Çağrı Rum Katolik Kilisesinin Dergisi – Sayı 20 “Bana merhamet edin ve Tanrı’nın Ruhu kimin üzerindeyse beni eğitmesi için dua edin…” Mons. Paolo Bizzeti’nin Episkoposluk Kutsanma Töreninin konuşması 1 Kasım Pazar günü, Padova, Azize Justina Kilisesinde, Peder Paolo Bizzeti’nin Episkoposluk Kutsanması vardı. Değerli Konuklar, Rab sizinle olsun! O törende binlerce kişi vardı. Florans’tan, Bologna’dan, Bu törenin başında size hoş geldiniz Padova’dan ve İtalya’nın farklı şehirlerinden katılanlar demek istiyorum, bu buluşmada benim vardı. Bunların aralarında Türkiye’den küçük bir grup da Anadolu Havarisel Vekil Episkoposu Anadolu kilisesini temsilen orada bulundular. olarak kutsanmam vesilesiyle Rab ile birleşen herkese teşekkür etmek isterim. Uzaklardan, Türkiye’den, Belçika’dan, Fransa’dan, Almanya’dan, İngiltere’den, Romanya’dan, İsviçre’den ya da yakından geliyor olabilirsin, eski ya da yeni bir dost olabilirsin; ama burada tesadüfen bulunmuyorsun. Bizi Rab buluşturdu ve biz birbirimizle buluştuğumuzda Rab ile buluştuk. Rab’be övgü ve yücelik olsun! Yunanca kairós denilen bu güzel zamanda kalbimden ve aklımdan çok şeyler geçti. Geçtiğimiz aylarda ve bugün birçok kişi beni tebrik etti, Birçok kişi de bana neden böyle bir seçim yaptığımı, bunun bir seçim olup olmadığını sordular. Evet, bu bir seçimdi, birçok sebebe dayanan özgürce yaptığım bir seçimdi. Seninle bütün kalbimle bir şey paylaşayım. Göklerin Krallığı’nın tek krallık olduğundan, en çok ihtiyaç olan yere gidilmesi gerektiğinden, İncilsel seçimlerimizi yönlendirmek, duygusal bağlardan kurtulmak gerektiğinden yıllardır bahsederim. Ama size burada anlatmam gereken şeyin kendi kişisel tanıklığım olması gerektiğini düşünüyorum. Bir rahip olarak söylediklerimin birazını bile yapsam daha ikna edici olurum diye düşünüyorum. Padova’da geçirdiğim sekiz yıldan, birçok gerçekle yüzleşmemden ve tanıdığım çok sayıdaki insandan sonra kazandığım hayat tecrübemden sizlere bahsetmemin, ruhsal yoldaşlıktan, Kutsal Kitap okumalarından, din derslerinden, konferanslardan, tiyatro uyarlamalarından ve hacılardan bahsetmemden daha iyi olacağını düşünüyorum. Gerçekten İsa’nın öğrencileri olmak istiyorsak yeni bir çeşit aileye ve yeni bir beşer cemaatine çağrıldığımızın farkında olmalıyız. Biz gerçekten kan bağları ve duygularla birbirine bağlı, özel bir toprağa, insan grubuna ait ve birbiriyle ilişkili bireyler olmaya çağrıldık. Bu bağlar Mesih İsa ile buluşmanın ışığı altında yorumlanmalıdır. Rab çağırıyor, biz gidiyoruz. Rab hiçbir zaman yarattığını, desteklediğini ve kabul ettiğini mahvetmez; hayatımızın karanlık ve günahlı sayfaları bile bizi mahvetmez. Rab her şeyi özgür kılmak ve dönüştürmek ister: bunun için bizi Mısır’dan çıkışa benzeyen bir çıkışa çağırıyor. Bu çıkışın ne kadar yorucu olduğunu ve eskiye özlemler içerdiğini biliyoruz. İsa da yola çıktı: Beytlehem’den, Mısır’dan, Nasıra’dan, Yeruşalem’den ve kendi hayatından çıktı: “Benim gitmem sizin için iyidir” (Yuh. 16, 7). Ancak daha sonra İsa döner ve dönecek. Ben de zaman zaman İtalya’ya döneceğim, umarım sen de yola çıkarsın ve benimle birlikte iman babalarımızın ve annelerimizin yerlerinde hacılık yaparsın. Bugün bu yerlere “Kilise’nin Kutsal Toprakları” yani Türkiye deniyor. Bugün burada tüm ailemin bir araya gelmesiyle rüyam gerçekleşti. Bu aile, kırk yıllık papazlık hayatım boyunca beni baba gibi gördü. Evet, ben bir babayım, kardeşim, arkadaşım, yoldaşım ve ..babalığım. Böyle olmaktan dolayı mutluyum! Her birinizi selamlamak, teşekkür etmek ve adını zikretmek mümkün olmasa da, kırk senenin sonunda ve yeni bir başlangıç yapan biri olarak hepinizi kucaklıyorum. Burada olan herkesi teselli etmek için şunu anlatayım: yetmişli yılların sonu, seksenli yılların başlarında Bologna’da birçok genç, çocuk, öğrenci ve işçi olarak Hristiyanca yaşamaya gayret eden bir grubumuz vardı. Aramızda bugün bulunan daha olgun bir çift de bizimleydi. Eski Antlaşma’nın hikâyelerini en baştan anlamaya çalıştık ve Nasıralı İsa denen o “büyük şahsın” inanılmaz insani işlerini keşfe çıktık. İsa, kendisine ihanet edip öldüren kişiler için çözülemez bir antlaşma yapmıştı. Buradaki “büyük şahıs” kelimesi bazı kişileri şaşırtabilir ancak bizim Hristoloji anlayışımız, İsa’yı Nasıra’da yaşadığı uzun yıllar boyunca aramızdan biri gibi görmeyi içerir. İsa zamanın tarihçileri tarafından görmezlikten gelinmiş, imparatorlukta yok sayılmış, eğitim almamış ve kâhinlerin soyundan gelmeyen birisiydi. Yine de üzerine gelen birçok ölüm korkusunu def etmişti. Özellikle yalnızlık, terk edilme, Tanrı’dan uzakta kalma, kabul edilmeme ve son olarak fiziksel ölüm gibi korkunç ölümleri tattı ve onları yendi, çünkü sevgi her çeşit ölümden daha güçlüdür ve hayat verir. Bu rabbi, etrafta dolaşan birçok rabbinin arasında karşılaştığı insanların yeteneklerinin, günahlarının ve kapasitelerinin üstündeydi. Karşılaştığı herkese yakın oldu, ta ki iki haydut arasında çarmıha gerilene, insanlar tarafından reddedilene ve iyilerin Tanrısı tarafından terk edilene kadar. Düşmanlarıyla dost olana kadar! Yaratıcı ve merhametli olan Baba yaşlanmış değildir! İsa’nın sağlığı yerindedir ve her zaman yaptığı işe devam ediyor: insanları kurtarmak, özellikle ümitsizleri ve günahkârları! Az olduğunuz için, eksiklikleriniz olduğu için, anlaşılmadığınız için, kilden vazolar olduğunuz için korkmayın: Rab’bin yüzünü arayın, gerisi gelecektir. Onu İncil’de ve kendi hikâyelerinizde arayın, en karışık hikâyelerinizde bile: yaşadığınız karışık olaylar İncil’deki olaylar gibidir. Birbirinizin yüzlerinde O’nu arayın, sadakatle. Dış görünüş Hristiyanlığını yıkın! Benim küçük Anadolu kilisem sizin öncenizdir, çünkü sizden önce de vardı. Bizim de bir zamanlar imanlılarla dolu çok kiliselerimiz, güzel ve zengin törenlerimiz, şevk ve ün sahibi teologlarımız vardı. Eğitim merkezlerindeki misyonerleri Çin’e kadar gönderiyorlardı. Toplum ve kültür üzerinde de çok tesirimiz vardı. Siyasi güç sahipleri bizimle anlaşmak zorundaydı. Mobilizasyon yeteneğimiz ve ruhsal alandaki seçimlerimiz bize bunları sağlamıştı. Bir zamanlar dünya tersine işliyordu ve biz sizlere misyonerler gönderiyorduk! Bugün elimizde neredeyse sıfır var ve Daniel Peygamber gibi “ne efendiyiz, ne peygamberiz, ne de Rab’be sunulan sunularız” (Dan. 3,38) diyebiliriz. Eğer sıfır olana kadar azaldıysak ve toz gibi eziliyorsak – ölmesek bile – bunun sebebi Arap Müslümanların bizi kılıçla yendikleri için değildir. Bundan sonra olanlar hiç tarif edilmedi. Sonun başlangıcı daha önce ortaya çıktı ve sebepleri başkaydı: bizim sayımız çoğaldı, çok olduk ama hayatlarımızı hiç değiştirmedik. Bölündük ve “varlıklarımız” bizi İncil’den daha çok meşgul etti. Zengin ve güçlü olduk. Törenleri çoğalttık, sofistike ve tekrardan oluşan teolojilerin içinde kaybolduk, herkes kendi yoluna gider oldu: çobanlar burada, kuzular orada, keşişler korunan şehirlerde kapalı, sevgisiz bakireler, seyirci cemaat üyeleri... böyle devam ettik. Unutmayın ki Peder, Oğlu için kardeşler arıyor, Oğul karşılıksız sevgiye susamış insanlar arıyor ve bu kişiler çoktur. Unutmayın, Rab her bakımdan umutsuz ve yoksul kişileri arıyor ve onları kötü olandan kurtarıp şifa vermeye devam ediyor. Müjdeleme İncil ile olur, o her zaman ve sadece İyi Haber’dir. Kendi kişisel küçük alanında zavallı bağımlılıklara, duvar parçalarına, girişimlere, derneklere, ya da Kutsal Ruh’un gizemli çağrısından kendisi için daha önemli hale gelen her şeye bağımlılığı olan kişilerin üzerine Kutsal Ruh’un bugün bile yaratıcı ve kurtarıcı gücünü dökeceğini hatırlayın. Bizim halimize düşmemek için hatırlayın ve uyanık kalın! Biz, yine de bugüne kadar imanı koruduğumuz için sevinçliyiz ve belki de Pentekost’ta doğan cemaatten bahseden ve –burada bedeni bulunan- Aziz Luka’nın fikirlerine daha yakınız. Bizim sana ihtiyacımız var, Padova Kilisesi, senin de bizim Antakya Kilisemize ihtiyacın var. Kardeş kiliseler olalım, uzak akrabalar olmayalım. Konuşmamdaki cesareti affedin, bana merhamet edin ve Tanrı’nın Ruhu kimin üzerindeyse beni eğitmesi için dua edin: Hristiyan, Müslüman, Alevi... ya da inanmayan. + Paolo Merhamet işleri ÇIPLAKLARI GİYDİRMEK "Çıplaktım, beni giydirdiniz" l. ÇIPLAK HIRİSTİYAN" Askerler İsa’yı çarmıha gerdikten sonra O’nun giysilerini aldılar. Her birine birer pay düşecek biçimde dört parçaya böldüler. Mintanını da aldılar. Mintan boydan boya dikişsiz bir dokumaydı. Birbirlerine, ‘Bunu yırtmayalım’ dediler, ‘kimin olacak diye kura çekelim’. Bu olay şu Kutsal Yazı yerine gelsin diye oldu: ‘Giysilerimi aralarında paylaştılar, elbisem üzerine kura çektiler’" (Yuhanna 19,23-24) Aziz Yuhanna’nın İncilinde, anlatılan her olayın derin bir anlamı vardır. Mezmur 21,19’da bulunan peygamberliğin ötesinde Rab’bin Acıları’nda da İsa’nın özel dayanışmasını elbiseden mahrum olanlarla, kendilerini istedikleri gibi gösteremeyenlerle ve özellikle temel hakları ellerinden alınmışlarla birlikte görmeliyiz. Bugün, televizyonun gösterdiği görüntüler sayesinde, yoksulluk ve sefalet durumlarının bilincine varabiliriz, dünyanın değişik bölgelerinde yırtık elbiseler giyinen insanların bulunmasına neden olan yoksulluk ve sefalet durumlarını, kısıtlamalarını görebiliriz. Birçok kere bu insanlar o kadar haksızlıkla karşılaşıyorlar ki yaşadıkları yoksulluk içinde en ağırı süslü bir elbiseden yoksun olmak değildir; genellikle evsiz oldukları için gecekondu ve barakalarda yaşarlar; ne ilaçları ne doktorları vardır, işsizdirler ve okul hayatına ulaşmaları da mümkün değildir. Bu durumlar yerleştikleri ve toplumun belirli kesimlerini kapladıkları zaman, siyasal ve ekonomik düzenlerin, tanınmış kişi ve grupların en önemli sorumluluğu, zor durumdaki bu kişilerin düzgün bir hayata kavuşmalarını sağlamaktır. Haçın üzerindeki elbisesiz İsa’ya bakarken gerçekten de her Sizler, Babamın kutsadıkları, şeyinden soyunmuş insanlığı görüyoruz; bundan dolayı kendimizi gelin! Dünya kurulduğundan suçlu bulmamamız mümkün değildir, çünkü bu kardeşlerimizde biz beri sizin için hazırlanmış İsa’nın kardeşlerini görüyoruz ve onlara yapılan hakaret hem bize olan egemenliği miras alın... hem de İsa’nın kendisinedir! Bunu muhakkak daha önce yeterince çünkü çıplaktım, beni düşünmemiştik! Dünya çapındaki bu haksızlıklara kendimizi yabancı hissedemeyiz! giydirdiniz ... Size doğrusunu Günümüzde, bu hayır işi her an daha çok güncelleşmektedir ve söyleyeyim, bu en basit her birimizden somut ve cömert bir sevgi yanıtı beklemektedir. kardeşlerimden biri için Ancak vereceğimiz ilk yanıt, dünyada bir milyardan fazla kişinin, yaptığınızı, benim için yapmış insanın temel haklarının birden fazlasından acı bir şekilde eksik oldunuz!" (Matta 25,34-40) kaldıklarından emin olmaktır: elbise eksikliği bunun bir yanıdır ve bu kadar yoksunluk arasında en önemlisi bile değildir. Bu hayır işinde ilk adım, ‘haklardan yoksun kalma’ durumları hakkında daha çok bilgi alabilmek için gözlerimizi ve kulaklarımızı açmaktır; bunlar yalnızca uzak ülkelerdeki durumlarla sınırlı değildir. Evimizdeki durumlara da bakalım. Günümüzde, özellikle büyük kentlerde, birbiriyle karşılaşmadan bir arada yaşayan, zengin ve yoksul kesimler vardır. Zengin kişi, sefalet durumlarının varlığım ruhu duymaksızın, kenti bir başından diğerine katedebilmekte, bir sürü insanla bir araya gelip işlerini halledebilmektedir: kendi kendine kapanarak sadece çağdaş ve her türlü lüksle donatılmış binalarda görüşmeler yapmaktadır; bir yoksulun on metre uzağından dahi zorla geçer, onların yaşadıkları evleri ve sefaleti görmez: herkesin kendisi gibi iyi koşullarda yaşadığını zanneder... Onları haberdar etmek, görmek, görmeye gitmek, onlara belgeler sunmak, tanıtmak gerçekten de her birimizin görevidir. Kardeşlerimizin sefaletini görmemezlikten gelemeyiz. İkinci adım, elimizdeki gereğinden çok malları her yönden en aza indirgemektir. Bunu yalnızca bizdeki bolluğun hiçbir şeyi olmayanla çeliştiği için değil, aynı zamanda bizim bolluğumuzun bu kardeşlerin (İsa onlara "kardeşlerim" demiştir) çileleri ve yoksunluklarıyla elde edildiği için yapmalıyız. Bu vicdan yoklamasını yapmak için hiçbir kural yoktur ve kimse bizi cezalandıramaz! Üçüncü adım, bu insanlarla yapıcı dayanışmadır; yalnızca bağışlarla değil, daha çok özellikle kamuoyuyla yasama ve yürütme organlarını etkileyecek toplu girişimlere ve müdahalelere katılarak dayanışma daha da etkili kılınabilir... Eğer bir fabrikada, bir işyerinde, bir mahallede bir kişiye veya bir aileye veya bir grup insana karşı bir haksızlık yapılmışsa susmak ve hiçbir şey yapmamak zaten hatadır ve insan haklarının ihlaline destek olmaktır. Bu konuda, bizim ihmalden doğan günahlarımız ne azdır ne de küçüktür! Ama kim bu günahları itiraf etmiştir? Kim bunları günahtan saymaktadır? Bugün biz Hristiyanların, İncil’den kaynaklanan özel bilgeliğin ışığıyla diğerlerinden çok aydınlatılmış olarak, önemli bir zihniyet değişiminden geçmesi gerekir: gerçek bir imana dönüş, yararlı bir salgın haline gelecek bir dönüş! 2. ÇIPLAKLIK SANAYİSİ VE UTANMANIN YENİDEN KEŞFİ Günümüzde çok kolay bir giysi olan "aşırı çıplaklık"la karşı karşıyayız, bu giysi insan bedeninin, özellikle de dişi bedenin, güzelliğini (ve duyusal kışkırtmasını) aşırı bir şekilde yüceltmektedir. İnsan bedeni Yaratıcı Allah’ın elinden çıkmıştır, ancak özel bir gerekçeye ve belirli bir sona armağan edilmiştir. Utanma, doğal anlamıyla, Allah’ın insan yüreğine yerleştirdiği bir yardım ve savunmadır; insanın psikolojik, duygusal ve duyusal dengesini sarsan tehditlere karşı tepki göstermesini ve kendini savunmasını sağlar. Çıplaklığı her tür tutkunun yöneltildiği ve aynı zamanda kolaylıkla ticarileşen bir araç haline getirerek bu dengeyi bozmak Allah’ın yasasına ve özellikle gençler olmak üzere, tüm insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Bunun için pornografinin ve kötü giyimin yayılmasına karşı girişimlerde bulunmak çevrenin ve kitle iletişim araçlarının ahlakı için çok önemli bir hayır işidir; aynı zamanda gençliği bu tehlikelerden ve bu baştan çıkarmalardan korumak da çok önemli bir hayır işi olmuştur. Birinci müdahale yolu, utanma (edep) ve bedenin mahremiyetine saygı zihniyetini yayıp harekete geçirmek; ikinci yol ahlak çöküntüsüne yol açanları engellemek için yasalarda hala bulunan düzenlemelerden yararlanmaktır. Bu günümüzde gerçekten zor bir savaşımdır ama imkânsız değildir. Her şey, her zaman olduğu gibi, bizim kişisel çabamızdan, her birimizin davranışlarından başlar: yanlış utanmalar olmadan, öncelikle kendi bedenimize ve başkalarına saygı göstermek ve bütün bunları dışardan müdahaleler yüzünden değil sorumlu bir eğitimle yapmalıyız. Bu şekilde de İsa’yı, kardeşlerimizde, onurlandırıp O’na hizmet edebiliriz! Birinci Yüzyılın Anadolu Kilisesi İzmir Kilisesi İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 2:8-11. İzmir ünlü ozan Homeros’un doğduğu şehirdir. Helenistik dönemi İzmir şehri M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Denize bitişik konumundan dolayı büyük bir limana sahipti ve 100,000 nüfuslu önemli bir ticari merkez olmuştu. Bugün Agora (yani Çarşı) kalıntılarını görmek hala mümkündür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı buradan gelmiştir. İzmir kilisesi üçüncü müjdeleme seyahati sırasında Pavlus tarafından kurulmuştur (M.S. 53-56). Kilise çok zulüm görmüştü. İlk olarak şehirde yaşayan dindar Yahudilerin tepkilerini çekmişler, sonrasında Roma tarafından sistematik bir zulüm politikasına maruz kalmışlardı. Bazı imanlılar hapse atıldı, bazıları ise imanlarından dolayı şehit oldular. Bunun başlıca sebebi, Roma İmparatoruna tapınılan kült merkezlerinden bir tanesinin İzmir’de bulunmasıydı. İzmir “Neokoros”tu yani İmparator tapınışını sağlayan ve muhafaza eden şehir. Doğal olarak imanlılar imparatora tapmayı reddetmiş ve birçoğu canları pahasına İsa’yı izlemeye karar vermişlerdi. Vahiy bölümünde İzmir topluluğunu bekleyen sıkıntılar önceden bildirilir. Bazılarına göre bu peygamberlik Polikarp hakkındadır. Elçi Yuhanna’nın öğrencisi olan Polikarp M.S. 96 senesinde İzmir Kilisesi’nin önderi olmuş ve 155 senesinde 10 gün esir tutulduktan sonra yakılarak şehit edilmiş. Sezar’ı Rab olarak tanıması için onu zorlayan cellada: “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp sonra sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan habersizsin. Ne duruyorsun? Ne yapacaksan yap” demişti. Kilise, Rab tarafından teselli edilip hiç azarlanmamış, tersine iman ve cesaretinden dolayı takdir görmüştü. Zulümlere rağmen sadık kalan imanlılara 2 şey vaat ediliyor: “Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek.” Yaşam tacı bir onur ve kudret simgesidir. Nasıl Kadife Kale İzmir limanından bir taç gibi yükseliyorsa sıkıntı çeken imanlılar aynı şekilde Rab tarafından cennette yükseltileceklerdir. Yani onlara büyük onur ve kudret bahşedilecek. Aynı imanlılar her ne kadar ilk ölümü, yakılarak tecrübe etseler de, ebedi ölümü yani sonsuza dek sürecek ateşi tatmayacaklardır. Kutsal Kitap Kahramanları “Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!" “YEREMYA” Merhabalar Sevgili Çocuklar!!!! Nasılsınız? İyisiniz değil mi? Geçen sayıda işlediğimiz Kahraman; Yeşeya’ydı. Yeşeya’nın eski antlaşmada İsa Mesih’ten en çok bahseden kişi olduğunu ve bu yüzden tarihimizde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Bu sayımızdaki Kahramanımız YEREMYA. Hemen hemen hepiniz bu ismi ve hikâyesini duymuşsunuzdur. Yeremya’nın hikâyesini çarpıcı kılan onun çok küçük yaşta Rab tarafından hizmete çağrılmasıdır. Hazırsanız Yeremya’nın hikâyesini işlemeye başlayalım. Ne dersiniz? Hazır mısınız? Hadi o zaman… Yeremya, İ.Ö. 7. Yüzyılın sonlarında yaşadı. Rab Onu peygamber olarak görevlendirdi. Uzun zaman bu görevde hizmet yaptı. Bu görevi sırasında Tanrı’nın halkını uyardı, yaptıkları günah ve putperestlik yüzünden başlarına gelecek büyük felaketleri önceden onlara söyledi. Yeremya biraz önce bahsettiğimiz gibi küçük yaşta hizmete çağırıldı. Hemen hemen sizlerle akran ya da biraz büyüktü. Bir gün Rab Yeremya’ya şöyle seslendi; “Anne karnında sana biçim vermeden önce tanıdım seni. Doğmadan önce seni ayırdım, uluslara peygamber atadım.” Yeremya ise şöyle karşılık verdi; “Ah Egemen Rab, konuşmayı bilmiyorum, çünkü gencim.” Rab ise; “Gencim deme” dedi. Seni göndereceğim herkese gidecek, sana buyuracağım her şeyi söyleyeceksin. Onlardan korkma, çünkü seni kurtarmak için ben seninleyim” (Yeremya 1,4-8) ne kadar zor bir durum değil mi çocuklar? Yeremya daha gençken kendisine böyle bir hizmetin verilmesi karşısında korkuyor. Aslında korkmakta da çok haklı, çünkü insanlar onu daha çocuk olarak görüyorlar. Oysa Rab ondan bu insanları uyarmasını, sözlerini iletmesini istiyor. Şimdi kendinizi Yeremya’nın yerine koyun, nasıl hissederdiniz? Hemen hemen aynı şeyleri düşünürdünüz değil mi? Oysa Rab onu çağırdıktan hemen sonra, ona cesaret veren şu sözleri de ekliyor; “Seni kurtarmak için ben seninleyim.” Evet, çocuklar Rab o kadar iyidir ki sizin yapamayacağınız şeyleri asla sizden istemez. Sizden bir şey yapmanızı istiyorsa mutlaka bunu yapabilecek gücü de size verecektir. Rabbin bizden yapmamızı istediği şey her zaman Yeremya’nın ki kadar büyük ve zor bir görev olmayabilir. Bizler Rabbin çağrısını her zaman dinlemeli, ona itaat etmeliyiz. Rab bizden büyük bir görev istediğinde bilmeliyiz ki bunu yapabilecek gücü de bize verecektir. Rabbin Yeremya’ya nasıl yardım ettiğini şu ayetlerde görüyoruz; “Sonra Rab elini uzatıp ağzıma dokundu, ‘İşte sözlerimi ağzına koydum’ dedi. ‘Bak, ulusların ve ülkelerin kökünden sökülmesi, yıkılıp yok olması yerle bir edilmesi, kurulup dikilmesi için bugün sana yetki verdim.’ (Yeremya 1,9-10) “Sen kalk, hazırlan! Sana buyuracağım her şeyi onlara söyle. Onlardan yılma! Yoksa onların önünde ben seni yıldırırım. İşte bütün ülkeye Yahuda Krallarına, önderlerine, kâhinlerine, ülke halkına karşı bugün seni surlu bir kent, demir bir direk, tunç bir duvar kıldım. Sana savaş açacak ama seni yenemeyecekler. Çünkü seni kurtarmak için bende seninleyim.” (Yeremya 1.17-19) Evet çocuklar ayetlerde de gördüğümüz gibi Yeremya, hizmeti için Rab tarafından tam olarak donatılmıştı. Rabbin desteği onunla beraberdi, artık korkması için hiçbir neden yoktu. O da hizmetine başladı. Yeremya Rabbin ona verdiği her sözü halkına iletiyordu. Bir gün Yeremya’ya çömlekçiye gitmesini, orada ona sesleneceğini söyledi. Yeremya çömlekçiye gitti, çömlekçi çark üzerinde çalışıyordu, burada balcığa eli ile şekil vererek kap yapıyordu. Rab burada Yeremya’ya şöyle seslendi; “Çömlekçinin elinde balçık neyse sizde benim elimde öylesiniz. Bir ulusun ya da krallığın kökünden söküleceğini duyurduğumda, uyardığım ulus kötülüğünden dönerse, başına felaket getirme kararımdan vazgeçerim. Öte yandan, bir ulusun ya da krallığın kurulup dikileceğini duyurduğum da o ulus sözümü dinlemeyip gözümde kötü olanı yaparsa, ona söz verdiğim iyiliği yapmaktan vazgeçerim.” (Yeremya 18;1-10) Yeremya bu sözleri halkına iletiyor, onları Rabbin yolunda yürümeleri için uyarıyordu. Ama halk Rabbin sözünü dinlemiyor, devamlı günah işliyordu. Yeremya çok duyarlı biriydi. Halkını seviyor ve onları kurtarmak, doğruluk yolunda yürütmek istiyordu. Halkının bu söz dinlememezliği onu çok üzüyordu. Kitabında bu konuda şöyle diyordu; “Keşke başım bir pınar, gözlerim bir gözyaşı kaynağı olsa! Halkımın öldürülenleri için ağlasam gece gündüz.” (Yeremya 9:1) Yeremya aracılığıyla Rab bugün bizlere de seslenmektedir çocuklar. Bizlerde Rabbin sözünü dinlemeli, onun buyruklarına uymalıyız. Yeremya kitabında Rab şöyle sesleniyor; “İnsana güvenen, insanın gücüne dayanan, yüreği Rabden uzaklaşan kişi lanetlidir. Böylesi bozkırdaki çalı gibidir, iyilik geldiği zaman görmeyecek; kurak çöle, kimsenin yaşamadığı tuzlaya yerleşecek. Ne Mutlu Rabbe güvenen insana, güveni yalnız Rab olana! Böylesi su kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, köklerini akarsulara salar. Sıcak gelince korkmaz, yaprakları hep yeşildir. Kuraklık yılında kaygılanmaz, meyve vermekten geri durmaz.” (Yeremya 17;5-8) Rab bizden kendisine güvenmemizi, sadece ona umut bağlamamızı istiyor. Aksi takdirde de neler olabileceğini bizlere anlatıyor. Gerçekten de umudu Rabde olan insan hiçbir zaman sarsılmaz. Eğer gücümüzün Rabden geleceğine inanır ve ondan beklersek hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayız. Rab her zaman bize yanıt verir. O güçlü kule sağlam kaledir. Şimdi hepimiz Rable sessiz bir zaman geçirip, onun bize sağladıkları için şükredelim ve sadece O’na güveneceğimize, O’nun buyruklarına itaat edeceğimize söz verelim. Olur mu? Görüşmek üzere çocuklar… Rab Sizinle Olsun… Meryem'in günahsız gebeliği Meryem'in ilk günahtan azat edilmiş olarak Dünya'ya gelmiş olduğu şeklindeki Katolik Kilisesi dogmalarından biridir. Bu inanç, Roma Katolik Meryemolojisi'nin dört ana dogmasından biridir. Diğer üç dogma ise Meryem'in ebedî bekâreti, Tanrı'nın annesi olması ve Meryem'in göğe kabulü'dür. Papa IX. Pius tarafından 8 Aralık 1854'te “Ineffabilis Deus” olarak bilinen bir papalık fetvasıyla resmî olarak ilan edilmiştir. Lekesiz Meryem Ana Bayramı Ey Bakire Meryem Ana, senin sayende bütün dünya mübarek oluyor Gökyüzü, yıldızlar, yeryüzü, nehirler, gün, gece ve insanın buyruğu altında olan ya da yararı için hazır bulunan tüm varlıklar mutluluk içindeler, ey Meryem Ana, çünkü aracılığınla yitirmiş oldukları eski görkemlerine, bir bakıma, yeniden dirilmiş olarak kavuştular, yeni ve anılmaz bir lütfa sahip oldular. Tüm şeyler ölü gibiydiler. Çünkü tahsis edildikleri ilk saygıyı yitirmişlerdi. Amaçları, Tanrı’ya saygıda bulunmak görevinde olan yaratıkların egemenliğine veya gereksinmelerine hizmet etmekti. Baskı altında ezilmişlerdi ve putların hizmetçileri durumuna gelenlerin yüzünden canlılıklarından olmuşlardı. Oysa onlar putlara tahsis edilmemişlerdi. Şimdi ise, sanki yeniden dirilmiş, Tanrı’ya saygıda bulunan insanların egemenliği ile yönetildiklerinden ve işlevsellikleri ile güzellik kazandıklarından, mutluluk duyuyorlar. Kendi Yaratıcıları, Tanrı’nın kendisi, onları yüksekten desteklemekten başka, aralarında görünerek varolduğunu ve onlardan yararlanarak onları kutsadığını hissettiklerinde yeni ve paha biçilmez bir lütfa kavuşmuş gibi coştular. Bu denli yüce değerler kutsanmış Meryem’in kutsanmış kucağının kutsanmış meyvesinden geldiler. Lütfun dolgunluğu yüzünden ölüm diyarında olan yaratıklar, kurtuldukları için, mutluluk duymaktalar ve yeryüzünde olanlar yenilendikleri için coşmaktalar. Şanlı bekâretinin şanlı oğlu yüzünden, canlandırıcı ölümünden önce ölmüş olan tüm adiller, esaretlerinden kurtuldukları için coşkuya kapılıyorlar ve melekler, çökmeğe yüz tutmuş kentleri onarıldığı için sevinç duymaktalar. Ey lütufla dolu, lütufla taşan kadın, dolgunluğunun taşması ile ıslatılan her yaratık yeşeriyor. Ey kutsamış ve kutsamadan da öte olan bakire, kutsamanla her yaratık Yaratıcısı tarafından kutsanır ve Yaratıcı da her yaratık tarafından kutsamış olur. Tanrı Meryem’e tek Oğlunu verdi. Kendine benzer olarak türettiği ve kendi gibi sevdiği ve Meryem’den de Oğlu’nu şekillendirdi. Bir başkasını değil, aynısını; öyle ki doğaya göre Tanrı’nın ve Meryem’in tek ve benzer müşterek oğlu olsun. Tanrı tüm yaratıkları yarattı ve Meryem Tanrı’yı doğurdu. Her şeyi yaratan Tanrı, Meryem’in oğlu haline getirdi kendini ve böylece tüm yaratmış olduklarını yeniden yarattı. Ve her şeyi yoktan yaratmış olmasına rağmen, yıkılışlarından sonra Meryemsiz onarmak istemedi. O halde Tanrı yaratılan şeylerin babası, Meryem de yeniden yaratılan şeylerin annesidir. Tanrı dünyanın kuruluşunun babası, Meryem onarımların annesidir. Çünkü Tanrı, aracılığı ile her şeyin yapılmış olanı türetti ve Meryem sayesinde her şeyin kurtarılmış olanını doğurdu. Tanrı onsuz hiç bir şeyin kesinlikle var olmayacak olanını türetti ve Meryem onsuz hiçbir şeyin olamayacak olanını doğurdu. Tüm yaratıkların ve onlarla birlikte kendisinin, sana bu denli borçlu olmalarını isteyen Rab gerçekten seninle beraberdir. ANSELMUS (1033-1109) İncil’deki kadınlar İMAN BEYANI Şimdi öyle yüksek bir düzeye gelmiş bulunuyoruz ki sunacağımız kadınlar iman konusunda geçilemez. Bu en yüksek düzeyde, üç kadın inceleyeceğiz: Beytanya’da yağ sürülmesi – Lazar’ın dirilişi – Samariyeli kadınla buluşması. İsa, Fısıh bayramından altı gün önce, ölümden dirilttiği Beytanya’da yağ sürülmesi Lazar'ın bulunduğu Beytanya'ya geldi. Orada kendisi için bir ziyafet düzenlediler. Marta hizmet ediyordu. İsa'yla İsa’nın ayaklarına koku döken adsız kadını birlikte sofrada oturanlardan biri de Lazar'dı. Meryem, çok Markos ve Matta’da inceledikten sonra aynı değerli saf hintsümbülü yağından yarım litre kadar olayı Yuhanna’nın kaleminden inceleyelim. getirerek İsa'nın ayaklarına sürdü ve saçlarıyla ayaklarını Matta ve Markos’ta bu kadının adı geçmemesinin tersine Yuhanna onu tanıtıyor: sildi. Ev yağın güzel kokusuyla doldu. bu kadın Marta ve Lazar’ın kardeşi Ama öğrencilerinden biri, İsa'yı sonradan ele verecek olan Meryem’dir. Lazar, İsa’nın dirilttiği dostudur. Yahuda İskariyot, «Bu yağ neden üç yüz dinara satılıp İsa ile sofrada oturmaktadır. Diri olmanın parası yoksullara verilmedi?» dedi. Bunu, yoksullarla kanıtı en iyisi yemek yemekle veriliyor. Galiba ilgilendiği için değil, hırsız olduğu için söylüyordu. Ortak Lazar’ın dirilişi kutlanıyor. Yuhanna’nın para kutusu ondaydı ve kutuya konulandan aşırıyordu. anlatısında iki kişi daha yer alıyor: Meryem ve İsa, «Kadını rahat bırak» dedi. «Bunu benim gömüleceğim Yahuda. Onları tanıyoruz. İmanın ve gün için saklasın. Yoksullar her zaman aranızdadır, ama imansızlığın simgeleridir: inanan kadın ve ben her zaman aranızda olmayacağım.» (Yuh.12,1-8) ihanet edecek erkek. Meryem bir kokulu yağla geliyor. Marta sofranın hizmetiyle meşguldür, Meryem alışılmamışla uğraşıyor. Kutlamaya, deneyüstü, evrensel ve peygambersel bir yan katıyor. Basit eğlenceden derin düşünceye geçiyoruz. Oğul’un şanını kavrayan bir o vardır: bu yağ sürmesi krallara ait bir yağ sürmesidir. Luka’nın günahkâr kadınının yaptığı gibi bu yağı başına değil, İsa’nın kişiliği şimdiden tüm insan dokunmalardan uzakmışçasına ayaklarına döküyor. Sonra saçıyla siliyor. Böylece masraf daha da anlaşılmaz oluyor. Rabbin ayakları öyle bir masrafa layık değilmiş sanki. Ve kokunun bütün eve yayılmasıyla bu yağ sürme evrensel bir boyuta ulaşıyor. Tüm insanlar bundan faydalanıyor. Yahuda itiraz ediyor. Zafere yaklaşan ölümü temsil ediyor. Üç yüz dinardan söz ediyor. Oysa İsa’yı otuz dinar için ele verecek. Yahuda’nın ihaneti burada başlıyor. Gençler için Dini Muhabbetler Tanrı insanlara yaklaşıyor Nasıl olduğunu bilmemiz için Tanrı neden kendini göstermek zorundaydı? İnsan aklı ile Tanrı’nın varolduğunu anlayabilir, ancak Tanrı’nın nasıl olduğunu anlayamaz. Ancak Tanrı tanınmak istediği için kendini açınladı. Tanrı kendini bizlere açınlamak zorunda değildi. Bunu sevgisinden yaptı. Nasıl ki insani sevgide ancak yüreğini bize açarsa sevdiğimiz birini tanıyabileceğimiz gibi, ebedi ve gizemli Tanrı kendini bize açınladığı için O’nun kendi düşünceleri hakkında birşeyler biliyoruz. Tanrı, yaratılıştan itibaren babalar ve peygamberler aracılığıyla ve en sonunda Oğlu’nda ebedi VAHYİNE kadar daima insanlara seslenmiştir. Oğlu’nda yüreğini bizlere dökmüş ve en derin özünü bizler için ebediyen görünür kılmıştır. Tanrı kendini Eski Ahit’te nasıl açınlıyor? Tanrı kendini Eski Ahit’te dünyayı sevgisiyle yaratmış ve günahlar içinde O’ndan uzaklaşsalar bile insanlara yönelik sadık Tanrı olarak tanıtmaktadır. Tanrı kendisini tarih içinde farkedilir kılıyor. Nuh ile bütün canlıların kurtulması yönünde bir anlaşma yapıyor. “Bir çok ulusun babası” kılmak (Yar 17,5) ve aracılığıyla “yeryüzünün bütün halklarını kutsamak” için (Yar 12,3b) İbrahim’i çağırıyor. İbrahim’den kaynaklanan İsrail halkı ise Tanrı’nın kendi halkı olacaktır. Musa’ya kendisini ismi ile tanıtıyor. Gizemli adı JHWH, Yahve olarak okunan adı “Ben Ben’im” (Çık 3,14) demektir. İsrail halkını Mısır’da kölelikten kurtarıyor, Sina çölünde onlarla bir antlaşma yapıyor ve Musa aracılığıyla onlara bir yasa veriyor. Tanrı, tövbe etmeleri ve antlaşmayı yenilemeleri için halkına devamlı peygamberler gönderiyor. Peygamberler Tanrı’nın kökten bir yenilenme ve ebedi kurtuluşu sağlayacak olan yeni bir antlaşma yapacağını ilan ediyorlar. Bu antlaşma bütün insanlara açık olacaktır. Tanrı, Oğlu’nu bize göndermekle ne gösteriyor? Tanrı İsa Mesih’te bize merhametli sevgisinin bütün derinliğini gösteriyor. İsa Mesih aracılığıyla görünmez Tanrı görünür kılınır. Bizler gibi insan olur. Bu, Tanrı’nın sevgisinin nerelere kadar uzandığını gösterir: O, bütün yükümüzü üstlenir. Bizimle bütün yolları gider. Ölümün önünde bizim terkedilmişliğimiz, acılarımız ve korkularımızla karşı karşıyadır. Artık ilerleyemez hale geldiğimiz yerde bizlere yaşama giden kapıyı açmak için oradadır. İsa Mesih’le herşey söylenmiş midir yoksa vahiy O’nun ardından sürecek midir? İsa Mesih’te Tanrı kendisi yeryüzüne gelmiştir. O, Tanrı’nın son sözüdür. O’nu dinlemekle bütün çağların bütün insanları Tanrı’nın kim olduğunu ve esenliğimiz için gerekli olan şeyi öğrenebilir. İsa Mesih’in İncili ile Tanrı’nın VAHYİ tam ve bütün olarak elimizdedir. Bu vahyin bizi aydınlatması için Kutsal Ruh bizleri gitgide daha derin bir şekilde gerçeğe yöneltir. Tanrı’nın ışığı bazı insanların yaşamına o kadar güçlü girer ki “göklerin açıldığını” görürler (Hİ 7,56). Meksika’daki Guadeloupe veya Fransa’daki Lourdes gibi büyük hac mekanları da bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Görüm görenlerin “özel esinlenmeleri” İsa Mesih’in İncili’ne herhangi bir katkı sunamazlar. Genel olarak bağlayıcı değillerdir. Ancak daha iyi anlamamıza yardım edebilirler. Gerçeklikleri KİLİSE tarafından incelenir. Neden imanımızı başkalarına aktarırız? İsa bizlere bunu görev olarak yüklediği için imanımızı başkalarına aktarırız: “Gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin” (Mt 28,19). Hiç bir gerçek hristiyan imanın başka insanlara da aktarılmasını sadece uzmanlara bırakmaz (öğretmenler, rahipler, misyonerler). İnsan, başkaları için hristiyandır. Bunun anlamı: Her gerçek hristiyan, Tanrı’nın başkalarının da yaşamına girmesini ister. Kendine şöyle der: Rab’bin bana ihiyacı var! Vaftizliyim, güçlendirildim ve çevremdeki insanların Tanrı’dan haberdar olması ve “gerçeğin bilincine erişmesinden” (1 Tim 2,4b) sorumluyum. Mutter Teresa bu konuda güzel bir benzetme kullanmıştır: “Yol kenarlarındaki elektrik tellerini görürsün. İçlerinden elektrik geçmediği sürece ışık yanmaz. Sen ve ben bu telleriz. Elektrik ise Tanrı’dır. Bu elektriğin içimizden geçmesine ve böylece dünyanın ışığını yakmaya, yani İSA’yı görünür kılmaya izin verebiliriz, ya da buna izin vermeyip karanlığın yayılmasına izin vermiş oluruz. Gerçek imana ait olan şeyleri nasıl bilebiliriz? Gerçek imanı Kutsal Kitap’ta ve KİLİSE’nin diri geleneğinde buluruz. YENİ AHİT kilisenin imanından doğmuştur. Kutsal yazılar ve gelenek birbiriyle bağlıdır. İmanın aktarımı öncelikli olarak yazılı metinler üzerinden gerçekleşmez. Önce, KİLİSE’de Kutsal Kitabın “parşömenlere yazılmadan önce kilisenin yüreğine yazılmış olduğu” söylenir. En başta öğrencileri ve HAVARİLER İsa ile diri bir birlik içinde yeni yaşamı öğrendiler. Genç kilise, İsa’nın dirilişinin ardından farklı bir şekilde devam eden bu topluluğa insanları davet etti. İlk hristiyanlar “kendilerini elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar” (Hİ 2,42). Birlik içindeydiler ve bu birlikte başkalarına da yer vardı. İşte bugüne dek iman budur: Hristiyanlar başkalarını havarilerin zamanından beri katolik kilisesinde bozulmadan, değişmeden süregelen Tanrı ile bir birliğe davet ederler. Kilise iman konularında yanılabilir mi? İmanlıların bütünlüğü iman konusunda yanılmaz, çünkü İsa öğrencilerine onlara Gerçeğin Ruhu’nu göndereceğini ve onları gerçek içinde tutacağını vadetti (Yu 14,17). Nasıl ki İsa’nın öğrencileri bütün yürekleri ile iman etmişlerse, bir hristiyan da yaşam yolunu bulmak için tam anlamıyla KİLİSE’ye güvenebilir. İsa, HAVARİLERİNE öğretmek görevini vermiş olduğu için kilisenin bir ÖĞRETİ MAKAMI vardır (Öğretmek görevi) ve susamaz. Gerçi kilisenin üyeleri bireysel olarak yanılabilir ve hatta ağır hatalar yapabilirler, ancak kilise bir bütün olarak asla Tanrı Gerçeği’nden kopmaz. Kilise, kendisinden bile daha büyük olan diri bir gerçeği tarih boyu taşımaktadır. Buna depositum fidei, yani korunacak olan iman denmektedir. Nerede bu gerçek açıkça inkar edilir veya bozulmaya çalışılırsa, o zaman kilise “her yerde, her zaman ve herkes tarafından inanılmış olanı” (Aziz Vinsent von Lerins, + 450) yeniden ışık gibi aydınlatmakla görevlidir. «Ama beni dinleyen sizlere şunu Misericordiæ Vultus: “Baba gibi Merhametli” söylüyorum: düşmanlarınızı sevin, Olağan üstü Kutsal Yıl sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için Papa Fransua Hazretleri gelecek yılın olağanüstü Kutsal Yıl olarak yalnızca Roma’da değil, tüm Kilise genelinde birliğin ve dua edin. Bir yanağınıza tokat merhametin simgesi olarak kutlanmasını çok arzu ediyor. atana öbür yanağınızı da çevirin. Geçtiğimiz 13 Mart tarihinde Aziz Petrus’un halefi olarak Abanızı alandan mintanınızı da seçilmesinin ikinci yıl dönümü vesilesi ile Papa Fransua esirgemeyin. Sizden bir şey Olağanüstü Kutsal Yıl’ı ilan etmiştir. Bu Kutsal Yıl ilk defa özel dileyen herkese verin, malınızı bir sene dönümüne ve zamana bağlı olmaksızın ilan edilmiştir. Antik ve Yeni Antlaşma’da bolca görülen Allah Baba’nın alandan onu geri istemeyin. merhametine atfedilmiştir. İnsanların size nasıl Zaten Papa Fransua’nın papalık görevinin en merkezinde bulunan davranmasını istiyorsanız, siz de duygunun merhamet olduğu Evangelii gaudium (Müjde’nin Neşesi) isimli Papalık resmi yayınında belirtilmiştir. Bunu şu onlara öyle davranın. Eğer yalnız sizi sevenleri cümle açıkça ifade ediyor: “Kilise, Allah Baba’nın sonsuz sevgisini tecrübe etme meyvesini ve bunun yayılan gücünü severseniz, bu size ne övgü göstermek için büyük bir arzu duyuyor ”. kazandırır? Günahkârlar bile kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Verdiğinizi geri almak umudunda olduğunuz kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdikleri kadarını geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük olacak, en yüce Olan'ın oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi yüreklidir. Babanız Merhamet Kapısı merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun. (Lk.6, 27-36) Merhamet Kapısı, Papa Hazretleri’nin bu olağanüstü Kutsal Yıl vesilesi ile her Episkoposluk Bölgesinde açılmasını istediği özel bir kutsal kapıdır. Dünyanın her yerinde müminler bu kapıdan geçebilecek ve Allah Baba’nın merhametini tüm doluluğuyla tecrübe edebileceklerdir. Papa Hazretleri, jübilenin ana yayını olan Misericordiae Vultus’un 3. Maddesinde şöyle der: “Aynı Pazar günü (Noel’e hazırlık devresinin 3. pazarı) her özel kilisede, tüm müminlerin ana kilisesi olan katedralde ya da katedral seviyesindeki kiliselerde veya her özel ve anlamlı kilisede tüm Kutsal Yıl boyunca bir Merhamet Kapısı açık kalacak. Episkoposun tercihine bağlı olarak, müminlerin kalplerine dokunan, ilahi lütfu sık sık hissettikleri ve kalplerinin dönüşüme uğradığı hacıların ziyaret ettikleri dua yerlerinde de bir kapı açılabilir”. Sloganın ve Logonun açıklanması Seçilen slogan ve logo Jübile Yılı’nın güzel bir sentezini sunmakta-dır. Seçilen slogan, Luka Müjdesi’nin 6,36 ayetinden alınmış ve “Baba gibi merhametli” dir. Bunun anlamı Allah Baba’nın merhamet izleyerek örneğini yargılamamak ve hüküm giydirmemek, affetmek, sevgi ve bağışlamayı sınırsız bir biçimde vermektir (Lk. 6,37-38). Logo, Cizvit peder Marko I. Rupnik’in eseridir ve merhamet kavramının teolojik bir özeti gibidir. Logo, antik Kilise’de çok sevilen bir imajdır: kayıp insanı omuzları üzerinde taşıyan Oğul İsa, beden ve kurtarıcılık alış gizemini tamamlamaktadır. Bu dizaynda, İyi Çoban insanın etine derinlemesine temas etmekte ve bunu insanın hayatını değiştirecek bir sevgi ile yapmaktadır. Özellikle şu dikkatten kaçmamalıdır: İyi çoban büyük bir merhamet ile insanlığı üzerine alıyor. Taşıdığı insanın gözleriyle kendi gözleri birbirine kilitlenmiş durumda. Mesih, Adem’in gözleriyle bakıyor, Adem de Mesih’in gözleri ile. Her insan Mesih’te yeni Adem’i, kendi insanlığını ve onu bekleyen geleceği buluyor. İnsan, Mesih’in bakışında Peder Allah’ın sevgisini görüyor. Bu sahne antik çağ ve orta çağ ikonografisinde bolca kullanılan badem şeklinde bir çerçeve içerisinde resmedilir. Bu çerçeve Mesih’in iki doğasını, ilahi ve beşer doğasını yansıtmaktadır. Bu çerçeve üç farklı renk katmanından oluşur ve dışa gidildikçe rengi de açılır. Bunun anlamı şudur: Mesih insanı günahın ve ölümün gecesinden dışarı çıkarmaktadır. Diğer taraftan, en koyu rengin bir diğer anlamı da her günahı affeden Allah Baba’nın sevgisinin anlaşılmazlığıdır. “Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun” Papa Papa Fransua’nın Jübile için Duası Rabbimiz Mesih İsa, Sen bize Göksel Baba gibi merhametli olmayı öğrettin ve Seni görenin O’nu görmüş olduğunu söyledin. Bize yüzünü göster, böylece kurtulacağız. Senin sevgi dolu bakışın Zakkay’ı ve Matta’yı paraya köle olmaktan azat etti; zina yapan kadını ve Mecdelli Meryem’i mutluluklarını tek bir yaratılmışa bağlamaktan azat etti, Petrus’u inkâr etmesinden sonra gözyaşlarına boğdu, ve pişman olan hayduta cennet sözü verdi. Senin Samiriyeli kadına söylediğin şu sözü her birimize söylemişsin gibi dinlememizi sağla: “Keşke Tanrı’nın armağanını bilseydin!”. Sen, her şeye yeten gücünü öncelikle af ve merhamet ile gösteren Tanrı’nın, görünmeyen Baba’nın görünen yüzüsün: dünyadaki Kilise Senin görünen yüzün olsun; Sen ki onun dirilmiş ve görkem içindeki Rabbisin. Senin kâhinlerinin de bilgisizlik ve hatalar içerisinde olanlara karşı merhamet hissedebilmesi için zayıflık giysisini giymelerini istedin: onlara kim yaklaşırsa yaklaşsın Tanrı tarafından beklendiklerini, sevildiklerini ve affedildiklerini hissetsinler. Bize Ruh’unu gönder ve hepimizi onun mesh etmesiyle kutsa; öyle ki Merhamet Jübilesi, Rabbin lütuf yılı olsun ve Kilisen yenilenmiş bir heyecanla fakirlere sevindirici haberi getirsin, hapistekilere ve ezilmiş olanlara özgürlük, körlere görme yetisi versin. Merhametin Annesi olan Meryem’in şefaati ile bunu Peder ve Kutsal Ruh ile birlikte ezelden ebediyete kadar yaşayan ve hükmeden Senden dileriz. Amin.