Bana merhamet edin ve Tanrı`nın Ruhu kimin üzerindeyse beni

advertisement
Çağrı
Rum Katolik Kilisesinin Dergisi – Sayı 20
“Bana merhamet edin
ve Tanrı’nın Ruhu kimin üzerindeyse beni eğitmesi için dua edin…”
Mons. Paolo Bizzeti’nin
Episkoposluk Kutsanma Töreninin konuşması
1 Kasım Pazar günü, Padova, Azize Justina Kilisesinde,
Peder Paolo Bizzeti’nin Episkoposluk Kutsanması vardı.
Değerli Konuklar,
Rab sizinle olsun!
O törende binlerce kişi vardı. Florans’tan, Bologna’dan,
Bu törenin başında size hoş geldiniz
Padova’dan ve İtalya’nın farklı şehirlerinden katılanlar
demek istiyorum, bu buluşmada benim
vardı. Bunların aralarında Türkiye’den küçük bir grup da
Anadolu Havarisel Vekil Episkoposu
Anadolu kilisesini temsilen orada bulundular.
olarak kutsanmam vesilesiyle Rab ile
birleşen herkese teşekkür etmek isterim.
Uzaklardan, Türkiye’den, Belçika’dan,
Fransa’dan, Almanya’dan, İngiltere’den,
Romanya’dan, İsviçre’den ya da
yakından geliyor olabilirsin, eski ya da
yeni bir dost olabilirsin; ama burada
tesadüfen bulunmuyorsun. Bizi Rab
buluşturdu
ve
biz
birbirimizle
buluştuğumuzda Rab ile buluştuk.
Rab’be övgü ve yücelik olsun!
Yunanca kairós denilen bu güzel
zamanda kalbimden ve aklımdan çok
şeyler geçti. Geçtiğimiz aylarda ve
bugün birçok kişi beni tebrik etti,
Birçok kişi de bana neden böyle bir
seçim yaptığımı, bunun bir seçim olup olmadığını sordular. Evet, bu bir seçimdi, birçok sebebe dayanan
özgürce yaptığım bir seçimdi. Seninle bütün kalbimle bir şey paylaşayım.
Göklerin Krallığı’nın tek krallık olduğundan, en çok ihtiyaç olan yere gidilmesi gerektiğinden, İncilsel
seçimlerimizi yönlendirmek, duygusal bağlardan kurtulmak gerektiğinden yıllardır bahsederim. Ama size
burada anlatmam gereken şeyin kendi kişisel tanıklığım olması gerektiğini düşünüyorum. Bir rahip olarak
söylediklerimin birazını bile yapsam daha ikna edici olurum diye düşünüyorum. Padova’da geçirdiğim
sekiz yıldan, birçok gerçekle yüzleşmemden ve tanıdığım çok sayıdaki insandan sonra kazandığım hayat
tecrübemden sizlere bahsetmemin, ruhsal yoldaşlıktan, Kutsal Kitap okumalarından, din derslerinden,
konferanslardan, tiyatro uyarlamalarından ve hacılardan bahsetmemden daha iyi olacağını düşünüyorum.
Gerçekten İsa’nın öğrencileri olmak istiyorsak yeni bir çeşit aileye ve yeni bir beşer cemaatine
çağrıldığımızın farkında olmalıyız. Biz gerçekten kan bağları ve duygularla birbirine bağlı, özel bir
toprağa, insan grubuna ait ve birbiriyle ilişkili bireyler olmaya çağrıldık. Bu bağlar Mesih İsa ile
buluşmanın ışığı altında yorumlanmalıdır.
Rab çağırıyor, biz gidiyoruz.
Rab hiçbir zaman yarattığını, desteklediğini ve kabul ettiğini mahvetmez; hayatımızın karanlık ve
günahlı sayfaları bile bizi mahvetmez. Rab her şeyi özgür kılmak ve dönüştürmek ister: bunun için bizi
Mısır’dan çıkışa benzeyen bir çıkışa çağırıyor. Bu çıkışın ne kadar yorucu olduğunu ve eskiye özlemler
içerdiğini biliyoruz. İsa da yola çıktı: Beytlehem’den, Mısır’dan, Nasıra’dan, Yeruşalem’den ve kendi
hayatından çıktı: “Benim gitmem sizin için iyidir” (Yuh. 16, 7).
Ancak daha sonra İsa döner ve dönecek. Ben de zaman zaman İtalya’ya döneceğim, umarım sen de yola
çıkarsın ve benimle birlikte iman babalarımızın ve annelerimizin yerlerinde hacılık yaparsın. Bugün bu
yerlere “Kilise’nin Kutsal Toprakları” yani Türkiye deniyor.
Bugün burada tüm ailemin bir araya gelmesiyle
rüyam gerçekleşti. Bu aile, kırk yıllık papazlık
hayatım boyunca beni baba gibi gördü. Evet, ben
bir babayım, kardeşim, arkadaşım, yoldaşım ve
..babalığım. Böyle olmaktan dolayı mutluyum!
Her birinizi selamlamak, teşekkür etmek ve
adını zikretmek mümkün olmasa da, kırk senenin
sonunda ve yeni bir başlangıç yapan biri olarak
hepinizi kucaklıyorum.
Burada olan herkesi teselli etmek için şunu
anlatayım: yetmişli yılların sonu, seksenli yılların
başlarında Bologna’da birçok genç, çocuk, öğrenci
ve işçi olarak Hristiyanca yaşamaya gayret eden bir
grubumuz vardı. Aramızda bugün bulunan daha
olgun bir çift de bizimleydi. Eski Antlaşma’nın
hikâyelerini en baştan anlamaya çalıştık ve Nasıralı
İsa denen o “büyük şahsın” inanılmaz insani işlerini
keşfe çıktık. İsa, kendisine ihanet edip öldüren
kişiler için çözülemez bir antlaşma yapmıştı.
Buradaki “büyük şahıs” kelimesi bazı kişileri
şaşırtabilir ancak bizim Hristoloji anlayışımız,
İsa’yı Nasıra’da yaşadığı uzun yıllar boyunca
aramızdan biri gibi görmeyi içerir. İsa zamanın
tarihçileri tarafından görmezlikten gelinmiş,
imparatorlukta yok sayılmış, eğitim almamış ve
kâhinlerin soyundan gelmeyen birisiydi. Yine de
üzerine gelen birçok ölüm korkusunu def etmişti.
Özellikle yalnızlık, terk edilme, Tanrı’dan uzakta
kalma, kabul edilmeme ve son olarak fiziksel ölüm
gibi korkunç ölümleri tattı ve onları yendi, çünkü
sevgi her çeşit ölümden daha güçlüdür ve hayat
verir. Bu rabbi, etrafta dolaşan birçok rabbinin
arasında karşılaştığı insanların yeteneklerinin,
günahlarının ve kapasitelerinin üstündeydi.
Karşılaştığı herkese yakın oldu, ta ki iki haydut
arasında çarmıha gerilene, insanlar tarafından
reddedilene ve iyilerin Tanrısı tarafından terk
edilene kadar. Düşmanlarıyla dost olana kadar!
Yaratıcı ve merhametli olan Baba yaşlanmış
değildir! İsa’nın sağlığı yerindedir ve her zaman
yaptığı işe devam ediyor: insanları kurtarmak,
özellikle ümitsizleri ve günahkârları!
Az olduğunuz için, eksiklikleriniz olduğu için,
anlaşılmadığınız için, kilden vazolar olduğunuz için
korkmayın: Rab’bin yüzünü arayın, gerisi
gelecektir. Onu İncil’de ve kendi hikâyelerinizde
arayın, en karışık hikâyelerinizde bile: yaşadığınız
karışık olaylar İncil’deki olaylar gibidir.
Birbirinizin yüzlerinde O’nu arayın, sadakatle.
Dış görünüş Hristiyanlığını yıkın!
Benim küçük Anadolu kilisem sizin öncenizdir, çünkü sizden önce de vardı. Bizim de bir zamanlar
imanlılarla dolu çok kiliselerimiz, güzel ve zengin törenlerimiz, şevk ve ün sahibi teologlarımız vardı.
Eğitim merkezlerindeki misyonerleri Çin’e kadar gönderiyorlardı. Toplum ve kültür üzerinde de çok
tesirimiz vardı. Siyasi güç sahipleri bizimle anlaşmak zorundaydı. Mobilizasyon yeteneğimiz ve ruhsal
alandaki seçimlerimiz bize bunları sağlamıştı. Bir zamanlar dünya tersine işliyordu ve biz sizlere
misyonerler gönderiyorduk!
Bugün elimizde neredeyse sıfır var ve Daniel Peygamber gibi “ne efendiyiz, ne peygamberiz, ne de
Rab’be sunulan sunularız” (Dan. 3,38) diyebiliriz. Eğer sıfır olana kadar azaldıysak ve toz gibi eziliyorsak
– ölmesek bile – bunun sebebi Arap Müslümanların bizi kılıçla yendikleri için değildir. Bundan sonra
olanlar hiç tarif edilmedi. Sonun başlangıcı daha önce ortaya çıktı ve sebepleri başkaydı: bizim sayımız
çoğaldı, çok olduk ama hayatlarımızı hiç değiştirmedik. Bölündük ve “varlıklarımız” bizi İncil’den daha
çok meşgul etti. Zengin ve güçlü olduk. Törenleri çoğalttık, sofistike ve tekrardan oluşan teolojilerin içinde
kaybolduk, herkes kendi yoluna gider oldu: çobanlar burada, kuzular orada, keşişler korunan şehirlerde
kapalı, sevgisiz bakireler, seyirci cemaat üyeleri... böyle devam ettik.
Unutmayın ki Peder, Oğlu için kardeşler arıyor, Oğul karşılıksız
sevgiye susamış insanlar arıyor ve bu kişiler çoktur. Unutmayın, Rab her
bakımdan umutsuz ve yoksul kişileri arıyor ve onları kötü olandan kurtarıp
şifa vermeye devam ediyor. Müjdeleme İncil ile olur, o her zaman ve
sadece İyi Haber’dir.
Kendi kişisel küçük alanında zavallı bağımlılıklara, duvar parçalarına,
girişimlere, derneklere, ya da Kutsal Ruh’un gizemli çağrısından kendisi
için daha önemli hale gelen her şeye bağımlılığı olan kişilerin üzerine
Kutsal Ruh’un bugün bile yaratıcı ve kurtarıcı gücünü dökeceğini
hatırlayın.
Bizim halimize düşmemek için hatırlayın ve uyanık kalın! Biz, yine de bugüne kadar imanı
koruduğumuz için sevinçliyiz ve belki de Pentekost’ta doğan cemaatten bahseden ve –burada bedeni
bulunan- Aziz Luka’nın fikirlerine daha yakınız.
Bizim sana ihtiyacımız var, Padova Kilisesi, senin de bizim Antakya Kilisemize ihtiyacın var. Kardeş
kiliseler olalım, uzak akrabalar olmayalım.
Konuşmamdaki cesareti affedin, bana merhamet edin ve Tanrı’nın Ruhu kimin üzerindeyse beni
eğitmesi için dua edin: Hristiyan, Müslüman, Alevi... ya da inanmayan.
+ Paolo
Merhamet işleri
ÇIPLAKLARI GİYDİRMEK
"Çıplaktım, beni giydirdiniz"
l. ÇIPLAK HIRİSTİYAN" Askerler İsa’yı çarmıha gerdikten sonra
O’nun giysilerini aldılar. Her birine birer pay düşecek biçimde dört
parçaya böldüler. Mintanını da aldılar. Mintan boydan boya dikişsiz bir
dokumaydı. Birbirlerine, ‘Bunu yırtmayalım’ dediler, ‘kimin olacak diye
kura çekelim’. Bu olay şu Kutsal Yazı yerine gelsin diye oldu: ‘Giysilerimi
aralarında paylaştılar, elbisem üzerine kura çektiler’" (Yuhanna 19,23-24)
Aziz Yuhanna’nın İncilinde, anlatılan her olayın derin bir anlamı vardır.
Mezmur 21,19’da bulunan peygamberliğin ötesinde Rab’bin Acıları’nda
da İsa’nın özel dayanışmasını elbiseden mahrum olanlarla, kendilerini istedikleri gibi gösteremeyenlerle ve
özellikle temel hakları ellerinden alınmışlarla birlikte görmeliyiz. Bugün, televizyonun gösterdiği
görüntüler sayesinde, yoksulluk ve sefalet durumlarının bilincine varabiliriz, dünyanın değişik bölgelerinde
yırtık elbiseler giyinen insanların bulunmasına neden olan yoksulluk ve sefalet durumlarını, kısıtlamalarını
görebiliriz. Birçok kere bu insanlar o kadar haksızlıkla karşılaşıyorlar ki yaşadıkları yoksulluk içinde en
ağırı süslü bir elbiseden yoksun olmak değildir; genellikle evsiz oldukları için gecekondu ve barakalarda
yaşarlar; ne ilaçları ne doktorları vardır, işsizdirler ve okul hayatına ulaşmaları da mümkün değildir.
Bu durumlar yerleştikleri ve toplumun belirli kesimlerini kapladıkları zaman, siyasal ve ekonomik
düzenlerin, tanınmış kişi ve grupların en önemli sorumluluğu, zor durumdaki bu kişilerin düzgün bir hayata
kavuşmalarını sağlamaktır.
Haçın üzerindeki elbisesiz İsa’ya bakarken gerçekten de her
Sizler, Babamın kutsadıkları,
şeyinden soyunmuş insanlığı görüyoruz; bundan dolayı kendimizi
gelin! Dünya kurulduğundan
suçlu bulmamamız mümkün değildir, çünkü bu kardeşlerimizde biz
beri sizin için hazırlanmış
İsa’nın kardeşlerini görüyoruz ve onlara yapılan hakaret hem bize
olan egemenliği miras alın...
hem de İsa’nın kendisinedir! Bunu muhakkak daha önce yeterince
çünkü
çıplaktım,
beni
düşünmemiştik! Dünya çapındaki bu haksızlıklara kendimizi
yabancı hissedemeyiz!
giydirdiniz ... Size doğrusunu
Günümüzde, bu hayır işi her an daha çok güncelleşmektedir ve
söyleyeyim, bu en basit
her birimizden somut ve cömert bir sevgi yanıtı beklemektedir.
kardeşlerimden
biri
için
Ancak vereceğimiz ilk yanıt, dünyada bir milyardan fazla kişinin,
yaptığınızı, benim için yapmış
insanın temel haklarının birden fazlasından acı bir şekilde eksik
oldunuz!" (Matta 25,34-40)
kaldıklarından emin olmaktır: elbise eksikliği bunun bir yanıdır ve
bu kadar yoksunluk arasında en önemlisi bile değildir.
Bu hayır işinde ilk adım, ‘haklardan yoksun kalma’ durumları hakkında daha çok bilgi alabilmek için
gözlerimizi ve kulaklarımızı açmaktır; bunlar yalnızca uzak ülkelerdeki durumlarla sınırlı değildir.
Evimizdeki durumlara da bakalım. Günümüzde, özellikle büyük kentlerde, birbiriyle karşılaşmadan bir
arada yaşayan, zengin ve yoksul kesimler vardır.
Zengin kişi, sefalet durumlarının varlığım ruhu duymaksızın, kenti bir başından diğerine katedebilmekte,
bir sürü insanla bir araya gelip işlerini halledebilmektedir: kendi kendine kapanarak sadece çağdaş ve her
türlü lüksle donatılmış binalarda görüşmeler yapmaktadır; bir yoksulun on metre uzağından dahi zorla
geçer, onların yaşadıkları evleri ve sefaleti görmez: herkesin kendisi gibi iyi koşullarda yaşadığını
zanneder... Onları haberdar etmek, görmek, görmeye gitmek, onlara belgeler sunmak, tanıtmak gerçekten
de her birimizin görevidir. Kardeşlerimizin sefaletini görmemezlikten gelemeyiz.
İkinci adım, elimizdeki gereğinden çok malları her yönden en aza indirgemektir. Bunu yalnızca bizdeki
bolluğun hiçbir şeyi olmayanla çeliştiği için değil, aynı zamanda bizim bolluğumuzun bu kardeşlerin (İsa
onlara "kardeşlerim" demiştir) çileleri ve yoksunluklarıyla elde edildiği için yapmalıyız. Bu vicdan
yoklamasını yapmak için hiçbir kural yoktur ve kimse bizi cezalandıramaz!
Üçüncü adım, bu insanlarla yapıcı dayanışmadır; yalnızca bağışlarla değil, daha çok özellikle
kamuoyuyla yasama ve yürütme organlarını etkileyecek toplu girişimlere ve müdahalelere katılarak
dayanışma daha da etkili kılınabilir... Eğer bir
fabrikada, bir işyerinde, bir mahallede bir kişiye
veya bir aileye veya bir grup insana karşı bir
haksızlık yapılmışsa susmak ve hiçbir şey
yapmamak zaten hatadır ve insan haklarının
ihlaline destek olmaktır. Bu konuda, bizim
ihmalden doğan günahlarımız ne azdır ne de
küçüktür! Ama kim bu günahları itiraf etmiştir?
Kim bunları günahtan saymaktadır?
Bugün biz Hristiyanların, İncil’den kaynaklanan
özel bilgeliğin ışığıyla diğerlerinden çok
aydınlatılmış olarak, önemli bir zihniyet
değişiminden geçmesi gerekir: gerçek bir imana
dönüş, yararlı bir salgın haline gelecek bir dönüş!
2. ÇIPLAKLIK SANAYİSİ VE UTANMANIN YENİDEN KEŞFİ
Günümüzde çok kolay bir giysi olan "aşırı
çıplaklık"la karşı karşıyayız, bu giysi insan
bedeninin, özellikle de dişi bedenin, güzelliğini (ve
duyusal
kışkırtmasını)
aşırı
bir
şekilde
yüceltmektedir.
İnsan bedeni Yaratıcı Allah’ın elinden çıkmıştır,
ancak özel bir gerekçeye ve belirli bir sona
armağan edilmiştir. Utanma, doğal anlamıyla,
Allah’ın insan yüreğine yerleştirdiği bir yardım ve
savunmadır; insanın psikolojik, duygusal ve
duyusal dengesini sarsan tehditlere karşı tepki
göstermesini ve kendini savunmasını sağlar.
Çıplaklığı her tür tutkunun yöneltildiği ve aynı
zamanda kolaylıkla ticarileşen bir araç haline
getirerek bu dengeyi bozmak Allah’ın yasasına ve
özellikle gençler olmak üzere, tüm insanlığa karşı
işlenen bir suçtur.
Bunun için pornografinin ve kötü giyimin
yayılmasına karşı girişimlerde bulunmak çevrenin
ve kitle iletişim araçlarının ahlakı için çok önemli
bir hayır işidir; aynı zamanda gençliği bu
tehlikelerden ve bu baştan çıkarmalardan korumak
da çok önemli bir hayır işi olmuştur. Birinci
müdahale yolu, utanma (edep) ve bedenin
mahremiyetine saygı zihniyetini yayıp harekete
geçirmek; ikinci yol ahlak çöküntüsüne yol
açanları engellemek için yasalarda hala bulunan
düzenlemelerden yararlanmaktır. Bu günümüzde
gerçekten zor bir savaşımdır ama imkânsız
değildir.
Her şey, her zaman olduğu gibi, bizim kişisel
çabamızdan, her birimizin davranışlarından başlar:
yanlış utanmalar olmadan, öncelikle kendi
bedenimize ve başkalarına saygı göstermek ve
bütün bunları dışardan müdahaleler yüzünden değil
sorumlu bir eğitimle yapmalıyız. Bu şekilde de
İsa’yı, kardeşlerimizde, onurlandırıp O’na hizmet
edebiliriz!
Birinci Yüzyılın Anadolu Kilisesi
İzmir Kilisesi
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 2:8-11.
İzmir ünlü ozan Homeros’un doğduğu şehirdir. Helenistik dönemi İzmir şehri M.Ö. 4. yüzyılda Büyük
İskender tarafından kurulmuştur. Denize bitişik konumundan dolayı büyük bir limana sahipti ve 100,000
nüfuslu önemli bir ticari merkez olmuştu. Bugün Agora (yani Çarşı) kalıntılarını görmek hala mümkündür.
Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” lakabı
buradan gelmiştir.
İzmir kilisesi üçüncü müjdeleme seyahati sırasında Pavlus tarafından kurulmuştur (M.S. 53-56). Kilise çok
zulüm görmüştü. İlk olarak şehirde yaşayan dindar Yahudilerin tepkilerini çekmişler, sonrasında Roma
tarafından sistematik bir zulüm politikasına maruz kalmışlardı. Bazı imanlılar hapse atıldı, bazıları ise
imanlarından dolayı şehit oldular. Bunun başlıca sebebi, Roma İmparatoruna tapınılan kült merkezlerinden
bir tanesinin İzmir’de bulunmasıydı. İzmir “Neokoros”tu yani İmparator tapınışını sağlayan ve muhafaza
eden şehir. Doğal olarak imanlılar imparatora tapmayı reddetmiş ve birçoğu canları pahasına İsa’yı
izlemeye karar vermişlerdi. Vahiy bölümünde İzmir topluluğunu bekleyen sıkıntılar önceden bildirilir.
Bazılarına göre bu peygamberlik Polikarp hakkındadır. Elçi Yuhanna’nın öğrencisi olan Polikarp M.S. 96
senesinde İzmir Kilisesi’nin önderi olmuş ve 155 senesinde 10 gün esir tutulduktan sonra yakılarak şehit
edilmiş. Sezar’ı Rab olarak tanıması için onu zorlayan cellada: “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp sonra
sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan
habersizsin. Ne duruyorsun? Ne yapacaksan yap” demişti.
Kilise, Rab tarafından teselli edilip hiç azarlanmamış, tersine iman ve cesaretinden dolayı takdir görmüştü.
Zulümlere rağmen sadık kalan imanlılara 2 şey vaat ediliyor: “Ölüm pahasına da olsa sadık kal, sana yaşam
tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar
görmeyecek.” Yaşam tacı bir onur ve kudret simgesidir. Nasıl Kadife Kale İzmir limanından bir taç gibi
yükseliyorsa sıkıntı çeken imanlılar aynı şekilde Rab tarafından cennette yükseltileceklerdir. Yani onlara
büyük onur ve kudret bahşedilecek. Aynı imanlılar her ne kadar ilk ölümü, yakılarak tecrübe etseler de,
ebedi ölümü yani sonsuza dek sürecek ateşi tatmayacaklardır.
Kutsal Kitap Kahramanları
“Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!"
“YEREMYA”
Merhabalar Sevgili Çocuklar!!!! Nasılsınız? İyisiniz değil mi?
Geçen sayıda işlediğimiz Kahraman; Yeşeya’ydı. Yeşeya’nın eski antlaşmada İsa Mesih’ten en çok
bahseden kişi olduğunu ve bu yüzden tarihimizde önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Bu
sayımızdaki Kahramanımız YEREMYA. Hemen hemen hepiniz bu ismi ve hikâyesini duymuşsunuzdur.
Yeremya’nın hikâyesini çarpıcı kılan onun çok küçük yaşta Rab tarafından hizmete çağrılmasıdır.
Hazırsanız Yeremya’nın hikâyesini işlemeye başlayalım. Ne dersiniz? Hazır mısınız? Hadi o zaman…
Yeremya, İ.Ö. 7. Yüzyılın sonlarında yaşadı. Rab Onu
peygamber olarak görevlendirdi. Uzun zaman bu
görevde hizmet yaptı. Bu görevi sırasında Tanrı’nın
halkını uyardı, yaptıkları günah ve putperestlik
yüzünden başlarına gelecek büyük felaketleri önceden
onlara söyledi. Yeremya biraz önce bahsettiğimiz gibi
küçük yaşta hizmete çağırıldı. Hemen hemen sizlerle
akran ya da biraz büyüktü.
Bir gün Rab Yeremya’ya şöyle seslendi; “Anne
karnında sana biçim vermeden önce tanıdım seni.
Doğmadan önce seni ayırdım, uluslara peygamber atadım.” Yeremya ise şöyle karşılık verdi; “Ah Egemen
Rab, konuşmayı bilmiyorum, çünkü gencim.” Rab ise; “Gencim deme” dedi. Seni göndereceğim herkese
gidecek, sana buyuracağım her şeyi söyleyeceksin. Onlardan korkma, çünkü seni kurtarmak için ben
seninleyim” (Yeremya 1,4-8) ne kadar zor bir durum değil mi çocuklar? Yeremya daha gençken kendisine
böyle bir hizmetin verilmesi karşısında korkuyor. Aslında korkmakta da çok haklı, çünkü insanlar onu daha
çocuk olarak görüyorlar. Oysa Rab ondan bu insanları uyarmasını, sözlerini iletmesini istiyor. Şimdi
kendinizi Yeremya’nın yerine koyun, nasıl hissederdiniz? Hemen hemen aynı şeyleri düşünürdünüz değil
mi? Oysa Rab onu çağırdıktan hemen sonra, ona cesaret veren şu sözleri de ekliyor; “Seni kurtarmak için
ben seninleyim.” Evet, çocuklar Rab o kadar iyidir ki sizin yapamayacağınız şeyleri asla sizden istemez.
Sizden bir şey yapmanızı istiyorsa mutlaka bunu yapabilecek gücü de size verecektir. Rabbin bizden
yapmamızı istediği şey her zaman Yeremya’nın ki kadar büyük ve zor bir görev olmayabilir. Bizler Rabbin
çağrısını her zaman dinlemeli, ona itaat etmeliyiz. Rab bizden büyük bir görev istediğinde bilmeliyiz ki
bunu yapabilecek gücü de bize verecektir.
Rabbin Yeremya’ya nasıl yardım ettiğini şu ayetlerde
görüyoruz; “Sonra Rab elini uzatıp ağzıma dokundu, ‘İşte
sözlerimi ağzına koydum’ dedi. ‘Bak, ulusların ve ülkelerin
kökünden sökülmesi, yıkılıp yok olması yerle bir edilmesi,
kurulup dikilmesi için bugün sana yetki verdim.’ (Yeremya
1,9-10) “Sen kalk, hazırlan! Sana buyuracağım her şeyi
onlara söyle. Onlardan yılma! Yoksa onların önünde ben
seni yıldırırım. İşte bütün ülkeye Yahuda Krallarına,
önderlerine, kâhinlerine, ülke halkına karşı bugün seni surlu
bir kent, demir bir direk, tunç bir duvar kıldım. Sana savaş
açacak ama seni yenemeyecekler. Çünkü seni
kurtarmak için bende seninleyim.” (Yeremya 1.17-19)
Evet çocuklar ayetlerde de gördüğümüz gibi Yeremya,
hizmeti için Rab tarafından tam olarak donatılmıştı.
Rabbin desteği onunla beraberdi, artık korkması için
hiçbir neden yoktu. O da hizmetine başladı. Yeremya
Rabbin ona verdiği her sözü halkına iletiyordu.
Bir gün Yeremya’ya çömlekçiye gitmesini, orada ona
sesleneceğini söyledi. Yeremya çömlekçiye gitti,
çömlekçi çark üzerinde çalışıyordu, burada balcığa eli
ile şekil vererek kap yapıyordu. Rab burada
Yeremya’ya şöyle seslendi; “Çömlekçinin elinde balçık neyse sizde benim elimde öylesiniz. Bir ulusun ya
da krallığın kökünden söküleceğini duyurduğumda, uyardığım ulus kötülüğünden dönerse, başına felaket
getirme kararımdan vazgeçerim. Öte yandan, bir ulusun ya da krallığın kurulup dikileceğini duyurduğum
da o ulus sözümü dinlemeyip gözümde kötü olanı yaparsa, ona söz verdiğim iyiliği yapmaktan
vazgeçerim.” (Yeremya 18;1-10) Yeremya bu sözleri halkına iletiyor, onları Rabbin yolunda yürümeleri
için uyarıyordu. Ama halk Rabbin sözünü dinlemiyor, devamlı günah işliyordu. Yeremya çok duyarlı
biriydi. Halkını seviyor ve onları kurtarmak, doğruluk yolunda yürütmek istiyordu. Halkının bu söz
dinlememezliği onu çok üzüyordu. Kitabında bu konuda şöyle diyordu; “Keşke başım bir pınar, gözlerim
bir gözyaşı kaynağı olsa! Halkımın öldürülenleri için ağlasam gece gündüz.” (Yeremya 9:1)
Yeremya aracılığıyla Rab bugün
bizlere de seslenmektedir çocuklar.
Bizlerde Rabbin sözünü dinlemeli,
onun buyruklarına uymalıyız.
Yeremya kitabında Rab şöyle
sesleniyor;
“İnsana
güvenen,
insanın gücüne dayanan, yüreği
Rabden uzaklaşan kişi lanetlidir.
Böylesi bozkırdaki çalı gibidir,
iyilik geldiği zaman görmeyecek;
kurak çöle, kimsenin yaşamadığı
tuzlaya yerleşecek. Ne Mutlu
Rabbe güvenen insana, güveni
yalnız Rab olana! Böylesi su
kıyılarına dikilmiş ağaca benzer,
köklerini akarsulara salar. Sıcak gelince korkmaz, yaprakları hep yeşildir. Kuraklık yılında kaygılanmaz,
meyve vermekten geri durmaz.” (Yeremya 17;5-8)
Rab bizden kendisine güvenmemizi, sadece ona umut bağlamamızı istiyor. Aksi takdirde de neler
olabileceğini bizlere anlatıyor. Gerçekten de umudu Rabde olan insan hiçbir zaman sarsılmaz. Eğer
gücümüzün Rabden geleceğine inanır ve ondan beklersek hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayız. Rab
her zaman bize yanıt verir. O güçlü kule sağlam kaledir. Şimdi hepimiz Rable sessiz bir zaman geçirip,
onun bize sağladıkları için şükredelim ve sadece O’na güveneceğimize, O’nun buyruklarına itaat
edeceğimize söz verelim. Olur mu?
Görüşmek üzere çocuklar…
Rab Sizinle Olsun…
Meryem'in günahsız gebeliği
Meryem'in ilk günahtan azat
edilmiş olarak Dünya'ya gelmiş
olduğu
şeklindeki
Katolik
Kilisesi dogmalarından biridir.
Bu inanç, Roma Katolik
Meryemolojisi'nin dört ana
dogmasından biridir. Diğer üç
dogma ise Meryem'in ebedî
bekâreti, Tanrı'nın annesi olması
ve Meryem'in göğe kabulü'dür.
Papa IX. Pius tarafından 8
Aralık 1854'te “Ineffabilis Deus”
olarak bilinen bir papalık
fetvasıyla resmî olarak ilan
edilmiştir.
Lekesiz Meryem Ana Bayramı
Ey Bakire Meryem Ana,
senin sayende bütün dünya mübarek oluyor
Gökyüzü, yıldızlar, yeryüzü, nehirler, gün, gece ve insanın buyruğu
altında olan ya da yararı için hazır bulunan tüm varlıklar mutluluk
içindeler, ey Meryem Ana, çünkü aracılığınla yitirmiş oldukları eski
görkemlerine, bir bakıma, yeniden dirilmiş olarak kavuştular, yeni ve
anılmaz bir lütfa sahip oldular. Tüm şeyler ölü gibiydiler. Çünkü
tahsis edildikleri ilk saygıyı yitirmişlerdi. Amaçları, Tanrı’ya saygıda
bulunmak görevinde olan yaratıkların egemenliğine veya
gereksinmelerine hizmet etmekti. Baskı altında ezilmişlerdi ve
putların hizmetçileri durumuna gelenlerin yüzünden canlılıklarından
olmuşlardı. Oysa onlar putlara tahsis edilmemişlerdi. Şimdi ise,
sanki yeniden dirilmiş, Tanrı’ya saygıda bulunan insanların
egemenliği ile yönetildiklerinden ve işlevsellikleri ile güzellik
kazandıklarından, mutluluk duyuyorlar.
Kendi Yaratıcıları, Tanrı’nın kendisi, onları yüksekten desteklemekten başka, aralarında görünerek
varolduğunu ve onlardan yararlanarak onları kutsadığını hissettiklerinde yeni ve paha biçilmez bir lütfa
kavuşmuş gibi coştular. Bu denli yüce değerler kutsanmış Meryem’in kutsanmış kucağının kutsanmış
meyvesinden geldiler.
Lütfun dolgunluğu yüzünden ölüm diyarında olan yaratıklar, kurtuldukları için, mutluluk duymaktalar ve
yeryüzünde olanlar yenilendikleri için coşmaktalar. Şanlı bekâretinin şanlı oğlu yüzünden, canlandırıcı
ölümünden önce ölmüş olan tüm adiller, esaretlerinden kurtuldukları için coşkuya kapılıyorlar ve
melekler, çökmeğe yüz tutmuş kentleri onarıldığı için sevinç duymaktalar.
Ey lütufla dolu, lütufla taşan kadın, dolgunluğunun taşması ile ıslatılan her yaratık yeşeriyor. Ey kutsamış
ve kutsamadan da öte olan bakire, kutsamanla her yaratık Yaratıcısı tarafından kutsanır ve Yaratıcı da her
yaratık tarafından kutsamış olur.
Tanrı Meryem’e tek Oğlunu verdi. Kendine benzer olarak
türettiği ve kendi gibi sevdiği ve Meryem’den de Oğlu’nu
şekillendirdi. Bir başkasını değil, aynısını; öyle ki doğaya
göre Tanrı’nın ve Meryem’in tek ve benzer müşterek oğlu
olsun. Tanrı tüm yaratıkları yarattı ve Meryem Tanrı’yı
doğurdu. Her şeyi yaratan Tanrı, Meryem’in oğlu haline
getirdi kendini ve böylece tüm yaratmış olduklarını yeniden
yarattı. Ve her şeyi yoktan yaratmış olmasına rağmen,
yıkılışlarından sonra Meryemsiz onarmak istemedi.
O halde Tanrı yaratılan şeylerin babası, Meryem de yeniden
yaratılan şeylerin annesidir. Tanrı dünyanın kuruluşunun
babası, Meryem onarımların annesidir. Çünkü Tanrı,
aracılığı ile her şeyin yapılmış olanı türetti ve Meryem
sayesinde her şeyin kurtarılmış olanını doğurdu. Tanrı
onsuz hiç bir şeyin kesinlikle var olmayacak olanını türetti
ve Meryem onsuz hiçbir şeyin olamayacak olanını doğurdu.
Tüm yaratıkların ve onlarla birlikte kendisinin, sana bu
denli borçlu olmalarını isteyen Rab gerçekten seninle
beraberdir.
ANSELMUS (1033-1109)
İncil’deki kadınlar
İMAN BEYANI
Şimdi öyle yüksek bir düzeye gelmiş bulunuyoruz ki sunacağımız kadınlar iman konusunda geçilemez.
Bu en yüksek düzeyde, üç kadın inceleyeceğiz: Beytanya’da yağ sürülmesi – Lazar’ın dirilişi –
Samariyeli kadınla buluşması.
İsa, Fısıh bayramından altı gün önce, ölümden dirilttiği
Beytanya’da yağ sürülmesi
Lazar'ın bulunduğu Beytanya'ya geldi. Orada kendisi için
bir ziyafet düzenlediler. Marta hizmet ediyordu. İsa'yla
İsa’nın ayaklarına koku döken adsız kadını birlikte sofrada oturanlardan biri de Lazar'dı. Meryem, çok
Markos ve Matta’da inceledikten sonra aynı
değerli saf hintsümbülü yağından yarım litre kadar
olayı Yuhanna’nın kaleminden inceleyelim.
getirerek İsa'nın ayaklarına sürdü ve saçlarıyla ayaklarını
Matta ve Markos’ta bu kadının adı
geçmemesinin tersine Yuhanna onu tanıtıyor: sildi. Ev yağın güzel kokusuyla doldu.
bu kadın Marta ve Lazar’ın kardeşi Ama öğrencilerinden biri, İsa'yı sonradan ele verecek olan
Meryem’dir. Lazar, İsa’nın dirilttiği dostudur. Yahuda İskariyot, «Bu yağ neden üç yüz dinara satılıp
İsa ile sofrada oturmaktadır. Diri olmanın parası yoksullara verilmedi?» dedi. Bunu, yoksullarla
kanıtı en iyisi yemek yemekle veriliyor. Galiba ilgilendiği için değil, hırsız olduğu için söylüyordu. Ortak
Lazar’ın dirilişi kutlanıyor. Yuhanna’nın para kutusu ondaydı ve kutuya konulandan aşırıyordu.
anlatısında iki kişi daha yer alıyor: Meryem ve İsa, «Kadını rahat bırak» dedi. «Bunu benim gömüleceğim
Yahuda. Onları tanıyoruz. İmanın ve gün için saklasın. Yoksullar her zaman aranızdadır, ama
imansızlığın simgeleridir: inanan kadın ve
ben her zaman aranızda olmayacağım.» (Yuh.12,1-8)
ihanet edecek erkek.
Meryem bir kokulu yağla geliyor. Marta sofranın hizmetiyle meşguldür, Meryem alışılmamışla
uğraşıyor. Kutlamaya, deneyüstü, evrensel ve peygambersel bir yan katıyor. Basit eğlenceden derin
düşünceye geçiyoruz. Oğul’un şanını kavrayan bir o vardır: bu yağ sürmesi krallara ait bir yağ sürmesidir.
Luka’nın günahkâr kadınının yaptığı gibi bu yağı başına değil, İsa’nın kişiliği şimdiden tüm
insan dokunmalardan uzakmışçasına ayaklarına döküyor. Sonra saçıyla siliyor. Böylece masraf daha da
anlaşılmaz oluyor. Rabbin ayakları öyle bir masrafa layık değilmiş sanki. Ve kokunun bütün eve
yayılmasıyla bu yağ sürme evrensel bir boyuta ulaşıyor. Tüm insanlar bundan faydalanıyor.
Yahuda itiraz ediyor. Zafere yaklaşan ölümü temsil ediyor. Üç yüz dinardan söz ediyor. Oysa
İsa’yı otuz dinar için ele verecek. Yahuda’nın ihaneti burada başlıyor.
Gençler için Dini Muhabbetler
Tanrı insanlara yaklaşıyor
Nasıl olduğunu bilmemiz için Tanrı neden kendini göstermek
zorundaydı?
İnsan aklı ile Tanrı’nın varolduğunu anlayabilir,
ancak Tanrı’nın nasıl olduğunu anlayamaz. Ancak
Tanrı tanınmak istediği için kendini açınladı.
Tanrı kendini bizlere açınlamak zorunda değildi. Bunu sevgisinden yaptı. Nasıl ki insani sevgide ancak
yüreğini bize açarsa sevdiğimiz birini tanıyabileceğimiz gibi, ebedi ve gizemli Tanrı kendini bize
açınladığı için O’nun kendi düşünceleri hakkında birşeyler biliyoruz. Tanrı, yaratılıştan itibaren babalar
ve peygamberler aracılığıyla ve en sonunda Oğlu’nda ebedi VAHYİNE kadar daima insanlara
seslenmiştir. Oğlu’nda yüreğini bizlere dökmüş ve en derin özünü bizler için ebediyen görünür
kılmıştır.
Tanrı kendini Eski Ahit’te nasıl açınlıyor?
Tanrı kendini Eski Ahit’te dünyayı sevgisiyle yaratmış ve günahlar içinde O’ndan uzaklaşsalar bile
insanlara yönelik sadık Tanrı olarak tanıtmaktadır.
Tanrı kendisini tarih içinde farkedilir kılıyor. Nuh ile bütün canlıların kurtulması yönünde bir anlaşma
yapıyor. “Bir çok ulusun babası” kılmak (Yar 17,5) ve aracılığıyla “yeryüzünün bütün halklarını
kutsamak” için (Yar 12,3b) İbrahim’i çağırıyor. İbrahim’den kaynaklanan İsrail halkı ise Tanrı’nın kendi
halkı olacaktır. Musa’ya kendisini ismi ile tanıtıyor. Gizemli adı JHWH, Yahve olarak okunan adı
“Ben Ben’im” (Çık 3,14) demektir. İsrail halkını Mısır’da kölelikten kurtarıyor, Sina çölünde onlarla bir
antlaşma yapıyor ve Musa aracılığıyla onlara bir yasa veriyor. Tanrı, tövbe etmeleri ve antlaşmayı
yenilemeleri için halkına devamlı peygamberler gönderiyor. Peygamberler Tanrı’nın kökten bir
yenilenme ve ebedi kurtuluşu sağlayacak olan yeni bir antlaşma yapacağını ilan ediyorlar. Bu
antlaşma bütün insanlara açık olacaktır.
Tanrı, Oğlu’nu bize göndermekle ne gösteriyor?
Tanrı İsa Mesih’te bize merhametli sevgisinin bütün derinliğini gösteriyor.
İsa Mesih aracılığıyla görünmez Tanrı görünür kılınır. Bizler gibi insan olur. Bu, Tanrı’nın sevgisinin
nerelere kadar uzandığını gösterir: O, bütün yükümüzü üstlenir. Bizimle bütün yolları gider. Ölümün
önünde bizim terkedilmişliğimiz, acılarımız ve korkularımızla karşı karşıyadır. Artık ilerleyemez hale
geldiğimiz yerde bizlere yaşama giden kapıyı açmak için oradadır.
İsa Mesih’le herşey söylenmiş midir yoksa vahiy O’nun ardından sürecek midir?
İsa Mesih’te Tanrı kendisi yeryüzüne gelmiştir. O, Tanrı’nın son sözüdür. O’nu dinlemekle bütün
çağların bütün insanları Tanrı’nın kim olduğunu ve esenliğimiz için gerekli olan şeyi öğrenebilir.
İsa Mesih’in İncili ile Tanrı’nın VAHYİ tam ve bütün olarak elimizdedir. Bu vahyin bizi aydınlatması
için Kutsal Ruh bizleri gitgide daha derin bir şekilde gerçeğe yöneltir. Tanrı’nın ışığı bazı insanların
yaşamına o kadar güçlü girer ki “göklerin açıldığını” görürler (Hİ 7,56). Meksika’daki Guadeloupe veya
Fransa’daki Lourdes gibi büyük hac mekanları da bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Görüm görenlerin
“özel esinlenmeleri” İsa Mesih’in İncili’ne herhangi bir katkı sunamazlar. Genel olarak bağlayıcı
değillerdir. Ancak daha iyi anlamamıza yardım edebilirler. Gerçeklikleri KİLİSE tarafından incelenir.
Neden imanımızı başkalarına aktarırız?
İsa bizlere bunu görev olarak yüklediği için imanımızı başkalarına aktarırız: “Gidin, bütün ulusları
öğrencilerim olarak yetiştirin” (Mt 28,19).
Hiç bir gerçek hristiyan imanın başka insanlara da aktarılmasını sadece uzmanlara bırakmaz
(öğretmenler, rahipler, misyonerler). İnsan, başkaları için hristiyandır. Bunun anlamı: Her gerçek
hristiyan, Tanrı’nın başkalarının da yaşamına girmesini ister. Kendine şöyle der: Rab’bin bana ihiyacı
var! Vaftizliyim, güçlendirildim ve çevremdeki insanların Tanrı’dan haberdar olması ve “gerçeğin
bilincine erişmesinden” (1 Tim 2,4b) sorumluyum. Mutter Teresa bu konuda güzel bir benzetme
kullanmıştır: “Yol kenarlarındaki elektrik tellerini görürsün. İçlerinden elektrik geçmediği sürece ışık
yanmaz. Sen ve ben bu telleriz. Elektrik ise Tanrı’dır. Bu elektriğin içimizden geçmesine ve böylece
dünyanın ışığını yakmaya, yani İSA’yı görünür kılmaya izin verebiliriz, ya da buna izin vermeyip
karanlığın yayılmasına izin vermiş oluruz.
Gerçek imana ait olan şeyleri nasıl bilebiliriz?
Gerçek imanı Kutsal Kitap’ta ve KİLİSE’nin diri geleneğinde buluruz.
YENİ AHİT kilisenin imanından doğmuştur. Kutsal yazılar ve gelenek birbiriyle bağlıdır. İmanın aktarımı
öncelikli olarak yazılı metinler üzerinden gerçekleşmez. Önce, KİLİSE’de Kutsal Kitabın “parşömenlere
yazılmadan önce kilisenin yüreğine yazılmış olduğu” söylenir. En başta öğrencileri ve HAVARİLER
İsa ile diri bir birlik içinde yeni yaşamı öğrendiler. Genç kilise, İsa’nın dirilişinin ardından farklı bir
şekilde devam eden bu topluluğa insanları davet etti. İlk hristiyanlar “kendilerini elçilerin öğretisine,
paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar” (Hİ 2,42). Birlik içindeydiler ve bu birlikte başkalarına
da yer vardı. İşte bugüne dek iman budur: Hristiyanlar başkalarını havarilerin zamanından beri katolik
kilisesinde bozulmadan, değişmeden süregelen Tanrı ile bir birliğe davet ederler.
Kilise iman konularında yanılabilir mi?
İmanlıların bütünlüğü iman konusunda yanılmaz, çünkü İsa öğrencilerine onlara Gerçeğin Ruhu’nu
göndereceğini ve onları gerçek içinde tutacağını vadetti (Yu 14,17).
Nasıl ki İsa’nın öğrencileri bütün yürekleri ile iman etmişlerse, bir hristiyan da yaşam yolunu bulmak
için tam anlamıyla KİLİSE’ye güvenebilir. İsa, HAVARİLERİNE öğretmek görevini vermiş olduğu
için kilisenin bir ÖĞRETİ MAKAMI vardır (Öğretmek görevi) ve susamaz. Gerçi kilisenin üyeleri
bireysel olarak yanılabilir ve hatta ağır hatalar yapabilirler, ancak kilise bir bütün olarak asla Tanrı
Gerçeği’nden kopmaz. Kilise, kendisinden bile daha büyük olan diri bir gerçeği tarih boyu
taşımaktadır. Buna depositum fidei, yani korunacak olan iman denmektedir. Nerede bu gerçek açıkça
inkar edilir veya bozulmaya çalışılırsa, o zaman kilise “her yerde, her zaman ve herkes tarafından
inanılmış olanı” (Aziz Vinsent von Lerins, + 450) yeniden ışık gibi aydınlatmakla görevlidir.
«Ama beni dinleyen sizlere şunu
Misericordiæ Vultus: “Baba gibi Merhametli”
söylüyorum: düşmanlarınızı sevin,
Olağan üstü Kutsal Yıl
sizden nefret edenlere iyilik yapın,
size lanet edenler için iyilik
dileyin, size hakaret edenler için Papa Fransua Hazretleri gelecek yılın olağanüstü Kutsal Yıl
olarak yalnızca Roma’da değil, tüm Kilise genelinde birliğin ve
dua edin. Bir yanağınıza tokat merhametin simgesi olarak kutlanmasını çok arzu ediyor.
atana öbür yanağınızı da çevirin. Geçtiğimiz 13 Mart tarihinde Aziz Petrus’un halefi olarak
Abanızı alandan mintanınızı da seçilmesinin ikinci yıl dönümü vesilesi ile Papa Fransua
esirgemeyin. Sizden bir şey Olağanüstü Kutsal Yıl’ı ilan etmiştir. Bu Kutsal Yıl ilk defa özel
dileyen herkese verin, malınızı bir sene dönümüne ve zamana bağlı olmaksızın ilan edilmiştir.
Antik ve Yeni Antlaşma’da bolca görülen Allah Baba’nın
alandan onu geri istemeyin. merhametine atfedilmiştir.
İnsanların
size
nasıl Zaten Papa Fransua’nın papalık görevinin en merkezinde bulunan
davranmasını istiyorsanız, siz de duygunun merhamet olduğu Evangelii gaudium (Müjde’nin
Neşesi) isimli Papalık resmi yayınında belirtilmiştir. Bunu şu
onlara öyle davranın.
Eğer yalnız sizi sevenleri cümle açıkça ifade ediyor: “Kilise, Allah Baba’nın sonsuz
sevgisini tecrübe etme meyvesini ve bunun yayılan gücünü
severseniz, bu size ne övgü göstermek için büyük bir arzu duyuyor ”.
kazandırır? Günahkârlar bile
kendilerini sevenleri sever. Size
iyilik yapanlara iyilik yaparsanız,
bu size ne övgü kazandırır?
Günahkârlar bile böyle yapar.
Verdiğinizi geri almak umudunda
olduğunuz
kişilere
ödünç
verirseniz, bu size ne övgü
kazandırır? Günahkârlar bile
verdikleri kadarını geri almak
koşuluyla günahkârlara ödünç
verirler. Ama siz düşmanlarınızı
sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık
beklemeden
ödünç
verin.
Alacağınız ödül büyük olacak, en
yüce Olan'ın oğulları olacaksınız.
Çünkü O, nankör ve kötü kişilere
karşı iyi yüreklidir. Babanız
Merhamet Kapısı
merhametli olduğu gibi, siz de
merhametli olun. (Lk.6, 27-36)
Merhamet Kapısı, Papa Hazretleri’nin bu olağanüstü Kutsal Yıl
vesilesi ile her Episkoposluk Bölgesinde açılmasını istediği özel bir kutsal kapıdır. Dünyanın her yerinde
müminler bu kapıdan geçebilecek ve Allah Baba’nın merhametini tüm doluluğuyla tecrübe
edebileceklerdir.
Papa Hazretleri, jübilenin ana yayını olan Misericordiae Vultus’un 3. Maddesinde şöyle der: “Aynı Pazar
günü (Noel’e hazırlık devresinin 3. pazarı) her özel kilisede, tüm müminlerin ana kilisesi olan katedralde
ya da katedral seviyesindeki kiliselerde veya her özel ve anlamlı kilisede tüm Kutsal Yıl boyunca bir
Merhamet Kapısı açık kalacak.
Episkoposun tercihine bağlı olarak, müminlerin kalplerine dokunan, ilahi lütfu sık sık hissettikleri ve
kalplerinin dönüşüme uğradığı hacıların ziyaret ettikleri dua yerlerinde de bir kapı açılabilir”.
Sloganın ve Logonun
açıklanması
Seçilen slogan ve logo
Jübile Yılı’nın güzel bir
sentezini sunmakta-dır.
Seçilen slogan, Luka
Müjdesi’nin 6,36 ayetinden alınmış ve “Baba
gibi merhametli” dir.
Bunun anlamı Allah
Baba’nın
merhamet
izleyerek
örneğini
yargılamamak ve hüküm
giydirmemek, affetmek,
sevgi ve bağışlamayı
sınırsız bir biçimde
vermektir (Lk. 6,37-38).
Logo, Cizvit peder
Marko I. Rupnik’in
eseridir ve merhamet
kavramının teolojik bir
özeti gibidir. Logo, antik
Kilise’de çok sevilen bir
imajdır: kayıp insanı
omuzları
üzerinde
taşıyan Oğul İsa, beden
ve
kurtarıcılık
alış
gizemini tamamlamaktadır.
Bu dizaynda, İyi Çoban
insanın etine derinlemesine temas etmekte ve
bunu insanın hayatını
değiştirecek bir sevgi ile
yapmaktadır. Özellikle
şu dikkatten kaçmamalıdır:
İyi çoban büyük bir merhamet ile insanlığı üzerine alıyor. Taşıdığı insanın gözleriyle kendi gözleri
birbirine kilitlenmiş durumda. Mesih, Adem’in gözleriyle bakıyor, Adem de Mesih’in gözleri ile. Her
insan Mesih’te yeni Adem’i, kendi insanlığını ve onu bekleyen geleceği buluyor. İnsan, Mesih’in
bakışında Peder Allah’ın sevgisini görüyor.
Bu sahne antik çağ ve orta çağ ikonografisinde bolca kullanılan badem şeklinde bir çerçeve içerisinde
resmedilir. Bu çerçeve Mesih’in iki doğasını, ilahi ve beşer doğasını yansıtmaktadır. Bu çerçeve üç
farklı renk katmanından oluşur ve dışa gidildikçe rengi de açılır. Bunun anlamı şudur: Mesih insanı
günahın ve ölümün gecesinden dışarı çıkarmaktadır. Diğer taraftan, en koyu rengin bir diğer anlamı
da her günahı affeden Allah Baba’nın sevgisinin anlaşılmazlığıdır.
“Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun”
Papa
Papa Fransua’nın Jübile için Duası
Rabbimiz Mesih İsa,
Sen bize Göksel Baba gibi merhametli olmayı öğrettin ve
Seni görenin O’nu görmüş olduğunu söyledin.
Bize yüzünü göster, böylece kurtulacağız.
Senin sevgi dolu bakışın Zakkay’ı ve Matta’yı paraya köle olmaktan azat etti;
zina yapan kadını ve Mecdelli Meryem’i mutluluklarını
tek bir yaratılmışa bağlamaktan azat etti,
Petrus’u inkâr etmesinden sonra gözyaşlarına boğdu,
ve pişman olan hayduta cennet sözü verdi.
Senin Samiriyeli kadına söylediğin şu sözü
her birimize söylemişsin gibi dinlememizi sağla:
“Keşke Tanrı’nın armağanını bilseydin!”.
Sen, her şeye yeten gücünü öncelikle af ve merhamet ile gösteren Tanrı’nın,
görünmeyen Baba’nın görünen yüzüsün:
dünyadaki Kilise Senin görünen yüzün olsun;
Sen ki onun dirilmiş ve görkem içindeki Rabbisin.
Senin kâhinlerinin de bilgisizlik ve hatalar içerisinde
olanlara karşı merhamet hissedebilmesi için zayıflık giysisini giymelerini istedin:
onlara kim yaklaşırsa yaklaşsın
Tanrı tarafından beklendiklerini, sevildiklerini ve affedildiklerini hissetsinler.
Bize Ruh’unu gönder ve hepimizi onun mesh etmesiyle kutsa;
öyle ki Merhamet Jübilesi, Rabbin lütuf yılı olsun ve Kilisen yenilenmiş bir heyecanla
fakirlere sevindirici haberi getirsin, hapistekilere ve ezilmiş olanlara özgürlük,
körlere görme yetisi versin.
Merhametin Annesi olan Meryem’in şefaati ile bunu Peder ve Kutsal Ruh ile birlikte
ezelden ebediyete kadar yaşayan ve hükmeden Senden dileriz.
Amin.
Download