T.C. EGE ÜNøVERSøTESø SAöLIK BøLøMLERø ENSTøTÜSÜ

advertisement
T.C.
EGE ÜNøVERSøTESø
SAöLIK BøLøMLERø ENSTøTÜSÜ
DOXORUBøSøN'E BAöLI KARDøOTOKSøSøTEDE RESVERATROL'UN
ETKøLERøNøN HøSTOLOJøK OLARAK øNCELENMESø
Doktora Tezi
Dr. Onur ORAL
DANIùMAN
Prof. Dr. Ayúegül UYSAL
øZMøR
2008
2
T.C.
EGE ÜNøVERSøTESø
SAöLIK BøLøMLERø ENSTøTÜSÜ
DOXORUBøSøN'E BAöLI KARDøOTOKSøSøTEDE RESVERATROL'UN
ETKøLERøNøN HøSTOLOJøK OLARAK øNCELENMESø
Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı
Doktora Tezi
Dr. Onur ORAL
DANIùMAN
Prof. Dr. Ayúegül UYSAL
øZMøR
2008
3
4
5
Bu tez;
Karakter, ilke ve de÷er yargılarını
Hayatım boyunca örnek aldı÷ım ve
Hakkını asla ödeyemeyece÷im,
Sevgili Babam Yalçın ORAL’ a
øthaf edilmiútir…
6
ÖNSÖZ
Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Doktora e÷itimim boyunca ve tezimin
hazırlanma aúamalarında her türlü yardım ve deste÷ini hep yanımda hissetti÷im
Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Baúkanı Prof. Dr. Mine Yurtseven’e,
Doktora
e÷itim
programım
boyunca;
bilimsel
düúünce
sistemati÷i
çerçevesinde Histoloji ve Embriyoloji biliminin önem ve de÷erini kavramamı
sa÷layan Prof. Dr. Ayúegül Uysal ve Prof. Dr. Meral Baka’ ya,
Tezimin konusunun saptanmasından, araútırmaların ve deneysel çalıúmaların
son anına kadar ve özellikle yazım aúaması süresince sürekli yardım ve katkısını
esirgemeyen Danıúman Hocalarım Prof. Dr. Ayúegül Uysal ve Doç. Dr. Gülperi
Öktem’ e,
Doktora e÷itimim süresi boyunca yapmıú oldu÷umuz ortak çalıúmalarda
eme÷ini hiç eksik etmeyen ve birlikte çalıúmaktan onur duydu÷um, mesleki ve
bilimsel açıdan çok kazanımlarım oldu÷u çalıúma arkadaúlarım Doç. Dr. Hüseyin
Aktu÷, Yrd. Doç. Dr. Utku Ateú, Yrd. Doç. Dr. Altu÷ Yavaúo÷lu, Dr. Serap Uslu, Dr.
Yi÷it Uyanıkgil ’ e ve úu an isimlerini sayamadı÷ım di÷er Histoloji ve Embriyoloji
Anabilim Dalı laboratuar çalıúanlarına ve bu tezin oluúmasındaki bilimsel laboratuar
katkılarını daima hatırlayaca÷ım ve multidisipliner olarak yürüttü÷ümüz çalıúmalarda
kendileriyle paylaútı÷ım seçkin çalıúma ortamı içerisinde ilgi, sevgi ve desteklerini
hep yanımda hissetti÷im ve özverili çalıúmalarını asla esirgemeyen Ege Üniversitesi
Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Ö÷retim Üyelerinden Prof. Dr. Eser
Sözmen’e, Çocuk Onkoloji Bilim dalı ö÷retim üyesi Doç. Dr. Mehmet Kantar’a ve
eme÷i geçen tüm Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi çalıúanlarına ve østanbul
I
Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Ö÷retim
Üyelerinden Prof. Dr. Ayhan Bilir’e,
Tezimin hazırlık aúamasından, son noktasına kadar sınırsız özveri ve saygın
eme÷ini esirgemeyen; sadece mesleki ve bilimsel açıdan de÷il fakat aynı zamanda
etik anlamda da çok úeyler ö÷rendi÷im ve bütün tez çalıúmalarım boyunca de÷erli
mesleki bilgi ve deneyimlerinden yararlandı÷ım ve özellikle lise yıllarımdan itibaren
Hekimlik sanatına ilgi duymama neden olan kuzenim, Dr. Behçet Uz Çocuk
Hastanesi Patoloji Laboratuarı doktorlarından Patolog Doç. Dr. Ragıp Ortaç’ a,
Doktora E÷itim programı kapsamında göstermiú oldu÷u destek, katkı ve
anlayıú için Ege Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitüsü Baúkanı Prof. Dr. Cemal
Eronat ve Sa÷lık Bilimleri Enstitü Sekreteri Melike Örk ve özverili kadrosuna,
Ve özellikle sonsuz özveri ve sevgiyle úekillenen mutlu ve huzurlu aile
ortamıyla bizlerin yetiúmesinde en önemli rolü üstlenen aileme ve tezin basım
aúamasındaki destekleri için kardeúim Gazeteci-Yazar U÷ur Oral’a yürekten
teúekkürlerimi sunarım.
Dr. Onur ORAL
øZMøR, Mart 2008
II
øÇøNDEKøLER
Sayfa No
ÖNSÖZ……………………………………………………………………….............I
øÇøNDEKøLER……………………………………………………………............III
TABLOLAR DøZøNø………………………………………………………...........VI
GRAFøKLER DøZøNø……………………………………………………............VII
ùEKøLLER DøZøNø………………………………………………………..........VIII
RESøMLER DøZøNø………………………………………………………….........IX
BÖLÜM I
GøRøù
1.1.
ARAùTIRMANIN AMACI……………..............…….……………….........1
1.2.
GENEL BøLGøLER
1.2.1.
Kalp Histolojisi ve Embriyolojisi….……………………….……........3
1.2.2.
Antrasiklinler……………………………………….……………......10
1.2.3.
Doksorubisin’in Kardiyotoksisitesi…………………….………........13
1.2.3.1.
Akut Kardiyotoksisite …………………………………….…….......14
1.2.3.2.
Kronik Kardiyotoksisite ………………………………….………....15
1.2.3.3.
Latent Kardiyotoksisite …………………………………….….........15
1.2.4.
Nitrik Oksit ........................................................................................20
1.2.5.
Resveratrol …………………………………………………….........23
1.2.5.1.
Resveratrol’ün Antioksidan Etkileri…………………………….......23
III
Sayfa No
1.2.5.2
Resveratrol’ün Estrojenik Etkileri ……………………………..........28
1.2.5.3.
Resveratrol’ün Biyolojik Etkileri……………………………............29
1.2.5.4.
Resveratrol’ün Yan Etkileri…………………………………............31
BÖLÜM II
GEREÇ VE YÖNTEM………………………………………………….................34
2.1.
Iúık Mikroskobu Takip Yöntemi.........................................................37
2.2.
Hematoksilen Eosin Boya Hazırlanması.............................................38
2.3.
ømmünohistokimyasal Boyamalarda Takip øúlemleri.........................40
2.4.
Elektron Mikroskop Takip øúlemleri...................................................42
2.5.
Nitrit-Nitrat Düzeyi Ölçümleri............................................................46
BÖLÜM III
BULGULAR
3.1.
A÷ırlık Ölçüm Bulguları……………………………..……….….....….........48
3.2.
.
3.3.
Iúık Mikroskobu Histolojik De÷erlendirme…………………….....…...........50
3.4
eNOS ømmünohistokimyasal De÷erlendirmesi …….....………….…...........51
3.5
Nitrit Düzeyleri Ölçümü.................................................................................53
3.6
Nitrat Düzeyleri Ölçümü................................................................................53
3.7
Total Nitrit-Nitrat Düzeyleri Ölçümü.............................................................54
3.8
Yarı ønce Toluidin Mavisi Boyama Sonuçları................................................55
3.9
Elektron Mikroskop De÷erlendirme...............................................................55
p53 ømmünohistokimyasal De÷erlendirmesi…………………….................51
IV
BÖLÜM IV
Sayfa No
TARTIùMA
4.1.
Antrasiklinler ve Doksorubisin …………………………...........……...…....84
4.2.
Doksorubisin’in Toksik Etkileri…………………………….......……...........85
4.3.
Doksorubisin’in Kardiotoksisitesi………………………………...................85
4.4.
Nitrik Oksit (NO)……………………………………………….......….........87
4.5.
Resveratrol’ün Antioksidan Yapısı……………………………......…...........90
BÖLÜM V
SONUÇLAR..............................................................................................................95
BÖLÜM VI
ÖZET VE ABSTRACT
6.1.
ÖZET……………………………………………………………….…..........97
6.2.
ABSTRACT…………………………………………………………............99
BÖLÜM VII
KAYNAKLAR………………………………………………………………........101
ÖZGEÇMøù………………………………………………………………............119
V
TABLOLAR DøZøNø
Tablo No
Sayfa No
1.
Gruplar ………………………………...............................................35
2.
A÷ırlık Ölçüm De÷iúiklikleri …………………….............................49
VI
GRAFøKLER DøZøNø
Grafik No
Sayfa No
1.
Deney Gruplarının Ortalama A÷ırlık De÷iúim Grafi÷i.................50
2.
Grupların p53 Ortalamaları...........................................................52
3.
Grupların eNOS Ortalamaları.......................................................52
4.
Gruplarda Kalp Dokusu Nitrit Düzey Ölçümleri..........................53
5.
Gruplarda Kalp Dokusu Nitrat Düzey Ölçümleri..........................54
6.
Kalp Dokusu Total Nitrit – Nitrat Düzey Ölçümleri.....................54
VII
ùEKøLLER DøZøNø
ùekil No
Sayfa No
1. Doksorubisin’in Kimyasal Yapısı...................................................................10
2. Resveratrol’ün øzomerik Formları: Trans ve Gis............................................25
3. Trans-resveratrol’ün Metabolizasyonu...........................................................26
4. Resveratrol’ün Endoplazmik Retikulum Üzerinden Hücre Kineti÷ine
Etkisi...............................................................................................................28
VIII
RESøMLER DøZøNø
Resim No
Sayfa No
1.
Doksorubisin, Resveratrol, DMSO ve SF uygulaması……….................36
2.
Kapalı eter uygulamasıyla anestezi iúlemi…………………....................37
3.
1. Grupta myokard hücreleri. (x40, HE)....................……………...........56
4.
2. Grupta hasarsız myokard dokusu. (x40, HE)........................................56
5.
3. Grupta myokard dokusunda nekroz odakları. (x40, HE)......................57
6.
4. Grupta myokardial hasar izlenmedi. (x40, HE)....................................57
7.
5. Grupta myokard dokusunda patoloji gözlenmemiútir. (x40, HE).........58
8.
6. Grupta myokard hasarı gözlenmemiútir. (x40, HE)..............................58
9.
1. Grupta myokard hasarı gözlenmemiútir. (x100, HE)............................59
10.
2. Grupta myokard liflerinde hasar saptanmadı.(x100, HE) ....................59
11.
3. Grupta myokardial nekroz oda÷ı. (x100, HE).......................................60
12.
4. Grupta kalp kası hücrelerinde hasar izlenmedi. (x100, HE).................60
13.
5. Grupta myokardial hasar saptanmamıútır. (x100, HE)..........................61
14.
6. Grupta myokard lifleri. (x100, HE).......................................................61
15.
1. Grupta p53 pozitif hücre izlenmemektedir. (x40, DAB)......................62
16.
2. Grupta az sayıda hücrede p53 pozitifli÷i (x40, DAB)..........................62
17.
3. Grupta myokard hücrelerinde yüksek oranda nükleer p53
boyanması. (x40, DAB)............................................................................63
18.
4. Grupta myokard hücrelerinde düúük oranda p53 pozitifli÷i.
(x40, DAB)................................................................................................63
19.
5. Grupta düúük p53 pozitifli÷i. (x40, DAB)............................................64
20.
6. Grupta az sayıda p53 pozitif myokard hücresi. (x40, DAB).................64
21.
1. Grupta p53 pozitif hücre izlenmemektedir. (x100, DAB)....................65
22.
2. Grupta az sayıda p53 pozitifli÷i. (x100, DAB).....................................65
IX
RESøMLER DøZøNø
Resim No
Sayfa No
23.
3. Grupta yüksek p53 pozitifli÷i gösteren alan. (x100, DAB)..................66
24.
4. Grupta myokard hücrelerinde düúük oranda p53 pozitifli÷i.
(x100, DAB)..............................................................................................66
5. Grupta myokard dokusunda 2 adet p53 pozitif hücre.
(x100, DAB)..............................................................................................67
25.
26.
6. Grupta 2 Adet p53 pozitif hücre ve yo÷un immünreaktivite.
(x40, DAB)................................................................................................67
27.
1. Grupta eNOS pozitif hücre izlenmemektedir. (x40, DAB)...................68
28.
2. Grupta eNOS pozitifli÷i saptanmadı. (x40, DAB)................................68
29.
3. Grupta endotel hücrelerinde eNOS pozitifli÷i. (x40, DAB).................69
30.
4. Grupta endotel hücrelerinde eNOS pozitifli÷i saptanmadı.
(x40, DAB)................................................................................................69
31.
5. Grupta endotel hücrelerinde eNOS negatifli÷i. (x40, DAB).................70
32.
6. Grupta eNOS pozitifli÷ine rastlanmamıútır.(x40, DAB)......................70
33.
1. Grupta eNOS pozitifli÷i saptanmadı. (x100, DAB)..............................71
34.
2. Grupta endotel hücrelerinde eNOS negatifli÷i. (x100, DAB)...............71
35.
3. Grupta endotel hücrelerinde eNOS pozitifli÷i. (x100, DAB)...............72
36.
4. Grupta endotel hücrelerinde eNOS negatifli÷i. (x100, DAB)...............72
37.
5. Grupta endotel hücrelerinde eNOS negatifli÷i. (x100, DAB)...............73
38.
6. Grupta myokard hücrelerinde eNOS pozitif hücre saptanmamıútır.
(x40, DAB)................................................................................................73
39.
1. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................74
40.
2. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000)....................................74
41.
2. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................75
X
RESøMLER DøZøNø
Resim No
Sayfa No
42.
3. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................75
43.
3. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................76
44.
3. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................76
45.
4. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................77
46.
4. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................77
47.
5. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................78
48.
5. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................78
49.
6. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................79
50.
6. Grupta kalp dokusu. (Toluidin mavisi, x1000).....................................79
51.
1. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x15000)........................................80
52.
1. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x6000)..........................................80
53.
2. Grupta elektron eikroskop yapısı. (x15000)..........................................81
54.
2. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x10000)........................................81
55.
3. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x15000).......................................82
56.
3. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x7500).........................................82
57.
3. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x7500).........................................83
58.
4. Grupta elektron mikroskop yapısı. (x15000).......................................83
XI
BÖLÜM I
GøRøù
1.1. ARAùTIRMANIN AMACI
Doksorubisin kanser tedavisinde sık kullanılan antrasiklin türevi kemoterapötik
bir
ajandır.
Ancak
kardiyotoksik
yan
etkileri
tedavide
kullanımını
sınırlandırmaktadır.
En fazla görülen toksik etki kalp, sinir sistemi, böbrekler ve intestinal
sistemlerde ortaya çıkmaktadır. Kardiyotoksisitenin etiopatogenezindeki en güncel
teori serbest oksijen radikallerinin zararlandırıcı etkisidir. Kardiyotoksik etkiler
serbest oksijen radikallerinin tetikledi÷i bir takım mekanizmalar ile oluúmaktadır ve
bu süreçte eNOS aracılı÷ıyla oluúturulan NO önemli bir rol oynamaktadır.
Doksorubisinin
radikallerinin
hücre
zararlandırıcı
üzerindeki
etkisi,
etki
lipid
mekanizmaları
peroksidasyonu,
serbest
hücre
içi
oksijen
++
Ca
düzeylerindeki de÷iúiklik, sitokin aktivitesinin ortaya çıkması ve nükleik asit
yapısına girerek H ba÷larını koparması ile karakterizedir. Bu olumsuz etkilerin bir
sonucu olarak kalp kası hücrelerinde nekroz ve apopitozise kadar uzanan hasarlar
meydana gelmektedir.
Resveratrol polyphenol phytoalexin (trans–3.5.4-trihydroxy stilbene) yapısında
olup, son yıllarda araútırılmaya baúlanan do÷al bir maddedir. Resveratrolün
antioksidan, antiproliferatif, antiinflamatuar etkileri çok sayıda araútırmaya konu
olmaktadır.
Doksorubisinin kardiyotoksik etkisinin reaktif oksijen türevleri üzerinden
gerçekleúti÷i göz önüne alındı÷ında, bu sistemi inhibe edici resveratrol gibi
antioksidan maddelerin, bu yan etkiyi azaltmada etkin bir rol oynayabilece÷i akla
gelmektedir.
Bu araútırmada doksorubisin ile akut kardiotoksisite oluúturulmuú sıçanlara
resveratrol verilerek toksik etkinin azaltılıp azaltılamayaca÷ının olası etkilerinin
araútırılması amaçlanmıútır. Doksorubisinin kardiyotoksik etkisi histolojik düzeyde
ıúık ve elektron mikroskobik olarak incelenmiú; kardiyotoksik etki mekanizmalarında
rol oynayan NO’in oluúumunda görevli eNOS ve apopitozis mekanizmalarından
birinde yer alan p53’ün rolü immünohistokimyasal olarak ortaya konmaya çalıúılmıú,
nitrit ve nitrat düzeyleri biyokimyasal incelemelerle de÷erlendirilmiútir.
Bu çalıúmanın amacı, kanserde yaygın olarak kullanılan doksorubisin tedavisini
kısıtlayan bir yan etki olan kardiyotoksisitenin, resvarotrolün antioksidan yapısından
kaynaklanan mekanizmalarla hücre hasarını azaltmaya yönelik etkisini araútırmak
sıçanlarda
ve
doksorubisin
kardiyotoksitesini
histolojik
boyutta
inceleyip
resveratrolün kemoterapi destek tedavisinde kullanılabilirli÷ini araútırmaktır.
2
1.2. GENEL BøLGøLER:
1.2.1. KALP HøSTOLOJøSø VE EMBRøYOLOJøSø
Kalp, düzenli bir pompa olarak çalıúmak üzere katlanmıú, duvarı kalınlaúmıú
bir endotel tüpüdür. Kalp, sistemik kan basıncının esas elamanıdır. Duvarında 3
tabaka bulunup; øçten dıúa do÷ru aúa÷ıdaki úekilde yapılanmıútır (58, 62):
l) Endokardium
2) Miyokardium
3) Epikardium
Endokardium kan ile temas eder, myokardium kontraksiyon yapan tabaka
olup, epikardium ise içinde kalbin yerleúti÷i perikardiumun visseral yapra÷ıdır. Ço÷u
araútırmacı endokardiumu damarların intima tabakası ile miyokardı T. media ve
epikardı T. adventisya ile homolog kabul eder (62).
Endokardium: Atrium ve ventriküllerin içini döúeyen parlak, ince bir
membrandır. Atriumlarda (özellikle sol atriumda) kalın, ventriküllerde daha incedir.
Bu nedenle atrium içinde beyaz renkte, ventriküllerde ise alttaki kalp kasının rengini
aksettirdi÷inden kırmızı renkte görülür. Kan damarlarının kalbe girip çıktı÷ı yerlerde
intima tabakası ile devam eder. Endokardiumda bulunan subtabakalar içten dıúa
do÷ru úöyledir (58):
a) Endotel örtüsü: Poligonal veya yassı, tek sıralı hücrelerden oluúmaktadır.
b) Subendotelial tabaka: Ço÷u yerde ince olup kollajen ve az miktarda elastik
fibril ile fibroblast bulunan gevúek ba÷ dokusundan oluúur.
c) Subendokardial tabaka: Endokardiumun en kalın tabakasıdır. Çok sayıda
elastik fibrıl ve de÷iúik miktarda düz kas bantları bulunur. Chorda tendinea ve
musculus papillares'de subendokardial tabaka yoktur. Endokardiumu myokardiuma
ba÷lar. øçinde uyarım iletici sisteme ait Purkinje demetleri, sinirler ve kan damarları
3
bulunur. Endokardiumun di÷er tabakalarında kapiller damarlar bulunmaz. Bu kısımlar kalbin içinden geçen kan ile beslenirler (31, 62).
Myokardium: Çizgili kalp kası liflerinin iúlevsel bir sinsisyumu olup, kalp
kasının; atrium kası, ventrikül kası ile özelleúmiú uyarıcı ve iletici kas lifleri olmak
üzere üç ana tipini oluúturur. Özelleúmiú kalp kası hücreleri, atrial natriüretik faktörü
sentezlemektedirler. Atriyalnatriüretik faktör, atrial kardiyositlerin gerildiklerinde
salgılanarak hem diürezi hem de idrarla sodyum atılımını uyaran bir pepdiddir (58).
Kalp kası liflerinin düzenlenmesi ve myokardiumun kalınlı÷ı kalbin de÷iúik
bölgelerinde farklıdır. Kalp kası atriumlarda en ince sol ventrikülde ise en kalındır.
Atriumun dıú bölümündeki kaslar transvers ya da oblik seyirlidir. Her iki
atriumu da dıútan sarar. Atriumun iç bölümündeki kaslar ise her iki atriumda birbirinden ba÷ımsız olarak, dıú tabaka kaslarıyla da dik açı yapacak biçimde seyrederler. En içteki kas bantları atriumun aurikula bölümünde bir kabartı yapar (M.
pectinatum). Kaslar dıútan içe do÷ru giderek yo÷unlaúırlar (31).
Ventriküllerdeki kaslar de÷iúik yönlerde seyrederek birçok tabakalar yaparlar.
Yetiúkinde kompakt bir kitle oluúturan kas fibrilleri embriyoda süngerimsi bir a÷
úeklindedir. Ventrikül boúlu÷unun duvarında, birçok embriyonik kas fibrilleri,
endokardiumla örtülü olarak bulunurlar. Bunlara "Trabekula Carnea" adı verilir (56,
62).
Ventrikülde myokard içinde elastik fibriller az miktardadır. Atriumda kas
fibrilleri arasında her yerde elastik fibrıl a÷ı yer alır. Bu elastik fibriller epikard ve
endokardta ki elastik fibrillerle, ayrıca büyük venlerin duvarındaki elastik fibrille
devam eder. En içteki kalp kasları kalbin fibröz iskeletine tutunmaktadır (62).
4
Kalp øskeleti: Kalp yapılarını destekleyen, kalp kası ve kalp kapaklarının
ba÷landı÷ı kompakt fibröz ba÷ dokusudur. Bölümleri:
1- Septum membranaceum
2- Trigonum fibrosum
3- Annuli fibrosi
Septum Membranaceum: Septum interventrikülarenin fibröz bölümüdür.
Yapısındaki kollajen fibriller aponevroz’a benzer úekilde çok düzenli da÷ılım
oluúturur (31,111).
Trigonum
Fibrosum:
Annulus
fibrozaların
arasını
ve
ostium
atrioventrikülare sinistrum ile aort arasındaki aralı÷ın sol köúesini dolduran iki üçgen
úeklindeki sıkı ba÷ dokusu ve fibröz kıkırdak nodüllerden oluúmuútur (31,111).
Annuli Fibrosi: Aorta, A. pulmonalis ve atrioventriküler kanal çevresinde
bulunur. Baúlıca sıkı ba÷ dokusu, kollajen ve elastik fibriller ve az miktarda ya÷
dokusundan oluúmuútur (31, 111).
Annuli ve trigoniumdaki ba÷ dokusunda kondroid doku (kıkırda÷a benzer
doku) adaları bulunur. Kondroid doku hücreleri kıkırdak gibi küre biçimlidir, ara
maddede bazik anilin boyaları ve HE ile koyu renkte boyanır. Kollajen fibrilleri içerir, elastik fibrıl bulunmaz (62).
Epikardium: Perikardın visseral yapra÷ını oluúturan, seröz bir membrandır.
Dıúa bakan yüzeyi tek sıralı, yassı poligonal hücrelerden oluúan bir epitel tabakası
ile örtülüdür. Bu epitele mezotel denir. Hücrelerin apikal yüzeylerinde mikrovilluslar
görülür. Bunlar ileri derecede rezorbsiyon gücüne sahip olan seröz membranların
rezorpsiyon yüzeyini artırmaya yararlar. Mezotel hücreleri kalbin fonksiyonel hacim
de÷iútirmeleri ile ilgili olarak úekil de÷iútirirler (31).
5
Mezotel altında elastik fibril, kan damarları ve sinirleri içeren lamina propria
olarak adlandırılan ince bir ba÷ dokusu bulunur. Lamina proprianın altında ise
subepikardium tabakası bulunur. Kan damarı, sinirler ve de÷iúik miktarda ya÷
dokusunu içeren bir tabakadır. Kalbi kuúatan ya÷ dokusu genellikle bu tabakada birikmiútir. Özellikle atriumda A-V bileúkeye yakın bölümde ya÷ birikimi belirgindir
(31, 111).
Kalbi dıútan saran perikard kesesinin visseral yapra÷ı (epikardium) gibi
parietal yapra÷ı da seröz bir membrandır. Mezotel ile örtülü kollajen, elastik fibrıl,
fibroblast ve makrofajlardan oluúan bir ba÷ dokusu yapısındadır. Parietal perikard
fibröz ba÷ dokusu yapısındadır ve yo÷un kollajen fibrilleri içerir (111).
Kalbin gevúeyip ve kasılması sırasında epikard ve parietal perikard
yapraklarının düz ve nemli yüzleri birbiri üzerinde serbestçe kayar. E÷er bu
yapraklar birbirine yapıúırsa ve aralarındaki mesafe daralırsa (perikarditis’te) kalp
hareketleri önemli derecede sınırlanır (62, 111).
KALP KASI
Kalp kası primer kalp tüpünü oluúturan endotel çevresindeki splanknik
mezodermden geliúir. Zincirsi uzantılar halinde dizilen mezoderm hücreler
ço÷unlukla dallanırlar ve böylelikle kalp sıkı bir örgü demeti halinde meydana
gelmiú olur (56).
Olgun kalp kası hücreleri yaklaúık 80 mikron uzunluk, 15 mikron geniúlikte
olup ve enine çizgilenen bantlaúma gösterirler. Kalp kası hücrelerinde 1 veya 2 soluk
boyanan merkez yerleúimli çekirdek bulunur. Kas lifleri arasında, bol kan ve lenf
damarlarıyla sinirleri içeren, retikulum liflerinden zengin gevúek ba÷ dokusu
görülmektedir.Kalp kasında düzensiz aralıklar ile kalp hücrelerinin zincirlerini
çaprazlayan koyu boyanan transvers çizgiler bulunmaktadır. Hücrelerin birleúme
bölgelerinde diskus interkalaris adında ba÷lantı kompleksleri gözlenir. Bu basamaksı
6
ba÷lantılarda transvers ve lateral bölüm olarak adlandırılan 2 farklı bölge disklerde
baúlıca 3 ba÷lantı kompleksi vardır. Fascia adherens, diskin transvers bölümlerinde
özelleúmiú membran çıkıntılarıdır, terminal sarkomerler de aktin flamentleri için
kanca görevi görür ve aynı zamanda yarı-Z bantları olarak da bilinirler. Macula
adherens (desmosomlar) sabit kasılma esnasında hücreleri birbirine ba÷lar. Gap
junctionlar (neksus) komúu hücreler arasında iyonik süreklili÷i sa÷lar ve bu sayede
hücre zincirindeki kasılma sinyali hücreler arasında dalga halinde yayılır (56).
Kalp kasında T tübül sistemi ve sarkoplazmik retikulum iyi geliúmemiútir.
Yan anastomoslarla birbirine ba÷lanarak a÷ yapan uzunlamasına duran tübüller
bulunmaktadır. Bu tübüllerin uçları geniúleyerek T tübüllerine yaslanır. T tübülleri
sarkolemmanın hücre içine yaptıkları girintilerden oluúur; Z çizgileri hizasındadır
(56).
Kalp hücrelerinde çok sayıda mitokondryon bulunmaktadır. Bunlar
sitoplazmanın %40’ından fazlasını oluúturur, sarkolemma altında ve oldukça düzenli
diziler halinde bulunan miyofilaman demetlerin arasında yer alırlar. Kristaları sık ve
çok sayıdadır. Kalp kasının devamlı aerobik metabolizmaya ihtiyaç duyması
nedeniyle kalbin ana yakıtları olan ya÷ asitleri lipoproteinlerle kalp kası hücrelerine
taúınır, ya÷ asitleri, kalp kası hücrelerinde trigliseridler halinde depolanır. Hücrelerde
stres hali durumunda glikoza çevrilmek üzere glikojen depolanmaktadır (56, 111).
Kalbin atım gücü ve sayısı otonom sinir sisteminin kontrolü altındadır.
Uyarının iletilmesi farklılaúmıú olan özel kalp kası hücrelerinden yapılmıú bir sistem
ile sa÷lanır ve bu sistem sayesinde kalbin kendi kendine kasılabilmesi mümkün olur.
Uyarıyı oluúturup ileten kas dokusunun yapısı normal kalp kasından farklıdır. Bu
liflerde miyofibriller azdır; ço÷unlukla sarkolemmaya yakın (periferik) yerleúimlidir.
Bu hücrelerde glikojen bol miktarda bulunmaktadır. Uyarıyı oluúturan sinoatriyal ve
7
atriyoventriküler dü÷ümlerdeki kas hücreleri kısa, mekik úeklinde ve çapları normal
kas lifinin yarısı kadardır (56).
Atriyal ve ventriküler kaslar arasında yapısal farklılıklar bulunmaktadır. Her
ikisinde de miyoflamentlerin düzenlenmesi birbirine benzemesine karúın artiyal
kaslarda daha az sayıda T tübüllerine rastlanır ve hücreler daha küçüktür. Membranla
sınırlı granüllerin sa÷ atrium kas hücrelerinde daha fazladır. Bu atrial granüller atrial
natriüretik faktör veya atriopeptin olarak bilinen bir hormonun öncüsüdür. Bu
hormon sodyum ve su kaybında böbrekler üzerinde etki gösterir ve antidiüretik
hormon ya da aldesteronun karúıtı olarak iúlev görür (56, 58).
Otonomik sistemin parasempatik ve de sempatik fibrilleri kalbi innerve eder.
Sino-atrial ve A-V dü÷ümlere yakın bölgelerde ganglionik sinir hücreleri ve sinir
fibrilleri vardır (dü÷üm içinde yer almazlar) (56, 58).
Kalp normalde sinirsel ya da di÷er dıú uyaranlarla uyarılmadan ritmik kotraksiyon yapmaktadır, ancak otonomik sistemle hızı de÷iúebilir. Sempatik sinirlerin
uyarılması kalbin ritmini hızlandırılır, parasempatik uyarılma kalbi yavaúlatır (56,
111).
KALP EMBRøYOLOJøSø
Kardiovasküler sistem, embriyoda fonksiyon gösteren ilk sistemdir.
Primordial kalp ve damar sistemi embriyojenik geliúimin üçüncü haftasının
ortalarında belirir. Kardiovasküler sistem (kalp, kan damarları ve kan hücreleri)
mezodermal tabakadan geliúir. Baúlangıçta bir çift olmalarına ragmen, geliúimin 22.
gününde bu iki tüp kıvrılarak;içte bir endokardial tüp ve çevresinde de myokardial
bir örtüden meydana gelen tek bir kalp tüpü oluútururlar (81, 96).
21. günde,uzayan kalp tüpünde, bo÷umlanma ve geniúlemeler dikkat
çekicidir. Bunlar, trunkus arteriosus, bulbus kordis, ventrikül, atrium ve sinus
venozustur. Trunkus arterious, kranial olarak, aorta arkuslarının çıktı÷ı aortik kese ile
8
devam eder. Geniú sinus venosus, sırasıyla; koriyon, vitellüs kesesi ve embryondan
umblikal, vitellin venleri alır (96, 115). Kalp, 4. ile 7. haftalar arasında bilinen 4
boúluklu yapısına kavuúur. Kalp dördüncü haftanın baúında çalıúmaya baúlar. Bu
erken kalp geliúimi; kendi besin ve oksijen ihtiyacını sadece difüzyon yoluyla daha
fazla karúılamayan embriyo için gereklidir (81, 115).
Kalp
geiúiminin
ilk
belirtisi
üçüncü
haftada,
endoteliyal
kordon
çiftinin,anjiyoblastik kordonların, belirmesidir. Bu kordonlar kanalize olarak
endokardiyal kalp tüplerini oluútururlar ve bunlar daha sonra birlúerek üçüncü
haftanın sonlarında tübüler kalbi yapar. Kalp 22 – 23. günde atmaya baúlar.
Embryonik endodermden bir indüktif etkiyle kalbin erken oluúumunu uyarır (81,96).
Kalp uzayıp e÷im yaparken, giderek,perikard boúlu÷una invagine olur.
Baúlangıçta kalp,bu boúlu÷un dorsal duvarından ön ba÷ırsak splaknoplörik
mezodermin oluúturdu÷u dorsal mezokardium ile asılı durur ve bu dorsal
mezokardiumun merkezi kısmı kısa zamanda dejenere olur. Dejenere olan dorsal
mezokardium transvers ya da oblik perikard sinusü meydana getirir. Bu sinus,
perikard boúlu÷unun sa÷ ve sol taraflarının iliúkisini sa÷lar. Kalp tüpü böylelikle,
yalnızca kranial ve kaudal sonlarıyla perikard boúlu÷una yapıúırlar (81, 96).
Kalpteki septum oluúumu, kısmen atrioventiküler kanalda (atrioventriküler
yastıklar) ,kısmen de konotrunkal bölgedeki (konotrunkal úiúkinlikler) endokardiyal
yastık dokusunun geliúimine ba÷lıdır. Yastık dokusunun yerleúimi nedeniyle, birçok
kardiyak malformasyon, anormal yastık dokusu morfegenezine ba÷lıdır (96, 115).
9
1.2.2. ANTRASøKLøNLER
Antrasiklin’ler 1960’larda kullanılmaya baúlanan bir antineoplastik ilaç
grubudur. Çok çeúitli etki mekanizmaları oldu÷u için karsinom ve sarkom,
hematolojik neoplazilere karúı kullanılabilirli÷i göz önüne alındı÷ı takdirde önemi
ortaya çıkmaktadır. Antrasiklin molekülü, kırmızı renk veren ve bir aminoúekere
ba÷lı olan tetrasiklik nukleus’tan oluúur. Antrasiklin halkası lipofiliktir; ancak halka
sisteminin çözünmüú olan ucu, aminoúekerlere bitiúik olan ve hidrofilik bir merkez
meydana getiren bol miktarda hidroksil grup içerir. Bu molekül ise amfoteriktir.
Halka fenolik gruplarının asidik fonksiyonlarını ve úeker amino grubunun temel
fonksiyonlarını içerir (ùekil: 1) (80).
ùekil 1: Doksorubisinin kimyasal yapısı (80).
Hem hücre membranlarıyla hem de plazma proteinleriyle birleúebilir.
Antrasiklinlerin, hücre membranı ile do÷rudan etkileúmek suretiyle sitotoksik
etkilerini gösterebilmeleri mümkündür (80). Doksorubisinin kötü huylu hücreler ve
çeúitli organlar üzerindeki sitotoksik etkisinin, doksorubisinin nükleotid baz
interkalaksiyonu ve hücre membranındaki lipid fraksiyonları ile birleúmesi sonucunda
oldu÷u düúünülmektedir (10). Nükleik asitlere ve hücresel membranlara ilave olarak,
10
antrasiklinler tarafından oluúturulan sitotoksik aktivite, ayrıca hücrelerin sitoplazmik
iskelet proteinlerini de etkilemektedir (80).
Özellikle çocukluk ve adolesan ça÷da, kanser hastalı÷ının tedavisinde sıklıkla
kullanılan ve tedavi gücü yüksek ajanların baúında antrasiklinler, yani daunorubisin,
doksorubisin ve idarubisin gelmektedir (119).
Bu grup dahilinde idarubisin ve daunomisinin kullanımı akut lösemilerle
sınırlı olmasına ra÷men doksorubisin akut lösemiler, lenfomalar, kemik ve yumuúak
doku tümörleri, Wilms tümörü, nöroblastom ve hepatoblastom gibi neoplazilerde
sıklıkla kullanılmaktadır (107).
Kemik ili÷i, saç folikülü, epitel ve kanser hücreleri gibi hızla ço÷alan hücreler,
topoizomeraz II-transkripsiyon inhibitörü olan bu ilaca karúı en hassas olan
hücrelerdir. Yani, DNA’ya eklenen doksorubisin, kovalent bir enzim-DNA
intermediyat kompleksini stabilize eder ve böylece DNA kırılmalarının yeniden
birleúmesini önler. ønterkalasyon nükleotid ço÷almasını, DNA aktivitesini ve RNA
polimerazlarını inhibe etmektedir. Topoizomeraz II etkileúiminin, doksorubisinin
sitosidal aktivitesinin önemli bir mekanizması oldu÷u düúünülmektedir (10).
Doksorubisin hücre iskelet kasında miyofibril demetlerinin yo÷unlu÷unda azalma
(49), Z-Disk yapısında de÷iúim, aktin flamanlarda düzensizlik ve depolimerizasyon
gibi olaylara sebep olurlar (12, 65).
Doksorubisin ayrıca sıçanlarda neonatal kalp kası hücrelerinde siklooksigenaz
(COX) aktivitesini indükte etmektedir (63). Bu olay, COX–2 geni ekspresyonuna
ba÷lıdır (99). COX–2 promoter’i inflamatuar ya da akut faz geninin tepki
elementlerini içerir (130). COX–2 ayrıca mRNA stabilitesi modülasyonu ile
düzenlenir (72, 99). COX-2’nin pek çok hücre çeúidinde apopitozise karúı koruyucu
11
oldu÷u görülmüútür (73, 99). COX-2’nin inhibe edilmesi, doksorubisin tarafından
hasara u÷rayan hücrelerin apopitozisine neden olmuútur. Doksorubisinin COX–2
enzimi
üzerinden
araúidonik
asit
metabolizması
üzerinde
etkili
olması
prostoglandinlerin bu kemoteropatik ajanın yan etkilerini azaltmada kullanılabilirli÷i
ortaya çıkartmaktadır (63).
Doksorubisinin toksik etkilerinin fazla olması ve çok çeúitli yan etkilerinin
varlı÷ı ilacın kullanımını kısıtlayan en önemli faktörlerdir. Uzun süreli doksorubisin
kullanımına
ba÷lı
toksik
etkilerin
detaylı
mekanizmaları
henüz
tamamen
anlaúılamamıútır. Çeúitli çalıúmalarda doksorubisinin serbest oksijen radikallerine
yardım etti÷i, ATPase, cAMP ve lipid peroksidasyonun toksik etkilerin ortaya
çıkmasında baúrolü oynadı÷ı ortaya konmuútur. Doksorubisinin baúlıca metaboliti
+ +
+
olan doksorubisinol, Na K ATPase, Mg2 ATPase ve Ca2+ATPase’in güçlü bir
inhibitörüdür (42). Ayrıca doksorubisin ve metabolitleri, deneysel modellerde
bakteriyel sistemler, memeli kültür hücreleri, diúi Sparague-Dawley sıçanları üzerinde
mutajenik ve karsinojenik özellikler göstermiútir. ønsanlarda ve deney hayvanlarında
her iki cins için de, fertilite üzerindeki muhtemel yan etkileri yeterince
de÷erlendirilmemiútir
(28).
Akut
non-lenfositik
lösemilerin
bazen,
de÷iúik
neoplazilerin doksorubisin içeren çoklu ilaç tedavisinden birkaç yıl sonra
görülebildi÷i bildirilmiútir (49). Hayvan araútırmalarında deneysel tümörlerde,
immünosupresyon, geciken ya da ilerleyen kardiyak toksisite gibi çeúitli toksik
etkilerin indükte edilmesi, bütün canlılarda myelosupresyon, sıçanlarda ve köpeklerde
testis atrofisi gibi yan etkiler tespit edilmiútir (118).
12
1.2.3. DOKSORUBøSøN’øN KARDøYOTOKSøSøTESø
Doksorubisinin
kardiyotoksisite
mekanizması;
serbest
reaktif
oksijen
radikallerinin formasyonu, direkt DNA hasarı veya DNA onarımının bozulması ve
antijen sa÷layıcı hücrelerin neden oldu÷u immunolojik reaksiyonların indüksiyonu
olarak özetlenebilir (29, 38, 129).
Hücre seviyesinde Cu (II) ve Fe (III) azaltılması yolu ile meydana gelen
doksorubisin kardiyotoksisitesi serbest radikal oluúumunda etkilidir (2).
Doksorubisinin apopitozisi indükte etti÷i hücre kültürlerinde sıçanlarda invivo
modellerinde gösterilmiútir (130). Miyokardiyal apopitozisin akut ve kronik miyosit
kaybının yaygın bir mekanizması oldu÷u öne sürülmektedir (88, 100, 101). Ayrıca,
Billingham ve di÷erlerinin klasik araútırmasında, küçülmüú fokal kardiyomiyositlerin
apopitozis tipi hücre morfolojisi ile miyofibriler lizis arasında iliúki oldu÷u
belirtilmiútir (12).
ønsanda doksorubisinin histopatolojik etkileri otopsi ve endomiyokardiyal
biyopsi ile incelenmiútir. Otopside mikroskobik olarak incelenen miyokardiyal
bölümlerde, interstitial ödemi olan kardiyak hücrelerde bariz bir vakuolar
dejenerasyon görülmüútür. Viral kardiyomiyopatideki de÷iúim tanımlarına karúı
olarak inflamatuar de÷iúim yoktur. Elektronmikroskobik olarak, sarkoplasmik
retikulumun yayılması ve úiúmesi yüzünden hücre içi vakuol oluúmaktadır. Toplam
doksorubisin dozu arttıkça bu de÷iúimlerin sıklı÷ı ve úiddeti de artmaktadır (114).
Kardiyotoksisitede miyokard liflerindeki primer patolojik de÷iúiklikler,
destrüksiyon (kas lifi nekrozu, apopitozis), miyofibrillerin kaybı ve sarkoplazmik
vakuolizasyondur (11). øki tip miyokardiyal hasar vardır. Birincisi miyofibriller
13
kayıptır. Bu durumda mitokondri küçüktür ve bozulmadan korunmaktadır. økincisi
vakuolar dejenerasyondur, en erken belirtisi sarkoplazmik retikulumda yayılmadır ve
bunu takiben úiúme ve birleúme meydana gelir. Her iki lezyon da ilerleyerek
mitokondrinin ölümüne sebep olur ve bu noktada mitokondri úiúerek dejenere olur
(11).
Klinik bulgular ıúı÷ında birçok kemoteropatik ilaçta oldu÷u gibi antrasikline
ba÷lı kardiyotoksisiteyi üç kategoride inceleyebilmek mümkündür (39).
1.2.3.1. AKUT KARDøYOTOKSøSøTE
Akut kardiotoksisite, doksorubisin infüzyonundan sonra geri dönüúümlü
olarak miyokardiyal fonksiyonun depresyonu olarak açıklanabilir. Doksorubisinin
kesilmesinden
sonra
durumda
düzelme
gözlenir.
Günümüz
kanser
tedavi
protokollerinde hastalarda böyle bir toksisitenin görülme sıklı÷ı %1’in altındadır. ølk
hafta içinde miyokardiyal kontraktilitede azalma görülür (106).
Nadiren de olsa konjestif kalp yetmezli÷i oluúabilir. Çok az görülse de, akut
dönemde ciddi aritmiler ventriküler ve supraventriküler taúikardiler, miyokarditperikardit sendromu ve aynı zamanda sol ventrikül fonksiyonlarında ani düúme de
kaydedilebilir. Miyelosupresyon, mukozit, bulantı, kusma, diyare ve alopesi gibi bazı
durumları antrasiklinlerin akut toksisiteleri arasında sayılmaktadır. Bunun yanında
nadiren de olsa özgül olmayan EKG de÷iúiklikleri de bildirilmektedir. Söz konusu
tablonun ve durumun en ciddi úeklinde ise perikarditle iliúkili olarak hızlı baúlangıçlı
konjestif yetmezlik bulunmaktadır. Ço÷u zaman akut asemptomatik kardiyak
de÷iúiklikler kalıcı de÷ildir ve daha sonraki antrasiklin uygulamalarına engelleyici bir
etkide bulunmamaktadır (39, 128).
14
1.2.3.2. KRONøK KARDøYOTOKSøSøTE
Kronik kardiotoksisite erken ve geç baúlangıçlı olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Bu sınıflandırmada kriter, baúlangıcın terapi sonrasında bir yıl içinde
mi yoksa bir yıldan fazla zaman içinde mi ortaya çıktı÷ıdır. Ancak bu sınıflandırma,
her iki durumda da belirtiler aynı oldu÷u için fazla klinik de÷er taúımaz. Erken
baúlangıçlı kronik progresif antrasiklin kardiyotoksisitesi antrasiklin sa÷altımının
bitimini takip eden 1 yıl içinde gözlenir (39).
Bazı risk faktörleri gündeme gelebilir. ùöyle ki antrasiklin tedavisinin
kesilmesine ra÷men persistan olabilmesi ya da progresyon içine girmesi de ihtimal
dahilindedir. Çocuklardaki uygulamalarda dilate veya daha sık olarak restriktif tip
kardiyomiyopati dikkat çekmektedir. Geç baúlangıçlı progresif sa÷altımının
kesilmesinden en az 1 yıllık latent döneminden sonra görülmeye baúlanır (39).
1.2.3.3. LATENT KARDøYOTOKSøSøTE
Latent kardiotoksisite, hiçbir sol ventrikül disfonksiyonu veya aritmi bulguları
saptanamazken klinik bulgular ortaya çıkmaya baúlar. Sıklıkla progresif olarak
restriktif veya dilate kardiyomyopati geliúmesi ile karakterlidir. Geç kardiyak
toksisite açısından güvenilir antrasiklin dozu bilinmemekle beraber düúük dozların da
etkili olabilece÷i iddia edilmektedir (39, 128).
Malign kemik tümörü sa÷altımını bitiren olgularda yapılan bir çalıúmada geç
kardiyotoksisiteyi saptamada ekokardiyografide sol ventrikül posterior duvar
kalınlı÷ının ölçülmesinin duyarlı bir yöntem oldu÷u vurgulanmıútır (93).
Antrasiklinlere ba÷lı kardiyotoksisiteyi ortaya koymak için de÷iúik laboratuar
yöntemleri bulunmaktadır. En duyarlı ve do÷rudan tanı yöntemi endomiyokardiyal
15
biyopsidir (11). Ancak invaziv, pahalı ve teknik donanım gerektirdi÷inden pratikte
kullanımı son derece kısıtlıdır. Ekokardiyografik incelemeler ve radyonükleer
sineanjiografiler, düúük kümülatif dozlarda fonksiyonel anormallikleri saptayabilir
(82). Bir baúka laboratuar çalıúmasında MUGA (Multiple Gated Acquisition)
sintigrafisinin, adriamisin kardiyotoksisitesini, düúük dozlarda bile yakalayabilece÷i
ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ile miyokardiyal hareketlerdeki bozulmayı
gösterebilece÷i iddia edilmiútir (2).
Çocuklarda gecikmeli kardiyak toksisitenin belli bir riski vardır çünkü
doksorubisin
tarafından
indükte
edilen
kardiyomiyopati
çocuk
büyüdükçe
miyokardiyal geliúimi zayıflatır ve sonuçta erken yetiúkinlikte konjestif kalp
yetmezli÷ine neden olabilir (66).
Antrasiklin uygulama úeklinin rölatif olarak kardiyotoksisite geliútirme riskini
artırdı÷ı
konusunda
kanıtlar
bulunmaktadır.
Geniú
osteosarkom
serilerinde
doksorubisinin kümülatif olarak 480 mg/m2 4–6 saatlik infüzyon uygulanmasından 1–
12 hafta sonra % 4 oranında ciddi düzeyde klinik kardiyotoksisite geliúti÷i
bildirilmiútir (67). Ortalama 341 mg/m2 doksorubisini 20 dakikalık infüzyonla alan
113 kanserli çocukta ise % 13 oranında kardiyak disfonksiyon geliúti÷i ve bunların
yarısının progresyon sonucu kalp yetmezli÷inden kaybedildi÷i bildirilmiútir (32).
Aynı araútırmacılar doksorubisini 2 saat veya 72 saat infüzyonla uyguladıkları
97 çocukta ise kardiyotoksisiteyi % 1 oranında bildirmiúlerdir (9).
Çocuklarda kardiyak toksisite riski yüksek olup özellikle 5 yaúın altında
olanlarda daha belirgindir (63, 95, 122). Kümülatif doksorubisin dozu ne kadar fazla
ise kızlardaki etkilenmenin o kadar belirgin oldu÷u gözlenmiútir (69). Wilms tümörlü
kızlarda konjestif kalp yetmezli÷i için rölatif risk 4,5 olarak bildirilmektedir (7).
16
øzlem süresi arttıkça, kardiyak sorunlarla ilgili bulguların arttı÷ı bilinmektedir
(69, 93). Bu artıútan geç baúlangıçlı kardiyotoksisite geliúen hastalar sorumlu
tutulmaktadır. Klinik gözlemler dıúında, sürekli veya bolus infüzyonla doksorubisin
alan çocuklarda yapılan bir çalıúmada kardiyak troponin T düzeylerinde yükselmeler
oldu÷u ve kardiyak hasarın, sürekli infüzyon uygulanan grupta düúük doksorubisin
konsantrasyonları ile de önlenemedi÷i vurgulanmıútır (70).
Bolus veya infüzyonla uygulanan antrasiklin sa÷altımının geç dönemde yan
etkilerini inceleyen geriye dönük bir çalıúmada, bolus alan grupta ekokardiyografiyle
% 20 kardiyak disfonksiyon saptanırken, infüzyon alan grupta bu oran % 11
bulunmuútur.
Ancak
iki
grup
arasındaki
fark
istatistiksel
olarak
anlamlı
bulunmamıútır (43). Benzer bulgu, 1 saat ile 48 saat doksorubisin infüzyonunu
araútıran bir çalıúmada da saptanmıú, infüzyon süresinin ilerleyici subklinik
toksisiteyi engelleyemedi÷i gösterilmiútir (68).
Antrasiklinler dıúında mitoksantron, yüksek doz siklofosfamid, amsakrin,
bleomisin ve vinkristin de kardiyotoksisiteye katkıda bulunabilmektedir (4, 39).
NWTS çalıúmalarında Wilms tümör için sol üst kadran ıúınlamasının rölatif
riski 1,8 kat artırdı÷ı görülmüútür ama eú zamanlı mediasten ıúınlaması ve antrasiklin
uygulamasının kardiyotoksisiteyi artırdı÷ı geniú olarak kabul edilen bir görüú
olmasına karúın bu konuda kesinlik yoktur (7).
Sa÷altımdan önce veya sa÷altım aralarında bu de÷erlendirmeler yapılmakla
beraber, optimal tarama yönteminin ne oldu÷u ve alınacak sonuca göre nasıl doz
modifikasyonu yapılması gerekti÷i de tam bilinmemektedir (50, 71, 110).
17
Bu nedenle gizli kalmıú kardiyotoksisiteyi belirlemek için yeni göstergelere de
gereksinim vardır. Günümüzde antrasiklinin kardiyak toksisitesini önlemek için
güncel yaklaúımlar úu úekilde açıklanabilir; ilaç uygulama úemalarının de÷iútirilmesi,
miyokardı koruyacak ilaçların aynı anda uygulanması, daha az toksik antrasiklin
analoglarının ve yeni morfolino antrasiklin türevlerinin geliútirilmesi úeklindedir (8,
21).
Haftalık düúük doz uygulamalarıyla veya 6–96 saatlik infüzyonlarla,
antitümör etki azalmadan plazmada düúük antrasiklin konsantrasyonları sa÷lanabilir
ve kardiyotoksisitenin azaltılabilece÷i bildirilmektedir (1, 24, 48, 64, 103).
En çok ümit veren kardiyoprotektif ajan, úelatlayıcı deksrazoksandır ( ICRF–
187). Preklinik çalıúmalar, ilacın antrasiklin kardiyotoksisitesini bloke etme
yetene÷inde oldu÷unu göstermiútir (102). Yapılan araútırmalarda klinik ve subklinik
kardiyak toksisitenin konjestif kalp yetmezli÷i, nükleer sintigrafilerde sol ventrikül
ejeksiyon fraksiyonunun azalması ve endomiyokardiyal biyopsi bulgularının
deksrazoksanla belirgin olarak azaldı÷ını göstermiútir (102, 108). Deksrazoksanın
kardiyoprotektif etkisi çocuklarda da randomize bir çalıúmada gösterilmiútir (124). Bu
grup ilaçların ekstravaze olması durumunda ise önemli ölçüde lokal doku hasarı ve
derin a÷ır ülserasyonlar gündeme gelebilmektedir. Bununla birlikte, radyoterapi
sırasında kullanılmaları halinde ise antrasiklinler baúta deri, karaci÷er, özofagus,
akci÷er ve kalpte oluúan reaksiyonları potansiyelize etme etkisine sahiptirler (102).
Cerrahi müdahalelerde ve adjuvant kemoterapik ajanların artan kullanımı
yüzünden, daha fazla hastanın kardiyotoksik dozda doksorubisin alması muhtemeldir.
Bunlar göz önüne alındı÷ında, risk faktörlerini tanımlama, daha fazla dozu tolere
18
edebilecek hastalar hakkında tahmin yürütme ve mümkünse kardiyomiyopatiyi
engelleme konularına duyulan ihtiyaç aúikâr olmaktadır.
Doksorubisin kardiyomiyopatinin önlenmesi için, pek çok araútırmacı,
doksorubisinin kalp üzerindeki zararlı etkilerinin mekanizmasını destekleyen
kuramlara dayanarak, farmakolojik veya egzojen maddelerin kullanımı ya da di÷er
yaklaúımlar ile hasar derecesini minimize etmeye çalıúmıúlardır (83).
Üzerinde en çok durulan ajanlardan biri tokaferol, yani E vitaminidir. E
vitamini farmakolojik ve fizyolojik özeliklerinin yanı sıra serbest radikalleri yok eder.
Tavúan ve sıçanlarda E vitamini eksikli÷i, doksorubisin kaynaklı kardiyak lezyonların
histopatolojik etkilerine benzer bir miyopatiye yol açar (83).
Yakın zamanda Van Vleet ve Ferrans yaptıkları araútırmada E vitamini
takviyesinin, doksorubisin ile tedavi edilmiú tavúanların yaúamını uzattı÷ını ancak
kardiyomiyopatiden korunmak için sadece çok yüksek dozların iúe yaradı÷ını
bildirmiúlerdir (117). E vitamini invitro olarak doksorubisinin indükte etti÷i serbest
radikal ve malondialdehyde oluúumunu azaltmaktadır (113). Son olarak, tavúanlarda
yapılan uzun dönemli doz araútırmasına göre, Breed ve arkadaúları çok yüksek
dozlardaki vitaminin bile kardiyomiyopatiye karúı koruyucu etkisinin olmadı÷ını
bildirmiúlerdir (16). Yani, hayvan çalıúmaları yüksek dozda E vitaminin etkileri
hakkında çeliúkili sonuçlar sunmuútur. Ancak çalıúmalardan gelen iyi sonuçlardan
bazıları olan belirgin toksisite azlı÷ı ve doksorubisinin kemoterapi aktivitesinin
de÷iúim göstermemiú olması gözlemleridir ve bu sonuçlar, bu tip çalıúmaların
insanlar üzerinde de yapılması için teúvik edici olmuútur.
Doksorubisinin hücresel hasarında, DNA yapısını bozması yanı sıra apopitozisi
indüklemesi ve serbest oksijen radikalleri üzerinden oluúturdu÷u toksik etki baúrolü
19
oynamaktadır. Serbest oksijen radikallerinden biri olan nitrik oksitin (NO)
kardiovasküler sistem patolojilerindeki rolü birçok çalıúmada ortaya konmuútur (40).
Garner ve arkadaúlarının bir çalıúmasında doksorubisine ba÷lı kardiyak
toksisitede nitrik oksitin sorumlu oldu÷una dair sonuçlar mevcuttur (36). Bu bakıú
açısından de÷erlendirildi÷inde lipit peroksidasyonunun engellenmesi ve NO
sentezinin azaltılması doksorubisinin myokardial toksisitesini hafifletebilir. Nitrik
oksit ve serbest oksijen radikalleri oluúumunu inhibe eden birçok maddenin toksik
etkileri önlemedeki rolü çalıúma konusu olmaktadır (40).
Doksorubisinin sitotoksik etkisi kısmen molekülün yapısındaki quinone
iskeletine ba÷lıdır. Doksorubisinin yapısındaki quinone, bir serbest radikal olan
NADPH-sitokrom p–450 tarafından semiquinone çevrilerek serbest oksijen
radikalleri oluúumuna neden olur (117). Hanan ve arkadaúlarının bir çalıúmasında 10
mg/kg doksorubisin verilmiú sıçanlarda kalp kasında serbest oksijen radikalleri ve NO
düzeylerinin normalin 8 katı düzeylere ulaútı÷ı bildirilmektedir (44).
1.2.4. NøTRøK OKSøT
Nitrit Oksit (NO) arjinin amino asidinin guanidin grubunda yer alan, nitrojen
atomu ile moleküler oksijenin reaksiyona girmesi sonucu oluúan, lipid ve suda
çözünen kısa ömürlü serbest bir radikaldir. Organizmanın birçok iúlevinde ve birçok
hastalık durumunda rol alır. Hemen hemen her hücre tarafından üretilir ve her hücre
üzerine de etkinlik gösterir. Bu nedenle, nitrik oksit genel aracı bir moleküldür.
Endothelium-derived relaxing factor (EDRF) olarak da bilinen nitrik oksit, birçok
organ sisteminde mevcuttur (84, 91). NO’ in oluúumunu katalize eden enzim olan
nitrikoksit sentaz (NOS) fizikokimyasal ve kinetik özelliklerine göre yapısal ve
indüklenebilir olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Ayrıca bu enzimin üç tip
20
izoformu bulunmaktadır. Bunlar endotel hücrelerinde eNOS, nöronlarda nNOS ve
indüklenebilir form olarak da iNOS úeklinde bulunmaktadır. Sırasıyla kromozom 12
ve 16 tarafından kodlanan, nNOS ve eNOS fizyolojik úartlarda, ilgili reseptörlerin
uyarılmasına cevap olarak aktif hale geçerler ve bunun için de Ca
++
'a ihtiyaç
duyarlar, bu nedenle yapısal NOS olarak adlandırılırlar (19).
eNOS ve nNOS, asetilkolin ve bradikinin gibi hücre içi kalsiyum
konsantrasyonunu artıran ajanlarca aktiflenir. Nöronlardan ve endotelyal hücrelerden
izole edilen kantitatif NOS'in sentez süresi kısa ve üretilen NO miktarı çok düúüktür.
Bunun nedeni, hücre içi iyonize kalsiyum konsantrasyonu azalmaya baúladı÷ı anda,
enzimin inaktif duruma geçmesidir (85). Hücrede eNOS membrana ba÷lı bulunurken
nNOS sitozolde bulunur. Di÷erlerinin aksine, hücre içinde bulunmayan iNOS,
kromozom 7 tarafından kodlanır (46, 79). Makrofajlar ve di÷er ba÷ıúıklık
hücrelerinde bulunur ve sitokinlerce uyarılır. Bu izoforma ayrıca immünolojik NOS
da denilmektedir. Özellikle bakteri lipopolisakkaritleri ve interferon gama (IFNg) ile
uyarılan makrofajlar bol miktarda NO üretirler. Bu úekilde iNOS ile üretilen NO
sentezi saatlerce hatta günlerce devam edebilir (47, 75). iNOS vasıtasıyla üretilen
makrofaj kaynaklı NO, bakteri, parazit ve tümör hücreleri üzerine sitotoksik etki
yaparken, DNA ve RNA virüslerinin bazılarının yayılmasını da önlemektedir (86).
Vücutta nitrik oksit konsantrasyonu düzenli olarak düúük seviyede
dalgalanmalar göstermekte ve eNOS ve nNOS tarafından kontrol edilmektedir. Bu iki
enzimin sentezi posttranskripsiyonel seviyede kontrol edilirken, iNOS uygun
uyarılara yanıt olarak sentezlenmektedir. Enfeksiyon, enflamasyon veya vasküler
travma durumlarında iNOS’un üretti÷i nitrik oksit seviyesi, fizyolojik sınırların
oldukça üstündedir. Bu durum, hücresel süperoksit anyon varlı÷ında ileri derecede
21
toksik olan peroksit nitrit molekülünün oluúmasına neden olur ve bunun sonucunda
da lipid peroksidasyonu, DNA fragmantasyonu, plazma antioksidanlarının azalması,
protein hasarı ve endotelyal düz kas gevúemesinin engellenmesi gibi nedenlerle
hücresel hasar oluúabilmektedir (13).
Sonuç olarak, di÷er serbest oksijen radikalleri her konsantrasyonda zararlı
iken,
NO
düúük
konsantrasyonlarda
kan
basıncı
ve
sindirim
sisteminin
düzenlenmesinden, konak savunması ve özgül olmayan immüniteye kadar birçok
önemli fizyolojik olayların düzenlenmesinde rol oynamaktadır. Di÷er bir deyiúle,
nitrik oksit düúük seviyede hücresel fonksiyonları pozitif olarak etkilerken, yüksek
konsantrasyonlarda hücre üzerinde toksik etkiler yaratmaktadır (13).
NO, proinflamatuar veya antiinflamatuar etkileriyle de akut ve kronik
inflamasyonda önemli bir role sahiptir. NO oldukça reaktif bir molekül oldu÷unu
peroksinitrit oluúumu yoluyla oksidan etki gösterdi÷ini ve bu oksidan özelli÷i ile
bakterisid ve tümör hücrelerine karúı sitotoksik etki de bulundu÷u ve savunma
sisteminin bir parçası olarak görev yaptı÷ı çeúitli çalıúmalarda ortaya konmuútur (84,
89).
NO’in mast hücre aktivasyonunu inhibe edici etkileri ile ilgili yapılan
çalıúmalarda; sıçanlara kimyasal NO uygulanması sonucunda, mast hücre
degranülasyonu ve mast hücre ba÷ımlı vasküler endotelyuma lökosit adezyonunda
inhibisyon meydana geldi÷i gösterilmiútir (78).
Ayrıca NO’in nöroblastoma hücrelerinde p53 aracılı÷ı ile apopitozisi
indükleyici etkisi gösterilmesine ra÷men aynı zamanda apopitozis gerçekleúmesinde
rol oynayan kaspazlar olarak bilinen enzimlerin aktivasyonlarını engelleyerek
22
apopitozisi engelledi÷i de bildirilmiútir. Doksorubisinin toksik etkisinde apopitozisin
varlı÷ı NO’in bu mekanizmadan sorumlu olabilece÷ini düúündürmektedir (123).
NO’in çok yüksek konsantrasyonlarda endotel hücreleri, düz kas hücreleri,
hepatositler ve fibroblast gibi çok farklı hücre tiplerinde sitotoksik etkiye sahip
oldu÷u ve poliaminlerin sentezinde görevli ornitin dekarboksilaz enzimini inhibe
ederek hücre proliferasyonunu azalttı÷ı gösterilmiútir (109).
C Vitamini, E vitamini, glutatyon, selenyum gibi antioksidan maddelerin
serbest oksijen radikallerinin toksik etkilerini azaltmada kullanılabilirli÷i birçok
araútırmaya konu olmaktadır. Bu grup içersinde yer alan polifenoller, antisiyaninler,
fenolik asitler, stilbenler ve flavinoidleri içeren geniú bir antioksidan aileyi
oluúturmaktadır. Bu bileúikler reaktif hidroksil grubu bulunan aromatik bir halka
içeren fenilaleninlerden köken alır (34).
1.2.5. RESVERATROL
Stilbenlerin
alt
grubunda
yer
alan
resveratrol
3.5.4'-hidroksistilbene
yapısındadır. Resveratrolün trans ve cis olmak üzere iki izomerik formu vardır (18)
(ùekil 2). Trans izomeri do÷ada daha yo÷un bulundu÷undan daha çok çalıúmaya konu
olmuú ve resveratrol 3.5.4'-trans-hidroksistilbene olarak adlandırılmaktadır (41).
1.2.5.1. RESVERATROLÜN ANTøOKSøDAN ETKøLERø
Resveratrolun antioksidan etkisinin çeúitli yönleri son 15 yılda pek çok
araútırmaya konu olmuútur (77). Daha önce de anlatıldı÷ı gibi doksorubisin serbest
oksijen radikalleri üzerinden etkili olmaktadır. Doksorubisinin bu potansiyel gücü
aynı
zamanda
önemli
bir
yan
etkisi
23
olan
kardiotoksisitede
de
baúrolü
oynamaktadır.Resveratrolün bu yan etkiyi azaltmadaki olası etkinli÷i umut verici
olarak düúünülmektedir (105).
Trans izoformu üzüm, fıstık, bö÷ürtlen ve kurutulmuú Polygonum cuspidatum
kökü gibi daha geniú bir bitki yelpazesinde rastlanmıú olup Cis- ve trans- resveratrol,
Polygonium cuspidatum’da mevcuttur (45). Resveratrol asmada yani Vitis vinifera da
bulunur. Ayurvedik bitki ilacı olan darakchasava’nın baúlıca bileúeni Vitis
vinifera’dır ve bu yüzden resveratrol içerir ve kardiotonik olarak ayurvedik ilaçlarda
kullanılır (45).
Resveratrol moleküler toplanması, hidroksil grupların “flip-flop” hareketi ile
oluúan ve kırılan H ba÷larının oldu÷u yerde bir hidrojen ba÷ a÷ı göstermektedir. Bu
hareket sayesinde H ba÷ı zinciri boyunca en fazla üç hidroksil hidrojen atomu transfer
olabilmektedir. Hidrojen atomlarının transferi, resveratrol molekülü hareketlili÷ini
açıklamakta ve bu molekülün biyolojik sistemlerdeki kimyasal reaksiyonlar ile
iliúkisine iúaret etmektedir (22).
Trans-resveratrolun, insanlarda oral yolla alındı÷ında iyi absorbe edildi÷i
görülmesine ra÷men biyolojik toleransı, hızla metabolize ve elimine edilmesi
nedeniyle nispeten düúüktür (18) (ùekil: 2). Trans-RSV’nin biyomedikal özellikleri
arasında antikarsinojenik, antiinflamatuar, antioksidan ve di÷er etkiler bulunur
(ùekil: 3) (35, 104, 121).
24
ùekil 2 - Resveratrolün izomerik formları: trans ve gis (18)
25
ùekil 3 - Trans-resveratrolün metabolizasyonu (35)
Resveratrolün süperoksit anyon üzerinde ciddi bir inhibe edici özelli÷i vardır.
Ayrıca, lipopolisakkaritler ya da forbol esterleri tarafından stimüle edilen
makrofajların hidrojen peroksit üretimini de inhibe eder. Lipopolisakkaritler veya
forbol esterleri tarafından indükte edilen ya da superoksite ve hidrojen peroksite
maruz kalma nedeniyle ortaya çıkan araúidonik asit salınımı da azalttı÷ı belirtilmiútir.
(76).
Resveratrolun temizleyici aktivitesi gösterilmiútir ve yakın zamanda glutatyon
koruyucu aktivitesine de sahip oldu÷u tespit edilmiútir. Resveratrol, forbol esterleri
tarafından stimüle edilen lipopolisakkarit ve makrofaj tarafından üretilen ROS
formasyonunu baskılar (76).
26
Resveratrol, test tüpünde serbest radikalleri ve di÷er oksidanları etkin bir
úekilde nötralize etmektedir ve düúük yo÷unluktaki lipoprotein (LDL) oksidasyonunu
engellemektedir (33,112).
Resveratrol ile yapılan tedavi amino asit salınımını azaltmanın yanı sıra,
kökeninde O2– ve H2O2 maruz kalma ile stimüle edilen cyclooxygenase–2 (COX–2)
etkisizleútirilmesinde de etkilidir (73). COX–2, prostaglandin (PG) sentezi sa÷layan
bir enzimdir. Prostaglandin akümülasyonu inflamasyon, a÷rı ve ateúe neden olur. Bu
yüzden, resveratrol ile COX–2 regülasyonu sayesinde inflamatuar tepkilerin
regülasyonu da mümkün olabilir (17, 76)
Bakır
iyonlarının
mevcut
oldu÷u
durumlarda
resveratrol
DNA
fragmantasyonunu ilerletti÷ini gösteren kanıtlar vardır. øndirgeyici ajanlarının mevcut
oldu÷u durumlarda resveratrolun güçlü bir antioksidasyon etkisi vardır. Bir
indirgeyici ajan olarak hareket eden resveratrol, DNA-ba÷lı bakır (II) iyonları ile
hidroksil radikalleri (HO-) oluúumunu ilerletir (18). Resveratrol, glutathione
sisteminde, glutathione disulfide oluúumunu inhibe ederek HO- oluúumunu baskılar.
Böylelikle, resveratrolun indirgeyici madde varlı÷ında güçlü bir antioksidan oldu÷u
öngörülmektedir. Jang ve Surh resveratrolun oksijen ara basamak türevlerini inhibe
edebilece÷ini ve hücrenin apopitotik ölümünü zayıflatabilece÷ini göstermiúlerdir (52).
Resveratrolun oral alımından sonra insanlarda dolaúımdaki ve hücre içi
seviyesinin, C vitamini, E vitamini ve glutathione gibi di÷er önemli antioksidanların
dolaúımdaki ve hücre içi seviyelerinden çok daha düúük olması muhtemeldir. Hatta
dolaúımdaki resveratrolün ço÷unlu÷unu oluúturan resveratrol metabolitlerinin
antioksidan aktivitesi, resveratrolün kendi antioksidan aktivitesinden bile daha düúük
olabilir (121).
27
1.2.5.2 RESVERATROLÜN ESTROJENøK ETKøLERø
Resveratrolun estrojenik ve anti-estrojenik aktivitesi son derece ilgi çekici bir
özelli÷e sahiptir. Resveratrolun kimyasal yapısı sentetik östrojen agonisti,
diethylstillbestrole benzer. Bu durum, resveratrolün östrojen agonisti gibi
iúleyebilece÷ine iúaret eder. Resveratrolün kardiovasküler koruma sa÷lamada
yardımcı olacak östrojenik etkilerinin oldu÷unu gösteren baúka kanıtlar da vardır.
Diethylstilbestrole yapısal bir benzerlik gösteren trans-resveratrol farklı test
sistemlerinde de÷iúken östrojen reseptörü affinite dereceleri olan bir phytoöstrojendir.
Ancak, resveratrol hücre kültürlerinde yapılan deneylerde bazı úartlarda östrojen
agonisti gibi bazı úartlarda östrojen antagonisti gibi hareket etmiútir (ùekil: 4) (15).
ùekil 4 - Resveratrolün Endoplazmik Retikulum üzerinden hücre kineti÷ine etkisi
(15).
28
ùu anda görünen resveratrolun, hücre tipine, östrojen reseptör izoformuna (ER
alfa ya da ER beta) ve endojen östrojen mevcudiyetine ba÷lı olarak östrojen agonisti
veya antagonisti gibi hareket etme potansiyelinin oldu÷udur (15).
Son olarak, resveratrolün doz-ba÷ımlı bir kullanımda herpes simpleks virüs tip
1 ve 2’ye karúı aktivite gösterdi÷i tespit edilmiútir. Resveratrolun viral üreme döngüsü
baúlangıcında kritik bir ilk iúlemi bozdu÷u görülmüútür (37). Bu konuda daha fazla
araútırmaya ihtiyaç vardır.
1.2.5.3. RESVERATROLÜN BøYOLOJøK ETKøLERø
Resveratrolün görüldü÷ü gibi kanser önlenmesinde biyolojik aktivitesi çok
büyüktür. Resveratrol ba÷lantılı antikanser ilaçlarının immün stimüle edici etkileri
hakkında henüz baúlangıç seviyesinde olan bazı bulgular vardır. Süperoksit ve
hidrojen peroksit gibi reaktif oksijen türleri aerobik ortamlı hücrelerde devamlı olarak
ço÷alırlar. Hücre ortamını oksidize eden ROS akümülasyonu, hücre büyümesi ve
tümör oluúumu ile iliúkilendirilmektedir (5).
Genellikle in vitro olan bazı araútırmada resveratrol tümör oluúumunu,
promosyonunu ve ilerlemesini inhibe edici etkiler göstermiútir. Daha önce
de÷indi÷imiz gibi, resveratrolun antiproliferatif aktivitesi, memeli hücrelerinde
ribonucleotide reductase ve DNA sentezi inhibe edici yetisine ba÷lanmaktadır (3).
Vücutta bulunan bazı bileúenler sitokrom P540 enzimleri tarafından
metabolize edilene kadar karsinojenik de÷ildirler (26).
Resveratrol bazı sitokrom P540 enzimlerinin oluúum ve aktivitelerini
engelleyerek, aktif halde olan bu karsinojenlere maruz kalmayı azaltabilir ve böylece
kanseri önlemeye yardımcı olabilir (23, 26). Vücut dıúında kültüre edilen hücrelere
29
eklendi÷inde resveratrolun insanlarda meme, prostat, mide, kolon, pankreas ve tiroid
kanser hücrelerinin ço÷almasını engelledi÷i tespit edilmiútir (3).
Resveratrolun insan metabolizmasındaki durumunu inceleyen araútırmaların
öne sürdü÷üne göre, çok yüksek dozlarda alınacak resveratrol bile kültür hücrelerinde
elde edilen etkilerin insanlarda görülebilmesi sa÷layacak hücre de÷erlerine
ulaúamayabilir (121).
Resveratrolün kanser önleyici aktivitesini bildiren raporlardan bu yana,
resveratrolun apopitozis indüksiyonu etkisi ve oksidatif DNA hasarına karúı koruma
etkileri derinlemesine incelenmiútir (20, 35, 53). Ayrıca ikinci faz biotransformasyon
enzimlerinin aktivitesinin arttırılması ile toksik ve kardiojenik olan kimyasalların
atılmasına yardımcı olmaktadır. Resveratrolün kültür hücrelerinde ikinci faz enzimi
NADP-H: quionine reductase’ın oluúum ve aktivitesini arttırdı÷ı da gözlemlenmiútir
(52).
DNA onarımı söz konusu oldu÷unda, DNA’daki hasar onarılamayacak
durumda ise hücre apopitozise yönlendirilir ve sonrası bu iúlemin aktivasyonu için,
hücre döngüsü (cell cycle) geçici olarak durabilir (127). Kötü hücre döngüsü düzeni
(cell cycle regulation) mutasyonların ço÷almasına yol açabilir. Resveratrolün, kültür
hücrelerinde yaratılmıú kanser hücrelerine eklendi÷inde hücre devri duraklamasına
yardımcı oldu÷u tespit edilmiútir. Bilindi÷i gibi kanser hücreleri hızla ço÷alırlar ve
apopitozise u÷rayarak sinyallerine cevap verme yetisini kaybederler (20).
Resveratrolun bazı kanser hücrelerinde ço÷almayı engelledi÷i ve apopitozise yardım
etti÷i tespit edilmiútir. Resveratrolun hem meme karsinomu, hem de lösemi
hücrelerinde apopitotik hücre ölümü indükte etti÷i belirtilmiútir (52).
30
Kanser hücreleri matriks metalloproteinaz adındaki enzimlerden yardım alarak
sa÷lıklı dokuları istila ederler. Resveratrolun en azından bir matriks metalloproteinaz
türünün aktivitesini engelleyebildi÷i tespit edilmiútir (126).
Resveratrolun tümör baúlangıcı ve ilerlemesi gibi hücresel olayları inhibe
etti÷i tespit edilmiútir. Bunun yanında ribonucleotide reductase, DNA polymeraz,
insan memesinde bulunan epitel hücredeki COX–2 transkripsiyonu ve ornitin
dekarboksilaz aktivitesini de inhibe etmektedir (59).
Resveratrolun siklooksigenaz (COX) ve lipoksigenaz gibi pek çok
inflamasyon enzimi üzerinden angiogenezisi in vitro olarak engelledi÷i bilinmektedir
(59).
Resveratrolun, kültür endoteliyal hücrelerde eNOS aktivitesini stimüle etti÷i
tespit edilmiútir (122). eNOS, vasküler endoteliyal hücreler ile NO oluúumunu
katalize eden bir enzimdir. NO, arteriyel geniúleme (vasodilation) sa÷lamak için
gerekli olup zayıf bir NO ba÷ımlı vazodilatasyonunun kardiyovasküler hastalık
riskini arttırdı÷ı düúünülür (30).
1.2.5.4. RESVERATROLÜN YAN ETKøLERø
Resveratrolun yan etkilerinden bahsetmek gerekirse, toksik oldu÷u ya da
insanlarda yan etkiye yol açtı÷ına dair bir bilgi yoktur. Bunun yanı sıra yapılan
kontrollü klinik deney sayısı ise çok azdır. Yapılan deneylerden örnek vermek
gerekirse sıçanlarda vücut a÷ırlı÷ının 300 mg/kg fazlasına kadar alınan oral
resveratrol dozları hiç bir yan etkiye neden olmamıútır (27, 55).
Teorik olarak, yüksek dozda resveratrolün (örne÷in destekleyiciler ile)
warfarin (Coumadin) gibi antikoagulan ilaçlarla ve clopidogrel (Plavix), dipyridamole
31
(Persantine), non-steroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAID’ler), aspirin ve di÷erleri
gibi anti-trombosit ilaçlar ile beraber alınmasının kanama riskini arttırması
mümkündür. Cytochrome P450 3A4 ile metabolize edilen ilaçlarda resveratrolun
sitokrom P450 3A4 (CYP3A4) aktivitesini in vitro engelledi÷i bildirilmiútir (94).
ønsanlardaki etkileúimi bilinmemesine ra÷men, yüksek dozda resveratrol
alımının biyolojik toleransı ve CYP3A4 ile yo÷un ilk geçiú metabolizasyona u÷rayan
ilaçların toksitesini artırması beklenir. CYP3A4 tarafından metabolize edildi÷i bilinen
ancak bu listeyle sınırlı kalmayan ilaçların bazıları HMG-CoA redüktaz inhibitörleri
(atorvastatin, lovastatin ve simvastatin), anti-aritmik ajanları (amiodarone), HIV
proteaz inhibitörleri (saquinivir), immün baskılayıcıları (cyclosporine ve tacrolimus),
antihistaminler (terfenadine), benzodiazepineler (midazolam ve triazolam) ve erektil
bozukluk tedavisinde kullanılan (sildenafil) gibi ilaçlardır (94).
Hayvan ve sınırlı sayıda insan deneyinden anlaúıldı÷ı üzere, resveratrol
mideye ulaúmasının ardından gastrointestinal sistem tarafından emilir. Ancak absorbe
ediliúinin verimlili÷i gibi da÷ılımının, metabolize edilmesinin ve atılmasının
verimlili÷i
de
bilinmemektedir
(116).
Resverartolun
de÷iúik
formlarındaki
farmokineti÷inin anlaúılması için daha fazla araútırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Hem in vivo hem in vitro karsinojenik adımları zorlaútırma, hatta engelleme
özelli÷inin oldu÷u kanıtlanmıútır. Günümüzde resveratrolun çeúitli doku, organ ve
deney hayvan modellerinde farklı tepkileri düzenledi÷i bilinmektedir (105).
Resveratrolun bazı aktiviteleri çeliúkili olmuú ve olmaya devam etmektedir.
Heyecanlandırıcı gerçeklerden biri bu bileúenin günlük tüketilen pek çok meyve ve
sebzede bulunmamasına ra÷men, çözülebilen hali ile kırmızı úarapta bulunuyor
32
olmasıdır. Di÷er resveratrol kaynakları üzüm, fıstık, bö÷ürtlen, Brüksel lahanasının
bazı çeúitleri ve beslenmeye yardımcı takviyelerdir (45).
Resveratrol içeren kırmızı úarap ve kırmızı üzüm özleri ve di÷er polifenoller
de beslenmeye yardımcı ürünler olarak sunulmaktadır Hindistan, Japonya ve Çin’de
geleneksel tıp yöntemlerinde resveratrol yıllardır antioksidan, antimutajen ve
antiinflamatuar olarak kullanılmaktadır (104).
Ne var ki, resveratrolün bütün potansiyeli gelecekte yapılacak klinik
araútırmalar ile anlaúılabilecektir.
Yakın zamanda resveratrolün, hücre kültürü ve hayvan modellerinde kanser
yayılmasını engelleyici ve hayat süresini uzatıcı potansiyelini bildiren raporlar
sunulmuútur ve bu raporlar resveratrole olan bilimsel ilgiyi artırmaya devam
ettirmektedir (35, 52).
33
BÖLÜM II
GEREÇ VE YÖNTEM
Araútırmada kullanılan sıçanlar Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney
Hayvanları Üretme Çiftli÷inden temin edilerek, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hayvan Etik Kurulu tarafından onaylanmıútır. Araútırma, Ege Üniversitesi Deneysel
Cerrahi Anabilim Dalı Laboratuarı, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı,
Farmakoloji Anabilim Dalı ve Biyokimya Anabilim Dalı, Dr. Behçet Uz Çocuk
Hastalıkları ve Cerrahisi E÷itim ve Araútırma Hastanesi Patoloji Laboratuar’ında
gerçekleútirilmiútir.
Deney Hayvanları: Bu çalıúmada 50 adet 8–10 haftalık, a÷ırlıkları 170–240 gram
olan Wistar albino sıçan kullanılmıútır. Hayvanlar deneysel tıp merkezi laboratuarının
standart koúulları olan 22±5 ºC sıcaklıkta, %50±20 ba÷ıl nem ortamında 12 saat
karanlık 12 saat aydınlık evrede tutulup standart sıçan yemi ve çeúme suyu ile
beslendi.
Deney hayvanları 6 gruba ayrılarak aúa÷ıda belirtilen deneysel iúlemler uygulandı
(Tablo: 1):
Grup 1: [Kontrol grubu, n=5]: Gerekli cilt antisepsisi yapıldıktan sonra 2 cc
serum fizyolojik (SF) intraperitoneal olarak verildi.
Grup 2: [Resveratrol grubu, n=10]: 10 mg/kg resveratrol Dimetilsülfoksid
içinde çözdürülerek intraperitoneal olarak uygulandı.
34
Grup 3: [Doksorubisin grubu, n=9]: 20 mg/kg doksorubisin tek doz
intraperitoneal olarak uygulandı.
Grup 4: [Doksorubisin+Resveratrol grubu, n=9]: 20 mg/kg doksorubisin ve
DMSO içinde çözülmüú olarak 10 mg/kg resveratrol aynı zamanda uygulandı.
Grup 5: [Doksorubisin+3-Resveratrol grubu, n=7]: 20 mg/kg doksorubisin
uygulamasından 3 gün sonra DMSO içinde çözülmüú olarak 10 mg/kg resveratrol
uygulaması yapıldı.
Grup 6: [DMSO grubu, n=5]: 2 cc DMSO intraperitoneal olarak verildi.
Grup 1: Kontrol grubu (SF verilen grup)
Grup 2: Resveratrol verilen grup
Grup 3: Doksorubisin verilen grup
Grup 4: Doksorubisin ve resveratrol aynı anda verilen grup
Grup 5: Doksorubisinden 3 gün sonra resveratrol verilen grup
Grup 6: DMSO çözücü verilen grup
Tablo 1: Gruplar
35
Resim 1: Deney hayvanlarına intraperitoneal olarak doksorubisin, resveratrol, DMSO
ve SF uygulanması
Doksorubisin: Deva firmasının piyasada satılan Adriablastina isimli ilacının
10 mg’lık flakonları kullanıldı.
Resveratrol: Cayman Chemical Company (1180 E. Ellsworth Rd. Ann Arbor
MI USA)’den satın alınarak kullanıldı.
Dimethylsulfoxide (DMSO): Sigma Chemical Co. (St Louis, Missouri,
USA)’dan satın alınarak resveratrolü çözdürmek amacıyla kullanıldı.
Deneysel iúlemler sırasında teknik nedenlerle 5 adet sıçan öldü÷ünden deney
dıúında bırakıldı.
36
Resim 2: Sıçanların kapalı eter uygulaması ile sakrifiye edilerek otopsiye
baúlanması
Sıçanların a÷ırlıkları deney baúında ve sonunda olmak üzere 2 kez tartılarak
a÷ırlık ölçümleri kaydedildi. Deney gruplarındaki tüm sıçanlar 7. günün sonunda
kapalı eter uygulaması ile anestezi iúleminden sonra sakrifiye edilip otopsileri yapıldı.
Çıkarılan kalplerin sol yarıları alınarak histolojik incelemeye alındı (Resim: 1,2).
Histolojik inceleme:
Sol yarıları disseke edilmiú olan kalpler 2 gün % 10 tamponlanmıú formaldehit
içersinde bekletilerek tespit edildi. Daha sonra 3 mm kalınlıkta olacak úekilde vertikal
eksende örnekler elde edilerek doku takip iúlemine alındı. Doku takip cihazında
(øntelsint RV1) dereceli alkol, ksilol ve parafin istasyonlarından oluúan iúlemler
sonucunda dokular parafine gömüldü.
2.1. IùIK MøKROSKOBU TAKøP YÖNTEMø:
1. % 80 alkol 2 saat
2. % 95 alkol I 2 saat
3. % 95 alkol II 1 saat
37
4. Absolu alkol (% 100) I 1 saat
5. Absolu alkol II 2 saat
6. Xylol I 20 dk
7. Xylol II 20 dk
8. Xylol III 20 dk
9. Parafin I 45 dk
10. Parafin II 1 saat
11. Parafin III 1 saat
Parafin bloklardan elde edilen 5 mikron kalınlı÷ındaki kesitler bir tanesi rutin
boyama için, di÷er 3 tanesi ise polilizinli olmak üzere 4 lam’a alındı. Rutin
preparatlar Hematoksilen Eozin (HE), lizinli preparatlar ise p53 ve eNOS antikorları
ile immünohistokimyasal boyama için ayrıldı.
2.2. HEMATOKSøLEN EOSøN BOYA HAZIRLANMASI VE BOYAMA
TEKNøöø:
Hematoksilen solüsyonu:
Hematoksilen, kristal
5 gr
% 95 alkol
50 cc
Amonyum
100 gr
Distile su
1000 cc
Mercuric oxide
2.5 gr
Asid Alkol:
% 70 alkol
1000 cc
HCl
10 cc
38
Amonyaklı Su:
Distile su
1000 cc
Amonyak
1–2 cc
Eosin Solüsyonu:
Eosin Y, % 3 sudaki solüsyonu
100 cc
% 95 alkol
125 cc
Distile su
375 cc
Hematoksilen Eosin Boyama Tekni÷i:
1. Prepratlar 60 ºC ayarlı etüvde 3 saat bekletildi.
2. Deparafinizasyon Xylol I 10 dk
3. Deparafinizasyon Xylol II 15 dk
4. Absolu alkol I 5 dk
5. Absolu alkol II 5 dk
6. % 95 alkol 5 dk
7. % 80 alkol 5 dk
8. Distile su 5 dk
9. Hematoksilen 4 dk
10. Çeúme suyu 2 dk
11. Asit-alkol 2 kez batır-çıkar
12. Çeúme suyu 2 kez batır-çıkar
13. Amoyaklı su 2 kez batır-çıkar
14. Çeúme suyu 2 kez batır-çıkar
15. Distile su 3 dk
16. Eozin 1 dk
17. % 95 alkol 2 dk
39
18. Absolu alkol 2 dk
19. Absolu alkol II 2 dk
20. Kurutma
21. ùeffaflandırma xylol I 5 dk
22. ùeffaflandırma xylol II 5 dk
23. Lam üzerine entellan damlatma
24. Lamel ile kaplama ve kurutma
Iúık mikroskobunda HE boyalı kesitler histolojik olarak incelendi. Histolojik
incelemede; kas liflerini boyanma farkı, fibril düzensizlikleri, hidropik dejeneresans,
apopitozis, nekroz ve yangısal hücre infiltrasyonu açısından de÷erlendirilmeleri
yapıldı. % 10’ dan fazla myofibrilde hidropik dejeneresans, % 10’ dan fazla apoptotik
hücre varlı÷ı, en az 3 yan yana myofibrilin nekrozu ve polimorf nüveli lökosit
toplulukları incinme (toksik etki) olarak kabul edildi.
2.3. øMMÜNOHøSTOKøMYASAL BOYAMALARDA KULLANILAN TAKøP
VE BOYAMA øùLEMLERø:
Primer antikor olarak p53 için DO–7 + BP53–12 klonu (Labvision, Fremont,
US), eNOS için pS1179 klonu (Zymed, California, USA) kullanıldı. Konsantre
primer antikor p53 için 1/400, eNOS için 1/250 dilüsyon ile çalıúıldı.
Universal kit olarak iúaretli Avidin-biotin peroksidaz metodu (LSAB) (Dako,
Denmark) ile yapılan immünohistokimyasal boyamanın detayı aúa÷ıdaki úekildedir:
1. Parafin bloklardan distile suya kadar getirilen kesitler PBS’de (Phosphat
Buffer Solution) 1 saat
2. % 3 H²O² 5 dk
40
3. Çeúme suyunda yıkama
4. PBS 5 dk
5. Blokan antikor 10 dk
6. PBS 5 dk
7. 0.001 mol/L EDTA solution (pH 8.5) içersinde mikrodalga fırında (400
W) 20 dk kaynatma ve 20 dk so÷utma
8. PBS 5 dk
9. Primer antikor 2 saat
10. PBS 5 dk
11. Biotinylated sekonder antikor 45 dk
12. PBS 5 dk
13. Streptavidin/peoksidaz kompleksi 45 dk
14. PBS 5 dk
15. Diaminobenzidine tetrahyrocloride (DAB) 5 dk renklendirme
16. Çeúme suyu 5 dk
17. Meyer Hematoksilen 2 dk zıt boyama
18. Çeúme suyu 2 dk
19. % 80 alkol 2 dk
20. % 95 alkol 2 dk
21. Absolü alkol 2 dk
22. Kurutma
23. Entellan ile lamel kapama
ømmünohistokimyasal boyama sonucunda 3 büyük büyütme alanında (x400;
Nikon E400) p53 antikoru ile pozitif boyanan myofibril nükleuslarının sayısı
saptanarak yüzde hesabına geçilerek kantitatif, eNOS için ise kahverengi boyanan
41
alanlar bulunması pozitif kabul edilerek semikantitatif olarak de÷erlendirmesi
yapılmıútır.
HE
ve
immünohistokimyasal
boyama
yapılan
preparatlardaki
demonstratif alanlar Nikon Coolpix 4500 ile incelenmiú ve foto÷rafları çekilmiútir.
2.4. ELEKTRON MøKROSKOP TAKøP øùLEMLERø:
1. %2,5 ‘luk fosfat tamponlu gluteraldehit içinde immersiyon tespiti sa÷landı
(minimum)
2 saat.
2. Tespit edilen parçalar fosfat tamponuna alındı.
3. Post fiksasyon için 1:1 oranında osmium tetroksid (OsO4)+Milloning
tamponu eklendi.
4.
1,5–2 saat.
Parçalar temiz bir tüpe aktarıldı.
5. Üzerine milloning tamponu eklenerek bekletildi.
6. %50 Alkol
15 dakika.
7. %50 Alkol
15 dakika.
8. %70 Alkol
25 dakika.
9. %95 Alkol
25 dakika.
10. %100 Alkol
30 dakika.
15 dakika.
11. %100 Alkol 15’er dakika serilerinden geçirildi.
12. Parçaların dehidrasyonu sa÷landıktan sonra,
13. 1:1 oranında %100 Alkol-propilen oksit 50 dakika,
14. Saf propilenoksit
30 dakika.
15. Saf propilenoksit
30 dakika bekletildi.
16. Örnekler temiz tüplere alındı.
17. 2:1 oranında propilenoksit-epon karıúımında bekletildi.
60 dakika.
18. 1:2 oranında propilenoksit-epon karıúımında bekletildi.
60 dakika.
19. Sonrasında parçalar,
42
20. Epon karıúımına (DMP-30’suz) alınarak bir gece (parçalar tüpün dibine
çökene kadar) buzdolabında +4°C’de bekletildi. Parçalar daha sonra,
21. %1,5-2 oranında DMP-30 ihtiva eden epon içerisinde Beem G360-1
piramidal kapsüllere gömüldü.
22. 37°C’de etüvde 24 saat bekletildi.
23. Etüvün ısısı 45°C’ye yükseltildi.
24 saat.
24. Etüvün ısısısı 60°C ye yükseltildi.
24 saat.
25. Parçalar en az 10 gün oda ısısında laboratuarda bekletilerek epon blokların
tam olarak sertleúmesi sa÷landı.
26. Reichert, Austria Nr.313864 ultramikrotom aracılı÷ıyla kalp dokusunun yarı
ince kesitleri alındı ve toluidin mavisi ile boyanarak Olympus BX51 marka
ıúık mikroskobu ile incelenerek de÷iúik büyütmelerde foto÷rafları çekildi.
27. ønce kesitler bakır gridler üzerine alınarak uranil asetat kurúun sitrat sitrat
boyaması yapıldı. Transmisyon elektron mikroskobu (Zeiss EM 9) ile çeúitli
büyütmelerde incelenerek elektron mikrografları çekilerek de÷erlendirmesi
yapıldı.
Elektron
mikroskop
takibinde
kullanılan
fiksatifler
ve
tamponların
hazırlanması:
Gluteraldehit fiksatifi (Milloning fiksatifi):
Milloning tamponu:
A: 13,36 gr. NaHPO4.H2O
300 ml.
B: 15,36 gr NaOH
300 ml.
C: 32,4 gr sukroz
300 ml.
D: 207,5 ml A solüsyonu+42,5 ml B solüsyonu
Tampon solüsyonu, 25 ml C solüsyonu üzerine 25 ml D solüsyonu eklenip total
hacim distile su ile 500 ml’ye tamamlanarak (pH:7,2-7,4) hazırlandı. Sonuçta;
43
%25’lik ticari gluteraldehit solüsyonundan %2,5’lik gluteraldehit fiksatif için,
üzerine Milloning tamponundan 1:9 oranında karıútırılarak çalıúma solüsyonu elde
edildi.
Osmium tetroksid fiksatifi:
Stok solüsyonunun hazırlanmasında kullanılacak úiúenin koyu kahverengi,
geniú a÷ızlı ve kapa÷ının sıkıca kapanıyor olması ve iúleme baúlamadan önce úiúenin
iyice temizlenmesi gerekmektedir. 100 cc’lik önceden dikkatle temizlenmiú úiúe bir
gece sülfirik asitte bekletildi. Daha sonra distile su ile iyice yıkanıp etüvde kurutuldu.
Osmium tetroksid ampulü önceden temizlendi ve bir ucu ampul testeresi ile çizildi.
Bu úekilde ampul 1 saat sülfirik asitte bekletildikten sonra distile su ile yıkandı.
ùiúenin içerisine 50 cc distile su konulduktan sonra bir pens yardımıyla tutulan
ampul benzen alevinde ısıtıldı ve so÷umadan úiúenin içerisine atılıp kırılması
sa÷landı. Kullanımdan bir gün önce hazırlanması gereken osmium tetroksit çözeltisi
tüm kristallerin iyice erimesi için bir gün oda ısısında bekletildi. Hazırlanan %2’lik
osmium tetroksit çözeltisi açık sarı renkte ve berrak görünüúlü olup +4C’de
haftalarca saklanabilmektedir.
Tuzlu fosfat tamponu:
0,663 gr. NaH2PO4.H2O
4,04 gr.Na2HPO4.7H2O
8,78 gr. NaCl
1000 ml. Distile suda eritilip pH:7,4 alabilmesi için 1N NaOH solüsyonu
damlatılarak hazırlandı.
Fiksatif için OsO4 stok solüsyonu ve tuzlu fosfat tamponu 1:1 oranında karıútırılarak
postfiksasyon için OsO4 fiksatifi elde edildi.
44
Elektron mikroskobu için kullanılan boyaların hazırlanması ve boyama
metodları:
Toluidin mavisi boyama yöntemi:
Stok solüsyon:
Toluidin mavisi
0,1 gr.
Borax
1 gr.
Distile su
50 cc.
Hazırlanan karıúım bir gün bekletildi. Çalıúılaca÷ı zaman stok solüsyondan 25 cc
alınarak üzerine 25 cc distile su ilave edilerek 1:1 oranında dilue edildi. Kesitler
65˚C-95˚C’deki etüvde 1-2 dakika tutularak boyandı
Uranil asetat hazırlanması:
Uranil asetat
3,75 gr.
Distile su
50 cc.
50 cc kaynatılmıú so÷utulmuú distile suda uranil asetat konarak 15 dk. karıútırıldı.
Üzeri parafin ile kapatılarak 2 saat buzdolabında bekletildi. Stok solusyondan 5 cc.
Alınarak 5 cc. Etanolde 1800 devirde so÷uk santrifüj yapıldı. Diúçi mumunda damla
üzerine kesitler ters konarak 5 dk. boyanması sa÷landıktan sonra distile su ile yıkandı
ve kurumaya bırakıldı.
Kurúun boyası hazırlanması:
Kurúun nitrat
1,33 gr
Sodyum sitrat
2,137 gr.
30 cc. Kaynatılmıú suya konarak karıútırıldı. 8 cc. 1 N NaOH eklendi. Toplam hacim
50 ml. Distile suya tamamlanarak stok solusyon hazırlandı. So÷utmalı santrifüjde
1800 devirde 20 dk. santrifüj yapıldı. Diúçi mumu ile kaplı petri kutusunun bir
kenarına NaOH parçası kondu 20 dk. bekletildi. Distile su ile yıkandı. Zeiss EM 9
transmisyon elektron mikroskobunda incelendi (6, 60).
45
2.5. NøTRøT-NøTRAT DÜZEYLERøNøN ÖLÇÜMÜ:
Nitrit düzeylerinin ölçümü:
Doku nitrit tayini Griess reaksiyonunu temel alan kolorimetrik yöntemle
çalıúılmıútır (14). Nitritin asit ortamda sülfanilamid ile diazotizasyona u÷ratılması
sonucu diazonyum tuzu oluúmaktadır. Bu tuz daha sonra N-etilendiamin ile eúleúerek
540 nm dalga boyunda kırmızı bir bileúik oluúturmaktadır. Nitrat ise sülfanilamid ile
diazotizasyona u÷ramadı÷ı için öncelikle nitrite indirgenmeli daha sonra Griess
reaksiyonuna sokulmalıdır. Doku homojenatına eúit miktarda deproteinize edici
çözelti eklendikten sonra 3000 devirde 15 dakika santrifüj edilir. Elde edilen
süpernatanttan 0.5 ml alınarak üzerine 0.5 ml Griess çözeltisi eklenir. 10 dakika
sonra oluúan renk 540 nm dalga boyunda spektrofotometrede köre karúı okunur.
Nitrit de÷erleri çizilen standart grafikten hesaplanır (mikromol/mgr protein).
Nitrat düzeylerinin ölçümü:
Dokularda nitrat miktarlarının tayini için ‘nitrat redüktaz’ yöntemi
kullanılmıútır (14). Nitrat redüktaz enzimi aracılı÷ı ile β-NADPH, NADP’ye
yükseltgenir. Bu reaksiyon sırasında β-NADPH kullanımına ba÷lı miktardaki azalma
340 nm dalga boyunda ölçülmektedir. øúlemlere baúlamadan önce doku
homojenatlarının eúit miktarda deproteinizasyon çözeltisi ile deproteinize edilmesi
gerekmektedir. 3000 g’de 15 dakika santrifüj edilen örneklerin süpernatantı
ayrılmakta ve nitrat tayini için kullanılmaktadır. øúlemler tamamlandıktan sonra
örnekler karanlık bir ortamda oda sıcaklı÷ında 90 dk bekletildikten sonra
spektrofotometrede 340 nm’de distile suya karúı okunur. Sonuçlar mikromol/mg
protein olarak verilir.
46
Total nitrit-nitrat (NO) düzeyinin hesaplanması:
Griess reaksiyonu ile tayin edilen doku nitrit düzeyi ile ölçülen doku nitrat
düzeyi toplandı÷ında bulunan sonuç bize total nitrit-nitrat (NOx) düzeyini
vermektedir. Sonuçlar mikromol/mg protein olarak verilmiútir.
Kalp dokusunda nitrit, nitrat ve total nitrit-nitrat düzeyleri Anova, Mann-whitney U
analizleri yapılarak grafiklerde de÷erlendirilmiútir.
østatiksel analizler:
Histopatolojik de÷erlendirmeler ile elde edilen sonuçlar SPSS 11,5 software
programında parametrik de÷iúkenler için Pearson korelasyon, nonparametrik
de÷iúkenler için ise Mann-Whitney U karúılaútırma testi ile istatistiksel olarak
de÷erlendirilmiútir. østatistiksel anlam açısından p de÷erinin 0.05’ten küçük olması
esas alınmıútır.
47
BÖLÜM III
BULGULAR
3.1. AöIRLIK ÖLÇÜM BULGULARI
Deney hayvanlarından 7. günün sonundan önce ölen 5 tanesi sonuçlarda
standardı sa÷lama amacıyla çalıúma dıúı bırakılmıútır. Söz konusu ölen sıçanlardan 3
tanesi Grup 5’te (önce doksorubisin 3 gün sonra resveratrol uygulanan grup), biri
Grup 4’te (doksorubisin+resveratrol grubu), biri ise Grup 3’te (doksorubisin
uygulanan grup) yer almakta idi.
Sıçanların 7 gün sonraki vücut a÷ırlık de÷iúimleri hesaplandı÷ında
doksorubisin alan tüm sıçanlarda kilo kaybı gözlenmiútir. Kontrol grubunda (Grup 1)
ortalama 10 ± 7,07 gr, Grup 2’de ise ortalama 14 ± 8,43 gr a÷ırlıkta artıú dikkati
çekmektedir. En fazla kilo kaybı ortalama 53 ±12,53 gr ile Grup 5’de olup, bunu
49 ± 20,27 gr ile Grup 4, 38 ± 19,86 gr ile Grup 3 ve 16 ± 11,40 gr ile Grup 6
izlemiútir. Deney hayvanları gruplarının ortalama a÷ırlık de÷iúiklikleri Grafik 1’de
verilmiútir. østatistiksel olarak Pearson korelasyon testinde a÷ırlık de÷iúimleri
açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmıútır (p=0,000) (Tablo: 2).
48
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
Grup
SF KONTROL
SF KONTROL
SF KONTROL
SF KONTROL
SF KONTROL
RESVERATROL 1
RESVERATROL 2
RESVERATROL 3
RESVERATROL 4
RESVERATROL 5
RESVERATROL 6
RESVERATROL 7
RESVERATROL 8
RESVERATROL 9
RESVERATROL 10
DOXORUBøSøN 1
DOXORUBøSøN 2
DOXORUBøSøN 3
DOXORUBøSøN 4
DOXORUBøSøN 5
DOXORUBøSøN 6
DOXORUBøSøN 7
DOXORUBøSøN 8
DOXORUBøSøN 9
DMSO 1
DMSO 2
DMSO 3
DMSO 4
DMSO 5
RESVE + DOXO 1
RESVE + DOXO 2
RESVE + DOXO 3
RESVE + DOXO 4
RESVE + DOXO 6
RESVE + DOXO 7
RESVE + DOXO 8
RESVE + DOXO 9
RESVE + DOXO 10
DOXO - - > RESVE 1
DOXO - - > RESVE 2
DOXO - - > RESVE 3
DOXO - - > RESVE 4
DOXO - - > RESVE 5
DOXO - - > RESVE 6
DOXO - - > RESVE 7
Lab. No
1
2
3
4
5
15
16
17
18
19
20
27
22
23
24
38
39
11
14
40
12
13
41
42
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
49
50
37
43
44
45
46
47
48
Baúlangıç Bitiú
220
230
240
250
200
210
230
230
190
210
220
250
200
210
180
190
190
190
170
180
160
180
210
220
210
220
210
230
200
220
200
170
210
180
190
130
190
120
200
160
210
210
200
170
170
130
200
160
210
190
180
180
260
230
200
180
190
180
210
160
190
150
210
150
190
170
220
180
210
120
200
140
180
150
200
150
230
160
200
150
170
130
180
130
180
130
180
140
190
120
Tablo 2: A÷ırlık ölçüm de÷iúiklikleri.
49
20
10
0
Ortalama -10
a÷ırlık
-20
de÷iúimleri
-30
(gr)
-40
-50
-60
1
Deney Hayvan Grupları
Grup 1
Grup 2
Grup 3
Grup 4
Grup 5
Grup 6
Grafik 1: Deney gruplarının ortalama a÷ırlık de÷iúim grafi÷i,
3.2. IùIK MøKROSKOBUNDA HøSTOLOJøK DEöERLENDøRME
Kalp dokusunda hasar bulguları en fazla yalnızca doksorubisin alan grupta
gözlenmiú olup, bu grup içersinde en çok saptanan lezyon, 4 sıçanda gözlenen
myokard nekrozu olmuútur (Resim: 5, 11). Bu gruptaki 2 deney hayvanında yaygın
olarak kalp kası hücrelerinde vakuoler dejeneresans ve 2. sıçanda ise yaygın
apopitozis
tespit
edilmiútir.
Bir
sıçan
ise
histopatolojik
olarak
normal
de÷erlendirilmiútir.
Kontrol grubundaki (Grup 1)
tüm sıçanlarda histopatolojik olarak kayda
de÷er bir bulgu saptanmazken (Resim: 3, 9), resveratrol uygulanan Grup 2 (Resim: 4,
10) ve DMSO verilen Grup 6’daki birer sıçanda myokardial hücrelerde apopitozis
50
dikkati çekmiútir (Resim: 8, 14). Histopatolojik olarak kalp kası hasarlanması
açısından gruplar karúılaútırıldı÷ında Grup 1 ile Grup 3 arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark gözlenmiútir (p=0,02). Grup 3 ile Grup 4 (Resim: 6, 12) ve Grup 3 ile
Grup 5 (Resim: 7, 13) arasında kalp kası hasarlanması açısından istatistiksel bir fark
saptanmamıútır (p>0,05). Aynı úekilde kontrol grubu, resveratrol ve DMSO grubu
arasında da istatistiksel bir fark gözlenmemiútir.
3.3. p53 øMMÜNOHøSTOKøMYASAL DEöERLENDøRMESø
p53 yüzdeleri açısından de÷erlendirildi÷inde ortalama % 6 pozitif hücre ile
doksorubisin uygulanan Grup 3 en yüksek grup olup, bunu % 4 hücre pozitifli÷i ile
Grup 4 izlemektedir. Gruplara göre p53 ortalamaları Grafik 2’de verilmiútir. Grafikte
gruplar arasında ortalamalar açısından belirgin bir fark dikkati çekmektedir.
Nonparametrik MannWhitney testinde Grup 3 ile Grup 5 arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir fark gözlenmektedir (p=0,006). Ayrıca Grup 1 ile Grup 3
karúılaútırıldı÷ında da benzer úekilde istatistiksel bir anlam taúıyan fark ortaya
çıkmaktadır (p=0,021) (Resim : 15–26).
3.4. eNOS øMMÜNOHøSTOKøMYASAL DEöERLENDøRMESø
eNOS immünohistokimyasal boyamalarında damar endotellerinde ve perivasküler kalp kası liflerinde pozitiflik saptanmıútır. eNOS pozitif boyanması kontrol
grubu ile doksorubisin grubu karúılaútırıldı÷ında sınırda bir istatistiksel farklılık
gösterdi÷i saptanmıútır (p=0,044). Gruplara göre eNOS ortalamaları Grafik 3’te
verilmiútir. Grup 1 (kontrol), Grup 2 (resveratrol) ve Grup 6 (DMSO) gruplarında
birer sıçan dıúında eNOS pozitifli÷i gözlenmemiútir. Grup 3 ile Grup 5 arasında da
eNOS pozitifli÷i açısından anlamlı bir fark bulundu÷u dikkati çekmektedir (p=0,015)
(Resim : 27-38).
51
7
6
5
4
3
Mean P53
2
1
0
kontrol
doksorubisin
resveratrol
dox-->res
res+dox
dmso
GRUP
Grafik 2: Grupların p53 ortalamaları
1,0
,8
,6
Mean eNOS
,4
,2
0,0
kontrol
doksorubisin
resveratrol
res+dox
dox-->res
dmso
GRUP
Grafik 3: Grupların eNOS ortalamaları
52
3.5. NøTRøT DÜZEYLERø ÖLÇÜMÜ:
Kalp dokusu nitrit bulguları istatistiksel olarak anlamlı bulunmamakla
birlikte, Grup 2’nin Grup 1’ göre daha düúük oldu÷u, doksorubisin verilen Grup 3’e
göre önce doksorubisin sonra resveratrol verilen grupta Grup 5’te hafif bir azalma
bulunmuútur (Grafik: 4).
Nitrit
40
n=5
n=9
n=13
38
n=6
n=4
5
6
m m o l/g r
n=9
36
34
32
30
1
2
3
4
Gruplar
(ortalama ± std hata)
Grafik 4: Gruplarda kalp dokusu nitrit düzey ölçümleri.
3.6. NøTRAT DÜZEYLERø ÖLÇÜMÜ:
Nitrat düzeylerinin gruplar arasında kalp dokusu incelemelerinde kontrol
grubu Grup 1’e göre Grup 2 resveratrol grubunda artıúla birlikte, gruplar birbirleri ile
karúılaútırıldı÷ında istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıútır. Resveratrol ve DMSO
grupları birbirine yakın de÷erler göstermiútir (Grafik: 5).
53
Nitrat
800
n=6
n=13
m m ol/gr
700
n=9
600
500
n=5
n=3
n=9
400
300
1
2
3
4
5
6
Gruplar
(ortalama ± std hata)
Grafik 5: Gruplarda kalp dokusu nitrat düzey ölçümleri.
3.7. TOTAL NøTRøT-NøTRAT DÜZEYLERø ÖLÇÜMÜ:
Tüm gruplar arasında total nitrit-nitrat (NOx)/gram doku düzeyleri
istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar saptanmamakla birlikte Grup 2’ye göre Grup 3’te
azalma, Grup 3’e göre Grup 4 ve 5’te artma bulunmuútur (Grafik: 6).
Total nitrit-nitrat (NOx )/ gram doku
800
n=6
n=13
mmol/gr
700
n=3
n=9
600
n=5
n=9
500
400
300
1
2
3
4
5
6
Gruplar
(ortalama ± std hata)
Grafik 6: Gruplarda kalp dokusu total nitrit-nitrat düzey ölçümleri.
54
3.8. YARI øNCE TOLUøDøN MAVøSø BOYAMA SONUÇLARI
Epon bloklardan elde edilen yarı ince kesitlere uygulanan toluidin mavisi
boyaması sonucu ıúık mikroskobik olarak de÷erlendirildi. Grup I kontrol SF, (Resim:
39). Grup 6 DMSO (Resim : 49, 50) ve Grup 2 Resveratrol (Resim : 40, 41)
gruplarında sıçan kalp kasına ait normal morfolojik bulgulara rastlandı. Doxorubisin
uygulanan Grup 3’te yer yer fokal sitoplazmik vakuolizasyon ve myofibriler
kayıpların bulundu÷u myokardial dejenerasyon alanları saptandı (Resim : 42-44).
Resveratrol ve doxorubisin uygulanan gruplarda ise söz konusu myokardial
dejenerasyon alanlarında kısmen azalma saptandı (Resim : 45-48).
3.9. ELEKTRON MøKROSKOP DEöERLENDøRME
Alınan ince kesitlerde elektronmikroskobik incelemelerde, kontrol grubunda
düzgün görünümlü kas lifleri senkron yapıda olup izotrop ve anizotrop bölgeleri ile
birlikte sarkomer yapıları bulundu. Miyofibriller arasında bol mitokondri yapısı
gözlendi. Diskus interkalarislerin düzgün yapıda oldukları saptandı. ønterkalar disk
yapılarının komúu hücrelerin Z çizgileri ile devam etti÷i gözlendi (Resim: 51, 52).
Resveratrol grubunda ise normal morfolojik görünümlü olmakla beraber bazı
mitokondrion yapısında krista kaybı ve hasarı görüldü. Ayrıca mitokondri
çaplarındaki de÷iúim ile birlikte bazı bölgelerde daha sık bulundu÷u görüldü (Resim:
53, 54). Doksorubisin verilen grup elektron mikroskobik kalp kası incelemelerinde
ise farklı bölgelerde miyofibril yapısında de÷iúik morfolojik anormallikler görüldü.
Bazı miyofibrillerin Z membranlarında senkronizasyon bozuklu÷u ve hücreler
arasında diskus interkalaris düzensizlikleri gözlendi (Resim: 55-57). Doksorubisin ve
Resveratrol grubunda; miyofibril düzensizlikleri, düzensiz band yapısı ve bazal
membran bozuklukları görüldü. Ayrıca mitokondrilerde hem hacimsel artıú hem de
membran ve krista hasarı izlenmektedir (Resim : 58).
55
Resim 3: Kontrol grubunda myokard hücrelerinde belirgin bir patoloji
gözlenmemiútir (x40, HE).
Resim 4: Resveratrol grubunda myokardial hasar gözlenmemiútir (x40,
HE).
56
Resim 5: Doksorubisin grubunda myokard dokusunda nekroz odakları
(x40, HE).
Resim 6: Grup 4 sıçanlarında rutin histolojik incelemede kayda de÷er
patoloji gözlenmemiútir (x40, HE).
57
Resim 7: Grup 5 sıçanların myokard dokusunda patoloji gözlenmemiútir
(x40, HE).
Resim 8: DMSO uygulanmıú sıçanlarda myokard hasarı gözlenmemiútir
(x40, HE).
58
Resim 9: Kontrol grubu sıçanlarından birinde hasarsız myokard dokusu
(x100, HE).
Resim 10: Resveratrol grubunda büyük büyütmede myokard liflerinde
hasar gözlenmemiútir (x100, HE).
59
Resim 11: Büyük büyütmede doksorubisin grubunda myokardial nekroz
oda÷ı (x100, HE).
Resim 12: Büyük büyütmede grup 4 sıçanlarda kalp kası hücrelerinde
kayda de÷er de÷iúiklik gözlenmemiútir (x100, HE).
60
Resim 13: Grup 5 sıçanlarda myokardial hasar gözlenmemiútir (x100, HE).
Resim 14: DMSO uygulanmıú sıçanlarda özellik göstermeyen myokard
lifleri (x100, HE).
61
Resim 15: Küçük büyütmede kontrol grubunda p53 pozitif hücre
gözlenmemiútir (x40, DAB).
Resim 16: Resveratrol grubunda az sayıda hücrede p53 pozitifli÷i (x40,
DAB).
62
Resim 17: Doksorubisin grubunda myokard hücrelerinde yüksek oranda
nükleer p53 boyanması (x40, DAB).
Resim 18: Grup 4 sıçanlarında myokard hücrelerinde grup 3'e göre daha
düúük oranda p53 pozitifli÷i (x40, DAB).
63
Resim: 19: Grup 5 sıçanlarda son derece düúük p53 pozitifli÷i gözlenmiútir
(x40, DAB).
Resim 20: Grup 6 sıçanlardan birinde az sayıda p53 pozitif myokard
hücresi (x40, DAB).
64
Resim 21: Kontrol grubunda p53 pozitif boyanmıú hücre gözlenmemiútir
(x100, DAB).
Resim 22: Büyük büyütmede Resveratrol grubunda az sayıda p53
pozitifli÷i (x100, DAB).
65
Resim 23: Doksorubisin grubunda en yüksek p53 pozitifli÷i gösteren alan
(x100, DAB).
Resim 24: Grup 4 sıçanlarında myokard hücrelerinde düúük oranda p53
pozitifli÷i (x100, DAB).
66
Resim 25: Grup 5 sıçanlardan birinin myokard dokusunda gözlenen
yalnızca iki adet p53 pozitif hücre (x100, DAB).
Resim 26: En az yo÷un immünreaktivitenin gözlendi÷i Grup 6 sıçanlardan
birinde iki adet p53 pozitif hücre (x40, DAB).
67
Resim 27: Kontrol grubunda eNOS boyanması (x40, DAB).
Resim 28: Resveratrol grubunda eNOS boyanması (x40, DAB).
68
Resim 29: Doksorubisin grubunda endotel hücrelerinde eNOS pozitifli÷i
(x40, DAB).
Resim 30: Grup 4 sıçanlarında endotel hücrelerinde eNOS boyanması
(x40, DAB).
69
Resim 31: Grup 5 sıçanlarda endotel hücrelerinde eNOS boyanması (x40,
DAB).
Resim 32: Grup 6 sıçanlarda myokard dokusunda eNOS (x40, DAB).
70
Resim 33: Kontrol grubunda endotel hücrelerinde eNOS boyanması (x100,
DAB).
Resim 34: Resveratrol grubunda endotel hücrelerinde eNOS boyanması
(x100, DAB).
71
Resim 35: Doksorubisin grubunda endotel hücrelerinde eNOS pozitifli÷i
(x100, DAB).
Resim 36: Grup 4 sıçanlarında endotel hücrelerinde eNOS boyanması
(x100, DAB).
72
Resim 37: Grup 5 sıçanlarda endotel hücrelerinde eNOS boyanması (x100,
DAB).
Resim 38: Grup 6 sıçanlarda myokardta eNOS boyanması (x40, DAB).
73
Resim 39: Grup 1, SF Kontrol grubu kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000).
Resim 40: Grup 2, Resveratrol grubu kalp dokusu
x1000).
74
(Toluidin mavisi,
Resim 41: Grup 2, Resveratrol grubu kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000).
Resim 42: Grup 3, Doksorubisin grubu kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000).
(Ok: myofibriler dejenerasyon, yıldız: sitoplazmik vakuolizasyon )
75
Resim 43: Grup 3, Doksorubisin grubu kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000). (yıldız: sitoplazmik vakuolizasyon )
Resim 44: Grup 3, Doksorubisin grubu kalp dokusu. (Toluidin mavisi,
x1000).
76
Resim 45: Grup 4, Doksorubisin+Resveratrol grubu kalp dokusu
(Toluidin mavisi, x1000).
Resim 46: Grup 4, Doksorubisin+Resveratrol grubu kalp dokusu
(Toluidin mavisi, x1000).
77
Resim 47: Grup 5, Doksorubisin 3 gün sonra Resveratrol uygulanan grup
kalp dokusu (Toluidin mavisi, x1000).
Resim 48: Grup 5, Doksorubisin 3 gün sonra Resveratrol uygulanan grup
kalp dokusu (Toluidin mavisi, x1000).
78
Resim 49: Grup 6, DMSO verilen grup kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000).
Resim 50: Grup 6, DMSO verilen grup kalp dokusu (Toluidin mavisi,
x1000).
79
Resim 51: Grup 1, Kontrol grubu elektron mikroskop yapısı (x15000).
Resim 52: Grup 1, Kontrol grubu elektron mikroskop yapısı (x6000).
80
Resim 53: Grup 2, Resveratrol grubu elektron mikroskop yapısı (x15000).
Resim 54: Grup 2, Resveratrol grubu elektron mikroskop yapısı (x10000).
81
Resim 55: Grup 3, Doksorubisin grubu elektron mikroskop yapısı
(x15000).
Resim 56: Grup 3, Doksorubisin grubu elektron mikroskop yapısı (x7500).
82
Resim 57: Grup 3, Doksorubisin grubu elektron mikroskop yapısı (x7500).
Resim 58: Doksorubisin+Resveratrol grubu elektron mikroskop yapısı
(x15000).
83
BÖLÜM IV
TARTIùMA VE SONUÇ
4.1. ANTRASøKLøNLER VE DOKSORUBøSøN
Antrasiklinler günümüzde lösemi/lenfoma, çocukluk ça÷ı solid tümörleri,
yumuúak doku, osteosarkom, meme ve over tümörlerinde yaygın olarak tedavi
rejimleri içersinde yer almaktadır (119). Çeúitli doz modifikasyonları yapılmasına
ra÷men antrasiklinlerin yan etkileri halen bir sorun olmaya devam etmekte ve
kemoterapinin kısıtlanmasına neden olmaktadır. Antrasiklin esas yapısındaki küçük
de÷iúiklikler ile elde edilen yeni türev ilaçların da bu konuda çözüm olmadı÷ı çeúitli
çalıúmalarda gözlenmektedir (107). Günümüzde bu grup ilaçlar içersinde en potent ve
aynı zamanda yan etkileri en fazla olan doksorubisindir. Doksorubisinin yapısında yer
alan OH serbest uçları toksisitenin daha úiddetli olmasında önemli bir paya sahip
oldu÷u düúünülmektedir (12).
Antrasiklin uygulama úeklinin rölatif olarak toksisite geliútirme riskini
artırdı÷ı
konusunda
kanıtlar
bulunmaktadır.
Geniú
osteosarkom
serilerinde
doksorubisinin kümülatif olarak 480 mg/m2 4–6 saatlik infüzyon uygulanmasından 1–
12 hafta sonra % 4 oranında ciddi düzeyde klinik toksisite geliúti÷i bildirilmiútir
(106). Ortalama 341 mg/m2 doksorubisini 20 dakikalık infüzyonla alan 113 kanserli
çocukta ise % 13 oranında kardiyak disfonksiyon geliúti÷i ve bunların yarısının
progresyon sonucu kalp yetmezli÷inden kaybedildi÷i bildirilmiútir (128). Aynı
araútırmacılar doksorubisini 2 saat veya 72 saat infüzyonla uyguladıkları 97 çocukta
ise kardiyotoksisiteyi % 1 oranında bildirmiúlerdir (93). øzlem süresi arttıkça, toksisite
ile ilgili bulguların arttı÷ı bilinmektedir (42). Bu artıútan geç baúlangıçlı toksisite
sorumlu tutulmaktadır. Klinik gözlemler dıúında, sürekli veya bolus infüzyonla
84
doksorubisin alan çocuklarda yapılan bir çalıúmada kardiyak troponin T düzeylerinde
yükselmeler oldu÷u ve kardiyak hasarın, sürekli infüzyon uygulanan grupta düúük
doksorubisin konsantrasyonları ile de önlenemedi÷i vurgulanmıútır (70). Sonuç olarak
görülmektedir ki doz modifikasyonları doksorubisinin toksik etkilerini ortadan
kaldırmamaktadır.
4.2. DOKSORUBøSøNøN TOKSøK ETKøLERø
Doksorubisinin toksik etkileri in vitro ve in vivo olarak birçok çalıúmada
ortaya konmuútur. En fazla toksik etki kalpte, sinir sisteminde, böbrekler ve intestinal
sistemlerde ortaya çıkmaktadır. Bu toksik etkiler içersinde en ciddi ve en çok
incelenmiú olan kardiotoksik etkidir. Tavúan ve sıçanlar üzerinde yapılan ve
doksorubisinin toksik etkilerini ortaya koyan pek çok deneysel çalıúmada deney
süresi sonunda deney hayvanlarında belirgin kilo kaybı gözlenmektedir (118). Bizim
çalıúmamızda da 7. gün sonunda tüm doksorubisin alan sıçanlarda ço÷u kaúeksi
düzeylerinde ifade edilebilen kilo kayıpları gözlendi. Ciddi kilo kayıplarının
intestinal, renal ve kardiyak toksisitenin bir sonucu oldu÷u Cummings ve
arkadaúlarının yaptı÷ı çalıúmada ortaya konmuútur (28). Bu çalıúmada kontrol grubu
ve doksorubisin almamıú gruplarda hafifçe kilo artıúı gözlenmiú olup, tüm
doksorubisin alan gruplarda kilo kayıpları saptanmıútır.
4.3. DOKSORUBøSøNøN KARDøOTOKSøSøTESø
Doksorubisine ba÷lı kardiotoksisitenin morfolojik bulguları gerek hayvan
deneyleri gerekse çok sınırlı klinik uygulamalara ra÷men, endomyokardial biyopsiler
ile araútırılmaya çalıúılmıútır. Iúık mikroskobik düzeyde en hafif de÷iúikli÷in myokard
hücrelerinde úiúme ve boyanma özelliklerinde de÷iúme olarak ifade edilmektedir (73).
Bu
de÷iúikli÷i
kas
liflerinin
organizasyonunda
85
bozulma,
intrasitoplazmik
vakuolizasyon, apopitozis, nekroz ve polimorf nüveli lökosit infiltrasyonu
izlemektedir (113). Sahna ve arkadaúları gibi bazı araútırmacılar çalıúmalarında bu
histopatolojik de÷iúiklikleri skorlayarak hasar úiddetini derecelendirmeye yönelik
çalıúmalarda bulunmuúlardır (97). Bu çalıúmada nekroz, yaygın apopitozise u÷ramıú
hücre kümeleri ve yaygın sitoplazmik vakuolizasyon, hücrenin boyanma farkları ve
dizilimindeki disregülasyon hasarlanma (toksisite) kriteri olarak kullanılmıútır.
Doksorubisin kardiotoksisitesinde ortaya çıkan ultrastrüktürel de÷iúiklikler
Billingham ve arkadaúlarının birçok çalıúmasında ortaya konmuú olup, sellüler ödem,
mitokondrial deformasyon, glikojen depolarında azalma, miyofibriler yapılarda
bozulma ve son aúamada da nükleus parçalanması úeklinde özetlenebilir (11).
Morfolojik de÷iúiklikleri kriter almayan çalıúmalarda gerek kanda gerekse
dokuda LDH, CPK ve troponin gibi biyokimyasal parametrelerin de÷erlendirildi÷i
görülmektedir. Bu hücre içi enzimlerin sitoplazmik disregülasyon ve hücre
parçalanması sonucunda oluútu÷u bilinmektedir (116).
Doksorubisinin hücre üzerindeki etki mekanizmaları serbest oksijen
radikallerinin zararlandırıcı etkisi baúta olmak üzere, lipid peroksidasyonu, hücre içi
++
Ca
düzeylerinde de÷iúiklik, vazoaktif amin salınımının artıúı, sitokin aktivitesini
ortaya çıkarması ve nükleik asit yapısına girerek H ba÷larını koparması úeklinde
özetlenebilir. Bu mekanizmaların ço÷u, birbiri içine giren etkileúimlerin yarattı÷ı
karmaúık bir dizi fizikokimyasal reaksiyonlara neden olmaktadır (12). Doksorubisinin
etkinli÷inin önemli bir bölümünden NADPH sitokrom p–450 ve NADH dehidrogenaz
enzimleri ile oluúturulan semiquinin serbest radikali sorumlu tutulmaktadır.
Semiquinin oksijenle reaksiyona girerek süperoksit, hidrojen peroksit, hidroksil
radikalleri ve nitrik oksit ile kompleks yapılar oluúturur. Lipid peroksidasyonu ve
86
membran hasarlarından bu mekanizma sorumlu tutulmaktadır. Doksorubisine ba÷lı
kardiotoksisitede lipid peroksidasyon ürünlerinin artmıú olması ve serbest oksijen
radikali oluúumunda görev alan, süperoksit dismutaz ve nitrik oksit sentaz gibi
enzimlerin
yüksek
düzeylerde
bulunması
bu
görüúü
kanıtlayan
ipuçlarını
oluúturmaktadır (83). Hanan ve arkadaúlarının bir çalıúmasında 10mg/kg doksorubisin
verilmiú sıçanlarda kalp kasında serbest oksijen radikalleri ve NO düzeylerinin
normalin 8 katı düzeylere ulaútı÷ı bildirilmektedir (44).
4.4. NøTRøK OKSøT (NO)
Serbest oksijen radikallerinden biri olan NO kardiyovasküler sistem
patolojilerindeki rolü birçok çalıúmada ortaya konmuútur. Özellikle kardiyovasküler
sistem üzerinde en etkili serbest oksijen radikali oldu÷u bilinen NO arjinin amino
asidinin guanidin grubunda yer alan, nitrojen atomu ile moleküler oksijenin
reaksiyona girmesi sonucu oluúan kısa ömürlü serbest bir radikaldir (91). NO
oluúumunda rol alan en önemli enzim olan NOS’un doku da÷ılımı farklılıklar
göstermektedir.
Bunlar
endotel
hücrelerinde
eNOS,
nöronlarda
nNOS
ve
indüklenebilir form olarak da iNOS úeklinde bulunmaktadır (47). Doksorubisin
kardiotoksisitesinde hangi NOS izoformunun baúrolü oynadı÷ı oldukça tartıúmalıdır.
Barnabe ve arkadaúları, sıçan kalp kası hücre kültürlerindeki in vitro çalıúmasında
eNOS’un esas rolü oynadı÷ını bildirirken; 2004 yılında yayınlanan makalesinde Fogli
eNOS ve nNOS’ un bu konuda bir rolü olmadı÷ı ve asıl baúrol oyuncusunun iNOS
oldu÷unu iddia etmiúlerdir (95). Bu görüúünü de eNOS ve nNOS’ un yapısal enzimler
olmasına ra÷men iNOS’ un enfeksiyon, hipoksi, sitokinler vb. etkenler ile
indüklenebildi÷i temeline dayandırmaktadır (19).
87
Araútırmamızda doku düzeyinde eNOS’ un kalp kasındaki morfolojik
ipuçlarını kullanılarak doksorubisin toksisitesindeki rolü ortaya konmaya çalıúılmıútır.
ømmünohistokimyasal boyamalarda endotel hücrelerinde ve perikapiller ba÷ dokusu
hücrelerinde pozitif boyanma saptadık. Kontrol grubu ve yalnızca doksorubisin alan
grup karúılaútırıldı÷ında ilaç alan grupta eNOS pozitifli÷inin istatistiksel olarak
anlamlı yüksek bulunuúu doksorubisine ba÷lı kardiotoksitede eNOS’ un rolü
oldu÷unu destekler niteliktedir. Bizim düúüncemiz iNOS’ un etkisinin olabilece÷i
ancak, eNOS’ un etkinli÷inin bu konuda göz ardı edilemeyece÷i úeklindedir.
ømmünohistokimyasal çalıúmalar kısmen subjektif kriterlere dayandı÷ından bu
konuda eNOS ve iNOS ölçümleri ile yapılan kantitatif çalıúmalara da ihtiyaç vardır.
Ayrıca doksorubisinin hücre membran potansiyelini bozarak oluúturdu÷u
hücre Ca
++
++
pompasında aksama, sitozolik Ca
düzeylerinde artıúa neden
++
olmaktadır. Sitozolik Ca
düzeylerinin NOS’ un aktivitesinde önemli bir rol
++
oynadı÷ı bilinmektedir (63). Özetle yüksek hücre içi Ca
düzeyleri NOS
aktivitesinin devamlı yüksek düzeyde olmasına neden olmaktadır. Yapılan
çalıúmalarda NO’in özellikle lipid peroksidasyonu ve apopitozisin indüklenmesinde
tetik mekanizmayı oluúturdu÷u düúünülmektedir (36).
Genel olarak apopitozis oluúumunda iki yol bulunmaktadır; birinci yol TNFalfa gibi sitokinler ile aktiflenen ekstrensek; ikincisi ise mitokondri ile iliúkili
intrensek yoldur (35). NO ve di÷er serbest oksijen radikalleri hücre apopitozisinde rol
oynayan kaspaz enzim sisteminde ve dolaylı olarak apopitoziste görevli protein
sentezinde birbirini tetikleyen aktifleúmeye yol açtı÷ı düúünülmektedir (123).
Aspartik asidin bir substratı olan ve sistein proteaz ailesinden olan kaspaz sistemi
apopitozis sürecinde ana mekanizma düzenleyicisidir. Kaspaz sistemi birer domino
88
taúı úeklinde birbirlerini aktive ederek apopitozis ile iliúkili proteinlerin oluúmasına
neden olmaktadır. Ekstrensek yolda bir apopitozis proteini olan p53 önemli bir
basama÷ı oluúturmaktadır (40). Mitokondriye ba÷lı intrensek yolda ise benzer bir
basama÷ı sitokrom c oluúturmaktadır. Fogli ve arkadaúlarının sıçanlar üzerindeki in
vivo çalıúmalarında 20 mg/kg doksorubisin enjeksiyonundan sonra sitokrom c
düzeylerinin
arttı÷ını
göstermiúlerdir
ve
aynı
araútırmacılar,
doksorubisin
kardiotoksisitesinde ekstrensek apopitozis yola÷ının etkili olmadı÷ını savunmaktadır
(95).
Nithipongvanitch
ve
arkadaúlarının
çalıúmasında
doksorubisinin
kardiomyositlerde nükleer ve mitokondrial p53 birikimine neden oldu÷u ortaya
konmuú olup, bu durumun redoksa ba÷lı mekanizmalar ile regüle edildi÷i
gözlenmektedir (86). Maejima Y, ve arkadaúları da p53'ün, doksorubisin verilmiú
sıçan kardiomyositlerinde erken yaúlanma bulgularının ortaya çıkmasında ana protein
oldu÷unu ortaya koymuúlardır (74). Biz de bu konuya ıúık tutabilmek amacıyla
immünohistokimyasal olarak gruplar arası p53 pozitif hücre yüzdelerini karúılaútırdık.
Bu çalıúmada istatistiksel olarak kontrol grubu ve doksorubisin alan grup arasında
anlamlı bir fark gözlenmiútir. Bizim çalıúmamızda da doksorubisinin sıçan
kardiomyositlerinde immünohistokimyasal olarak p53 pozitif hücre yüzdesini
arttırdı÷ı ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç doksorubisinin neden oldu÷u apopitozisde
p53'ün önemli bir rol oynadı÷ını ortaya koymakatdır.
Doksorubisinin kardiotoksik etkisinin en önemli bölümü reaktif oksijen
türevleri üzerinden baúlatılan çeúitli mekanizmalar ile gerçekleúti÷i göz önüne
alındı÷ında, bu sistemi inhibe edici antioksidan maddelerin, bu yan etkiyi gidermede
etkin olabilece÷i akla gelmektedir. øn vitro ve in vivo birçok çalıúmada çeúitli
antioksidan maddelerin bu konudaki etkinli÷i araútırma konusu olmuútur (16).
89
Günümüzde doksorubisin yan etkilerini önlemeye yönelik olarak kullanılan
tek FDA onaylı ilaç dexrazoxane dır. Ancak bu ilacın antineoplastik aktiviteyi
azaltması, kemik ili÷i ve deride karsinojenik geliúime neden olması kullanılabilirli÷ini
azaltmaktadır. Pentoksifilin, aminoguanidine, amifostin, melatonin, E vitamini, C
vitamini, Trolox, n-Asetilsistein gibi medikal ilaçlar da bu konuda çalıúılmıú olup,
etkinlikleri konusunda literatürde çok çeliúkili sonuçlar vardır (22).
Konu ile ilgili medikal ilaçların çeliúkili ve yetersiz olması araútırmacıları
baúka
arayıúlara
yönlendirmiútir.
Bu
konuda
geleneksel
uzak
do÷u
tıp
uygulamalarından yola çıkılarak çeúitli do÷al maddelerin etkinli÷i araútırılmıútır.
Epigallocatechin, Quarcetin, Carcuma longa, Morus alba, Piper rostratum, kefir ve
sarımsak gibi do÷al elde edilebilen birçok madde antioksidan etkinli÷inden
yararlanılarak doksorubisin toksisitesini önleme amaçlı kullanılmıútır (105).
Spekülatif bazı makaleleri göz ardı edecek olursak do÷al kaynaklı ürünlerdeki
sonuçları da çok çeliúkilidir.
4.5. RESVERATROLÜN ANTøOKSøDAN YAPISI
Biz de bu çalıúmamızda daha önceleri antioksidan aktivitesi çeúitli yayınlar ile
ortaya konmuú olan üzüm kabu÷u, da÷ çile÷i ve fıstıkta olukça bol bulunan stilbene
ailesinden olan resveratrolün doksorubisinin sitotoksik etkilerini azaltmada in vivo
olarak etkinli÷ini araútırdık. Resveratrolün gerek antioksidan yapısı gerekse
apopitozis mekanizmalarındaki düzenleyici rolünün, söz konusu olan kardiotoksiteyi
azaltmada etkili oldu÷u düúünülmektedir (121).
Resveratrolün moleküler toplanması, hidroksil grupların “flip-flop” hareketi
ile oluúan ve kırılan H ba÷larının oldu÷u yerde bir hidrojen ba÷ a÷ı göstermektedir
(18). Bu hareket sayesinde H ba÷ı zinciri boyunca en fazla üç hidroksil hidrojen
90
atomu transfer olabilmektedir. Hidrojen atomlarının transferi, resveratrol molekülü
hareketlili÷ini açıklamakta ve bu molekülün biyolojik sistemlerdeki kimyasal
reaksiyonlar ile iliúkisine iúaret etmektedir (76). Resveratrolün superoksit anyon
üzerinde ciddi bir inhibe edici özelli÷i vardır. Ayrıca, lipopolisakkaritler ya da forbol
esterleri tarafından stimüle edilen makrofajların hidrojen peroksit üretimini de inhibe
eder (112).
Sıçanlara tek doz 10 mg/kg intraperitoneal olarak resveratrol verilerek yapılan
çalıúmamızda resveratrolün tek baúına verildi÷i deney hayvanlarında kontrol grubuna
göre her hangi bir farklılık saptanmamıútır. Resveratrolü çözmek amacıyla kullanılan
DMSO’nun etkisini gözden kaçırmamak amacıyla oluúturulan ve yalnızca DMSO
verilen Grup 6’ da morfolojik düzeyde kardiyak hasar gözlenmemiútir. Yapılan bir
çalıúmada sıçanlara uygulanan 300 mg/kg gibi yüksek dozlarda bile toksik bir etki
geliúmedi÷i bildirilmektedir. Literatürde bu güne kadar yayınlanmıú bir toksik etki
saptanmamıútır.
Çalıúmamızda
doksorubisin
ile
birlikte
ve
doksorubisin
uygulamasından 3 gün sonra resveratrol verilen Grup 4 ve Grup 5’de kalp dokusunda
zararlanmanın devam etti÷i ve istatistiksel olarak yalnızca doksorubisin verilen Grup
3’ten farklılık göstermedi÷i saptanmıútır. Sonuç olarak resveratrolün doksorubisin
kardiotoksisitesini önlemede morfolojik bazda yeterli olmadı÷ını saptadık. Dudka ve
arkadaúları da doksorubisin kullanarak oluúturdukları sıçan modelinde NADPHsitokrom p–450 düzeylerine bakarak resveratrolün antioksidan etkisinin ve
kardiotoksisite
önlemedeki
etkinli÷inin
kabul
edilebilir
olmadı÷ı
sonucuna
varmıúlardır (54). Aynı sonuç Chun ve arkadaúları tarafından da 1999 yılında E. Coli
hücre membranı kullanılarak ortaya konmuútur (25).
Resveratrolun insan metabolizmasındaki durumunu inceleyen araútırmaların
öne sürdü÷üne göre, çok yüksek dozlarda alınacak resveratrol bile kültür hücrelerinde
91
elde edilen etkilerin insanlarda görülebilmesini sa÷layacak hücre de÷erlerine
ulaúamayabilir (121). Pratik olarak bu kadar yüksek doz resveratrolün uzun süre
kullanımı olanaksız gibi gözükmektedir.
østatiksel sonuçlarımızda dikkat çeken verilerden biri de Grup 3 ile Grup 5
arasındaki eNOS pozitifli÷indeki farklılıktır. Grup 3’ de eNOS pozitifli÷i daha fazla
deney hayvanlarında saptanmıútır. Aynı istatistiksel farkın Grup 3 ile Grup 4 arasında
görülmemesini açıklamak zordur. Bu farklılık, gruplardaki deney hayvanları sayısının
azlı÷ından kaynaklanan rasgele bir sonuç olabilir. Spekülatif bir bakıú açısından ise
resveratrolün
antioksidan
etkisi
doksorubisin
tarafından
inhibe
edilmekte;
doksorubisinin serbest oksijen türevleri üzerinden olan etkinli÷i ortadan kalktıktan
veya azaldıktan sonra resveratrolün antioksidan etkisi belirmektedir.
Resveratrolün apopitozis mekanizmalarında özellikle p53 ve siklinler
üzerinden etkili oldu÷u konusunda bilgiler bulunmaktadır (112). Ancak bizim
çalıúmamızda p53 immünohistokimyasal boyanma yüzdeleri açısından gruplar
arasında bir fark bulunmamıútır. Ancak bu konuda kesin bir yargıya varmak için
deney hayvanları sayımızın az oldu÷unu düúünüyoruz.
Melatoninin doksorubisine ba÷lı kardiyotoksisiteyi önlemesi ile ilgili sıçan
kalp dokusunda yapılan çalıúmada elektron mikroskobik incelemeler sonucu, 45
mg/kg doksorubisin uygulanan gruba ait kalp dokusunda sellüler ödem,
mitokondriyal deformasyon, glikojende azalma, myofibriler yapıda bozulma
saptandı÷ı ve sonrası melatoninin uygulamasının kalp hasarına karúı koruyucu
etkilerinin bulundu÷u elektron mikroskobik olarak gösterilmiútir (90).
92
Yine bir baúka fare elektron mikroskobik çalıúmada 4 mg/kg doksorubisine
karúı Spirulinanın etkileri araútırılmıú ve elektron mikroskobik de÷erlendirmelerinde
miyofibriler
kayıp,
mitokondriyal
úiúme,
sitoplazmada
vakuolizasyon
ve
sarkoplazmik sistemde dilatasyon saptanırken; Spirulina uygulanması sonrası
intrasitoplazmik vakuolizasyonun azaldı÷ı bildirilmiútir (57).
Lebrecht ve ark. ise, doksorubisine ba÷lı insan kalbinde radikal-ba÷lı
mitokondriyal disfonksiyon ve dokuya özgün mitokondriyal DNA (mtDNA)
lezyonlarını araútırmıú ve otopsi insan kalp kası materyallerinde kalp kasında
mitokondriyal elektron yo÷un depozitlere rastlanmıútır. Doksorubisinin di÷er
antrasiklinlerin tersine mtDNA mutasyonlarını indükledi÷i ve insan kalp kasında
mtDNA içeri÷inin azaldı÷ını ortaya koymuúlardır (61).
Çalıúmamızda elektron mikroskobik incelemeler sonucu ise, Doksorubisin
verilen grup elektron mikroskobik incelemelerde miyofibril yapısında de÷iúik
morfolojik anormalliklerle birlikte seyreden dejenerasyon alanları saptandı.
Doksorubisin gruplarında mitokondriyal hasar ile birlikte, miyofibrillerin Z
membranlarındaki
senkronizasyonun
bozuldu÷u,
hücreler
arasında
diskus
interkalaris düzensizliklerinin bulundu÷u gözlendi. Doksorubisin ile birlikte
Resveratrol uygulanan gruplarda ise, yarı ince kesitlerde myokardial dejenerasyon
alanlarında nispeten azalma saptandı.
Sonuç olarak 20 mg/kg tek doz intraperitoneal olarak doksorubisin
uygulanması sıçanlarda kardiotoksisite oluúturmaktadır. Deney hayvanlarında ileri
derecede a÷ırlık kaybı toksik etkinin bir göstergesidir. Kardiotoksik etki, kalp kası
hücrelerinde nekroz, yaygın apopitozis ve yaygın sitoplazmik vakuolizasyon ile
karakterlidir. Doksorubisinin kardiotoksik etkileri serbest oksijen radikallerinin
tetikledi÷i bir takım mekanizmalar ile oluúmaktadır. Bu süreçte eNOS aracılı÷ı ile
93
oluúturulan NO önemli bir rol oynamaktadır (122). Doksorubisine ba÷lı
kardiotoksisitede p53 üzerinden çalıúan apopitotik mekanizmalar yeterince etkin
de÷ildir. Antioksidan bir madde olan resveratrol doksorubisinin kardiotoksik etkisini
önlemede çok baúarılı bulunmamakla birlikte yarı ince yapıda ileriye dönük umut
verebilecek yapısal de÷iúimlere rastlanmıútır. Bu nedenle resveratrolün;
deney
hayvan sayısı arttırılarak yapılacak yeni çalıúmalarda in vivo etkisinin kalitatif ve
kantitatif araútırılmasına devam edilmelidir.
94
BÖLÜM V
SONUÇLAR
1- 20mg/kg tek doz intraperitoneal olarak doksorubisin uygulanması
sıçanlarda kardiotoksisite oluúturmaktadır.
2- Sıçanlarda ileri derecede kilo kaybı toksik etkinin bir göstergesidir.
3- Kardiotoksik etki, kalp kası hücrelerinde nekroz, yaygın apopitozis ve
yaygın sitoplazmik vakuolizasyon ile karakterlidir.
4- Doksorubisine ba÷lı kardiotoksisitede p53 üzerinden çalıúan apopitotik
mekanizmalar önemli bir rol oynamaktadır.
5- Doksorubisinin kardiotoksik etkileri serbest oksijen radikallerinin
tetikledi÷i bir takım mekanizmalar ile oluúmaktadır. Bu süreçte eNOS aracılı÷ı ile
oluúturulan NO önemli bir rol oynamaktadır. Doksorubisin uygulamasından üç gün
sonra resveratrol verildi÷inde immünohistokimyasal olarak eNOS pozitifli÷i anlamlı
olarak farklı bulunmuútur. Biyokimyasal olarak nitrit ve nitrat düzeyleri
araútırıldı÷ında, sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmamakla birlikte nitrit
düzeyinde, doksorubisin sonrası resveratrol verilen grupta hafif bir azalma
görülmüútür.
6- Doksorubisin uygulanan gruptaki sıçanların kalp dokularından hazırlanmıú
yarı ince kesitlerde yaygın myokardiyal dejenerasyon alanları dikkat çekmiútir. Fakat
doksorubisin
uygulaması
sonrası
resveratrol
verilen
grupta,
miyokardiyal
dejenerasyon alanlarında nispeten azalma oldu÷u saptanmıútır. Yapılan elektron
mikroskobik incelemelerde sadece doksorubisin verilen grupta kalp dokusunda
95
mitokondriyal
hasar
senkronizasyonun
ile
bozuldu÷u
birlikte,
ve
miyofibrillerin
hücreler
arasındaki
Z
membranlarındaki
diskus
interkalaris
düzensizliklerinin bulundu÷u gözlenmiútir.
7- Antioksidan bir madde olan resveratrol, doksorubisinin kardiyotoksik
etkisini önlemede kesin baúarısı gösterilememekle birlikte; deney hayvanlarının
sayısını arttırarak, kısa ve uzun dönem sonuçlarına yönelik kalitatif ve kantitatif
de÷erlendirmenin yapılması ve apopitotik mekanizmalardaki moleküllere yönelik
araútırmaların yapılması yararlı olacaktır.
96
BÖLÜM VI
ÖZET
6.1. DOXORUBøSøN'E BAöLI KARDøOTOKSøSøTEDE RESVERATROLÜN
ETKøLERøNøN HøSTOLOJøK OLARAK øNCELENMESø
Yaygın uygulama alanı olan antineoplastik ilaçlardan olan antrasiklinlerin,
erken ve geç dönem kardiotoksik etkileri nedeni ile klinik kullanımları
sınırlanmaktadır. Bu grup ilaçlar içersinde en etkili ve toksik etkisi en fazla olan
doksorubisindir. Doksorubisin toksik etkilerinin önemli bir kısmını serbest oksijen
radikalleri üzerinden gerçekleútirmektedir. Sıçanlar üzerinde invivo olarak yapılan bu
çalıúmada antioksidan bir madde olan resveratrolün bu toksik etkiyi azaltabilece÷i
öngörülmüútür.
Deney hayvanları; kontrol, tek doz 10 mg/kg intraperitoneal olarak
resveratrol uygulanan, tek doz 20 mg/kg doksorubisin uygulanan, doksorubisin ile
birlikte resveratrol uygulanan, tek doz doksorubisinden 3 gün sonra tek doz
resveratrol uygulanan ve resveratrol çözücüsü olan DMSO uygulanan olmak üzere 6
gruba ayrıldı. Kardiotoksik etki histopatolojik olarak de÷erlendirildi. Grupların p53
ve eNOS pozitiflikleri immünohistokimyasal olarak çalıúıldı, nitrit, nitrat düzeyleri
araútırıldı ve elektron mikroskobik görüntülerle ince yapıda incelemeler yapıldı.
Tüm tek doz doksorubisin alan gruplarda kaúektik düzeyde kilo kayıpları
gözlenmiútir. Gruplar arasında kilo de÷iúimleri açısından hayli anlamlı bir fark
mevcuttur. Kalp kası hasarı en fazla yalnızca doksorubisin alan grupta gözlenmiú
olup, en sık rastlanan bulgu nekrozdur. Kalp kası hasarlanması açısından gruplar
97
karúılaútırıldı÷ında kontrol grubu ile yalnızca doksorubisin alan grupta istatistiksel
anlamda bir fark gözlenmiútir (p=0,02). Doksorubisin ile birlikte resveratrol ve
doksorubisin uygulamasından 3 gün sonra resveratrol alan gruplar arasında fark
gözlenmemiútir. eNOS pozitifli÷i endotel hücrelerinde ve perivasküler myositlerde
gözlenmiútir. eNOS pozitifli÷i açısından kontrol grubu ile doksorubisin grubu
karúılaútırıldı÷ında;
sınırda
istatistiksel
fark
saptanmıútır.
Doksorubisin
ile
doksorubisinden 3 gün sonra uygulanan resveratrol grubu arasında da anlamlı bir fark
dikkati çekmiútir. p53 pozitif hücre yüzdesi açısından Grup 1 ve Grup 3 ile Grup3 ve
Grup 5 arasında istatistiksel bir anlam bulunmuútur. Biyokimyasal olarak nitrit
düzeylerinde; doksorubisinden üç gün sonra resveratrol verilen Grup 5’te, sadece
doksorubisin uygulanan Grup 3'e göre hafif azalma görülmüútür. Elektron
mikroskobik olarak doksorubisin verilen Grup 3’te yaygın myokardiyal dejenerasyon
saptanmıútır. Ancak, doksorubisinden üç gün sonra resveratrol verilen Grup 5’te
myokardiyal dejenerasyon alanlarında nispeten azalma oldu÷u gözlenmiútir.
Sonuç olarak, 20 mg/kg tek doz intraperitoneal olarak doksorubisin
uygulanması sıçanlarda kardiotoksisite oluúturmaktadır. Kardiotoksik etki, kalp kası
hücrelerinde nekroz, yaygın apopitozis ve yaygın sitoplazmik vakuolizasyon ve
yaygın miyokardiyal dejenerasyon ile karakterlidir. Doksorubisinin kardiotoksik
etkileri serbest oksijen radikallerinin tetikledi÷i bir takım mekanizmalar ile
oluúmaktadır. Bu süreçte eNOS aracılı÷ı ile oluúturulan NO önemli bir rol
oynamaktadır. Doksorubisine ba÷lı kardiotoksisitede p53 üzerinden çalıúan apopitotik
mekanizmalar söz konusudur. Bir antioksidan olan resveratrol uygulanan dozlarda
doksorubisinin kardiotoksik etkisini önlemede düúük oranda etkili bulunmuútır.
Anahtar Sözcükler: Antrasiklinler, Doksorubisin, NO, p53, Resveratrol,
eNOS, ønce Yapı, Nitrat, Nitrit.
98
ABSTRACT
6.2. THE HISTOLOGICAL STUDY ON THE EFFECTS OF RESVERATROL
ON THE CARDIOTOXICITY DUE TO DOXORUBICIN
Clinical practice of antracyclines, a widely used antineoplastic agent, is
limited due to the risk of a early or late life-threatening cardiotoxicity. Among the
group antracyclines, the most effective and the most toxic is doxorubicin.
Doxorubicin is suggested to perform exert its most serious side effects by free oxygen
radicals. In this in vivo experiment on rats, resveratrol is predicted to decrease this
toxic side effect.
The study consisted of six groups; Group 1: control group; Group 2: a single
dose of resveratrol given as 10 mg/kg intraperitoneal; Group 3: a single dose of
doxorubicin given as 20 mg/kg doxorubicin; Group 4: a single dose of resveratrol and
doxorubicin given at the same time; Group 5: a single dose of resveratrol given 3
days after doxorubicin administration; Group 6: a single dose of DMSO which is
used as a solvent for resveratrol. Doxorubicin-induced cardiotoxicity
evaluated
histopathologically
has been
and also p53 and eNOS positivity had been
determined by immunohistochemical applications. Nitrite and nitrate levels were have
been measured and electron microscopic ultrastructure studies have been done.
In all doxorubicin given groups a severe loss of weight has been observed.
The differences among the weight measures within six groups were significant.
Cardiotoxicity was observed mostly in the groups given doxorubicin; the most
frequently observed sign is necrosis. When the groups were compared for
cardiotoxicity; there was a slight difference between the control and the group given
doxorubicin (p=0,02). No difference has been observed between resveratrol and a
99
single dose of resveratrol given 3 days after doxorubicin administration. eNOS
positivty has been observed in the endothelial cells and perivascular myocytes. A
significant difference was observed between control group and doxorubicin given
group for eNOS positivity. A significant difference was observed between
doxorubicin given at the same time and a single dose of resveratrol given 3 days
after doxorubicin administration. Among the groups, the percentage of p53 positivity
was significant. As biochemical evaluation; the nitrite level of Group 5 was decreased
as ceomepared to Group 3. In electron microscopy; diffuse myocardial degeneration
has been determined in Group 3. Nevertheless, in Group 5, a decrease in myocardial
degeneration has been observed comparatively.
As a result, a single dose of doxorubicin given as 20 mg/kg doxorubicin leads
to cardiotoxicity in rats. Cardiotoxicity is characterized by necrosis, diffuse apoptosis
and diffuse cytoplasmic vacuolization. The pathogenesis of doxorubicin-induced
cardiotoxicity is revealed by the mechanisms triggered by free radicals. In this
process: NO produced by eNOS plays a great role. The apoptotic mechanisms in
doxorubicin-induced cardiotoxicity are suficiently effected by p53 protein.
Resveratrol, as an antioxidant with the given doses seems less effective in the
prevention of doxorubicin-induced cardiotoxicity.
Key words : Antracyclines, Doxorubicin, NO, p53, Resveratrol, eNOS,
Ultrastructure, Nitrate, Nitrite.
100
BÖLÜM VII
KAYNAKLAR
1. Ackland, SP., Ratain, MJ., Vogelzang, NJ. (1989). ‘Pharmacokinetics and
pharmacodynamics of long-term continous-infusion doxorubicin.’ Pharmacol Ther
45: 340-7.
2. Agarwala, S., Kumar, R., Bhatnagar, V., Bajpai, M., Gupta, KD., Mitra, DK.
(2000). ‘High incidence of adriamycin cardiotoxicity in children even
at low
cumulative doses: Role of radionuclide cardiac angiography.’ J Ped Surg 35 (12) :
1786-89.
3. Aggarwal, BB., Bhardwaj, A., Aggarwal, RS., Seeram, NP., Shishodia, S., Takada,
Y. (2004). ‘Role of resveratrol in prevention and therapy of cancer: preclinical and
clinical studies.’ Anticancer Res. 24 (5A) :2783-2840.
4. Anak, S., Karakaú, Z., Eker, Ömero÷lu, R., Yalman, N., Bilgen, H., Özgenç, S.,
Gediko÷lu, G. (1999). ‘Cardiac findings in children following bone marrow
transplantation.’ Turk J Haematol 16 (1) : 11-5.
5. Asensi, M., Medina, I., Ortega, A., Carretero, J., Bano, MC., Obrador, E., Estrela,
JM. (2002). ‘Inhibition of cancer growth by resveratrol is related to its low
bioavailability.’ Free Radic Biol Med. 33 (3) :387-98.
6. Ateú, U. (2002). ‘Proestrus döneminde uygulanan aspirinin preimplantasyon
dönemindeki sıçan endometriyumuna etkisinin histolojik olarak incelenmesi.’ Ege
Üniversitesi Sa÷lık Bilimleri Enstitisü Doktora Tezi.
101
7. Bacci, G., Ferrari, S., Bertoni, F., Ruggieri, P., Picci, P., Longhi, A., Casadei, R.,
Fabbri, N., Forni, C., Versari, M., Campanacci, M. (2000). ‘Long-term outcome for
patients with non-metastatic osteosarcoma of the extremity treated at the Instituto
Ortopedico Rizzoli according to the Instituto Ortopedico Rizzoli/Osteosarcoma-2
protocol: An updated report.’ J Clin Oncol; 18: 4016-27.
8. Basser, RL., Gree, MD. (1993). ‘Strategies for prevention of anthracycline
cardiotoxicity.’ Cancer Treat Rev ; 19: 57-77.
9. Berrak, SG., Ewer, MS., Jaffe, N., Pearson, P., Ried, H., Zietz, HA., Benjamin, RS.
(2001). ‘Doxorubicin cardiotoxicity in children: reduced incidence of cardiac
dysfunction associated with continous-infusion schedules.’ Oncol rep; 8(3): 611-4.
10. Bielack, SS., Ertmann, R., Winkler, K., Landbeck, G. (1989). ‘Doxorubicin:
effect of different schedules on toxicity and antitumor efficacy.’ Eur J Cancer Clin
Oncol; 25: 873-82.
11. Billingham, ME., Bristow, MR. (1984). ‘Evaluation of anthracycline
cardiotoxicity: predictive ability and functional correlation of endomyocardial
biopsy.’ Cancer Treat Symp; 3: 71-6.
12. Billingham, M., E., Mason, J., W., Bristow, M.,. R., and Daniels, J., R. (1978).
‘Anthracycline cardiomyopathy monitored by morphologic changes.’ Cancer Treat.
Rep., 62: 865–872.
13. Bivalacqua, TJ., Champion, HC., Hellstrom, WJG. (2002). ‘Implications of nitric
oxide synthases isoforms in the pathophysiology of Peyronie's disease.’ Int J Imp
Res; 14; 345-352.
102
14. Bories, PN., Bories, C. (1995). ‘Nitrate determination in biological fluids by an
enzymatic one-step assay with nitrate reductase.’Clin Chem 41 (6), 904-907.
15. Bowers, JL., Tyulmenkov, VV., Jernigan, SC., Klinge, CM. (2000). ‘Resveratrol
acts as a mixed agonist/antagonist for estrogen receptors alpha and beta.’
Endocrinology; 141 (10) :3657-3667.
16. Breed, JGS., Zimmerman, ANE., Dormans, JAMA., et al. (1980). ‘Failure of the
antioxidant vitamin E to protect against Adriamycin-induced cardiotoxicity in the
rabbit.’ Cancer Res; 40:2033-2038.
17. Brito, P., Almeida, LM., Dinis, TC. (2002). ‘The interaction of resveratrol with
ferrylmyoglobin and peroxynitrite; protection against LDL oxidation.’ Free Radic
Res; 36(6):621-631.
18. Burkitt, MJ., Duncan, J. (2000). ‘Effects of trans-resveratrol on copper-dependent
hydroxyl-radical formation and DNA damage: evidence for hydroxyl-radical
scavenging and a novel, glutathione-sparing mechanism of action.’ Arch Biochem
Biophys. 381 (2) : 253-63.
19. Busse, R., Fleming, I., Schini, VB. (1995). ‘Nitric oxide formation in the vascular
Wall: regulation and functional implications.’ Curr Top Microbial Immunol; 196: 718.
20. Cadenas, S., Barja, G. (1999). ‘Resveratrol, melatonin, vitamin E, and PBN
protect against renal oxidative DNA damage induced by the kidney carcinogen KbrO
3.’
Free Radic Biol Med. 26 (11-12) : 1531-37.
21. Carlson, RW. (1992). ‘Reducing the cardiotoxicity of the anthracyclines.’
Oncology; 6: 95-107.
103
22. Caruso, F., Tanski, J., Villegas-Estrada, A., Rossi, M. (2000). ‘Structural basis for
antioxidant activity of trans-resveratrol: ab initio calculations and crystal and
molecular structure.’ J Agric Food Chem. 52(24): 7279-85.
23. Chen, ZH., Hurh, YJ., Na, HK., et al. (2004). ‘Resveratrol inhibits TCDD-induced
expression of CYP1A1 and CYP1B1 and catechol estrogen-mediated oxidative DNA
damage in cultured human mammary epithelial cells.’ Carcinogenesis; 25 (10) :20052013.
24. Chlebowski, RT., Parloy, WS., Pugh, RT. (1980). ‘Adriamycin given as a weekly
schedule without a loading course-clinically effective with reduced incidence of
cardiotoxicity.’ Cancer Treat Rep; 64 : 47-51.
25. Chun, YJ., Kim, MY. and Guengerich, FP. (1999). ‘Resveratrol is a selective
human cytochrome P450 1A1 inhibitor.’ Biochem Biophys Res Commun 262:20–24.
26. Ciolino, HP., Yeh, GC. (1999). ‘Inhibition
of aryl hydrocarbon-induced
cytochrome P-450 1A1 enzyme activity and CYP1A1 expression by resveratrol.’ Mol
Pharmacol; 56 (4) : 760-767.
27. Crowell, JA., Korytko, PJ., Morrissey, RL., Booth, TD., Levine, BS. (2004).
‘Resveratrol-associated renal toxicity.’ Toxicol Sci.; 82 (2) : 614-619.
28. Cummings, J., Anderson, L,. Willmott, N., Smyth, JF. (1991). ‘The molecular
pharmacology of doxorubicin in vivo.’ Eur J Cancer ; 27 : 532.
29. Dorr, R., T. (1996). ‘Cytoprotective agents for anthracyclines.’ Semin, Oncol.,23
(Suppl. 8) : 23–34.
30. Duffy, SJ., Vita, JA. (2003). ‘Effects of phenolics on vascular endothelial
function.’ Curr Opin Lipidol; 14 (1) : 21-27.
104
31. Eroschenko, Victor P./Çev. Ed. Demir Ramazan (2001). Di Fiore Histoloji AtlasıFonksiyonel øliúkileriyle;dokuzuncu baskıdan çeviri; Palme Yayıncılık; 176-193,82120.
32. Ewer, MS., Jaffe, N., Ried, H., Zietz, HA., Benjamin, RS. (1998). ‘Doxorubicin
cardiotoxicity in children: comparison of a consecutive divided daily dose
administration schedule with single dose (rapid) infusion administration.’ Med
Pediatr Oncol; 31(6): 512-5.
33. Frankel, EN., Waterhouse, AL., Kinsella, JE. (1993). ‘Inhibition of human LDL
oxidation by resveratrol.’ Lancet; 341 (8852) : 1103-1104.
34. Fremont, L. (2000). ‘Biological effects of resveratrol.’ Life Sci; 66 (8) : 663-673.
35. Fulda, S., Debatin, KM. (2004). ‘Sensitization for anticancer drug-induced
apopitozis by the chemopreventive agent resveratrol.’ Oncogene. 23(40): 6702-11.
36. Garner, AP., Paine, MJI., Crespo, IR., Chinje, EC., Montellano, POD. (1999).
‘Stratford IJ, et al. Nitric oxide synthases catalyze the activation of redox cycling and
bioreductive anticancer agents.’ Cancer Res; 59:1929-34.
37. Gehm, BD., McAndrews, JM., Chien, PY., Jameson, JL. (1997). ‘Resveratrol, a
polyphenolic compound found in grapes and wine, is an agonist for the estrogen
receptor.’ Proc Natl Acad Sci U S A ; 94 (25) : 14138-14143.
38. Gianni, L., and Myers, C., E. (1992). ‘The role of free radical formation in the
cardiotoxicity of anthracycline.’ In: F., M., Muggia, M., D., Green, and J., L., Speyer
(eds.), Cancer Treatment and the Heart, pp. 9–46. Baltimore: The John Hopkins
University Press.
105
39. Giantris, A., Abdurrahman, L., Hinkle, A., Asselin, B., Lipshultz, SE. (1998).
‘Anthracycline-induced cardiotoxicity in children and young adults.’ Clin Rev in
Oncol/Hematol; 27: 53-68.
40. Giardino, I., Fard, AK., Hatchell, DL., Brownlee, M. (1998). ‘Aminoguanidine
Inhibits Reactive Oxygen Species Formation, Lipid Peroxidation, and OxidantInduced Apopitosis.’ Diabetes; 47: 1114-1120.
41. Goldberg, DM., Tsang, E., Karumanchiri, A., Diamandis, E., Soleas, G., Ng, E.
(1996). ‘Method to assay the concentrations of phenolic constituents of biological
interest in wines.’ Anal Chem. 68 (10) : 1688-94.
42. Gottlieb, SL., Edmiston, A., Haywsood, J. (1981). ‘Late doxorubicin
cardiotoxicity.’ Chest; 78: 880-882
43. Gupta, M., Steinheirz, PG., Cheung, NK., Steinherz, L. (2003). ‘Late cardiac after
bolus versus infusion anthracycline therapy for childhood cancers.’ Med Pediatr
Oncol; 40: 343-47.
44. Hanan, M., Abd, El-Gawad., Maha, M., El-Sawalhi. (2004). ‘Nitric oxide and
oxidative stress in brain and heart of normal rats treated with doxorubicin: Role of
aminoguanidine’ Journal of Biochemical and Molecular Toxicology; 18 (2) : 69-77.
45. Hendler, SS., Rorvik, DR. (2001). ‘eds. PDR. for Nutritional Supplements.’
Montvale: Medical Economics Company, Inc.
46. Hibbs, JB., JR., Taintor, RR., Vavrin, Z., and Rachlin, EM., (1998). ‘Nitric oxide:
a cytotoxic activated macrophage effector molecule.’ Biochem Biophys Res
Commun; 157: 87-94.
106
47. Hibbs, JB., Jr. (1992). ‘Overview of cytotoxic mechanism and defence of
intrasellüler environment againts microbeses.’ In: Moncada, S., Marletta, MA.,
Hibbs, JB., Jr., eds. ‘The biology of nitric oxide: Enzimology, biochemistry and
immünology.’ London: Portland Press: 2 : 201-6.
48. Hortobagyi, GN., Frye, D., Buzdar, AU. (1989). ‘Decreased cardiac toxicity of
doxorubicin administered by continous intravenous infusion in combination
chemotherapy for metastatic breast cancer.’ Cancer; 63: 37-45.
49. Jaenke, R., S. (1974). ‘An anthracycline antibiotic-induced cardiomyopathy in
rabbits.’ Lab. Investig., 30: 292–304.
50. Jakacki, RI., Larsen, RL., Barber, G. (1993). ‘Comparison of cardiac function
tests after anthracycline therapy in childhood.’ Cancer ; 72: 2739-45. cer Study Group
Pediatrics 1992; 89: 942-9.
51. Jang, JH., Surh, YJ. (2003). ‘Protective effect of resveratrol on beta-amyloidinduced oxidative PC12 cell death.’ Free Radic Biol Med. 34(8):1100-10.
52. Jang, M., Cai, L., Udeani, GO., et al. (1997). ‘Cancer chemopreventive activity of
resveratrol, a natural product derived from grapes.’ Science; 275 (5297) : 218-220.
53. Jang, M., Cai, L., Udeani, GO., Slowing, KV., Thomas, CF., Beecher, CW., Fong,
HH., Farnsworth, NR., Kinghorn, AD., Mehta, RG., Moon, RC., Pezzuto, JM. (1997).
‘Cancer chemopreventive activity of resveratrol, a natural product derived from
grapes.’ Science. 275 (5297) :218-20.
54. Jaroslaw, Dudka., Jadwiga, Jodynis-Liebert, Elzbieta, Korobowicz, Franciszek,
Burdan, Agnieszka, Korobowicz, Justyna, Szumilo, Edyta, Tokarska, Robert,
107
Klepacz, Marek, Murias. (2005). ‘Activity of NADPH-cytochrome P-450 reductase
of the human heart, liver and lungs in the presence of (-)-epigallocatechin gallate,
quercetin and resveratrol: an in vitro study: Basic Clin Pharmacol Toxicol.’ 97 (2)
:74-9 15998352.
55. Juan, ME., Vinardell, MP., Planas, JM. (2002). ‘The daily oral administration of
high doses of trans-resveratrol to rats for 28 days is not harmful.’ J Nutr;132 (2) :
257-260.
56. Junquira, L. Carlos, Carneiro J, Kelley O.R. (2003) Basic Histology Text and
Atlas;A Lange Medical Book,tenth edition: 226-230, 206-208.
57. Khan, M., Shobha, J.C., Mohan, IK., et al. (2005). “Protective effect of Spirulina
against doxorubicin-induced cardiotoxicity”. Phytotherapy Research;19 (12) :10301037.
58. Kierszenbaum, Abraham L./ Çev. Ed. Demir Ramazan (2006). Histoloji ve Hücre
Biolojisi Patolojiye Giriú,Palme Yayıncılık: 321-324.
59. Klinge, CM., Blankenship, KA., Risinger, KE., et al. (2004). ‘Resveratrol and
estradiol rapidly activate MAPK signaling through estrogen receptors alpha and beta
in endothelial cells.’ J Biol Chem.
60. Köktürk, ø. (1967). ‘Elektron mikroskop vegenel araútırma metodları’ øzmir
Bornava Ege Üniversitesi Matbaası, 53, 54, 68, 69, 108 – 113, 115, 116.
61. Lebrecht, D., Kokkori, A., Ketelsen, U., Setzer, B., and Walker, A., U. (2005).
“Tissuespecific mtdna lesions and radicalassociated mitochondrial dysfunction in
human hearts exposed to doxorubicin”. The Journal of Pathology 207 (4), 436-444.
108
62. Leeson Thomas S., Leeson Roland C., Paparo Anthony A. (1998).Text /Atlas of
Histology:W.B.Saunders Company: 322-324.
63. Lefrak, E., A., Pitha, J., Rosenheim, S., Gottlieb, J., A., A. (1973).
‘Clinicopathologic analysis of Adriamycin cardiotoxicity.’ Cancer (Phila.), 32: 302–
314.
64. Legha, SS., Benjamin, RS., Mackay, B. (1982). ‘Reduction of doxorubicin
cardiotoxicity by prolonged continous intravenous infusion.’ Ann Intern Med; 96:
133-9.
65. Lewis, W., and Gonzales, B. (1986). ‘Anthracycline effects on actin and actincontaining thin filaments in cultured neonatal rat myocardial cells.’ Lab. Investig., 54:
416–423.
66. Lipshultz, SE., Colan, SD., Gelber, RD., Perez-Atayde, AR., Sallan, SE., Sanders,
SP. (1991). ‘Late cardiac effects of doxorubicin therapy for acute lymphoblastic
leukemia in childhood.’ N Engl J Med; 324 (12): 808-15.
67. Lipshultz, SE., Grenier, MA. (1999). ‘Doxorubicin-induced cardiomyopathy.’ N
Eng J Med; 340 (8): 653.
68. Lipshultz, SE., Giantris, AL., Lipsitz, SR., Dalton, VK., Asselin, BL., Barr, RD.,
Clawell, LA., Hurwitz, CA., Moghrabi, A., Samson, Y., Schorin, MA., Gelber, RD.,
Sallan, SE., Colan, SD. (2002). ‘Doxorubicin administration by continous infusion is
not cardioprotective’: The Dana-Farber 91-01 Acute Lymphoblastic Leukemia
Protocol. J Clin Oncol: 20(6): 1677-82.
109
69. Lipshultz, SE., Lipsitz, SR., Mone, SM., Goorin, AM., Sallan, SE., Sanders, SP.,
Orav, EJ., Gelber, RD., Colan, SD. (1995). ‘Female sex and higher drug dose as risk
factors for late cardiotoxic effects of doxorubicin therapy for childhood cancer.’ New
Engl J Med; 332: 1738-43.
70. Lipshultz, SE., Rifai, N., Sallan, SE. (1997). ‘Predictive value of cardiac troponin
T in pediatric patients at risk for myocardial injury.’ Circulation; 96: 2641-8.
71. Lipshultz, SE., Sanders, SP., Goorin, AM., Krischer, JP., Sallan, SE., Colan, SD.
(1994). ‘Monitoring for anthracycline cardiotoxicity.’ Pediatrics; 93(3): 433-7.
72.Liskovic, N., and Singal, P., K. (1997). ‘Lipid lowering: an important factor in
preventing Adriamycin-induced heart failure.’ Am. J. Pathol., 150: 727–734.
73.Lockard, V., G., and Bloom, S. (1993). ‘Trans-cellular desmin-lamin B
intermediate filament network in cardiac myocytes.’ J. Mol. Cell. Cardiol., 25: 303–
309.
74. Maejima, Y., Adachi, S., Ito, H., Hirao, K., Isobe, M. (2007). ‘Induction of
premature senescence in cardiomyocytes by doxorubicin as a novel mechanism of
myocardial damage.’ Aging Cell.
75. Marletta, MA. (1994). ‘Approaches toward selective inhibition of nitric oxide
synthase.’ J. Med Chem 37: 1899-907.
76. Martinez, J., Moreno, J. J. (2000). ‘Effect of resveratrol, a natural polyphenolic
compound, on reactive oxygen species and prostaglandin production.’ Biochem
Pharmacol. 59(7):865-70.
110
77. Meng, X., Maliakal, P., Lu, H., Lee, MJ., Yang, CS. (2004). ‘Urinary and plasma
levels of resveratrol and quercetin in humans, mice and rats after ingestion of pure
compounds and grape juice.’ J Agric Food Chem; 52 (4):935-942.
78. Metcalfe, DD., Baram, D., Mekori, YA. (1997). ‘Mast cells.’ Physiol Rev; 77:
1033- 79.
79. Mohaupt, MG., Elzie, JL., Ahn, KY., Clapp, WL., Wilcox, CS., Kone, BC.
(1994). ‘Differential expression and induction of mRNAs encoding two inducible
nitric oxide synthases in rat kidney.’ Kidney Int; 46: 653-65.
80. Molinari, A., Calcabrini, A., Crateri, P., and Arancia, G. (1990). ‘Interaction of
anthracyclinic antibiotics with cytoskeletal components of cultured carcinoma cells
(CG5).’ Exp. Mol. Pathol., 53: 11–33.
81. Moore K., Persaud T.V.N.,(Çeviri Editörleri: Yıldırım M., Okar ø., Dalçık H.).
(2002). ønsan Embriyolojisi, altıncı baskıdan çeviri; Nobel Tıp Kitapevleri, Ankara;
349-365.
82. Myers, CE. (1993). ‘Anthracyclines and DNA intercalators.’ In: Holland J, Frei E,
et al, eds.Cancer medicine. Philadelphia: Lea and Febiger: 764.
83. Myers, CE., McGuire, WP., Liss, RH., et al. (1977). ‘Adriamycin: The role of the
lipid peroxidation in cardiac toxicity and tumor response.’ Science; 197: 165-167.
84.Nathan, C. (1992). ‘Nitric oxide as a secretory product of mammalian cells.’
FASEB; 6: 3051-64.
85. Nathan, C., Xie, QW. (1994). ‘Nitric oxide synthases: roles, tolls, controls.’ Cell;
78: 915-8.
111
86. Nithipongvanitch, R., Ittarat, W., Cole, MP., Tangpong, J., Clair, DK., Oberley,
TD. (2007). ‘Mitochondrial and nuclear p53 localization in cardiomyocytes: redox
modulation by doxorubicin (Adriamycin)?’ Antioxid Redox Signal, 9 (7):1001-8.
87. Nussler, AK., Billiar, TR. (1993). ‘Inflammation, immünoregulation and
inducible nitric oxide synthase.’ J Leukoc Biol (USA); 54 (2): 171-8.
88. Olivetti, G., Abbi, R., Quaini, F., Kajstura, J., Cheng, W., Nitahara, J. A., Quaini,
E., di Loreto, C., Beltrami, C., A., Krajewski, S., Reed, J. C., and Anversa, P. (1997).
‘Apopitosis in the failing human heart.’ N. Engl. J. Med., 336: 1131–1141.
89. Ozkan, M., Dweik, R. (2001). ‘Nitric Oxide and Airway Reactivity.’ Clin Pulm
Med; 8:199-206.
90. Öz, Eser., Erbaú, Deniz., Sürücü, H., Düzgün, Ersel. (2006). ‘Prevention of
doxorubicin-induced cardiotoxicity by melatonin.’
Molecular
and
Cellular
Biochemistry, Volume 282, Numbers 1-2, pp. 31-37(7)
91. Palmer, RMJ., Ferrige, AG., Moncada, S. (1987). ‘Nitric oxide release accounts
for the biological activity of endothelium-derived relaxing factor.’ Nature;327:524-26
92. Piver, B., Berthou, F., Dreano, Y., Lucas, D. (2001). ‘Inhibition of CYP3A,
CYP1A and CYP2E1 activities by resveratrol and other non volatile red wine
components.’ Toxicol Lett.; 125 (1-3) : 83-91.
93.Postma, A., Bink-Boelkens, MT., Beaufort-Krol, GC., Kengen, RA., Elzenga, NJ.,
Schasfoort-van, Leeuwen, MJ., Schraffordt, Koops, H., Kamps, WA. (1996). ‘Late
cardiotoxicity after treatment for a malignant bone tumor.’ Med Pediatr Oncol; 26
(4): 230-7.
112
94. Regev-Shoshani, G., Shoseyov, O., Kerem, Z. (2004). ‘Influence of lipophilicity
on the interactions of hydroxy stilbenes with cytochrome P450 3A4.’ Biochem
Biophys Res Commun; 323 (2) : 668-673.
95. S., Fogli, P., Nieri, and M.,C., Breschi. (2004). ‘The role of nitric oxide in
anthracycline toxicity and prospects for pharmacologic prevention of cardiac
damage.’ Fed Am Soc Exp Biol J 18, pp. 664–675.
96. Sadler, T.W., (Çeviri Editörü: Prof. Dr. A.Can Baúaklar). (1996). Langman’s
Medikal Embriyoloji, yedinci baskıdan çeviri; Palme Yayıncılık; 175-188.
97. Sahna, E., Parlakpinar, H., Ozer, M., K., Ozturk, F., Ozugurlu, F., Acet, A.
(2003). ‘Melatonin protects against myocardial doxorubicin toxicity in rats.’ role of
physiological concentrations, Volume 35, Number 4, pp. 257-261 (5)
98. Sallan, SE., Clavell, LA. (1984). ‘Cardiac effects of anthracyclines used in the
treatment of childhood acute lymphoblastic leukemia: a 10-year experience.’ Semin
Oncol; 11 (suppl 3): 19-21.
99. Saraste, A. (1999). ‘Morphologic criteria and detection of apopitozis.’ Herz, 24:
189–195.
100. Saraste, A., Pulkki, K., Henriksen, K., Kallajoki, M., Parvinen, M., and VoipioPulkki, L-M. (1997). ‘Apopitosis in human acute myocardial infarction.’ Circulation,
95:320–323.
101. Saraste, A., Pulkki, K., Kallajoki, M., Heikkila¨, P., Laine, P., Mattila, S.,
Nieminen, M. S., Parvinen, M., and Voipio-Pulkki, L-M. (1999). ‘Cardiomyocyte
113
apopitozis and progression of heart failure to transplantation.’ Eur. J. Clin. Investig.,
29: 380–386.
102. Seifert, CF., Nesser, ME., Thompson, DF. (1994). ‘Dextrazoxane in the
prevention of doxorubicin-induced cardiotoxicity.’ Ann Pharmacother; 28: 1063-72.
103.Shapira J, Gotfried M, Lishner M, Ravid M. (1990). ‘Reduced cardiotoxicity of
doxorubicin by a 6-hour infusion regimen. A prospective randomized evaluation.’
Cancer; 65: 870-3.
104. Shigematsu, S., Ishida, S., Hara, M., Takahashi, N., Yoshimatsu, H., Sakata, T.,
Korthuis, RJ. (2003). ‘Resveratrol, a red wine constituent polyphenol, prevents
superoxide-dependent inflammatory responses induced by ischemia/reperfusion,
platelet-activating factor, or oxidants.’ Free Radic Biol Med. 34(7):810-7.
105. Soleas, GJ., Diamandis, EP., Goldberg, DM. (1997). ‘Resveratrol: a molecule
whose time has come? And gone?’ Clin Biochem; 30 (2) : 91-113.
106. Solymar, L., Marky, I., Mellander, L. (1988). ‘Echocardiographic findings in
children treated for malignancy with chemotherapy including adriamycin.’ Pediatr
Hematol Oncol; 5: 209-16.
107. Sorensen, K., Levitt, G., Bull, C., Chessells, J., Sullivan, I. (1997).
‘Anthracycline dose in childhood acute lymphoblastic leukemia: issues of early
survival versus late cardiotoxicity.’ J Clin Oncol; 15: (1): 61-8.
108. Speyer, JL., Gree, MD., Zeleniuch-Jacquotte, A. (1992). ‘ICRF-187 permits
longer treatment with doxorubicin in woman with breast cancer.’ J Clin Oncol; 10:
117-27.
114
109. Stadler, J., Billiar, TR., Curran, RD. (1991). ‘Effect of exogenous and
endogenous nitric oxide on mitochondrial respiration of rat hepatocytes.’ Am J
Physiol; 260:C910-6.
110. Steinherz, LJ., Graham, T., Hurwitz, R. (1993). ‘Guidelines for cardiac
monitoring of children during and after anthracycline therapy: report of the
cardiology committee of the Children's can44. Jakacki RI, Larsen RL, Barber G.
Comparison of cardiac function tests after anthracycline therapy in childhood.’
Cancer; 72: 2739-45. cer Study Group. Pediatrics 1992; 89: 942-9.
111. Stevens, A., Lowe, S, James. (1997). ‘Human Histology, Mosby, second
edition’147-158.
112. Stojanovic, S., Sprinz, H., Brede, O. (2001). ‘Efficiency and mechanism of the
antioxidant action of trans-resveratrol and its analogues in the radical liposome
oxidation.’ Arch Biochem Biophys.; 391 (1) : 79-89.
113. Stuart, MJ., DeAlarcon, PA., Oski, FA. (1978). ‘Inhibition of Adriamycin
(ADR) induced lipid peroxidaticn by a-tocopherol (a-T) and acetyl salicylic acid
(ASA) (abstr).’ Pediatr Res; 12:474.
114. Sulzuki, T., Kanda, H., Kawai, Y., et al. (1979). ‘Cardiotoxicity of anthracycline
antineoplastic drugs-Clinicopathological and experimetntal studies.’ Jpn Circ J;
43:100t)-1008.
115. ùeftalio÷lu A. (1998). Genel ve Özel ønsan Embriyolojisi; üçüncü baskı,
Meteksan Basın Yayın, Ankara; 381-405.
115
116. Unverferth, B., J. Magorien, R. D., Balcerzak, S. P., Leier, C. V., and
Unverferth, D. V. (1983). ‘Early changes in human myocardial nuclei after
doxorubicin.’ Cancer (Phila.), 52 : 215–221.
117. Van Vleet, JF., Ferrans, VJ. (1980). ‘Evaluation of vitamin E and selenium
orotection against chronic Adriamycin toxicity in rabbits.’ Cancer Treat Rep; 64:315317.
118. Von Hoff, DD., Layard, MW., Basa, P. (1979). ‘Risk factors for doxorubicininduced congestive heart failure.’ Ann Intern Med; 91:710.
119. Von Hoff, DD., Rozencweig, M., Layard, MW. (1977). ‘Daunomycin-induced
cardiotoxicity in children and adults: a review of 110 cases.’ Am J Med; 62: 200.
120. Vora, J., Khaw, B.A., Narula, J., & Boroujerdi, M. (1996). ‘Protective effect of
butylated hydroxyanisole on adriamycin-induced cardiotoxicity.’
J. Pharm.
Pharmacol., 48, 940-944.
121. Walle, T., Hsieh, F., Delegge, MH., Oatis, JE. Jr., Walle, UK. (2004). ‘High
absorption but very low bioavailability of oral resveratrol in humans.’ Drug Metab
Dispos;32 (12):1377-1382.
122. Wallerath, T., Deckert, G., Ternes, T., et al. (2002). ‘Resveratrol, a polyphenolic
phytoalexin present in red wine, enhances expression and ac tivity of endothelial
nitric oxide synthase.’ Circulation;106 (13):1652-1658.
123. Wang, X., Zalcenstein, A., Oren, M. (2003). ‘Nitric oxide promotes p53 nuclear
retention and sensitizes neuroblastoma cells to apopitozis by ionizing radiation.’ Cell
Death Differ; 10 : 468-76.
116
124. Wexler, LH., Andrich, MP., Venzon, D., Berg, SL., Weaver-McClure, L., Chen,
CC., Dilsizian, V., Avila, N., Jarosinski, P., Balis, FM., Poplack, DG., Horowitz, ME.
(1996). ‘Randomized trial of the cardioprotective agent ICRF-187 in pediatric
sarcoma patients treated with doxorubicin.’ J Clin Oncol; 14 (2): 362-72.
125. Wong, KY., Lampkin, BC. (1983). ‘Anthracyclin toxicity.’ Am J Pediatr
Hematol Oncol; 5: 93-7.
126. Woo, JH., Lim, JH., Kim, YH., et al. (2004). ‘Resveratrol inhibits phorbol
myristate acetate-induced matrix metalloproteinase-9 expression by inhibiting JNK
and PKC delta signal transduction.’ Oncogene; 23 (10) : 1845-1853.
127. Yang, SH., Kim, JS., Oh, TJ., et al. (2003). ‘Genome- scale
analysis of
resveratrol-induced gene expression profile in human ovarian cancer cells using a
cDNA microarray.’ Int J Oncol; 22 (4):741-750.
128. Zalewska-Szewczyk, B., Lipiec, J., Bodalski, J. (1999). ‘Late cardiotoxicity of
anthracyclines in children with acute leukemia.’ Klin Padiatr; 211 (4):356-9.
129. Zhang, J., Clark, J. R., Herman, E. H., and Ferrans, V. J. (1993). ‘Dendritic cells
in the hearts of spontaneously hypertensive rats treated with doxorubicin with or
without ICRF- 187.’ Am. J. Pathol., 142: 1916–1926.
130. Zhang, J., Clark, J. R., Herman, E. H., and Ferrans, V. J. (1996). ‘Doxorubicininduced apoptozis in spontaneously hypertensive rats: differential effects in heart,
kidney and intestine, and inhibition by ICRF-187.’ J. Mol. Cell. Cardiol., 28: 1931–
1943.
117
ÖZGEÇMøù
25.07.1965 tarihinde,
øzmir’de do÷dum. ølkokulu Karúıyaka Cumhuriyet
ølkokulu’nda , orta ve lise e÷itimimi ise, Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladım.
1992 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Tıp Doktoru Unvanı ile
mezun oldum.
1992 – 1993 yılları arasında øtalya’da,
Udine Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Do÷um Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık e÷itimine baúladım,
fakat o yıllarda ülkemizde yürürlükte olan Mecburi Hizmet Yasası gere÷i 1993’de
Do÷u Hizmeti Yükümlülü÷ü nedeniyle geri döndüm.
2001 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Ana
Bilim Dalı’nın açmıú oldu÷u Doktora sınavını kazanarak adı geçen ana bilim dalında
doktora e÷itimine baúladım ve halen aynı ana bilim dalında tez bitirme
aúamasındayım
Aynı zamanda øzmir øl Sa÷lık Müdürlü÷ü’ne ba÷lı Konak Gültepe 12. No’lu Ana
Çocuk Sa÷lı÷ı Merkezi’nde pratisyen hekim olarak görev yapmaktayım.
118
Download