İBNİ HALDUN KİMDİR? Ülker Nihal Manaz

advertisement
İBNİ HALDUN KİMDİR?
Ülker Nihal Manaz - Dr Abdullah Manaz ‘ın çalışması
Ünlü İslam Bilgini İbni Haldun, 1332 yılında Tunusta doğdu. Geçmişte
birçok önemli devlet ve bilim adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptu.
Babası değerli bir bilim adamıydı. İbni Haldun küçük yaşlarda eğitime
başladı ve Kuran-ı Kerimi ezberledi. 17 yaşında eken babasını kaybetti.
İlk bilimsel çalışmalarını hukuk üzerinde yaptı ve bu konuda kendisini iyi
yetiştirdi. Daha sonra matematik, edebiyat, mantık, tefsir,hadis ve gramer
dallarında öğrenim gördü. Döneminin bilim adamlarından dersler aldı. 20
yaşlarından itibaren devlet idaresinde görevler üstlendi. Tunus emirinin
başkatipliğine getirildi. Bu yıllarda, Kuzey Afrikada bulunan İslam ülkeleri
arasında siyasi ve fikri mücadeleler vardı. Nitekim bir süre sonra Tunus
Hükümdarı bir savaşta öldürüldü. Onun yerine geçen idareciler ise, İbni
Halduna karşı cephe aldılar. Bu nedenle İbni Haldun kardeşinin
bulunduğu Fasa geçmek zorunda kaldı. Zamanla burada da siyasi
kargaşalar başgösterdi. İbni Haldun bir iddia ile hapse atıldı. Fas
Sultanının ölümü üzerine hapisten kurtulan İbni Haldun, bu kez de
İspanyadaki Beni Ahmer Devletine geçti. İdarecilerin isteği üzerine,
Kastilya Kralı Zalim Pedronun yanında elçi olarak görevlendirildi.
Pedro, İbni Haldunun görüşlerine hayran kalmış ve birçok problemlerin
çözümünde Ona danışmıştı. Ülkesinde kalması için büyük vaadlerde
bulunuyordu. Buna rağmen İbni Haldun burada da fazla kalmadı, yine
Fasa döndü. Fakat, siyasi kargaşalar sonucu tekrar hapislere düştü.
Büyük sıkıntılar çekti. Çeşitli sebeplerle birkaç İslam ülkesini daha gezdi.
Bu arada, salgın bir hastalık yüzünden bütün ailesini kaybetmişti. Ayrıca,
yerleşme kararı aldığı Mısıra hanımını, çocuklarını ve mal varlığını
getiren gemi batmış, yapayalnız kalmıştı. Bütün bu olaylar hayatının
bundan sonraki kısmında İbni Haldunun yalnızlığa çekilmesine neden
oldu. Bir ara Mısırda hem hakimlik yaptı hem de medresede dersler
verdi. Ancak yine Onu kıskananlar ve görüşlerine tahammül
edemeyenler ortaya çıktı. Timur ordularının Mısır ordularını yenmesi
üzerine İbni Haldun da esir edildi. Bu olay, İbni Haldunu Timurun
karşısına çıkardı. Timur Onun bilgisine ve zekasına hayran oldu. Onunla
sohbetler yaptı. Hatta bu karşılaşmanın Timuru istila fikrinden
vazgeçirdiği söylendi. İbni Haldun, Timurun parlak vaadlerini bir kenara
iterek, tekrar Mısıra geldi ve tamamen uzlete çekildi.
İbni Haldun, Mısırda kaldığı bu dönem içerisinde ünlü eseri Mukaddimeyi
kaleme aldı. O güne kadar edindiği fikri, siyasi ve ilmi tecrübesiyle adeta
muhteşem denilebilecek bir eser vücuda getirdi. Bu eserinin birinci
cildinde; önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serdi. İkinci
cildinde; sosyal olayları tahlil etti ve İslam toplumunun güncel
problemlerini ortaya koydu. Üçüncü cildinde ise; geleceğe ışık tutacak
önemli tespitlerde bulundu ve metodlar belirledi. Eserinde daima objektif,
realist ve tecrübeci bir hareket tarzını benimsedi. Coğrafi şartlarla sosyal
hayatın ilişkisini, cemiyet şekillerini, Din ve Devlet hayatının sınırlarını,
şehir ve köy ilişkisini, iktisadi hayatı, bilgi nazariyesini, ilimlerin tasnifini
ve edebiyat meselelerini ele aldı. Genel Dünya tarihine yer verirken,
özellikle Türk tarihine geniş bir bölüm ayırdı. Bu bölümde : "Bu Türklerin
dünyadaki milletlerin en büyüğü olduğunu ve beşer cinsleri arasından
onlardan başka ayrıca büyük bir cinsin bulunmadığını bil" diyerek
okuyucunun dikkatini çekiyordu.
İslam bilimlerinin bütün dallarından, tabii ve sosyal bilimlere kadar,
çağına ulaşan her konuda önemli tahlillerde bulunmuştu. Bu nedenle,
Tarih Felsefesinin ve İktisat Biliminin kurucusu olarak kabul edildi. Ayrıca
insanlık tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyoloğu olma özelliğini kazandı.
Sosyoloji ilminin birçok temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından
yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tarih, siyaset teorisi ve sosyal psikoloji
alanlarında İtalyan Makyavelliye; Sosyal düzenin genel esaslarında
Montesquya; Tarih Felsefesi sahasında Rosseu ve Ouguste Comteye;
Devletlerin çöküşü ilkesinde İngiliz Tarihçisi Gibbana; Pedagoji dalında
ise William James ve Spencere ışık tutan metodlar belirledi.
İbni Haldun, devlet hayatıyla dini hayatın sınırlarını ortaya koyarken, bir
çeşit Laik Devlet sistemini savunmuştu. 1406 yılında ölen İbni
Haldunun temel gayesi; İslam Medeniyetinin tarihi ve sosyolojik
problemlerine ışık tutmak ve İslam kültürüne yeni bir canlılık
kazandırmaktı.
İBNİ HALDUNA GÖRE DEVLETLERİN YIKILIŞ SEBEPLERİ
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; İbni Haldunun bu alanda kullandığı
temel kavram olan Umran terimi, çeşitli Batılı kaynaklarda bazen
Medeniyet bazen de Kültür olarak geçmektedir. Kavram kargaşasına yol
açmamak için önce bu kavramı izah etmek gerekir. İbni Haldun Umran
terimini, toplumsal hayat ve örgütlenmenin iki aşaması olarak gördüğü
Kırsal ve Kentsel hayat için genel olarak kullandığı zaman Kültür, Kent
Ümranı şeklinde kullandığında ise Medeniyet anlamı taşımaktadır.
Bütün insan toplulukları Kırsal kültürden Kent kültürüne doğru bir gelişme
gösterirler. Kırsal Kültür, kendi içinde 3 alt aşamada oluşur. İlk aşama,
insani toplumsal hayat ve örgütlenmenin en ilkel biçimidir, göçebelik ve
hayvancılığa dayanır. İkinci aşama, hayvancılık alanının çeşitlendiği yine
göçebelik toplumudur. Üçüncü son aşama ise, küçük yerleşim
birimlerinde (köy veya kasaba) sebze ve tahıl tarımının yapıldığı yerleşik
hayatın oluştuğu dönemdir.
İbni Halduna göre; daha kalabalık halk topluluklarını bir arada toplayan
Kent hayatı medeniyetin ilk aşamasıdır. Burada hayvancılık ve tarımın
yerini Sanayi ve Ticaret almıştır. Esasen, Kırsal alandaki üretim artışı,
yeni ihtiyaçların belirmesine ve üretimin pazarlanması ihtiyacına yol
açtığı için Kent hayatını ortaya çıkarmıştır. Kent hayatının sürekliliği ve
varlığı için, insanların bir araya gelip üretim ve pazarlamada işbirliği
yapmaya karar vermesi yeterli değildir. Bunları bir arada tutacak,
birbirlerine zarar vermelerini önleyecek bir Egemenlik ve Siyasi
Varlık yani Devlet olmak zorundadır. İbni Halduna göre; şehirleşme
devleti değil, devlet şehirleşmeyi yaratır. Devlet olmadığı sürece
Kentleşme de olmaz. Devletin varlığı ile Kent hayatı özdeşleşir. Kent
hayatında ekonomik faaliyetlerin bozulması ile devletin çözülmesi
birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Her türlü ekonomik faaliyetin hedefi kazanç
elde etmektir. Devletin ekonomik hayata adaletsiz müdahalesi,
yüksek vergilerle kazancını artırmaya çalışması, mal ve paraya
istediği gibi egemen olması, ekonomik hayatı felce uğratır.
İbni Haldun, siyasi bir egemenliğin oluşması, gelişmesi ve çözülmesi
sürecinde Siyasi Lider veya liderlerden ziyade grubunun önemli
olduğuna inanır. Siyasi bir liderin kişisel özellikleri ne kadar gelişmiş
olursa olsun ekibini oluşturamadığı sürece kesin olarak başarıya
ulaşamaz. Aynı şekilde, devletlerin çözülme sebeplerini Yönetenlerin
kişisel kusurlarında aramak da yanlıştır. Bu görüşüyle İbni Halduna göre
Devlet -siyasi- bir Hanedan niteliğindedir. Bir devletin ortaya çıkması,
gelişmesi ve en yüksek noktaya ulaştıktan sonra çözülmesiyle bir siyasi
hanedanın ortaya çıkması, gelişmesi, yükselmesi ve çözülmesi arasında
sıkı bir paralellik kurar. Her devlete ortalama olarak 120 - 130 yıllık bir
ömür tanır. Her devlet genel olarak 5 temel aşamadan geçer.
Kuruluş Devresi: Her türlü karşı koymanın bastırıldığı, daha önce onu
elinde tutan hanedandan zorla alınması devresidir. Ele geçiren grupta
canlılık ve etkinlik en üst düzeydedir. Henüz geleneksel alışkanlıklarını
yitirmemiş, mütevazi ve kanaatkardır. Siyasi lider henüz kendisini
vatandaşlarından ayrı tutmaz.
Otorite Devresi: İktidarı elinde tutan lider kendi grubu üzerinde
otoritesini tesis eder, mülkü ve nimetlerini kendisi için istemeye başlar.
Grupta rakip olacak ileri gelenler yönetimden uzaklaştırılır, kendine bağlı
itaatkar kişiler yönetime gelir.
Rahatlık Devresi: İktidarın meyveleri toplanır, servet genişletilir, şan ve
şöhret ön plana geçer, kendini ölümsüzleştirecek eserler meydana
getirilir. Siyasi liderin hem kendi grubunu hem de diğer grupları tam
egemenlik altına aldığı dönemdir. Güçlü ordu, iyi çalışan sivil bürokrasi
ve düzenli toplanan vergiler vardır.
Taklit Devresi: Siyasi iktidar, atalarının bıraktıklarını yeterli görmeye
başlar. En doğru yolun kendisine miras bırakılan yolu takip etmek
olduğuna inanır. Taklitçilik ve gelenekçilik, yenileşmenin önünü tıkar.
Savurganlık Devresi: Siyasi iktidar, atalarından kalan mirası arzu ve
hevesine göre israf etmeye ve savurganlık yapmaya başlar. Devlet
yönetimine ehliyetsiz kişiler geçirilir. Devletin çözülme ve yıkılma süreci
başlar. Ordusunu, memurunu besleyemez ve giderlerini karşılayamaz
hale gelir ve yıkılır.
İbni Haldun, devletin çözülmesinde dış faktörlerden ziyade iç etkenlerin
öncelik taşıdığını kabul eder. Bununla birlikte devletin tümüyle ortadan
kalkışı bir dış saldırıyla gerçekleşir. Devletin yıkılışındaki en temel
sebepleri; Lider, Ekonomi ve Ahlak olmak üzere 3 temel başlık altında
ifade eder.
Lider; devletin kurulma saflasında grubuyla ahlaki bir otorite ilişkisi
içindedir. Zamanla otoritesini paylaşmak istemez. Liderin kibir, bencillik
ve başkalarına hakim olma duygusu öne geçer. Ona göre siyasetin
kendisi de Tek Bir Hakim olmayı gerektirir.
Ekonomi; güç olarak iki temele dayanır : Asker ve Para. Devletin kuruluş
safhasında fazla paraya ihtiyaç olmaz. Devlet büyüyüp geliştikçe yeni
ihtiyaçlar paraya olan ihtiyacı da ortaya çıkarır. Koruyucu sınıfı ile
yönetim arasında ücretlerin ve ihtiyaçların karşılanmasına paralel bir
hoşnutluk ilkesi vardır. Yönetimin tek para kaynagı vergilerdir. Vergilerin
akması içinse sağlam ve gelişen bir ekonomik yapı gerekir. İbni Haldun,
ekonominin kendine has kanunları olduğunu belirtir ve herhangi bir
zorlama ekonomik hayatı alt-üst eder. Ekonomik gelişmenin bir üst sınırı
vardır ve ondan sonra duraklama ve gerileme başlar. Tahrik edilen insani
ihtiyaçların artma hızı, bunları karşılayacak kazanç ve gelirlerin artış
hızından fazla olduğu için bir noktada yetersizlik başlar. Bu noktada
Devlet, ya giderlerini kısmak ya da gelirlerini artırmak şeklinde iki yoldan
birini kullanmak durumundadır. Ne yazık ki bu noktadan sonra bu iki yol
da başarıya ulaşamaz. Rahatlığa alışmış olanlar kemer sıkamazlar.
Devlet gelirleri artırmak için ya varolan vergileri artırır ya da yeni vergiler
koymak isteyebilir. Oysa Vergi ile Kazanç arasında tecavüz
edilmemesi gereken sınır aşılırsa teşebbüs arzusu zayıflar. Vergide
de gelir sağlayamayan Devlet, bu defa ekonomik hayata girmek
ister. Üreticilerden mallarını değerlerinin altında almaya, tüketiciye
fahiş karla satmaya çalışır. Bunun sonucu üretici üretimden, tüccar
ticaretten vazgeçer. Tüketiciler şehirden kaçış yolları arar. Devlet
bunun da fayda etmediğini görünce, önce yakınındaki varlıklı
kişilerden başlayarak herkesin malına ve mülküne el koyar. Bu da
vatandaşların yönetimden yüz çevirmesine, dış güçlerle ittifak
yapılmasına, ekonomik hayatın durmasına ve devletin ortadan
kalkmasına yol açar.
Ahlak; ilkesinin uygarlığın -ilimlerin, sanatların, şehir hayatının,
zenginliğin, konforun, ince alışkanlıkların- gelişmesine paralel olarak
bozulup bozulmadığı tarih boyunca tartışma konusu olmuştur. Eski
Atinadan başlayarak Rönesansa kadar pek çok düşünür, ahlaki
yozlaşmanın bir devletin çöküşünde önemli bir etken olduğunu savunur.
Berkeley; "Büyük Britanyanın çöküşünü önlemek üzerine yazdığı
düşüncelerinde, İngiliz halkının madddi heveslerinin artışından ve ahlaki
niteliklerini kaybedişinden önemle bahseder. Kurtulmak için Hristiyan
ahlakının ilkelerinin yeniden saygınlığa kavuşturulması gerektiğini
belirtir." Aynı şekilde Fransada J.J. Rousseau; "Uygarlığın gelişmesinin
ahlakın bozulmasına yol açtığını" savunur. Spengler; "Batının çöküşünü
konu ettiği eserinde gelişmeyle birlikte ahlaki değer ve kurumların
yozlaşmasından" söz eder. Örneğin; Yürek dili yerine, ilmi dinsizlik;
Saygı ve gelenek yerine, soğuk olgusallık; Halk yerine, kitlesellik; Gerçek
ve canlı değerler yerine, para ve soyut değerler; Devlet ve Toplum
yerine, milletlerarası toplum değerleri hakim olur. İnsanlar; kanaatkar,
dayanıklı, kendine güvenen, cesur, yardımserver, namuslu, dindar olmak
yerine, haris, mağrur, korkak, tembel, bencil, müsrif, rahatına düşkün,
dini değerlere lakayt hale gelirler. Doymak bilmeyen ihtiyaçlarını
meşru yollardan tatmin edemeyenler, gayrı meşru yolları zorlar ve
ahlaki değerleri yıkarlar.
Çözülme sürecinde Devlet bütün vatandaşlarına karşı adil değildir.
Halk bireyselleşmiş, gayrı meşru ilişkiler yaygınlaşmış, din ve ahlak
duyguları zayıflamıştır
Download