02.05.2016 Tarihli İdari Yargılama Hukuku Ders Notu İSTİNAF ve ALTERNATİF UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM YOLLARI Bu dersimiz kapsamında istinafı hızlıca değerlendirip alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına geçeceğiz. Bu adlî tatilden sonra adlî ve idarî yargıda artık istinaf sistemi başlıyor. İstinaf sisteminin esas geliş sebebinin Yargıtay ve Danıştay'daki dava yığılmasına engel olmak olduğu söyleniyor. Danıştay istinaf sistemine çok yabancı değil. Çünkü zaten davaları fiilen istinaf gibi görüyordu. O yüzden istinaf sistemine ilişkin karşılaştırmalar yaptık. İstinaf sisteminde esas problem olan git-gelleri engellemenin esas olduğu anlaşılıyor. Yani arada bir yargılama seviyesi daha koyarak ve burada bitmesini düşünerek, Danıştay'a ancak süzgeçten geçmiş ve önem taşıyan davaların gitmesini sağlayarak Danıştay'ın bir içtihad mahkemesi haline gelmesi düşünülüyor. Fakat istinafta, farklı yerlerdeki bölge idare mahkemeleri tarafından bakılan ve kesin karara bağlanan uyuşmazlıklar olduğu için de bu farklı bölge idare mahkemelerinin arasında içtihad ve karar farkının olması ihtimalinin daha büyük bir kaos çıkarıp çıkarmayacağını da zaman gösterecek. İstinafa bakış açısı kısaca bu. Zaten iki maddeden ibaret bir mevzuatı var. İstinaftaki temel mantık, istisnai haller dışında ilk derece mahkemesine göndermeden, istinaf yoluyla davanın önüne geldiği mahkemenin eksikleri tamamlayıp inceleme yaparak bir karar vermesi. Hatalı bulduğu kararı düzelterek kendisinin karar vermesi. Hata nedeniyle geriye göndermemesi. Böylelikle git-geller yaşamadan hep ileri doğru ve yavaş yavaş adım atmak. Sonuçta kaplumbağa tavşandan daha hızlıdır yaklaşımı var. Ağır ağır da gitse hep ileriye doğru gitmesi, ileriye geriye sıçramalar olmaması, hızlandırmak ve sonra hızlı bir şekilde geriye dönmektense, yavaş da olsa ileriye doğru gidişi sağlamaya yönelik bir bakış açısı ile gelmiş bir şey. Fakat eskiden bir makam aynı türde davalarda doğru veya yanlış hep aynı karar verirken; şimdi, birbirinden farklı bölge idare mahkemeleri kesin kararlar verdiğinde ve bu kesin kararlardan birbiriyle çakışma olduğunda, hüküm uyuşmazlığı, içtihad ve yaklaşım farklılığı olduğunda bunun daha büyük bir problem çıkartıp çıkartmayacağı meselesi var. Fransa bunu giderebilmek için davaya bakan mahkemelere, Danıştay'dan dava sonuçlanmadan görüş isteme, zorlandıkları, çetrefil gördükleri hukuki sorun hakkında görüş isteme şeklindeki bir yolu getirmiş. Bizim sistem de bunu zaten kanunda yazmamasına rağmen fiilen yapıyor. Yani resmen yazmıyor ama mahkemeler kararları bozulmasın diye Danıştay kıdemli tetkik hakimlerine, Danıştay'da görev yapan tanıdık kimselere, "Önümde şöyle bir dava var, daha önce Danıştay'ın ilgili dairesi bu konuda bir karar verdi mi, nasıl bakıyor?" diye genellikle sorup hassasiyetle bozulmayacak bir karar verebilmek konusunda o malzemeyi de toplayıp üzerinde düşünmeyi tercih ediyor. Dolayısıyla böyle bir sistemin Türkiye için gelmesi mümkün olabilir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına değinelim. "Alternatif uyuşmazlık çözüm yolları" günümüzün moda terimi. Bu, esasında isabetliliği tartışılabilecek bir ibare. Çünkü bunlar alternatif değil. Yani idarî yargıyı dışlamıyor ama idarî yargıya gitmeden önce o uyuşmazlığı çözmeye çalışıyor. Alternatif dediğiniz zaman, ya o ya diğeri anlamına gelir. 1 Böyle gerçek anlamda alternatif olarak bir tek tahkimden bahsedilebilir. Onun dışındakiler "yargı dışı uyuşmazlık çözüm yolları"dır. Gerçek tek alternatif olan tahkime bakalım. Tahkim, İdare Hukukuna Anayasa değişikliği ile gelmiş bir yöntem. Özellikle yabancı sermayenin gelmesi için bu değişiklikler yapıldı. Yabancı sermaye, ülkenin yargısının kendi devletini kayıracağını düşündüğünden tahkim getirildi. Tahkimi getirmesinin sebebini İdare Hukuku derslerinde biraz anlattık, yatırım için uluslar arası sermayenin gelmesini sağlamak. Yabancılık unsuru taşıyan sermaye, geldiği ülkelerde uyuşmazlık çıktığında tahkimin çözmesini istiyor, yerel mahkemelerin çözmesini istemiyor. Bunu bir hukuki güvence olarak görüyor. Tahkimde dünya çapında örgütlenmiş iki büyük tahkim organizasyonu var. Birisi Paris'te örgütlenmiş ICC dedikleri organizasyon, diğeri New York'ta örgütlenen ICSID. Bu tahkim şartının gelmesi için uygun hukuki ortamın sağlanması gerekiyordu ve bu Anayasa değişikliği ile gündeme geldi. Anayasa değişikliği ile gündeme gelmesi 1999 yılında oldu. İki güvenceli şekilde getirilmeye çalışıldı. Birincisi, tahkimi getirmek için 47. maddede özel hukuk sözleşmelerinin yapılmasına imkan getirildi. Özel hukuk sözleşmesinde de tahkim mümkün olduğu için "Kamu hizmetleri özel hukuk sözleşmeleri ile görülebilir, özel hukuk sözleşmeleri ile görülebildiği için de tahkim mümkündür" mantığı ile geldi. Anayasa 47. maddeye eklenen cümle şu şekilde; "Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırabileceği veya devredebileceği kanunla belirlenir. " Böylelikle özel hukuk sözleşmesi yapılabilmesine imkan geldi ve buradan da tahkime yol açıldı. Buna ilişkin bir diğer düzenleme de Anayasa madde 125'te getirildi, ilk fıkraya eklenen cümleye göre: “Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.” Ayrıca Anayasa’nın 155. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan inceleme yetkisi; “Danıştay … kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri hakkında iki ay içinde düşüncesini bildirmek …” şeklinde değiştirilmiştir. Dolayısıyla, Danıştay’ın imtiyaz sözleşmelerine ilişkin yetkisine ilişkin 155. madde, idari sözleşmelerde tahkime imkan veren 125. madde ve kamu hizmetlerinde özel hukuk sözleşmeleri yapılabilmesine imkan veren 47. maddedeki değişikliklerle tam anlamıyla tahkime hukuki bir alt yapı oluşturuldu. Bir yandan idari sözleşmelerde yabancılık unsuru varsa tahkim şartı getirilebiliyor, kamu hizmetleri sadece idari sözleşmelerle görülmek zorunda değil, özel hukuk sözleşmelerine tabi olabiliyor. Diğer yandan da Danıştay'ın imtiyaz sözleşmeleri hakkındaki görüş bildirme yükümlülüğü azaltılıyor, farklılaştırılıyor. Bu suretle tahkimin hukuki altyapısı oluştuktan sonra tahkime ilişkin çok kısa bir kanun çıktı. Kanunun ismi: “Kamu Hizmetleri ile İlgili İmtiyaz Şartlaşma ve Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim Yoluna Başvurulması Halinde Uyulması Gereken İlkelere Dair Kanun"1 ve 1. maddesinde de; "… kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıkların milletlerarası tahkim yoluyla 1 4501 sayılı Kanun, RG: 22.01.2000/23941. 2 çözülmesi..." ifadeleri var. Bu iki cümle tam anlamıyla klasik bir idari uyuşmazlık ifadesi. Dolayısıyla bu Kanun tam olarak idari sözleşmeler için tahkimin getirilmesi şartını koyuyor. Kanun başlığı ilkelere dair olduğunu söylüyor ama içeriğinde nerede ilke yazdığının farkına varamadım, daha çok tahkim yapılabilen durumları belirliyor2. Amaç maddesinde; "...tahkim yoluyla çözülmesinin öngörülmesi durumunda taraflarca sözleşme yapılırken uyulması gereken ilke ve esasları belirlemektir." diyor. Yani taraflar, aralarında çıkan uyuşmazlığın çözümünü aralarındaki sözleşmede öngörebilirler diyor. Böylelikle ne oluyor? İdari yargının görevi bertaraf ediliyor, uyuşmazlık tahkimle çözülebilir hale geliyor. İşte bu tek anlamıyla alternatif uyuşmazlık çözüm yolu. Ya idari yargı ya tahkim. Dolayısıyla idari yargıyı bertaraf eden bir yol olarak gözüken nokta bu. Bunun da şartı ne? Tahkim yolu, milletlerarası tahkim anlaşması, tahkim anlaşmasının dayanağını oluşturan asıl sözleşmeye taraf olan şirket ortaklarından en az birinin yabancı sermayeyi teşvik mevzuatına göre yabancı menşeili olmasını ifade ediyor. Söz konusu kanunun uygulanmasında, dolayısıyla milletlerarası tahkim yoluna gidilmesinde yabancılık unsuru şartı var. Belirttiğimiz gibi esasında kanunda bir ilke yok. Sadece yapılabilecekler anlatılıyor. 4. maddede diyor ki; "Tahkim yolunun öngörülmesi halinde tahkim anlaşması, sözleşmeye konulan tahkim şartı veya ayrı bir tahkim sözleşmesi şeklinde yapılabilir." Bu bir ilke değil, nasıl yapılacağını gösteriyor. Ya sözleşmede bir madde olacak ya da ayrı bir sözleşme yapılacak. Maddenin devamında; "Tahkim sözleşmesi, sözleşmenin yürürlüğe konulmasındaki usule tabi olur. " Bu da sözleşme hangi hukuka göre yapıldıysa tahkimin geçerliliğini ona bağlıyor. Tahkim yoluna ilişkin ilkeler başlıklı 4. maddenin 2. fıkrası şu şekilde: "Tahkim şartı veya tahkim sözleşmesinde; tahkim yoluyla çözülecek uyuşmazlıklar, uygulanması istenilen tahkim kuralları, tahkim yeri, hakem ya da hakem kurulunun seçimi ve sayısı, nitelikleri, hakem kurulunun yetkisi hakem kurulunun yargılama usulü, yargılamada kullanılacak dil, uyuşmazlığın esasına uygulanacak maddi hukukun seçimi, tarafların delil ikamesi, bilirkişilerin seçimi, uyuşmazlığın diğer tarafa ne şekilde bildirileceği, bildirim süresi, tahkim süresi, hakem kurulunun delil toplama yetkisi ve usulü, hakem ücreti, yargılama giderleri, vekalet ücreti ve benzeri konular ayrıntılı biçimde düzenlenir. " Bu bir ilke mi? (Öğrenci: Serbestlik ilkesi olabilir mi?) Belki öyle denilebilir ama serbestlik ilkesi diye yazmıyor. O zaman bu kadar yazacağına tahkim sözleşmesinin her aşamasında serbestlik ilkesi geçerlidir diye serbestlik ilkesi demesi lazımdı. Burada sözleşmede yer alması gereken unsurları belirtiyor. Başka ilke yok. "İlke" de demiyor, "ilkeler" diyor. Serbestlik ilkesi desek, "ilke" demesi lazım. Bu yetersiz bir kanuni düzenleme ama buradaki kastı, bütün bu hususlarda idari 2 Tahkim yoluna ilişkin ilkeler Madde 4 - Tahkim yolunun öngörülmesi halinde tahkim anlaşması, sözleşmeye konulan tahkim şartı veya ayrı bir tahkim sözleşmesi şeklinde yapılabilir. Tahkim sözleşmesi, sözleşmenin yürürlüğe konulmasındaki usule tabi olur. Tahkim şartı veya tahkim sözleşmesinde; tahkim yoluyla çözülecek uyuşmazlıklar, uygulanması istenilen tahkim kuralları, tahkim yeri, hakem ya da hakem kurulunun seçimi ve sayısı, nitelikleri, hakem kurulunun yetkisi, hakem kurulunun yargılama usulü, yargılamada kullanılacak dil, uyuşmazlığın esasına uygulanacak maddi hukukun seçimi, tarafların delil ikamesi, bilirkişilerin seçimi, uyuşmazlığın diğer tarafa ne şekilde bildirileceği, bildirim süresi, tahkim süresi, hakem kurulunun delil toplama yetkisi ve usulü, hakem ücreti, yargılama giderleri, vekalet ücreti ve benzeri konular ayrıntılı biçimde düzenlenir. 3 yargılamaya ilişkin kanunlar dışında çözümler öngörebilirsiniz. Yani hangi hukuka tabi olacağını belirleyebilirsiniz. Delil meselesini, hakem seçimi meselesini, hangi dilde yazılacağını belirleyebilirsiniz. Dolayısıyla bunların hepsinde yapılabilirliği gösteriyor. Yani istisnaları gösteriyor. Bunları yazmasa şöyle bir tartışma çıkabilir; kamu düzenindendir, tamamlayıcı hukuk kuralları değildir, kamu hukuku kurallarıdır, adlî yargıda olduğu gibi tarafların aksini kararlaştırabileceği hususlar değildir, yargı yeri-bakılacak mahkemeuygulanacak hukuk-kanun hükmü-tâbi olduğu yargılama usulü-süre... hiçbiri esasında kamu hukuku kuralları çerçevesinde seçimlik değildir. Bunu, tahkime konu olabilenlerde seçimlik hale getirdiğini dolaylı olarak söylüyor. "Taraflar bunları belirleyebilir" dediğine göre bunlar, kanunlarda yazan dışında belirlenebilecek hususlardır. Dolayısıyla bunlara ilişkin farklı düzenleme yapmayı meşrulaştırmış. Kanunla meşrulaştırmış. Kanunu ne ile meşrulaştırmış? Anayasa'da buna ilişkin düzenleme yaparak meşrulaştırmış. Dolayısıyla Anayasa'yı hafif bırakmış, kanunla düzenlenebilir bir nokta ile hukuki altyapıyı yapmış, kanunla da istisnaları öngörmüş. Hüküm bulunmayan hallerde de HMK ile milletlerarası özel hukuk hükümlerine atıfta bulunuyor. Bir de geçici madde söz konusu. Bu madde de dikkat ederseniz, daha önce başlamış olanlar aynı esaslara göre gider fakat bu projelerde hüküm bulunmaması halinde 1 ay içinde başvuru ile bu Kanun hükümlerinin geçerli olmasına ilişkin bir hüküm getiriyor3. Bütün GSM şirketlerinin bu kanundan önce olmasına rağmen tahkime geçmesine imkan veren bir geçici madde var. Yani geçici maddenin varlık sebebi; 1 ay içinde ben de tahkime tâbi olmak istiyorum diyen imtiyazlı şirketlerin geçişine imkan vermek. Başta tahkime izin vermeyen bir mevzuatla kamu hizmetine girdikleri için şimdi kamu hizmetinde tahkime imkan veren bir düzenleme getirildi. Tahkimde uygulanan genel kural şöyle; şimdi biraz değişmeye başladı. ICC tahkimini kabul ediyorlar. İsviçre Cenevre tahkim yeri olarak öngörülüyor. Taraflar birer hakem seçiyor. Hakemler bir ortak baş hakem seçiyorlar. Hakemler anlaşamazsa, ICC bir baş hakem atıyor. Dolayısıyla üç kişilik bir heyetle kuruluyor. Tarafların seçtiği hakemler de taraflarla bağlantılı olmadıklarını beyan etmek zorundalar. Yani tarafların seçtiği hakemler tarafın adamı oldukları için değil taraf kendilerine değer verdiği için seçilmiş hakem görünümündeler. Bunun özelliği de, idari yargıdan farklı olarak hızlı bitmesi. Kullanılacak hukuk bakımından da bir güvence oluşturması. Ama sanıldığından çok daha pahalı bir usul. Mesela 10 milyon dolarlık bir uyuşmazlık için bazen 26 milyon dolar masraf çıkıyor. Dolayısıyla bu bir yandan yabancı sermayenin gelmesi için tercih edilen bir yol. Bir yandan da İstanbul Tahkim Mahkemesi'ni kurarak, tahkim dili Türkçe olsun, tahkim yeri Türkiye olsun diye sözleşmelerde çeşitli hükümler koyarak masraf azaltılmaya çalışılıyor. Bu kadar masraflı bir çözüm yolundan idare biraz pişman olmuş gibi. Bu noktada Türkiye'nin kazandığı ve kaybettiği tahkim davaları var. İl Han Özay'ın Günışığında Yönetim kitabına bakarsanız, 3 Geçici madde 1 – Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerine göre başlatılmış projeler ve işler, tabi oldukları usul ve esaslara göre sonuçlandırılır. Ancak, kesinleşmiş mahkeme kararı ile iptal edilenler hariç, birinci fıkrada belirtilen proje ve işlere de bu Kanun hükümlerinin uygulanmasına, görevli şirketin bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde başvuru ve ilgili idarenin müracaatı üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir. 4 onun da uzman bilirkişi olarak katıldığı bir tahkim prosedürüne ilişkin bir kısım yer alıyor. Tahkim uyuşmazlıkları aynı zamanda gizli olduğu için tahkim belgelerine erişebilmek herkes bakımından mümkün olmuyor. Nasıl işlediği ve değerlendirildiğini görmek açısından İl han Özay'ın kitabı iyi bir ipucu olabilir. Tahkim şeklinde uyuşmazlık çözümünü bir tür alternatif uyuşmazlık çözümü olarak belirledik. Tek tür olabildiğini söyledik. Diğerleri alternatif uyuşmazlık çözümü değil, yargı dışı uyuşmazlık çözüm usulleri, yargı öncesi uyuşmazlık çözüm usulleri. Bu, yargının alternatifi. Bir çeşit yargılama yöntemi. Masraflı olması, dengeleme yapması, yerel hukuk dışındaki hukukları kullanması ve rutinin oluşması bunun öncelikleri. Çeşitli uluslararası hukuk firmalarının varlık sebebi de biraz bu tip uyuşmazlıklar. Türkiye'de de bunların önemli kolları var. Bunlar, şirketlerin her yerdeki faaliyetlerinde aynı tahkimle oluşmuş hukuka hafızasında sahip olarak avukatlık hizmetleri verebilen kuruluşlar olduğu için günümüzde büyük meblağlı dava ve uyuşmazlıkların hatta tahkime gitmeden çözülebilmesi bakımından, uluslar arası hale gelmiş şirketlerin uluslar arası yatırımlarını uluslar arası hukukçuların çözümü şeklindeki bir çözüm boyutu getiriyor. Diyelim ki büyük bir uluslar arası şirket, bir çok ülkede yatırımı var, bir çok ülkedeki yatırım nedeniyle tahkim uyuşmazlıkları söz konusu olmuş ve her ülkede de aynı büyük hukuk firmasının dalları bu uyuşmazlıkları çözmüş, dolayısıyla büyük bir tahkim birikimi olmuş. Bu konudaki püf noktalarını, hukuki gerekleri biliyor. Sözleşmelerde tahkim uyuşmazlıklarının çıkma türlerine göre gerekli tedbirleri almış, karşılaştığı uyuşmazlık türlerine ilişkin gerekli tecrübelere sahip bir halde gündeme geliyor. Böylelikle şirketler kendi hukukçularının tecrübeli olduğu hukuk sistemini de yatırım yapacağı yerlerde istiyorlar. Dolayısıyla hukukçusuyla, hakemiyle birlikte geliyor. Tahkim heyeti tecrübesiyle birlikte geliyor. Dolayısıyla devletler bunu ilk önce çok cazip görüyorlar. Biliyorsunuz devletler her zaman haklı değiller ama devlet olmanın verdiği güvenle tek taraflı iş yapmanın mümkün olmadığını gördükçe tahkim heyetlerinden mahkumiyetler, tazminat miktarları ortaya çıktıkça, kaybetmeye başladıkça bu noktalarda sarsılıyorlar. Ya sistemi değiştiriyorlar ya da aynı şekilde hukukçu tutuyorlar. Türkiye mesela bir çok tahkim heyetinde artık uluslar arası hukukçuları tutuyor. Buna ilişkin hukuki mücadelesini böyle yapıyor. En son olarak geçtiğimiz haftalarda Uzanların tahkiminde kazandık diye Enerji Bakanlığı açıklama yaptı. Mesela orada Türkiye'nin avukatları yabancı hukuk şirketleri. Dolayısıyla tahkim başlı başına bir dünya ve hakem heyetinde yer alanlar daha çok milletlerarası özel hukuk alanındaki kimseler. Fakat idari uyuşmazlıklardaki tahkim konusunda da zaman içinde ayrı bir uzmanlık gelişiyor. Çünkü idari uyuşmazlıkların tahkimi bakımından farklılıklar var. Bunu şöyle özetleyebilirim; İdare Hukuku konusu nedeniyle ele aldığı her özel hukuk müessesesini başkalaştırıyor. Yani sözleşmeyi, İdare Hukuku konularında sözleşme uygulandığı zaman idarî sözleşmeye döndürüyor. Sorumluluğu, İdare Hukuku alanlarında söz konusu olduğu zaman idarî sorumluluğa döndürüyor. Hukukî muameleyi, İdare Hukuku konuları gündeme geldiği zaman idarî işleme döndürüyor. Tahkimi de İdare Hukuku konuları da artık tahkimle çözülmeye başlandıktan sonra idarî tahkim denilebilecek ayrı bir şeye dönüştürüyor. Tahkim 5 heyetlerinin konunun idarî uyuşmazlık olması nedeniyle alışılagelmiş kararları dışında bir çok kararı var. Mesela Ahmet Çavuşoğlu'nun Telekomünikasyon Hizmetlerine İlişkin İmtiyaz Sözleşmelerinden Doğan Uyuşmazlıklarda Tahkim başlıklı bir doktora tezi var. Tezde yer verilen telekomünikasyon alanında 4 tahkim uyuşmazlığında görevsizlik kararı verilmiş. Bu, tahkime ilişkin kolay rastlanacak kararlardan birisi değil. Şöyle bakmış, Ulaştırma Bakanlığı bir işlem yapmış. Ulaştırma Bakanlığı'nın bu işlemi üzerine GSM operatörleri tahkim heyetine başvurmuşlar. İdarenin savunması karşısında tahkim heyeti şöyle karar vermiş. "Bu sözleşmeyi Ulaştırma Bakanlığı ile GSM operatörü yapmış ama Ulaştırma Bakanlığı'nın buradaki işlemi, sözleşmenin tarafı olarak Ulaştırma Bakanlığı adına değil, ülkenin düzenleyici kurumu olarak Ulaştırma Bakanlığı sıfatıyla yapılmış bir işlemdir. Dolayısıyla Ulaştırma Bakanlığı'nın yaptığı bu işlemden ötürü idarî yargıya gidilebilir, tahkime gidilemez. Tahkim, sözleşmenin ancak âkit tarafların birbirlerini etkileyen işlemlerine ve uyuşmazlıklarına bakabilir. Âkit taraf da Ulaştırma Bakanlığı ama bunu bir sözleşmenin tarafı olarak değil, ülkedeki telekomünikasyon alanını düzenleyen bir makam olarak yapmıştır. Dolayısıyla bu, sözleşmeden kaynaklanan bir uyuşmazlık değildir." Bu, tahkim için çok alışılmadık bir şey. İsabetli ama tahkimin farklılık kazanmasını getiriyor. Niçin farklılık kazanıyor? Çünkü şirketler arasında bir tahkim söz konusu olsa, şirketin sözleşen taraf olarak değil başka bir sıfatla yaptığı işlem diye bir şey söz konusu olamaz. Bu ancak İdarede söz konusu olur. Çünkü İdarenin bir yandan alana ilişkin düzenleme yetkisi var, bir yandan da bir tarafta bulunan, sözleşen taraf. Dolayısıyla onun ayrımına girerek ayrı bir içtihat türü, karar türü çıkartıyor. Demek ki bu da gelişecek. İdari yargı ve İdare Hukuku uzmanı olarak tahkim avukatı veya hakemi olmaya aday olsanız büyük bir boşluğu giderebilirsiniz. Bu alanda bir müddet sonra boşluk çıkacak, İdare Hukuku alanlarını bilen hakemler aranacak. Çünkü rastlanmayan bu türü cevaplandırmak lazım. Hangi hallerde Ulaştırma Bakanlığı düzenleme yetkisini kullanıyor, hangi hallerde sözleşmenin tarafı olarak bir işlem yapmış oluyor? Böyle bir ayrım mümkün mü değil mi? Bunun kriterleri ne? Bu, tahkime konu olur mu olmaz mı? Bunların hepsini değerlendirmeye yönelik teoriler geliştirmek ve buna ilişkin uyarlanmak lazım. Yani tahkim kendisini uyarlıyor. Uyarlarken de uyarlayabilecek insana ihtiyacı var. Tahkimin idari yargıya seçilmesinin teknik olan ve olmayan bir kaç gerekçesinden bahsettik. Teknik olmayan gerekçesi, yerel mahkemelerin İdareyi her zaman haklı göreceğine ilişkin bir kanaat ve objektiflik arayışı. Dolayısıyla başka bir uyuşmazlık çözüm mercii isteniyor. Çünkü burada devletin, taraf olduğu bir şeyde kendisi hakkında karar vermesi adil olmaz diye bakılıyor. Sermayeyi getirenler, muhatap olduğu kamu tüzel kişisi ile kendi yargı organlarında uyuşmazlık çözümünü sağlıklı bulmuyor. Yaklaşımlardan birisi bu. Esas yaklaşım, çabuk bitmesi. Kural olarak 6 ayda bitmesi lazım. İstisnai olarak bir defa daha 6 ay uzuyor. Bu tip uyuşmazlıklarda 10 yıldır süren idari davalar var. Bu da şöyle bir problem doğuruyor; diyelim uyuşmazlık konusu 10 milyon dolar. 10 milyon dolarlık bir uyuşmazlık varsa davanın tarafı şirketin her zaman pasifinde 10 milyon dolar karşılık ayırması lazım. Dolayısıyla dava 2010'da başlasa, 2010'da da 10 milyon dolar ayıracak, 2011'de de yeniden 6 değerlendirip ayıracak, 2012, 2013'te de.. Sürekli kârını düşürecek. Dolayısıyla sürekli pasifte kalmış bir 10 milyon dolar yerine, bu meblağ kaybedilecekse kaybedilsin, 2010 yılında 10 milyon dolar zararı yazayım, 2011'e sirayet etmesin diye bakılıyor. Yani bir an önce kazanmak veya bir an önce kaybetmekten yana. Kazanacak olsa bile bir kaç sene durması, o bir kaç sene boyunca hem şirketin zararhanesini artmış gösterecek, şirketin hisselerini etkileyecek hem kendi gelirini etkileyecek. Dolayısıyla kanaatimce en büyük yaklaşım, bir önce bitmesi ihtiyacı. Yani bir an önce bitmesi şu anlamı içeriyor; kaybedilse de bir an önce bitsin. Kazanılma ihtimali var diye sürüncemede kalmasın. Kaybedilecekse kaybedilsin, kazanılacaksa kazanılsın. Bu yaklaşım, tahkimi çok cazip hale getiriyor. İdari yargıda açılan dava ne kadar erken sonuçlandırılsa da temyiz vs. ile tahkimden daha uzun sürüyor. Bu da, zararı katlayarak götürdüğü için tahkimi özellikle uluslar arası yatırımlarda büyük meblağlarda tercih edilir hale getiriyor. Tahkimde katlanan ve büyüyen avukatlık ücretleri ve dava masrafları var. Tahkimin de şu anda en büyük problemi bu. Avukatlık ücreti ve hakem masraflarının kıyaslanmayacak kadar yüksek olması. Bir yerde 300-500 lira mahkeme parası, 1250 lira avukatlık ücreti gibi bir yargılama masrafı var. Diğer yerde müddeabihe göre değişen 10 milyonlarca lira olabilen bir dava masrafı var. Bu da en büyük sakıncası olarak ortaya çıkıyor. 659 sayılı KHK’yı inceleyecek olursak; 659 sayılı KHK bir kanun yerine geldi. Daha önce Muhakemat Umum Müdürlüğü Görevleri Hakkında Kanun4 vardı. Bu kanun yargı içi ve yargı dışı dava öncesi ve dava sonrası uyuşmazlık imkanlarını da getiriyordu. Bu da benzer imkanlar getiriyor. Bir de uzlaşmayı denemeyi getiriyor. İdareye karşı açılacak para talepli davalarda uzlaşmayı esas kılan ve öncelikle sulh yoluyla hallini gündeme getiren bir düzenlemesi var. Bunu da alternatif uyuşmazlık çözüm yolları arasında anlatıyorlar. Dikkat ederseniz bu, idarî yargıyı bertaraf etmiyor. Sadece insanların yargıya başvurmadan önce sulh yoluna, uzlaşma yoluna gidebilmesine imkan tanıyan bir hüküm. Eski kanunda da buna ilişkin bir hüküm vardı. Fazla kullanılmıyordu ama böyle bir yaklaşım vardı. Buna ilişkin bir mekanizma söz konusu. Yani hem (sulh kapsamında yapılan ödemeler nedeniyle) Sayıştay probleminden kurtulmak hem de İdarenin menfaatine olmayan bir uzlaşma olmaması için bir yaklaşım vardı. Danıştay'ın 100. yılı dolayısıyla Yüzyıl Boyunca Danıştay ismiyle çıkmış bir dergi var. Orada buna ilişkin Recep Başpınar'a ait enteresan bir makale var. Onu okumanızı tavsiye ederim. Buradaki kriter hukuken haklı olmak veya olmamak değil; İdarenin menfaati. İdare menfaati varsa uzlaşacak veya sulh yapacak. Yani ben davada haksızım, kaybedersem daha fazla para vereceğim diyorsanız, davada haksız olduğunuz için değil; kaybederseniz daha fazla para verme riski nedeniyle sulh yapıyorsunuz. Belirttiğim makalede yazarın topladığı çok güzel eski kararlar var. İdare hukuken haklı veya haksız olmaya değil, dava sonunu veya davaya intikal etmesini beklemeden uzlaşmasının kendisi için bir menfaati olması halinde çeşitli prosedürlerden geçtikten sonra sulhle bitiriyor. Menfaat ne? Parasal bir 4 4353 sayılı Maliye Vekaleti Baş Hukuk Müşavirliğinin ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Davalarının Takibi Usullerine ve Merkez ve Vilayetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Kanun 7 menfaat. İdarenin bir çıkarının olması. Bir indirim yapılıyor olması. Nitekim böyle uzlaşmalar bu KHK'dan sonra da oldu. Özellikle elektrik uyuşmazlıklarında yüksek meblağlı davalarda kişiler İdareden o kadar para almanın kendi akıbetleri bakımından sıkıntılı olabileceklerini düşündükleri için %10- %20 gibi indirimler yaparak İdarelerle uzlaştı. Böylelikle İdare ne sağlamış oldu? Davaya bıraksa daha yüksek bir tazminat verebilecekken sulh yoluyla, uzlaşma yoluyla bitirerek daha düşük bir meblağ verdi. Dolayısıyla burada İdare hem %100 haksız çıkacağına dair bir emare istiyor hem de kendi menfaatinin olmasını bekliyor. Kendisinin kendi elemanları tarafından dolandırılmaması için, yani uzlaştım diye İdareyi temsil edenlerin başkalarının haksız davalarına sulh sağlamaması için İdarenin böyle gelişmiş bir yöntemi var. Bunun usulleri var. Sulh olarak belirtilmiş. 659 sayılı KHK’nın ilgili maddesine göre5; sulh işlemine ilişkin başvuru dava açma süresini durdurur veya başvuru sonuçlanmadan dava açılamaz, 60 gün içinde sonuçlandırılması zorunludur, yani iş sürüncemede kalmasın diye. Belli bir konuyu veya somut bir talebi içermiyorsa idari makam tarafından reddedilir. Buna ilişkin çok ilginç sulh başvuruları söz konusu. Mesela doktorasını bitiremediği için atılmış bir kimse ve bursu kesilmiş, bursu da tazminatlı olarak geri alınmış fakat hakkında işlem tesis edilen kişi bütün 5 İdari uyuşmazlıkların sulh yoluyla halli ve vazgeçme yetkileri MADDE 12 ‒ (1) İdari işlemler dolayısıyla haklarının ihlal edildiğini iddia edenler idareye başvurarak, uğramış oldukları zararın sulh yoluyla giderilmesini dava açma süresi içinde isteyebilirler. İdari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilenlerce, idari dava açmadan önce 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca yapılan başvurular da sulh başvurusu olarak kabul edilir ve bu maddede yer alan hükümler çerçevesinde incelenir. (2) Sulh istemine ilişkin başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Başvuru sonuçlanmadan dava açılamaz. (3) Sulh başvurularının altmış gün içinde sonuçlandırılması zorunludur. Sulh başvurusu altmış gün içinde sonuçlandırılmamışsa istek reddedilmiş sayılır. (4) Sulh başvurusu, belli bir konuyu ve somut bir talebi içermiyorsa, idari makam tarafından reddedilir. Bu Kanun Hükmünde Kararnameye uygun olarak yapılan ve idare tarafından reddedilmeyen başvurular, hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonuna gönderilir. Hak ihlaline neden olan birden fazla idarenin varlığı halinde, ortak hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu oluşturulabilir. (5) Sulh başvurularının incelenmesinde, başvurunun konusu, zarara yol açan olay ve nedenleri, zararın idari eylem veya işlemden doğup doğmadığı ve meydana geliş şekli, idarenin tazmin sorumluluğunun olup olmadığı, zararın miktarı ve ödenecek tazminat tutarı tespit edilir. Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonu tarafından, bilirkişi incelemesi dahil olmak üzere gerekli her türlü araştırma ve inceleme yapılır, olayla ilgili bilgisi bulunan kişiler dinlenebilir. (6) Hukuki uyuşmazlık değerlendirme komisyonunun inceleme sonunda hazırlayacağı rapor 11 inci madde uyarınca karar vermeye yetkili mercilere sunulur. Bu mercilerin sulh başvurusunu kabul etmesi halinde başvuru sahibine, hazırlanan sulh tutanağının imzalanması için en az onbeş günlük süre verilir. Davet yazısında, belirtilen tarihte gelmesi veya yetkili temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulh tutanağını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının bulunduğu belirtilir. (7) Tazminat miktarı ve ödeme şekli üzerinde idare ve istemde bulunanın sulh olmaları halinde buna ilişkin bir tutanak düzenlenir ve taraflarca imzalanır. Bu tutanak ilam hükmündedir. Sulh olunan miktar idare bütçesinden ödenir. Vadeye bağlanmamış alacaklarda tutanağın imzalandığı tarihten itibaren iki aylık sürenin dolmasından, vadeye bağlanmış alacaklarda ise vadenin dolmasından önce tutanak icraya konulamaz. (8) Sulh tutanağının kabul edilmemesi veya kabul edilmemiş sayılması hallerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye verilir. (9) Sulh olunan konu ya da miktara ilişkin olarak dava yoluna başvurulamaz. (10) Bu madde kapsamındaki idari uyuşmazlıkların sulhen halli ile idari davaların açılmasından, takibinden, davayı kabul ve feragatten, kanun yollarına başvurulmasından vazgeçilmesi, 11 inci maddede belirtilen esaslara ve tutarlara göre belirlenir. 8 dava açma sürelerini geçirmiş ama şöyle bir iddiada bulunuyor; doktora öğrencisi olduğu üniversite kendi alanında danışman hoca bulamadığı için buna danışman atayamamış. Danışman atayamadığı için de danışmanı olmadan belli bir süre geçtiği için doktorada mesafe katetmediği ve süreleri tamamladığı için doktora kaydı silinmiş. Kaydı silinince doktora bursu veren kurum, bursu geri istemiş. Şimdi bütün olarak diyor ki; "Benim bursumun kesilmesi, doktor olamamam... Bunların hepsi üniversitenin beni kaydetmiş olmasına rağmen alanımda danışman hoca atayamamasından ötürü. Bu danışman hocayı ben bulmak zorunda değilim, üniversite bulmak zorunda idi." vs. diye bir uyuşmazlık olarak gündeme getirmiş ve İdareden bir rakam istiyor. Şimdi İdare hatasını kabul edecek mi? Dava açma süresi geçmiş mi diyecek? Bir idari dava konusu mu olacak? Buna ilişkin önemli bir uzlaşmazlık hali. Şimdilerde bu tip bütüncül yaklaşımlar var. Yani bir noktadan başlamış, domino etkisi göstererek bir çok zarar vermiş. Sonuçta kendine geldiğinde de kişi bunların müsebbibi olarak İdareyi gördüğünde İdareden bir tazminat istiyor. İdare de bu konularda genellikle uzlaşmıyor. Önce haklılığını kanıtla diyor. Kişi açısından bakılırsa geçirdiği dönemler vs. nedeniyle dava açma süresini kaçırmış olması, o zamanlar dava açmaması, hukuki yardımdan yararlanmaması, sonuçta bir haklılığı varsa dava açma süreleri dışında tazminat olarak gündeme getirebilmesinin mümkün olup olmaması tartışmasını getiriyor. Bu nedenle çok ilginç uyuşmazlık türleri var. Gerçekten zaman içinde gündeme gelmiş zararlar var ve bu zararların ipucunu bulmakta zorluklar var. Daha önce de bahsetmiştim, bir zarar türü var, anlamak mümkün değil. Erzurum'da bir organize sanayi bölgesi kurmuşlar. Organize sanayi bölgesi için Milli Emlak Genel Müdürlüğü, Valiliğe kamu arazilerinden bedava arsa vermiş. OSB de araziyi parsellemiş ve fabrika yapmak üzere çeşitli şirketlere tahsis etmek için çıkartmış, İstanbul'dan bir şirket gelmiş, bir parsel alıp üzerine fabrika kurmuş. Çalışmaya başlamış ama başka şirketler OSB'ye gelmemişler ve OSB bir türlü yerleşmemiş ve oluşmamış. Onun üzerine Valilik OSB'yi feshetmiş. Feshedince de Maliye arsasını geri istiyor ve şirketten de çıkmasını istiyor. Şirket kendisine verilen bir araziye fabrika kuruyor. Fakat Milli Emlak artık arazi ve üzerindeki fabrika da benim diyerek şirketi tahliye etmek istiyor. Bunun hakkaniyet bakımından fesih sonrası, OSB arsası haline geldikten sonra orada yapılaşmışların haklarının tazmin edilebilmesi hususunun davalar dışında bir sulhle sonuçlanması lazım. Çünkü zararı nasıl ispat edeceksiniz? Maddi zararın hepsini belgeye bağlamanız mümkün değil, ileride menfi zarar dışında müspet zarara bakmanız gereken bir boyutu var. Bunun için idarî yargı müsait değil. İşte bunun için sulh gibi müesseseler var. Ama bu sulh gibi müesseselerin çözülebilmesi için de bir anlamda hakkaniyeti dikkate alarak risk alabilecek İdareyi temsil edebilecek kimselere ihtiyaç var. Onun için de idare personelinin sorumluluğu olmasın diye usuller düzenlemiş. Yargı dışı uyuşmazlık çözüm yollarından birisi olarak da "ombudsmanlık" söz konusu. Türkçesi Kamu Denetçiliği. Fakat kamu denetçiliği bile daha yaygın bilinen bir terim olduğu için ombudsmanlığı kullanıyor. Kendi sitesinde de ombudsmanlık diyor. Bu, İdarenin içerisinde bir tüzel kişilik. Bağımsız ve İdareye yönelik talepler hakkında değerlendirme yapıyor. Bunun özelliği, yargı kararı gibi uyulması gereken kesin kararlar verememesi, tavsiye kararları vermesi ve ayrıca yargı kararlarından da üstünlüğü; hakkaniyet bakımından, İdarenin tutum ve davranışı bakımından da değerlendirme yapması. Fakat mesela 9 eleştirilebilecek şöyle bir kararı vardı; Kayseri'deki bir astsubay lokali değiştirilmiş ve subay lokali haline getirilmiş. Astsubay ailesi misafirleriyle birlikte gittiğinde de subay lokali haline getirildiği için içeri alınmamış, kapıdan çevrilmişler. Onlar da kamu denetçiliğine başvurmuş. Burada kamu denetçiliği olaya şöyle bakmış; astsubay lokali, subay lokali haline getirilebilir mi? Getirilmiş mi? Önceden duyurulmuş mu? Getirilmesinde bir dava açılmış ve hukuka aykırı bulunmamış çünkü başka bir yerde astsubay lokali ayrıca açılmış. Dolayısıyla burada bir zarar yoktur düşüncesiyle yaklaşıyor. Halbuki, kamu denetçiliğinin varlık nedeni burada sadece hukuka uygunluk ve aykırılığı tespit etmek değil, İdarenin tutum ve davranışı bakımından değerlendirmek. İdarenin bir mensubunu misafirleriyle birlikte kapıdan çevirmesi; ne kadar onur kırıcı, rahatsız edici, insanın kamu denetçiliğine başvurmasını gerektirecek şekilde aşağılayıcı bir tutum. Her ne kadar burada bir hukuka aykırılık olmasa bile, bu değişikliği bilmeyen bir kimsenin bir seferlik davet edilerek bir dahaki sefere olamayacağını bildirmesi, misafirlerinin yanında rencide etmemesi, özür dilemesi, belki astsubay lokaline toplu taşıma aracıyla gelmişse kendisinin geri götürmesi gibi İdareden beklenen iyi İdare davranışlarını göstermesi bakımından eleştirebilirdi. Yani varlık sebebi esasında sadece hukuka uygunluğu, aykırılığı denetlemek değil. İdarenin iyi İdare tutumunu sergileyip sergilememesi. Bu karar, bunu göz ardı ediyordu. Buna yönelik eleştiriler sonrasında şimdi her kararında bunu da değerlendiriyor. Hukuka uygunluk bakımından, hakkaniyet bakımından, İdarenin tutum ve davranışları bakımından ayrı başlıklar altında inceleme yapıyor. Dolayısıyla kamu denetçiliğinin yargı yerlerinin yapamayacağı bir bakış açısı, bir kapsamı var. Ama yargı yerlerinin sahip olduğu "kararına uydurma gücüne" de sahip değil. Tavsiyede bulunuyor, tavsiyede bulunduğunda İdarenin uyma mecburiyeti yok. Ama kamu denetçiliğinin manevi bir gücü olsun diye, atananlar idare konusunda, kamu görevinde tecrübe kazanmış, ağırlığı olan kimseler. Onların eleştirilerini, yıllık raporlarını, kararlarını göz ardı etmenin de yerine getirmeyen İdare mensupları açısından itibar kırıcı olması gerektiği düşünülmüş. Yani İdare, İdare üzerinde güç kullanmasın ama İdare, İdare üzerinde manevi otorite kullansın, ağabeylik, ablalık yapsın diye düşünülmüş bir yöntem. Yumuşak bir geçiş sağlamak. İdare, kişiyle sulh yoluyla anlaşamayabilir, uyuşmazlıkları kişiyle gideremeyebilir. Ama kişi İdarenin ağabeyine, ablasına başvurduğunda onun "Evet, bu kişi haklı." demesi üzerine anlaşması, uyuşması bakımından yargıya intikal etmeden uyuşmazlığın çözümü ihtimallerinden birisi. Üstelik uyuşmazlığın çözümü de sadece hukuka aykırı işlem yaptı diye değil; rencide etti, hatalı davrandı, iyi İdare standartları göstermedi diye de olabilir. Kamu denetçiliği çok da büyük başarılar elde etti. Mesela SSK uyuşmazlıklarında, binlerce karar olmasına rağmen SSK, SSK'lılara kanunla getirilmiş bir hakkı yargı kararı olmadan tanımıyordu. Böylelikle her SSK'lı o mali imkanı elde etmek için dava açmak ve kazanmak zorundaydı. Artık otomatikleşmiş, bütün davalar aynı şekilde sonuçlanıyor. Ama kimseye Sayıştay denetimi endişesiyle dava açmadan o hak verilemiyor. Kamu denetçiliğine bu geldiğinde, kamu denetçiliğinin uygulamanın hatalı olduğunu söyleyip, bu şekilde yapılması gerektiğine dair bir tavsiye kararında bulunması üzerine SSK dışarıdan da destek aldığı için, yani Sayıştay'ın daha sonra kendisine zimmet çıkartma ihtimali de ortadan kalktığı için bu karar üzerine derhal dava açmadan herkese hak tanıdı. Dolayısıyla böyle topluca 10 rahatlamalara yol açan kararları var. Tamamen elektronik ortamda başvurmak mümkün. Hiçbir masrafı yok ve İdare bakımından dava açma süresini durduran bir husus. En geç 6 ay içinde bitmesi gerekiyor. Baktığınızda dava açmadan önce idari bir başvuru yolu gibi gözüküyor. Kamu denetçiliğinin başvuranlar açısından bir avantajı da şu; İdare kamu denetçiliğinin kararına uymasa bile, daha sonra açılacak bir davada kamu denetçisinin başvurucuya hak vermiş olması, davayı kazanmak bakımından da iyi tekemmül etmiş bir dosya olmasını sağlıyor. İdarenin başka bir kanadı da kişiye hak vermiş oluyor. Dolayısıyla dava açıldığında mahkeme, gayet olgunlaşmış, kamu denetçisi önünde gerçekleşmiş süreçle birlikte lehe veya aleyhe çok kolay karar verebilecek. Çünkü her şey hukuki bakımdan tebarüz etmiş, mahkemenin hukuki değerlendirmesine göre karar verip gerekçelendirebileceği bir olgunluğa geliyor. Kamu denetçiliği kamuoyunda çok fazla tanınmamış, fakat iyi sonuçlar verebilecek bir usul. Özellikle de hukuka uygunluğu, aykırılığı aşan örnekleri nedeniyle önem taşıyor. Yani astsubay ailesi niye kamu denetçiliğine başvurmak zorunda kalmış? Demek ki çok onurları kırılmış. Bunu bir dava ile telafi edebilmek mümkün değil. Burada bir hukuka aykırılık yok, oradaki nöbetçi subay görevini yapıyor. Belki de değişikliğe ilişkin duyuru yaptılar ama başvurucu olan astsubay duymadı. Ne olursa olsun, sonuçta hukuka aykırılık olmasa bile İdarenin tutum ve davranışı bakımından aykırılığı yargı yeri belirleyemez. Dolayısıyla böyle İdareyi hukuka uygunluk dışında değerlendirecek, İdarenin mantığını bilen İdare içindeki bir organın değerlendirecek olması uyuşmazlıkları sona erdirmek bakımından çok ideal bir yol olabilir. Hem İdareyi rahatlatır, sorumluluğunu azaltır hem de İdareye yol gösterir. Buradaki temel şartlardan birisi, kamu denetçilerinin çok saygı duyulan kimseler olmasıdır. O yüzden dünyada bu daha çok, başarılı görevler yapmış kimselerin emeklilikteki son bir hizmet yeridir. Bu, ilginç buluşlardan bir tanesi. Bu buluşta da herkesin kabul ettiği bir şey var; ombudsmanlık Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkmış. Daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu dolayısıyla ortaya çıkmış bir kurum. İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Rusya ile savaştıktan sonra kaybetmiş ve ordusu ile ülkesi arasını Ruslar kesince kendi ülkesine dönememiş, Osmanlı'ya sığınmış. Osmanlı da onu Ruslara geri vermemiş. Fakat ülkesinde de hükümranlığını sürdürebilmesi için fiilen orada değil. Ombudsmanlık da İsveççe'den gelen bir şey. Orada bir vekili görevi kendi adına yürütmüş. Dolayısıyla ombudsmanlığı Demirbaş Şarl'ın kendisinin dışarıdan denetlediği, kendi adına ülkesinin yönetildiği bir döneme ilişkin gösteriyorlar. Bugünkü müessesenin tarihi kökleri ona bağlanıyor ve bu müessese bir çok ülkeye gidiyor. Mesela; Fransızlarda médiateur vardı, şimdi défenseur des droits yani haklar savunucusu adı altında var. Bu, artık çeşitli biçimlerde ortaya çıkıyor. İdare için de İdareye karşı bir şeyi savunmak için görevlendirilen kimseler olarak çıkıyor. Kamu denetçisi artık tek değil. Fransa'da da değişti, dört tane ayrı müesseseyi birleştiren bir hale geldi. Yani kamu denetçisini ve diğer 3 müesseseyi birleştirdiler, défenseur des droits (haklar savunucusu) diye bir müessese oluşturdular. Şimdi bizde de çeşitli kanunlarla sürekli belli konularda İdareye karşı İdare içinden davranabilecek ve vatandaşın hakkını savunacak unsurlar çıkıyor. Yani idari yargının uzaması ve etkinliğine yönelik şüpheler, tereddütler, gözlemler idari yargıya gitmeden önce İdarenin uyuşmazlıkları kendi içinde, kendi elemanlarıyla kendisine karşı 11 savunacak ve çözecek mekanizmalar geliştirmesine yol açıyor. Dikkat ederseniz, bu bir uzlaşma değil. İdareyi, İdareye şikayet etmek. İdareyle ilgili sorunu İdare içerisinde halletmesini sağlayacak yollar bulmak. Bunun için de İdare içinden çıkmış ama İdare gibi hareket etmeyen, İdareye karşı vatandaş adına İdareyi inceleyebilen, İdare nezdinde manevi otoritesi olan, çözüm imkanları olan müesseseler çıkarmak. Kamu denetçiliği bunlardan en kurumsallaşmışı. Bir kamu baş denetçisi var, kamu denetçileri ve uzmanları var. Bir müessese halinde, adeta bir yargı yeri gibi yarı yargısal usuller kullanarak tarafların iddialarını ve cevapları alarak, üzerinde rapor yazarak, üzerinde müzakere yaparak, karar yazarak çözen bir kurum. İnternet sitesinden örnek kararlarına bakmanızı tavsiye ederim. Diğer bir kurum; İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu. Kanunu Resmi Gazete’de Nisan 2016'da ilan edilmiş. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu6. Bu tip kanunlar çıktığı zaman, bir problem var ve bu tip problemleri çözmek için mi çıkıyor diye bakmak lazım. Burada da acaba vurgulamak için mi yoksa var olan bir problemi gidermek için mi diye değerlendirmek lazım. Kanunun 1. maddesinde amacını belirtmiş, "... insan onurunu temel alarak insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, kişilerin eşit muamele görme hakkının güvence altına alınması, hukuken tanınmış hak ve hürriyetlerden yararlanmada ayrımcılığın önlenmesi ..." Bu tip şeyler ülkede daha çok Avrupa Birliği'ne hazırlanmak üzere çıkıyor. 3. maddesinde de; "...cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, mezhep, felsefi ve siyasi görüş, etnik köken, servet, doğum, medeni hâl, sağlık durumu, engellilik ve yaş temellerine dayalı ayrımcılık yasaktır." denmiş. Bunlar zaten klasik olarak uluslar arası belgelerde söylenen şeylerin daha çeşitlendirilerek, eklemeler yapılarak gündeme gelmiş hali. Maddenin devamında, "Ayrımcılık yasağının ihlali hâlinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ihlalin sona erdirilmesi, sonuçlarının giderilmesi, tekrarlanmasının önlenmesi, adli ve idari yoldan takibinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür." Yani İdarenin her birimine bu konuda yetki veriyor. Kapsama girmiş. Spor, konaklama, kamuya açık alanlar vs. diye. Sporu getirmesinin nedeni de bazı spor takımlarına dışarıdan hiç kimsenin alınmamasına ilişkin. Böyle alınmayınca spor kulüplerinin yönetimleri de değişmez. Bu ayrımcılık yasağı da, İdarenin sanki biraz müdahale ediyormuş gibi gözüküp, dernek niteliğindeki kuruluşlara da müdahale edebilmesi için konulmuş. Dernek istediğini alıyor, istemediğini almıyor. Kendine göre bir ayrımcılık yapıyor. Bu ayrımcılığa İdarenin nasıl müdahale etmesi lazım? Yani İdareyi sınırlamak için yapılan her şey İdareyi daha kuvvetli hale getiriyor. Bu, İdareyi daha kuvvetli hale getirmiş durumda. İdare adeta üye profilini değiştirme sonucunu ortaya çıkarabilecek. Çünkü derneklerin bir kere yönetimini ele geçirenler, kendi adamlarını üye olarak yazıp, başka isteyenleri yazmayarak %100 hep kendinin seçilebilmesini güvence altına alıyor. Mesela diyelim ki derneğin 1000 üyesi var. 1000 üye arasında siz seçildiniz. Sonra 1500 üye aldınız. 2500 üye oldunuz, 1500 üyenin hepsi sizi seçecek kimseler, hemşehrileriniz vs. Ondan sonra başvuranları da çeşitli sebeplerle 6 6701 sayılı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu, RG: 20.04.2016/29690. 12 almıyorsunuz. Ondan sonra her seçimde biraz zorlandığınız zaman istifa ediyorsunuz, sonra sizi tekrar seçiyorlar, bizi ancak sen kurtarabilirsin diye. Çünkü 1500 kişi size oy veriyor. Böylelikle özellikle malvarlığı olan dernekler, mafyaların eline geçiyor. Bu da bir çeşit ayrımcılık oluşturuyor. Niçin o derneğin yönetimi değişmiyor, ben de giremiyorum? Şimdiye kadar, beğenmiyorsan sen de bir dernek kur deniliyordu. Ama bu, dernekler bakımından gündeme gelen önemli bir sosyal eleştiri. İşte İdare, esasında ayrımcılığı gidermek adına bu tip derneklerin ayrımcılık içeren üyelik şartları bakımından çeşitli imkanlar getiriyor. Ayrımcılıkla ilgili yapılabileceklerle ilgili bir kurum kuruyor. Bu kurum, Kanununda düzenlendiği üzere; “İnsan hakları ihlallerini resen incelemek, (en önemli noktalardan birisi bu, başkasının başvurmasına gerek kalmıyor, başvuru üzerine de değerlendirme imkanı var.) araştırmak, karara bağlamak ve sonuçlarını takip etmek. Ayrımcılık yasağı ihlallerini resen veya başvuru üzerine incelemek, araştırmak, karara bağlamak ve sonuçlarını takip etmek. Ayrımcılık yasağı ihlalleri nedeniyle mağdur olduğu iddiasıyla Kuruma başvuranlara mağduriyetlerinin giderilmesi için kullanabilecekleri idari ve hukuki süreçler konusunda yol göstermek ve başvurularını takip etmelerini sağlamak amacıyla yardımcı olmak.” yetkilerine sahip. Dolayısıyla bu da İdarenin önemli noktalarından birisi. Ayrıca idari yaptırımlara karar verme imkanı var. Bu da önemli bir yeni kurum olarak incelenmeyi gerektirir. Zorunlu İdarî Müracaatlar hususuna gelelim. Bu konuya ilişkin Burak Öztürk'ün de çıkmış bir doçentlik tezi var. İdarenin bir işleminin hukuka aykırı olduğunu düşünenler için, dava açmadan önce mutlaka İdareye başvurmak zorunluluğu getiren maddeler söz konusu. İdareye müracaat zorunluluğu getirmek de yargı öncesi bir uyuşmazlık giderme yöntemi olarak düşünülebilir. Nedeni, İdarenin bir makam üstüne işlemin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirmesine imkan veriyor. Dolayısıyla siz hemen mahkemeye götüremiyorsunuz, mutlaka İdareye müracaat yapacaksınız. İdarî müracaat reddedilirse dava açacaksınız, dolayısıyla bu zorunlu idarî müracaata, İdarenin işlemini bir kez daha gözden geçirmesi imkanını vermek diye bakılabilir. Eylemden kaynaklanan tam yargı davalarında böyle bir usul var, ihalelere ilişkin başvuruda böyle bir usul var, Avukatlık Kanunu'nda avukatların disiplin cezalarına ilişkin böyle bir usul var; dava açmadan önce TBB'ye, sonra Adalet Bakanlığı'na başvurmak gibi. Çeşitli kanunlarda getirilmiş zorunlu idarî müracaatlar var. En son HSYK'ya getirilen bir zorunlu idarî müracaat var. Zorunlu idarî müracaat, dava hakkını kullanmayı geciktiriyor ama bu geciktirmesi idarî yoldan çözülebilme imkanını getirmek için. Ama sonuç veriyor mu diye sorulacak olursa çok az sonuç veriyor. Yani idarî müracaat üzerine İdarenin işleminden vazgeçmesi, geri alması, değiştirmesi çok sık rastlanan örnekler değil. Fakat tabloyu tekrar değerlendirmenize sunalım. İdari yargının tek alternatifi var; tahkim. Onun dışında idarî yargının öncesinde idarî yargıya gelmemesi için getirilmiş usuller var; kamu denetçiliği, sulh, şimdi idarî yargı bakımından arabuluculuk getirilebilir, zorunlu idarî müracaat, İnsan Hakları Kurumu'na başvurma gibi. Böylelikle uyuşmazlıkların yargıya intikal etmeden sonuçlanmasını sağlamaya çalışmak istiyor. Bu, idarî strateji bakımından isabetlidir. Siz de göreceksiniz, dava açmak, olması gereken en son şey. Çünkü dava açmak bir sürece girmek demek. Bu süreç, 13 uyuşmazlıkta çözümlenebilecek her türlü sonuçtan daha zarar verici bir süreç. Kazanan bile bir şeyler kaybetmiş oluyor. Ya süreden kaybetmiş oluyor ya siniri bozulmuş oluyor ya bir hasım elde etmiş oluyor. İdareye karşı açılan davalarda insanlar hep bu ihtimali düşünüyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde İdare tarafından getirilmiş çok sayıda kural olduğu görülüyor. Çok sayıda kural getirilmesinin hikmeti şu; çok sayıda kurala hiç kimse uyamaz. Ama uyulmamasına karşı bir müeyyide uygulanmaz. Ama birisi yaramaz çocukluk yaparsa "niye bu kurallara uymadın?" diye ona yaptırım uygulanabilir. Dolayısıyla çok sayıda kuralın olduğu yerde insan, haklı olduğu durumda bile uyamadığı diğer kuralların varlığını dikkate alarak haklılığını tartışamıyor. Özellikle gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkelerde bunu görürsünüz. Dolayısıyla kuralların çok olduğu, çetrefil olduğu, kazuistik olduğu durumlarda insanlar hukuki mücadeleyi yapmaktan haklı olarak çekinebilirler. Çekinmedikleri zaman başlarına hak etmedikleri sonuçlar geliyor. Nasıl hak etmedikleri? Başkalarına uygulanmayan kurallar neticesinde. Dolayısıyla gerçekten ihlal ettiğiniz bir şeylerin olduğu durumda, ihlal edilen haklarınıza ilişkin hukuki mücadele olamaz. İşte o tip idarî ortamları gevşetmek için böyle yargı dışı çözüm yolları getirilir. İdarenin bunu kendi içerisinden veya diyalogla çözmesi. (Öğrenci: Bu uygulamayı hangi ülkelerde görebiliriz?) Hukukçularının zayıf olduğu ülkeler diyelim. Sadece İdarelere bağlamak olmaz. Hukukçuları sadece ilkeler bazında değil, kurallara uymak şeklinde teknisyen niteliğindeki hukukçular ise sürekli her şeyi düzenleyerek çözmeye çalışıyorlar. Benim gözlemim de, gelişmekte olan ülkeler. Yani biraz baskıcı, totaliter, hatta demokratik de gözükse otoriter ülkeler. Baktığınızda İngiltere'de, Amerika'da da böyle. Bir sürü kuralı var, istediğini uyguluyor, istediğini uygulamıyor. Bir anda sizi mahvedebiliyor. Dolayısıyla bir çok ülkede bunu gözlemliyorsunuz, bunları çok uzun boylu konuşmak lazım. Kimi hallerde de uyulamayacak kurallar konmuş olabilir, kurallara uymayı esas aldığınız anda aksaklık çıkıyor. Hukukçuların vazifelerinden birisi bunu değiştirmek. Mesela geçen hafta gazetede bir haber vardı. Edirne'de çeşitli caddelere hız radarı konmuş ve 1 haftada 10.000 kişiye para cezası kesilmiş. Edirne'nin 3 şeritli, dümdüz giriş yolu var. Orada hız sınırı 50. Fakat bu kuralda bir problem olduğunu göstermek lazım. Kurala aykırılık var ama orası 50 ile gidilecek bir yol değil. Bu ve benzeri her yerde yapıldığı zaman bunu kamu denetçisi giderebilir. Kamu denetçisine diyebilirsiniz ki; "Tamam ben 50 ile gidilen yerde 60 ile gittim ama bakın kaç kişiye ceza kesilmiş, kaç kişi aynı hızla geçmiş, oranın gerçek hızı ne kadar olabilir? Orası zaten anayol niteliğinde. Hız sınırı 80 olmalı. Zaten yaya geçidi yok. Dolayısıyla burada esas hız sınırı yanlış, radar bir tuzak. Hukuka uyulup uyulmadığını denetlemek için değil, İdareye para kazandırmak için bir tuzak. İdarenin tutum ve davranışı bakımından kural yanlış. Kurala uymamak değil, kural yanlış." En zor şey, kuralın yanlışlığını ortaya koymak. İdarî yargı esas olarak bunları çözemeyeceği için bu kurum var. Buna ilişkin olarak 5. Dairenin tek bir örnek kararı var. Müthiş bir örnek. 5. Daire memurlarla ilgili daireydi, Nuri Alan bu örneği dile getirmişti7. Sağlık Bakanlığı bir atama yönetmeliği 7 Danıştay Üyesi Nuri Alan’ın ilgili konuşması için bkz: Danıştay ve İdari Yargı Günü, 134.Yıl, 10-­‐11 Mayıs, Ankara 2002, Danıştay Başkanlığı Yayınları, s.101-­‐108. 14 hazırlamış. Bu atama yönetmeliğine göre belli bir dönemde atama talep etmek mümkün değil. Fakat o atama yönetmeliğine rağmen bir çok kimse atanmış. Dava açan kişinin ise atanma talebini yönetmeliğe göre mümkün olmadığı gerekçesi ile reddetmiş. Bu ilgili kişi dava açınca 5. Daire bakmış ve gerçekten yönetmeliğe uygun olmadığını görmüş ama ilgilinin iddiasını da dikkate alarak müthiş bir karar vermiş ve demiş ki; "Tamam yönetmeliğe göre bu atanamaz ama sen başka bir sürü atamayı bu yönetmelik hükmüne rağmen yaptığına göre zımnen yönetmelik hükmünü kaldırmış sayılırsın. Bu kişiyi de yönetmeliği gerekçe göstererek reddetmen hukuka aykırıdır." Dolayısıyla böyle ender bakışlar ancak İdarenin mantığını, yaklaşımını, davranış bozukluklarını bilenler çözebilir. O yüzden kamu denetçisi, İnsan Hakları Kurumu vs. kurumlara atanan kimseler İdare içinde tecrübeli ve adil kimselerse İdarenin bakış açısını da düşünüp, orada gerçekten haklı ve haksızı ayırabilecek bir yaklaşımı gösterebilir. Aksi takdirde iş sadece görünürdeki hukukla olmaz. İYUK maddelerinin –ders süresi yettiğince- kısaca gözden geçirilmesi. Mezun olduktan sonra gireceğiniz sınavlarda tamamen tamamen madde bilgisini ölçüyorlar. Mantığını ölçmüyorlar. O yüzden kanun bilgisini son sene öğrenmeniz lazım. Dolayısıyla gerçekçi olmak bakımından bir de kanuna bakmak lazım. 1. madde; kapsam ve niteliği düzenliyor. Yazılılık ve evrak üzerinden incelemeyi belirtmiş. 2. madde; dava türleri. 2 dava türünde hiç kuşku yok; iptal davası ve tam yargı davası. Ama bir de c) bendi var. c) bendinde tahkime atıfta bulunmuş. Bir de idarî sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklardan çıkan davalar deniliyor. Sanki 3 dava türü varmış gibi; iptal, tam yargı ve idarî sözleşmelerden kaynaklanan davalar. Ama doktrinin genel kabul ettiği şu; 3. ihtimal, sözleşmelere ve şimdi eklenen kısmıyla tahkime dikkat çekmek için. Sözleşmelerden kaynaklanan davalar da ya iptal davası ya tam yargı davası. Yani ayrı bir dava türü olmaz. Dolayısıyla iki dava türü var. Yorum davası yok. "Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya yaptığı işlemler idari yargı denetimi dışındadır. " diyor. Bir de idarî yargı denetiminin kapsamını gösteriyor. Kapsamında iki ayrı sınırlama var. Birincisi yerindelik denetimi yapamaz. Yani İdare gibi davranamaz. Hukuka uygunluk denetimi yapar. Yani yapılanın uygun olup olmadığına bakmaz. Yapılanın hukuka uygun olup olmadığına bakar. Diğerini yerindelik denetimini kamu denetçisi veya İdare içindekiler yapabilir. O yüzden diğer uyuşmazlık çözüm yolları daha çok boyutlu olabilir. İkinci sınırlama da; idari eylem ve işlem niteliğinde yargı kararı veremez. Yani yargı kararı sonrasında hukuka aykırılık üzerinde İdare tekrar bir değerlendirme yapabilir. Bu, Anayasa'da da yer alan önemli bir sınırlama. Yeni dönemde de tekrar ortaya kondu. Burada idarî yargının alanını aştığına dair bir yaklaşım var ve bu yaklaşım çerçevesinde de yerindelik denetimi yapamaz diyor. Takdir yetkisi denetlenebilir, yerindelik denetlenemez. Takdir yetkisini verilere uygun olarak kullanıp kullanmadığı yerindelik denetimi değildir. Yerindelik denetimi; birbiri arasında seçimi şartlara bağlı olmayan bir hususu yargı seçemez diyor. Şartları aynı olan ve seçimi sadece yetkiliye ait olan bir hususta İdare seçer. Yani hukuk fakültesinde dersler dönemlik mi yoksa yıllık mı olacak, Hava Hukuku dersi konulacak mı? Bu, bir yerindelik denetimidir. Buna yargı karar veremez. Hangi dersin konulacağına yargı karar veremez ama diyelim ki hukuk 15 fakültesinden mezun olan bir kimse, Hava Hukuku dersi görmesi için tekrar çağrılsa bunun hukuka aykırılık oluşturup oluşturmayacağı, bir yerindelik denetimi değil. 1. sınıfa konulan bir dersten 4. sınıf öğrencisinin sorumlu tutulması, mezuniyet şartı olarak vermesinin istenmesi, Hava Hukuku dersinin konulup konulmaması ile ilgili değil, statüler bakımından bunun hukuka uygun olup olmaması ile ilgili. Dolayısıyla arada bir nüans var; hukuka uygunluğa bakar, yerindeliğe bakamaz. 3. madde; idarî davaların açılması ile ilgili. Bu madde dava dilekçelerinde bulunması gereken hususları da gösteriyor. Mahkemeye hitap ve imza, tarafların ve vekillerin ismi, T.C. Kimlik numaraları, davanın konusu ve sebepleri olacağını düzenliyor. Karşı tarafa gönderilmek için deliller ve dilekçenin karşı tarafın sayısından bir fazla olacağı belirtiliyor, 4. madde; dilekçelerin verileceği yerler. Bu yerler de tekrar düzenlenmiş durumda. Sıra öngörülmüş. İdare mahkemelerine, vergi mahkemelerine, olmayan yerlerde asliye hukuk mahkemelerine, yurt dışındaysa konsolosluklara. Büyükelçilikler değil, konsolosluklar. Konsolosluklar dava açılabilecek yerler. Onlar mahkemeye gönderecekler. Her türlü idarî işi, kamusal işi yapmaya yetkililer. Büyükelçilikler ülkeyi yurtdışında temsil ederler. Konsolosluklar ise vatandaşlarının idarî işlerini yaparlar. 5. madde; aynı dilekçe ile dava açılabilecek haller. Aynı dilekçe ile diyor ama tek kişinin birden fazla işleme karşı dava açabileceği hallerle birden fazla kişinin bir dava açması hallerini düzenliyor. Bir kişi, birden fazla işleme karşı işlemde sebep-sonuç bağlantısı varsa dava açabiliyor. (genel düzenleyici işlem-birel işlem gibi.) Bir davayı birden fazla kişi nasıl açıyor? O davayla ilgileri varsa. Mesela kamulaştırma işlemine karşı dava açıyor. Taşınmazın birden fazla maliki varsa, bu kişiler bir kamulaştırma işlemine karşı birlikte dava açıyor. Bir işleme çok kişinin birden dava açması, bir kişinin çok işleme karşı dava açması. İki hal de bu maddede düzenleniyor. Bunlara ilişkin kelime bilgisine bakmanız lazım. 6. madde; dilekçe üzerine yapılacak işlemler. Ücretler alındıktan sonra deftere derhal kayıtları yapılır diyor ama şimdi UYAP çıktı. İlginç bir şey var, UYAP'ta taratıyorsunuz, tarattıktan sonra size bir kağıt veriyorlar. Yani evrak çoğaldı, elektronik işleme geçelim demişler, hepsini elektronik ortama geçiriyorlar. Sonra elektronik işleme geçtiğine dair bir kağıt çıkarıyorlar, hem size veriyorlar hem dosyaya koyuyorlar. Eskiden bir kağıt vardı, şimdi elektronik işleme geçmekle birlikte iki kağıt daha var. Böylelikle kağıdı azaltmak adına çoğaltıyorlar. 7. ve 8. maddede dava açma süresi düzenlenmiş durumda. İdare mahkemelerinde 60, vergi mahkemelerinde 30 gün. Bu hususları uzun uzun anlattık, ne zaman başlar, nasıl biter, hangi hallerde uzar. 9. madde; görevli olmayan yerlere başvuru halini düzenliyor. Bunları böyle inceleyerek gitseniz hem okuldaki sınava hem de hakimlik sınavına hazırlık yapmış olursunuz. Çok yüksek paralar vererek kursa gidiyorsunuz, kurslarda size madde öğretiliyor. Kitaplar alıyorsunuz, kitaplarda madde açıklanıyor. Metni okuduğunuzda roman okur gibi okursanız faydası olmuyor. Bu bir maddenin üzerinde belki yarım saat düşünmek lazım, iyice 16 hazmetmek için. Kurslar bir saat boyunca maddeyi sınav sorusu tipinde konuşarak zihninize yerleştiriyorlar. Bu, esasında insanın kendisinin de yapacağı bir şey. Dışarıdan yardım alması bir çeşit acizlik. Çünkü yeni bir bilgi vermiyor, sadece madde jimnastiği yaptırıyor. Bunu insan kendi kendine de yapabilir. Görevli olmayan yere başvuru durumu için iki şey öngörmüş; görevli olmayan yer eğer bir idarî yargı mercii ise görevsizlik kararı ile birlikte gönderiyor. Eğer başka bir yargı düzeni ise sadece görevsizlik kararı veriyor. Size başka yerde açmak için 30 gün süre veriyor. Bu 30 gün içinde açarsanız, görevsiz yerde açma tarihinizde açmış gibi kabul ediyor, önemli olan husus bu. 17