OSMANLI DEVLETİ Osmanlı Devleti XIV. yüzyılın başında, Marmara Bölgesi'nde kurulmuştur. XIII.-XV. yüzyıllarda İran'ın, Anadolu'nun ve Bizans İmparatorluğu'nun siyasal ve toplumsal sorunları, küçük bir beylik olan Osmanlı Beyliği'nin kısa zamanda büyümesini ve bir devlet olmasını sağlamıştır. 1453 yılında İstanbul'un, 1517 yılında da Mısır'ın alınması sonucunda Osmanlı Devleti bir imparatorluk olmuştur. II- OSMANLI YÖNETİM YAPISI Osmanlı yönetim sistemi Türk ve İslâm devletleri gelenekleri ile Orta Doğu'daki eski yönetim anlayışlarının bir sentezi durumundadır. Osmanlı devlet anlayışının temelinde hükümranlık, adalet ve nizam ilkeleri yatar. Bu anlayışa göre, ülke düzeninin temeli adalettir. O halde adalet ve hükümranlık birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü adalet mülkün temelidir. Daire-i Adliye (adalet dairesi) diye belirtilen bu görüş çerçevesinde şekillenen yönetim anlayışının bir takım unsurları vardır. Hiç şüphesiz Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren güçlü ve sürekli bir orduya, adalet ilkesine, hoşgörülü din anlayışına dayandığı ve bilinçli bir politika izlediği için çağının en iyi yönetim sistemini oluşturmuştur. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren ilk Kanun-u Esasi'nin (Anayasa) yayınladığı tarihe kadar (1876) mutlak monarşi ile yönetilmiştir. Bu döneme mutlak monarşi devresi veya mutlakıyet dönemi adı verilir. Bu dönemin bariz özelliği dini hukuk kuralları ile ülkenin yönetilmiş olmasıdır. Nitekim Devletin resmi belgelerinde Devlet topraklarına İslam Memleketleri, Sultanına İslam Padişahı, askerlerine de İslam Askerleri denilmiştir. Bu konuda birçok yerli ve yabancı müelliflerin ortak olduğu görüşleri de "Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan düşüşüne kadar, İslam gücünün ilerlemesine veya savunmasına adanmış bir devlet" olduğu yönündedir. III- OSMANLI TOPLUM YAPISI Toplum, insanların birbirleriyle yardımlaşma ve ilişkide bulunma mecburiyetinden ortaya çıkmıştır. Osmanlı toplumu denildiğinde, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan sosyal gruplar bütünlüğünü anlıyoruz. Toplum yapısı kavramı ise, toplumu oluşturan sınıf veya tabakaların teşkilatlanmasını ve birbirlerine göre konumlarını ifade eder. XIV. yüzyılın başlarında küçük bir Türkmen beyliği olarak Selçuklu Türkiyesinin uç bölgesinde görülen Osmanlılar, XVI. yüzyılda bir cihan devleti kurdular. Bu devlet, çok milletli ve çok dinli bir yapıya sahipti. Ancak, Türkler, devletin kurucusu olarak esas unsuru oluşturuyordu. Nitekim Osmanlıların iskân politikası bu düşüncenin pratik sonucu olarak uygulanmıştır. Bunun yanında hangi soya mensup olursa olsun bütün Müslümanlar da hâkim unsur konumunda yerlerini alıyorlardı. Buna göre, Müslümanlar, millet-i hâkime (yöneten millet), gayri Müslimler de millet-i mahkûme ( yönetilen millet) oluyordu. Osmanlı Devleti'nde toplum yapısı, biri askeriler (yönetenler) ve diğeri reaya (yönetilenler) olmak üzere iki ana grup altında ele alınmaktadır. (Osmanlı toplumunun bir bölümünü oluşturan yönetenler ile ilgili olarak bir önceki konumuzda (Osmanlı Yönetim Yapısı) kısaca bahsetmiştik). Osmanlı toplum yapısı içinde reaya; askeri zümre dışında kalan, üretici olan, ticaretle uğraşan, vergi veren, yerleşik veya yarı yerleşik halk zümresini ifade etmektedir. Başka bir anlatımla reaya; şehirliler, köylüler ve göçebe aşiretlerden meydana gelmiş vergi yükümlüsü olan zümredir. Bu kesim, yönetici sınıf içinde yer almayan, meslek ve müstahsil grupları (köylüler, zanaatkârlar ve ticaretle uğraşanlar) olarak alt tabakayı oluşturmuş; sanayi, ticaret ve tarımla uğraşmış; devlete vergi vererek servet üretmiştir. IV- OSMANLI DEVLETİ'NİN GERİLEME VE ÇOKUŞ SURECİ Tarihin kaydettiği ender devletlerden biri olan Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılın sonlarına doğru birçok iç sorunlarla karşılaşmış ve duraklama sürecine girmiştir. Diğer taraftan Avrupa'daki değişme ve ilerlemeler, deniz yollarının keşfi gibi dış gelişmeler de Osmanlı'yı derinden etkilemiştir. XVI. yüzyıldan itibaren yaşanan bu değişim ve bozulmaların ardından XVII. yüzyılın sonlarında başlayan gerileme devrinden itibaren ise hızla toprak kaybedip sınırları daralmaya, nüfusu azalmaya ve ekonomik açıdan zayıflamaya başlamıştır. Bu dönemde özellikle sosyal ve ekonomik hayatta yaşanan kargaşa ve huzursuzluklar, dinamik olan devlet müesseselerini kısa sürede hantal ve işlemez hale getirmiş, kurumlar arasında yaşanan zincirleme etkileşim bir süre sonra içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıla ilk defa toprak kaybetmiş olarak girdi. Bu yüzyılın ilk yarısında devletin temel siyaseti 1699 Karlofça ve 1700 İstanbul Antlaşmaları ile kaybedilen yerleri geri almaya çalışmak oldu. Ancak kısa zamanda var olan kurumlar ve ordu ile eskisine nazaran çok daha güçlü düşmanlara karşı bir şey yapılamayacağı anlaşıldı. Avrupa karşısında uğranılan bozgun, Osmanlının dünyaya bakışında ve düşüncelerinde önemli değişikliklere yol açtı. Artık imparatorluk kurumlarını Kanuni zamanındaki şekliyle ayakta tutmanın mümkün olmadığı görülerek, batıyla olan ilişkilere daha çok önem verilmeye başlandı. XIX. yüzyıla girildiğinde ise Osmanlı Devleti hala geniş bir coğrafyaya hâkim olmakla beraber askeri ve ekonomik bakımdan birçok problemlerle karşı karşıya bulunuyordu. Sömürgecilik siyasetiyle zenginleşen ve sanayileşen Avrupa Devletleri askeri ve ekonomik açıdan büyük bir güç olarak ortaya çıkmışlardı. Bir an önce Osmanlı Devleti'ni parçalamak ve topraklarını paylaşmak arzusunda idiler. Ancak kendi aralarındaki çatışmalar ve antlaşmazlıklar yüzünden Osmanlı Devleti tamamıyla parçalanıp yok olmaktan kurtuldu. Ancak şu çok açık bir şekilde ortaya çıktı ki, bu yüzyılda Osmanlı Devleti artık kendi bağımsızlığını kendi gücüyle koruyamayacak kadar zayıflamıştı. Bu bakımdan XIX. yüzyıldaki Osmanlı siyaseti Avrupa'nın güçlü devletleri arasındaki rekabet ve çekişmelerden faydalanarak, yani denge politikaları uygulayarak imparatorluğu ayakta tutmak ve bir an önce sanayileşerek, güç kazanmak esasına dayanıyordu. A-İÇ SEBEPLER 1. Yönetimin Bozulması Osmanlı Devleti'nde duraklama belirtileri XVI. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış olmasına rağmen devletin güçlü yapısından dolayı bunun farkına varılamamıştır. İlk çürüme belirtileri Kanuni zamanında görülmüş fakat dikkat çekmemiştir. 2. Ekonominin Bozulması Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren izlediği çok başarılı ekonomik politikalar sonucunda halkın refah düzeyini artırmayı başarmıştı. Osmanlı toplumu bir refah toplumu haline gelmişti. Buna rağmen aynı zamanda kanaat toplumu olan ve zaruri ihtiyaçlarından fazlasını hayır hizmetlerine harcayan Osmanlı toplumu her türlü ihtiyaca cevap veren vakıfları desteklemiş, bu sayede toplumda muhtaç insan bırakılmamıştı.. Osmanlı ekonomisinin bozulmasının sebeplerini ana hatları ile özetlemek gerekirse aşağıdaki olgular karşımıza çıkar: a) Tımar Sisteminin Bozulması b) Ticaret Yollarının Yön Değiştirmesi c) Avrupa'da Altın ve Gümüşün Bollaşması d) Kapitülasyonlar e) Saray Masraflarının Artması f) Savaşlardaki Yenilgiler ve Ganimet Gelirinin azalması 3. Ordunun Bozulması Osmanlı Devleti gaza ve cihat esasına göre kurulan bir devlet olduğu için güçlü ordular bulundurmak zorunda idi. Siyasi yapı ile askeri yapı birleşmişti. Padişah aynı zamanda başkomutandı. Sivil yönetim birimlerinin başında askeri şahsiyetler görev yapardı. Sancakbeyi ve beylerbeyi hem vali hem komutan idiler. Ordu ana hatları ile iki kısımdan oluşurdu; Kapıkulu askerleri ve Tımarlı sipahiler. Kapıkulu askerleri Osmanlı ordusunun çekirdeğini teşkil eder ve en vurucu kısmını oluştururdu. Sayısı çok sınırlı tutulurdu. Kapıkulu sayısının artması Osmanlı Devleti için bir felaket oldu. Zira büyük bir güç haline geldiler. Bu ocağa çekidüzen vermek isteyen II. Osman'ı da öldürdüler. Bu olaydan sonra bu ocağa hiç kimse güç yetiremez oldu.. 4. Eğitimin Bozulması Batı'da meydana gelen gelişmeler yeterince takip edilmemiş bunun sonucu pozitif bilimler orada hızla gelişirken, Osmanlı ilim kurumlarında ise hızla gerilemiştir. Nitekim Duraklama döneminde pozitif bilimler faydasız ve lüzumsuz addedilerek medreselerden çıkartılmış onun yerine sadece dini bilimler verilmeye başlanmıştır.