1815-1870 YILLARI ARASINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu çeşitli ırk, din, dil ve kültüre sahip toplumlardan meydana geliyordu. Bundan dolayı, 18. yüzyılın sonlarından itibaren gelişen ulusçuluk ve bağımsızlık akımı, İmparatorluk içerisinde hızla yayılarak, 19. yüzyılın başlarından itibaren, birçok isyanın ve yeni sorunun çıkmasına, aynı zamanda devletlerarası büyük olayların meydana gelmesine neden oldu. Bu akım, önce Osmanlı İmparatorluğu üzerinde emelleri olan bazı devletler tarafından, siyasi amaçlarla Hıristiyan toplumlara aşılanmaya başlandı. Nitekim Napolyon Bonapart, 1797'de Avusturya ile Campo Formio Andlaşması'nı yaptıktan ve Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa karadan komşu olduktan sonra, bu akımın Osmanlı topraklarında yayılmasına çalışmıştır. Çünkü amacı, Balkanlar'ı ele geçirmek, Mısır'a çıkmak ve bu arada Doğu Akdeniz'i bir Fransız gölü haline getirmekti. Bunun için de, Osmanlı Devleti'ni içeriden meşgul edebilmek üzere Balkanlar'da, Mora'da isyanlar çıkartmak istemiştir. Bunu gerçekleştirmek üzere de özellikle bağımsızlık akımının Hıristiyan toplumlara yayılmasını istemiştir. Nitekim, Rumları Devlet'e karşı kışkırtmak için Yedi Ada'da bulunan komutanlarına şu emri vermiştir: "Halkı kazanmak için elinizden geleni yapınız. Eğer halkın bağımsızlığa eğilimi varsa bağımsızlık duygusunu körükleyiniz"1. Bundan sonra da Rumlara silah ve cephane göndermiştir. Aynı şekilde, Mısır'a çıktıktan sonra da, buranın halkını Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmaya başlamıştır. Fransa'nın daha sonra Yedi Ada'dan çekilmesi üzerine, bu bölgeye Osmanlı Devleti'nin dostu olarak Rusya geldi. Bu defa da bu devlet, Rumları kışkırtmaya başladı. Diğer taraftan, Rumlar arasında olduğu gibi, Balkanlar'da da ulusçuluk duygusunu yayarak, kışkırtma hareketine devam etti. 1) Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. V., Ankara 1961, s. 101. Öte yandan Fransızlar, bu bölgeden çekilmiş olmalarına rağmen, propaganda faaliyetlerini sürdürdüler. Türkçe, Rumca, Ermenice'ye tercüme ettirdikleri ulusçuluğa ve cumhuriyetçiliğe ait eserleri ve özel adamları, Akdeniz' deki adalara gönderdiler. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Hıristiyan topluluklar arasında yukarıda belirtilen ve diğer devletler tarafından yapılan propagandaların etkisi ve Hıristiyan halkın Avrupa ile teması sonucunda, bağımsızlık akımı, İmparatorluk içerisinde hızla yayılmaya başladı. Bu da, Osmanlı İm-paratorluğu'nun başına yeni iç ve dış büyük olaylar ve sorunlar çıkardı. Bunlardan ilki de Sırp isyanı oldu. 1.Sırp İsyanı ve Sırbistan Prensliği'nin Kurulması (1804-1817): a. Sırp İsyanı'nın Başlaması ve Gelişmeleri: Osmanlı İmparatorluğu'na 15. yüzyılın ortalarında katılan Sırbistan'da, İmparatorluğun diğer yerlerinde olduğu gibi, âdil bir yönetim kurulmuştu. Sırp halkı, genelde tarımla uğraşmakta olup, toprağına sahipti. Kendi diliyle konuşur, kendi inancına göre ibadet ederdi. Büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun sağladığı güven ve olanaklarla rahatça ve dönemine göre çok iyi bir hayat yaşardı. Bölgede 18. yüzyılın ortalarına kadar önemli bir olay görülmemişti. Ancak bu tarihlerden itibaren Avusturya ve Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan savaşlarda Sırbistan'ın zaman zaman savaş alanı olması, bu iki devletin Sırplar'ı ayaklandırmak için propagandaya girişmeleri ve ulusçuluk düşüncesini bunlar arasında yaymaları, buradaki güvenli ve huzurlu havayı bozdu. Sırplar arasında Avusturya ve Rusya'ya meyledenler çoğalmaya, hatta bunların ordularında askerlik yapanlar bile çıkmaya başladı. Yakınçağ başlarına gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu, büyük iç ve dış sorunları dolayısıyla, Sırbistan'da meydana gelen gelişmelerle gereği gibi uğraşamamıştı. Bu da, bu eyalette daha önce kurulmuş bulunan düzenli yönetimin bozulmasına yol açmıştı. Bu sıralarda Osmanlı Hükümeti, başkent olan İstanbul'da bile doğru dürüst düzeni ve adil bir yönetimi sağla-yamıyordu. Üstelik Sırbistan İstanbul'a da yakın değildi. Bu sıralarda Rumeli'de daha çok ayanların, dağlı eşkiyanın sözü geçiyordu ve bu durum Sırbistan'ı da etkiliyordu. Türk ve İslâm olan bu ayanlarla eşkiyanın devlete karşı başkaldırmaları, durumlarından memnun olmayan Sırplar'a örnek oluyor ve kendilerinin yapacağı hareketler için cesaret veriyordu. Sırbistan'da durumun bu şekilde bozulması üzerine, Müslüman halk da belli ve büyük kalelere toplanmaya başlamıştı. Bu kalelerde muhafızlık görevi yapan Yeniçeriler, Müslüman ve Hıristiyan bütün halka kötü davraDünya Siyasi Tarihi 1815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu kaynıyordu. "Dayı" adını alan Yeniçeri ileri gelenleri, zamanla valilerin nüfuzlarını bile ellerinden almışlardı. Eyalette tam anlamıyla keyfî bir yönetim kurmuşlardı. Bunda şüphesiz ki devlet merkezinin otoritesinin zayıflaması da önemli rol oynamıştı. Üstelik Sırbistan'da durumun bu hale geldiği sıralarda, yabancı devletlerin bölgede, öteden beri yapmakta oldukları propaganda ve kışkırtma hareketleri de yoğunlaşmıştı. Sonuçta, yerli Yeniçerilerin ve ayanların artan baskıları ile ağır vergiler Sırpların devlete karşı başkaldırmalarına yol açtı. Sırp ileri gelenlerinden bir heyet, eyalette özellikle Yeniçerilerin yaptıklarını şikayet için İstanbul'a gelip III. Selim'in huzuruna çıkarak, durumu anlattılar. Padişah da, şikayet edilen hususların giderilmesi için gerekli emirleri verdi. Ancak Sırbistan'daki Yeniçeri "dayıları", kendilerini padişaha şikayet etmelerine kızarak, Knez adı verilen Sırp ileri gelenlerinden bazılarını öldürdüler. Sırplar da bunun üzerine 4 Şubat 1804'te Yeniçerilere karşı silahlı olarak harekete geçtiler. Böylece de Sırp isyanı başlamış oldu2. Kara Yorgi Sırpların, görünüşte Yeniçerilere karşı olmak üzere başlattıkları bu ilk isyan hareketinin başında asıl adı Georg Petroviç olan Kara Yorgi bulunuyordu. İsyan Şubnice köyünde patlak verdi ve çok geçmeden bütün eyalete yayıldı. Asiler, kalelere hücum ettiler ve Müslüman halkın, bulundukları yerlerden toptan kaçırılması için şiddet kullandılar. Bir domuz tüccarı olan, bir zamanlar eşkiyalık yapmış ve Avusturya ordusunda hizmet görmüş bulunan Kara Yorgi, durumu tehlikeli gören ve kendisine katılmak istemeyen bir kısım Sırp köylüsünü de yanına çekmek için yaptığı işin padişaha karşı olmadığını aksine onun emriyle yerli Yeniçerileri ortadan kaldırmaya memur edildiğini ilan etti. Bununla, aynı zamanda Yeniçerilere düşman olan bazı Müslümanların da desteğini sağladı. Bundan sonra isyan kısa zamanda gelişti. Asiler Belgrad'ı kuşattılar. Kendilerine Müslüman halk da yardım etti. Yeniçeriler ezildiler. Böylece asilerin istekleri gerçekleşmiş oldu. Bundan sonra bunların dağılması gerekirken, aksine bu başarıdan sonra, Sırbistan'da bağımsız bir devlet kurulmasını istemeye başladılar. Buraya kadar, Yeniçerilerin ezilmesini isteyen ve bu bakımdan da olayı bir bakıma destekleyen İstanbul Hükümeti, asilerin bağımsızlık isteklerini reddetti. Bunun üzerine toplanan Sırp Ulusal Meclisi (Skupçina), Kara Yor-gi'yi Baş Knez seçerek, Sırbistan devletinin kurulmasına kadar, Osmanlı Devleti ile mücadeleye karar verdi4. 2) Mufassal Osmanlı Tarihi, C.V., İstanbul 1962, s. 2858-2863. 3) Yorga, (Çev. B. S. Baykal), Osmanlı Tarihi, c.V., Ankara 1948, s. 156. 4) Enver Ziya Karal, aynı eser, c.V., s.105; Ahmet Cevat Eren, Mahmut II. Zamanında Bosna - Hersek, İstanbul 1965, s. 38-41. Sırplar, bundan sonra yapacakları harekette, önce Avusturya'ya sonra da Rusya'ya dayanmak istediler. Ancak Rus Çarı, onlara Osmanlı Hükümetiyle anlaşmalarını bildirdi. Nitekim, Haziran 18O5'te bir Sırp heyeti İstanbul'a geldi. Heyet, Avusturya ve Rusya'nın da desteğiyle Sırbistan'da Eflâk ve Buğdan gibi bir yarı bağımsız eyalet kurmayı önerdi. Ancak Osmanlı Hükümeti, Fransa'nın da Tuna boylarında üçüncü bir prensliğin kurulmasına karşı olmasından yararlanarak bunu kabul etmedi5. Bununla beraber, bundan böyle Sırp isyanı büyük devletlerin de karıştığı bir devletlerarası sorun oldu. Bu konuda Sırpları destekleyen başlıca devlet ise Rusya idi. b. Sırp İsyanı'na Rusya'nın Destek Olması: Sırp isyanının başlayıp gelişmeler gösterdiği sıralarda, Osmanlı Devleti Rusya ile 1798 Andlaşması'na göre müttefik durumunda bulunuyordu. Ancak, daha önce belirtildiği gibi, bu devlet müttefik olmaktan da yararlanarak, Balkanlar'da ve bu arada Sırplar arasında Osmanlı Devleti aleyhine geniş bir kışkırtma çalışmasına girmişti. Bununla beraber, Avrupa'da Napolyon Bo-napart tehlikesinden dolayı, 1804'te başlayan isyanı açıktan desteklemekten çekinmiş ve yukarıda değinildiği üzere, 1805 yılında kendisinden yardım isteyen Sırplara İstanbul ile anlaşmasını önermişti. Bunun bir nedeni de 24 Eylül 18O5'te Osmanlı Devleti ile yaptığı yeni andlaşmaydı. Ne var ki, 1806 yılında Osmanlı-Rus ilişkilerinde meydana gelen yeni gelişme, yani Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne savaş açması, bu devletin Sırp isyanı karşısındaki tutumunu da değiştirdi. Ruslar, 1806 yılında Eflâk ve Buğdan'a girdikten sonra bu savaşta Sırplar'dan yararlanmak istediler ve onları açıkça destekleyip anlaşmak istediler. Ruslar, başlattıkları savaşın yanısıra, Balkanlar'daki bütün Hıristiyanları ayaklandırmak ve kendileriyle birleşmelerini sağlamak için çeşitli girişimlerde bulundular. Bu arada da Sırplara her türlü yardımı yapmaya başladılar. Teodor Filipoviç adlı bir Rus temsilcisi, yanındaki subay ve memurlarla Belgrad'a yerleşerek, Sırp ordusunu ve idaresini düzenlemeye başladı. Rusya'nın yardım ve himayesi Sırplara bir devlet kurma ümidini verdi. Bu da, Kara Yorgi emrindeki asileri cesaretlendirdi ve bunların Türklere karşı daha şiddetle saldırmalarına yol açtı. Bu arada Karadağlılar da Sırplara katıldı, isyan hareketinin alanı genişledi. Sırp İsyanı'yla Rusya'nın himayesinde bir Sırbistan devletinin kurulma ihtimalinin ortaya çıkması; bu defa, bölgeye komşu ve burada kendisinin de gözü bulunan Avusturya'yı harekete geçirdi. Çünkü, Rusya'nın himayesinde kurulacak bir Sırbistan aynı zamanda Rusya'nın Balkanlar'a iyice sokulmasına yol açacak ve Avusturya için büyük tehlike yaratacaktı. Bu sebeplerden bu 5) Yorga, aynı eser, c.V., s. 158. Miloş Obrenoviç 1815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 13 devlet, bir Sırp devletinin kurulmasına kesin olarak karşı çıktı. Bu da Sırbistan konusunu, aynı zamanda bir Avusturya-Rusya anlaşmazlığı haline getirdi. Sırp İsyanı, Avusturya'nın karşı olmasına ve Osmanlı Devleti'nin çalışmalarına rağmen sürdü. Bu arada Kara Yorgi 1807'de Belgrad'ı aldı ve kentteki Müslümanların çoğunu katletti, Aralık 1808'de de kendini bütün Sırpların kralı ilan etti. Ancak bunu ne Osmanlı Devleti ne de Avusturya kabul etti. Sırbistan'daki bu durum, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan 1812 Bükreş Andlaşması'na kadar sürdü. Ruslar, Bükreş barış görüşmeleri sırasında da Sırpları korudular ve andlaşma metnine, Sırbistan'a özerklik verilmesine yol açabilecek bir madde koydurdular. Osmanlı Devleti önce buna karşı çıktıysa da, içinde bulunduğu güçlükler dolayısıyla kabul etmek zorunda kaldı. Böylece Rusya, isyanın başlamasından 1812 Bükreş Andlaşması'na kadar, Sırpları maddi ve manevi şekilde destekleyerek, Sırbistan'ın varlığını fiilen ve hukuken Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmeye çalıştı. Ancak bundan sonra dikkatini Napolyon Bonapart tehlikesine ve Avrupa olaylarına çevirmek zorunda kaldı. Kara Yorgi, 1812 Bükreş AnH1 . (:r.ası'ndan sonra, sözde bu andlaşmaya dayanarak bağımsızlığa varacak isteklerde ve hareketlerde bulunmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, Rusya'nın aynı yıl Napolyon'un Moskova Seferi'ne çıkmasıyla Batı'da uğraşmasından yararlanarak ve bu devletin Sırplara yardıma gelmesine fırsat bırakmadan, bu konuyu kökünden çözümlemek üzere, harekete geçti. Bu işle de Hurşit Paşa görevlendirildi. Hurşit Paşa, yanındaki kuvvetlerle Bosna, Vidin ve Niş'ten hareket ederek Kara Yorgi'nin birliklerini kısa sürede yenip dağıttı ve 7 Ekim 1813'te Belgrad'ı yeniden ele geçirdi. Bunun üzerine Kara Yorgi ve asilerin diğer elebaşlan, daha fazla dayanamayarak Avusturya'ya kaçtı. Böylece Sırp isyanı sona erdirildi ve Sırbistan yeniden devlet merkezine bağlandı6. Fakat, kısa bir süre sonra Sırbistan'da yeni gelişmeler başgösterdi. c. Sırbistan Prensliği'nin Kurulması: Sırplar, çıkardıkları isyan hareketinin bu suretle bastırılmasından sonra silahla ve Rusya'nın yardımıyla gerçekleştiremedikleri amaçlarına bu defa, devletlerarası diplomasiden yararlanarak ve yine Rusya'nın yardımıyla ulaşmak için çalışmaya başladılar. Bunun için 1814 yılında toplanan Viyana Kongresi'ne bir heyet göndererek Avrupa devletlerinin Sırbistan'ın kurulması lehinde işe karışmalarını istediler. Fakat, kendi devletinin iç ve dış politi6) Kâmil Paşa, Tarih-i Siyasi Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, c. III., İstanbul 1325, s. 32-34; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V., s. 2864-2865; Ahmet Cevat Eren, aynı eser, s. 42-47. 34kasında bu gibi hareketlere karşı bir yol izleyen, aynı zamanda hemen ya-nıbaşında özerk veya bağımsız bir Sırbistan kurulmasını istemeyen Kongre Başkanı ve Avusturya Başbakanı Metternich'in etkisiyle, Viyana Kongresi Sırpların isteklerini dikkate almadı. Bunun üzerine yalnız kalan ve bu yolla da amaçlarına varamayacaklarını anlayan Sırplar, 1815 yılında Başknez seçtikleri Miloş Obrenoviç liderliğinde yeniden isyan hareketlerine başladılar. Başlangıçta Miloş Obrenoviç bağımsızlık için yapılan bir ayaklanmanın başı olarak değil, sadece and-laşmalarla sağlamış olduklarına inandıkları hakların koruyucusu olarak ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı da 1815 yılı sonlarında İstanbul'a yeniden bir Sırp temsilci gönderdi. Bu temsilci, Babıâli'ye verginin zamanında verileceğini, silahlarını ve elde tuttukları kritik yerleri teslim edeceklerini vaad etti. Fakat, bunlara karşılık Belgrad Paşası ile yanında bulunacak sekiz yüksek memur ve arkadaşlarından başka bütün Türklerin Sırbistan'dan çıkarılmasını istedi7. Böylece Sırplar, Osmanlı Devleti'ne, kendine bağlı bir Sırbistan' in varlığını kabul etmesini ve askerlerini buradan çekmesini önerdi. Ancak, bu sıralarda yani 1815 yılında, Napolyon Bonapart tehlikesi Avrupa'dan kesin olarak kaldırılmıştı. Bundan dolayı Rusya Avrupa'nın en güçlü devletlerinden biri haline gelmişti. Bu bakımdan, Ruslar, daha önce 1812 yılında yani en sıkışık bulundukları sıralarda yardım ettikleri Sırplara, daha etkili destek sağlamak üzere Sırbistan işine kesin olarak müdahale etmek istiyorlardı. Osmanlı Devleti, bu sebepten bir Rus müdahalesine meydan vermemek için bu defa Osmanlı egemenliğinde kalacağını ilan eden Miloş Obrenoviç'i Başknez olarak tanıdı. 1816 yılı başlarında da Sırplara, vergiyi doğrudan kendilerinin toplaması, Knezlerini seçme ve bunlara idari görevlerde bulunma ile, Başknez'e Belgrad Paşası'nın yanında temsilci bulundurma ve Sırplar arasındaki adalet işlerini düzenleme gibi geniş haklar verdi. Bu suretle Sırbistan'daki gelişmelerle Sırplar'ın istekleri belli ölçüde Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiş oldu. Miloş Obrenoviç bundan sonra Başknez olarak kaldı ve bir ara Rusların yardımıyla yeni bir isyan hareketi düzenlemek üzere Sırbistan'a dönen Kara Yorgi'yi Belgrad Paşası'nın emriyle öldürttü. 1817 yılında da Sırp ileri gelenleri Miloş'u Sırpların başı olarak tanıdılar8. Böylece, Sırpların 1804 yılında başlattığı isyan ve gelişmelerin sonucunda, Osmanlı Devleti'nin sınırları içerisinde İstanbul'a bağlı olmak koşuluyla Sırbistan Prensliği ortaya çıkmış oldu. Bununla da, Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bir Osmanlı Hıristiyan toplumu bağımsızlık için harekete geçerek, sınırlı da olsa başarıya ulaşmıştır. 7) Yorga, aynı eser, c. V., s. 221. 8) Yorga, aynı eser, c. V., s. 222; Enver Ziya Karal, aynı eser, c.V., s. 106. 815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 13bildi. Bu da, diğer Osmanlı Hıristiyanlar! için ulaşılabilmesi mümkün olan bir örnek oldu. Nitekim, Sırp isyanından hemen sonra, ondan da daha geniş kapsamlı olarak Yunan isyanı başladı. 2. Yunan İsyanı ve Yunanistan Devleti'nin Kurulması (1821-1830): a. Yakınçağ Başlarında Rumların Durumu: Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş toprakları üzerinde yaşayan çeşitli Hıristiyan toplumlardan biri de Rumlardı. Rumlar, İmparatorluğun hemen her tarafına yayılmışlardı. Ancak yoğun olarak Mora, Teselya ve Ege adalarında bulunuyorlardı. Bunlar, Ortaçağlardan beri bir ulus niteliğinden yoksundular. Aralarında ortak olan bağ, sadece Ortodoks Kilisesi ve dilleriydi. Osmanlı İmparatorluğu'nda Rumların, Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) döneminden beri diğer Hıristiyan uyruklara göre özel bir durumları vardı. Devlet hizmetleri Hıristiyanlara kapalı olduğu halde, Rumlara Divan tercümanlığı, Eflâk-Buğdan Beylikleri gibi yüksek ve gizliliği fazla olan görevler verilmişti. Rum Patrikhanesi'ne verilen ayrıcalık sonucunda ise, Rumlar; zamanla bütün Ortodoks (yani Bulgar, Sırp, Arnavut) kiliselerinin yüksek mevkilerine yerleşmişlerdi. Öyle ki, Balkanlar'daki piskoposlukların hemen hepsi Rum papazların eline geçmişti. Rum Kilisesi'nin ayini, Slav ayininin dahi yerini almıştı. Böylece Rumlar, Balkanlar'da diğer Hıristiyan toplumlara göre, önceliği olan bir durumdaydılar9. Rum köylüsüne ise, oldukça geniş görüşlü, adaletli bir yönetim verilmişti. Din ve dil özgürlüğüne sahiptiler. Toprak üstünde mülkiyet hakkı tanınmıştı. Refah ve güvenlik içinde yaşamaları için ortam sağlanmıştı. 19. yüzyılın başlarında Rum köylüsünün, Batı Avrupa köylüsünden çok daha refah içerisinde olduğu, yine Batı tarihçileri tarafından belirtilmektedir. Yine, Yakınçağ başlarına gelindiğinde, şehirlerde, kıyılarda ve adalarda yaşayan Rum tüccar ve gemicilerinin durumu çok daha iyi halde bulunuyordu. Genel olarak, uyruğunda yaşayanlara iyi davranan III. Selim (1789-1807) döneminde, Rumlar, nüfus, servet ve uygarlık bakımından gelişmişlerdi10. Bu dönemde; Avrupalılar arasındaki İhtilal Savaşları (1792-1815)'ndan yararlanarak, bu savaşlarda tarafsız kalan Osmanlı Devleti'nin bayrağı altında, deniz ticaretini güçlendirmişler ve adeta Akdeniz ticaretini ele geçirmişlerdi. 9) Ayrıntılı bilgi için bkz. Bilâl N. Şimşir, Ege Sorunu - Belgeler, c. L, (1912-1913), Ankara 1976, s. XXXI-XXXII, XXXIV-XXXV; Charles Seignobos, ( Çev. Ali Reşad), Tarih-i Siyasî, c. II., İstanbul 1325, s. 438. 10) Charles Seignobos, aynı eser, c. II., s. 438. 36Bu arada 1779 yılında, Rum tüccarları, gemilerine Rus bayrağı çekme ve Rus konsoloslarının koruyuculuğundan yararlanma ayrıcalığını da sağlamışlardı. Böylece Rumlar, "Himayeli grup" olarak, bir çeşit "çifte vatandaşlık" statüsünden de yararlanarak, Güney Rusya'dan Batı Avrupa'ya kadar ticaret yapıyorlardı. Nitekim Marsilya, Triyeste, Londra, Liverpool ve Ode-sa'da pek çok Rum tüccar bulunuyordu. 1816 yılında, Rumların bu ticareti yapmalarını sağlayan 600 civarında ticaret gemileri vardı. Bu gemiler, görünüşte, kendilerini Kuzey Afrika korsanlarına karşı korumak için, Osmanlı Hükümeti'nin izniyle silahlandırılmıştı". Görüldüğü üzere, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Rumların durumu çok iyiydi. Ancak, kendilerine yüzyıllar boyunca bu iyi olanakları sağlayan Osmanlı Devleti 19. yüzyılın başlarında zayıflamaya başlamış, içte ve dışta büyük sorunlarla karşı karşıya kalmıştı. İşte, bunu fırsat bilen Rumlar, yabancı devletlerin de yardımı ile, Osmanlı Devleti'ne karşı derhal harekete geçerek isyan ettiler. b. İsyanı Hazırlayan Nedenler : Yunan İsyanı'nın başlamasının ve başarıya ulaşmasının en önemli nedeni, şüphesiz ki, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu siyasi, askeri, mali ve ekonomik yönlerden olumsuz durumuydu. Son olarak; Osmanlı-Fransız Savaşı (1798-1802), Osmanh-Rus, İngiliz Savaşı (1806-1812), Vehhabî İsyanı, Kabakçı Mustafa İsyanı gibi iç ve dış olaylar, Osmanlı Devleti'ni her yönüyle iyice zayıflatmıştı. Bunlarla birlikte Rum isyanının hazırlanmasında, doğmasında ve gelişmesinde çeşitli iç ve dış nedenler vardı. Bunlar ana hatlarıyla şöyle açıklanabilir: — Ulusçuluk Akımının Rumlar Arasına Yayılması: Rumlar arasında, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak bağımsız bir devlet kurmak düşüncesi, daha 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren komşu iki devlet, Rusya ve Avusturya tarafından yayılmaya başlanmıştı. Bunların amaçları, Osmanlı İmparatorluğu'nun içten de yıkılmasını hızlandırarak, bu topraklar üzerinde kendi çıkarlarını sağlamaktı. Nitekim, 1768-1774 Osmanh-Rus Savaşı'nda, Ruslar Mora ve adaları işgal edince, buralardaki Rumları devlet aleyhine kışkırtacak girişimlerde bulunmuşlardı. Bu savaşın sonucunda imzalanan 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'na, bu girişimlerini sürdürebilecek maddeler koydurmuşlardı. Buna, 1787-1792 Osmanlı- Rus, Avusturya Savaşı öncesinde, Avusturya ile birlikte, eski Bizans İmparatorluğu'nun kurulması amacını taşıyan "Grek Projesi"ni eklediler12. 11) Ege Adalan'ndaki Rumların durumu ile Rum tüccarlarının ve denizciliğinin gelişmesi hakkında bkz. Bilâl N. Şimşir, aynı eser, c. I., s. XIII-XVIH, XXX. 12) Enver Ziya Karal, aynı eser, c. V., s. 109. 1815-1870 Yıllan Arasında Osmanlı İmparatorluğu 13Fransız İhtilali'nin bir düşünce sistemi olarak ortaya çıkardığı ulusçuluk ise; Rumlar arasında, özellikle Napolyon'un Yedi Ada'ya yerleşmesinden sonra Fransızlar'ın, 1805'den itibaren de, bu bölgede Fransızların yerini alan Rusların çalışmaları ile iyice yayıldı. Avrupa ile ilişkileri olan Rum aydınlarının çalışmaları da bu akımın güçlenmesine yol açtı. Bunlar ise, Rumların isyan etmesinde önemli etki yaratmış ve bağımsızlık düşüncesinin gelişmesine neden olmuştur. — Rum Aydınlarının Bağımsızlık İçin Çalışmaları: Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki ayrıcalıklı durumları sonucunda varlıklı bir hale gelmiş bulunan Rum aydınları, Avrupa ile sürekli ilişkide olup, Avrupa'da meydana gelen ulusçuluk, bağımsızlık gibi düşünce akımlarını öğrenmişlerdi. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rum şair, tarihçi ve yazarları da, Yunanistan'ın bağımsızlığının, hatta eski Bizans İmpara-torluğu'nun yeniden kurulmasını işlemeye başlamışlardı. Bu düşünceler, açılan okullarda kilisenin de işbirliğiyle, küçük yaşlardan itibaren Rumlar arasında yayılmaya ve güçlendirilmeye başlandı. Yunan davasını belirten özel gazeteler, dergiler yayınlandı. Avrupa'nın çeşitli yerlerinde "Yunanlıları Sevenler Cemiyeti" (ya da "Hellen Dostluk Cemiyeti") kuruldu. Böylece, konuyu Avrupa'ya mal etmeye çalıştılar. Bu yollarla da Avrupalı aydınları, Yunanlılara yardıma çağırdılar. Böylece, Rumlar arasında eğitim, öğretim ve diğer alanlarda meydana gelen gelişmeler sonucunda, ulusçuluk ve bağımsızlık akımı güçlenmeye başladı. Bu arada, Venedik Cumhuriyeti'nin yıkılmasından sonra, Osmanlı topraklarındaki Rumlardan ayrı olarak, yeni bir Yunan merkezi meydana geldi. Yedi Ada Venedik'ten ayrıldı ve bu adalarda önce Fransızlar tarafından "Yedi Ada Cumhuriyeti" kuruldu. Sonra 1815'de de buraya İngilizler yerleştiler ve özel bir yönetim kurdular. Bu da, Yunanlılara bağımsızlık için ayn bir örnek ve güç kaynağı oldu. -— Avrupalı Aydınların Çalışmaları: Hümanizm ve Rönesans hareketleri Avrupa aydınlarını, yeniden eski Yunan kültürü ile temasa geçirmişti. Bu da, düşünce alanında, bir Yunan hayranlığı doğurmuştu. Yakınçağlardaki Yunanlıların M.Ö.'ki Yunanlılar ile kültür bakımından büyük bir bağlılıkları kalmamasına rağmen, bunu gör-memezlikten gelen birçok Avrupalı aydın (Byron, Victor Hugo, Goethe gibi), bu hayranlığın etkisiyle Yunan bağımsızlık hareketine sempati duymuşlardır. Bu nedenle Yunanlılar lehinde ve Türkler aleyhinde yazılar yazarak, Yunan davasını Avrupa uluslarına mal etmek ve onların her türlü yardımını 38sağlamak yolunu tutmuşlardı. Bu ise, Yunanlılara cesaret verdiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda çıkarları olan devletlerin, kamuoylarının baskısıyla ve siyasi nedenlerle, Rumların lehine harekete geçmelerine yol açmıştır13. — Etniki Eterya Cemiyeti'nin Kurulması ve Çalışmaları: Avrupa'da hükümetler, Fransız İhtilali'nin getirdiği yeni akımlara ve statüye karşı çalışmalarını sürdürürlerken, Rumların bağımsızlık isteklerini de sempati ile karşılıyorlardı. Bu nedenle de Avrupa'da birçok cemiyetler kurulabilmişti. Ancak bunların içerisinde, Rumları örgütlendirerek isyana hazırlayan, başlatan ve yöneten, Etniki Eterya Cemiyeti oldu. Etniki Eterya Cemiyeti, 1814 yılında Odesa'da Nikolas Skouphas, Em-manuel Ksanthos, Anastosyon Çakalof adlı ikisi Rum, biri Bulgar üç tüccar tarafından kuruldu. (Aslında cemiyetin kuruluşu sırasında adı "Filiki Eterya" idi. Ancak 1894 yılında "Etniki Eterya" olarak değiştirilmiştir.) Bu gizli cemiyetin kuruluş amacı, görünüşte Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan toplumların eğitim ve öğretimini geliştirmek; gerçekte ise, İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmaktı. Bu cemiyet, Capo d'Istria adlı aslen Korfu'lu olan, sonra Rusya'ya yerleşmiş ve yüksek devlet görevlerinde bulunmuş bir Rumun manevi başkanlığı altında idi. Cemiyetin gerçek başkanı ise, Rusya'ya yerleşmiş ve Çar'ın harp yaverliğini yapmakta olan, Rus taraftarı eski Memleketeyn Beylerinden "Fenerli" Konstantin İpsilanti'nin oğlu, Aleksandr İpsilanti idi14. Bunlar da Rusya'nın el altından cemiyeti desteklediğini ve koruduğunu göstermekteydi. Etniki Eterya Cemiyeti, kuruluşundan kısa bir süre sonra gelişerek, Osmanlı topraklarında ve dışında; İstanbul, İzmir, Sakız, Misolongi, Bükreş, Yaş, Yanya, Triyeste gibi önemli merkezlerde şubeler kurdu. Cemiyetin çalışmalarında gizliliğe son derece dikkat ediliyordu. Bu amaçla da and içme, rütbeler ve özel şifreler yapılmıştı. İstanbul'daki Rum Patriği de cemiyetin nüfuzlu üyelerindendi. Etniki Eterya güçlendikçe, amaçları daha kesin ve geniş hale gelmiştir. İlk amaçları, Mora'da bir Yunan Devleti kurmaktı. Sonra da Orta Yunanistan, Batı Trakya, Selanik, Ege Adaları, Oniki Ada, Girit, Batı Anadolu ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a katmak, Kuzey Anadolu'da Pontus Rum devletini kurmak ve sonunda İstanbul'u da ele geçirerek, Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltip, Megali İdea (Büyük İdeal)'yı gerçekleştirmekti. 13) Bilâl N. Şimşir, aynı eser, c. L, ş. XXXVI-XXXVIII. 14) A. Şükrü Esmer, Siyasî Tarih, İstanbul 1944, s. 108-110; Yorga, aynı eser, c. V., s.244; Nurettin Tursan, Yunan Sorunu, İstanbul 1980, s. 32-39; Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara 1993, s. 27. 815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 13Nitekim, "Megali İdea, 'Hellenlerin önderliğinde Bizans İmparatorluğu'nu yeniden diriltmek ülküsü' olarak da tanımlanıyordu"15. Görüldüğü gibi, Megali İdea'nın ilk amaçları olarak, Mora ve çevresinde bağımsız bir Yunan devleti kurmak ve sonra da Ege Denizi'ni bir Yunan gölü haline getirmek şeklinde saptanmıştı. Bu arada sınırları kuzeye doğru Makedonya'ya kadar genişletmeyi de esas almış bulunuyordu. Etniki Eterya Cemiyeti, bu amaçlarla yaptığı yoğun çalışma ve düzenler sonunda, Rumları ayaklandıracak hale getirdi. Ancak, bu sıralarda Yanya Valisi bulunan Tepedelenli Ali Paşa, Rumlara göz açtırmıyordu. Ne var ki, bu aralarda Tepedelenli'nin İstanbul ile arasında çıkan uyuşmazlık, Rumların işine yaradı. — Tepedelenli Ali Paşa'nın İsyanı: Tepedelenli Ali Paşa (1774-1822), devlete çeşitli hizmetlerde bulunmuş ve 1788'de Yanya Valisi olmuştu16. Burada da, Dalmaçya kıyılarına yerleşen Fransızlara karşı ve yörede meydana gelen isyanları bastırmada yararlı hizmetler yapmıştır. Ali Paşa, kendi nüfuzu altında bulunan Mora ve dolaylarında Rumların isyan için hazırlandıklarını öğrenince, oldukça sıkı önlemler alarak, durumu Babıâli (İstanbul Hükümeti)'ye bildirdi. Fakat II. Mahmut'un mühürdarı olan Halet Efendi17'nin, Tepedelenli Ali Paşa ile arası, bazı nedenlerden dolayı iyi değildi. İşte Halet Efendi'nin çevirdiği saray entrikaları sonucunda, Padişah bu haberlere inanmadığı gibi, Tepedelenli'yi yine bazı nedenlerden cezalandırmak istedi. 1820'de vezirliğini ve valiliğini üzerinden aldı. Bu da Yanya valisinin isyan etmesine yol açtı. Bunun üzerine Mora'da ve Ege adalarında bulunan askerler, Hurşit Paşa komutasında, Tepedelenli Ali Paşa'nın üstüne gönderildi. Böylece Rumlar, üzerlerindeki en büyük baskıdan kurtulmuş oldular ve buna sevindiler. Türk kuvvetlerinin böyle karşı karşıya geldiği sırada, bundan yararlanmak isteyen Etniki Eterya da, isyan zamanının geldiğini düşünerek, harekete geçti. c. İsyanın Başlaması ve Gelişmeleri: — Eflâk-Buğdan İsyanı (1821): 15) Christos Theodoulou, Greece and the Entente, August I., 1914 - September 25, 1916. Nakleden: Bilâl N. Şimşir, aynı eser, c. I., s. XXXVIII. Ayrıca cemiyetin kuruluşu, amaçlan ve çalışmaları için bkz. Selâhattin Sâlışık, Türk-Yunan İlişkileri Tarihi ve Etnik'î Eterya, İstanbul 1968, s. 143 vd; Şükrü S. Gürel, aynı eser, s. 27-28. 16) Cavit Baysun, "Ali Paşa (Tepedenli)", İslâm Ansiklopedisi, C.I., İstanbul 1965, s. 343 vd. 17) Biyografisi için bkz. Şehâbeddin Tekindağ, "Halet Efendi", İslâm Ansiklopedisi, c.V-1., İstanbul 1950, s. 123-125. Buğdan halkını, hatta diğer Ortodoks toplumları ayaklandırarak, Balkanlar'da genel bir ayaklanma çıkarmayı ümit etmişti. Böylece de, başarıya daha çabuk ve kolay gideceğini hesaplamıştı. Bu amaçla Aleksandr İpsilanti, Buğdan'daki Etniki Eterya Cemiyeti üyelerine ve Rus Çan'mn koruyuculuğuna güvenerek, 6 Mart 1821'de bir miktar asker ile Prut nehrini geçerek, halkı silaha sarılmaya çağırdı ve hiçbir karşılık görmeden Bükreş'e girdi. Böylece, Rum isyanı başlamış oldu. Ancak, İpsilanti'nin hesaplan yanlış çıktı. Bir defa, Eflâk-Buğdan halkı genellikle Latin ırkından olup, Rumlardan ayrı bir kültüre sahipti. Sonra, uzun yıllardan beri buralarda Voyvodalık yapan Rumlar, halkı ezmişti. Bu nedenlerden Rumları sevmezlerdi. Üstelik Buğdan'a giren Aleksandr İpsilanti, Ro-menlerin lideri olan Theodor Vladimiresco'yu öldürtmüştü. Öte yandan Romanyalılar oldukça serbest bir yönetime sahiptiler. Bu nedenlerle, Yunanlıların amaçları için, kendilerini tehlikeye atmak istemiyorlardı. Sırp ve Bulgarlar'a gelince; onlar da aralarındaki çeşitli anlaşmazlıklardan dolayı, Rumların liderliğinde ve yanında bir harekete geçmeye yanaşmıyorlardı. Öte yandan, Rum İsyanı başladığı sırada, Avrupa'da, İtalya'daki ihtilalleri sona erdirmek için, "Dörtlü İttifak" hükümdarları Laibach Kongresi'ni (1821) yapmaktaydılar. Bu toplantı sırasında Rum İsyanı'nı haber alan Çar I. Aleksandr, bundan memnun oldu ve Rumlara yardım edeceğini belirtti. Fakat, Avrupa diplomasisinin ve Kongre'nin etkili üyesi Metternich, buna karşı çıkarak, Laibach Kongresi'nin bu gibi hareketleri önlemek için toplanmış bulunduğunu, bu nedenle de Rum İsyanı'na yardım etmenin, kendi siyaset ve davranışlarına ters düşeceğini ihtar ederek, Rus Çar'ına İpsilanti'ye engel olmasını bildirdi. Bunun üzerine Çar, Rumları açıktan desteklemekten vazgeçmek zorunda kaldı. Ancak yine de, özellikle Odesa'ya kaçan Rumlara, el altından yardım yapmaktan geri durmadı. Bu koşullar altında Aleksandr İpsilanti, üzerine gönderilen Türk kuvvetleri karşısında tutunamayarak yenildi ve Avusturya'ya kaçtı (26 Haziran 1821). Orada da hapse atıldı. Böylece Eflâk-Buğdan'da isyan sona ermiş oldu18. Ancak bu sırada Rumlar, daha büyük bir ayaklanmayı Mora'da başlattılar. — Mora İsyanı(1821): Aleksandr İpsilanti'nin Buğdan'a girdiği sıralarda, kardeşi Dimitri İpsilanti ile Prens Kantakuzen Mora'ya çıkmışlardı. Bunların ve Patras Pis18) Edouard Driault, (Çev. Nafiz), Şark Mes'elesi, İstanbul 1328, s. 152-153; Yorga, aynı eser, c. V., s. 247 vd; Enver Ziya Karal, aynı eser, o. V., s. 112 vd; Yücel Özkaya, "1821 Yunan (Eflâk - Buğdan) İsyanları ve Avrupalıların İsyan Karşısındaki Tutumları Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk-Yunan ilişkileri, Ankara 1986, s. 144 vd. 1815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 14koposu Pol Germanos'un teşviki ile çok geçmeden, 6 Nisan 1821'de, Mora'da Rumlar ayaklandılar. İsyan kısa zamanda gelişti. Türkler kalelere çekilip yardım beklemeye başladılar. Ancak bu yardım gelmedi. Bunun üzerine üç dört hafta içerisinde Tropolice (merkez) hariç bütün kaleler Rumların eline geçti. Rumlar, buralardaki Türklere çok kötü davrandılar ve şiddet gösterdiler. Tripolice de aylarca kendini savunduktan sonra düştü. Asiler burada da Türklere karşı şiddete başvurdular. Mora'daki isyanın yönetimini büyük papazlar ele almıştı. Bu da isyanın ulusal ve dinsel bir karakter almasına yol açmıştı. Diğer taraftan, Ege Denizi'ndeki adalarda bulunan Rumlar, savaş gemileri haline getirdikleri ticaret gemileri ile ayaklanmayı Ege adalarına da yaydılar19. Böylece Mora'da ve adalarda, genel bir Rum İsyanı ile birlikte, Ege Denizi'nde Türk-Yunan egemenlik savaşı, başka bir deyimle "Ege Sorunu" başlamış oldu. Eflâk-Buğdan ve Mora İsyanları İstanbul'da duyulunca büyük heyecan doğurdu. II. Mahmut, Etniki Eterya Cemiyeti'nin amaçlarını anlayınca, bu cemiyete ve üyelerine karşı sert önlemler aldı. Bu arada Cemiyetin nüfuzlu üyelerinden olup, Devlete karşı iki yüzlü hareket eden ve isyanlarda parmağı olduğu saptanan bazı Fenerli Rumlar, metropolitler ile İstanbul Patriği IV. Gregoryos idam edildiler. Diğer taraftan sürekli olarak Rumların lehinde hareket ettiği anlaşılan Halet Efendi de, önce Konya'ya sürüldü ve biraz sonra da öldürüldü. Bu sırada Tepedelenli Ali Paşa'yı öldüren (1822) Hurşit Pa-şa'ya da, elindeki bütün kuvvetlerle isyanı bastırmak üzere harekete geçmesi emri verildi. Olayların bu şekilde geliştiği sıralarda, Avrupa devletleri isyan karşısında tarafsız bir politika gütmekteydiler. Ancak Rusya , bu olayları fırsat bilerek, harekete geçmek istedi. Amacı kendi himayesinde bir Yunan Devle-ti'nin kurulmasıydı. Bunun için de, Rumlar lehinde bir müdahalede bulundu. Küçük Kaynarca Andlaşması (1774) hükümlerini ileri sürerek, Osmanlı Hükümeti'nden Ortodoks uyruklar hakkında güvence istedi. Bu, isyanın kuvvetle bastırılmaması demekti. Babıâli Rusya'nın bu isteğini reddetti. Bunun üzerine Osmanlı-Rus ilişkileri kopma noktasına geldi. Ne var ki Rumlar da, bu sıralarda diğer bir devletin koruyuculuğuna girmek istemediklerinden, Rusya'ya pek yanaşmadılar. Bunun üzerine Rusya, yeniden Osmanlı Devleti ile anlaştı. Zaten bu sıralarda, Avrupa devletleri, Verona Kongresi'nde toplanmışlardı (1822). Burada, "Dörtlü İttifak"ın genel politikası çerçevesinde, Yunanlıların bağımsız devlet kurmalarına karşı çıkıldı. Ancak, Avrupa devletlerinin bu tutumuna karşılık, Avrupa kamuoyu Yunanlılara sempati besliyor ve onlara yardım etmek için âdeta yarışıyorlardı. Bu nedenle de, Avrupa'da kurulan cemiyetler aracılığıyla toplanan her çeşit yardım, Yunanlılar'a gönderilmeye başlandı. Bu arada birçok Avrupalı subay ve gönüllü Rum asileri ile birlikte çarpışmak üzere Mora'ya geldiler. 19) Bilâl N. Şimşir, aynı eser, c. I., s. XIII, XXI-XXII; Mübahat S. Kütükoğlu, "Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının Tutumları ve Sonuçları," Üçüncü Askeri Tarih Semineri Türk-Yunan İlişkileri, Ankara 1986, s. 133 vd. Bu sıralarda Rumlar da örgütlenmeye çalışıyorlardı. Nitekim asiler, 1 Ocak 1822 günü Epidor yakınında bir meclis toplayarak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bir de beş üyeden meydana gelen bir hükümet kurdular ve Mav-rokordato adında birini başına geçirdiler. Ayrıca Dimitri İpsilanti başkanlığında 59 üyeli Senato meydana getirdiler20. Böylece, isyanın örgütlenme yönünü tamamlamış oldular. Osmanlı Hükümeti, bu şekilde gelişmeler gösteren Rum İsyanı'nı bastırmak üzere büyük çaba harcıyordu. Ancak, karada ve denizde bazı başarılar elde etmesine rağmen, bir türlü isyanı bastıramıyordu. Özellikle denizdeki mücadelelerde küçük gemiler kullanan asiler, sığ sularda kolaylıkla manevra yapabildiklerinden, büyük gemilerden oluşan Osmanlı donanmasından kolaylıkla kaçabiliyorlardı. Böylece Ege adalarının Rum halkı Mora isyancılarıyla birlik oldular. Bu arada Sakız adasını kuşattılar. Kuşatma bir-buçuk ay sürdü ve Osmanlı donanmasının gelmesi üzerine kaldırıldı. 1822 yılında ise, Osmanlı donanmasının Mora sularında bulunmasından yararlanan asi Rumlar, iki yüz parça gemi ile Menemen ve Çandarlı taraflarını vurdular. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti, 1823 yılı ilkbaharında Mora'ya asker çıkarttı ve asileri güç duruma soktu21. Ancak kesin bir sonuç alınamadı. Bu şekilde 1824 yılına gelindiğinde, çarpışmalar karada ve denizde bütün şiddetiyle sürüyordu. Bunun üzerine Babıâli, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan yardım istedi. — Mehmet Ali Paşa'nın İsyanı Bastırması: 18O5'te Mısır'a vali olan Mehmet Ali Paşa, ileride görüleceği üzere, kısa sürede ülkeyi kalkındırmış, güçlü bir ordu ve donanma kurmuştu. İstanbul Hükümeti yardım isteyince Mora, Girit valiliklerinin de kendisine verilmesi karşılığında, Rum İsyanı'nı bastırmak üzere harekete geçeceğini bildirdi. Babıâli, Mısır valisinin bu isteklerini kabul etti. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, 9 Temmuz 1824'de oğlu İbrahim Paşa komutasında 60 gemi ve 16.000 askerden meydana gelen bir kuvveti Mora üzerine gönderdi. 20) Edouard Driault, aynı eser, s. 155-156. 21) Mufassal Osmanlı Tarihi, c. V., s. 2884. 815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 14 d. Avrupa Devletlerinin Soruna ve Mora İsyanı'na Karışmaları: Avrupa büyük devletleri, Kutsal ve Dörtlü İttifakların getirdiği genel prensipler çerçevesinde, Yunan İsyanı'nın başından itibaren tarafsızlık politikası izlemişlerdi. Bunda Avusturya Başbakanı Prens von Metternich önemli rol oynamıştı. Ancak, Rusya'da meydana gelen hükümdar değişikliğinden sonra, bu devletin doğrudan soruna karışmaya başlaması, diğer devletleri de harekete geçirerek, sorunu devletlerarası rekabetin konusu yaptı. Her devlet, sorunu kendi çıkarlarının sağlanması doğrultusunda, çözümlemeye kalkıştı. Rus Çarı I. Aleksandr, 1 Aralık 1825'te ölünce, yerine I. Nikola (1825-1855) geçti. Yeni Çar, "Kutsal İttifak"a ve Türklere düşmandı. Yunanlılara ise sempati duyuyordu. Onun için Avrupa'nın genel çıkarları değil, Rusya'nın özel çıkarları önde geliyordu ve başarılarının da "Bizans yolu üzerinde" bulunduğuna inanıyordu23. Bu nedenlerle, Mehmet Ali Paşa gibi güçlü bir valinin Mora ve Girit adasına yerleşerek Doğu Akdeniz'e egemen olmasını da, Rus çıkarlarına aykırı buluyordu. Nitekim, I. Nikola, tahta çıktıktan hemen sonra, Yunan sorununu Rusya'nın yararına çözümlemek için harekete geçti. İlk olarak Prut boylarındaki sınıra asker yığmaya başladı. Arkasından da 17 Mart 1826'da Osmanlı Hükümeti'ne bir ültimatom göndererek, 1812 Bükreş Andlaşması'nın uygulanmasındaki bazı noktalara karşı çıkarak, bunların giderilmesi için, altı hafta içinde iki devlet arasında görüşmelerin başlatılmasını istedi24. Böylece Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı doğrudan diplomatik yoldan hücuma geçmiş oldu. Osmanlı Hükümeti, bu sıralarda yatışmakta olan Yunan İsyanı'nın Rusya'nın bu girişimiyle yeni olaylar yaratmaması için, bu görüşme önerisini kabul etti. Bunun üzerine, OsmanlıRus temsilcileri sınırda görüşmelere başladılar ve sonuçta 7 Ekim 1826'da Akkerman Sözleşmesi'ni imzaladılar. Buna göre: 1) Sırbistan'ın özerkliği onaylanacak ve bir Anayasa verilecekti. 22) Charles Seignobos, aynı eser, c. II., s. 445; Yorga, aynı eser, c. V., s. 289 vd. Aynca deniz harekâtı için bkz. Fevzi Kurtoğlu, Yunan İstiklâl Harbi ve Navarin Muharebesi, c.I., İstanbul 1944, s. 11 vd. 23) Edouard Driault, aynı eser, s. 167. 24) Akdes Nimet Kurât, Rusya Tarihi, Ankara 1948, s. 323-324; Edouard Driault, aynı eser, s. 168; Yorga, aynı eser, c. V., s. 313.442) Eflâk-Buğdan'a, Rusya'nın onayı da alınarak, yerli beylerden voyvoda atanacaktı. 3) Rumeli ve Kafkasya sınırlarında, Rusya lehine bazı düzeltmeler yapılacaktı. 4) Rus ticaret gemileri Osmanlı karasularında serbestçe dolaşma hakkına sahip olacaktı. Garp ocaklarına ait gemilerin Rus ticaret gemilerine zarar vermeleri önlenecek, eğer zarar verilecek olursa, bu zararları Osmanlı Devleti ödeyecekti. 5) Bükreş Andlaşması aynen uygulanacaktı25. Yukarıda ana hatları ile verilen maddelerden anlaşılacağı üzere, bu sözleşmenin Yunan sorunuyla bir ilgisi yoktu. Ne var ki, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'nun içerisinde bulunduğu güç durumdan yararlanarak, özellikle Balkanlar'da ve Osmanlı denizlerinde büyük avantajlar sağlamış oldu. Daha önemlisi ise, Ruslar, bu yolla Osmanlılara karşı diplomatik bir zafer elde ettiler. Bu da, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçsüzlüğünü ve savaşa gerek kalmadan ona bazı isteklerin kabul ettirilebileceğini gösterdi. Rusya'nın İstanbul Hükümeti'ne yukarıda belirtilen ültimatomu verdiği sırada, İngiltere, kendisinin Yunan sorununda açıkta bırakıldığı düşüncesine kapıldı ve telaşa düştü. Aslında İngiltere, çıkarları doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünden yanaydı. Bu nedenle de Yunan İsyanı karşısında tarafsız kalmıştı. Fakat kamuoyunun gittikçe artan baskısı, Mehmet Ali Paşa'nın Mora ve Girit'e yerleşmesi ve nihayet Rusya'nın Akdeniz'de kurulacak bir Yunanistan vasıtası ile nüfuz kazanması ihtimali, İngiltere'yi harekete geçirdi. Zaten bu sırada Rusya da, Yunanlılar lehine olarak, İngiltere ile anlaşmak istiyordu. İngiltere, kendi himayesinde de olacak bir küçük Yunanistan'ın kurulmasına taraftar olduğundan, Rusya'nın anlaşma önerisini kabul etti. Bu amaçla da, Wellington'u St. Petersburg'a gönderdi. Nitekim, daha Akkerman Sözleşmesi yapılmadan önce, İngiltere ile Rusya arasında 4 Nisan 1826'da St. Petersburg Protokolü imzalandı. Buna göre: "Yunanlılar, Osmanlı Devleti'ne vergi ile bağlı özerk tek bir devlet haline getirilecek ve bütün Türkler Yunanistan'dan çıkartılacak; İngiltere ile Rusya her türlü çıkar hesaplarından uzak olarak, bu öneriyi Osmanlı Hükümeti'ne kabul ettireceklerdi"26. İngiltere ile Rusya tarafından alınan bu ortak karar, Yunanistan devletinin kurulması yolunda, devletlerarası diplomasi alanında atılan ilk adım oldu. 25) Sözleşme metni için b":z. Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, c. I., Ankara 1953, s. 263-268. 26) Yorga, aynı eser, c. V., s. 313; Edouard Driault, aynı eser, s. 168. 1815-1870 Yılları Arasında Osmanlı İmparatorluğu 14Bundan sonra, adı geçen iki devlet, bu protokolü diğer Avrupa devletlerine bildirdiler ve onları da buna katılmaya davet ettiler. Ancak, Metternich'in yönetiminde bulunan Avusturya, kendi iç ve dış siyasetine uygun olmayan bu protokola katılmayı reddetti. Bu devletin etkisi altında bulunan Prusya da aynı şekilde davrandı. Fransa ise, kendisine karşı 1815'lerde kurulmuş bulunan "Kutsal İttifak"ı parçalamak için, protokola katılmayı kabul etti27. Bu sıralarda Rusya, Kafkasya'daki yeni sınır dolayısıyla İran'a yeniden savaş ilan etmişti. İran Şahı ordusunu Avrupa orduları gibi düzenlemişti ve gittikçe büyüyen Rus tehlikesini önlemek, onu Güney Kafkaslar'dan atmak için Gürcistan'ı ele geçirmek istiyordu. Bunun için de, taht sorunundan Rusya'da başgösteren karışıklıklardan yararlanarak, Tiflis üzerine ordusunu göndermişti. Fakat Rusya, Eylül 1826'da İran'ı yendi. Bundan sonra da Osmanlı İmparatorluğu üzerine hücuma hazırlanmaya başladı28. Bu tarihlerde iki devlet arasındaki yakın önemli sorun ise, Yunanistan Devleti'nin kurulması konusuydu. Nitekim Rusya ve İngiltere; Yunan sorununu, kendi istekleri doğrultusunda, yani aralarında yaptıkları 4 Nisan 1826 protokolüne göre çözümlemek üzere harekete geçtiler. Protokol esaslarını, Osmanlı Hükümeti'ne bir nota ile bildirerek, bunun uygulanmasını istediler. Fakat Osmanlı Hükümeti, Mora'da asilere karşı başarılı şekilde devam eden hareketin sonucunu beklemeye başladı. Bu nedenle, iki devlet tarafından verilen notaya, ancak Haziran 1827'de cevap verdi. Bunda da, Rusya ve İngiltere'nin asileri himaye etmesinin doğru olmadığını ve Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaya hakları bulunmadığını bildirdi. Bu red cevabı ise, Avrupa büyük devletlerinin, Yunan sorununda, Osmanlı Devleti'ne karşı birleşmelerine yol açtı29. Zaten bu sıralarda, Rusya ile Fransa birbirlerine yaklaşmaktaydılar ve her ikisi de Yunanlılar lehine harekete geçmeye hazırdılar. Bu konuda bir Fransız-Rus anlaşması, İngiltere'nin çıkarlarına aykırı idi. Bu nedenle İngiltere inisiyatifi elden kaçırmamak için, Rusya ve Fransa ile bir ittifak yapmak üzere harekete geçti. Sonuçta bu üç devlet arasında 6 Temmuz 1827'de Londra Anlaşması imzalandı. Buna göre, İngiltere ile Rusya arasında 4 Nisan 1826'da yapılan St. Pe-tersburg Protokolü'nün öngördüğü Yunanistan, bağımsız bir devlet haline getirilecekti. Ayrıca, "Yunanlılar, gerek kıta Yunanistan'ında, gerek adalardaki bütün Türk mallarının sahibi olacaklar"di30. Bunları kabul etmesi için de Osmanlı Devleti'ne bir ay süre tanınacaktı. Kabul etmediği takdirde, üç dev27) Enver Ziya Karal, aynı eser, c. V., s. 117. 28) Edouard Driault, aynı eser, s. 169; Akdes Nimet Kurat, aynı eser, s. 323. 29) Charles Seignobos, aynı eser, c. II., s. 170. 30) Bilâl N. Şimşir, aynı eser, c. I., s. XXII. F-146 ,let, Yunan asilerine yardım edecekler ve Osmanlı Devleti'ne anlaşma hükümlerini silah zoruyla kabul ettireceklerdi. İngiltere, Rusya ve Fransa, bu kararlarını, 16 Ağustos 1827'de Osmanlı Hükümeti'ne bildirerek, uygulanmasını istediler. Ancak Babıâli, tek taraflı olarak Türklerin Yunanistan'dan atılması demek olan bu karan, çok ağır bularak ve iç işlerine bir karışma sayarak, reddetti31. Çünkü Rumlara bağımsızlığın verilmesi, diğer toplumlara da aynı şeyin ileride verileceğini peşinen kabul etmek, bu da İmparatorluğun yıkılması demekti. Bu nedenlerle Osmanlı Devleti, bu önerilere karşı, sonuna kadar direnmeye karar verdi. — Navarin Olayı (20 Ekim 1827) ve Sonuçları: Gerek St.Petersburg, gerekse Londra Andlaşması'nda alınan kararlar Osmanlı Devleti tarafından bu şekilde reddedilince İngiltere, Rusya ve Fransa bu kararlarını silah zoruyla kabul ettirmek üzere harekete geçtiler. İlk iş olarak bu üç devletin Akdeniz filoları Mora'yı kuşatma altına aldılar. Böylece Mora ile Osmanlı Devleti'nin bağlantısını kesmek istediler. Sonra da Osmanlı ve Mısır (Mehmed Ali Paşa'nın) donanmalarının bulunduğu Navarin limanının ağzını tutarak İbrahim Paşa'ya anlaşma önerdiler. İbrahim Paşa'nın merkezden gelen emre göre hareket edeceğini bildirmesi üzerine, Müttefikler, bu defa Osmanlı asker ve donanmasının Yunanistan'dan ayrılmasını istediler. Bu istekleri kabul edilmeyince de, üç devletin ortak donanması 20 Ekim 1827'de Navarin limanına girdi ve yapılan deniz savaşında, daha doğrusu baskınında Osmanlı donanmasını yaktı32. Osmanlı donanmasının âdeta yok olmasına yol açan Navarin Olayı; Yunanistan'da, Fransa'da ve Rusya'da büyük sevinç, İngiltere'de ise hoşnutsuzluk yarattı. Londra Hükümeti olayın "teessüf edilecek bir kaza" olduğunu ilan etti ve harekâta katılan İngiliz amiralini görevinden azletti. Aynı şekilde Avusturya da bundan memnun kalmadı. Zira, Navarin Olayı ile, Metternich sistemi ve Kutsal İttifak fiilen yıkılmış oldu. Nitekim, Metternich'e göre, "Navarin ile tarihte yeni bir dönem başlıyor"du33. Bu iki devletin Navarin Olayı karşısında, bu şekilde bir tutum almasına, Rusya ve Fransa'nın Boğazlar ve Balkanlar'da ortaya çıkan istekleri ile, Osmanlı donanmasının yediği büyük darbeden sonra, Rusya'nın güneye inmesine engel olabilecek bir gücün kalmaması endişesi neden olmuştur. Nitekim Navarin Olayı, bu çok yönlü sonuçları yanında, Osmanlı denizciliği yönünden de önemli bir dönüm noktası olmuştur. Denizlerle birbirine bağlı bulunan üç kıtada toprakları ve yaklaşık 16.000 mil kıyısı bulunan 31) Edouard Driault, aynı eser, s. 171. 32) Yorga, aynı eser, c.V., s. 333; Fevzi Kurtoğlu, aynı eşer, c. L, s. 55 vd; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV., istanbul 1972, s. 112. 33) Enver Ziya Karal, aynı eser, c. V., s. 118. [status draft] [nogallery] [geotag on] [publicize off|twitter|facebook] [category araştırma] [tags TARİH, Osmanlı İmparatorluğu, Bağimsızlık İsyanları]