şizofreni - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1.Psikiyatri Birimi
Başhekim : Prof. Dr. Musa TOSUN
Klinik Şefi : Uz. Dr. Nihat ALPAY
Şizofren Hastalarda Alkol Madde Kullanım Bozukluğu
Komorbiditesi ve Komorbiditenin Hastalık Gidişine Etkileri
Uzmanlık Tezi
Dr. Cahide UÇAR ALTINAY
İstanbul - 2005
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve deneyimlerinden yararlanmamın yanı sıra,
manevi desteğini eksik etmeyen klinik şefim Dr. Nihat Alpay’a, bilimsel ve huzurlu bir
çalışma ortamı yaratan Başhekimimiz Prof. Dr. Musa Tosun’a, rotasyonlarım sırasında
yanlarında çalışma imkanı bulduğum ve birikimlerinden faydalandığım Doç. Dr. Dursun
Kırbaş, Doç. Dr. Duran Çakmak, Doç. Dr. Fulya Maner, Dr. Niyazi Uygur’a ,
Eğitimim ve tez hazırlama sürecimde desteklerini daima yanımda hissettiğim
1. Psikiyatri Şef Muavini Doç. Dr. Nesrin Karamustafalıoğlu ve 1. Psikiyatri Şef Muavini Dr.
Nesrin Buket Tomruk’a, 1.Psikiyatri Şef Muavinlerinden Dr. Reşit Kükürt’e, tezime
katkılarından dolayı uzmanım ve dostum Dr. Ahmet Kocabıyık’a,
Birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum uzmanlarıma ve asistan arkadaşlarıma, 1.
psikiyatri hemşire ve personeline, bu araştırmaya katılan tüm vakalara,
Hayatım boyunca hiçbir konuda beni yalnız bırakmayan, daima sabır ve anlayışla
yanımda olduklarını bildiğim biricik anneme, babama, kardeşime ve amcama,
Ve varlığından güç aldığım eşime teşekkürlerimle...
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
GİRİŞ VE AMAÇ......................................................................................................
1
GENEL BİLGİLER...................................................................................................
ŞİZOFRENİ.............................................................................................................
ALKOL VE MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI........................................
Alkol ve Psikoaktif Madde Kullanımına Tarihsel Bakış..........................................
Alkol Kullanım Bozuklukları................................................................................
Alkol Dışı Psikoaktif Madde Kullanım Bozuklukları...............................................
ŞİZOFRENİ VE ALKOL-MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI
KOMORBİDİTESİ.................................................................................................
3
3
8
8
10
15
Komorbidite Kavramı ve Şizofreni Tanısında Hiyerarşi, İndirgemecilik ve Eştanılılık.....
Komorbidite Prevalansı.........................................................................................
Komorbid Hastaların Tercih Ettiği Maddeler...........................................................
Komorbid Hastaların Sosyodemografik Özellikleri................................................
Etiyoloji................................................................................................................
Komorbid Alkol-Madde Kullanımının Hastalık Gidişine Etkileri.............................
Komorbiditenin Nöropsikolojik Etkileri...........................................................
Komorbidite ve Tedavi uyumsuzluğu...............................................................
Komorbiditenin Klinik Belirtilere Etkisi............................................................
Komorbid Hastalarda Relaps ve Hospitalizasyon...............................................
Komorbid Hastalarda Şiddet............................................................................
Komorbid Hastalarda Suisid............................................................................
Komorbidite ve İlaç Yan Etkileri......................................................................
Komorbidite ve Tıbbi Problemler:....................................................................
Komorbidite ve Hastalık Başlangıcı..................................................................
Tanı ve Değerlendirme..........................................................................................
Tedavi..................................................................................................................
Psikososyal Tedaviler......................................................................................
Farmakoterapi.................................................................................................
17
19
23
26
30
35
35
35
36
38
39
41
43
44
46
48
51
51
54
17
MATERYAL VE METOD........................................................................................ 57
BULGULAR.............................................................................................................. 62
TARTIŞMA............................................................................................................... 88
SONUÇ...................................................................................................................... 123
ÖZET......................................................................................................................... 131
SUMMARY............................................................................................................... 133
KAYNAKLAR........................................................................................................... 135
EKLER...................................................................................................................... 155
GİRİŞ ve AMAÇ
Şizofren hastalarda alkol ve madde kullanımının, özellikle kullanımın sık olduğu
toplumlarda yaygın olduğu bilinmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, şizofreni
hastalarında alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu oranın %10-%70 arasında değiştiği
belirtilmektedir ( 1, 2, 3, 4, 5, 6).
Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nün Epidemiyolojik Alan Çalışması’nda
(Epidemiologic Catchment Area Study; ECA), şizofreni spektrum bozukluğu olan bireylerin
%47’si alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu ek tanı ölçütlerini karşılıyor iken, bu oran
İsveç’te %48.3, Avustralya’da %39.8 ve Singapur’da %26.1 olarak bildirilmiştir (1, 3, 4, 7).
Birçok çalışmada tütün, alkol ve esrarın en sık tercih edilen maddeler olduğu tespit edilmiştir
(8, 9, 10).
Yapılan çalışmalarda, eş tanılı hastaların sosyodemografik özellikleri araştırılmış ve
birçok çalışmanın ortak sonucu olarak, bu hastaların daha sık olarak, genç, bekar ve erkek
oldukları, eğitim düzeylerinin düşük olduğu bildirilmiştir (11, 12). Cantor-Graae ve
arkadaşları (2001), ailesinde madde kullanım öyküsü bulunan şizofren hastalarda, artmış
madde kullanım riskinden bahsetmişlerdir (3).
Alkol ve madde kullanımının şizofreni hastalığının prognozunu kötüleştirdiği,
semptomatik ve işlevsel açıdan olumsuz sonuçlara yol açtığı bildirilmiştir (13,14). Mueser ve
arkadaşları (1992), ek tanılı hastaların ilk psikiyatrik yatışlarının daha erken bir yaşta
gerçekleştiğini, hastaneye yatış sayılarının daha fazla olduğunu, daha yoğun kişilerarası ve aile
içi çatışma ve sorunlar ilettiklerini ortaya koymuşlardır (11). Farklı çalışmalarda komorbid
madde kullanım bozukluklarının artmış psikotik semptomlar, yüksek PANSS pozitif skorları,
zayıf tedavi uyumu, şiddet kullanma, yasal problemler ve artmış kriminalite, Hamilton
Depresyon Ölçeğinde daha yüksek depresif skorlar, intihar girişimleri, evsizlik, işsizlik, zayıf
sosyoekonomik durum, HIV enfeksiyonu gibi medikal problemler, artmış tardif diskinezi ve
ekstrapiramidal yan etki riski ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (13, 15, 16).
1
Ülkemizde, şizofreni ve alkol-madde kullanım bozukluğu komorbiditesi üzerine kısıtlı
sayıda çalışma bulunmakla birlikte, yapılan çalışmaların sonuçları klinik gözlemlerle
birleştirildiğinde, eş tanının literatürde belirtildiği kadar sık olmadığını göstermektedir. Bu
çalışmada, Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi psikiyatri polikliniklerine başvuran şizofreni hastalarının alkol-madde kullanım
bozukluğu sıklığının, en fazla tercih ettikleri madde türlerinin, çift tanılı hastaların
sosyodemografik özelliklerinin ve ek tanının şizofreninin seyrine etkilerinin araştırılması
amaçlanmış; böylece komorbiditenin tanı, tedavi ve prognoz üzerine olan etkileri
vurgulanmak istenmiştir.
2
GENEL BİLGİLER
ŞİZOFRENİ
Şizofreni genç yaşta başlayan, bireyin kişilerarası ilişkilerden ve gerçeklerden
uzaklaşarak, kendine özgü bir içe kapanım dünyasında yaşadığı; düşünüş, duyuş ve
davranışlarda önemli bozuklukların görüldüğü psikotik bir hastalıktır (17). Bizar davranışlara,
uyaran olmaksızın algılara, sıradan olayların garip yorumlarına, paylaşılmış yaşantıların
paramparça olmasına, kendini ihmal etme ve evsizlikten üretkenliğin yitimi ve kliniklerde
bakıma kadar yüksek sosyal maliyete neden olan ve Nature’ın editör yazısında belirtildiği gibi,
“tartışmalı olarak, AIDS de dahil olmak üzere” insanoğlunu etkileyen en kötü hastalıklardan
biridir (18).
Eski çağ Sanskrit yazılarında ve Hipokrat okuluna bağlı eski Yunan hekimlerinin
tanımlamalarında da şizofrenik türde ruh hastalığının tariflendiği bildirilmektedir. Orta çağ
Avrupa’sında şeytana tutulmuş diye bilinen ruh hastalarının önemli bir bölümü kuşkusuz
şizofren hastalardı. “Démence précoce” (erken bunama) deyimini ilk olarak Morel 1860’da
kullanmıştır. 1871’de Hecker “hebefreni”yi ve 1874’de Kahlbaum “katatoni”yi tanımladıktan
sonra, 1896’da tanınmış Alman ruh hekimi Kraepelin bu iki hastalık tipine “paranoid” ve
“basit” tipleri de ekleyerek, hepsini “dementia praecox” tanısı altında toplamıştır. 1911’de
yayınladığı “Dementia Praecox veya Şizofreniler Grubu” adlı kitabı ile yeni bir çığır açmış
olan İsviçreli Eugen Bleuler, hastalığın Kraepelin’in sandığı gibi erken yaşlarda başlamasının
ve bunama ile sonuçlanmasının zorunlu olmadığını göstermiş, bu hastalıkta kişinin ruhsal
hayatındaki yarılmaya (schisme) önem vererek “schizophrenia”, yani “zihin bölünmesi,
yarılması” adını önermiştir (17, 19, 20). Bleuler’in, “4A Belirtisi” Assosiasyon, Affekt,
Autism (otizm) ve Ambivalansı kapsamakta, yardımcı semptomlar arasında hallüsinasyonlar
ve hezeyanlar bulunmaktadır. Psikobiyoloji okulunun kurucusu olan Adolf Meyer, şizofreni
ve diğer mental bozuklukları çeşitli yaşam streslerine karşı birer tepki olarak değerlendirmiş,
bu sendroma da bu yüzden “şizofrenik reaksiyon” adını vermiştir. Kişilerarası (interpersonal)
psikoanalitik okulun kurucusu olan Harry Stack Sullivan toplumsal yalnız başınalığın
(izolasyonun) şizofreninin hem bir nedeni, hem de bir belirtisi olduğu üzerinde durmuştur.
Gabriel Langfeldt ise kuramsal formülasyonlara gitmektense ampirik deneyimlerden yola
çıkarak birtakım ölçütler tanımlamış ve bu bozukluğu, “gerçek şizofreni” ve “şizofreniform
psikoz” olarak ikiye ayırmış; gerçek şizofreni tanısını sinsi bir başlangıç, otizm, duygusal
küntlük,
depersonalizasyon,
derealizasyon
ve
gerçekdışılık
duyguları
bulgularına
dayandırmıştır. Kurt Schneider şizofrenide birinci derece semptomlar olarak adlandırdığı
3
birtakım semptomları tanımlamış; bu semptomların
şizofreniye özgü olmaktansa tanı
koymada pragmatik değer taşıdıklarını belirtmiştir (21).
Tüm hastane yataklarının %25’inin işgal edilmesine, üretkenliğin yitimi ve sağaltımla
ilişkili olarak yüksek maliyete (yılda 30 milyar dolar), %20 daha kısa yaşam beklentisi ve %10
intihar oranına yol açan şizofreninin yaşam boyu prevalansı %0.5 ile %1 arasında
değişmektedir (18,21). Prevalans açısından erkeklerle kadınlar arasında fark yokken; en sık
ortaya çıktığı yaş dönemi erkeklerde 15-25, kadınlarda ise 25-35 yaşlarıdır ve erkek şizofrenik
hastaların yarısından çoğu, kadın şizofrenik hastaların ise üçte biri ilk kez 25 yaşından önce
bir psikiyatri kliniğine yatırılmaktadır (21, 22). Sosyoekonomik düzeyi düşük olan bireylerde
daha yüksek olduğu bildirilen prevalansın evlilerde, bekar ve dullardan daha düşük olduğu ve
evliliğin hastalığa karşı koruyucu bir faktör olduğu ileri sürülmektedir. Göç, viral
enfeksiyonlar, doğum mevsimi, stres verici yaşam olayları da risk etkenleri arasında
sayılmaktadır (17, 20, 21).
Hastalık patofizyolojisinde üç temel modelden söz edilebilir:
Şizofreni; 1)Tek bir patofizyolojik etkenin çeşitli belirtilere sebep olduğu bir
hastalıktır. 2)Çeşitli hastalıklardan oluşan bir sendromdur ve her bir etiyo-pato-fizyolojik
etken çeşitli belirtilere sebep olmaktadır. 3) Çeşitli semptom bileşkelerinden oluşur ve her
bileşkenin farklı etiyo-pato-fizyolojisi vardır (23).
Şizofren hastaların beyinlerinin hipokampus ve entorinal kortekslerinde, gelişimin ileri
evrelerine rastlayan genç nöron göçünün hatalı olmasının hücre yapılanmasında potansiyel
olarak hatalı gelişime sebep olacağı, bunun hastalık etiyolojisinde önemli bir noktayı
oluşturduğu, temporal ve frontal lobların beyaz cevherlerindeki nöronların dağılımında oluşan
değişikliklerin hatalı göçe veya programlanmış hücre ölümündeki değişikliklere bağlı olduğu
bildirilmektedir (23). Yine etiyolojide üzerinde durulan stres-diatez modeline göre; özel bir
yatkınlığı bulunan kişinin stresli bir çevresel etkiyle karşılaşması üzerine şizofreni
semptomları gelişmektedir. Diatezin ya da stresin biyolojik veya çevresel olabileceği ya da her
ikisinin bir arada bulunabileceği; biyolojik temelin ilaç kötüye kullanımı, psikososyal stres ve
travma gibi epigenetik faktörlerle de şekillenebileceği öne sürülmektedir (21, 24).
Genetik çalışmalarda 5., 11. ve 18. kromozomların uzun kolları; 19. kromozomun kısa
kolu ve X kromozomu üzerindeki belirteçlerle şizofreni arasında bir ilişki olduğu
bildirilmiştir; bu da şizofreninin heterojen genetik bir temeli bulunduğunun göstergesidir (17,
20, 21). Şizofreni prevalansı toplumda %1 iken, bu oran ebeveyninden biri şizofren olan
çocukta %12, her iki ebeveyni şizofren olan çocukta %40, şizofren bir hastanın ikizi olmayan
kardeşinde %8, dizigot ikizinde %12, monozigot ikizinde %47 olarak belirlenmiştir.
4
Şizofrenik bireylerin birinci derecede biyolojik akrabalarında hastalık gelişme olasılığının
topluma oranla yaklaşık 10 kat daha fazla olduğu belirtilmektedir (21).
Şizofreni, genellikle 45 yaşın altında ortaya çıkma eğilimi göstermekle beraber, son
yıllarda yapılan araştırmalar geç başlangıcın da sanıldığı kadar ender olmadığını ortaya
koymaktadır. Hastaların yarısında hastalığı başlatıcı tek bir neden gösterilemezken, bir yakının
ölümü, okul ya da iş hayatında başarısızlık, beklenmedik yaşam olayları gibi psikososyal
birtakım faktörlerin varlığının hastalığın ilk epizodunu tetikleyebileceği ya da var olan
hastalığın alevlenmesine yol açabileceğine dair kanıtlar vardır. Başlangıcın sinsi ve yavaş bir
karakter gösterebildiği, hastanın yavaş yavaş içine kapanmaya, kendine özgü bir dünyaya
girmeye başladığı, çok sayıda olgunun ise özellikle adolesan dönemde yoğun prepsikotik
anksiyete belirtileri gösterdiği, başlangıç devrelerinde aşırı mastürbasyon ya da kendi bedeni
ile yoğun uğraş sergilediği, öz bakım ve kişilerarası ilişkilerini ihmal ettiği dikkati çeken
belirtilerdir (19).
Şizofreninin hastalığa özgü semptomları algı, dil ve iletişim, davranışlar, duygulanım,
düşünce, konuşma, zevk alabilme ve dikkati kapsayan geniş bir yelpazede yer alan bilişsel ve
duygusal işlevsel bozuklukları içerir (25). Yakın dönemde yapılan çalışmalarda şizofrenideki
klinik belirtilerin üç alt grupta kümelendiği görülmektedir: 1)Gerçeği değerlendirme
bozukluğu: Sanrı ve varsanıları içerir. 2)Psikomotor yoksulluk: Negatif belirtilerden oluşur. 3)
Dezorganizasyon: Tuhaf davranış ve yapısal düşünce bozukluğunu içerir (21).
DSM-IV Şizofreni Tanı Ölçütleri:
A-Karakteristik semptomlar: Bir aylık bir dönem boyunca (başarıyla tedavi edilmişse daha
kısa bir süre), bu sürenin önemli bir kesiminde aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının)
bulunması:
(1)hezeyanlar (sanrılar)
(2)hallüsinasyonlar (varsanılar)
(3)dezorganize (karmakarışık) konuşma (örneğin çağrışımlarda dağınıklık ya da enkoherans)
(4)ileri derecede dezorganize ya da katatonik davranış
(5)negatif semptomlar, yani affektif donukluk (tekdüzelik), aloji (konuşamazlık) ya da
avolisyon
Not: Hezeyanlar bizar ise ya da hallüsinasyonlar kişinin davranış ya da düşünceleri üzerinde
sürekli yorum yapmakta olan seslerden ya da iki ya da daha fazla sesin birbiriyle/birbirleriyle
konuşmasından oluşuyorsa A Tanı Ölçütünden sadece bir semptomun bulunması yeterlidir.
5
B-Toplumsal/mesleki işlev bozukluğu: İş, kişilerarası ilişkiler ya da kendine bakım gibi
önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu bozukluğun başlangıcından beri
geçen sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin
belirgin olarak altında kalmıştır (başlangıcı çocukluk ya da ergenlik dönemine uzanıyorsa,
kişilerarası ilişkilerde, eğitimle ilgili ya da mesleki başarıda beklenen düzeye erişilememiştir).
C-Süre: Bu bozukluğun süregiden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur. Bu 6 aylık süre, en
az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) A Tanı Ölçütünü karşılayan
semptomları kapsamalıdır; prodromal ya da rezidüel semptomların bulunduğu dönemleri
kapsayabilir. Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da rezidüel dönemlerde, sadece negatif
semptomlarla ya da A Tanı Ölçütünde sıralanan iki ya da daha fazla semptomun daha hafif
biçimleriyle (örn. acayip inanışlar, olağandışı algısal yaşantılar) kendilerini gösterebilir.
D-Şizoaffektif Bozukluğun ve Duygudurum Bozukluğunun dışlanması: Şizoaffektif Bozukluk
ve Psikotik Özellikler Gösteren Duygudurum Bozukluğu dışlanmıştır, çünkü ya (1) aktif-evre
semptomları ile birlikte aynı zamanda Major Depresif, Manik ya da Mikst Epizodlar ortaya
çıkmamıştır ya da (2) aktif-evre semptomları sırasında duygudurum epizodları ortaya çıkmışsa
bile bunların toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine göre daha kısa olmuştur.
E-Madde kullanımının ve genel tıbbi durumun dışlanması: Bu bozukluk bir maddenin (örn.
kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine ya
da genel tıbbi bir duruma bağlı olarak ortaya çıkmamıştır.
F-Bir yaygın gelişimsel bozuklukla ilişkisi: Otistik Bozukluk ya da diğer bir yaygın gelişimsel
bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle belirgin sanrı ya da varsanılar da varsa
Şizofreni ek tanısı konabilir(25).
Yıkımla sonlanma kaçınılmaz olmamakla birlikte şizofreni genellikle süregen ve yeti
yitimine yol açan bir hastalık olup bazı hastalar oldukça sabit bir gidiş sergilerken, bazılarının
ağır yetersizliklere giden ilerleyici bir kötüleşme gösterdiği bilinmektedir (20).
Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda hastalığın gidiş ve sonlanış belirteçleri daha net
belirlenmiştir:
-Başlangıç akut bir biçimde gelişir, hastalık geç ortaya çıkarsa ve çevresel stres etkenlerinin
yeri fazla ise gidiş daha iyidir.
-Hastalık öncesi kişiliğin şizoid veya şizotipal oluşu, belirtilerin sinsi ve yavaş ortaya çıkışı
daha kötü bir prognoz düşündürür.
-Hastalık öncesinde toplum, iş ve seks yaşamına göreceli olarak iyi uyum sağlamış olanlarda
gidiş ve sonlanış daha iyidir.
6
-Ailenin hastalığı ve hastayı kabullenişi, tedavi ekibiyle işbirliği ve düşük duygu dışa vurumu
gidişe olumlu katkıda bulunur.
-Hastaneye yatış sayısının çok ve sürelerinin uzun olduğu, remisyon halinin kısa sürdüğü
oranda kötü prognozdan bahsedilir.
-Ailede kalıtımsal yüklülük yüksek ise süregenleşme olasılığı yüksektir.
-Negatif klinik belirtilerin baskın olduğu hastalar sağaltımdan daha az yararlanmakta ve
prognoz daha kötü olmaktadır.
-Gelişmekte olan ülkelerde ve kırsal bölgelerde şizofreni prognozu, gelişmiş ülkelere ve
kentsel alanlara göre daha iyi bulunmuştur.
-Hastanın evli oluşu iyi prognoz göstergesidir.
-Hastalık belirtileri arasında konfüzyon, pozitif bulgular ve duygusal öğelerin varlığı; hastanın
düşünce ve algı bozukluğu gibi belirtilerden rahatsız olması ve tedavide işbirliği ve uyumu iyi
gidiş belirteçleridir (17, 19, 20, 21).
Şizofreni sağaltımında farmakoterapi, EKT ve psikososyal sağaltım yöntemlerini
kullanan bütüncül bir yaklaşım benimsenmelidir (20).
7
ALKOL VE MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI
Alkol ve Psikoaktif Madde Kullanımına Tarihsel Bakış
Çağlar boyunca insan, ruh halinde değişiklik oluşturabilecek ajanları denemiş ve
kötüye kullanmıştır. Tarihte psikoaktif madde kullanımına ait verilere göz gezdirdiğimizde bu
konuda duyulan endişenin hiç de yeni olmadığını, birey ve toplum sağlığı üzerine olumsuz
etkilerinin o zamanlardan farkedilip önlemler alınmaya, toplumsal müeyyideler ve törelerle
kullanımlarının kontrol altında tutulmaya çalışıldığını görmekteyiz (26) .
Kaynaklara göre ilk keşfedilen psikofarmakolojik ajan alkol olup bütün zamanlar
içerisinde en çok kullanılan psikoaktif madde olmuştur (27). Alkol kullanımı ile ilgili
sorunların Nuh’un ilk üzüm fidanını dikmesiyle başladığı ve dünyaya yayıldığı ifade
edilmektedir. MÖ 4000 yılında Mısır’da arpadan bira yapıldığına, MÖ 1700 yılında Hamurabi
kanunlarında şarabın elde edilişini belirleyen kuralların yer aldığına dair deliller bulunmuştur.
Eski Roma ve Yunan döneminde bağ, üzüm ve şarap kutsal sayılmış, Roma’da Bacchus,
Atina’da Dionysos içki ve şarap tanrısı olarak kabul edilmiş, bayramlarda içmek ve sarhoş
olmak gelenek haline gelmiştir. İlkçağ dinlerinde kutsal sayılan alkol Hristiyanlıkta da
önemini korumuş, Musevilikte sarhoş olmamak koşuluyla içki içilmesi dinsel bir gelenek
olarak kalmıştır. Buna karşılık İslam dini alkol içmeyi büyük günah olarak kabul ederken,
İslamiyetin yayılmasıyla 14.yy’da Mısır’da afyon bitkisinin yetiştirilmesi yasaklanmış; bu
yasağa uymayanlara ağır cezalar verilmiştir (26, 28). Esrar kullanımına dair kısıtlamalar,
Hristiyanlığın başlangıç dönemlerinde de göze çarpmaktadır. İsveçli bir halk sağlığı otoritesi
olan Magnus Huss 19.yüzyılda alkolün ruhsal ve bedensel etkilerini göz önüne alarak, ilk defa
“alkolizm” sözcüğünü kullanmış, olağan sarhoşluk ile deliryum tremensi akut form; alkolün
geç ve uzak etkilerini ise kronik form adı altında toplamıştır (29).
Dinsel yasaklar, gelenek, görenek, töre gibi toplumsal etkenler alkol alışkanlığının
artışı açısından ülkeler arasında fark yaratsa bile, II. Dünya Savaşından sonra bütün ülkelerde
değişen sosyoekonomik ve sosyokültürel yapı içinde alkol, toplumsal yaşantının en uç
noktalarına kadar girmiş, toplumsal kabul edilebilirliği ve ulaşılabilirliği hızla artmıştır (30).
1960’lı yıllara kadar alkol haricinde hiçbir psikoaktif madde yaygın kullanım alanı
bulamazken, özellikle 1962-1967 yılları arasında batılı ülkelerde kentlerde yaşayan genç
erkekler arasında toplumun geleneksel değer yargılarını reddetmenin bir göstergesi olarak
esrar kullanımı hızla artmıştır. 1967-1979 yılları arasında özellikle gençlerde esrar kullanımı
8
ile birlikte diğer psikoaktif maddelerin de kullanımı hızla artış göstermiş ve bu dönem
içerisinde kırsal kesimlerde ve diğer yaş grupları arasında da yaygınlaşmıştır (31).
Normal içicilik ve bağımlılık arasındaki sınır, kullandığımız tanısal sınıflandırma
sistemi tarafından belirlenmektedir. DSM I ve DSM II’de madde bağımlılığı ve alkolizm,
“Sosyopatik Kişilik Bozukluğu” tanısının alt tipleri olarak sınıflandırılmış, kullanılan
maddelerin cinslerine göre sınıflandırılmaları ve bağımlılığın şiddetinin tanımlanmasına DSM
II’de yer verilmiştir. DSM III’de (1980) “kötüye kullanım” ve “farmakolojik bağımlılık” ayrı
tanı grupları olarak kullanılmış, bağımlılık bozuklukları ayrı bir sınıflandırma grubu olarak
kabul edilmiş, “ilaç” sözcüğü yerine “madde” sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır. DSM IIIR
(APA 1987), bağımlılık kavramının sınırlarını olabildiğince genişleterek bağımlılık tanısını
koymada hekim inisiyatifini daha ön plana çıkarmıştır. “Madde Kullanım Bozuklukları”
terimi de “Psikoaktif Madde Kullanım Bozuklukları” olarak değiştirilmiştir. 1994’te son
şeklini alan DSM IV’te ise DSM III’te yer alan fiziksel bağımlılık ölçütleri ayrıntılandırılmış,
ön plana çıkarılmış ve gidiş belirleyicileri eklenmiştir. Bu sistemde madde ile ilişkili önemli
sorunlara rağmen kişinin maddeyi sürekli bir biçimde kullandığına işaret eden bilişsel,
davranışsal ve fizyolojik bir grup belirti ölçüt olarak değerlendirilmektedir. ICD 10 (WHO
1992) tanısal sınıflandırma sisteminde bağımlılık ölçütleri DSM IIIR sistemindeki tanı
ölçütlerine önemli ölçüde benzerlik göstermektedir. ICD 10 sistemindeki altı ölçütten en az
üçünün varlığı istenmiştir. Fiziksel bağımlılığı belirleyen iki ölçüt ise “olmazsa
ölçütler olarak tanımlanmamıştır (27, 32, 33).
9
olmaz”
Alkol Kullanım Bozuklukları
WHO alkol bağımlısını; “uzun süre ve alışılmışın dışında alkol alan, alkole bağlı
olarak ruhsal, bedensel, toplumsal sağlığı bozulan, buna karşın durumunu değerlendiremeyen;
değerlendirse bile alkol alma isteğini durduramayan, sağaltıma gereksinimi olan bir hastadır”
diye tanımlar. Bir başka tanım ise; alkolün işine engel olduğunu değil de işinin alkol almasına
engel olduğunu düşünmeye başlayan kişiyi alkol bağımlısı olarak görür(20). Alkol kullanımı
kişinin iş ve aile uyumuna, çevreye, beden sağlığına zarar vermiyorsa alkolizm sayılmamakta,
ancak bazen normal içicilik nerede biter, alkolizm nerede başlar sınırını çizmek kolay
olmamaktadır (30).
İçicilik toplumsal ve kültürel etmenlerden çok fazla etkilenmektedir. Alkolizm
gelişmiş ülkelerde en başta gelen sağlık sorunlarından biriyken, Orta Doğu ve Asya
ülkelerinde oran daha düşüktür. Bununla birlikte gelişmekte olan ülkelerde hızlı, düzensiz ve
çarpık kentleşmeye, eğitim, sağlık ve ekonomi sorunlarina koşut alkol tüketimi ve alkole bağlı
sorunlar da artış göstermektedir (20, 27, 30).
ABD’de toplumun %90’ı yaşamının bir döneminde, erişkinlerin %60-%70’i ise sıkça
alkol almakta, %30-%45’i yaşamının bir döneminde en az bir kez aşırı alkol almaya bağlı bir
sorunla (yasal, trafik, iş, okul) karşılaşmaktadır. Otomobil kazalarında %75, kazadan
ölümlerde %50, adam öldürmelerde %50, intihar vakalarında %25 oranında alkol sorumlu
bulunmuştur. Epidemiyolojik Alan Çalışmaları’nda (ECA) alkol kötüye kullanımının yaşam
boyu riski erkeklerde %20, kadınlarda %10; alkol bağımlılığının yaşam boyu prevalansı ise
erkeklerde %13.53, kadınlarda %2.82 olarak bulunmuştur. Batı ülkelerinde 1/2-1/3 olan
kadın/erkek oranı, doğu ülkelerinde 1/10 dolayındadır (20, 27).
Diğer batı ülkelerinde erişkinlerde yapılan çalışmalara göre İngiltere’de
%3,
İskoçya’da %15, Fransa’da %4 dolayında alkol bağımlısı vardır. İrlandalılar arasında hiç alkol
kullanmayanların oranı yüksek iken, alkol ile ilişkili sorunları en sık yaşayanlar yine
İrlandalılardır. Amerika yerlileri, eskimolar ve beyaz ırkta da alkol ile bağlantılı sorunlar
hayli yaygındır. Müslüman, Yahudi, Muhafazakar Protestanlar, Hindu ve Baptistlerde tüketim
daha azken, kentlerde kırsal kesimlere göre daha fazladır (20, 22, 27, 30).
Alkol ile ilgili problemlerin alkol bağımlılığı tanısı koyduracak kadar belirginleştiği yaşlar,
20’li yaşların ortaları ile 40’lı yaşlara kadar uzanmaktadır. Daha erken yaşlarda yani ergenlik
döneminde başlayan alkol bağımlılığına ek bir psikiyatrik bozukluğun (özellikle antisosyal
kişilik bozukluğunun), madde kullanımının, alkol ile ilişkili veya ilişkisiz şiddet davranışı ve
tutuklanmanın, ailesel yüklülüğün eşlik etmesi çok daha olasıdır (Cloninger tip 2, Babor tip
10
B). Diğer yandan 25 yaşından sonra başlayan alkol bağımlılık tipinde alkol ile ilişkili sağlık
veya evlilik problemlerinin mevcut olduğu, şiddet davranışı, tutuklanma ve yasadışı madde
kullanımının nadiren görüldüğü bilinmektedir (Cloninger tip 1, Babor tip A) (27, 32, 34).
Son 20 yıl içinde alkolün farmokolojik etkileri ile ilişkili yeni modeller ortaya
konmuşsa da halen geçerliliğini koruyan paradigma, alkolün nörotransmitter sistemleri
üzerindeki spesifik etkileri üzerinde temellendirilmiştir. Akut alkol intoksikasyonu GABA
reseptör aktivitesi, serotonerjik aktivite, endorfin salınımı ve beyin ödül merkezlerinde önemli
etkiler yaratabilmektedir. Bugün yoksunluk sendromundan sakınmak için madde almaya
devam etmenin bağımlılığın sürdürülmesindeki katkısı açık olmakla beraber dikkatler daha
çok ilaç arama davranışı üzerinde yoğunlaşmıştır(27, 35). Alkol arama davranışı dört temel
süreç tarafından kontrol edilir. Bunlar alkolün pozitif pekiştirici, kendini tercih ettirici,
koşullandırıcı ve aversif (itici) etkileridir. İlk üç süreç alkol arama davranışını stimüle edici
yönde, sonuncusu ise negatif yönde etkiler. Alkol arama davranışına en önemli katkıyı
sağlayan pozitif pekiştirici etkinin davranışsal sürecinde, alkolün öfori yapıcı ve anksiyolitik
etkileri ile bazı beyin fonksiyonlarını arttırıcı etkisi ve yoksunluk sendromundan sakınma
önemli rol oynarken, pozitif pekiştirinin nöronal sürecinde başta dopamin olmak üzere bazı
nöromediyatörlerin rolü vardır.Çalışmalarla tekrarlanan bir bulgu, kötüye kullanımı olan
maddelerin mezotelensefalik sistemde ekstraselüler dopamin artışına neden olduğu ve nükleus
akumbensin de bununla ilgili kritik bir bölge olduğudur (33, 35).
Neden bazı insanlar alkolü aşırı tüketir ve alkol bağımlılığı geliştirirken diğerleri
alkolü kontrollü şekilde içebilmektedir sorusu uzun yıllardır klinisyenlerin aklını
kurcalamaktadır. Bugünkü görüş; birbirleri ile etkileşim halinde olan bir kısım faktörün alkol
bağımlılığına neden olduğu üzerine odaklanmıştır. Bunlar, kişisel ve sosyal çevreye ait olan
faktörler olarak iki genel başlık altında toplanmaktadır:
Kişisel Faktörler: Genetik ve biyolojik etkenler, öğrenme , kişilik özellikleri ve
psikiyatrik bozukluklar
Sosyal çevreye ilişkin faktörler: Ekonomik kontrol- alkolün fiyatı, resmi kontrolyasalar, gayriresmi kontrol- toplumun ahlaki kuralları, örf ve ananeleri (32, 36).
Alkol bağımlılarının birinci dereceden akrabalarında alkol bağımlılığı görülme sıklığı
normal nüfusa oranla yedi kat daha fazladır. Aile yüklülüğü olanlarda bağımlılığın daha ağır
seyrettiği ve daha çok komplikasyon geliştiği bilinmektedir.Tek yumurta ikizlerinde alkol
bağımlılığı riski %60-%70; çift yumurta ikizlerinde ise %25-%35 civarındadır. ECA
çalışmasında elde edilen sonuca göre genel popülasyonda alkol bağımlılık oranı %5-%10 iken
11
alkol bağımlılarının ailelerinde bu oran %30-%40’dır. Alkol bağımlılarının erkek
çocuklarında alkol bağımlılık riski 3-4 kat yüksektir (27, 30, 37).
Düşük aldehit dehidrogenaz (ALDH) enzim aktivitesi, düşük serotonin fonksiyonu,
düşük adenil siklaz aktivitesi ve hipokampal nöronlarda anotomik farklılıklar da alkol
bağımlılığı riskini etkileyen faktörler arasında sayılır. Örneğin öteden beri Asya ve Avrupa
ırkları arasında alkolizme karşı duyarlılık farklılıkları olduğu, örneğin Japonlar az miktarda
alkole dahi tahammül edemezken bir Alman’ın şişelerce birayı bir anda içebildiği
söylenmektedir. Sosyokültürel etmenlerin yanı sıra, süratli ALDH enzim aktivitesi olan
kişilerde
asetaldehit
çabuk
parçalandığından
alkolün
sübjektif
olumsuz
etkileri
hissedilmemekte ve kişi içtikçe içebilmekte; halbuki yavaş ALDH enzim aktivitesi gösterenler
alkolün olumsuz etkileri ile karşılaştıklarından fazla alkol alamamakta ve alkolden böylece
korunmaktadırlar(20, 27)
Alkoliklerin kendi içindeki heterojenitesini belirlemek için alkole başlama yaşını,
cinsiyeti, klinik gidişi, kişilik özelliklerini, çevreden etkilenme düzeyini ve genetik etmenleri
bütünüyle gözönünde bulundurmak gerekir. Diğer taraftan alkolizmdeki klinik heterojenite,
aynı zamanda alkolün yarattığı organ hasarı üzerinde de görülmektedir (27).
Alkol bağımlılığının DSM-IV’e göre tanı ölçütleri.
12 aylık bir dönem içinde herhangi bir zaman ortaya çıkan,aşağıdakilerden üçü (ya da daha
fazlası) ile kendini gösteren, klinik olarak belirgin bir bozulmaya ya da sıkıntıya yol açan
uygunsuz alkol kullanım örüntüsü:
1) Aşağıdakilerden biri ile tanımlandığı üzere direnç artımı olması:
a) Entoksikasyon ya da istenen etkiyi sağlamak için belirgin olarak artmış miktarlarda
alkol kullanma gereksinimi
b) Sürekli olarak aynı miktarda alkol kullanımı ile belirgin olarak azalmış etki sağlanması
2) Aşağıdakilerden biri ile tanımlandığı üzere yoksunluk gelişmiş olması:
a) Alkole özgü yoksunluk sendromu
b) Yoksunluk semptomlarından kurtulmak ya da kaçınmak için alkol alımı
3) Alkol çoğu kez tasarlandığından daha yüksek miktarlarda ya da daha uzun bir dönem
süresince alınır.
4) Alkol kullanımını bırakmak ya da denetim altına almak için sürekli bir istek ya da boşa
çıkan çabalar vardır.
5) Alkolü sağlamak, alkol kullanmak ya da alkolün etkilerinden kurtulmak için çok fazla
zaman harcama.
12
6) Alkol kullanımı yüzünden önemli toplumsal, mesleki etkinlikler ya da boş zamanlarını
değerlendirme etkinlikleri bırakılır ya da azaltılır.
7) Alkolün neden olmuş ya da alevlendirmiş olabileceği, sürekli olarak var olan ya da
yineleyici bir biçimde ortaya çıkan fizik ya da psikolojik bir sorunun olduğu bilinmesine
karşın alkol kullanımı sürdürülür.
Varsa belirtiniz:
Fizyolojik bağımlılık gösteren: Direnç artımı ya da yoksunluğun kanıtı vardır.
Fizyolojik bağımlılık göstermeyen: Direnç artımı ya da yoksunluğun kanıtı yoktur.
Alkol kötüye kullanımının DSM-IV’e göre tanı ölçütleri.
A) 12 aylık bir dönem içinde ortaya çıkan, aşağıdakilerden üçü (ya da daha fazlası) ile
kendini gösterdiği üzere, klinik açıdan belirgin bozulmaya ya da sıkıntıya yol açan uygunsuz
alkol kullanımı örüntüsü:
1) İşte, okulda ya da evde alması beklenen başlıca sorumlulukları alamama ile sonuçlanan
yineleyici biçimde alkol kullanımı (örn. Alkol kullanımı ile ilişkili olarak sık sık işe gitmeme
ya da işte başarı gösterememe; okula gitmeme, okulu asma ya da okuldan kovulma; eş ya da
çocuklara gereken ilgi ve özenin gösterilmemesi).
2) Fiziksel olarak tehlikeli durumlarda yineleyici biçimde alkol kullanımı ( örn. Alkol
kullanımının yarattığı bozukluklar sırasında araba kullanma ya da bir makineyi işletme)
3)
Alkolle ilişkili,yineleyici biçimde ortaya çıkan yasal sorunlar ( örn. Alkol ile ilişkili
davranım bozukluğuna bağlı tutuklanmalar) .
4) Alkolün etkilerinin neden olduğu ya da alevlendirdiği, sürekli ya da yineleyici toplumsal
ya da kişilerarası sorunlara karşın sürekli alkol kullanımı ( örn. Entoksikasyonun sonuçları
hakkında eşle tartışmalar, kavgalar, fiziksel saldırı).
B) Bu semptomlar, alkol bağımlılığı ölçütlerini hiçbir zaman karşılamamıştır (25).
“Alkol kullanım bozukluğu tedavisinde primer hedefler yoksunluk döneminde ortaya
çıkan aritmileri, nöbetleri, deliryumu ve ölümü önlemek; sübjektif belirtileri yatıştırmak;
deliryum varsa tedavisini yapmak; uzun süreli rehabilitasyonun hazırlanması olmalıdır.
Farmokoterapi, tedavi ve rehabilitasyona yönelik psikososyal yaklaşımlar, uygun psikoterapi
yöntemlerinin seçimi ve uygulanması tedavi yöntemleri arasındadır (20, 27, 30).
13
Ülkemizde Alkol Kullanımının Prevalansı
Türkiye’de alkol bağımlılığının yaygınlığına ilişkin, ergen ve erişkinlere yönelik ve
psikiyatrik tanı kriterleri veya ölçeklerinin kullanıldığı yeterli sayıda çalışma olduğu
söylenememekle birlikte, son yıllarda sürekli artan alkol tüketimi ve ortaya çıkan alkolle
ilişkili sorunlar nedeniyle alkol kullanımı, Türkiye için de önemli bir problem teşkil eder hale
gelmektedir (27, 38). Örneğin AMATEM’e başvurular 1991-1995 yılları arasında 3455’ten
4653’e yükselmiştir (39). Rakı tüketimi 1971 ve 1997 yılları arasında 19 milyon 788 bin
litre/yıl’dan 71 milyon 268 bin litreye; şarap, votka ve bira tüketimi de 1987 ve 1997 yılları
arasında sırasıyla %2.05, %76.74, %62.84’e yükselmiştir (38).
Toplum bazlı çalışmalara örnek olarak Ankara’da bir sağlık merkezi sahasında 2238
kişi ile görüşülmüş; alkol kullanımı ve olası alkol bağımlılığı prevalansları sırasıyla %14.1 ve
%1 olarak saptanmıştır (40). Türkiye Ruh Sağlığı Profili adlı projede Türkiye’nin beş farklı
bölgesinden, 18-65 yaşları arasında ve %45.1’i erkek, %54.9’u kadın olan 7479 kişi
değerlendirilmiş, alkol bağımlılığı prevalansı %0.8 olarak saptanmıştır (41). 1997 yılında
Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’ne bağlı tüm fakültelerde öğrenim görmekte olan öğrencileri
temsil eden ve 350 üniversite öğrencisinden oluşan örneklemde CIDI (Uluslararası Bileşik
Tanı Görüşmesi) kullanılarak yapılan bir araştırmada, alkol kötüye kullanım ve bağımlılığının
yaşam boyu oranı %3.1 ve son 12 ay için oranı %0.9 bulunmuştur. İstanbul’da 12-65 yaşları
arasında 1550 kişiden oluşan ve yaş, cins ve ilçelere göre dağılım açısından İstanbul nüfusunu
yansıtan bir toplum örneklemi arasında, alkol kullanımının nokta prevalansı %25.6, yaşam
boyu prevalansı %33.5 olarak saptanmış olup bu oranlar alkol prevalansının %31.4 ile %87
arasında değiştiği diğer ülkelerle kıyaslandığında düşüktür (27).
14
Alkol Dışı Psikoaktif Madde Kullanım Bozuklukları
Madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar DSM IV’te, her bir madde iki ayrı kategori
oluşturmak üzere, başlıca iki ana başlık altında sınıflandırılmaktadır:
1.Madde Kullanım Bozuklukları: Madde Bağımlılığı, Madde Kötüye Kullanımı
2.Madde Kullanımına Bağlı Olarak Ortaya Çıkan Bozukluklar: Bu başlık altında, kullanılan
maddenin etkilerine bağlı olarak intoksikasyon, kesilme (yoksunluk), intoksikasyon
deliryumu, kesilme deliryumu, demans, kalıcı amnestik bozukluk, psikotik bozukluk,
duygudurum bozukluğu, anksiyete bozukluğu, cinsel işlev bozukluğu ve uyku bozukluğu yer
almaktadır.
Bu bozukluklara yol açan maddeler ise DSM IV’te, ilki alkol olmak üzere şöyle
sıralanmıştır: Amfetamin, kafein, kokain, hallüsinojenler, inhalanlar, nikotin, opioidler,
fensiklidin, sedatif-hipnotik ve anksiyolitik etkili ilaçlar, birden fazla maddeyi birlikte
kullanma, diğer veya bilinmeyen maddeler (20, 22, 25).
Psikoaktif maddelerin kullanım yaygınlığı çağdan çağa, ülkeden ülkeye büyük
değişiklik göstermektedir. 1990-1992 yılları arasında ABD’de yapılan Ulusal Tarama
Çalışması’na göre, 15-54 yaş arasında alkol ve tütün dışı madde bağımlılığı için yaşam boyu
yaygınlık oranı %7.5 olarak bulunmuştur. 1993’te yapılan bir diğer tarama çalışmasına göre
ise (NHSDA) madde kullanımı için yaşam boyu yaygınlık oranları eroin için %1.1,
hallüsinojenler için %8.7, kokain için %11.3, marijuana için %33.7, yasa dışı maddelerden
herhangi birisi için %37.2 olarak belirlenmiştir (20).
Epidemiyolojik çalışmalarda yaşam boyu yaygınlık erkeklerde, 18-29 yaş grubunda,
batılı ülkelerde, genetik yatkınlığı ve aile yüklülüğü bulunanlarda, antisosyal kişilik
bozukluğu olanlarda, psikiyatrik komorbiditenin eşlik ettiği kişilerde, bekar ve düşük eğitim
düzeyli bireylerde daha yüksek bulunmuştur (20, 22).
Bağımlılık yapan maddelerin ödüllendirici ve pozitif pekiştirici etkisi olan uyaranlar
olarak incelendiği araştırmalardan yola çıkılarak, suistimal potansiyeli olan ilaçlar; pozitif
pekiştirici etkisi olan ve ilaç arama davranışının sürmesini sağlayan ilaçlar olarak
tanımlanmaktadır. Kesilme belirtilerini gidermek için madde alımının sürdürülmesi ise
bağımlılık sürecinde negatif pekiştirici etkiyi oluşturmaktadır ( bkz alkol kullanım
bozuklukları).
DSM-IV Madde Bağımlılığı Tanı Ölçütleri:
15
A) Maddenin uyumu bozacak, klinik olarak belirgin bir rahatsızlığa yol açacak biçimde
kullanılması ve 12 aylık bir süre içinde herhangi bir zamanda aşağıdakilerden üçünün
bulunması:
1) Tolerans
2) Yoksunluk (kesilme) belirtilerinin olması ve bunları gidermek için maddeye
gereksinim duyma
3) Maddenin tasarlandığından (niyetlenenden) çok daha fazla miktarda ve daha
uzun bir süre alınması
4) Madde kullanımına son vermek ya da bunu denetim altına almak için sürekli
bir istek hissetme ve birçok kez bırakma girişiminde bulunma
5) Maddeyi elde etmek için ve madde etkisi altında çok zaman harcama
6) Kişinin günlük işlerini yerine getirmesi beklenen zamanlarda madde etkisi
altında olma ve bunları yerine getirememe
7) Madde kullanımının neden olduğu sosyal, ruhsal veya bedensel bir sorunun
varlığına rağmen madde kullanmayı sürdürüyor olma
Fizyolojik bağımlılık var: Tolerans veya kesilme belirtileri var
Fizyolojik bağımlılık yok: Tolerans veya kesilme belirtileri yok
DSM-IV Madde Kötüye Kullanımı Tanı Ölçüleri:
A) Maddenin uyumu bozacak, klinik olarak belirgin bir rahatsızlığa yol açacak biçimde
kullanılması ve 12 aylık bir süre içinde aşağıdaki ölçütlerden biri veya daha fazlasının
bulunması:
1) Kişinin işte, evde veya okuldaki yükümlülüklerini sürdürmesini önleyecek
şekilde yineleyici biçimde madde kullanması
2) Fiziksel tehlike yaratabilecek durumlarda (örn. araç kullanırken) madde etkisi
altında olma ve bu durumun tekrar tekrar olması
3) Madde kullanımı ile ilişkili olarak yasal sorunların varlığı
4) Madde kullanımının sosyal yaşamda ve kişinin yakınları ile ilişkisinde
yineleyici ve kalıcı sorunlara yol açmış olmasına rağmen madde kullanımını
sürdürme
B) Bu madde için kişinin bağımlılık tanısı almamış olması (25).
Madde bağımlılığının tedavisinde 2 ana alan vardır:
1) Acil tedaviler: İntoksikasyon ve kesilme sendromlarının tedavisi
2) Uzun süreli, bağımlılık giderme ve nüksleri önleme tedavisi (20).
16
ŞİZOFRENİ VE ALKOL-MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI
KOMORBİDİTESİ
Komorbidite Kavramı- Şizofreni Tanısında Hiyerarşi, İndirgemecilik
ve Eştanılılık
Komorbidite, genellikle apayrı veya örtüşen etiyolojileri olan iki ya da daha fazla
sayıda farklı bozukluğun eş zamanlı olarak birarada bulunması biçiminde tanımlanmaktadır
(42). Gerek klinik içi ve gerekse toplum içi örnekler üzerinde yapılan araştırmalar psikiyatrik
bozukluklarda komorbiditenin çok yaygın olduğunu göstermektedir (33). Bu araştırmalara
göre, bir psikiyatrik bozukluğa ait kriterleri karşılayan bireylerin yarısı aynı zamanda farklı bir
veya daha fazla ek bozukluğa ait kriterleri de doldurmaktadır: Komorbidite oranı
Epidemiyolojik Alan Çalışmasında %54 iken, ABD Ulusal Komorbidite Çalışmasında (NCS)
%56 ve Hollanda Ruh Sağlığı ve İnsidans Çalışmasında (NMHSİS) %45 olarak belirlenmiş,
komorbidite prevalansının tek bir bozukluğa ait prevalanstan daha sık olduğu bildirilmiştir
(43).
Hem sağaltım araştırmaları ve hem de alan çalışmalarında, komorbid durumların saf
tanılı durumlara nazaran daha süregen bir gidiş gösterdiği, daha sık sağaltım komplikasyonları
ve daha şiddetli gidiş yanında, belki de bunların bir sonucu olarak, toplumsal sonuçlarıyla da
saf bozukluk tablolarına göre daha zedeleyici olduğu ortaya konmuştur. ABD Ulusal
Komorbidite Çalışması’nda (NCS) komorbid durumların boşanma, toplumsal izolasyon ve
çatışmalı sosyal ilişkilere açık olma gibi toplumsal işlev sorunları ile düşük eğitim düzeyi,
işsizlik ve ciddi ekonomik sorunlar gibi mesleki işlev sorunlarına yol açarak yeti yitimine
sebep oldukları saptanmıştır (7). Aynı kişide birden fazla bozukluğun birarada bulunması
etiyolojik ya da patogenetik anlamların var olduğunu düşündürmektedir (33).
Yakın dönem çalışmaları iki tip komorbidite kavramından bahsetmektedir:
1)Homotipik komorbidite: Aynı tanısal grup içinde, iki farklı bozukluğun eş zamanlı olarak
bir arada bulunmasıdır (örneğin esrar ve alkol kullanımı).
2)Hetereotipik komorbidite: Farklı tanısal gruplar içinde iki farklı tanı grubuna ait
bozukluğun eş zamanlı olarak birarada bulunmasıdır (şizofreni ve madde kullanım bozukluğu
gibi) (44, 45).
Bland ve arkadaşları (1987) eşlik eden psikiyatrik bozuklukların şizofreni hastalarında
genel nüfustan daha sık görülmekte olduğuna işaret etmiş ve bu bozuklukların şizofren
hastalarda hem klinik tedavinin hem de hastalığın seyri ve sonlanımının öngörülmesinde
17
değer taşıyabileceğini belirtmiştir (46). Hekimler için özellikle kaygı verici bir durum da,
şizofreni hastalarında depresyon hariç eşlik eden psikiyatrik sendromların tedavi
edilebilirliğini araştıran çok az sayıda çalışma olmasıdır. Oysa şizofreniye eşlik eden
psikiyatrik sendromların hastalar için bir yeti yitimi kaynağı olabileceği bilinmektedir (47).
17. yüzyıldan bu yana tıpta her hastada tek bir tanının bulunabileceği inancı egemendi.
Psikiyatrik tanılar “herhangi bir tanının hiyerarşide daha yüksek konumdaki bütün
bozuklukların belirtilerini dışladığı, daha düşük konumdaki bütün bozuklukların belirtilerini
kapsadığı” bir hiyerarşiye göre sıralanırlar. Bu, şizofreni tanısı konmuş hastalarda bulunan alt
tanıları şizofreni tanısının bir şekilde “açıkladığı” ve şizofren kişilerin sergilediği bütün
normalden sapmış düşünce ve davranışları tek başına şizofreniye atfetme anlamına
gelmektedir. Bu da; şizofreninin tek, üniter bir bozuklukmuş gibi tedavi edilmesine neden
olmaktadır (47).
DSM IV’ün, Eksen I’de çoklu tanılara izin vermesi, psikiyatrik eş tanılılık üzerine
birçok çalışmanın yolunu açmıştır. Ne var ki DSM IV hiyerarşik olarak daha aşağı sıradaki bir
bozukluğun daha yukarıdaki bir bozukluk tarafından “daha iyi açıklanamaz” olması koşulunu
getirmiş ancak bunun nasıl belirleneceğine ilişkin bir yol göstermemiştir. İkincisi, psikotik
belirtiler daha dramatik fenomenler oldukları ve daha acil klinik öncelik taşıdıkları için eşlik
eden sendromların değerlendirilmesi sekteye uğramaktadır (48).
Şizofreni ile eş zamanlı olarak görülen psikopatolojik sendromlar literatürde çeşitli
isimlerle tanımlanmıştır. Bunlar arasında “eş tanılı durumlar”, “sekonder sendromlar”,
“hiyerarşisiz sendromlar” , “komorbid durumlar” ve “eşlik eden psikiyatrik sendromlar”
sayılabilir. Çalışmamız boyunca adı geçen “eş tanı”, “ek tanı”, “dual tanı” ve “çift tanı”
terimleri “komorbidite” ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Aslında eş tanılı durumun ayrı bir
bozukluk mu yoksa bizzat şizofreninin farklı bir boyutu mu olduğu henüz çözülememiştir.
Birçok gözlem, eşlik eden durumların şizofrenide yeni bir alt tipleme sisteminin temeli
olabileceğini düşündürmektedir çünkü; eşlik eden bozukluk hem uzun sürelidir, hem de
hastalığın seyrini ve tedavisini etkilemektedir (47).
Şizofren bireyler arasında en sık görülen eş tanılı durumun madde kötüye kullanımı
olduğu bildirilmiştir (49). Epidemiyolojik, sosyal, psikolojik ve nörobiyolojik açıklamalar
“komorbidite” kavramını anlamada faydalı olacaktır (50).
18
Komorbidite Prevalansı
Son yıllarda şizofreni ve alkol-madde kullanımı komorbiditesine olan ilginin belirgin
bir biçimde artış göstermiş olmasının başlıca nedeni komorbiditenin tanı, tedavi ve prognozda
taşıdığı önemin farkedilmiş olmasıdır (51). Klinik örneklemlerde ve epidemiyolojik
araştırmalarda, şizofrenide madde kullanım bozukluğu komorbiditesine ait yüksek oranlar
saptanmaktadır (52, 53, 54, 55, 56, 57, 58). Madde kullanımı prevalansına yönelik bilginin
büyük bir kısmı Kuzey Amerika ve Avrupa’da yapılan çalışmalardan elde edilmiş olup Asya
ülkelerine ait veriler oldukça sınırlıdır (1, 59).
Pek çok çalışmada, ilk psikotik epizodu sırasında değerlendirilen şizofren bireylerde
madde kullanım bozukluğu en sık rastlanan komorbid tanı olarak bildirilmiştir (49, 60).
Kanada’da ilk şizofrenik epizodunda değerlendirilen hastaların %37’sinin madde kötüye
kullanım veya bağımlılık kriterlerini doldurduğu, %14’ünün ise sadece esrar kötüye
kullanımının bulunduğu; yine Almanya’da ilk psikotik atağı sırasında değerlendirilen 232
hastanın %13’ünde esrar kötüye kullanımının ortaya konulduğu ve bunun normal
kontrollerden iki kat yüksek bir oran teşkil ettiği bildirilmiştir (61, 62). De Lisi ve arkadaşları
(1991) Newyork’da 100 kişilik ilk epizod şizofren hastada yaşam boyu madde kötüye
kullanım prevalansını %35 olarak bulurken, Almanya’da Soyka ve arkadaşları (1993)
prevalansı ilk şizofrenik epizodda %21.8, kronik şizofrenlerde ise %42.9 olarak saptamışlardır
(63, 64). ABC şizofreni çalışması (1996) kapsamında kesin olarak ilk epizodda oldukları
tanımlanmış şizofren hastalarda alkol veya madde kullanım bozuklukları araştırılmış ve
1/4’ünde alkol kötüye kullanım öyküsü, 1/7’sinde ise yasadışı madde kötüye kullanım öyküsü
saptanmıştır; bu oranların genel toplumdan iki kat daha fazla olduğu bildirilmiştir (65).
ABD’de Freed ve arkadaşları (1975) daha önce yayınlanmış 11 çalışmayı gözden
geçirerek, şizofreni hastalarında alkol kötüye kullanımı prevalans değerlerinin %3 ila %63
arasında değiştiğini bildirmişlerdir (66). Son dönemde yapılan çalışmalar gözden
geçirildiğinde de %40 ile %70 arasında değişen yaşam boyu prevalans oranları saptanmakta
ve şu anki madde kullanım oranları genellikle %20 ile %40 arasında değişmektedir (2, 3, 13,
15, 67). Şizofrenide alkolizm oranları ise %6 ile %44 arasında bildirilmektedir (6, 7, 68, 69).
Oranlardaki farklılıklar, genel toplumun madde kullanım paternlerindeki farklılıklara,
araştırılan örneklem tipine (yatan-ayaktan hasta, klinik-nonklinik), alkol ve madde kullanım
bozukluklarını tanımlamada kullanılan yöntem farklılıklarına, şizofren bireylerin içinde
yaşadıkları sosyal çevreye, madde kullanımı ile ilişkili kültürel yönlere, dini ve yasal
19
kurallara, coğrafi değişkenlere
bağlı olarak ortaya çıkıyor olabilir. Özellikle sosyal ve
çevresel faktörler prevalansı belirlemede daha büyük rol oynuyor görünmektedir (5).
Boyd ve arkadaşlarının (1984) yürüttükleri geniş epidemiyolojik çalışmada şizofren
hastaların şizofren olmayanlara nazaran madde kötüye kullanımı açısından 7.6 kat, alkol
kötüye kullanımı açısından ise 10.5 kat daha fazla risk altında oldukları tespit edilmiştir( 70).
1960 ve 1986 yılları arasında Amerika ve İngiltere’de yapılmış 18 çalışmayı gözden geçiren
Schneier ve Siris (1987), şizofren hastaların genel toplumdan çok daha sık amfetamin, kokain,
esrar ve hallüsinojen tükettiklerini bildirmişlerdir (71). Regier’in 1988’de gerçekleştirdiği
NIMH Epidemiyolojik Alan Çalışması’nda şizofrenlerde yaşam boyu madde kötüye kullanım
prevalansı %16.4 olarak saptanmıştır(72).
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (1990) tarafından düzenlenmiş bir diğer epidemiyolojik
çalışmada ABD’de beş büyük eyalette ikamet eden 20291 kişi evlerinde ve çeşitli kurumlarda
iki ya da daha fazla birebir görüşme ile sorgulanmış ve şizofreni ya da şizofreniform bozukluk
tanısı konmuş olan hastaların %47’sinin en az bir çeşit madde kullanım bozukluğuna ait
kriterleri doldurdukları ve %34’ünün alkol bağımlısı olduğu bildirilmiştir (7). Bu çalışmada
şizofrenik bireylerde herhangi bir madde kullanım bozukluğu olasılığı genel popülasyondan
4.6 kat; alkol kullanım bozukluğu olasılığı ise 3 kat daha yüksek bulunmuştur (7).
Cuffel (1992) ABD çalışmalarının metaanalizi sonucunda, şizofreni tanısı almış her üç kişiden
birinin alkol probleminin bulunduğunu ortaya koymuştur (12). Çeşitli çalışmalarda yaşam
boyu alkol kötüye kullanımı %12.3’den (73), %42.8’e (52) dek değişirken, esrar kötüye
kullanımı %35’den %60’a (74) kadar değişmektedir.
Kalifornia’da 103 şizofren hasta ile yaptıkları çalışmada Cuffel ve arkadaşları (1994),
alkol ve marijuana kullanımı, kötüye kullanımı ve bağımlılık oranlarını sırasıyla %10.7, %
12.6 ve %3.9 olarak tespit ederken; çoğul madde kullanımı, kötüye kullanımı ve bağımlılık
oranlarını %1, %6.8, %3.9 olarak bulmuştur (75). De Quardo (1994) 1987-1990 yılları
arasında Michigan Üniversitesi’nin Şizofreni Programı’na başvuruda bulunan şizofren
hastaların madde kötüye kullanım sıklığını %37 olarak (76); Bailey (1997) 1027 örneklemle
gerçekleştirdiği bir çalışmada madde kullanım bozukluğu prevalansını %50.8 olarak
bulmuştur (77) .
Cantor-Graae ve arkadaşlarının (2001) İsveç Malmö Kliniği’nde 87 hasta ile
gerçekleştirmiş oldukları çalışmada yaşam boyu madde kötüye kullanım prevalansı %48.3
olarak bulunmuş, böylece alkol temininin kısıtlanmış olmasına rağmen İsveç’deki oranlar
diğer ülke oranları ile uyumlu bulunmuştur (3). Avustralya’da yürüttüğü bir çalışmada madde
kullanım bozukluğu oranını %42.1 olarak saptayan Kavanagh (2000), alkol ve esrar kötüye
20
kullanımı oranlarını sırasıyla %27.6 ve %22.8 olarak bildirmiştir (4). Brezilya Sao Paula’da
192 hastayla gerçekleştirilen bir çalışmada, madde kötüye kullanım prevelansı %10,4; alkol
kötüye kullanım veya bağımlılık kriterlerini dolduran hastaların oranı %7,3 ve yasadışı madde
kötüye kullanım veya bağımlılık oranı %4,7 olarak saptanmış ve gelişmekte olan bu ülkede
çifte tanı prevelansı gelişmiş toplum statüsündeki batılı ülkelerden düşük bulunmuştur (5).
Fransa’da çifte tanılı hastalarda esrar kullanım oranı %27 (78), İngiltere’de %18.7 (2),
Almanya’da %5-13’tür (64, 65). Şizofren hastaların %15-50’si ABD’de kokain kötüye
kullanımı iletirken (71), Avustralya’da bu oran %1.5 (79) ve Fransa’da ise %1 (78)’dir.
İngiltere’de yaşam boyu kokain ve amfetamin gibi stimülanların kullanım oranı %8.7 olarak
raporlara geçmiştir (2). Yasal içki içebilme yaşının 18 olduğu (çoğu Kuzey ABD ülkesinde bu
yaş 19 veya 21’dir) Kanada’da ayaktan tedavi gören 207 hastanın %44.9’u DSM IV’e göre
madde kullanım bozukluğu tanısı almıştır. Bu çalışmada alkol kullanımı %47.3, kötüye
kullanım veya bağımlılık oranı %10.1, esrar kullanımı %13.1, kötüye kullanım veya
bağımlılık oranı %8.2; kokain kullanımı %3.9, kötüye kullanım veya bağımlılık oranı %2.4
olarak bildirilmiştir (80).
Cantwell ve arkadaşları (1999) tarafından İngiltere’de 155 hasta ile yürütülen
çalışmada alkol ve/veya madde kötüye kullanımı 1/4’ün üzerinde, Menezes ve arkadaşlarınca
(1996) Londra’da yürütülen ve aralarında şizofren hastaların da bulunduğu psikotik hastalarla
yapılan bir başka çalışmada ise alkol veya madde kullanım bozukluğu oranı %36 olarak
saptanmıştır (81, 82). Dervaux ve arkadaşları şizofrenik bireylerde yaşam boyu madde
kullanım bozukluğu öyküsünü %41 olarak saptamışlar, bunun %30’nun alkol dışı bir madde
olduğunu tespit etmişlerdir (78).
Asya’da yapılan nadir çalışmalardan biri olan, Verma ve arkadaşlarının (2002)
Singapur’da şizofren hastaların madde kullanım prevelansını saptamak üzere düzenledikleri
çalışmada, 272 hastadan oluşan bir örneklem grubunun 201’inin (%73,6) madde
kullanmadığı, 43’ünün (%15.8) “ılımlı düzeyde” madde kullandığı ve 28’inin (%10,3) “ağır”
kullanım paterni gösterdiği saptanmış; Singapur’da şizofren hastalarda alkol kötüye kullanım
oranının genel topluma kıyasla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (1). Lübnan’da ise
şizofreni ve esrar kullanımı komorbiditesi %44.8 olarak bulunmuştur (59).
Türkiye’de yapılan bir çalışmada, şimdiki madde kötüye kullanım prevalansı ilk
görüşmede %5,2 olarak değerlendirilmiş, çalışmanın sonunda ise %1,7 olarak bulunmuştur
(83). Yine aynı çalışmada sigara içicilerinin oranı %50, ağır içicilerin oranı ise %31 olarak
belirlenmiş ve şizofrenlerin genel toplumdan 2-3 kat fazla sigara tükettiği batılı toplumlardan
farklı olarak, buradaki şizofrenlerde sigara içme oranları genel Türk toplumu ile oldukça yakın
21
bulunmuştur. Dokuz Eylül Üniversitesi’ne başvuran 49 şizofren hastayı değerlendiren
Akvardar ve arkadaşları (2004), şimdiki sigara kullanım oranını %69.4, şimdiki alkol
kullanım prevalansını %44.9, kötüye kullanımını %8.2; esrar kötüye kullanımını ise %2
olarak bildirmişlerdir(84).
22
Komorbid Hastaların Tercih Ettiği Maddeler
Şizofren bireylerin kötüye kullandıkları maddelerin türüne dair spesifik paternler var
mıdır? Bu soruya olası yanıtlardan biri, self-medikasyon hipotezine göre bu bireylerin mevcut
hastalık belirtileriyle ya da tedavide kullanılan ilaçların yan etkileri ile ters etkileşim kuracak
spesifik maddeleri seçtikleridir (85). Alternatif bir hipotez de bu hastaların toplumun madde
kullanım paterniyle uyumlu bir biçimde, maddenin ulaşılabilirliğine göre seçim yaptıklarıdır
(86). Üçüncü bir olasılık ise şizofren hastaların, spesifik maddelere bağımlı hale gelmesinden
sorumlu nörobiyolojik yatkınlık doğrultusunda tercihte bulunduklarıdır (87).
Şizofreni hastalarının negatif belirtileri hafifletebilmek ya da ortadan kaldırabilmek
üzere spesifik maddeleri tercih ettiklerine dair veriler sınırlı sayıdadır (67). ABD ve
İngiltere’de 1960-1986 yılları arasında yapılmış 18 retrospektif çalışmayı gözden geçiren
Schneier ve Siris (1987) şizofren hastaların amfetamin, kokain, esrar ve hallüsinojenler gibi
maddeleri tercih etmelerinin daha olası olduğunu, daha nadir olarak da alkol ve opiyat ile
sedatif-hipnotik kullanımına başvurduklarını tespit etmişlerdir(71).
Araştırmalarda şizofren hastalar ile diğer psikiyatrik bozukluğu bulunan hasta grupları
arasında da madde tercihi açısından fark bulunamamış; ECA çalışmasında, tercih edilen
maddelerin psikiyatrik tanıya göre değişmediği saptanmıştır (7). Mueser (1992) yatırılarak
tedavi edilen 263 hastayı değerlendirmiş ve bipolar bozukluk, major depresyon, şizofreni
hastalarında madde tercihi bakımından fark bulamamıştır(11).
Bu
bulgulardan
şizofrenlerin
bir
maddenin
etkilerini
bir
diğerinden
ayırt
edemeyecekleri anlamını çıkarmamak gerekir (88). Örneğin hastaların esrar ve alkolün
anksiyeteyi azaltma eğilimi gösterirken, esrar ve kokainin enerji düzeyini arttırdığını
ilettikleri; alkol, esrar ve kokainin etkilerine dair farklı beklentilerinin bulunduğu ortaya
konmuştur. Üstelik alkolün oluşturacağı etkilere duyulan ihtiyaç ile alkol kullanım bozukluğu;
esrar ve kokainin oluşturacağı etkilere duyulan ihtiyaç ile alkol dışı madde kullanım
bozukluğu arasında ilişki bulunmuştur (89).
Lehman (1994) tarafından, primer mental hastalığı ve ona eşlik eden madde kullanım
bozukluğu bulunan hastalar ile maddeye bağlı mental bozukluğu olan hastaların madde
kullanım paternleri karşılaştırılmış ve sekonder mental bozukluğu olan (yani maddeye bağlı
psikotik bozukluğu bulunan) hastaların daha çok kokain, opiyat ve çoğul madde kullanım
eğilimi taşıdıkları; primer mental hastalığı olanların ise daha çok esrar kullandıkları, kokain
ve opiyatları daha nadiren tercih ettikleri anlaşılmıştır. Alkol kullanım oranları her iki grupta
da benzer bulunmuştur (90).
23
Bununla birlikte şizofren hastaların işlevselliğinin bozulması, bu hastaların maddeye
ulaşabilirliği ve maddeyi temin edebilirliği ile ilişkili değişik paternlere yol açabilir (67).
Alkolün yasal ve kolay elde edilebilir bir madde olması, onu şizofren bireylerde de en sık
tercih edilen maddeler listesinde ilk sıraya yerleştirmiştir (8, 91, 92, 52, 54, 55, 57, 5, 93, 94) .
Yine çoğu çalışmada ilk sırada bulunan alkolü esrar izlerken (96, 3, 1), 3. sıraya bazı
çalışmalarda benzodiazepinler (1), bazılarında kokain (95) ve bazılarında da amfetaminler (3)
yerleşmektedir.
Madde kullanım tercihleri ülkeden ülkeye ve zaman içinde değişikliğe uğramaktadır
(86). Örneğin günümüzde en sık kullanılan maddeler nikotin, alkol, kafein, esrar (9, 45, 55,
91) ve ABD’de kokain (86), Avustralya’da ise amfetaminler (4) şeklinde sıralanabilir.
Avustralya’da son yıllarda enjektabl maddelerin kullanım oranı genel toplumda hızla
yükselmiş olup bu trend şizofren hastalarda da gözlenmektedir (4). Yine çoğul madde
kullanımı şehir merkezlerinde, kentsel alanlarda daha yaygın iken, kırsal bölgelerde yapılan
çalışmalarda alkol kullanım bozuklukları çok daha baskın çıkmıştır (58, 97, 98, 99).
Tercihi belirleyen faktörlerden bir diğeri de yaştır. Bazı yayınlarda daha yaşlı hasta
grupları alkolü tercih ederken (100), daha genç hasta gruplarının ise kokain gibi yasadışı
maddeleri seçme eğilimi taşıdıkları bildirilmektedir (12).
Seçilen maddeler gözden geçirilirken üzerinde durulması gereken bir diğer fenomen
ise çoğul madde kullanım bozukluğudur (4, 101). Örneğin esrar kullanıcılarının hemen
hepsinin nikotin ve/veya alkol (4, 78), alkoliklerin %95’ine yakın bir kısmının ise aynı
zamanda sigara kullanıyor olması dikkat çekicidir (102). Bununla birlikte sigara içenlerde
içmeyenlere oranla alkol kullanım bozukluğu görülme sıklığı artmıştır (80). Üstelik,
araştırmalar da tütün kullanımının alkol kullanımına yatkınlığı arttırıyor olabileceğini
göstermektedir (103). 3356 ikiz erkek ile yapılan bir çalışmada nikotin ve alkol bağımlılığı
arasında güçlü bir genetik korelasyon bulunduğu ve üst üste binen genetik faktörlerin klinik
ve epidemiyolojik ilişkilere katkıda bulunuyor olabileceği bildirilmiştir (104). Kaplan ve
arkadaşları madde kullanan 38 şizofren hastanın tümünde esrar kullanımı saptarken, 34’ünün
iki ya da daha fazla maddeyi kötüye kullandığını bulmuştur.
Esrar tercihinin sıklığı açısından yapılan çalışmalardan Addington & Addington’a
(2001) ait olan araştırmada Kanada’da ilk epizod şizofren hastalardan madde kullanım
bozukluğu bulunanlarda %14 (61), Cantwell ve arkadaşlarının (1999) yaptığı bir başka
çalışmada ise %17 oranında esrar kötüye kullanımı saptanmıştır (81). De Quardo ve
arkadaşları (1994), şizofren hastalarda madde kullanım paternleri ile ilgili gözden geçirme
24
yazılarında en sık kullanılan maddenin esrar olduğunu; bunu alkolün, daha nadiren ise
hallüsinojenlerin, kokainin, stimülanların ve barbitüratların takip ettiğini bildirmişlerdir (76).
Son dönem çalışmaları genel topluma kıyasla, şizofren hastalarda daha yüksek kokain
ve stimülan kullanım prevalansı bildirmektedir (58, 56, 71). Ulusal Madde Kullanımı
Enstitüsü (ABD, 1987) şizofren hastaların %25’inde amfetamin, %20’sinde hallüsinojen, %
6’sında sedatif-hipnotik, %5’inde narkotik kullanımı olduğunu ortaya koymuştur (105).
Opiyat kullanımının şizofren hastalarda göreceli olarak daha nadir gözlendiğini öne süren
yayınlar çoğunluktadır (71, 92, 106). Tsuang ve arkadaşları (1982) şizofren hastalarda diğer
grup hastalardan daha az opiyat kötüye kullanımı saptamışlardır (107). Öte yandan opiyat
kullanımı bazı Avrupalı örneklerde stimülan kullanımından daha sık bulunmuştur (94, 108,
109).
25
Komorbid Hastaların Sosyodemografik Özellikleri
Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklarda madde kullanım bozukluğu risk faktörü
profilini belirlemek birçok yönden faydalı bir yaklaşım olacaktır. Bu sayede hem klinisyenler
arasında madde kullanım bozukluğu şüphesi yaratacak etkenler belirlenmiş olurken, hem de
dual tanılı hastalarda etiyolojik mekanizmalara yönelik hipotezler üretilmiş olacaktır. Bir
yandan da sosyodemografik ve klinik özelliklerin tanımlanması, yatkınlığı bulunan bireylerde
ortaya çıkabilecek olası madde kullanımını önlemek üzere atılacak adımların geliştirilmesine
katkıda bulunacaktır (95).
Yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum ve ırk gerek genel, gerekse şizofrenik
popülasyonda madde kullanımı açısından önemli prediktörlerdir (110). Komorbidite olasılığı
sıklıkla; genç yaş, erkek cinsiyet, işsizlik, düşük eğitim düzeyi, antisosyal kişilik bozukluğu ve
davranım bozukluğu öyküsü, ailevi problemler, evsizlik, erken şizofreni başlangıç yaşı ile
ilişkili bulunmuştur (11, 12, 81, 95, 111, 112).
Şizofrenide cinsiyet farklılıkları ile ilişkili literatür gözden geçirildiğinde çalışmaların
büyük bölümünde kadınların daha geç yaşta hastalandığı, hastane başvurularının daha ileri
yaşta gerçekleştiği, premorbid işlevselliklerinin yüksek olduğu (eğitim düzeyi, medeni durum,
maternal özellikler, mesleki durum vs bakımından), ağırlıklı olarak pozitif belirtiler
sergiledikleri, tedaviye daha düşük ilaç dozlarında yanıt verdikleri ve daha az hastaneye yatıp
daha kısa süre kaldıkları, daha az tutuklanıp daha nadiren agresif davranışlar sergiledikleri
göze çarpmaktadır (113, 114). Genel toplumda yapılmış alkol madde kullanımı bozukluğuna
dair çalışmalarda ise madde kullanımının kadınlarda ABD’de de dahil olmak üzere
erkeklerden daha nadir gözlendiği, kadınların alkol madde kullanımına çok daha geç yaşta
başlamakla birlikte tedaviye aynı yaşta ve aynı şiddette bulgularla başvurdukları, yasadışı
maddelerden ziyade reçete edilmiş maddeleri kötüye kullanma potansiyeli taşıdıkları, madde
kullanımının medikal sonuçları ile çok daha sık karşılaştıkları, tutuklanma oranlarının daha
düşük, şiddete ve cinsel tacize maruz kalma risklerinin daha yüksek olduğu, daha çok
anksiyete ve depresyon komorbiditelerinin bulunduğu saptanmıştır (115,116, 117, 118, 119,
120).
O halde bahsedilen cinsiyet farklılıkları dual tanılı kadınlar için de geçerlilik taşımakta
mıdır? “Genç, erkek kronik hasta” fenomeni bağımlılığa yatkınlık bakımından pratik önem
taşımakla birlikte, bu konuya odaklanan çalışmaların sayısı oldukça azdır. Çoğu çalışma
kadınlara ait verileri ayrıca belirtmezken, çalışmaların bir kısmı kadın örneklem dahi
içermemektedir. Çok az sayıda çalışma, madde kullanımına dair verileri cinsiyetlere göre
sunmuştur(121). Erkek cinsiyetin şizofrenide madde kullanımı için major risk faktörü
26
olduğunu iddia eden çalışmalar mevcut iken; madde kullanım oranlarının kadın hastalarda
giderek artış göstermesi, alkol ve madde kullanım bozukluklarının kadınlar üzerindeki
etkisinin erkeklerden çok daha fazla olması (örneğin kadınlar çok kısa sürede intoksike olup
bağımlı hale gelebilmekte, çok daha hızlı bir biçimde madde kullanımına bağlı bozukluklar
geliştirebilmektedirler)
ve
şizofren
kadınların
madde
kullanım
bozukluğu
tedavi
programlarında daha az temsil ediliyor olmaları dolayısıyla çifte tanılı kadınlarda madde
kullanımının doğası ve etkilerini belirlemenin uygun olacağına değinilmiştir ( 122, 123, 124,
125).
Myers ve arkadaşları (1984) erkeklerin kadınlardan iki kat fazla madde kullanım
bozukluğu, dört kat daha fazla alkol kullanım bozukluğu sergilediğini saptamışlardır (126).
Madde kullanımı, kadınlarda psikiyatrik semptomatolojiyi çok daha şiddetli bir şekilde
etkilemekte ve artmış hospitalizasyon sıklığına yol açmakta, dolayısıyla şizofrenik kadınları
şizofren erkeklerden şanslı kılan iyi seyir, madde kullanımı eşlik ettiğinde ortadan
kalkmaktadır. Bunun, şiddetli hastalığı bulunan kadın hastaların madde arayışına girmiş
olabilecekleri şeklinde açıklanıp açıklanamayacağına dair yeterince bulgu yoktur (127).
Dual tanılı kadınlar, erkeklerden tercih ettikleri maddeler ve kullanım dozları
bakımından da ayrılmaktadır. Ampirik çalışmalar kadın hastaların alkol ve esrar kötüye
kullanımının daha nadir olduğunu, stimülanları ise erkeklerden çok daha sık tercih ettiklerini,
yasadışı maddelerden ziyade reçete edilen maddeleri kötüye kullanmayı yeğlediklerini; öte
yandan erkeklere nazaran daha düşük dozlarda seyreden madde kullanımlarını ortaya
koymuştur (11, 57, 71, 114, 115, 128) .
Erkeklerin alkol kullanması, ağır içici olması ve alkolle ilişkili problemlerle
karşılaşması kadınlardan daha olasıdır (38, 129). Brunette ve Drake (1997), dual tanılı 37
kadın, 135 erkek hasta ile yaptıkları çalışmanın sonucunda, dual tanılı kadınların erkeklere
nazaran daha fazla sosyal kontağının bulunduğunu, daha sık olarak evli, daha önce evlenmiş
ya da birlikte yaşıyor olduklarını, daha az yasal sorunla karşılaştıklarını, ancak çok daha fazla
şiddet kurbanı olma ve medikal hastalıkla karşılaşma riski taşıdıklarını, daha büyük olasılıkla
çocuk sahibi iken çocukları ile çok sınırlı iletişim kurabilme yetisinde olduklarını, annelik
görevi de dahil olmak üzere çoğu işlevsellik alanında bozulma yaşadıklarını ortaya
koymuşlardır. Rosenberg bu kadınlarda yüksek cinsel istismar sıklığına dikkat çekmiştir. Bu
bulgulara dayanarak tedavi programları, dual tanılı kadınların özellikle ailevi ve sosyal
ihtiyaçlarına eğilmeli ya da geçmişte yaşadıkları istismarları ve tıbbi hastalıkları ile
ilgilenmeli, kadınlara cinsellik eğitimi verilmeli, HIV ve cinsel yolla bulaşan hastalıklardan
27
nasıl korunulacağı, aile planlaması ve tıbbi hizmet kullanımı açısından destek verilmelidir
(130).
Yine de, erkeklerde kadın şizofrenlere göre daha kötü bir klinik ve psikososyal gidişin
gözlenmesinde, madde kullanımının kısmi de olsa bir payının bulunduğu ileri sürülmektedir
(3). Öte yandan psikiyatrik hastalıklarda madde kullanım bozukluğu bakımından cinsiyet
farklılığına rastlanmadığını iddia eden bildiriler de mevcuttur (52, 131).
Birçok çalışma şizofrenide madde kullanım bozukluğu ile genç yaşı ilişkilendirmiştir
(2, 49, 58, 76, 81, 95, 132); bazı çalışmaların sonuçları ise bu ilişkiyi desteklememektedir (1,
3, 5), örneğin Menezes ve arkadaşları (2004) Sao Paulo’da yaptıkları çalışmada yaş ile madde
kullanımı arasında ilişki saptamamışlardır (5). De Quardo (1994) komorbid madde kullanımı
bulunan bireylerde hastaneye yatışın daha erken yaşta olduğunu ortaya koymuştur (76).
Yaş, yaşam boyu esrar ve kokain kullanım bozukluğu prevalansı ile de ilişkili
bulunmuş; alkol kullanım bozukluğu ile ilişkilendirilememiştir (95). Özellikle yasadışı
maddelerin kullanımı yaşla birlikte azalma göstermektedir(133).
Literatürde geçen
çalışmaların bir kısmında, genç hastaların yasadışı maddelerden daha çok stimülanları
kullanma eğiliminde olduğu saptanmıştır (58). Buna rağmen genç hastalarda alkol kullanım
bozukluğu olasılığının arttığı şeklinde bulgular da mevcuttur (73, 134). Menezes ve
arkadaşları (1996) alkol kullanım paterninin daha genç ve daha yaşlı erkeklerde benzer
sıklıkta olduğunu bildirmişlerdir (82). Şizofren hastalarda madde kullanımı her ne kadar yaş
ilerledikçe ortadan kalkma eğiliminde ise de, geriatrik popülasyonlarda artan madde kullanım
bozukluğu komorbiditesine dair farkındalık artmaktadır (135).
Madde kullanan şizofrenik kadınların erkeklere nazaran daha sık olarak evli, birlikte
yaşıyor ya da daha önce evlenmiş olduğu; partnerinin veya çocuklarının bakımını üstlendiği
görülmektedir (57). Yine de madde kullanımı aile ilişkilerini zedeliyor, hastaların ebeveynlik
görevlerini aksatmalarına neden oluyor ve aile desteğinin kaybına ve hatta evsizliğe yol açıyor
gibi durmaktadır (111, 136, 137, 138, 139). Ancak Westermeyer’in (1975) çalışma bulguları
bunu desteklememektedir (140). Esrar kullanım bozuklukları bekar medeni durumla ilişkili
bulunmuştur (95, 141, 142).
Düşük eğitim düzeyi de komorbidite ile ilişkili olup (95, 143), özellikle esrar kullanım
bozukluğu için önemli prediktörlerdendir (11, 58). Düşük antisosyal kişilik bozukluğu skorları
bulunan komorbid bireylerde, sadece eğitim düzeyi düşük olanlarda esrar kullanma eğilimi,
esrar kullanımının eğitimin tamamlanmasını olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir (95,
141).
28
İşsizlik ve başarısız meslek hayatı ile yüksek evsizlik insidansı, şizofrenide madde
kullanımı ile ilişkili bulunmuştur (52, 55, 58, 76, 95, 111, 143, 144, 145). Caton ve
arkadaşları (1994) kontrollü bir çalışmalarında, fakir ve evsiz 100 akıl hastası ile evi olan 100
hastayı karşılaştırmışlar ve evsiz bireylerde daha sık madde kullanımı ile karşılaşıldığını
saptamışlardır (137).
Irk, madde kullanım öyküsü için anlamlı bir belirleyicidir (58). Komorbid hastalarda
ırk farklılıklarını inceleyen geçmiş çalışmalar birbirinden farklı sonuçlar bildirmektedir. Bazı
çalışmalar beyaz hastalarda daha çok alkolizmle karşılaşıldığını, bazısı ise bu hastaların daha
çok LSD kullandıklarını bildirmişlerdir (58). Alterman (1981) ise siyah hastalarda gizli madde
kullanımının çok daha yaygın olduğunu ve bunun çalışmacıları yanıltmaması gerektiğini ileri
sürmüştür (73). Diğer çalışmalar bu hastalarda madde kullanımı açısından ırk farklılığı
bulamamış, Mueser (1990) beyaz hastaların siyah hastalara oranla daha fazla alkol ve
hallüsinojen kullanırken, daha az esrar kullanma eğiliminde olduğunu ortaya koymuştur (58).
Kötüye kullanımın Afrikalı ve Asyalı vakalarda daha nadir olduğu bilinmektedir (81).
Göçmen gruplarda (örn Afrika ve Asyalılarda) yüksek insidans bildiren çalışmalar da vardır
(146). Ayrıca madde kullanımının daha çok kırsal kesimlerde yaşayan dual tanılı hastalarda
görüldüğüne dair bildiriler mevcuttur ( 6, 12).
Yine de farklı maddelerin farklı değişkenlerle korele olduğunu belirtmek gerekir.
Örneğin genç yaş ve düşük eğitim seviyesi alkol-dışı maddelerde daha güçlü prediktörlerdir.
Madde tercihinin zaman içinde ve toplumdan topluma değiştiğini göz önüne alırsak, bu
demografik ilişkilerin de değişim gösterebileceği akıldan çıkarılmamalıdır (86, 95) .
29
Etiyoloji
Son yıllardaki görüşe göre şizofrenide artmış madde kullanımı riski multifaktöryeldir
ve sosyal servislerin kalitesi, genetik faktörler, bilişsel işlevler, sosyoekonomik durum ve
diğer psikososyal değişkenler madde kullanımı ile ilişkilendirilebilir (6). Artmış komorbidite
için dört genel model öne sürülmektedir (111, 118, 147): Ortak faktör modelleri, sekonder
madde kullanım bozukluğu modelleri, sekonder psikiyatrik bozukluk modelleri ve çift yönlü
modeller.
A-Ortak faktör modelleri:
Bu modele göre, yüksek komorbidite oranı, hem madde
kullanımı hem de mental hastalık tarafından paylaşılan risk faktörlerinin bir sonucudur
(genetik yüklülük gibi). Bu kapsamda belli başlı çalışmalar genetik, biyolojik faktörler ve
antisosyal kişilik bozukluğu üzerinedir (111).
1-Genetik faktörler: Aile öyküsü ve ikiz çalışmaları ile belirlenen genetik faktörlerin
şizofreni ve madde kullanım bozukluğunun gelişimine katkıda bulunduğuna dair deliller
giderek artış göstermektedir ve dual tanılı bireylerde, ailede yüksek alkol kullanım bozukluğu
öyküsü oranları saptanmaktadır. Akla gelen ilk soru, bu bozukluklardan birine olan genetik
yatkınlığın, diğer bozukluğun gelişme riskini arttırıp arttırmayacağıdır. Birkaç çalışmada, dual
tanılı hastaların madde kullanım bozukluğu bulunan akrabalarının varlığının, tek tanılılardan
yüksek olduğu bildirilmiştir (107, 148, 149). Yine bir şizofren hastanın babasında alkol
bağımlılığı bulunması, çocuklarında alkol bağımlılığı riskini arttırmaktadır (148). Fransa’da
yapılan bir çalışmada DRD3 dopamin D3 reseptör alel geninin homozigositesinin yaşamboyu
komorbid madde kullanımı bulunan şizofren hastalarda, bulunmayanlardan belirgin olarak
daha sık olduğu bildirilmiştir (150). Şizofreni ve alkolizm kalıtımı açısından monozigot ve
dizigot ikizler arasındaki oranları kıyaslayan ikiz çalışmalarında genetik yatkınlığın rolü
desteklenememiştir (151). Mueser ve arkadaşları (1998) kendi çalışmalarında tartışmalarını,
günümüzde madde kullanımı ve psikotik hastalık için ortak bir genetik temel fikrini
destekleyecek yeterli delil olmadığı şeklinde sonuçlandırmışlardır (111).
2-Biyolojik faktörler: Dopamin ve opiyat nörotransmisyon sistemleri genel olarak hem
şizofreni, hem de bağımlılık davranışının ortaya çıkmasında ileri sürülen biyolojik
hipotezlerdir.
Şizofreninin
etiyopatogenezinde
anormal
dopaminerjik
transmisyon
vurgulanmış, pozitif belirtilerden dopaminerjik hiperaktivite; negatif semptomlardan ise
dopaminerjik yetersizlik sorumlu tutulmuş; bu basit kavram, diğer nörotransmiterleri ve bu
transmiterlerin temporolimbik ve prefrontal bölgeler arasındaki disfonksiyonel iletişimini de
işin içine katan diğer verilerle geliştirilmiştir (150). Mezolimbik bölgelerde ve anteriyor
striatumdaki dopaminerjik nöronlar aşermeye yol açan ödül sistemine dahildir. Endojen
30
opiyatların üretiminde yetersizlik hipotezi alkol bağımlılığı patogeneziyle ilişkilendirilmiştir.
Ödül sistemindeki ortak biyolojik özellikler (dopaminerjik ve opiyat sistemler) her iki
bozuklukta da mevcuttur. Hem alkol bağımlılarında hem de şizofrenik bireylerde mevcut
anhedoni ve avolisyon, bozulmuş dopaminerjik işlevle bağlantılı olabilir(150).
3-Antisosyal kişilik bozukluğu (ASKB): Pek çok çalışma ASKB ve bu bozukluğun
çocukluk çağındaki öncüsü olan davranım bozukluğunun, kuvvetle, madde kullanım
bozukluğu ile ilişkili olduğunu göstermiştir (7). Üstelik primer madde kullanım bozukluğu
bulunan bireylerde ASKB daha şiddetli bir hastalık seyri, erken madde kullanım başlangıç
yaşı, daha şiddetli fiziksel bağımlılık, daha olumsuz fiziksel, sosyal ve hukuki sonuçlarla
ilişkilendirilmiştir(152).
Çocuklukta davranım bozukluğu belirtileri (tekrarlayan kavgalar, yalan söyleme gibi)
şizofreni gelişiminin prediktörleri arasında da tanımlanmıştır. Üstelik şizofrenik bozuklukta
yüksek ASKB oranları bildirilmiş ve şizofrenide ASKB daha şiddetli hastalık gidişi ile
ilişkilendirilmiştir. Davranım bozukluğu, ASKB ve madde kullanım bozukluğu arasındaki
güçlü ilişki ve şiddetli mental hastalıklarda yüksek ASKB prevalansı, ASKB’nin artmış
komorbiditenin altında yatan ortak faktör olabileceğini akla getirmektedir (111).
Mueser ve arkadaşları (1997), dual tanılı hastalarda ASKB ek tanısını, daha şiddetli bir
madde kullanım bozukluğu seyri (daha erken madde kullanım başlangıç yaşı, daha yüksek
madde dozları ve daha kötü sonuçlar gibi) ile ilişkili bulmuşlar; ASKB’si bulunan dual tanılı
hastalarda daha şiddetli psikiyatrik belirtiler, öz bakımda daha büyük bir azalma ve kendine ve
çevresine daha yoğun agresyon tespit etmişlerdir (153). Bununla birlikte ASKB’nin bir risk
faktörü mü olduğu, yoksa madde kullanımının olası bir komplikasyonu olarak mı ortaya
çıktığı net değildir. Yoksulluk, şehirleşme gibi toplumsal faktörler, bilişsel etkenler ve yenilik
arayışı gibi yaradılış özellikleri ASKB’nin her iki bozukluğa nasıl yol açıyor olabileceği
sorusunun olası yanıtlarıdır (111).
4-Diğer ortak faktörler: Düşük sosyoekonomik durum (eğitim, gelir ve meslek dahil) ve
kognitif yetersizlik ile madde kullanım bozukluğu ve şizofreni arasında genel bir ilişki vardır.
Bu risk etkenleri genetik faktörleri, erken çevresel faktörleri veya her ikisinin
kombinasyonunu yansıtıyor olabilir. Sosyoekonomik durum ve bilişsel yetersizliğin dual
tanıyı oluşturmak üzere diğer risk faktörleri ile birlikte hareket ettiği ileri sürülebilir (örneğin
düşük zeka, davranım bozukluğu ve şizofreni gibi) (111).
B-Sekonder madde kullanım bozukluğu modelleri: Şizofreninin madde kullanım
bozukluğu gelişimine yatkınlığı arttırdığına dair farklı modeller vardır. Bu modelleri kabaca
31
iki gruba bölmek mümkündür:
Psikososyal risk faktörü modelleri ve süpersensitivite
modelleri.
1-Psikososyal risk faktörü modelleri: Madde kullanım bozukluğunun şizofreniye sekonder
olduğu teorisi ile uyumlu olan üç model vardır;a-Self-medikasyon modeli b-Disforiyi
dindirme modeli
c-Çoğul risk faktörü modeli
a)Self-medikasyon modeli: Bu modele göre, kötüye kullanılan maddeler rastgele
seçilmemekte, seçim spesifik psikofarmakolojik etkilere dayandırılmaktadır. Khantzian
(1997) maddelerin kısa süreli kompansatuar nitelikleri için kullanılmakta olduğunu (örneğin
eroinin agresyon ve öfkeyi dindirmesi; kokainin ise depresyonu ortadan kaldırması ), bununla
birlikte uzun vadede farklı problemlere yol açtığını iddia etmiştir (85). Araştırmalar da,
hastaların spesifik maddelerin başlangıçtaki etkilerinin farkında olduklarını, ilerleyen
zamanlarda bu etkilere yönelik beklentilerinin oluştuğunu göstermektedir (89). Örneğin
nikotinin psikostimülan etkisi, dikkati arttırarak kognitif yetersizliği kompanse etmektedir.
Freedman ve arkadaşları son zamanlarda, anormal uyarılmış potansiyel ile nikotinik
reseptörün alfa 7 subünit geninin genetik polimorfizmi arasında bağlantı olduğunu ve
şizofrenlerin P50 dalga anormalliklerini düzeltmek amacıyla sigara içtiklerini bildirmişlerdir
(150).
Self-medikasyonun varlığına dair kanıtlar şunları içermektedir: a)Özel bazı maddelerin
hastalığa ait belli belirtileri hafiflettiğini tanımlayan hastaların kendi bildirimleri: Kendi
bildirim çalışmalarında, dual tanılı hastalar, alkol ve diğer maddelerin toplumsal sorunları,
uykusuzluk, depresyon gibi bazı belirtileri hafiflettiğini bildirme eğilimindedirler. Ancak
spesifik maddelerin özel bir hastalığa ait spesifik belirtileri hafiflettiğine dair bildiriler
oldukça nadirdir. b)Özel bazı tanıları olan hastaların belli maddeleri seçtiğini gösteren
epidemiyolojik
çalışmalar:
Klinik
epidemiyolojik çalışmalar
özel
madde
seçimini
desteklememektedir. Araştırmalar göstermektedir ki şizofreni gibi mental hastalığı olan
bireyler, toplumdaki diğer bireylerle benzer maddeleri tercih etmektedirler. Tek fark ise daha
sık çoğul madde kullanmayı yeğlemeleri ve prevalansın daha yüksek olmasıdır. Bu bulgular
madde seçiminin tanı ile ilişkili olmaktan çok ulaşılabilirlik ve piyasa dinamikleri ile ilgili
olduğunu göstermektedir. c)Spesifik maddelerin hastalığın spesifik belirtilerine karşı
kullanıldığını gösteren çalışmalar: Çalışmaların büyük çoğunluğunda böyle bir bağlantı
saptanmamıştır (111).
b)Disforinin dindirilmesi: Self-medikasyondan daha genel bir modeldir ve şizofren
bireylerin disforik deneyimlere daha yatkın olduğunu ve bu deneyimlerin onları psikoaktif
32
madde kullanımına daha yatkın hale getirdiğini öne sürer (111). Disfori son derece
heterojendir ve anksiyete ile depresyon, nöroleptiklerin indüklediği sendromlar ile sıkıntı ve
yalnızlığı içermektedir (156). Madde kullanımına başlama diğer bireylerde olduğu gibi daha
iyi hissetmek ya da mevcut olan kötü hisleri uzaklaştırmak amacıyla gelişmektedir. Esrar
kullanımı bazı hastalar tarafından anksiyeteyi arttıran bir faktör olarak bildirilirken (74),
bazıları ise ekstrapiramidal belirtilerini azaltarak relaksasyon sağladığını bildirmektedirler
(157). Bu farklar, 41 şizofrenik madde kullanıcısının maddeyi haz almak, depresyonu
azaltmak ve yükselmek amacıyla kullandıklarını bildirdikleri çalışmada, Addington ve
arkadaşları (1998) tarafından tartışılmıştır (14). Bildirilen sübjektif etkiler artmış depresyon ve
pozitif belirtileri kapsamaktadır ve bu çalışmada kokainin pozitif ve negatif şizofrenik
belirtileri azaltmak ve depresif duygudurumu ortadan kaldırmak amacıyla alındığı
bildirilmiştir. Yine de kronik şizofrenlerde, kokainin dopamin üzerindeki nörobiyolojik etkisi,
anksiyete ve depresyon gibi belirtileri arttırarak akut bir epizodu da tetikleyebilir. Alkol,
sigara ve diğer maddelerin bazı şizofren hastaların sosyal ilişkilerini arttırmalarına, affektif
defisitlerini gidermelerine, yalnızlık ve sıkıntıyla daha rahat mücadele edebilmelerine ve ego
bütünlüklerini sağlamalarına katkıda bulunabileceğine dair deliller vardır (154, 155) .
c)Çoğul risk faktörü modeli: Araştırmalar disforinin hafifletilmesi modelini genellikle
desteklemekle birlikte, şizofreni ile ilişkili çeşitli risk faktörlerini içeren altta yatan dolaylı
mekanizmalardan da söz edilmektedir. Madde kullanım bozukluğu için iyi bilinen bazı risk
faktörlerinin şizofreninin ortak sonuçları olduğu gözlemine dayanarak, çoğul risk faktörü
modeli oluşturulabilir. Ortak risk faktörleri şunlar olabilir; sosyal izolasyon, zayıf kişilerarası
beceriler, zayıf bilişsel yetiler, okul başarısızlığı ve mesleki başarısızlık, yoksulluk, erişkin
role ait sorumlulukları yerine getirememe, yapılandırılmış günlük aktivitelerin yokluğu, yanlış
gruplarla iletişim kurma ve madde temin edebilen bireylerle yakın çevrede ikamet etmek
(118).
Bu risk faktörlerinin bir kısmı bir tür motivasyon içermektedir, örneğin zayıf sosyal
yetileri olan bireylere psikoaktif madde kullanan gençler daha cazip gelmekte ve bu gruplara
girildiğinde, alkol ve madde kullanımı kural haline gelmektedir. Çoğul risk faktörleri
modelini destekleyen bulgular oldukça azdır ancak madde kullanımı nedenleriyle ilişkili selfbildiriler, tanımlanmış bu faktörlerle uyumlu görünmektedir ( 57, 88, 98)
2-Süpersensitivite modeli: Bu model şizofreni için öne sürülen stres-yatkınlık modellerinin
genişletilmişidir. Bu modele göre, genetik ve erken çevresel (örneğin perinatal) olayların
birleşimiyle belirlenen psikobiyolojik yatkınlık, psikiyatrik bozukluğu presipite edecek
çevresel faktörlerle etkileşir. Psikotrop medikasyonlar yatkınlığı azaltırken, madde kullanımı
33
arttırmaktadır. Bu duyarlılık, şizofren hastaları, göreceli olarak düşük dozlarda dahi madde
kullanımının negatif sonuçlarına daha yatkın kılar. Dual tanılı hastalarda fizyolojik
bağımlılığın düşük düzeyde görülmesi, düşük doz madde alımı ile klinik belirtilerin provoke
edilebilmesi ve düşük dozda madde kullanımı ile negatif sonuçların oluşabilmesi gibi klinik
çalışma bulguları bu modeli desteklemektedir (111).
C-Sekonder psikiyatrik hastalık modelleri: Bu teori madde kullanımının şizofreniye yol
açabileceğini iddia eder ve stimülanlar, hallüsinojenler ve esrar gibi psikomimetik etkileri
olan maddeleri baz alır (158). Bu konuyla ilgili literatür gözden geçirildiğinde psikozda
etiyolojik rol oynadığı düşünülen en önemli maddelerin stimülanlar, esrar ve hallüsinojenler
olduğu göze çarpmaktadır (159, 160). Psikomimetik madde kullanımının uzun süreli psikotik
bozukluklara yol açabileceğini savunan modeller tipik olarak şizofreninin katekolamin
hipotezi
üzerine inşa edilmiştir ve madde etkileri üzerine yapılan temel hayvan
araştırmalarıyla
desteklenmiştir.
Psikomimetik
madde
etkilerine
bağlı
“davranışsal
sensitizasyon” ve “ateşleme” rolleri bu teorilerle uyum içindedir. Hayvan çalışmaları
göstermiştir ki, tekrarlayan veya sürekli stimülan uygulamaları, “artmış yanıt sensitivitesi”ne
veya “davranışsal sensitizasyon”a yol açabilmektedir. Benzer biçimde artmış elektrofizyolojik
ve davranışsal yanıtlar, tekrarlayan elektriksel uyarı veya stimülan uygulamasıyla
indüklenebilir; buna da “ateşleme” diyoruz. Sekonder psikiyatrik modeli değerlendirmek
amacıyla iki tip araştırma yürütülmüştür; madde kullanıcılarını prospektif olarak izleyen
çalışmalar, madde kullanımını takiben ortaya çıkan kronik psikozu izleyen çalışmalar. “Zubin
ve Spring yatkınlık modeli”ne göre, şizofreniye psikobiyolojik yatkınlık, bir stresör tarafından
tetiklenerek psikiyatrik sendromla sonuçlanabilmektedir. Ancak madde kullanımının,
şizofreni başlangıcından bir süre
sonra ortaya çıkabildiğini gösteren çalışmaların da
bulunması, madde kullanımının psikotik bulguların direkt nedeni olduğu fikrinden
uzaklaşmamıza yol açmaktadır.
Alkol kullanımının şizofrenide yüksek prevalansını göz
önünde bulundurursak, alkol kullanım bozukluğunun sekonder şizofreni gelişimine yol
açabileceğinin düşünülmüyor olması da, bu modelin potansiyel anlamını sınırlandırmaktadır
(111).
D-Çift yönlü modeller: Bu modeller, şizofreni ve madde kullanım bozukluğu arasında
interaksiyonel etkilerin, artmış komorbiditeden sorumlu tutulabileceğini ileri sürer. Örneğin
madde kullanım bozukluğu, şizofreniye biyolojik olarak yatkın bir bireyde, bireyin sosyal
olarak öğrenilmiş, bilişsel faktörlere (inançlar, beklentiler ve motivasyonlar gibi) bağlı olarak
sürdürdüğü madde kullanımı sonucunda şizofreniyi tetikleyebilir (111).
34
Komorbid Alkol-Madde Kullanımının Hastalık Gidişine Etkileri
A-Komorbiditenin Nöropsikolojik Etkileri
Şizofreninin bilişsel teorileri özellikle bilgi işlemde, dikkat ve bellekte yetersizliğin
rolünü vurgulamakla birlikte, şizofren hastalar yine de sıklıkla jeneralize bir kognitif defisit
sergilerler. Komorbid alkol veya madde kullanımının bu defisitlerin etiyolojisi ve
alevlenmesinde oynadığı rol ihmal edilegelmiştir. Uzun süreli alkol kötüye kullanımı, artmış
nörokognitif yetersizlik ile ilişkili bulunmuştur (öğrenme, dikkat, bilgi işlem, komplike algısal
motor yetiler, bellek gibi) (11, 161). Alkol kötüye kullanımının diensefalik yapılarda kalıcı
hasar oluşturarak, bellekte uzun süreli bozukluğa yol açabildiği (162); çoğul psikoaktif madde
kullanımınının verbal ve algısal motor yetiler başta olmak üzere nöropsikolojik bozulmayla ve
EEG anormallikleriyle ilişkili olduğu ortaya konmuştur (163). Bilişsel yetersizliklerin kokain
kullanımı ile ilişkili olabileceğine dair bildiriler de vardır (164, 165). Madde kullananlarda,
yüksek çoğul madde kullanım oranına bağlı olarak her bir maddenin ayrı ayrı nörokognitif ve
nöropatolojik etkiler açısından değerlendirilmesinin veya gözlenen etkilerin herhangi bir
maddeye bağlanmasının zor olduğu belirtilmiştir (58).
Belirlenen kognitif defisitlere ek olarak nöroanatomik anormallikler de madde
(özellikle alkol) kullanımıyla ilişkilendirilmiştir. Görüntüleme çalışmalarında alkolizmin en
sık bulgularından biri olan ventriküler dilatasyon, şizofrenlerin en azından bir grubunda
gözlenmekte, uzamış abstinans dönemiyle nörokognitif defisitlere ek olarak bazı yapısal
anormallikler de düzelebilmektedir (166, 167). Böylece bireyler şizofrenik bozuklukla ilişkili
nöroanotomik anormallikler gösteriyorlarsa, ayrıca alkol kullanmaları durumunda daha büyük
bir nöropatoloji açısından risk artmaktadır. Patolojik bulgular, kullanılan maddelerin direkt
nörotoksik etkilerinin sonucu olabileceği gibi, kafa travması, beslenme yetersizliği, karaciğer
disfonksiyonu gibi madde kullanıcılarının maruz kalabilecekleri riskler ile ilişkili de olabilir
(168).
B-Komorbidite ve Tedavi uyumsuzluğu
Psikotik belirtilerin olası bir medyatörü olan tedavi ve ilaç uyumsuzluğu, madde
kullanım bozukluğu ile ilişkilendirilmiştir (55, 169). Owen ve arkadaşları (1996), prospektif
olarak 135 hastayı başvuru sırasında ve altı ay sonra, madde kullanım bozuklukları, tedavi
uyumu, hastalık belirtileri ve ayaktan tedaviye başvuru düzeni açısından sistematik olarak
değerlendirmişler; madde kullananların kullanmayanlara göre sekiz kattan fazla tedavi
uyumsuzluğu gösterdiklerini ve hem madde kullanımı, hem de tedavi uyumsuzluğu olan
hastaların hastalık belirtilerinin çok daha şiddetli olduğunu tespit etmişlerdir (170). Breen ve
Thornhill (1998) dual tanılı hastaların tedaviye uyumsuz hale gelmesinin iki mekanizma ile
35
olduğunu söylemişlerdir: 1-Madde kullanımından kaynaklanan dopamin aracılı öforinin
antipsikotiklerce bloke edilmesi. 2-Süregiden madde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan
antipsikotik etkinlik kaybının tedaviye olan güveni azaltması (171).
Reçete edilen ilaçlara uyumsuzluk etkin şizofreni tedavisinde ciddi bir sorun olmakla
birlikte dual tanılı hastalarda daha da büyük sorun teşkil etmektedir. Madde kullanımı bulunan
şizofrenlerin sağlık çalışanları ile fazla iletişim kurmadığı, tedavi uyumsuzluğu gösterdiği ve
altı ayın sonunda belirtilerin çok daha şiddetli olduğu bildirilmiştir (171). Yatarak tedavi
gören 42 şizofren hasta ile yapılan bir başka çalışmada hastaların %57’si yatıştan önceki ayda
alkol kullandıklarını kabul etmişler ve bu hastaların %72’sinin hastane yatışından önce reçete
edilen ilaçlara uyum göstermediklerini, %62’sinin özellikle alkol kullanımı sırasında tedavi
uyumsuzluğu gösterdiklerini bildirdikleri saptanmıştır (172). İronik olarak, dual tanılı
hastaların
tedavi
uyumsuzluğu
göstermelerinin
altında,
kendilerine
güvenmelerini
destekleyen, dolayısıyla tedavinin potansiyel faydalarını reddettiren felsefenin yattığı ileri
sürülmektedir ( 173 ).
C-Komorbiditenin Klinik Belirtilere Etkisi
Şizofreninin gidişi sıklıkla alkol ve/veya yasadışı madde kötüye kullanımı ile
komplike hale gelir. Klinik ve laboratuar çalışmalardan edinilen verilere göre hem kısa, hem
de uzun süreli madde kötüye kullanımı psikotik belirtilerin alevlenmesiyle ilişkilidir. Madde
kullanan ve kullanmayan şizofrenlerde anlamlı farklar; madde kullanan hastalarda daha
yüksek oranda psikotik ego rahatsızlıkları (derealizasyon, depersonalizasyon), ambivalans,
ümitsizlik, ani delüzyonel fikirler, içgörü yokluğu ve daha yüksek oranda süisid girişimleridir
(13). Cleghorn ve arkadaşları (1991) madde kullanan hastalarda pozitif belirtilerin anlamlı bir
biçimde daha baskın olduğunu önermişler, alojiyi madde kullanım öyküsü ile ilişkili tek
negatif belirti olarak belirlemişlerdir (154). D’Mello madde kullanan şizofrenik hastaların
daha yüksek dozlarda antipsikotik tedavi alma eğiliminde olduklarını bildirmiştir (174).
Madde kullanan hastaların tedaviye yetersiz yanıt verdiği belirtilmiş; bu, maddenin
mezolimbik dopaminerjik sistemlerde yarattığı değişiklikler sonucunda ortaya çıkan
nöroleptik direncine bağlanmıştır (175).
Birçok çalışmada, madde kullanımının özellikle varsanılar ve psikotik düşünce
bozuklukları başta olmak üzere pozitif belirtilerde artışla ilişkili olduğu; pozitif belirtilerden
farklı olarak negatif belirtilerin anlamlı olmamakla birlikte hafifçe azalma gösterdiği tespit
edilmiştir (14, 176).
36
Madde kullanımı ile disforik duygudurum, depresif belirtiler, anksiyete ve süisid fikri
arasında ilişki bulunmuştur (55, 119, 177, 178, 179). Yine de bazı araştırmacılar depresif
belirtilerde herhangi bir fark saptamamış veya madde kullanımı ile daha az sayıda depresif
belirtiyi ilişkilendirmiştir (58, 180, 181, 182, 183).
Alkol kullanımı bulunan şizofrenlerde daha fazla hallüsinasyon ve depresif belirti
bildirilmiştir ve ağır alkol kullanımı belirgin olarak hostil davranış, paranoya, dezorganize
enkoheran konuşma ve depresyon ile ilişkili bulunmuştur ( 2, 54, 149, 183). Sony ve
Brownlee (1991) ayrıca serum nöroleptik düzeylerini ölçmüşler ve alkol nedeniyle ilaç serum
düzeylerinin azaltılmasının, pozitif psikotik belirtilerin daha şiddetli olmasını kısmen
açıklayabileceğini iddia etmişlerdir (183).
Esrar kullanımı ve şizofrenik belirtiler arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmaların
sonuçları ise aşağıdaki gibidir:1-Pozitif belirtilerde artış (74, 154, 157). 2-Esrar kullanmayan
şizofrenik hastalarla kıyaslandığında psikotik belirtilerde hiçbir farkın bulunmaması (184,
185). 3-Negatif belirtilerde azalma (184, 185).
Linszen ve arkadaşları (1994), 24 esrar kullanıcısı hastayı, esrar kullanmayan 69 hasta
ile karşılaştırdıkları çalışmada, esrar kullanan 24 kişiden 14’ünün esrar kullanımının hemen
ardından psikotik belirtilerinde hızlı bir artış bildirdiklerini saptamışlardır (180). Şizofrenik
hastalarda psikotik belirtilerle esrar kullanımı arasında gösterilmiş ilişkinin biyolojik
açıklaması son dönem farmakolojik çalışmalarıyla tespit edilmeye çalışılmıştır (186). Delta
(9)-Tetrahidrokannabinol, yani esrarın temel psikoaktif içeriği, mediyal ön beyin
demetlerindeki dopaminerjik projeksiyonlarda bir dopamin agonisti gibi davrandığından,.
dopamindeki bir artışın antipsikotik tedavinin oluşturduğu dopamin reseptör blokajını tersine
çeviriyor olabileceği öne sürülmektedir. Esrar kullanımının antipsikotik ilaç metabolizmasını
etkileyip aktif metabolitlerin plazma seviyelerini düşürerek psikotik alevlenmeye yol
açabileceği de bildirilmiştir (180). Diğer suçlanan mekanizmalar ise GABAerjik sistemde
değişiklikler, asetilkolin sentezinde azalma, adenil siklaz inhibisyonudur (187, 188, 189).
Esrar kullanım öyküsü olan hastaların BPRS’de daha düşük aktivasyon skorlarının
olduğu (gerginlik, heyecan, gibi), SANS’ta daha düşük asosyalite skorları gösterme
eğiliminde oldukları ve geçmiş yatışlarının daha az olduğu gösterilmiştir (58). Compton ve
arkadaşları (2004), esrar kullanan hastaların PANSS negatif skorlarının daha düşük olduğunu
ve iki grubun PANSS pozitif ve genel psikopatoloji alt skorlarında fark bulunmadığını
bildirmişlerdir(190). Sevy (1990) kokain kullanımı ile PANSS’ın pozitif, negatif, genel
belirtiler global ölçümlerinde herhangi bir ilişki bulamamıştır (179). Dixon (1991) madde
kullanan hastaların ufak bir azınlığının hallüsinasyonlarının ve şüpheciliklerinin hafiflediğini,
37
daha büyük bir bölümünün ise pozitif belirtilerinin arttığını bulmuşlar (53), Test ve
arkadaşları (1989) ise hastaların büyük bir kısmının paranoya ve hallüsinasyonlarının madde
kullanımı ile düzeldiğini, küçük bir kısmının ise kötüleştiğini bildirmişlerdir (57).
Bir başka longitudinal çalışmada Shaner ve arkadaşları (1995), şizofrenik hastaları 15
hafta boyunca haftalık aralıklarla izlemiş ve idrar testleri ile değerlendirilen kokain
kullanımının psikozun pozitif belirtilerindeki artış ile korele olduğunu bulmuşlardır (191).
Metil fenidat ve amfetamin gibi stimülanların var olan pozitif belirtileri sıklıkla arttırdığı
gösterilmiştir (192). Benzer bir biçimde meskalin ve LSD gibi hallüsinojenlerin de pozitif
belirtileri arttırdığı, diğer yandan opiyatların psikotik belirtileri azalttığı ya da hiç
değiştirmediği bildirilmiştir (193). Hem antipsikotik etkileri gösterilen, hem de psikotik
belirtileri arttırdığı ifade edilen benzodiazepinlerle tablonun daha karmaşık olduğu öne
sürülmektedir (194). Korelasyonel ve longitudinal çalışmalarda kokain ve esrar sıklıkla pozitif
semptomların alevlenmesi ile, alkol ve kokain ise sıklıkla depresif belirtilerde artış ile ilişkili
bulunmuştur. Çalışmaların yarısı madde kullanımının kötüleşen belirtilerle ilişkili olduğunu
söylerken, yarısı hiçbir ilişki saptamamıştır. Ancak son dönemde yapılan metodolojik olarak
düzgün çoğu çalışma kokainin pozitif belirtileri arttırdığını, alkol ve esrarın belirtilerde artışa
yol açmadığını göstermiştir(191, 195). Bununla birlikte madde kullanımı ile pozitif ve negatif
belirtiler arasında korelasyon saptamayan çalışmalar da vardır (53, 55, 177, 128, 178, 179,
180, 196).
D-Komorbid Hastalarda Relaps ve Hospitalizasyon
Yapılan çalışmaların bir çoğunda madde kullanımının, şizofrenide yatışları %50
oranında arttırdığı saptanmıştır. İstemsiz yatışlar, hem şimdi hem de geçmişte madde kullanan
hastalarda daha yüksek oranda bulunmuştur(55). Madde kullanımı hastaları destabilize
etmekte, hezeyanları arttırmakta, depresif belirtileri şiddetlendirmekte, suisidal, zarar verici ,
saldırganlık içeren davranışları arttırmakta ve bunların sonucu olarak da relaps ve acil
psikiyatrik yatış gerçekleşmektedir (52, 55, 197, 198, 199, 200). Sadece madde kullanımı
değil, alkol bağımlılığı da psikotik relaps ve hospitalizasyonla ilişkilidir (201). Alkol ve
madde kullanımı disinhibisyon, agresyon ve kanuna aykırı davranışlar üzerine etkileri ile
zaten bilişsel, davranışsal ve sosyal olarak tehlike altında olan şizofren bireylerde hastane ve
cezaevlerine yatışları arttırmaktadır (191).
38
Omaha VAMC’de yapılan bir çalışmada çifte tanılı hastalarla tek tanılı hastalar, beş
yıllık bir periyodda yatış oranları açısından karşılaştırılmışlar ve çifte tanılı hastalar senede
ortalama 4 kez hastaneye yatarken, tek tanılı hastalarda bu sayı 3.1 olarak belirlenmiştir (202).
Brady (1990), kokain kullanımını, daha sık psikiyatrik yatış ve daha erken ilk yatış yaşı ile
ilişkili bulmuş (203); Swofford (1996) madde kullanan şizofrenlerde kullanmayanlara göre
bir yılda dört kat daha fazla relaps geliştiğini bildirmiştir (92). Madde kullanımının şizofrenik
relaps için güçlü bir prediktör olduğu ve hem tedavi uyumsuzluğu, hem de tedavi ekibiyle
iletişim yetersizliğinin relaps sıklığındaki artışa katkıda bulunduğu ileri sürülmüştür (92). Bir
yıllık prospektif izlem çalışmasında Linszen ve arkadaşları (1994), esrar kullanan grupta
anlamlı olarak daha fazla sayıda ve daha erken psikotik relapslar bildirmiş; dozla ilişkili etki
saptamış, öyle ki ağır esrar kullanımını daha fazla psikotik relapsla ilişkilendirmişlerdir (180).
Şizofrenik bireylerde minimal dozda alkol kullanımının bile hospitalizasyona yol açtığı (54);
alkol bağımlılığı olan hastaların daha uzun süre hastanede yattıkları bildirilmiştir (201).
E-Komorbid Hastalarda Şiddet
“Şizofreni ve Suç” adlı makalelerinde, Lindquist ve arkadaşları (1990), şizofreni tanısı
almış hastalarda kriminal risk açısından 14 yıllık bir izlem çalışması yapmışlar ve şiddet
suçunun şizofrenik bireylerde 4 kat fazla olduğunu bulmuşlardır (204). Literatürde, alkol
kötüye kullanımı ve şiddet davranışı ilişkisi üzerine kesin kanıtlar da mevcuttur (205). Mental
bir bozukluğu olsa da olmasa da, suçlularda alkol ve madde kullanımının yaygın olduğunu
biliyoruz. NIMH’nin Epidemiyolojik Alan Çalışması’nın sonuçlarına göre sağlıklı bireyler %2
oranında şiddet sergilerken, bu oran şizofren hastalarda %12.7, alkol kullanım bozukluğu
bulunanlarda %24.57 ve madde kullanım bozukluğu olan bireylerde % 34.7’dir (7).
Şizofren bireylerde madde kullanımının, ileriki dönemde ortaya çıkabilecek şiddet ile
ilişkisinin bulunup bulunmadığı, klinik ve toplumsal açıdan önem taşımaktadır(206). Teorik
olarak
madde
kullanım
bozukluklarının,
kognitif
ve
davranışsal
impuls
kontrol
mekanizmalarını zayıflatarak; depresyon, paranoya ve öfke gibi belirtileri arttırarak şiddet ve
saldırganlığa yol açabileceği söylenebilir (207, 208).
Son dönem ABD çalışmaları eş tanılı hastaların tek tanılı hastalara kıyasla daha
belirgin oranda yasal sorunlarla karşılaştıklarını, yasaların ihlali nedeniyle daha sık tutuklanıp
cezaevine girdiklerini ve adalet sistemi ile artmış temaslarının göze çarptığını, dolayısıyla da
madde kullanımının bu hastalarda zarar verici, tehdit edici, saldırgan davranışları tetikliyor
olabileceğini ileri sürmüşlerdir (206, 209, 210, 211). Amerika’da cezaevlerinde yapılan
çalışmalarda ek tanı oranlarının yüksekliği de bu iddiaları destekler niteliktedir(7). Dolayısıyla
39
komorbid hastalarda yüksek tedavi masraflarına hukuk sistemine ait yüksek masrafların da
ekleniyor olması, bu hastalarda şiddet riskinin önceden belirlenmesinde, eşlik eden alkol ve
madde kullanımının da sorgulanması gereğine işaret eder (212). Hukuk sistemi masrafları,
sivil ve kriminal mahkeme masraflarını, avukat ve polis departmanı ücretlerini içermektedir
(213). Araştırmacıların kaydettikleri madde kullanımı ile artış gösteren şiddet davranışları;
başkalarına zarar verme amaçlı verbal ve non-verbal tehditleri, fiziksel saldırıları, silah
kullanımını ve çevredeki nesne ve eşyalara zarar vermeyi kapsamaktadır (206). Artmış şiddet
ve rahatsız edici davranış riski, yalnız klinik ve toplum-bazlı sayısız çalışma ile değil (214,
215), ayrıca epidemiyolojik çalışmalarla da doğrulanmıştır (216, 217). Steadman ve
arkadaşlarına göre (1998) madde kullanım bozukluğu şizofren hastalarda şiddet için en önemli
risk faktörüdür (218).
Seçilmiş bazı şizofren örneklerde elde edilen veriler göstermektedir ki, komorbid alkol
kullanım bozukluğu tanısı bulunan hastalar, alkolik olmayan şizofrenlere oranla iki kat daha
fazla şiddet suçu işleme eğilimindedirler(205, 211, 216). Danimarka’da Hodgin tarafından
yürütülen bir çalışmada (1996) major mental bozukluğu bulunan 3130 erkek hastanın 2.4-4.5
kat daha fazla şiddet içeren suç işledikleri, bunlardan ayrıca alkol kullanan 1731’inin ise 4.26.7 kat daha fazla suç işlediği saptanmıştır (219).
Yenilik ve heyecan arayışı, antisosyal kişilik özellikleri, impulsivite şizofren
hastalarda madde kullanım riskinin artışından sorumlu tutulmaktadır(153, 220, 221). Dervaux
ve arkadaşları (2001) 100 şizofren hastada Barret İmpulsivite Skalası’nı uygulamışlar ve
yaşamboyu madde kullanım bozukluğu bulunan şizofrenlerin daha impulsif ve daha yoğun
heyecan arayışında olduklarını, ölçekte daha yüksek skorlar elde ettiklerini ortaya
koymuşlardır (222). Mueser ve arkadaşları 2000’de yayınlanan bir çalışmalarında yatarak
tedavi edilmiş 325 şizofren hastada davranım bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğu
belirtilerinin ve cezaevinde geçirilen gün sayısının güçlü bir biçimde yaşam boyu alkol, esrar
ve kokain kullanım bozuklukları ile ilişkili olduğuna dair bulgularını kaydetmişler, davranım
ve antisosyal kişilik bozukluğunun şizofren popülasyon için madde kullanımı açısından
sensitif belirleyiciler olabileceğini göstermişlerdir (95). Birkaç çalışma antisosyal kişilik
bozukluğunun aynı zamanda şizofrenlerin madde kullanım şiddetini de arttırdığını ve daha
yüksek dozda madde kullanımına yol açtığını göstermiştir(136, 137, 153, 223). Bu hastalarda
en sık gözlenen antisosyal kişilik özellikleri ise kanunlarla belirlenmiş toplumsal normlara
uymama (%28), kendi ya da başkalarının güvenliğine ısrarlı bir biçimde uyumsuzluk (%25.5)
ve tekrarlayan kavga ve saldırılarla ortaya konan irritabilite ve agresivitedir (%17.2). En nadir
40
belirtiler ise ebeveynlik işlevini yürütememek (%3.7), bir yıldan fazla tek eşli kalamamak (%
4.9) ve yaptıklarından pişmanlık duymamaktır (%9.2) (95).
Tutuklanma öyküsü olup az sayıda antisosyal kişilik belirtisi taşıyan hastalardan 48 yaş
ve üstü ile 35 yaş ve altı bireylerin, 35-48 yaş arası hastalara oranla alkol kullanım
bozukluğunun olması daha muhtemel bulunmuştur (95). Aile desteğinin varlığının da
komorbid hastaları kanunsuz eylemlerden ve böyle eylemlerin sonuçlarından koruduğu
söylenebilir ( 95, 138).
Sık alkol ya da madde intoksikasyonu yaşıyor olmanın da, şiddet davranışı ve
kriminalite için bir etken olabileceği, ancak bunun tek başına bir açıklama olarak
getirilemeyeceği bildirilmektedir(217, 224).
F-Komorbid Hastalarda Suisid
Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı almış hastaların %40’lık bir dilimi
yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar girişiminde bulunmakta, yaklaşık olarak %10’u
ise intihar nedeniyle hayatını kaybetmektedir (225). Epidemiyolojik çalışmalar göstermiştir ki
suisid için en riskli dönem şizofreninin erken dönemleridir(226). Madde kullanım
bozuklukları da, suisid girişimlerinin önemli bir oranı için risk faktörü olarak vurgulanmış;
çalışmalarda yineleyen bir biçimde, primer madde kullanım bozukluğu bulunan bireylerin
suisid sonucu ölüm oranlarının yüksek olduğu saptanmıştır(79, 227). Madde kötüye
kullanımının, suisid fikri ve girişimi kadar tamamlanmış süisid ile de ilişkili olduğu öne
sürülmüştür ( 227, 228, 229).
Genel popülasyonda gerçekleştirilen çalışmalar, madde kullanımının özellikle genç
bireylerde artmış suisid riski ile ilişkili olduğuna dikkati çekmektedir. Psikotik bozuklukların
erken döneminin, madde kullanımı açısından yüksek riskli bir zaman dilimi olduğu
hatırlanacak olursa, madde kötüye kullanımının yeni başlayan psikotik durumlarda artmış
suisidalite için bir risk faktörü oluşturup oluşturmadığının araştırılması gereği doğmaktadır
(230).
Geçmişte veya şimdi alkol-madde kullanım öyküsü, zaten artmış bir suisid oranından
bahsedilen şizofrenik hastalarda bu riski %60’tan fazla arttırmakta; bu da suisidi önlemek
amacıyla hastaneye yatış sayısının artmasına yol açmaktadır(230).
Şizofreni ve madde kötüye kullanımının intihar için birbirinden bağımsız risk faktörleri mi
oldukları, yoksa madde kullanımının zaten yatkınlığı bulunan şizofren hastaların intihar
düşüncesini eyleme dönüştürmelerini mi kolaylaştırdığı bilinmemektedir (11). Madde
kullanımı bulunan şizofrenlerin, daha fazla depresif semptomatoloji ve suisid eğilimi
41
sergiledikleri (155); özellikle kokain kullanan şizofren hastaların major depresyon (9) ve
suisid fikri (231) açısından daha da riskli gruplar oluşturdukları bilinmektedir. Gut-Fayand ve
arkadaşları (2001) 50 şizofrenik hasta ile yaptıkları çalışmada madde kullanan hastaların
Barrett impulsivite ölçeğinde daha yüksek skorlar sergilediklerini ve çok daha sık intihar
girişiminde bulunduklarını bildirmişlerdir (220). Yine bir başka çalışmada, çifte tanılı
hastaların kasıtlı olarak kendilerine zarar verme risklerinin ve self-destrüktif davranışlarının,
saf şizofren hastalara kıyasla artmış olduğunu bildirmişlerdir(1, 62). Bu davranışlar arasında
yüksek doz ilaç alımı, bileklerini kesme, ası girişimi ve boğulma ön planda saptanmıştır(1).
İlk başvuruda bulunan şizofren hastalar üzerinde yapılan ve suisidalite ile madde kullanım
bozukluğu ilişkisinin araştırıldığı çalışmalarda, vakaların 1/4’ünden fazlasında parasuisidal
öyküye rastlanmış; suisidalitenin en güçlü prediktörünün madde kullanım bozukluğu öyküsü
olduğu dile getirilmiştir (232). Bazı makalelerde madde kullanım bozukluğu intihar için
bağımsız bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır (233). Yine Fransa’da bir psikiyatri kliniğinde
prospektif bir çalışma ile değerlendirilen 3460 şizofren hastada madde kullanım bozukluğu
öyküsü suisidin en güçlü “bağımsız” prediktörü olarak belirlenmiş ve madde kullanan
şizofrenik bireylerde kullanmayanlara göre, üç yıllık izlem döneminin sonunda, intihar
nedeniyle iki kat fazla ölüm oranı saptanmıştır (234). Bazı çalışmalarda ise böyle bir ilişkiye
dair kanıt elde edilememiştir (235).
Öte yandan Verdoux ve arkadaşları (1999) çalışmalarında, madde kullanımı ve
suisidalite arasındaki ilişkinin diagnostik kategoriden bağımsız olduğunu, parasuisid riskinin
çoğul madde kullanımı bulunan hastalarda sadece esrar kullanan vakalardan daha yüksek
olup, bu hastalarda madde kötüye kullanımı ve artmış özkıyım arasındaki ilişkinin nonspesifik
olduğunu ve genel toplumla benzerlik bulunduğunu iddia etmişlerdir (232). Madde kötüye
kullanımı ile artmış özkıyım arasındaki nedensellik, madde kötüye kullanımının şiddeti ve
artmış suisidalite arasındaki doza bağımlı ilişkinin varlığı ile açıklanmıştır. Eğer nedensel bir
ilişkiden bahsedilirse, parasuisidin madde kullanım bozukluğuna atfedilen maksimum oranı %
30’dur(232). Heila (1997) ve Soyka (2000) alkol bağımlılığını şizofrenide özkıyım için risk
faktörü olarak bulmuştur (217, 236). İlginç bir biçimde sigara kullanımı da suisidalite riski
için prediktör olarak bulunmuştur (230).
Madde kullanım bozuklukları, intihar girişiminde veya tekrarlayan girişimlerde
bulunan bireylerle yalnızca suisid fikri bulunanları ayırt etmede önem taşımaktadır(Grilo,
Gould, ). Örneğin madde kullanım öyküsü olan genç erkek şizofrenler, intihar fikri ve
girişimine yatkındır(114, 237). Madde kullanan bireylerde suisid sonucu mortalite oranlarının
yüksek olması, dual tanılı hastaların tedavisinde uzun süreli iyileşmeyi sağlamada depresyona
42
yönelmenin gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır (11). Klozapin tedavisinin komorbid
hastalarda intihar riskini azalttığına dair yayınlar vardır (230).
G-Komorbidite ve İlaç Yan Etkileri
Tardiv diskinezi, prevalansı %10 ile % 50 arasında değişen, yatkınlığı olan bireylerde,
antipsikotiklerin uzun süreli kullanımına bağlı olarak ilaç kullanmayı sürdürürken veya ilacın
kesilmesinden kısa bir süre sonra ortaya çıkan, istemsiz hiperkinetik hareketlerle belirli bir
sendromdur. Antipsikotik ilaç kullanımında bazal ganglionlardaki dopamin reseptörlerinin
süregiden blokajı (hipoaktivite), önce reseptör aktivitesinin azalmasına, daha sonra ise bu
blokajı aşabilmek için aşırı duyarlı hale gelen (süpersensitivite) ya da sayıca artan (upregulasyon) reseptörlerin aktivite artışına (hiperaktivite) yol açar. Başlangıçtaki hipoaktivite
parkinsonizm belirtilerini ortaya çıkarırken, hiperaktivitenin de geç diskinezideki istem dışı
hareketlere neden olduğu kabul edilmektedir (238).
Birkaç bildiride eş zamanlı alkol ve madde kötüye kullanımının artmış tardiv diskinezi
riski ile ilişkili olduğu ifade edilmektedir (96, 239, 240). Alkolün esansiyel tremor gibi bazı
hareket bozuklukları üzerine inhibitör etkisinin bulunduğu bilinmekle birlikte, bazı otörler
alkolü hiperkinetik hareket bozukluklarının bir kısmında (kore, tremor, orolingual diskinezi,
parkinsonizm,
myoklonus,vs.)
presipite
edici
veya
şiddetlendirici
faktör
olarak
tanımlamaktadırlar. Antidopaminerjik etkileri bulunan alkol, hareket bozukluklarının
patogenezinde antipsikotik ajanlarla sinerjistik etkiye sahiptir (241). Alkol toksisitesi, striatal
kolinerjik nöronlara lokalize olmadığı halde, alkol çekilmesi, nöronal kalsiyum akımına yol
açarak nöronal destrüksiyona, anatomik hasara ve geriye dönüşümsüz diskinezilere neden olur
(242). NMDA’nın glutamatla aktivasyonu, tiamin yetersizliği bulunan alkoliklerde hücre içine
kalsiyum girişini arttırır. Böylece NMDA toksisitesi ve özellikle serebellum ve striatumda bu
mekanizmaya
dahil
olan
nitrik
oksit,
alkolün
beyindeki
tesirlerinin
potansiyel
mekanizmalarıdır. Madde kullanım bozukluğu bulunan bireylerde, antipsikotik kaynaklı
artmış tardiv diskinezi insidansının, kullanılan madde tarafından tetiklenen NMDA veya NOS
aracılı toksisiteye bağlı olabileceği ileri sürülmektedir. Kokain, dopaminin presinaptik
salınımını stimüle edip, presinaptik geri alımını bloke ederken; D-amfetamin, premaline ve
metil fenidat dopamin salınımını stimüle ederek hiperkinetik hareket bozukluklarına katkıda
bulunmaktadır.
Metadon,
toluen,
barbitüratlar
ve
benzodiazepinlerin
de
hareket
bozukluklarına yol açma potansiyellerinin bulunduğu bildirilmiştir(241).
Literatürde tardiv diskinezi ile şizofrenide alkol-madde kullanımının ilişkisini
destekleyen çok sayıda çalışma bulunmaktadır (96, 240, 243). Swofford şimdiki madde
43
kullanımının (2000) AIMS skorlarında artışla sonuçlandığını bildirirken (244), başka
çalışmalar da alkol ve madde kötüye kullanımını tardiv diskinezinin prediktif faktörleri
arasında saymaktadır. Bununla birlikte tardiv diskinezi insidansı açısından madde kullananlar
ve kullanmayanlar arasında hiçbir fark saptamayan çalışmalar da vardır ( 183, 245).
Öznel rahatsızlık ve sıkıntı hissinin eşlik ettiği motor huzursuzluk durumu olarak
tanımlanan akatizi, nöroleptik tedavinin başlamasından ya da doz arttırılmasından veyahut
EPS belirtilerinin tedavisinde kullanılan ilaçların azaltılmasından sonraki ilk dört hafta içinde
ortaya çıkar(246). Komorbid hastalar ele alındığında, akatizinin bağımlılık indeksleri ile
anlamlı olarak ilişkili olduğuna ve bağımlılık paternleri daha belirgin olan hastaların daha
şiddetli akatizi sergilediğine dair bildiriler göze çarpmaktadır (243). Duke ve arkadaşları
(1994) alkol kullanımı bulunan hastalarda ortalama akatizi skorlarında anlamlı olmasa da
yükseklik saptamışlardır (243). Problemli alkol kullanımının yüksek akatizi düzeyleri ile
ilişkili olduğuna dair bulgular elde edilmiştir (143). Ayrıca alkolün akatizinin yol açtığı sıkıntı
ve psişik huzursuzluğun azaltılması amacıyla kullanılıyor olabileceği de olası bir açıklamadır
(243).
Benzer şekilde, kaudat nükleus içindeki dopaminerjik reseptörlerin nöroleptiklerin
etkisiyle bloke olması ve kaudat nükleustan substantia nigra ve bazal ganglionlara kadar
dopamin girişinin azalması sonucu ortaya çıkan; tremor, kas rijiditesi ve bradikinezi gibi
bulgularla giden parkinsonizm de yaşam boyu alkol kullanımı ile şiddetlenebilir (247). Diğer
yandan alkol-madde kullanımı ile ekstrapiramidal yan etkiler arasında ilişki kuramayan
çalışmalar da vardır (143, 172). Şu da olasıdır ki, disfori gibi sübjektif yan etkiler veya
antikolinerjik yan etkiler madde kullanımının daha güçlü prediktörleri olabilir (143).
H-Komorbidite ve Tıbbi Problemler:
Şizofreni genel topluma kıyasla artmış mortalite ile bağlantılı olup komorbid madde
kullanımı bu mortaliteye anlamlı katkıda bulunuyor görünmektedir(225). Şizofren hastalarda
doğal nedenlerle ölümlerde gözlenen artışın en sık nedenleri, kardiovasküler ve respiratuar
hastalıklar olup her ikisi de sigara ile ilişkilidir (226). Bilindiği gibi, tütün kullanımı ciddi
boyutlarda morbidite ve mortaliteye neden olan major bir toplum sağlığı sorunudur (83).
Sigara kullanan şizofrenlerin akciğer kanseri gibi hastalıklar açısından yüksek risk altında
olduklarını unutmamak gerekmektedir (10). Son dönemde de ortaya konan odur ki, şizofren
hastalar sigara ile ilişkili kanserlere genel toplumdan çok daha yüksek oranlarda
yakalanmaktadırlar ve bu, şizofrenik hastaların yüksek tütün kullanım prevalansından
44
kaynaklanmaktadır (4). Bu riskin, özellikle ağır içicilerde ve sigaradaki yüksek katran oranları
ile artmakta olduğu akıldan çıkarılmamalıdır (226).
Sigaranın yol açabileceği başlıca hastalıklar; Kalp damarlarında tıkanıklık, bronşların
daralması ve buna bağlı çeşitli akciğer hastalıkları, beyin damarlarında tıkanıklık ve buna
bağlı felçler, bacak ve ayak damarlarında tıkanmalar ile akciğer ve mesane kanseri olarak
özetlenebilir (248).
Alkolün yoğun kullanımının da pek çok bedensel hastalığa yol açtığı bilinmektedir
(20):
Sindirim sistemi hastalıkları ve emilim bozuklukları (Mallory-Weis Sendromu,
özefagus varisleri, alkolik siroz, gastrik ülser, akut pankreatit, pellegra, beriberi, B2, B12 ,
folik asit eksikliği gibi), kalp damar sistemi bozuklukları (alkolik kardiyomyopati, aritmiler,
kan basıncı yükselmesi, iskemik kalp hastalığı, serebrovasküler kanamalar gibi), endokrin ve
üreme sistemlerine ait bozukluklar (yalancı Cushing sendromu, diabet benzeri bulgular,
hiperaldesteronemi, erkeklerde impotans, testiküler atrofi, jinekomasti, feminizasyon,
kadınlarda ovaryan yetmezlik, cinsel işlev bozuklukları gibi), kas-iskelet sistemi bozuklukları
(alkolik myopati, osteoporoz, kırık gelişimi gibi), kan hastalıkları ( megaloblastik anemi,
pıhtılaşma faktörü yetmezlikleri gibi), immün sistem bozuklukları ve kanser (lökosit
fonksiyon bozuklukları, tüberküloz, viral enfeksiyonlar, otoimmün bozukluklar, özefagus,
karaciğer, rektum, kolon, pankreas, nazofarinks, larinks kanserleri gibi).
Degenhardt (2001) madde kullanımının fiziksel zararlarının önemine dikkat çekmiştir
(45). Esrar kullanıcıları da tıbbi hastalıklar bakımından risk altındadırlar. Sigaranın
komplikasyonlarına benzer şekilde kronik öksürük, farenjit, larenjit, rinit, bronşit, allerjik
reaksiyonlar, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, pulmoner neoplazmların dışında esrar
kullanıcılarının artmış ağız ve göğüs kanserleri ile karşı karşıya kalma oranlarına dair deliller
vardır (45). Kardiovasküler sistem bozuklukları bulunan kişiler esrarın kalp hızı ve kan
basıncı üzerindeki etkilerini tolere edemeyebilirler (17, 248).
Şizofrenide özellikle kadın hastalarda, madde kötüye kullanımı ile artmış tıbbi hastalık
arasında bağlantı bulunmuştur. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından da bu hastaların risk
altında oldukları söylenebilir. Şizofreni gibi ruhsal hastalığı bulunan
bireylerde, HIV
prevalansına yönelik çalışmalar, %4-%23 arasında seropozitiflikden bahsetmektedir. IV
maddelerin kullanımı HIV için önemli bir risk faktörüdür ve komorbid hastalarda artmış HIV
prevalansından bahsedilmektedir. Dual tanılı hastalarda çok sayıda tıbbi problem ise madde
kullanımı ile bağlantılı yoksulluk ve evsizlikten kaynaklanmaktadır (15, 67).
45
I-Komorbidite ve Hastalık Başlangıcı:
Teorik olarak komorbid durumlarda hastalıkların başlangıç yaşlarının belirlenmesi
belli nedenlerle değer taşımaktadır. İlk olarak, bozukluklardan birinin varlığı diğer
bozuklukların ortaya çıkması için nonspesifik bir risk faktörüdür. Bu durumda ilk hastalığın
gelişiminden sonra ikinci bir hastalığın gelişme riski artabilmektedir; dolayısıyla erken
başlangıç, ikinci bozukluğun ortaya çıkışı için gerekli süreyi yaratmış olur. Bir diğer olasılık
ise, erken başlangıç ve komorbiditeden sorumlu psikiyatrik tabloya yatkınlığın mevcut
olabileceğidir. Yatkın bireylerde, psikotik epizodu tetikleyecek presipite edici stresörlerin
sayısı ve şiddeti de daha düşük olacaktır; bu da daha erken bir başlangıç ile sonuçlanacaktır
(249). Madde kullanım bozukluğu, hastalığın başlamasından önce ortaya çıktığı takdirde
presipitan etken olarak düşünülebilir. Örneğin stimülanlar ve esrar gibi bazı maddelerin,
biyolojik olarak yatkın bireylerde dopaminerjik değişiklik yaratarak şizofreni başlangıç yaşını
aşağı çektiğine dair deliller mevcuttur (11, 14, 56, 107). Cleghorn ve arkadaşlarının (1991)
madde kullanan hastalarda şizofreni belirtilerinin daha genç yaşta başladığını ortaya koymaları
bu olasılıkla uyumludur (154). De Quardo (1994) başka araştırmalarla benzer biçimde, madde
kullanan şizofrenlerin hastaneye ilk yatış yaşlarının da erken olduğunu belirtmiştir (76). Diğer
yandan madde kötüye kullanımı hastalık başlangıcını takiben ortaya çıktığında, selfmedikasyon amacıyla kullanılmaya girişildiği düşünülebilir ve bu nedenle ilk psikotik
epizoddaki kişilerde semptomların erken başlaması, madde kullanımı için risk oluşturabilir
(53, 71).
Duke ve arkadaşları(1994) alkol kullanan hastalarda şizofrenin başlangıç yaşının
anlamlı olarak daha geç olduğunu, daha kısa hastalık sürecinin fiziksel ve psikolojik
bağımlılık şiddeti ile ilişkili olduğunu saptamışlar ve alkolün psikotik sürecin erken evrelerini
maskelemiş olabileceğini, dolayısıyla kayıtlara geçen başlangıç yaşının daha geç, hastalık
süresinin ise daha kısa olmasına yol açtığını, alkolün şizofreninin erken evrelerinde bir başa
çıkma stratejisi olarak kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Yine de alkolün şizofreninin erken
belirtilerinden kişileri koruyor olma ihtimalini inkar edemedikleri gibi, alkolün şizofreniye
yatkınlığı arttırıcı rol oynuyor olabileceğini de dışlayamamışlardır (243).
Madde kullanım bozukluğu ve psikotik belirtilerin başlangıcı arasındaki ilişkiye dair
net sonuçlar veren çalışmalar yok denecek kadar azdır. Hambrecht ve Hafner (2000) ilk
psikotik atağını yaşayan 232 şizofren hastada, şizofrenik belirtilerle alkol, madde kullanımının
başlangıç ve gidişini incelemişler ve erken semptom başlangıcının risk faktörü olduğunu;
alkol ve madde kötüye kullanımının ilk pozitif belirtilerden ortalama beş yıl önce başladığını,
alkol kötüye kullanımı ilk hastalık belirtisini takip ederken, %34.6 hastada madde kötüye
46
kullanımının ilk şizofrenik belirtiyle beraber ortaya çıkma eğilimi taşıdığını, komorbid
hastaların yalnız %27.5’inde madde kullanımının şizofreniyi presipite ettiğini, %37.9 hastada
ise ilk semptomu izlediğini ortaya koymuşlardır. Özetle, her 10 komorbid hastadan 3’ü, alkol
veya yasa dışı madde kullanımına şizofreninin ilk belirtilerinin ortaya çıkışından önce; kalanı
ise ya aynı dönemde ya da ilk belirtilerden sonra başlamaktadır (62).
Caspari ve arkadaşları (1999) 468 şizofrenik hastayı analiz etmişler ve madde
kullanımının
psikotik belirtilerin başlangıcından yaklaşık beş yıl kadar öncesine
dayanabildiğini bildirmişlerdir (250). Uzun ve arkadaşları (2003) sigara içicilerinin %65’inin
psikiyatrik tablo başlamadan önce sigara kullanmaya başladıklarını göstermişlerdir (83).
Addington & Addington (1998) şu an madde kullanan, geçmişte madde kullanımı bulunan ve
hiç madde kullanmamış hastaları inceledikleri çalışmalarında, geçmişte madde kullanımı
öyküsü olan hastalarda şizofreni başlangıç yaşının çok erken olduğunu tespit etmiş ve bu
grupta ilk psikotik atağın madde ve/veya alkol kullanımı ile alevlenmiş olabileceği ya da
erken başlangıcın madde kullanımı için risk faktörü oluşturabileceği ihtimalleri üzerinde
durmuşlardır (14).
Komorbid bireylerden oluşan örneklerin %50’sinin, hastalığın erken döneminde en az
bir kez madde kullanımına bağlı psikotik bozukluk tanısı almış olabileceği; sonuç olarak bir
sonraki başvuruya dek şizofreni tedavisinden mahrum kalacağı, tedavideki gecikmenin
remisyona ulaşma süresi ve remisyon düzeyi ile ilişkisi ve ilk psikotik atağında karşılaşılan
hastalarda profilaktik farmakoterapinin relaps oranlarını azaltma potansiyelinin bulunduğu
göz önünde bulundurulduğunda, maddeye bağlı psikotik bozukluk tanısı dışlanamasa bile
madde kullanımı bulunan hastalar rutin olarak değerlendirilmeli ve acilen tedaviye
başlanmalıdır (14).
47
Tanı ve Değerlendirme
Şizofrenik bireylerde, özellikle genç gruplardaki yüksek madde kullanım prevalansı
göz önünde bulundurulduğunda, sistematik inceleme her hastaya uygulanmalıdır. Kognitif
yetersizlik veya içgörü yokluğu, şizofreninin kişilerarası işlevsellik üzerine olumsuz etkisi,
klinisyenlerin yetersiz şüpheleri, hastaların negatif tepkilerinden korkma ve bazı hastaların
sıkıntı duyarak bilgi vermek istememesi gibi nedenlerle bu uygulama atlanmakta; bu da,
yetersiz ve etkinliği düşük bir tedaviye yol açmaktadır. Şizofren hastalarda madde kullanımını
değerlendirirken karşılaşılan bir başka zorluk, madde kullanımının hastanın işlevselliğine
negatif etkilerinin belirlenmesidir. Madde kötüye kullanımının prezentasyonu sıklıkla
anksiyete, uykusuzluk, disfori, huzursuzluk gibi nonspesifik belirtilerle olabileceği gibi,
paranoya, hallüsinasyon gibi psikotik bir semptom şeklinde de kendini gösterebilir (15).
İyi bir değerlendirme
öncelikle cezalandırıcı bir tepkinin (örneğin servisten
uzaklaştırma, istenmeyen tedavi prosedürleri, ayaktan tedavi haklarını yitirme gibi)
oluşmayacağına, madde kullanımı ile ilgili bilgilerin kesinlikle tanısal ve terapötik amaçlarla
alındığına ve yasal veya finansal yansımalarının olmayacağına dair hastaya güvence verilmesi
ile mümkün olabilir. Hasta ile görüşme esnasında olabildiğince yüksek madde tüketim
tahminleri gündeme getirilmeli, öykü alınırken madde kullanımının sorgulandığı aşamada,
olayların geri çağırmaya yardımcı olması için kullanıldığı “timeline follow-back” metodundan
faydalanılmalıdır (15).
Şizofrenide madde kulanımını değerlendirirken en sık kullanılan metodlar hastane
kayıtları, yapılandırılmış klinik görüşmeler, self-bildiri skalaları, biyokimyasal analizler ve
tedavi ekibinin bildirileridir (11).
Yapılandırılmış klinik görüşmeler standardize ve net bir yaklaşımla bilgi topladığından
güvenilir olup, zaman alıcı olduklarından uygulayıcıların geniş ve özel bir eğitimden
geçmelerini gerektirmektedir. Ancak bazı çalışmaların bulgularına göre, şizofren hastalarla
yapılmış yapılandırılmış görüşmeler de, klinisyenlerce longitudinal olarak gözlenen
problematik alkol kullanımını ortaya koymakta yetersiz kalmıştır (11).
İdrarda madde incelemesi değerli bir tanı aracıdır. Psikotik bozukluk ile başvuran veya
semptomları alevlenen hastalardan rutin olarak idrar alınması gerekmektedir (özellikle hasta
40 yaşın altında ise ). İdrar örnekleri özellikle de 48saat içinde alınan ana maddeyi ya da o
maddenin bir veya daha fazla sayıda metabolitini gösterir. Nikotin hızla kotinine metabolize
olur ve bu metabolitin yarılanma ömrü serumda ve tükrükte yaklaşık olarak 15 saattir.
Regüler/orta derecede sigara kullanıcıları tükrük tiyosiyanatı ile daha uzun süre tespit
edilebilir (yarılanma ömrü 9,5 gün). Saç örnekleri, madde açısından analiz edilip haftalarca
48
öncesindeki madde kullanımı hakkında geçmişe dönük bilgi verebilir. Bu yöntemle hasta
tarafından açıklanmayan madde kullanımı saptanabilir olmakla birlikte çoğu bölgede saç
analizi bir araştırma prosedürü olmaktan öteye gidememiştir. Diğer bir strateji nefes analizini
(alkol ve sigara içenlerde CO için) içerir (15, 251).
Kollateral bildirilerin ve biyokimyasal incelemelerin kullanımı da bir başka yöntemdir.
Biyokimyasal madde incelemesinin varlığı self-bildirimin doğruluğunu arttırır. Hasta ile sık
kontaktta bulunan hasta yakını ve tedavi ekibi üyelerine ait bildirilerin, kesin bilgi
kaynaklarını oluşturabilecekleri önerilmiştir. Yine de pratikte ne biyokimyasal incelemeler, ne
de kollateral bildiriler hastanın self-bildirilerinin kesinliğine katkıda bulunmamaktadır (15,
252).
Öte yandan standart alkol değerlendirme araçları primer alkolikler için geçerliliğe
sahip iken dual tanılı hastalarda böyle değildir. Michigan Alkolizm Tarama Testi (MAST),
psikiyatrik hastalarda yaygın bir biçimde kullanılmış olup primer alkoliklerde oldukça geçerli
ve güvenilir iken, psikiyatrik hastalarda iyi bir sensitivitesinin (%88-98), ancak zayıf
spesifitesinin (%36-89) bulunduğu, gerçekliğinin kabul edilemeyecek derecede düşük olduğu
bildirilmektedir (8). Toland ve Moss (1989), MAST’ın alkolik ve nonalkolik şizofrenik
hastaları ayırtetmekte yetersiz kaldığını bulmuşlardır; alkolik grup, MAST’ta daha yüksek
skorlar elde etmekle birlikte bu fark istatistiksel olarak anlam taşımamıştır (253). Yanlış
pozitiflikler bazı spesifik itemlerin karışıklığına atfedilmiştir (örneğin hallüsinasyonların ve
hospitalizasyonların ağır içiciliğe mi yoksa şizofreniye mi bağlı olduğunun ayırtedilememesi
gibi). Ayrıca bu araç geçmiş ve şimdiki alkol kullanım problemlerini ayırtedememektedir (8).
Drake ve arkadaşları (1990) standart değerlendirme araçlarının şizofren hastalara uygun bir
biçimde modifiye edilmeleri gerektiğini savunmuşlardır (8).
Eğitimli
hasta
idarecileri,
güvenilir
ve
geçerliliği
olan
değerlendirmeler
yapabilmektedirler ve daha sensitif ve en az yapılandırılmış görüşmelerle elde edilenler kadar
spesifik tanılara varabilmektedirler. Hasta idarecilerinin davranışsal gözlemlerini, topladıkları
kollateral bilgilerle sentez etmeleri ideal olanıdır (8).
Madde kullanımının değerlendirilmesinin en ideal yolu çoğul bilgi kaynaklarını
değerlendirmektir (klinik kayıtlar, hastalar, tedavi ekibi üyeleri ve hasta yakınları gibi) (8).
Tanısal Belirsizlik Potansiyeli: Akut veya kronik madde kullanım bozukluğu ya da
yoksunluğu, bazı şizofreni benzeri semptomlarından bazılarının aynına yol açabilmektedir.
Bu nedenle şizofreni tanısı koyarken hasta, madde kullanımının akut etkilerini ve çekilme
belirtilerini dışlamak amacıyla psikoaktif madde kullanımı açısından sorgulanmalıdır. Eğer
49
madde kullanımı geçmişte vuku bulmuş ise ve madde kullanımı yokluğunda şizofrenik
semptomatoloji gözleniyor ise şizofreni tanısı rahatça konabilir.
Madde kullanan bir kişi psikotik belirtiler gösteriyorsa, “şizofreni ve madde
kullanımı”nın akut belirtileri
ile “madde kullanımına bağlı psikotik bozukluk”un
akut
belirtilerini ayırt etmek gerekmektedir. Ayırdetme primer olarak maddenin çekilme
belirtilerinin ortadan kalkmasından sonra yapılır. Örneğin stimülanlara bağlı psikotik
bozuklukta psikotik belirtiler genellikle stimülanların kesilmesinden sonra günler ya da
haftalar içinde sona erer. Benzer şekilde marijuana da, günler ya da en çok birkaç hafta içinde
düzelen geçici bir psikotik tabloya yol açabilir. Maddenin indüklediği psikotik tablo normal
şartlarda antipsikotik tedavinin idamesini gerektirmez (15, 158). Yine de akıldan
çıkarılmaması gereken nokta, maddeye bağlı psikotik bozukluk geçiren bazı bireylerin bir
sonraki epizodda daha kötü seyir gösterme ihtimallerinin bulunduğudur. Medikasyona
yanıtsızlık madde kullanımının potansiyel rolünü sorgulamamızı sağlamaktadır. Tedaviye
yanıt vermeyen komorbid hastalar ya ilaçlarını almıyorlar ya da kullandıkları madde, ilacı
etkisiz kılıyordur. Farmakoterapiyi değiştirmeden önce tedavi uyumunu gözden geçirdikten ve
başka maddelerin alınmadığına kanaat getirdikten sonra belirtilerin düzelip düzelmediğine
karar vermek önemlidir (15).
50
Tedavi
A-Psikososyal Tedaviler
Şizofreni hastalarının bir çoğunun tedavi edildiği sağlık merkezlerinde, psikiyatrik
sorunlar ve madde kullanım bozukluklarına ait problemler farklı servisler tarafından tedavi
edilmektedir. Şizofren hastaların farklı tedavi birimlerinden yardım almakta yaşadıkları
güçlük, klasik madde kullanım bozukluğu ve psikiyatrik programları bulunan servislerin bu
hastalarla ilgilenmede gönülsüz olmaları ile birleştiğinde ortaya ciddi sorunlar çıkmaktadır.
Çok yönlü, uzun süreli ve esnek tedavi ideal olanıdır (8, 11, 57).
Tedavi öncelikli olarak esneklik gerektirmektedir; bu da tedaviye hastanın en önemli
problem olarak gördüğü maddeleri bırakmaktan başlaması ve diğer maddelerin alımını
azaltması anlamına gelmektedir. Nikotin kullanımı en büyük problem olmasa da sıklıkla
başlangıç hedefi olarak seçilmektedir; klinik deneyimler kademeli ve programlı sigara
azaltımının komorbid popülasyonlarda daha cazip ve başarılı bir yöntem olduğunu ortaya
koymaktadır. Şizofren hastalarda da genel popülasyonda olduğu gibi madde kullanımının
kontrolü birkaç girişimin sonucunda gerçekleşmektedir (genel toplumda 5; şizofren
popülasyonda >5 bırakma girişimi). Dolayısıyla klinik servisler bu gerçeğin farkına vararak
orta derecede bir başarıyı bile ödüllendirmelidirler (15, 148).
Motivasyon arttırma yöntemi, hastaların madde kullanımının yarar ve zararlarını
değerlendirmelerine ve madde kullanımı ile yaşam amaçları arasındaki uyumsuzluğu
farketmelerine, madde kullanım kontrollerini ve semptomlarını idare edebilme becerisini
geliştirme konusunda cesaretlenmelerine yardımcı olur. Aslında akut epizodlar madde
kullanımının negatif etkilerine güçlü bir angajman fırsatı sağlamakta, öte yandan mali ve
fiziksel tesirler de diğer motivasyon kaynaklarını oluşturmaktadırlar.
Dual tanılı hastaların etkin tedavisi için gündeme getirilen gereksinimlerin en
önemlisi, psikiyatrik bozukluk ve madde kullanım bozukluğuna yönelik yaklaşımları biraraya
getiren özel bir programın gerektiğidir (8, 90). Bununla ilgili ilk bildirilerden biri olan ve dual
tanılı 11 hastayı üç aylık bir tedavi programında inceleyen Kofoed ve arkadaşlarına ait
çalışmada (1986), yatış süresinin kısaldığı ancak abstinansın izlem esnasında sürdürülemediği
bulunmuştur (254). İkinci bir gereksinim ise madde kullanımının dikkatli değerlendirilmesidir
(57, 90). Bir tedavinin etkin olabilmesi için tedavi programının hem madde kullanım
paternleri, hem de psikiyatrik durum açısından bireysel farklılıkları göz önünde bulundurması
gerekmektedir. Hastalar, kullanılan maddenin cinsi, kullanım nedenleri ve kullanım dereceleri
açısından birbirinden farklılıklar gösterebilmektedir (11).
51
Primer madde kullanıcıları için gelecek vaadeden en önemli tekniklerden biri relaps
önleme tekniğidir (255). Bu, bilişsel-davranışsal bir yaklaşım olup hastalara, riskli
durumlardan kaçınmaları; sosyal baskılarla, acil durumlarla ve kaymaları önleme ile bilişsel
başa çıkma becerilerini kullanmaları öğretilerek relapslar önlenmeye çalışılır. Bu yaklaşımın,
belirgin kognitif yetersizliği olan hastalarda sınırlı uygulanabilirliğe sahip olduğu akılda
tutulmalıdır (256). Şizofrenide madde kullanım tedavisi, psikososyal rehabilitasyon stratejileri
ile entegre edilmelidir. Relaps önleme eğitimini yerleştirebilmek sosyal beceri eğitimi,
davranışsal ve psikoedükasyonel aile terapisi ve toplum bazlı hasta yönetimi gibi psikososyal
uygulamalarla gerçekleştirilebilir(257). Bu becerilerin kazandırılması ile amaçlanan, şizofren
bireyin madde kullanmayan bireylerle de iletişim kurabilmelerine yardımcı olabilmektir.
Benzer şekilde ebeveynin eleştirel yaklaşımını ve bunun yarattığı olumsuz tesirlerle başa
çıkmaya çalışan hasta ile ailesinin ilişkilerini düzeltmeye odaklanan aile katılımlı yaklaşımlar
dizayn edilebilir (11).
Osher ve Kofoed (1989) dört aşamalı bir tedavi konsepti oluşturmuşlardır. Hasta
öncelikle tedaviye angaje olmalıdır; bu aşama aylar hatta yıllar alabilir. Sonrasında birey uzun
süreli abstinans-yönelimli tedaviyi kabul etmesi için ikna edilmelidir; bu da yavaş yavaş
oluşacak bir süreçtir. Bu iki basamak gerçekleştirildikten sonra birey aktif tedavi için hazır
hale gelmiştir ki bu da, hastaya ayık kalması için gerekli becerilerin öğretilmesini içerir. Son
olarak
hastaya relaps
önleme
becerileri
öğretilmelidir.
Son
iki
basamak
çeşitli
nonkonfrontasyonel öğeleri gerektirir: sosyal beceri eğitimi, problem çözebilme eğitimi ve
Marlatt’ın relaps önleme programı (258).
Evsizlik, işsizlik, yoksulluk, can sıkıntısı ve sosyal izolasyon gibi kronik hastaların
maruz kaldığı olumsuz yaşam koşullarının düzeltilmesine çalışılmalı, mümkünse aile işin
içine katılmalı, sosyal destek arttırılmalıdır. Uygun bir tedavi rejimi belirlenmeli, yoğun bir
hasta idare sistemi ile sosyal ve tıbbi ihtiyaçlar koordine edilmelidir (11, 57, 145). Bond ve
arkadaşlarının (1991) bir çalışmalarında bu hastalarda yaşam kalitesinin artması ile birlikte
yatış sayı ve süresinin azaldığı bildirilmiştir (259).
Özellikle ABD’de günümüz tedavi yaklaşımları üzerine belirgin etkiye sahip olan
Adsız Alkolikler’in amaçladıkları; bireylerin yaşadığı izolasyon ve yalnızlık duygusunu
kırmak, alkol ve madde bağımlılığı hususunda eğitim vermek, problemleri konusunda içgörü
kazandırmak ve bu problemlerin potansiyel çözümlerini bulma yeteneği kazandırmak,
düzelme ümidinin var olduğunu göstermek, temel sosyalizasyon becerilerini öğretmek, bu
bireylerin boş vakitlerini verimli bir biçimde doldurmalarına yardımcı olmaktır. Tüm bu
avantajlarına rağmen psikotik hastaların bir bölümünde uygun bir yaklaşım değildir. Bazı
52
psikotik hastalar yetersiz sosyal becerilere sahip olup görüşmelerden sosyal ipuçları
çıkaramamaktadırlar, ek olarak AA’nın verdiği bazı klasik mesajlar şiddetli mental hastalığı
olan bu bireylerde kafa karışıklığına yol açabilmektedir. Bazı klinisyenler özelleştirilmiş 12
basamaklı grupların bu hastalar için geliştirilmesini önermişler; diğerleri ise bu hastaları AA
için hazırlamak ve gruplar esnasında hastalara eşlik etmek gerektiğini vurgulamışlardır (258,
260).
Bununla birlikte davranışçı tedavi teknikleri alkol ve madde kullanıcılarına otokontrol
becerilerini
öğretmek
amacıyla uygulanabilir
görünmektedir.A-Sosyal baskılarla
ve
kişilerarası sorunlarla başa çıkmada güçlük yaşayan madde kullanıcıları için daha güçlü
toplumsal beceriler, B-Relapsa neden olabilecek yüksek riskli durumlara odaklanan relaps
önleme becerileri, C-Kişisel ve kişilerarası faktörleri belirlemede başa çıkma hünerleri
(düşünceler, duygudurum, beklentiler, evlilik veya aile ilişkileri) ve bu becerileri güçlendirici
problem çözme yetileri (260).
Liberman ve arkadaşları (1985) sosyal ve bağımsız yaşam becerileri (SİLS) diye
bilinen yapılandırılmış modülleri olan bir program oluşturmuşlar ve psikotik hastalara bu
şekilde sosyal ve bağımsız yaşama yetilerini öğretmişlerdir. Bu program arkadaşlık kurabilme,
iletişimi sürdürebilme, tedavi ve belirtileri tek başına idare edebilme gibi yetenekleri
geliştirmelerini sağlamada sistematik davranışsal tekniklerin uygulanmasını içerir. Bu sayede
program hastaları hayatlarını değerlendirebilir ve nerede değişiklik yapacağına karar verebilir
kılmaktadır (261).
Şiddetli veya kronik çok sayıda problemi bulunan hastalarda kullanılabilecek
yöntemlerden biri ise yoğun hasta idaresi stratejisidir. Ruh sağlığı alanında hasta idaresi
yaklaşımı hastanın sosyal çevresi tarafından oluşturulan biyopsikososyal sorunları
hedeflemektedir. Bu problemler günlük yaşamsal aktivitelerde yetersiz becerileri, düşük stres
toleransını, zayıf impuls kontrolünü, alkol ve madde kullanımını, sosyal sistemler ve
kurumlara bağımlılığı, süregen bir zeminde tedaviye katılma güçlüklerini ve davranışların
sonuçlarının sorumluluğunu almadaki güçlüğü içermektedir (260).
Drake ve arkadaşları (1991) multidisipliner ekip yapısı taşıyan “İddialı Toplum Tedavi
Programı Modeli (PACT)” ile “yoğun hasta idaresi” ve “direkt ruh sağlığı tedavisi”ni bir
program içinde birleştirmişlerdir. Bu yaklaşımda uzmanlaşmış alkol ve madde tedavi ekibi,
ruh sağlığı tedavi ekibi ile birleştirilmekte ve psikoedükasyonel yönelimli gruplar aracılığı ile
dual tanılı hastalara eğitim ve destek sağlama hedeflenmektedir. Bu ekipler kriz önleme,
barınacak yer desteği, beceri eğitimi, mesleki rehabilitasyon, destekleyici terapi, medikasyon
gözlemi ve aile eğitimi sağlamaktadır (262).
53
Jerrell ve arkadaşları (1995) 132 dual tanılı hastaya üç hizmet yaklaşımı uygulamışlar,
24 aylık süreçte psikososyal sonuçlarda gelişen değişiklikleri, psikiyatrik bozukluk ve madde
kullanım bozukluğu semptomatolojisindeki değişimleri izlemişler; davranışsal beceri
grubundaki hastaların 12 basamaklı tedavi yaklaşımı ile kıyaslandığında en olumlu ve anlamlı
psikososyal işlevsellik ve semptomatoloji değişimleri sergilediklerini tespit etmişlerdir.
Ayrıca hasta idaresi uygulaması da 12 basamaklı yaklaşım ile kıyaslandığında bazı pozitif ve
önemli değişiklikler ile sonuçlanmıştır (260).
B-Farmakoterapi
Komorbid madde kullanımı olan şizofren hastaların farmakoterapisine ilişkin öneriler
dört kaynaktan türemektedir: Şizofreni hastalarında kokain kullanımına ait farmakoterapi
çalışmaları, eksen I komorbid hastalığı bulunmayan madde kullanıcılarıyla yapılan
farmakoterapi çalışmaları, şizofreni farmakoterapisindeki gelişmeler ile nöroloji bilimindeki
gelişmeler (263).
Farmakoterapi için bir hedef olarak self-medikasyon: Madde kullanım problemlerinin
klasik farmakolojik tedavisi 7 konfigürasyona bölünebilir: 1-Detoksifikasyon ve korunma
esnasında geçici bir süre için maddenin yerine geçebilecek agonistlerin kullanımı (opiyat veya
nikotin yerine koyma tedavisi) 2- Antagonistler (örn nalokson, naltrekson) 3- Tiksindirici
ajanlar (disülfiram) 4- Aşermeyi önleyen ajanlar 5- Madde arayışını önleyen ajanlar 6Komorbid psikiyatrik problemlerde kullanılan ajanlar 7-Komorbid medikal sorunlarda
kullanılan ajanlar.
İki ek alan komorbid hastaların tedavisinde uygun olabilir: Negatif belirtileri ve
nöroleptik yan etkilerini hedef alan ajanlar (263).
Çalışma sonuçları göstermektedir ki kokain kullanan şizofren hastaların tedavisindeki
etkinlik, dopamin geri alımını bloke eden trisiklik bir antidepresan olan desipramin
kullanılarak arttırılabilir; bu ilaç hem depresyonu düzeltmekte, hem de aşermeyi azaltmaktadır
(173). Selejilin (MAO TipB inhibitörü) , flupentiksol (D2 otoreseptör ve postsinaptik blokeri),
mezindol (parsiyel DA agonisti), bromokriptin (DA agonisti) ile ilgili artan sayıda çalışma
bulunmaktadır. Opiyat ve alkol kullanımında relaps önleme tedavisinde levo-alfaasetilmetadol (LAAM-uzun etkili opiyat sürdürme tedavisi) ve naltrekson (opiyat antagonisti)
FDA (Food and Drug Administration) tarafından onaylanan tedavilerdir (173, 263, 264).
54
Akut psikotik belirtilerin tedavisi
Özellikle artan şiddet riskine bağlı olarak, komorbid madde kullanımı bulunan şizofren
hastaların birçoğu ya akut semptomatoloji ya da relaps önleme amacıyla nöroleptik tedaviye
ihtiyaç duyacaktır. Akut psikozda kullanılmak zorunda kalınan yüksek potensli klasik
nöroleptikler psikopatolojiyi düzeltirken, yan etkilere yol açarak madde kullanımına neden
olabilirler. Dual tanılı hastaların tedaviye uyumsuz olmaları birçoğu klasik nöroleptik olan
depo formüllerin kullanılmasına neden olmaktadır. Kokain kullananlarda flupentiksol
aşermeyi önleyici etkisi nedeniyle üzerinde çalışılan bir depo nöroleptiktir (6). Yeni kuşak
antipsikotik ajanları kullanan hastalar, nörokognitif ölçümlerde daha yüksek performans
gösterdiklerinden madde kullanımını önlemede daha etkin stratejiler geliştirebilmekte ve
psikolojik yöntemlerden daha fazla faydalanabilmektedirler (264). Madde kullanan hastalarda
serotonerjik anormalliklerin ve nükleus akkumbens ile santral tegmental bölgede artmış
dopaminin, özellikle alkol ve kokainin kullanımında pekiştirici rolü bilindiğinden, bu
ajanların serotonerjik antagonizma ve dopamin nörotransmisyonu üzerine etkide bulunarak
yasadışı maddelere aşermeyi azalttıkları ve klozapin başta olmak üzere bu nöroleptiklerin
mezokortikolimbik devrelerdeki dopamin aracılı ödül sistemlerindeki defektleri düzelttikleri
düşünülmektedir (264). Serotonerjik antagonizma ile nöroleptiklerin yol açtığı EPS
hafiflerken, prefrontal kortekste benzer bir
disinhibisyonla negatif belirtiler azalır.
Antikolinerjik medikasyonun özellikle psikozun akut fazında eklenmesi ile negatif belirtilerin
anlamlı derecede azaldığı gözlenmiştir (173).
Klozapinin sigara, alkol ve kokain kullanımını azalttığına dair deliller vardır. Marcus
ve Snyder (1995) klozapin ile tedavi edilen 13 şizofrenik sigara kullanıcısının %85’nin tedavi
başlangıcından itibaren sigara kullanımında azalma tanımladıklarını, hastaların bu azalmayı,
istekte ortaya çıkan azalmayla değil; plan, hesaplama yetilerindeki artış ve sigaranın mali ve
tıbbi sonuçlarını değerlendirebilmeleri ile açıkladıklarını bildirmiştir (265). Frankenburg ve
arkadaşları (1994) alkol kullanımı olan şizofrenlerin %50’sinin klozapin tedavisi ile 18 ay
içinde alkolü bıraktıklarını bildirmişlerdir (266). Klozapinin kokain arama davranışını
azalttığına dair preklinik ve klinik veriler de mevcuttur. Son zamanlarda olanzapinin madde
kullanan şizofren hastalarda etkin olabileceğine dair bulgular da vardır (264).
Akut epizodda ajitasyon, hostilitenin kırılması amacıyla kullanılan benzodiazepinlerin
komorbid hastalarda kısa süreli kullanımı ve kesilme aşamasında dozun kademeli olarak
azaltılması önerilmektedir. Benzodiazepinler ayrıca bazı maddelerin detoksifikasyonunda da
kullanılmaktadır (alkol, opiyatlar, bazı stimülanlar ve benzodiazepinler) (15).
55
Madde kullanımı için özel farmakoterapiler
Standart nikotin yerine koyma rejimi, (5 hafta 21mg; diğer 2 hafta 14mg ve 7mg) komorbid
hastalarda şizofrenik alevlenmeye neden olmadan sigaranın kesilmesinde yarar sağlamaktadır. Daha
yüksek nikotin kullanımı olan hastalarda daha yüksek dozlara gerek duyulduğu, yüksek miktarda
sigara tüketen şizofren hastalarda da dikkate alınmalıdır ( 14, 15).
Randomize kontrollü çalışmalar bulunmamakla birlikte bazı vaka bildirilerinde bupropionun
yararlarına değinilmektedir. Bupropionun bazı şizofrenlerde toksik etkiler yaratabileceği, nöbetlere yol
açabileceği, psikozu alevlendirebileceği (dopamin alımını bloke ederek) bildirilmektedir. Dozu
düşürmek ya da daha yavaş arttırmak psikotik alevlenme riskini azaltabilir; bu nedenle yakın takip
önerilmektedir. Nöbet riski dozla ilişkili olup predispozan faktörler (nöbet öyküsü, yeme bozukluğu,
DM, kafa travması, SSS tümörleri) ve nöbet eşiğini düşürdüğü bilinen antipsikotiklerin kullanımı bu
riski arttırmaktadır (15).
Alkol bağımlılığı tedavisinde son yıllarda iki değerli farmakoterapötik ajan klinik uygulamaya
sunulmuştur: Naltrekson ve Akamprosat. Randomize kontrollü klinik denemeler her iki ilacın da alkol
kullanımının sonlandırılmasını yaklaşık iki kat arttırdığını, alkolün kullanılmadığı süreyi arttırıp relaps
riskini azalttığını göstermiştir. Şizofren hastalarda alkol bağımlılığı tedavisinde akamprosat için kontrollü
deneme yokken, naltreksonun bu hastalarda etkinliği arttırdığı henüz gösterilememiştir. Yine de
şizofrenide kullanımlarının güvenli olmayacağına dair bir bulgu olmadığından düşünmeye değerdir (15).
Disülfiram alkol bağımlılığında uzun süredir var olan bir tedavi olup, pozitif belirtilerde artış
yaratmadan şizofren hastalarda kullanılabileceğine dair bildiriler vardır (267). Hastaların motive
olmaları, organik beyin bozukluğu ve kardiyak bozukluklarının bulunmaması gerekmektedir. Yüksek
dozlarda alınan disülfiramın dopamin B-hidroksilazı inhibe edip dopamin birikimine yol açarak
psikotik belirtileri tetikleyebildiği akılda tutulmalıdır. 250mg/gün dozu belirgin ilaç etkileşimi veya
psikiyatrik komplikasyon yaratmamakla birlikte yakın takip gerekmektedir (15).
Metadon veya buprenorfin ile naltrekson opiyat bağımlılığı tedavisinde kullanılan ajanlardır.
Komorbid hastalarda metadon kullanımı ile ilgili kontrollü deneme olmamakla birlikte klinik
deneyimler metadonun bu hastalarda faydalı olduğunu göstermektedir. Hastaya bilgilendirilmiş olur
formu verilmeli, hastanın motivasyonu sağlanmalıdır. İlk 2 hafta (stabilizasyon fazı) kritik dönemdir.
Metadonun antipsikotik gereksiniminde değişiklik yaratabileceğine dair bildiriler nedeniyle şizofren
hastalar toksisite bulguları açısından yakınen izlenmelidir. Metadonun çekilmesinin bazı hastalarda
psikotik belirtileri tetikleyebildiği bildirilmektedir. Başlangıç dozu 20mg’ı aşmamalı, doz
5mg/gün’den hızlı yükseltilmemeli ve ilk haftanın sonunda 50mg/gün’ü aşmamalıdır. En yüksek doz
genel popülasyondaki bireylerde 60-120mg arasında iken, komorbid hastalarda farklı bir hedef doz
gerektiğine dair bir bulgu yoktur (15).
56
MATERYAL VE METOD
Bu çalışma, Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nin Ayaktan Tedavi Ünitesi’nde bulunan polikliniklere, Temmuz 2004Mayıs 2005 tarihleri arasında ardışık olarak başvuran, DSM-IV tanı kriterlerine göre
şizofrenik bozukluk tanı ölçütlerini karşılayan hastalar ile görüşülerek yapılmıştır. Acil
psikiyatri bölümüne başvuran hastalarla akut şizofrenik alevlenme döneminde oldukları kabul
edilerek görüşme yapılmamıştır. Çalışmaya ardışık, rasgele alınan hastalara öncelikle
çalışmanın amacı, tanımı ve ayrıntıları
konusunda bilgi verilmiş, dilerlerse çalışmaya
katılmayı reddetme veya görüşmeyi herhangi bir noktasında sonlandırma hakkına sahip
oldukları açıklanmış, kayıtlarının yasaların öngördüğü şekilde gizli tutulacağına dair güvence
verilmiştir. Bu bilgilendirme sonrasında olur formumuzu imzalayan ve çalışmamıza katılmaya
yazılı olarak onay veren hastalar değerlendirmeye alınmıştır.
Görüşmeye alınan 312 şizofren hastanın 6’sı akut alevlenme döneminde olduğundan, 2
şizofren hasta epilepsi öyküsü bulunduğu gerekçesiyle ve kalan 4 hasta çeşitli nedenlerle onay
vermediği için çalışmaya alınamamıştır. Sonuç olarak, çalışma toplam 300 şizofren hasta ile
tamamlanmıştır.
Dışlama Kriterleri;
-18 yaşın altında, 65 yaşın üstünde olmak,
-Akut alevlenme dönemi içerisinde bulunmak,
-Epileptik olmak,
-Mental retardasyonu bulunmak,
-Alkol ve/veya madde kullanımına bağlı psikotik bozukluk tanısı ile izleniyor olmak.
Çalışmamıza alınan hastalar ile birebir görüşme yapılmış, şizofreni ve alkol-madde
kullanım bozukluğu öyküsü ile ilgili bilgilerin temininde, gerek hastalığa ait verilerin kayıtlı
olduğu poliklinik dosyalarından, gerekse hasta ve hasta yakınlarının bildirilerinden
yararlanılmıştır. Hastalarla yaklaşık olarak 1,5 saat süren görüşme esnasında iki adet form,
sekiz adet ölçek uygulanmış, verilen yanıtlar kaydedilmiş; hastaların yanıtlandıramadığı
sorularda, yakınlarının yardımına başvurulmuştur. Hastalara sırasıyla sosyodemografik veri
57
formu, hastalık öyküsü formu, Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeği, Negatif ve Pozitif
Semptomları Değerlendirme Ölçekleri, Hamilton Depresyon Ölçeği, Anormal İstemsiz
Hareketler Ölçeği, Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği, İçgörü Değerlendirme
Ölçeği, İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği uygulanmıştır. Hastalardan yaşamının bir
döneminde veya şu anda
DSM-IV tanı kriterlerine göre alkol ve/veya madde kullanım
bozukluğu bulunanlar belirlenmiş ve alkol-madde kullanımı bulunan ve bulunmayan hastalar
sosyodemografik özellikleri, hastalık bilgileri ve aşağıda belirtilen ölçek skorları bakımından
karşılaştırılmıştır.
ÇALIŞMADA KULLANILAN GEREÇLER
A-SOSYODEMOGRAFİK VERİ FORMU:
Hastaların sosyodemografik özelliklerini değerlendirmek amacıyla hazırlanan bu form;
yaş, cinsiyet, öğrenim düzeyi, medeni durum, sosyoekonomik durum, çalışma ve barınma
durumu, yaşanılan coğrafi bölge ve suç öyküsünden oluşmaktadır. Bu formun uygulanması ile
amaçlanan sadece şizofreni tanısı ile izlediğimiz hastaları, alkol-madde kullanımı ek tanısı
konmuş şizofrenik hastalarla sosyodemografik nitelikleri, yasal sorun deneyimleri, yaşadıkları
kişilerle iletişimleri bakımından ayrıntılı bir biçimde karşılaştırabilmektir. Veriler; hastane
kayıtları, hasta ve hasta yakınlarının verdiği bilgilere başvurularak temin edilmiştir.
B-HASTALIK ÖYKÜSÜ FORMU:
Hastalık belirtilerinin başlangıç tarihi, hastaneye ilk başvuru ve yatış tarihleri, toplam
yatış sayı ve süresi, relaps sayısı, süisid ve homisid öyküleri, alkol ve madde kullanımı ile
ilişkili veriler, tedavi öyküsü ve her iki tanı açısından aile yüklülüğü öyküsünden
oluşmaktadır. Bu form ile; hem şizofreni, hem de alkol ve madde kullanım bozukluğu
öykülerine ait bilgilere mümkün olan en detaylı biçimde ulaşılması hedeflenmiştir.
C-KISA PSİKİYATRİK DERECELENDİRME ÖLÇEĞİ (BRIEF PSYCHIATRIC
RATING SCALE-BPRS):
58
Overall ve Gorham tarafından 1962’de geliştirilen bu ölçek, daha sonra Bech ve
arkadaşları tarafından modifiye edilmiş, 18 kritere indirilmiştir. Her kriter 0-4 arasında puanlardan
biriyle değerlendirilir. Maksimum puan 72’dir. Kolay uygulanan bir görüşmeyle, psikiyatrik
semptomlar değerlendirilir. Ölçek maddeleri psikoz, depresyon ve anksiyete semptomlarını
araştırır. “Bedensel yakınma, anksiyete (ruhsal), duygusal geri çekilme, düşüncenin dağınıklığı,
kendini yerme ve suçluluk duyguları, anksiyete (bedensel), özgül motor bozukluklar, abartılmış
benlik saygısı, depresif duygudurum, düşmanlık, şüphecilik, varsanılar, psikomotor yavaşlama,
işbirliğine girmeme, garip düşünce içeriği, körleşmiş ve uygunsuz duygulanım, psikomotor
ajitasyon ile yönelim bozukluğu ve konfüzyon” sorgulanan maddelerdir. Ülkemizde geçerlilik ve
güvenilirlik çalışması yapılmıştır (268). Her iki grup hasta, gerek her bir item açısından, gerekse
toplam skorlar üzerinden birbiriyle kıyaslanmıştır.
Ç-NEGATİF VE POZİTİF SEMPTOMLARI DEĞERLENDİRME ÖLÇEKLERİ:
-Scale for the Assessment of Negative Symptoms (SANS)
-Scale for the Assessment of Positive Symptoms (SAPS)
Andreasen tarafından geliştirilen bu ölçeklerle, şizofreninin akut (pozitif) semptomları
ile yetersizlik (negatif) semptomları tanımlanmaya ve kantitatif olarak saptanmaya
çalışılmaktadır. Her iki ölçek fenomenolojik semptom analizlerinde, hastalık şiddetini
nicelleştirmede, hastanın semptomlarındaki değişimlerin saptanmasında, tedaviye yanıtı
izlemede kullanılabilir. Ölçeğin değerlendirildiği pozitif semptomlar dört grupta toplanmıştır:
Varsanılar, sanrılar, garip davranış ve biçimsel düşünce bozukluğu. Negatif Semptom Ölçeği
ise beş ana belirtiyi değerlendirir: Affektif küntlük, enerjide azalma, zevk alamama,
düşüncede yoksullaşma ve dikkat bozukluğu. Ölçeklerin tekrar test güvenilirlikleri,
değerlendiriciler arası güvenilirliği ve genel iç tutarlığı oldukça yüksek bulunmuştur. Erkoç,
Arkonaç, Ataklı ve arkadaşları tarafından dilimize çevrilerek, güvenilirlik ve geçerlilikleri
incelenmiştir. Çalışmamızda bu iki ölçeği uygulama nedenimiz alkol ve/veya madde kullanım
bozukluğu bulunan ve bulunmayan şizofren gruplarımızda hastalık şiddetini (özellikle pozitif
ve negatif belirtiler) niceliksel olarak belirleyebilmektir. Bu amaçla her item incelenmiş, iki
grup hem alt ölçek toplam puanları, hem de ölçek toplam puanları bakımından
karşılaştırılmıştır ( 269 ).
D-HAMILTON DEPRESYON ÖLÇEĞİ (HDÖ):
59
Max Hamilton tarafından, depresyon tanısı almış hastalarda depresyonun şiddetini
değerlendirmek amacıyla geliştirilmiş olan bu ölçek, 17 depresyon semptomunu, ya üç ya da beş
dereceli bir boyut üzerinde değerlendirmektedir. Ayrıca puanlamaya katılmayan, gün içi
değişimleri ve başka semptomları değerlendiren dört maddesi daha vardır. Ölçeğin nasıl
kullanılacağını gösteren bir el kitabı olmamasına rağmen, her madde için derecelendirmeyi
kolaylaştıracak açıklamalar verilmiştir. Değerlendiriciler arası güvenilirliğin daha yüksek olması
amacıyla Williams (1978) tarafından yapılandırılmış formu geliştirilmiştir (Hamilton Depresyon
Derecelendirme Ölçeği İçin Yapılandırılmış Görüşme Ölçeği). Türkçe’ye çevrilmiş ve geçerlilik
ve güvenilirlik çalışmaları tamamlanmış (Akdemir ve ark, 1996) olan bu ölçeğin, yeterli iç
tutarlığa, test-tekrar test güvenilirliğine, değerlendiriciler arası güvenilirliğe, yapı ve ölçüt bağıntılı
geçerliğe sahip olduğu gösterilmiştir (270). Çalışmamızda kullandığımız bu ölçeğe ait maddeleri
puanlandırırken, önerildiği biçimde görüşme, gözlem, yaşam öyküsü, yakınların görüşleri gibi
mümkün olan tüm bilgi kaynaklarından yararlandık.
E-ANORMAL İSTEMSİZ HAREKETLER ÖLÇEĞİ (AİHÖ;AIMS):
Simpson ve arkadaşları tarafından 1979 yılında yayınlanmış olan ölçek, bedenin yedi
bölgesini anormal hareketler açısından değerlendirmekte ve bu hareketlerin şiddetini
derecelendirmektedir. 10 itemli bu ölçeğin Türkçe’de değerlendiriciler arası güvenilirlik
çalışması, Akbostancı MC, Balaban H ve Atbaşoğlu C tarafından yapılmıştır (2000). Ölçeğin
çalışmamızda kullanılma nedeni, madde kullanımının şizofren hastalarda tardiv diskinezi
şiddetini etkileyip etkilemediğini, eğer etkiliyorsa ne yönde etkilediğini tespit edebilmektir.
F-EKSTRAPİRAMİDAL BELİRTİLERİ DEĞERLENDİRME ÖLÇEĞİ (EBDÖ):
Chouinard
ve arkadaşları tarafından 1984 yılında geliştirilmiş olan ölçek, Oğuz
Arkonaç tarafından Türkçe’ye uyarlanmıştır. Nöroleptik kullanan hastada ekstrapiramidal yan
etkilerin değerlendirilmesi ve ölçülmesi amacıyla kullanılan ölçek, toplam 4 bölümde 22
sorudan oluşmaktadır. Ölçek, uygulama sırasında hem sorgulamaya, hem gözleme, hem de
fizik muayeneye dayanarak doldurulur. Ekstrapiramidal belirtileri alt gruplara ayırarak
değerlendirir: Akut distoni, akatizi, parkinsonizm ve geç diskinezi.
G-İÇGÖRÜ DEĞERLENDİRME ÖLÇEĞİ (İDÖ):
60
Bu ölçek, David A. tarafından (1990) içgörünün üç bileşeni olduğu öne sürülerek
hazırlanan 7 itemli ölçeğin, araştırmacılarca Türkçe’ye çevrilip, 2 madde eklenmesiyle
oluşmuştur. 1992 yılında geçerlilik ve güvenilirlik çalışması yapılarak yayınlanmıştır.
Ölçeğin, hastalığın kabul edilmesini, psikotik yaşantıları anormal olarak adlandırma yetisini,
tedaviye tutumu, geçmişteki ruhsal rahatsızlıklara dair farkındalığı değerlendirmeyi
hedefleyen 4 bölümü vardır. Her item 0,1,2 şeklinde değerlendirilerek şiddeti ölçmektedir.
Skor ne kadar yüksekse içgörü o kadar fazla demektir.
H-İŞLEVSELLİĞİN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ ÖLÇEĞİ (İGD):
DSM-IV’ün V. ekseninde hastanın psikolojik, sosyal ve mesleki işlevlerini
değerlendirmek amacıyla kullanılmakta olan bu ölçek, psikiyatrik araştırmalarda ve
kliniklerde çok kullanılan bir aracın gözden geçirilmiş şeklidir. Hastayı inceleyen klinisyen,
kendi yargısını kullanarak kişinin genel uyum düzeyini 0-100 arasında değişen bir ölçek
üzerinde değerlendirir. Ölçeğin kullanımını kolaylaştırmak için, belli aralıklarla (her 10
puanda bir), işlevleri o düzeyde olan vakaların sosyal ve mesleki işlevleri ile semptomlarının
ağırlık derecesi, örneklerle açıklanmıştır. Sosyal işlevleri değerlendiren, yaklaşık 30 aracın
gözden geçirildiği bir çalışmada, İGD’nin oldukça güvenilir ve geçerli, ancak yaygın
kullanılmayan bir ölçek olduğu görülmüştür (20).
İSTATİSTİKSEL YÖNTEM
Çalışmamızın biyoistatistiksel analizleri, “SPSS for Windows Version: 11.5”
İstatistiksel paket programı kullanılarak yapılmıştır. Sayısal değişkenlerin ortalamalarının
karşılaşatırılmasında
Student-t
testi,
nonparametrik
değişkenlerin
ortancalarının
karşılaştırmasında Ki-kare ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır. Karşılaştırmalar
sosyodemografik veriler, semptom şiddetleri açısından kullanılan ölçeklerden elde edilen
sonuçlar açısından yapılmıştır. Örneklem grubu, komorbid alkol ve madde kullanım
bozukluğu olan şizofren hastalarla, komorbid tanısı olmayan şizofren hastalar olmak üzere iki
gruba ayrılmıştır. Karşılaştırmalar bu iki grup arasında yapılmıştır. Hesaplamalarda anlamlılık
sınırı olarak “0.05” değeri kullanılmıştır
61
BULGULAR
Örneklemin Tanımı
Çalışmaya alınan 312 hastanın 300’ü değerlendirilmiştir. 300 kronik şizofren olgunun
141’i (%47) kadın, 159’u (%53) erkekti (Tablo-1).
Hasta sayısı
Yüzde (%)
Kadın
141
47.0
Erkek
159
53.0
Toplam
300
100.0
Tablo-1. Cinsiyet Dağılımı
Örneklem grubunun genel yaş ortalaması 37.59 (SD 10.917) olup, kadınlarda 37.94
(SD 11.260), erkeklerde 37.28 (SD 10.629) idi (Tablo-2).
Hasta sayısı
(N)
Yaş
300
Minimum
(min)
Maksimum
(max)
Ortalama
(ort)
SD
18
65
37.59
10.917
Tablo-2. Yaş ortalaması
Çalışmamıza katılan hastalarımızın sosyodemografik özelliklerinin bir bölümü Tablo
3’te özetlenmiştir.
62
N
%
Okur yazar değil
11
3.7
Okur yazar
20
6.7
138
46.0
Ortaokul mezunu
44
14.7
Lise mezunu
71
23.7
Yüksekokul mezunu
16
5.3
75
25.0
1
0.3
172
57.3
Dul
11
3.7
Boşanmış
31
10.3
Ayrı yaşıyor
10
3.3
İşçi
6
2.0
Memur
5
1.7
Serbest çalışıyor
26
8.7
Ev kadını
98
32.7
Emekli
11
3.7
Malulen emekli
39
13.0
3
1.0
112
37.3
Düşük
171
57.0
Orta
115
38.3
14
4.7
Öğrenim durumu
İlkokul mezunu
Medeni durum
Evli
Birlikte yaşıyor
Bekar
Meslek
Öğrenci
Çalışmıyor
Sosyoekonomik durum
Yüksek
Tablo-3. Sosyodemografik Özellikler
63
Örneklemde Komorbidite Oranları
300 hastadan oluşan hasta grubunun %63.7’si (191 hasta) yaşamının herhangi bir
döneminde sigara kullanmıştı. Bu hastaların %3.4’ü (10 hasta) sigarayı bırakırken, 181 hasta
(%60.3) sigara kullanımını sürdürüyordu (Tablo-4). Yaşam boyu alkol kullanım oranı %21.3
idi (64 hasta). Sosyal içicilerin sayısı 30 (%10); alkol kötüye kullanımı ya da bağımlılığı
bulunan hastaların sayısı ise 34 (%11.3) saptandı (Tablo-5). 39 hastada (%13) yaşam boyu
alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu (kötüye kullanım ya da bağımlılık) mevcuttu. Alkol
kullanım bozukluğu bulunan hasta sayısı 34 (%11.3) iken, madde kullanım bozukluğu
bulunanların sayısı 13 (% 4.3) idi. Esrar, biperiden, uçucu madde ve benzodiazepin kullanım
bozukluğu oranları sırasıyla % 2 (6 hasta); %1.7 (5 hasta); %1.3 (4 hasta); %1 (3 hasta)
olarak saptandı (Tablo 6).
Alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu bulunan hastalarımızın 9’unda çoğul madde
kullanım bozukluğu tespit edildi. Verilerimize göre 3 hastada yaşam boyu “alkol ve uçucu
madde” kullanımı vardı (%1). 2 hastada “esrar ve alkol” kullanımı (%0.7); 1 hastada
“benzodiazepin ve biperiden” (%0.3); 1’inde “alkol, esrar ve uçucu madde” (%0.3) kullanımı
saptanırken; kalan hastalarımızın birinde “alkol, esrar ve benzodiazepin”; diğerinde ise “alkol,
biperiden ve benzodiazepin” kullanımı tespit edildi (Tablo-7). Görüldüğü üzere çoğul madde
kullanımı olan hastaların bir bölümü de üç madde birden kullanıyordu.
Hasta sayısı(N)
191
Yaşam Boyu Sigara Kullanımı
Halen Sigara Kullananlar
Sigarayı Bırakanlar
Yüzde (%)
63.7
181
60.3
10
3.4
Tablo-4. Sigara Kullanım Oranları
Hasta sayısı(N)
64
Yüzde (%)
Yaşam Boyu Alkol Kullanımı
64
21.3
Sosyal İçicilik (Yaşam Boyu)
30
10.0
Alkol Kötüye Kullanımı/Bağımlılığı (Yaşam Boyu)
34
11.3
Hasta sayısı(N)
Yüzde (%)
Tablo-5. Alkol Kullanım Oranları
Herhangi bir madde kullanım bozukluğu (alkol/madde)
39
13.0
Alkol kullanım bozukluğu
34
11.3
Madde kullanım bozukluğu
13
4.3
Esrar
6
2.0
Biperiden
5
1.7
Uçucu madde
4
1.3
Benzodiazepin
3
1.0
Tablo-6. Komorbid Alkol ve/veya Madde Kullanım Bozukluğu Oranları
Hasta sayısı
N
65
Yüzde
%
Çoğul Madde Kullanımı
9
3.0
Alkol+ Esrar
2
0.7
Alkol+ Uçucu Madde
3
1.0
Benzodiazepin+ Biperiden
1
0.3
Alkol+Esrar+Uçucu Madde
1
0.3
Alkol+Esrar+Benzodiazepin
1
0.3
Alkol+Biperiden+Benzodiazepin
1
0.3
Tablo-7. Çoğul Madde Kullanım Oranları
Halen Alkol Kullananlar
Halen Esrar Kullananlar
Halen Biperiden Kullananlar
Halen Uçucu Madde Kullananlar
Halen
Benzodiazepin
Hasta sayısı
N
19
0
2
0
3
Yüzde
%
6.3
0.0
0.7
0.0
1.0
Kullananlar
Tablo-8. Şimdiki Alkol/Madde Kullanım Oranları
Hastalarımızdan alkol-madde kullanımını sürdürenlerin sayı ve oranları Tablo-8’de
verilmiştir. Şimdiki alkol-madde kullanım bozukluğu oranı %3 (9 hasta) olarak bulunmuştur.
Alkol kullananlardan (sosyal içicilik ve alkol kötüye kullanımı/bağımlılığı) 19’unun (%6.3),
biperiden kullananların %0.7’sinin (2 hasta) ve benzodiazepin kullanan 3 hastanın (%1.0)
madde kullanmaya devam ettiği saptandı. Şimdiki alkol kötüye kullanım/bağımlılık oranı ise
%1.6 (5 hasta) olarak bulundu. Buna göre benzodiazepin kullanan hastalarımızın tümü
kullanımı sürdürürken, yaşam boyu esrar ve uçucu madde kullanımı bulunanların hiçbiri bu
maddeleri kullanmaya devam etmiyordu.
66
Şizofreni Tanılı Hastaların Madde Kullanım Bozukluğu Ek Tanılı Şizofren
Hastalarla Karşılaştırılması
Aşağıdaki tablolarda herhangi bir madde kullanım bozukluğu bulunan şizofren hasta
grubu (komorbid grup) sosyodemografik özellikleri bakımından alkol ve/veya madde
kullanım bozukluğu bulunmayan hastalarla karşılaştırılmaktadır.
Kadın
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
137
52.5
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
4
10.3
X2
24.296
Erkek
124
47.5
35
89.7
Toplam
261
100
39
100
P
0.000
Tablo-9. Grupların Cinsiyete Göre Karşılaştırılması
Komorbidite açısından kadın ve erkek cinsiyet arasında ileri derecede anlamlı fark
saptandı (p:0.000). Erkek şizofren hastalarda herhangi bir madde kullanım bozukluğu belirgin
olarak daha fazla bulundu (Tablo-9).
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
Yaş
37.54
11.153
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
37.95
9.302
t
p
0.220
0.826
Tablo-10. Grupların Yaş Ortalamalarına Göre Karşılaştırılması
Her iki grup arasında yaş ortalamaları açısından fark saptanmadı. Herhangi bir madde
kötüye kullanımı/bağımlılığı bulunmayan hastaların yaş ortalaması 37.54 (SD:11.153) iken,
komorbid hastaların yaş ortalaması 37.95 (SD:9.302) olarak belirlendi (t: 0.220; p:0.826)
(Tablo-10).
67
Öğrenim düzeyi
Okur yazar/ilköğretim
kurumundan mezun
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
188
X2
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
72.0
25
64.1
1.03
6
Lise ya da yüksekokul
mezunu
73
28.0
14
p
0.30
9
35.9
Tablo-11. Grupların Öğrenim Düzeylerine Göre Karşılaştırılması
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
Eğitim süresi
7.45
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
3.716
8.15
3.057
t
p
1.127
0.261
Tablo-12. Grupların Eğitim Sürelerine Göre Karşılaştırılması
Öğrenim düzeyi ve eğitim süresi bakımından karşılaştırılan iki grup arasında anlamlı
fark bulunmadı (p:0.309; p:0.261) (Tablo-11 ve 12). Lise ve yüksekokul mezunu hastaların
oranı madde kullanımı bulunan grupta daha yüksek idi (%35.9). Yine de göze çarpan fazlalık
istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0.309).
Ayrıca alkol-madde kullanımı olmayan grupta ortalama eğitim süresi 7.45 yıl
(SD:3.716); alkol-madde kullanımı bulunan grupta ise 8.15 yıl (SD:3.057) olarak saptandı.
Komorbid hasta grubunun ortalama eğitim süresi her ne kadar saf tanılı hasta grubununkinden
fazla ise de bu, anlamlı düzeyde bulunmadı (p:0.261).
Karşılaştırılan iki grup arasında medeni durum açısından anlamlı fark bulunamadı
(p:0.094). Herhangi bir madde kullanmayan hastaların %24.5’i evli ya da birlikte yaşıyor iken,
bu oran komorbid alkol-madde kullanımı bulunan hastalarda %30.8 olarak bulundu. Tek tanılı
68
hastaların %56.3’ü, dual tanılı hastaların ise %64.1’i bekar idi. Boşanmış/dul/eşinden ayrı
yaşayan hastalarımızın oranları ise sırasıyla; %19.2, %5.1 saptandı. Komorbid ve saf tanılı
grupta evli olan ya da birlikte yaşayan hastaların eşleri ile iletişimi benzer bulundu (p:0.659).
Saf tanılı hastaların %70.7’lik bir dilimi hastalık ile bağlantılı nedenlerden ötürü boşanırken,
alkol ve/veya madde kullanımı bulunan hastaların tamamı hastalık ile ilişkili sebeplerle
boşanmıştı. Ancak iki grup arasında bu bakımdan da anlamlı bir fark yoktu (p:0.368) (Tablo13). Evlilik sayı ve süreleri bakımından anlamlı fark saptanmayan gruplarımızda; evlilik
sayısının ortalaması herhangi bir madde kullanmayan grupta 1.05±0.224; kullanan grupta ise
1.00±0.000 bulundu (t:0.106; p:0.916). Ortalama evlilik süresi ise madde kullanmayan grupta
20.64±10.794 yıl; diğer grupta ise 20.31±8.854 yıl olarak tespit edildi (t:0.875; p:0.383). İlk
grubun ortalama çocuk sayısı 2.29 (SD:1.848), ikinci grubun ise 2.21 (SD:1.311) idi ve
anlamlı bir fark bulunmadı (t:0.881; p:0.380)
(Tablo-14).
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
Medeni durum
Evli/birlikte yaşıyor
Bekar
Boşanmış/ayrı yaşıyor/dul
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
X2
p
64
147
50
24.5
56.3
19.2
12
25
2
30.8
64.1
5.1
4.734
0.094
Eşi ile iletişimi
İyi
Orta
Kötü
36
18
20
48.6
24.3
27.0
7
4
2
53.8
30.8
15.4
0.835
0.659
Boşanma nedeni
Hastalık nedeniyle
Diğer nedenlerle
29
12
70.7
29.3
2
0
100.0
0.0
0.812
0.368
t
P
Tablo-13. Komorbidite ve Medeni Durum
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
69
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
Evlilik süresi
20.64
10.794
20.31
8.854
0.875
0.383
Evlilik sayısı
1.05
0.224
1.00
0.000
0.106
0.916
Çocuk sayısı
2.29
1.848
2.21
1.311
0.881
0.380
Tablo-14.Evlilikle İlgili Veriler
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
X2
p
Doğum yeri
Kentsel
Kırsal
214
47
82.0
18.0
36
3
92.3
7.7
2.599
0.107
Yaşadığı yer
Kentsel
Kırsal
255
6
97.7
2.3
39
0
100.0
0.0
0.915
0.339
261
100.0
38
97.4
6.715
0.010
0
0.0
1
2.6
Yalnız yaşayıp yaşamadığı
Evet
Hayır
19
242
7.3
92.7
3
36
7.7
92.3
0.009
0.927
Yaşadığı kişilerle iletişimi
İyi
Orta
Kötü
156
82
19
60.7
31.9
7.4
22
12
3
59.5
32.4
8.1
0.033
0.984
Boş zamanlarını kimlerle
geçirdiği
Ailesi ile
Arkadaşları ile
Yalnız başına
90
11
160
34.5
4.2
61.3
14
3
22
35.9
7.7
56.4
1.033
0.597
Bir evinin olup olmadığı
Kira/kendine ait/başkasına
ait ancak kira ödemiyor
Evsiz, sokaklarda yaşıyor
Tablo-15. Doğum yeri ve yaşadığı ortamla ilişkili veriler
Doğum yeri ve yaşadıkları yer bakımından da bu iki grup birbiriyle benzerdi. Her iki hasta
grubu da büyük oranda kentlerde yerleşme eğiliminde idi (%97.7; %100.0). Madde kullanımı
bulunan hastaların tümü kentlerde yaşıyordu (Tablo-15). Hastaların büyük bir çoğunluğunun
yakınları ile yaşadığı, komorbid hastaların nispeten daha fazla yalnız yaşadığı (%7.7) ancak bu
70
farkın belirgin olmadığı tespit edildi (0.927). Birlikte yaşadıkları kişilerle iletişimleri arasındaki
fark da anlamlı düzeye ulaşmıyordu. Her iki grup hastanın da büyük bölümü birlikte yaşadıkları
kişilerle iyi anlaştıklarını, önemli bir sorun yaşamadıklarını belirttiler. Boş zamanlarını daha çok
yalnız başına geçirmeyi tercih ettikleri gözlenen iki grubun (%61.3; %56.4) ikinci tercihi ise
aileleri ile zaman geçirmekti (%34.5; %35.9). Alkol-madde kullanımı bulunan grubun
arkadaşları ile vakit geçirme oranı hafif düzeyde daha yüksek iken (%7.7), bu da anlamlı
seviyeye erişmemişti (p:0.597). Evsizlik oranı komorbid alkol-madde kullanan grupta anlamlı
olarak daha yüksekti (%2.6) (p:0.010). Tek tanılı hastaların tümü kiralık, kendine ait ya da
kendine ait olmadığı halde kira ödemediği bir evde yaşıyordu. Diğer yandan alkol-madde
kullanımı bulunan grubun %2.6’sının evsiz olduğu, sokaklarda yaşamak zorunda olduğu
belirlendi.
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
N
%
32
12.3
5
12.8
Çalışmıyor
120
46.0
31
79.5
Diğer
109
41.7
3
7.7
<=3 iş değiştirmiş
151
75.1
21
56.8
>3 iş değiştirmiş
50
24.9
16
43.2
76
12
34
27
11
47.5
7.5
21.3
16.9
6.9
17
1
9
8
2
45.9
2.7
24.3
21.6
5.4
Meslek
Çalışıyor
X2
p
18.128
0.000
5.260
0.022
1.673
0.796
İş değiştirme sayısı
İş düzeni
Hiç düzenli işi olmadı
Uzun aralar vererek çalışır
Emekli
Düzensiz aralıklı çalışır
Düzenli ve aralıksız çalışır
Tablo-16. Mesleki Yaşam İle İlişkili Veriler
İşsizlik süresi
Toplam çalışma süresi
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
8.95
7.280
8.63
7.740
71
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
7.66
7.180
8.35
7.310
t
p
0.195
0.846
0.158
0.875
Tablo-17. Çalışma ve İşsizlik Süreleri
Mesleki durum ve iş değiştirme sayısı bakımından bu iki grup arasında anlamlı fark
bulundu. Buna göre çalışmayan hastaların oranı madde kullanımı bulunan grupta (%79.5)
diğer gruptan ileri derecede anlamlı bir biçimde daha fazla idi (p:0.000). Bununla birlikte tek
tanılı hastaların %12.3’ü çalışırken, diğer grupta bu oran %12.8 idi. Alkol-madde
kullanmayan grupta ev hanımı, öğrenci ve emeklilerin oranı %41.7; çift tanılı grupta ise %7.7
idi. Malulen emekli olanların ve işsizlerin oranı ise çift tanılı grupta oldukça yüksek iken (%
79.5); tek tanılı grupta %46.0 bulundu. Aradaki fark ileri derecede anlamlı idi (p:0.000).
Tek ve dual tanılı hastalarımız iş değiştirme sayılarına göre karşılaştırıldı. Alkol
ve/veya madde kullanan hastalar diğer gruba oranla anlamlı olarak daha fazla iş değiştirmişti
(> 3 iş değiştirme: % 43.2; p:0.022).
İş düzeni açısından ise iki grup arasında belirgin bir fark saptayamadık (t:1.673;
p:0.796). Her iki hasta grubunun da büyük bir dilimi hiç düzenli işlerinin olmadığını belirttiler
(%47.5; %45.9). İkinci sırada emeklilik/malulen emeklilik yer alıyordu. Bunu, düzensiz ve
uzun aralar vererek çalıştıklarını ileten hastalar takip ederken düzenli ve aralıksız çalışanların
oranı düşüktü. Tek tanılı hastalarımızın %6.9’u düzenli ve aralıksız çalışırken (11 şizofren
hasta), komorbid hastalarda oran %5.4 (2 hasta) idi.
Toplam çalışma süreleri açısından karşılaştırıldığında ortalamalar 1.grupta 8.63 yıl
(SD:7.740), 2.grupta ise 8.35 yıl (SD:7.310) bulundu (p:0.875). Ortalama işsizlik süreleri ise
1. ve 2. grupta sırasıyla; 8.95 yıl (SD:7.280) ve 7.66 yıl (SD:7.180) olarak saptandı (p:0.846).
Böylece iki grup arasında bu değişkenler açısından da anlamlı fark bulunmadı.
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
72
%
X2
p
Aylık gelir
<500YTL
500-1000YTL
>1000Y TL
179
69
13
68.6
26.4
5.0
22
13
4
56.4
33.3
10.3
Sosyal Güvence
Emekli Sandığı
SSK
Bağ-kur
Yeşilkart
2022
Yok
60
81
24
57
3
36
23.0
31.0
9.2
21.8
1.1
13.8
7
15
4
8
1
4
17.9
38.5
10.3
20.5
2.6
10.3
Sosyoekonomik durum
Düşük
Orta
Yüksek
150
100
11
57.5
38.3
4.2
21
15
3
53.8
38.5
7.7
52
209
19.9
80.1
13
26
62
199
23.8
76.2
17
22
3.007
0.222
1.867
0.867
0.958
0.619
33.3
66.7
3.595
0.058
43.6
56.4
6.881
0.009
Maddi destek
Yok
Var
Maddi destek miktarı
Düşük
Yüksek
Tablo-18. Sosyoekonomik Durumla İlişkili Veriler
Aylık gelir, sosyal güvence, maddi destek ve genel sosyoekonomik durum açısından da
istatistiksel
olarak anlamlılık taşıyan fark tespit edilmedi. Her iki hasta grubunun da
yarısından fazlasının aylık gelir miktarının 500YTL’nin altında olduğu, düşük sosyoekonomik
düzeylerinin bulunduğu saptandı. 500YTL’den fazla maddi geliri olan ve sosyoekonomik
durumu daha yüksek olan hastaların istatistiksel anlamlılık arz etmese de daha çok komorbid
grupta yer aldığı gözlendi. Hastaların büyük bölümünün sosyal güvencesinin olduğu saptandı.
73
Ancak yine de sosyal güvencesi olmayan hasta sayısı da az değildi (36 tek tanılı hasta; 4 çift
tanılı hasta). Tek tanılı hastaların %80.1’i yakınlarından maddi destek alıyordu. Dual tanılı
hastalarda ise bu oran %66.7 olarak saptandı. Yakınlarından alınan maddi desteğin aylık gelire
oranı iki grup arasında karşılaştırıldığında, alkol-madde kullanımı bulunan bireylerin çift tanılı
bireylerden belirgin olarak daha yüksek miktarda maddi destek gördüğü tespit edildi
(p:0.009).
Akrabalarda psikiyatrik
hastalık öyküsü
Yok
Şizofrenik Bozukluk
Duygudurum-Anksiyete Bozuklukları
Alkol-Madde Kullanım Bozukluğu
Şizofreni+Duygudurum Bozukluğu
Şizofreni+Alkol-Madde Kullanımı
Diğer
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu
yok
N
%
208
32
11
2
2
1
5
79.7
12.3
4.2
0.8
0.8
0.4
1.9
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu
var
N
%
29
4
0
3
0
2
1
74.4
10.3
0.0
7.7
0.0
5.1
2.6
X2
p
19.65
5
0.003
Tablo-19. Aile Yüklülüğü
Aile yüklülüğü bakımından anne, baba, kardeş, çocuk ve akrabalarda psikiyatrik
hastalık öyküsü sorgulandı. Karşılaştırılan gruplarımız arasında sadece hastalarımızın ikinci
dereceden akrabalarında anlamlı fark elde edildi (p:0.003). Alkol-madde kullanan hasta
grubumuzun akrabalarında anlamlı olarak daha fazla oranda “alkol-madde kullanım
bozukluğu” ve “şizofreni ve alkol-madde kullanım bozukluğu” öyküsü saptadık.
Aile yüklülüğü açısından ailede yasal sorun öyküsünü de değerlendirmeyi uygun
gördük. Sonuçlarımıza göre alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan şizofren hastalarımızın
birinci ve ikinci dereceden akrabalarında belirgin olarak daha yüksek oranda yasal sorun
öyküsü saptadık (p:0.002). Bu grup hastanın birinci derece akrabalarında yasal sorun sıklığı %
12.8, ikinci derece akrabalarında ise %7.7 idi. Diğer grupta ise %4.2 ve %1.1’lik oranlar
saptandı (Tablo-20).
74
Alkol veya madde
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok kullanım bozukluğu var
N
%
N
%
X2
P
Ailede yasal sorun
öyküsü
Yok
Birinci derece akrabada
İkinci derece akrabada
247
94.6
31
79.5
11
4.2
5
12.8
3
1.1
3
7.7
12.815
0.002
Tablo-20. Aile Yüklülüğü
Alkol veya madde
Alkol veya madde kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
t
p
SD
0
Hastalık başlangıç yaşı
23.31
7.297
22.41
7.214
.723
0.470
İlk başvuru yaşı
24.76
8.077
23.38
7.293
1.006
0.315
İlk yatış yaşı
27.07
8.887
24.00
6.512
1.992
0.047
Tablo-21. Hastalık Başlangıcı İle İlişkili Veriler
Gruplar hastalık başlangıç yaşı, ilk başvuru ve yatış yaşları açısından da karşılaştırıldı.
Alkol veya madde kullanım bozukluğu bulunmayan grupta ortalama şizofreni başlangıç yaşı
23.31 ± 7.297 iken, alkol veya madde kullanımı bulunan grupta hastalık başlangıç yaşı
ortalaması 22.41 ± 7.214 idi. Alkol veya madde kullanan hasta grubunda şizofreni başlangıcı
daha erken olmakla birlikte anlamlı düzeyde fark bulunamadı (t: 0.723; p: 0.470).
Bir psikiyatri polikliniği veya hekimine ilk başvuru yaşı saf tanılı grupta ortalama
24.76 (SD:8.077); komorbid hasta grubunda ise 23.38 (SD:7.293) olarak tespit edildi. İlk
75
başvuru yaşı ikinci grupta daha erken olmakla beraber istatistiksel anlamlılık bulunmadı (t:
1.006 ; p: 0.315).
Bir psikiyatri kliniğine ilk yatış yaşı açısından kıyaslanan iki grup arasında anlamlı
fark saptandı (p: 0.047). Alkol veya madde kullanmayan grupta bir psikiyatri birimine ilk yatış
yaşı ortalaması 27.07 ± 8.887 bulunurken, alkol ve/veya madde kullanan grupta 24.00 ± 6.512
idi. Buna göre ilk yatış yaşı, alkol ve/veya madde kullanımı bulunan grupta anlamlı derecede
daha erkendi.
İDÖ-toplam
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
11.05
5.438
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
12.15
4.971
t
p
1.199
0.231
HDÖ-toplam
8.30
4.498
9.67
5.228
1.733
0.084
İGD-toplam
51.79
11.825
51.90
12.234
0.053
0.958
Tablo-22. Grupların İDÖ, HDÖ ve İGD Toplamlarının Karşılaştırılması
İçgörü Değerlendirme Ölçeği (İDÖ), Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ) ve
İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği (İGD) toplam skorlarını alkol-madde kullanım
bozukluğu bulunan ve bulunmayan iki grubumuz arasında değerlendirdik.
Ortalama İDÖ-toplam puanları iki grupta sırasıyla 11.05 ± 5.438; 12.15 ± 4.971
saptandı. Böylece alkol-madde kullanan grup ile kullanmayan grup arasında anlamlı fark
saptanmadı (p: 0.231).
HDÖ-toplam ortalama puanı alkol ve/veya madde kullanmayan grupta 8.30 (SD:
4.498) bulunurken, herhangi bir madde kullanmayan grupta ortalama 9.67 (SD: 5.228) olarak
belirlendi. Buna göre ikinci grupta HDÖ-toplam skoru hafif olarak daha yüksek bulunmasına
rağmen, sonuç anlamlı değildi (p:0.084).
Hastalarımızın genel işlevselliklerinin değerlendirilip iki grup arasında karşılaştırıldığı
çalışmamızda toplam İGD ortalama puanı alkol-madde kullanımı olan ve olmayan gruplarda
76
sırasıyla; 51.79 ± 11.825 ve 51.90 ± 12.234 idi. Hastalarımız arasında işlevsellik bakımından
da anlamlı bir fark saptanmadı (p: 0.958).
Kendini Yerme ve Suçluluk Duyguları
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
0.38
0.671
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
0.77
0.842
t
p
3.298
0.008
Düşmanlık (Hostilite)
0.77
0.706
1.03
0.811
2.087
0.038
Şüphecilik
1.45
0.865
1.87
0.801
2.852
0.004
Psikomotor Yavaşlama
0.49
0.802
0.21
0.469
2.136
0.003
13.64
5.700
15.79
5.755
2.196
0.029
BPRS-toplam
Tablo-23. BPRS Alt İtemlerinin ve Toplam Skorun Değerlendirilmesi
Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeğinin (BPRS) tüm itemleri ve toplam skoru
değerlendirildi. İki grup her bir item açısından karşılaştırıldı. 5., 10., 11. ve 13. itemlerde her
iki hasta grubu açısından anlamlı düzeyde fark bulundu. Ortalama toplam ölçek skorları da
birbirlerinden anlamlı düzeyde farklı idi.
“Kendini Yerme ve Suçluluk Duyguları” itemi ortalama değerleri iki grupta sırasıyla;
0.38 (± 0.671) ve 0.77 (± 0.842) olarak saptandı. Buna göre alkol-madde kullanım bozukluğu
ek tanısı olan hasta grubunun suçluluk fikirlerinin diğer gruba oranla anlamlı düzeyde daha
yoğun olduğu belirlendi (p: 0.008).
Onuncu item (düşmanlık) ortalama puanı açısından da iki grubumuz birbirinden
anlamlı olarak farklıydı (p: 0.038). Ortalama “düşmanlık” skoru, alkol-madde kullanımı olan
grupta tek tanılı şizofreni grubundan belirgin olarak yüksekti (0.77 ± 0.706; 1.03 ± 0.811).
Ortalama “şüphecilik” değeri de komorbid hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlı
biçimde yüksekti (p:0.004). İki hasta grubunun ortalama puanları sırasıyla; 1.45 ± 0.865 ve
1.87 ± 0.801 bulundu.
77
Alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu bulunan şizofrenlerin anlamlı olarak daha
düşük skorlar elde ettiği tek item ise “psikomotor yavaşlama” itemi olarak belirlendi (p:
0.003). Tek tanılı hastalarımızda ortalama skor 0.49 (SD: 0.802) iken, çift tanılı şizofrenlerde
0.21 (SD: 0.469) saptandı.
Ölçeğin toplam değerleri açısından karşılaştırıldıklarında, herhangi bir madde
kullanmayan şizofrenlerin ortalama BPRS-toplam skoru 13.64 ± 5.700; alkol ve/veya madde
kullanan şizofren hastaların ortalama toplam skoru ise 15.79 ± 5.755 bulundu.
Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeğinde (SANS) komorbid alkol-madde kullanımı
olan şizofren hastalarımızla tek tanılı (şizofren) hastalarımız arasında anlamlı fark
saptadığımız tek alt ölçek “aloji” idi (p:0.025). Bulgularımıza göre komorbid hastalarımız
“aloji” alt ölçeğinde belirgin olarak daha düşük skorlar kaydettiler (8.39; 6.26). Bununla
birlikte tek tek alt itemleri açısından da değerlendirdiğimiz ölçeğin sadece “Yanıt Süresinde
Uzama” ve “Alojinin Bütünsel Derecelendirilmesi” itemlerinde anlamlı fark saptadık (Tablo24).
İki hasta grubumuz arasında diğer alt ölçekler ve SANS-toplam değerleri bakımından
bir fark elde etmedik.
Pozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SAPS) itemlerinin her biri, alt ölçekleri ve
topla skoru da değerlendirildi. Ortalama SAPS-toplam değerinde istatistiksel olarak anlamlı
bir fazlalık saptadık (p:0.009). Sadece şizofreni tanısı konan hastalarımızda ortalama değer
27.57 (± 13.947) iken, komorbid alkol ve/veya madde kullanan şizofrenlerde 36.17 (± 19.052)
saptandı.
SAPS alt ölçeklerinden “Hezeyanlar”, “Garip (Bizar) Davranış” ve “Pozitif Formal
Düşünce Bozukluğu”na ait ortalama değerlerde anlamlılık saptandı. Her bir item ayrı ayrı
değerlendirildiğinde, “Suçluluk ve Günahkarlık Hezeyanları”, “Hezeyanların Bütünsel
Derecelendirilmesi”, “Saldırgan ve Taşkın Davranış”, “Düşüncenin Raydan Çıkması”,
“Mantık Dışılık”,
“Çevresel Konuşma” ve
“Alınma Düşünceleri ve Hezeyanları”
değerlerinde anlamlı fark saptadık. İlk altısında komorbid hasta grubunda belirgin bir fazlalık;
son itemde ise düşüklük tespit ettik (Tablo-24).
78
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
t
p
13.23
6.844
11.59
5.665
1.425
0.155
Düşünce/Fikir
Yoksulluğu
8.39
5.568
6.26
5.303
2.256
0.025
İradesizlik-İlgisizlik
9.41
3.536
9.03
3.133
0.642
0.521
Anhedoni/Asosyallik
15.28
3.588
14.92
3.090
0.589
0.556
1.02
2.019
1.08
1.952
0.156
0.876
47.33
18.316
42.87
15.731
1.443
0.150
Varsanılar
4.03
4.521
5.44
6.340
1.704
0.190
Hezeyanlar
10.01
6.232
13.00
8.127
2.676
0.008
Garip (Bizar)
Davranış
5.90
3.880
7.67
4.630
2.583
0.010
Pozitif Formal
Düşünce Bozukluğu
7.63
5.695
10.08
6.776
2.437
0.015
27.57
13.947
36.17
19.052
3.409
0.009
Duygulanımsal
Düzleşme/Küntleşme
Dikkat
SANS-TOPLAM
SAPS-TOPLAM
Tablo-24. SANS ve SAPS Skorlarının Değerlendirilmesi
79
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
Hastalık süresi (yıl)
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
t
p
14.15
9.106
15.21
9.699
0.672
0.502
Yatış sayısı
4.37
5.651
5.33
5.351
0.956
0.340
Yatış süresi (ay)
4.94
7.775
9.72
21.006
2.539
0.184
Relaps sayısı
4.33
4.854
6.13
5.29
2.137
0.033
7
Tablo-25. Relaps ve Yatışlar
Hastalık süresi bakımından da aralarında anlamlı fark bulunmayan iki grup hastadan
alkol-madde kullanmayan grubun ortalama hastanede yatış süresi 14.15 ay (SD: 9.106) ; alkolmadde kullanımı bulunan grubun ortalama yatış süresi ise 15.21 ay idi (SD: 9.699)(p: 0.502).
Yatış sayısı birinci grupta ortalama 4.37 (SD: 5.651); ikinci grupta ise 5.33 (SD:
5.351) olarak bulundu. İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da komorbid hastaların ortalama
yatış sayısı daha fazla idi (p: 0.340).
Komorbid grubun ortalama yatış süresi (ort 9.729ay) de alkol-madde kullanmayan
hastalara oranla yüksekti (ort 4.942ay) ancak bu yükseklik anlamlı değildi (p:0.184).
Saf tanılı grup ile komorbid grup relaps sayısı açısından karşılaştırıldı. İlk grupta
ortalama relaps sayısı 4.33 ± 4.854; ikinci grupta ise 6.13 ± 5.297 olarak saptandı. Bu iki
grubun relaps sayıları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (t: 2.137; p: 0.033).
Tüm örneklemde yasal sorun yaşama oranı %16.7 (50 hasta), gözaltına alınma oranı %
14.0 (42 hasta) idi. Cezaevi deneyimi bulunan 16 hastanın (% 5.3) cezaevine ortalama yatış
sayısı 1.13 ± 0.342 (minimum 1, maksimum 2); ortalama yatış süresi ise 5.6 ± 8.123 yıldı
(minimum 0.10, maksimum 28). En sık işlenen suçlar; adam yaralama ve darp (%26), cinayet
(%24), hırsızlık (%8), haneye tecavüz (%8) olup bunu tehdit, devlet memuruna hakaret,
yangına sebebiyet verme, cinsel tacizde bulunma gibi suçlar izliyordu. İşlenen suçların büyük
bir kısmı alkol veya madde etkisinden bağımsız olarak işlenmişti (%78.0).
80
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
Yasal sorun
Yok
Var
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
X2
p
226
35
86.6
13.4
24
15
61.5
30.0
15.332
0.00
4
31
11.4
88.6
7
8
46.7
53.3
7.598
0.006
Gözaltına alınma
Yok
Var
232
29
88.9
11.1
26
13
66.7
33.3
13.917
0.000
Cezaevi yaşantısı
Yok
Var
249
12
95.4
4.6
35
4
89.7
10.3
2.152
0.142
Suçun işleniş tarzı
Alkol/madde etkisi altında
Alkol/madde etkisinden bağımsız
Tablo-26. Şiddet, Yasal Sorunlar ve Suisid
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
t
p
Cezaevine yatış sayısı
1.17
0.389
1.00
0.000
0.837
0.417
Cezaevine yatış süresi (yıl)
6.58
9.166
2.65
2.527
0.830
0.421
Tablo-27. Cezaevine Yatış Sayı ve Sürelerinin Karşılaştırılması
Gruplarımız yasal sorun, cezaevi yaşantısı, gözaltına alınma öyküsü açısından
karşılaştırıldığında, alkol-madde kullanım bozukluğu komorbiditesi bulunan şizofren
hastaların ileri derecede anlamlı olarak daha fazla yasal sorun yaşadıkları (%30) göze çarptı
(p:0.000). Saf tanılı hastaların %11.1’i (29 şizofren) göz altına alınırken, komorbid
şizofrenlerde bu oran %33.3 (13 hasta) olarak saptandı (p:0.000) ve bu fark, ileri derecede
anlamlı idi. Alkol-madde kullanmayan hasta grubunun cezaevi yaşantısı oranı % 4.6 (12
hasta), komorbid grubun ise %10.3 (4 hasta) bulundu. Her ne kadar alkol-madde kullanımı
olan grupta oran yüksek ise de, bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0.142).
Hastaların cezaevine yatış sayı ve süreleri bakımından karşılaştırılan gruplarda anlamlı fark
81
bulunmadı (p:0.417; p:0.421). Herhangi bir madde kullanmayan hasta grubunun cezaevine
ortalama yatış sayısı 1.17 iken, diğer grubun 1.00 olarak belirlendi. Cezaevine yatış sürelerine
ait ortalama değerler sırasıyla 6.58 ve 2.65 bulundu.
İşlenen suçların niteliği açısından iki grup arasında bir fark bulunamazken (p:0.352),
komorbid grupta suçların anlamlı bir biçimde daha büyük oranda alkol veya madde etkisinde
işlendiği tespit edildi (p:0.006).
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
N
%
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
X2
p
İntihar girişimi
Yok
Var
184
77
70.5
29.5
30
9
76.9
23.1
0.685
0.408
Kendine zarar verici davranış
Yok
Var
250
11
95.8
4.2
29
10
74.4
25.6
23.928
0.000
Homisid girişimi
Yok
Var
216
45
82.8
17.2
26
13
66.7
33.3
5.634
0.018
Tamamlanmış homisid
Yok
Var
253
8
96.9
3.1
36
3
92.3
7.7
2.057
0.152
Tablo-28. Kendine Zarar Verici Davranış, Homisid ve Suisid Girişimi
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
t
p
Ortalama
SD
Ortalama
SD
İntihar Girişimi Sayısı
1.68
1.418
2.33
2.062
1.252
0.376
Homisid Girişimi Sayısı
1.41
0.923
1.46
0.776
0.186
0.853
Tablo-29. İntihar ve Homisid Girişimi Sayısı
Örneklemimizde suisid sıklığı %28.7 (86 kişi) olup ortalama intihar girişimi sayısı
1.74 (SD:1.497; min:1-max:11) bulundu. Girişimde bulunan hastaların %44.2’si ilaç içerek
intihara kalkışırken, %18.6’sı yüksekten atlayarak, %8.1’i bileklerini keserek, %7’si ise ası ile
82
kalanı ise denize atlayarak, kendini yakmaya çalışarak veya arabanın önüne atlayarak suisid
girişiminde bulunmuşlardı. Tüm grupta kendine zarar verici davranış sergileme oranı %7 (21
hasta) olarak saptanırken, en sık zarar verici davranış %76.2’lik bir oranla bedende yüzeyel
kesiler oluşturmaktı. Homisid girişimi sıklığı %19.3 olup tamamlanmış homisid oranı %3.7
idi. Hastaların büyük çoğunluğu darp yoluyla (%45.6) ya da kesici alet (%29.8) ve silah (%
10.5) kullanarak homisid girişiminde bulunmuştu. Diğer yöntemlerden bazıları yakarak
öldürmeye çalışma, ilaçla zehirleme girişiminde bulunma olarak sayılabilir. Sıklıkla anneye
(%17.2), ikinci derece akrabalara ( %17.2)zarar verilirken, bunu akrabalık bağı olmayan
tanıdıklar, tanımadıkları kişiler, baba, eş ve çocuklar izliyordu.
İki grup intihar girişimi, intihar şekli ve sayısı açısından karşılaştırılmış olup herhangi
bir fark bulunamamıştır (p:0.408; p:0.583; p:0.376). Buna karşılık
herhangi bir madde
kullanımı bulunan hastalarda kendine zarar verici davranışta bulunma sıklığı çok daha yüksek
olup belirgin anlamlılık göstermektedir (p:0.000). Alkol ve/veya madde kötüye kullanımı
bulunmayan şizofrenlerin %4.2’si kendine zarar verirken, alkol-madde kullanım bozukluğu
bulunan şizofrenlerin kendine zarar verme oranı %25.6 idi.
Saf tanılı şizofrenler ile komorbid alkol-madde kullanımı bulunan şizofren hastalar
arasında homisid girişiminde bulunma oranları açısından anlamlı fark tespit edildi (p:0.018).
Buna göre alkol-madde kullanımı bulunmayan hastalarda homisid girişiminde bulunma sıklığı
%17.2 (45 hasta) iken, alkol-madde kullanımı bulunanlarda bu sıklık %33.3 (13 hasta) olarak
bulundu. Diğer yandan tamamlanmış homisid sıklığı, homisid sayısı ve şekli bakımından iki
karşılaştırma grubu arasında anlamlı bir fark yoktu (p:0.152; p:0.853; p:0.259). Ortalama
homisid girişimi sayısı alkol-madde kullanmayan hastalarda 1.41 ± 0.923 iken; komorbid
grupta 1.46±0.776 olarak bulundu ancak komorbid hastaların lehine olan fazlalık anlamlı bir
fark oluşturmuyordu. Zarar verilen kişilerin oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark saptanmasa da (p:0.284), alkol-madde kullanmayan kişiler daha çok anne, baba ve
akrabalarına zarar verme eğilimi taşırken, alkol ve/veya madde kullananlar daha sıklıkla eş ve
çocuklarına, tanımadıkları kişilere ve de birden fazla kişiye zarar verme paterni
gösteriyorlardı.
83
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
N
%
215
82.4
27
69.2
46
17.6
12
30.8
X2
p
3.759
0.053
Fiziksel hastalık öyküsü
Yok
Var
Tablo-30. Fiziksel Hastalıklar Açısından Grupların Karşılaştırılması
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
N
%
261
100.0
39
100.0
0
0.0
0
0.0
HIV enfeksiyonu
Yok
Var
Tablo-31. HIV Enfeksiyonu ve Komorbidite
Fiziksel hastalığın eşlik etme sıklığı herhangi bir madde kullanımı olan hastalarda
daha yüksek bulundu (%30.8). Diğer grupla (%17.6) arasında istatistiksel anlamlılığa yakın
bir fark vardı (p:0.053). Hiçbir hastamızın kayıtlarında HIV enfeksiyonuna rastlanmadı.
Tedavide uygulanan antipsikotik dozları, depo antipsikotik dozları ve toplam EKT
sayıları karşılaştırılan iki grubun bu değişkenler açısından farklı olmadığı saptandı. Oral
antipsikotik dozları klorpromazin eşdeğer dozları hesaplanarak kaydedildi. Depo nöroleptikler
ise eş değer flufenazine uyarlandı.
84
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
EKT sayısı
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
t
p
9.59
23.243
9.28
15.219
0.080
0.936
Antipsikotik dozu(mg)
502.47
312.701
536.18
318.818
0.619
0.537
Depo antipsikotik dozu
(mg)
45.15
16.723
49.27
19.647
0.749
0.456
Tablo-32. Toplam Antipsikotik Dozları ve EKT.
Ortalama oral antipsikotik dozu (100mg klorpromazine eş değer) alkol-madde
kullanımı bulunmayan grupta 502.47mg/gün (SD: 312.701) bulunurken, alkol-madde
kullanım bozukluğu ek tanısı olan grupta daha yüksek olmakla beraber anlamlı bir fark yoktu
(p: 0.537).
Uygulanan depo antipsikotik dozları (25 mg flufenazine eş değer) bakımından da
anlamlı fark bulunamadı (p: 0.456). İlk grupta uygulanan ortalama depo antipsikotik dozu
45.15 mg/gün (SD:16.723) iken; ek tanılı grupta ortalama değer 49.27 mg/gün (SD:19.647)
saptandı.
Yatışlar sırasında uygulanan toplam EKT sayısı birinci grupta 9.59 ± 23.243; ikinci
grupta ise 9.28 ± 15.219 olarak belirlendi ve gruplar arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p:
0.936).
İki grup; tedavi uyumu, tedavi formu ve başvuru özellikleri bakımından da birbiriyle
kıyaslandı. Oral ve/veya parenteral tedavi uygulaması açısından gruplar birbirinden anlamlı
düzeyde farklı değildi (p:0.767). Madde kullanan hastaların %25.6’sının ilaç ve tedavi uyumu
kötü iken, bu oran madde kullanmayan şizofrenlerde %23.0 idi. 25 (%64.1) komorbid hasta
tedaviye uyum gösterirken, 174 (66.7) saf tanılı hastanın tedavi ve ilaç uyumu yeterli idi.
Ancak bu farklılık anlamlılık düzeyine erişmiyordu (p:0.934). Başvuru düzeni ve
polikliniklere başvuru sıklığı açısından da bu iki grup arasında anlamlı fark yoktu (p:0.752;
85
p:0.940). Hastalıklarının farkında olmaları açısından da arada anlamlı fark bulunmadı (Tablo33).
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
N
%
N
%
185
70.9
29
74.4
Parenteral
4
1.5
1
2.6
Her ikisi
72
27.6
9
23.1
Düzensiz ve uyumsuz
60
23.0
10
25.6
Düzensiz ama uyumlu
27
10.3
4
10.3
174
66.7
25
64.1
87
33.3
14
35.9
174
66.7
25
64.1
10
3.8
1
2.6
Yılda 1-2 başvuru
57
21.8
10
25.6
Yılda 3-6 başvuru
82
31.4
12
30.8
112
42.9
16
41.0
105
40.2
13
33.3
Kısmen
71
27.2
9
23.1
Var
85
32.6
17
43.6
X2
p
0.530
0.767
0.136
0.934
0.100
0.752
0.401
0.940
1.839
0.399
Tedavi formu
Oral
İlaç ve tedavi uyumu
Düzenli ve uyumlu
Başvuru düzeni
Düzensiz
Düzenli
Başvuru sıklığı
Yatışlar dışında başvuru yok
Yılda 6’dan fazla başvuru
İçgörü
Yok
Tablo-33. Tedavi Uyumu Açısından İki Grubun Karşılaştırması
86
AİHÖ-toplam
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu yok
Ortalama
SD
2.37
5.079
EBDÖ-toplam
2.84
Alkol veya madde
kullanım bozukluğu var
Ortalama
SD
3.87
6.590
2.736
t
p
1.652
0.179
1.039
0.300
3.33
2.994
İstemsiz
Hareketler
Tablo-34. Yan Etkiler
Hastalara
uyguladığımız
Anormal
Ölçeği
(AİHÖ)
ve
Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (EBDÖ) ile ilaç yan etkileri bakımından iki
grubumuzu karşılaştırdık.
Alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan grupta AİHÖ-toplam ortalama skoru 2.37
(SD: 5.079) olarak belirlenirken, alkol-madde kullanım bozukluğu ek tanılı grubun ortalama
AİHÖ-toplam skoru anlamlı olmamakla birlikte hafif düzeyde yüksekti (3.87 ± 6.590; p:
0.179).
Gruplarımız arasında EBDÖ toplam skorlarında anlamlı fark yoktu. Herhangi bir
madde kullanımı bulunmayan hastalarda ortalama skor 2.84 (SD: 2.736); komorbid alkolmadde kullanım bozukluğu olanlarda ise 3.33 (SD: 2.994) bulundu (p: 0.300).
87
TARTIŞMA
Tüm hastane yataklarının %25’inin işgal edilmesine, üretkenliğin yitimine, yüksek
tedavi maliyetine, %20 daha kısa yaşam beklentisi ve %10 intihar oranına yol açan
şizofreninin seyir ve sonlanımının öngörülmesinde şizofreniye eşlik eden psikiyatrik
hastalıkların göz önünde bulundurulması gerekmektedir (18, 21, 46, 47). Eşlik eden
psikiyatrik bozuklukların şizofreni hastalarında genel nüfustan daha sık görüldüğü, bu
bozuklukların şizofreni hastaları için ek bir yeti yitimine neden olduğu bildirilmiş, ancak bu
alanda çok fazla çalışma yapılmamıştır (46, 47). Şizofren bireyler arasında en sık görülen eş
tanılı durum olarak bildirilen alkol ve madde kullanım bozukluğunun (49,60) hastalık seyrini
kötüleştirdiği, semptomatik ve işlevsel açıdan olumsuz sonuçlara yol açtığı öne sürülmektedir
(11).
Ülkemizde, hatta tüm Asya kıtasında şizofreni ve alkol-madde kullanım bozukluğu
komorbiditesi üzerine yapılan araştırmaların sayısının sınırlı olması nedeniyle, ülkemizin en
büyük psikiyatri hastanesi olan Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin takip ettiği şizofreni hastalarında alkol-madde kullanım
bozukluğu sıklığının, en fazla tercih ettikleri madde türlerinin, çift tanılı hastaların
sosyodemografik özelliklerinin ve ek tanının şizofreninin seyrine etkilerinin araştırılması
amaçlanmıştır ve bu çalışma komorbiditenin şizofreninin seyri ve tedavisinde taşıdığı önemi
vurgulamak amacıyla yapılmıştır.
Prevalans ve Tercih Edilen Maddeler
Bundan birkaç dekad öncesinde klinisyenler, şizofrenik sendromun bir parçası olan
anhedoninin, şizofren hastaları madde kullanımından koruduğuna inandıklarından, şizofreni
ve madde kullanım bozukluklarının bir arada bulunması olağandışı bir durum olarak kabul
ediliyordu. 1960’lı yıllarda bazı klinisyenlerin şizofreni ve alkolizm komorbiditesini
gündeme getirmeleri, 1970’li yıllarda şizofreni ve madde kullanım bozukluğunun birarada
bulunduğu vakaların çeşitli bildirilerde yayınlanmasıyla birlikte, özellikle son yıllarda, bu
konuda yapılan çalışmalar ivme kazanmıştır. Komorbid alkol ve/veya madde kullanım
bozukluğu bulunan şizofren hastaların oranı yayınlanmış çalışmalarda %10’dan %70’e kadar
88
değişmektedir (58). Son yıllarda yapılan çalışmalarda ise, şizofren bireylerde %40 ile %70
arasında değişen yaşam boyu alkol-madde kullanım bozukluğu prevalans değerleri
saptanmaktadır (2, 3, 4, 13). Şizofrenide alkolizm oranının ise %6 ile %44 arasında değiştiği
bildirilmektedir ( 7, 68, 69, 271).
Freed ve arkadaşları (1975) Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanmış 11 çalışmayı
gözden geçirdikleri yazılarında, şizofren hastalarda alkol kötüye kullanımı prevalansının %3
ila %63 arasında değiştiğini bildirmişlerdir (66). Boyd ve arkadaşları (1984) yürüttükleri geniş
epidemiyolojik çalışmada şizofren hastaların şizofren olmayanlara nazaran madde kötüye
kullanımı açısından 7.6 kat, alkol kötüye kullanımı açısından ise 10.5 kat daha fazla risk
altında olduklarını tespit etmişlerdir (70). Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nün (1990)
düzenlediği bir diğer epidemiyolojik çalışmada ise ABD’deki beş büyük eyalette ikamet eden
20291 kişi, evlerinde ve çeşitli kurumlarda, iki ya da daha fazla görüşme ile değerlendirilmiş;
şizofreni ya da şizofreniform bozukluk tanısı konmuş hastaların %47’sinin en az bir çeşit
maddeyi kötüye kullandığı ve %34’ünün alkol bağımlısı olduğu bildirilmiştir. Değerlendirilen
şizofren bireylerde herhangi bir madde kullanım bozukluğu olasılığı genel popülasyondan 4.6
kat; alkol kullanım bozukluğu olasılığı ise 3 kat daha yüksek bulunmuştur (7). Bununla
birlikte sadece beş eyalette yürütülen bu çalışma, ABD toplumunu tümüyle içine alan bir
çalışma değildir.
ABD çalışmalarının meta-analizi sonucunda Cuffel (1992), şizofreni tanısı almış her
üç kişiden birinin alkol probleminin bulunduğunu ortaya koymuştur (12). Çeşitli çalışmalarda
yaşam boyu alkol kötüye kullanımının %12.3’den, %42.8’e dek değişirken, esrar kötüye
kullanımının %35’den %60’a kadar değiştiği belirtilmiştir (52, 73, 74). De Quardo (1994)
1987-1990 yılları arasında Michigan Üniversitesi’nin Şizofreni Programı’na başvuruda
bulunan şizofrenik hastaların alkol ve/veya madde kötüye kullanım sıklığını %37 olarak (76);
Bailey (1997) 1027 örneklem üzerinde gerçekleştirdiği bir başka çalışmada alkol-madde
kötüye kullanımı prevalansını %50.8 olarak bulmuştur (77). Bir psikiyatri kliniğinde yatarak
tedavi gören 83 şizofren hasta ile yaptıkları çalışmada alkol veya madde kullanım bozukluğu
oranını %48 olarak belirleyen Dixon ve arkadaşları (1991), tek bir madde (esrar, alkol,
stimülan) kullanan hastaların oranının %23; çoğul madde kullanımı bulunan hastaların
oranının ise %25 olduğunu bildirmişlerdir (53).
89
Avrupa’da gerçekleştirilen sınırlı sayıda epidemiyolojik çalışma, madde kullanım
sıklığının ülkeden ülkeye değiştiğini ve oranların genel olarak ABD’de saptanan sonuçlardan
daha düşük olduğunu ortaya koymaktadır (6, 108, 109, 185). Bildirilen farklı sonuçlar, Avrupa
ülkelerinde prevalansın eşit dağılmadığını göstermektedir. İngiltere’de 352 şizofren hasta ile
yapılan bir çalışmada hastaların %16’sının yaşam boyu alkol dışı madde kötüye kullanımının
bulunduğu bildirilmiştir (2). Cantwell ve arkadaşları (1999) tarafından İngiltere’de 155 hasta
ile yürütülen bir araştırmada alkol ve/veya madde kötüye kullanımı %25’in üzerinde (81),
Menezes ve arkadaşlarınca (1996) Londra’da yürütülen ve aralarında şizofren hastaların da
bulunduğu psikotik hastalarla yapılan bir diğer çalışmada ise %36 olarak saptanmıştır (82).
Almanya’da
Caspari
ve
arkadaşlarının
(1999)
yedi
yıllık
bir
zaman
diliminde
gerçekleştirdikleri prospektif çalışmada, 468 şizofren hastanın %10.5’inde madde kötüye
kullanımının ortaya çıktığı tespit edilmiştir(250). Finlandiya’da 51 şizofren hastanın beşte
birinin henüz 26 yaşından önce alkolik olduğu saptanmıştır (212).
Alkol temininin kısıtlandığı bir ülke olan İsveç’de, 87 şizofren hasta değerlendirilmiş
ve yaşam boyu madde kötüye kullanım prevalansı diğer ülkelerle uyumlu olarak %48.3
bulunmuştur (3). Fransa’da çifte tanılı hastalarda esrar kullanım oranı %27 (78), İngiltere’de
%18.7 (2), Almanya’da %5-13 (13, 65) saptanmıştır. Bununla birlikte ABD’de şizofren
bireylerde %15 - %50 arasında değişen, Avustralya’da %1.5 düzeyinde olan kokain kötüye
kullanımı, Fransa’da %1 oranında görülmektedir (4, 11, 15, 78). İngiltere’de yaşam boyu
kokain ve amfetamin gibi stimülanların kullanım oranı %8.7 olarak raporlara geçmiştir (2).
Avustralya’da yürütülen çalışmalarda madde kullanım bozukluğu oranı %42.1 olarak
saptanmakta; alkol ve esrar kötüye kullanımı oranlarını sırasıyla %27.6 ve %22.8 olarak
bildirilmektedir (4).
Kanada’da ayaktan tedavi gören 207 hastanın %44.9’una DSM IV’e göre madde
kullanım bozukluğu tanısı konmuştur. Aynı çalışmada alkol kullanımı %47.3, kötüye
kullanım veya bağımlılık oranı %10.1, esrar kullanımı %13.1, kötüye kullanım veya
bağımlılık oranı %8.2; kokain kullanımı %3.9, kötüye kullanım veya bağımlılık oranı %2.4
bulunmuştur (80).
Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi psikiyatri polikliniklerine başvuran ardışık 312 hasta çalışmaya alınmıştır. Çeşitli
90
nedenlerle 300 şizofren hastayı değerlendirebildiğimiz bu çalışmada yaşam boyu alkol
ve/veya madde kullanım bozukluğu komorbiditesi %13.0 (39 hasta) olarak bulunmuştur.
Sigara kullanımı ve sosyal içicilik komorbidite oranımıza dahil değildir. Örneklemimizde
sigara içenlerin oranı %63.7 (191 şizofren hasta) bulunmuştur. Bunların % 94.8’i halen sigara
içmektedir (%60.3; 181 hasta); %5.2’si ise sigara kullanımına son vermiştir (10 hasta;%3.3).
Yaşam boyu sosyal içicilik oranı %10.0 (30 kişi), alkol kötüye kullanım veya bağımlılığı
bulunan hasta sayısı 34 (%11.3) iken (toplam %21.3), madde kullanım bozukluğu
bulunanların sayısı 13 (%4.3) olarak saptanmıştır. Kullanılan alkol dışı psikoaktif maddeler;
esrar (% 2; 6 hasta), biperiden (%1.7; 5 hasta), uçucu madde (%1.3; 4 hasta) ve
benzodiazepinler (%1; 3 hasta) olarak belirlenmiştir. Şimdiki alkol-madde kullanım
bozukluğu oranı %3 (9 hasta), şimdiki alkol kötüye kullanım/bağımlılık oranı %1.6 (5 hasta)
saptanmış; şu anda alkol kullanmaya (sosyal içicilik ve kullanım bozukluğu) devam eden
hastaların oranı %6.3 (19 hasta) olarak bulunmuştur. Esrar ve uçucu madde kullananların
tamamının kullanıma son vermiş oldukları; komorbid biperiden kullanımı bulunanların %
40’ının halen biperiden kullanmakta olduğu (%0.7; 2 hasta), benzodiazepin kullanıcılarının
ise tamamının kullanımı halen sürdürüyor olduğu tespit edilmiştir. Çoğul madde kullanımı
bulunan hastalarımızın alkol ve esrar (%0.7; 2 hasta); alkol ve uçucu madde (%1.0; 3 hasta);
benzodiazepin ve biperiden (%0.3; 1 hasta); alkol, esrar ve uçucu madde (%0.3; 1 hasta);
alkol, esrar ve benzodiazepin (%0.3; 1 hasta); alkol, biperiden ve benzodiazepin (%0.3; 1
hasta) kullandıkları tespit edilmiştir (Bkz. Tablo 4, 5 6, 7, 8).
Kronik şizofren hastaların işlevselliğinin bozulması, bu hastaların maddeye
ulaşabilmelerini ve maddeyi temin edebilmelerini kısıtlamaktadır (67). Alkolün yasal ve kolay
elde edilebilir bir madde olması, onu şizofren bireylerde de en sık tercih edilen maddeler
listesinde ilk sıraya yerleştirmiştir (5, 8, 52, 54, 57, 64, 91, 92, 93). Literatürle uyumlu bir
biçimde bizim hasta grubumuzda kullanılan maddeler arasında alkol ilk sırada yer almaktadır.
Yine çoğu çalışmada ilk sırada bulunan alkolü esrar izlerken (1, 3, 96), 3. sıraya bazı
çalışmalarda benzodiazepinler (1), bazılarında kokain (95) ve bazılarında da amfetaminler (3)
yerleşmektedir. Bizim çalışmamızda da ikinci sıraya esrar yerleşirken, biperiden üçüncü
sırada, uçucu maddeler ve benzodiazepinler ise dördüncü ve beşinci sırada yer almaktadır. Bu
bulgumuz maddeye ulaşma kolaylığının tercihte ne denli belirleyici olduğunu ortaya
koymaktadır.
91
Çalışmamızın sonuçları, büyük bir bölümü Kuzey Amerika ve Avrupa’da yürütülen
klinik ve epidemiyolojik araştırmalarda saptanan madde kullanım bozukluğu oranlarından
oldukça düşüktür ( 52, 53, 55, 56, 57, 58). Oranlarımız, Brezilya’da ve Singapur’da yürütülen
çalışmalarda saptanan değerlere daha yakın bulunmuştur (1,5). Gelişmekte olan bir ülke
statüsündeki Brezilya’da, incelenen 192 şizofren hastada alkol-madde kullanım bozukluğu
prevelansı %10,4; alkol kötüye kullanım veya bağımlılık oranı %7,3 ve yasadışı madde kötüye
kullanım veya bağımlılık oranı ise %4,7 olarak saptanmış; buna göre alkol kullanım
bozukluğu oranının bizim hastalarımızdan düşük; madde kullanım bozukluğu oranlarının
örneklemimize oldukça yakın olduğu bulunmuştur (5). Asya’da bu alanda yapılan kısıtlı
sayıdaki çalışmadan biri olan Verma ve arkadaşlarına (2002) ait çalışmada, Singapur’da
şizofren hastaların madde kullanım prevelansının saptanması amaçlanmış; 272 hastadan
oluşan örneklem grubunun 201’inde (%73,6) herhangi bir madde kullanımına rastlanmamış,
43’ünde (%15.8) “ılımlı düzeyde” alkol-madde kullanımı ve 28’inde (%10,3) “ağır” derecede
alkol-madde kullanımı saptanmıştır (1). Bu oranlar batılı ülkelerde yapılan çalışmalara ait
değerlerden oldukça düşük iken, bizim çalışmamızın sonuçlarıyla uyumludur. Bununla
birlikte genel topluma ait alkol kötüye kullanımı oranları zaten düşük olan Singapur’da,
şizofren hastaların genel toplumdan daha yüksek alkol kötüye kullanım prevalansı
sergiledikleri ortaya konmuştur. Asya’da yapılan çalışmalara bir diğer örnek ise Yabroudi ve
arkadaşlarının (2002) Lübnan’da gerçekleştirdiği ve şizofreni-esrar kullanımı komorbiditesini
%44.8 olarak bildirdiği çalışmadır (59). Bu çalışmada belirtilen değerler Singapur ve Türkiye
çalışmalarının sonuçlarından oldukça yüksek olup, batılı ülkelerin sonuçlarına daha yakın
görünmektedir. Çalışmamızda %11.3 olarak saptadığımız yaşam boyu alkol kötüye
kullanımı / alkol bağımlılığı oranıyla uyumluluk gösteren çok az sayıda batılı literatür (73,
272) mevcuttur. Mueser ve arkadaşları (1990) 32 çalışmayı gözden geçirerek yayınlamış
oldukları yazılarında şizofrenide yaşam boyu alkol kötüye kullanım veya bağımlılık
oranlarının %12,3 ile %50 arasında değiştiğini bildirmişlerdir (58). Şizofrenik hastaların %14
ile %47’sinin alkol kullanım bozukluğu sergilediğini tespit eden çalışmalar da mevcuttur (54,
57, 114). Bizim çalışma sonuçlarımız bildirilen aralığın alt sınırına karşılık gelmektedir.
Şizofreni ve alkol-madde kullanımı komorbiditesine yönelik çalışmaların oldukça
sınırlı olduğu ülkeler arasında yer alan ülkemizde elde edilen sonuçlar da bizim çalışmamızın
sonuçları ile uyumlu bir biçimde düşüktür. Uzun ve arkadaşları (2003), Gülhane Askeri Tıp
Akademisi’nin Psikiyatri Anabilim Dalı’ndaki polikliniklere başvuruda bulunan 136 şizofren
hastayı çalışmalarına almışlar ve şimdiki alkol-madde kötüye kullanım prevalansını ilk
92
görüşmede %5,2; çalışmanın sonunda ise %1,7 olarak değerlendirmişler; yaşam boyu alkol
kötüye kullanım prevalansını ise %2.6 saptamışlardır (83). Yine aynı çalışmada sigara
içicilerinin oranı %50, ağır içicilerin oranı ise %31 olarak belirlenmiş ve şizofrenlerin genel
toplumdan 2-3 kat fazla sigara tükettiği batılı toplumlardan farklı olarak, ülkemizdeki
şizofrenlerin sigara içme oranlarının genel Türk toplumundaki orana (%43) oldukça yakın
olduğunu iletmişlerdir (83). Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yatarak ve ayaktan tedavi gören 49
şizofren hastayı komorbidite açısından değerlendiren Akvardar ve arkadaşları (2004), şimdiki
sigara kullanım oranını %69.4, şimdiki alkol kullanım prevalansını %44.9, kötüye kullanım
veya bağımlılık oranını %8.2; esrar kötüye kullanımını ise %2 olarak bildirmişlerdir (84).
Bizim çalışmamızda %3 olarak tespit edilen şimdiki alkol-madde kullanım bozukluğu
değeri, Uzun ve arkadaşlarının sonuçlarına daha yakın olup, yaşam boyu alkol kötüye
kullanımı/bağımlılığı oranı (%2.6), bizim saptadığımız değerden (%11.3) yaklaşık 4.5 kat
düşüktür. Bununla birlikte Akvardar’ın çalışma sonuçları bizim çalışmamızdaki oranları
aşmaktadır. Bunun nedeni sözü edilen çalışmalardan ilkinde bizim metodolojimize benzer
biçimde
poliklinik
başvurusunda
bulunan,
tedavisini
ayaktan
sürdüren
hastaların
değerlendirilmiş olması olabilir. Diğer çalışmada ise hem polikliniklere başvuran, hem de
yatarak tedavi gören hastalar çalışma kapsamına alındıklarından Uzun ve arkadaşları ile bizim
çalışmamızdan daha yüksek oranlar saptanmış olabilir. Literatürde de komorbidite
oranlarındaki farklılığın, araştırılan örneklemin seçildiği tedavi ortamıyla (yataklı servisler,
poliklinikler) ve çalışmanın yürütüldüğü ortamla (klinik ya da toplum bazlı çalışma) ilişkili
olabileceği öne sürülmektedir (58). Tek bir psikiyatrik bozukluğu bulunan hastalarla
kıyaslandığında, çifte tanılı hastaların tedavi arayışına girip, bozukluklarından biri veya her
ikisi için tedavi ünitelerine başvurmaları daha olasıdır (89). Yatarak tedavi gören hastalarda
şimdiki madde kötüye kullanımı sıklığı ayaktan tedavi gören hastalara ve toplum içinde yer
alan şizofrenlere göre daha yüksektir (3). Bunun, çift tanılı bireylerin bozukluklarından biri
veya her ikisi nedeniyle tedaviye başlama olasılıklarının daha yüksek olmasından
kaynaklanabileceği öne sürülmüştür (67). Öte yandan Bernadt ve Murray (1986) tarafından
İngiltere’de gerçekleştirilen bir çalışmada, Londra’da bir hastaneye yatırılan erişkin hastalar
aynı bölgedeki genel popülasyonla karşılaştırılmış ve yatarak tedavi gören şizofren hastaların
yerel halktan daha fazla alkol tükettiği gösterilememiştir (273). Bu durum, oranlardaki
farklılığın tek nedeninin örneklem grubu ve çalışmanın gerçekleştirildiği ortam olamayacağını
düşündürmektedir.
93
Çalışmalarda alkol-madde kullanım bozukluklarını tanımlamada kullanılan farklı
yöntemler (DSM, idrar toksikoloji örnekleri vs) de komorbidite tespitinde etkili olmakta ve
çalışmalarda saptanan farklı sonuçlardan sorumlu tutulmaktadır (58). Yapılandırılmış klinik
görüşmeler standardize ve net bir yaklaşımla bilgi topladığından güvenilir olup, pahalı ve
zaman alıcı olduklarından tercih edilmemektedirler (89). Örneğin 1985 yılında gerçekleştirilen
retrospektif bir çalışmada madde kötüye kullanım veya bağımlılık oranı rutin klinik
değerlendirmede %11 saptanmış; prospektif olarak toplanan klinik verilerin kullanıldığı bir
sonraki çalışmada ise oran %16 olarak kaydedilmiştir (89). 1990’lı yılların sonuna doğru
yapılandırılmış klinik görüşmeler ve standardize ölçekler aracılığıyla hastaların %50 sinde
komorbid madde kullanımı saptanmıştır (173).
Görüşmeler sırasında çift tanılı hastalarımızın büyük bir bölümü şu anda madde
kullanmıyor olmalarını, doktorlarının maddeyi yasaklamış olması ile ilişkilendirirken, bir
bölümü kullandıkları madde ile antipsikotik ilaçlarının etkileşeceğini düşündükleri için alkol
veya madde kullanmadıklarını dile getirdiler . Bu başka çalışmalarla da uyumlu bir bildiridir
(5).Çalışmamızda geçmişte alkol kullanım bozukluğu bulunan hastalarımızın %7’si hastalık
başlangıcından önce, %24’ü hastalıkla aynı dönemde, %28’i hastalığı takip eden 5 yıl içinde,
kalanı ise (%41) hastalık başladıktan yıllar sonra alkol kullanımına son vermişti. Geçmişte
esrar kullanımı bulunanların 4 tanesi hastalığın başlangıcı ile eş zamanlı olarak ya da
başlangıcı izleyen 1 yıl içinde esrarı bırakırken, kalan 2 hasta yıllar sonra bırakmıştı. Uçucu
madde kullanan hastaların 3’ü hastalık başlangıcı ile eş zamanlı veya takip eden 1 yıl içinde;
sadece biri ise yıllar sonra kullanıma son vermişti.
Düşük prevalans değerlerinden bahsederken atlanmaması gereken bir diğer faktör de
hastaların karşılaşabilecekleri olumsuz tepkilerden korkarak bilgi vermek istememesi olabilir
(274). Hastalar ayaktan tedavi haklarını yitirebileceklerinden, istemedikleri tedavi prosedürleri
ile karşılaşabileceklerinden, yasal bir sorun yaşayabileceklerini düşündüklerinden korktukları
için yetersiz bilgi verebilir. Çalışmamızda bu konuda hastalarımıza teminat verilmiş,
hastalarımız bu konuda bilgilendirilmiş ve güven duymaları sağlanmaya çalışılmıştır. Bununla
birlikte hastalarımızın bir kısmının sosyokültürel nedenlerle, alkol ya da madde kulladıklarını
gizlemiş olmaları da mümkündür.
İdrarda madde incelemesi de bu anlamda değerli bir tanı aracıdır. Diğer yandan
standart alkol değerlendirme araçları (MAST gibi) primer alkolikler için geçerliliğe sahip iken
94
dual
tanılı
hastalarda
yetersiz
kalmaktadır
(253).
Bazı
özel
itemlerin
(örneğin
hallüsinasyonların) ağır içiciliğe mi yoksa şizofreniye mi bağlı olduğu ayırt edilememektedir.
Standart değerlendirme araçlarının şizofren hastalara uygun bir biçimde modifiye edilmeleri
gerektiği savunulmaktadır (8). Literatürde, madde kullanımının değerlendirilmesinin en ideal
yolunun çoğul bilgi kaynaklarını değerlendirmek olduğu bildirilmiştir (klinik kayıtlar,
hastalar, tedavi ekibi üyeleri ve hasta yakınları) (8, 11). Bizim çalışmamıza katılmayı kabul
eden hastaların kendi bildirilerine, varsa yakınlarının verdikleri bilgiye başvurduk.
Hastanemizin polikliniklerine başvuran hastaların şizofreni ve alkol-madde kullanımı
öykülerine ait tüm verilerinin düzenli olarak kaydedildiği, mevcut olan yatışlarına ait bilginin
de yer aldığı poliklinik dosyalarını da inceleyerek çalışmamız için gerekli verilere ulaştık. Bu
nedenle olabildiğince güvenilir bilgi edinmeye çalıştığımızı söyleyebiliriz. Ancak idrarda
ve/veya kanda alkol ve madde incelemesi yapmamış olmamız, belki de şu anda alkol ve/veya
madde kullanımı bulunan bazı hastalarımızı gözden kaçırmamıza yol açmış olabilir. Bu,
çalışmamızın metodolojik kısıtlılıklarından biridir.
Komorbidite oranlarındaki farklılığa, şizofren bireylerin içinde bulundukları sosyal
çevre, kültürel faktörler, dini ve yasal kurallar, coğrafi değişkenler de katkıda bulunuyor
olabilir (83, 139, 224). Özellikle sosyal ve çevresel faktörler prevalansı belirlemede daha
büyük rol oynuyor gibi görünmektedir (5). Gelişmiş ülkelerde devlet, akıl hastalarına çok daha
fazla sosyal destek sağlamakta (barınacak yer, iş, gelir, çok yönlü psikiyatrik tedavi hakkı, ev
ziyaretleri, ilaçlar vs); rehabilitasyon programları hastaların bağımsız yaşayabilmesini
hedeflemektedir (5, 16). Böyle toplumlarda hasta bireylerin birçoğunun aileleriyle değil,
muhtaçlar için oluşturulmuş şehir içi alanlarda yalnız yaşamaları, alkol ve yasa dışı maddelere
ve bunları satın alacak paraya ulaşma şansını doğurmaktadır. Aksine gelişmekte olan
ülkelerde şizofrenler devletten gereken desteği göremediğinden yaşamlarını sürdürebilmek
için ailelerine bağımlıdırlar. Aileler hastaların bakımını üstlenmekte, yaşamları üzerinde
kontrol kurmakta, bazı durumlarda sosyal işlevselliklerini kısıtlayarak madde kullanma
olasılıklarını ortadan kaldırmış olmaktadırlar (5). Brezilya, Türkiye gibi ülkelerde prevalansın
düşük olmasına katkıda bulunan faktörlerden birinin de bu olabileceği düşünülmektedir.
Bizim örneklemimizin sadece %7.3’ü yalnız yaşarken kalanı (%92.7) yakınları ve tanıdıkları
ile yaşıyordu. Hastaların en büyük kısmı ebeveynleri (%60.4), eş ve çocukları (%23.2) ile
birlikte kalıyordu. Bununla birlikte 235 hasta (%78.3) ailesinden ve yakınlarından maddi
destek almak zorunda kalıyor, %73.7’sinin kazancının büyük bir kısmını yakınlarının
sağladığı maddi yardım oluşturuyordu. Hastalarımızın işsizlik ve maluliyet oranı %50.3 iken
95
%32.7’si ev kadını idi. Oldukça koruyucu hatta kısıtlayıcı davranan, şizofrenik aile ferdinin
her türlü bakımını (ekonomik, sosyal, vs) üstlenme eğilimi taşıyan, hastasını sosyal ortamlara
katılmaya teşvik edebilen yapıda olmayan aileleriyle yaşayan hastalarımızın maddeyle
karşılaşabilecekleri sosyal çevreden uzak tutulduklarını ve ekonomik açıdan başkalarına
bağımlı olmaları nedeniyle alkol ya da madde temin edemediklerini söylemek yanlış
olmayacaktır. Çalışmamızda saptadığımız bir önemli bulgu da komorbid hasta grubunda
evsizlik oranının anlamlı bir biçimde yüksek olduğudur (%2.6). Bu bulgumuz da iddiamızı
destekler niteliktedir.
Kötüye kullanım sıklığının maddeye ulaşım kolaylığı ile ilişkili olduğunun bir başka
delili de örneklemimizde en sık kullanılan maddelerin alkol ve reçete edilen maddeler
olmasıdır (53). Türkiye’de alkol kullanımı yasaklanmadığından ve bireyler diledikleri zaman
alkol temin edebildiklerinden en sık kullanılan madde alkoldür. Psikiyatri polikliniklerinde
reçete edilebilen biperiden ve benzodiazepinlere ve her türlü ortamda rahatça temin edilebilen
uçucu maddelere ulaşımın kolaylığı da bu iddiamızı destekler niteliktedir. Örneklemimizde
kullanımı saptanan yasadışı maddelerden, göreceli olarak elde edilmesi kişinin çabasını
gerektiren tek madde esrardır. Kokain, amfetamin, hallüsinojen ve opiyat gibi maddelerin
kullanımına rastlanmamıştır. Bu saptamamız, hastaların toplumun madde kullanım paterniyle
uyumlu bir biçimde, maddenin ulaşılabilirliğine göre seçim yaptıklarını göstermektedir (86).
Dini faktörler de literatürde öne sürüldüğü gibi nüfusunun büyük çoğunluğu
Müslüman olan ülkemizde madde kullanımını bir ölçüde engelliyor olabilir (38).
Hastalarımızın % 65.3’ü dini inançlarının bulunduğunu ancak ibadet edemediklerini ifade
ederken, %29.3’ü normal düzeyde ibadet ettiklerini, %3.3’ü ise yoğun dini uğraş içinde
olduklarını iletirken, %2.0’lik küçük bir dilim ise herhangi bir dini inancının bulunmadığını
bildirdi. Her ne kadar madde kullanımı bulunan ve bulunmayan bireyler arasında dini inanç
bakımından anlamlı bir farka rastlayamamış olsak da yukarıda belirttiğimiz oranlar dini
inançların bir ölçüde engelleyici bir faktör olabileceğini akla getirmektedir ve geçmiş
çalışmalarla da desteklenmektedir (275).
Şizofreni
ve
alkol-madde
kullanım
bozukluğu
komorbiditesi
kapsamında
değerlendirmemiz gereken diğer bir nokta, örneklemimizde belirlediğimiz madde kullanım
sıklığının literatürde belirtildiği gibi genel toplumdaki sıklıktan fazla olup olmadığıdır.
Ülkemizde alkol kullanımı günlük hayatın bir parçası değil, sosyal bir durumdur (38).
96
Türkiye’de alkol bağımlılığının yaygınlığına ilişkin, psikiyatrik tanı kriterleri veya
ölçeklerinin kullanıldığı yeterli sayıda çalışma bulunmamakla birlikte, son yıllarda sürekli
artan alkol tüketimi ve ortaya çıkan alkolle ilişkili sorunlar nedeniyle alkol kullanımı, Türkiye
için de önemli bir problem teşkil eder hale gelmektedir (27, 38). Örneğin AMATEM’e
başvurular 1991-1995 yılları arasında 3455’ten 4653’e yükselmiştir (38, 39). Rakı tüketimi
1971 ve 1997 yılları arasında 19 milyon 788 bin litre/yıl’dan 71 milyon 268 bin litreye
çıkarken; şarap, votka ve bira tüketimi de 1987 ve 1997 yılları arasında sırasıyla %2.05, %
76.74, %62.84 oranında yükselmiştir (38).
Toplum bazlı çalışmalara örnek olarak Ankara’da bir sağlık merkezi sahasında 2238
kişi ile görüşülmüş; alkol kullanımı ve olası alkol bağımlılığı prevalansları sırasıyla %14.1 ve
%1 olarak saptanmıştır (40). Türkiye Ruh Sağlığı Profili adlı projede Türkiye’nin 5 farklı
bölgesinden, 18-65 yaşları arasında ve %45.1’i erkek, %54.9’u kadın olan 7479 kişi
değerlendirilmiş, alkol bağımlılığı prevalansı %0.8 olarak saptanmıştır (41). 1997 yılında
Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’ne bağlı tüm fakültelerde öğrenim görmekte olan öğrencileri
temsil eden ve 350 üniversite öğrencisinden oluşan örneklemde CIDI (Uluslararası Bileşik
Tanı Görüşmesi) kullanılarak yapılan bir araştırmada, alkol kötüye kullanım ve bağımlılığının
yaşam boyu oranı %3.1 ve son 12 ay için oranı %0.9 bulunmuştur (27). Akvardar ve
arkadaşlarının 2003’te yayınlanan; İstanbul’da 12-65 yaşları arasında 1550 kişiden oluşan ve
yaş, cins ve ilçelere göre dağılım açısından İstanbul nüfusunu yansıtan bir toplum
örnekleminde, alkol kullanımının nokta prevalansını %25.6, yaşam boyu alkol kullanımı
prevalansını %33.5, yaşam boyu alkol kötüye kullanımını %6.8 olarak saptadıkları
çalışmalarında da, bu oranların diğer ülkelerden düşük bulunduğuna dikkat çekilmektedir
(38). Çalışmamızda saptanan yaşam boyu alkol kötüye kullanımı değerinin (%11.3) genel
toplumdan (%3.1-%6.8) yüksek olduğu görülmektedir. Bu bulgumuz, şizofren hastaların
genel toplumdan daha yüksek oranda alkol-madde kullanma eğiliminde olduğunu bildiren
çalışmalarla uyumlu olup (1, 7, 70, 84), alkol kullanımının şizofrenlerde genel popülasyondan
daha sık olduğunu desteklemeyen çalışmalara ters düşmektedir ( 71, 89) .
Çalışmamızda %63.7 olarak saptanan yaşam boyu sigara kullanımı ve %60.3’lük
şimdiki sigara kullanımı oranları yerli ve yabancı literatürde şizofren hastalarda %32-%92
arasında değişen yüksek sigara kullanım değerleriyle uyumludur (83, 84, 132). ABD de genel
toplumun yaklaşık dörtte biri sigara kullanıcısı iken, şizofren hastalarda sigara kullanımı oranı
ise bunun 2-3 katıdır (276). Oysa bizim ülkemizde genel toplumda %43 olarak saptanan (83)
97
sigara kullanım oranı ile bizim saptadığımız oran (%63.7) birbirine daha yakındır. Bu,
toplumumuzda sigaranın ulaşılabilirliği, sigara kullanımına herhangi bir kısıtlama
getirilmeyişi ve çeşitli sosyokültürel faktörlerden kaynaklanıyor olabilir.
Ancak günümüzde şizofrenlerin depo hastanelerden ziyade toplum içinde yer alması,
küreselleşme, kentleşme, yasadışı maddelere ulaşılabilirliğin artması ve komorbid madde
kötüye kullanımını tespit etmede güçlükler, ülkemizde şimdiki madde kullanım oranının diğer
ülkeler kadar olmasa da daha yüksek olabileceğini düşündürmektedir (11, 12). Gerçek oranı
saptayabilmemiz için yatarak tedavi görmekte olan hastaların da değerlendirilmesi uygun
olacaktır.
Sosyodemografik Özellikler
Hastaların %47’sini kadınların, %53’ünü ise erkeklerin oluşturduğu ve yaş
ortalamasının 37.59  10.917 olarak saptandığı çalışmamızda, hastaları herhangi bir madde
kullanımlarının bulunup bulunmadığına göre sosyodemografik özellikleri bakımından
değerlendirdik. Literatürle uyumlu bir biçimde erkek şizofrenlerde alkol-madde kullanım
bozukluğu sıklığı ileri derecede anlamlı olarak fazla bulundu (11, 15, 58). Alkol ve/veya
madde kullanımı bulunan 39 hastadan 35’i (% 89.7) erkek; 4’ü (% 10.3) ise kadındı. Bu
sonuca göre erkek şizofren hastalarda alkol-madde kötüye kullanım oranı kadın hastalardaki
kullanım oranının yaklaşık 8-9 katı idi. Yaşam boyu alkol kötüye kullanım/bağımlılığı
bulunanların %8.8’i (3 komorbid hasta) kadın; %91.2’si (31 komorbid hasta) erkek bulundu.
Madde kötüye kullanımı bulunan hastalarda kadınların oranı %15.4 (2 hasta), erkeklerin oranı
ise %84.6 (11 hasta) olarak tespit edildi. Dolayısıyla erkeklerde alkol kullanım sıklığı kadın
hastalardaki sıklığın yaklaşık 10 katına ulaşırken, madde kötüye kullanım sıklığı erkek
şizofrenlerde takriben 5,5 kat daha fazla idi. Oranlardaki bu fark, erkeklerin kadınlardan 2 kat
daha fazla madde kullanım bozukluğu, 4 kat daha fazla alkol kullanım bozukluğu
sergilediğini bildiren Myers ve arkadaşlarının (1984) belirttiği oranlardan oldukça yüksektir
(126). Erkeklerin oranındaki baskınlık, geleneksel olarak erkeklerin alkol kullanımının kabul
edildiği toplumumuz için beklenen bir bulgudur. Toplumumuzda kadınların sosyal rollerinin
değişmesi, daha fazla sayıda kadının yüksekokul mezunu ve meslek sahibi olmasıyla
kadınlarda da oran giderek artmaktadır (38). Ancak örneklemimizde bulunan kadın hastaların
%69.5’inin ev kadını, % 57.4’ünün ise en fazla ilkokul mezunu olması nedeniyle bu artış
bizim oranlarımıza yansımamış olabilir. Bizim bulgularımızın aksine, şizofreni gibi
98
psikiyatrik hastalıklarda madde kullanım bozukluğu bakımından cinsiyet farklılığına
rastlanmadığını iddia eden bildiriler de mevcuttur (52, 140).
Şizofrenide madde kullanım bozukluğu ile genç yaşı ilişkilendiren birçok
çalışmanın aksine (2, 49, 58, 76, 81, 95, 132) bu çalışmada komorbid hastalar ile tek tanılı
hastalar arasındaki yaş farkının anlamlı olmadığını saptadık. Yaşam boyu alkol/madde kötüye
kullanımı bulunan hastalarda yaş ortalaması 37.95  9.302 bulunurken, diğer grubun yaş
ortalaması 37.54  11.153 olarak tespit edildi. Çalışmamızın sonuçları bu ilişkiyi
desteklemeyen diğer çalışmaların sonuçlarıyla uyumlu bulunmuştur (1, 3, 5, 81). Örneğin
Menezes ve arkadaşları (2004) Sao Paulo’da yaptıkları çalışmada yaş ile madde kullanımı
arasında ilişki saptamamışlar (5); Mueser (2000) yaşı, yaşam boyu esrar ve kokain kullanım
bozukluğu prevalansı ile ilişkili bulurken; alkol kullanım bozukluğu ile ilişkilendirememiştir
(95). Literatürdeki çalışmaların bir kısmında genç hastaların daha çok, yasadışı maddelerden
stimülanları kullanma eğiliminde olduğu saptanmıştır (58). Dolayısı ile yaş farklılığının
beklendiği gibi anlamlı düzeyde olmaması çalışmamızda en sık kötüye kullanılan maddenin
alkol olması ve yasadışı maddelerin kullanım sıklığının çok düşük olması ile açıklanabilir.
Ayrıca çalışmamızda yer alan komorbid hastaların büyük bir kısmı geçmişte alkol veya madde
kullanımı bulunup şu anda madde kullanmadıklarından yaş ile komorbiditeyi ilişkilendirmeye
çalışmak çok da doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
Literatürde madde kullanımının aile ilişkilerini zedelediği, hastaların ebeveynlik
görevlerini aksatmalarına neden olduğu ve aile desteğinin kaybına ve hatta evsizliğe yol açtığı
öne sürülmektedir (111, 136, 137, 138, 139). Madde kullanan şizofrenik kadınlar, erkeklere
nazaran daha sık olarak evli, birlikte yaşıyor ya da daha önce evlenmiş ve partnerinin veya
çocuklarının
bakımını
üstleniyor
görünmektedir
(57).
Ancak
bizim
çalışmamızda
Westermeyer ve arkadaşlarının (1999) bulguları ile uyumlu bir biçimde madde kötüye
kullanımı ile medeni durum, eş iletişimi ve boşanma nedenleri arasında anlamlı fark
bulunmamıştır (277). Bununla birlikte madde kullanan hastaların tamamının sadece hastalık
ile ilişkili sebeplerle boşanmış olması dikkat çekicidir. Evlilik sayı ve süreleri bakımından da
benzerlik bulunan iki grubun ortalama çocuk sayıları da birbirine yakındı. Yapılan
çalışmalarda esrar kullanım bozuklukları bekar medeni durumla ilişkili bulunmuş ( 95, 141);
bu bulgu bizim sonuçlarımızla desteklenmemiştir.
99
Sonuçlarımız, madde kullanımının daha çok kırsal kesimlerde yaşayan dual tanılı
hastalarda görüldüğüne dair bildirilerle ( 6, 12) uyumlu değildir. Doğum yeri, yaşanılan yerin
kırsal ya da kentsel olması madde kullanımı ile ilişkilendirilememiştir. Yine de çalışmamızda
alkol-madde kullanan hastalardan hiçbirinin kırsal bölgede yerleşim göstermediği, tümünün
kentlerde yaşadığı
göze çarpmaktadır. Bu, hastanemizin şehir içinde olmasından ve
başvuruda bulunan hastaların daha ziyade İstanbul’da ve çevresindeki kentlerde yaşayan
şizofrenik bireyler olmalarından kaynaklanabilir.
Çalışmamız, öğrenim düzeyi ve eğitim süresi bakımından alkol ve/veya madde
kullanan şizofren hastalar ile alkol veya madde kullanımı olmayan şizofrenler arasında
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde bir farkın bulunamamasıyla, düşük eğitim düzeyi ile
komorbidite arasında ilişki bulunduğunu ileri süren birçok çalışmadan ayrılmaktadır (95,
143). Bizim bulgularımıza göre her ne kadar istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, lise ve
yüksekokul mezunu hastaların oranı ve ortalama eğitim süresi madde kullanan grupta daha
yüksek bulunmuştur.
Birçok çalışmada işsizlik ve başarısız meslek hayatı, şizofrenide madde kullanımı ile
ilişkili bulunmuştur ( 52, 55, 58, 76, 95, 111, 143, 144, 145). Biz de, benzer şekilde dual
tanılı hastaların sadece şizofrenik bozukluğu bulunan hastalara oranla ileri derecede anlamlı
bir şekilde işsiz olduğunu saptadık. Eş tanılı hastaların %79.5’lik bir dilimi çalışmıyor iken,
diğer grupta bu oran %46.0 idi. Mesleki yaşamları boyunca değiştirdikleri iş sayısı
bakımından kıyasladığımızda, komorbid hastaların daha çok sayıda iş değiştirdiğini (>3 iş
değiştirme oranı: %43.2 ) ancak iki grubun toplam çalışma sürelerinin benzer olduğunu
bulduk. Çok sayıda iş değiştirmenin başarısız bir meslek yaşamının göstergesi olduğu
varsayılırsa, bulgularımız belirttiğimiz çalışmalarla oldukça uyumludur. Aylık gelirleri ve
sosyoekonomik durumları açısından benzer bulunan gruplarımızın yarısından fazlasının aylık
gelirinin 500 YTL’nin altında olduğu ve sosyoekonomik durumlarının da düşük olduğu
saptandı. Bununla birlikte istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, 500 YTL’nin üzerinde aylık
geliri bulunan hastalar ile sosyoekonomik durumu yüksek olan hastaların daha ziyade dual
tanılı hasta grubunda yer aldığı gözlendi. İki grup hastanın benzer oranlarda yakınlarından
maddi yardım aldıkları, bu yardımın miktarının ise dual tanılı grupta anlamlı derecede daha
düşük olduğu belirlendi. Bu bulgular ışığında, madde kullanımı bulunan hastalarımızın madde
temini için yeterli düzeyde gelire sahip olduklarını ve diğer gruba oranla ekonomik açıdan
yakınlarından bağımsız olduklarından daha özgür hareket edebildiklerini iddia edebiliriz.
100
Caton ve arkadaşları (1994) kontrollü bir çalışmalarında, yoksul ve evsiz olan 100 akıl
hastası ile evi olan 100 hastayı karşılaştırmışlar ve evi olmayan bireylerde madde kullanımının
daha sık olduğunu saptamışlardır (137). Komorbid hastalarda yüksek evsizlik insidansından
bahseden çok sayıda çalışmayla (52, 55, 58, 76, 95, 111, 143, 144, 145) uyumlu olarak,
çalışmamızda komorbid hasta grubunda evsizlik oranı anlamlı şekilde daha yüksek bulundu
(%2.6). Bu durum, kişilerin maddenin kullanıldığı ortamlara itilmesinde rol oynamış olabilir.
Bununla birlikte hastaların yalnız yaşayıp yaşamadığı, yaşadığı kişilerle iletişimi bakımından
birbirlerine benzedikleri saptandı. Boş zamanlarını daha çok yalnız geçirmeyi tercih ettikleri
gözlenen iki grubun ikinci tercihi aileleri ile zaman geçirmekti. Alkol-madde kullanımı
bulunan hasta grubunun herhangi bir madde kullanımı bulunmayan gruba göre biraz daha
büyük bir kısmının boş vakitlerini aile ve arkadaşları ile geçirdikleri ancak bunun anlamlılık
düzeyine ulaşmadığı tespit edildi.
Aile yüklülüğü
Genetik faktörlerin şizofreni ve madde kullanım bozukluğunun gelişimine katkıda
bulunduğuna dair deliller aile öyküsü ve ikiz çalışmaları ile desteklenmektedir. Alkol ve/veya
madde kullanımı bulunan şizofren bireylerin aile öykülerinde yüksek alkol kullanım
bozukluğu oranları saptanmaktadır. Çifte tanılı hastaların akrabalarında madde kullanım
bozukluğu bulunma olasılığının, sadece şizofrenik bireylerden yüksek olduğu ve bir şizofrenin
babasında alkol bağımlılığı bulunmasının, çocuklarında alkol bağımlılığı riskini arttırdığı
bildirilmiştir (107, 148, 149). Gerçekten de şizofreni ve madde kullanım bozukluğuna ait
ortak bir genetik yatkınlığın varlığından söz edebilmemiz için, bu bozukluklardan birisinin
bulunduğu hastaların akrabalarında diğer bozukluğun oranının da yüksek olması beklenir.
Çalışmamıza katılan hastalarımızın anne, baba, kardeş, çocuk ve ikinci dereceden
akrabalarında şizofreni, duygudurum ve anksiyete bozuklukları, alkol-madde kullanım
bozuklukları ve diğer psikiyatrik hastalık öyküleri araştırıldı. Alkol-madde kullanımı bulunan
ve bulunmayan hastalarımızın annelerinde, babalarında, kardeş ve çocuklarında psikiyatrik
hastalık öyküsü açısından fark bulamadık. Çalışmamızda dual tanılı hastalarda genetik
yatkınlığın olabileceğini destekleyen tek bulgu, bu hastaların ikinci dereceden akrabalarında
elde edildi. Herhangi bir madde kullanmayan hastalarla dual tanılı hastalar akrabalarında
bulunan psikiyatrik hastalıklar bakımından karşılaştırıldı. Sonuçlarımıza göre; birinci grup
101
hastalarımızın %79.7’sinin (208 şizofren), ikinci grup hastalarımızın ise 29’unun (%74.4)
akrabalarında psikiyatrik hastalık öyküsü yoktu. Akrabalarında şizofreni oranı ilk grupta %
12.3 (32 hasta), diğer grupta ise %10.3 (4 hasta) olarak bulundu. Soy geçmişte duygudurum ve
anksiyete bozuklukları madde kullanımı bulunmayan (tek tanılı) hastalarda diğer gruptan
belirgin olarak fazla saptandı (%4.2; %0.0). Bununla birlikte alkol-madde kullanım bozukluğu
öyküsü çift tanılı hastalarımızın akrabalarında anlamlı derecede fazla idi (%0.8; %7.7).
Akrabalarında hem şizofreni, hem de duygudurum bozukluğu öyküsü olan hastalarımızın
oranı tek tanılı grupta; hem şizofreni, hem de alkol-madde kullanım bozukluğu öyküsü olan
hastalarımızın oranı ise dual tanılı hasta grubunda yüksek saptandı. Buna göre alkol-madde
kullanımı ek tanılı hastalarımızın ikinci dereceden akrabalarında alkol-madde kullanım
bozukluğu öyküsü anlamlı olarak fazla idi. Bu bulgumuz, alkol ve/veya madde kullanımı
bulunan şizofren bireylerin aile öykülerinde yüksek alkol kullanım bozukluğu oranlarının
bildirildiği çalışmalarla uyumludur.
Çalışmamızın anlamlı bir başka sonucu, iki grubumuzun ailede yasal sorun öyküsü
açısından değerlendirilmesi ile elde edilmiştir. Birinci ve ikinci derece yakınlarında yasal
sorun öyküsü bulunmayan hastalarımızın oranı tek tanılı hasta grubunda daha yüksek
bulunurken (%94.6; %79.5); alkol-madde kullanımı bulunan şizofren hasta grubunun hem
birinci, hem de ikinci derece akrabalarında yasal sorun oranı diğer gruptan anlamlı derecede
yüksek idi. Yasalarla başı derde giren birinci derece akrabası bulunan hastaların oranı, tek ve
çift tanılı şizofren grubumuzda sırasıyla; %4.2 ve %12.8 olarak bulundu. İkinci dereceden
akrabaları yasal sorun yaşayan şizofrenlerin oranları ise herhangi bir madde kullanmayan
grupta %1.1; dual tanılı grupta ise %7.7 idi.
Komorbiditenin Hastalık Başlangıcına Etkileri
Madde kullanım bozukluğu-şizofreni komorbiditesine ait literatürde stimülanlar ve
esrar gibi bazı maddelerin, biyolojik olarak yatkın bireylerde dopaminerjik değişiklik
yaratarak şizofreni başlangıç yaşını aşağı çektiğine dair deliller mevcuttur (11, 14, 56, 107).
Cleghorn ve arkadaşlarının (1991) madde kullanan hastalarda şizofreni belirtilerinin daha
genç yaşta başladığını ortaya koymaları bu olasılıkla uyumludur (154). Duke ve arkadaşları
(1994) alkol kullanan hastalarda şizofreninin başlangıç yaşının anlamlı olarak daha geç
olduğunu ve alkolün psikotik sürecin erken evrelerini maskelemiş olabileceğini, dolayısıyla
kayıtlara geçen başlangıç yaşının daha geç, hastalık süresinin ise daha kısa olduğunu, alkolün
102
şizofreninin erken evrelerinde bir başa çıkma stratejisi olarak kullanıldığını ileri sürmüşlerdir
(243).
Addington & Addington (1998) şu an madde kullanan, geçmişte madde kullanımı
bulunan ve hiç madde kullanmamış hastaları inceledikleri çalışmalarında, geçmişte madde
kullanımı öyküsü olan hastalarda şizofreni başlangıç yaşının çok erken olduğunu tespit etmiş
ve bu grupta ilk psikotik atağın madde ve/veya alkol kullanımı ile alevlenmiş olabileceği ya
da erken başlangıcın madde kullanımı için risk faktörü oluşturabileceği ihtimalleri üzerinde
durmuşlardır (14).
Bu çalışmada şizofreninin başlangıç yaşı, psikiyatri hekimine ilk başvuru yaşı, bir
psikiyatri kliniğine ilk yatış yaşı ve toplam hastalık süresi bakımından tek tanılı ve dual tanılı
hastalar karşılaştırılmıştır. Komorbid hastalarda şizofreni başlangıç yaşı, ilk başvuru yaşı diğer
hasta grubundan hafif düzeyde erken olsa da anlamlı bulunmamıştır. Yalnız şizofreni tanısı ile
izlenen hastaların ortalama hastalık başlangıç yaşı 23.31 (SD: 7.297) ; herhangi bir madde eş
tanısı bulunan şizofrenlerin şizofreni başlangıç yaşı ise ortalama 22.41 (SD: 7.214) saptanmış
ve birbirine çok yakın olan bu değerler arasında anlamlı bir fark elde edilmemiştir. Hastaların
bir psikiyatri hekimine ilk kez başvurdukları ortalama yaşlar ilk grupta 24.76 ( 8.077), ikinci
grupta ise 23.38 ( 7.293) bulunmuştur. Toplam hastalık süreleri ise ortalama 14.15 yıl ve
15.21 yıl olarak belirlenmiştir. Bu itemde komorbid hastaların lehine bir yükseklik göze
çarpmakla beraber, aradaki fark anlamlı değildir.
Çalışmamızda bir psikiyatri birimine ilk kez yatışın gerçekleştiği yaş iteminde anlamlı
sonuç elde edilmiştir. Herhangi bir madde kullanımının eşlik ettiği şizofren bireylerin yataklı
bir psikiyatri kliniğine anlamlı olarak daha erken yaşta kabul edildikleri saptanmıştır. Buna
göre komorbid madde kullanımı bulunmayan şizofrenlerin ilk yatış yaşı ortalaması 27.07 (
8.887) olarak belirlenirken, eşlik eden alkol-madde kullanımı bulunan grubun ortalaması
24.00 ( 6.512) bulunmuştur. Bu sonucumuz, madde kullanan şizofrenlerin hastaneye ilk yatış
yaşlarının da erken olduğunu bildiren litertürle uyumludur (76). Madde kullanan
hastalarımızın daha kolay dekompanse oldukları ve yatış gerektiren ilk psikotik
alevlenmelerinin daha erken bir yaşta gerçekleştiği sonucuna varabiliriz. Bir diğer olasılık ise,
hastalarımız arasında en sık tercih edilen madde olan alkolün, hastalığın erken belirtilerini
gizlemiş ve hastalığın yatış gerektirecek kadar şiddetli bir psikotik alevlenme ile ortaya
103
çıkmasına yol açmış olabileceğidir. Alkol kullanan olgularımızın büyük bir kısmında hastalık
başlangıç yaşı ile ilk yatış yaşının yakın olması bu varsayımımızı desteklemektedir.
Hambrecht ve Hafner (1996) ilk psikotik atağını yaşayan 232 şizofren hastada,
şizofrenik belirtilerle alkol, madde kullanımının başlangıç ve gidişatını incelemişler ve erken
semptom başlangıcının risk faktörü olduğunu; alkol ve madde kötüye kullanımının ilk pozitif
belirtilerden ortalama 5 yıl önce başladığını, alkol kötüye kullanımının ilk hastalık belirtisini
takip ederken, %34.6 hastada madde kötüye kullanımının ilk şizofrenik belirtiyle beraber
ortaya çıkma eğilimi taşıdığını, komorbid hastaların yalnız %27.5’inde madde kullanımının
şizofreniyi tetiklediğini, %37.9 hastada ise ilk semptomu izlediğini ortaya koymuşlardır (65).
Münih’te yapılan retrospektif bir çalışmada, şizofreninin ilk belirtisinin (pozitif veya negatif)
%55 vakada madde kullanımından önce, %40 vakada ise madde kullanımını takiben ortaya
çıktığı (64), İsrail’de yapılan bir başka çalışmada ise tam tersi bulguların elde edildiği bu
konuya dair literatürlerin incelenmesiyle göze çarpmaktadır (278). Bühler ve arkadaşları
(2002) çalışmalarında, madde kullanan şizofrenik bireylerin %82.7’sinin, alkol kullananların
ise %72.7’sinin bu alışkanlıklarını şizofreninin başlangıç safhasında ve ilk psikiyatrik
başvurularından önce kazanmış olduklarını bildirmişlerdir (279). 468 şizofrenik hastanın
analiz edildiği bir başka çalışmada, madde kullanımının psikotik belirtilerin başlangıcından
yaklaşık 5 yıl öncesine dayanabildiği bildirilmiştir (250). Bizim çalışmamızda da bu
çalışmaları destekler şekilde, alkol kullanım bozukluğu olan hastalarımızın %50’sinin (17
hasta) alkol kullanımına hastalıktan önce başlamış oldukları, %17’sinin (6 hasta) belirtilerin
ortaya çıkmasıyla eş zamanlı olarak alkol kullanımına başladıkları, %33’ünün (11 hasta) ise
hastalık başladıktan bir süre sonra alkol kullanımını başlattığı tespit edilmiştir. Esrar kullanan
hastaların % 16’sı (1 hasta) esrar kullanımına hastalık başlangıcından sonra, %16’sı (1 hasta)
hastalık başlangıcı ile eş zamanlı ve kalan %68’i (4 hasta) hastalıktan yıllar önce esrar
kullanmaya başlamıştır. Reçete edilen maddelerden biri olan biperiden kullanımının
tamamının hastalık başlangıcı ile eş zamanlı (3 hasta;% 60) ya da takip eden yıllarda (2 hasta;
%40) ortaya çıkmış olması da bizim açımızdan beklenen bir sonuçtur. Benzodiazepin
kullanan hastalardan sadece biri hastalık başlangıcından önce madde kullanımına başlamıştı
(%33). Kalan hastalar ise hastalık başlangıcını takip eden yıllarda ( 1hasta; % 33) ya da
hastalıkla eş zamanlı olarak (1 hasta; %33) benzodiazepin kullanmaya başlamışlardır. Uçucu
madde kullanan hastalarımızın % 25’i (1 hasta) hastalık başlangıcından sonra madde
kullanmaya başlarken, %75’inin (3 hasta) hastalık başlamadan yıllar önce uçucu madde
kullanımına başladığı tespit edilmiştir.
104
Andreasson, hastalık başlangıcından önce madde kullanım öyküsü bulunmasının,
artmış şizofreni riski ile ilişkili olabileceğini, özellikle esrar için bu ilişkinin daha net
olduğunu ileri sürmüştür. İsveç’te yürütülen bir çalışmada Allebeck (1993), şizofreni ve esrar
bağımlılığı komorbiditesi bulunan 112 hastanın %69’unda bulunan ağır esrar kötüye
kullanımının, psikotik belirtilerin başlangıcından en az bir yıl önce geliştiğini, dolayısı ile
esrar kullanımının şizofreni için bir risk faktörü olabileceğini bildirmiştir (280). Hollanda’da
yürütülen bir diğer çalışmada, esrar kullanımı bulunan 24 şizofrenik hastadan 23’ünde, kötüye
kullanımın ilk psikotik belirtilerden en az bir yıl evvel başladığı tespit edilmiştir (180). Bizim
çalışmamızda da yaşam boyu esrar kullanımı bulunan şizofren hastaların % 66.6’sının esrar
kullanımına hastalık başlangıcından önce başladığı saptandı. Bu, literatürle uyumlu bir sonuç
olup, esrar kullanımının şizofreni için bir risk faktörü olabileceğine dair delil niteliğinde
değerlendirilebilir.
Hastalık Belirtileri
Alkol ve/veya yasadışı madde kötüye kullanımının şizofreninin seyrini etkilediğine ve
klinik belirtilerin şiddetini arttırdığına dair çok sayıda klinik ve laboratuar çalışma mevcuttur.
Madde kullanımı bulunan şizofren hastalarda daha belirgin psikotik ego rahatsızlıkları
(derealizasyon, depersonalizasyon), ambivalans, ümitsizlik, delüzyonel fikirler ve içgörü
yokluğu saptanmıştır (13).
Birçok çalışmada esrar kullanımı ile şizofrenik belirtiler arasındaki ilişki incelenmiştir.
Çalışmaların bir kısmında pozitif belirtilerde artış saptanmış (74, 154, 157); bir kısmında ise
psikotik belirtilerde herhangi bir fark bulunamazken (184, 185), negatif belirtilerde azalma
(184, 185) tespit edilmiştir. Alkol kullanımı bulunan şizofrenlerde de daha fazla
hallüsinasyon, depresif belirti, hostil davranış, paranoya, dezorganize enkoheran konuşma
bildirilmiştir (54, 149). Alkolle ilişkili semptomatik şiddetlenmeyi değerlendirmek amacıyla,
271 şizofren hastaya Manchester Skalası uygulayan Duke ve arkadaşları (1994), yaşam boyu
problemli alkol kullanımı olan şizofrenik hastalarda anlamlı derecede yüksek hallüsinasyon
oranı saptamışlar, uyguladıkları sosyal davranış listesinde bu hastaların belirgin olarak daha
hostil,
anksiyöz,
irritabl
ve
depresif
olduklarını,
gözlemlemişlerdir (243).
105
affektif
labilite
sergilediklerini
Esrar kullanan 24 hastayı, kullanmayan 69 hasta ile karşılaştırdıkları çalışmada,
Linszen ve arkadaşları (1994),
esrar kullananların 14’ünde kullanımın hemen ardından
psikotik belirtilerde hızlı bir artış saptamışlardır (180). Hastaların BPRS’de daha düşük
aktivasyon skorlarının olduğu (gerginlik, heyecan, gibi), SANS’ta daha düşük asosyalite
skorları gösterme eğiliminde oldukları ve yatış sayılarının daha az olduğu gösterilmiştir (58).
Compton ve arkadaşları (2004) ilk şizofrenik epizodundaki hastaları esrar bağımlılığı ve
negatif belirtiler açısından incelemişler; esrar kullanan hastaların PANSS negatif skorlarının
anlamlı bir biçimde daha düşük olduğunu ve iki grubun PANSS pozitif ve genel psikopatoloji
alt skorlarında fark bulunmadığını bildirmişlerdir (190). Longitudinal bir çalışmada Shaner
(1995), şizofrenik hastaları 15 hafta boyunca haftalık aralıklarla izlemiş ve kokain
kullanımının psikozun pozitif belirtilerini arttırdığını bulmuştur (191).
Bununla birlikte madde kullanımı ile hallüsinasyonlar, delüzyonlar, bizar davranış ve
düşünce bozuklukları (55, 58, 177, 178, 179, 196, 200) ile negatif belirtiler arasında herhangi
bir bağlantı bulamayan çalışmalar da vardır (53, 58, 154, 179, 180,). Sevy ve arkadaşları
(1990) kokain kullanımı ile PANSS’in pozitif, negatif, genel belirtiler alt itemlerinin global
ölçümleri arasında herhangi bir ilişki bulamamışlardır (179). Hatta Test ve arkadaşları (1989)
hastaların büyük bir kısmının paranoya ve hallüsinasyonlarının madde kullanımı ile
düzeldiğini iddia etmişlerdir (57).
Şizofrenik sendromun bir parçası olan disforik duygudurum, depresif belirtiler,
anksiyete ve suisid fikrinin madde kullanımı ile ilişkili olduğunu iddia eden çalışmalar
mevcuttur (55, 119, 177, 178, 179). Gerçekleştirdikleri bir yıllık izlem çalışmasında Cuffel ve
Chase (1994), aktif madde kullanımı bulunan bireylerin depresif şikayetlerinde artış
tanımladıklarını, madde kullanımına son vermiş hastaların ise bu tür şikayetlerinin gerilediğini
bildirmişlerdir (75). Margolese ve arkadaşları (2004) çalışmalarında klinik olarak anlamlı
depresyonun (HAM-D ile ölçülmüş) şimdiki dual tanı ile bağlantılı olduğunu saptamışlar ve
bunu, depresif hastaların duygu dışavurumlarını yükseltmek amacıyla madde kullanıyor
olabilecekleri şeklinde açıklamışlardır (80). Bununla birlikte depresif belirtilerde herhangi bir
fark saptamayan ya da madde kullananlarda daha az sayıda depresif belirti tespit eden
çalışmalar da vardır (58, 180, 181, 182, 183).
Biz de çalışmamızda BPRS, HDÖ, SANS, SAPS, İDÖ ve İGD ölçeklerini uygulayarak
şizofren hastalarımızın hastalık belirtilerine dair bilgi edinmeye çalıştık.
106
Hastalarımızın negatif belirtilerinin şiddetini değerlendirmek ve alkol-madde
kullanımının
negatif belirtilere etkisini belirlemek amacıyla iki grubumuzun da Negatif
Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (SANS) itemlerinin her birini, alt ölçek toplam değerlerini ve
ortalama toplam skorlarını karşılaştırdık. Tüm alt itemler arasında “Yanıt Süresinde Uzama”
ve “Alojinin Bütünsel Derecelendirilmesi” itemleri dışında anlamlı fark saptanmadı. Her iki
itemin de ortalama değeri alkol-madde kullanımı bulunan grupta daha düşüktü. Alt ölçek
toplam puanları kıyaslandığında “Duygulanımsal Düzleşme veya Küntleşme”, “AvolusyonApati (İradesizlik-İlgisizlik)”, “Anhedoni-Asosyallik (Zevk Alamama- Topumsal İlişki
Kuramama)” ve “Dikkat” alt ölçeklerinin ortalama değerleri birbirine yakın bulundu. Alt
ölçek puanlamaları arasında tek anlamlı fark “Aloji (Düşünce/Fikir Yoksulluğu)” skorunda
elde edildi. Alkol ya da madde kullanmayan şizofren hasta grubunda ortalama değer 8.39 
5.568; yaşam boyu alkol ve/veya madde kullanımı ek tanısı olan hastalarda ise 6.26  5.305
olarak belirlendi. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı olup alkol ya da madde kullanan
hastalarda alojinin şiddetinin daha hafif olduğu tespit edildi. Ortalama SANS-toplam skorları
arasında anlamlı fark bulunmadı.
Şizofreninin pozitif belirtilerinin şiddetini değerlendirmek amacıyla Pozitif Belirtileri
Değerlendirme Ölçeği’ni kullandık. Ölçekte bulunan tüm itemleri, alt ölçek toplam değerlerini
ve SAPS-toplam skorunu ayrı ayrı değerlendirdik. “Suçluluk ve Günahkarlık Hezeyanları”,
“Alınma Düşünceleri ve Hezeyanları”, “Hezeyanların Bütünsel derecelendirilmesi”,
“Saldırgan ve Taşkın davranış”, “Düşüncenin Raydan Çıkması”, “Mantık Dışılık”, “Çevresel
Konuşma” itemlerinde anlamlı fark tespit ettik. Tüm bu itemlere ait ortalama değerler alkolmadde kullanan eş tanılı hastalarda anlamlı olarak daha yüksekti.
İki hasta grubu arasında ortalama alt ölçek değerleri kıyaslandığında “Varsanılar” alt
ölçeği dışında tüm alt ölçek değerlerinde anlamlı fark saptandı. Buna göre “Hezeyanlar”,
“Garip (Bizar) Davranış” ve “Pozitif Formal Düşünce Bozukluğu” alt ölçeklerinin toplam
skorları değerlendirilmiş, her birinin komorbid grupta anlamlı derecede yüksek olduğu
bulunmuştur. SAPS-toplam skorları karşılaştırılan iki grubumuzdan, herhangi bir madde
kullanmayan şizofren grubumuzun ortalama SAPS-toplam skoru 27.57 (SD: 13.947); alkolmadde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı bulunan hastalarımızın ortalama skoru ise 36.17
(SD: 19.052) saptanmıştır.
107
Sonuçlarımız, ilk psikotik atağını yaşayan 232 şizofren hastayı değerlendirmiş ve
madde kullanımının başta varsanılar ve düşünce bozuklukları olmak üzere pozitif belirtilerde
artış yarattığını tespit etmiş olan Bühler’in bulgularıyla uyumludur. Bu bulguları destekleyen
farklı çalışmalar da mevcuttur (14, 52, 55, 176, 197, 198, 199, 200). Bühler’in çalışması
(2002), anlamlı derecede azalma gösteren tek negatif semptom komponentinin “affektif
düzleşme” olduğunu bildirmesi ile bizim çalışmamızdan ayrılmaktadır (279). Bizim
bulgularımızın daha ziyade, madde kullanan hastaların pozitif belirtilerinin anlamlı bir
biçimde daha baskın olduğunu öne süren ve “aloji”nin madde kullanım öyküsü ile ilişkili tek
negatif belirti olduğunu ortaya koyan Cleghorn ve arkadaşlarının (1991) sonuçları ile benzer
olduğu söylenebilir (154). Sonuçlarımız alkol kullanımı bulunan şizofrenlerde daha fazla
hallüsinasyon, depresif belirti (suçluluk ve günahkarlık fikirleri gibi), hostil davranış,
paranoya, dezorganize enkoheran konuşma bildirilen (54, 149) çalışmalarla da uyumludur.
Bu bulgulara göre alkol ve madde kullanımının, şizofrenik belirtileri, varsanıları ve
davranış bozukluklarını şiddetlendirmek suretiyle etkilemiş olabileceğini söyleyebiliriz.
Pozitif bulguların şiddetlenmesinden dopaminerjik, GABAerjik sistemde ortaya çıkan
değişiklikler, asetilkolin sentezinde azalma, adenil siklaz inhibisyonu sorumlu olabilir (187,
188, 189). Bununla birlikte madde kullanımının antipsikotiklerin metabolizmasını etkileyerek,
ilacın aktif metabolitlerinin plazma seviyelerini düşürerek de pozitif bulguları şiddetlendirmiş
olması mümkündür. Madde kullanan hastaların yaşamsal olaylarla başa çıkmada tek tanılı
şizofren hastalardan daha fazla zorlandıklarını ve strese daha yatkın olduklarını düşünürsek,
komorbid hastalarda psikiyatrik bozukluğun tekrarlaması için gerekli eşiğin
daha düşük
olduğunu ileri sürebiliriz.
Bununla birlikte şiddetli şizofreni belirtileri bulunan hastaların self-medikasyon
sağlayabilmek amacıyla alkol ya da madde aldıklarını dışlamak da güçtür. Ancak
hastalarımızın büyük çoğunluğunun hastalık başlangıcı ile eş zamanlı ya da hastalık
başlangıcını takip eden yıllarda alkol, esrar ve uçucu madde kullanımını sonlandırmış olduğu
tespitimiz bizi self-medikasyon hipotezinden nispeten uzaklaştırmaktadır. Negatif belirtilerin
şiddetli olması, madde temini ve kullanımı için gerekli sosyal etkileşimleri engelleyeceğinden
alkol-madde kullanan hastalarımızda negatif belirtilerin şiddetli olmaması; özellikle “aloji”
skorlarının düşük bulunması mantığa yatkındır. Benzer biçimde anhedoni gibi negatif
belirtilerin maddelerin ödüllendirici özelliklerini azaltıyor olabileceği ve kişileri bu nedenle
madde kullanımından uzaklaştırabileceği de düşünülebilir.
108
HDÖ toplam skorları ortalaması tek tanılı grupta 8.30  4.498; yaşam boyu alkolmadde kullanım komorbiditesi bulunan hastalarda ise 9.67  5.228 elde edildi. Çift tanılı
grubumuza ait ortalama skor alkol-madde kullanmayan grubunkinden hafif düzeyde fazla
bulunmasına rağmen, fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Bu saptamamız, şizofrenik
sendromun bir parçası olan disforik duygudurum, depresif belirtiler, anksiyete ve suisid
fikrinin madde kullanımı ile ilişkili olduğunu iddia eden çalışmaları desteklememektedir (55,
119, 177, 178, 179). Ancak Margolese ile arkadaşlarının (2004) çalışmalarında “aktif” madde
kullanımı bulunan bireylerin depresif şikayetlerinde artış saptadığını, madde kullanımına son
vermiş hastaların ise bu tür şikayetlerinin gerilediğini bildirdiklerini göz ardı etmemek
gerekir. Bizim çalışmamızdaki komorbid hastaların büyük çoğunluğunun alkol-madde
kullanımına son verdiği, aktif olarak madde kullanmadığı göz önünde bulundurulursa bu
sonucumuzu anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Daha depresif şizofreni hastalarının,
depresif belirtilerini ortadan kaldırmak ve daha mutlu hissedebilmek için alkol-madde
kullanımına başvurabildiklerini biliyoruz (80). Hastalarımızın düşük depresyon şiddetleri,
madde kullanım oranının düşük olmasına katkıda bulunmuş olabilir. Bununla birlikte
literatürde bizim çalışmamızla uyumlu şekilde depresif belirtilerde herhangi bir fark
saptamayan ve hatta madde kullananlarda daha az sayıda depresif belirti tespit eden çalışmalar
da vardır (58, 180, 181, 182, 183).
Şizofren hastalarımızın İDÖ toplam skorları ortalamaları da madde kullanımına göre
değerlendirildi. Madde kullanan ve herhangi bir madde kullanımı bulunmayan gruplarımızın
ortalama skorları birbirine yakın bulundu. Sırf şizofreni tanısı ile izlenen hastalarımızın
ortalama içgörü değerlendirme ölçeği toplam değeri 11.05  5.438 olarak saptanırken, alkolmadde kullanımının eşlik ettiği şizofren hasta grubumuzda ortalama değer 12.15  4.971
olarak belirlendi. Bu bulgumuz literatürle uyumlu değildi (13).
Hastalarımızın genel işlevselliklerini değerlendirdiğimiz İGD ortalama puanları da
birbirine oldukça yakındı. Madde kullanım bozukluğu tanısı eşlik eden şizofren hastalarda
İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği puanları ortalaması 51.90 (SD: 12.234) iken,
madde kullanmayan şizofren bireylerin ölçek puanlarının ortalaması 51.79 (SD: 11.825) idi.
Bu durumda, bizim örneklemimiz göz önüne alındığında işlevsellikleri daha iyi olan
hastaların maddeyi temin edebildiklerini ve kullanımı başlatabilme yetisine sahip olduklarını
iddia edemiyoruz.
109
Hastalarımıza uyguladığımız Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeği itemlerini ayrı
ayrı değerlendirdiğimizde “Kendini Yerme ve Suçluluk Duyguları”, “Düşmanlık (Hostilite)”,
“Şüphecilik”, “Psikomotor Yavaşlama” itemlerinin ortalama değerleri iki grubumuz arasında
anlamlı derecede farklı bulunmuştur. İlk üç itemde alkol-madde kullanan grubumuzun
belirgin olarak daha yüksek puanlar aldıkları; son iteme ait puan ortalamasının ise alkolmadde kullanımı bulunan grupta daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Ortalama BPRS-toplam
ortalama değeri de alkol-madde kullanımı ek tanısı bulunan şizofrenlerde anlamlı derecede
yüksek bulunmuştur. Sadece şizofreni tanılı hastalarımızın toplam ölçek puanı ortalaması
13.64  5.700 olarak belirlenmiş; komorbid hasta grubumuzda ise bu ortalama 15.79  5.755
olarak hesaplanmıştır. Bu bulgularımız da komorbid hastaların psikotik belirtilerinin, bazı
depresif şikayetlerinin, paranoya ve hostilitelerinin daha belirgin ve şiddetli olduğunu bildiren
çalışmalarla uyumlu bulunmuştur (54, 55, 149).
Relaps ve Yatış Sayısı
Yapılan çalışmaların birçoğuna göre şimdiki ya da geçmişteki madde kullanımı,
şizofrenide istemli ve istemsiz yatışları %50 oranında arttırmaktadır (55). Drake ve Wallach
(1989) çifte tanılı hastaların bir yıllık izlemde yaklaşık iki kat daha fazla hospitalize
edildiklerini bildirmiştir (55). Madde kullanımı hastaları destabilize etmekte, hezeyanları
arttırmakta, depresif belirtileri şiddetlendirmekte, suisidal, zarar verici ve saldırganlık içeren
davranışları arttırarak alevlenmeye ve acil yatışa neden olmaktadır (52, 55, 197, 198, 199,
200). Literatürde sadece madde kullanımı değil alkol bağımlılığı da psikotik alevlenme ve
hospitalizasyonla ilişkili bulunmuştur (201). Alkol ve madde kullanımı disinhibisyon,
agresyon ve kanuna aykırı davranışlar üzerine etkileri ile zaten bilişsel, davranışsal, sosyal ve
ekonomik olarak tehlike altında olan şizofren bireylerde hastane yatışlarını arttırmaktadır (54,
55, 191).
Omaha’da bir tıp merkezinde yapılan çalışmada çifte tanılı hastalarla tek tanılı
hastalar, 5 yıllık bir periyodda yatış oranları açısından karşılaştırılmışlar ve çifte tanılı hastalar
senede ortalama 4 kez hastaneye yatarken, tek tanılı hastalarda bu sayı 3.1 olarak
belirlenmiştir (202). Swofford ve arkadaşları (1996) madde kullanan şizofrenlerde
kullanmayanlara göre bir yılda dört kat daha fazla relaps geliştiğini bildirmişlerdir. Onlara
göre madde kullanımı şizofrenik relaps için güçlü bir belirleyicidir ve hem tedavi
110
uyumsuzluğu, hem de tedavi ekibiyle iletişim yetersizliğinin relaps sıklığındaki artışa katkıda
bulunduğu ileri sürülmüştür (92). Linszen ve arkadaşlarının (1994) düzenlediği bir yıllık
prospektif izlem çalışmasında, esrar kullanan grupta anlamlı olarak daha fazla sayıda ve daha
erken psikotik relapslar bildirilmiş; dozla ilişkili etki saptanmış, öyle ki ağır esrar kullanımı
daha fazla psikotik relapsla sonuçlanmıştır (180).
Drake ve arkadaşları (1989) şizofrenik bireylerde minimal dozda alkol kullanımının
bile hospitalizasyona yol açtığını (54), Gerding ve arkadaşları (1999) ise alkol bağımlılığı olan
hastaların daha uzun süre hastanede yattıklarını bildirmişlerdir (201). Öte yandan yürüttükleri
çalışmada yaşam boyu yatış süresinin madde kullanıcılarında artmamış olduğunu bildiren
Cantor-Graae ve arkadaşları (2001), bunu, madde kullanan hastaların yatırılarak tedavi
edildiklerinde, tedaviye, madde kullanımı bulunmayan hastalardan daha iyi yanıt veriyor
olmalarıyla açıklamışlardır (3).
Çalışmamızda yaşam boyu alkol ve/veya madde kullanımı bulunan şizofrenlerin
şizofrenik alevlenme sayıları literatürle uyumlu bir biçimde belirgin olarak yüksek
bulunmuştur (52, 54, 55, 92, 180, 197, 198, 199, 200, 201, 202). Herhangi bir madde
kullanımı bulunmayan hastaların ortalama relaps sayısı 4.33 (SD: 4.854) bulunurken,
komorbid grubun ortalaması 6.13 (SD: 5.297) saptanmıştır. Ancak relaps sayısındaki belirgin
yüksekliğe yüksek yatış sayısı eşlik etmemektedir. Her ne kadar alkol ve/veya madde kötüye
kullanımı ya da bağımlılığı bulunan şizofreni grubumuzun yatış sayısı (ortalama 5.33 yatış)
sadece şizofreni tanılı hastalardan (ortalama 4.37 yatış) hafif düzeyde fazla ise de bu, anlamlı
bulunmamıştır. Bu bulgumuz bazı çalışmalarla uyumludur (101, 281). Relaps sayısı fazla
iken, yatış sayısının buna aynı oranda eşlik etmemesi, hastalarımızın tedavi uyumlarının dış
çalışmalardaki örneklere nispetle yeterli olması ve psikiyatrik başvurular sırasında ayaktan
düzenlenen tedaviyi uygulamaları sayesinde yatışın önüne geçilmiş olduğu şeklinde
açıklamak mümkündür. Böylece bizim çalışmamızda, yatış sayısını belirleyenin madde
kullanımından ziyade tedavi uyumu olabileceği düşünülebilir. Madde kullanan şizofren
hastaların, tedavi edildiklerinde, tedaviye, madde kullanımı bulunmayan hastalardan daha iyi
yanıt verdikleri bildirilmektedir (3). Ayrıca şimdiki madde kullanımının alevlenmeyi belirgin
olarak arttırdığı ve hastalarımızın birçoğunun madde kullanımına yıllar önce, hatta hastalığın
erken dönemlerinde son verdiği düşünülürse, iki grup arasında yatış sayısının niçin benzer
bulunduğu anlaşılabilir.
111
Gruplarımız ortalama yatış süreleri bakımından karşılaştırıldıklarında; yalnızca
şizofreni tanısı ile izlenen hastalarımızın çeşitli hastanelerde 4.94  7.775 ay yatarak tedavi
gördükleri, alkol-madde kullanımı ek tanısı bulunan hastalarımızın ise ortalama 9.72  21.006
ay yatışlarının bulunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte, komorbid grupta göze çarpan
yükseklik istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır. Gerding ve arkadaşları (1999) alkol
bağımlılığı olan hastaların daha uzun süre hastanede yattıklarını iddia etmişlerdir (201).
Yürüttükleri çalışmada yaşam boyu yatış süresinin madde kullanıcılarında artmamış olduğunu
bildiren Cantor-Graae ve arkadaşları, bunu, madde kullanan hastaların yatırılarak tedavi
edildiklerinde, tedaviye, madde kullanımı bulunmayan hastalardan daha iyi yanıt veriyor
olmalarıyla açıklamışlardır.
Şiddet ve Yasal Sorunlar
Finlandiya’da gerçekleştirilen prospektif bir çalışmada (1998), 26 yaşına dek takip
edilen 11017 kişilik izlem grubunda, şizofrenlerin genel toplumdan 4-7 kat daha fazla suç
işleme eğilimi taşıdığı, şizofrenlerden alkol kötüye kullanımı ya da bağımlılığı bulunan
erkeklerin ise alkolik olmayan şizofreni hastalarına oranla 7 kat daha fazla şiddet suçu işleme
eğiliminde oldukları ortaya konmuştur (212).
Steadman ve arkadaşları (1998) madde
kullanım bozukluğunun şizofren hastalarda şiddet için en önemli risk faktörü olduğunu iddia
etmişlerdir (218). Yine 618 suçluyu inceleyen Rice ve Harris’e göre (1995), alkol kullanan
şizofrenik bireylerin %26’sı şiddet uygularken, alkol kullanmayan hastalarda bu oran sadece
%7’dir (69). İngiltere’de %78’ini şizofrenlerin oluşturduğu 27 çifte tanılı hasta, %68’i
şizofreni tanılı 65 saf psikotik hasta ile, dual tanının agresyon ve saldırganlıkla ilişkili olup
olmadığını saptamak amacıyla karşılaştırılmış ve eş tanılı grupta suç ve hostil davranış
oranlarının belirgin olarak yüksek olduğu kanaatine varılmıştır (214).
Eş tanılı hastaların tek tanılı hastalara kıyasla daha belirgin oranda yasal sorun
yaşadığı, yasaların ihlali nedeniyle daha sık tutuklanıp cezaevine girdiği ve hukuk sistemi ile
temaslarının arttığı, son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen çalışmalarla da
desteklenmiştir (206, 209, 210, 211). Mueser 2000’de yayınlanan bir çalışmasında, yatarak
tedavi edilmiş 325 şizofren hastada davranım bozukluğu, antisosyal kişilik bozukluğu
belirtileri ile cezaevinde geçirilen gün sayısının güçlü bir biçimde yaşam boyu alkol, esrar ve
kokain kullanım bozuklukları ile ilişkili olduğunu bildirmiş ve davranım bozukluğu ile
antisosyal
kişilik
bozukluğunun
şizofren
112
toplumda
madde
kullanımının
duyarlı
belirleyicilerinden olabileceğini kaydetmiştir (95). Bu hastalarda en sık gözlenen antisosyal
kişilik özelliklerinin; kanunlarla belirlenmiş toplumsal normlara uymama (%28), kendi ya da
başkalarının güvenliğini engelleyen davranışlar sergileme (%25.5) ve tekrarlayan kavga ve
saldırılar olduğu bildirilmiştir (%17.2). Amerika’da cezaevlerinde gerçekleştirilen araştırmalar
(7), klinik ve toplum-bazlı çok sayıda çalışma (214, 215) ve epidemiyolojik araştırmalar (16,
216, 217) komorbid madde kullanım bozukluğu bulunan şizofren hastalarda şiddet ve rahatsız
edici davranış riskinin arttığını doğrulamıştır. İsveç’de bir adli psikiyatri biriminde bulunan 38
şiddet suçlusu şizofreni inceledikleri çalışmalarında, Lindquist ve Allebeck (1989), 14
hastanın (%37) alkol ve/veya madde kötüye kullanımının bulunduğunu; diğer 7 hastanın (%
18)
ise
kötüye
kullanım
olasılığının
bulunabileceğini
savunmuşlardır(216).
Aynı
araştırmacıların 1990 yılında yürüttükleri bir diğer çalışmada incelenen 644 şizofren hastanın
38’inin (%6) şiddet uyguladıkları ve bunların da 14’ünün ( %37) alkol kullanım sorununun
bulunduğu saptanmıştır; aynı çalışmada yazarlar şizofren hastaların genel topluma kıyasla dört
kat daha fazla şiddet suçu işlemiş olduklarını tespit etmişlerdir (204).
Madde
kullanım
bozukluklarının,
bilişsel
ve
davranışsal
dürtü
kontrol
mekanizmalarını zayıflattığı, depresyon, şüphecilik ve öfkeyi arttırdığı; sonuç olarak şiddete
ve saldırganlığa yol açtığı öne sürülmektedir (207, 208). Bununla birlikte saldırganlık, şiddet
gibi anormal davranışların, kişiyi madde kullanılan grup ve ortamlara itebileceği de iddia
edilmektedir (208). Yenilik ve heyecan arayışı, antisosyal kişilik özellikleri ve impulsivite
şizofren hastalarda madde kullanım riskinin artışından sorumlu tutulan diğer faktörlerdir (153,
220, 221, 249). Dervaux ve arkadaşları (2001), 100 şizofren hastaya Barret İmpulsivite
Skalası uygulamışlar ve yaşam boyu madde kullanım bozukluğu bulunan şizofrenlerin ölçekte
daha yüksek skorlara ulaştıklarını ortaya koymuşlardır (222). Alkol ya da madde
intoksikasyonu içinde olmanın, şiddet davranışı ve yasal sorunlar için risk faktörü
olabileceğine dair bildiriler de mevcuttur (217, 224).
Bizim örneklemimizde yasal sorun yaşama oranı %16.7 (50 şizofren hasta), gözaltına
alınma oranı %14 (42 şizofreni hastası), cezaevi deneyimi oranı ise % 5.3 ( 16 hasta) idi.
Cezaevi deneyimi bulunan 16 hastanın cezaevine ortalama yatış sayısı 1.13  0.342 (min1;
max 2); ortalama yatış süresi ise 5.6  8.123 yıl (min 0.10; max 28) olarak belirlendi. En sık
işlenen suçlar; adam yaralama ve darp (%26), cinayet (%24), hırsızlık (%8), haneye tecavüz
(%8) olup bunu tehdit, devlet memuruna hakaret, yangına sebebiyet verme, cinsel tacizde
113
bulunma gibi suçlar izliyordu. İşlenen suçların büyük bir kısmı alkol veya madde etkisinden
bağımsız olarak işlenmişti (%77.6).
Çalışmamızda alkol madde kullanımı bulunmayan 261 şizofren hastanın 35’inde (%
13.4) yasal sorun öyküsü bulunurken; alkol-madde kullanım bozukluğu ek tanılı 39 şizofren
hastanın 15’inin (%30) yaşamının herhangi bir döneminde yasal sorun yaşadığı tespit
edilmiştir. Örneklemimizde alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan şizofrenlerde ileri
derecede anlamlı olarak daha yüksek oranda yasal sorun saptamamız literatürle oldukça
uyumludur(7, 69, 206, 209, 210, 211, 212, 214, 216). Tek tanılı şizofren hastaların %11.1’i
(29 hasta) göz altına alınmış olduklarını belirtirken, dual tanılı hastalarda bu oran %33.3’tü
(13 hasta). Bu oranlar arasındaki fark da ileri derecede anlamlılık taşıyordu (Bkz. Tablo-26).
Hastalarımızın homisid girişiminde bulunup bulunmadıkları sorgulandığında, tüm
grupta homisid girişim sıklığı %19.3; tamamlanmış homisid girişimi oranı %3.7 bulundu.
Hastaların büyük çoğunluğu darp yoluyla (%45.6) ya da kesici alet (%29.8) ve silah (%10.5)
kullanarak homisid girişiminde bulunmuştu. Diğer yöntemler arasında; yakarak öldürmeye
çalışmak, ilaçla zehirleme girişiminde bulunmak sayılabilir. Sıklıkla anneye (%17.2), ikinci
derece akrabalara (%17.2) zarar verilirken, bunu akrabalık bağı olmayan tanıdıklar,
tanımadıkları şahıslar, baba, eş ve çocuklar izliyordu.
Herhangi bir madde kullanımı tanımlamayan grupta homisid girişimi oranı %17.2 (45
şizofren) olarak belirlendi. Alkol ve/veya madde kötüye kullanımının şizofreniye eşlik ettiği
39 kişilik grubumuzun %33.3’ünde (13 komorbid hasta) homisid
girişimine rastlandı.
Böylece çifte tanı, homisid riskini, Angermeyer ve arkadaşlarının (1995) iddia ettiği gibi 17
kat arttırmıyorsa da (282), komorbid hasta grubumuzun yaşamının herhangi bir döneminde
homisid girişiminde bulunma oranı iki kat daha yüksekti ve bu yükseklik istatistiksel olarak
anlamlı idi. İki grubun ortalama homisid sayıları ise birbirine oldukça yakın bulundu (tek
tanılı grupta 1.41  0.923; komorbid grupta 1.46  0.776). Bununla birlikte tamamlanmış
homisid öyküsü açısından da iki grubumuz arasında benzer sonuçlar elde edildi. Her ne kadar
dual tanılı hastalarımızda tamamlanmış homisid oranı (%7.7) komorbid madde kullanımı
bulunmayan grubumuzun oranının (%3.1) takriben 2.5 katı olsa da bu, istatistiksel olarak
anlamlı değildi. Zarar verilen kişilerin oranları arasında da belirgin bir fark saptanmadı.
Bununla birlikte alkol-madde kullanmayan kişiler daha çok anne, baba ve akrabalarına zarar
verme eğilimi taşırken, alkol ve/ veya madde kullananlar daha sıklıkla eş ve çocuklarına,
114
tanımadıkları şahıslara ve de birden fazla kişiye zarar verme paterni gösteriyorlardı. Zarar
verme şekli açısından kıyasladığımız gruplarımız arasında anlamlı fark bulunmadı. Buna göre
her iki grubun da karşısındaki kişi veya kişilere en sık darp yoluyla zarar vermeye kalkıştığı
(tek tanılılarda %47.7; çift tanılılarda %38.5), bunu 2.sırada kesici alet ve silah ile öldürme
teşebbüsünün izlediği saptandı.
Bu çalışmada değerlendirilen 300 hastanın 16’sının cezaevi yaşantısı mevcuttu (%5.3).
Alkol veya madde kullanmayan şizofren grubun cezaevine girmiş olma oranı %4.6 iken,
herhangi bir madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı olan grupta bu oran %10.3 olarak
bulundu. Alkol ya da madde kullanımı bulunmayan grubun cezaevine ortalama yatış sayısı
1.17 (SD:0.389) iken, eştanılı grupta ortalama 1.00 (SD:0.000) olarak belirlendi. Cezaevine
yatış sürelerine ait ortalama değerler sırasıyla 6.58 (SD: 9.166) ve 2.65 (2.527) yıl bulundu.
Her iki değişken açısından iki grup arasında anlamlı fark bulunmadı.
En sık işlenen suçlar; adam yaralama ve darp, cinayet, hırsızlık ve haneye tecavüz olup
bunu tehdit, devlet memuruna hakaret, yangına sebebiyet verme, cinsel tacizde bulunma gibi
suçlar izliyordu. Tek ve dual tanılı gruplarımızda işlenen suçların niteliği bakımından anlamlı
fark bulunamadı. Literatürde de; verbal ve non-verbal tehditlerin, fiziksel saldırıların, silah
kullanımının ve çevredeki nesne ve eşyalara zarar vermenin, madde kullanımı ile artış
gösteren
suçlar arasında yer aldığı bildirilmektedir (206). Örneklemimizde herhangi bir
madde kullanımı bulunan hastaların daha ziyade alkol veya madde etkisinde suç işlemiş
oldukları tespit edildi (%46.7). Bu bulgumuz; birçok çalışmada öne sürülen, şizofrenlerin
kriminal eylem sırasında alkol almış olabilecekleri kanaatiyle uyumludur (212). Bir diğer
olasılık da suç işlemelerine yol açan hastalık belirtilerini yatıştırmak amacıyla alkol
kullanımına başvurmuş olabilecekleridir.
İntihar Girişimi ve Kendine Zarar Verici Davranışlar
Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı almış hastaların %40’lık bir diliminin
yaşamlarının herhangi bir döneminde intihar girişiminde bulunduğu, yaklaşık olarak %
10’unun ise intihar nedeniyle hayatını kaybettiği bilinmektedir (225, 233). Madde kullanım
bozukluklarının, suisid girişimlerinin önemli bir oranı için risk faktörü olduğu çeşitli
çalışmalarda vurgulanmış; yineleyen bir biçimde, birincil madde kullanım bozukluğu bulunan
bireylerin suisid sonucu ölüm oranlarının yüksek olduğu saptanmıştır (117, 142, 227, 228,
115
229). Toplum çalışmaları, madde kullanımının özellikle genç bireylerde artmış suisid riski ile
ilişkili olduğuna dikkati çekmektedir (227).
Geçmişteki veya şimdiki alkol-madde kullanımının, zaten artmış suisid riskinden
bahsedilen şizofrenik hastalarda bu riski %60’tan fazla arttırdığı; bunun da suisidi önlemek
amacıyla hastaneye yatışlarının artmasına yol açtığı ileri sürülmektedir (230). Stockholm’de
Lindquist ve arkadaşlarının (1989)yürüttüğü çalışma verilerine göre, alkol kötüye kullanımı
bulunan şizofrenlerin %19’u intihar girişiminde bulunmaktadır (216). Heila (1997) ve Soyka
(2000) da alkol bağımlılığının şizofrenide özkıyım için risk faktörü olduğunu bulmuştur (217,
236). İlginç bir biçimde sigara kullanımı da suisidalite riski için ön görücü olarak bildirilmiştir
(230).
İlk başvuruda bulunan şizofren hastalar üzerinde yapılan ve suisidalite ile madde
kullanım bozukluğu ilişkisinin araştırıldığı çalışmalarda, vakaların %25’inden fazlasında
parasuisidal öyküye rastlanmış; birçok çalışmada suisidalitenin en güçlü ön görücüsünün
madde kullanım bozukluğu öyküsü olduğu dile getirilmiştir (232, 233). Fransa’da bir
psikiyatri kliniğinde prospektif olarak değerlendirilen 3460 şizofren hasta arasında yürütülen
araştırma da bu iddiayı destekleyen çalışmalardandır ve madde kullanan şizofrenik bireylerde
kullanmayanlara göre, 3 yıllık izlem döneminin sonunda, intihar nedeniyle iki kat daha fazla
ölüm oranının saptandığını öne sürer (234). Verdoux (1999) madde kullanımı ve suisidalite
arasındaki ilişkinin diagnostik kategoriden bağımsız olduğunu, parasuisid riskinin çoğul
madde kullanımı bulunan hastalarda yalnız esrar kullanan vakalardan daha yüksek olduğunu
bildirmiştir (232).
Madde kullanımı bulunan şizofrenlerin, daha fazla depresif semptomatoloji ve suisid
eğilimi sergiledikleri (155); özellikle kokain kullanan şizofren hastaların major depresyon (9)
ve suisid fikri (231) açısından daha da riskli gruplar oluşturdukları bilinmektedir. Gut-Fayand
ve arkadaşları (2001) 50 şizofrenik hasta ile yaptıkları çalışmada, madde kullanan hastaların
Barrett İmpulsivite Ölçeği’nde daha yüksek skorlar sergilediklerini ve çok daha sık intihar
girişiminde bulunduklarını bildirmişlerdir (220). Bir başka çalışmada, çifte tanılı hastaların
kasıtlı olarak kendilerine zarar verme risklerinin ve self-destrüktif davranışlarının, saf şizofren
hastalara kıyasla artmış olduğu bildirilmiştir (1, 65). Bu davranışlar arasında yüksek doz ilaç
alımı, bileklerini kesme, ası girişimi ve boğulma ön planda saptanmıştır (1).
116
Bizim çalışmamız komorbiditenin intihar girişim oranını arttırmadığını bildiren
çalışmaları destekler niteliktedir (235). Çalışmamıza katılan 300 şizofrenin 86’sı hayatının bir
döneminde intihar girişiminde bulunmuştu (%28.7). Bu hastaların 1-11 arasında intihar
girişiminde bulundukları (ortalama: 1.74  1.497), intihar girişimlerinin %44.2’lik bir dilimini
ilaç içerek (38 şizofren hasta), %18.6’sını yüksekten atlayarak ve % 8.1’ini bileklerini keserek
gerçekleştirdikleri, kalanını ise kendini asarak, denize atlayarak, boğazını kesmeye, yakmaya
ve arabanın önüne atmaya çalışarak öldürmeyi deneyenlerin oluşturduğu öğrenildi.
Sadece şizofren hastalarımızın %29.5’i (77 hasta) intihar girişiminde bulunurken,
şizofreni ve alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan hastalarımızda intihar girişimi oranı %
23.1 (9 komorbid hasta) idi. Bu fark, istatistiksel olarak birbirine yakın bulundu. İntihar
şekilleri açısından da iki grup arasında fark bulunmadı. Her iki grup hastanın en sık intihar
girişimi yöntemi ilaç içerek hayatına son vermeye çalışmaktı ( tek tanılı hastalarda %42.9;
komorbid hastalarda %55.6). Madde kullanmayan hastaların ikinci tercihi yüksekten atlamak
iken komorbid alkol-madde kullanımı bulunan grup ası ile girişimi ve denize atlamayı tercih
ediyordu. İki grubun ortalama suisid girişim sayıları da benzer bulundu. Herhangi bir madde
kullanımı bulunmayan şizofreni grubunun ortalaması 1.68  1.418; alkol-madde kullanım
bozukluğu bulunan grubun ortalaması ise 2.33  2.062 olarak belirlendi. Her ne kadar anlamlı
düzeye ulaşmasa da komorbid olgu grubumuzun intihar girişimi ortalaması hafif oranda daha
yüksekti. Gruplarımıza uyguladığımız Hamilton Depresyon Ölçeği’nde iki grubumuz arasında
depresyon şiddeti açısından fark bulmamış olmamız, iki grubun benzer suisid riskini
açıklayabilir.
Olgu grubumuzun tamamında kendine zarar verici davranış sergileme oranı %7 (21
hasta) olarak belirlendi. Tek tanılı olgularımızda bu oran %4.2 (11 şizofren) olarak tespit
edilirken, çift tanılı olgu grubumuzun %25.6’sı (10 komorbid hasta) kendine zarar verici
davranışlar gösteriyordu. Kendine zarar verici davranışta bulunma bakımından gruplarımız
arasında ileri derecede anlamlı fark saptanmış olması literatürle uyumludur (Verma ve ark,
Hambrecht ve ark). Madde kullanımının hastaları daha dürtüsel kıldığını ve dürtüselliğin selfdestruktif davranışlara yol açtığını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Zarar verme şekli
bakımından benzer bulduğumuz gruplarımızın en sık başvurduğu yöntem bedende yüzeyel
kesiler oluşturmaktı (%76.2). Bunu, vücuduna sigara basma (%19) ve başını duvara vurma (%
4.8) yolu ile kendine zarar verme izliyordu.
117
Tıbbi Hastalıklar ve HIV
Şizofreni gibi ruhsal hastalığı bulunan bireylerde, HIV prevalansının yüksek olduğu
bilinmektedir. HIV prevalansına yönelik çalışmalarda, %4 ile %23 arasında seropozitiflikten
söz edilmektedir. Carey ve arkadaşları (1995), bu konuda yayınlanmış çalışmaları gözden
geçirmiş ve yaklaşık olarak %8’lik bir seropozitiflik oranı bildirmişlerdir (283). Madde kötüye
kullanımının, şizofrenlerin cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma riskini arttırdığını
bildiren yayınların büyük bir bölümü New York’da yapılmıştır. Damar yoluyla madde
kullanımının önemli bir risk faktörü olduğu, HIV prevalansının komorbid hastalarda çok daha
yüksek olduğu ortaya konmuştur (15, 67).
Çalışmamızda hastalarımızı fiziksel hastalık ve HIV enfeksiyonu ile ilişkili olarak
değerlendirdik. Hastalarımızın hiçbirinde HIV pozitiflik saptanmaması oldukça anlamlı bir
bulgu idi. Eşlik eden fiziksel hastalıklar bakımından alkol ve/veya madde kötüye kullanımı
bulunan hastalarımızda tek tanılı hastalarımıza nazaran
istatistiksel anlamlılık düzeyine
ulaşmadığı görülen bir fazlalık saptandı.
Tedavi ve İlaç Dozları
D’Mello ve arkadaşları (1995) madde kullanımı ek tanısı bulunan şizofrenik hastaların
daha yüksek dozlarda antipsikotik medikasyona ihtiyaç duyduklarını bildirmişler (174);
Bowers (1990) madde kullanan hastaların tedavi yanıtındaki yetersizliğe işaret ederek, bunu,
maddenin mezolimbik dopaminerjik sistemde yol açtığı nöroleptik direncine bağlamıştır
(175). Soni ve Brownlee (1991) hastaların serum nöroleptik düzeylerini ölçmüşler ve alkol
nedeniyle ilaç serum düzeylerinin azalmasının, daha şiddetli pozitif psikotik belirtileri kısmen
açıklayabileceğini iddia etmişlerdir (183).
Hastalarımızı EKT sayısı, antipsikotik dozları ve depo antipsikotik dozları açısından
karşılaştırdık. Herhangi bir madde kullanmayan şizofren grubunun ortalama EKT sayısı 9.59
(SD: 23.243) iken; çift tanılı grupta ortalama sayı 9.28 (SD: 15.219) bulundu. Eşdeğer dozda
klorpromazine uyarlanarak hesaplanan antipsikotik dozlarının ortalama değerleri de iki grupta
birbirine yakın bulundu.
118
Tedavi Uyumu
Tedavi
uyumsuzluğu
birçok
çalışmada
madde
kullanım
bozukluğu
ile
ilişkilendirilmiştir (55, 169). Owen ve arkadaşları (1996), 135 hastayı başvuru sırasında ve
başvurudan 6 ay sonra, madde kullanım bozuklukları, tedavi uyumu, hastalık belirtileri ve
ayaktan tedaviye başvuru düzeni açısından prospektif olarak değerlendirmişler; madde
kullananların kullanmayanlara göre sekiz kat fazla tedavi uyumsuzluğu gösterdiklerini, sağlık
çalışanları ile fazla iletişim kurmadıklarını ve hem madde kullanımı bulunan, hem de tedaviye
uyum göstermeyen hastaların 6 ayın sonunda belirtilerinin çok daha şiddetli olduğunu
bildirmişlerdir (170). Yatarak tedavi gören 42 şizofren hastanın değerlendirildiği bir başka
çalışmada (1990), hastaların %57’sinin yatıştan önceki ayda alkol kullandığını belirttiği;
hastaların %72’sinin yatıştan önce reçete edilen tedaviye uyum göstermediklerini, %62’sinin
ise özellikle alkol kullanımı sırasında tedavi uyumsuzluğu gösterdiklerini bildirdiği
saptanmıştır (172). Breen ve Thornhill (1998) dual tanılı hastaların tedaviye uyum
göstermemelerini, antipsikotiklerin madde kullanımından kaynaklanan dopamin aracılı öforiyi
bloke etmeleri ve madde kullanımına bağlı olarak gelişen antipsikotik etkinlik kaybının
tedaviye olan güveni azaltması ile açıklamışlardır (171).
Batılı çalışmaların aksine, çalışmamızda hasta gruplarımız arasında tedavi uyumu
bakımından anlamlı fark bulamadık. Bu açıdan hastalarımızı tedavi formu, ilaç-tedavi uyumu
ve başvuru düzeni itemleri ile değerlendirdik. Alkol-madde kullanımı bulunmayan şizofren
hastaların %70.9’una (185 kişi) oral antipsikotik tedavisi, %1.5’ine ( 4 kişi) parenteral (depo
antipsikotik) tedavi uygulanıyordu. Hastaların %27.6’lık (72 kişi) bir dilimi ise her iki tedavi
formuna ihtiyaç duyuyordu. Yaşam boyu alkol-madde kötüye kullanımı bulunan hasta
grubunda bu oranlar sırasıyla %74.4 (29 kişi); %2.6 (1 kişi); %23.1 (9 kişi) bulundu.
119
İlaç ve tedavi uyumu itemi ile değerlendirilen alkol ya da madde kullanmayan
hastaların %23’ünün (60 hasta) poliklinik başvuruları düzensiz; ilaç uyumları kötü idi. %
10.3’ü (27 hasta) düzenli başvuruda bulunmamasına rağmen ilaçlarını düzenli olarak
kullanıyordu. 174 hasta ise (%66.7) hem poliklinik randevularını aksatmıyor, hem de
kendisine verilen ilaçları düzenli olarak kullanıyordu. Alkol-madde kullanımı ek tanısı olan
hastalarda da benzer sonuçlar elde edildi. Poliklinik randevularını aksatan ve düzenli olarak
ilaç kullanmayanların oranı %25.6 (10 hasta); poliklinik başvuruları düzenli olmayıp ilaç
tedavisini aksatmayan hastaların oranı %10.3 (4 hasta); düzenli doktor kontrolünde olan ve
tedavisine bire bir uyan hastaların oranı ise %64.1 (25 hasta) olarak bulundu.
Başvuru düzeni itemimizde saf tanılı hastaların %33.3’ünün (87 hasta) başvurularının
düzensiz olduğunu, 174 hastanın ise (%66.7) düzenli olarak kontrollerine geldiğini saptadık.
Dual
tanılı
hastalarda
oranlar
sırasıyla
%35.9;
%64.1
idi.
Başvuru
sıklıklarını
karşılaştırdığımız gruplar arasında herhangi bir fark bulamadık. Buna göre madde
kullanmayan hastaların %42.9’u yılda altı seferden fazla poliklinik kontrolüne geliyordu. %
31.4 hastanın ortalama poliklinik başvuru sayısı yılda 3-6 ; % 21.8’inin ortalama başvuru
sıklığı ise 1-2 başvuru/yıl idi. Küçük bir bölümünün ise (%3.8) yatışlar dışında başvurusu
yoktu. Komorbid hasta grubumuzda başvuru sıklık oranları sırasıyla; % 41.0, %30.8, %25.6,
%2.6 olarak belirlendi.
Şizofren hastaların yalnız yaşama oranının düşük olduğu, hastaların daha ziyade
aileleriyle yaşamakta olduğu belirlenen örneklemimizde, hastalarımız tedavi ve poliklinik
başvuruları açısından da ailelerinin kontrolü altındadırlar. Poliklinik kontrolüne yalnız başına
başvuruda bulunan şizofren hastaların oranı klinik gözlemlerimize göre de oldukça düşüktür.
Yakınları hastalarımıza ilaçlarını kendilerinin düzenli olarak verdiklerini, tedaviyi hastanın
iradesine bırakmadıklarını bildirmektedirler. İlaç uyumu kötü ve başvuruları düzensiz olan
hastalarımızın ise ailelerinin ilgisiz olduğu, yakınlarının tedavi ve bakımını üstlenmediği
gözlenmektedir. Batılı örneklerde özellikle madde kullanan hastalar daha bağımsız yaşamakta,
tedavileri de dahil olmak üzere hayatlarıyla ilgili kararları kendi başlarına alabilmektedirler.
Bu da madde kullanan hastalarda yüksek olan tedavi uyumsuzluğunu açıklamaktadır. Bizim
çalışmamızda ise her iki grubun da yalnız yaşama oranlarının benzer şekilde düşük olması ve
aileleriyle yaşamaları göz önünde bulundurulduğunda tedavi uyumu bakımından da benzerlik
göstermeleri sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte tedavi uyumsuzluğu gösteren
hastalarımızın büyük bir kısmının yataklı servislerde tedavisi gerekmektedir. Zaten kısıtlı
120
sayıda poliklinik başvuruları bulunan bu hastalara rastlamamış olma ihtimalinin de yüksek
olabileceği düşünülmektedir.
İlaç Yan Etkileri
Alkol hiperkinetik hareket bozukluklarının bir kısmında (kore, tremor, orolingual
diskinezi, parkinsonizm, myoklonus,vs.) presipite edici veya şiddetlendirici faktör olarak
tanımlanmakta (284); hareket bozukluklarının patogenezinde antipsikotik ajanlarla sinerjistik
etkiye sahip olduğu öne sürülmektedir (241, 242). Alkol çekilmesinin, nöronal kalsiyum akımına
yol açarak nöronal destrüksiyona, anatomik hasara ve geriye dönüşümsüz diskinezilere neden
olduğu (242), NMDA toksisitesi ve nitrik oksitin, alkolün beyindeki tesirlerinin potansiyel
mekanizmalarını
oluşturduğu
bildirilmektedir
(241).
Benzodiazepinlerin
de
hareket
bozukluklarına yol açma potansiyelinin bulunduğuna dair bildiriler de mevcuttur (284).
Çalışmamızda ilaç yan etkileri açısından Anormal İstemsiz Hareketler Ölçeği (AİHÖ) ve
Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (EBDÖ) ile değerlendirdiğimiz hastaların
ölçeklerinin toplam değerleri de iki grupta birbirine benziyordu. Ortalama AİHÖ-toplam değeri
alkol-madde kullanımı olan grupta (3.87  6.590) saf tanılı gruptan (2.37  5.079) hafif düzeyde
daha yüksek olmakla birlikte bu, anlamlı değildi. EBDÖ-toplam değerleri de sadece şizofren
hastalarda (2.84  2.736) eş tanılı hastalardan (3.33  2.994) anlamlı olmasa da biraz daha
düşüktü. Bu bulgular, alkol ve madde kötüye kullanımının artmış tardif diskinezi riski ile ilişkili
olduğunu saptayan çalışmaları desteklememektedir (96, 239, 240, 244, 247). Örneğin South
Westminster’de, 271 şizofren hasta üzerinde yaptıkları ve alkol kullananlarla kullanmayanlar
arasında, global tardif diskinezi oranları ve AIMS’in “diskinetik hareketlerin sübjektif
farkındalığı” kriteri açısından fark saptamadıkları araştırmada, Duke (1994), yüksek alkol
tüketiminin şiddetli orofasyal tardif diskinezi ile anlamlı bir biçimde korele olduğunu bulmuş ve
bunun, organik beyin hasarı gelişen bir kısım problemli içicide görülüyor olması ile
açıklanabileceğini bildirmiştir (243). Olivera ve arkadaşları, 1990 yılında bir askeri hastanede 284
psikiyatrik hastayı değerlendirmişler ve tardif diskinezi insidansının alkol veya marijuana kullanan
grupta daha yüksek olduğunu; alkolü sedatifler, opiyatlar ve stimülanlar ile kombine olarak
kullanan hastalarda ise tardif diskinezi insidansının daha düşük olduğunu bulmuşlar ve
antipsikotik
kullanımı
yokluğunda
madde
121
kullanımı
ile
tardif
diskinezinin
ilişkilendirilemeyeceğini söylemişlerdir (96). Dixon (1992)
75 hospitalize şizofreni
değerlendirmiş ve alkol kötüye kullanımı ile tardif diskinezi insidansı arasında anlamlı ilişki
saptamış; alkol ve antipsikotiklerin birlikte kullanımının nörotoksik etkinin artmasına yol açtığını
iddia etmiştir (247). Alkol bağımlılığı bulunan hastalarla yapılan bir çalışmada hastaların %
56’sında belirgin orofasyal diskinezi geliştiği saptanmış ve bunun jeneralize nörolojik bozulmaya
işaret ettiği öne sürülmüştür (285). Rey ve arkadaşları da (1981), alkol kullanımının (tek başına
veya esrar ile beraber) tardiv diskinezi riskinde yükselmeye neden olduğunu bildirmişlerdir. Bu
çalışmada tardiv diskinezi grubunda alkolizm insidansı %24 iken, tardiv diskinezisi bulunmayan
hastalarda %8.1 bulunmuş; çoğul madde kullanımı veya diğer maddelerin kullanımının, insidansta
benzer artışa yol açmadığı ortaya konmuştur (286).
Soni ve Elliot’a ait iki çalışmada ise tardif diskinezi insidansı açısından madde
kullananlar ve kullanmayanlar arasında hiçbir fark tespit edilmemiş olup, sonuçları bizim
çalışmamızla uyumludur (183, 245). Soni ve Browlee (1991) tarafından yapılan çalışmada, 19
alkol kullanımı olan şizofrenle, eşit sayıda alkol kullanmayan şizofrenin kıyaslanması sonucunda
tardif diskinezi insidansı eşit bulunmuştur (183). İkinci çalışmada Elliot ve arkadaşları (1994),
yedi yıllık bir süreçte depo antipsikotik tedavisi uygulanan 50 hastayı inceleyip anlamlı bir sonuç
ortaya koyamamışlardır (245). Olivera (1990) antipsikotik uygulaması yokluğunda tardif diskinezi
ile madde kullanımını ilişkilendirememiştir (96). Bizim çalışmamızda da hastalarımızın birçoğu,
ilaçlarla alkolün etkileşim göstereceğine dair bilgilendirilmiş olduklarından, alkol kullandıkları
dönemde nöroleptik ilaçlarını almadıklarını belirtmişlerdir. Birçoğu ilk doktor başvurusunun
ardından psikiyatri hekiminin önerisiyle alkol kullanımına son verdiğini bildirmiştir. Alkolün
striatal yapılarda tardif diskinezi oluşturacak düzeyde hasar oluşturması ihtimali, nöroleptik tedavi
yokluğunda daha düşük olduğundan bizim örneklemimizde tardif diskinezi şiddeti artmamış
olabilir.
Hastalarımızı EBDÖ’nün akatiziyi sorgulayan itemi açısından karşılaştırdığımızda her iki
grupta birbirine yakın sonuçlar bulduk. Bu bulgumuz, alkol kullanımı bulunan hastalarda ortalama
akatizi
skorlarında anlamlı
olmasa da yükseklik saptayan çalışmaların
bulgularıyla
uyuşmamaktadır ( 143, 243).
Benzer şekilde bulgularımız, parkinsonizmin yaşam boyu alkol kullanımı ile
şiddetlenebileceğini bildiren çalışmalarla da uyumlu değildir (247). Diğer yandan bizim
sonuçlarımızla uyumlu çalışmalar da vardır. Pristach (1990), 42 şizofren hastada, alkol kullanan
122
ve kullanmayanlar arasında nöroleptiklerin yan etkilerinin çeşidi ve sıklığı açısından fark
bulamamış (172); Salyers ve Mueser (2001), EPS yan etkileri açısından düşük doz alkol kullanan,
sadece alkol kullanan ve madde kullananlar arasında fark saptamamıştır (143). Subjektif yan
etkilerin veya antikolinerjik yan etkilerin madde kullanımının daha güçlü ön görücüleri olduğu
düşünülebilir.
123
SONUÇ
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi psikiyatri polikliniklerine başvuran şizofreni hastalarının alkol-madde
kullanım bozukluğu sıklığını, en fazla tercih edilen madde türlerini, çift tanılı hastaların
sosyodemografik özelliklerini ve yaşam boyu alkol-madde kullanım bozukluğu ek tanısının
şizofreninin seyrine etkilerini araştırmayı hedeflediğimiz çalışmamızda:
Yaşam boyu alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu-şizofreni komorbiditesi %13.0
(39 hasta) olarak bulunmuştur. Örneklemimizde sigara içenlerin oranı %63.7 (191 şizofren
hasta); halen sigara içmekte olanların oranı %60.3 (181 hasta), sigarayı bırakanların oranı ise
%3.3 (10 hasta) olarak belirlenmiştir. Yaşam boyu sosyal içicilik oranı %10.0 (30 kişi), alkol
kötüye kullanım veya bağımlılığı bulunan hasta sayısı 34 (%11.3) iken (toplam %21.3),
madde kullanım bozukluğu bulunanların sayısı 13 (%4.3) olarak saptanmıştır. Kullanılan
alkol dışı psikoaktif maddeler; esrar (% 2; 6 hasta), biperiden (%1.7; 5 hasta), uçucu madde
(%1.3; 4 hasta) ve benzodiazepinler (%1; 3 hasta) olarak belirlenmiştir. Şimdiki alkol ve/veya
madde kullanım bozukluğu oranı %3; şu anda alkol kullanmaya devam eden hastaların oranı
%6.3 (19 hasta) olarak bulunmuştur. Esrar ve uçucu madde kullananların tamamının
kullanıma son vermiş oldukları; yaşam boyu biperiden kullanan şizofrenlerin %40’ının halen
biperiden kullanmakta olduğu (%0.7; 2 hasta), benzodiazepin kullanıcılarının ise tamamının
kullanımı halen sürdürüyor olduğu tespit edilmiştir. Hastalarımızın %3’ünde yaşam boyu
çoğul madde kullanım bozukluğu saptanmıştır. Çoğul madde kullanımı bulunan
hastalarımızın alkol ve esrar (%0.7; 2 hasta); alkol ve uçucu madde (%1.0; 3 hasta);
benzodiazepin ve biperiden (%0.3; 1 hasta); alkol, esrar ve uçucu madde (%0.3; 1 hasta);
alkol, esrar ve benzodiazepin (%0.3; 1 hasta); alkol, biperiden ve benzodiazepin (0.3; 1 hasta)
kullandıkları tespit edilmiştir.
Tercih edilen maddeler kullanım sıklığına göre sırasıyla; alkol, esrar, biperiden, uçucu
madde ve benzodiazepinlerdir. Türkiye’de alkolün yasal ve kolay elde edilebilir olmasının,
işlevselliği zaten bozuk olan ve maddeye ulaşabilmeleri güçleşen şizofren bireylerde alkolü en
sık tercih edilen maddeler listesinde ilk sıraya yerleştirdiği düşünülmüştür. Biperiden ve
benzodiazepinlerin psikiyatri polikliniklerinde reçete edilebilmeleri ve uçucu maddelerin her
124
türlü ortamda rahatlıkla temin edilebilmelerinin hastalarımız tarafından tercih edilmelerini
açıklayabileceği düşünülmüştür. Hasta grubumuzda kullanılan yasadışı maddelerden, göreceli
olarak elde edilmesi kişinin çabasını gerektiren tek maddenin esrar olduğu saptanmış; kokain,
amfetamin, hallüsinojen ve opiyat gibi maddelerin kullanımına rastlanmamıştır.
Komorbidite oranlarımızın batılı ülkelere göre düşük bulunmasının, sosyokültürel
faktörlere, dini inançlara, hastaların çekinerek yetersiz bilgi vermelerine, yatarak tedavi gören
hastaların
çalışmaya
alınmamış
olmasına,
ülkemizde
şizofren
hastalara
bağımsız
yaşayabilmeleri için yeterince sosyal destek sağlanamadığından hastalarımızın ailelerine
bağımlı yaşıyor olmalarına bağlı olabileceği düşünülmüştür. Yalnız yaşama oranının çok
düşük olduğu, hastalarımızın yarısından fazlasının işsiz ya da malulen emekli olduğu,
kadınların yarısından fazlasının ev kadını olduğu (tüm hastaların üçte biri), büyük oranda
aileleriyle (sıklıkla ebeveynleriyle) birlikte yaşıyor oldukları ve ailelerinden maddi destek
almak zorunda kaldıkları tespit edilmiştir. Bu durumda oldukça koruyucu davranan,
hastalarının her türlü bakımını (ekonomik, sosyal, vs) üstlenme eğilimi taşıyan aileleriyle
yaşayan hastalarımızın, maddeyle karşılaşabilecekleri sosyal çevreden uzak tutuldukları ve
ekonomik açıdan ailelerine bağımlı olduklarından alkol ya da madde temin edemedikleri
düşünülmüştür. Şizofren bireylerde alkol-madde kullanım bozukluğu prevalansı (%11.3),
genel Türk toplumuna ait alkol-madde kullanım bozukluğu oranlarından (%3.1-%6.8) yüksek
bulunmuştur.
Çalışmamızda erkek şizofrenlerde alkol-madde kullanım bozukluğu sıklığı ileri
derecede anlamlı olarak
fazla bulunmuş; erkeklerde alkol kullanım sıklığının kadın
hastalardaki sıklığın yaklaşık on katına ulaştığı, madde kötüye kullanım sıklığının erkek
şizofrenlerde takriben altı kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Erkeklerin alkol-madde
kullanım oranındaki belirgin fazlalığın, toplumumuzda erkeklerin alkol kullanımının
geleneksel olarak kabul edilebilir olmasına bağlı olabileceği düşünülmüştür. Komorbid
hastalar ile tek tanılı hastalar arasındaki yaş farkının anlamlı olmadığı saptanmış; madde
kötüye kullanımı ile medeni durum, eş iletişimi ve boşanma nedenleri, evlilik sayı ve süreleri,
çocuk sayıları arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Bununla birlikte madde kullanan
hastaların tamamının sadece hastalık ile ilişkili sebeplerle boşanmış oldukları belirlenmiştir.
Doğum yeri, yaşanılan yerin kırsal ya da kentsel olması madde kullanımı ile
ilişkilendirilememiş ancak alkol-madde kullanan hastalarımızın tümünün kentlerde yaşadığı
belirlenmiştir. Öğrenim düzeyi ve eğitim süresi bakımından alkol ve/veya madde kullanan
125
şizofren hastalar ile alkol veya madde kullanımı olmayan şizofrenler arasında istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde bir fark bulunamasa da, lise ve yüksekokul mezunu hastaların oranı ve
ortalama eğitim süresi madde kullanan grupta daha yüksek bulunmuştur.
Dual tanılı hastaların sadece şizofrenik bozukluğu bulunan hastalara oranla ileri
derecede anlamlı bir şekilde işsiz ya da malulen emekli oldukları; mesleki yaşamları boyunca
değiştirdikleri iş sayısının çok daha fazla olduğu; iki grubun toplam çalışma sürelerininse
benzer olduğu tespit edilmiştir. Bu bulgular, alkol-madde kullanımının şizofren hastaların
mesleki işlevselliğini azalttığını düşündürmüştür. Aylık gelirleri ve sosyoekonomik durumları
açısından benzer bulunan gruplarımızın yarısından fazlasının aylık gelirinin 500 YTL’nin
altında olduğu ve sosyoekonomik durumlarının da düşük olduğu saptanmış; bununla birlikte
istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, 500 YTL’nin üzerinde aylık geliri bulunan hastalar ile
sosyoekonomik durumu yüksek olan hastaların daha ziyade dual tanılı hasta grubunda yer
aldığı gözlenmiştir. İki grup hastanın benzer oranlarda yakınlarından maddi yardım aldıkları,
bu yardımın miktarının ise dual tanılı grupta anlamlı derecede daha düşük olduğu
belirlenmiştir. Bu bulgular ışığında, madde kullanımı bulunan hastalarımızın madde temini
için yeterli düzeyde gelire sahip oldukları ve diğer gruba oranla ekonomik açıdan daha
bağımsız oldukları düşünülebilir. Komorbid hasta grubunda evsizlik oranı daha yüksek
bulunurken; hastaların yalnız yaşayıp yaşamadığı, yaşadığı kişilerle iletişimi bakımından
birbirlerine benzedikleri saptanmıştır. Alkol-madde kullanımı bulunan hasta grubunun
herhangi bir madde kullanımı bulunmayan gruba göre daha büyük bir kısmının boş vakitlerini
aile ve arkadaş grupları ile geçirdikleri ancak bunun anlamlılık düzeyine ulaşmadığı tespit
edilmiştir.
Evsizliğin,
kişileri
maddenin
kullanıldığı
ortamlara
itmiş
olabileceği
düşünülmüştür.
Çalışmamızda alkol-madde kullanımı bulunan ve bulunmayan hastalarımızın
annelerinde, babalarında, kardeş ve çocuklarında psikiyatrik hastalık öyküsü açısından fark
bulunmamış; tek tanılı hasta grubunun ikinci derece akrabalarında duygudurum ve anksiyete
bozuklukları, komorbid hasta grubunun akrabalarında ise alkol-madde kullanım bozukluğu
öyküsünün belirgin olarak fazla olduğu tespit edilmiştir. Akrabalarında hem şizofreni, hem de
duygudurum bozukluğu öyküsü olan hastalarımızın oranı tek tanılı grupta; hem şizofreni, hem
de alkol-madde kullanım bozukluğu öyküsü olan hastalarımızın oranı ise dual tanılı hasta
grubunda yüksek saptanmıştır. Birinci ve ikinci derece akrabalarında yasal sorun öyküsü
bulunmayan hastalarımızın oranı tek tanılı hasta grubunda daha yüksek bulunurken; alkol126
madde kullanımı bulunan şizofren hasta grubunun hem birinci, hem de ikinci derece
akrabalarında yasal sorun oranı diğer gruptan anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Bu
bulgularla genetik yatkınlığın, dual tanı için risk faktörlerinden biri olabileceği sonucuna
varılmıştır .
Komorbid hastalarda şizofreni başlangıç yaşı, ilk başvuru yaşı, toplam hastalık süresi
bakımından fark bulunmazken, herhangi bir madde kullanımının eşlik ettiği şizofren
bireylerin yataklı bir psikiyatri kliniğine anlamlı olarak daha erken yaşta kabul edilmelerinin
gerektiği tespit edilmiştir. Hastalarımızın büyük bir bölümünün alkol ve/veya madde
kullanımına (esrar, uçucu madde) hastalıktan önce başlamış oldukları, bir kısmının ise
belirtilerin ortaya çıkmasıyla eş zamanlı olarak madde kullanımına başladıkları, çok ufak bir
diliminin hastalık başladıktan bir süre sonra madde kullanımına başladığı tespit edilmiştir.
Reçete edilen maddelerden biri olan biperiden kullanımının hastalık başlangıcı ile eş zamanlı
ya da takip eden yıllarda ortaya çıktığı, benzodiazepin kullananların büyük bir kısmının
hastalık başlangıcını takip eden yıllarda kullanıma başladıkları, yaşam boyu esrar kullanımı
bulunan şizofren hastaların ise esrar kullanımına büyük oranda hastalık başlangıcından önce
başladıkları saptanmıştır.
Hastalarımızın negatif belirtilerinin şiddetini değerlendirmek ve alkol-madde
kullanımının negatif belirtilere etkisini belirlemek amacıyla uygulanan Negatif Belirtileri
Değerlendirme Ölçeği’nin (SANS) “Yanıt Süresinde Uzama” ve “Alojinin Bütünsel
Derecelendirilmesi” itemlerinde dual tanılı grupta anlamlı düzeyde düşük skorlar saptandı. Alt
ölçek puanlamaları arasında tek anlamlı fark “Aloji (Düşünce/Fikir Yoksulluğu)” skorunda
elde edildi. Alkol ya da madde kullanan hastalarda alojinin şiddetinin daha hafif olduğu tespit
edildi. Ortalama SANS-toplam skorları arasında anlamlı fark bulunmadı.
Şizofreninin pozitif belirtilerinin şiddetini değerlendirmek amacıyla kullanılan Pozitif
Belirtileri Değerlendirme Ölçeği’nde “Suçluluk ve Günahkarlık Hezeyanları”, “Alınma
Düşünceleri ve Hezeyanları”, “Hezeyanların Bütünsel Derecelendirilmesi”, “Saldırgan ve
Taşkın Davranış”, “Düşüncenin Raydan Çıkması”, “Mantık Dışılık”, “Çevresel Konuşma”
itemlerinde ortalama değerler alkol-madde kullanan eş tanılı hastalarda anlamlı olarak daha
yüksekti. “Hezeyanlar”, “Garip (Bizar) Davranış” ve “Pozitif Formal Düşünce Bozukluğu” alt
ölçeklerinin toplam skorlarının komorbid grupta anlamlı derecede yüksek olduğu bulundu.
SAPS-toplam skorları karşılaştırılan iki grubumuzdan, herhangi bir madde kullanan şizofren
127
grubumuzun ortalama SAPS-toplam skoru, alkol-madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı
bulunmayan hastalarımızın ortalama skorundan anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmuştur.
Alkol ve madde kullanımının, şizofrenik belirtileri varsanıları ve davranış bozukluklarını
şiddetlendirmek suretiyle etkilemiş olabileceği; pozitif bulguların şiddetlenmesinden
dopaminerjik,
GABAerjik sistemde ortaya çıkan değişikliklerin, asetilkolin sentezinde
azalmanın, adenil siklaz inhibisyonunun sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. Bununla
birlikte madde kullanımının antipsikotiklerin metabolizmasını etkileyerek, ilacın aktif
metabolitlerinin plazma seviyelerini düşürerek de pozitif bulguları şiddetlendirmiş
olabileceği; madde kullanan hastaların yaşamsal olaylarla başa çıkmada tek tanılı şizofren
hastalardan daha fazla zorlanmaları ve strese daha yatkın olmaları nedeniyle, komorbid
hastalarda psikiyatrik bozukluğun tekrarlaması için gerekli eşiğin daha düşük olabileceği
üzerinde durulmuştur. Hastalarımızın büyük çoğunluğunun hastalık başlangıcı ile eş zamanlı
ya da hastalık başlangıcını takip eden yıllarda alkol, esrar ve uçucu madde kullanımını
sonlandırmış olduğu tespitimiz bizi self-medikasyon hipotezinden kısmen uzaklaştırsa da
şiddetli şizofreni belirtileri bulunan hastaların self-medikasyon sağlayabilmek amacıyla alkol
ya da madde alıyor olabileceklerini dışlamanın da güç olacağı düşünülmüştür.
Hamilton Depresyon Ölçeği toplam skorları ortalaması çift tanılı grupta, alkol-madde
kullanmayan gruptan istatistiksel olarak anlamlı olmamak kaydıyla hafif düzeyde fazla
bulunmuştur ve bu bulgumuzun, hastalarımızın büyük çoğunluğunun madde kullanımına son
vermiş olması ile depresif şikayetlerinin gerilemiş olmasına bağlı olabileceği ya da belirgin
olarak depresif olmadıklarından alkol-madde kullanımına gerek duymamış olabilecekleri
düşünülmüştür. İçgörü Değerlendirme Ölçeği ve İşlevselliğin Genel Değerlendirilmesi Ölçeği
ortalama puanları da birbirine oldukça yakın bulunmuştur.
Hastalarımıza uyguladığımız Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeği itemlerini ayrı
ayrı değerlendirdiğimizde “Kendini Yerme ve Suçluluk Duyguları”, “Düşmanlık (Hostilite)”,
“Şüphecilik” itemlerinin ortalama değerleri alkol-madde kullanan grupta belirgin olarak
yüksekken, “Psikomotor Yavaşlama” iteminin ortalama değerlerinin alkol-madde kullanan
grupta belirgin olarak düşük olduğu saptanmıştır. Ortalama BPRS-toplam ortalama değeri de
alkol-madde kullanımı ek tanısı bulunan şizofrenlerde anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.
Bu bulgularımız komorbid hastaların psikotik belirtilerinin, bazı depresif şikayetlerinin
(suçluluk fikirleri gibi), paranoya ve hostilitelerinin daha belirgin ve şiddetli olduğunu
düşündürmüştür.
128
Yaşam boyu alkol ve/veya madde kullanımı bulunan şizofrenlerin şizofrenik
alevlenme sayıları belirgin olarak yüksek bulunmuş; ancak relaps sayısındaki belirgin
yüksekliğe anlamlı yüksek yatış sayısı ya da süresi eşlik etmemiştir. Alkol ve madde
kullanımının disinhibisyon, agresyon ve kanuna aykırı davranışları arttırarak şizofren
bireylerde psikotik alevlenmeleri arttırdığı; hastalarımızın tedavi uyumlarının nispeten yeterli
olması ve psikiyatrik
başvurular sırasında ayaktan düzenlenen tedaviyi uygulamaları
sayesinde yatışın önüne geçilmiş olduğu;
hastalarımızın birçoğunun madde kullanımına
hastalığın erken dönemlerinde son vermesinin iki grup arasında yatış sayısının benzerliğini
açıklayabileceği düşünülmüştür.
Alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan şizofrenlerin ileri derecede anlamlı olarak
daha yüksek oranda yasal sorun yaşadıkları, belirgin olarak daha fazla göz altına alındıkları,
herhangi bir madde kullanımı tanımlamayan gruba oranla homisid girişimi öyküsünün çok
daha yüksek olduğu saptanmıştır. İki grubun ortalama homisid sayılarının ise birbirine
oldukça yakın olduğu tespit edilmiştir. Hastalarımızın tamamlanmış homisid öyküsü açısından
da birbirlerine benzedikleri belirlenmiştir. Zarar verilen kişiler ve zarar verme şekilleri
açısından iki grup arasında fark bulunamamıştır.
Alkol veya madde kullanmayan şizofren grup ile herhangi bir madde kötüye kullanımı
ya da bağımlılığı olan grubun cezaevi yaşantısı, cezaevine ortalama yatış sayısı ve süresi,
işlenen suçların niteliği bakımından benzerlik gösterdikleri tespit edildi. En sık işlenen suçlar;
adam yaralama ve darp, cinayet, hırsızlık ve haneye tecavüz olup bunu tehdit, devlet
memuruna hakaret, yangına sebebiyet verme, cinsel tacizde bulunma gibi suçlar izliyordu.
Bununla birlikte herhangi bir madde kullanımı bulunan hastaların daha ziyade alkol veya
madde etkisinde suç işlemiş oldukları tespit edilmiş ve şizofrenlerin kriminal eylem sırasında
alkol almış olabilecekleri ya da suç işlemelerine yol açan hastalık belirtilerini yatıştırabilmek
amacıyla alkol kullanmış olabilecekleri kanaatine varılmıştır. Madde kullanımının, bilişsel ve
davranışsal dürtü kontrol mekanizmalarını zayıflattığı, şüphecilik ve öfkeyi arttırdığı; sonuç
olarak şiddete ve saldırganlığa yol açtığı düşünülmüş; bununla birlikte saldırganlık, şiddet gibi
anormal davranışların, kişiyi madde kullanılan grup ve ortamlara itebileceği; yenilik, heyecan
arayışı ve impulsivitenin şizofren hastalarda madde kullanım riskinin artışından sorumlu
olabileceği fikri dışlanamamıştır.
129
Çalışmamızda komorbiditenin intihar girişim oranını arttırmadığını, intihar sayısı ve
intihar şekli açısından iki grubun birbirinden farklı olmadığını, her iki grup hastanın en sık
intihar girişimi yöntemi olarak ilaç içmeyi tercih ettiklerini tespit ettik. Madde kullanmayan
hastaların ikinci tercihi yüksekten atlamak iken komorbid alkol-madde kullanımı bulunan
grup ası ile intihar girişimini ve denize atlamayı tercih ediyordu. Kendine zarar verici
davranışta bulunma bakımından ise gruplarımız arasında ileri derecede anlamlı fark
saptanmıştır. Zarar verme şekli bakımından benzer bulduğumuz gruplarımızın en sık
başvurduğu yöntem bedende yüzeyel kesiler oluşturmaktı; bunu, vücuduna sigara basma ve
başını duvara vurma yolu ile kendine zarar verme izliyordu.
Hastalarımızın hiçbirinde HIV pozitiflik saptanmamış; eşlik eden fiziksel hastalıklar
bakımından alkol ve/veya madde kötüye kullanımı bulunan hastalarımızda tek tanılı
hastalarımıza nazaran
istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmadığı görülen bir fazlalık
saptanmıştır.
Hastalarımızın EKT sayısı, antipsikotik dozları ve depo antipsikotik dozları açısından
fark göstermedikleri; tedavi formu, ilaç-tedavi uyumu, başvuru düzeni ve başvuru sıklığı
itemleri ile değerlendirilen tedavi uyumu bakımından da benzer oldukları tespit edilmiştir.
Çalışmamızda ilaç yan etkileri açısından Anormal İstemsiz Hareketler Ölçeği (AİHÖ)
ve Ekstrapiramidal Belirtileri Değerlendirme Ölçeği (EBDÖ) ile değerlendirdiğimiz hastaların
ölçeklerinin toplam değerleri de iki grupta birbirine benziyordu.
Çalışma sonuçlarımız gözden geçirildiğinde; alkol-madde kullanımının ülkemizde
batılı ülkelerde olduğu kadar sık olmadığı, şizofrenler arasında tercih edilen maddelerin alkol,
esrar, biperiden, uçucu madde ve benzodiazepinler olduğu, alkol-madde kullanımının
şizofreninin seyrine olumsuz etkilerinin olduğu, bazı yaşamsal alanlarda yeti yitimini arttırdığı
görülmektedir.
Alkol-madde kullanım bozukluğu tanısının konmasında hastalardan ve hasta
yakınlarından geriye dönük bilgiye başvurulmak zorunda kalınması, idrar ve kan
incelemelerinin ve yapılandırılmış standart formların bulunmayışı, dual tanılı hastalara daha
sıklıkla rastlanan yataklı servis ortamından hastaların değerlendirilmeyişi çalışmamızın
metodolojik kısıtlılıkları arasındadır.
130
Elde edilen sonuçlar göstermiştir ki alkol-madde kullanım bozukluğu ek tanılı
hastalarda şizofreninin seyri daha kötü olmaktadır (daha sık psikotik alevlenmeler, daha
şiddetli pozitif belirtiler, vs). Bu nedenle erkek, işsiz ve evsiz şizofren hastalar başta olmak
üzere, tüm şizofren bireyler alkol-madde kullanımı açısından değerlendirilmelidir. Uygun tanı
konduğunda dahi şizofrenili hastalarda saptanan alkol-madde kullanım bozuklukları uygun
tedavi edilememektedir. Etkin tedavi için hastaların hem psikiyatrik, hem de madde kullanım
bozukluğuna yönelik tedavi yaklaşımlarını birleştiren özel tedavi ortamlarına ihtiyaçlarının
bulunduğu, ek tanılı olguların tedavisi esnasında özellikle relaps, saldırgan ve kendine zarar
verici davranış ile yasal sorun risklerinin mutlaka gözönünde bulundurulması gerektiği
düşünülmüştür.
131
ÖZET
Bu çalışma, ülkemizdeki şizofreni hastalarının alkol-madde kullanım bozukluğu
sıklığının, en fazla tercih ettikleri madde türlerinin, çift tanılı hastaların sosyodemografik
özelliklerinin ve ek tanının şizofreninin seyrine etkilerinin araştırılması ve komorbiditenin
belirlenmesinin ve tedavi edilmesinin gerekliliğini vurgulamak amacıyla yapılmıştır.
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nin ayaktan tedavi ünitelerine ardışık olarak başvuran, DSM-IV tanı
kriterlerine göre şizofrenik bozukluk tanı ölçütlerini karşılayan rasgele seçilmiş 300 hasta
çalışmaya alınmıştır. Hastalara sırasıyla sosyodemografik veri formu, hastalık öyküsü formu,
Kısa Psikiyatrik Derecelendirme Ölçeği, Negatif ve Pozitif Semptomları Değerlendirme
Ölçekleri, Hamilton Depresyon Ölçeği, Anormal İstemsiz Hareketler Ölçeği, Ekstrapiramidal
Belirtileri Değerlendirme Ölçeği, İçgörü Değerlendirme Ölçeği, İşlevselliğin Genel
Değerlendirilmesi Ölçeği uygulanmıştır. Hastalardan yaşamının bir döneminde veya şu anda
DSM-IV tanı kriterlerine göre alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu bulunanlar
belirlenmiş ve alkol-madde kullanımı bulunan ve bulunmayan hastalar sosyodemografik
özellikleri, hastalık bilgileri ve adı geçen ölçek skorları bakımından karşılaştırılmıştır.
Yaşam boyu alkol ve/veya madde kullanım bozukluğu komorbiditesi %13.0 (39
hasta); yaşam boyu sosyal içicilik, alkol kötüye kullanımı/bağımlılığı, madde kullanım
bozukluğu ve çoğul madde kullanım bozukluğu oranları sırasıyla; %10.0 (30 kişi), %11.3 (34
hasta), %4.3 (13 hasta), %3 (9 hasta)
tespit edilmiştir. Şimdiki alkol-madde kullanım
bozukluğu oranı %3 (9 hasta), şimdiki alkol kötüye kullanım/bağımlılık oranı ise %1.6 (5
hasta) saptanmıştır. En sık tercih edilen maddeler (sigara hariç) alkol, esrar, biperiden, uçucu
madde ve benzodiazepinlerdir.
Alkol-madde kullanım bozukluğu ek tanılı hastaların daha çok erkek olduğu, mesleki
yaşamlarındaki bozulmanın daha belirgin olduğu, evsizlik oranının daha yüksek olduğu, daha
fazla yasal sorun yaşadıkları ve belirgin olarak daha yüksek oranda kendilerine ya da
başkalarına zarar verici davranışlar sergiledikleri, akrabalarında alkol-madde kullanım
bozukluğu ve yasal sorun öyküsünün belirgin olarak fazla olduğu tespit edilmiştir.
Komorbid hastalarda ilk yatış yaşının erken oluşu ve relaps sayısındaki yükseklik göze
çarparken, yatış sayıları, uygulanan tedavi doz ve şekilleri, tedavi uyumu, içgörü ve ilaç yan
etkileri bakımından alkol-madde kullanan ve kullanmayan hastanın birbirlerine benzedikleri
132
bulunmuştur. Hamilton Depresyon Ölçeği toplam skorları benzer bulunmuş; işlevselliklerinin
birbirine oldukça yakın olduğu saptanmıştır.
Alkol-madde kullanım bozukluğu bulunan grupta şizofreninin pozitif belirtilerinin
şiddetinde (hezeyanlar, garip davranış ve pozitif formal düşünce bozukluğu) belirgin
yükseklik gözlenirken, negatif belirtilerin bir bölümünün (aloji) daha hafif şiddette olduğu
tespit edilmiştir. Komorbid hastaların hostilite ve şüpheciliğinin daha belirgin ve şiddetli
olduğu saptanmıştır.
Sonuç olarak; alkol-madde kullanımının ülkemizde batılı ülkelerde olduğu kadar sık
olmadığı, yine de, mevcut alkol-madde kullanımının bazı yaşamsal alanlarda yeti yitimini
arttırdığı, yasal sorunlara yol açtığı, şizofreninin seyrine olumsuz etkilerinin bulunduğu (daha
sık psikotik alevlenmeler, daha şiddetli pozitif belirtiler...) tespit edilmiş olup, tüm şizofren
hastaların alkol ve alkol-dışı madde kullanımı açısından değerlendirilmesinin gerektiği
düşünülmüştür. Etkin bir tedavi için hem psikiyatrik, hem de madde kullanım bozukluğuna
yönelik tedavi yaklaşımlarını birleştiren özel tedavi ortamlarına ihtiyacın bulunduğu, ek tanılı
olguların tedavisi esnasında özellikle relaps, yasal sorunlar ve saldırganlık ile kendine zarar
verme risklerinin mutlaka gözönünde bulundurulması gerektiği sonucuna varılmıştır.
133
SUMMARY
In this study, we aimed to identify the prevalence, the patterns and the clinical effects
of substance use disorders among Turkish outpatients with schizophrenia and to point out the
importance of diagnosis and treatment of comorbidity.
The study included 300 consecutive outpatients accepting to participate with DSM-IV
diagnosis of schizophrenia who underwent clinical evaluation in outpatient facilities of
Bakırköy Neuropsychiatric Hospital. A semistructured questionnaire has been developed to
screen information on patient’s sociodemographic characteristics and psychiatric history and
some scales were used to assess the clinical symptomatology. We compared the schizophrenic
patients who met DSM-IV criteria for any substance use disorder (alcohol and/or drug) with
the schizophrenic patients without substance use. 13.0% of schizophrenic patients received a
lifetime diagnosis of substance use disorder (alcohol and/or illicit drugs). Prevalence of
current abuse of any substance was 3% and the rate of current alcohol abuse/dependence was
1.6%. The rates of lifetime alcohol use, alcohol abuse/dependence, substance abuse and
polydrug abuse were 10.0%, 11.3%, 4.3% and 3% respectively. The most commonly abused
substances were alcohol, cannabis, biperiden, inhalants and benzodiazepines.
Men were more likely to abuse alcohol and/or drugs than women. The schizophrenic
patients with substance use disorders had poorer occupational and legal outcomes and lifetime
substance use disorders were found to be associated with homelessness, self-destructive and
violent behaviours. The relatives of the comorbid patients tended to have substance use
disorder history and legal problems more frequently when compared with the relatives of nonabuser patients.
The patients who abused drugs and/or alcohol were found to have an earlier age of first
psychiatric hospitalization and more psychotic relapses whereas the number of
hospitalizations, treatment compliance, the doses and side effects of antipsychotic agents were
similar with the patients without substance abuse. The total scores of HAM-D and GAF were
also similar in these two groups. Substance abusers had lower levels of “alogia” scores
measured by SANS and more severe measures of positive symptoms ( delusions, hostility,
paranoia, ....).
134
In conclusion, in our study the prevalence of alcohol/drug use disorder wasn’t as
common as the western countries. However, the comorbidity of substance use disorders and
schizophrenia was found to be associated with poorer outcome such as homelessness,
unemployment, legal problems, an earlier age of first psychiatric hospitalization, more
psychotic relapses and more severe psychotic symptoms. So, all of the schizophrenic patients
should be assessed carefully and integrated treatments that address both disorders are needed
to be enhanced in order to treat comorbid patients successfully.
135
KAYNAKLAR
1-Verma SK, Subramaniam M, Chong S, Kua EH. Substance abuse in schizophrenia: A
Singapore perspective. Soc. Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 2002; 37: 326-328.
2-Duke PJ, Pantelis C, Mc Phillips MA. Comorbid non-alcohol substance misuse among
people with schizophrenia. Br. J. Psychiatry. 2001; 179: 509-513.
3-Cantor-Graae E, Nordstrom LG, McNeil TF. Substance abuse in schizophrenia:a review of
literature and a study of correlates in Sweden.Schizophrenia Research. 2001; 48:69-82.
4-Kavanagh DJ, McGrath JJ, Jenner L. Substance use in psychotic disorders: Results from the
Australian survey of mental health and well-being. Acta Psychiatr Scand. 2000; 102(l): 404405.
5-Menezes PR, Ratto LRC. Prevalence of substance misuse among individuals with severe
mental illness in Sao Paulo. Soc.Psychiatry Epidemiol. 2004; 39:212-217.
6-Soyka M. Alcoholism and schizophrenia. Addiction. 2000; 95 (11): 1613-1618.
7-Regier DA, Farmer ME, Rae DS, Locke BZ, Keith SJ, Judd LL, Goodwin FK. Comorbidity
of mental disorders with alcohol and other drug abuse. Journal of the American Medical
Association. 1990; 264:2511-2518.
8-Drake RE, Osher FC, Noordsy DL, et al. Diagnosis of alcohol use disorders in
schizophrenia. Schizophrenia Bulletin. 1990; 16: 57-67.
9-Brady K, Anton R, Ballenger JC, Lydiard RB, Adinoff B and Selander J. Cocaine abuse
among schizophrenic patients. Am. J. Psychiatry. 1990; 147: 1164-1167.
10-Degenhardt L, Hall W. The association between psychosis and problematcal drug use
among Australian adults:findings from the National Survey of Mental Health and WellBeing. Psychological Medicine. 2001;31: 659-668.
11-Mueser KT, Yarnold PR, Bellack AS. Diagnostic and demographic correlates of substance
abuse in schizophrenia and major affective disorder. Acta Psychiatrica Scandinavica. 1992;
85: 48-55.
12-Cuffel BJ. Prevalence estimates of substance abuse in schizophrenia and their correlates. J
Nerv Ment Dis. 1992; 180:589-592.
13-Soyka M, Albus M, Immler B. Psychopathology in dual diagnosis and non-addicted
schizophrenics- are there differences? Eur. Arch. Psychiatry Clin Neurosci. 2001; 251: 232238.
136
14-Addington J, Addington D. Effect of substance misuse in early psychosis. Br J Psychiatry.
1998; 172 (l): 134-136.
15-Kavanagh DJ, McGrath J, Saunders JB. Substance misuse in patients with schizophrenia:
epidemiology and management. Drugs. 2002; 62:743-755.
16-Wallace C, Mullen P, Burgess P, Palmer S. Serious criminal offending and mental
disorder. British Journal of Psychiatry. 1998; 172: 477-484.
17-Öztürk O: Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, 7.Basım, Hekimler Yayın Birliği, Ankara 1997;
175-419.
18-Breier A: Şizofrenide Yeni İlaç Tedavileri. Çeviren Dr. Ömer Aydemir, Hekimler Yayın
Birliği, Ankara 1998; V-IX.
19-Ceylan M.E: Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, Şizofreni, 1. Cilt, 2.
Baskı, 2001; 1-40.
20-Güleç C, Köroğlu E:Psikiyatri Temel Kitabı. Cilt 1, Ankara1997; 265-353.
21-Köroğlu E: Şizofreni, Psikiyatri 7, 1996; 239-272.
22-Kaplan HI, Sadock BJ: Kaplan and Sadock’s Synopsis of Psychiatry. Eight Edition,
1998;375-456 .
23-Erkoç Ş, Oral T: Şizofreni, Sayı 4, İstanbul 2001; 186-199.
24-Arkonaç O: Psikotik bozukluklar ve tedavileri. Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul 1996; 36-148.
25-Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Dördüncü
Baskı (DSM-4), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, Çeviri Editörü Köroğlu E,
Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1998; 215-363.
26-Kuru L : Bir süreç olarak opioid bağımlılığı. Uzmanlık Tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesi, İstanbul 1997.
27-Ceylan ME, Türkcan A: Alkol ve madde kullanım bozuklukları. 2.Cilt, 1. Kitap, 2003;164.
28-Köknel Ö: Alkolden Eroine Kişilikten Kaçış, 1. baskı. Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul
1983; 24-28.
29-Ceylan ME, Göka E: Alkol Kullanım Bozuklukları, Yaşlılık psikiyatrisi, Demans.
Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, 2.cilt, İst 1998.
30-Öztürk MO: Alkolizm. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Hekimler Yayın Birliği, 6. Baskı,
Ankara 1995; 391-411.
31-Fishburne PM, Abelson HI, Cisin I. National Survey on drug abuse main finding, 1979
DHHS Publication No. ADM 80-976 Washington DC, US Government Printing Office, 1980.
137
32-Solukçu ÜR: Alkol bağımlılığı tedavisinde nüks ve nüksü belirleyen etkenler. Uzmanlık
Tezi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, İstanbul 1997.
33-Eken B: Alkol bağımlılarında kişilik bozukluğu komorbiditesi, I.eksen psikiyatrik tanılar
ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu belirtileri ile ilişkisi. Uzmanlık Tezi, Bakırköy
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2002.
34-Cloninger CR. Neurogenetic adaptive mechanisms in alcoholism. Science. 1987; 24; 410416.
35-Coşkunol H: Alkol Kullanım Bozuklukları. Çelikkol A,(Eds). Alkol kullanım bozuklukları
ve tedavisi, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 1996
36-Norman SM: Comprensive Handbook of Drug and Alcohol Addiction. Marcel Dekker Inc,
New York, 1991.
37-Goodwin DW. Alcoholism and genetics. Arch. Gen. Psych. 1985;42:171-174.
38-Akvardar Y, Türkcan A, Çakmak D. Prevalence of alcohol use in Istanbul. Psychological
Reports. 2003; 92: 1081-1088.
39-Akvardar Y, Türkcan A, Çakmak D. Prevalence and nature of alcohol abuse in Istanbul.
Presented at 9th International Congress on Treatment of Addictive Behaviours, Cape Town,
South Africa, 2000.
40-Arıkan Z, Coşar B, Işık A. Alcoholism prevalence in a district of Ankara. Kriz Dergisi
1996; 4: 93-100.
41-Kılıç C: Türkiye Ruh Sağlığı Profili. Ankara, Türkiye, Sağlık Bakanlığı Yayınları 1998.
42-Weaver T, Renton A, Stimson G. Severe mental illness and substance misuse. BMJ. 1999;
318: 137-138.
43-Andrews G, Slade T, Issakidis C. British Journal of Psychiatry. 2002; 81:306-314.
44-Angold A, Costello EJ. Co-morbidity. Journal of Child Psychology and Psychiatry.1999;
40:57-87.
45-Degenhardt L, Hall W. Alcohol, cannabis and tobacco use among Australians:A
comparison of their associations with other drug use and use disorders, affective and anxiety
disorders, and psychosis. Addiction. 2001; 96:1603-1614.
46-Bland RC, Newman SC, Orn H. Schizophrenia: lifetime comorbidity in a community
sample. Acta Psychiatrica Scand. 1987; 75: 383-391.
47-Hwang MY, Bermanzohn PC: Şizofreni ve Eştanılı Durumlar, Tanı ve Tedavi. Çeviri
editörü Üçok A, 2002:1-30.
48-Bermanzohn PC, Port L, Siris SG. Hierarchical diagnosis in chronic schizophrenia: a
clinical study of co-occuring syndromes. Schizophr Bull. 2000; 26:519-527.
138
49-Ziedonis DM, Fisher W. Assessment and treatment of comorbid substance abuse in
individuals with schizophrenia. Psychiatric Annals. 1994; 24:477-483.
50-Phillips P, Johnson S. How does drug and alcohol misuse develop among people with
psychotic illness?A literature review. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 2001; 36:269-276.
51-Kessler RC, McGonagle KA, Zhao S. Lifetime and 12-month prevalence of DSM-III-R
psychiatric disorders in the US: Results of the National Comorbidity Survey. Arch Gen
Psychiatry. 1994; 51:8-19.
52-Barbee JG, Clark PD, Craqanzano MS. Alcohol and substance abuse among schizophrenic
patients presenting to an emergency service. Journal of Nervous and Mental Disease. 1989;
177:400-407.
53-Dixon L, Haas GH, Weiden PJ, Sweeney J, Frances AJ. Drug abuse in schizophreinic
patients: clinical correlates and reasons for use. Am. J. Psychiatry. 1991; 148: 224-230.
54-Drake RE, Osher FC, Wallach MA. Alcohol use and abuse in schizophrenia:A prospective
community study. J Nervous and Mental Disease. 1989; 177: 408-414.
55-Drake RE, Wallach MA. Substance abuse among the chronic mentally ill. Hospital and
Community Psychiatry. 1989; 40: 1041-1046.
56- Richard ML, Linskow BI, Perry PJ. Recent psychostimulant use in hospitalized
schizophrenics. J Clin Psychiatry. 1985; 46: 79-83.
57-Test MA, Wallisch LS, Allness DJ,
Ripp K. Substance use in young adults with
schizophrenic disorders. Schizophr. Bull. 1989; 15: 465-476.
58-Mueser KT, Yarnold PR, Levinson DF, Singh H, Bellack AS, Kee K, Morrison RL,
Yadalam KG. Prevalence of substance abuse in schizophrenia:demographic and clinical
correlates. Schizophr.Bull. 1990; 16: 31-56.
59-Yabroudi PF. Comorbidity of substance abuse and other psychiatric disorders in acute
general psychiatric admissions : a study from Lebanon. Schizophrenia Research. 2002; 54 (3):
253-264.
60-Strakowski SM, Tohen M, Stoll AL, Faedda GL, Mayer PV, Kolbrener ML, Goodwin DC.
Comorbidity in psychosis at first hospitalization. Am. J. Psychiatry. 1993; 150: 752-757.
61-Addington J, Addington D. Impact of an early psychosis program on substance use.
Psychiatr. Rehabil. J.2001; 25: 60-67.
62-Hambrecht M, Hafner H. Cannabis, vulnerbility, and the onset of schizophrenia: an
epidemiological perspective. Aust. N. Z. J. Psychiatry. 2000; 34: 468-475.
139
63-DeLisi LE, Boccio AM, Riordan H, Hoff AL, Dorfman A, McClelland J, Kushner M, Van
Eyl O, Oden N. Familial thyroid disease and delayed language development in first admission
patients with schizophrenia. Psychiatry Res. 1991; 38: 39-50.
64-Soyka M, Albus M, Kathmann N, Finelli A, Hofstetter S, Holzbach R, Immler B, Sand P.
Prevalence of alcohol and drug abuse in schizophrenic inpatients.European Archives of
Psychiatry and Clinical Neuroscience. 1993; 242:362-372.
65-Hambrecht M, Hafner H. Substance abuse and the onset of schizophrenia.Biol Psychiatr.
1996;1155-1163.
66-Freed EX. Alcoholism and schizophrenia:the search for perspectives. Journal of Studies on
Alcohol. 1975; 36: 853-881.
67-Dixon L. Dual diagnosis of substance abuse in schizophrenia: prevalence and impact on
outcomes. Schizophrenia Research 1999; 1(35): 93-100.
68-Peace K, Mellsop G. Alcohollism and psychiatric disorder. Australian and New Zealand
Journal of Psychiatry. 1987; 21: 94-101.
69-Rice ME, Harris T. Psychopathy, scyczophrenia, alcohol abuse and violent recidivism.
International Journal of Law and Psychiatry. 1995; 18: 333-342.
70-Boyd JH, Burke JD. Exclusion criteria of DSM-III: a study of co-occurence of hierarchyfree syndromes. Arch Gen Psychiatry. 1984; 41: 983-989.
71-Schneier FR.& Siris SG. A review of psychoactive substance use and abuse in
schizophrenia: Patterns of drug choice. Journal of Nervous and Mental Disease. 1987; 175,
641-652.
72-Regier DA, Boyd JH, Burke JD. One-month prevalence of mental disorders in the United
States based on five Epidemiologic Catchment Area sites. Arch Gen Psychiatry. 1988; 45:
977-986.
73-Alterman AI, Erdlen FR, Murphy E. Alcohol abuse in the psyhiatric hospital population.
Addict. Behav. 1981, 6: 69-73.
74-Negrete JC, Knapp WP, Douglas DE, Smith WB. Cannabis affects the severity of
schizophrenic symptoms:results of a clinical survey. Psychol. Med.1986; 16: 515-520.
75-Cuffel BJ, Chase P. Remission and relapse of substance use disorders in schizophrenia:
Results from a one-year prospective study. J Nerv Ment Dis. 1994; 182: 342-348.
76-De Quardo JR, Carpenter CF, Tandon R, 1994. Patterns of substance abuse in
shizophrenia: nature and significance. J. Psychiat. Res. 1994; 28 (3): 267-275.
140
77-Bailey L, Maxwell S, Brandabur MM. Substance abuse as a risk factor foe tardive
dyskinesia: a retrospective analysis of 1,027 patients. Psychopharmacol Bull 1997;33(1):177181.
78-Dervaux A, Laqueille X, Bourdel MC, Leborgne MH, Olie JP, Loo H, Krebs MO.
Cannabis and schizophrenia: demographic and clinical correlates. Encephale. 2003; 29: 11-17.
79-Fowler RC, Rich CL, Young D. San Diego suicide study II.Substance abuse in young
cases. Archives of General Psychiatry. 1986; 43: 962-965.
80-Margolese HC, Malchy L, Negrete JC, Tempier R, Gill K. Drug and alcohol use among
patients with schizophrenia and related psychoses: levels and consequences. Schizophrenia
Research. 2004; 67:157-166.
81-Cantwell R, Brewin J, Glazebrook C, Dalkin T, Fox R, Medley I, Harrison G. Prevalence
of substance misuse in first-episode psychosis. Br. J. Psychiatry. 1999; 174: 150-153.
82-Menezes PR, Johnson S, Thornicroft G. Drug and alcohol problems among individuals
with severe mental illnesses in south London 1996;168:612-619.
83-Uzun Ö, Cansever A, Basoglu C. Smoking and substance abuse in outpatients with
schizophrenia: a 2-year follow-up study in Turkey. Drug and Alcohol Dependence. 2003;
70:187-192.
84-Akvardar Y, Tumuklu M, Akdede BB. Substance use among patients with schizophrenia
in a university hospital. Bull Clin Psychopharmacol. 2004; 14:191-197.
85-Khantzian EJ. The self-medication hypothesis of substance use disorders: A
reconsideration and recent applications. Harvard Review of Psyhiatry. 1997; 4: 231-244.
86-Patkar AA, Alexander RC, Lundy A, et al. Changing patterns of illicit substance use
among schizophrenic patients:1984-1996. Am J Addict. 1999;8(1):65-71.
87-Krystal JH, D’Souza DC, Madonick S, Petrakis IL. Toward a rational pharmacotherapy of
comorbid substance abuse in schizophrenic patients. Schizophr. Res. 1999; 35: S35-S49.
88-Dixon L, Haas G, Weiden P, Sweeny J, Frances A: Acute effects of drug abuse in
schizophrenic patients: clinical observations and patients’ self-reports. Schizophrenia Bull.
1990; 16: 69-79.
89-Mueser KT, Nishith P, Tracy JI, DiGirolamo J, Molinaro M. Expectations and motives for
substance use in schizophrenia. Schizophrenia Bull. 1995; 21: 367-378.
90-Lehman AF, Myers P, Corty E, Thompson JW. Prevalence and patterns of “dual
diagnosis” among psychiatric inpatients. Compr. Psychiatry. 1994; 35: 106-112.
91-Alterman A I, Erdlen DL, Laporte DJ, et al. Effects of illict drug use in an in-patient
psychiatric population. Addictive Behaviours. 1982; 7: 231-242.
141
92-Swofford CD, Kasckow JW, Scheller–Gilkey G, Inderbitzin LB. Substanceuse:a powerful
predictor of relapse in schizophrenia. Schizoph.Research. 1996; 20: 145-151.
93-Scheller-Gilkey G, Thomas SM, Woolwine BJ, Miller AH. Increased early life stress and
depressive symptoms in patients with comorbid substance abuse and schizophrenia.
Schizophr. Bull. 2002; 28: 223-231.
94-Soyka M, Albus M, Kathmann N, Finelli A, Hofstetter S, Holzbach R, Immler B, Sand P.
Prevalence of alcohol and drug abuse in schizophrenic inpatients. European Archives of
Psychiatry and Clinical Neuroscience. 1993; 242:362-372
95-Mueser KT, Yarnold PR, Rosenberg SD. Substance use disorder in hospitalized severely
mentally ill psychiatric patients: prevalence, correlates, and subgroups. Schizophrenia Bull.
2000; 26: 179-192.
96-Olivera A, Kiefer M, Manley N. Tardive dyskinesia in psychiatric patients with substance
use disorders. Am. J. Drug Alcohol Abuse. 1990; 16:57-66.
97-Chen C, Balogh M, Bathija J, Howanitz E, Plutchik R, Conte HR. Substance abuse among
psychiatric inpatients. Compr. Psychiatry. 1992; 33: 60-64.
98-Noordsy DL, Drake RE, Teague GB, Osher FC, Hurlbut SC, Beaudett MS, Paskus TS.
Subjective experiences related to alcohol use among schizophrenics. J.Nerv. Ment. Dis. 1991;
179: 410-414.
99-Barry KL, Fleming MF, Greenley JR, Kropp S, Widlak P. Characteristics of persons with
severe mental illness and substance abuse in rural areas. Psychiatr.Serv. 1996; 47: 88-90.
100-Lysaker P,Bell M, Beam-Goulet J, Milstein MD. Relationship of positive and negative
symptoms to cocaine abuse in schizophrenia. J.Nerv.Ment.Dis.1994, 182:109-112.
101-Warner LA, Kessler RC, Hughes M, et al. Prevalence and correlates of drug use and
dependence in the United States. Results from the National Comorbidity Survey. Arch. Gen.
Psychiatry. 1995; 52: 219-229.
102-Difranza JR, Guerrera P. Alcoholism and smoking. J. Stud. Alcohol Abuse. 1990; 51:
130-135.
103-Hughes JR. Clinical implications of the association between smoking and alcoholism. In:
Fertig, J.B., Allen, J.P. (Eds.). Alcohol and Tobacco: from Basic Science to Clinical Practice.
NIAAA Research Monograph No.30. National Instıtutes of Health, Bethesda, MD, 1995.
104-True W, Xian H, Scherrer JF, Madden PA, Bucholz KK, Heath AC, Eisen SA, Lyons MJ,
Goldberg J, Tsuang M. Common genetic vulnerability for nicotine and alcohol dependence in
men. Arch. Gen. Psychiatry. 1999; 56: 655-661.
142
105-National Institute on Drug Abuse.National Household Survey on Drug Abuse:Population
Estimates 1985.DHHS Pub.No.(ADM) 87-1539.Rockville,MD:The Institute,1987b.
106-Crowley TJ, Chesluk D, Dilts S. Drug and alcohol abuse among psychiatric admissions.
Arch Gen. Psychiatry. 1974; 30:13-20.
107-Tsuang MT, Simpson JC and Kronfol Z. Subtypes of drug abuse with psychosis. Arch.
Gen. Psychiatry. 1982, 39: 141-147.
108-Verdoux H, Mary M, Besancon G. Comparative study of substance dependence
comorbidity in bipolar, schizophrenic and schizoaffective disorders. Encephale. 1996; 22:95101.
109-Modestin T, Nussbaumer C, Angst D, Scheidegger P, Hell D. Use of potentially abusive
psychotropic substances in psychiatric inpatients. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci. 1997;
247: 146-153.
110-Smith WA. Profile of Health and Disease in America: Mental Illness and Substance
Abuse. New York: Facts on File, 1989.
111-Mueser KT, Drake RE. Wallach MA. Dual diagnosis: a review of etiological theories.
Addict Behav. 1998; 23: 717-734.
112-Tsuang MT, Turner WM. Substance abuse and the course of schizophrenia. Biol
Psychiatry. 1996; 39:551-552.
113-Goldstein JM. Gender differences in the course of schizophrenia. Am. J. Psyhiatry. 1988;
145: 684-689.
114-Test MA, Burke SS, Wallisch LS. Gender differences of young adults with schizophrenic
disorders in community care. Schizophr. Bull. 1990; 16: 331-344.
115-Lex BW. Some gender differences in alcohol and polysubstance users.Health Psychol
1991;10:121-132.
116-Helzer JE, Burnam A, McEvoy LT. Alcohol abuse and dependence. In:Robins LN,Regier
DA (eds):Psychiatric Disorders in America.The Epidemiologic Catchment Area Study.New
York,NY:Free,1991.
117-Hesselbrock MN.Gender comparison of antisocial personality disorder and depression in
alcoholism. J Subst Abuse. 1991; 3: 205-219.
118-Anthony JC, Helzer JE. Syndromes of drug abuse and dependence. In:Robins LN,Reiger
DA(eds):Psychiatric Disorders in America:The Epidemiologic Catchment Area Study.New
York,NY:Free,1991.
119-Brady KT, Grice DE, Dustan L, Randall C. Gender differences in substance use
disorders. Am J Psychiatry. 1993;150:1707-1711.
143
120-Wallen J. A comparison of male and female clients in substance abuse treatment. J Subst
Abuse Treat. 1992; 9: 243-248.
121-Wahl OF, Hunter J. Are gender effects being neglected in schizophrenia research?
Schizophr Bull. 1992; 18: 313-317.
122-Lex BW. Alcohol and other psychoactive substance dependence on women and men. In:
Seeman, M.V. (Ed.), Gender and Psyhopathology. American Psychiatric Press, Washington,
DC, 1995: 311-358.
123-Alexander MJ. Women with co-occurring addictions and mental disorders:an emerging
profile of vulnerability. Am J Orthopsychiatry. 1996; 66: 61-70
124-Bellack AS, DiClimente CC. Treating substance abuse among patients with
schizophrenia. Psychiatr Serv. 1999; 50 (1): 75-80.
125-Center for Substance Abuse Treatment. Practical Approaches in the Treatment of Women
who Abuse Alcohol and other Drugs. SAMSHA, Rockville, MD, 1994.
126-Myers JK, Weissman MM, Tischler GL, Holzer CE, Leaf PJ, et al. Six-month prevalence
of psychiatric disorders in three communities. Archives of General Psychiatry. 1984; 41: 959967.
127-Gearon JS, Bellack AS. Sex differences in illness presentation, course, and level of
functioning in substance-abusing schizophrenia patients. Schizophrenia Research. 2000;
43:65-70.
128-Mueser KT,.Bellack AS,.Morrison
RL,.Wade JH..Gender.social competence,and
symptomatology in schizophrenia:a longitudinal analysis..J Abnorm Psychol. 1990;.99:.138147.
129-Yamamoto J, Silva JA, Sasao T, Wang C, Nguyen L. Alcoholism in Peru. American
Journal of Psychiatry. 1993;150:1059-1062.
130-Brunette MF, Drake RE. Gender differences in patients with schizophrenia and substance
abuse. Comprehensive Psychiatry. 1997; 38: 109-116.
131-Fischer DE, Halikas JA, Baker JW, Smith JB. Frequency and patterns of drug abuse in
psychiatric patients. Diseases of the Nervous System. 1975; 36: 550-553.
132-Goff DC, Henderson DC, Amico E. Cigarette smoking in schizophrenia:relationship to
psychopathology and medication side effects. Am J.Psychiatr. 1992;149:1189-1194.
133-Chen K, Kandel DB. The natural history of drug use from adolescence to the mid-thirties
in a general population. American Journal of Public Health. 1995; 85: 41-47.
144
134-Lambert MT, Griffith JM, Hendrickse W. Characteristics of patients with sustance abuse
diagnoses on a general psychiatry unit in a VA medical center. Psychiatric Services. 1996; 47:
1104-1107.
135-Bartels S, Liberto J. Dual diagnosis in the elderly. In: Lehman, A.F., Dixon, L.B. (Eds),
Double Jeopardy: Chronic Mental İllness and Substance Use Disorders. Harwood Academic
Publishers, Switzerland, 1995:139-158.
136-Caton CLM, Shrout PE, Dominguez B, Eagle PF. Risk factors for homelessness among
women with schizophrenia. Am. J. Public Health. 1995; 85: 1153-1156.
137-Caton CL, Shrout PE, Eagle PF. Risk factors for homelessness among schizophrenic
men: a case-control study. Am. J. Public Health. 1994; 84: 265-270.
138-Clark RE. Family support for persons with dual disorders. In: Drake, R.E., and Mueser,
K.T., eds. Dual Diagnosis of Major Mental Illness and Substance Abuse Disorder II: Recent
Research and Clinical Implications. New Directions in Mental Health Services. Vol. 70. San
Francisco, CA: Jossey-Bass, 1996: 65-78.
139-Miller LJ, Finnerty M. Sexuality, pregnancy, and childrearing among women with
schizophrenia-spectrum disorders. Psychiatr Serv. 1996;47:502-506.
140-Westermeyer J, Walzer V. Sociopathy and drug use in a young psychiatric population.
Dis Nervous System.1975;36:673-677.
141-Kavanagh DJ, Waghorn G, Jenner L. Demographic and clinical correlates of comorbid
substance use disorders in psychosis: multivariate analyses from an epidemiological sample.
Schizophrenia Research. 2004;66:115-124.
142-Fowler RC, Rich CL,Young D. San Diego suicide study II. Substance abuse in young
cases. Archives of General Psychiatry. 1986; 43: 962-965.
143-Salyers MP, Mueser KT. Social functioning, psychopathology, and medication side
effects in relation to substance use and abuse in schizophrenia. Schizophr. Res. 2001; 48, 109123.
144-Tessler RC, Dennis DL. A synthesis of NIMH-funded sesearch concernng persons who
are homeless and mentally ill. NIMH Division of Education and Service System Liaison,
Washington, DC, 1989.
145-Drake RE, Osher FC, Wallach MA. Homelessness and dual diagnosis. Am. Psychol.
1991; 46: 1149-1158.
146-Murray RM, Hutchinson G. Psyhosis in migrants: the striking example of AfricanCaribbeans resident in England. In: Gattaz W.F. Hafner H. (Eds.) Search for the Causes of
Schizophrenia vol. IV. Springer Darmstadt , 1999: 129-140.
145
147-Kosten TR, Ziedonis DM. Substance abuse and schizophrenia: Editor’s introduction.
Schizophrenia Bulletin. 1997; 23:181-186.
148-Noordsy DL, Drake RE. Family history of alcoholism in schizophrenia. The Journal of
Nervous and Mental Disease. 1994; 182:651-655.
149-Pulver AE, Wolyniec PS, Wagner MG. An epidemiologic investigation of alcoholdependent schizophrenics. Acta Psychiatr. Scand. 1989; 79: 603-612.
150-Batel P. Addiction and schizophrenia. Eur Psychiatry 2000; 15:115-122.
151-Bidaut-Russell M, Bradford SE, Smith EM. Prevalence of mental illnesses in adult
offspring of alcoholic mothers. Drug and Alcohol Dependence. 1994; 35:81-90.
152-Alterman AI, Cacciola JS. The antisocial personality disorder diagnosis in substance
abusers: Problems and issues. The Journal of Nervous and Mental Disease. 1991; 179:401409.
153-Mueser KT, Drake RE, Ackerson TH, Alterman AI, Miles KM. Antisocial personality
disorder, conduct disorder, and substance abuse in schizophrenia. Journal of Abnormal
Psychology. 1997; 106: 473-477.
154-Cleghorn JM, Kaplan RD, Szechtman B, Szechtman H, Brown GM. Substance abuse and
schizophrenia:Effect on Symptoms but not on neurocognitive function. J.Clin.Psychiatry
1991;52:26-30.
155-Krausz M, Mass R, Haasen C, Gross J. Psychopathology in patients with schizophrenia
and substance abuse: a comparative clinical study. Psychopathology. 1996; 29: 95-103.
156-Bartels SB, Drake RE. Depressive symptoms in schizophrenia: Comprehensive
differential diagnosis. Comprehensive Psychiatry. 1988; 29: 467-483.
157-Knudsen P, Vilmar T. Cannabis and neuroleptic agents in schizophrenia. Acta
Psychiatrica Scandinavica. 1984; 69:162-174.
158-Schuckit M. Drug and Alcohol Abuse. A Clinical Guide to Diagnosis and Treatment.
New York: Kluwer Academic/Plenum, 2000.
159-Boutros NN, Bowers MB. Chronic substance-induced psychotic disorders: the state of the
literature. J. Neuropsychiatry Clin Neuroscie. 1996; 8: 262-269.
160-Poole R, Brabbins C. Drug induced psychosis. Brit J Psychiatry. 1996; 168: 135-138.
161-Grant I. Alcohol and the brain: Neuropsycholological correlates. Journal of Consulting
and Clinical Psychology. 1987; 55: 310-324.
162-Brandt J, Butters N, Ryan C, Bayog R. Cognitive loss and recovery in long-term alcohol
abusers. Archives of General Psychiatry. 1983; 40: 435-442.
146
163-Grant I, Adams KM, Carlin AS, Rennick PM, Judd LL, Schoof K. The collaborative
neuropsychological study of polydrug users. Archives of General Psychiatry. 1978; 35: 10631074.
164-Herning RI, Glove, BJ, Koeppl B, Weddington W, Jaffe JH. Cognitive deficits in
abstaining cocaine abusers. In J.W. Spence & J.J. Boren (Eds.), Residual effects of abused
drugs on behavior (National Institute on Drug Abuse Research Monograph No.101: 167-178).
Washington, DC: National Institute on Drug Abuse, 1990.
165-O’Malley SS, Gawin FH. Abstinence symptomatology and neuropsychological
impairment in chronic cocaine abusers. In J.W. Spence & J.J. Boren (Eds.), Residual effects
of abused drugs on behavior (National Institute on Drug Abuse Research Monograph
No.101:179-190). Washington, DC: National Institute on Drug Abuse, 1990.
166-Ron MA. The brain of alcoholics: An overview. In O.A. Parsons, N. Butters, & P.E.
Nathan (Eds.), Neuropsychology of alcoholism: Implications for diagnosis and treatment.
New York: Guilford Press, 1987: 11-20.
167-Jernigan TL, Butters N, DiTraglia G, Schaeffer K, Smith T, Irwin M, Grant I, Schuckit
M. Reduced cerebral grey matter observed in alcoholics using magnetic resonance imaging.
Alcoholism: Clinical and Experimental Research. 1991;15: 418-427.
168-Grant I, Adams KM, Reed R. Intermediate-duration (subacute) organic mental disorder of
alcoholism. In I. Grant (Ed.), Neuropsychiatric correlates of alcoholism. Washington, DC:
American Psychiatric Press, 1986: 37-60.
169-Miner CR, Rosenthal RN, Hellerstein DJ, Muenz LR. Prediction of compliance with
outpatient referral in patients with schizophrenia and psychoactive substance use disorders.
Arch. Gen. Psychiatry. 1997; 54: 706-712.
170-Owen RR, Fischer EP, Booth BM, Cuffel BJ. Medication noncomphance and substance
abuse among patients with schizophrenia. Psychiatry. Serv. 1996; 47: 853-858.
171-Breen R, Thornhill JT. Noncompliance with medication for psychiatric disorders. CNS
Drugs. 1998; 9: 457-471.
172-Pristach C, Smith C. Medication compliance and substance abuse among schizophrenic
patients. Hosp Community Psychiatry. 1990; 41: 1345-1348.
173-Buckley PF. Novel antipsychotic medications and the treatment of comorbid substance
abuse in schizophrenia. J Subst Abuse Treat. 1998; 15: 113-116.
174-D’Mello DA, Boltz MK, Msibi B. Relationship between concurrent substance abuse in
psychiatric patients and neuroleptic dosage. Am J Drug Alcohol Abuse. 1995;21(2):257-265.
147
175-Bowers MB JR, Mazure CM, Nelson JC, et al. Psychotogenic drug use and neuroleptic
response. Schizophr Bull. 1990;16:81-85.
176-Kovasznay B, Fleischer J, Tanenberg-Karant M, Jandorf L. Substance use disorder and
the early course of illness in schizophrenia and affective psychosis. Schizophr. Bull. 1997; 23:
195-201.
177-Cuffel BJ, Heithoff KA, Lawson W. Correlates of patterns of substance abuse among
patients with schizophrenia. Hosp. Community Psychiatry. 1993; 44: 247-251.
178-Serper MR, Alpert M, Richardson NA, Dickson S, Allen MH, Werner A. Clinical effects
of recent cocaine use on patients with acute schizophrenia. Am J Psychiatry. 1995; 152: 14641469.
179-Sevy S, Kay S, Opler L, Praag H. Significance of cocaine history in schizophrenia. J Nerv
Ment Dis. 1990; 178: 642-648.
180-Linszen DH, Dingemans PM, Lenior ME. Cannabis abuse and the course of recent-onset
schizophrenic disorders. Arch. Gen. Psychiatry. 1994; 51: 273-279.
181-Osher FC, Drake RE, Noordsy DL, Teague GB. Correlates and outcomes of alcohol use
disorder among rural outpatients with schizophrenia. J Clin Psychiatry. 1994; 55: 109-113.
182-Buckley P, Thompson P, Way L, Meltzer HY. Substance abuse among patients with
treatment-resistant schizophrenia: characteristics and implications for clozapine therapy. Am.
J. Psychiatry. 1994; 151: 385-389.
183-Soni SD, Brownlee M. Alcohol abuse in chronic schizophrenics: Implications for
management in the community. Acta psychiatrica scandinavica. 1991; 84: 272-276.
184-Rottanburgh D, Robins AH, Ben-Arie O, Teggin A. Cannabis-associated psychosis with
hypomatic features. Lancet. 1982; 2:1364-1366.
185-Peralta V, Cuesta MJ. Influence of cannabis abuse on schizophrenic psychopathology.
Acta Psychiatr. Scand. 1992; 85: 127-130.
186-Gardner EL, Lowinson JH. Marijuana’s interaction with brain reward systems: update
1991. Pharmacol Biochem Behav. 1991;40:571-580.
187-Yu S, Ho IK. Effects of acute barbiturate administration tolerance and dependence on
brain GABA system: comparison to alcohol and benzodiazepines. Alcohol 1990; 7: 261-272.
188-Dewey WL. Cannabinoid pharmacology. Pharmacol Rev. 1986; 38: 151-172.
189-Hershkowitz M, Szechtman H. Pretreatment with 1-tetrahydrocannabinol and
psychoactive drugs: effects on uptake of biogenic amines and on behavior. European J
Pharmacol. 1979; 59: 267-276.
148
190-Compton MT, Furman AC, Kaslow NJ. Lower negative symptom scores among
cannabis- dependent patients with schizophrenia-spectrum disorders: preliminary evidence
from an African American first-episode smple. Schizophrenia Research 2004 (in press).
191-Shaner A, Eckman TA, Roberts LJ, Wilkins JN. Disability income,cocaine use, and
repeated hospitalization among schizophreinic cocaine abusers-a government-sponsored
revolvingdoor? N. Engl. J. Med. 1995; 333: 777-783.
192-Angrist B, Rotrosen J, Gershon S. Differential effects of amphetamine and neuroleptics
on negative and positive symptoms in schizophrenia. Psychopharmacology. 1980; 72: 17-19.
193-Berger PA, Watson SJ. Beta-endorphin and schizophrenia. Arch Gen Psychiatry. 1980;
37: 642-647.
194-Douyon R, Angrist B, Peselow E, Cooper T, Rotrosen J. Neuroleptic augmentation with
alprazolam: Clinical effects and pharmacokinetic correlates. Am J. Psychiatry.1989; 146: 231234.
195-Hamera E, Schneider JK, Stanley S. Alcohol cannabis nicotine and caffeine use and
symptom distress in schizophrenia. J Nerv Ment Dis. 1995; 183: 559-565.
196-Rosenthal RN, Hellerstein KJ, Miner CR. Positive and negative syndrome typology in
schizophrenic patients with psychoactive substance use disorders. Compr Psychiatry. 1994;
35: 91-98.
197-Hogarty GE, Kornblith SJ, Greenwald D, DiBarry AL, Cooley S. Three year trials of
personal therapy among schizophrenic patients living with or independent of family I:
Description of study and effects on relapse rates. American Journal of Psychiatry. 1997; 154:
1504-1513.
198-Noriek K. Attempted suicide and suicide in functional psychoses. Acta Psychiatrica
Scandinavica. 1975; 52: 81-106.
199-Yesavage JA, Zarcone V. History of drug abuse and dangerous behavior in inpatient
schizophrenics. Journal of Clinical Psychiatry. 1983; 44: 259-261.
200-Alterman AI, Ayre FR, Williford WO. Diagnostic validation of conjoint schizophrenia
and alcoholism. Journal of Clinical Psychiatry. 1984; 45: 300-303.
201-Gerding LB, Labbate LA, Measom MO, Santos AB, Arana GW. Alcohol dependence and
hospitalization in schizophrenia. Schizophr. Res. 1999;38: 71-75.
202-Gupta S, Hendricks S, Kenkel AM, Bhatia SC. Relapse in schizophrenia: is there a
relationship to substance abuse? Schizophr. Res. 1996; 20: 153-156.
203-Brady K, Anton R, Ballenger JC, Lydiard RB, Adinoff B. Cocaine abuse among
schizophrenic patients. Am. J. Psychiatry. 1990; 147: 1164-1167.
149
204-Lindqvist P, Allebeck P. Schizophrenia and crime: A longitudinal follow-up of 644
schizophrenics in Stockholm. British Journal of Psychiatry. 1990, 157: 345-350.
205-Eronen M, Tiihonen J, Hakola P. Schizophrenia and homicidal behavior. Schizophrenia
Bulletin. 1996b; 22(1):83-89.
206-Cuffel BJ, Shumway M, Chouljian TL, et al. A longitudinal study of substance use and
community violence in schizophrenia. Journal of Nervous and Mental Disease. 1994; 182:
704-708.
207-Maughan B. Childhood precursors of aggressive offending in personality-disordered
adults. In S Hoghins (Ed), Mental disorder and crime. Newbury Park, CA: Sage, 1993: 119139.
208-Pihl RO, Peterson JB. Alcohol/drug use and aggressive behavior. In S Hodgins (Ed),
Mental disorder and crime. Newbury Park, CA: Sage, 1993: 263-283.
209-Bartels SJ, Drake RA, Wallach MA, et al. Characteristic hostility in schizophrenic
outpatients. Schizophrenia Bulletin. 1991,.17:163-171.
210-Lehman AF, Myers CP, Thompson JW, et al. Implications of mental and substance use
disorders. Journal of Nervous and Mental Disease. 1993; 181: 365-370.
211-Swanson J, Holzer C, Ganju V, Jono R. Violence and psychiatric disorder in the
community: Evidence from the Epidemiologic Catchment Area surveys. Hospital and
Community Psychiatry. 1990; 41: 761-770.
212-Rasanen P, Tiihonen J, Isohanni. Schizophrenia, alcohol abuse, and violent behavior:a
26-year followup study of an unselected birth cohort. Schizoph Bull. 1998; 24(3):437-441.
213-Teague GB, Drake RE. Mental health services research through a public-academic
liaison. Proceedings of the First National Conference on State Mental Health Service Systems
Research. Washington, DC: National Association of State Mental Health Program Directors
Research Institute, 1990: 12-14.
214-Scott H, Joıhnson S, Menezes P. Substance misuse and risk of aggression and offending
among the severely mentally ill. British Journal of Psychiatry 1998; 172:345-350.
215-Swartz MS, Swanson JW, Hiday VA. Violence and mental illness:the effects of
substance abuse and nonadherence to medication. American Journal of Psychiatry. 1998;
155:226-231.
216-Lindqvist P, Allebeck P. Schizophrenia and assaultive behaviour: The role of alcohol and
drug abuse. Acta Psychiatrica Scandinavica. 1989; 82:191-195.
217-Soyka M. Substance misuse, psychiatric disorder and violent and disturbed behaviour. Br
J Psychiatry. 2000; 176: 345-350.
150
218-Steadman HJ, Mulvey EP, Monahan J, Robbins PC. Violence by people discharged from
acute psychiatric inpatient facilites and by others in the same neighborhoods. Archives of
General Psychiatry. 1998; 55: 393-401..
219-Hodgins S, Mednick SA, Brennan PA, Schulsinger F, Engberg M. Mental Disorder and
Crime: Evidence from a Danish cohort. Archives of General Psychiatry. 1996; 53(6): 489-496.
220-Gut-Fayand A, Dervaux A, Olie J, Loo H, Poirier M, Krebs M. Substance abuse and
suicidality in schizophrenia: a common risk factor linked to impulsivity. Psychiatric Research.
2001; 102:65-72.
221-Rabinowitz J, Bromet EJ, Lavelle J, Carlson G, Kovasznay B, Schwartz JE. Prevalence
and severity of substance use disorders and onset of psychosis in first-admission psychotic
patients. Psychol Med. 1998; 28: 1411-1419.
222-Dervaux A, Baylé FJ. Is substance abuse in schizophrenia related to impulsivity,
sensation seeking , or anhedonia? Am J Psychiatry 2001; 158: 492-494.
223-Hodgins S, Toupin J, Coté G. Schizophrenia and antisocial personality disorder: A
criminal combination. In: Schlesinger, L.B., ed. Explorations in Criminal Psychopathology:
Clinical Syndromes With Forensic Implications. Springfield, IL: Charles C. Thomas. 1997:
217-237.
224-Smith J, Hucker S. Schizophrenia and substance abuse. Psychiatry. 1994; 165: 13-21.
225-Brown S. Excess mortality of schizophrenia. A metaanalysis. Br J Psychiatry.
1997;171:502-508.
226-Mortensen PB, Juel K. Mortality and causes of death in first-admitted schizophrenic
patients. Br J Psychiatry. 1993;163:183-189.
227-Hawton K, Fagg J, Platt S, Hawkins M. Factors associated with suicide after parasuicide
in young people. British Medical Journal 1993;306:1641-1644.
228-Gould M, King R, Greenwald S et al.Psychopathology associated with suicidal ideation
and attempts among children and adolescents. Journal of the American Academy of Child
Adolescent Psychiatry. 1998;37:915-923.
229-Whitters AC, Cadoret RJ, Widmer RB. Factors associated with suicide attempts in
alcohol abusers. Journal of Affective Disorders. 1985; 9: 19-23.
230-Potkin SG, Alphs L, Hsu C. Predicting suicidal risk in schizophrenic and schizoaffective
patients in a prospective two-year trial. Soc of Biol Psychiatry. 2003; 54:444-452.
231-Scibyl JP, Satel SL, Anthony D, Southwick SM, Krystal JH, Charney DS. Effects of
cocaine on hospital course in schizophrenia. J. Nerv. Ment. Dis. 1993; 181: 31-37.
151
232-Verdoux H, Liraud F, Gonzales B.Suicidality and substance misuse ın first-admitted
subjects with psychotic disorder. Acta Psychiatr Scand. 1999; 100: 389-395.
233-Roy A. Suicide in schizophrenia. In: Roy A, ed. Suicide. Baltimore, MD: Williams &
Wilkins, 1986:97-112.
234-Philippe A, Casadebaig J. Mortality among schizophrenic patients. Communication at the
ninty European Symposium of the Association of European Psychiatrists Section Committea
on Psychiatric Epidemiology and Social Psychiatry, Beaune, France, April 1988 .
235-Rosau CD, Mortensen PB. Risk factors for suicide in patients with schizophrenia: nested
case-control study. Br J Psychiatry 1997;171:355-359.
236-Heila H, Isometsa ET. Suicide and schizophrenia: a nationwide psychological autopsy
study on age- and sex- spesific clinical characteristics of 92 suicide victims with
schizophrenia comments. Am J. Psychiatry 1997; 154: 1235-1242.
237-Cohen S, Lavelle J, Rich CL, Bromet E. Rates and correlates of suicide attempts in firstadmission psychotic patients. Acta Psychiatr Scand. 1994;90:167-171.
238-Yüksel N: Psikofarmakoloji , Bilimsel Tıp Yayınevi, Ankara 1998.
239-Jeste DV, Caligiuri MP, Paulsen JS. Risk of tardive dyskinesia in older patients. Arch
Gen Psychiatry. 1995; 52:756-765.
240-Haas G, Sweeney J, Frances A. Increased tardive dyskinesia in alcohol-abusing
schizophrenic patients. Compr Psychiatry. 1992;33:121-122.
241-Bailey L, Maxwell S, Brandabur MM. Substance abuse as a risk factor foe tardive
dyskinesia: a retrospective analysis of 1,027 patients Psychopharmacolbull 1997;33(1):177181.
242-Cardoso F, Jankovic J. Movement disorders. Neurologic complications of drug and
alcohol abuse.Neurol Clin. 1993; 11: 625-638.
243-Duke PJ, Pantelis C, Barnes TRE. South Westminster Schizophrenia Survey: alcohol use
and its relationship to symptoms, tardive dyskinesia and illness onset. Br. J. Psychiatry. 1994;
164: 630-636.
244-Swofford CD, Scheller-Gilkey G, Miller AH, Woolwine B. Double Jeopardy:
Schizophrenia and Substance use. Am.J.Drug Alcohol Abuse. 2000;26(3):343-353.
245-Elliott KJ, Lewis S, El-Mallakh RS. The role of parkinsonism and antiparkinsonian
therapy in the subsequent development of tardive dyskinesia. Ann Clin Psychiatry. 1994; 6:
197-203.
246-Ceylan ME: Araştırma ve Uygulamada Biyolojik Psikiyatri 1.Cilt; Şizofreni, 1993.
152
247-Dixon L, Weiden PJ, Haas G. Increased tardive dyskinesia in alcohol-abusing
schizophrenic patients. Compr Psychiatry 1992;33:121-122.
248-Ögel K, Taner S, Yılmazçetin C: Ergenlerde Madde Kullanım Bozukluklarına Yaklaşım
Kılavuzu , IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Yeniden Yayın , Psikoloji Dizini :5, 2003.
249-Kasch KL. Klein DN. The relationship between age at onset and comorbidity in
psychiatric disorders. J Nerv Ment Dis. 1996; 184: 703-707.
250-Caspari D. Cannabis and schizophrenia: results of a followup study. Eur. Arch. Psyhiatry
Clin. Neurosci. 1999; 249: 45-49.
251-McPhillips MA, Kelly FJ, Barnes TR, et al. Detecting comorbid substance misuse among
people with schizophrenia in the community: a study comparing the results of questionnaires
with analysis of hair and urine. Schizophr Res. 1997: 25(2): 141-148.
252-Carey KB, Simons J. Utility of collateral information in assessing substance use among
psychiatric outpatients. J. Subst Abuse 2000; 11(2): 139-147.
253-Toland AM, Moss HB. Identification of the alcoholic schizophrenic: Use of clinical
laboratory tests and the MAST. Journal of Studies on Alcohol. 1989, 50: 49-53.
254-Kofoed LL, Kania J. Outpatient treatment of patients with substance abuse and coexisting
psychiatric disorders. Am J Psychiatry 1986; 143:867-872.
255-Schiffman S. Relapse process and relapse prevention in addictive behaviors. The
Behavior Therapist 1992; 15:9-11.
256-Bellack AS, Morrison RL, Mueser KT. Social problem solving in schizophrenia.
Schizophrenia Bulletin 1989; 15:101-116.
257-Carey MP, Carey KB Training mentally ill chemical abusers in social problem solving.
Behavior Therapy. 1990; 21:511-518.
258-Osher FC, Kofoed LL. Treatment of patients with psychiatric and psychoactive substance
abuse disorder. Hospital and Community Psychiatry 1989; 40:1025-1030.
259-Bond G, McDonel E, Miller L. Assertive community treatment and reference groups: An
evaluation of their effectiveness for young adults with serious mental illness and substance
abuse problems. Psychosoc Rehab 1991; 15:31-42.
260-Jerrell JM, Ridgely MS. Comparative effectiveness of three approaches to serving people
with severe mental illness and substance abuse disorders. J Nerv Ment Dis 1995; 183:566576.
261-Liberman L, Massel H. Social skills training for chronic mental patients. Hosp
Community Psychiatry 1985; 36: 396-403.
153
262-Drake R, Antosca L, Noordsy D. New Hampshire’s specialized services for the dually
diagnosed. In K Minkoff, R Drake (Eds), Dual diagnosis of major mental illness and
substance disorders. San Francisco:Jossey-Bass, Inc.1991.
263-Wilkins JN. Pharmacotherapy of schizophrenia patients with comorbid substance abuse.
Schizophrenia Bulletin. 1997;23(2):215-228.
264-Green AI, Burgess ES, Dawson R. Alcohol and cannabis use in schizophrenia:effects of
clozapine vs. risperidone. Schizophrenia Research 2003;60:81-85.
265-Marcus P, Synder R. Reduction of comorbid substance abuse with clozapine letter Am J
Psychiatry 1995; 152:959.
266-Frankenburg FR. Experience with clozapine in refractory psychotic illnesses. In:
Standards of Care in Schizophrenia-Proceedings of a Consensus Conference. Sandoz
Pharmaceutical Corporation; 1994:3-19.
267-Hughes J, Cook C. The efficacy of disulfiram:A review of outcome studies. Addiction
1997; 92(4):381-395.
268-Soykan C (1989) Institutional differences and case typicality as related to diagnosis
system severity, prognosis and treatment. Master tezi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
269-Erkoç Ş, Arkonaç O, Ataklı C, Özmen E: Pozitif ve Negatif Semptomları Değerlendirme
Ölçeğinin güvenilirliği ve geçerliliği. Düşünen Adam 1991;4:16-24.
270-Akdemir A, Örsel S, Dağ İ. Hamilton depresyon derecelendirme ölçeğinin geçerliği,
güvenirliği ve klinikte kullanımı. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi 1996; 4:251259.
271-Cohen, S.I. Overdiagnosis of schizophrenia: Role of alcohol and drug misuse. Lancet.
1995; 346: 1541-1542.
272-Weissman MM, Myers JK, Harding PS. Prevalence and psychiatric heterogeneity of
alcoholism in a United States urban community. J Stud Alcohol 1980; 41:672-681.
273-Bernadt MW, Murray RM. Psychiatric disorder, drinking and alcoholism:what are the
links? British Journal of Psychiatry 1986; 148: 393-400.
274-Kessler RC. Psychiatric epidemiology:selected recent advances and future directions.
Bulletin of the World Health Organization 2000;78: 464-474.
275-Kendler KS, Gardner CO, Prescott CA. Religion, psychopathology and substance use and
abuse: a multimeasure, genetic-epidemiologic study. Am J Psychiatry 1997;154:322-329.
276-Kelly C, McGradie RG. Cigarette smoking and schizophrenia. Adv Psychiatr. Treat.
2000;6:327-331.
154
277-Westermeyer JJ, Schneekloth TD. Course of substance abuse in patients with and without
schizophrenia. The American Journal on Addictions. 1999;8:55-64.
278-Silver H, Abboud E. Drug abuse in schizophrenia: Comparison of patients who began
drug abuse before their first admission with those who began abusing drugs after their first
admission. Schizophrenia Research. 1994; 13:57-63.
279-Bühler B, Hambrecht M, Löffler W. Precipitation and determination of the onset and
course of schizophrenia by substance abuse-a retrospective and prospective study of 232
populatiın-based first illness episodes. Schizophrenia Research. 2002; 54:243-251.
280-Allebeck P, Adamsson C, Engstrom A. Cannabis and schizophrenia: A longitudinal study
of cases treated in Stockholm County. Acta Psychiatr Scand. 1993; 88:21-24.
281-Arndt S, Tyrell G. Comorbidity of substance abuse and schizophrenia: the role of premorbid adjustment. Psychol Med. 1992; 22:379-388.
282-Angermeyer MC, Matschinger H. Violent attacks on public figures by persons suffering
from psychiatric disorders:their effect on the social distance towards the mentally ill.
European Archives of Psychiatry and Clinical Neurosciences. 1995; 245:159-164.
283-Carey MP, Weinhardt LS, Carey KB. Prevalence of infection with HIV among the
seriously mentally ill: review of research and implications for practice. Professional
Psychology. 1995; 26: 262-268.
284-Weiner WL, Lang AE. Movement Disorders: A comprehensive survey. Mount Kisco,
NY. Future Publishing Company, 1989.
285-Lucey JL, Dinan TG. Orofacial dyskinesia and the alcohol dependence syndrome.
Psychological Medicine. 1992; 22:79-83.
286-Rey JM, Hunt GE, Johnson GFS. Assessment of tardive dyskinesia in psychiatric
outpatients using a standardised rating scale. Aust NZJ Psychiatry. 1981; 15:33-37.
155
EKLER
SOSYODEMOGRAFİK VERİ FORMU
Görüşmecinin adı-soyadı:
Görüşme tarihi:
Hastanın adı soyadı:
Protokol no:
Telefon no:
Adres:
-Yaş(…): 1)17-24 2)25-34 3)35-44 4)45-54 5)55-65
-Cinsiyet: 1)Kadın 2)Erkek
-Doğum yeri: 1)İl 2)İlçe 3)Köy 4)Yurt dışı(belirtiniz…)
-Öğrenim düzeyi: 1)Okur-yazar değil 2)Okur-yazar 3)İlkokul mezunu 4)Ortaokul mezunu 5)
Lise mezunu 6) Yüksekokul mezunu
-Tamamlanan öğrenim süresi(yıl olarak):
-Medeni durum: 1)Evli 2)İmam nikahlı/birlikte yaşıyor 3)Bekar 4)Dul 5)Boşanmış 6)Ayrı
yaşıyorlar
-Evlilik sayısı:
-Evli ise kaç yıldır(...):1)1 yıldan az 2)1-5 yıl 3)5-10 yıl 4)10-20 yıl 5)20 yıldan fazla
-Eşi ile iletişimi:1)Çok iyi 2)İyi 3)Orta 4)Kötü 5)Çok kötü
-Boşanmış/ayrı yaşıyor ise nedeni:1)Hastalık ile ilgili sorunlar nedeniyle 2)Diğer nedenler
(belirtiniz)…
-Çocuk sayısı(…):1)Yok 2)1-3 3)4 ve fazlası
-Kardeş sayısı(…):1)Tek çocuk 2)1-4 3)5’den fazla
-Mesleği:1)İşçi 2)Memur 3)Serbest(belirtiniz…) 4)Ev kadını 5)Emekli 6)Malulen emekli 7)
Öğrenci 8) Çalışmıyor
-Çalışmıyorsa ne kadar zamandır(ay veya yıl olarak): …
-Kaçıncı işi:1)0 2)1-3 3)4 ve fazlası
-Toplam iş yaşantı süresi(belirtiniz…):1)6 ay ve daha az 2)6ay-1yıl 3)1-5yıl 4)5-10yıl 5)1015yıl 6)15-20yıl 7)21yıl ve üzeri
-Son işte çalışılan süre(belirtiniz…):1)6 aydan az 2)6ay-1yıl 3)1-5yıl 4)5-10yıl 5)10-15yıl 6)
15-20yıl 7)21yıl ve üzeri
-İş düzeni(son 3 yıldır):1)Hiç düzenli işi olmadı 2)Uzun aralar vererek çalışır 3)Emekli 4)
Düzensiz aralıklı çalışır 5)Düzenli ve aralıksız çalışır
-İş performansında bozulma: 1)Hafif 2)Orta 3)Belirgin 4)Çok belirgin
5)Herhangi bir bozulma yok
-Bir kimse herhangi bir biçimde maddi destekte bulunuyor mu(Kurum değil; aile üyesi,
arkadaşlar,vs): 1)Evet 2)Hayır
-Yukarıdaki sorunun yanıtı evet ise bu destek gelirinizin çoğunluğunu mu
oluşturuyor:1)Evet 2)Hayır
-Aylık gelir:
-Sosyal güvence:1)Emekli Sandığı 2)SSK 3)Bağ-kur 4)Yeşilkart 5)2022 6)Özel sigorta 7)
Yok
-Sosyoekonomik durum:1)Düşük 2)Orta 3)Yüksek
-Yaşadığı bölge:1)Batı Anadolu 2)Doğu Anadolu 3)İç Anadolu 4)Karadeniz B 5)Akdeniz B
6)Güneydoğu Anadolu
-Geldiği Yöre:1)Batı Anadolu 2)Doğu Anadolu 3)İç Anadolu 4)Karadeniz B 5)Akdeniz B 6)
Güneydoğu Anadolu
-Yaşadığı yer:1)İl 2)İlçe 3)Köy 4)Yurt dışı(belirtiniz…)
-Oturduğu ev:1)Kira 2)Kendine ait 3)Kendine ait değil ancak kira ödemiyor
156
-Son 3 yıl içinde en uzun süre yaşadığı kişiler:1)Eş ve çocuklarla 2)Sadece eş ile 3)Sadece
çocuklarla 4)Ebeveynlerle 5)Ebeveynler, eş ve çocukları ile 6)Arkadaşlarla 7)Yalnız 8)
Düzenli bir ortam yok
-Bu yaşam koşullarında ne kadar süredir yaşadığı(aile ve ebeveynlerle ise 18 yaşından
itibaren)(ay veya yıl olarak):
-Boş zamanlarının çoğunu birlikte geçirdiği kişiler:1)Aile 2)Arkadaşlar 3)Yalnız başına
-Birlikte yaşadığı kişilerle iletişimi: 1)Çok iyi 2)İyi 3)Orta 4)Kötü 5)Çok kötü
-Dini inanç düzeyi:1)İnanmıyor 2)İnanıyor ancak ibadet etmiyor 3)Normal düzeyde ibadet
ediyor 4)Yoğun dini uğraş
- Yasal sorun öyküsü:1)Var 2)Yok
-Suç (belirtiniz):
-Suçun işleniş tarzı:1)Alkol ve/veya madde etkisi altında 2)Alkol ve/veya madde
kullanımından bağımsız
-Gözaltına alınıp alınmadığı:1)Evet 2)Hayır
-Cezaevi yaşantısı:1)Var 2)Yok
-Var ise kaç kez:
-Cezaevinde toplam yatış süresi:
HASTALIK ÖYKÜSÜ FORMU
-Hastalık belirtilerinin başlangıç yaşı:
-Hastaneye/doktora ilk başvuru yaşı:
-Hastaneye ilk yatış yaşı:
-Hastalığın süresi:
-Toplam yatış sayısı:
-Toplam yatış süresi (ay olarak):
-Relaps sayısı:
-Alkol ve/veya madde kullanmaya başlama yaşı(her bir madde için ayrı ayrı
belirtilecek):
Sigara: Alkol: Esrar: Eroin: Kokain: Biperiden: Benzodiazepinler : Uçucu maddeler:
Amfetaminler: Barbitüratlar: Hallüsinojenler: Diğer:
-Toplam kullanma süresi(her bir madde için; yıl olarak):
Sigara: Alkol: Esrar: Eroin: Kokain: Biperiden: Benzodiazepinler : Uçucu maddeler:
Amfetaminler: Barbitüratlar: Hallüsinojenler: Diğer:
-Ne sıklıkta kullandığı(her bir madde için):
-Sigara: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Alkol: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Esrar: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Eroin: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Kokain: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Biperiden: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Benzodiazepinler : 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Uçucu maddeler: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Amfetaminler: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Barbitüratlar: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Hallüsinojenler: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Diğer: 1)Her gün 2)Haftada 3-4 kez 3)Haftada 1-2 kez 4)Daha seyrek
-Kullanım şekli(her bir madde kullanımı için):
157
Sigara: Alkol: Esrar: Eroin: Kokain: Biperiden: Benzodiazepinler : Uçucu maddeler:
Amfetaminler: Barbitüratlar: Hallüsinojenler: Diğer:
-Günlük kullanım dozu(her bir madde için):
Sigara: Alkol: Esrar: Eroin: Kokain: Biperiden: Benzodiazepinler : Uçucu maddeler:
Amfetaminler: Barbitüratlar: Hallüsinojenler: Diğer:
-En son kullanım tarihi(her bir madde için):
Sigara: Alkol: Esrar: Eroin: Kokain: Biperiden: Benzodiazepinler : Uçucu maddeler:
Amfetaminler: Barbitüratlar: Hallüsinojenler: Diğer:
-Aylık kullanım maliyeti(toplam):
-İntihar girişimi:1)Var 2)Yok
-İntihar girişimi sayısı:
-İntihar girişimi şekli:
-Kendine zarar verici davranışı :1)Var 2)Yok
-Bu davranışın ne şekilde olduğunu belirtiniz:
-Homisid girişimi öyküsü:1)Var 2)Yok
-Homisid girişimi sayısı:
-Varsa kime karşı:1)Anne 2)Baba 3)Eş 4)Çocuklar 5)Akraba 6)Tanıdığı ancak yakını
olmayan kişiler 7)Tanımadığı kişiler
-Hangi yolla zarar verdiği:
-Tamamlanmış homisid öyküsü:1)Var 2)Yok
-Annede psikiyatrik hastalık öyküsü :1)Yok 2)Şizofrenik bozukluk 3)Duygudurum
bozukluğu 4)Anksiyete bozukluğu 5)Alkol madde kullanım bozukluğu 6)Diğer
-Babada psikiyatrik hastalık öyküsü: 1)Yok 2)Şizofrenik bozukluk 3)Duygudurum
bozukluğu 4)Anksiyete bozukluğu 5)Alkol madde kullanım bozukluğu 6)Diğer
-Kardeşlerde psikiyatrik hastalık öyküsü: 1)Yok 2)Şizofrenik bozukluk 3)Duygudurum
bozukluğu 4)Anksiyete bozukluğu 5)Alkol madde kullanım bozukluğu 6)Diğer
-Çocuklarda psikiyatrik hastalık öyküsü: 1)Yok 2)Şizofrenik bozukluk 3)Duygudurum
bozukluğu 4)Anksiyete bozukluğu 5)Alkol madde kullanım bozukluğu 6)Diğer
-2.derece akrabalarda psikiyatrik hastalık öyküsü: 1)Yok 2)Şizofrenik bozukluk 3)
Duygudurum bozukluğu 4)Anksiyete bozukluğu 5)Alkol madde kullanım bozukluğu 6)Diğer
-Ailede yasal sorun öyküsü: 1)Yok 2)1.derece akrabasında 2)2.derece akrabasında
-Fiziksel hastalık öyküsü:1)Var(belirtiniz…) 2)Yok
-Geçmişte kullandığı ilaçlar: 1)Tipik antipsikotikler 2)Atipik antipsikotikler 3)Her ikisi
4)Depot antipsikotikler 5)Duygudurum düzenleyiciler 6)Antidepresanlar 7) EPS tedavisi için
kullanılan ilaçlar 8)Detoksifikasyon tedavisine yönelik ilaçlar 9)Diğer(belirtiniz…)
-Kullanılan ilaçlar:1)Tipik antipsikotikler 2)Atipik antipsikotikler 3)Her ikisi 4)Depot
antipsikotikler 5)Duygudurum düzenleyiciler 6)Antidepresanlar 7) EPS tedavisi için
kullanılan ilaçlar 8)Detoksifikasyon tedavisine yönelik ilaçlar 9)Diğer(belirtiniz…)
-Yatışları esnasında uygulanan toplam EKT sayısı:
-Tedavi dozu:
-Tedavi formu:1)Ağızdan 2)Kas içi/damar içi
-Ayaktan tedaviye başvuru düzeni:1)Düzensiz 2)Düzenli
-Ayaktan ilaç tedavisine uyumu/düzeni:1)Düzensiz;uyumsuz 2)Düzensiz;uyumlu 3)
Düzenli;uyumlu
-Bir yıl içinde ortalama ayaktan başvuru sıklığı(hastane dışı başvurular dahil):1)Yatışlar
dışında başvuru yok 2)Yılda 1-2 3)Yılda 3-6 4)Yılda 6’dan fazla
-Hastalığa yönelik içgörü:1)Var 2) Kısmen 3)Yok
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
Download