Kongre sempozyum_kısakısa.qxd

advertisement
KONGRE ­ SEMPOZYUM ­ TOPLANTI İZLENİMLERİ
Hipertansiyon Tedavisinde Yeni Gerçekler Yeni Hedefler
26. Ulusal Kardiyoloji Kongresi’nde gerçekleşen Hipertansiyon Tedavisinde Yeni Gerçekler, Yeni Hedefler konulu
uydu sempozyumda konuşan
Prof.Dr. Giray Kabakçı (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji ABD) “Hipertansiyonun tedavi optimizasyonunda neredeyiz? Başarı oranını
nasıl arttırabiliriz?” sorularına
yanıt verdi.
Prof.Dr. Kabakçı; “Hipertansiyon tedavisinde başarı oranımız çok da iyi değil. 60’lı yıllarda hipertansif hastalarda
kardiyovasküler morbidite ve
mortalitenin arttığını, buna
bağlı olarak hipertansiyonu
tedavi edebilirsek bu artışın
önüne geçebileceğimizi öğrendik. 90’lı yıllara gelindiğinde sistolik kan basıncını kontrol altına almanın diyastolik
kan basıncından daha önemli
olduğunu gördük. 2000’li yıllarda dünyada birinci ölüm
nedeni yüksek kan basıncı
iken, 2010 yılına gelindiğinde
hala değişen bir şey yok.
Hipertansiyon en başta gelen
risk faktörü olmaya devam
ediyor.
mizde kan basıncı kontrol oranı %20. Bu düşük
kontrol oranının hekimden, hastadan ve sağlık
sisteminden kaynaklanan birçok nedeni var.
Hastaların çoğu hipertansif hasta olduğunun farkında değil. Türkiye’de hipertansif hastaların
%40’ı hipertansiyonu olduğunu biliyor ama
%60’ının bilgisi yok. Yaşam tarzı değişikliği, diyet
ve ilaç kullanımında uyumsuzlukları var. Birçok
hastada ilaç kombinasyonu uygulamamız gerekiyor ama hasta buna pek istekli olmayabiliyor.
Günde birkaç doz ilaç almanız gerektiği zaman,
bir tanesini ne olursa olsun unutuyoruz. Bu da
şunu getiriyor: Tek doz ilaç verdiğiniz zaman hastanın tedaviye uyumu artıyor. Genel olarak antihipertansif tedavide ilacın dozunu arttırdığınız zaman etkinlik artarken yan etki de artıyor. Bu konuda anjiyotensin reseptör blokörleri (ARB) bize
Sempozyumun bir diğer sunumunda Prof.Dr. Mustafa
Arıcı (Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim
Dalı) kardiyorenal korumada
kan basıncı kontrolünün önemini anlattı: “Yüksek kan basıncı özellikle anjiyotensin 2’
nin etkisiyle hızla glomerüler
“Yüksek kan basıncı kontrolünde hedef ne?” derseniz genel olarak 140/ 90 mmHg’nin
altı, bazı özel durumlarda yani
yüksek riskli hastalarda da bu
hedef 130/80 mmHg olarak
belirlenmiş bulunuyor. Ülke62
avantaj sunuyor. Çünkü bu
ilaçların dozunu arttırınca etkinlikte artış gözlerken yan etki açısından artış görmüyoruz
ve iyi tolere ediliyor. Bir hastaya ilacı verdiğiniz zaman yan
etkilerinin az olması, o hastanın ilaç tedavisinde kalma
oranını (persistansı) arttırıyor.
Literatüre baktığımızda yapılan bütün çalışmalarda, kan
basıncı kontrolü için genellikle
birden fazla ilaç gereksinimi
olduğu görülmektedir. Kombinasyon tedavisi ile hastalarda %90’lara varan oranda,
kan basıncı kontrolü sağlamak mümkün olabiliyor. Genel olarak kılavuzlara baktığımızda JNC, ESC ve ABD’nin
Ulusal Böbrek Hastalıkları
Derneği kılavuzu da kronik
böbrek hastalığının evresine
göre veya kan basıncı sistolik
70 mmHg’nin üzerindeyse
kombinasyon tedavisi önermekte. Fakat JNC 7’nin şu
cümlesi çok önemli: “Kardiyovasküler hipertansiyonu tedavi
edin ama bizim amacımız kardiyorenal morbidite ve mortaliteyi azaltmaktır” dedi.
Actual
Medicine
Kasım 2010
KONGRE ­ SEMPOZYUM ­ TOPLANTI İZLENİMLERİ
basıncı arttırır. Buna bağlı olarak da bu artmış glomerüler
basınç albüminüriyi arttırır. Albüminüri böbreğe giden oldukça önemli bir sinyaldir.
“Yüksek kan basıncında nasıl
bir tedavi yapalım, kime hangi
tedaviyi uygulayalım?” sorularına cevap vermek için belki
hipertansiyonda ölçtüğümüz
rakam kadar başka ölçülere
de ihtiyacımız var. Bunlara cevap verebilmek için Avrupa
Hipertansiyon Derneği ve
Avrupa Kardiyoloji Derneği diyor ki “Organ hasarı başlamadan sessiz mesajları alın”.
Sessiz mesajları almak için yapacağınız testin, kardiyovas-
küler öngörü gücü yüksek, ulaşılabilir, kolay elde
edebilir, her yerde yapılabilir ve maliyetleri düşük
olmalı. Bu test mikroalbüminüri testidir.
Mikroalbüminüri idrarda albümin bulunması demektir. İnme, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği
ve ölüme kadar giden süreçte mikroalbüminüri
bu kardiyorenal risk haritasının uyarı tabelaları
olabilir. Mikroalbüminüri ve kan basıncı riski benzerdir. Kan basıncı değeriniz ne olursa olsun, eşlik eden mikroalbüminüriniz varsa riskiniz yüksektir.
Son dönemde sonuçlanan Roadmap Çalışması
ilk kez bir ARB (Olmesartan 40 mg) Tip 2 diyabetik normoalbüminürili hastalarda mikroalbüminüri gelişimini geciktirebilir veya önleyebilir
mi? sorusuna yanıt sağlamıştır. Çalışmaya 4400
Tip 2 diyabetik normoalbüminürili hasta alındı ve
ilk kez bir ARB’nin mikroalbüminüri gelişimi ris-
kini azalttığı kanıtlandı. Hastaların %80’ine yakını 42. ay sonunda hedef kan basıncı değeri olan 130/80 mmHg hedefine ulaştı.
Sonuç olarak kalp çarpar, akciğer nefes alır ama böbrek
hiçbir gürültü yapmaz. O nedenle hastalar çoğunlukla
son dönemde gelirler ve hiçbir şeyin farkında değillerdir.
Böbrek, kalp için sessiz bir
uyarı sinyali göndermektedir
ve bu sessiz uyarı sinyali mikroalbüminüridir. Bu nedenle
böbreğin, bu sessiz uyarısını
duyacak doktorlara ihtiyacı
vardır.
Kardiyovasküler Hastalık Sürecinde İvabradin
26. Ulusal Kardiyoloji Kongresi’nde “Değişmeye ve Değiştirmeye Hazır mısınız?” başlıklı oturumda konuşan Prof.Dr.
Oktay Ergene (İzmir Atatürk
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Kardiyoloji Kliniği-TKD Başkanı) kardiyovasküler hastalık
sürecinin üç aşamadan oluştuğunu hatırlatarak sözlerine
başladı. Bu sürecin birinci basamağı olarak risk faktörlerini
hatırlatan Dr. Ergene kontrol
altına alınamayan risk faktörlerine yeteri kadar bir süre
maruz kalındığında ateroskleroz meydana geldiğini, ateroskleroz sonucunda koroner
damarlar belirli bir darlığa
ulaştığında iskemik bulguların
oluştuğunu ve bu plakların yırtılması halinde de sürecin miyokard enfarktüs ile sonuçlandığını belirterek, meydana geKasım 2010
len miyokard enfarktüs sonucu kalp kası kaybı
olduğu takdirde de kalp yetersizliğinin ortaya çıktığını söyledi. Prof.Dr. Ergene kardiyovasküler
hastalık sürecinde ivabradin tedavisinin yerine ve
eldeki yeni kanıtlara dair şunları kaydetti:
“Son dönemlerde klinik kullanımımıza sunulmuş
olan ivabradin için bugün elimizde aterosklerozu
yavaşlatabileceğine, iskemiyi düzeltebildiğine, MI
gelişimini veya MI nedeniyle hastaneye yatışları
azaltabileceğine ve kalp yetersizliği tedavisi adına
oldukça pozitif verilerimiz var. Bu kanıtlara sıraActual
Medicine
sıyla bakacak olursak, ateroskleroz gelişimi aşamasından hemen önce endotel disfonksiyonunun meydana geldiği gerçeğinden yola çıkılması gerektiğini hatırlamalıyız.
Endotel disfonksiyonunu genellikle maksimal vazodilatör
kapasitenin tam olup olmadığına bakarak ölçüyoruz. Endotel disfonksiyonu olan olgular (hayvanlarda veya insanlarda) maksimal dilatasyon kapasitesine ulaşamıyorlar yani
vazodilatör kapasite endotel
disfonksiyonu olan olgularda
azalıyor. Bununla ilgili olarak
farelerle yapılan bir çalışmada, dislipidemik farelerde
maksimal vazodilatör kapasite, dislipidemik olmayan farelere göre daha düşük bulunmuştur. Daha sonra bu farelere 3 ay süreyle ivabradin teda63
KONGRE ­ SEMPOZYUM ­ TOPLANTI İZLENİMLERİ
visi verilmiş ve çalışma sonunda ivabradin verilen farelerde
hemen hemen maksimal vazodilatör kapasitenin, dislipidemik olmayan sağlıklı farelerdeki seviyeye ulaştığı görülmüştür. Çarpıcı olan ivabradin tedavisi ile sağlanan bu
önemli etkinlik hem renal
hem de serebral arterler için
aynı bulunmuştur. Serebral
arterlere göre maksimal vazodilatör kapasitenin 3 aylık
ivabradin tedavisinden sonra
düzeldiği saptanmıştır. Genetik olarak dislipidemik farelere
bu kez üç aylık ikinci jenerasyon bir beta bloker verilmiş.
Aynı derecede kalp hızı azalması olmasına rağmen maksimal vazodilatatör kapasitede
hiçbir değişiklik olmadığı görülmüştür. İvabradin’in izole
kalp hızı azaltıcı bir ajan olduğunu özellikle nörohormonal
faktörler üzerinde hiçbir etkisi
olmadığını biliyoruz. Araştırıcılar, ivabradinin ateroskleroz
üzerine neden olumlu etkilerinin olduğu sorusunun cevabı
olarak, kalp hızı azaldığında
damarlar üzerine olan yükün
azalması, nitrik oksit salınımının artması ve maksimal vazodilatatör kapasitenin normale
dönmesi olduğunu ancak aynı etkinin beta blokerlerle elde
edilmediği sonucuna ulaşmışlardır.
Artmış kalp hızının koroner arter hastalığı oluşumundaki
olası patofizyolojik mekanizmalarını, artmış kalp hızı nedeniyle miyokard oksijen tüketiminin artması, artmış di64
yastol süresi kısaldığı için miyokard perfüzyon
zamanının kısalması, ateroskleroz progresyonunun hızlanması, polimer ilişkinin azalması, plak
rüptürü olasılığının ve arteryel sertliğin artması
olarak özetlemek mümkün. İskemi için de, “yeteri kadar darlık oluştuktan sonra ivabradin tedavisinin yararlı etkileri görülebilir mi?” düşüncesi
ile 2005 yılında yapılan 1000 hastayı kapsayan
INITIATIVE çalışmasında ivabradin tedavisi atenolol ile karşılaştırılmış ve ivabradin tedavisinin,
tüm dozlarda egzersiz parametrelerinin hepsinde
en az beta blokerler kadar iyileşme sağladığı, dahası ivabradin tedavisinin aynı kalp hızı azalmasında total egzersiz süresini yüksek doz beta bloker tedavisine oranla 2 kat daha fazla artırdığı
görülmüştür. Daha sonraki dönemde yapılan
ASSOCIATE çalışması ile beta bloker tedavisine
eklenen ivabradinin egzersiz parametrelerinde
ilave bir iyileşme sağlayıp, sağlamadığı araştırılmıştır. Sonuçları 2009 yılında yayımlanan bu çalışma beta bloker tedavisine eklenen ivabradinin
tek başına beta bloker tedavisini alan hastalara
oranla tüm egzersiz testi parametrelerinde 3 kata kadar varan ek iyileşmeler sağladığını kanıtlamıştır. Bu çarpıcı sonuçları destekleyecek şekilde
çalışmada takip edilen hastaların angina atak
sıklığı ve nitrat tüketimleri de benzer oranlarda
azalmıştır.
Yine ivabradin tedavisinin klinik pratikte sağlayabileceği ek avantajları kanıtlamak üzere dizayn
edilmiş bir başka çalışmanın sonuçları 2010 yılında ACC Kongresi’nde sunulmuştur. Çalışmada başlangıçta her iki koldaki hastalar beta bloker tedavi almışlar daha sonra bir kolda beta bloker dozu ikiye katlanmış, diğer kolda ise beta
bloker tedavisine ivabradin 7,5mg eklenmiştir.
Çalışma süresince tekrarlanan egzersiz testleri
sonuçlarına göre beta bloker tedavisine eklenen
ivabradin 7,5mg’ın, beta bloker dozunun ikiye
katlanmasına kıyasla 2 kat daha fazla antiiskemik etkinlik sağladığı görülmüştür.
İvabradin’in miyokard enfarktüs (MI) ile ilgili verileri ise 12 binin üzerinde hastayı kapsayan
BEAUTIfUL(MorBiditiy-mortality EvAlUaTion of
the If inhibitor ivabradine in patients with coroActual
Medicine
nary disease and left ventricULar dysfunction) çalışmasından gelmiştir. Çalışmanın
plasebo kolundaki sonuçlar,
aldığı tüm kılavuz tedavilerine
rağmen kalp hızı 70 vuru/dk
veya üzerinde olan olgularda
ölümcül ve ölümcül olmayan
MI nedeniyle hospitalizasyon
riskinin %46 oranında arttığını, ivabradin kolundaki sonuçlar da alınmakta olan kılavuz
tedavilerine rağmen kalp hızı
halen dakikada 70 vuru veya
üzerinde olan bu hastalarda
tedaviye eklenen ivabradinin
ölümcül ve ölümcül olmayan
MI nedeniyle hospitalizasyon
riskini %36 oranında azalttığını kanıtlamıştır.
Öte taraftan 2010 yılının son
aylarında sonuçları ESC 2010
Kongresi’nde sunulan SHIfT
çalışması da kalp yetmezliği
olgularında artmış kalp hızının
klinik KV sonlanımlar için bağımsız bir risk faktörü olduğunu kanıtlamıştır. Çalışmanın
plasebo kolunun sonuçları net
olarak göstermiştir ki; kalp yetersizliği hastalarında kardiyovasküler ölüm ve kalp yetersizliğine bağlı hospitalizasyon
riski, her 1 vuru/dk’lık kalp hızı artışı ile %3, her 5 vuru/dk’
lık kalp hızı artışı ile %16 oranında artmaktadır. Çalışmanın
İvabradin kolu sonuçları ise,
halihazırda kullanılmakta olan
kılavuz tedavileri ile sağlananın ötesinde SVD’si olan ve
kalp hızı dakikada 70 vuru ve
üzerinde olan kalp yetersizliği
hastalarının tedavisine eklenen ivabradinin, kardiyovasküler ölüm veya kalp yetersizKasım 2010
KONGRE ­ SEMPOZYUM ­ TOPLANTI İZLENİMLERİ
liği nedenli hastaneye yatış ortak riskini %18, kalp yetersizliği nedenli hastaneye yatış
riskini %26 ve kalp yetersizliği nedenli ölüm riskini de %26 oranında azalttığını kanıtlamıştır. Her
biri de istatistiki bakımından ileri derecede an-
lamlı olan bu veriler kalp yetersizliği tedavisinde son 10
yılın ilk yeni kanıtı olmuştur.”
32. Ulusal Kongre Solunum 2010 Gerçekleştirildi
Göğüs hastalıkları alanında
Türkiye’nin ilk bilimsel meslek
kuruluşu “Türkiye Solunum
Araştırmaları Derneği” tarafından düzenlenen “32. Ulusal
Kongre Solunum 2010” Antalya’da gerçekleştirildi. Kongre kapsamında düzenlenen
basın toplantısına Solunum
2010 Kongre Başkanı Doç.Dr.
Filiz Koşar, TÜSAD Başkanı
Prof.Dr. Can Öztürk, TÜSAD
KOAH Çalışma Grubu Başkanı Prof.Dr. Hakan Günen ve
TÜSAD Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Başkanı Prof.Dr.
Tunçalp Demir konuşmacı
olarak katıldılar.
TÜSAD’in 40. Yıl kutlamalarına denk gelen Solunum
2010, ayrıca 2010 Dünya
Akciğer Sağlığı Yılı olması nedeni ile önemli bir misyona da
hizmet etti. Akciğer hastalıklarından kaynaklanan ve sürekli
artış gösteren ölüm oranlarına
dikkat çekmek amacı ile Uluslararası Göğüs Hastalıkları Organizasyonları 2010 yılını
“Dünya Akciğer Sağlığı Yılı”
olarak ilan etti. Bu yıl kuruluşunun 40. yılını kutlayacak
olan Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD) yıl
içerisinde devam ettirdiği ve
ettireceği “akciğer sağlığı konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmek” faaliyetlerine
kongre kapsamında da büyük
önem verdi. Geçtiğimiz sene
Kasım 2010
AIDS, influenza, astım, KOAH
ve akciğer kanseri hastalıklar
arasında da birbirini kötü yönde etkileyerek ölümü kolaylaştırma gibi bir sinerji söz konusu olduğunu ifade etti.
1300 katılımcıya ulaşan kongre bu yıl da 1500
civarı katılımcı için; eğitici kurslar, paneller, konferanslar, karşıt görüş toplantıları, güncelleme
toplantıları, uzmanlık öğrencisi oturumu, olgu
sunumu oturumları ve ayrıca hekimlik mesleği
ve uzmanlık alanını ilgilendiren paramedikal konulara kongre kapsamında yer verdi. Kongre
programı içinde iki kurs Avrupa Bronkoloji ve
Girişimsel Pulmonoloji Derneği ve Türk Toraks
Radyolojisi Derneği ile birlikte gerçekleştirildi.
Buna paralel olarak Solunum 2010 kongre
programı içinde de alanlarında deneyimli ve değerli birçok yabancı bilim insanının katılımı ile bilimsel paylaşım ortamı sağlandı.
Solunum 2010 Kongre Başkanı Doç.Dr. Filiz Koşar, dünyada her yıl yüz milyonlarca insanın akciğer hastalıkları; tüberküloz, astım, pnömoni,
influenza, akciğer kanseri, kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi sağlık problemleri ile uğraşmakta olduğunu ve yine 10 milyondan daha fazla sayıda kişinin bu sebeplerle hayatını kaybetmekte olduğuna dikkat çekti. Kronik solunum
hastalıklarının dünyadaki bütün ölümlerin % 7’sini ve dünya çapında hastalık yükünün % 4’ünü
oluşturduğunu belirten Doç.Dr. Koşar, bu hastalıklardan en çok etkilenen grubun yaşlılar, gençler, vücut direnci düşük ve bakımdan yoksun kişiler olduğunu bildirdi. Ayrıca tüberküloz, HIV/
Actual
Medicine
Dünya genelinde ölümlerin
yaklaşık %20’sinin akciğer
hastalıklarına bağlı olarak
oluşmakta olduğunu bildiren
TÜSAD Başkanı Prof.Dr. Can
Öztürk, kalp hastalıkları ve nörolojik sorunlardan sonra sıralamada akciğer hastalıklarının
geldiğine dikkatleri çekti. Prof.
Dr. Can Öztürk “Yılda yaklaşık
4 milyon kişi KOAH, 3 milyon
kişi pnömoni, 2 milyon kişi ise
akciğer kanseri gibi akciğer
sorunları nedeniyle ölüyor.
Kalp hastalıklarından ölenlerin
sayısının 8 milyon olduğunu
düşünürsek, bu rakamların ne
kadar önemli olduğu ortaya
çıkıyor. Nitekim KOAH’lı hastalar yetişkin nüfusun %510’unu oluşturuyor ve sadece
Avrupa ülkelerinde yılda 30
milyar Euro’luk bir ekonomik
kayba yol açtığı hesaplanıyor.
KOAH dışında, astım, akciğer
kanseri, pnömoni, tüberküloz
gibi sık görülen akciğer hastalıklarını da eklersek, sadece
Avrupa Birliği ülkelerinin akciğer hastalıkları için her yıl 100
milyar Euro’nun üzerinde bir
harcama yaptığını biliyoruz.
Akciğer hastalıklarının gelişiminde, genetik bazı faktörlerin
65
KONGRE ­ SEMPOZYUM ­ TOPLANTI İZLENİMLERİ
yanında çevresel maruziyetler
(kirli hava, allerjenler ve küçük
mikroorganizmalar, gazlar, sigara dumanı, farklı partiküller), solunumsal olarak mesleki bazı etkilenmeler ve tütün
kullanımı en önemli risk unsurları olmaktadır. Son dönemde küresel iklim değişikliği ve ısınma çerçevesinde, atmosferde sera gazı emisyonlarının artması, solunum sistemi hastalıklarını da tetikleyen
bir faktördür. İklim değişikliğinin biyolojik etkilerini azalt-
mak için; fosil yakıtların üretim ve tüketimini asgariye indirmek, yenilenebilir enerji kaynaklarının
kullanımını artırmak, insanların yeşil binalarda ve
yeşil ortamlarda yaşamasını sağlamak önemli bir
adım olacaktır.”
TÜSAD Tütün Kontrolü Çalışma Grubu Başkanı
Prof.Dr. Tunçalp Demir, akciğer hastalıkları içinden en yaygın ve en öldürücülerinin başında gelen akciğer kanseri ve KOAH’ın en önemli nedeninin sigara olduğunu ve yaklaşık 20 milyon insanın sigara içtiği ülkemizde her yıl 100 bin kişinin başta akciğer hastalıkları olmak üzere sigaraya bağlı nedenlerden yaşamını yitirdiğini söyledi.
TÜSAD KOAH Çalışma Grubu Başkanı Prof.Dr.
Hakan Günen ise akciğer sağlığına katkıda bulunmak amacıyla 2010 yılı dahilinde birçok
eğitici toplantılar düzenlediklerini bildirdi. Akciğerden kaynaklanan hastalıkların önemli
bir kısmının başta sigara olmak üzere zararlı gazların ve
tozların solunum yolu ile alınması sonucu oluştuğundan
doğal olarak sigara karşıtı eylemlerin 2010 yılı dernek faaliyetlerinin merkezinde yer aldığını sözlerine ekledi.
XI. Ulusal Romatoloji Kongresi
Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği (RAED) tarafından düzenlenen ve romatoloji
alanında Türkiye’de düzenlenen en geniş kapsamlı kongre
olan, “Ulusal Romatoloji
Kongresi’nin on birincisi,
Ekim ayında Antalya’da gerçekleştirildi. Kongrede Romatoloji alanında yeni bilgiler aktarılarak, deneyimler paylaşıldı
ve eski bilgiler gözden geçirilerek yenilendi. Bu yıl Romatoloji Kongresi’nde 79 yurt
içinden ve 16 yurtdışından öğretim üyesinin katkısıyla 39
konferans ve panel, 7 uydu
sempozyumu ve 2 adet kurs
programı düzenlendi. 550’nin
üzerinde katılımcının yer aldığı
kongrede bu yıl ilk defa Romatolojide Eklem Enjeksiyonları Pratik Kursu ile beraber Aile Hekimlerine yönelik
olarak Romatolojik Hastalara
Pratik Yaklaşım Kursu düzenlendi. Kongrenin basın toplantısına Romatoloji Araştırma ve
Eğitim Derneği Başkanı Prof.
66
Dr. Hasan Yazıcı, Akdeniz Üniversitesi Tıp
Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ender Terzioğlu, Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği
Başkan Yardımcısı Prof.Dr. Sabahattin Yurdakul,
Romatoloji Araştırma ve Eğitim Derneği Genel
Sekreteri Prof.Dr. Vedat Hamuryudan, Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sedat Kiraz, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji
Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Melike
Melikoğlu konuşmacı olarak katıldı.
Konuşmasında ülkemizdeki sağlık sorunlarından
bahseden Prof.Dr. Hasan Yazıcı: “Ülkemiz sağlık
hizmetlerinin ve hekimlik mesleğinin giderek artan sorunları vardır. Romatoloji de bundan payını almıştır. Özellikle "performans" düzeni çok soActual
Medicine
runludur. Sağlık Bakanlığı
hastanelerindeki güncel uygulama ne halk ne de hekim
sağlığına iyi gelmiştir. Şubat
2011 tarihinden itibaren üniversitelerde de uygulandığında zararlar daha da belirgin
olacaktır. Kamuoyunun ve basının unuttuğu ise üniversitelerdeki tam gün çalışma uygulamasının tıp fakülteleriyle
sınırlı olmamasıdır. Tıp fakülteleri dışındaki yerlerdeki hocalara acaba nasıl bir "performans" değerlendirmesi uygulanacaktır? Esas ve ana sorununun temelinde ise birkaç
yıl evvel başka bir açılışta altını çizmeye çalıştığım gibi”
herhangi bir sorun karşısında
-dünya görüşümüz, politik safımız ne olursa olsun değişmeyen- işi hemen kestirmeden, merkeziyetçi, bireye en
az güvenen, çok yönlülükten
ise umacıdan korkar gibi kaçan o eşsiz ve bencil, tekdüzeci kolaycılığımız yatmaktadır
görüşündeyim” dedi.
Kasım 2010
Download