tiyatrosu, şu gencecik
haliyle bir hortlaklar gurubunun ra­
hatsız edişine her gün muhataptır.
Özel tiyatrolara gelince, onlar da yu­
karda izah ettiğimden farklı değil. Za­
ten çoğu bir «Bildiri Tiyatrosu» veya
bir «Buf» türünden
ibaret oyunlarla
meşgul oluyorlar.
ALTAYLI — Milli kültürümüze bağ­
lı olarak dinamik bir tiyatro geleneğini
nasıl kurabiliriz? Bu konuyla ilgili olarak devlete,
yazarlara, tenkidçilere
ve seyirciye ne gibi görevler düşebi­
lir?
ÖZÇELİK — Milli kültürümüze bağ­
lı olarak dinamik bir tiyatronun kuru­
luşunda devlete düşen görevleri kısa­
ca şöyle sıralayabiliriz.
Aslında tiyatromuzu
Türk olmayan
unsurlar başlatmıştır. Devlet tiyatroya
ancak 1936 yılında el atabilmiştir. Darül Bedayi'de olduğu gibi bu tiyatro da
perdelerini Türk olmayan bir yazarın
(Goldoni - Otelci Kadın) eseriyle açmış
tır. Tiyatromuza artık Türk unsur ha­
kim olmalıdır. Bunu da en iyi devlet
yapar. Bu meyanda, her nevi siyaset­
ten uzak, özüne bağlı, millî kültür sa­
hibi kişilerin tiyatromuzun başına ge­
tirilmesi gerek. Oysa, tarih bize dev­
lete bağlı bir müessesenin siyasî ikti­
darlara paralel olarak bir idarî kad­
roya teslim edildiğini gösteriyor. İşte
asıl kayıplardan birisi de budur.
Devlet,
tiyatromuzu dünyaya tanıt
malıdır. Bu da içimizdeki ezikliği yen­
memize bir vesile olur hem. Ama, bu
zamana kadar sanatçılarımız
Molier
veya Shakespeare'i alkışlatmışlardır dış
temaslarda.
Devlet, kendine bağlı bu kuruluşta
ısmarlama eserlerden ziyade seçme eser oynanmasını sağlamalıdır. Meselâ
yarışmalar tertip edebilirler.
Yetkililerin belki unuttuğu, belki de
ihmal ettiği ^hususlardan birisi de şu :
Türk Tiyatro eserleri bir noktada batı
eserlerinden daha üstündür. Türk tiyat
ro eserlerinde
kahramanlar içtimai;
fakat,
batı eserlerinde ferdiyatçıdır.
Türk askerlerinin Rumlara su taşıma­
ları biraz fazla değil mi?..
Türk tiyatro eserlerinde kahramanlar
toplumu y^şar. Batıda kahraman ken­
dini yaşar. En ünlüsünden en zayıfına
kadar bir inceleme yapınız. Bunu der­
hal göreceksiniz.
Uzatılacak bu misâller daha çoktur.
Ama, Atatürk'ün şu sözü bize en iyi
yolu gösterir. «Milletimizin yüksek ka
rakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri
zekâsını,ilme bağlılığını, güzel san'at
lara sevgisini, millî birlik duygusunu
mütemadiyen her türlü vasıta ve ted­
birlerle besleyerek
inkişaf ettirmek
millî ülkümüzdür.»
İşte bu hedefe güzel san'atların bir
dalı olan tiyatromuzu götürecek en bü­
yük kuvvet devlettir.
Yazarlara düşen görevlere gelince :
Yukarda kısmen de olsa temas ettik.
Aslında Türk yazarlarının imkânları kı­
sıtlanmış, bir noktada da seyirci du­
rumuna düşmüştür.
Onun en büyük
şanssızlığı kendisinin kıymetini bilme­
yen bir Devlet - Millet ikilisinin
ara­
sında ezilişidir. Bu ezilişten kurtulmak
için o, bazen batı yazarlarının
kos­
tümlerini giyip sahneye çıkan bir oyuncu olmuştur. Bunun sebebi de millî
benliğinden uzak kalışıdır.
Esasında, millet tiyatrolarını yazar­
lar kurar.
Fransız tiyatrosu deyince
Molier,
İngiliz tiyatrosu deyince de
Shakespeare akla gelir.
Türk yazarları ısmarlama
iş gören
bir siparişçi durumundan kurtuldukla­
rı an, bizce güçlü olacaklardır.
Yazarlarımız zümreci değil, toplumcu
olmalıdırlar. İnsana ve milletine hitap
etmeyi öğrenmeleri veya etmeleri, on­
ları güçlü kılacaktır.
Kısaca diyebiliriz ki,x sıhhatli ve güç
İü bir nesli kalemleriyle yaratacak olan yazarlar, milletinin dertlerini, be­
yinlerinde Allah'ın vermiş olduğu ilham
ile yoğuran, gerçekleri gün ışığına çı­
karan, onların kıvranışlarını gözler önüne seren kişiler olmahdır.
Onlar,
şairane his ve şahsî söyleyişle değil;
toplumsal bir his ve millî bir deyişle
hareket etmeliler.
Tenkidçiler, bir yol gösterici ve ta­
mir edici olmalıdırlar. Herşeyden önce
san'at hürmeti ve emek kıymeti olan
kişi ancak tenkitçi olabilir. Değer yar­
gısı sağlam olanlar tenkitçi olabilir.
Seyircilere gelince, onların durumu­
nu bence en güzel Carle Ebert belirtir.
Carle Ebert şöyle der : «Tiyatroyu sev­
mek demek, yurdunu sevmek demek­
tir, milletini sevmek demektir. İnsan­
ları sevmek demektir.
İnsanın kendi
kendisini sevmek demektir.
Kendisini
sevmesini bilmeyenden kimseye hayır
gelmez. Tiyatroyu seviniz.»
Bizce, tiyatroyu millî bir temaşa ha­
line getirmek seyirciye düşer. Seyirci­
ler yazarlara ve oyunculara şahsiyet
vereceklerini hiç bir zaman unutmama­
lıdırlar.
T
DEVLET - Sayı: 252 - 2 EYLÜL 1974 - Sayfa: 11
Kıbrıs olayları ve politik göstergedeki değişiklikleri
Genel değerlendirme - 1 SADİ SOMUNCUOĞLU
Kıbrıs'ta 15 Temmuz günü Rumların
başlattığı darbe
hareketinden ikinci
Cenevre görüşmelerinin tarihi olan 8
Ağustos'a kadarki gelişmeleri özet ha­
linde bundan önce yayınlanan beş ya­
zıda ele almıştık. Şimdi bu dönemin
toplu bir değerlendirmesini yapmaya ça
lışacağız.
1. Kıbrıs'ta başgösteren
buhranla,
dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gi­
bi, yine Amerika ve Rusya çok yakın­
dan ilgilendiler, ingiltere'nin rolü 1960
Ü. î . D.
GAZETE
ÇIKARACAK
Ülkücü İşçiler Derneği'nin «İş­
çi» isimli bir gazete çıkarmak
üzere hazırlıklarını devam ettir­
diği öğrenilmiştir. Ülkücü işçiler
Derneği Genel Başkanı Salih
Dilek bu konuda şunları söyle­
miştir.
«12 Mart öncesi üniversitele­
rimize çöreklenmiş olan kökü
dışarda ideolojiler Ülkücü Türk
gençliğinden ve kahraman or­
dumuzdan gereken dersi aldık­
tan sonra çalışmalarındaki ağır­
lığı işçi kesimimize kaydırmışardır. Türk işçisinin bitmeye»
çilesini istismar ederek
onu
hain emellerine tutsak
etmek
ve komünizmi bir «İşçi ihtilâli»
neticesinde yurdumuza sokmak
çabasındadırlar. Millî birliğe en
çok ihtiyacımız olduğu şu gün­
lerde bile küstahlıklarına devam
etmektedirler.
Fakat Türk işçisi oyuna gel­
meyecektir.
Çünkü millî ve dinî değerle­
rine sahip çıkarak büyük Türk
ülküsü etrafında kenetlenmiş
ülkücü Türk işçisi bir çığ gibi
büyümektedir.
Bu uğurda yapılan kutsal mü­
cadelenin yılmaz savaşçılarına
müjdeliyoruz : Sesimizi
daha
güçlü duyuracak,
her
şeyin
Türk için, Türke göre, Türk ta­
rafından prensibiyle yapılması
ve yürütülmesi uğruna çalışa­
cak, haftalık «İşçi» gazetesi ç*
karıyoruz. Sayfalarımız Türklük
ve islâmiyet kokan her
türlü
yazı, şiir desen
ve karikatür
çalışmalarına açıktır.»
ADRES: Meşrutiyet Cad. Hatay
Sokak No: 10/15
Kocatepe/ANKARA
andlaşmasıyla kendisine verilen «Ga­
rantör» devlet oluşundan ileri gelmiştir.
İlgisinin sebebi bu olmakla beraber ge­
nel olarak Amerikan siyasetinin kuyru­
ğundan ayrılmamıştır.
2. Amerika ve Rusya'nın 15 Temmuz
da Rumların yaptığı darbeden ikinci
Cenevre görüşmelerine kadar takip et­
tiği politikada bazı değişiklikler olmuş­
tur. Ancak değişmeyen bir gerçek orta­
ya çıkmıştır ki, Amerika ile Rusya
daima karşı tezleri savunmuşlardır, iki
süper devleti daima karşı karşıya getiren unsurun millî çıkarlar olduğuna
şüphe yoktur.
kontrolcularının kulakları çınlasın) Bü
yük bir orduya, toprağa ve kudretli bir
geçmişe sahiptir. Bulunduğu coğrafya­
nın stratejik ve jeopolitik önemi çok
fazladır. 1948 den bu yana Amerika Türkiye münasebetleri güven verici bir
seyir takip etmiştir. Buna karşılık Yu­
nanistan'ın nüfusu 9 milyondur. Toprak
larını genişletmek hırsıyla ölçüsüz ha­
reketler yapmaktadır. Batı ülkeleriyle
komünist
blok arasındaki zıtlaşmayı
hudutsuz olarak istismar etmiş ve et­
mektedir.
Yunanistan'ın bu tutumu
bölgedeki barışı ve kuvvetler dengesi­
ni her an bozabilecek bir karakter gös
termektedir. Bu durumda iki ülke ara
sında bir tercih yapmak icap ederse,
rahatlıkla Türkiye üzerinde karar ver­
mek zarureti vardır. Amerika da bunu
yapmıştır. Yunanistan'ın Türkiye'yi tut­
tuğu gerekçesiyle
Amerika aleyhine
estirdiği düşmanlığı, elçi öldürecek ka­
dar ileri götürmesi, batımn bu milleti
hangi ölçüde
şımarttığını göstermesi
bakımından ilgi çekicidir.
4. Rusya'nın takib ettiği siyaset sık
sık değişme göstermiştir. Başlangıçta
Makarios'tan başkasını tanımam diyen
Rusya, bu ısrarında bir süre devam et­
3. Amerikan siyasetinin başlangıç­ miştir. 15 Temmuz darbesi sonucunda
ta, Samson'un darbesine göz yummak Türkiye'den etkili bir çıkış yapılmadı­
ve işi bir emrivaki halinde taraflara ğını gören Rusya, Ada'nın Yunanis
kabul ettirmek esasına dayandığı anla­ tan'a ilhak edilmek üzere olduğu telâ
şılıyor. Amerika Makarios'un Rus yan­ sına kapılmış ve harekete geçmiştir.
lısı siyasetinden duyduğu endişe üze­ Ankara Büyükelçisi Devlet Başkanımız
rine Ada'daki darbeye yeşil ışık yakı­ Korutürk'ü ziyaret ederek, Türkiye'nin
seyirci kalamayacağını,
yor. Ama Ruslar meseleyi Makarios'un bu duruma
devrilmesinin ötesine götürüp,
Türk Yunanistan'ın düpedüz ilhaka gittiğini
bölgelerine saldırıya geçerek Kıbrıs'ın söylüyor. Bu görüşme üzerine Türk ba­
Yunanistan'a ilhakına başlayınca orta­ sınında (Solcu basında tabii) «Rusya
ya Türkiye - Yunanistan meselesi çık­ emrimize şu kadar asker vermiş», «Tür
tı.
Amerika'nın siyasetindeki darbe kiye'nin yüzde yüz destekçisi olacağını
yanlısı görünüş bu safhada değişti. Bu söylemiş» kabilinden yapılan propogantarihten itibaren Türkiye'nin yanında dalarda tamamen solculuk gayreti oldu
yer aldı. Ancak bu yeralışı destekle­ ğu kısa süre sonunda görüldü. Ortada
me ve kesin tavır şeklinde anlamamak Türkiye'yi destekleyen bir Rusya de­
ilhak edilirse
lâzımdır. Amerika açısından bakılınca ğil, Ada Yunanistan'a
NATO'nun istifade sahasına kayar. Akbu politika değişikliğini haklı görme
mek mümkün değildir. Çünkü Türkiye denizde üs arayan Rusya için büyük
40 milyonluk nüfusa sahiptir. (Nüfus bir fırsat kaçmış olur diyen bir Rus­
ya vardı. Daha sonraları Rus politi­
kası Türkiye'yi desteklemekten uzak­
laştı. Kıbrıs'ın eski statüsüne dönülme
sini isteyen Rusya, Türk kuvvetlerinin
Ada'dan çekilmesini savunmaya başla­
dı. Türkiye'ye bir hafta önce «Niçin
Kıbrıs'a müdahale etmiyorsun» diyen
politika şimdi, «Çabuk askerlerini çek,
müdahaleyi durdur» tezini savunuyor­
du. Birinci Cenevre görüşmeleri Rus­
ya'ya tekrar endişeli dakikalar yaşat­
tı. Ada'nın taksim edileceği gibi bir
vehme kapılan Ruslar hemen hareke­
te geçerek Cenevre'ye bir müşahit yol­
Baştarafı : 9. da lamışlardı. Toplantı hakkında sağlam
bilgi alamayan, veya ters bilgi edinen
Rus müşahit,
«Cenevre'de hayasızca
liklerine saldırıya geçecekleri ifade e
pazarlıklar yapılıyor» şeklinde yakışık
dilmektedir.
almaz bir küfürbazlığa kadar işi gö­
Öte yandan Kıbrıs Türklerinin lideri türmüştü. Cunta'nın askeri hükümeti­
Rauf Denktaş.
Yunanistan'ın Kıbrıs nin değişip yerine Karamanlis'in sivil
meselesini BM Genel Kuruluna götür­ kabinesi oturunca zaten Rus siyasetin­
mesi halinde Bağımsız Kıbrıs Devleti,
de yavaş yavaş bir değişmedir başla­
ilân edileceğini söylemiştir. Rumların
dı. Sonund.a da Rusya açıkça Yunanis­
bir gerillâ savaşı başlatmaları halinde
tan'ı destekleme politikasına girdi. Ar
Ada'nın Türklere geçeceğini ihtar etık Makarios'tan söz edilmiyor
ama
den Denktaş, «Bu takdirde bağımsız
bağımsız ve üslerden arınmış bir Kıb­
Kıbrıs Türk Devletini ilân edeceğiz»
rıs devletinin yeniden kurulması için
demiştir.
Yunan taraflısı görünüm başlıyordu.
Netice olarak, Başbakanlığa gelişi Böylece Rusya, önce Türkiye'yi, des­
Yunanistan'a
Ecevit başta olmak üzere bütün ikti­ tekledi, sonra bize de
da
karşı
tavır
aldı,
daha
sonra
da Yu­
dar çevrelerinde
sevinçle karşılanan
Bu
ve kendisine tebrik mesajları gönderi­ nanistan'ı desteklemeye başladı.
len Karamanlis «Faşist cunta» ve «Fa­ kısa vadede bu değişiklikler olurken enşist Samson» dan farklı düşünmediğini terasan beyanlar da ortaya atıldı.
ortaya koymuştur.
Türkiye'nin men­
İngiltere Ada'daki Rum ihtilâline
faatine hiçbir çözüme yanaşmayan, ak
sine masa başında değil, savaş mey­ karşı Amerika'nın başlangıçta takındı­
danlarında Enosisi gerçekleştirmek i- ğı tavrı aynen benimsemişti. Ecevit'in
çin hazırlık yapan düşmanlarımız kar­ Londra'ya çağrılması ve orada geçen
şısında son sözün yine kahraman or­ iki gün, neticede Türkiye'nin yalnız bı­
rakılması, Kıbrıs'taki ihtilâlin oldu dumuza düşeceği inancındayız.
Gerilla savaşını
başlatacağız
diyen Rumlara
bitti haline getirilmesi için harcanan
gayretlerden başka bir şey değildir.
Gerçi ingiltere'nin bazı resmi ağızların
dan verilen beyanatlarda Makarios'un
tekrar görevi basma dönmesi gerektiği
yolunda görüşler yeralmıştır; ama me­
seleye daha dikkatli bakıldığı zaman
bunun belki Makarios'u Rusların safı­
na atmaktan kurtarmak,
maksadının
belki de meşhur İngiliz siyasetinin ka­
rakteri olan kimseyi küstürmemek pren
sibinin icabı olduğu görülür. Genel hat­
ları itibariyle Amerikan politikasının
emrinde hareket eden ingiltere, Ce­
nevre görüşmelerinde hep Yunanistan
tarafına yontmuştur. Meseleyi Türkiye'­
nin % 18 nisbetinde soydaşının bulun­
duğu bir Yunan adasında, onlara ge­
rekli güven ortamının hazırlanması ola­
rak ele almaya çalışmıştır. Bu tutu­
muyla ihtilâfa bakışı Amerika'dan ay­
rılmaktadır.
Cenevre konferansından
sonra gazetecilerin sorularına verdiği
cevapta Callachan şunları söylüyor :
«Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
karar alırsa Barış Gücü Türkiye'ye kar
şı fiilen tavır alabilir. Ama Güvenlik
Konseyi bu kararı alamaz. Çünkü 15
üyesinden bir kısmı hıristiyanlardan,
bir kısmı da müslümanlardan meydana
gelmektedir. Savaş kararı ittifakla ah'
nacağına göre Konsey böyle bir ittifa­
kı sağlayamaz.» Bu sözlerin altında,
büyük ve kökü tarihin derinliklerinde
yatan gerçekler vardır. Demek ki, ba­
tılının beyninin en gizli taraflarında
hâlâ haçlı zihniyeti bütün dehşetiyle
yatmaktadır.
(Devam edecek)
r
İlhak haktır
>
Baştarafı : 4. de
Arap - İsrail harbinde
müslüman
kanadın bir başarı elde edememesi­
ne karşılık Türk Ordusunun Ada'ya müdahalesinde büyük bir üstün­
lük sağlaması da, müslüman ülke­
lerin en kısa zamanda bizim Kıbrıs
tezimizin yanında
yer
almasını
sağlayacaktır. Dolayısiyle, Türkiye
hariciyesi, milletler arası münâse­
betlerin menfaat ilişkilerine dayalı
olduğunu idrak etmeli ve batılı dev­
letleri menfaatleri açısından baskı
altına almalıdır. Türkiye,
İstiklâl
Harbi sırasında, Hindistan müslümanlarının (bugünkü
Pakistanlıla­
rın) lehimizdeki nümayişleri dola­
yısiyle, aleyhimizdeki İngiliz dev­
leti görünüşte lehimize dönmüş, en
azından Yunanistan'ı desteklemek­
ten vazgeçmiştir. Ayni şekilde, Rus­
ya da ihtilâlden sonraki
sıkıntılı
devrede, içindeki müslüman
Türk
unsurunun ayaklandırmamak
için
bizimle ilk anlaşan devletler sırası­
na girmiştir. Şimdi, Kıbrıs mesele­
sinin lehimize hallinin dünya kamu
oyunun bizim yanımızda yer alması
om ancak ve ancak Türkiye'nin müs
(uman ülkeler arasındaki gerçek ye­
rini almasına bağlı olduğu açıktır
ve bu takdirde hak olan Ada'nın
ilhakı gerçekleşebilecektir.
Ama tabii ki, herşeyden
evvel
Türk Hükümetinin ilhakın hak oldu­
ğuna inanması şarttır.
Ecevit hata üstüne hata işlemiştir
Ahmet SEFEROĞLU
Açıksözlü ve yiğit politikacı olarak lanse edil­
mek istenen Ecevit, ikinci Atatürklüğü de benimse­
miş görünmektedir. 28 Ağustosta Kocaeli'nde ver­
diği beyanla tamamen Atatürk'ün edasına ve hava­
sına bürünmüştür. «Kıbrıs'taki siyasî ve askerî za­
ferlerimiz bize ekonominin önemini unutturmamahdır» derken İzmir iktisat kongresinde konuşan M.
Kemal'i hatırlamamak mümkün değildir. Aynı ak­
şam CHP televizyonu da varlık sebebini yitirmiş,
bu konuşmaya âit görüntüyü temin etmek için ha­
berleri on dakika geç başlatmış, birinci haber ola
rak Ecevit'in siyasî nutkunu bize sonuna
kadar
dinletmiş, sonra aynı haberi görüntü ve ses olarak
tekrarlamıştır. Açıksözlü, adalet âşığı Ecevit'in te­
levizyonunun bu tutumuna ne diyeceğini bir tarafa
bırakıp şimdi bu kahramanın işlediği hataları göz­
den geçirelim :
1. Bu politikacı ucuzluk vadiyle iktidara gel­
miş, fakat Türk milletinin şimdiye kadar görmedi­
ği bir zam furyasıyla karşısına çıkmıştır. Ve bu
açıksözlü başbakan «Dünyanın ve memleketimizin
iktisadi şartları böyle gerektirdiğinden muhalefet­
teyken verdiğimiz ucuzluk vadini tutamadık» diye­
memiş, zamların refah yaratacağını iddia etmiştir.
2. Bu demokrasi düşkünü başbakan,
meclisi
ve demokrasiyi çiğneyerek komünist
eylemcileri
affetmiş: devlet güvenlik teşkilâtlarının ve adalet
mercilerinin vatan hainliği suçlarını tâkibetme şev­
kini kırmıştır. Şimdi komünistler; Kıbrıs'taki Türk
ordusuna «Yabancı ve emperyalist kuvvetler» diye
bilmekte, buna karşılık Yunan ordusunun emekçi­
lerden oluştuğu için ödlek ve korkak olamıyacığını
iddia edebilmekte. Türk şehitleri yerine Sampson'un
öldürdüğü sosyalist ve emekçi rumlara yas tuta­
bilmektedir. (27 Ağustos tarihi Kitle Gazetesi)
3. Kıbrıs'ta gayri meşru 15 Temmuz darbesiyle
bir Türk düşmanı iktidara gelerek Zürih ve Londra
anlaşmalarını çiğnemiş, bizim yiğit başbakan he­
men müdâhale kararı veremiyerek İngiltere'de ken­
disini İngiliz başbakanının karşılamasını dahi temin
edemiyerek Türk devletinin itibarını zedelemiş ve
ikinci Atatürklüğe özenen bu politikacı Atatürk'ün
hiçbir devlet adamının ayağına
gitmediğini
de
unutmuştur.
Kıbrıs'a müdâhale kararında çekimser oy kul
lanmıştır. Müdâhale kararı, hükümetten 12 çekim­
ser, 7 lehte oyla çıktığı halde açıksözlü Ecevit,
bunu açıklamak cesaretini hâlâ gösteremiyor. Öy­
le sanıyoruz ki komünistler, «Emekçi halkımızın sır­
tından çıktığını» iddia ettikleri Kıbrıs harekâtında
harcanan 10 milyar liranın hesabını sorarak kendi­
sini sıkıştıdıkları zaman, Ecevit çekimser oy kul­
landığını söylemek suretiyle sorumluluğu üzerinden
atmağa çalışacaktır.
Tarihten gelen ses
Ey Türk! İlk yaprağımı yazan millet! Atan
Oğuz Kağan'dan sana ileteceklerim var dinle!
Sevgili oğlum;
Sen yer yüzünün en eski, en büyük ve en asil
milletisin. Bunu Tanrı biliyor. İki bin yıldan beri
•ıpoîi
,>sıpı:i| >to5jıq nonzn
puıpııuos uepuıStM]
Bunlardan ders almalısın. Bütün milletlerin sen­
de kuyruk acısı var; onun için zayıfladığın an­
larda şunu iyi bil ki leş kargaları gibi basma
üşüşeceklerdir. Dostunu düşmanını iyi tanı.
Kendi ülkelerinde barış
temin edemiyenler,
kendi öz evlâtlarının arasına mezhep ve ırk ay­
rımı sokarak birbirlerine kırdıranlar birer barış
sembolü kesildiler.
Şunu çok iyi bil, onlar hep haçlıdır ve tarihi
unutmamışlardır. İt, iti ısırmaz. Yunanlı da Batı
denen tabanı Grek medeniyetine dayalı, hristiyan
taassubu ile yoğrulmuş bir medeniyetin şımarık
çocuğu. Batı hiç dur der mi ona?
Teknik insanlısın ortak malıdır. Medeniyet ise
büyük din veya iklim topluluklarına hastır. Mil­
letler de ona katkıda bulunurlar. Bu sebeple tek-
5. Vaktinden önce ateşkes kararı alarak, Kıb­
rıs Türklerinin yüzde yetmişini Yunan sürülerinin
eline teslim etmiş, bu yetmiyormuş gibi 20 bin Meh­
metçiğin de Girne - Lefkoşe hattında
sıkışmasına
sebep olmuştur. Kara Kuvvetleri Komutanı Akıncı
Paşa'nın ifadesine göre o sırada vuku bulacak bir
düşman hava akını Türk ordusunun yarısının mal
olabilirdi. Evet, müdâhale kararının çekimser Ecevit'i, birinci ateşkes kararında baş roldedir.
6. Cenevre görüşmeleriyle 25 gün daha zaman
kaybedilmiş, bu süre içinde Rum bölgesindeki Türk­
ler katliâma mâruz bırakılmıştır. Cenevre görüş­
melerinden bir sonuç alınamıyacağının bilindiğini
sonradan başbakanın kendisi de ifade ederek kaybe­
dilen zamanın sorumluluğunu
yüklenmiştir.
Al­
man televizyonuna verdiği beyanatta, ikinci hare­
kâta Genel Kurmay Başkanlığının karar verdiğini
ifade etmesinden anlaşılmaktadır ki bu
oyalama
taktiğini bizzat ordumuzun kararı bozmuştur.
7. Ancak ikinci ateşkes kararının alınması sı­
rasında Ecevit'in aklı başına gelmiş ve bu kararı
Genel Kurmay Başkanlığına danışmak suretiyle al­
dıklarını ifade etmek zorunda kalmıştır.
8. Bu alçakgönüllü başbakan her iki harekât
sırasında, yarım saatte bir radyosunun mikrofonla­
rında, akşamları da televizyonunun ekranlarında ar­
zı endam, bazan da Mehmet Barlas'la «Yârenlik»
ederek millî bir hareketi, şahsına ve partisine ait
bir propaganda malzemesi haline getirmiş, bu pro­
pagandalar yüzünden Kıbrıs davasındaki haklılığı­
mızı dünyaya anlatmak fırsatını bulamamıştır. At­
lılar köyü katliâmından t altı gün sonra bundan ha­
bersiz olduğunu ifade eden Valdaym'm sözleri bunun
en iyi tanığıdır.
9. Şimdi de Türkiye'nin Kıbrıs'ta çizilecek sı
nırlar hakkında kesin bir görüşü olmadığını ifade
ederek Mehmetçiğin kanı pahasına aldığı toprakları
hibe eder görünen, adı kararlıya çıkmış
tavizci
başbakan, bu beyanları yüzünden karşı tarafın sa­
vaş tehditlerine mâruz kalmaktadır. Yunan hüküme­
tinin iddiaları «Sonuna kadar savaş ve Kibrisin ta­
mamen Yunanistan'a ilhakı» sözleri ile ifadesini bu
lurken, Ecevit hükümeti «Aldığımız toprakların bir
kısmını bırakabiliriz, sınırlar hakkında kesin
bir
görüşümüz yok, biz Ada'ya Kıbrıs'ın tamamını veya
bir kısmını ilhak maksadıyla çıkmadık» sözleriyle
politikasını belirlemekte, daha doğrusu belirsizleş
tirmektedir.
Bütün bunlardan sonra şu hükmü artık rahatça
verebiliriz :
Kıbrıs harekâtının başından beri kazandığımız
her başarı Türk ordusuna, yapılan her hatâ Ecevit'e aittir.
nikte ilerlemek istiyorsan çok çalış, fakir kalma.
Ama sakın onların medeniyetini alma. Çünkü kin,
menfaat ve vahşet doludur. Bir çirkeftir, mânâsız
bir taş yığınıdır. Senin medeniyetin ise Türk - İs­
lâm medeniyetidir. İyilik, yardım, şefkat,
merha­
met ve insanlık doludur, Tanrı'nm istediği mede­
niyetidir, ondan ayrılma...
Ne acıdır ki seni yüzelli seneden beri kendi
medeniyetinden
saptırmak isteyen,
seni onlara
benzetmek isteyen bedhahların oldu. Yine söylü­
yorum hatunu tekniğini al, medeniyetini asla! Tek­
nikle medeniyeti karıştırma!.
Sevgili oğlum,
Kıbrıs'ta seni yine gördüm.
Mehmetçiğim yine aynı Mehmetçik. Ölürsem şehit
kalırsam gaziyim diyordu. Buna çok memnun ol­
dum.
Sevgili oğlum, senden kopmuş yarı aydın kim­
selerin, liderlerin arkasmdan sakın gitme. Sen
gibi düşünmeyen, sen gibi yemiyen içmeyen, giymeyenlerin ardından gitme.
İnançlarma hürmet
etnıiyen, seni hakir görenleri de başına geçirme.
Çünkü uçuruma gidersin. Şimdilik söyleyeceklerim
İt ii kadar. Şunu unutma Atan olarak daima seni
gözlüyorum. Başarına seviniyor, kayıplarına üzü­
lüyorum.
Titre ve kendine dön!..
Kıbrıs - 3 Ağustos 1974 Mehmet Hakan Akay
Rumlar bir Türk
gazetecisini şehit etti
Baştarafı : 4. de
kendisiyle yapılan bir konuşmada «Yu­
nanlılar ve Kıbrıs'lı rumlar
arasında
ben Enosis'e karşıyım, ben İstanbul'un
alınmasına karşıyım diyebilecek
bir
politikacı olamaz. Böyle
diyen
kişi
vatan haini sayılır» diyen
Ecevit'in
şimdi de «Oumlarla Türklerin kardeş­
çe yaşamak istediklerini, fakat bir grup
kışkırtıcının bunu önlediğini» iddia et­
mesi ne büyük bir çelişkiye düştüğü­
nü gösteriyor.
Bu kafa ile yola çıkılırsa Kıbrıs me­
selesinin Türkiye lehine, Türk milletini
tatmin edecek bir çözüme ulaşacağını
sanmak hayalperestlikten başka birşey
değildir. Türk milletine olan
tarihî
düşmanlık fert fert bütün yunanlılara
işlemiştir. Yunanlılar romantik Ecevit
gibi Türkleri değil kardeş, insan bile
saymamaktadırlar. Yunanistan'ın baş­
bakanı Karamanlis bile «Kendisini Enonis'e adadığını» beyan etmektedir. Düş
manimizin bu kadar bilenmiş ve şuurlu
Türk düşmanı olduklarını Ecevit niye
halâ görmezlikten gelmektedir?
Ecevit'in bu sakat ve bir noktadan
sonra kabak tadı vermeye
başlayan
romantizminin adada halen katledilen
ve büyük ızdıraplar içinde
yaşayan
Türkleri kurtaramadığını hep birlikte
görüyoruz. Ecevit'in bu sözleri söy­
lediği günden sonra Adem
Yavuz'un
elleri gözleri bağlı şekilde kurşunlan­
dığı ve şehit olduğu görüldü. Larnaka'da rum doktorların tedavi etmediği 2
Türk'ün daha şehit olduğunu
duyduk.
Bunlar Ecevit'in sakat mantığını he­
pimize göstermektedir. Esir düşen ga­
zetecilerden Mete Akyol'un serbest bı­
rakıldıktan sonra günler geçtiği halde
halâ bu olayların heyecanını
üzerin
den atamadığı ve zaman zaman gözyaş­
larını tutamadığı söylenmektedir. Me
te Akyol'un arkadaşlarına
dostlarına
«Bu esaret bize birçok şeyi öğrettin
dediği duyulmuştur. Düne kadar gaze­
tecilik hayatında hangi fikir için mü­
cadele ettiğini herkesin bildiği bu ga­
zetecinin, bugün
hislerinin bn derece
değişmesinin bir mânâsı olsa gerektir.
Ancak Ecevit ve kendisi gibi sakat dü­
şünen kişiler bile bile «İnsanlıktan» ve
daha kötüsü
bütün
samimiyetleriyle
«Türk - Rum kardeşliğinden halâ bah
sedebilmektedirler.
Gazetecilerin ifadelerine göre
Rum
köylerinde bütün halk, Türk gazeteci­
lerini linç etmek istemiştir. Demek ki
rumlar bu derece şuurlu ve bilenmiş
Türk düşmanlığı yapmaktadır.
Rum­
lar doktoruyla, çobanıyla ve Başbaka­
nıyla bu zihniyetlerinden hiç taviz ver­
mezken, asıl zulme uğrayan, asıl hak­
kı yenen ve asıl haklı olan Türkiye'­
nin başbakanının halâ herkesin bıktığı
ve sinirlenmeye başladığı malûm kar­
deşlik tekerlemelerinden vazgeçmeme­
sini geleceğimiz açısından zararlı
ve
mahzurlu neticeler verebilecek nitelikte
bulunuyoruz.
Ana Neşriyat ve Dağıtım A. Ş
Download