anabilim dalı geç roma tarihyazımı - Ankara Üniversitesi Açık Erişim

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR
-BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI-
Doktora Tezi
Abdullah ÜSTÜN
Ankara-2013
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR
-BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI-
Doktora Tezi
Abdullah ÜSTÜN
Tez Danışmanları:
Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu
Prof. Dr. Turhan Kaçar
Ankara-2013
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR
-BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI-
Doktora Tezi
Tez Danışmanları
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU
Prof. Dr. Turhan KAÇAR
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU
........................................
Prof. Dr. Üçler BULDUK
........................................
Prof. Dr. İlhami DURMUŞ
........................................
Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ
........................................
Doç. Dr. Osman KARATAY
........................................
Tez Sınavı Tarihi .18.06.2013
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları
andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (05/07/2013)
Abdullah Üstün
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın öyküsü, uzun bir bekleme sürecinin ardından 2005 yılında
Balıkesir Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak işe başlamam ile kesişir. Erken
dönem Türk tarihi üzerine çalışmak istediğim için burada tanıştığım hocam Turhan
Kaçar, beni kendi uzmanlık alanı olan Geç Roma kaynaklarına yönlendirdi.
Hakkında çok az şey bildiğim Roma dünyasına girmek benim adıma korku ve
endişeye sebep olmuştu. Dokuz yıldır bir şekilde mesai harcadığım bu alanda, ne
korkularım ne de endişelerim henüz ortadan kalkmış değil. Zira uğraşılması gereken
on binlerce sayfalık kaynak ve hesaplanması dahi güç bir nicelikte bunlar üzerine
yapılmış çalışmalar ile karşı karşıyaydım. Dolayısıyla kaynaklar üzerinde dururken
büyük katkı sunacakları şüphesiz olan bu çalışmalara hâkim olmak bir yana, onların
tamamından haberdar olmak bile altından kalkılması güç bir iş olduğu açıktı. Zira
Roma yahut Yunan ve Latin edebiyatı; Avrupa tarihi açısından, hem Avrupalıların
atalarının tarihini öğrenmelerini sağlayan hem de uygarlık noktasında takipçisi
olduklarını iddia ettikleri bir alandı. Doğal olarak yüz yıllardır, Avrupa akademisinin
ilgisinin merkezinde yer almaktaydı. Bu nedenle onun hakkında İspanyolcadan
Rusçaya pek çok farklı dilde ‘sayısız’ araştırma kaleme alınmış ve elan da bu
çalışmalar devam etmekte.
Diğer taraftan araştırmacıların ilgisi, gerek Latin gerek Yunan edebiyatı olsun
‘klasik’ devirden uzaklaştıkça seyrelmekteydi. Herodotus yahut Titus Livius söz
konusu olduğunda artan ilgi, bu tezin de veri evrenini oluşturan geç Roma dönemi
edebiyatına gelindiğinde azalmaktaydı. Bunların arasında en şanslısı olan Ammianus
dahi, ‘klasik’ dönemin müverrihleri ile kıyaslandığında daha az ilgi çekmişti. Bu
durum Geç Roma edebiyatı üzerine olan çalışmaları nicelik olarak önceki dönemlere
nazaran daha takip edilebilir kılmaktaydı. Bunun dışında diğer bir kolaylık, sadece
Türkiye’de olur diye düşündüğüm önceki çalışmaları tekrar hatta kopya ve dahi
öncekilerden daha kötüsünü kaleme alma hastalıklarının, en azından daha yakından
takip etmeye çalıştığım İngiliz ve Rus akademik literatüründe de vaki olduğunu
müşahede ettim. Böylelikle bunca araştırma nasıl okunacak endişelerimin kısmen de
olsa dağılmış oldu.
Roma devrinde Yunanca ve Latince yazılan metinleri kast ederek kullandığım
Roma edebiyatının, Türk tarihine kaynak oluşu yönüyle incelenmesi amacıyla
çıktığım bu yolda, müktesebatımdan kaynaklanan sorunlar da vardı. Şöyle ki ne
Yunaca ne de Latince bilmekteydim. Bu eksikliği gidermek adına hiç değilse temel
düzeyde bu dillere aşinalık kurmak için Yunanca ve Latince öğrenmeye çalıştım.
Yukarıda bahsettiğim üzere aslında bu alanda yapılan çalışmalar için daha fazla
mesaiyi zorunlu kılan yayın yelpazesinin genişliği, bu noktada benim adıma çok
kolaylaştırıcı oldu zira Geç Roma tarihyazımı ürünleri batı dillerine çevrilmişti ve
İngilizce ve Rusça çevirileri, bu metinleri Türkçeye aktarmak için çok yardımcı
olmaktaydı. Lakin çevrinin çevirisi anlamına gelen bu sorunu, kısmen eserleri
İngilizceye ve Rusçaya çevirenlerin tercüme noktasında göstermiş oldukları özen
sayesinde, kısmen de bunları asıl metinlerle karşılaştırmak suretiyle aşmaya çalıştım.
Tezin alanını oluşturan, geç Antikçağ yahut erken Ortaçağ yahut İslamiyet’ten
önceki Türk tarihi özellikle Batı Avrasya sahası Türkiye’de akademik anlamda,
maalesef neredeyse boş durumdadır. Zira dördüncü ve beşinci yüzyıllar genel olarak
Eskiçağcılar için fazla geç, Ortaçağcılar için fazla erken ve Türk tarihi noktasında
yaklaşanlar içinse adeta ıskalanmış bir görünüm arz etmektedir. Oysaki Roma’nın
dönüştüğü ve imparatorluğun Batısını; Iustinianus dönemindeki kısmı ve geçici
ii
hâkimiyet maada, geri döndürülmez şekilde yitirdiği, Roma dahil Avrupa halklarının
Hıristiyanlaştığı, Roma dışı Avrupa halklarının yeni biçimlere kavuştuğu ve mevcut
sosyo-etnik yapıların erken izlerinin temeyyüz ettiği ve bizim adımıza bin yılı aşacak
Batı Avrasya’da Türk varlığının zemininin hazırlandığı bu periyot, ihmal edilecek bir
kesit olmasa gerektir. Bu şartlar altında tez, ilgili alanlara bir nebze dahi olsa katkı
sunar ve boş alanları boş tarlalara benzettiklerinden olsa gerek, buralarda tabiri
caizse at koşturanların değil ama ilim meraklılarının alana ilgisini çekme noktasında
bir fonksiyonu olursa, ne mutlu.
Türkiye’de, bu tezin alanını kesen hem erken dönem Türk hem geç Antikçağ
hem de erken Ortaçağ tarihi alanındaki bu boşluk, terminoloji noktasında bir standart
oluşmaması sonucunu doğurmuştur. Bu çerçevede tezin yazımı esnasında kendi
içinde bir standart-tutarlılık- sağlama noktasında aşağıdaki şekilde hareket edilmiştir.
-İmparatorların, hükümdarların sıraları belirtilirken, batı dillerinde ve buna
uygun olarak zaman zaman Türkçe literatürde de tercih edilen usulün hilafında
olmasına rağmen Türkçenin mantığına uygun düştüğü için sıra sayıları adların önüne
getirilecektir. Örneğin Theodosius II olarak değil II. Theodosius olarak yazılmıştır.
-Eski Yunanca ve Latince antroponimlerin -şahıs adların- yazımında imla
birliğini sağlanmak için bu adların Latince şekilleri tercih edilmiştir. Latin dilinde
erkek şahıs isimleri genellikle “us”, Eski Yunancada ise “os” bitimlidir. Bu
çerçevede Eunapius değil Eunapius; Priskos değil Priscus tercih edilecektir. Adların
Latince biçimleriyle yazılmaları, Türkçede de kullanılan, batı literatüründeki modern
şekillerinin de hilafındadır. Örneğin Livy değil Livius şekli kullanılmış ve yine aynı
sebepten hâlihazırdaki ‘j’li formlar kullanılmamış; Jordanes değil Iordanes olarak
yazılmıştır. Türklere ait isimlerin yazımına gelince, bu kez Türkiye’de, hiç değilse bu
iii
adların bir kısmına aşinalık olması ve tezin her şeyden önce Türk tarihi alanına
odaklanması nedeniyle ve metnin daha rahat okunmasını sağlamak amacıyla tezde,
Türkçede kullanılan yazım şekilleri yahut adların muhtemel Türkçe şekilleri tercih
edilmiştir: Uldin değil Uldız, Haraton değil Karaton.
-Toponim -yer adları- ve etnonimlerin –kavim adlarının- yazımında Türkçede
kullanılan mevcut şekilleriyle, geçmiş kullanımlar arasında büyük farklılıklar ve
başkalıklar söz konusu değilse yine aşinalık karinesinden mütevellit Türkçeleri
kullanılmış ve geçtikleri yerde Latince formlarına yer verilmiştir. Örneğin (H)İster
değil Tuna kullanılmıştır. Latincede (H)İster sadece aşağı Tuna’ya karşılık gelmesine
ve Türkçedeki bu ad nehrin kaynağından ağzına tamamını kapsamasına rağmen,
zaten Türkiye için fazlaca yabancı bir terminolojiye sahip bu alanda yazılan metni,
bir nebze dahi olsa akıcı kılabilmek adına, bu gibi farklılıklar göz ardı edilerek
aşinalık karinesi yeğlenmiştir.
-Romalılara ait unvanların yazımında orijinal Latince şekilleri kullanılmış ve
ilk geçtikleri yerde açıklanmaya çalışılmıştır.
-Uzaklık, ağırlık vd. ölçü sistemleri asıl Latince biçimleriyle gösterilmiş ve
geçtikleri yerlerde günümüz Türkiye’sinde kullanılan sistemlerdeki karşılıkları
dipnotlarda verilmeye çalışılmıştır.
--Bu devir için, henüz Katolik kilisesi ile Ortodoks kilisesi arasında
günümüzde de devam etmekte olan bariz ayrışma söz konusu değildir. Bu nedenle
her iki ad da örneğin Ariusçuluk karşısında, ‘merkezi’ Hıristiyanlık kast edilerek
kullanılmıştır.
--Bu tez tarihyazımı –historigrafya- alanında hazırlanan bir tarih tezidir ve
tarihçilik açısından metinler; tarihçiliğin malzemesini oluşturan, çalışılan devre ait
iv
yani kaynak metinler ve bu malzemeden yola çıkılarak yazılan günümüze ait tarih
çalışmaları yani literatürel metinler diğer bir ifadeyle birincil ve ikincil olmak üzere
iki farklı anlam ifade etmektedir. Bu durumun yaratabileceği olası karışıklıkları
önlemek ve bu ayrımı tez içine kati bir surette sokabilmek maksadıyla, terimlerin
eski ve yeni oluşlarını da göz önünde tutarak; Geç Roma tarih yazarlarını ifade
ederken ‘müverrih’, günümüzün tarihçilik işleriyle meşgul zevatını ifade ederken ise
‘tarihçi’ terimleri kullanılacaktır.
Kendilerinden çok şey öğrendiğim ve öğrettiklerinin bazılarını uygulama
noktasındaki eksiklerimden dolayı onlara karşı mahcup olduğum muhterem
ebeveynim Hasan ve Elmas Üstün’e, benim için bir ‘mektep’ olmuş Ankara sahaflar
camiasına ve sohbet meclislerine, beni hakkında çok az şey bildiğim bu alana
yönlendiren, fikirlerini cömertçe paylaşan ve literatür tedariki konusunda yardımcı
olan danışman hocam Turhan Kaçar’a, esnek bir çalışma ortamı tanıyan, tezle ilgili
tartışmalarımızda Türkiye’de maalesef eşine pek rastlanmayan bir anlayış sergileyen
ve bürokratik işkence süreçlerinden sıyrılmam konusunda her daim özverili davranan
danışman hocam Abdullah Gündoğdu’ya, Türk tarihi ve kültürüyle ilgili hususları
konuşma noktasında zaman ayıran hocam Saadettin Gömeç’e, her konuyu olduğu
gibi tezimi de tartıştığım ‘ağabey’im Ahmet Özcan’a, tezin bazı bölümlerini beraber
tashih ettiğimiz bir dönem danışmanlığımı da üstlenmiş Ayşe Onat’a, Yunanca ve
Latince için yardım aldığım Aydın Mutlu’ya, Rusça ve İngilizceden çevirilerde
yardımcı olan Mars Tengizbayev’e, içinden çıkamadığım bazı İngilizce metinleri
çeviren Kürşad Urungu Akpınar’a, Tezin basıma hazır hale getirilmesi için yardımcı
olan Kibar Taş’a, esnek bir mesai ortamı sağlayan Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü ve bu bölümün Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı
v
başkanlarına, idarî işler noktasındaki yükümü, bir özveri örneği sergileyerek üstlenip
tez yazımına daha fazla vakit ayırmamı sağlayan mesai arkadaşım Eralp Erdoğan’a
teşekkür etmek, nezaketten ziyade üzerimdeki bir borçtur. Tüm bu yardımlara ve
kolaylıklara rağmen tezdeki tüm hataların ve noksanların sorumluluğunun kendime
ait olduğunu ifade etmeme dahi gerek yoktur.
vi
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .......................................................................................................................... İ
İÇİNDEKİLER ..........................................................................................................Vİİ
KISALTMALAR ..........................................................................................................X
GİRİŞ ............................................................................................................................ 1
I. BÖLÜM : KARGAŞA ESNASINDA TARİH YAZMAK ................................... 17
I.I.TARİHÎ ARKA PLAN .......................................................................................................... 17
I.I.I. TÜRKLERDEN ÖNCE ROMA İMPARATORLUĞU .............................................................. 17
I.I.II. TÜRKLERDEN ÖNCE BATI AVRASYA .............................................................................. 30
I.II. EDEBİ ARKA PLAN: YUNAN-LATİN TARİHYAZIMININ GELİŞİMİ ....................................... 34
I.III.GEÇ ROMA MÜVERRİHLERİ ........................................................................................... 43
I.III.I. AMMIANUS MARCELLINUS (d. yak. 330 – ö. 392’den sonra) ...................................... 43
I.III.II. EUNAPİUS SARDİS (d. yak. 345 – ö. 414’den sonra) ................................................... 49
I.III.III. EUSEBİUS HIERONYMUS (d. 331/348-ö. 420) ........................................................... 50
I.III.IV. PAVLUS OROSIUS (d. yak. 375 – ö. 418’den sonra) ................................................... 52
I.III.V. THEBAILI OLYMPIODORUS ......................................................................................... 53
I.III.VI. PHILOSTORGIUS (d. yak. 364/ yak.368) .................................................................... 55
I.III.VII. SOCRATES SCHOLASTICUS (d. 380-ö. 439’dan sonra) .............................................. 56
I.III.VIII. SALAMINUS HERMEIAS SOZOMENUS ..................................................................... 57
I.III.IX CYRRHUSLU THEODORETUS (d. yak. 393-ö.yak. 423) ................................................ 58
I.III.X. PRISCUS (d. 410/420 - ö. 472’den sonra) ................................................................... 59
vii
I.III.XI. PROSPERUS AQUITANUS ........................................................................................... 62
I.III.XII. ZOSIMUS .................................................................................................................. 63
I.IV. GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA ‘HUNLUK’ BİLGİSİNİN OLUŞUMU .................................. 66
II. BÖLÜM : TAHAYYÜLLER VE TESADÜFLER: KÖKENE, DİLE VE DIŞ
GÖRÜNÜŞE DAİR KAYITLAR ....................................................................................... 72
II. I. KÖKENLERİ ................................................................................................................... 72
II.I.I HUNLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARINA DAİR BİR ANLATI ....................................................... 88
II.II. DİLLERİ ....................................................................................................................... 102
II.II.I. ŞAHIS ADLARI (ANTROPONİMLER) ............................................................................ 106
II.II.II KAVİM-KABİLE ADLARI (ETNONİMLER) ..................................................................... 115
II.III. DIŞ GÖRÜNÜŞLERİ (ANTROPOLOJİK VERİLER) ............................................................ 119
III. BÖLÜM : MEKÂN, TOPLUM, İKTİDAR ....................................................128
III.I. MEKÂN ....................................................................................................................... 128
III.I.I. HUN HÜKÜMDARLIĞININ SINIRLARI ......................................................................... 128
III.I.II. HUN HÜKÜMDARLIĞI’NIN COĞRAFYASI .................................................................. 142
III.II. TOPLUM .................................................................................................................... 151
III.II.I. GÜNDELİK HAYAT ..................................................................................................... 151
III.II.II. ADETLER VE ŞÖLENLER ............................................................................................ 170
III.II.III. SUÇ VE CEZA ........................................................................................................... 184
III.III. İKTİDAR .................................................................................................................... 189
III. III. I. HUN İKTİDARININ DOĞASI ..................................................................................... 189
III.III.II. İKTİDAR GÜCÜNÜN KAYNAĞI: SAVAŞÇILIK ............................................................. 202
viii
III.III.III. HARİÇTEKİ HUNLAR: PARALI ASKERLER, ESİRLER VE MÜLTECİLER ........................ 216
III.III.III.I. PARALI ASKERLER ........................................................................................... 216
III.III.III.II.ESİRLER ........................................................................................................... 221
III.III.III.III. MÜLTECİLER.................................................................................................. 226
SONUÇ.....................................................................................................................234
BİBLİYOGRAFYA .................................................................................................240
I. Kaynak Toplamaları ........................................................................................................ 240
II. Toplamalar Haricinde Çağdaş Dillere Kaynak Çevirileri .................................................. 241
III. Araştırmalar ................................................................................................................. 244
EKLER .....................................................................................................................251
HARİTALAR ........................................................................................................................ 251
RESİMLER .......................................................................................................................... 269
ÖZET .......................................................................................................................274
ABSTRACT.............................................................................................................275
ix
KISALTMALAR
GENEL KISALTMALAR
a.
anno (yıl)
a.g.e.
adı geçen eser
a. g.k.
adı geçen kaynak
a.g.m.
adı geçen makale
c.
cilt
bkz.
bakınız
d.
doğduğu tarih
dn.
dip not
ed.
editör
fr.
fragman
krş.
karşılaştırın
m.
miladi (miladi takvimde)
M.Ö.
Milattan Önce
M.S.
Milattan Sonra
n.
not
ö.
öldüğü tarih
r.
resim
s.
sayfa
sn.
son not
ss.
sayfadan sayfaya (sayfalar arasında)
ter.
tercüme
vd.
ve devamı
x
vdğ.
ve diğeri(leri)
yak.
yaklaşık
BİBLİYOGRAFİK KISALTMALAR
Bibl. Cod.
Bibliothecal Codices
Exc. de Leg. Rom.
Excerpta de legationibus Romanorum
Exc. de Leg. Gent.
Excerpta de legationibus Romanorum ad gentes
Getica
De origine actibusque Getarum
Hist. Adv. Pag.
Historiae adversus Paganos
Res Gestae
Rerum gestarum Libri XXXI
Romana
De summa temporum vel origine actibusque gentis
Romanorum
BSOAS
Bulletin of the School of Oriental and African Studies.
CQ
Classical Quarterly.
JHS
Journal of Hellenic Studies
OCD
The Oxford Classical Dictionary.
ODB I-III
Kazhdan, A. P., vdğ., ed., (1991), The Oxford Dictionary of
Byzantium, c. I-III, New York-Oxford.
MGM
Monumenta Germaniae Historica
PLRE I
Jones, A. H. M., Martindale, J. R., Morris, J., ed. (1971), The
Prosopography of the Later Roman Empire, c. I (260395), Cambridge.
PLRE II
MARTINDALE, J. R. ed. (1980), The Prosopography of
the Later Roman Empire, c. II (395–527), Cambridge.
xi
RHL
Umur, Z., Roma Hukuk Lügatı, İstanbul, 1983.
New Pauly
Cancik, H., Schmeider, H., ed., (Almanca için), Salazar, C.
F., ed., (İngilizce için), (2002-) Brill's New Pauly:
Encyclopaedia of the Ancient World, Leiden-Boston.
VV
Vizantiyskiy Vremennik.
VDİ
Vestnik Drevniy İstorii.
xii
GİRİŞ
Türk tarihinin erken dönemleri, yabancı
yazılı kaynaklar sayesinde
araştırılabilmektedir zira Türklerden günümüze ulaşabilen kompozisyon niteliğindeki
ürünler, tarihlerinin takip edilmeye başlandığı dönemin çok daha sonrasına aittir.
Günümüz akademisinin; Türklerin tarihini indirebildiği nokta ile Türklerin dil
yadigârlarının ilk örneklerinin ait oldukları devir arasında, yaklaşık bin yıllık bir fark
vardır. Konuyu açacak olursak; ilk Türk siyasi yapısı olarak Hsiung-nu kabul edildiği
takdirde tarihleri –hiç değilse siyasi tarihleri- günümüzden yirmi dört yüz yıl
öncesine uzanmakta ama kompozisyon niteliğindeki ürünüyle Türklerin ilk dil
yadigârı, yani Orhun-Yenisey yazıtları, yalnızca on üç yüz yıl geriye gitmektedir.
Türk tarihi ile Türk edebiyatı arasındaki bu kronolojik makastan ötürü, Türk
tarihi ile ilgili yabancı edebi kaynaklar, geçmişi aydınlatmak için incelenen kaynak
kümelerinin birisi olmaktan çıkıp, tarihçinin geçmişi bizzat üzerine kurmak
durumunda kaldığı unique tanıklıklar niteliği kazanmaktalar. Türk edebiyatı
eserlerinin elimizde olmadığı dönemi çalışmak ise, doğal olarak tarihçileri büyük
güçlüklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bahis edilen güçlüklerin evreni hakkında şu
örnek fikir verebilir: Bu kronolojik kesitte kurulan siyasi yapıların hükümdarlarının
adları, sadece yabancı kaynaklarda kaydedildiği şekilleriyle bilinmektedir ve adların
kaydedildiği biçimlerden, özellikle Çince kaydedilmiş olanlardan, yalnızca bir kısmı
hükümdarların gerçek adını kurmak için yeterli olmaktadır.1
Diğer taraftan Türk tarihinin takip edilebileceği yabancı kaynaklar, onların
mekansal durumuna göre farklılıklar arz etmektedir. Avrasya’nın doğusunda akan
Türk tarihi için Çin edebiyatı yol gösterici olurken batısı için Roma ve Yunan yahut
1
Bkz. Bölüm II.II.I.
tezde adlandırıldığı şekliyle Roma edebiyatı bu görevi ifa etmektedir. Diğer bir
ifadeyle yazı yazmak için geliştirdikleri yöntemlere varıncaya değin ‘her şeyi’
birbirinden ayrı olan farklı dünyalar ile tarihçiler karşı karşıya kalmaktadır.
Yazılanlardan, tarihsel verilerden, tarihsel bilgiye ulaşmak için tarihçi, kaçınılmaz
olarak bu dünyaları tanımak zorundadır ki onların farklılıkları, bir kişinin her ikisine
de derinlemesine hâkim olma ihtimaline pek imkân bırakmamaktadır. Bu ise erken
dönem Türk tarihinin Avrasya’nın batı ve doğusunda akışını bir bütün olarak ele
alınması noktasında kopukluklara yol açmaktadır. Tarihçiler bu durumun doğal bir
sonucu olarak onlardan biri, ya Çin ya Roma, özelinde kalma eğiliminde olmuşlar
diğer bir ifadeyle; Sinologlar yahut Romanistler tarafından, bu edebiyatlardaki çevre
halklara dair verilerin ele alınıp değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla
Türklerin erken dönem tarihinin, Romanist yahut Sinolojik perspektifle incelenmesi
durumu oluşmuştur.
Bu unique kaynaklardan tezde ele alınacak olanlar ise, Geç Roma edebiyatının
tarihyazımı -historigrafi- türü içinde sınıflandırılan ürünleridir ki Batı Avrasya
coğrafyasını kapsamaktadırlar. Tezin kronolojik kapsamı ise, dördüncü yüz yılın
sonlarına doğru eserini tamamlayan Ammianus 2 ile başlayarak altıncı yüz yılın
hemen başında eserini kaleme aldığı düşünülen Zosimus 3 ile kapanmaktadır. Bu
kaynak kümesinin nasıl bir mahiyete sahip olduğu hakkında fikir verebilmek için ona
daha yakından bakacak olursak; her şeyden önce erken dönem Türk toplumunun
temel olarak ‘göçebe’, mukayyitlerin içinde yaşadığı toplumun ise ‘yerleşik’, yani
2
Bu tartışma için bkz. O. J. Maenchen-Helfen, “The Date of Ammianus Marcellinus Last
Book”, American Journal of Philology 76 (Baltimore, 1955), s. 384-399.
3
Bu tartışma için bkz. R. T. Ridley, Zosimus New History, Canberra: Australian Association
for Byzantine Studies, Canberra 1982.
2
tarihi yazanla, tarihi yazılanın tamamen farklı-zıt toplumsal formasyonlara sahip
oldukları görülür.
Diğer taraftan; müverrihler eserlerini kaleme alırken ilgi odaklarının
merkezinde Roma dünyası yer almaktadır. Çevre halklar ‘ötekiler’ bu dünyayla olan
ilişkileri çerçevesinde eserlere dâhil edilmiştir. İlişkilerin yörüngesini ise Roma
sınırlarını, zaman zaman da Roma ve İstanbul yakınlarına kadar uzanarak doğrudan
doğruya başkentleri bile tehdit eden, çoğunda Roma ordularının savaş alanlarını
yenilgiyle terk ettikleri askerî seferler-akınlar ve vergi ya da diğer bir takım maddi
imkânlar sunarak bu seferlerin-akınların önüne geçmeye
yahut kuzeyden
yönelebilecek diğer tehdit odaklarına karşı bölgede kendine müttefik bulmaya çalışan
Roma gayretleri oluşturur.
Bunların dışında, müverrihler köklü bir edebi geleneğe sahip ve Ligeti’nin de
dediği gibi, sıklıkla bu geleneğe körü körüne bağlı kalarak4, paradigmaları yerleşmiş
bir yazın atmosferi içinde ve nihayet doğal olarak, tıpkı günümüz tarihçileri gibi,
kendi kaygılarını da göz önünde tutarak eserlerini kaleme almışlardır. Alana yönelik
bir çalışma yapılırken sıralanan şerait; kaynaktaki veriden ‘görece objektif’ tarihsel
bilgiyi elde etme sürecinin belli başlı öncülleri arasında yer alır. Tek cümleye
indirgenecek olunursa işin eksenini; olgu; coğrafyanın Türk sakinleri ile algı; Romalı
müverrihin onu kavrayışı, korelasyonunun analizi oluşturur.
Bu tezin veri havuzunu, Geç Roma tarihyazımının kendisi değil, bu edebi türe
ait eserlerde Türkler hakkındaki anlatılar, en genel anlamıyla kayıtlar oluşturur.
Tezin sorunsalı ise, Türk tarihinin Batı Avrasyadaki akışı değil, bunu takip etme
4
L. Ligeti, “Attila Hunlarının Menşei”, şurada Nemeth, ed., 1962, s. 8.
3
noktasında en geniş verileri sağlayan Roma müverrihlerinin metinlerinin tarihsel
bilgi olarak vaadettikleridir.
Tezin veri havuzunu oluşturan metinlerin hem tür hem de dönem olarak dışına
taşıldığı bölümler olmuştur. Claudianus ve Sidonius’un şiirlerine başvurularak
tarihyazımı türü dışına taşılmış, Iordanes’in kaynağı şüpheli daha doğru bir ifadeyle
kendi anlatısı olabilecek pasajlarına yer verilerek de dönemin dışına çıkılmış
olmaktadır.
Bu
durum
metinlerin
takibinin
doğurduğu
gereklilikten
kaynaklanmaktadır.
Yine de bu tezde merkezi, tarihyazımı metinleri oluşturacağını ve şiir gibi diğer
edebi türlerdeki bu verilerin ise sadece müverrih metinleri arasındaki kopuklukları
giderme noktasında hesaba katılacaklarını belirtmek gerekir. Zira tezin iddiasını;
döneme dair edebi kayıtların tarihsel bilgi olarak ifade ettikleri değil Roma
tarihyazımında Türklük bilgisinin oluşumu ve gelişimini takip etmeye çalışmak
oluşturmaktadır. Dördüncü ve beşinci yüzyıl müverrihlerinin eserlerindeki Türklük
bilgisinin merkezinde ise siyasi-askerî kudreti Roma dünyasının başına büyük
sorunlar açmış Hunlar yer almaktadır. Lakin tezin kronolojik kapsamı içindeki
Priscus, Batı Avrasya coğrafyasın’da temeyyüz eden diğer Türkler -Avar, Sabir ve
Ogurlar- hakkında da veriler sağlamıştır.5 Bu verilerin de tezin kapsamı içinde yer
alması nedeniyle yani birden çok Türk kavmi söz konusu olduğu için tezin alt
başlığında genelleme yapılarak hepsini kapsayacak bir isim olan ‘Türk’
kullanılmıştır. Buradaki tesmiyenin meşruiyetinin zeminini, kuşkusuz tezin
kronolojik kesitinin akabindeki yüz yılda, Doğu Avrasya’da yükselecek Kök-Türk
siyasal yapısının adından bağımsız olarak, Türk adının daha sonra kazandığı ve
5
Priscus Fragman XL/I ve XL/II.
4
hâlihazırda da tarihçiler tarafından benimsendiği 6 üzere genel olarak Türk Dilini
konuşanlar anlamındaki kullanımı sağlamaktadır.
Bu edebi arka plan içinde, tezin üzerine oturduğu temel veri alanını oluşturan
tarihyazımının kendi tekâmülüne daha yakından bakıldığında iki eksen karşımıza
çıkar. Bunlardan biri Latin-Yunan edebiyatında –hâle ve maziye bakış, onu algılayış
ve tasvir- tarihyazımı türünün oluşumu ve gelişimi; bir diğeri ise, bu alan içerisinde
ötekiler ‘barbar’lar, tez özelinde Türkler –mensup oldukları saha itibarıyla kuzeyli
‘barbar’lar- bilgisinin oluşumu ve gelişimidir.
Türkler bağlamında müverrihlerin kayıtları hem çok fazla hem çok azdır 7 .
Şöyle ki; kaynaklardaki bilgiler bölük pörçük olmaları nedeniyle az, hemen hemen
çağdaş her kaynağın haklarında bir şeyler kaydetmesi nedeniyle çoktur. Verilerin
bölük porçüklüğü noktasında dahi genelleme ancak kaynaklardan günümüze
ulaşanlar üzerinden yapılabilir; zira eserlerin bir kısmı tamamen bir kısmı ise kısmen
kayıp olduğu için gerçekte onlarda neler yer aldığını tam manasıyla bilme şansına
sahip değiliz. Bu nedenle, hiç değilse eserleri eksik ulaşan müverrihler hakkında
çizilen portreler ve eserleri hakkında yapılan analizler doğal olarak eksik kalmaya
mahkûmdur.
6
Bu genel durumu farklı dillerde yazılmış üç kitap adıyla yinelemek gerekirse; İngilizce için
Peter Golden eserine ‘An Introduction to the History of Turkic People’ Fransızca için Jean-Poul Roux
‘Histoire des Turcs: Deux mille ans du Pacifique à la Méditerranée’ hatırlanabilir Türkçe de ise
İbrahim Kafesoğlu ‘Türk Milli Kültürü’. Her üç çalışmada tezin kronolojik ve lokasyon eksenini
kapsamakta ve ele adığı kavimleri aynı şekilde yani Türk başlığı altında sunmaktadır.
7
Szadeczky-Kardoss, “Avarlar”, şurada Sinor, ed., 2003, s. 283’de bunu ‘az olarak’
tanımlamış olmakla birlikte bize bu formulasyonun ilhamını yine de bu cümle vermiştir. ‘Avarlarla
ilgili kaynaklarımız hem odukça az hem de tarihsel yorumları tartışılmaz olmamakla birlikte,
Avarların Avrupa’daki yazgılarıyla ilgili çizilebilecek en açık resim her şeyden önce Yunan ve Latin
kayaklarının tanıklığına daha az bir ölçüde de Doğu (Süryani, Ermeni, Kopt, Arap) ve Slav
kaynaklarının verilerine dayanmaktadır.’
5
Tezin alanına girdiği noktada Geç Roma tarihyazımı, terminoloji birliğine
sahip değildir.
8
Geç Roma müverrihlerinin; Hun, Avar, Ogur, Sabir gibi
tesmiyelerinin karşıladıkları ‘şey’ esnek ve değişken niteliktedir; mutlak ve malum
bir siyasal-toplumsal-etnik yapıya karşılık kullanılmamaktadır. Müverrihler bu
adları; örneğin siyasal bağlamda kullandıklarında, siyasal bir yapıyı, siyasal erkin
sahibini, siyasal erkin mensubu olduğu kabileyi, siyasal yapının farklı kökenlerden
gelen ahalisini, siyasal yapı çöktükten sonra müteakibi olan siyasal yapıları kast
ederek kullanmışlardır. Örnek Hun adı özeline indirgenirse bu ad; Hunların siyasal
yapısına, bu yapının iktidar organına, banisi kurucu boya, Germen, İran ve diğer
kabileleri de kapsayan Hun konfederasyonun ahalisine, ondan sonra herhalde farklı
kabilelerin kurduğu siyasal yapılara işaret etmek maksadıyla kullanılmıştır.
Batı Avrasya coğrafyasının yeni ahalisini ve onların teşkilatını adlandırırken
ister ‘yeni’nin kavranmakta ve tanımlanmaktaki güçlüğünden ister başka bir
nedenden
kaynaklansın;
müverrihlerin
kafasının
karışık
oluşu
nedeniyle,
tesmiyelerin temel alarak yapılacak bir kaynak analizi-tarih kurgulaması, sağlıklı bir
panorama sunmaktan uzak kalacaktır. Adlandırmalar coğrafyanın bu yeni unsurunu,
Türkleri-Altaikleri, kendi içinde gruplandırırken başarılı olamadığı ölçüde, onları
bölgenin daha eski, Romalılar için tanındık, sakinleri olan Germen ve İran
kavimlerinden ayırmakta mahirdirler ve hiç değilse olgunun köken ve toplumsal
boyutu bağlamında, yetkin bir perspektif sağlamaktadırlar.9
Batı Avrasya’daki Türklerin tarihine akademinin ilgisi üzerine bir durum
değerlendirmesi yapıldığında karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır. Bu ilgi ya
8
Bkz. Bölüm I.IV.
9
Ammianus Res Gestae XXXI. II. I.; Eunapius Fragman XLI.
6
Roma tarihçileri yahut Oryantalist-Türkolog kökenliler tarafından yönlendirilmiştir.
Bu durum ise şu açmazlara yol açmıştır: Batı telakisinde Türkolog profili,
kendilerinden beklentilerin geniş bir alanı kapsaması nedeniyle, uzmanlaşabilmekodaklanabilmek için daha az zamana sahiptir; zira Türkologlar, Türk dilini,
edebiyatını, Hunlardan –Hsiung-nu- Türkiye Cumhuriyete’ne Türk tarihini bilmekle
mükellef kişidir.10 Bu kadar geniş bir alanda araştırma yapmak kuşkusuz onlara her
bir alanı derinlemesine düşünmek için daha az zaman bırakmaktadır. Oryantalistlere
kalan zamanın Türkologlara göre daha sınırlı olacağı açıktır.
Dönemin uzmanı Roma tarihçilerinin bakış açısı ise; taşıdıkları unvan
çerçevesinde kalmakta, bir diğer ifadeyle Türk tarihinin akışını, halet-i ruhiyesini,
hülasa paradigmalarını algılamak noktasında yetkinlikten uzaktır. İronik ve biraz da
abartılı bir şekilde ifade edilirse; kaynak kategorisindeki tarih eserlerini kaleme
alanlarla,
Roma
tarihinin
çağdaş
meraklıları
arasında
algılayış
odağı
benzeşmektedir. 11 Dahası tıpkı antikçağ tarihçileri gibi çağdaş tarihçiler de bu
10
Son dönemlerden bir örnek verecek olursak; Cambridge tarih serisinin ilgili cildi olarak 1990
yılında yayınlanmış, alanın en önemli el kitapları arasında sayılabilecek Denis Sinor editörlüğünde
kolektif bir çalışma olan The Cambridge History of Early Inner Asia’da, aynı kişi birinde Çin
diğerinde Roma kaynaklarının ön planda olduğu bu iki alanda olmasına rağmen hem Hunlar
maddesini hem de Kök Türkler maddesinin yazarı olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Erken İç Asya
Tarihi’ adıyla Türkçeye çevrilen kitabın bahsedilen maddelerinin mütercimleri bile farklıdır: Hun
maddesi Mete Tunçay; Kök Tük maddesi Talat Tekin tarafından tercüme edilmiştir. Türkçe
çevirisinde bile, muhtemelen iki farklı mütercime ihtiyaç duyulan maddelerin tek kişi tarafından
kaleme alınması ilginç bir durum olsa gerek. Biraz daha su kaldırır olmakla birlikte bu çalışmada yer
alan başka bir örnek ise ‘Rusya’nın Orman kuşağı Halkları’, ‘Güney Rusya Bozkırlarının Halkları’ ve
‘Orta Asya’da İslamiyet’in İlk Dönemleri ve Karahanlılar’, maddelerinin yine tek kişi tarafından,
Peter Golden, yazılmış olmasıdır. Bu maddelerin çevirisi içinse yine üç mütercim; yukarıda verilen
madde adlarının sırasıyla Mete Tunçay, Ayda Arel ve Halil Bektay çalışmıştır.
11
Hunlar hakkında İngilizcedeki ilk monografinin, 1948 yılındaki basımının başlığıyla A
History of Attila and the Huns, yazarı E. A. Thomson bu tespitin güzel bir örneğidir. Hunları köprü
7
kavimlere, çevresindeki yerleşik-tarımcı Roma toplumuna muhtaç parazit bir hayat
sürmek gibi belli klişeler çerçevesinde bakma eğilimi baskındır. Roma, payitaht
olarak, Mısır’ın hububat üretimine muhtaç olduğunda hiç akıllarına gelmeyen
‘parazit’ nitelemesi, kuzeyliler söz konusu olduğunda, onların gözünde adeta olguyu
kavrayabilmenin nirengi noktasıdır. Türkiye’de alanla ilgili kaleme alınanlar ise,
çağdaş Roma tarihçilerinin daha çok Türkolog-Oryantalist kuşağın eserlerinin,
nedense onlardaki edebi cevher yansıtılmaksızın, kuru bir uslupla aktarılmış şeklidir.
Bu ifade ediş biçiminde kaynaktaki bilgiyle onun üzerine çalışma yapan batılı
araştırmacının yorumu, kaynağın doğrudan takip edilmemesi nedeniyle olsa gerek,
birbirine karıştırılmış ve dahi bu yorumlar arasında hoşa gidenler, tarihsel verinin
kendisi olarak lanse edildiğine dahi rast gelmek mümkündür.
Tespit
edilebildiği
kadarıyla
doğrudan
tezin
konusuna,
Geç
Roma
tarihyazımında Hunlara odaklanmış bir çalışma ne Türkiye’de ne de yurt dışında
mevcut değildir. Yukarıda genel özelliklerine değinilen alanla ilgili çalışmaları
örneklendirmek amacıyla aşağıda bir liste sunulmuştur. Roma edebiyatının Türk
tarihinin kaynağı olarak kullanılması olarak görebileceğimiz, diğer bir ifadeyle bu
edebiyatta zikredilen Hunların, Çin edebiyatının bahsettiği Doğu Avrasya’daki
Hsiung-nu ile ilişkilendirilmesi Fransız sinlog Joseph De Guignes’e –on sekizinci
yüz yılın ikinci yarısına- kadar iner. De Guignes, Histoire générale des Huns, des
Mongoles, des Turcs et des autres Tartares occidentaux adlı eserinde Hunlar ile Çin
korkuluklarına benzeten Ammianus’un kayıtlarını ‘aksi ispatlanmamışsa’ kaydını düştükten ve onun
bu konudaki haber kaynağının Hunlar tarafından mağlup edilen Gotlar olabileceği değerlendirmesini
yaptıktan sonra doğru kabul edileceğini söyler.
8
kaynaklarındaki Hsiung-nuları özdeşleştirmiştir. Edward Gibbon’un aynı devirde12
kaleme aldığı ve Romanistiğin ‘kült’ eserlerinden biri olmuş Decline And Fall Of
The Roman Empire13 adlı çalışmasında bu görüşü benimsemiş ve popülerleşmesini
sağlamıştır. Her ne kadar tarihçiler arasında bu yaklaşım terk edilecek olsa da
böylece Roma edebiyatının kaydettiği bazı halkların Türk ve en genel anlamda
Altaik kökenlerine akademinin ilgisi yönelmiş olmaktadır.
De Guignes’in bu eseri Hüseyin Cahit, sonradan alacağı soyadıyla Yalçın,
tarafından Türkçeye çevrilmiş Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir
Tatarların Tarih-i Umumisi adıyla 1923 yılında eski harfli olarak yayınlanmıştır.
Yetmişli yıllarda bu çeviri Latinize edilerek tekrarlanacaktır. Bu çeviri sayesinde
Türkiye’de de tespit edilebildiği kadarıyla alanla ilgili ilk ilmi yayın gerçekleşmiştir.
Bu dönem aynı zamanda, Osmanlı dağılma sürecinin doğurduğu milliyetçi
motivasyonun da etkisiyle Türklerin erken dönem tarihine olan ilgi ile keşisen bir
süreci de ifade etmekteydi.
Diğer Avrupa toplumlarının kendilerinden kabul etmediği Macarların
geçmişlerini arama gayretleriyle daha önceden bu yola çıkmaları, yani diğer bir
milliyetçi refleks alan adına oldukça verimli sonuçların doğmasına neden olmuştur.
Çünkü Macaristan tarihi, Hunların ve daha sonra batı Avrasya’da hüküm sürecek
diğer Türk kavimlerinin tarihiyle kesişmekteydir. Gyula Nemeth, Gyula Moravcsik
gibi alanın üstadlarını çıkaracak Macar akademisi, bu alanda Türk akademisini de
ziyadesiyle besleyecektir. Bu noktada ilk örnek olarak karşımıza, erken yaşta
12
De Guignes’in üç ciltlik bu eseri 1756-1758, Gibbon’un altı ciltlik eseri ise 1776-1789
tarihleri arasında yayınlanmıştır.
13
Eserin tam adı The History of the Decline and Fall of the Roman Empire olmakla birlikte
Decline and Fall of the Roman Empire şeklinde kısaltımış adıyla da meşhurdur.
9
hayattan ayrılmasına rağmen büyük bir azimle çalıştığı anlaşılan Hüseyin Namık
Orkun çıkmaktadır. Priscus’un eserinden Türkçedeki ilk çevirileri de sunan Attila ve
Oğulları 14 , dört cilt olarak kalem aldığı Türk Tarihi 15 başlıklı çalışmasının ikinci
cildi Batı Avrasya’daki Türk hâkimiyeti üzerinedir ve Hunlara genişçe yer verilir.
Son olarak Gyula Moravcsik’in A Magyar történet Bizanci forrasai adlı
çalışmasından derlemeler yaparak kaynaklar üzerinde genel bir tanıtım niteliğindeki
bu eseri Türk Tarihinin Bizans Kaynakları16 başlığıyla yayınlamıştır.
Şerif Baştav ve İbrahim Kafesoğlu, Macar akademisinde yetişen diğer örnekler
olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar, doktora tezi dâhil olmak üzere
çalışmaları geç Ortaçağ’da yoğunlaşsa da özellikle Baştav alanın üzerinde mühim bir
mesai harcamıştır. Baştav, bahsedilen Macar çalışmalarının anlamlı bir yansıması
olan Gyula Nemeth’in editörlüğünde Lajos Ligeti, Peter Vaczy, Sandor Eckhardt,
Nandor Fettich’in çalışmalarıyla katıldıkları Attila és hunjai 17 adlı günümüzde de
önemini koruyan eseri Türkçeye çevirmiştir. 18 Baştav ayrıca bu eserin özetine
benzeyen bir yayın daha yapmıştır. 19 Alana dair en önemli katkılarından biri ise,
14
İstanbul’da 1933 yılında yayınlanmıştır. Orkun Priscus çevirilerini muhtemelen Macarca
tercümesinden yapmıştır.
15
Ankara: Akba Kitabevi, 1946
16
Ankara: Çığır Dergisi Neşriyatı no:2, 1938.
17
Budapest: Magyar Szemle Tarsasag, 1940. İkici defa 1960 yılında yayınlanmıştır.
18
Attila ve Hunları, İstanbul: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları
sayı: 106, 1962. İkinci defa 1982 yılında yayınlanmıştır. Bu çalışma ayrıca, Tarık Demirkan
tarafından Türkçeye çevrilerek Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, -İstanbul: Yapı Kredi Yayınları1996 yılında tekrar yayınlanmış lakin Demirkan’ın çevirisi, Baştav’in dönemin akademik dilini
yansıtan tercümesiyle kıyaslanmayacak derecede basittir ve Attila és hunjai’de yer alan bir bölüm ve
çok kıymetli olan sonnotlar tercümenin dışında bırakılmıştır.
19
‘Attila ve Hunları’, Tarihte Türk Devletleri, c. I, Ankara: Ankara Üniversitesi Rektörlüğü
yayınları, 1987, s. 37-53.
10
Sabirler hakkında kaleme aldığı Sabir Türkleri 20 adlı makalesidir. Baştav’ın bu
husustaki son çalışması ise, Thompson’un aşağıda bahsedilecek ve yine bir Macar
olan Istvan Bona’nın arkeolojik verilerin ön planda olduğu Das Hunnen Reich21 adlı
çalışmlarından da istifade ederek kaleme aldığı Avrupa Hunları adlı yayınıdır.22
İbrahim Kafesoğlu’nun sırf alan üzerine bir çalışması olmamakla birlikte pek
çok kez basılmış Türk Milli Kültürü 23 isimli eserinde Hunlar ve ardılı Türk
kavimlerinin
Batı
Avrasya’daki
varlığını,
konu
hakkında
yayınlanan
monografilerden hareketle ele almaktadır. İslam Ansiklopedisinin ‘Türkler’
maddesinin tarih kısmında da bu yayın özetlenerek tekrarlanır. Aynı durum eğitim
hayatına Rusya’da başlamış ve Almanya doktoralı Akdes Nimet Kurat’ın IV-XVIII.
Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri 24 adlı eseri
içinde geçerlidir. Bu yayın ise Türk Dünyası El Kitabı’nda tekrarlanmıştır.
İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi Anabilim Dalında yani Kafesoğlu’nun
kürsüsünden Ali Ahmetbeyoğlu hazırladığı yüksek lisans ve doktora tezleri ile
Türkiye’de doğrudan alan üzerine kurulmuş çalışmalara örnek teşkil eder.
Ahmetbeyoğlu’nun yüksek lisans tezi Grek Seyyahı Priskos (V. asır)'a göre Avrupa
Hunları 25 başlığını taşımaktadır. Bize göre bu tezin başlığı yeterince özenle
20
Belleten, c. V, s. 17-18 (1940), s. 53-99. Bu makalenin aynı adla bir ayrıbasımı da
yapılmıştır: İstanbul: Maarif Matbaası, 1941.
21
Budapest, 1991.
22
Türkler, c. I, Ankara, 2002, s. 853-886.
23
Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1977. Düzeltilmiş ve genişletilmiş şekli eserin
üçüncü baskısı: İstanbul, 1984.
24
Ankara: Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları sayı 182, 1972.
25
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı,
1990. Daha sonra aynı isimle Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarfından yayınlanacaktır: İstanbul,
1995.
11
düşünülmemiştir zira Priscus’un (Yunanca yazımıyla Priskos) Hunlar arasında yer
almasının nedeni bir seyahat değil Attila’ya elçilikle görevlendirilmiş Maximus’un
sefaret heyetinde görevli oluşudur.
26
Priscus’un eserinin Türkçeleştirilmesini
hedefleyen bu çalışmada Orkun’un yukarıda bahsedilen Attila ve Oğulları adlı
eserindeki Priscus çevirileri de kullanılmış lakin Orkun’un atladığı kısımlar ilave
edilmiştir. Ahmetbeyoğlu’nun doktora tezi Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi27 adını
taşımaktadır. Türkiye’de yapılmış doğrudan alan üzerine olan bu doktora, Hun
tarihinin, siyasi tarih merkezinde genel görünümünü ele almıştır. Hem kaynak hem
literatür kullanılarak kaleme alınmış eserde, bizce alanın en önemli çalışması olan
aşağıda bahsedilecek Maenchen-Helfen’in eserine yer verilmemiştir. Mevcut YÖK
tez merkezi kayıtlarına göre tespit edebildiğimiz bir kaç yüksek lisans tezi daha
mevcuttur. Bunlardan ikisi Hunların askerî yapısını konu edinir. Biri Rukiye
Öztürk’ün hazırladığı Grek ve Latin kaynaklarına göre İskit, Sarmat ve Avrupa
Hunlarında Askerî Kültür (m.ö. V. yy. - m.s. VI. yy.) 28 , bir diğeri Cüneyt Güneş
tarfından hazırlanan Avrupa Hun İmparatorluğu'nda Ordu ve Savaş 29 başlığını
taşımaktadır. Bu satırların yazarı tarafından hazırlanan Türk tarihinin bir kaynağı:
De Origine Actibusque Getarum 30 başlıklı yüksek lisans tezi de bu cümleden
sayılabilir.
26
Priscus Fragman XI/I ve XI/II [2]
27
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı,
1997. Daha sonra aynı adla kitap olarak yayınlanacaktır: Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2001.
28
Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Eskiçağ Tarihi
Bilim Dalı, 2007.
29
Muğla: Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2012.
30
Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2007.
12
Türkiye’de, en çok ilgi duyulanını Hunların oluşturduğu Batı Avrasya Türk
tarihi alanındaki çalışmalar görüldüğü üzere oldukça azdır. Türkçeye son zamanlarda
birkaç mühim eser daha çevrilmiş olması bir nebze de olsa bu boşluğu
doldurmaktadır. Denis Sinor editörlüğünde Cambridge serisinin ilgili cildi olarak
yayınlanan The Cambridge History of Central Asia 31 Türkçeye, Mete Tunçay
editörlüğünde bir heyet tarafından Erken İç Asya Tarihi
32
adıyla çevrilerek
yayınlanmıştır. Bu yayında, her ne kadar bir Türkolog olsa da Sinor’un kaleme aldığı
‘Hunlar’ maddesi genellikle bir Romanist olan Thompson’un görüşlerini
tekrarlamaktadır. Edward Artur Thompson, tespit edilebildiği kadarıyla alanla ilgili
ilk İngilizce monografi olan A History of Attila and the Huns 33 adlı eseri,
bahsedildiği üzere bir Romanist gözüyle ele almıştır ki bu durum adeta eserin her
sayfasında kendini hisettirmektedir. Eserin Türkçesi ise, Blackwell yayın evi
tarafından yapılan baskısından Hunlar34 adıyla yazarının adının Elizabeth yapmaya
varıncaya değin çok sorunlu bir tercümeyle yayınlanmıştır. Bu tezde her şeye rağmen
önemli bir çalışma olan Thompson’un eserine, daha doğrusu onun görüşlerine
olabildiğince yer verilmiştir.
Hunlar üzerine bir diğer İngilizce monografi ve bize göre alanın en büyük
emek harcanan eseri Nazi Almanyasından kaçarak Amerikaya sığınan sosyalistlerden
biri ve birinci sınıf bir âlim olan ‘üstad’ Otto J. Maenchen-Helfen tarafından The
31
Cambridge: Cambridge University Press, 1994.
32
İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. Bu yayın pek çok kez tekrarlanmıştır.
33
Oxford: At the Clarendon Press, 1948. Bu çalışma Thompson’un ölümünün ardından Peather
Heather tarafından hazırlanarak Blackwell yayın evinin The Peoples of Europe serisi için The Huns,
Oxford 1999.’da yeniden yayınlanmıştır.
34
Sibel Dinçol, Ankara: Phoenix, 2008. Bu çevirinin eleştirisi için bkz. T. Kaçar, “Bir Çeviri
Komedisi: Edward Arthur Thompson, Hunlar”, Toplumsal Tarih sayı 206, (Şubat 2011), s. 93-95.
13
World of the Huns Studies in Their History and Culture35 adıyla kaleme alınmıştır.
Alan adına en büyük talihsizlik bu eserin, Maenchen-Helfen’in ölümünün ardından,
yayınevine bıraktığı el yazmalarının Max Knight tarafından edite edilmesiyle
yayınlanması yani ‘üstad’ın esere son şeklini verememiş olmasıdır. Bu tez, uzun
mesailerin harcanmış, ilmik ilmik dokunmuş bu abidevi esere ve MaenchenHelfen’in görüşlerine çok şey borçludur. Yine de belirtmek gerekirki muhtemelen
kitabın bu yayınlanma serüveninden kaynaklanan nedenlerden ötürü bu çalışmada
yazarın refarans olarak gösterdiği kaynaklarda uyuşmama gibi sorunlar mevcuttur.
Diğer bir ‘üstad’, alanın en önemli referans eserlerinden birini ortaya koyan
Macar âlim Gyula Moravcsikdir. Yunanca yazılmış kaynakların taranarak Türkler ile
ilgili bahisleri tanıtan, eserleri kaleme alan yazarlar hakkında bilgi veren ve onlar
üzerine yapılan çalışmaların bibliyografyasını sunan Byzantinoturcica I Die
Byzantinischen Quellen der Geschichte der Türkvölker36 başlıklı bu eser, kaynakların
çevirisini ve birebir değerlendirmesini sunmamakta, daha çok kaynaklar üzerine
ansiklopedik bilgiler vermektedir. Byzantinoturcica II : Sprachreste der Türkvölker
in den Byzantinischen Quellen 37 başlıklı eserin ikinci cildi ise kaynaklarda geçen
onomastik unsurları ve geçtiği kaynakları listeler. Martindale ve birinci cilt için
ayrıca Jones ve Morris editörlüğünde yayınlanan The Prosopography of the Later
Roman Empire I-III38 adlı mühim çalışma, Roma edebiyatı eserlerinde isimleri geçen
şahısları listeler ve 260-641 dönemini kapsayacak şekilde kaynaklardaki verileri
35
Berkeley-Los Angales-London: University of California Press, 1973.
36
İlk baskı; Budapest: Magyor-Görög Tanulmanyok, 1942; ikinci baskı Berlin: Akademie
Verlag ,1958; üçüncü defa; Leiden: Brill, 1983.
37
İlk baskı, Budapest, 1943; sonraki iki baskı birinci cilt ile eş zamanlıdır;
Berlin: Akademie-Verlag 1958, Leiden: Brill, 1983
38
Cambridge, 1971–1992.
14
derler. Bu çalışmanın 260-527 yıllarını kapsayan ilk iki cildi tezin kronolojik
çerçevesine denk düşmektedir. Alexander Kazhdan editörlüğündeki Oxford
Dictionary of Byzantium I-III tartışmalı hususlarda, tercihleri benimsenen bir
refarans kaynağı niteliğindedir ve bu tez için de bu tercihler geçerli olmuştur. Lakin
bu çalışma Doğu Roma, tarihçilerin verdiği isimle Bizans merkezledir ve dolayısıyla
Batı Roma’yı kapsamamaktadır. Bu refaransların alanla ilgili yapılan araştırmalarda
çok büyük kolaylıklar sağlamakta olduğunu belirtmek gerekir.
Bu tez, her biri kendi içinde alt başlıklar taşıyan üç bölüm olarak
düzenlenmiştir. Özgünlük taşımayan ilk bölümde metinlerin, verilerin, nasıl bir edebi
ve tarihsel zemin üzerinde meydana geldiği ve onları kaleme alanların kimler
olduğuna temas edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede Türkler, Hunlar, Batı Avrasya
coğrafyasında temeyyüz etmeden önce bu coğrafyanın ve müverrihlerin memleketi
olan
Roma
dünyasının
görünümüne
değinilmiştir.
Müverrihler
hakkında
ansiklopedik biyografiler derlenmiş ve ilgili eserleri, Türk tarihinin kaynağı olmaları
merkeze alınarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Bu edebiyat içinde Hunluk bilgisinin
oluşumuna dair bir tasvir denemesi yapılmaya çalışılmıştır ki bu alt bölüm özgün
oluşu yönüyle öncekilerden ayrışır.
İkinci ve üçüncü bölümde doğrudan metinlerin kendisi ele alınarak, metinsel
ve
metinler
arası
bağlam
çerçevesinde
sundukları
bilgiler
birbiriyle
ilişkilendirilmeye, takip edilmeye ve sorgulanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede ikinci
bölümde, müverrihler Hunların kimler olabileceğine dair iddiaları, yahut bu soruya
verdikleri cevaplar olarak değerlendirilebilecek kayıtlar üzerinde durulmuştur.
Onların kökenine dair önerileri, nasıl ortaya çıktıklarına dair anlatıları, dolaylı yoldan
yani onomastik unsurlar üzerinden de olsa konuştukları dile dair sağladıkları veriler
15
ve nihayet Hunların fiziki tasvirlerini ne surette yaptıkları ele alınmıştır. Dille ilgili
etimolojik analizler, uzağında olduğumuz bir disiplin olduğu için bu alanla ilgili
yapılan çalışmalardan bir derleme yapılmak zorunda kalınmış zira hâlihazıra onların
yegâne dil varlıkları olarak ulaşan bu verileri, bu nedenle dışarda bırakmak,
görmezden gelmek çok lüks bir tercih olacağı düşünülmüş, peşinden gidilen sorulara
cevap verme noktasında daha sığ bir veri havuzuyla karşı karşıya kalınmasından
kaçınılmaya çalışılmıştır.
Üçüncü bölümün temel sorusu ise nasıl yaşadıkları hakkındadır. Her şeyden
önce müverrihlerin yaşadıkları mekân hakkındaki haberleri ele alındıktan sonra, bu
coğrafyada nasıl bir hayat sürdükleri, ne gibi değerlere sahip oldukları ve nasıl
örgütlendikleri hakkındaki kayıtları işlenmeye çalışılmıştır. Türk tarihinin gerek
yatay, Doğu Avrasya coğrafyasındaki akışı ve gerekse dikey, müteakip dönemler ile
bir bütün olarak, daha sağlıklı algılanması ve kurgulanması, diğer bir ifadeyle
tarihsel devamlılığın takibi için en sağlıklı zeminin, çok kırılgan olan siyasi-askerî
cihette neler yaptıkları değil nasıl yaşamış oldukları sağlar. Aynı zamanda bu siyasiaskerî başarıların da nedeninin anlaşılmasını sağlayacaktır.
Maalesef Türkiye’de, her ne kadar kendi milli tarihimiz olsa da, Türk tarihinin
kurgusu, ötekiler –yabancılar- tarafından inşa edilen yapının dışında yeni bir anlatı
geliştirilememiştir. Böylece zaten kaynakları sağlayan ‘ötekiler’in müverrihleriyken
onları kurgulayanlar da ‘ötekiler’in tarihçileri olmuş, bizde ise bunun üzerine biraz
hamasi ton katılmak suretiyle tekararları yapılmıştır. Umarız bu tez, bu sorunun
üzerinde durulması için bir nebze katkı sunar.
16
I. BÖLÜM : KARGAŞA ESNASINDA TARİH YAZMAK
I.I.TARİHÎ ARKA PLAN
I.I.I. TÜRKLERDEN ÖNCE ROMA İMPARATORLUĞU
Bu bölümün yazılmasındaki amaç, bir Geç Roma Tarihî tasviri yapmaktan
ziyade Roma edebiyatının ve bunun içindeki tarihyazıcılığı türünün icra edildiği
zemin, müverrihlerin yaşadığı ve eserlerinde tasvir ettikleri dünya hakkında tez
bağlamında bir panorama sunmaktır. Böylelikle; Türklerin dâhil oldukları
coğrafyanın ‘süper gücü’nün ahvaline dair bir durum tespiti de yapılmış olunacaktır.
Roma İmparatorluğu, kuzeyden gelen akınların kalıcı olarak sınırlarını
daraltmaya başlamasından önce, aşağı yukarı Atlas Okyanusundan Kafkaslara,
Britanya’dan Sahra Çölüne uzanan dört bin sekiz yüz kilometre uzunluğunda ve
Britanya dışarıda bırakıldığında iki bin sekiz yüz kilometre derinliğinde bir alana
yayılmıştı. Yaklaşık olarak dört bin beş yüz kilometre kareye ulaşan bu topraklarda,
Hıristiyanlığın zuhur ettiği devir için yapılan bir tahmine göre elli ile altmış milyon
civarında bir nüfus yaşamaktaydı. 39 Bu geniş sınırlara ulaşıncaya kadar; krallık,
cumhuriyet devirleri geçmiş, Augustus ile birlikte imparatorluk dönemi açılmış
principatus
40
ve buradan, tezin kronolojik çerçevesi noktasında Roma tarihi
dönemlendirilmesi içindeki en yakın nokta olan, ikinci imparatorluk dominatus 41
39
40
M. I. Finley, Antik Çağ Ekonomisi, İstanbul 2006, s. 14-15.
Principatus: ‘birinci kişinin yönetimi’ anlamına gelen Latince tabir. Augustus’tan
Diocletianus’a (M.Ö. 27-283) değin devam eden süreç için kullanılır.
41
Dominatus: Hâkim, efendi anlamındaki dominus sözünden. Modern Romanistler tarafından
Roma’nın imparatorluk sürecindeki ikinci –son- imparatorluk dönemine verilen ad. İlki Augustus ile
başlayan tur. Dominatus Diocletianus’tan Iustinianus’a (284-565, Batı imparatorluğu için 476) uzanan
devreyi kapsayan doğu tarzı bir monarşi rejimidir. İmparator hükümdarlık alameti giysisiyle ve
bakanlar kuruluyla bir tanrı-imparator vasıflarını haizdir ve rejim mutlak monarşi niteliğindedir. RHL
s. 61.
dönemine ulaşmıştı. Roma tarihinin siyasi dönüşümü açısından anlamlı olan bu
dönemlendirme ile uyuşmayan bir başka kırılma, Roma toplumun için farklı bir
kronolojik kesitte, Marcus Aurelius’un saltanatı (161-180) ile Iustianus’un saltanatı
(527-575) arasındaki dört yüz yıllık süreçte, gerçekleşmekteydi. Bu süreçte Roma
toplumu; hayatın ritminden, ahlaki duygulara eş zamanlı olarak da kentlerin ve
kentleri çevreleyen köylerin sakinlerinin benlik duygusuna nüfuz eden bir dizi derin
dönüşüm geçirmişti. Roma Dünyasına damgasını vuracak kırılma, yavaş bir akışla
antik siteden Hıristiyan kilisesine, eski kamusal cemaat biçiminden yenisine
evrilmesiyle sonuçlanacaktır.42
Roma siyasi tarihindeki bahsedilen kırılma süreci şöyle gelişmiştir.
İmparatorluk için bir kriz ve anarşi asrı olan üçüncü yüzyılın sonlarına doğru
Diocletianus’un hükümdarlığı devrinde, Roma İmparatorluğunun monarşiyi andırsa
da cumhuriyet devri devlet organizasyonunu şeklen devam ettiren rejimi, doğu
örneğinde salt monarşik bir yönetim biçimine dönüşmüştür. Böylece principatus
olarak adlandırılan imparatorluğun ilk evresi kapanıp, dominatus denilen ikinci evre
açılmıştır. İmparator Carus ve oğulları Carinus ve Numerianus’un halefi olarak
bunlardan batıya hükmeden Carinus’u mağlup edip tahta el koyan Diocletianus
(yahut Diocles) bu yeni rejimin ve İmparatorluğun Doğu ve Batı’sında iki augustus
ve iki caesardan oluşan yeni hükümdarlık düzeninin yani tetrarşinin 43 kurucusu
42
43
Peter Brown, “Geç Antikçağ”, şurada: Aries, P., Duby, G., ed., 2006, s. 252.
Dörtlü imparatorlar collegiumu. Diocletianus’un, tek başına hükmettiği imparatorluk
yönetimini tetrarşiye dönüştürmesi süreci şöyle gelişmiştir: ilk önce ‘barbar’ istilalarından ve vergi
tahsildarlarından huzursuz olup göç eden köylülerin Galia’da çıkardıkları isyanı başarı ile bastıran
komutan Maximianus’a augustusluk ünvanı verilmiştir. O Milano’da ikamet edip buradaki sorunlarla
ilgilenmiş Diecletianus ise İznik’te (Nicomedia) ikamet edip en büyük erkin sahibi olmuştur. İkinci
olarak ünlü bir aristokrat olan Constantius’u Maximianus’a yine asker kökenli Galerius’u ise kendine
18
olmuştur. Daha sonra imparatorluğun Doğu ve Batı şeklinde ikiye bölünmesine yol
açacak süreç böylece başlamaktadır ve fakat henüz Diocletianus devrinde son karar
mercii yine kendisi olduğu için böyle bir mahiyeti haiz değildir.44
Diocletianus (284-305), adem-i merkeziyet sistemini kullanarak imparatorluk
idaresinin yükünü hafifletmek için kapsamlı bir imparatorluk reformu yapar (293).
Diocletianus ile 286 yılında ortak augustus olarak atanan Maximinaus; Galerius ile
Constantius Chlorus’u evlat edinirler ve caesarları, dolayısıyla halefleri olarak tayin
ederler ve imparatorluk eyaletlerinin yönetimini aralarında üleştirirler. Böylece yirmi
yıl sonra augustusların iktidardan çekilerek yerlerini caesarlara bırakmalarını,
onlarınsa kendilerine halefleri olacak apparitor –yardımcı– caesarlar tayin
etmelerini öngören tetrarşi sistemi kurulmuş olur. İmparatorluğun eyalet sayısı
yaklaşık ikiye katlanarak yüz bir provincia ve bunlar vicariilerin45 yönetiminde on
iki diocesise 46 bağlanır, genel olarak askerî ve sivil otorite birbirinden ayrılmaya
çalışılır. Halk, üzerlerinde tasarruflarda bulunulan subiecti –tebaa– haline gelir:
köylüler işledikleri toprağa bağlı kılınır –kolonluklar– ve zanaatkârlar ordunun
ihtiyaçlarını temin maksadıyla zorunlu olarak birlik –korporasyon–oluştururlar.
Diocletianus devrinde iktisadi politikalar çerçevesinde; para basılarak ve fiyat
caesar olarak atamıştır. Eyaletlerin yönetimi caesarlar ve augustuslar arasında paylaştırılmış ve
caesarlar kendi augustuslarına karşı sorumlu kılınmıştır. Uygulamada ise baskın bir kişiliği ve zaten
görevlendirdiklerinin de güvendiği kendisi gibi Illyrialı asker kökenliler olması sayesinde
Dieclatianus, hepsinin üzerinde hüküm sürmüştür.
44
O., Akşit, Roma İmparatorluğu Tarihi M.Ö. 27-M.S. 395, İstanbul, 1985, s. 487-497.
45
Vicarius praefectorum praetorio: Dominatus (Diocletianus ile başlayan son imparatorluk
dönemi) devrinde Diocesis olarak adlandırılan birimleri yönetmek üzere imparator tarafından tayin
edilen Praefectus Praetorioların vekilleri gibi onların hemen altında bulunan valiler. RHL s. 166.
46
Diocesis: Dominatus devrinde bir idari taksimat birimi. İmparatorluğun dört büyük
prafecturasından birine bağlıdır ve kendi altında ise provinciayı barındırır. RHL s. 59.
19
fermanı yayınlanarak imparatorluğun finansal durumu düzeltilmeye çalışılır ve aynı
şekilde Capitatio-Iugatio sistemine dayanan annona ile talepler düzene konulur. İç
ayaklanmalar bastırılır, imparatorluğun sınır güvenliği sağlandığı gibi doğudaki
egemenlik genişletilir. Tetrarşi sisteminin bir gereği olarak Diocletianus ve
Maximianus tahttan çekilir. Yerlerine planlandığı üzere Galerius ile Constantius
augustus olurlar ve kendi caesarlarını atarlar lakin tetrarşi; York’ta Constantius’un
oğlu (I. yahut Büyük) Constantinus ve Roma’da Maximianus’un oğlu Maxentius gibi
münferit muktedirlerin izledikleri siyaset nedeniyle devam edemez ve ortadan kalkar
(305).47
Tetrarşinin ardından hemen hemen onunla aynı ömre sahip yirmi sene kadar
devam eden taht mücadelesi (305-324) yaşanır ki bu süreç Constantinus’un tek
başına tüm imparatorluğa hükmetmesine imkân verecek mutlak hükümdarlığını –
totius orbis imperator– tesis etmesiyle neticelenir. Constantinus devrinde (324-337)
Byzantium, pagan sembolleri de barındırmakla beraber, Constantinapolis olarak ihya
edilerek pagan Roma’nın hilafında imparatorluğun Hıristiyan başkenti –ikinci
Roma– olarak yükseltilir. Diocletianus’un başlattığı süreç tamamlanmak ve/veya
dönüştürülmek suretiyle önemli idarî ve askerî reformlar gerçekleştirilir ki böylelikle
‘müstebit’ devlet inşası tamamlanır. İmparatorun tanrıya bezerliğini vurgulamak
maksadıyla altın işlemeli giysi, alın çemberi, diz çökme gibi katı saray merasimleri
uygulanır. Magister militumlar48 yönetimindeki ordu, imparatorluğun dört bölgesinin
47
48
ODB I, s. 626.
magister
militum:
Dominatus
devrinde
I.
Constantinus’tan
itibaren
ordunun
başkumandanının unvanı. Biri piyadeyi diğeri süvariyi komuta edecek şekilde iki kişi başkomutanlığı
da söz konusu olabilmekteydi. İmparatorluğun idari yapısının değişmesiyle oluşturulan yeni birimlere
bağlı olarak sayıları artmıştır. RHL s. 130.
20
idarecileri, sacrum consistorium
49
–bakanlar kurulu–, praefectus urbi
50
artık
imparatorun emri altındadır. Takviye edilerek yetmiş beş lejyona, dokuz yüz bin
askere çıkarılan ordu; comitatenses -ordugâh-, limitannei –sınır birlikleri-, candidati
–imparatorun muhafız alayından- oluşmaktadır. İmparatorluğun hudutların da
yerleşik foederatuslar sınırları korumayı üstlenmiştir. 51
İmparatorluğun mahalli teşkilatı; Antakya merkezli Oriens, Sirmium merkezli
Illircum, Milano merkezli Italia, Trier merkezli Galia olmak üzere dört bölge, on
dört dioecesis ve yüz on yedi eyalet şeklinde düzenlenir. Merkezi teşkilat organı ise
şu comeslerden 52 vücuda gelir: magister officiorum 53 , quaestor sacri palatii 54 ,
praepositus sacri cubiculi 55 , comes sacrarum largitionum 56 ve comes rerum
privatarum57. Roma ve İstanbul senatoları şehir meclisi hüviyetini alır. Romanın bin
yıllık geleneği terk edilerek askerî ve sivil idare birbirinden ayrılır. Meslekler
49
sacrum consistorium: büyük memurlar/nazırlar kurulu.
50
praefectus urbi: Roma ve İstanbul şehirlerinin ve yüz millik muhitinin idari, askerî ve
iaşesiyle görevli ve mühim hukuki yetkilere de sahip özel valiler. RHL, s. 166.
51
ODB I, s. 499; H., Kinder, W., Hilgemann, Dünya Tarih Atlası, Ankara, 2006, s. 103.
52
comes (ç. commites) Dominatus devrinde imparatorun yakın maiyetinde bulunan büyük
memurlara verilen ad. RHL, s. 40.
53
magister officorum: Dominatus devrinde, imparatorun saray işlerinin başında bulunan büyük
memur, saray nazırı. Sarayın haberleşme ve evrak işlerini görür aynı zamanda sarayın muhafız
kuvvetlerinin de komutanıdır. RHL, s.130.
54
quaestor sacri palatii: Domunatus devrinde kanunların hazırlanması ve özellikle hukukî
konularla ilgilenen büyük memur. İmparatorun danışma meclisinin çalışmalarının da başkanıdır. RHL,
s.176.
55
praepositus sacri cubiculi: baş sayman.
56
comes sacrarum largitionum: devlet hazinesini idare eder, Mukaddes Hazine Nazırı. Vergi
işleri ve mali ihtilaflar ile ilgilenir, madenlerin, imparatorluk atölyelerinin, darphanenin idarecisidir.
RHL, s. 40.
57
comes rerum privatorum: İmparatorun ve hanedanın özel mülkünün yahut ellerinde tuttukları
mülküten sorumlu büyük memur.
21
babadan oğla geçer ve nüfus başına vergi ve emlak vergisi uygulanmaya konulur. Bu
devirde para sistemi de düzenlenir, bu dönemde basılan altın solidius, dokuzuncu
yüzyıla kadar standart sikke birimi olarak tedavülde kalır. Constantinus pek çok
selefi gibi iktidarı için ilahi bir dayanak arar ve nihayetinde erkinin kutsal kökeni
olarak Hıristiyanların tanrısını seçer.58
II. Constantius (337-361)
59
mutedil Ariusçuluğun etkisinde kalmış bir
imparatordur ve devrinde Ariusçuluk tüm kiliseler için bağlayıcı olur, Katolikler için
ise o zorba bir hükümdar olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde imparatorluğun hem
kuzey hem doğu olmak üzere her iki temel cephesinde de mücadele edilmek istenir.
Kuzey cephesinde, Argentoratum savaşıyla (357) Strasbourg’da Alemanni’yi karşı
büyük bir zafer kazanılmış, Orta Tuna mansabında ise Sarmatlar karşı başarılı bir
sefer gerçekleştirilmiştir. Doğu cephesine gelince, Sasanilere karşı II. Constantius’un
hükümdarlığı boyunca savaşılmıştır hatta imparator öldüğü esnada yeni bir sefere
hazırlanmaktadır.
İmparatorluğun
son
pagan
imparatoru
ve
Constantinus
hanedanlığının son temsilcisi Apostata60Iulianus (361-363) Constantius’un ölümünün
ardından tek imparator olarak tahta çıkar. Constantinus devrinde başlayan
dönüşümün hilafında geleneksel Roma toplumunu yeniden ihya etmeye kalkışır. Bu
siyasetin en manidar yansıması, devrin Hıristiyanlığının müesseselerini ve sosyal
faaliyetlerini taklit etmek suretiyle paganizmin yeniden canlandırılması gayretidir.
58
ODB I, s. 499; H., Kinder, W., Hilgemann, Dünya Tarih Atlası, Ankara, 2006, s. 103.
59
337 yılından itibaren diğer kardeşleri II. Constantinus ve Constans ile birlikte, 353’ten sonra
ise tek augustus olarak vefat ettiği 361 yılına kadar hüküm sürer.
60
Apostata: murtedi anlamındır zira Hıristiyan Constantius hanedanlığının Paganist
mensubudur. Unvan kendisine IX. yy.da verilmiştir (ODB II, s. 1079). Türkçede imparator biyografisi
konusunda alanla ilgili tek örnek olan Baydur’un çalışmasında, bu unvanın Iulianus’a, acımasız
düşmanlarından Hıristiyan müellif Naziansuslu Gregorius tarafından verildiği belirtmiştir. Baydur,
Nezahat, İmparator Julianus, İstanbul 1999, s. 9.
22
Başlangıçta muvaffakiyetle devam eden Sasani seferi esnasında bir suikast
sonucunda ölümü, yürütmekte olduğu aykırı politikanın sonu olur. Çağdaşı ve
sonraki devrin Hıristiyan yazarlarının ona tepkisi onu ‘yaşayan şeytan’ olarak
etiketleyecek kadar ölçüsüz olmuştur.61
Suikastın ardından Sasani seferi devam ederken Iulianus’un halefi olarak aynı
cephede görev yapan bir asker olan Iovanius (363-364) tahta çıkar. Ordunun açlıktan
muzdarip olması ve İstanbul’da siyasi rekabet tehdidi nedeniyle, Mezopotamya’dan
vazgeçme pahasına Sasaniler ile bir ateşkes imzalar ve başkente doğru harekete geçer
lakin bu talihsiz imparator henüz yoldayken vefat eder. Iovanius’un halefi olarak
tahta, idarî ve askerî bürokrasinin ittifakıyla yine asker kökenli bir isim,
I.Valentinianus (364-375) geçer. İmparatorluk erkini paylaşmaya gerek duyarak
kardeşi Valens’i Doğu’nun, İstanbul’un ortak hükümranı ilan eder kendi ise Milano
ve Trier’de ikamet ettiği halde Batı’nın sorumluluğunu üzerine alır. İmparatorluğu
aralarında paylaştırdıktan sonra Valentinianus, Iulianus’un caesar olarak bulunduğu
Galya’dan 361 yılında ayrılmasının ardından yenilenen ‘barbar’ tehlikesinin karşı
tedbirler almak amacıyla bu bölgeye intikal eder. İmparatorluğu boyunca Ren ve
Tuna sınırlarının savunması için çaba harcamış; hakeza komutanı Theodosius 62 da
Britanya’yı hedef alan büyük bir barbar akınını bastırmıştır. Nehir kıyıları boyunca
ve bunların gerisinde Roma eyaletlerine bağlanan yollar üzerinde ‘barbar’ların
61
PLRE I, s. 226; PLRE I, s. 477-478 burada muhtemelen maddi bir hata neticesi olarak
Iulianus’un imparatorluk dönemi 360-363 olarak gösterilmiştir; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; T.,
Cornell, J., Matthews Roma Dünyası Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi c. V., İstanbul
1988, s. 190-191; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
62
magister
368-369 comes rei militaris rütbesiyle Britanya’da görev yapar, 369-375 yıllarında ise
equitum
–süvari
kumandanı-
olarak
imparatorluğun
hizmetinde
çalışacaktır
ve
Valentinianus’un 372 yılında Alanlara karşı düzenlediği seferde ona yardım edecektir. Ayrıca
İmparatorluğun Afrika topraklarında da görev yapacaktır. PLRE I, s. 902-903.
23
topraklarına yapılan akınları destekleyecek müstahkem mevkiler oluşturulmuştur.
Panonia’da Quadi ve Alanlara karşı harekete geçilir ve Ren sınırı yeniden çizildiği
gibi Britanya’daki Hadrianus suru yenilenir. Devrin müverrihlerinin ona nazarı
farklılık arz eder, pagan müverrih Ammianus Marcellinus olumsuz, en azından
sıradan bir imparator portresi sunarken Hıristiyan müverrih Hieronymus seçkin biri
olarak gösterip onu methetmektedir. 63
Valens’in saltanı ise her iki cephede de, kuzeyde Gotlar ve doğuda Ermenistan
uğruna Sasaniler ile mücadele etmekle geçer. Hun ilerleyişi nedeniyle yurtlarını terke
mecbur kalan çok sayıda Vizigota, Doğu imparatorluğu tarafından sınırları dâhilinde,
Trakya’da, iskânlarına izin verilmiştir. Doğrusu bu kabulünün imparatorluğa hem
yeni bir askerî stoka sahip olma hem de köylünün kendi toprağında kalarak üretime
dolayısıyla vergi vermeye devam etme gibi çifte yarar sağlayacağı düşüncesi söz
konusu ise de, gerçekte bu karar imparatorluk için büyük bir hezimetin hazırlayıcısı
olacaktır. Bu süreç kontrol edilemez bir hal alır ve Gotlar ayaklanarak Trakya’yı
yağmalarlar. Bu esnada doğu cephesinde olan Valens isyanı bastırmak için buraya
doğru harekete geçer lakin 365 yılında yine Balkanlar’da Procopius’un 64 isyanını
bastırmadaki muvaffakiyet bu kez tekrarlanamaz. Doğu imparatorluk ordusu ile
63
PLRE I, s. 461, 902-903, 930-931, 934; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; ODB III, s. 2149-
2150; Cornell ve Matthews 1988, s. 191-192; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
64
Devrin mühim iç ayaklanmalarından birinin önderi olan Procopius, imparatorlukta
notariustan comesliğe kadar yükselmiş Iulianus’un kendine halefi olma sözü vermiş lakin vefatının
ardından Iovianus tahta çıkışına kendisi razı olmuştur. Iovianus’un kısa süre sonra ölmesi üzerine
Valens 364 yılında tahta çıkınca ona karşı askerî bir faaliyete girişmiş ki İstanbul’a Valens yanlılarını
tutuklayabilecek kadar etkili olmuştur. Procopius’un hareketi Trakya ve Anadolulu köylülerce
desteklenmiş lakin kaynaklarının yetersizliği ağır vergiler koymasına neden olmuş bu da onun
toplumsal tabanını yitirmesi sonucunu doğurmuş. Birliklerin çoğu da, ya Valens’e sadık kalınca yahut
Procopius’un gayesinin peşinden gitmeyi bırakınca isyan bir süre daha devam etmesine rağmen katı
bir surette bastırılmıştır. PLRE I, s. 742-743; ODB III, s. 1731.
24
Gotlar Adrianopolis’te (Edirne/378) savaşırlar ki bu savaşta Valens öldürülür ve
Doğu ordusunun üçte ikisi yok edilir. Valens Ariusçu Hıristiyanlığa mensup oluşu
dahası iktidarının sonlarına doğru Katoliklere karşı tavır alması devrin Katolik
müelliflerinin eserlerinde ona karşı menfi bir aksın gelişmesinin nedenlerindendir.65
Dördüncü yüzyılın son çeyreğinde Batı Avrasya’da Hunlar ortaya çıkar.
Böylece Roma-Kuzey ilişkilerine yeni bir unsur eklenmiş olur ve bu yeni unsur
Roma-Kuzey ilişkilerindeki mevcut statükoyu sarsar. 66 Hunlara karşı mücadele
Roma için öylesine önemli olmuştur ki, doğu Roma’yı Diocletianus ve Constantinus
tarfından geliştirilen askerî stratejilerin değiştirilerek yenisini kurmaya zorlamıştır.67
Hunlar ilk olarak Karadeniz’in Kuzeyine hâkim Ermanerich önderliğindeki Ostrogot
krallığını yıkar ve böylece kuzeyin kendi iç statükosunu da ortadan kaldıracak
Kavimler Göçünü Völkerwanderung tetiklemiş olurlar. I. Valentinianus’un halefi
olarak Valens (375-378) ve Gratianus (375-383) imparator olurlar. Hun tazyiki
nedeniyle 376 yılında imparatorluktan sığınma talebinde bulunup iskân edilmiş olan
Vizigotlar, yukarıda bahsedildiği üzere ayaklanacaklardır.
Valentinianus’u müteakip Batı’nın imparatoru, 367 yılı ortalarında Flavius
Gratianus olur. İmparatorluğunun ilk devirlerinde Senato’ya ve retorik eğitimi gibi
geleneksel kültürel değerlere saygı göstermiştir. Amcası Valens’in 378 yılında
Edirne savaşında hezimete uğramasının ardından izlediği siyasette radikal
değişiklikler olmuştur. Got hezimetinin derinden etkilediği Gratianus, Illyricum’dan
geri çekilir. Bu felakete, Ariusçuluk nedeniyle verilmiş ilahi bir gazap nazarıyla
65
PLRE I, s. 461, 902-903, 930-931, 934; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; ODB III, s. 2149-
2150; Cornell ve Matthews 1988, s. 191-192; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
66
D. Sinor, “Hun Dönemi”, şurada D. Sinor, ed., (2003), s. 245-246.
67
E. W. Luttwak, Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi, İstanbul, 2012, s. 25-26.
25
bakar ve Katolikliği destekleyen ateşli bir Hıristiyan olur. Paganizme, karşı da tavır
alan Gratianus; pagan bir sembol olan Zafer Sunağı’nı Roma senatosundan çıkartır
ve Kadim Roma inancına ait pontifex maximu 68 unvanını kullanmaktan vazgeçer.
Doğu’ya atadığı I. Theodosius örneğinde olduğu gibi ittifaklar kurmayı denemiştir.
383 yılındaki Maximus isyanı ordusundaki huzursuzluğu kışkırtmış ve magister
equitumu düzenlediği suikastta öldürülmüştür.69
Edirne savaşında Valens’in ölümü üzerine İspanya kökenli I. Theodosius,
Batı’nın imparatoru Gratianus tarafından 379 yılının başında Doğu’nun ortak
imparatoru ilan edilir, dört yıl sonra Gratianus’un öldürülmesi üzerine ise tek
imparator olacaktır. Theodosius Roma birliği üzerine bir siyaset güderek ‘barbar’
akınlarından yoğun bir şekilde etkilenen eyaletlerde provincia vergileri düşürecektir.
Aynı zamanda ‘barbarları’ kendi yanına çekerek foederati olarak imparatorluğa
hizmet eder bir konuma kavuşturmayı dener; orduda komuta kademesinde görevler
verir, Ostrogotlar Pannonia’da ve Vizigotlar Trakya’da iskân edilir. Dine karşı
yaklaşımı siyasi eğilimlerini sergiler; Katolikliğin sadık bir destekçisidir. Himayesi
altında Selanik Fermanı (380) ile Katoliklik doğru inanç olarak ilan edilir, bir yıl
sonra
toplanacak
68
ekümenik
konsilde
ise
Ariusçuluk
70
yasaklanır
ve
Roma’da Pagan din adamlarına –rahiplere- verilen pontifex adından ve en büyük, önder
manasındaki maximus sıfatından oluşan bu unvan Roma dininin ve bütün rahiplerin önderi, başkanı
anlamındadır. RHL, s. 160.
69
ODB II, s. 867.
70
yahut Aryanizm. Hıristiyanlığın teslis inancındaki ‘Baba’ ile ‘Oğul’un özdeşliğini inkar
ederek ikisi arasındaki ilişkiyi hiyerarşik bir çerçevede açıklayan Libya kökenli piskopos Arius’un (d.
yak. 260) kurucusu olduğu ve onun adını taşıyan ‘heretik’ Hıristiyan akım. İmparatorlukla kilisenin
entegrasyonu sürecine denk düşen IV. yy. Hıristiyanlık dünyasında mühim bir yer işgal eder ki devrin
büyüklü küçüklü on konsilindeki tartışmaların merkezinde yer alır. İznik Konsili’nde (325) Arius
aforoz edilir, II. Constantius açık bir şekilde Ariusçuluğu destekler ayrıca Katolik Hıristiyanlığa karşı
26
Athanasiusçuluk 71 resmi itikat olarak kabul edilir. Lakin feodorati statüsündeki
Germenlerin Ariusçuluğuna hoşgörü ile yaklaşılır ayrıca Paganizme karşı sert
tedbirler alınırken Themistius ve Symmachus gibi paganlarla beraber çalışmaktan da
geri durulmaz. 382 yılında Vizigotlarla yapılan iskân ve barış antlaşması yenilenir.
Theodosius doğu cephesinde ise III. Şapur (384-388) ile bir barış ve dostluk
antlaşması akdedilerek Ermenistanı Roma ile Sasaniler arasında böler. Selanik’te 390
yılında meydana gelen ayaklanmada ‘barbar’ askerler desteklenir ve Roma yurttaşları
ciddi bir şekilde cezalandırılır. Etrafında Stilicho, Rufinus gibi İspanyol, ‘barbar’ ve
Doğu’lulardan oluşan Got istilalarının meydana getirdiği felaketten sonra devletin
yeniden yapılanması sürecini başarılı bir şekilde yöneten iyi bir ekibi vardır.
Aralarında özellikle Roma aristokrasisine karşı tavır alan Theodosius, Maximus ve
Eugenius’un ayaklanmalarının da yer aldığı değişik isyanların üstesinden gelmeyi de
başarmıştır.72
Gratianus’un öldürülmesi ardından Batı’da iktidar süreci şöyle gelişir;
Gratianus’un komutanlarından Magnus Maximus bir gasıp olarak tahtı ele geçirir ve
zalimane bir siyaset izler onun ölümünün ardından Katoliklik Batı’da baskın bir itikat olarak yayılır
lakin Doğu’nun imparatoru bir Ariusçu olan Valenstir. I. Theodosius’un himayesinde İstanbul’da
toplanan II. Ekümenik Konsil’de (381) ise Arius ‘sapkın’ ilan edilerek Katolik Hıristiyanlık
Ariusçuluk karşısında son zaferini kazanır. Lakin Ariusçuluk bu dönem itibarıyla özellikle Germenler
arasında yaygın bir şekilde kabul edilir ve İmparatorluk ile Germenler arasındaki ihtilaf alanlarından
birini oluştur. ODB I, s. 167; T., Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, İstanbul 2009, s. 52-56.
71
İskenderiye başpiskoposu, teolog, filozof ve aziz Athanasius’un (295-373) adını taşıyan ve
onun görüşleri üzerine bina olmuş Hıristiyan akım. Arius karşıtı bir din adamı olan Athanasius,
Ariusçuluğun imparatorluk sarayında etkili olduğu devirlerde beş kez görevden alınmış ve sürgüne
gönderilmiştir. Erken dönem çalışmaları arasında Pagan mitolojiyi hedef alan ve Yahudilik karşısında
Hıristiyanlığı savunduğu iki kitap yer almakla birlikte mühim eserleri Ariusçu teolojiyi reddiye için
kaleme aldığı dört kitaplık çalışmasıdır. Athanaisçu teolojinin temeli ‘Baba’ ile ‘Oğul’un özdeşliğine
dayanır. ODB I, s. 217-218.
72
ODB III, s. 2050-2051; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
27
beş sene boyunca (383-388) Batı’nın önemli bir bölümünü kontrolü altında tutar ve
hatta 387 yılında İtalya’yı ele geçirir, sarayı Selanik’e kaçmak durumunda bırakır.
Gratianus’un kardeşi II. Valentinianus ise Theodosius’a sığınmıştır. Theodosius
geçici bir süre için Maximus’u tanır lakin sonunda batıya yönelir ve iki savaşta
Maximus’u mağlup eder, Aquileia yakınlarında ele geçirip öldürür. (388). Bu arada;
Hıristiyanlık 391 yılında resmi din olarak kabul edilir ve tüm pagan kültler
yasaklanır. II. Valentinianus, Theodosius’un Frank kökenli magister militiumu
Arbogast tarafından öldürülür, bunun üzerine Eugenius (392-394) Batı’nın
imparatoru olur ve Pagan kültlere yeniden serbesti tanınır. Eugenius, Aquileia
yakınlarında Arbogast’a yenilir ve öldürülür. -Büyük- I. Theodosius artık mutlak
hükümran olmuştur (394-395), ölümünün ardından oğulları, Ardacius Doğu’da ve
Honorius Batı’da olmak üzere imparatorluk bölüştürülür. Bundan sonrası için artık
kendi yolunda giden bir Doğu İmparatorluğu ile güçsüz imparatorların tahta
oturduğu başkentini Ravenna’ya taşımış (404), Germenler ve Hunların tazyikine
yetmiş yıl dayanabilecek bir Batı İmparatorluğu söz konusudur. Batı’da son
imparator Romulus Augustulus’un 476 yılında Odoecar tarafından tahtan
indirilmesiyle Batı imparatorluğu son bulacaktır.73
Romanın bu periodunda toplumsal dönüşüm-kırılma süreci ise şöyle gelişir.
Hıristiyanlığın doğduğu ve yayılmaya başladığı miladın ilk üç yüzyılı içinde pagan
imparatorluk; Nero (54-68), Domitianus (81-96), Traianus (98-117) ve özelliklede
Decius (249-251) devrinde cereyan eden hadiselerde gözlenebileceği gibi yeni dine
karşı dönem dönem iyice sertleşen bir şekilde tavır alınmıştır. İmparatorluğun bu
refleksi üçüncü yüz yılın son yarısında ortadan kalkmaya başlar ve hatta Gallienus
73
ODB II, s. 1324; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
28
(253-268) 260 yılında kırk yıl geçerli olacak bir hoşgörü fermanı çıkarır.
Diocletianus döneminde ve bu devri takiben 303 ile 311 yıllarında ise Hıristiyanlar
yeni bir baskı devri yaşayacaktır ki 311 yılında Galerius ile Licinius’un
yayınlayacakları diğer bir hoşgörü fermanıyla bu süreç de kapanmış olur.
Hıristiyanları asıl rahata erdirecek olan ise kamu kültünün kaldırıldığı, kiliseye ait
malların iade edildiği, onlara eşit hakların tanındığı ve tam bir ibadet özgürlüğünün
verildiği Milano fermanıdır (313).74
Romanın toplumsal ve dolayısıyla entelektüel alanda karşı karşıya kalacağı
diğer bir krizi, Hıristiyanlık kendi içinden çıkaracaktır. Erken Hıristiyanlığa güçlü bir
şekilde tesir eden bu krizin kaynağını, genelde ‘İsa’ kültü etrafında şekillenen
ilahiyat tartışmaları oluşturur. Tartışmanın cephelerinin birinde Ariusçuluğun yer
almaktadır ki hiç değilse imparatorluk coğrafyası açısından ikinci ekümenik konsile
kadar (İstanbul 381) oldukça etkilidir. Arius’un (256-336) yanı sıra devrin öne çıkan
Hıristiyan teologları arasında birinci ekümenik konsilde (İznik/Nicaea 325) kelime-i
şahadetin kendi öğretisine göre formüle edildiği Athanasius (yak. 296-373); Batı’da
ise incili Latince olarak yayınlayan Hieronymus (yak. 345-420), Cicero’yu örnek
alarak Hıristiyan ahlakı hakkındaki De officiis ministrorum’un yazarı Milano
piskoposu Ambrosius (yak. 340-397) ve Confessiones (İtiraflar) ile De civitate
Dei’nin (Tanrı Kenti Üzerine) yazarı Hippo Regius piskoposu Augustinus (354-430)
yer alır.75
74
Kinder ve Hilgemann 2006, s. 107.
75
Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103.
29
I.I.II. TÜRKLERDEN ÖNCE BATI AVRASYA
“Germania bir bütün olarak Gallia, Raetia ve
Pannonia halklarından Rhenus ve Danavius
nehirleriyle; Sarmatia ve Dacia halklarından ise
aralarındaki sıra dağlarla ya da birbirlerine karşı
duydukları korkularla ayrılır. Kalın, geniş
körfezleri ve koskoca bir alana yayılmış adaları
kucaklayan okyanusla çevrilidir. Buradaki halkları
ve onların krallarını savaş sayesinde daha yeni yeni
tanımaktayız.”76
Bu bölümde, özellikle İran ve Germen kavimleri tarafından iskân edilmiş ve en
geç dördüncü yüzyılın son çeyreği itibarıyla Türk kavimlerinin de kompozisyona
dâhil olduğu Batı Avrasya coğrafyasındaki, içinden ‘kavimler göçü’nün de çıkacağı,
gelişmeler üzerinde durulacaktır. Gerek Türk gerekse Germen ve Slav ve hatta İran
kavimleri söz konusu olsun tarih ve zemin olarak bu kesitin temel literatür
malzemesini Roma edebiyatı sunar. Tez kapsamında Batı Avrasya ile Roma
coğrafyası açısından imparatorluğun hükmettiği alanın dışına işaret edilmektedir. Bu
alanın Türklerin coğrafyaya dâhil olduğu dördüncü yüzyıldaki sınırı; kuzey batıda
Tyne-Solway hattından başlayarak Britanya adasını aşağı yukarı çağdaş İskoçya’yı
hariçte bırakarak bölen Hadrianus Surları ile devam edip kıta Avrupası’na giren
76
Tacitus, De origine et situ Germanorum, I 1. Germania omnis a Gallis Raetisque et
Pannoniis Rheno et Danuvio fluminibus, a Sarmatis Dacisque mutuo metu aut montibus separatur:
cetera Oceanus ambit, latos sinus et insularum inmensa spatia complectens, nuper cognitis
quibusdam gentibus ac regibus, quos bellum aperuit. Türkçe tercüme Mine Hatapkulu, Germania
Halkların Kökeni ve Yerleşim Yerleri, İstanbul 2006, s. 25’den nakildir.
30
burada Ren ve Tuna ırmaklarının güneyini kapsayarak Karadeniz’e uzanan oradan da
aşağı yukarı günümüz Batum’undan güneye yönelip Ermenistan’a ve Fırat ve Dicle
nehrine uzanmaktadır. Roma İmparatorluğu bu hattı, tez konusunun dışında kaldığı
için burada ifade edilmemiş, güney hattı ile birlikte muhafazası güç bir devasa sınır
uzunluğuna sahiptir. Uzunluğu yaklaşık on üç bin kilometreyi bulan bu sınırları
Roma İmparatorluğu, sayısı müttefik kuvvetlerle birlikte muhtemelen iki yüz elli
bine ulaşan bir ordu ile korumaya çalışmaktaydı. Diğer taraftan korumak durumunda
kalmamak, yani savaştan kaçınmak için ister istemez alıveriş ve ticaret, diplomasi ve
kültürel etki yolu ile etrafına nüfuz etmeyi denemiştir. Sınır üzerindeki baskının
imparatorluğun düşmanlarından ziyade; Roma ile hem sınır olmadıkları diğer
hatlarında başkalarınca tehdit edildiklerinden imparatorluğun bir parçası olmayı
arzulayanlardan ya da parçası olmaya çalıştıkları toplum tarafından ‘barbar’
damgasıyla reddedilenlerden gelmesi Roma siyasetinin ironik bir sonucudur. Aynı
ilişkiler manzumesi ile üçüncü yüzyılın başlarına kadar devam eden fetihler ve
akabinde ittifaklar; Roma ordularına ve ilgili bürokrasiye Germen halklarını ve
dahası askerî taktiklerini tanıma imkânını sağlamıştır. Her şeye rağmen Roma
diplomasisi hem kuvvet politikası hem de kültürel nüfuz yolu ile kuzey sınırlarında
istikrarı Türklerin bölgeye ilerledikleri devre kadar sürdürmeyi başaracaktır.77
Romanın ‘kuzey’ sınırı Ren ve Tuna nehirleri olmak üzere, her biri Ren’in
doğusunda ve Tuna’nın kuzeyinde yaşayan ‘barbar’ kavimler tarafından tacize
uğrayacak iki hat gibi düşünülebilir. Bölüm başında verilen Tacitus alıntısı ve bu
alıntıdaki ‘buradaki halkları ve onların krallarını daha yeni yeni tanımaktayız’
ifadesinde ortaya çıktığı üzere birinci yüzyılın kuzeyli ‘barbar’, Germen, bilgisi, daha
77
John Haldon, Bizans Tarih Atlası, İstanbul 2007, s. 37.
31
ziyade Ren’in doğusundaki coğrafya özelinde henüz gelişmeye başlayan bir özellik
taşır. Tuna’ya özellikle de aşağı mecrana bu tehdidin ulaşması ve doğal olarak Roma
edebiyatına aksetmesi daha doğrusu bu edebiyatın bölgedeki Germenleri de
kapsayacak şekilde ‘kuzey’ bilgisini geliştirmesi yine Germen grubundan bir kavim
olan Gotların ikinci yüzyılda Karadeniz’in kuzey sahillerine kadar uzanan
göçlerinden sonra vuku bulacaktır.
Germen halklarını Roma sınırlarına yaklaştıracak uzun soluklu göçlerin ilk
dalgası, İskandinavya’dan M. Ö. I. yy.da başlayan Kuzey-Doğu ve Orta Avrupa’ya
yönelen harekettir. II. yy.ın ortalarına gelindiğinde ise yukarıda da değinilen
Karpatlar’a ve Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanma gerçekleşir. Gotların göçleri ile
Hazar’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan coğrafyada bölgenin daha eski
sakinleri olan İran kökenli Alanlar gibi göçebe kabilelerle de temas etmiş oldular ki
bu temasın siyasal sonucu, hayvancılıkla uğraşan yarı göçebe bir konfederasyon
olarak ortaya çıkar. Gotların doğu şubesinden olan Ostrogotların hükmettiği bu
konfederasyon kuzeyde Baltık Denizi kıyılarına kadar uzanmakta ve doğal olarak
Slavları da kapsamaktadır. 78
Tacitus’un tasvirini yaptığı Germen kabilelerinin batı grubunu da kapsayan
başka kuzeyli kabilelerin Roma ile olan dostça ve düşmanca ilişkileri ve onların
üzerindeki Roma tesiri belirtildiği gibi daha eskilere gider. Roma tarafından bir kısmı
özümsenerek kendi sınırlarına dâhil edilen bu unsurların çoğu dördüncü yüzyıla
gelindiğinde hala Ren vadisinde ve onun doğusu ile Tuna’nın kuzeyinde bağımsız
olmalarına ve sık sık Roma ile mücadele etmelerine rağmen, Roma’nın nüfuzu
altındaki yapılar olmuşlardır. Ren-Tuna hattının, Avrupa’nın, ‘barbar’ kabilelerinin
78
Haldon 2007, s. 39.
32
önde gelenlerinin dördüncü yüzyıl başları itibarıyla dağılımı şu şekildeydi. Orta
Avrupa’da Ren ile Tuna’nın birbirine yakın olan kaynaklarının gerisindeki
Alemanni, onların doğusundaki, Burgondlar onlardan Güney ve Doğu Avrupa’ya
doğru Tuna’nın kuzeyi boyunca sırası ile Iuthingi, Vandallar, Süevler onların
güneyinde Gepidler ve nihayet onların da güneyinde Ostrogotlar bulunmaktaydı.
Kuzey Avrupa’ya uzanan diğer cihette ise Ren’in kuzey ve orta yatağının
doğusundaki Franklar ve onların doğusundaki Saksonlar; Karadeniz’in Kuzeyinde
ise; Herullar Kırım yarım adasının kuzeyinde ve Alanlar ise onların doğusunda yer
alacak şekilde sıralanmışlardı. Günümüz coğrafyasına göre tasviri yapılan bu yayılım
yukarıda sıralanmayan birkaç kavmi de içine katarak, kuzey; Franklar, Angollar,
Saksonlar ve Iutlar, orta; Alemanni, Burgondlar, Iuthingler, Lombardlar ve
Thuringler, ve doğu (yahut güney ve doğu) Vandallar, Gepidler, Gotlar, Heruller
olarak sınıflandırmak, devri telakki etmek noktasında daha açık panoroma sunar.
Gruplar kendi içlerinde sürekli bir mücadele içinde oldukları gibi Ren-Tuna sınırının
güneyine ve batısına yani Roma’ya; kuzey grubu için Britanya’ya uzanan bir savaş
ve akın coğrafyası söz konusuydu. Kuzeyli ‘barbarlarla’ savaşmak birkaç yüz yıldır
Roma İmparatorluğun aşına olduğu bir uğraştı ama Türklerin de bölgeye nüfuzuyla
birlikte gelişen süreçte, İmparatorluğun Batı kanadının sonunu getirecek ve
Doğusunu her zaman sarsacak bu cephe Roma için bir varoluş meselesi haline
bürünecekti. İmparator Marcus Aurelius II. yy.da Markomanları yenmiş, Frank ve
Alemanni akınları III.yy.da sıklaşmış, 360 yıllarının başında bir Frank-Alemanni
akını Iulianus tarafından bozguna uğratılmış olmakla beraber artık kuzey cephesi
bundan sonra çok daha etkili şekilde imparatorluğu vurmaya başlayacaktı.79
79
Haldon 2007, 39.
33
I.II.
EDEBİ
ARKA
PLAN:
YUNAN-LATİN
TARİHYAZIMININ
GELİŞİMİ
“ Halikarnasosolu Heredotos’un, insanoğlunun
yaptıklarının zamanla unutulmaması ve hem
Yunanların hem de Barbarların hayret verici
başarılarının bir gün adsız kalmamasını sağlamak,
ayrıca nasıl onların yekdiğeriyle çatıştıklarını
göstermek için sunduğu araştırmalarıdır …” 80
Geçmişe ait tanıklıklar sayesinde icra edilebilen bir uğraş olan Tarihçilik,
onlardaki ilgili verilerin toplanmasından daha fazlasını yapmak durumundadır.
Verilerin tespiti ve toplanmasıyla başlayan süreç, tenkit ve tahlil evresi sayesinde
gerçekleşen, görece objektif tarihsel bilginin üretimi ile sonuçlanır. Bu bölümün
amacı da tez bağlamında tenkit ve tahlil evreninin bir panoramasını sunmaktır.
Müverrihleri yetiştiren Roma eğitim sistemi, özellikle Latin kısmı için,
kurallara uygun söz söylemek olan gramerin yerine, etkili ve güzel bir şekilde ifade
etme anlamına gelen, retorik üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla bu eğitimden geçen
müverrihlerin eserlerinin biçimlenişinde, ‘bu muteber şey’in tesiri doğaldır. Dahası
onlar tarihi tasvir ederlerken bunu etkileyici bir şekilde güzel ifadelerle icra etmek
gibi bir kaygıyla hareket etmişler ve hatta yaşanmışın yahut yaşanmakta olanın
apaçık-ayrıntılı tasvirini yapmak yerine; olayların gerçekleştiği tarihler, savaşlara
dair rakamlar vd. anlatımın akıcılığını bozacak, eserin edebi güzelliğine ‘halel’
80
Herodotos Historiae I 1 Ἡροδότου Ἁλικαρνησσέος ἱστορίης ἀπόδεξις ἥδε, ὡς μήτε τὰ
γενόμενα ἐξ ἀνθρώπων τῷ χρόνῳ ἐξίτηλα γένηται, μήτε ἔργα μεγάλα τε καὶ θωμαστά, τὰ μὲν Ἕλλησι τὰ
δὲ βαρβάροισι ἀποδεχθέντα, ἀκλεᾶ γένηται, τά τε ἄλλα καὶ δι᾽ ἣν αἰτίην ἐπολέμησαν ἀλλήλοισι.
34
getirecek verilere metinlerinde yer vermemeyi yeğlemişlerdir.81 Müverrihin ve onun
müstakbel okurlarının yetiştiği eğitim ortamına dair bir panorama, devrin edebi
zevklerinin şekillendiği zemin üzerine fikir yürütmeyi mümkün kılacağı gibi diğer
taraftan müverrihin muhtemel ve anlaşılabilir kaygılarından biri olan okunur olmayıeserin rağbet görmesini sağlayabilmek için metnini oluştururken göz önünde tutuğu
şeyler hakkında da bilgi vericidir. 82 Aşağıdaki satırlarda Roma’nın, birçok yönden
farklılık gösteren Latin ve Yunan (Helen) kısmının eğitime-okula bakışı ve eğitimi
icra edişi hakkındaki bilgiler bu amaçlarla verilecektir.
İmparatorluğun Yunan kısmında okul her şeyden önce bir kamusal alandır.
Dolayısıyla zenginlere-soylulara değil toplumun her kesimine açık bir kurumdur.
Latin kısmında ise eğitim sadece okuma yazma öğretimini hedefleyen ve on iki
yaşına değin süren bölümü geniş tabanlıdır. Bu yaştan sonra sadece zengin ve erkek
olanlar için eğitimi devam ettirmek mümkündür. Latin dünyası için okul ithal bir
kurumdur ve sokaktan, siyasetten, dinsel etkinliklerden arındırılmıştır. Yunan
gymanziumu müfredatında retorikin yanında Yunanca, Homeros, felsefe, müzik
dersleri ile birlikte önemli bir yere sahip beden eğitimi yer alır. On altı yaşına değin
gymnazium ve palestra adını taşıyan okullarda süren eğitim, aynı müfredatı takip
ederek lakin bu sefer delikanlılık ephebre adı altında bir yahut iki yıl daha devam
etmektedir. 83
İyi aileye mensup bir Latin ise on iki yaşında temel eğitimi bitirdikten sonra on
dört yaşında çocukluk elbiselerini çıkarır ve on altı yaşında kamusal alanda örneğin
81
E. A. Thompson, The Huns, Oxford, 2000. s.6-18.
82
Poul Veyne, “Roma İmparatorluğu”, şurada: Aries, P., Duby G., ed., Özel Hayatın Tarihi,
İstanbul 2006, ss. 18-249, s. 33.
83
Veyne 2006, s. 31-37.
35
orduda görev alabilmektedir. Mesleki eğitime ise yer verilmemektedir, bu süreç
‘alaylı’ bir şekilde, iş başında öğrenmeyle gerçekleşmektedir. Kültürel alanla ilgili
olanlara sıra geldiğindeyse artık durum değişmektedir zira ‘kültür’ okulda öğretilen
bir şeydir. Temel eğitimden sonra on iki yaşından on altı yahut on sekiz yaşına kadar
devam eden, pek çok kişinin hayatında doğrudan bir karşılığı olmayan klasik başlığı
altında Roma dünyası için ‘klasik’ olmuş yazarların ve mitolojinin öğretildiği bir
eğitim verilmekteydi. Ardından çok önemsenen ve Cicero’nun oligark bir aileye
mensup olmamasına rağmen senatoya kabulünü sağlaması örneğinde de olduğu gibi,
bu alandaki başarısının bireye saygınlık ve itibar kazandırdığı retorik eğitimi
başlayacaktır.
Bir
Latin
için
işin bir
diğer
yönünü
Yunanca
öğrenimi
oluşturmaktaydı; zira kültürlü bir Latin için Yunanca öğrenmek olmazsa
olmazlardandır, ama bir Yunan açısından Latince öğrenmek böyle bir anlam
taşımamaktadır. Yunanlar ancak hukuk kariyeri yapmak için o da Geç Antikçağdan
itibaren Latince öğrenmeyi önemseyeceklerdir. Yunanlar doğal olarak, kendi edebi
geleneklerinden neşet ettiğini söyleyebileceğimiz, Latin edebiyatını da takip etmezler
hatta istisnalar dışında Cicero yahut Vergilius’dan dahi haberdar değillerdir. Eğitime
ve ondan beklentilere dair bu şablon doğal olarak Yunan-Latin edebiyatları ve onun
bir şubesi olarak tarih yazımı için iletişimin Yunandan Latine tek yönlü bir hat takip
ettiği sonucunun çıkmasını sağlamaktadır. Latince bile bilmeyen Yunan edip ve
müverrihlerinin bu havuzda yıkanmaları mümkün olmasa gerek.84
Müverrihlerin içinde yaşadığı Roma toplumunda derin dönüşümlere sebep
olacak Hıristiyanlığın her alana uzanan tesiri, Roma edebiyatını ve doğal olarak
tarihyazımını da etkisi altına alacaktır. Yeni dinin Roma paganizminin hilafına olan
84
Veyne 2006, s. 31-37.
36
yayılımını dördüncü yüzyılda gelindiğinde artık Roma intelijansıyasını da iyiden
iyiye kapsayacak şekilde genişletmesi, Yunan-Latin tarihyazımı açısından bir kırılma
noktası olacaktır. Yeni dinin evrensel mesajı gereği; bir taraftan, Hıristiyan öncesi
tarih telakkisinin, ağırlık merkezini Roma yahut Yunanistan’ın oluşturduğu, mekân
boyutunu yıkıp çeşitli ırkların nasıl ortaya çıktığını ve dünyanın muhtelif meskûn
mahallerini nasıl şenlettiklerini tasvir eden yeni bir anlatı geliştirmiştir. Diğer
taraftan; yaratılıştan kıyamete devam eden çizgisel bir zaman algısı alternatifi
getirmiştir. Böylece mümin müverrihler için insanın kökenine giden evrensel bir
tarih ya da dünya tarihi yazmak kaygısı da söz konusu olmuştur.85 Tezin inceleyeceği
kaynaklar, yani dördüncü ve beşinci yüzyıla ait tarih eserleri; Yunan-Latin
tarihyazımının hem mekân hem zaman ekseniyle farklı bir anlatıya kaydığı, en
azından yeni bir söylem geliştirdiği, Hıristiyan tefekkürünün tetiklediği bu kırılma
devrinde kaleme alınmış ürünlerdir. 86 Kaynak eserlerden bir kısmı ise, doğrudan
doğruya bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni bir tarihyazımı türüne, kilise
tarihlerine, dâhil eserler oluşturur.
Vasiliev’in işaret ettiği gibi; dördüncü yüzyıldan altıncı yüzyılın başlangıcına
değin uzanan süreçte edebiyat, bilim ve eğitimin gelişimi, Hıristiyanlık ile antik
pagan dünyası arasındaki ilişkilere sıkı bir şekilde bağlıdır. Hıristiyan apolojistlerinin
ikinci – üçüncü yüz yıllarda, paganist birikimden Hıristiyan tefekkürünün yararlanıp
yararlanmayacağı noktasındaki tartışmalarda; bir kısmının Yunan kültürünün
değerine işaret ederek Hıristiyanlıkla bağdaştırılabileceğine kani olmalarına rağmen,
diğerleri pagan uygarlığının Hıristiyanlık için hiçbir manası olmadığını savunup bu
85
Örneğin Pavlus Orosius.
86
R., G., Collingwood, Tarih Tasarımı, Ankara, 2007, s. 93-94.
37
uygarlığı reddetmekteydiler. Pek hararetli geçmiş olan bu tartışma, geç ikinci
yüzyılın meşhur muharriri Clementis’in ‘Felsefe, bir rehber olarak, Mesih tarafından
tekâmüle davet edilmiş olanları hazırlar’
87
ifadesinde açığa çıktığı üzere,
İskenderiye’de bu iki yaklaşımda bir orta yol açma eğilimi baskın çıkmış olsa da,
Hıristiyanlığın ilk üç yüzyılında bu sorun aşılamamıştır. Bununla birlikte zaman
içinde paganlar Hıristiyanlığa ihtida ederken, Hıristiyanlıkta tedrici olarak pagan
uygarlığının bir takım unsurlarını alacaktır.88
Hıristiyan edebiyatı, büyük muharrirlerin eserleri sayesinde dördüncü ve
beşinci yüzyıllarda zenginleşirken, paganlar da kendi edebi geleneklerini sürdürdüler
ve geliştirdiler. İmparatorluğun doğusunda meskûn Hıristiyanlar, dördüncü ve
beşinci yüzyıllar süresince, etkileri İmparatorluğun uzak sınırlarına uzanan meşhur
muharrirler çıkarmış ve birçok meşhur edebiyat merkezi vücuda getirmiştir.
Anadolu, Kapadokia, dördüncü yüzyılda sivrilen üç Hıristiyan ünlü muharriri ile
Basileius89, Nazianzuslu Gregorius90, Nüssesli Gregorius91 bu kültür merkezlerine ev
sahipliği yapan coğrafyalardan biridir. Syria’nin uygarlık tarihi için iki önemli
merkezi olan İskenderun ve Beyrut, 200-551 yıllarında özellikle hukuk alanındaki
araştırmalarıyla tanınır, yanında Filistin’in Caesaria ve Gazze şehirleri de kayda
değer kültür merkezleridir, ama bu kentler İmparatorluğun Asya topraklarında yer
alan diğer merkezler gibi İskenderiye’nin güçlü tesirinde kalmışlardır. Iustinianus ile
87
İskenderiyeli Clemnens (Titus Flavius Clemens yak.150 - yk. 215) Stromata (Στρώματα) I
5’dan naklen A. A., Vasiliev, History of the Byzantine Empire 324-1453, 1952, Madison, s. 116.
88
A. A., Vasiliev, History of the Byzantine Empire 324-1453, Madison, 1952, s. 116.
89
yahut Büyük Aziz Basileyos (Άγιος Βασίλειος ο Μέγας 330-379) Kayserilidir (Caesaria).
90
yahut İhtiyar Gregorius yahut Nazianzuslu İhtiyar Gregorius (yak. 276 – 374). Çağdaş
Aksaray yakınlarından.
91
yahut Nüssesli Aziz Gregorios (Ἅγιος Γρηγόριος Νύσσης) yahut Gregorius Nyssenus (yak.
335 – 394’den sonra). Basileius’un küçük kardeşidir.
38
dördüncü yüzyılda bir kültür merkezi olarak asıl gelişimini sağlayacak İstanbul ise
dönem itibarıyla, Doğu’da gündelik hayattan çekilmeye başlayan Latinceyi
yaşatmaya devam ettirerek dikkat çekmektedir. Pagan akademisiyle Atina ve
Selanik, Doğu’nun diğer kültür merkezleridir. Doğu İmparatorluğunun bu kültür
merkezleri kendi aralarında kıyaslanacak olunursa; Avrupa topraklarındaki fikri
faaliyet ve yaratıcı kudret, birçok merkezinin tarihi ancak İskender’e kadar inmesine
ve onların koloni olarak gelişmesine rağmen Asya ve Afrika’dakilere oranla çok
daha mahduttur. Devrin muharrirlerinin büyük kısmı Asya ve Afrika kökenlidir.
Patrolojik edebiyat dördüncü ve beşinci asırlarda en yüksek noktasına ulaşmıştır.92
Anadolu bu dönemde daha önce değinildiği gibi üç büyük müellif çıkarmıştır:
Basileius, Nazianzuslu Gregorius, Nyssali Gregorius. Basileius ve Nazianzuslu
Gregorius İskenderiye ve Atina’nın en iyi retorik okullarında eğitim almışlardı.
Üçlünün en güçlü tesire sahip müteffekiri Nüssesli Grigorius’un eğitimi hakkında ise
bilgi bulunmamaktadır. Üçlü klasik edebiyata derinlemesine hâkim ve ‘Yeni
İskenderiye’ hareketine mensupturlar. Bu hareket; kilisenin geleneklerine bağlı
kalmakla
birlikte
‘İskenderiye’
okulunun
mistik-alegorik
ölçüsüzlüklerini
kabullenmemekte, dini akidelerin araştırılmasında aklı öne çıkarmakta ve felsefi
düşünce birikimini kullanmaktadır. Ariusçuluk karşısında ortodoks Hıristiyanlığı
savundukları teolojik eserlerin yanında mektuplar ve nutuk türünde de kayda değer
örnekler bırakmışlardır. Onlardan sonra ise Kapadokya yeniden irfan sahasından
çekilecektir.93
92
Vasiliev 1952, s. 116-117.
93
Vasiliev 1952, s. 117-118.
39
Antakya’da, İskenderiye okuluna muarız, Kitab-ı Mukkades’in alegorik
yorumlarını içermeden, olduğu gibi kabulünü savunan bir akım gelişmiştir. Hareketin
öncülüğünü Antakya’nın gözdesi ve Libanius’un94 öğrencisi Ioannes Chrysostomus95
gibi sıra dışı eylem adamları yapmıştır. Pek çok eseri dünya edebiyatını büyük
şaheserleri arasında yer alan Ioannes kusursuz klasik eğitimi fevkalade bir üslup ve
hatiplik kabiliyetiyle birleştirmiştir. Sonraki kuşaklar onun dehasının görkemi ve
yüksek ahlaki niteliklerinin tesirinde kaldığı gibi müteakip edebi akımlar da,
eserlerinden ifadeler, tasvirler ve fikirler iktibas etmiştir. Daha sonra müellifi meçhul
pek çok eserin Ioannes’e atfedilmesi itibarının ne kadar büyük olduğunun
göstergesidir. Yüzyılları aşan bu itibarın vazıh bir ifadesiyle, on dördüncü yüz yıl
yazarlarından Nicephorus Callistus’un satırlarında karşılaşmak mümkündür:
‘Kelimelerle ifade edilemeyecek zarafetteki binden fazla vaazını okudum.
Delikanlılık çağımdan itibaren onu sevdim ve onun sesini Tanrı’nın sesiymişçesine
dinledim. Ve her ne biliyorsam ve her ne isem ona borçluyum.’96 Özellikle tarihçilik
açısından kendi eserlerinde, vaazlarında, nutuklarında, sürgünlüğü sırasında kaleme
aldığı iki yüzden fazla mektup ile İmparatorluğun içinde süre giden hayata dair
emsalsiz bilgiler sunmaktadır.97
94
yahut Libanios (Λιβάνιος yak. 314 – yak. 394) Sofist ekolden retorik öğretmeni.
95
Ἰωάννης ὁ Χρυσόστομος (yak. 349–407), İstanbul başpiskoposu, erken kilise babalarının
mühim simalarından birdir.
96
Historia ecclesiastica XII 2, ed. Migne, Patrologia Graeca CXLVI 933’den naklen Vasiliev
1952, 118.
97
Vasiliev 1952, 118.
40
Bir Filistin şehri olan İdarîea ise aynı zamanda kilise tarihçiliğinin babası olan
devrin seçkin bilgini Eusebius’un98 memleketidir. Eusebius, İskenderiyeli bilgin ve
erken Hıristiyan kilisesinin en mühim teologları arasında yer alan Origenes’in
geleneğini geliştiren ve eserlerini yayan bir Caesarea rahibi olan Pamphilus’un
yanında yetişmiştir. Pamphilus 307 yılındaki Hıristiyan karşıtı kovuşturmada
tutuklanınca Eusebius çalışmalarını devam ettirebilmesi için ona yardımcı oldu lakin
309 yılında o ve bazı öğrencileri idam edilmiştir. Bunun üzerine Eusebius önce Sur
ve ardından Thebais’e kaçar, Hıristiyanların maruz kaldıkları baskıları sona erdiren
311 yılındaki Galerius’un imzasını taşıyan hoşgörü fermanının ardından ise Caesarea
piskoposu seçilir. Eusebius, bu devrin teoloji tartışmalarının içinde yer aldığı gibi
Constantinus’un takdirini kazanır ve müverrihlik ile meşgul olur. Baş otorite olarak
kabul gördüğü Constantinus devrinin yanı sıra Hıristiyanların hilafına sürdürülen
politikalardan nasibini aldığı Diocletianus döneminin de tanığı olan Eusebius pek
çok bilgi derleyen seçkin bir sistemci bilgin portresidir. Çalışmaları apolojik sorunlar
ve kilise tarihi olarak iki kategoriye ayrılabilir. Teoloji alanındaki çalışmalarından
biri, paganların saldırılarına karşı Hıristiyanlığı savunduğu ‘İncil’e Hazırlık’ 99 da;
Yahudi dininin ve felsefesinin Yunan-Latin paganizminden daha zengin ve eski
olduğunu ve onun uygulamamalarının insan yaşamanı daha güçlü bir şekilde tesir
ettiğini göstermeye çabalamıştır. Diğer taraftan bu alandaki bir diğer çalışması olan
‘İncil’in İspatı’100nda ise, Yahudiliği ince bir kabuğa benzetirken Hıristiyanlığı kalıcı
bir öz diye tanımlayarak Musa yasalarının geçici hükümler olduğu ve Tevrat’taki
98
yahut Eusebius Pamphili (Εὐσέβιος ὁ Παμφíλου yak. 260–339 yahut 340). Aslında
Eusebius’un öğretmeninin adı olan Pamphilus’u, ona olan saygısının nişanesi olarak ikinci bir isim
olarak almıştır.
99
Praeparatio evangelica Εύαγγελική προπαρασκευή.
100
Demonstratio evangelica Ευαγγελικης Αποδειξεως.
41
kehanetlerin İsa tarafından gerçekleştirildiğini savunmuştur. Hem kendi eserleri
arasında hem de tez nokta-i nazarında asıl önemli çalışmaları tarih alanında
olanlarıdır ki; bunların içinde de en önemlilerini ‘Kronik’, ‘Kilise Tarihi’ ve
‘Constantinus’un Yaşamı’ tesmiye olunan çalışmaları temsil eder.101
Geç Roma tarihçiliğinin eğitimli bir kitleye hitap eden grubu, çağdaşları olan
‘barbar’ları tesmiye ederken, bu kitle tarafından aşina olunmayan yeni adlar yerine,
Herodotus ve Thucydides’de anılan bilindik adları kullanmayı ve dahası kökenlerini
onlara ilişkilendirmeyi yeğlemişlerdir. Tam tersi bir durum, Ioannes Malalas gibi
avama ve din adamlarına hitap eden tarihçiler için geçerliydi. Onlar çağdaşları olan
kavimlere verilen adları yeğlemişlerdir; zira bu kitle için klasiklerde geçen eski
kavim adları zaten bilindik değildi.102
Bir dönemin dinî eğilimi konusunda hem gerçeğe uygun, hem de anlamlı
genellemeler yapmak zordur; fakat en azından Roma İmparatorluğunun geç
döneminin çok dindar bir dönem olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kuşkucu ve usçular
tarihte ve edebiyatta iz bırakmamışlardır. Hem paganlar hem de Hıristiyanlar,
dünyevi meselelere müdahale eden bazı ‘yardımsever’ ve ‘habis’ doğaüstü güçlere
yürekten inanıyorlardı. Hepsi, duruma göre o güçlerden yardım ve destek alabilmek
veya onları yatıştırıp idare edebilmek için çırpınıyordu.103
101
Vasiliev 1952, s. 118.
102
E. A. Thompson, The Huns Revised and with an afterword by Peter Heather, Oxford
2000, s. 24.
103
A. H. M. Jones, The Later Roman Empire 284-602, 1964, s. 957’den naklen Michael
Grant, Roma’dan Bizans’a, İstanbul 2000, s. 3-4.
42
I.III.GEÇ ROMA MÜVERRİHLERİ
Tezin bir önceki bölümünde Geç Roma (Yunan-Latin) tarihyazımının arka
planı sunulmaya çalışılmıştır. Bu bölümün ve takip eden bölümlerin hedefi ise tezin
üzerine kurgulandığı, Türk tarihinin kaynağı olarak Geç Roma tarihyazımını ele
almak olacaktır. Bu çerçevede; Geç Roma tarihyazımının mahiyetine değinilecek ve
Roma müverrihleri hakkında biyografik bilgiler verilip eserlerine dair bir tanıtım
yapıldıktan sonra; Türkler hakkındaki kayıtlarının bilançosu sunulacaktır. Bu devrin
tarihyazımı, Moravcsik’in ifade ettiği gibi beşinci yüz yıl özelinde, Doğu tarihçiliği
Batı tarihçiliğine nazaran daha yüksek bir mevkiye sahiptir.104
Geç Roma müverrihleri, memleketlerinin tarihini yazarlarken onunla ilişkili
olan imparatorluk coğrafyasının dışındakilere -ötekilere- eserlerinde yer vermişlerdir.
Bu cümleden olmak üzere; Doğusu ve Batısı ile devrin Roma dünyasının
sürüklendiği askerî-siyasi-sosyal süreçlerin önemli aktörlerinden Hunlar da,
müverrihlerin ilgisini çekmiştir. Golden’in daha sonraki asır için, Batı Avrasya
bozkırlarında karışıklık söz konusu ise kabile ve etnik bileşim çeşitliliğinin bir
mozaiği andırdığını lakin kaynakların bu renk çeşitliliğinin ancak bir kısmını
yansıtabilmiş olduğu tespiti, Hunların dominat olduğu devir için de belirli ölçülerde
geçerlidir.105
I.III.I. AMMIANUS MARCELLINUS (d. yak. 330 – ö. 392’den sonra)
Hun tarihinin ilk ‘mübeşşiri’ olan Ammianus, soylu bir aileye mensup
Antakyalı tarihçidir. Protector domesticusda106 subay olarak Roma ordusunda görev
yaptığı 354-365 yıllarında imparatorluğunun hem doğusunda hem batısında
104
G. Moravcsik, “Hunlar Meselesinin Bugünkü Hâli”, şurada: Baştav 2005, s. 496.
105
P. B. Golden, “Güney Rusya Bozkırlarının Halkları”, şurada: Sinor, ed., 2003, s. 345.
106
Türkçe anlamı: muhafız birliği.
43
bulunmuştur. Memleketine geri döndükten sonra, araştırma yapmak amacıyla Mısır,
Yunanistan ve Roma’ya seyahatler yapmıştır.107
Latince kaleme aldığı Rerum gestarum Libri XXXI, kısaca Res Gestae kendi
ifadesiyle ‘bir Yunan ve eski bir askerin’108 bakış açısıyla kaleme alınmış, 96-378
dönemini kapsayan, otuz bir kitaptan oluşan bir tarih eseridir. Ammianus eserine
başlangıç olarak, Tacitus’un tarihinin kapandığı dönemi seçmiş olmakla birlikte, bu
devamlılığı ve 275 yıllık süreci kapsayan eserin ilk on üç kitabı kayıptır. Günümüze
ulaşan 14-31. kitaplar, 353-378 dönemini ihtiva eder. Eserde vatanseverlik,
barbarların ve halk tabakasının aşağılanması, bozulmuşluğa ve şatafata tenkit gibi
edebi geleneğin peşin hükümleri; yazarının belki de artık önemli oranda
Hıristiyanlaşmış Roma ahalisinin pagan bir mensubu olduğu için dinsel hoşgörü,
büyük kusuruna rağmen kendisi gibi pagan olan Iulianus’unda aralarında bulunduğu
kendi kahramanlarının övgüsü ile dengelenerek harmanlanır. Bir pagan tarafından
yazılması nedeniyle şaşılacak oranda Hıristiyanlıkla alakalı bilgi içeren eser; üslup
olarak, Tacitus ve Vergilius’un iyi bir karışımıdır.109 Ammianus eserini günümüze
ulaşan kendisiyle çağdaş dönemi kapsayan bölümlerini, uzun yıllar
boyunca
pek çok görgü tanığından edindiği bilgileri kullanarak kaleme almış olmalıdır. Bunun
yanında, az da olsa Iulianus’un 357 yılında Strasburg’daki zaferi hakkında
yayınladığı küçük eseri ve Eunapius’un kitabı gibi daha önce kaleme alınanları
kullanmıştır.110
107
ODB I, s. 78., New Pauly I, s. 384-385.
108
Ammianus Res Gestae XXXI. 16. 9.
109
ODB I, s. 78.
110
New Pauly I, s. 386.
44
Res gestae, Hunların Karadeniz civarında ortaya çıktıkları dönem üzerine
birinci sınıf bir kaynak olmanın ötesinde, ilk dönemleri hakkında bugünkü
bilgilerimizin onun kaydettiklerinden ibaret olması nedeniyle unique bir konumdadır.
Maenchen-Helfen
çok
yerinde
tespitlerle
onu
ve
eserini
aşağıdaki
gibi
değerlendirmiştir. Ammianus eserini 392/393 yılları kışında yani imparatorluğun iki
parçasının birbiri ile savaşa sürüklendiği bir dönmemde tamamlamıştır. Güçlü
komutan Arbogast 392 yılı Ağustosunda Eugenius’u, Batı’nın imparatoru ilan eder.
Bu gelişme karşısında bir süre hangi tavrı alacağına karar veremeyen Theodosius,
daha sonra kendisinden daha iyi askerî olanaklara sahip bu gasıp ile uzlaşma yolunu
aramış gibi görünmektedir. Bu ara dönemin ardından Theodosius izlediği politika,
oğlu Honorius’u Augustus ilan etmesi 111 olayında da görüleceği üzere Eugenius’a
karşı savaşacağı işaretlerini vermektedir. Ammianus’un bu gelişmeler karşısında,
mütedeyyin bir Hıristiyan olan İmparator Theodosius’dan değil bilge bir pagan olan
Eugenius’dan yana tavır alacağı noktasında şüphe etmeye fazla yer yoktur. Müverrih
sözde Roma ordusu olan Theodosius’un birliklerine korku ile bakmış olsa gerektir.
İmparator’un, Batı’nın tahtını gasp eden Maximians’a karşı aldığı zaferi bu gözü pek
Hun süvarilerine borçlu olması hususu vuzuha kavuşturulmuş olamamakla birlikte,
Hunların bu seferde mühim bir role sahip oldukları katidir. Şöyle ki, Theodosius’un
süvarileri ‘Pegasus tarafından havadan getirilmektedir’112, onlar at sürmediler, onlar
uçtular. 113 Hunların dışındaki hiçbir askerî güç Emona’dan Aquileia arasındaki
doksan altı kilometre mesafeyi bir günde geçemez. Ammianus, kaçınılmaz bir
111
23 Ocak 393 tarihinde gerçekleşir.
112
Pacatus XXXIX, 5’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 10 dn. 63.
113
Non cursus est, sed volatus. Pacatus XXXIX, ‘den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 10 dn.
64.
45
ihtimal olarak görünen Doğu ordusunun Hunlara karşı yapacağı savaştan
korkmaktadır.114
Ammianus Roma’nın hizmetinde olanlar da dâhil tüm ‘barbarlardan’ nefret
etmektedir. Diyarbakır’da 115 Sasaniler’e karşı cesurca savaşan Galyalı askerleri,
‘sığır dişliler’ 116 olarak çağırmaktadır ve eserini Gotların Edirne’deki zaferini
öğrenince kendi sorumluluk alanındaki tüm Gotları kılıçtan geçiren, Iulius için bir
övgü ile tamamlar. Velev ki Hunlar bu ‘nefret edilen barbarların’ en kötüsüdür. Hem
Claudianus117 hem Iordanes118 Hunları ‘kuzeyin en utanç verici kavmi’, ‘vahşiliğin
kendisinden daha azgınlar’ şeklinde çağırırlarken aslında Ammianus’a kulak
vermekteler. Baş avcı Alanlar dahi Hunlardan ‘yaşam tarzları ve alışkanlıkları
itibarıyla daha az barbardırlar’.119 Roma ile kurdukları uzun ilişkiler sayesinde kimi
Germenler medeniyet noktasında bazı gelişmeler kaydetmişlerdir lakin Hunlarda
hala ilkel ‘barbarlık’ hüküm sürmektedir.120
Bunların dışında Ammianus’un anlatısı, önyargılı haber kaynaklarının tesiriyle
çarpıtmalar içermektedir. Ammianus 378 yılından biraz önce, 383 yılındaki kısa bir
dönem hariçte tutulursa, hayatının geri kalanını geçireceği Roma’ya gider. Burada
kimi Hunlar ve diğerleriyle karşılaşmış olma ihtimali tamamıyla göz ardı edilemez;
lakin Latinceyi birkaç emri anlayacak kadar bilen bir Hunun, kavminin nasıl
yaşadığını ve Gotlar ile nasıl savaştığını Ammianus’a anlatması ihtimali akla uygun
114
Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles, 1973, s. 10.
115
Romalılar Amida olarak adlandırır.
116
Dentatae bestiae, Ammianus Res Gestae XIX, 6, 3.)
117
Claudianus In Rifinium I, 324-325.
118
Iordanes Getica 121.
119
Ammianus Res Gestae XXXI, 2, 21.
120
Maenchen-Helfen 1973, s. 10-11.
46
değildir. Karadeniz’in kuzeyinde ve Romanya’daki bu savaşın anlatısı temel olarak
Ammianus’un Gotlardan edindiği bilgilere dayanır. Hunlara karşı savaşan daha sonra
dux limitis per Arabias 121 olacak Munderich bilgi kaynaklarından biri olmalıdır.
Ammianus’un anlatısını Gotların bakış açısıyla kaleme aldığı söylenebilir.
Ostrogotların kralı Ermaneric’in muhtelif ve pek çok kahramanca işleri nedeniyle
komşularının korktukları çok cengâver bir kral olarak tasvir edilir 122 ki, fortiter –
cengâverlik- Ammianus’un bir ‘barbar’ için kolayca bahşetmeyeceği türden bir
methiyedir. Alatheus ve Saprax ‘tecrübeli önderlerin yiğitlikleriyle tanıdığı’ 123
kişilerdir. Ammianus, Gotların on ikiden fazla önderinin isimlerini zikreder fakat
hiçbir Hunu anmaz. Onlar meçhul kitlelerdirler, korkunçturlar ve insandan
aşağıdırlar.124
Res gestae’da XXXI. kitabında yer alan Hunlarla ilgi kayıtlar, edisyonlarda
numaralandırıldığı şekliyle, şu bölüm ve pasajlarda bulunmaktadır: 2, 1-12; 3, 1-8; 8,
4; 16, 3. Bu bölüm ve pasajların Hunlar hakkında verdiği bilgiler ise şu şekildedir.
‘Hunların Halanların (Alan) ve Asya İskityasının diğer kavimlerinin yurtları ve
gelenekleri hakkında’ adı verilen bu bölümde; Hun antropolojisi, etnografyası ve
sosyal hayatı hakkında şunlar kaleme alınmıştır: Eski kayıtlarda haklarında çok az
bilgi olduğu tespitini yapılıp, Hunlar tüm vahşiliklerin üstünde olarak nitelenir ve
Azak denizinin ötesinde yaşadığı belirtilir. Hunların fiziki görünüşleri tasvir edilir ve
çocuklarının yüzlerini sakal çıkmaması için dağladıklarına değinilir. Tüm
çirkinliklerine rağmen yine de insan şeklinde olmalarından hayıflanıp beslenme,
121
Ammianus Res Gestae XXXI, 3, 5.
122
a.g.k. XXXI, 3, 1.
123
a.g.k. XXXI, 3, 3.
124
Maenchen-Helfen 1973, s. 11.
47
barınma ve giyinme tarzları hakkında bilgi verilir. ‘Cesur fakat çirkin’ atlarının
gündelik yaşamdaki yerinin tespiti yapılır. İktidar ilişkileri ve savaşma usullerine dair
haberler yer alır. Sosyal ve aile yaşamlarına dair de bilgiler vardır. Hunlarla ilgili bu
bölümün son cümlesinde ise onların yağma ve katliama düşkünlükleri söylenerek
Alanlar hakkındaki kısma geçilir.125
‘Hunlar Tanais (Don)’da Halanları, ordularının gücü yahut da antlaşmalarla,
kendilerine katılmaya zorladılar; Greuthunglara (Gotlar) saldırdılar ve onları
yurtlarından çıkardılar’ şeklinde başlıklandırılmış olan bu bölümde Hunların erken
siyasi askerî tarihi hakkında bilgiler vardır. Hunların Alanları yenmeleri, yurtlarını
ele geçirmeleri, Alanlardan hayatta kalanlarla ittifak kurmaları ve sonra Gotların,
‘Ermenrichus’un geniş ve zengin’ ülkesi, üzerine yürümeleri, Ermenrichus’un bu
saldırı karşısında dehşete kapılması ve intiharı, halef Got kralı Vithimiris’in Hunların
bir kısmına, kendi tarafına geçmeleri için ödeme yapması ama beklentinin boşa
çıkması, bir savaşta öldürülmesi ve Gotların Dnieper’e (Danastius) kadar geri
çekilmesi anlatılmıştır. Batı Gotları, (Theruingler) Hunlara karşı aynı nehrin
kıyısında mevzilenmeleri ama onların da Hunlara yenilmeleri hadisesi nispeten
tafsilatlı bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu basıncın karşısında dayanamayan Gotlar, bu
mücadelenin akabinde Doğu Roma’ya sığınmaları ve akabinde gelişen Got tarihiyle
ilgili olaylar 4.-7. bölümlerde ele alınmıştır. 126 Doğu Roma’ya sığınan Gotların
burada huzursuz olmalarından mütevellit çıkardıkları ayaklanma ve bazı Hunların
onlarla ittifak kurması.127 Gotların, Doğu Roma ordularıyla yaptığı ve galip geldiği
125
Ammianus Res Gestae XXI.3. 1-12.
126
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 1-8.
127
a.g.k. XXXI.8.4.
48
savaşa Hunların desteği kaydedilmiştir ki bu Romalıların Hunlarla doğrudan ilk
karşılaşmaları olsa gerektir.128
I.III.II. EUNAPİUS SARDİS (d. yak. 345 – ö. 414’den sonra)
Yunanca yazmış pagan yazar ve müverrih. Sardis’te doğdu ve eğitimi için
Atina’da bulunduğu beş yıl haricinde burada yaşadı. Bu çağa özgü bir durum olan
sofist-hekimler grubundan olması, Iulianus’un sırdaşı ve meşhur bir doktoru olan
Oribasius ile dostluk kurmasını sağladı. Böylece; Hıristiyan olan akıl hocaları
Chrysantius ve Prohaeresius’a karşı bir hayranlık beslemişse de; çalışmalarının
duygusal merkezini ve entelektüel dürtüsünü paganizm oluşturmuştur. 399 yılından
sonra yazdığı ‘Sofistlerin Yaşamı’ Βίοι σοφιστών adlı eserinde; soğukkanlılığın ve
şevkin farklı derecelerinde olmak kaydıyla muhtelif retorik erbabına, sofisthekimlere ve Yeni Plâtonculara övgüler düzmüştür. Bu tezin kapsamına giren eseri
ise Dexipus’un devamı olarak kaleme aldığı, 270-414 yıllarını kapsayan on dört
kitaptan mürekkep ‘Tarihler’ Ἰστορικὰ ὑπομνήματα129, adlı eseridir. 130
Oribasius’un tasfiyesi üzerine kaleme aldığı bu eserin, maalesef günümüze
sadece fragmanları ulaşmıştır. Zosimus’un Historia novası gibi sonraki döneme ait
çalışmaların, Eunapius’un eserinden iktibaslar içerdiği düşünülmektedir.131 Eserin iki
edisyonu olduğu ve Eunapius’un kendisi tarafından yapılan ikinci edisyonda 132
128
a.g.k. XXXI.16.3.
129
Bu tezde Eunapius’un bu eserine yapılacak göndermelerde bu ad kullanılmayacak, Blockley
edisyonundaki fragman numaraları ile gösterilecektir.
130
ODB II, s. 745-746.; New Pauly V, s. 169.
131
Photius’a göre Historia nova’nın IV. 2; II 19-74, 119-178’i Eunapius’un eserinden alıntıdır.
Photius Bibl. Cod. LXXVII.
132
Photius Bibl. Cod. LXXVII.
49
Hıristiyanlığa karşı hasmane tavrın yumuşatıldığı ileri sürülmüştür.133 Muhtevası ve
yazılış tarihi; Eunapius’un mu Ammianus Marcellinus’u kaynak olarak kullandığı
yahut Marcellinus’un mu bunu yaptığı, sonu gelmez tartışmaların konusu
olmuştur. 134 Eunapius’un bu çalışması kendisi gibi pagan olan Zosimus dışında
Philostorgius ve Sozomenus gibi kilise tarihçileri tarafından bir kaynak olarak
kullanılmıştır.135
Eunapius’un eserinden kalan fragmanlardan, bize göre en önemli olanı, Hunlar
hakkındaki mevcut Roma irfanının sahip olduğu birikim ve diğer müverrihlerin
bahsetmemesi nedeniyle kendinin anlatısını kurarken ne surette onlar hakkında bilgi
topladığı ve kompozisyonunu nasıl oluşturduğuna dair satırların yer aldığı
fragmandır. 136 Gotların Hunlar karşısında mağlup oluşları ve göçleri 137 ; Romalılar
tarafından Gotların Hunlara karşı mevzilendirilmesi 138 ve Hunların Roma ordusu
hizmetinde görev almalarından139 bahseder.
I.III.III. EUSEBİUS HIERONYMUS (d. 331/348-ö. 420)
Tarihçi kimliğinden ziyade bir Hıristiyan aziz, İncil müfessiri ve mütercimi
olarak daha meşhur olan Hieronymus’un, yaygın kullanılan adıyla Jerome, hayatı
Dalmaçya’da başlar ve Beytüllahim’de sona erer. Hieronymus ömrünün ilk
yıllarında, Roma’da, bilge Donatus’un himayesinde eğitim alırken hem klasik hem
Hıristiyan kültürden beslenmiştir. Roma İmparatorluğunun hem doğu hem de
133
W. R. Chalmers, ‘The ΝΕΑ ΕΚΔΟΣΙΣ of Eunapius Histories’, CQ 47, 1953, s. 165-
170.’dan naklen New Pauly V, s. 169-170.
134
ODB II, s. 745-746.
135
New Pauly V, s. 169.
136
Eunapius Fragman XLI = Exc. de Sent. 39.
137
Eunapius Fragman XLII. ve LIX.
138
a.g.k. Fragman XLV.
139
a.g.k. Fragman LX.
50
batısında seyahatler yapıp, Suriye çölünde bir inziva esnasında İbranice ve tayin
edildiği Antakya’da Yunanca öğrenir. Yeniden Roma’ya gelerek Papa Damasus’un
sekretaryasında görev almış ayrıca varlıklı Romalı kadınların akıl hocası olmuştur.
Papa’nın vefatının akabinde yeniden Beytüllahim’de nihayete erecek bir seyahate
çıkıp burada yeni kurulan bir manastırı yönetmeye başlamış ve kendini bilime
adamıştır.140
Hieronymus’un tefsirine de yer vermek suretiyle İncil’i Latinceye tercümesi,
çalışmaları arasında en önde olanı olarak kabul edilir. Aziz Petrus’dan kendine değin
eserlerini Latince ve Yunanca kaleme alan yüz otuz beş Hıristiyan yazarın bir
kataloğu niteliğindeki De viris illustribus 141 başlıklı çalışması diğer bir mühim
eseridir. Hieronymus’un bu tezin kapsamına giren eseri ise, Eusebius ait Hz.
İbrahimden 325 yılına değin olayları kapsayan bir dünya tarihi niteliğindeki Yunanca
Chronicayı şerh ederek ve genişleterek Latince yayınladığı çalışmasıdır. Bu eserde
tespit edebildiğimiz kadarıyla Hunların Gotları tazyiki münasebetiyle Türk
kavimlerine değinmiştir. 142 Bunun dışında, devrinin sosyal ve entelektüel hayatına
ışık tutan, bu çerçevede Hunlara da değindiği, pek çok mektup kaleme almıştır.
Lakin tez tarihyazımı alanında kaldığı için Hieronimus’un bu kayıtlarına tezde yer
verilmemiştir.143
140
ODB II, s. 1033.
141
Türkçe anlamı: Meşhur adamlar üzerine.
142
Cronographia: 289. Olimpiat h.
143
ODB II, s. 1033.
51
I.III.IV. PAVLUS OROSIUS (d. yak. 375 – ö. 418’den sonra)
Bir Latin teolog ve yazar olan Orosius, muhtemelen Portekiz’in kuzeyindeki
Braga’da 144 doğmuştur. Orosius 412 yılı sularında, Cezayir’in kuzey doğusundaki
Annabah
145
şehrine gelmesiyle kendisini Beytüllahim’e, Hieronymus yanına
yollayacak Aurelius Augustinus Hipponensis 146 ile tanışır. Filistin’deyken bazı
teolojik münakaşaların içinde yer alır. Afrika’ya geri dönünce Augustus kendisine bir
tarih kitabı yazmasını telkin eder. Bunun üzerine Historiae Adversus Paganos147 adlı
eserini kaleme aldı.148
Aynı zamanda ilk Hıristiyan dünya tarihi örneği olan, 416-417/18 yıllarında
kaleme alınmış Historiae Adversus Paganos, yaratılışından başlayıp 417 yılında
kapanan yedi kitaptan müteşekkil bir çalışmadır. Orosius bu kitabı, Augustinus’un
kendisinden De civitate dei
149
adlı eserini tamamlayacak bir çalışma ortaya
koymasını talep etmesi üzerine yazmıştır. Eser, 410 yılında Roma şehrinin Gotlar
tarafından yağmalanmasının ahali üzerindeki tesirinden yararlanarak Romalıların
sorunlarının nedenini, eski tanrılara sırtlarını dönmüş olmaları olarak lanse eden
pagan telkinlerini asılsız çıkarmak ve cennet argümanını güçlendirmek amacıyla
tasarlanmıştır. Eser yalın bir dille yazılmış olmakla birlikte kaçınılmaz olarak, her
zaman da dürüstçe olmayan, taklitler içerir ve Orosius’un kendi döneminin öncesi
hakkındaki bölümleri özgün olmaktan çok uzaktır. Bizans döneminin çok önemsenen
bir eseri olması, Halife III. Abdurrahman tarafından 959 yılında Arapçaya tercüme
144
Romalıların verdiği isimle Bracara.
145
Romalıların verdiği isimle Hippo yahut Hippo Regius.
146
Saint Augustinus yahut Saint Austinus.
147
Türkçe anlamı: putpereslere karşı tarih.
148
ODB III, s. 1537; New Pauly X, s. 240-241.
149
Türkçe anlamı: Tanrı şehri.
52
ettirilmesi ve yaklaşık iki yüz yazmasının günümüze ulaşmasından da anlaşılacağı
üzere, tesiri her yere yayılmış bir eserdir. 150
Eserdeki Hun tarihiyle ilgili kısımlar edisyonlarda numaralandırıldığı
şekilleriyle şunlardır: Hunların ‘ulaşılmaz dağlar’ın ardından çıkması ve Gotlara
hücum etmesi151, I. Theodosius’un Hun, Alan ve Gotlara karşı seferi152, Hun, Alan ve
Gotların kendi içindeki mücadelelerinden bahis 153, Hunların ve Gotların Radagius
karşısında Roma’ya desteği154, Hunların da aralarında yer aldığı kuzeyli ‘barbar’ların
Roma topraklarına kabulü.155
I.III.V. THEBAILI OLYMPIODORUS
Mısır’ın Thebai şehrinde doğmuş Yunanca yazan beşinci yüzyılın tarihçi, şair
ve felsefe meraklısı bir portresidir. Yirmi yıl boyunca, dans edebilen, şarkı
söyleyebilen bir papağan ile maceraperest seyahatler yapmıştır. 412 yılında Hun
önderlerinden Donatus’a gönderilen bir elçilik heyetinde yer almıştır. Müteakip on
yılda Atina’da bulunmuş ve Mısır’a geri dönmüştür. 156
Olympiodorus, muhtemelen 412 yılında Ravenna veya İstanbul’dan hareket
edip Hunlara gönderilen elçilik heyetinin başkanı olarak görevlendirilir. Elçilik
heyetinin temas kurduğu Hunların, Tisse de mi yoksa Kuzey Batı Karadeniz
havalisinde mi olduğu açık olmasa da her halükarda Tuna Nehri’nin sol kıyısında
oldukları anlaşılmaktadır. Karadeniz üzerinden Tuna’ya yahut Adriyatik Denizi’nin
150
ODB III, s. 1537; New Pauly X, s. 241.
151
Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 33. 9-15.
152
a.g.k. VII. 34. 5-10.
153
a.g.k. VII. 37. 3.
154
a.g.k. VII. 37.12.
155
a.g.k. VII. 41. 7-8.
156
ODB III, s. 1524.
53
Dalmaçya kıyılarından kuzeye hareket eden elçilik, seyahati esnasında deniz yolunu
kullanmıştır. Bu devirde Hun kabileleri muhakkak surette birlik tesis etmişlerdi ve
başlarında ὁ τῶν ῥεγῶν πρῶτος ‘krallarından birincisi’ olan Κaraton
157
bulunmaktaydı.
Olympiodorus’un tarih alanındaki bu eseri, yirmi iki kitaptan müteşekkil olup
407-422 yıllarını kapsamaktadır ve II. Theodosius’a ithaf olunmuştur. Eserin aslı
günümüze ulaşmamakla birlikte; Philostorgius, Sozomenus ve bilhassa Zosimus’un
çalışmalarına kaynaklık etmiştir.158 Bu ve diğer yazarların iktibasları ve Photius’un
derlemeleri aracılığıyla, Olympiodorus’un kaybolan bu çalışması belirli ölçülerde
günümüze aksetmiş olmaktadır. Eserin doğrudan günümüze ulaşan yegâne bölümü
olan XLVI. fragman, Olympiodorus’un biçim ve üslup olarak kabalığını ve saldırgan
paganizmin Hıristiyan din adamları tarafınca sevilmemesinin nedenini açığa
çıkarmaktadır. Olympiodorus açık bir şekilde klasik üslubun bazı kanunlarını,
özellikle de basit Latince sözlere yer vermek suretiyle ihlal etmiştir. Lakin kendisini
Geç Roma müverrihlerinin en ‘bilimsel’ portresi konumuna çıkartan, gerçekleri ve
figürleri, ağdalı bir üslup kullanarak sunmayı yeğlemiştir.159
Eserin günümüze ulaşan parçaları arasında Hunlar ile alakalı olarak yukarıda
bahsedilen sefaretten, Hun önderlerinden Donatus’un öldürülmesinden ve hükümdar
Karaton’un buna verdiği tepkiden 160 ve ‘atalar kültünü’ çağrıştıran bir nedenden
157
Bu ad için bkz. Bölüm II.II.I.
158
Photius Bibl. Cod. LXXX’den naklen ODB III, s. 1524.
159
ODB III, s. 1524.
160
Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX.
54
ötürü Hunların Roma topraklarına düzenledikleri bir seferlerden161 bahseden haberler
yer alır.
I.III.VI. PHILOSTORGIUS (d. yak. 364/ yak.368162)
Kapadokya kökenli mütevazı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen
Philostorgius’un biyografisi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Gençliğinde eğitimini
tamamlamak amacıyla İstanbul’a gittiği düşünülmektedir lakin bu eğitimin hukuk
alanında mı, din alanında mı olduğu açık değildir. Hemşehrisi Eunomius’un Yeni
Ariusçuluğu’nun tesirinde bir teoloji anlayışını benimsemiştir. 163
Ariusçuluğun neden olduğu parçalanmanın tesirinde, Eusebius’u başlangıç
olarak seçerek 320-425 yılları arası dönemi kapsayan ve on iki kitaptan oluşan bir
Historia Ecclesiastica 164 kaleme almıştır. Bu eserin aslı kaybolmakla birlikte,
Photius tarafından yapılmış bir özeti mevcuttur. Photius, özetin başından sonuna
değin Philostorgius’u, heretik ve dine karşı saygısız biri ve de Arius, İzmitli 165
Eusebius, Apollinarius ile dördüncü ve beşinci yüzyılın diğer heretiklerinin
savunucusu olarak tenkit ettiği gözlemlenmektedir. Geniş bir genel kültüre sahip
olduğu anlaşılan Philostorgius, ücra ve bilinmeyen memleketler, bilhassa Asia ve
Africa’nın içbölgeleri hakkında coğrafî yahut diğer pek çok ayrıntıyı anlatısına
eklemiştir. Kehanetler, canavarlar, mucizeler ve diğer olağanüstü olaylar söz konusu
olduğunda safdilliğe meyyal bir yapısı vardır. Eserinde bu tarz söylencelere dikkat
161
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
162
New Pauly XI, s. 113.
163
ODB III, s. 1661; New Pauly XI, s. 113.
164
Türkçe anlamı: kilise tarihi.
165
Romalıların verdiği isimle Nicomedia.
55
çekecek oranda geniş bir şekilde yer verir. Onu bir heretik olarak kabul eden Photius,
bu yönünü hararetle eleştirmekle birlikte üslubunu övmekten de geri durmaz. 166
Photius’un bu özeti, J. Gothofredus’un yorumlarıyla Latinceye çevrilmiş ve
Geneva’da 1642 yılında, ayrıca H. De Valois tarafından Compendium Historiae
Ecclesiasticae Philostorgii, quod dictavit Photius Patriarcha, adıyla Paris’te 1673
yılında yayınlanmıştır. Fransızca çevirisi ise 1676 yılında Paris’te; Abregé de
l'Histoire de l'Eglise de Philostorge ismiyle basılmıştır.167
Tez kapsamında ele alınan eserler içinde ‘kilise tarihi’ türünün ilk örneği olan
bu çalışmada, Hunları Herodotus’da geçen Neuriye bağlamak suretiyle onların
kökenine ve Gotlara akın etmelerine168; Hunların Tuna havalisini ele geçirmelerine,
Roma’ya akınlarına ve diğer taraftan, Karadeniz’in doğusundan sarkarak Anadolu’ya
sefer düzenlemelerine169 dair bilgiler yer alır.
I.III.VII. SOCRATES SCHOLASTICUS170 (d. 380171-ö. 439’dan sonra)
İstanbul doğumlu bir diğer kilise tarihçisi olan Socrates, her ne kadar
Scholasticus olarak çağrılıyorsa da onun bir hukukçu ya da papaz olduğuna dair
iddialar vardır. İskenderiye’den İstanbul’a sürgün edilen pagan gramerciler
Ammonius ve Helladius’un öğrencisi olmuştur. Socrates’in Yunanca kaleme aldığı
Historia Ecclesiastica172 adındaki Hunlara da değinmek suretiyle 305-439 yıllarını
kapsayan eser; her biri, Doğu Roma imparatorlarından birinin hükümdarlık
166
ODB III, s. 1661; New Pauly XI, s. 113-114.
167
ODB III, s. 1661.
168
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17.
169
a.g.k. XI. 8.
170
Yunanca yazımıyla Σωκράτης Σχολαστικός.
171
New Pauly 380 yılından sonra olarak göstermektedir. New Pauly XIII, s. 600.
172
Yunanca yazımı ile Ἐκκλησιαστικὴ ἱστορία.
56
dönemine ayrılmış yedi kitaplık bir çalışmadır. Eusebius’un aynı isimli çalışmasının
devamı izlenimini veren bu eser, sade bir üslupla yazılmış ve 444 yılından önce
tamamlanmıştır. Eser, askerî tarihi de içeren dünyevi olaylara, İstanbul’da vuku
bulmuş pek çok yerel hadiseye yer verir. Socrates, kaynaklarına kelimesi kelimesine
atıfta bulunan iyi bir eleştirel tarihçidir. İskenderiyeli Athanasius bir incelemesinde,
Socrates’in çalışmasını yazarken birinci kaynak olarak kullandığı Aquileialı
Rufinus’un Latince Ecclesiastica Historiasının pek çok kronolojik hata ihtiva
ettiğine Socrates’i ikna edince, eserinin yeni bir edisyon yayınlamıştır. Dördüncü ve
erken beşinci yüzyıl için önemli bu çalışmayı kaleme alan Socrates, tezin kapsamı
içindeki Sozomenus ve Theodoretus ve daha başkaları tarafından taklit edilen ve
başvurulan bir müverrih olmuştur.173
Socrates, Hunlarla ilgili olarak onların Gotlar ile mücadelesini, 174 Roma’nın
doğu eyaletlerini yağmalamalarını,175 tartışmalı Hun-Burgund muharebelerini,176 Rua
ve ona bağlı birliklerin ‘Tanrının gazabına’ uğramalarını haber verir.177
I.III.VIII. SALAMINUS HERMEIAS SOZOMENUS
Sozomenus Gazze doğumlu, İstanbul’da hukuk tahsili görmüş ve hukukçu
yahut scholasticus olarak çalışmış beşinci yüzyıl kilise tarihçisidir. Doğum ve ölüm
tarihleri tespit edilememektedir. 439 ile 450 yılları arasında yazdığı Historia
Ecclesiastica adını taşıyan, günümüze ulaşan büyük bölümü 324-425 yıllarını
kapsayan eserini, Eusebius’un çalışmasının devamı olarak tasarlamış ve İmparator II.
Theodosius’a ithaf etmiştir. Karmaşık teoloji tartışmalarına, kilise politikalarına ve
173
ODB III, s. 1923; New Pauly XIII, s. 600-601.
174
Socrates Historia Ecclesiastica IV. 34.
175
a.g.k. VI. 1.
176
a.g.k. VII. 30.
177
a.g.k. VII. 43.
57
papazlara mesafeli durmakla birlikte yine de dokuz kitaptan oluşan bu eserini tipik
bir mümin edası ile yazmıştır. Sozomenus, çalışmasını kaleme alırken yararlandığı
pagan tarihçi Olympiodorus’un, kendisi gibi II. Theodosius’a ithaf ettiği eseriyle bir
yarışma içinde olduğu göze çarpmaktadır. Historia Ecclesiastica’nın dokuzuncu
kitabı yani 425-439 yıllarını içeren son kısmı kayıptır. Sozomenus eserini yazarken,
tenkit etmekle birlikte geniş olarak selefi Socrates’den, ayrıca Rufinus, Gelasius ve
kilise edebiyatından yararlanmış ve dördüncü yüzyılın bir takım belgelerini
kullanmıştır. Diğer taraftan, Xenophon 178 gibi klasik Yunan müverrihlerinden de
istifade etmiştir. Sozomenus, Socrates’i tamamlayan bu önemli çalışmasında,
dogmatik hususlarda mucizelere inanmaya meyilli olmasına rağmen, kullandığı diğer
kaynaklar ve özellikle belgeler onun eserini, bu devrin tarihsel edebiyatında seçkin
bir yere taşımıştır.179
Sozomenus’un çalışmasında; Hunların ortaya çıkışına dair anlatı,180 Hunların
İskitya kiliselerinin kendisine bağlı olduğu Theotimus’a bakışı, 181 Doğu Roma
eyaletlerine 182 ve Trakya’ya seferi
183
ve nihayet Uldız idaresindeki Hunların
Roma’nın balkan eyaletlerine akınlarına184 dair bilgiler verir.
I.III.IX CYRRHUSLU185 THEODORETUS (d. yak. 393-ö.yak. 423)
Hıristiyan müellif ve müverrih, Antakya’da doğmuştur, 423 yılından sonra
Cyrrhus piskoposu olmuştur. Ailesinin, Hıristiyanlığa hizmet etmesini arzulamasına
178
Yunanca yazımı ile Ξενοφῶν (Ksenofon).
179
ODB III, s. 1932-1933; New Pauly XIII, s. 684.
180
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
181
a.g.k. VII. 26.
182
a.g.k. VIII. 1.
183
a.g.k. VIII. 25.
184
a.g.k. IX. 5.
185
Çağdaş Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırı yakınlarındaki antik şehir. Modern Nebi Huri.
58
rağmen klasik bir eğitimden geçmiştir. Genç yaşında bir anagnost olmuş ve nihayet
bir manastıra intisap etmiştir. İskenderiyeli Cyrilus’a karşı bir Nestorius yanlısı
olarak devrin teoloji tartışmaları içinde yer almıştır. Daha sonra ömrünün geri
kalanını geçireceği piskoposluk bölgesine dönmüştür. Çoğu teoloji hakkında olmak
üzere pek çok eser yazmıştır. Tezin kapsamına giren çalışması, 444-450 yılları
arasında kaleme aldığı Historia Ecclesiastica adlı eseridir. Kilise tarihçiliği alanında
eser veren çağdaşı Sozomenus ve Socrates’ten farklı olarak kiliseye dair hususlara da
bu eserinde yer vermiştir.186
Tez bağlamında ise bu kaynakta, muhtemelen Tuna havalisindeki Hunları kastederek
onların Hıristiyanlığa meylinden187 ve Trakya’yı yağma eden Rua’nın, Tanrının gazabına
uğramasından188 söz edilmektedir. Tez kapsamında ele alınan eserler arasında, Hunları ilk
kez İskit olarak adlandırması ve onlar hakkındaki göçebelik vurgusu, nicelik olarak sınırlı
olan bu kayıtları önemli kılmaktadır.
I.III.X. PRISCUS (d. 410/420 - ö. 472’den sonra)
Hunlar hakkındaki bildiklerimizin çoğunu kendisine borçlu olduğumuz Priscus,
Panion 189 doğumlu İstanbul’da yaşamış bir müverrih ve hatiptir. 190 Muhtemelen
önceleri bir hitabet -retorik- öğretmeniyken daha sonra, comes Maximunus’un
adsessoru –danışmanı- olarak 449 yılında Attila’ya gönderilen elçilik heyetinde yer
186
ODB III, s. 2049.
187
Theodoretus Historia Ecclesiastica V. 31.
188
a.g.k. V 36.
189
Marmaranın kuzey sahilinde, çağdaş Tekirdağ yakınlarında bir geç Antikçağ kenti. ODB
III, s. 1571.
190
Örneğin Kilise tarihçisi Evagrius, onu hatip yani ‘retor’ sıfatıyla ‘Retor Priskus’ olarak
zikreder. Evagrius Historia Eclastica II. 5.
59
almıştır. 191 Roma’yı 450 yılında ziyaret etmiş 192 ve 452-453 yıllarında Mısır ve
Arabistan’a giden Maximinus’a eşlik etmiştir.193 Yaklaşık 456 yılında Marcianus’un
magister officorumu Euphemius’un danışmanlığını yapmıştır.194
Kaleme aldığı tarih kitabının tüm kopyaları kaybolmuş, günümüze sadece
ondan derlenmiş pasajlar ulaşmıştır. Çalışmanın aslı sekiz kitaptan müteşekkildir,
günüzüme ulaşan fragmanlar ise 433-434 yılından 470 yılları arasındaki dönemini
kapsamaktadır. Eserin kapsamı hakkında kati bir kanaate sahip olmak imkânı
olmamakla
birlikte,
Attila
hakkında
bağımsız
bir
bölümü
ihtiva
ettiği
anlaşılmaktadır. Priscus’un eserinden; onuncu yüzyılda İmparator Constantinus
Porphyrogenetus’un hazırlattığı Excerpta de legationibusda geniş bir şekilde derleme
yapılmıştır ki günümüze kalan pasajların çoğu, varlığını bu çalışmaya borçludur.
Ayrıca onun bilgeliğini ve üslubunun inceliğini öven Evagrius Scholasticus’dan
Suda’ya varıncaya kadar Doğu Roma yazarları, bir hayli itibar ettikleri Priscus’un
eserinden iktibaslar yapmaları sayesinde diğer bazı pasajlar günümüze ulaşabilmiştir.
Diğer taraftan her ikisi de Latince yazan Cassiodorus ve onun üzerinden Iordanes
tarafından da, bu eserden geniş olarak derlemeler yapılmıştır ki Hunlar ile ilgili pek
çok kaydı sadece bu alıntılamalar sayesinde bilebilmekteyiz. Priscus, askerî
hadiselerde, özellikle kuşatmalarda çoklukla gerçekten ziyade edebiyata bağlı
kalarak retoriğe aşırı düşkün olabilmektedir. Çağdaşı olan ‘barbar’lara karşı
yaklaşımı sıklıkla geleneksel kalıplar içindedir fakat kudretli insanlara karşı tavrı
ondan hoşlanıp hoşlanmamasıyla bağlantılı ve tutarsızdır. Priscus, Batı’da cereyan
191
192
Priscus Fragman XI/II [1 ve 2]
a.g.k. Fragman XX/III.
193
a.g.k. Fragman XXVI-XXVIII.
194
a.g.k. Fragman XXXIII; ODB III, s. 1721; New Pauly XI, s. 874.
60
eden hadiselere çok ilgi göstermemekle birlikte, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün
farkında olduğu metninde gün yüzüne çıkmaktadır.195
Priscus’un eserinden günümüze ulaşan metin parçaları -fragmanlar- yayına
hazırlanırken muhtelif şekillerde düzenlenmiş-sıralanmıştır. Tezde, Blockley’in
yaptığı düzenleme esas alınacaktır. Çeviri esnasında yararlanılan Ahmetbeyoğlu’nun
Türkçe ve Latışev’in Rusça tercümelerinde Muller edisyonu, Latışev için ayrıca
Dindorf edisyonu, esas alınmıştır. Blockley ile Muller/Dindorf edisyonlarında
fragman numaraları birbirini tutmamaktadır. Diğer edisyonlarla karşılaştırma
yapmak için Blockley edisyonunun sonunda yer alan listeye bakılabilir.196
Priscus, hem nitelik hem de nicelik olarak Hun tarihi için en zengin verileri,
Avar, Sabir ve Ogurlar hakkında ise kapsam dâhilindeki müverrihler içinde yegâne
kaydı sağlamaktadır. Uzun bir metin oluşturacağı için Priscus’da yer alan Türkler ile
ilgili verilerin bilançosu burada ayrıca sıralanmayacak, eserinde karşılaşılan dikkat
çekici birkaç veriden örnekler sunmakla yetinilecektir. Priscus’un terminolojisine
dair birkaç şey söylemek gerekirse, Barbar nitelemesini Afrika’daki göçebe
kabileler,197 Kuzeydeki Vandallar, Gotlar198 için de kullanır. Ama Sasanileri bu sözle
nitelediğine rastlanmamıştır. Sasanileri hem Pers hem de Part olarak adlandırır,
hükümdarları içinse kralın yanı sıra çoğunlukla monark (μονάρχ) Pers monarkı yahut
Part monarkı diye niteler.199
195
ODB III, s. 1721; New Pauly XI, s. 874.
196
R. C., Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire
II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text translation and historiographical notes,
ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 10, Liverpool, 1983, s. 491-494.
197
Priscus Fragman XXVII.
198
Örneğin Priscus Fragman LI, LIII.
199
Bkz. örneğin Fragman XLI/I.
61
Priscus, Hunlar için kullandığı isimlerden bazılarını, kuzeyin diğer kavimlerine
mensup olanların da adı olarak kaydetmiştir. Örneğin, Attila’nın kardeşi olan Bleda
Βλήδα antroponimi, İmparator Marcianus’un Vandal kralı Gaiseric’e yolladığı
elçinin adı olarak da kaydedilmiştir. Bu Bleda Gaiseric’in mensubu olduğu heretik
inancın, Ariusçuluğun, bir papazıdır.200 Iordanes’in muhtemelen ondan iktibasla, ilk
Hun önderinin adı olarak kaydedeceği Balamir’i Βαλάμερ, hükümdarlığının
yıkılmasının akabindeki devirde, bu coğrafyanın sakinlerinden Ostrogotların lideri
İskit olarak nitelediği kişinin adı olarak sunar.201
Magister Millitum Ricimer’in parayla bulduğu destekçileri İskit olarak
nitelenmiştir.202 Bu İskitleri PLRE203 de Hunlar olarak belirtilmiş olmasına rağmen
Blockley204 muhtemelen onların Pannonia’daki Ostrogotlar olduğunu ifade etmiştir.
Son olarak Ahmetbeyoğlu’nun onun hakkındaki önemli bir tespitine yer
vermek gerekir. Ahmetbeyoğlu, Priscus’un Exc. de Leg. Rom. aracılığıyla elimize
ulaşan fragmanlarında, Hunlar hakkında ‘çirkin hiçbir kayıt mevcut’ olmaması
nedeniyle Iordanes’in iktibası sayesinde haberdar olduğumuz pasajlardaki Hunlara
dair ‘çirkin’ ifadelerin bizzat bu müverrih tarafından metne eklenmiş olması
gerektiğini düşünmektedir.205
I.III.XI. PROSPERUS AQUITANUS
Prosperus Aquitanus yahut İngilizce literatürde çağrıldığı adıyla Prosper Tiro
yahut Aguitaineli Prosper, Galya kökenli olmakla birlikte, olgunluk çağının büyük
200
Priscus Fragman XXI/I.
201
Priscus Fragman XXXVII.
202
Priscus Fragman XXXVIII.
203
PLRE II, s. 708-710.
204
Blockley 1983, s. 394-395, sn. 147.
205
A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 2001, , s. 170.
62
kısmını Roma’da geçirmiştir. Papalık bünyesinde, muhtemelen 469 yılında önemli
bir mevki elde etmiştir. Prosperus hem Galya hem de Roma’da devrin ilahiyat
tartışmalarına dâhil olmuştur. Kroniği çalışmalarından sadece biridir. Bu eser 378
yılına değin olan bölümü Hieronymus’un ünlü kroniğinin bir özeti hükmündedir ve
ardından Prosperus tarafından kaleme alınan devam kısmı gelir. 433 ile 455 yılları
arasında birkaç edisyonu kaleme alınmıştır. Prosperus’un, Geç İmparatorluk devrinin
Doğu ve Batı olmak üzere iki konsülünün görev yıllarını, kroniğinin Hz. İsa’nın
çarmıha gerilmesinden başlattığı kendine özgü takvimlendirme sistemine eklemek
suretiyle, çağdaşı tarih kayıtlarına tesir etmiştir.206
Prosperus bu çalışmasında, Hunlar ile ilgili olarak Roma askerî hizmetindeittifakında görev almaları, 207 Aetius’un Hunlara sığınması, 208 Hunların Burgunları
tarumar etmeleri,209 Trakya ve Illyricum’u tahribi,210 Attila’nın Bledayı öldürüşü,211
Attila’nın Galia 212 ve İtalya 213 seferi ve ölümü ile müteakip dönemde Hun
hükümdarlığında yaşananlar214 ile ilgili veriler sağlamaktadır.
I.III.XII. ZOSIMUS
Doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemekle birlikte beşinci yüzyılın
sonu ile altıncı yüzyılın başında yaşadığı düşünülen Zosimus, son pagan müverrihtir
ve bu çalımanın kapandığı isimdir. Muhtemelen Suriye yahut Filistin kökenli olan
206
A. C. Murray, From Roman to Merovingian Gaul, Peterborough, 2000, s. 62.
207
Prosperus Epitoma Chronican 398 a. (Miladi takvimde 410 Yılı ve 412 Yılı)
208
a.g.k. 405 a.
209
a.g.k. 408 a.
210
a.g.k. 415 a.
211
a.g.k. 417 a.
212
a.g.k. 424 a.
213
a.g.k. 425 a.
214
a.g.k. 426 a.
63
Zosimus, hukuk eğitimi almıştır. Eserinin başlığında da bir comes ve advocatus
fisci215 olduğu belirtilmiştir. Gazzeli sofist Zosimus yahut Askalon ile özdeşleştirilme
önerilerinde bulunulmuş ise de bunlar kabul edilebilir değildir.216
Zosimus’un çalışması, Historia nova’yı217 ne zaman tamamladığı kati surette
tespit
edilmemiş
olmakla
birlikte,
501
yılı
civarında
olması
gerektiği
düşünülmektedir. 218 Bu eser, Eski Yunan hakkında yüzeysel bir girişten sonra
Diocletianus devrinden itibaren Roma İmparatorluğu merkezinde 410 yılına kadar
gerçekleşen olaylara değinir. Çalışmada, beşinci kitabın yirmi altıncı bölümünden
başlanarak 270-404 dönemi için, özellikle her ikisi de kendisi gibi pagan olan
Eunapius
ve Olympiodorus’un kayıp
eserleri kullanılmıştır.
Eunapius
ve
Olympiodorus’un eserlerinin günümüze ulaşmaması nedeniyle, Zosimus’un bu
çalışması daha bir önem kazanır. Bu çerçevede her iki müverrihin Hunlar hakkında
verdikleri bilgilerin akislerine Zosimus’da denk gelmek mümkündür.
Historia nova, Alaric’in Roma’yı ele geçirmesinden önce birdenbire kapanır.
Eserde karşımıza çıkan bunun gibi durumlar, çalışmanın tamamlanmamış olduğuna
işaret etmektedir. Eserin başlığındaki Nova -yeni- ifadesi, Photius’un belirttiği gibi
ikinci bir edisyondan ziyade Hıristiyanlığa karşı bir mücadeleyi çağrıştırmaktadır. Bu
çerçevede eser, bir anlamda Augistunus ve Orosius gibi Hıristiyan yazarlara cevap
olarak kaleme alınmıştır. Son pagan müverrihler arasında yer alan Zosimus, aynı
zamanda Roma’nın düşüşünü ilk kez telaffuz edenlerden biridir. Her ne kadar
215
Türkçe anlamı: hazine avukatı.
216
ODB III, s. 2231; New Pauly XV, s. 971.
217
Yunanca olan bu eserin esas adı: Ἱστορία νέα Historia neadır. Historia nova ise Latince
yazımıdır. Türkçe anlamı Modern zamanlar tarihidir.
218
New Pauly, eserin kaleme alınma dönemini 498-518 yılları olarak göstermektedir. New
Pauly XV, s. 971.
64
Eunapius ve Olympiodorus birer bilgin olarak Zosimus üzerinde tesirleri görünse de,
onun pesimist yaklaşımı ve Roma İmparatorluğunun çöküşünü tarihsel bir vaka
olarak görüşü kendi konsepti olarak vucuda gelmiş olsa gerektir. Zosimus’un
eserinde, farklı kaynaklarda yer alan aykırı hususları fahiş bir dikkatsizlikle sunduğu
gözlemlenmektedir. Yine de diğer kaynakların yetersiz kaldığı üçüncü yüzyıl ve 378410 yılları için en mühim müverrih olarak karşımıza çıkmaktadır. Zosimus’un eseri,
muhtemelen Stoudios manastırında istinsah edilmiş, birkaç Bizanslı editör tarafından
yapılan tenkitleri içeren tek yazma sayesinde günümüze ulaşmıştır.219
Zosimus’un kayıtlarında, Hunların kökeni ve ortaya çıkarak Gotlara
saldırması,
220
Hunların savaş tarzları,
221
Gotların Hun saldırıları karşısında
tutunamayıp Roma İmparatorluğuna sığınmaları,
222
Balkanlarda tutunamayan
Gotların bu sefer Hunlara sığınmaları,223 Hunların tazyikiyle diğer bir Got kafilesinin
Roma üzerine yürümesi,224 I. Theodosius’un aralarında Hunların da yer aldığı bazı
kuzey kavimlerini mağlup etmesi, 225 Uldız ile Gainas’ın mücadelesi, 226 Uldız’ın
Balkan seferi227 ve Hunların önce Radagius karşısında, daha sonra farklı sebeplerden
Roma ordusunda yer almaları228 hakkında veriler yer alır.
219
ODB III, s. 2231; New Pauly XV, s. 971-972; R. T. Ridley, Zosimus New History A
Translation with Commentary, Australian Association for Byzantine Studies Byzantina
Australiensia 2, Canberra, 1990, s. IX.
220
Zosimus Historia nova IV. 20. 3.
221
a.g.k. IV. 20. 4.
222
a.g.k. IV. 20. 5. ve 26. 1.
223
a.g.k. IV. 22. 3. ve 23. 6.
224
a.g.k. IV. 25. I.
225
a.g.k. IV. 34. 5-6.
226
a.g.k. V. 22. 1., 2. ve 3.
227
a.g.k. V. 22. 3.
228
a.g.k. V. 26. 4, 34. 1, 37. 1, 45. 6 ve 50. 1.
65
I.IV. GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA ‘HUNLUK’ BİLGİSİNİN
OLUŞUMU
Romalıların gözünde Tükleri ele almadan önce, Geç Roma müverrihlerinin bu
kavimler içinde ilgilerini ilk sırada yöneltikleri Hunlar hakkında, daha öncesine ait
Roma bilgi birikiminin tespitini yapmak, özellikle erken dönemde müverrihlerinin bu
bilgi alanını hangi şartlar altında oluşturduklarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Bunun için en doğru adres ise Hunlar hakkında ilk haberleri229 veren Ammianus ve
Eunapius’un, dördüncü yüz yılın sonu ve beşinci yüzyılın başlarında kaleme aldıkları
eserleri olsa gerektir. Eunapius eserinin Hunlarla ilgili bölümünde sözlerine şöyle
başlar: ‘Bir zamanlar yazılmış Hunlara dair ilk anlatılarda, tüm Avrupa’ya
yayıldıkları 230 ve İskit ülkesinin kabilelerini tazyik ettikleri esnada nerede yaşıyor
oldukları ve kökenleri hakkında hiç kimsenin söyleyebileceği muayyen hiçbir şeye
sahip olmadığı sırada …’231 Görülebileceği üzere Eunapius burada, Hunların kökeni
hakkında bir bilgi boşluğu olduğuna işaret etmektedir. Çağdaşı Ammianus ise ‘eski
kayıtların, haklarında çok az bilgi verdiği…’ ifadesiyle bu durumu sanki tasdik
229
Yunan-Latin edebiyatında kaydedilmiş daha evvelki devre, Geç Roma dönemimin öncesine
ait bazı etnonimler ‘Hun’ adıyla ilişkilendirilmekte hatta özdeşleştirilmektedir. Bu yaklaşımlar doğru
olsun yahut olmasın, bu verilerin daha çok tarihyazımı haricindeki türlerde yer alması, kısa
değinmelerden ibaret olması ve dahası ‘Hun hükümdarlığının’ yahut ‘Hun kavminin’ tarihi noktasında
süreklilik arz eden izlenebilir nitelik taşımaması nedeniyle bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur.
Bu veriler hakkında Maenchen-Helfen’in (1973: 444-455) ‘Early Huns in Eastern Europe’ bölümüne
bakılabilir.
230
Muhtemelen “τὴν Εὐρώπην πάσαν ἐπέδραμον = tüm Avrupa’ya” yayılmak ifadesinin
metne, Eunapius’un günümüze ulaşan fragmanlarını derleyen Photius tarafından ilave edilmiş
olmalıdır. E. Ç. Skrjinskaya, İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica Vstupitelnaya
statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St. Petersburg, 2001, s. 273. Daha ayrıntılı
bilgi için bkz. Bölüm II.I.
231
Eunapius Fragman XLI.
66
etmektedir.232 Diğer bir ifadeyle Türk tarihinin Roma kaynakları alanında, Hunluk
bilgisinin ilk mübeşşirleri olarak görebileceğimiz iki müverrih de, kendi
devirlerinden önceki Hun tarihine ve pek tabii onların kökenlerine dair malumatın
yetersiz olduğu noktasında hemfikirdirler.233
Eunapius, bu sorunu aşabilmek adına izlediği yolu eserinde ifade ederken, bir
bakıma günümüze, bu devirde bir müverrihin veri toplama ve metin oluşturma
noktasında gösterdiği çabaların ve yaşadığı kaygıların panoramasını da sunmaktadır.
Hunlar hakkında veriler sunan diğer meslektaşlarının, onları edinme yöntemine dair
böylesine geniş bir değerlendirme yapmamış olması, bu satırların değerini daha da
arttırdığı ve onlar hakkındaki verileri doğru değerlendirme noktasında tarihçilere çok
şeyler sağladığı kuşkusuzdur.
Eunapius bu çerçevede ‘kadim yazarlardan derlemeler yaptı[ğını] ve olasılık
ölçütüne bağlı kalarak sıraladı[ğını]’ söyler. Bunun yanında ikinci bir bilgi
kaynağına da ‘Şifahi haberlerden elde edilmiş bilgilerde, yazdıklarımın güvenilir
kabul edilmesi ve hikâyemin gerçekten uzaklaşmaması için doğruluk ölçütünü’
kullandığını belirtirken değinir. 234 Yaptığı çalışmada takip ettiği bu yolu: YunanLatin klasikleri yani ‘kadim yazarlar’daki kayıtlar ile çağdaş veriler yani ‘şifahi
haberler’ arasında kurduğu dengeyi şu benzetmeyle açıklar: ‘Küçük ve basit bir evde
çocukluklarını geçirmelerinin akabinde, çok iyi bir talihin eseri olarak büyük ve yüce
232
Ammianus Res Gestea XXXI 2 1.
233
Daha ayrıntılı bir değerlendirme için Bkz. Bölüm II.I.
234
Eunapius Fragman XLI. Burada ‘kadim yazarlar’ ve ‘şifahi bilgiler’ (τὰ παλαιά ve τὰ
ἀπαγγελλόμενα) olarak çevirdiğimiz Eunabius’un ifadelerinin anlamlandırılması ve değerlendirilmesi
hakkında bkz. Thompson 2000, s. 20-21.
67
bir konağın sahibi olmalarına rağmen alışkanlıkla eski evlerini hâlâ idealize eden ve
aziz tutanlarla benim tavrım aynı değildir’.235
Eunapius bu benzetmeyle çağdaş derlemeleri, ‘kadim yazarlar’dan iktibaslara
yeğlediğine işaret etmekte ve ‘Hunlara dair eski kayıtları kullanmaya rıza göstermiş’
olmasına ‘rağmen onları diğer kaynaklara’ eklediğini belirtmektedir.236 Bu esnadaki
tavrını ise ‘bir hastalıkla mücadele ederken başlangıçta, yardımcı olacağını
umdukları bir ilaç kullanan fakat daha iyi olan bir tanesini bulan ve deneyenlerin
öncekini onunla değiştirirken içinde oldukları haleti ruhiye’ ye benzetir.237 Eserinde
daha geç döneme ait verilerin daha eski döneme ait olanları göz ardı etmesine rıza
göstermediğini de ifade eden Eunapius, böylelikle elde etmek istediği sonucu şöyle
ifade etmiştir: ‘hakikat uğruna yenisini eklerken, eskisinin tarih tarafından kutsanmış
bir gelenek olarak kalmasına müsaade edip kayıtlara daha doğru tasviri ilave
edeceğim.’238 Görüldüğü üzere Eunapius’un iki kaynağı olduğundan bahsetmektedir.
Bunlardan biri; tarih tarafından kutsanmış bir gelenek diye sunduğu τὰ παλαιά
‘kadim yazarlar’ ve diğeri; hakikat uğruna başvurduğu τὰ ἀπαγγελλόμενα ‘şifahi
bilgiler’ olarak sunulmaktadır. 239 Başta belirtildiği üzere aynı durumun, yine aynı
kavim yani Hunlar hakkında yazan ve aynı devrin müverrihleri olan diğerleri için de
geçerli olduğunu düşünmek mümkündür.
235
Eunapius Fragman XLI.
236
Eunapius Fragman XLII.
237
yine orada.
238
yine orada.
239
Eunabius’un ‘kadim yazarlar’ ve ‘şifahi haberler’ olarak çevirdiğimiz bu iki ifadelesinin
anlamlandırılması ve değerlendirilmesi hakkında bkz. Blockley 1983, s. 140, sn. 90; Thompson 2000,
20-21.
68
Geç Roma tarihyazımının doğası üzerine belirtilmesi gereken diğer bir husus,
aralarında terminoloji birlikteliğinin olmayışıdır. Hunların erken dönemlerinde İskit
adı Gotları tesmiye için kullanılmış daha sonra ise aynı ad Hunları adlandırmak için
de kullanılmıştır. 240 Beşinci yüzyılın başında, Hunların mühim bir siyasal aktör
olarak temeyyüz ettiği dönemin müverrihleri Eunapius241 ve Philostorgius242; Gotları
kastederek, İskitlerin Hunlar tarafından sürüldüğünden bahis açmakta; bu siyasal
yapının artık ortadan kalktığı devrin sonrasında belki de bu yüz yılın sonunda yazan
Zosimus243 da aynı terminolojiyle anlatıyı tekrarlamaktadır. Diğer taraftan İskit adı
Ammianus’ta, bu sefer bir Germen halkı için değil bir İran halkı için; PerslerinPartların İskit kökenli olduğunu belirttiği esnada karşımıza çıkmaktadır.
244
Ammianus; Gotların her iki şubesini -Ostrogot ve Vizigot’u- ise bu adla değil
Greuthungi ve Thuringi olarak anmaktadır.245
Yine beşinci yüzyılın başında Hieronymus 246 ve Orosius’un 247 , aynı olayı
anlatırken Gotları, İskit değil bu ad ile tesmiye etmesi durumu iyice
karmaşıklaştırmaktadır. Son olarak ironik bir hal arz eden; Gotları İskit olarak
çağırdığı belirtilen Zosimus’un aynı eserinin aynı kitabının aynı bölümünde;
Hunlara’ın kökeninin Hükümdar İskitler olabileceğini kaydettiğini belirtmek
gerekir.248 Herodotus’a kadar inen249 Hükümdar İskitler adlandırmasının Geç Roma
240
Örneğin Theodoretus ve Priscus’da.
241
Eunapius Fragman. XLII.
242
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17
243
Zosimus Historia nova IV. 20. 3.
244
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20.
245
Örneğin a.g.k. XXXI. 3. 4. ve 5.
246
Hieronymus Cronographia 289. Olimpiat h.
247
Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 33. 10.
248
Zosimus Historia nova IV 20. 3.
69
tarihyazımında neye karşılık geldiği tam manasıyla vuzuha kavuşmamış olmakla
birlikte, bu adın bir parçasını oluşturan İskitin hem Got hem de onun karşıtı olan Hun
için kullanıldığı görülmektedir.
Müverrihler kökü klasiklere inen İskit etnonimini kullanırken belirleyici olan
herhalde ne ortak köken ne Türkiye’de sıkça karşılaşılan bir yanılgı olan: benzer bir
yaşam formasyonu –göçebelik- değildir, zira Germen ve İran halkları genel olarak
yerleşik ve tarımcıdır250 ve Türk halkları ise genel olarak göçebedir. Bu çerçevede
ODB’nin İskitler maddesindeki; Bizans yazarlarının bu terimi dördüncü yüzyıldan
itibaren Hunlardan başlamak üzere, karşılaştıkları tüm göçebe halkları tesmiye için
kullandıkları genellemesi de yanlıştır. 251 Zira bu adı hem dört hem de beşinci
yüzyılın müverrihleri arasında, yukarıda gösterildiği üzere, Hunları değil onların
mücadele ettiği ve göçebe olmayan halkları adlandırmak için kullananlar vardır.
Netice itibarıyla; İskit adının müverrihler tarafından kullanımı hakkında bir
genelleme yapmak gerekirse, belki de Karadeniz’in kuzeyinin orta va batı
bölgelerine lokalize edilebilecek bir coğrafyada yaşayan halkları tesmiye için
kullanılması eğilimi olduğundan bahsedilebilir. 252 Lakin yinelemek gerekir ki bu
249
Herodotus Historiae IV 20
250
Hunların, Batı Avrasya’daki ilerleyişlerinin erken aşamasında topraklarını ele geçirdiği,
doğu Germen grubuna mensup Gotların ve çağdaş Romanya’dan Ukrayna’ya uzanan bu coğrafyanın
II.-IV. yy.lara tarihlenen tarımcı-yerleşik ‘Çernyahovskaya Kültürü’ Черняховская культура için
örneğin bkz. Heather 2012, s. 89.
251
ODB III, s. 1857 ve 1858: ‘Byz. writers used the term Scythians as an archaism denoting all
nomadic peoples whom they encountered, beginning in the 4th C. with the Huns…’
252
Alanın diğer bir mühim referansı olarak kabul edilen New Pauly, açıkça belirtilmemekle
beraber muhtemelen tez çerçevesinde Roma müverrihleri adı altında sunulanları da kapsamak
suretiyle, ‘Bizans’ yazarları tarafından ayrım yapmaksızın kuzey ve kuzey doğu barbarlarının bu ad ile
anıldığına işaret etmektedir. New Pauly XIII, s. 160.
70
coğrafyanın sınırlarını kati bir surette çizmek mümkün değildir ve müverrihler
arasında terminoloji birliği yoktur.253
Kuzey dünyası Roma edebiyatının bakış açısıyla Hunlardan bağımsız olarak da
‘barbar’ dünyasıdır. Lakin Hunlar için, Ammianus ve Eunapius’da karşımıza çıktığı
gibi, bu ‘barbar’ dünyanın en dışlanmışları-ürkütücü olanları olarak sunulmaları gibi
bir durum söz konusudur. Hunlar ile ilk karşılaşıldığında, Roma müverrihlerin onları
kuzeyin diğer ‘barbarlar’ın da ‘barbar’ı olarak sunmaları zamanla yerini daha
mütedil bir dile bırakmış gibi görünmektedir. Skrjinskaya’nın da dediği gibi Hun,
Got ve Alanlar; müverrihlerimizden örneğin Yunanca yazan pagan Olympiodorus’ta
olduğu gibi, Latince yazan Hıristiyan Orosius’ta da Avrupa’daki ‘barbar’ kabile
grupları olarak sunuldukları ve diğerlerinden, önceki müverrihlerin aksine, vahşilik
göndermesi üzerinden ayrıştırılmadıkları görülmektedir. 254
253
Etnonimler üzerinden Geç Roma müverrihlerinin bir terminoloji denemesi için bkz. A.
Üstün, “‘Kargaşa’ Esnasında Tarih Yazmak: Geç Roma Müverrihlerinde İskit ve Hun Etnonimlerinin
Kullanımı Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, c. 10, sayı 37 (Bahar 2013), s.1-13.
254
Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 34. 5.; Socrates Historia Ecclesiastica VI. 6. Zosimus Historia
Nova V. 22.; Marcellinus Chronicon 379 a., 400 a.; E. Ç. Skrjinskaya, “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V.
c. VIII (1956), s. 262-263, dn. 143.
71
II. BÖLÜM : TAHAYYÜLLER VE TESADÜFLER: KÖKENE, DİLE VE DIŞ
GÖRÜNÜŞE DAİR KAYITLAR
II. I. KÖKENLERİ
‘[Hunlar hakkında] … Diğer Got kabileleri arasında,
yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış şimdiye kadar insan
soyunun hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan
kopmuş bir kar fırtınası gibi, önüne gelen her şeyi ezip onu
yok ettiği yolunda büyük bir söylenti yayıldı.’255
Hunların kökeni, diğer bir ifadeyle dördüncü yüz yılın son yarısında Roma
müverrihlerin ilgi alanına girmesinden önceki devirleri, hem müverrihler hem
tarihçiler arasında farklı görüşlerin ileri sürüldüğü, tartışmalı bir konudur.
Tarihçiler arasındaki tartışma; Hun adını çağrıştıran daha önceki devre ait
Yunan-Latin edebi eserlerindeki kayıtlar ile Hunları ilişkilendirme ve De Guignes’e
kadar inen256 Şyunğ-nu – Hun özdeşleştirilmesini öngören yaklaşım olarak iki başlık
altında toplanabilir. Yunan-Latin edebiyatında kaydedilmiş daha evvelki devre -Geç
Roma dönemimin öncesine- ait bazı etnonimler ‘Hun’ adıyla ilişkilendirilmekte hatta
özdeşleştirilmektedir. Ucu daha açık olan bu kayıtlar, genel olarak bir isimden ibaret
kalan sadece coğrafyadaki mevcudiyetin daha erken devirlere kadar indiğinin
göstergesi olabilecek bir mahiyettedir. Bu yaklaşımlar doğru olsun yahut olmasın, bu
verilerin daha çok tarihyazımı haricindeki türlerde yer alması, kısa değinmelerden
ibaret olması ve dahası ‘Hun hükümdarlığının’ yahut ‘Hun kavminin’ tarihi
255
“Fama tamen late serpente per Gothorum reliquas gentes, quod invisitatum antehac
hominum genus modo nivium ut turbo montibus celsis, ex abdito sinu coortum adposita quaeque
convellit et corrumpit” Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8.
256
J. De Guignes, Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir Tatarların Tarih-i
Umumisi, İstanbul, 1923, s. 120-122.
noktasında süreklilik arz eden, izlenebilir nitelik taşımaması gibi nedenlerden ötürü,
bu tezin kapsamı dışında tutulmuştur.257
Bunlardan ikincisi maalesef Türkiye’de bir galat-ı meşhur olarak yaşamakla
birlikte, 258 tarihçiler tarafından genel olarak terk edilmiş bir görüştür.259 Şyunğ-nu ve
Hun konfederasyonunun bileşenleri arasında tabii ki aynı kavimlerin-kabilelerin
olduğu düşünülebilir 260 lakin her iki siyasi yapının kurucu kabilesinin özdeşliği,
eldeki verilerin iddia edilmesine müsaade ettiği bir husus değildir. 261 Zira Türk
tarihinin erken dönem edebi kaynaklarını sağlayan iki merkez açısından da Hunların
Avrasya’nın batısına doğru yayıldığı coğrafya; diğer bir ifadeyle Roma edebiyatı için
Karadeniz’in kuzey doğusu ve Çin edebiyatı için Türkistan’ın kuzey batısı,
projeksiyonlarına girmeyecek denli uzaktır.
Bu çerçevede Avarların Doğu Avrasya bağlantısı daha farklı yahut şanslı bir
konumdadır. Zira kaynaklar Avarların, Avrasya’nın batısına ilk sarktıkları anı değil
ama altıncı yüz yıldaki sürecinin Doğu Avrasya ile bağlantısını takip edilebilir
257
Bu veriler hakkında Maenchen-Helfen’in ‘Early Huns in Eastern Europe’ adlı bölümüne
bakılabilir. O. J. Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles-Londra, 1973, ss. 444-455.
258
Örneğin A. N. Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve
Devletleri, Ankara, 1972, s. 13; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1997, (1983 yayımının
tıpkıbasımı), s. 71; A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 2001, s. 16.
Türkiye’de karşı görüşü dile getirenler de olmuştur. Bkz. Ş. Baştav, “Avrupa Hunları”, şurada: H. C.
Güzel ve dğr. (ed.), Türkler I, Ankara, 2002, ss. 853-886, s. 853.
259
Örneğin L. Ligeti, “Attila Hunlarının Menşei”, şurada: Nemeth, ed, 1962, s. 26; D. Sinor,
“Hun Dönemi”, şurada: Sinor, D., ed., 2003, s. 247; I. Vasary, Erken İç Asya’nın Tarihi, İstnabul,
2007, s. 83.
260
Ligeti 1962, s. 26; Sinor 2003, s. 246; P. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara,
2002, s. 71.
261
Şyunğ-nu-Hun özdeşliği ile ilgili tartışmalar için bkz. Ligeti 1962, ss. 10-25; Ahmetbeyoğlu
2001, 9-16.
73
kılmaktadır. Bu talihi, kuşkusuz İran karşıtı bir cephe kurma fikri üzerinde duran
devrin Doğu Roma ve Kök Türk siyasi patronajına borçluyuz.
Tezin kronolojik kesitinin sonrasına düştüğü için hariçte bırakılan bu süreç,
Avrasya’nın doğusu ile batısı arasındaki demografik geçişlere örnek teşkil etmesi
noktasında manidardır. Daha sonra pek çok kez tarihsel verilerin şahitlik edeceği bu
doğudan batıya göç olgusu, belirtildiği üzere Hunlar için de benzer bir çıkarsama
yapma noktasında muhkem bir argüman oluşturmaktadır. Zira aşağıda gösterileceği
üzere müverrihler Hunları tanımadıklarını beyan ettiklerine ve evveliyatlarını
muhayyel zeminler üzerinden açıklama yoluna gittiklerine göre, Batı Avrasya’nın
yerli halkları arasında olmadıkları, dahası farklı bir coğrafyadan geldikleri sonucuna
ulaşmak gerekir. Böylelikle, kaynakların Hunların IV. yy.ın son yarısında bu bölgede
temeyyüz etmelerinden önceki suskunluğu için bir açıklama da belirmiş olur.
Avrasya coğrafyasının doğusu ile batısı arasındaki demografik hareketler,
doğuda ‘kaybedenlerin’ yahut doğuda güçlenenlerin batıya ilerlemeleri, bir genel
geçer önerme olarak ileri sürülebilecek niteliktedir. Hunların kökenine dair
müverrihlerin satırlarında temeyyüz eden temel öge, onların bilinmeyen-tanınmayan
oldukları vurgusudur. Dördüncü yüz yılın sonunda yazan Hunların ilk tanığı
Ammianus ile başlatacağımız bu tespit beşinci yüzyılın sonunda, tezin kronoloji
itibarıyla son metnini oluşturan eseri kaleme alan Zosimus’a varıncaya kadar birden
çok kez tekrarlanmaktadır.
Ammianus eserinin otuz birinci kitabında Hunlar için yazdığı ara bölüme262
şöyle başlar: ‘Yine de, Mars’ın263 gazabının alışılageldiği gibi her şeyi yangınıyla
262
Ammianus Res Gestae XXXI 2. 1-12.
74
birbirine katarak tetiklediği bütün bu yıkımın ve çeşitli felaketlerin tohumu ve
başlangıcı olan bu meseleyi araştıracağız. Eski kayıtların hakkında çok az bildiği
Hun
264
soyu, Maeotis bataklıklarının ötesinde, buzlu okyanusun yakınında
yaşamaktaydı …’265
Hunların ortaya çıktığı koşulları betimlerken Ammianus; mitolojik bir zemine,
savaş tanrısı Mars’ın gazabına, diğer bir ifadeyle pagan müverrih kendi tanrılarına
gönderme yapmaktadır. Burada ki ‘felaketler ve belaların başlangıcı ve tohumu’
ifadesi Gotların önce isyan ve Trakya’yı yağmalaması ve devamında ayaklanmayı
bastırmaya gelen Doğu Roma İmparatorluğu ordusunun üçte ikisini yok etmesi ve
hatta Doğu imparatoru Valens’i dahi öldürmeleri 266 sürecini tetikleyen, Gotları
yurdundan edecek Hun ilerleyişi kast ediyor olsa gerektir.267 Köken konusunda ise
‘monumentis veteribus leviter nota = eski kayıtların çok az bildiği’ni ifade ederek
haklarında bahis açtığı Hunların genel olarak ve özelde kökenleri itibarıyla daha
önceki devirlerinin Roma müellifleri tarafından, bilinmediklerine işaret etmiştir.
Ammianus, Hunların daha önceden bilinmediğini kati bir surette değil ‘leviter nota =
263
Yunan tanrısı Ares’in Latince karşılığı-özdeşi olan savaş tanrısı. Eski Roma takviminde
yılın ilk ayının, Türkçedeki mart, adı da ondan gelir ve bu ay ona adanmıştır, bu çerçevede İtalya
yerlilerinin telakkisinde ayrıca, bu ay içinde onun şerefine kutlanan bahar bayramları dolayısıyla Mars
için toprağın bereketinin simgeleme niteliği de söz konusudur. Mart ayı aynı zamanda imparatorluk
için sefer mevsiminin başladığı dönemdir. Mars, Roma gençliğinin de Tanrısıdır ve kurt ile yeşil
ağaçkakan kendisine adanmış hayvanlardır. Romulus ile Romus’u emziren kurdun Mars tarafından
görevlendirildiği düşünülür. Marcellinus’un burada kullandığı metafizik unsur onun Pagan kökeniyle
ilişkilendirilebilir. A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, 1972, s. 254; P. Grimal, Mitoloji Sözlüğü,
İstanbul, 1997, s. 472-473.
264
Krş. Zosimus Historia nova IV 20, Sozomenus Historia Ecclesiastica VI 37, Priscus
özellikle Fragman XI, Agathias Historiae V, 11 vd.
265
Ammianus Res Gestae XXXI 2 1.
266
9 Ağustos 378 Adrionopolis Savaşı.
267
O. J. Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles-Londra, 1973, s. 1.
75
çok az bildiği’ ifadesiyle ortaya koyması, doğal olarak burada hiç bilinmeme
durumunun söz konusu olmadığı sonucunu doğurur. Eğer bu ifade, edebi bir
tercihten fazlasını ifade ediyorsa, kastedilen bu bölümün başında değinilen, Roma
edebiyatının daha önceki devre ait eserlerinde tarihçilerin Hunlar ile ilişkilendirdiği
etnonimler olabilir.
Yaklaşık olarak Ammianus’un çağdaşı Eunapius’ta aynı durumu tespit
edecektir: ‘Bir zamanlar yazılmış Hunlara dair ilk anlatılarda, tüm Avrupa’ya
yayıldıkları ve İskit ülkesinin kabilelerini tazyik ettikleri esnada nerede yaşıyor
oldukları ve kökenleri hakkında hiç kimse söyleyebileceği muayyen hiçbir şeye sahip
…’268 değildi. Eunapius’un ifadesinde ise Hunların tanınmazlık durumu daha katidir:
Roma müelliflerinin Hunlar hakkında söyleyecek ‘muayyen hiçbir şey’i yoktur.
Eunapius’un bu pasajının doğru değerlendirebilmek için atlanmaması gereken bir
noktaya; Skrjinskaya’nın işaret etmiştir. Şöyle ki; Eunapius’un eserini yazdığı
esnada, eser 414 yılı ile kapanır, Hunlar henüz Avrupa’nın içlerine kadar
ilerlemişlerdir. Dolayısıyla Skrjinskaya’nın, ‘τὴν Εὐρώπην πάσαν ἐπέδραμον = tüm
Avrupa’ya yayılmak’ ifadesinin metne, Eunapius’un günümüze ulaşan fragmanlarını
derleyen Photius tarafından ilave edilmiş olabileceği savı yerinde olsa gerektir.269
Beşinci yüz yıl kilise tarihçilerinden Sozomenus’da, Hunların komşularınca
bilinmediğini söylerken dolaylı yoldan da olsa herhalde aynı duruma işaret
etmektedir: ‘Derler ki; Hun halkı ne Tuna270 ötesi Trakları ne de Gotların kendisi
268
Eunapius Fragman XLI.
269
E. Ç. Skrjinskaya, İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica Vstupitelnaya
statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St. Petersburg, 2001, s. 273.
270
Metinde Yunaca adıyla yani ‘İster’ olarak geçmektedir lakin toponimlerin günümüzdeki
Türkçe kullanımlar ile uyuşanları metinleri daha rahat okunabilir kılmak için bu tezde çağdaş
adlandırmalarıyla kullanılmıştır.
76
tarafından bilinirdi. Sınırları birbirine kavuşan bunlar yekdiğerini bilmezlerdi ..’ 271
Sozomenus’a göre bunun nedeni: ‘aralarında büyük bir göl uzanıyordu ve her biri
kendi yaşadığı kıyıyı dünyanın sonu, onun ötesini ise deniz ve sonsuz su sahası, kabul
ediyordu.’
272
Sozomenus’un burada Eunapius ve Ammianus’dan yukarıdaki
kaydından ayrıştığı nokta, Hunların tanınmayışının muhatabı olarak Roma dünyasını
değil komşuları olan Traklar ve Gotları beyan etmesidir. Lakin komşuları için de
tanındık olmadıklarını, başka bir kaydında Ammianus da belirtmiştir. ‘Diğer Got
kabileleri arasında, yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış şimdiye kadar insan soyunun
hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan kopmuş bir kar fırtınası gibi,
önüne gelen her şeyi ezip onu yok ettiği yolunda büyük bir söylenti yayıldı.273.’274
Tezin kronolojik kapsamının içinde son müverrih olan Zosimus da Hunların
tanındık olmayışı noktasında, selefi üç müverrihi teyit etmektedir. ‘Bu esnada, daha
önce bilinmeyen bir barbar kavim birdenbire ortaya çıktı ve Tuna’nın karşısındaki
İskitlere 275 saldırdı. Bunlara Hun denilirdi …’ 276 . Zosimus’u seleflerinin her
üçünden ayrıştığı nokta, Hunların kökenlerine dair faraziyeler ileri sürmesidir. Ona
göre Hunlar ‘ya hükümdar İskitler adlandırılması gerekenler ya küçük basık burunlu,
Herodotus’un277 Tuna havalisinde yaşadığını söylediği güçsüz halk …’ olanlardır.278
271
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
272
yine orada.
273
Geriye kalan Got kabileleri arasında, yoluna çıkan her şeyi yakalayan ve yok eden yüksek
dağlardan kopan bir kasırga gibi o zamana kadar bilinmeyen bir insan soyunun, dünyanın uzak
bucağından ortaya çıktığına dair bir söylenti yayıldı.
274
Ammianus Res Gestae XXXI 3 7.
275
Eunapius gibi onun eserinden geniş ölçüde yararlandığı düşünülen Zosimus’da ‘İskit’ adını
Gotlar için kullanmaktadır.
276
Zosimus Historia nova IV 20. 3.
277
Herodotus Historiae V. 9.’daki Sigynnae. Ridley 1990, s. 190; sn. 58.
77
Batı Avrasya’ya, daha kesin bir lokasyonla Karadeniz’in kuzey ve kuzey
batısına yayılmadan önce nerede oldukları yahut eski yurtları hakkında da
müverrihler muhtelif cevaplar vermişlerdir. Bunlardan birini Azak
279
Denizi-
Bataklıklarını merkez alan anlatılar oluşturur. Ammianus’un Hunlar için uygun
gördüğü bu coğrafya ‘ultra paludes Maeoticas glacialem oceanum = Maeotis
bataklıklarının ötesinde, buzlu okyanusun yakınında’ 280 idi. Azak bataklıklarıyla
ilişkili bu anlatımın, merkeze bu lokasyonu koymak suretiyle yapılmış iki kayıt daha
mevcuttur. Bunlarda ilki herhangi bir toponim zikredilmeden Sozomenus’da yer alır:
‘aralarında büyük bir göl uzanıyordu’ 281 Gotlar ile Hunların arasındaki sınır için
Sozomenus’un buradaki işaret ettiği alanın, Azak dışında bir yerle özdeşleştirilmesi
ihtimal dışıdır. Diğeri ise Priscus’da yer alan bir kayıttır ve toponim açıkça zikredilir.
‘Azak bataklıklarının uzak sahillerinde yaşarlardı…’ 282 . Buradaki uzak sahillerin
Azak’ın doğu kıyılarına karşılık gelmesi gerekir.
Ammianus’da karşımıza çıkan glacialem oceanum ‘buzlu okyanus’ ifadesi
Eckhardt’a göre, onun antik coğrafya anlayışının etkisiyle, Kavimler Göçü devrinde
ortaya çıkan her kavmi kuzeyin soğuk bölgelerinden getirme eğilimine örnek teşkil
etmektedir, zira Hippokrates’ten beri müelliflerin inandığı ve öğrettiği şey, kuzeye
doğru ilerlendikçe vahşiliğin artığıdır. 283 Görüleceği gibi dördüncü yüz yılın son
çeyreğinde yazan Hunların ilk tanığı Ammianus, Hunları Azak üzerinden yaptığı
tasvirinde, onun muhtemelen kuzeye doğru ötesine yerleştirmekteyken, beşinci yüz
278
Zosimus Historia nova IV 20. 3.
279
Latincesi Maeotis yahut Meotis; Yunacası Μαιῶτις Mayotis.
280
Ammianus Res Gestae XXXI 2 1.
281
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
282
Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123.
283
S. Eckhardt, “Efsanede Attila”, şurada: Nemeth, ed., 1962, s. 144.
78
yıl tarihçileri Sozomenus ve Priscus Azak’ı merkeze almak suretiyle onları lokalize
etmekte yani Karadeniz’in kuzeyini işaret etmektedirler. Buradaki mekânsal açının
nedeni, ikinci gruptaki müverrihler devrinde Hunların artık daha batıda bulunmaları
olsa gerektir.
Ammianus’u çağrıştıran bir okyanus öyküsünü; Batı Avrasya’ya dâhil olan
ikinci kuşak Türk kavimleri ile ilişkili olarak Priscus anlatmaktadır. ‘Okyanus’un
kıyısında
284
yaşayan kabilelerin yerlerinden ettiği Avarlar’
285
dan bahseden
Priscus’un Exc. de Leg. Rom.daki kayıt sayesinde ulaştığımız bu öyküsünün, Suda
tarafından sağlanan ikinci bir versiyonunda ‘okyanus’ bağlamı daha geniş olarak ele
alınır: ‘‘Kendileri, Okyanus’un kıyısında yaşayan kabileler tarafından yerlerinden
edilen Avarlar, Sabirleri sürdüler. Bu kabileler Okyanus’un taşmasından
kaynaklanan bir sis yüzünden ve bir sürü grifon ortaya çıktığı için yurtlarını terk
etmişlerdi. … bu musibetler tarafından sürülen okyanus sakinleri, komşularına
saldırdı ve saldıranların daha güçlü olmasından mütevellit, onların hücumuna karşı
koyamayan Avarlar yerlerinden oldu.’
286
Her şeyden önce Priscus’un, Suda
tarafından yapılan bu ikinci bu aktarımında, Blockley’in sözleriyle; muhtemelen
beceriksizce bir özetlemenin sonucu olarak metnin anlamının belirsizleştiği
görülmektedir. 287 Gordon sorunu, metni; topraklarını sis kaplaması ve griftonlar
basması sonucu terk eden Okyanus havalisi sakinleri tarafından sürülen Avarların
284
Ammianus, Hunların geldikleri yer, yani ana yurtları olarak Buzlu Okyanus’u gösterir. Bkz.
Res Gestae XXXI II 1.
285
Priscus Fragman XL/I
286
Priscus Fragman XL/II = Suda A 18.
287
R. C. Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire
II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text translation and historiographical notes,
ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 10, Liverpool, s. 395, dn. 157.
79
komşularına saldırdıklarını ve saldıranlar daha güçlü olduğu için komşuların onların
göçüne direnemediği şeklinde tefsir eder.288
Suda kaynaklı ikinci anlatıda, Avarları yurtlarından süren okyanus havalisi
kavimlerinin ‘bir sürü grifon ortaya çıktığı için yurtlarını terk’ etmeleri öyküsü,
Philostorgius’un Hunlarla özdeşleştirdiği Neurilerin 289 , Herodotus’da yer alan ‘…
büyük yılanların istilasına uğrayarak memleketlerinden kaçmışlardı …’ 290 ifadesini
çağrıştırmaktadır. 291 Her iki müverrihin de, Türk kavimleriyle ilgili anlatılarında;
Priscus’da Avarları yurtlarından sürenler bahsi ve Philostorgius’ta Hunların ataları
olarak sunulan Neuri bahsinde, vahşi hayvanların doğrudan yahut dolaylı etkisiyle
yurtlarını terke mecbur kalma durumu, müverrihlerin klasiklerden alıntılama
alışkanlığından kaynaklanan bir tesadüf olarak kabul edilse bile, onların seçiminin
‘vahşi’lik ekseninde yapıldığı dikkat çekmektedir. Kazananlar daha vahşi olarak
sunulmaktadır ki bu Hun ilerleyişini açıklamak için onların ne kadar vahşi
olduğundan bahseden müverrihlerin yaklaşımı ile örtüşmektedir.
Suda’daki iktibasta yer alan grifon eksenli anlatının da, Herodotus’a dayandığı
iddia olunmuştur.292 Herodotus grifonu aşağıda gösterileceği üzere üç yerde ve her
üçünde de Arimaspi kavmiyle birlikte zikretmiştir. Bunlardan ilkinde; Avrupa’nın
kuzey tarafının altın bakımından zengin olduğundan lakin buna dair güvenilir bir
malumat olmadığından bahseden Herodotus, tek gözlü Arimaspilerin bunları
Grifonlardan
çaldığından
bahsetmektedir.
293
Rawlinson’a
göre,
Herodotus
288
C. D. Gordon, The Age of Attila, New York, 1960, s. 134.
289
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17
290
Herodotus Historiae IV. 105.
291
V. V. Latışev, “İzvestiya drevnih pisatiley o Skifii i Kavkaze”, VDİ, s. 1948/4, s. 264, dn. 5.
292
Gordon 1961, s. 207, sn. 6.
293
Herodotus Historiae III. 116.
80
Arimaspiyi anlattığına göre, ‘Avrupa’nın kuzeyi’nden kastettiği lokasyon, Ural
Dağları havalisidir.294 Herodotus ikinci kez onları andığında, Grifonlar ile tek gözlü
Arimaspilerin komşu olduklarını belirtecektir.295
Herodotus, onlar hakkında verdiği son haberde; artık bilinmeyen bir alana
girildiği tespitini yaparak sözlerine başlar ve her ikisi hakkındaki bilgi kaynaklarını
da açıklar. Tek gözlü Arimaspi ve altının bekçisi Grifonlar hakkındaki haberleri
İssedonlardan öğrenmekte olduklarını, İskitlerin ise sadece onların anlattıklarını
tekrar ettiklerini belirtir. Yunanların da zaten İskitlerin bu tekrarı sayesinde onlardan
haberdar olduklarını ve bu nedenle İskit dilindeki arima -tek- ve spu -gözmanasındaki bu adla onları çağırdıklarını söyleyerek296 anlatısını tamamlar.
Sabirler, Ogurlar ve Avarlar’ın ortaya çıkışı ile bağlantılı olarak, Herodotus’un
bilinen dünyasının kuzey doğusuna denk düşen bu muhayyel coğrafyada geçmekte
olan olaylardan yararlanarak anlatısını süsleyen Priscus’un mekân seçiminin,
tesadüften fazlasını ifade etmemesi için hiçbir neden yoktur. Her ne kadar bu
coğrafya muhayyel ise de, Herodotus’un burada belirttiği üzere, nihayetinde bilinen
bir alandan sonrası itibarıyla muhayyeldir ve bu alan ile doğru yönde ilişkilendirilmiş
gibi görünmektedir. Bu çerçevede müverrihlerin arkaizm eğilimleri esnasında
yaptıkları tercihler tesadüf yahut retorik veya Echard’in yukarıda öne sürdüğü
görüşten
297
fazlasını
ifade
edebilecek
niteliktedir.
Philostorgius’un
Neuri
özdeşleştirmesi ise, Neuri Baltık havalisine yani Gotların geldiği yere lokalize
edildiği için bu görüşü desteklemez.
294
G. Rawlinson, Heredot Tarihi, İstanbul, 1941, s. 339, dn. 1.
295
Herodotus Historiae IV. 13.
296
Herodotus Historiae IV. 27.
297
Eckhardt 1962, s. 144.
81
Diğer müverrihler arasında Hunların ‘kadim yurdu’, bir dağı merkeze alan
lokasyonla, alternatif bir anlatıyla sunulur. Orosius 298 ‘Uzun zamandır ulaşılmaz
dağların ardında saklanan Hun soyu birdenbire öfke içinde harekete geçti ve
Gotlara onları eski evlerinden kaçıracak ve sürecek bir şekilde akın etti…’ 299
demektedir. Hunların evveliyatları için Orosius, herhangi bir yön yahut isim
vermeden ‘ulaşılmaz dağların ardını’ işaret etmektedir. Orosius’a ifadesini
çağrıştıran ve bu sefer bir dağ ismi zikreden bir diğer kayıtla Philostorgius’ta
karşılaşırız ‘[Hunlar] Onlar Rhipaia Dağları havalisinde yaşarlar ki, Don300 nehri
oradan doğar ve Azak301 Gölüne boşalır.’302
Philostorgius’un Hunların belki de evvelden beri yaşadığı yer olarak gösterdiği
yer Rhipaia Dağları τὰ Ῥιπαῖα ὄρη; Yunan tahayyülünde, zirveleri bilinen dünyanın
kuzeyine doğru yükselen bir sıradağ olarak kabul edilir. Yunan irfanında, geniş
ovalar yahut bozkırların içinde Asya ve Avrupa’nın birbirine karıştığı, Don ve Volga
nehirlerinin arasındaki Azak ve Hazar Göllerinin oldukça kuzeyinde olduğu tasavvur
edilir. Karla kaplı olduğu ve yağmur getiren rüzgârlar estiği için yerleşim olmadığı
düşünülün Rhipaia Dağları, Arimaspi ve Hyperborei yakınlarına lokalize edilir.
Oikoumene’nin kuzey sınırı olduğuna göre muhtemelen doğudan batının sonuna
değin uzanır. Kuzey ve batı hakkındaki coğrafya bilgisinin genişlemesiyle Rhipaia
daha da kuzey-doğuya kaydırılır ve diğer sıradağlarla birlikte Avrupa ve Asya
298
Orosius, eserinin en özgün bölümünü oluşturup burada verilecek kayıtların da yer aldığı
yedinci kitabının otuz üçüncü bölümünde Ariusçu Valens’in katolik Hıristiyanlara karşı takındığı
düşmanca ve zalimce tutumundan bahis açar.
299
Orosius His. Adv. Pag. VII. 33. 10. Bkz. Marcellinus Res Gestae 31. 3.-4.
300
Tanais.
301
Maeotis.
302
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17
82
arasındaki
sınır
olarak
kabul
edilir.
Hâlihazırdaki
hiçbir
sıradağ
ile
özdeşleştirilememektedir. 303 Bu nedenle Philostorgius’ta da Hunlar için öngörülen
anayurt bir muhayyel ülkedir ve sadece adı vardır. Hunların kadim yurdunu
muhayyel bir coğrafyaya yerleştirmenin yanı sıra Philostorgius onlar hakkında ‘…
Eski insanların Neuri tesmiye ettiği halk bu Hunlardır …’304 tanımlamasını yaparak,
müverrihlerde değişik şekillerde karşımıza çıkan anakronizmin bir örneğini
sergilemektedir. Burada ‘eski insanlar’ ifadesiyle gönderme yaptığı Herodotus olsa
gerektir.
Herodotus eserinde birden çok kez bu etnonimi zikretmiştir: Neuriyi İsitya ve
havalisini tarif ederken ‘toprak eken İskitlerin’ daha yukarısına yerleştirirler ki artık
buradan sonra yerleşim yoktur. 305 İskitya’yı kuzeyden –kara sınırından- çeviren
kabileler arasında gösterip, bu kabileleri Tuna itibarıyla; Agathirsi, Neuri,
Antrophagi ve Melanchleani306 olarak sıralamaktadır. Rawlinson, Neurinin meskûn
olduğu bu bölgeyi Baltık havalisi olarak kabul eder 307 . Herodotus ayrıca onlar
hakkında şu bilgileri verir: İskitlerin komşuları olduğunu belirtir 308 ve Neuri
adetleriyle İskit adetlerinin benzeştiği söyler, yurtlarını yılanlar tarafından istila
edilmesi nedeniyle terke mecbur kalmaları hadisesini anlatılar. İskitlerin ve
İskitya’da yaşayan Yunanların, onlar hakkında her birinin her sene bir kaç gün için
303
Rhipaia
Örneğin New Pauly, özdeşleştirme noktasında herhangi bir öneri sunmamakla birlikte,
dağlarını,
Ural
Dağları
yahut
diğeri
Karpatlar
ile
özdeşleştiren
görüşler
mevcuttur.http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus:text:1999.04.0064:entry=rhipaeimontes-geo (Ocak 2013); New Pauly V, s. 566.
304
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17
305
Herodotus Historiae IV. 17.
306
a.g.k. IV. 100.
307
Rawlinson 1941, s. 424, dn. 1
308
Herodotus Historiae IV. 102.
83
de
kurda dönüştükleri düşüncesinde olduklarını söyler ve bu nedenle Herodotus bu olayı
hokkabazlık olarak niteler.309
Philostorgius’un bu göndermelerinin ve neden Herodotus’ta geçen onca
kavimden herhangi biriyle değil de özellikle Neuri ile Hunlar arsında karabet
kurduğunun anlaşılması, diğer bir ifadeyle ne tür bir çağrışımın, bu ilişkilendirmeyi
yol açtığı sorularına şu an itibarıyla cevap verememekle birlikte bu tercihin bir
tesadüften fazlasına işaret etmesi gerektiği düşüncesini kaydetmek gerekir. Yine de
şu kadarını belirtelim ki Rawlinson’un Neuri yurdunu Baltık havalisine yerleştirme
tespiti doğru ise burası Hunların değil lakin düşmanları olan ve Philostorgius’un İskit
tesmiye ettiği Gotların anayurdudur.
Benzer bir anakronizm ‘…Herodotus’un
310
Tuna havalisinde yaşadığını
söylediği güçsüz halk…’311 ifadesiyle Zosimus’da da yer alır. Bu kez Herodotus’un
aşağıda alıntılandığı üzere tasvir ettiği Sigynnae, Hunlar ile özdeşleştirilmiştir: ‘Bu
memleketin (Trakya) kuzeyindeki havaliye gelince, burada kimlerin mukim olduğuna
dair hiçbir kimse kati bir şey söylememektedir. Anlaşılan Tuna nehri geçilir geçilmez
uçsuz bir çöle giriliyor. İster’in ötesinde ikamet ettiğini işittiğim biricik halk
Sigynnae denilen ırktır ve anlatıldığına göre bunlar Medler gibi giyiniyorlar ve
atları da beş parmak uzunluğunda tüylerle örtülüdür. Bu atlar nispetten küçük,
burun delikleri yassıdır ve insanları sırtlarında taşıyabilecek kuvvette değildir. Fakat
arabaları koşulduğu zaman dünyanın en suratlı atları gibi hareket ediyor. Bu yüzden
bu millet araba kullanmaktadır. Bunların sınırı Adriyatik denizi üzerindeki Eneti’ye
kadar uzanıyor ve bunlar kendilerini Medlerin bir kolonisi sayıyorlar. Bunların nasıl
309
ayn. kyn. IV. 105.
310
Herodotus Historiae V. 9.
311
Zosimus Historia nova IV 20. 3.
84
olup da Medlerin bir kolonisi olabileceğini ben, kendi hesabıma tasavvur
edemiyorum. Fakat devirlerin uzun silsilesi içinde hiçbir şeyi imkânsız saymamak
gerektir. Sigynnae, Massilia’nın üstünde yaşayan Liguryalıların tacirlere verdikleri
isimdir. Kıbrıslılar ise bu kelimeyi mızrak manasında kullanıyor.’312
Ridley’in ifadesiyle Herodotus doğal olarak hiçbir yerde Hunlardan bahsetmez,
söz konusu olan sadece Zosimus’un, onun yukarıda ki Sigynnae tasvirini yanlış
değerlendirmesidir.313 Buna rağmen yine de dikkat çekici olan; Zosimus’un Hunların
kökenine dair ihtimallerden biri olarak sunduğu Sigynnae’yi Herodotus’un ‘…
bunlar kendilerini Medlerin bir kolonisi sayıyorlar…’ ifadesiyle İran eksenli bir
bağlamda sunuluyor oluşudur. Ola ki; Hunların doğudan gelen öykülerini anımsattığı
için bu tercih yapılmışsa, onların kökeni hakkında yine bir müverrih, genelde işaret
edilen kuzeyin hilafında bu yönü ima ederek ‘ezber bozan’ bir veri sağlamaktadır.
Lakin bir düşünce olarak dillendirdiğimiz bu görüşü destekleyebilecek, Priscus’un
yukarıda ele alınan kaydının çözümlemesinden ortaya çıkan uyuşma dışında muhkem
bir delili şu an itibarıyla bulmuş değiliz.
Köken hakkındaki tahayyülün en aykırı örneği, Iordanes’in, Priscus’dan bir
alıntılama yaptığı pasajda karşımıza çıkar. ‘ quod, credo, spiritus illi, unde
progeniem trahunt, ad Scytharum invidia id egerunt =
Zannederim ki Hunları
doğuran kötü ruhlar, İskitlerden nefret ettikleri için bunu yaptılar.’314
Iordanes bu alıntısında, kendi eserinde Priscus’u anarak iktibasta bulunduğu bu
pasajın hemen öncesindeki, Hunların kökeni hakkındaki açıklamasına gönderme
312
Herodotus’tan aktarılan bu pasaj Rawlinson 1941, c. II s 5-6 ve Ökmen 1991, s.248-249’dan
derlenmiştir.
313
Ridley 1990, s. 190; sn. 58.
314
Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123-126.
85
yapmaktadır: ‘… Sacandza [İskandinavya’dan] adasından ayrılmalarının ardından
Gotların beşinci kralı olarak başa geçen ve kabilesiyle birlikte İskitlerin ülkesine göç
ettiğini söylediğimiz, Büyük Gadaricus’un oğlu Filimer, halkının içinde kendi dilinde
Haliurunn adını verdiği bazı büyücü kadınlar buldu. Şüphe edilen bu kadınları
kabilesinden ayırdı ve onları ordusunun uzağında ıssız bir bölgede sürgün yaşamaya
mecbur etti. Orada, vahşi doğada dolaşan cadıları gören kötü ruhlar onları
kucakladılar ve bu vahşi kavmin [Hunların] babası oldular.’ 315 Metin içi bağlam
noktasında, Iordanes, Hunların ortaya çıkışına dair Priscus’dan aktardığı geyik 316
efsanesi esnasında, bu olayın nedeni olarak Hunların atası olan kötü ruhların,
‘İskitlerden = Gotlardan nefret’ etmesini göstermektedir. Buradan da Hunların
türeyişine dair muhtemelen doğrudan kendine ait anlatıya gönderme yapmaktadır.
Aynı geyik efsanesine yer veren Procopius da, onları kökeni hakkında böyle bir
öyküye vermemekle birlikte bu olayın amacının İskitlere acı getirmek olduğunu
belirtmektedir: ‘… bana göre, bunun ile hedeflenen sadece orada yaşayan
barbarların başına felaket getirmekti…’317. Hem Iordanes’in hem Procopius’un bu
anlatıyı Priscus’tan iktibas ettiklerini düşünen Blockley, buradan hareketle, Hunlara
bu yolun gösterilişi yahut ortaya çıkışlarının İskitleri ‘cezalandırılması-başlarına bir
bela musallat
edilmesi’ düşüncesinin Priscus’ta da
yer aldığı
sonucunu
çıkarmaktadır.318
315
Iordanes Getica 121-122. Iordanes’in bu pasajının çevrisi şuradan alıntıdır: Abdullah Üstün,
Türk Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque Getarum, Balıkesir 2007. (yayınlanmamış yüksek
lisans tezi)
316
Bkz. Bölüm II.I.I. ‘Hunların Ortaya Çıkışına Dair Bir Anlatı’.
317
Procopius De bellis VIII. 5. 7-11
318
Blockley 1983, s. 379, sn. 1
86
Her iki geyik efsanesiyle ilgili her iki anlatının kaynağının Priscus olmasına
itiraz etmek için ortada bir neden görünmemektedir. Lakin bu olayların nedenini
açıklayan ifadeler ve Iordanes’in bu esnada gönderme yaptığı Hunların türeyişine
dair efsaneyi anlatan ifadelerin kaynağı kimdir. Altıncı yüz yılın her iki müverrihi
tarafından tekrarlanan, geyik efsanesindeki olağanüstü durumun nedeninin her iki
müverrih birinci tekil kullanımla aktardıklarına göre burada artık Priscus’un sözleri
değil yazarların kendi ifadeleri söz konusu olsa gerektir ve dolayısıyla Iordanes’in
bunun ile bağlantılı olarak sunduğu ve kaynağını ‘antiquitas = eski gelenekler’ olarak
açıkladığı Hunların türeyişine dair anlatıda Priscus’dan bağımsız olarak anlam
kazanır. Kuşkusuz bu Blockley’in dillendirdiği, Priscus’da geyik efsanesi
çerçevesinde gelişen olaylardaki amacın Gotların başına felaket getirmek olduğuna
dair bir ifadenin yer alabilme ihtimalini yalanlamaz, sadece sonraki her iki metnin
daha sağlıklı değerlendirilmesini sağlar.
‘… İkamet ettikleri belirli bir yer olmaksızın, evleri olmaksızın, kanunları
olmaksızın yahut meskûn bir surette yaşam olmaksızın ebedi firarlar gibi yaşamlarını
geçirdikleri katarlar göçerler; … Onlarda hiç kimse nerede doğdukları sorusuna
cevap veremez: bir yerde rahme düşerler, buradan uzakta doğarlar ve daha uzakta
büyürler.’ 319 demekte olan Ammianus bir anlamda, Hun geçmişini takip etmenin
neden sorunlu olduğunun cevabını da vermektedir. Burada ima edilen göçen, sürekli
yer değiştiren bir kavimdir. Bu kavmin hiçbir ferdi bile ‘nerde doğduğu sorusuna
cevap veremez’ken koca bir halk için bunun takibini yapmak müverrihlerin gözünde
daha güç bir iş olsa gerektir.
319
Ammianus Res Gestae XXXI 2 10.
87
II.I.I HUNLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARINA DAİR BİR ANLATI
Geç Roma tarihyazımının Hunlar hakkındaki kayıtları arasında Hunların ortaya
çıkışlarına dair anlatılar -efsane-320 da yer almaktadır. Araştırılan devre ait tarihsel
verilerin her türlüsünden tarihsel bilginin üretilebileceği fikrinden hareketle bu alt
bölümde, söz konusu anlatıların tarihsel bilgi olarak vaat ettikleri üzerinde
durulacaktır.
Eunapius’un, tam olarak günümüze ulaşmayan eserinin kayıp parçaları
arasında, Hunların kökeni mevzuunda yazdıklarının da yer alması Türk tarihçiliği
için büyük bir talihsizliktir. Lakin sonraki müverrihlerin ondan yaptığı iktibaslar
sayesinde Eunabius’un verilerinden haberdar olmamız mümkün olmuştur ki
bunlardan biri de; Sozomenus, Iordanes, Procopius’un Hunların kökenine, nereden
ve nasıl geldiklerine dair sundukları anlatı -efsane- olduğu düşünülmektedir. 321
Eunapius’tan yaklaşık yarım yüz yıl sonra eserini kaleme alan Sozomenus bu
efsaneyi, birinde sadece onun eserinde yer alan çoban-öküz diğerinde iki kez daha
karşılaşacağımız avcı-geyik motifleri ile iki versiyon olarak kaydetmiştir. Aşağıda
çevirisini sunduğumuz Sozomenus’un bu kaydı, aynı zamanda bu efsanenin
günümüze ulaşan en eski metnidir.
320
Bahsedilen metinlerin; hikâye mi, efsane mi, destan mı, mit mi olduğu yani hangi isim
altında verilmesi gerektiği tartışmaya açık bir konudur keza halkbilimciler de hangi anlatının hangi
başlığa girdiği yahut bu başlıkların kapsamının ne olduğu hakkında bir görüş birliğine varmış
değillerdir. Bu çalışmada ele alınan metinleri tanımlamak için ‘efsane’ ve ‘anlatı’ terimleri
kullanılacaktır.
321
E. A. Thompson, The Huns Revised and with an afterword by Peter Heather, Oxford,
2000, s. 20; G. Moravcsik, Byzantinoturcica I Die byzantinischen Quellen der Geschichte der
Türkvölker I, Berlin, 1958, s. 261, 511.
88
Anlatının başlangıcı ‘…Derler ki; Hun halkı ne Tuna322 ötesi Trakları ne de
Gotların kendisi tarafından bilinirdi. Sınırları birbirine kavuşan bunlar yekdiğerini
bilmezlerdi, zira aralarında büyük bir göl uzanıyordu ve her biri kendi yaşadığı
kıyıyı dünyanın sonu, onun ötesini ise deniz ve sonsuz su sahası, kabul ediyordu.’323
Birinci versiyon: ‘Sığır sineği tarafından ısırılan bir öküzün324 göl üzerinden
geçmesi ve bir çobanın onu ardından takip etmesi ki diğer tarafta karayı görerek
kendi kabilesine onun hakkında haber getirmesi vuku buldu.’325
İkinci versiyon: ‘Lakin başkaları, Hun soyundan bir kaç avcının kovaladığı bir
dişi geyiğin 326 , su tarafından üzeri kaplanarak örtülmüş yolu onlara gösterdiğini
anlatmaktadır. Meyvelerin bolluğu ve havanın mutedilliği ile farklı olan ülkeye
hayran kalıp onlar geri döndüler ve gördükleri hakkında kendi halklarının
hükümdarını haberdar ettiler.’327
322
Metinde Yunaca adıyla yani ‘İster’ olarak geçmektedir lakin toponimlerin günümüzdeki
Türkçe kullanımlar ile uyuşanları metinleri daha rahat okunabilir kılmak için bu tezde çağdaş
adlandırmalarıyla kullanılmıştır.
323
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
324
Sozomenus’un eserini kaleme aldığı Eski Yunancada eril, dişil ve nötr olmak üzere üç cin
vardır; ‘sığır’ anlamında ‘βοῦσ’ adının hem eril hem dişil formu ise aynıdır yani ‘öküz’ ve ‘inek’
adlarını bu söz karşılamaktadır.
325
326
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
Eski Yunancada ‘geyik’ anlamındaki ‘ἒλαφος’ adının hem eril hem dişil formu bu
şekildedir. Sozomenus ise burada dişil formda kullanmıştır: ‘ἒλαφος διαφυγοῦσα’ ‘kaçan geyik’. Zira
Eski Yunancada kelimeyle ilişkili diğer sözler, bu kelimenin cinsine uyarlar ve burada participium
görevindeki ‘διαφυγοῦσα=kaçan’ sözünün cinsi dişildir dolayısıyla ‘ἒλαφος=geyik’ dişil olarak
kullanılmıştır. Metinlerini sunduğumuz; Procopius: ‘ἒλαφον δε μίαν πηὸς αὐθτῶν φεύγουσαν...τῇ
ἐλάφῳ ἐπισπέσθαι ταύτη’ ve eserini Latince yazan Iordanes de ‘cerva=geyik’ dişil olarak kullanmıştır.
Cins bakımından aynı durumun geçerli olduğu Latincede ‘cerva’ sözü dişildir. Iordanes Getica 123;
Procopius De bellis VIII. 5. 7-8; Skrjinskaya 2001, s. 285.
327
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
89
Anlatının tamamlanışı: ‘[Hunların] Gotlara karşı onların savaşının ilk
teşebbüsü küçük bir kuvvetle idi lakin sonra kendi bütün güçleri ile silaha sarıldılar,
kendi komşularını bozguna uğrattılar ve onların topraklarını bütünüyle ele
geçirdiler…’328
Iordanes’e güvenecek olursak, Sozomenus ile aralarında yaklaşık yirmi yıl olan
Priscus da bu efsaneye eserinde yer vermiştir. Ne var ki Eunapius ile aynı kaderi
Priscus da paylaşmıştır zira onun eserinin de önemli bir kısmı kayıptır ve günümüze
ulaşmayan kısımlar arasında bu efsane de yer almaktadır. Onun Sozomenus’u ise
Iordanes olacak ama bu sefer iktibas apaçık bir şekilde ifade edilecektir: ut Priscus
istoricus refert ‘tarihçi Priscus’un haber verdiği gibi’.329 Aşağıda aktarılan metinde
Iordanes, avcı-geyik motifli versiyonun ikinci varyantını sunmaktadır.
‘…Bu kabilenin avcıları, adetleri olduğu üzere, Azak’ın330 iç sahillerinde av
ararlarken, aniden karşılarına çıkıp bataklığa giren kâh ilerleyerek kâh de durarak,
bir yol boyunca onları sürükleyen bir dişi geyik gördüler. Avcılar bu geyiği takip
ettiler ve bir deniz gibi geçilmez olarak düşündükleri Azak bataklığını yürüyerek
geçtiler. Onlar tarafından bilinmeyen İskit ülkesi görünür görünmez geyik gözden
kayboldu. Zannederim ki Hunların kökeninin dayandığı kötü ruhlar, İskitlere kin
besledikleri için bunu yaptılar.331 Azak’ın ötesinde başka bir dünyanın varlığından
328
Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37.
329
Iordanes Getica 123.
330
Latince metindeki adı Meotis veya Maeotisdir
331
Iordanes eserinde bu pasajın öncesinde Hunların kökenine dair açıklamasına gönderme
yapmaktadır: ‘… Sacandza [İskandinavya’dan] adasından ayrılmalarının ardından Gotların beşinci
kralı olarak başa geçen ve kabilesiyle birlikte İskitlerin ülkesine göç ettiğini söylediğimiz, Büyük
Gadaricus’un oğlu Filimer halkının içinde kendi dilinde Haliurunn adını verdiği bazı büyücü kadınlar
buldu. Şüphe edilen bu kadınları kabilesinden ayırdı ve onları ordusunun uzağında ıssız bir bölgede
sürgün yaşamaya mecbur etti. Orada, vahşi doğada dolaşan cadıları gören kötü ruhlar onları
90
tamamen habersiz olanlar, İskit ülkesinin muhteşemliğiyle kuşatıldılar ve onlardan
önce hiçbir devirde tamamen bilinmez olan bu yolun, ilahi bir kudret tarafından
onlara gösterilmiş olduğunu düşünerek kendi halklarına geri döndüler. Başlarından
geçen bu olayı anlatılar, İskitya’yı methettiler ve kabilelerini ikna ederek bir geyiğin
rehberliğinde öğrendikleri bu rotayla onları İskitya’ya geçirdiler. Bu şekilde
İskitlerin ülkesine ilk girişlerinde ele geçirdikleri her şeyi zafer için kurban ettiler,
geri kalanları ele geçirdiler ve kendilerine tabi kıldılar..’332
Tüm anlatı, Geç Roma müverrihlerinin satırlarında üçüncü ve son kez olmak
üzere yine ‘avcı-geyik motifinin’ diğer bir varyantıyla, Iordanes’in çağdaşı ve altıncı
yüz yılın en mühim ve hatta kimilerine göre ‘klasik edebiyat’ın son büyük müverrihi
Procopius’ta karşımıza çıkar. Iordanes gibi Procopius’un kaynağının da Priscus
olduğu düşünülmektedir. 333 Dolayısıyla karşımızda olan Priscus’un kaydının bir
başka aktarımıdır.
kucakladılar ve bu vahşi kavmin [Hunların] babası oldular.’ Hunların ortaya çıkışı hakkındaki bu
anlatıyı tekrarlayan Procopius onları kökeni hakkında böyle bir öyküye vermemekle birlikte bu olayın
amacının İskitlere acı getirmek olduğunu belirtmektedir: ‘… bana göre, bunun ile hedeflenen sadece
orada yaşayan barbarların başına felaket getirmekti…’. Blockley he Iordanes’in hem Procopius’un bu
anlatıyı Priscus’tan iktibas ettiklerini düşünen Blockley buradan hareketle, Hunlara bu yolun
gösterilişi yahut ortaya çıkışlarının İskitleri ‘cezalandırılması-başlarına bir bela musallat edilmesi’
düşüncesinin Priscus’ta da yer aldığı sonucunu çıkarmaktadır. Iordanes Getica 121-122; Procopius De
bellis VIII. 5. 7-11; Blockley 1983, s. 379, sn. 1; Iordanes çevirisi için bkz: Abdullah Üstün, Türk
Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque Getarum, Balıkesir 2007. (yayınlanmamış yüksek lisans
tezi).
332
Iordanes Getica 124-125 = Priscus Fragman I
333
R. C. Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire
Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and
Monographs 6, Liverpool, 1981, s. 116.
91
‘Lakin anlatılana göre, eğer bu anlatılan gerçekten doğru ise, bir gün birkaç
Hun 334 genci avcı köpekleriyle ava çıktılar, bir dişi geyiği takip ettiler; onlardan
kaçan geyik bu suya atladı. Gençler ya şan-şeref uğruna ya coşkuya kapıldıklarından
ya da tanrının gizemli iradesi buna sevk ettiğinden bu geyiğin ardından gittiler ve
onunla birlikte karşı kıyıya ulaşıncaya kadar onu gözden kaybetmediler. Burada
onların kovaladıkları hayvan, ne olduğunu kim söyleyebilir, ansızın ortadan
kayboldu, –bana göre, bunun ile hedeflenen sadece orda yaşayan barbarların başına
felaket getirmekti-, lakin avdaki başarısızlıklarına sabreden gençler, yeni savaşlar ve
ganimetler için kendilerine umulmadık bir fırsat buldular. Mümkün olduğunca çabuk
anayurtlarına geri döndüler ve bu suların onlar için pekala geçilebilir olduğu
haberini derhal tüm Hunlara yetiştirdiler. Ve işte, derhal tüm kabile silaha sarıldı,
gecikmeksizin ‘Bataklık’ı geçti ve karşı kıtaya çıktı. Bu esnada, Vandallar buradan
çıktılar ve Libya’ya göç ettiler, Vizigotlar ise İspanya’ya yerleştiler. Ve işte Hunlar,
birdenbire bu düzlüklerdeki Gotların hayatlarına kastederek onlardan çoğunu
kestiler, kalanlar kaçmaya başladı.’335
Yukarıda verilen, iki versiyon ve ikinci versiyona ait üç varyant, metinlerde de;
Hunların ortaya çıkışları, Roma dünyasının ve müverrihlerinin görüş alanlarına
girmeleri vakasının diğer bir ifadeyle Azak Denizinin-bataklıklarının batısına yahut
kadim İskit ülkesine yahut ‘Avrupa’ya ilerleyişlerinin, ‘nasıl’ olduğunu tasvir için bir
334
Procopius burada Hunlar için Kimmer adını kullanarak, devrin müverrihlerinin sıkça
başvurduğu bir yöntem olan ‘klasik’lerde geçen eski adları yeni tanıdıkları kavimlerle ilişkilendirme
ve hatta o adları bu kavimleri tesmiye etmek için kullanma usulüne örnek teşkil etmekte yani
anakronizm yapmaktadır. Bu anlatının yer aldığı VIII. kitabın ilgili bölümün girişinde ‘Eski
devirlerde, o zamanda Kimmer olarak adlandırılan Hunların büyük çoğunluğu’ ifadesiyle iki
etnonimi özdeş gördüğünü açık bir şekilde ifade edecek ve bu anlatıyı sunarken Hunları, Kimmer
olarak adlandıracaktır.(De bellis VIII. 5. 1.).
335
Procopius De bellis VIII. 5. 7-11.
92
anlatı sunulmaktadır. Bunun için Sozomenus biri ‘çoban-öküz’ ve ikincisi ‘avcı-dişi
geyik’ motiflerine sahip iki versiyon ve Iordanes ve Procopius’ta ‘avcı-dişi geyik’
versiyonunun iki varyantını sunmaktadır. Lakin bu noktada şunu da belirtmek gerekir
ki ‘nasıl’ sorusunun cevabında müverrihler arasında bir görüş birliği söz konusu
değildir. İlk aykırı ses, yine bu devrin müverrihlerinden Zosimus tarafından
yükseltilecektir: ὡσ ἐκ τῆσ ὐπὸ τοῦ Τανάΐ δος καταφερουμένη ἰλύος ὁ Κιμμέριος
ἀπογαιωϑεῖς Βοσπορος ἐνέδωκεν αὐτοῖς ἐκ τῆς Ἁσίἀς ἐπὶ τὴν Εὐρώπην πεζῆ διαβῆωαι
‘Don
336
tarafından indirilen çamur ile Kerç
337
Boğazının sığlaştığı bilgisini
buldum, 338 (bu) onlara Asya’dan Avrupa’ya yürüyerek geçmek imkânı sağladı.’339
Görüldüğü üzere Zosimus, Hunların ortaya çıkışını ‘metafizik’ unsurları barındıran
bir anlatıyla değil fiziki bir durum ile açıklamaktadır. Diğer taraftan vakayı efsaneyle
açıklayan Procopius’un da aslında verisini sorguladığı düşünülebilir: εἲπερ ὁ λόγος
ὑγιής ἐστι ‘…eğer bu anlatılan gerçekten doğru ise…’.340
Müverrihlerin kaydettikleri bu hikâye hakkında tarihçilerin vardığı neticelere,
Hunların ‘nasıl’ ortaya çıktıkları hakkındaki bu efsane üzerine yapılan çalışmalara,
vaat ettiği şeylerin çıkarsamalarına geçersek, temelde iki yaklaşımın söz konusu
olduğu görülür. Romanistler efsaneyi Yunan-Latin edebiyatının ‘klasiklerinde’,
336
Metinde Eski Yunanca adı Tanais ile verilmektedir.
337
Metinde Eski Yunanca adı Kimmer ile verilmektedir.
338
Gumilöv, Zosimus’un ulaştığı bu bilgiyi inandırıcı bulur zira IV. yy.da kutuplardan bozkıra
hızla akıp gelene siklonların Volga, Don ve Dinyeper’in kaynaklarını nemlendiren fırtınalar getirmiş
olduğu, bu nehirlerin taşması sonucu sürüklenen toprakların ise Volga’da delta, Don’un aşağı
mecraında sığ yerler oluşturduğu bunların da bilahare Azak Deniz’inin dalgalarıyla parçalanarak Kerç
Boğazının sığlaşmasına neden olduğu kanaatindedir. L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 576577, dn. 74.
339
Zosimus Historiae Novae IV. 20. 3.
340
Procopius De bellis VIII. 5. 7.
93
mitlerinde ararlarken Türkologlar bu öyküde; bozkır kavimlerinin mitolojisinden
esintiler taşıdığı kanaatindedirler. İlk olarak Romanistlerin çalışmalarına daha
yakından bakalım. Sozomenus’un ilk versiyon olarak yer verdiği, sığır sineği
tarafından rahatsız edilip kaçan ve suya giren öküz anlatısı hakkında Vasiliev, Yunan
mitlerinden biri olan Io söylencesinin 341 bir uyarlaması olduğu tespitini yapar ve
Thompson da bu tespite katılmak gerektiğini söyler. İkinci versiyon hakkında
Vasiliev, bu sefer aradığını Euripides’in İfigeneya en Tavroys342 adlı tragedyasında
da yer alan geyik motifinde bulur.343 Bu noktada; Maenchen-Helfen’in, Vasiliev’e
gönderme yaparak ‘geyik’ motifli efsanenin, Io mitinin bir kalıntısı olarak sunarken
iki versiyonu birbirine karıştırarak hataya düşmüş olduğuna dikkat çekmek
gerekir.344 Gösterildiği üzere Io efsanesi ‘geyik’ motifli ikinci versiyonla değil ‘sığır
sineği’ motifli ilk versiyonla ilişkilendirilebileceği açıktır. Diğer taraftan
Skrjinskaya’nın işaret ettiği gibi, Herodotus 345 ve Strabon 346 gibi ‘klasiklerde’ yer
alan kışın oluşan buzlardan yararlanarak bu yoldan geçme anlatımının, Geç Roma
341
Bu örneklenmenin öznesi olan Io mitini özetle aktarmak yerinde olur. Söylence şöyledir;
Zeus’un eşi olan Hera, onun Io ile aşk yaşadığını fark eder. Zeus onu Hera’dan korumak için bir ineğe
dönüştürür ama bu kez de Hera, Io’ya bir sığır sineğini musallat eder, sinek onun böğrüne yapışıp onu
çılgına çevirir. Io, kendisini oradan oraya atmaya başlar bu esnada boğazı yüzerek geçer. (Grimal
1997, s. 330-331)
342
Ἰφιγένεια ἐν Ταύροις=İfigeneya Kırım’da. Euripides’in de aralarında yer aldığı tragedya
yazarları tarafından geliştirilen İfigeneya mitinde; Agamemnon ile Klytaimnestra’nın kızlarından biri
olan İfigeneya, tanrıça Artemis’in gazabından kurtulmak isteyen babası tarafından kurban edilmek
durumunda kalır. Agamemnon, kızı İfigeneya’yı kurban edilmek üzere Artemis sunağına sunduğunda
Artemis ona acır ve onun yerine bir geyik koyar, onu ise Kırım’a götürerek rahibesi yapar. ( Grimal
1997, s. 336-337). Geyik bahsinin geçtiği bölüm için bkz (Euripides İfigeneya en Tavroys 1580- 1603)
343
Vasiliev 1936, s. 29-30, Thompson 2000, s. 21.
344
Maenchen-Helfen 1945, s. 244.
345
Herodotus Historiae IV. 28.
346
Strabon Geographika VII. 307.; XI. 494.
94
müverrihlerince Hun örneğinde tekrarlanmaması manidardır. Lakin Skrjinskaya da,
geyik ile ilgili efsanelerin Roma edebiyatı için tanındık ve kılavuzluk yapan
mucizevî hayvan motifinin yaygın olduğunu söyler. Iordanes’in eserini kaleme
almasından yirmi yıl kadar önce ölen Eugippius’a ait Vita sancti Severini’den,
‘kılavuz hayvan’ motifine bir örnek gösterir: Bu anlatıda, Alp Dağlarında tipi
yüzünden yollarını kaybeden seyyahlara, aslında bu zamanda kış uykusunda olması
gereken bir ‘ayı’ aniden ortaya çıkar ve onların önünden yürüyerek kılavuzluk
yapar.347
Görüldüğü üzere Romanistlere göre, müverrihlerin kaynağı, Hunlar arasında
yaşayan bir anlatı değil ve fakat kadim Yunan edebiyatının ‘klasik’leridir.
Thompson’a göre zaten ne devrin müverrihi, bozkırlara gidip göçebeler hakkındaki
gerçeği keşfetmenin görevi olduğunu düşünüyordu ne de dönemin okur kitlesinin
böyle bir talebi vardı ama her müellif, mensup olduğu camianın mirası olan klasikler
hakkındaki bilgisini sergilemeyi amaç edinmişti.
348
Thompson, bir bakıma
Romanistlerin müverrihlerin dünyasına bakışını sergilerken aslında hem Euanapius
hem de kendisiyle çelişmektedir. Yukarıda Eunapius’tan349 alıntıladığımız bölümde
de görülebileceği gibi o, ‘kadim yazarlar’ın yanında ‘şifahi haberler’den de
derlemeler yaparak gerçeği aramıştır, aslında Thompson da yine bu pasajdan
hareketle Eunapius’un daha sonradan ulaştığı haberlerle görüşünü değiştirdiğini
belirtmiştir. Öyleyse Thompson bu sözüyle Eunapius ile dahası kendi eserinin diğer
bir yerinde söylediğiyle yani sadece üç sayfa içinde hem kaynak metinle hem de
347
Skrjinskaya 2001, s. 273-374.
348
Thompson 2000, s. 23.
349
Bkz. Bölüm I. IV.
95
kendisiyle çelişkiye düşmüştür.350 Diğer taraftan, Romanistlerin dikkat çektiği üzere
–sığır sineği, geyik gibi- motifler arasında benzerlik, belki de bir devamlılık
olduğunu öne sürmek mümkündür fakat benzerliği-devamlılığı- Hunlar ile ilgili bu
efsanenin varlığının tek kaynağı olarak kabul etmek zorlama bir yaklaşım olarak
durmaktadır. Romanistlerin bu çözümlemesi; efsanenin kaynağını ortaya çıkaran bir
keşif olmaktan ziyade müverrihlerin değil fakat kendilerinin dünyayı ‘klasikler’
ekseninde algıladıklarının bir göstergesi olması noktasında daha değerli olsa gerek.
Türkologlara gelince, efsanenin ilk versiyonu hakkında suskun kalan Ligeti,
geyik-avcı motifini taşıyan ikinci versiyonun son şeklini alması noktasında Yunan
müelliflerin rolünü inkâr etmenin mümkün olamayacağını kabul etmekle beraber,
hikâyenin ‘barbar’ âleminde ortaya çıkmış olmasını muhakkak olarak görür.
Hikâyenin unsurlarının Hunlar arasında yaşasa dahi kökeninin daha önceki
devirlerde ve başka kavimlerde aramak gerektiğini düşüncesindedir. Geyik motifine
İskitler arasında ve İskit sanatının ulaşabildiği her yerde yani Macaristan’dan
Sibirya’ya, Moğolistan’a ve Kuzey Çin’e kadar olan bölgede değişik üslup ve
biçimlerde olmak üzere rastlandığını belirtir. Ligeti buna binaen Yunanların İskit
dünyası ile Karadeniz’deki kolonileri aracılığıyla kurdukları temas sayesinde bunu
öğrenmiş olabileceklerini dolayısıyla hikâyenin kökeninin ‘bozkır dünyası’ olduğunu
ifade eder.351
Ligeti her nedense Yunan müellifinin çok önceden haberdar olduğunu
söylediği bu anlatının niçin daha önce değil de Hunların çağdaşı müverrihler
tarafından ve doğrudan onlarla ilişkilendirilerek anlatıldığı hakkında bir yorum
350
Eunapius Fragman XLI; Thompson 2000, s. 21-23.
351
Ligeti 1962, s. 9-10.
96
yapmamıştır. Madem efsanenin kökeni İskit çağına yani Hunların yedi yüz yıl kadar
öncesine inmekte ve Yunan müellifler tarafından bunca zamandır bilinmekte idi, o
halde neden onlar bunu kayda geçirmek için Hunların bölgeyi tazyikini beklediği
sorusuna makul bir karşılık vermek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla kaynak
metinlerin şahitliği olmadığı sürece böyle bir önermenin, ispatlanamaz olmanın
dışında bir şansı yokmuş gibi durmaktadır. Bu noktada; Eunapius’un yöntemini
aktarırken alıntılanan ‘kadim yazarlar’dan bilgiler derlediğine dair ifadesinin ilk
bakışta Ligeti’yi desteklediği düşünülebilir. Lakin eserinin tamamıyla günümüze
ulaşmaması nedeniyle burada hangi verinin kimden alındığı noktasında kesin bir
şeyler söylemek imkânına sahip değiliz. Kaldı ki Eunapius bunların yanında ‘şifahi’
haberlere de yer verdiğini ifade etmektedir. Eğer Sozomenus’un herhangi bir kaynak
belirtmeden aktardığı bu efsane tahmin edildiği üzere gerçekten Eunapius’tan alınmış
ise pekâlâ, Vasiliev’in belirttiği gibi ‘kadim yazarlar’dan bir adaptasyon olduğu daha
açık olan çoban-öküz versiyonunun klasiklere, avcı-geyik versiyonunun ise ‘şifahi
haberlere’ örnek teşkil ettiği ve böylece ikinci versiyonun bizzat Hunlardan
derlenmiş olduğu iddia edilebilir.
Ligeti’nin bu yazısının yer aldığı çalışmanın diğer bir bölümünü kaleme alan
Eckhardt da ikinci gruptandır yani efsanenin kökenini bozkır dünyasında, dahası
Türk Kültüründe arayanlar arasındadır. O, bu iki versiyonda müverrihlerin bizzat
Hunların köken efsanelerini kaydetmiş oldukları düşüncesindedir. Arkeolojik
verilere başvurabilmek için Eckhardt, Moğolistan’ın Noin-ula eyaletine değin
uzanmaktadır. Burada bir Hun mezarında bulunan işlemeli keçe üzerinde yer alan
kanatlı bir hayvan yahut bir porsuk ve Ren geyiği figürlerinin, Sozomenus’un iki
versiyonunu yek diğeriyle harmanladıktan sonra ortada bir sorun kalmadığı
97
görüşündedir.352 Moğolistan ile Ukrayna arasındaki mesafe bir yana bırakılsa dahi
Sozomenus’un kesin olarak birbirinden ayırdığı, birini diğerinin alternatifi olarak
sunduğu iki versiyonu birleştirmek kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Kaldı ki
aktardığımız kaynak metinlerde görülebileceği üzere, anlatıyı aktaran başka hiçbir
müverrihin ‘sığır sineği-öküz-çoban’ motiflerinin yer aldığı ilk versiyonu eserlerine
almaması, doğru versiyon olarak ‘geyik ve avcının’ yer aldığı ikincisini tercih
ettiklerinin, en azından birincisini önemsemediklerini gösteriyor olsa gerek.
Dolayısıyla bu motiflerin hepsi aynı anda elimizde olamaz, bunlar olsa olsa
birbirlerinin alternatifi olabilir. Nihayetinde Moğolistan’da çıkarılan arkeolojik bir
verinin ilişkilendirilebileceği muhkem zemini sağlaması, Roma edebiyatından değil
yanı başındaki Çin edebiyatından beklenir.
Daha
yeni
çalışmalardan
da
örnek
vermek
gerekirse
bu
efsaneyi
değerlendirdiği esnada –ola ki çeviriden kaynaklanan bir sorun söz konusu değilse-;
Sozomenus’un, kendisinden yüz yıl sonra yaşayan Iordanes’i tasdik ettiğini öne
süren Roux, Türk-Moğol folklorunda, geyiği izleyen askerlerin nehir geçişine dair
bir iz bulamamaktadır. Zaten yukarıda varyantlarını verdiğimiz efsanede de böyle bir
iz yoktur zira geyiği askerler değil çoban yahut avcılar takip etmektedir. Kabilenin
geri kalanları gizli yol öğrenildikten sonra bu güzergâhtan ilerleyeceklerdir ki artık
bu esnada ortada takip edilebilecek bir geyik yoktur. Anlatıda açıkça belirtilmemiş
olsa da kabilenin ilerlemesi esnasında kılavuzluk yapanın avcılar yahut ilk versiyona
göre çoban olduğu aşikârdır. Peki neden Roux, bu efsaneyi çözümleyebilmek için
Türk-Moğol folklorunda geyiği izleyen askerlerin nehir geçişine dair bir iz
aramaktadır? İşte bu, bizim için de merak konusudur. Bunların yanında Roux’un,
352
Eckhardt 1962, s. 148.
98
müverrihlerin ‘klasiklerden’ yararlanmasının, onların tesirinde kalmasının doğal
olduğunu lakin bunun daha ileri götürülemeyeceğini zira Altay dünyası için geyik
motifinin hiç de yabancı bir tema olmadığına işaret ederken öne sürdüğü nedende
değil ama ulaştığı sonuçta haklı olduğunu düşündüğümüzü ifade etmek gerekir.353
Türkiye’de kültür tarihçiliğinin öncüleri arasında görebileceğimiz ve aynı
zamanda bir Sinolog olan Ögel’i, Procopius’un sunduğu varyanta yer verirken
kullandığı çalışma hataya düşürmüşe benzemektedir. Efsanenin giriş kısmını
‘Vaktiyle Kimmer kralının Kutrigur ve Utigur adında iki oğlu varmış. Günlerden bir
gün bu iki oğul avlanırken…’ olarak verirken bir karışıklığa yol açılmaktadır. 354
Ahmetbeyoğlu da, dipnotlarda kullandığı kriptoyu çözemediğimiz çalışmasında bu
hatayı devam ettirmektedir. 355 Yukarıda çevirisi verilen anlatıda görüleceği üzere
avcılar Hun hükümdarının oğulları Kutigur ve Utigur değil kimlikleri belirsiz ‘τῶν
Κιμμερίων νεανίας = Kimmerlerden birkaç genç’tir.
356
Ögel de bu efsaneyi
ilişkilendirme noktasında ‘Kuzey’ kavimlerinden olan Macar efsanelerinden
Radlof’un Sibirya’da yaptığı derlemelere kadar farklı devirlere ve farklı coğrafyalara
kadar gitmektedir. 357 Burada sunduğu Macar efsanesi, müverrihlerin yukarıda
verdiğimiz anlatılarının bir varyantı olsa gerektir.
Tarihçilerin bu efsaneye bakışları bahsini, Türkiye’de yayınlanan ve efsaneye
Türk Kültürü ekseninde yaklaşan iki çalışmayı ele alarak kapatalım. Gömeç ve
Ahmetbeyoğlu’nun
bu
efsanedeki
‘kılavuz
geyik’
motifini,
Oğuz
Kağan
353
J-P. Roux, Orta Asya’da Kutsal Hayvanlar ve Bitkiler, İstanbul, 2005, s. 132-134.
354
B. Ögel, Türk Mitolojisi I, Ankara, 1998, s. 579
355
A. Ahmetbeyoğlu, “Avrupa Hunlarının ‘Sihirli Geyik’ Efsanesi”, Hakkı Dursun Yıldız
Armağanı, İstanbul, 1995, s. 57, dn. 11.
356
Procopius De bellis VIII. 5. 7
357
Ögel 1998, s. 578-583.
99
Destanındaki ‘kılavuz kurt’ motifi ile özdeşleştirme eğilimindedirler. 358 İlk bakışta
iddialı bir önerme gibi duran bu analizin, tersten bir denemesine Gumilöv’de
rastlamak mümkündür. Bütün kabilenin yok edilip kolları ve bacakları kesilerek
‘bataklığa’ bırakılan bir çocukla onu himaye eden ‘kurd’un çiftleşmesinden
Avrasya’nın doğusundaki Kök Türklerin türeyişini anlatan destanı Gumilöv,
Hunların Avrasya’nın batısındaki yok oluşuyla özdeşleştirir. Hun dilinden Kök
Türkçeye oradan da Çinceye ve tabii bu dil üzerinden çağdaş dillere yapılan çeviriler
yüzünden dördüncü kez tercüme edilmiş şekline ulaşmanın mümkün olduğu bir
manzum metinle karşı karşıya olduğumuz şerhini de düşer. 359 Lakin Oğuz Kağan
destanı ile yapılan özdeşleştirmede; Reşidüddin versiyonunu dışarıda bıraktığımızda,
Avrasya kıtasını bir uçtan bir uca kat etmenin yanında yarım milenyumu aşan
kronolojik bir fark karşımıza çıkmaktadır.
Görüldüğü üzere Romanistler Yunan klasik edebiyatında kendilerine bir zemin
aralarken Türkologlar genel olarak, Türk kültüründe, folklorunda bir dayanak
bulmak eğilimindedirler. Birinci versiyondaki sığır sineğinin ve ikinci versiyonun
her üç varyantında da mevcut geyik motiflerinin izlerini, ‘klasik’ edebiyata bulmak
mümkündür. Lakin bundan, müverrihlerin anlatılarının adaptasyondan ibaret olduğu,
özgünlük taşımadığı çıkarsaması yapan Romanistler, yaptıkları ‘keşfi’ fazlaca
abartıyor olsa gerektir. Motifler arasındaki bu benzerliklerin –devamlılıkların-, Hun Türk- tarihçiliği için manası en çok, kültür tarihini ilgilendirdiği veçhesiyle, sığır
sineği ve geyik motiflerinin Türk kültürüyle kurulan irtibatına, Roma müverrihleri
tarafından sağlanan örneğinin sağlam bir kanıt oluşturmaması sonucuna yol açar.
358
S. Gömeç, Türk-Hun Tarihi, Ankara, 2012, s. 299, dn. 434; Ahmetbeyoğlu 1994, s. 66.
359
L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 593-594.
100
Eunapius için belki ama söz konusu olan bizzat elçi olarak Hun topraklarını
gezmiş Priscus, dahası Hun Hükümdarlığının artık var olmadığı altıncı yüzyılda
eserlerini yazmış Iordanes ve Procopius olduğunda, onların Hunları tanımadığını ve
bu nedenle ‘kadim edebiyata’ başvurduklarını ileri sürmek makul karşılanamaz.
Hunların bilinemeyen dönemi bu sürecin öncesidir ve bu efsane bir bakıma Roma
edebiyatında Türklük -‘Hunluk’- bilgisinin oluşmaya başladığı döneme aittir. Dahası
neden ısrarla bu anlatının tekrarlandığının cevabı, Yunan-Latin edebiyatının
paradigmalarına sadakat dâhil hiçbir genellemeci yaklaşımla verilemez. Hiç değilse,
en az üç kez tekrarlanan ve Priscus’un şahit gösterildiği geyik-avcı motifini içeren
ikinci
versiyonun,
Hunlar
arasında
yaşamakta
olan
bir
anlatıdan
–Hun
gerçekliğinden- bir şeyler taşıması gerekir. Diğer taraftan bu gerçekliğin Türklere ait
diğer anlatılar ile özdeşleştirmek için şu ana değin öne sürülen görüşler pek
ispatlanması mümkün savlar gibi durmamaktadır. Lakin bizzat müverrihler kendi
göndermeleriyle zaten bunu doğrularlarken bu efsanenin Hunlara ait olduğunu,
onlara özgü bir anlatının hatırasını taşıdığını ispat için neden kat edilmesi güç gibi
duran zamansal ve mekansal mesafelerde gezinmek gerekli olsun?
Sunulan metinlerin -tarihsel verilerin- tarihsel süreçle ilişkilendirilmesi
babında, bu satırların yazarının kanaat-ı acizane olarak söyleyebileceği ise şunlardır.
Efsanede bahsedilen Hunların ‘ortaya çıkışlarının’ akabinde gelişen olaylara evvela
tekrar bakalım. Hunlar, dördüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrasya’nın
batısına yayılırlar, buradaki kavimleri Roma İmparatorluğuna ve bir diğerinin
üzerine doğru iterek aynı zamanda Kavimler Göçü’nün en büyük dalgalarından birini
tetiklerler ve Romanınki de dâhil olmak üzere tüm statükoları alt üst ederler.
Müverrihler doğal olarak bu muazzam –olağanüstü- sürecin müsebbiblerinin,
101
Ammianus’un ifadesiyle ‘totius autem sementem exitii et cladum originem
diversarum=çeşitli felaketlerin ve bütün bu belaların tohumu ve başlangıcı’ olanların
‘nasıl’ ortaya çıktığı, diğer bir ifadeyle her şeyin nasıl başladığı sorusuna cevap
aramak durumundadırlar.
360
Bu noktada müverrihlerin pozisyonu, bize göre,
doğrudan ya da aracılar vasıtasıyla Hunlardan işittikleri -efsanevi- bir anlatıyı,
‘üstadlarının’ eserleriyle ve belki diğerlerinden duydukları ile harmanlayarak
satırlarına nakşetmektir. Amaçları kesinlikle, bir bilinmeze yani Hunların ortaya
çıkışını afakî bir hikâye anlatarak ‘geçiştirmek’ değil klasik edebiyat bilgilerini bir
araç olarak kullanıp yaşadıkları dünyayı sarsan olağanüstü sonuçlar doğurmuş bir
olayı -travmayı- yaratanların ‘nasıl’ ortaya çıktıklarını derledikleri bir anlatıyla
açıklamaktır. Kaldı ki anlatının Hun kökenli olduğu görüşünü dışarıda bırakmak,
veri-süreç bağlamında Hunların ortaya çıkışının metafizik bir anlatıyla tasviri,
onların tesirlerinin ve bu tesiri yaratan kudretin, metinlere bir yansıması olduğu
önermesini yanlış çıkarmaz. Engellenemeyen bir kudretin yol açtığı sıra dışı bir süreç
tasvir edilirken, olağanüstü unsurları barındıran bir anlatıya yer verilmektedir.
II.II. DİLLERİ
Tezin odaklandığı Türk kavimlerinin konuştukları dillerden, diğer bir ifadeyle
ana dillerinden günümüze herhangi bir metin ulaşmamıştır.361 Bu çağdaş akademinin
360
Ammianus Res gestea XXXI. 2. 1.
361
Burada söz konusu olan Hunlara ait yazılı verilerin ulaşmamasıdır yoksa Priscus birden çok
kez Attila devriyle ilgili olarak Hun Hükümdarlığı ile Roma İmparatorluğunun yazışmasından
bahseder. Örneğin; Fragman IX/I: ‘Attila…mektup yolladı… [mektupta yazan talepler Roma
sarayında] okundu…’; Fragman XI/I: ‘[Hun elçisi] Edeko…Attila’nın mektubunu [Doğu Roma
sarayında] teslim etti’. Bunlardan daha çarpıcı olanı; Priscus’un Attila’nın sarayındaki yazılı bir
belgeden bahsetmesidir. Fragman XI/II [12]: ‘[Attila] …kâtiplerine papirüs üzerine yazılmış
kaçakların adlarını seslice okumasını emretti. Kâtipler tüm bu isimleri [Doğu Roma elçilik heyetine]
sesli okudu’. Böylelikle varlığından haberdar olduğumuz Hun evrakının hangi dilde yazıldığı, yani
102
onların kökeni hakkındaki ihtilaflı görüşler ileri sürmesine yol açtığı gibi, aynı
zamanda bu tartışmaların açmaza sürüklenmesine sebebiyet vermiştir. Konuştukları
dil hakkında fikir yürütülmesine dayanak sağlayan verileri ise yine, eserlerinde
onamastik kayıtlara da yer veren müverrihler sunmaktadır. Bunlardan en zenginini
ise antroponomik verilerdir. Tezin kapsamına giren Latin ve Eski Yunan dillerindeki
historigrafik kaynaklarda onların adları kaydedilirken doğal olarak bu dillerinin
fonetik imkânları, isimlerin kaydedilmiş formları üzerinde belirleyici olan
hususiyetlerden biridir. Bu yazım şekillerinin oluşmasında bir diğer belirleyeci,
Yunan ve Latin dillerinin morfolojik yapısından kaynaklanmaktadır; Yunanca’da beş
ve Latince’de altı tane causus vardır ve adlar metinlerde çekime uğramış biçimleriyle
de karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü bir husus ise Geç Roma müelliflerinin adları
yazarken Latince ve Yunanca adların seslerine yaklaştırmak için onları değiştirme
eğilimidir.362
Onomastik kayıtların hangi şartlar altında biçimlendiğine dair yukarıda
sıralananlar, adların orijinal şekillerinin tespiti yahut bu şekillerin kurulması ve
etimolojik analizleri noktasında tartışmalar yaratmaktadır. Ayrıca adların kaynak
dillerinden çağdaş dillere aktarılması serüveni ve Türkçe literatürde de bu aktarılan
şekillerin kullanılması, orijinalinden daha da uzaklaşmış bu yazımların, adın kendisi
olarak benimsenmesi gibi yanılsamalara yol açmıştır. İsimlerin Latince ve Eski
Yunanca yazımlarının ne gibi özellikler taşıdığı hakkında burada sunulacak
bunların kendi ana dillerinde mi yoksa muhatapları Romalılar olduğuna göre Yunanca yahut Latince
mi düzenledikleri hakkında, kesin bir şey söylememiz mümkün değil. Lakin yukarıda sıralananlar
Hun dilinde yazılmış olsun yahut olmasın, hem yazacak malzemeye hem de kâtiplere sahip
olduklarına göre, kendi dillerinde de bir şeyler kayıt etmelerinin önünde hiçbir engelleri olmadığını
ortaya koymaktadır.
362
Maenchen-Helfen 1973, s. 380 ve 381.
103
açıklamalardan ve etimolojik analizlerden yapılacak derlemelerdeki maksat hem
hangi dili konuştuklarına dair, günümüze ulaşan temel verileri sergilemek hem de bu
işin mukayyitler tarafından ne şekilde yapıldığını göstermeye çalışmaktır.
Tezin öznesi olan Türklerin, Batı Avrasya’daki kurduğu siyasi yapıların içinde
farklı ailelerden birden çok dilin konuşulduğu bir özelliğe sahip olduğunu belirtmek
gerekir. 363 Diğer taraftan kurucu kabilelerin ismi, bu teşekkül içindeki diğer
kavimleri de kapsayacak şekilde kullanıldığı ve siyasi yapı ortadan kalksa dahi bu
ismin onları tesmiye ederken yaşamaya devam ettiğine tanık olunmaktadır. Doğal
olarak burada söz konusu olan ortak köken değil, ortak siyasi yapı ile olan
rabıtadır.364
Maenchen-Helfen’in iddia ettiğinin aksine 365, Hunları özelinde Batı Avrasya
coğrafyasının Türk kavimlerinin dillerine dair verilerimiz sadece onomastik
unsurlardan ibaret değildir. Zira müverrihlerimizden Priscus’un, medos
366
ve
kamon367 ve ondan iktibasla Iordanes’in strava368 olarak kaydettiği, antroponim ve
etnonimlerin haricinde üç adet cins adı mevcuttur. Antroponim ve etnonimleri
kaydederken onların anlamı hakkında suskun kalan müverrihler, bu üç cins adın
manasına dair bilgiler de sunmaktadırlar.
363
Priscus Hun hükümdalığı ahalisinin kullandığı diller ile ilgili şöyle demektedir: ‘Halkların
bir halitası olduklarından kendi dillerinin yanı sıra Hunca yahut Gotça yahut (Romalılar ile ilişkileri
olanları durumunda) Latinceyi ilerletirler.’ Priscus Fragman XI/II [24].
364
G. Nemeth, “Hunların Dili”, şurada: Nemeth, ed., 1962, s. 215.
365
Maenchen-Helfen 1973, s. 376.
366
μέδος Priscus Fragman XI/II [17]
367
κάμον yine orada
368
Priscus Fragman XXIV = Iordanes Getica 254-258 [258].
104
Priscus ‘yerlilerin medos diye adlandırdıkları şarap’ 369 olarak tanımladığı
medosun kökenine dair muhtelif görüşler öne sürülmüştür. Bunların arasında yer alan
sözün Slavyan kökenli olduğu görüşü Nemeth tarafından reddedilir. Yine de adın
Hint-Ari kökenli olabileceği genel kabul gördüğü söylenebilir.370 Priscus’un ‘darı ve
arpadan yapılmış barbarların kamon olarak adlandırdığı’ 371 şeklinde tanımladığı
kamonun etimolojisi hakkında da değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bunlardan biri,
ismin metinde geçen κάμον biçiminin çekimli halde oluşundan hareketle nominatif
şekli κάμος = kamos şeklinde kurularak, bu söz Türkçe kımız ile ilişkilendirilmek
istenmiştir. Lakin hem Nemeth ve hem Maenchen-Helfen, Priscus’un yukarıda ifade
ettiği üzere darı ve arpadan yapılan kamon ile kısrak sütünden yapılan kımızın anlam
ve ayrıca kamos=kımızın –os’un Yunanca bitim eki olduğu dolayısıyla geriye kalan
kam’ın kımız ile fonetik olarak uyuşmadığını ileri sürmüştür.372 Mana üzerinden ilk
iddia, bir adın başka şeyleri karşılamak içinde kullanılmasının önünde bir engel
olamaması nedeniyle yerinde olmasa gerektir. Her iki tarihçinin de adın
özdeşleştirilmesi noktasındaki önerisi, üçüncü yüz yıl Latin metinlerinde denk
gelinen Pannonialıların içeçeği arpadan yapılmış bir içkiyi ifade eden kamos
(kamum) şeklinde kaydedilmiş söz ile ilişkilendirmek suretiyle, Hun hükümdarlığı
sınırları içinde kullanılan Hint-Ari dillerinden birine ait olduğudur.373
Iordanes aracılığıyla diğer bir ifadeyle Latinize edilmiş şekliyle karşımıza
çıkan son cins adı olan strava kökeni hakkında da Germen, Slav yahut Türk dilleri
merkezinde farklı görüşler öne sürülmüştür. Türkçe olduğu iddiasında tanıklık
369
Priscus Fragman XI/II [17]
370
Nemeth 1962, s. 217; Maenchen-Helfen 1973, s. 425.
371
Priscus Fragman XI/II [17]
372
Nemeth 1962, s. 216; Maenchen-Helfen 1973, s. 425.
373
Nemeth 1962, s. 216-217; Maenchen-Helfen 1973, s. 425.
105
olarak, Polonya’ada yaşayan Karaim Türklerinin lisanında mevcut, koymak,
temizlemek, ölüyü gömmek’ anlamındaki astra- ve defin anlamına gelen astrav
sözleri ileri sürülmüştür. Asra fiilinin diğer Türk lehçelerinde tespit edilemediğini
belirten Nemeth, bir ‘t’ sesini barındıran şeklin ise diğer lehçelerde mevcut
olmadığını söylemektedir ki Türkçe bir söz için üç konsonatın arka arkaya gelmesi
açıklaması güç bir durum olsa gerektir. Buradan hareketle Nemeth, ‘defin’ anlamıyla
kullanımın sonradan temmeyüz etmiş bir durum olması ihtimalini ileri sürerek bu
özdeşleştirmeyi reddeder.374 Germen kökenli olamayacağını iddia eden MaenchenHelfen ise stravanın Slav kökenli olduğunu öne sürer.375
II.II.I. ŞAHIS ADLARI (ANTROPONİMLER)376
Ἀτακάμ Atakam.377 Rua’dan kaçan bir Hun.378
Nemeth’e göre adın sonundaki ‘kam’ Türkçe şaman anlamındaki sözden
başkası değildir ve adın başındaki ‘ata’ günümüzde de aynı anlamı taşıyan sözdür.379
Maenchen-Helfen,
bu
ismi
İrani
Ἀπταχάμος
Artahamos
ile karşılaştırma
374
Nemeth 1962, s. 217-218.
375
Maenchen-Helfen 1973, s. 425-26.
376
Başlık olarak kullanılan Şahıs Adları (Antroponimler) ifadesi ve bu dil yadigarlarının şahıs
adı olarak değerlendirilmesine bir şerh düşmek gereklidir; zira Prof. Saadettin Gömeç, Türklerin erken
dönemlerinde hükümdarların özel adlarının kullanılmadığı ve onlara ünvanlarıyla hitap edildiği
noktasına dikkatimi çekti. Bu bölüm içinde karşılaşılacağı üzere, örneğin İlig, bu görüş ele alınacak
bazı adlar için diğer bilim adamları tarafından da benimsenmiştir. Mesela Pritsak hanedan
mensuplarının adlarını ya şahıs adı ya da unvan olarak katagorize etmiştir. Yine de hükümdar olsun
yahut olmasın onlardan bahsedilirken müverrihlerin yer verdiği adlandırmaların hepsi bu bölüm içinde
verilecektir. O. Pritsak, “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard Ukrainian Studies, c. 5, s.
6, (Aralık) 1982, s. 431.
377
Priscus Fragman II.
378
Bkz. Mamas; PLRE II, s. 175; Latışev 1948, s. 245, dn. 11.
379
Nemeth 1962, s. 222.
106
denemelerine işaret ettikten sonra Vambery’ye dayanan bu ata ‘baba’ ve kam
‘şaman’ etimolojisine katıldığını belirtmiştir.380
Ἀττήλας Attelas381 Attila382 Hun hükümdarı
Nemeth adın hem Volga nehrinin Tükçe adı ‘Etil’ hem de baba anlamındaki
‘Ata’ adından hareketle383 yapılan Türkçe kökenli olduğuna dair açıklamaları, ilmi
olarak kıymetsiz ve esastan mahrum bulur. 384 Maenchen-Helfen, yine bu nehrin
adının ve Attila’nın adının etimolojisi için Pritsak’ın ileri sürdüğü ας as ve τιλ, τηλ,
τελ til, tel sözlerinden mürekkep olduğu iddiasını 385 kabul etmez. Ona göre bu
antroponimin analizi için herhangi bir güçlük söz konusu değildir ve bu ad yine
‘baba’ anlamındaki ama Germenic ‘atta’dan gelmekte olduğunu belirtir.386
βλήδας Bledas387; βλίδας Blidas388; Bleda.389 Hun eş hükümdarı. Muncuk’un
oğlu, Attila’nın kardeşi.390
380
Maenchen-Helfen 1973, s. 406.
381
Priscus Fragman IX (nominatif halde), II ve daha pek çok yerde;
382
Prosperus Epitoma Chronicon 435 a. ve daha diğer yerlerde. Attila adının gerek Yunanca
gerek Latince yazılımında Priscus’un kaydettiği Yunanca ve Prosperus’un kaydettiği Latince şekilleri,
adın standart yazımını gösterdiğinden yani müverrihlerin bu antroponimin kaydında farklı şekillere
yer verdikleri tespit edilmediğinden, Attila isminin kaydedildiği pek çok diğer metin burada ayrıca
zikredilmemiştir.
383
L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1993, s. 70.
384
Nemeth 1962, s. 219.
385
Pritsak, bu iki sözden mürekkep iddiasında ilk söz için Çuvaşça büyük anlamındaki ‘as’ ile
aynı olduğunu ileri sürmüştür. İkinci söz için, biri Balkaş gölüne dökülen diğeri ise Sirderya
bölgesinde olmak üzere ‘Tal’ diye çağrılan iki nehirin adıyla ilişkilendirmiştir. O. Pritsak, “Der Titel
Attila” Festschrift für Max Vasmer, Berlin, 1956, ss. 404-419’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s.
387
386
Maenchen-Helfen 1973, s. 386.
387
Priscus Fragman II, XI/2, XIII/2.
388
Theophanes Chronographia AM 5942.
389
Prosperus Chronicle s.a. 444), Marcellinus Comes Chronicle s.a. 444; Iordanes Getica 181.
107
Dönem kaynaklarında aynı ad, bir Ariusçu piskopos
391
ve Totilas’ın
komutanlarından birinin ismi 392 olarak kaydedilmiştir. Hunların Gotlardan almış
oldukları kelime anlamı “uğur”, “şöhret” olan bir antroponimdir. Türkçe literatürde
de rastlanan, eski bir Macar adı olan “Buda” adı ile özdeşleştirilmesi yanlıştır.393
Δεγγιζίχ Dengizih394; Denzic395; Dintzic396; Δινζίριχος Dinzirihos397. Attila’nın
oğlu yak. 460-469 Hun hükümdarı.398
Bu adın, Türkçe ‘tengiz/deniz’ sözü ile aynı olduğu ve son ekiyle birlikte
‘küçük deniz’399 anlamına geldiği genel kabul görür.400 Hatta Nemeth, müverrihlerin
kaydettiği antroponimler içinde, aslına yakın surette muhafaza edilenin bu ad
olduğunu iddia eder. 401 Maenchen-Helfen, Marcellinus Comes’teki Denzic ve
Iordanes’teki Dintzic yazımlarının, adın Germen aksanına dönüşmüş şekli olduğunu
belirtir.402
390
PLRE II, s. 230.
391
Priscus Fragman XXI/I.
392
Procopius De bellis VII. 5. 1.
393
Nemeth 1962, s. 219–220; Maenchen-Helfen 1973, s. 387-388.
394
Priscus Fragman XLVI, XLVIII/I.
395
Marcellinus Comes s.a. 469.
396
Iordanes Getica 272.
397
Chron. Pasch. s.a. 468.
398
PLRE II, s. 354-355.
399
Rasonyi bu adı yine Türkçe ama ‘deniz rüzgârı’ olarak anlamlandırmıştır. Rasonyi 1993, s.
400
Örneğin: Nemeth 1962, s. 262, Maenchen-Helfen 1973, s. 408. Deniz ile özdeşleştirmeyi
72.
kabul eden Gömeç bunun bir antroponim değil ‘ebediliği-enginliği’ ifade eden bir nam olduğunu
belirtir ve son sesi oluşturan –ik’in küçültme eki olabileceği düşüncesine katılır. S. Gömeç, “Attila’nın
Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara,
2004, s. 122.
401
Nemeth 1962, s. 262.
402
Maenchen-Helfen 1973, s. 408.
108
Ellac403Attila’nın en büyük oğlu.404
Bu adın Priscus’da geçtiği şekli elimize ulaşmamıştır, muhtemelen
müstensihler metni aktarırılarken bu adı atlamışlardır. Maenchen-Helfen bu şekil için
Ἤρναχ = Ernah’ı önermiştir. 405 Nemeth, Iordanes’in Priscus’dan latinize ederek
aktardığı bu adın esas şeklinin İl(l)ek olacağını ileri sürmüştür.406 Adın esas şekli ve
dolayısıyla Türkçe kökenli olduğuna dair Nemeth’in önerisi, ufak farklarla başka
tarihçiler tarafından benimsenmiştir. Yunan ve Latin yazarların sık sık yabancıların
adlarını ünvanlarıyla karıştırdıklarını ve Ellac’ın da bir ad değil unvan olduğunu
belirten Maenchen-Helfen ‘hükümdar, kral’ anlamında ilik407, aynı şekilde Rasonyi
‘hükümdarlık’ manasında İlig 408 ve Gömeç ‘il sahibi, devlet sahibi’ anlamında
İllig409 şeklini benimsemiştir.
Ἠρνᾱκ Ernak410; Ἠρνάχ Ernah411; Hernac412. Attila’nın oğlu, Hun hükümdarı
yak. 466/467.413
Nemeth, Priscus’un Ἠ414 işaretini daima i olarak okumak gerektiğini ve yine
Yunanca yazanların genelde α işaretinin e sesine karşılık kullandıklarını öne sürerek,
bu adı İrnek yahut İrnik olması gerektiğini, Iordanes’deki Hernac yazımının ise bu
403
Iordanes Getica 262 = Priscus Fragman XXV.
404
PLRE II, s. 391.
405
Maenchen-Helfen 1973, s. 407.
406
Nemeth 1962, s. 222.
407
Maenchen-Helfen 1973, s. 407.
408
Rasonyi 1993, s. 72.
409
S. Gömeç, “Attila’nın Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih
Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara, 2004, s. 120.
410
Priscus Fragman XIII/III.
411
Priscus Fragman XLVI.
412
Iordanes Getica 266.
413
PLRE II, s. 400-401.
414
spritüs lenis almış kelime başındaki eta Η η.
109
antroponimin latinize şekli olduğunu söyler. Bu surette ulaştığı İrnek yahut İrnik’i;
erkek anlamındaki ‘er, ir’ ile Türkçe bir ek olarak sunduğu –ni(k)den müteşekkil
‘açık bir surette’ Türkçe bir ad olduğu tespitini yapar.415 Maenchen-Helfen ise sık sık
Bulgar hükümdarları listesindeki ирникъ = irnik ile özdeşlelştirilen bu adın –nik
küçültme eki ile yapılan Nemeth’in analizinin, bu ekle ilgili kısmını reddeder.
Tükçe’de bu adın karşılığının ‘büyük kahraman’ anlamında ir-an-ak olabileceğini
lakin aynı döneme ait Ermeni Arnak’ın adıyla benzerliğine dikkat çeker ve son
tahlilde kökeninin belirsiz olduğunu öne sürer. 416 Gömeç, bu adında bir şahıs adı
değil il-teberlikin bir alt kademesinde yer alan Erkin-İrkin’in karşılığı olabileceği
ihtimalini dillendirir.417
Ἡρέκαν Herekan418 Attila’nın eşi.419
Bang, bu antroponim için arı ‘temiz’ ve qan ‘prenses’ sözlerinden mürekkep
arı(g)-qan şeklini önermiş ve Türkçe olduğunu ifade etmiştir. 420 Nemeth ve
Maenchen-Helfen tarafından da bu görüş benimsenmiştir.421
Χαράτων422 Haraton. Hun hükümdarı.423
415
Nemeth 1962, s. 221.
416
Maenchen-Helfen 1973, s. 415.
417
Gömeç 2004, s. 120-121.
418
Priscus Fragman XI/II [35]; XIV.
419
PLRE II, s., 400.
420
W. Bang, “Über die türkischen Namen einiger Grosskatzen”, Keleti Szemble 17 (1916-
1917), ss. 112-146, s. 112, n. 2’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 408.
421
Nemeth 1962, s. 221; Maenchen-Helfen 1973, s. 408.
422
Olympiodorus Fragman XIX
423
PLRE’de Karaton ‘overlord of the Huns’ olarak tanımlanmıştır. Olympiodorus ondan
Χαράτων, ὁ τῶν ῥηγῶν πρῶτος = ‘Karaton [Hun] kralların [nın] ilki (birinci sıradaki)’ olarak
bahsetmektedir. Her ne kadar buradaki ifade açık bir şekilde belirtmemişse de metinde Hun krallarının
okçuluktaki hünerlerinden bahsettikten sonra Karaton’u ‘kralların ilki’ olarak tanımlaması nedeniyle
anlaşılması gereken; onun diğer kralların-önderlerin üstünde-ilk sırada yani Hunların hükümdarı
110
Maenchen-Helfen, Vambery’nin bu antroponimi, ‘siyah gömlek’ anlamındaki
Türkçe qara ton ile açıklamasını 424 fonetik olarak mümkün görmektedir. Lakin
Χαράσπης = Haraspes örneğinde de görüldüğü üzere bu adı çağrıştıran İrani bir isim
daha mevcut olduğuna da dikkat çeker. Ayrıca Olympiodorus’un, diğer Yunan
yazarlar gibi Stilika’yı Στελίχων = Stelihon olarak yazdığını yani yabancıların
adlarındaki son ses a/o’nun sık sık –ων = on ile verilebilmekte olduğunu belirtir ve
adın kökenini belirleyemediğini söyler.
425
Yine de bu tezde Karaton adı
kullanılacaktır.
Κουρίδαχος Kuridahos426 Akatsiri önderlerinden.
Sinor bu adın çözümlemesini yapamamış olduğunu belirtmekle birlikte ses
düzeninin Türkçe bir adı çağrıştırdığı sezgisini paylaşmıştır.427 Maenchen-Helfen’e
göre ise bu ad, qurtaq, qurt yani kurt kökü ve q küçültme ekinden oluşan ‘kurtçukküçük kurt?’anlamında Türkçe bir ad olmalıdır. Bu çerçevede Nemeth’in ‘kurt’
adının bu anlamıyla kullanılması son zamanlarda zuhur eden bir durum olduğu
görüşüne ise, on dördüncü yüz yılda yazılmış Nuzhet el-gulub’da aynı anlamda
geçtiğini göstererek itiraz etmiştir.428 Lakin, Golden’in da Nemeth ile aynı noktadan
hareketle red ettiği429 Maenchen-Helfen’in bu önerisi, Priscus’un eseri ile Nuzhet el-
olduğudur ki bu nedenle PLRE’nin hilafınada olsa burada bu tanımlamada bulunulmuştur. PLRE II, s.
283.
424
A. Vambery, Der Ursprung der Magyaren, Leipzig 1882, s. 45’den naklen Maenchen-
Helfen 1973, s. 416.
425
Maenchen-Helfen 1973, s. 416-417.
426
Priscus Fragman XI/II [16]
427
‘Ce nom a une consonance turque, mais je n’ai pas réussi a l’identifier’ Sinor 1948, s. 2, n.
1’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 437.
428
Maenchen-Helfen 1973, s. 437-438.
429
P. B. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002, s. 70, dn. 11.
111
gulub arasında bin seneye yaklaşan bir zaman aralığı olduğuna göre kabul edilebilir
olmaktan uzaktır.
Μάμας Mamas.430 Yüksek bir mevkie sahip bir Hun.431
Bu ad Altın Orda’nın emirlerinden Mamai ile karşılaştırılmış olmakla birlikte
aynı şekliyle Geç Roma döneminde Roma ruhban sınıfının kullandığı bir isim olduğu
için bu ismin Türkçe yahut Moğalca olması mümkün gözükmemektedir. Bir Hun
mülteci olan Mamas, muhtemelen vaftiz edilerek bu adı almıştır.432
Μουνδίουχος Mundiuhos 433 Μούνδιος Mundios 434 Mundzucus 435 Attilanın
babası.436
Nemeth, bu ismin asıl şeklinin Mundzsuk olduğunu ileri sürmüş ve ‘inci’
‘boncuk’ anlamında Türkçe bir ad olduğunu iddia etmiştir.437 Adın Türkçe olduğunu
kabul eden Maenchen-Helfen, ilk hece için man/ban ikinci hece içinse tuğ ihtimali
üzerinde durur.438
Ὠηβάρςιος Oebarsios439 Attila’nın amcası.440
Nemeth ιος ios Yunanca bitim eki olarak gösterir ve Yunanların yabancı
dillerdeki a sesini Ὠ omega işaretiyle vermeye eğilimli olduğunu belirterek bu
430
Priscus Fragman II.
431
PLRE II, s. 704; Latışev 1948, s. 245, dn. 10.
432
Maenchen-Helfen 1973, s. 417-418.
433
Priscus Fragman XV/II.
434
Theophanes Chronographia AM 5942.
435
Iordanes Getica 180 = Priscus Fragman XI/III; Iordanes Getica 257 = Priscus Fragman
XXIV/I.
436
PLRE II, s. 767.
437
Nemeth 1962, s. 220.
438
Maenchen-Helfen 1973, s. 410-411.
439
Priscus Fragman XIV.
440
Yine orada; PLRE II, s. 793-794.
112
yazımdan Aibars’a ulaşır. Bu adın ise ‘ay’ ve ‘pars’tan mürekkep Türkçe bir ad
olduğunu belirtir. 441 Maenchen-Helfen ise bu adın İrani dillerle açıklamasını da
filolojik olarak makul bulmakla birlikte ay ve barsdan mürekkep Türkçe izahını da
aynı şekilde makul kabul eder.442 Tezde de Aybars olarak anılacaktır.
Οὔλδης443 Uldes; Uldin444; Huldin445. Hun hükümdarı.446
Maenchen-Helfen herhangi bir açıklama yapmaksızın kökeni belirlenememiş
isimler başlığı altında sunmakla birlikte Türkçe kökenli olma ihtimalini de hariçte
bırakmaz.447 Pritsak bu adı İran Moğllarının hükümdarı Olcaytu ile ilişkilendirip öldi+n şeklinde, mutlu talihli anlamıyla kurmuştur. 448 Tezde, Türkçe literatürdeki
tercihler göz önünde tutlarak Uldız olarak çağrılacaktır.
Οὔπταρος Uptaros449; Octar450 Hun hükümdarı. Attila’nın amcası.
Bu antroponimin analizinde Maenchen-Helfen, adın Yunanca yazımının
başında yer alan -pt seslerinin Balkan Latincesinde –ctye dönüşmesinin mutad
olduğunu belirtmiş ve bu ismi kökeni belirsiz ismler listesi altında sunmuştur. 451
Lakin Pritsak, büyük olasılıkla ‘cesur, güçlü, emreden anlamında Türkçe bir ad
441
Nemeth 1962, s. 220.
442
Maenchen-Helfen 1973, s. 417-419.
443
Zosimus Historia nova V 22 2-3; Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5
444
Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 37. 12; Marcellinus Comes Chronica s.a. 406.
445
Iordanes Romana 321
446
PLRE II, s. 1180.
447
Maenchen-helfen 1973, s. 422 ve 441.
448
O. Pritsak, “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard Ukrainian Studies, c. 5, s. 6,
(Aralık) 1982, s.437.
449
Socrates Historia Ecclesiastica VII 30.
450
Iordanes Getica 180.
451
Maenchen-helfen 1973, s. 381 ve 441
113
olarak değerlendirmiştir.452 Türkçe literatürde Oktar olarak kullanılması nedeniyle bu
tezde de aynı şekliyle kullanılacaktır.
Ῥoύγας Rhugas453; Ῥωΐλασ Rhoilas454; Ῥοῦα Rhua455; Rugila yahut Ruga456;
Roilas457; Roas458. Hun hükümdarı.
Priscus’ta Rua isminin yazıldığı şeklin -Ῥοῦα- tam transkripsiyonu Rhuadır
zira Eski Yunanca rho P harfi kelime başında olduğunda, her zaman bünyesinde bir
spritus asper taşır ῥ, rhetor örneğinde olduğu gibi. Nemeth ‘ila’ bitimli şeklini
açıklarken bu ekin Got dili kökenli olduğu sonucunu ileri sürmekte Ruga biçiminin
yanında Rugila biçiminin de mevcut oluşunun ek tespiti noktasındaki iddiasını
desteklediğini,
düşünmektedir.
hakeza
459
kökün
yani
‘Ruga’nın
da
yine
Gotça
olduğunu
Maenchen-Helfen’e göre muhtemelen bu şekillerden hiçbiri
hükümdarın gerçek adını vermemektedir. Kayıtlar, belki Türkçe bir adın Germenler
üzerinden kaynaklara aksettiğini yahut yaygın olan bu adın Gotça kökenli olduğuna
dair etimolojiyi veya her ikisini de düşündürmektedir. Yalnız ‘Uruk’ sözünden
hareketle öne sürüldüğü gibi, Türkçe üzerinden yapılan etimolojik açıklamalar
fonetik olarak mümkün görülmemektedir.460
452
Pritsak 1982, s. 440-441.
453
Socrates Historia Ecclesiastica VII 43.
454
Theodoretus Historia Ecclesiastica V 36.
455
Priscus Fragman II
456
Chronica Gallica
457
Nikiûlu(Mısır) Ioannes
458
Iordanes Getica 180.
459
Nemeth 1962, s. 219.
460
Maenchen-Halfen 1973, s. 389-390; PLRE II, s. 951.
114
II.II.II KAVİM-KABİLE ADLARI (ETNONİMLER)
Ἀκατίροι Akatiroy461 yahut Ἀκάτζιροι Akatziroy462 Acatziri463
Maenchen-Helfen’in aktardığına göre ilk kez Tomaschek tarfından ‘ağaç-eri’
şeklinde Türkçe olarak açıklanmıştır ve bu iddia Nemeth’in de aralarında yer aldığı
bilginler camiasında yaygın kabul görmüştür.464 Lakin Akatiri’nin yurtları için devrin
kaynaklarınca ormanlık değil bozkırın işaret ettiği düşüncesinde olanlar tarafından,
bu etimolojik açıklamaya itirazlar da gelmiştir. Maenchen-Helfen, Priscus’taki
kaydın Ἀγάτζιροι değil Ἀκάτζιροι olması nedeniyle g sesini κ (kappa) işaretiyle
veremeyeceğinden hareketle ‘ağaç-eri’ açıklamasını, hem coğrafi hem de fonetik
olarak mümkün görmemektedir. 465 Bu etnonim daha sonra bu coğrafyanın hâkimi
olacak Hazar adıyla ilişkilendirilmek suretiyle açıklanmaya çalışılmıştır. 466 Golden
adın bir kez kaydedilen ve muhtemelen bir müstensih hatasına 467 dayanan yazımı
Ἀκάτζιροι Akatziroy formundan yola çıkarak –t- yahut –tz- sesinin bir –ç- sesine
tekabül edebileceği görüşüne dayanarak, buradan K.S.R yahut X.S.R.’ye ulaşır. Daha
doğrusu Czegledy’nin ileri sürdüğü bu K.S.R yahut X.S.R.’nin Ahasir yahut
Akatzir’e dönüştüğü kanaatini kabullenir.468 Batı Hazarları manasında; Ak-hazar AqXacir yahut diğer etimolojik denemeleri hem tarihsel süreç hem de linguistik
461
Priscus Fragman XI/II [25], XI/II [35], XL/I ve XL/II = Suda A 18, XLVII.
462
Priscus Fragman XI/II [16].
463
Iordanes Getica
464
Maenchen-Helfen 1973, s. 427, Nemeth 1962, s. 222-223.
465
Maenchen-Helfen 1973, 428-434.
466
Bu tartışmalar için bkz. Dunlop 2008, ss. 24 ve 25.
467
Maenchen-Helfen 1973, s. 435; Thompson 2008, s. 332, sn. 1.
468
Golden 2006, s. 67.
115
noktasında reddeden469 Maenchen-Helfen herhangi bir alternatif öneri getiremediğini
belirtmektedir. 470 Lakin Priscus’un kaydettiği Akatiri önderi Kuridak’ın adının
Türkçe olduğunu düşünmektedir.471
Ἄβαροι Abaroy.472
Latışev Avraları; Hun kavmiyle akraba, Altay ve Ural arasındaki alanda
yaşayan bir kavim olarak sunmaktadır. Rus letopisleri ise onları Slav atasözlerine
girdiği şekilde Obrov olarak adlandırdığını ekler.
473
Avarlar, Hunların Batı
Avrasya’da güçlerini kaybetmelerinden sonra bölgeye sızdılar ve yavaş yavaş çağdaş
Macaristan’a doğru ilerlediler. Golden, Avar yahut Apar etnonimi için Moğolca
tırmanmak, sürünmek anlamındaki abargi-, abarga yahut Türkçe, ‘reddetmek,
isteksiz olmak, karşı çıkmak’ anlamındaki aba- sözleri ile yapılan açıklama
denemelerine yer vermiş lakin kendi kanaatini belirtmemiştir.474
Οὔννοι Unnoy, Hunni
Hun adının Yunanca yazım şekli olan Οὔννοι’un transkripsiyondaki karşılığı
Unnoydur (nominativ çoğulda) zira Eski Yunanca’da kelime başı her vokalin
üstünde, okunuşun bir ‘h’ sesiyle birlikte yapılıp yapılmayacağını belirlemek için
spritus işaretlerinden biri yer alır. Hun adı yazılırken u sesini veren ou diftongunun
üstüne ise, okunuşun yumuşak yahut ‘h’ sesi olmaksızın yapılması gerektiğini
469
Maenchen-Helfe, Markwart tarfından öne sürülen, Priscus’un τζ ile –ts- yahut –c- yi
karşılamış olabileceği iddiasına, Ἀμιλζύποις yazımına yer veren Priscus’un diğerini Ἀκαζίροι olarak
yazmamasının açıklamasını çıkmaza götürdüğünü öne sürerek karşı çıkar. Maenchen-Helfen 1973, s.
435 ve 436.
470
Maenchen-Helfen 1973, s. 434-437.
471
Bkz. Bölüm II.II.I ‘Kuridak’
472
Priscus Fragman XL/I ve XL/II (=Suda A 18).
473
Latışev 1948, s. 695, dn. 4.
474
Golden 2002, s. 61 ve 62, dn. 33.
116
gösteren spritus lenis konulmuştur. Latince kaynaklardaki yaygın yazım şekli ise,
Hunni 475 -nominativ çoğulda- şeklindedir. “Hun” adının etimolojik kökeni için
Nemeth, Türkçe yahut Türkçeye akraba dilleri işaret etmiştir. Eğer böyleyse;
buradaki “h” sesi “k” sesinden gelmiştir. Böylece Kun sözüne ulaşılır. Bu adın
karşılığı ise şunlar olabilir: Türkçe ‘kavim’ anlamındaki kün; Moğolca ‘insan’
anlamındaki kümün; yine aynı anlamdaki Samoyedce kum; Züryencede kendi
adlarını karşılayan komi.476
Ὀνόγουροι477 Onoguroy Hunuguri478
Türkçe On-Ogur’a karşılık bir etnonimdir. Hamilton’un teklif ettiği OnUyghur transkripsiyonu ancak Ὀνωήγουροι yazımına karşılık gelebilir lakin kaynak
metindeki Ὀνόγουροι yazımı için ihtimal dışıdır.479
Σαβίροι480 Sabiroy
Hunların akrabası ve Ural’ın güneyi veya doğusuna konumlandırılan daha geç
müelliflerin ise Sabeiroi Σάβειροι olarak adlandırdığı kabile. Sibirya toponimi
muhtemelen onların adıyla aynı köke dayanmaktadır. Procopius bu kabileyi, Avarlar
tarafından sürüldükleri dönemde Kuzey Kafkasya steplerine konumlandırmaktadır.481
475
Örneğin: Iordanes Getica 30.
476
Nemeth 1962, s. 223.
477
Priscus Fragman XL/I.
478
Iordanes Getica 37.
479
Maenchen-Helfen 1973, s. 438.
480
Priscus Fragman XL/I ve XL/II (=Suda A 18). Suda’da yer alan bu iktibasta Sabinoras
(Σαβίνωρας) şeklinde kaydedilmiş olmasına rağmen burada bir yazım hatası olduğunu
düşündüğümüzden biz Sabir (Σαβίρων) olarak verdik.
481
Procopius De Bellis II 29; Latişev 1948, s. 264, dn. 3.
117
Nemeth482, Ligeti483 tarafından kabul gören görüşüyle sabir adını ‘sapmak’ sözüyle
Türkçe açıklar lakin Golden, linguistik verilerin, bu etnonim hakkında kesin bir
sonuca ulaşmayı mümkün kılmadığını düşünmektedir.484
Σαράγουροι485 Saraguroy
Golden’e göre Şarağur yahut Sarağurdur.486 Golden beyaz anlamındaki sara
ile ogur(z)dan mürekkep bir etnonim olduğunu düşünmektedir.487
Müverrihlerin Batı Avrasya coğrafyasının Türk sakinlerinin dilleri hakkında
sağladığı veriler üç söz; kamon, medos ve strava ile sıralanan onamastik kayıtlardan
ibarettir. Elimizde bunların dışında konuştukları dile dair veriler olmadığı için,
burada sıralanan onomastik liste ve onların etimolojik analizine dair yapılan
derlemeden doğacak sonuç ve yapılacak çıkarsama; Nemeth’in de dediği gibi,
Hunların Türkçe konuşan bir kavim yani daha doğru bir ifadeyle Türk olduklarını
göstergesi olmaktan başkası olmasa gerektir.488 Zira yukarıda listelenen ve Türkçe
izah edilebilen adların mevcudiyetini, Hunlar üzerindeki herhangi bir Türk tesiriyle
açıklamak mümkün değildir.
482
489
Kuşkusuz müverrihlerin kayıtlarında yer alan
G. Nemeth, A honfoglaló magyarság kialakulása, Budapest, 1930, s. 37, 187-192’den
naklen Golden 2002, s. 84-85.
483
L. Ligeti, A magyar nyelv török kapcsolatai a honfoglalás előtt és az Árpád-korban,
Budapest, 1986, s. 347’den naklen Golden 2002, s. 84.
484
Golden 2002, s. 85.
485
Priscus Fragman XL/I.
486
P. B. Golden, Hazar Çalışmaları, İstanbul, 2006, s. 60.
487
Golden 2002, s. 78.
488
Yabancı metinlerde yer alan ‘Türkçe’ ifadeleri ele alan bu tarz bir deneme, Hunlar ile de
özdeşleştirilen Doğu Avrasya coğrafyasının bilinebilen ilk Türk siyasal yapısı olan Şyunğ-nular için
Yunanca ve Latince ile karşılaştırıldığında ‘Türkçe’ sesleri ifade etme noktasında çok daha sorunlu
olan Çince kayıtlar üzerinden Talat Tekin tarafından da yapılmıştır. Bkz. T. Tekin, Hunların Dili,
Ankara, 1993.
489
Nemeth 1962, s. 223.
118
onamastik unsurlar içinde Türkçe dışındaki dilerle, mesela Germen dilleriyle
açıklananlar da mevcuttur. Lakin bu durum, hükümdarlığın ‘gayri Türk’ unsurları ile
olan etkileşimlerinin yahut müverrihlerin onları bu unsurların telafuz ettikleri şekilde
kayda geçirmesinin490 yahut her ikisinin de bir sonucu olarak görmek hayal gücünü
zorlamayı gerektirecek bir durum değildir. Diğer bir ifadeyle Türkçe dışı unsurların
olası varlığı, Hunların hâkimi olduğu heterojen siyasi yapının yansıması dışında bir
anlam ifade etmese gerekir.
Böylelikle müverrihler bize, konuştukları dilin yadıgarlarını kaydetmek
suretiyle bu kavimlerin kökenleri hakkında somut, şüpheye yer bırakmayacak
argümanları dolaylı bir yoldan ve herhalde farkına varmaksızın sunmaktadırlar.
II.III. DIŞ GÖRÜNÜŞLERİ (ANTROPOLOJİK VERİLER)
Priscus,
Attila’nın
hükümdarlığının
‘başkent’inde
demografik
yapısının
yaşadığı
bir
heterojenliği
olayı
aktarırken
hakkındaki
Hun
önermeyi
güçlendiren bir argümanı kaydetmiş olur. Olay Priscus’un, Attila’nın en üst düzey
yöneticilerinden Onegesius’un sarayının önünde ve bu saraya girmek için beklediği
esnada vuku bulur. ‘… İskit tarzı giysilerinden bir barbar olduğunu zannettiğim
birisi bana yaklaştı ve beni ‘χαῖρε [hayre-merhaba]’ diyerek Yunanca selamladı.
Yunanca konuşan bir İskit beni şaşırttı. Halkların bir halitası olduklarından kendi
dillerinin yanı sıra Hunca yahut Gotça yahut (Romalılar ile ilişkileri olmaları
durumunda) Latinceyi ilerletirler. Fakat Illyria ve Trakya’nın deniz kıyılarından esir
alınanları hariç, onlardan hiç biri kolayca Yunanca konuşamaz ve onlarla karşılaşan
herkes, düşkünlük içindeki bir insan gibi hırpani giysilerinden ve kirli saçlarından
490
Örneğin Maenchen-Helfen Germen kökenli olduğu savlanan adlardan; Attila, Bleda,
Edekon, Onegesius ve Ruga adlarını ‘Germanic or Germanized’ başlığı altında sunmaktadır.
Maenchen-Helfen 1973, s. 441.
119
onları kolayca tanıyabilir. Bununla birlikte bu kişi, her tarafı tıraş edilmiş saçı491 ve
güzel elbiseleriyle bakımlı bir İskit gibi idi.’ 492 Priscus bu anlatısında, Attila’nın
merkez seçtiği yerin dahi demografik heterojenliğini dile getirmektedir. Lakin o da
dâhil olmak üzere müverrihlerimiz, bu yapı içinde Hun kökenli olanları,
diğerlerinden ayırmaktadırlar ki bu çerçevede karşımıza çıkan kayıt kümelerinden
birini, Hunların fiziki görünüşlerinin tasviri oluşturmaktadır.
Hunların görünüşüne dair en eski veri, Ammianus’un ‘Bundan [vahşilikten]
mütevellit bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını
derince keserler; 493 zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının
önüne geçmiş olurlar; böylece hadımlara benzer şekilde sakalsız, çirkin olarak
ihtiyarlarlar. Adaleli ve sağlam vücut uzuvları, kalın boyunları ile onlar korkunç ve
dehşetli bir görünüşe sahiptirler, şöyle ki onları iki ayaklı canavarlar olarak görmek
yahut köprülerin 494 kenarına konulan insan suretinde kabaca yontulmuş kütüklere
benzetmek mümkündür.’495 şeklindeki tasviridir. Devrin edebiyatında yankı bulan bu
tasvir, Hieronymus ve Claudianus496 tarafından tekrarlanmıştır.497
491
Priscus’un saç biçimi hakkındaki tasviri Herodotus’tan (Historia III. 8. 3.) alıntıdır. Hun
tarzına, Procopius tarafından (Anecdota 7) betimlenir. Thompson 1947, s. 63 vd; Blockley 1983, s.
385, sn. 57. Herodotus Historia III. 8. 3.: ‘Araplar… Tanrılardan yalnız Dionysos ve Urania’yı
tanırlar ve biz saçlarımızı Dionysos gibi kesiyoruz, derler; saçlarını şakakların üstünden halka
şeklinde keserler.’ (Ter: Ökmen 1991, 145)
492
Priscus Fragman XI/II [24].
493
Krş. Sidonius Appolloranis Panegyric on Anthemius 243-250.
494
Köprüleri süslemek amacıyla kullanılır. Krş. Iordanes 24.
495
Ammianus Res Gestae XXXI 2 2
496
Aretos alit. turpes habitus obscaenaque visu / corpora; mens duro numquam cessura labori;
/ praeda cibus, vitanda Ceres frontemque secari / ludus et occisos pulchrum iurare parentes. / nec
plus nubigenas duplex natura biformes / cognatis aptavit equis; acerrima nullo / ordine mobilitas
insperatique recursus. = [Bu Hunlar]... Bakınca yüzleri korkunç, vücutları tiksindiricidir ama ruhları
yılmak bilmez. Yiyeceklerini av ve takip sağlar; ekmek yemezler. Yüzlerini çizmeyi severler ve
120
Ammianus’un Hunlar hakkındaki bahislerinde esas olarak Got kökenli
kaynaklarına güvenmek zorunda olduğunu belirten Maenchen-Helfen, bu tasvirin
kaynağı olarak, Ammianus’un paralı askerlik yapan Hunları görmüş olma ihtimalini
de dile getirmektedir. 498 Bu ihtimal geçerli ise, yukarıdaki tasvirin Ammianus’un
doğrudan gözlemlerine dayanmış olma durumunu belirir.
Tasvirin ilk cümlesi olarak karşımıza çıkan ‘Bundan [vahşilikten] mütevellit
bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını derince
keserler; zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının önüne geçmiş
olurlar’499 ifadesi, Ammianus’un bir yanılsamasından fazlasını ifade etmese gerek.
Zira Maenchen-Helfen’in de belirttiği gibi, Ammianus, Hunların seyrek sakallı
oluşunu açıklamak için ileri sürdüğü ‘bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin
bir silahla yanaklarını derince kes’miş oldukları, olgunun kendisini değil
Ammianus’un algısını ifade etmektedir. Hunların bedenlerinde de diğer pek çok
halkın bedeninde olduğu gibi yaralar vardır. 500 Buna ilave olarak, müverrihlerin
dikkatini çeken Hunların yüzündeki yaraların bir diğer nedeniyle Iordanes’in
aktarması üzerinden Priscus’da karşılaşmaktayız. Attila’nın ölümünün yasını
‘erkekçe’ tutmak için ‘soyunun geleneği olduğu üzere … derin yaralarla … çirkin
yüzlerinin şeklini boz’malarından bahsedilmektedir.501 Burada olay Hunlara özgü; -
ebeveynlerinin katledilmesi üstüne yemin etmeyi doğru bir davranış olarak görürler. Atları ile öyle
bütünleşmişlerdir ki atlarıyla uyumları yarı at yarı insan olan Centaurlardan bile iyidir. Savaşırken
düzensiz ama inanılmaz süratlidirler ve çoğu zaman hiç beklenmedik şekilde tekrar savaş alanına
dönerler. Claudianus In Rufinum I. 323-331.
497
Maenchen-Helfen 1973, s. 360.
498
Maenchen-Helfen 1973, s. 361.
499
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 2:
500
Maenchen-Helfen 1973, s. 361.
501
Priscus Fragman XXIV = Iordanes Getica 255.
121
ut gentis illius mos est = soyunun geleneği olduğu üzere- şeklinde sunulmaktadır.
Vefat eden ‘meşhur savaşçı[ları]nın yasını tutmak için’ yüzde yara açmak suretiyle
kan akıtmak durumu ile karşılaşılmaktadır ki bu da Hunların yüzündeki yaraların
nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkar.
Buradaki ‘sakal’ bahsinde Ammianus’un durumu yadırgamasının sebebini;
Hieronymus’un ‘indicium virilitatis’ ifadesinde 502 bulmak mümkündür. Devrin
Roma dünyası nazarında sakal bir erkeklik göstergesidir503 ve Hunlar, müverrihimiz
özelinde temeyyüz ettiği üzere, Romalıları hayrete düşürecek kadar seyrek sakallıdır.
Hunların seyrek sakallı oluşunu teyit eden bir diğer veri ile bizzat Hun ülkesinde
bulunan ve Attila’yı gören Priscus’un, soyunun özelliklerini yansıttığını söyleyerek
Attila’nın görünüşünü tasvir ettiği satırlarında karşılaşılır: ‘[Attila] … seyrek sakallı
...’504 idi.
Sidonius Appolloranis 505 , Anderson’a göre Claudianus’u taklit ettiği
506
tasvirinde, ‘Uzak kuzeyin vadileri boyunca akan beyaz Tanais'in Riphaia’nın
502
Hieronymus Commentarius in Isaiam VII Patrologiae Cursus, seria Latina 24, 112; krş.
‘barba significat fortes’ Augustinus Enarrationes in Psalmos 132, 7 Patrologiae Cursus, seria Latina
37, 1733’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 361 dn. 20.
503
Maenchen-Helfen 1973, s. 361. Kaçar Maenchen-Helfen’in aksine, Ammianus’un sakal ile
ilgili ifadelerini; Ammianus’un hayranı olduğu kendisi gibi bir pagan, felsefeye karşı meraklı ve
Yunan dünyasının filozoflarının sakallı olması gibi kendiside sakala düşkün olan Iulianus’un
durumuyla ilişkilendirmektedir. T. Kaçar, ‘Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Barbarların Görünüşü:
Ammianus Marcellinus’da Hunlar”, XIV. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler c. I.,
Ankara, 2005, s.87-88.
504
Priscus Fragman XI/I
505
Galya kökenli bir Roma şairi. 430 yılında Lugdunum’da (Lyon) doğdu. Batı imparatoru
Avitus’un (455-456) kızı ile evlenmiştir ve 469 Galya’da piskoposluk yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Anderson 1936, ss. IX-LXXIV.
506
Anderson 1936, s. 29, dn 3.
122
uçurumlarından düştüğü yerde, Kaba Adamların507 bölgesinde, kalplerinde ve kolbacaklarında kötülük olan bir ırk’ olarak tanımladığı Hunların dış görünüşleri
hakkında şunları yazmaktadır. ‘Onların bebeklerinin bile yüzlerinde sadece onlara
özgü bir vahşilik vardır. Kafaları dar bir tepeye [alna?] yükselen büyük yuvarlak
kütlelerdir; kaşlarının altındaki iki oyukta görme organları yer alır, ama gözleri çok
ötededir. Işık kafataslarının kavisli çukurlarına zorla girdiğinde bu çökük göz
yuvalarına pek az nüfuz edebilir, ama tamamen kapalı da değildir, çünkü bu dar
boşluğun haznesinden engin bir görüşe sahiptirler ve bu gömülü kuyulardaki saydam
gözbebekleri güçlü bir ışığın verebileceği her türlü hizmeti onlara sunar.’ Sidonius
şiirinde ağdalı sözlerle Hunların, yuvarlak kafalı, çekik gözlü olduklarını belirttikten
sonra basık burunlu olduklarını ekler. ‘Dahası, burun delikleri, yumuşak olmakla
birlikte, iki burun deliğinin elmacık kemiklerine doğru genişlemesini engelleyecek
şekilde onları çevreleyen bir bantla küntleşmiştir, böylece miğferlerine de yer açılmış
olur. Onların çocukları savaş için doğmuştur ve annelerinin sevgisi onların şeklini
bozar, çünkü burun araya girmezse yanakların alanı uzar ve genişler.’
Başlarına kıyasla biçimli bulduğu vücutları içinse, bedenlerinin belden
yukarısının daha uzun olduğunu düşündürtecek bir ifade kullanır. ‘Erkeklerinin
vücutlarının geri kalanı biçimlidir, göğüs geniş ve sağlam, iyi omuzlar, böğürlerinde
yer alan küçük mide. Ayaktayken duruşları orta hallidir, ama onları at üstünde
görürsen heybetlidirler; dolayısıyla oturdukları zaman uzun bir yapıları olduğu
düşünülür.’
508
Sidonius başları maada, vücutları noktasında ‘görünüşlerindeki
507
axe sub Vrsae.
508
Sidonius Appolloranis Panegyric on Anthemius 243-250.
123
çirkinliğinin bu denli yabani oluşu …’509 demekte olan Ammianus’dan ayrışmaktadır
zira gövdelerinin biçimli olduğunu belirtmiştir.
Roma edebiyatının dikkatini çeken, Hunların başlarının ‘çirkin’ görünüşü
hakkında Kelly, burada söz konusu olanın kafatası deformasyonu olabileceği
görüşünü ileri sürer. Kelly’e göre Hunlar diğer bozkır halkları gibi kafataslarının
önlünü yapay olarak düzleştirmişlerdir. Yeni doğmuş bebeklerin başlarının etrafının
bez şeritler ile sıkıca bağlanması sonucu, basınç altında kalan alnın uzaması ve burun
bölgesinin
yassılaşıp
genişlemesinin
sağlanması
olan
bir
uygulamadan
bahsetmektedir. Lakin Kelly, bu uygulamanın ne kadar yaygın olduğununun
tespitinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Dahası arkeolojik verilerin bu durumu
teyit ettiğine dair bir kanıt sunamamıştır.510
Romalıların Hunlar’a gönderdiği bir elçilik heyetinde yer alarak 511 Hunları
bizzat görmüş Olympiodorus, Hun, Got ve Alanlar arasında ayrım yapmaksızın
‘barbar’larla özdeşleştirdiği heykeller üzerinden onların görünüşleri hakkında bilgi
verir. ‘Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların tarzında; … uzun
saçlı ve başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç gümüş heykel
bulundu.’512 Roma betimlemelerinde ‘barbarlar’ın dış görünüşü genellikle elbiseleri
ve saç şekilleri üzerinden karakterize edilir. ‘Barbarların elbisesi’, yabanı hayvan
postundan bir Germen elbisesi yahut göçebelerin pantolonu, Helen-Latin kültürünün
bu temsilcilerinin her zaman dikkatini celp etmiştir. 513 Müellif burada, bulunan
heykellerin özelliklerini sıralayarak –ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve
509
Ammianus Res Gestae XXXI 2 3.
510
C. Kelly, Attila Hunlar Ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, İstanbul, 2011. s. 39-40.
511
Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX.
512
Olympiodorus Fragman XXVII
513
E. Ç. Skrjinskaya, “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V., c. VIII (1956), s. 262 dn. 141.
124
uzun saçlar- onların ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulamaktadır.
514
Bu çerçevede
Hunların uzun saçlı olduklarını düşünmek mümkündür.
Bir diğer dolaylı bilgiye Iordanes’in, ‘Savaşta onlara denk fakat medeniyette,
yaşam tarzında ve görünüşte onlardan farklı bir soy olan’ Alanları, Hunlar ile
karşılaştırdığı kaynağı tartışmalı satırlarında rastlarız. ‘Belki de, savaştan çok kendi
korkunç görünüşleriyle uyanan büyük dehşet ile onları yendiler; [Alanları] onları
kaçmak durumunda bıraktılar zira [Hunların] sureti, böyle söyleyemem mümkünse,
bir yüze değil gözden ziyade küçük delikli gudubet bir topağa benzeyen yanık [yağız]
tenleriyle korku saldı. Görünüşlerinin gaddarlığı, ruhlarının hunharlığını temeyyüz
ettirir: dünyaya geldikleri ilk gününde çocuklarına karşı dahi acımasızdırlar.
Erkeklerin yanaklarını bir kılıç ile keserler böylece sütten besin almadan önce bir
yaraya katlanmayı öğrenmek zorunda bırakılırlar.’515
Ammianus’un çağrıştıran bu tasviri Iordanes şöyle sürdürür: ‘Sakalsız
yaşlanırlar ve gençleri güzel görünümden mahrumdurlar; zira bir kılıçla iz açılmış
bir yüz, yara izleri nedeniyle zamanı geldiğinde kılların süslemesinden mahrum
kalır. Boy olarak biraz kısa, … geniş omuzlu, kalın yapılı ve her zaman dik ve
gururludurlar. Velhasıl-ı kelam insan kılığında vahşi hayvanlar gibi yaşarlar.’516
Iordanes’in bu metninin Priscus kaynaklı olup olmadığı hakkında tartışmalar
vardır. Dindorf ve Müller herhangi bir neden göstermeden, Iordanes’in Priscus’dan
yaptığı iktibası, Getica’nın yüz yirmi altıncı pasajıyla sonlandırdığını ileri süren lakin
Iordanes’in metninde böyle düşünülmesini gerektirecek bir ibarenin yer almadığını
düşünen Gordon, yüz yirmi yedi ve yüz yirmi sekizinci pasajların her ikisinin de
514
Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139.
515
Iordanes Getica 127.
516
Iordanes Getica 128.
125
Priscus kökenli olduğunu ileri sürmüştür. Iordanes’in yüz yirmi altıncı pasajda
saydığı kavimlerin, aynı şekilde Priscus’da da yer almasının Iordanes’in Priscus’dan
yaptığı iktibasın devam etmekte olduğunun işareti olarak ileri sürer.517
Blockley ise Iordanes’in bu pasajlarının Priscus kökenli olamayacağını; zira bu
pasajların öncesinde yer alan Azak’ın geçilişine dair öyküye yer veren Procopiusda,
her iki pasaj ile bağlantılı bir kayıt bulunmadığı, dahası bu pasajların Ammianus’un
anlatımını çağrıştırmasından ötürü Gordon’un ileri sürdüğü görüşün, büyük bir
olasılıkla mümkün olamayacağını söyler.518 Skrjinskya da, Iordanes’in yüz yirmi altı
ve yüz yirmi yedinci pasajlarında, Alanlar ile bağlantılı olarak yer verdiği haberlerin
ve Hunlar ile Alanların medeniyet, yaşam tarzı ve dış görünüş olarak
karşılaştırıldıkları ifadelerin kaynağı olarak Ammianus’u görür.519 Iordanes’in doğu
Roma ordusundaki Hunları görmüş olabileceğini düşünen Maenchen-Helfen,
Hunların dış görünüşleri hakkındaki tasvirin bizzat kendi gözlemlerine dayanmış
olduğunu ileri sürmüştür.520
Iordanes’in yer verdiği bu iki pasaj Priscus kökenli olsun yahut olmasın
Priscus’un sunduğu Attila portresinde, Hunların dış görünüşleri açık bir şekilde kendi
ifadeleriyle yeniden temeyyüz eder. ‘… [Attila] Kısa boylu, geniş göğüslü, iri
kafalıydı; kökeninin işaretlerini gösteren koyu tenli, basık burunlu, seyrek ve
kırlaşmış sakallı, küçük gözlüydü.’521 Burada atlanmaması gereken Priscus’un bizzat
gördüğü bir insanı tasvir ediyor oluşudur ve bu tasviri ‘kökeninin işaretlerini
gösteren’ şeklinde sunmasıdır. Diğer bir ifadeyle Attila’nın dış görünüşü, onun
517
Gordon 1961, s. 199, sn. 2 ve 3.
518
Blockley 1983, s. 379, sn. 2.
519
Skrjinskaya 2001, s. 277-278, sn. 388.
520
Maenhen-Helfen 1973, s. 361.
521
Priscus Fragman XI/I
126
mensup olduğu soyun-kavmin diğer mensupları için de geçerli olacak özellikler
taşımaktadır.
Attila’yı bizzat görmüş Priscus’un ve diğerlerinin Hunların dış görünüşü
hakkındakı metinlerinden derlenerek irdelenen bu kayıtlardan çıkacak sonuç:
müverrihlerin, Batı Avrasya coğrafyasının diğer halklarından ayrışan, farklı,
anlaşıldığı kadarıyla Mongoloid bir tip ile karşı karşıya olduklarıdır.
127
III. BÖLÜM : MEKÂN, TOPLUM, İKTİDAR
III.I. MEKÂN
III.I.I. HUN HÜKÜMDARLIĞININ SINIRLARI
Batı Avrasya’daki Hun varlığına dair somut bir mekâna dayanan ilk kayıt
Ammianus’da; ‘Hunlar, … Ostrogotlar 522 ile sınırdaş Alanların topraklarını’ 523
geçtikleri ifadesiyle yer almaktadır. Böylelikle her ne kadar Alan yurdunun
sınırlarını, tıpkı devrin diğer siyasi yapılarının sınırları gibi, kati bir surette tespit
etme imkânı olmasa da524, Ammianus’un bu kaydı sayesinde Hunlar, hatları kabaca
bilinen bu bölgedeki varlıklarıyla gerçek-tarihsel- bir mekânda karşımıza
çıkmaktadır.
Burada
anılan ‘Alan
toprakları’ bölgesinde, bu bölgenin
güneyiyle
ilişkilendirilebilecek, Hun varlığına ilişkin bir diğer habere bu kez açık bir tabii
lokasyon da zikrederek, ‘… Don525 tarafından indirilen çamur ile Kerç526 Boğazının
sığlaştığı bilgisini buldum, [bu Hunlara] Asya’dan Avrupa’ya yürüyerek geçmek
imkânı sağladı’527 diyen Zosimus yer verir. Zosimus Hunların ortaya çıkmasına dair
ihtimalleri sıralarken dile getirdiği iddiayı, Gumilöv bu devirde vuku bulduğunu
düşündüğü coğrafi hadiseler çerçevesinde inandırıcı kabul eder. Şöyle ki; Gumilöv
dördüncü yüzyılda kutuplardan bozkıra hızla akıp gelen siklonların Volga, Don ve
522
Ammianus Greuthungi olarak adlandırmaktadır.
523
Ammianus Res Gestae XXXI 3. 1.
524
Katı bir surette belirtmenin mümkün olmadığı bu hatlarda, Hunlar topraklarını ele
geçirdikleri esnada (IV. yy.ın üçüncü çeyreğinde) Alanlar; doğuda Hazar Denizi, güneyde Kafkas
Dağları batıda Karadeniz, Azak Denizi ve kuzeyde Volga’nın aşağı ve Don’un orta mecraı olmak
üzere lokalize edilmektedirler. Örneğin bkz. McEvedy 2004, s. 9’daki harita.
525
Metinde Eski Yunanca adı Tanais ile verilmektedir.
526
Metinde Eski Yunanca adı Kimmer ile verilmektedir.
527
Zosimus Historia nova IV. 20. 3.
Dinyeper’in kaynaklarını nemlendiren fırtınalar getirmiş olduğu, bu nehirlerin
taşması sonucu sürüklenen toprakların ise Volga’da delta, Don’un aşağı mecraında
sığ yerler oluşturduğu, bunların da bilahare Azak Deniz’inin dalgalarıyla
parçalanarak Kerç Boğazı’nın sığlaşmasına neden olduğu kanaatindedir.528
Don nehri üzerinden anlatımlardan bir diğeri; Zosimus’da yer alan batı
yönünün aksi istikametinde Hunların doğu şubesini kastederek ‘… gün doğumuna
doğru olan Hunlar, Don nehrini geçtiler ve doğuya doğru aktı …’klarını529 söyleyen
Philostorgius’da karşılaşılır. Philostorgius gibi, diğer müverrihlerde de, Hunların;
Malatya, 530 Çukurova 531 ve Suriye’nin batısına 532 ulaşacak bu seferine 533 dair
anlatımlarıyla, Hun hükümdarlığının güney-doğu hudutları hakkında fikir yürütmeyi
sağlayacak verilerle karşılaşılmaktadır. Aynı zamanda Hun-Sasani coğrafyasına,
belki de onların sınırdaşlığına işaret edecek bir anlatı en vazıh surette Priscus’da
karşımıza çıkar. Hunların ‘Medes topraklarının İskitya’dan çok uzakta olmadığı ve
Hunların bu güzergâhtan habersiz olmadıkları’na yer veren Priscus, düzenledikleri
bir seferden sonra ‘… deniz altındaki bu taştan çıkan ateşten 534 [itibaren] bir kaç
528
L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 576-577, dn. 74.
529
Philostorgius Historia Ecclesiastica XI. 8.
530
Metinde Eski Yunanca adı Melitene ile verilmektedir.
531
Metinde Eski Yunanca adı Cilicia ile verilmektedir.
532
Tam adı Augusta Euphrantensis (
)Fırat’ın (Euphrates) batı kıyısı
boyunca uzanan Coele-Syria (aşağı yukarı çağdaş Suriye’nin Fırat’ın batısındaki toprakları)
bölgesinden ayrılarak yaklaşık 341 yılında eyalet yapılmıştır.
533
Philostorgius’un anlatımıyla: ‘Malatya olarak çağrılan şehre değin Büyük Armenia’yanın
içlerine akın ettiler. Oradan Euphratensis’e akın ettiler, Coele-Syria’ya kadar ulaştılar ve Cilicia’yı
istila edip sayılamayacak oranda insan katlettiler.’ Philostorgius Historia Ecclesiastica II 8; ayrıca
bkz. Socrates Historia Ecclesiastica VI 1. 7; Sozomenus Historia Ecclesiastica VIII 1. 2.
534
Thompson, 415-420 yahut biraz daha geç bir zamana dönemlendirdiği bu seferin dönüş
yolundaki bu yerin, Hazar Denizi kıyısında Azerbaycan’da Bakü’deki petrol sahasının olabileceğini
düşünmektedir. Eğer böyle ise, eve dönüş yolunda Doğu’nun geniş bir alanından geçmişlerdir.
129
günlük 535 bir yolculuğun ardından kendi ülkelerine ulaştılar. Böylece İskitya’nın
Med ülkesinin çok uzağında olmadığını öğrendi’klerini536 kaydeder.
Priscus’un buradaki İskitya tabiri, muhtemelen Hun hükümdarlığının
özümsediği coğrafyaya tekabül etmektedir. Medes ise Sasani ülkesini, Priscus’un
değişik şekillerdeki adlandırmalarından biridir. Hunların Sasani ülkesine giden
‘güzergâhtan habersiz olmadıkları’ ifadesiyle Priscus yukarıda yer verilen sefere
değil ama Sasani topraklarına düzenlenen başka bir Hun seferine gönderme yapıyor
olsa gerektir. Tabiî ki ilk bakışta burada Sasani-Hun hattı arasında πορευθέντας
ήμερῶν ὀλίγον bir kaç günlük 537 seyahatten, dolayısıyla mesafeden bahsedilmesi
sınırdaşlık ihtimaline yer olmadığını gündeme getirmektedir. Lakin Priscus bu
ifadesinin bir öncesinde Hunların, ‘düşamanın takibine karşı önlem almak için farklı
bir güzergâh izledi’klerini 538 belirtmektedir. O halde söz konusu bir kaç günlük
mesafenin,
normal
şartlar altında tercih
edilir olmayan bir
güzergâhtan
kaynaklanması durumu söz konusu olabilir. Diğer taraftan ‘deniz altındaki bu taştan
çıkan ateşten’ kastın çağdaş Bakü olduğu görüşü doğru ise Hunlar henüz Sasani
topraklarında olsalar gerekir yani bir kaç günlük yolun bir kısmını Sasani topraklarını
Thompson 2008, s. 48; Blockley 1983, s. 386-387, sn. 68. Thompson’un aksine Sinor, bu seferin
tarihlendirmesini 395 yılı olarak yapar. Sinor 2003, s. 251.
535
Priscus’un günlerle ifade ettiği mesafe kavramının somutlaştırabileceğimiz bir örneğini bu
fragmanın başka bir pasajında bulmak mümkündür. Priscus burada, İstanbul ile Sofya arasını yük
taşımayan bir yolcu için on üç günlük bir mesafe olduğunu belirtir. Priscus Fragman XI/II [2].
536
Priscus Fragman XI/II [38]
537
Priscus yine Romulus’un ağzından Hunların gidiş yönünü; bozkır bir ülkeye girildiği Azak
olduğu düşünülen bir gölün aşıldığı ve nihayet on beş günün ardından Sasani topraklarına ulaşıldığı
şeklinde tasvir etmiştir. Priscus Fragman XI/II [38].
538
yine orada.
130
kat etmek için harcamak durumundadırlar. Son olarak buradaki kasıt, herhalde bir
sınırdan bir sınıra değil bir ülkenin içinden diğerinedir, hatta tam olarak İskitya’yadır.
Yeniden Hunların batıya ilerleyişi çerçevesinde Hun yurdunun bu yöndeki
genişlemesi sürecinin takibine dönersek; Ammianus ‘…Ostrogotlar ile sınırdaş
Alanların toprakları’ 539, diyerek Hunların ele geçirdiği Alan ülkesinin batı sınırını
belirlemiş olmaktadır. Hun toprakları batı yönünde ikinci merhalede işte bu Ostrogot
topraklarına doğru genişleyecektir: ‘… Ermaneric’in geniş ve verimli topraklarını …
delip geçtiler.’540
Hun ilerleyişinin, dolayısıyla Hun yurdunun genişlemesinin bu ikinci
merhalesinde artık Ammianus da; Hunların ‘Dniester 541 nehrini aş’tıklarını ve bu
nehrin ‘Tuna 542 ve Dnieper 543 arasındaki engin düzlüklerde ak’tığını bildirmek 544
suretiyle bize somut mekânsal hatlar sunar. Böylelikle Hun yurdunun batı hududu,
Dniyester’e yani günümüz Moldova-Ukrayna sınırına erişmiş bulunmaktadır.
Ammianus’un Dniester’i ise Vizigotlar’ın
545
önderi Athanaric’in ‘kıyısında,
Ostrogotlar’ın bozkırlarının yakınında elverişli bir arazide büyük bir kampı
kurdu…’ğu 546 yerdir. Bu suretle batı yönündeki genişlemenin üçüncü aşamasında
Hunların ele geçirecekleri Vizigot yurdunun, Ostrogot ile sınırdaş olduğu belirtilmiş
olmaktadır.
539
Ammianus Res Gestae XXXI 3 1
540
yine orada.
541
Metinde Latince adı Danastius ile verilmektedir.
542
Metinde Latince adı Hister ile verilmektedir.
543
Metinde Latince Borysthenes ile verilmektedir.
544
Ammianus Res Gestae XXXI 3. 3.
545
Ammianus Thuringi olarak adlandırmaktadır.
546
Ammianus Res Gestae XXXI 3 5.
131
Roma-Kuzey 547 sınırının asırları aşan hattına, Tuna’ya erişmek üzere olan
Hunlar, Ammianus’un anlatımında bu kez Prut kıyılarında karşımıza çıkacaktır:
‘[Vizigotlar’ın önderi Athanaric] … Prut 548 kıyılarından Tuna kıyılarına, Taifali’nin
topraklarının yakınında yüksek bir sur inşa etmeye başladı … iş yürürken Hunlar
onu ani saldırılarla geri çekilmek durumunda bıraktılar’549
Hunların batıya ilerleyişi eşliğinde takip edilebilecek, Hun yurdunun
genişlemesi süreci Prut nehrine kadar, Zosimus’un Don’un batısına geçildiği kaydı550
dışında, Ammianus’un sağladığı veriler sayesinde takip edilebilmekteyken RomaKuzey hattını oluşturan Tuna’yı eksen alan anlatımlarda, artık birden çok müverrihin
tanıklığı devreye girecektir. Burada anılan kaynakların, Hun hükümdarlığının Tuna
sınırına işaret ettiği iddiasında bulunduğumuz göndermeler, kuşkusuz, iki bin sekiz
yüz elli kilo metre uzunluğundaki bu nehrin tamamına değil, onun bazı bölümlerine
karşılık gelmektedir. Müverrih anlatılarında sıkça anılana ve bu sayede Hun
hükümdarlığının en iyi bilinme şansına sahip güney-batı sınırının bu eksenine dair ek
bilgi vermek, Tuna kavramının netleşmesi noktasında gereklidir.
Eski Yunanca’da İstros Ἴστρος, Latincede ise Hister, diye çağırılan Tuna; Geç
Antikçağ’da Danubios Δανούβιος -Latincede Danubius, olarak adlandırılmaya
başlanmakla birlikte bu yeni ad, antik İstros’un yerini tamamen alamamıştır. Bu
nehri İstros olarak tesmiye eden Priscus bunun bir örneğidir. Tuna nehri ve kolları;
547
‘… başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç gümüş heykel bulundu…’
ifadesiyle Olympiodorus kuzeyi yani Tuna’nın kuzeyini, Hun ve diğer Türk kökenli kavimlerinin de
içinde yer aldığı Roma dışı dünyanın ‘barbarların’ ana vatanı olarak göstermektedir. Olympiodorus
Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
548
Metinde Latince adı Gerasus ile verilmektedir.
549
Ammianus Res Gestae XXXI 3 7:
550
Zosimus Historia nova IV. 20. 3.
132
Roma-Kuzey ilişkileri çerçevesinde önemli bir mevki işgal etmektedir ve bu nedenle
bu tezin coğrafi çerçevesi içinde merkezi bir konumdadır. Her şeyden önce Tuna, bu
iki dünya arasında adeta hem fiziki ve siyasi hem de kültürel ve psikolojik bir sınır
olagelmiştir.
551
Nehir coğrafi olarak, Viyana’ya kadar olan kısmı Yukarı;
Romanya’da Orşova yakınlarına değin uzanan kısmı Orta ve buradan sonrası ise
Aşağı olmak üzere yaklaşık birbiri uzunluğunda üç parçaya ayrılmaktadır. Tuna
havalisindeki Roma’nın devlet teşkilatlanması şöyledir: Nehrin güneyinde Raetia,
Noricum, Pannonia, bu üçü 395 yılındaki bölünmede Batı’ya bağlanacaktır, Moesia
eyaletleri; kuzeyinde ise Dacia kurulmuştur. 552 Ayrıca Romalılar Tuna havalisine
tahkim edilmiş limesler, limanlar; Sirmium, Singidunum, Dorotolon’un da aralarında
yer aldığı şehirler inşa etmişlerdir. Ancak Roma’nın, daha sonra Doğu’nun, bu kuzey
sınırı önce Germenler sonra incelenen müverrihlerin eserinde görüldüğü gibi Hunlar
ve son olarak da Avarlar tarafından zorlanacak ve Tuna’nın güneyini de kapsayacak
şekilde buralar Roma’dan koparılacaktır.553
Müverrihlerin bize söylediği şey; Hunların Tuna sınırına, Got topraklarını
yutarak ulaştıklarıdır. Eunapius Gotları kastederek ‘Hunlar … İskit ülkesinin
551
Priscus’un iki kaydıyla bu durumu örneklendirmek mümkündür. ‘… İskitya üzerinde
seyahat ederken [Attila’nın elçisi] Berihos bizimle at biniyordu ve onun kibar ve dost canlısı olduğunu
düşünüyorduk. Fakat biz Tuna’yı karşıya geçince hizmetçilerden kaynaklanan bazı eski meselelerin
sonu olarak bize karşı bir düşmanın tavrını takındı….’ Priscus Fragman XIV; ‘… lakin Attila, güya
avlanmak için Roma topraklarına geçmeyi arzu ettiği için bizimle bu yolda karşılaşan barbarların bir
birliğini çoktan [Tuna’dan] karşı kıyıya geçirmişlerdi…’ Priscus Fragman XI/II [5]
552
Retia yaklaşık olarak çağdaş İtalya’nın, Alp Dağlarının kuzeyinde Noricum Tuna’nın güney
kıyısı boyunca onun doğusunda, Pannonia ve Moesia’da yine aynı şekilde Tuna’nın güney yakası
boyunca batıdan-doğuya doğru sılanmış Roma eyaletleridir. Sadece Dacia’a yaklaşık çağdaş Romanya
üzerinde yer alacak şekilde, Tuna’nın karşı kıyısında, Moesia’nın kuzeyindedir.
553
ODB I, s. 586; Blockley 1983, s. 380, sn. 11.
133
kabilelerini tazyik et’tiğinden554 bahsetmekte ve Philostorgius, ‘Tuna’nın ötesindeki
İskityalılar [Gotların], Hunlar kendilerine saldırma’sı sonucunda ‘kaçtılar ve
dostane bir şekilde Roma topraklarına geç’tiklerini 555 ve ‘Bu Hunlar, İskitya’nın
Tuna boyunca uzanan parçasını ele geçir’diklerini556 haber vermektedir. Sadece bu
kavimlerin hepsini barbar diye isimlendirmesi noktasında seleflerinden ayrışan
Socrates de kendi anlatımıyla, aynı durumu tasdiklemektedir: ‘barbarlar557 … Hun
denen diğer komşu barbarlar tarafından … kendi ülkelerinden 558 sürüldüler…’559.
İlk iki müverihin terminolojisini kullanan bu olayın diğer bir tanıklığı Zosimus’da
yer alır: ‘… İskitler [Gotlar], Hunlara teslim ettikleri yurtlarını terk ederek Tuna’nın
karşı kayısına …’ 560 kaçarlar. Sozomenus dördüncü yüz yılın son birkaç yılından
bahsederken ‘Bu dönemde … Tuna ötesindeki Hun Barbarları …’ 561 ifadesini
kullanarak, Tuna’nın kuzeyinin Hunlaşmasını perçinlemekte ve Tuna bu kez RomaHun sınır hattı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Zosimus’un; Balkanlarda kendi sınırları içindeki, Hunlardan kaçan Gotların
isyanını sonlandırmaya çalışan imparatorluğun, 381 yılında ‘aralarında bazı
554
Eunapius Fragman XLI. = Exc. de Sent. XXXIX.
555
Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17.
556
a.g.k. II 8.
557
Socrates eserinin bir önceki pasajında; Tuna’nın ardında yaşayan ve Got olarak adlandırılan
barbarların kendi aralarında bir mücadelenin olduğu iki parçaya bölündüklerinden bahsedilmektedir
burada ise Hun akınları karşısında bu çekişmeye bir son verip ‘ortak düşman’ karşısında bir ittifak
kurulduğu belirtilmektedir. Socrates Historia Ecclesiastica IV. 33.
558
Hunların Ostrogot topraklarına akınları 376 yılında vuku bulmuştur. Ostrogotlar bu akınlar
karşısında tutunamayıp dağılmışlar ve dönemin ‘barbar dünyasının’ en kudretli aktörlerinden biri olan
kralları Ermaneric intihar etmiştir.
559
Socrates Historia Ecclesiastica IV. 34
560
Zosimus Historia nova IV. 20. 5.
561
Sozomenus Historia Ecclesiastica VII. 26.
134
Hunların da yer aldığı Sciri562 ve Carpodaceleri … Tuna’yı geçmeye ve evlerine geri
dönmeye zorla’mış 563 oldukları hakkındaki kaydı, Hunların Tuna hâkimiyetinin
Vizigot topraklarının ele geçirilmesinin akabindeki sınırları hakkında yol
göstericidir. Zosimus bu tanıklığında, aralarında Hunların da yer aldığı buradaki
diğer iki kavim için Tuna’nın kuzeyini yurtları olarak göstermektedir. Metin içi
bağlam noktasında atlanmaması gereken, burada anlatının Got isyanı merkerkezinde
kurulduğu; isyanın paydaşlarından bir kısmının imparatorluk coğrafyası dışına
çıkarılması anlatılırken Tuna’nın kuzeyi olarak gösterilen bu alanın, onların yurtları
olarak nitelenmiş olmasıdır. Tuna’nın kuzeyi Hunlar ile birlikte pek çok kavmin de
yurdudur ve bu dönemde, Hun hükümdarlığının sınırları henüz onlardan bir çoğunu
içine almamıştır. Hatırlanacağı üzere Philostorgius lokasyonu, ‘İskitya’nın Tuna
boyunca uzanan parçası’564 olarak göstererek, Hun hükümdarlığının erken dönemde
nehrin aşağı mecraına hâkim olduğu sonucuna götürmektedir. Bu çerçevede
Zosimus’un
bu
kaydı
Tuna
havalisinde,
batı
istikametinde,
henüz
Hun
hükümdarlığının hâkimiyetine girmemiş kabilelerin varlığını teyit etmektedir.
Diğer taraftan Zosimus da Tuna nehrinin aşağı mecraının Hunların sınırı
oluşunu teyit edecek birden çok kayda yer vermiştir. Bunlardan birinde Zosimus’un
İskit dediği Gotlardan bazıları ‘…Sarakeni tarafından tamamen yok edilmektense
562
Sciri. Plinius Sarmatların komşusu olarak gösterir (Naturalis Historiae IV. 97.). III. yy.da
Karadeniz havalisinde, daha sonra Zosimus’un burada kaydettiği üzere Hunlar ve Carpodaces ile
birlikte Tuna’da görüldüler ve nihayet Gotlar ile birlikte Attila’nın hükümdarlığı döneminde Hun
yapısının çatısı altında Gotlar ile birlikte özümseneceklerdir lakin bazı süvarileri Roma hizmetinde
görev alacaktır. Ridley 1990, sn. 97.
563
Zosimus Historia nova IV. 34. 5-6.
564
Philostorgius Historia Ecclesiastica XI. 8.
135
Tuna’yı geçerek Hunlara teslim olmayı tercih etmişler…’ 565 diğer bir ifadeyle
Hunlara kaptırdıkları yurtlarına geri dönmüşlerdir ki burada yer verilecek ikinci
kayıtta Zosimus aynı durumu bir başka vesileyle kendi anlatacaktır. ‘… evlerini
ellerinden alan Hun göçebelerinin baskısı altındaki Tuna’nın ardında yaşayan pek
çok İskit nehri geçti…’566. Zosimus aynı zamanda, Tuna eksenindeki diğer anlatılar
arasında; Hun hükümdarlığının nehir havalisindeki domina tesirine işaret etmektedir.
‘Bu sırada 567 , o esnada Hunların önderi Uldız 568 , Tuna havalisinde bir barbarın
ordusu ile yaşamasına izin verilmesinin güvenli olmadığını göz önünde tut’tuğunu569
bildirerek, Hunların egemenlikleri dışındaki alanlar ile ilgilenecek denli bu hattı
önemsediklerini sergiler.
‘Tuna havalisinde’ki Hunlar’ dan bahsedenler arasında bu sınırın güneye doğru
aşıldığına ve hatta oradaki şehirlerin ele geçirildiğine hükmedilmesini sağlayacak
verilerden biri, burada ‘yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, … Castra Martis570
olarak adlandırılan Moesia’nın bir şehrini, ihanet sayesinde ele geçirdi’ğini 571
bildiren Sozomenus da yer alır. Sozomenus’un burada verdiği özel bilgi tabiî ki ele
geçirilen Castra Martis şehri ile ilgili olanıdır, böylelikle Hunların bu nehrin
güneyine sarktıkları ve şehirler ele geçirdikleri hakkında da verilere ulaşmış
olmaktayız. Bir diğer şehrin ele geçirilişinin haberini ‘… barbarlar [Hunlar] …
565
Zosimus Historia nova IV. 22. 3.
566
a.g.k. IV. 25. 1.
567
Gainas’ın ordusun büyük kısmını kaybedip Tuna’ya geri çekilip ana vatanında yaşamaya
başladığı dönem kastedilmektedir. Zosimus Historia nova V 21 6.
568
Yunanca metinde Uldes olarak kaydedilmiştir. Bkz. bölüm II.II.I
569
Zosimus Historia nova V 22 1
570
Muhtemelen çağdaş Bulgaristan’ın kuzey-batısında Sırbistan ile sınırının yakında Kula’daki
bir yerleşim ki aynı adı taşıyan bir kalenin de adıdır.
571
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
136
Tuna’yı geçtiler… … [Margus piskoposu] Nehrin sağ kıyısında gizlediği büyük bir
barbar birlik ile Roma topraklarına geri döndü … şehri [Margus’u 572 ] düşmana
teslim etti’ğini 573 kaydeden Priscus vermektedir. Her iki veri de şehirlerin Hunlar
tarafından ele geçirilişinin nedeni şehir sakinlerinin ihanetine bağlanmaktadır.
Lakin Priscus bir diğer kaydıyla ‘İskitler [Hunlar] Danubas574 nehri kıyısındaki
bir Illyria şehri olan Niş’i 575 muhasara ediyorlardı …ve şehir[in] alındı’ğını 576
anlatarak, bu kez muhasara sonucu Hunlar tarafından ele geçirilebilen bir şehir ile
karşılaşılır ki, önceki iki verideki ihanet vurgusundan bu özelliğiyle ayrışır. Buradan
Hunların, her üçü de Tuna’nın güneyinde bulunan üç şehri ele geçirdiği açık bir
şekilde ortaya çıkmaktadır, aynı şekilde imparatorluk sınırları dışında yayıldıkları
coğrafyada yer alması muhtemel diğer şehirleri de ele geçirdiği sonucuna ulaşmak da
mümkündür.577 Diğer taraftan Niş hakkında daha sonraki bir döneme ait başka bir
kaydında Priscus; ‘Niş’e vardığımızda, düşman tarafından yakılıp yıkıldığı için şehri
572
Destunis bu şehri; Yukarı Moesia’da, muhtemelen Tuna kıyısında Constantia’nın
karşısında, Morova’nın Tuna’ya döküldüğü yere lokalize eder. Aynı zamanda burası Dacia-Roma
sınırıdır ve aynı adı taşıyan bir kalede mevcuttur. Destunis belki de çağdaş Pasarofça olabileceğini de
söylemektedir. Destunis 1860, s. 18, n. 4.
573
Priscus Fragman VI/I.
574
Muhtemelen çağdaş Nişava nehri. Niş şehrinden geçen bu nehrin antik adı bilinmemektedir.
Priscus, bu şehrin Tuna’ya beş günlük mesafede olduğunu kaydetmektedir bu nedenle Blockley’e göre
Δανούβας Danubas adı bu nehrin antik adı da olabileceği gibi bu kaynağı hazırlayanlardan pek
çoğunun düşündüğü gibi ortada bir hata da söz konusu olabilir. Zira eldeki veriler bir öneri sunmaya
imkân tanımamaktadır. Latışev de bu adın bozulmuş olduğu kanaatindedir. Priscus Fragman XI;
Latışev 1948, s. 246, dn 3; Blockley 1983, s. 380, sn. 11.
575
Latince adı Naissus. Yukarı Moesia’da (Moesia Superior) yer alan büyük bir Roma şehridir.
Ayrıca bkz. Fragman XI/I.
576
Priscus Fragman VI/II
577
Bizzat Priscus, Attila’nın merkezi olarak sunduğu yerleşimi anlatırken bu çıkarsamayı
doğrulayacak bir haber verir.‘Burası tüm barbar dünyasının hükümdarı olan Attila’nın eviydi; burası,
zaptettiği şehirlere yeğlediği ikametgâhtı.’ Priscus Fragman XI/III = Iordanes Getica 179.
137
ahaliden yoksun bul’duğunu578 belirtmektedir. Öyle ise Niş üzerinden bir genelleme
yapmak gerekirse; Roma şehirlerinin ele geçirilmesinin, Hun hükümdarlığının, şehir
yaşamının devam ettirilmek suretiyle buraları hükümdarlık topraklarının birer parçası
olarak özümsediği anlamını taşımadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Tuna’nın güneyinde yer alan şehirler özelindeki bu durum, alan hâkimiyeti söz
konusu olduğunda renk değiştirmektedir; zira yine Priscus Attila’nın elçisi Edeko
aracılığıyla Roma’dan taleplerini sıralarken çarpıcı bir veriye ulaşmamızı
sağlamaktadır: ‘…. Romalılar … [Attila’nın] savaşta kazandığı arazide ekip biçmeyi
durdurmaz ise buna mukabil silahlara başvurmak ile tehdit etti. İddia etti ki; bu tam
beş günlük seyir şeridindedir ve Pannonia’dan Trakya’da Novae’ye Tuna boyunca
uzanmakta’579 olduğunu haber vermektedir. Maximinus’un elçilik heyetinin üyesi580,
diğer bir deyişle diplomatlık yapmış biri olan Priscus’un, diplomatik bir teması
anması, bu kaydın güvenirliliğini perçinlemektedir. Öyle ise akla gelmesi gereken,
Hun hükümdarlığının, Tuna’nın güneyindeki Pannonia’dan Trakya’ya uzanan bir
alanda egemenlik hakları olabileceği, diğer bir ifadeyle Tuna sınırının, nehrin
güneyindeki alanları da kapsayacak şekilde aşındırılmış olduğudur. Yine Priscus ‘…
Aetius’un yaptığı bir antlaşma ile barbar [Hun] egemenliğine girmiş Sava nehri
yakınlarında Pannonia’nın bir bölgesi …’581 ifadesiyle bu önermeyi teyit etmektedir.
Priscus’un kaydının bir diğer sonucu, Pannonia’dan başlayan bu alanın, nehir hattı
578
Priscus Fragman XI/II [4]
579
Priscus Fragman XI/I.
580
Priscus Fragman XI/II. [2]
581
Priscus Fragman XI/I. Priscus ayrıca Fragman XV/IV’de bu düşünceyi doğrulayacak başka
bir veri daha sunmaktadır. Attila ile Roma elçilik heyetinin bir anlaşmaya varırken Attila ‘Tuna
sınırındaki Roma topraklarından geri çekileceği’ne yemin etmektedir. Roma’nın Tuna’nın kuzeyinde
toprağı olmadığına göre, buradan çıkarılacak sonuç: Hun Hükümdarlığı Tuna’nın güneyindeki
toprakları da ele geçirmiştir.
138
üzerindeki Hun topraklarının batıya -çağdaş Macaristan’a- doğru nehrin orta
mecraına eriştiğine tanıklık etmesidir.
Tuna nehri üzerinde Hun hâkimiyet alanının genişlemesi hususu vazıh bir
surette Prosperus’da da karşımıza çıkar. Onun kayıtları; birinde açıkça bu toponim
zikredilerek diğerinde ise çıkarsama sonucu ulaşılabilecek şekilde olmak üzere iki
kez bu yönde veri sunar. Bunlardan ilkinde Roma’nın görkemli komutanı ‘… Aetius
… kaçıp … Pannonia 582 üzerinden Hunlara ulaş’tığı 583 kaydedilir ki Tuna ile
sınırdaş Roma eyaleti Pannonia’dan geçilmek suretiyle Hunlara ulaşıldığına göre bu
eyalet Hunlar ile hemhudut olmalıdır. Diğerinde ise isim açıkça zikredilir, İtalya
seferinden dönen Attila ‘barış vaadiyle Tuna’nın arkasına’ 584 yani yurduna geri
çekilmiştir. Prosperus’un bu iki tanıklığı Hunların Tuna üzerindeki hâkimiyetinin
nehrin orta mecraını kapsayacak şekilde genişlediğini göstermektedir.
Müverrihler, Hun hükümdarlığının ulaştığı batı sınırı hakkında da fikir
yürütmemizi sağlayacak tanıklıklar sağlamışlardır. Bu sefer Ren nehrinin merkezde
olduğu, bu tanıklıklardan olan ilki Socrates’de yer alır: ‘… Ren nehrinin ardında
yaşayan Burgundlar 585 [a] … Hunlar … sürekli saldırdılar, onların ülkesini yakıp
yıktılar, sıklıkla çoğunu öldürdüler. [Burgundlar] istilacılarının üzerine yürüdü…
582
Tuna’nın orta mecraının güneyindeki Roma eyaleti. ayrıca bkz. ODB III, s. 1572.
583
‘Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 405 a. [miladi takvimde 432 yılı]
584
a.g.k. 435 a. (miladi takvimde 452 yılı) Bu durumun diğer bir tanıklığı ‘… Papa Leo bizzat
kendisi … onunla görüşmek için … geldi. Attila … barış vaadiyle geldiği yol üzerinden Tuna’nın
ötesine çekildi.’ ifadesiyle Priscus’da ayer alır. Priscus Fragman XXII/I=Iordanes Getica 219-224
[223].
585
Socrates’in burada kastettiği V. yy.ın ikinci çeyreğinde Ren havalisinde kurulan birinci
Burgund krallığıdır.
139
Oktar 586 adındaki Hun hükümdarı … ölünce Burgundlar, … önderi olmayan bu
kavme saldırdı, … kesin bir zafer kazandılar…’587. Görüldüğü üzere; Ren nehrinde
bir bölümünde, Burgundların topraklarında Hun istilası gerçekleşmiş yalnız daha
sonra Hunlar bu toprakları kaybetmişlerdir. Lakin burada coğrafyadan değil veriden
kaynaklanan bir sorun karşımıza çıkar; zira Socrates’in bu pasajının tarihsel olup
olmadığı üzerine tartışmalar vardır. Metin bağlamında bu olay Burgundların
Hıristiyanlığa geçişlerini ele alan bir anlatının içinde yer alır.588 Yani bir kilise babası
olan Socrates’in anlatısının merkezi Burgundların ihtidası ve bu ihtidanın hikmeti
sayesinde onların ‘Hun felaketinin’ bertaraf etmesidir.
Thompson, bizzat Socrates’in şahitliğiyle, 430 yılına tarihlenebilecek bu
pasajın kurmaca değil bir gerçekliğe denk geldiğini ileri sürer. Zira, Ren nehrinin
doğusunda iki kavim arasında vuku bulan savaş, Oktar adı ve ölümü, savaşa
586
Yunanca metinde Uptar olarak geçmektedir. Iordanes Getica’da Attila’nın amcası olarak
bahsettiği Oktar ile aynı kişidir. Bkz. Bölüm II.II.I.
587
Socrates Historia Ecclesiastica VII. 30
588
Pasajın tamamı şöyledir: ‘Şimdi; bu esnada vuku bulan kayda değer bir olaydan bahsetmek
zorundayım. Ren nehrinin ardında yaşayan, Burgundlar olarak adlandırılan barbar bir kavim vardır.
Burgundlar barışçıl bir hayat sürerler, hemen hemen hepsi zanaatkârdır ve bu meslekle para
kazanarak geçinirler. Hunlar onlara sürekli saldırdılar, onların ülkesini yakıp yıktılar, sıklıkla
çoğunu öldürdüler. Bu yüzden bu karışıklıkta, bir beşere rücu etmeye değil fakat kendilerini tanrının
korumasına teslim etmeye karar verdiler: Romalıların Tanrısının kendinden korkanları koruduğunu
hassasiyetle hesaba katarak bu yüzden müşterek bir kararla Mesih’in inancına sarıldılar. Bu yüzden
Galia’nın şehirlerinden birine giderek piskopostan onlara Hıristiyan vaftizini bağışlamasını rica
ettiler: yedi gün oruç tutmalarını emretti ve bu arada inancın temel ilkelerini onlara öğretti, sekizinci
gün vaftiz etti ve onları serbest bıraktı. Bu yüzden o zamandan beri kendine güvenleri geldi,
istilacılarının üzerine yürüdüler ve umutları boşa çıkmadı. Oktar adındaki Hun hükümdarı tıka basa
yemek yemesinin neticesi geceleyin ölünce Burgundlar, o esnada önder olmayan bu kavme saldırdı,
kendi sayıca az, düşmanları ise çok fazla olmasına rağmen kesin bir zafer kazandılar; Burgundinin
hepsinin sayısı sadece üç bin kişi olduğu halde, düşmandan en az on binini yok ettiler…’ Socrates
Historia Ecclesiastica VII. 30.
140
katılanların sayısı gibi ayrıntıları bir yaratı olamayacak denli inandırıcı bulur. 589
Thompson’dan sadece herhangi bir analize yer vermeme noktasında ayrışan Vaczy
ve Ahmetbeyoğlu -Thompson’a gönderme yapar- da, bu olayı tarihi bir vaka gibi ele
alır.
590
Maenchen-Helfen,
Thompson’un
inandırıcı
bulduğu
ayrıntıların
‘absürd’lüğünü sergiler: Barışçıl zanaatkâr bir kavim nasıl olur da yedi günlük bir
arınmadan sonra bu yüzyılın en cevval on bin savaşçısını üç bin kişilik bir güçle
yenebilirler sorusunu yönetir. Diğer taraftan bu anlatının Burgundlarin tarih içindeki
seyri ile de çeliştiğini zira 406 yılından kısa bir süre sonra onların Ren’in batı
kıyısına geçmiş olduklarını ve Socrates’in bahsettiği 430 yılına gelindiğinde Ren’in
doğusunda hala bir Burgund topluluğu varsa bunun bir kaç yüz kişilik küçük bir grup
olabileceğini öne sürer.591
Socrates’in bu pasajı tarihsel bir özün üzerine oturtulmuş, muhtemeldir ki bazı
Burgundların, Hıristiyanlıkla ‘şereflenmeleri’nin kerametini sergileme kaygısındaki
yazarının bir kurmacasıdır. Thompson’un inandırıcı bulduğu ayrıntılar, aslında
Maenchen-Helfen’in öne sürdüğü gibi, kaydın tarihsel değil kurmaca kısmıdır. Lakin
üzerine oturduğu tarihsel özü, Burgundların ihtidası ve bizim için önemli olan Ren’in
doğusunda Main bölgesinde Hunların mevcudiyetinin 592 , müverrihler tarafından
sağlanan ilk tanıklığıdır.
Ren’e kadar uzanan Hun hükümdarlığının diğer bir habercisi olarak ‘… Attila,
… Ren’i geçti ve pek çok Galya şehri vahşi hücumlara maruz kaldı … [lakin]
589
Thompson 2008, s. 90 ve 91.
590
Vaczy 1962, s. 80; Ahmetbeyoğlu 2001, s. 34.
591
Maenchen-Helfen 1973, s. 83.
592
a.g.e., 84-85.
141
Hunları mağlup edildiği görülmektedir …[zira Hunlar] yurtlarına geri döndü’ler593
diyen Prosperus karşımıza çıkmaktadır. Aynı müverrih bir diğer kaydında ‘Ren’i
geçen Hunlar, Roma-Got ittifakı karşısında yenilirler ve yurtlarına geri dönerler’594
diye söyleyerek Hun hükümdarlığı sınırlarının Ren’in doğu yakasına değin
uzandığını düşündürtmektedir.
Ve katastrof; ‘[Attila’nın en büyük oğlu Ellac] öldürüldüğü zaman, geride
kalan kardeşleri, söylediğimiz gibi, daha evvel Gotların kendi evleri olan Karadeniz
kıyısı yakınına kaçtı. Böylelikle Hunlar son buldu …’
595
Attila’dan sonra,
hükümdarlık ele geçirmek için on yıllarını verdiği batıdaki -Tuna-Ren hattındaki- bu
topraklarını terke mecbur kalarak Karadeniz sahilleri civarına geri çekilir. Bir Romalı
için bu tabii ki artık tehdit oluşturmadıkları yani Hunlar ile sınırdaş olmadıkları
anlamına gelmektedir.
III.I.II. HUN HÜKÜMDARLIĞI’NIN COĞRAFYASI
‘… İskitya’nın yahut diğer hiçbir yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa
bir sürede bu kadarını asla başaramamıştı. [Attila] Tüm İskitya’nın yanı sıra
Okyanus’un adalarına hükmetmektedir … imparatorluğunu daha fazla genişletmek
için Perslere saldırmayı istemektedir.’596 Priscus, kendi sefareti esnasında karşılaşıp
sohbet ettikleri 597 Batı Roma elçilerinden Romulus’un sözlerini yukarıdaki gibi
aktarmıştır. Böylelikle Hun hükümdarlığının mekânı hakkında biri doğrudan diğeri
dolaylı olmak üzere iki veriyi sağlamış olmaktadır. Doğrudan olanı Romulus’un,
Attila döneminde Hun hükümdarlığının topraklarını tanımlarken kullandığı, ‘tüm
593
Prosperus Epitoma Chronicon 424 a. (m. 451 yılı.)
594
a.g.k. 435 a. (m. 452 yılı)
595
Priscus Fragman XXV = Iordanes Getica 259-263 [263]
596
Priscus Fragman XI/II [37]
597
Priscus Fragman XI/II [36]
142
İskitya’nın yanı sıra Okyanus’un adalar’ını da içine alan bir coğrafyayı
kapsamasıdığı hakkındaki ifadesidir. Dolaylı olanı ise Attila’ya yönelik sarf ettiği
‘İskitya’nın yahut diğer hiçbir yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa bir
sürede bu kadarını asla başaramamış’ oluşu hakkındaki sözleridir ki sebepleri
arasında onun ülkesini ulaştırdığı sınırlar yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle sefirin
olağan dışı bulduğu, Hun Hükümdarlığı’nın, Attila devrinde özümsediği, daha önce
bir emsali olmayan büyüklükteki alanlardır.
Maalesef müverrihler, bu mekânı yer küre üzerinde kati bir surette lokalize
edilmesini ve o devirdeki siyasi coğrafyanın vaziyetinin tasvirini sağlayacak haberler
vermemektedirler. Diğer taraftan bu mekânın kuzey ve doğusu için tarihsel nitelikte
böyle bir kayıt sunma ihtimalleri olmasa gerektir; zira buralar, onların da yakinen
bilebildiği bir alan değildir. Yalnız, tarihçilik noktasında şöyle bir talihe sahibiz ki
Priscus üyesi bulunduğu sefaretin misyonu esnasında, Hun topraklarında kat ettiği
yolu ve bu güzergah boyunca uzanan mekânı anlatmıştır. Hükümdarlığın batısındaki
topraklar ile özdeşleştirilebilecek bu anlatı, müverrihlerin sağladığı ‘sınırların
içi’nden bahseden tek tanıklık olma özelliğine sahiptir.
Priscus, sefaretin Hun topraklarına girildiği andan itibaren anlatısına, ‘Tuna’yı
geçti[klerini] ve barbarlar ile birlikte yetmiş stadium 598 yol …’ 599 aldıklarını
söyleyerek başlar. Böylelikle Hun topraklarının içerilerine doğru yaklaşık olarak yüz
otuz kilometre yol kat etmiş olurlar. Devamında ‘ülkenin daha kuzeydeki bölgelerine
doğru yola çıktık. Bir süre onunla birlikte seyahat ettik ve sonra İskit rehberlerimizin
598
Bir Roma milinin sekizde birine, yaklaşık olarak 1.847 kilometreye denk gelen Yunanların
kullandığı bir uzunluk ölçü birimidir. Priscus’un burada kat edildiği söylediğini mesafe yani yetmiş
stadium ise yaklaşık olarak 13 kilometredir.
599
Priscus Fragman XI/II [6]
143
yönlendirmesiyle başka bir yola doğru döndük zira Attila, … bir köye gidiyordu. …
Oradan bir ovanın üzerindeki muntazam yol boyunca ilerledik ve deniz taşıtlarının
seyrine uygun, Tuna’dan sonra en büyükleri Drekon, Tigas ve Tifesas olan
nehirlerden geçtik. …’600
Zikredilen bu üç nehir adı sayesinde, sefaretin güzergâhı yanı Hun
topraklarının neresinde bulundukları hakkında somut bir veri elimize geçer. Aynı
kayıt ikinci kez Iordanes’in Priscus’dan yaptığı alıntı sayesinde de karşımıza çıkar.
Iordanes bu nehirleri, Tsia, Tibisia, ve Dricca 601 olarak adlandırmaktadır.
602
Iordanes’te sunulan bu üç nehir Priscus’un bize Excerpta de Lagationibus
Romanorum vasıtasıyla ulaşan yukarıdaki pasajda kaydettiği üç nehir; Δρήκων
Drekon, Τίγας Tigas, Τιφησας Tifesas ile birbirine uymaktadır. Görüleceği üzere
sadece nehir adlarının sıralanışında farklılık söz konusudur: Dricca yani Δρήκων
Drekon, Iordanes’te son sırada Priscus’ta ise ilk sıradadır. 603 Maalesef bu tarihi
toponimlerin hangi nehirlere denk geldiği, kati bir surette saptanamamaktadır.
Blockley, Priscus’un anlatımının karşılık gelebileceği coğrafi alanı, bazı
hesaplamalar ve çıkarsamalar yapmak suretiyle lokalize etmeye çalışmıştır. Ona
göre, Diplomatların Viminacium yakınlarından Tuna’yı geçtikleri kabul edilirse,
böylece Tifesas yahut Tibisia, Romanya’dan geçerek Belgrad yakınlarında Tuna’ya
karışan Timiş; Tigas yahut Tsia ise Karpat Dağlarının Ukrayna kısmından doğan
Romanya’nın doğu sınırını teşkil edip Macaristan’dan geçerek Belgrad’ın kuzeyinde
600
Priscus Fragman XI/II [17].
601
Latince metinde Tsia Tibisiaque et Dricca olarak ifade edilmiştir.
602
Iordanes Getica 178. = Priscus Fragman XI/III.
603
Skrjinskaya 2001, s. 308-309, sn. 508.
144
Tuna’ya karışan Tisza nehri olmalıdır. Bu fragmanda belirtilen 604 yedi günlük
seyahat, Tuna’ya yaklaşık bir günlük mesafedeki Batı Roma elçilerinin karşılandığı
Attila’nın kamp kurduğu köyden itibarense, her gün iki yüz stadiumluk605 standart
oranla, fırtına nedeniyle bir gün kaybedildiği606 de hesap edildiğinde aşağı yukarı bin
iki yüz stadium607 yol alındığı iddia edilebilir. Eğer Tisza’yı geçmişlerse bu nehrin
batısında ve Noricum’dan gelen elçileri karşılamak için makul yer, onun bir kolu
olan Körös nehrinin güneyinde münasip bir mıntıka olmalıdırlar. Attila’nın idarî
merkezinin biraz daha uzakta, küçük bir ihtimalle ise aynı nehirlerin karşısında
olduğu anlaşılmaktadır.608 Bu merkez, Roma İmparatorluğu’nun her iki parçasını da
tehdit etmeye, ayrıca kendi elindeki Pannonia’ya yakın olmaya imkân tanıyan bir
konuma sahip Tuna ile Tizsa arasında yer alsa gerektir. 609
Iordanes’in Priscus’dan aktarımında, Exs. de Leg. Rom.daki metinde yer
almayan bir ibare daha vardır. Priscus orada, bu üç nehir aşıldıktan sonra Gotların
büyük kahramanı “… Vidigoia’nın
610
, … öldürüldüğü yere’
611
ulaştıklarını
bildirmektedir. Gerçi Blockley’e göre, bu ibare Priscus’un metnine muhtemelen daha
sonra Bizans müstensihleri tarafından eklenmiş bir bilgidir. Lakin o, Iordanes yahut
kaynağı tarafından da eklenmiş olma ihtimalini hariç tutmamak gerektiğini belirtir.612
Diğer taraftan İbarenenin Priscus’a ait olduğunu düşünen Browning, metinde
604
Priscus Fragman XI/II [20]
605
yak. 37 kilometre.
606
Priscus Fragman XI/II [19]
607
yak. 220 kilometre.
608
Priscus Fragman XI/II [21]
609
Blockley 1983, s. 384 dn. 43.
610
Bkz. Iordanes Getica 43.
611
Fragman XI/III =Iordanes Getica 178.
612
Blockley 1983, s. 387, sn. 72.
145
Sarmatlar tarafından gerçekleştirildiği söylenen
613
bu fiilin mekânı olarak
Transilvanya yahut Doğu Vallachia’yı tespit eder ve bunu Attila’nın karargâhının
Macaristan bozkırlarından ziyade bu bölgede olabileceği argümanını desteklemek
için kullanır. 614 Buna karşın Blockley, haklı olarak eğer bu veri Iordanes yahut
kaynağı tarafından eklenmişse, bu argümanın boşa çıkacağını söyler. 615 Yalnız,
Priscus’dan yapılan iktibaslardan birinde yer alırken diğerinde yer almayan bu
ibarenin, kayıp eserin aslında olup olmadığını kati surette tespit etme imkânı yoktur.
Priscus Hun ülkesindeki bu seyahatin devamını şu şekilde aktarmıştır. ‘Yedi
günlük bir seyahati tamamladığımız zaman İskit rehberlerimizin emri ile bir köyde
durduk’616. Son olarak ise artık hedefe her halde Attila’nın merkezine ulaşıldığını
bildirir. ‘Aynı seyahat esnasında Attila’nın öne geçmesi için bekledik ve tüm
ekibimizle takip ettik. Birkaç nehirden geçtikten sonra, diğer yerdekilerden daha
görkemli olduğu söylenen Attila’nın sarayının bulunduğu çok büyük bir köye 617
geldik…. Bu bölgede yaşayan barbarların ne taşı ne de tomruğu olmadığı için
kullandıkları ahşabı ithal ederler.’618 Priscus’un haber verdiği üzere ulaşılan merkez
ne taşın ne de ağacın olmadığı bir bölgedir ki bu tasvir herhalde bozkır bir alandan
başkasını ifade etmese gerektir.
613
‘Gotların en büyük kahramanı Vidigoia’nın, uzun zaman önce Sarmatlar’ın ihaneti
yüzünden öldürüldüğü yere geldik.’ Fragman XI/III =Iordanes Getica 178.
614
R. Browning, “Where was Attila’s Camp” JHS 73 (1953) s., 144 vd.’dan naklen Blockley
1983, s. 387, sn. 72.
615
Blockley 1983, s. 387, sn. 72.
616
Priscus Fragman XI/II [20]
617
Çoğunlukla Attila’nın karargâhı olarak kabul edilen bu köyün lokasyonu için Bkz. Blockley
1983, sn. 29 ve 43. Daha sonra bu yerleşim Tissa nehrinin batısında ve muhtemelen Tuna’ya oldukça
yakın bir yerdedir lakin sıklıkla ileri sürüldüğü gibi Körös’un kuzeyinde yahut çok daha ileri de olan
Valachia’da değildir. Blockley 1983, s. 385, sn. 53.
618
Priscus Fragman XI/II [21]
146
Prisicus’un tarihçilere sağladığı bir diğer veri grubu, Hun hükümdarlığının
tebaası olan diğer Türk kabilelerine delalet edebilecek beşeri coğrafyaya ait
olanlardır. ‘… Romalılar ile barış akdedilince Attila, Bleda ve kuvvetleri, İskitya
boyunca oradaki kabilelere boyun eğdirerek ilerlediler ve Sorosgi ile de
savaştılar.’619 Priscus’un eserinin başlarında geçtiği düşünülen bu ilk kayıtla ilgili
biri etnonimin kökeni ve diğeri Sorosgi’nin hükümdarlık içindeki hukuki
pozisyonundan kaynaklanan iki tartışma söz konusudur. Burda geçen Σορόσγους
Sorosgus’u 620 Latişev, Iordanes’in 621 zikrettiği kabileyle özdeşleştirir ve bu adın
Saragur etnoniminin imlası bozuk bir şekilde kaydedilmesinden ibaret olduğunu
düşünür ve soydaşı tarihçi Kulakovskiy de çalışmasında bu şekilde verir.622 Lakin
rağbet gören bu özdeşleştirmeye itirazlarda gelmiştir. Maenchen-Helfen, πρὸς
Σορόσγους kaydının, Saragur olarak kurulması yahut onun ile özdeşleştirilmesinin
mümkün görmez. 623 Ayrıca Latışev, onları Hun topluluklarından, yani onların
egemenliği altındaki bir kabile olarak göstermesine rağmen Blockley haklı olarak,
Hunların ilk etapta egemenlik altına aldıkları kabileler arasında olmadıklarını
buradaki Yunanca ifadenin Hun egemenlik alanının dışında kalan halka içinde
bulunduklarını düşündürttüğünü belirtmiştir.624
Sorosgi hakkındaki yukarıda sıralanan iddialar için de yer alan onların Saragur
ile özdeşleştirme ihtimali olmaması savı doğruysa, bu kavmi Türk halkları içinde
619
620
Priscus Fragman II
Σορόσγους Sorosgus metin içinde çekimli halde bulunmaktadır, nominatif şekli ise
Σόροσγοι Sorosgoy şeklinde olması gerekir. Maenchen-Helfen 1973, s. 439.
621
Iordanes Getica 126.
622
Latışev 1948, s. 246, dn. 1; Kulakovskiy 2003, s. 258.
623
Maenchen-Helfen 1973, s. 439.
624
Latışev 1948, s. 246, dn. 1. Blockley 1983, s. 380, sn. 6.
147
değerlendirilmesi noktasında, etnonimin kökeninden kaynaklanan argümanı boşa
çıkarır. Lakin kökene dair özdeşleştirmeyi reddeden bu sav da en fazla
özdeşleştirmeyi kabul eden sav kadar güçlü olduğu, en nihayetinde her ikisinin de
hipotez olması nedeniyle bu tezde, Priscus’un bu verisini bu bölümün içinde
değerlendirilmesinde bir beis görülmemiştir.
Priscus bir diğer kaydında ‘[Attila’nın oğullarından] en büyüğü625 İskitya’nın
Karadeniz tarafında yaşayan Akatiri ve diğer kavimleri yönetmekte’ olduğunu
kaydetmiştir. Akatiri etnonimi de Sorosgi gibi ihtilaflı bir addır626 lakin bir diğeri için
ileri sürülen görüş burada da geçerlidir; ihtilaf ancak onların Türk halkları içinde
değerlendirilmesi noktasındaki etimolojik argümanı geçersiz kılmaktadır. Bunlar
hariçte tutulsa dahi, bu coğrafyanın eski sakinleriyle özdeşleştirilmeyen her iki
kavminde bölgedeki varlığı Hun tarihinin akışının bir parçası olarak açıklanma
dışında bir ihtimali yok gibidir. Bu çerçevede Hunların önlerine kattığı Fin-Ugor
grubundan değiller ise geriye sadece Türk halklarından olmaları ihtimalı kalır ki
bunu bilhassa Akatiri için daha kati bir surette iddia etmenin önünde herhangi bir
engel görünmemektedir. Zira Priscus’un iki farklı koldan627 bize ulaşan kaydının her
ikisinde de onları ‘πρὸς τοῖς Ἀκατίροις Οὔννοις = Akatir Hunları’ 628 olarak
adlandırmaktadır.629
625
Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı,
πρεσβντέρῳ Geç Yunancadaki süperlatif (enüstünlük) yerine komparatif (üstünlük) kullanımının bir
örneğidir. Iordanes Getica 262.
626
Bkz. Bölüm II.II.II.
627
Exc. de Leg. Rom. Gent. 14; Suda A 18.
628
Priscus Fragman XL/I ve XL/II = Suda A 18. Burada nominatif şekli kurulmamış, metinde
geçtiği gibi çekimli halleriyle verilmişlerdir.
629
Aynı görüş için bkz. Thompson 2008, s. 125.
148
Priscus’un bundan sonraki kayıtları, tarihçiler arasında özdeşleştirme
noktasında ihtilafa pek yol açamayan, daha muhkem yorumların yapılmasına
müsaade edecek haberler niteliğindedir. ‘Bu esnada 630 Saragurlar ve Uroglar ve
Onogurlar …
631
Sabirler onlara hücum ettiği zaman bu kabileler kendi ana
yurtlarından ayrıldılar. Okyanus’un kıyısında yaşayan kabilelerin yerlerinden
ettiği 632 Avarlar tarafından bu ikinciler 633 sürüldü. Aynı şekilde, yurt aramak için
hareket eden Saragurlar, Akatir Hunlarıyla temasa girdiler, bir çok savaşta onlarla
çarpıştıktan sonra bu kabilenin hakkından geldiler.’634 Priscus’un Exc. de Leg. Rom.
daki iktibası sayasinde ulaşılabilen bu kaydının, Blockley’in ifadesiyle, muhtemelen
beceriksizce bir özetlemenin sonucu olarak anlaşılması daha bir güçleşmiş635 Suda
tarafından sağlanan ikinci bir şekli daha vardır. ‘Kendileri, Okyanus’un kıyısında
yaşayan kabileler tarafından yerlerinden edilen Avarlar, Sabirleri sürdüler. …
okyanus sakinleri, komşularına saldırdı ve saldıranların daha güçlü olmasından
mütevellit, onların hücumuna karşı koyamayan Avarlar yerlerinden oldu. Aynı
şekilde Saragurlar sürüldü ve Akatir Hunlarıyla temasa geçtiler.’636
630
Latışev gelişen bu olayları 463 yılına tarihlemiş olmakla birlikte; Gordon Attila’nın büyük
imparatorluğunun tabası dahası a group of the Hunnish tribes= Hun kabilelerinin bir kısmı olarak
gösterdiği Saragur, Orog ve Onogurlar’ın Doğu Roma İmparatorluğu’na elçiler göndermesi özelinde
süreci, Latışev’in bir-iki yıl öncesine 461-462 yıllarına tarihlemektedir. Latişev 1948, s. 264, dn. 1;
Gordon 1961, s. 133-134.
631
Latışev bu kabilelerin Kafkasya havalisinde bir yerde bulunuyor olması gerektiğini zira
sonraki Roma müverrihlerinin tanıklıklarının, Avarlar tarafından yurtlarından sürülen Sabirlerin tam
olarak bu havalide olduklarına işaret ettiklerini söylemektedir. Latişev 1948, s. 264, dn. 2.
632
Okyanus’un kıyısında yaşayan kabilelerin yerlerinden ettiği ifadesi için bkz. Bölüm II.I.
633
Bu ikinciler, ifadesinden kasıt Sabirlerdir.
634
Priscus Fragman XL/I
635
Blockley 1983, s. 395, dn. 157.
636
Priscus Fragman XL/II = Suda A 18.
149
Gordon, Avarları bu musibetler tarafından sürülen birileri olarak sunar fakat bu
musibetler sis ve grifonlar olduğu için sürenlerin Arktik Okyanus havalisinin
sakinleri olması gerektiğini düşünür.637
Priscus’un sıraladığı bu kavimleri; onun eserinin akdeminin yaygın olarak
kullandığı İngilizce ve Rusça çevirilerini yapan iki Romanist’in nasıl sunduklarını
göstermek, hem Türk tarihçileri tarafından da benimsenen görüşle genel olarak
uyuşması
638
, hem Türkiye’de her ikisinin de tanınmıyor olabileceği hesaba
katıldığında yerinde olacaktır. Blockley Priscus’un burada bahsettiği, Saragurları ve
Onogorları Türk halkları olarak görür ve ikincisini Iordanes’in zikrettiği Hunugurlar
ile özdeşleştirir. 639 Saragurlar’i ise bu adı andırmasına rağmen, onlar Tuna’nın
ardında olmadıklarını ileri sürerek, yine Iordanes’in zikrettiği640 Sadagarii ile özdeş
olamayacağını
zira
Sadagarii’nin
Aşağı
Moesia’daki
Roma
topraklarına
yerleştirilmiş bulunduklarını öne sürer. Iordanes ilk pasajda Sabirleri, Hunugurların
komşuları olarak gösterir. Iustinianus devrinin sonlarından itibaren İmparatorluğunun
Avrupadaki eyaletlerini taciz edecek bir halk olan Avarların burada anılması, aynı
zamanda onlar hakkındaki en eski kayıtlardan birini meydana getirir.641
Latışev’e göre; Saragur, Ugor ve Onogurlar kabileleri çok iyi tanınmayan ve
Kafkasya havalisinde bir yerde bulunuyor olsa gerektir zira Roma müelliflerinin
tanıklıkları, Avarlar tarafından yurtlarından sürülen Sabirlerin tam olarak bu havalide
olduklarına işaret etmektedir. 642 Sabirler Σαβίροι Hunların akrabası ve Ural’ın
637
Gordon 1960, s. 134.
638
Örneğin Kafesoğlu 1997, s. 150, 157; Gordon 2002, s. 74, 78, 81.
639
Iordanes Getica 37.
640
a.g.k. 265.
641
Blockley 1983, s. 295, sn. 156.
642
Latişev 1948, s. 264, dn. 2.
150
güneyi veya doğusuna konumlandırılan daha geç müelliflerin ise Sabeiroi Σάβειροι
olarak adlandırdığı kabiledir. Sibirya toponimi muhtemelen onların adından
gelmektedir. Procopius bu kabileyi, Avarlar tarafından sürüldükleri dönemde Kuzey
Kafkasya steplerine konumlandırmaktadır.643 Avralar Ἄβαροι Hun kavmiyle akraba
Altay ve Ural arasındaki alanda mevcut olan bu kavim, Hunların Batı Avrasya’da
güçlerine kaybetmelinden sonra bölgeye sızmışlar ve yavaş yavaş çağdaş
Macaristan’a doğru ilerlemişlerdir. Rus letopisleri ise onları Slav atasözlerine girdiği
şekilde Obrov [Oбров] olarak kaydeder.644
III.II. TOPLUM
III.II.I. GÜNDELİK HAYAT
Hun etnografyasına dair tasvirine Ammianus ‘Bundan [vahşiliklerinden]
mütevellit bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını
derince keserler zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının önüne
geçmiş olurlar; böylece hadımlara benzer şekilde sakalsız, çirkin olarak
ihtiyarlarlar…’
645
sözleriyle başlar. Daha önceki bölümde
646
işlendiği üzere,
buradaki keskin bir silahla bebeklerinin yanaklarının kesilmesi yaşanmışa –Hun
etnografyasına- dair bir kare olmaktan çok, onların vahşiliklerinin boyutlarını
sergilemek üzere kurgulanmış bir retorik olarak karşımızda durmaktadır.
Ammianus’un Hunların yemek kültürü ile ilgili olarak bir sonraki pasajında
bize sağladığı bir diğer veri, yine bu ‘vahşi’ toplum algısının izlerini taşır. ‘… ne
ateşe ne beşeri besinlerin zevklerine uyum sağlamaya ihtiyaç duyarlar. Yabani
643
Procopius De Bellis II 29; Latişev 1948, s. 264, dn. 3.
644
yine orada dn. 4.
645
Ammianus Res Gestae XXXI 2 2
646
Bkz. Bölüm II.III. ‘Dış Görünüşleri’
151
otların kökleriyle ve her cins hayvanın, atlarının sırtına, kendi kalçalarının altına
koydukları ve ona biraz pişkinlik sağladıkları yarı çiğ etleriyle beslenirler.’647
Ammianus’un sözlerinin gerçeğin kendisi olduğunu düşünen Thompson648 için,
yemek kültürüne dair Ammianus’un bu anlatısında ‘yabani otların kökleriyle’
beslenmelerini tarımdan ne kadar uzak olduklarının göstergesi olarak kabul
etmektedir. Ayrıca bu kısa tasvirde bu konuya değinilmiş olmasından ise yiyecek
toplama uğraşının Hun ekonomisi için taşıdığı önemin göstergesi olarak kabule
etmektedir. Eti ise sürülerinden ve avlardan sağlamaktadırlar. 649 Thompson’un bu
yaklaşımına karşı her şeyden önce söylenmesi gereken, kendinin de belirttiği gibi
Hun toplumunu hiç görmeyen hatta muhtemelen hayatı boyunca hiçbir Hunu
görmeyen bir müverrih olan Ammianus’un, onların iktisadi faaliyetlerinin düzeni bir
yana, bu ekonominin kendisi hakkında söyleyebildikleri dahi, her daim şüpheyle
bakılması gereken veriler olmalıdır.
Maenchen-Helfen, Ammianus’un kendinden önceki eserlerden okuduklarını
tahayyülüyle renklendirme eğilimine bir misal olarak gördüğü bu tasviri anlamak
için daha çok uğraşmış ve daha tutarlı sonuçlara ulaşmıştır. Ona göre bu kayıtta
geleneksel bir edebi tema ile iyi bir gözlemin tuhaf karışımı kendini göstermektedir.
Pek çok kuzeyli ‘barbar’ da aynı alışkanlık mevcut olduğu için Hunların yabani
otların köklerini yemesini oldukça inandırıcı bulan Maenchen-Helfen, diğer taraftan,
atların sırtına koyarak biraz pişkinlik kazandırdıkları etleri yemelerini, göçebe
kültürüne ait yaygın bir geleneğin yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyler. Bu
647
648
Ammianus Res Gestae XXXI 2 3.
Thompson, Ammianus’un hayatında hiç Hun görmemiş olabileceğini teslim etmekle
birlikte, Hun etnografyasının tasviri bahsinde dahi onun algısıyla olgunun örtüştüğü noktasında
herhangi bir şüphe duymaz. Thompson 2008, s. 20-22.
649
Thompson 2008, s. 62-63.
152
durumu açıklamak için iki ihtimal üzerinde durur; bunlardan ilki atların sırtında
eyerden kaynaklanan yaraların tedavi edilmesi amacıyla uygulanan bir iyileştirme
yahut bu tür yaraların oluşmasını engellemek için uygulanan bir yöntem
olabileceğidir.650 Diğer ihtimal ise coğrafyanın bir milenyum sonraki sakinleri için
tutulmuş kayda dayanır. Kesin bir şekilde Ammianus’un kaydını görme ihtimali
olmayan on beşinci yüz yılın başında Altın Orda coğrafyasını ziyaret etmiş bir
seyyah Johannes Schiltberger, Tatarlar için şu bilgiyi vermektedir: ‘eğer aceleleri
varsa, acele yola çıkmak zorunda iseler, eti ince dilimler halinde kesip, eğerlerinin
altına koyarlar ve bunun üstündeyken atlarını sürerler. Acıkınca bu etten yerler. Et
önce tuzlanır ve onlara göre, bu et kendilerine zarar vermez çünkü et, atın ısısı ile
kurur ve atın hareketi sebebiyle eğerin altında gevrekleşip yumuşar ve suyu çıkar.
Yemek hazırlamak için vakitleri yoksa böyle yaparlar.’651
Maenchen-Helfen’in tespit ettiği gibi ‘… yarı çiğ et ile beslenecek kadar…
dayanıklıdırlar’ ita victu sunt asperi, … ut semicruda carne vescantur 652 ifadesi,
Germenleri: ‘hayat tarzları, çok hoyrattır ve kabadır ki yarı çiğ eti yerler.’ victu ita
asperi incultique ut cruda etiam carne vescantur653 şeklinde tasvir eden coğrafyacı
Pomponius Mela’nın bu betimlemesinden alıntıdır. 654 Pek çok kuzeyli halk gibi
650
A. Solymossy, “La légende de la viande amortie sous la selle”, Nouvelle Reveu de
Hongrie, Ağustos 1937, 134-140’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 14, dn. 91.
651
J. Schiltberger, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), ter. Turgut Akpınar, İstanbul
1997, s. 117; Maenchen Helfen 1973, s. 15.
652
Ammianus XXXI, 3, 2.
653
Pomponius Mela De Chorographia III. 28.
654
Hunlar hakkında söylediği her şey gibi Hiorenimus’un Hunların çiğ et yiyerek yaşadıkları
Hunorum nova feritas iddiası da (Adversus Iovinianum II, 7 Patrologiae Cursus, seria latina, 23, s.
295’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 15 dn. 93.) Ammianus’a dayanmaktadır. Maenchen-Helfen
1973, aynı yer; Eckhardt 1962, s. 144-145.
153
hakikatte Hunların da çiğ et yemesi söz konusu olabilir. Lakin Ammianus
yemeklerini hiç pişirmedikleri bilgisini vererek bir adım öteye geçmektedir. Hun
uygarlığının ana motiflerinden biri olan et pişirmek için kullanılan büyük bakır
kazanlar ise bunun aksini ispatlamaktadır. Dolayısıyla burada söz konusu olan
Ammianus’un Hunları, ‘barbarların’ en alt tabakası klişesinin içine koymak zorunda
hissetmesinden ibarettir.655
Maenchen-Helfen bu analizinde, kuzeyli kavimlerin çiğ et yemesi durumunun
Hunları da kapsayacak şekilde, beşinci yüzyıl Batı Avrasya coğrafyası için peşinen
kabulu, müverrihlerin ‘klişelerinin’ tesirinde kalmak anlamına geleceğini belirtir.
Müverrihlerin olguyu kavrama noktasında pozisyonları, bilmedikleri pişirme
tekniklerini ‘barbar’a yakışır şekilde betimlemek olsa gerektir zira hayvancılıkla
uğraşan toplumlar için çiğ eti, yiyecek haline getirmenin pek çok yöntemi olsa
gerektir.
Hunların hükümdarlığındaki yeme-içme alışkanlıklarıyla ilgili olarak bir diğer
ve Ammianus’un aksine doğrudan bir gözleme dayanan tanıklık, geç hükümdarlık
dönemi için Priscus’da karşımıza çıkar. Bleda’nın eşlerinden biri olan kadın
Priscus’un dâhil olduğu Doğu Roma elçilik heyetini ağırlar ve onlar da bu
misafirperverliğe ‘… kendi ülkelerinin yerli mallarından olmamasından ötürü
barbarların değerli bulduğu hurma, diğer kurutulmuş meyveler, Hindistan biberi …
ile mukabelede’ 656 bulunurlar. Yine Priscus eserinin bir başka bölümünde ‘Köylerde
bize buğday yerine darı ve yerlilerin medos diye adlandırdıkları şarap yerine bol
miktarda gıda maddesi tedarik edildi. Maiyetimizdeki hizmetçiler de darı ve arpadan
655
656
Maenchen-Helfen 1973, s. 15.
Priscus Fragman XI/II [19].
154
yapılmış barbarların kamon 657 olarak adlandırdığı içeceği taşıyorlardı.’ 658 Priscus
bu iki pasajından birinde onların ülkesinde bulunmayan yiyeceklerden diğerinde ise
bulunan yiyecek ve içeceklerden bahsetmektedir. Bunlardan ‘hurma, diğer
kurutulmuş meyveler ve Hindistan biberi’nin yerli malları arasında bulunmadığı için
bunların ‘barbarlar’ tarafından değerli kabul edildiğini belirtmekle bir tespit
yapmaktadır. Yerli ürünler arasında ise darı vardır ki bu buğdaya, medos dedikleri ile
şaraba ve türü ayrıca belirtilmeyen gıda maddeleri ile mukabelede bulunulmuş ve
darı ve arpadan yapılmış kamon sunulmuştur.
Tarımsal ürünlerin söz konusu olduğu bu anlatıda, hiçbir ayrım yapılmadan
yerli ürünlerden bahis edildiğine göre bunların Hunlara da ait olduğu düşünülebilir.
Lakin gerçekte durum farklıdır zira bizzat Priscus eserinin bir başka yerinde bu
durumu vuzuha kavuşturmaktadır. ‘Kendilerinin yararlanması için değil fakat
aralarındaki Hunlar için imparatorun onlara toprak vereceğini öne sürdü. Bu
adamlar tarımla ilgilenmediği fakat kurtlar gibi saldırdıkları ve Gotların yiyecek
ikmallerini çaldıkları için netice itibarıyla ikinciler köle konumunda kalıyorlar ve
bizzat kendileri yiyecek kıtlığına katlanıyorlar.’
659
Görüldüğü üzere, burada
zikredilen tarımsal üretimin icracıları hükümdarlık ahalisinin diğer sakinleri belki de
Gotlar olsa gerektir.
Priscus içme suyu tedariki ile ilgili ‘Uzun bir seyahati tamamlayıp öğlenin geç
saatlerinde, yakındaki köyde yaşayanlara içme suyu temin eden bir havuz yakınında
657
Bu iki kelime –medos ve kamon- Hunların kullandığı dilden günümüze kalan iki cins
isimdir. Gelzer ve Thompson, medos sözünün muhtemelen Germanik ‘mead’ olduğunu
düşünmektedirler. Gelzer 1925, s. 313 vd.; Thompson 1947, s. 62. Kamon ise Pannonia’da bilinen bir
biradır. Maenchen-Helfen 1973, s. 424 vd., Thompson 1947, s. 62.
658
Priscus Fragman XI/II [17].
659
Priscus Fragman XLIX.
155
kamp kurduk. …660’ şeklindeki ifadesi de yine Hun hükümdarlığının tarımcı-yerleşik
sakinleriyle ilgili olsa gerektir. Hunlar bu yaşamın tamamen dışında olup olmadıkları
hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün olmamakla birlikte Hun nüfusunun
baskın kısmının bu tarımcı alışkanlıkların dışında oldukları ve hükümdarlığın sonuna
kadar da öyle kaldıkları, yukarıdaki ifadeden anlaşılmaktadır. Zira Hunların tarım
yapmadıklarından bahseden pasaj Attila sonrası devri anlatmaktadır. Diğer taraftan
üretim aşamasında olmasa dahi tüketim noktasında diğer bir ifadeyle Hun
mutfağında bu yiyecek ve içeceklerin yer almış olabileceği çıkarsamasını yapmak
mümkündür.
Hunların barınma alışkanlıklarıyla ilgili ilk veriyi de yine Ammianus
sağlamaktadır. ‘Asla hiçbir binada barınmazlar aksine mezar gibi gördükleri
onlardan beşeriyetin mutat çevresinin uzaklarına kaçarlar. Onlarda kamışlarla
örtülü çardaklarla karşılaşmak dahi mümkün değildir. … dağlarda ve ormanlarda
göç ederler. Yad ellerde iken ancak kaçınılmaz bir zaruret halinde bir çatının altına
girerler zira onun altında iken kendilerini güvende hissetmezler.’ 661 Dağlarda ve
ormanlarda göç ettikleri belirtilen Hunların bir mesken ihtiyacının da olmaması
doğal bir sonuç gibi durmaktadır. Lakin Ammianus’un bu pasajının tutarlılığı için
geçerlidir. Yoksa soğuk kuzey kışını hiçbir barınak olmaksızın geçirmek mümkün
olmasa gerektir. Buradaki kasıt, bizi sabit meskenlerin onların barınma ihtiyaçları
arasında yer almadığını göstermektedir. Bunun haricinde kuşkusuz çadırlar ve yine
660
Priscus Fragman XI/II [18]
661
Ammianus Res Gestae XXXI 2. 4.
156
muhtemelen Ammianus’un
662
ve Zosimus’un
663
ifade ettiği arabalar barınma
ihtiyacını gidermiş olmalıdır.
Elçilik heyetinin seyahati esnasında ‘… Attila’nın sarayının bulunduğu çok
büyük bir köye 664 geldik’lerini 665 belirten Priscus, bir başka boyutu ile Hunlarda
mesken konusuna değinmektedir ama artık söz konusu olan ‘karabudun’ değil
‘akbudun’dur.
Priscus’un Iordanes aracılığıyla ulaştığımız kaydında
666
; bu ‘köyün’
lokasyonuna ve görünümüne dair bir tasvir sunar.667 ‘Gotların en büyük kahramanı
Vidigoia’nın, uzun zaman önce Sarmatlar’ın ihaneti yüzünden öldürüldüğü yere668
geldik.
669
Buradan çok da uzakta olmayan, düz tahtalardan yapılmış ahşap
duvarlara denk geldiğimizde aslında büyük bir şehre benzeyen Attila’nın kaldığı
köye ulaştık. 670 Bu ahşap duvarlar sağlamlık hissi vermek için, biri dikkatlice
bakmadığı müddetçe eklem yerlerinin güçlükle fark edebileceği bir şekilde birbirine
bağlanmıştı.
662
Ammianus Res Gestae XXXI 2. 10.
663
Zosimus Nea Historia IV 20. 4.
664
Çoğunlukla Attila’nın karargâhı olarak kabul edilen bu köyün lokasyonu için Bkz. Blocklye
1983, sn. 29 ve 43. Bu yerleşim, Tissa nehrinin batısında ve muhtemelen Tuna’ya oldukça yakın bir
yerdedir lakin sıklıkla ileri sürüldüğü gibi Körös’un kuzeyinde yahut çok daha ileri de olan
Valachia’da değildir. Blockley 1983, s. 385, sn. 53.
665
666
Priscus Fragman XI/II [21]
Iordanes’in buradaki ifadesi Fragman XI/II’deki Priscus’un kaydının serbest bir
yorumudur.
667
Iordanes Getica 178-180 ve 182.
668
Muhtemelen çağdaş Romanya’daki Banat bölgesinde Timiş nehri yakınları. Iordanes Getica
43; Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 509.
669
Iordanes kökenli bu kaydın taryışması için Bkz. Bölüm II.I.II.
670
Muhtemelen Güneydoğu Macaristan’daki modern Szeged.
157
Burada çok geniş alana yayılmış büyük avlular ve çok güzel tasarlanmış
revaklar görülürdü. 671 Bu saray avlusunun mıntıkası, buranın hükümdarlık sarayı
olduğunu gösterebilecek denli yüksek ebatta bir çevre duvarıyla çevrilmişti. 672
Burası tüm barbar dünyasının hükümdarı olan Attila’nın eviydi; burası, zaptettiği
şehirlere yeğlediği ikametgâhtı.’ 673
Skrjinskaya Iordanes’in, Priskos’un Attila’nın sarayı hakkındaki bu kıymetli
anlatımını ele alarak yaptığı değerlendirme, metne daha iyi hâkim olma noktasında
oldukça yardımcıdır. Attila’nin yaşadığı bu yer habitacula, geniş bir şehre
benzetilebilecek, bir yerleşim merkezi vicus mahiyetindeydi. Duvarlarını çevreleyen
ağaçtan, boyanmış ‘parıldayan levhalar’ ex tabulis nitentibus vardı. Bu ‘salonlar’,
triclinia adlandırılan ‘büyük avlular’ ve onlardan başka revaklar porticus yani
muhtemelen galerilere ve sundurmalara da işaret etmektedir. Ayrıca anılan binaların
etrafında muazzam ‘avlu’ curtisin uzanmakta olduğundan bahsedilmektedir. 674
Bu anlatının ikinci bir versiyonunu Priscus’un asıl metninden seçmeleri
barındıran Exc. de Leg. Rom. ulaşmaktayız: ‘Attila’nın duvarına yaklaştım. Çevre
duvarının içinde binalardan büyük bir küme vardı, birbirine eklenmiş bazıları
güzelleştirmek amacıyla üzerlerine oyma yapılan tahta levhalardan, diğerleri ise
kabuğu soyulmuş ve düzleştirilmiş kerestelerden yapılmıştı. Yerden başlayarak vasati
derecede yükseltilmiş taşlardan yapılan yuvarlak temeller üzerine oturtulmuştu.
Burada Attila’nın eşi yaşıyordu. Kapının önündeki barbarların arasından geçtim ve
onu hoş bir kanepeye yaslanırken buldum. Zemin, üzerinde yürümek için yün keçeden
671
Buradaki ifade Fragman XIII/I’deki Priscus’un kaydına dayandığı anlaşılmaktadır lakin
Iordanes’in Latince tasviri Priscus’un Yunanca metninden farklılık göstermektedir.
672
Priscus Fragman XI/III.
673
Priscus Fragman XI/III = Iordanes Getica 178-180 ve 182.
674
Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 510.
158
halılarla kaplanmıştı.’
675
Burada tasvir edilen meskenlerin-sarayın iç düzeni
hakkında Priscus ikinci kez bu kompleksin Attila tarafından kendilerinin bir şölende
ağırladığı bölümüyle ilgili olarak ‘Tüm koltuklar bu binanın duvarlarının etrafında
her iki tarafa yerleştirilmişlerdi. Odanın tam ortasında bir divanın üzerinde
oturuyordu. Onun arkasında başka bir divan var ve bunun arkasındaki merdivenler
güzel ketenler tarafından örtülmüş ve Yunanların ve Romalıların düğün için
hazırladıkları gibi rengârenk süsler asılmış olan Attila’nın yatağına çık’tığını 676
söylemek suretiyle betimlemiştir.
Attila’nin konutunun da τὰ οἰκήματα yer aldığı büyük bir yerleşim yahut “köy”
ἐη μεγίστη ... κώ hakkında betimlemenin yer aldığı bu kaydı Skrjinskaya şöyle izah
etmiştir: Bu konut, müşahidin kaydettiği gibi, Hun önderinin konutlardan en
mükemmel olanıydı. Tomruk ve levhalardan yapılmış ξύλοις τε καὶ σανισίν
εὐξέστοις ve ahşap duvarlarla çevrilmişti. Bir tepenin üzerinde yer aldığı ve kulelerle
taçlandığı için ‘saray’ βασίλεια diğer binalardan yüksekti. Priscus, Attila’nın eşi
Hereka’yı ziyareti sırasında ahşap duvarlarla çevrili alanın içindeki çeşitli binaları
incelemiş: burada levhadan ve tomruktan, oymalarla süslenmiş evler vardı.677
Buradaki ‘taşlardan yapılan temel’ ifadesinin çevirisi üzerine ihtilaflar vardır.
Metnin her iki Rusça çevirisinde de ‘ahşaptan yapılan temel’ olarak verilmiş lakin
Destunis678 ve Latışev679 de metnin bu kısmının anlaşılması ve çevrilmesinin güçlüğü
üzerine vurgu yapmışlardır. Aynı şekilde metni İngilizceye çevirenler arasında yer
675
Priscus Fragman XI/II [35].
676
Priscus Fragman XIII/I.
677
Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 510.
678
Destunis 1860, s. 59, dn. 75.
679
Latışev 1948, s. 256, dn. 1.
159
alan Thompson680, Hunlarda taş işçiliğinin olamayacağı düşüncesinden de hareketle
‘ahşap temel’i tercih etmiş lakin hem bu düşünceye karşı çıkan hem de metni bu
surette anlamanın doğru olmayacağını söyleyen Blockley, burada sunulan çeviride de
tercih edilen ‘taştan yapılmış temel’ şeklinde tercüme etmiştir.681
Priscus’un yine doğrudan ulaşan metinleri arasında yer alan Attila’nın merkezi
hakkındaki son tasviri ise ‘İskitler arasında gücü Attila’nınkinden sonra ikinci sırada
olan Onegesius’un Pannonia’dan getirilen taşlarla inşa ettiği hamam’ a682 dairdir.
Böylece, Priscus Hunlarda taş duvar-işçilik örneklerinin ikinci kez şahitliğini
yapmaktadır ki Thompson’un Hunlarda buna denk gelinmeyeceği iddiası daha da
boşa çıkmaktadır. Bu kayıt hakkında ise Blockley, Onogesius’un hamamlarının
Pannonia’dan getirilen taşlarla inşa edilmesini, ihtimal dâhilinde görmemektedir..683
Taşların tedarik edildiği yere dair bu iddia doğru olsun yahut olmasın diğer taraftan
taş işçiliğini icra edenler, burada görüldüğü üzere bir Romalı, kökenleri ne olursa
olsun en nihayetinde Hunların böyle bir mimarı ögenin olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu vesileyle Priscus, Hun yerleşiminde bir hamamın ve taş işçiliğinin
varlığından bile önemli görülebilecek bir bilgi verir: ‘… Bu bölgede yaşayan
barbarların ne taşı ne de tomruğu olmadığı için kullandıkları ahşabı ithal ederler.
Hamamın mimarı Sirmium’da esir alınmıştı ve özenli işi için ödül olarak
özgürlüğüne kavuşmayı umut…’684 etmekteydi. Hunların ‘merkezi’ için yapılan bu
tasvir, ‘taş’ yahut ‘tomruğun’ olmadığı bir bölgeyi, yani ormanın yahut dağın
bulunmadığı bir alanı öyle ise bir bozkırı işaret ediyor olsa gerektir.
680
Thompson 1945, ‘The Camp of Attila’ JHS 65, ss. 112-115, s. 113.
681
Blockley 1983, s. 386, sn. 64.
682
Priscus Fragman XI/II [21].
683
Blockley 1983, s. 385, sn. 53.
684
Priscus Fragman XI/II [21].
160
Hun giysileri hakkında da ilk haberleri Ammianus’dan öğrenmekteyiz, onların
nasıl giyindiklerine dair şunları söylemektedir. ‘Bedenlerini orman farelerinin
derilerinden dikilen yahut ketenden giysilere alıştırmışlardır. Evde giydikleri
elbiselerle dışarıda giydikleri elbiseler arasında farklılık yoktur; bir kez solgun
tunicayı685 üstlerine geçirdiler mi uzun zaman zarfında çürüyerek yırtık pırtık halde
parçalanmadan önce çıkarmazlar yahut bir diğeriyle değiştirmezler. Kafayı eğri
şapkalarla örterler, bacakları kıllarla, keçi postu ile kaplanır; hiçbir kalıp
kullanılmadan yaptıkları ayakkabı, rahat adım atmalarını güçleştirir…’686
Birkaç on yıl sonra ise Olympiodorus, toprağa gömülmüş ‘barbarlara’ ait üç
gümüş heykeli tasvir ederken giysilerin özelliği hakkında başka bir ayrıntıdan bizi
haberdar edecektir. ‘… barbarların nakışlı elbiseleri giydirilmiş’687 Skrjinskaya’nın
da belirttiği üzere müverrih burada, bulunan heykellerin özelliklerini sıralarken –
ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve uzun saçlar- amacı onların ‘barbarlara’
aidiyetini vurgulamaktır.688
Daha sonra Priscus hem elbiselerin hammaddesi olarak keteni hem de onların
nakışlı oluşlarını teyit edecektir. ‘Bir gurup hizmetçi hazır bir halde onun etrafında
ayakta duruyordu ve hizmetçi kızlar, hoş ketenler üzerinde renkli nakışlar yaparken
barbar tarzı giysilerin üzerini süslemek için harap düşmüş halde karşısında
oturuyorlardı…’689
685
coloris tunica, a faded tunic, туника устарелого цвета (Latışev), туника грязного цвета
(Lukomskiy). Bir Roma giysisi olan tunica.
686
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 5 ve 6.
687
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
688
Skrjinskaya s. 259 dn. 139.
689
Priscus Fragman XI/II [35]
161
Hunların yaşamında müverrihlerin en çok dikkati çeken unsurların başında at
gelmektedir. Ammianus, kullandıkları ayakkabılar özelinde giyim şekilleriyle de
ilişkilendirerek bu hususu ele alır ve devam eder. ‘… Bu nedenle [ayakkabılar] yaya
savaşmak için işe yaramıyorlar buna karşılık sanki dayanıklı fakat görünüşü çirkin
kendi atlarına yapışmıştırlar ve çok kere onların üstünde kadınların tarzında
oturarak kendi günlük işleriyle meşgul olurlar. Bu kavmin her ferdi günü ve geceyi at
sırtında geçirirler, alım satım yaparlar, yemek yerler ve içerler ve atın sert boynuna
uzanarak uykuya dalar ve derin bir uyku çekerler ve hatta rüya bile görürler.’690
Hunların gündelik yaşamındaki olmazsa olmaz bir öge olarak atın bu fonksiyonlarını
belirtmekle de yetinmeyen Ammianus ayrıca, onun sosyal yapı içindeki bir işlevini
de, dolayısıyla onların bir geleneğini de, kaydetmek gereği duyar. ‘Mühim işleri
görüşmek gerektiğinde, bu vaziyetteyken 691 toplantıyı icra ederler.’ 692 Priscus’da
aynı durumu teyit eder. ‘… Şehrin dışında at sırtında toplantı düzenlediler.
Barbarlar yayan vaziyette müşaverede bulunmayı uygun bulmadıkları için
693
onurlarını düşünen Romalılar, bir tarafın at sırtından diğerinin ise yayan vaziyette
konuşmasının uygun olmayacağından, İskitlerin bu geleneğine uyarak toplantıya
aynı şekilde katıldılar…’694
690
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 6.
691
yani ‘at sırtında’
692
Ammianus Res Gestae XXI. 2. 7.
693
Destunis, Priscus’un buradaki ‘barbar geleneğinde … at sırtında’ müşavere yapmalarına
dair sözlerini, Ammianus’un Hunların ‘geceyi ve günü’ at sırtında geçirdikleri kaydının da yer aldığı
anlatısıyla ilişkilendirmiştir. Hakeza Zosimus’un piyade savaşlarından habersiz Hunların atlarıyla
yaptıkları hücumlara gönderme yaptığı ifadelerini de buna dahil etmiştir. Ammianus Res Gestae
XXXI 2 6-7; Zosimus Historia nova IV 20 4; Destunis 1860, s. 19, dn. 6.
694
Priscus Fragman II.
162
Maenchen-Helfen, Amminaus’un adeta atla bütünleşen Hunların yaşamına dair
bu tasvirinde, ‘klasiklerin’ yankısını bulduğunu yani bunun bir arkaizm örneği
olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre bu tasvir, Ammianus’un Trogus’a 695 olan
hayranlığını ‘yüksek bir sesle’ sergilemektedir. Ammianus, Trogus’un Partlar
hakkındaki şu kaydını okumuş olmalıdır: ‘Her zaman atlarının üzerindedirler. Bu
şekilde savaşırlar, şölenlere iştirak ederler, kamusal ve şahsi işlere eşlik ederler.
Atlarının sırtında hareket ederler, ticaret yaparlar ve sohbet ederler.’696 MaenchenHelfen’e göre Ammianus, Trogus’tan harfi harfine bir alıntılama yaptığı
görülmektedir sadece Trogus’taki ‘her zamanı’ omni tempore ifadesini ‘gün ve gece’
pernox et perdiu şeklinde vermiştir ve bu yüzden Hunları uyurlarken dahi at sırtında
olduklarını kaydetmiştir.697
Burada söz konusu olan Thompson’un da dediği gibi 698 göçebe kavimlerin
yaşam tarzları arasındaki benzerliklerdir ki bunu Maenchen-Helfen’de kabul etmekle
birlikte yukarıda örnek özelinde geçerliliğinin olmadığını düşünmektedir. 699 Lakin
bunun nedenine dair herhangi bir ifade de sarf etmemektedir öyle ise bu açıklamasız
iddia, havada kalıyor olsa gerektir. Zira kendinin de söylediği gibi göçebe yaşam
tarzının benzerliği ve devamlılığı, müverrihleri daha önceki eserlerden yaptıkları
alıntıların, retorikten ibaret gerçeği yansıtmayan arkaizm unsurları olarak kabul
edilmesine, bu veri özelinde ihtimal bırakmaz. Hun toplumunun merkezinde atın yer
695
Gnaeus Pompeius Trogus, yaklaşık olarak Titus Livius’un çağdaşı olan M.Ö. I. yy.da
yaşamış Kelt kökenli Roma tarihçisi. Dört ciltlik Historiae Philippicae adlı bir eser yazmıştır.
696
‘ Equis omni tempore vectantur; illis bella, illis convivia, illis publica ac privata officia
obeunt; super illos ire, consistere, mercari, colloqui.’ Pompeius Trogus Iustinus XLI, 3, 4.
697
Maenchen-Helfen 1973, s. 14.
698
Thompson 2008, s. 22.
699
Maenchen-Helfen 1973, s. 14.
163
aldığı varsayımı boşa çıkartılmadığı sürece, Ammianus’un Hunların Batı Avrasya
coğrafyasındaki ilk dönemlerine tarihlenen bu tasvirinin yaşanmış-gerçeklik alanına
ait olduğunun inkârı mümkün değildir.
Ayrıca Trogus ve Ammianus Latince metinleri de aslında Maenchen-Helfen’in,
Ammianus’un Trogus’u ‘her zamanı’ omni tempore ifadesini ‘gün ve gece’ pernox et
perdiu ile değiştirerek ve bu nedenle Hunları at sırtında uyutarak dönüştürmesi
dışında ‘too literally’ takip ettiğini göstermemektedir. Trogus Partları ‘Equis omni
tempore vectantur; illis bella, illis convivia, illis publica ac privata officia obeunt;
super illos ire, consistere, mercari, colloqui.’ 700 olarak tasvir ederken Ammianus,
Hunları ‘‘ex ipsis quivis in hac natione pernox et perdius emit et vendit, cibumque
sumit et potum, et inclinatus cervici angustae iumenti in altum soporem ad usque
varietatem effunditur somniorum. et deliberatione super rebus proposita seriis, hoc
habitu omnes in commune consultant. aguntur autem nulla severitate regali sed
tumultuario primatum ductu contenti perrumpunt quicquid inciderit.’
701
diye
anlatılır. Her iki Latince metin karşılaştırıldığında, Maenchen-Helfen’in ifade
ettiğinden çok daha fazla farkın ve değişik ifade kalıplarının söz konusu olduğu bariz
bir surette karşımıza çıkar.
Hun hayatının neredeyse her alanında ortaya çıkan ‘at’ın bu pozisyonuna ve
Ammianus’un tasvirine aykırı bir haberi Sozomenus verir. İskitya kiliselerinin bağlı
olduğu kendisi de bir Got 702 , olan Theotimus, İskitleri akınlarıyla sık sık yıkıma
uğratan ‘Barbarların ülkesinde’ seyahat ederken ‘…Barbarlardan biri onun zengin
olduğunu sanıp haince tutsak etmeye niyetlendi. Bu amaçla bir kement hazırladı ve
700
Pompeius Trogus Iustinus XLI, 3, 4.
701
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 6-7.
702
Sozomenus’un tesmiyesiyle bir İskit.
164
düşmanlarıyla konuşurken mutat şekilde yaptığı gibi kalkanına yaslanarak ayakta
durdu…’703 Sozomenus ne bir attan ne de atın üstündeki bir insandan bahsetmekte,
aksine düşmanıyla konuşurken kalkanına yaslanarak ayakta durmayı bu ‘barbar’ için
‘mutat’ olduğunu belirtmektedir. Akla ilk gelecek soru buradaki ‘barbar’ın bir Hun
mu, yoksa hükümdarlık egemenliğinde yaşayan diğer ‘barbar’ kavimlerden biri mi
olduğudur. Metnin bağlamında bu ‘barbar’ın bir Hun olduğu anlaşılmaktadır zira
Sozomenus burada Got dediği İskitlerden bahsederek onları ayırdıktan sonra Hun
‘barbarlar’dan söz etmiş ve barbar tesmiyesini Hunlar için kullanmıştır. Böylelikle
Hun hayatına dair ‘at üstünde’ olmayı barındırmayan aksine düşmanıyla görüştüğü
esnada dahi olsa ‘ayakta durmayı’ mutat gören alternatif bir anlatıyla karşımıza
çıkmaktadır.
Hunların bu yaşamı idame ettirmek için uğraşılarına dair veriler de yine
Ammianus ile başlar. ‘Onlarda hiç kimse çift sürmez ve hiçbir zaman karasabanla
işleri olmamıştır. İkamet ettikleri belirli bir yer olmaksızın, evleri olmaksızın,
kanunları olmaksızın yahut meskûn bir surette yaşam olmaksızın ebedi firarlar gibi
yaşamlarını geçirdikleri katarlarla göçerler; orada kadınlar kocalarına sefil
elbiseler dokur, onlarla ilişkiye girer, çocuk doğurur, olgunlaşıncaya değin onları
besler. Onlarda hiç kimse nerde doğdukları sorusuna cevap veremez: bir yerde
rahme düşerler, buradan uzakta doğarlar ve daha uzakta büyürler.’704 Ammianus’un
katarları ve dahası göçerlik olgusu, içinde yine atın ve arabaların -katarların- yer
703
Sozomenus Historia Ecclesiastica VII. 26.
704
Ammianus Res Gestae XXXI 2 10.
165
aldığı bir göç anlatımı bağlamında, Zosimus tarafından da dillendirilir. ‘Ve atları,
eşleri, çocukları ve arabalarıyla gel …’diler705
Ammianus, göçebe yaşamı ayrımsama ve algılamadaki yeteneğini, Hunları,
yine göçebe hayat sürdüren, o ve diğer müverrihler için daha aşina bir kavim olan
Alanlar ile karşılaştırdığı satırlarında da sunar. ‘[Alanlardan] Yaş ve cinsiyetten
dolayı savaş için yararsız olanlar, çadırların etrafında bulunur ve ev işleriyle
uğraşırlar, gençler ise çok erken yaşlardan itibaren ata binmeye alıştıkları için
erkeğin yaya gezmesini utanç kabul ederler ve onların hepsi çok çeşitli talimler
sonucunda mükemmel savaşçı haline gelirler. Bu nedenle İskit kökenli olan
Persler 706 de savaşmakta çok mahirdirler.’ 707 Bu anlatının Hunlar için de geçerli
olduğunu, ‘… [Alanlar] her şeyde Hunlara benzerler’ ifadesiyle ‘lakin hayat tarzları
ve mizaçları biraz daha mutedildir’ şerhini koyarak Alanların onlardan ayrıştığı
noktayı da işaret etmek suretiyle belirtir. Ammianus, son olarak aşina bir ifade
eklemektedir ‘yağmacılık ve avcılık yapar…’lar.708
Avcılık ve yağma faaliyetleri Priscus tarafından da dillendirilir ‘Tarihçi
Priscus’un söylediği gibi, bu gaddar kabile [Hunlar], sadece avcılık yapar ve
nüfusları arttığında hainlik ve yağma ile komşu halkları rahatsız etmenin haricinde
başkaca bir iş bilmeksizin...’ 709 yaşamlarını idame ederler. Iordanes üzerinden
haberdar olduğumuz bu pasajın yanında Exc. de Leg. Rom. aracılığıyla günümüze
ulaşan diğer bir metinde yağmanın nedeni olarak burada gösterilen ‘nüfus artışının
705
Zosimus Historia nova IV. 20. 4.
706
Ammianus ‘Part’ etnonimiyle ‘Pers’ etnonimini arasında ayrım yapamamaktadır; burada
kastedilen eski bir Kuzey Doğu İran halkı olan Partlar olsa gerektir. Lukomskiy 1994, s. 494 dipnot.
707
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20.
708
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 21.
709
Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123-126 [123].
166
dışında’ başka bir ögeye de yer verilir. ‘…Romulus, Medes topraklarının İskitya’dan
çok uzakta olmadığı ve Hunların bu güzergâhtan habersiz olmadıkları cevabını
verdi. Ülkelerinin üzerinden kıtlık geçtiğinde, çok eskiden ona hücum ettiler’ 710 .
İran’a uzanan bu yağma akınının, ‘hücum’un, nedeni olarak burada sunulan, Hun
ülkesinde ‘kıtlık’yaşanmasıdır. Atlanmaması gereken Ammianus ve Priscus’un
‘yağma’ ve ‘avcılık’ anlatımlarının tarihsel bağlamı, erken hükümdarlık dönemidir.
Ammianus eserini zaten bu dönemde kaleme almış ve Priscus’un bu metinleri ise
Hunların erken dönemlerini konu almaktadır.
Priscus, bizzat Hunların mı yoksa egemenlikleri altındaki diğer kavimlerin mi
işin merkezinde olduklarına değinmeksizin ilgi çekici bir haber daha vermektedir.
‘… deniz taşıtlarının seyrine uygun, Tuna’dan sonra en büyükleri Drekon, Tigas ve
Tifesas olan nehirleri geçtik. Bunları, nehrin yakınlarında yaşayan ağaçlar
kullanılarak bir ağacın gövdesinden yapılmış kayıklarla geçtik; diğerlerini bataklık
bölgeler yüzünden barbarların arabalarında taşıdıkları sallarla aştık…’711
Priscus, daha önce karşılaşılan arabalardan bir kez daha bahsetmekte, daha
çarpıcı olanı ise bunun yanında deniz taşıtları ve hatta onların yapımı hakkında bilgi
vermektedir. Bu taşıtlarının yapımının, zanaatkârlığın kimler tarafından icra edildiği
açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, hammadde itibarıyla bu coğrafyaya özgü
olduklarına göre onlar, Hun hükümdarlığının ahalisi tarafından yapılmış ve
kullanılmış olmalıdır. Priscus’un üç nehri deniz taşıtlarının seyrine uygun
nitelemesiyle sunması, hiç değilse hükümdarlık coğrafyasının bir kısmında nehirler
üzerinde taşımacılık yapıldığının göstergesidir. Hunlar, ister bu taşıtların yapımı ve
710
Priscus Fragman XI/II [38]
711
Priscus Fragman XI/II [17].
167
kullanımı aşamalarında doğrudan yer alsınlar ister almasınlar, bu maddi kültür
unsurları, araçları, onların hayatında yer almış olsa gerektir.
Hunların yaşamını idame ettirme noktasında gerekli mekanizmalardan birisinin
‘ihracat ve ithalat’ olduğu, Priscus’un, onların Roma ile girdikleri-girmeye
çalıştıkları ticari ilişkileri sergileyen satırlarından anlaşılmaktadır. ‘… Romalılar ve
Hunların eşit haklara sahip güvenilir panayırlar olması gerektiği; [üzerine
anlaşıldı]’712. Panayırın bir Hun talebi olarak bu antlaşmanın şartnamesine girmesi
ticaret, malların mübadelesi noktasında Hun-Roma ilişkilerine, onların verdiği önemi
göstermektedir.
Priscus’un eserindeki başka bir pasajı, panayır üzerine yapılan ‘önem’
çıkarsaması ile çelişir gibi durmaktadır. ‘İskitlerin panayır esnasında Romalılara
saldırmaları713 ve onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar, ateşkesi dikkate
almamakla ve kaleyi714 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi yolladılar. İskitler,
bunları sorun çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları cevabını verdiler;
zira Margus piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve hükümdarlarının mezarlarını
açarak oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia ettiler.’715 Görüldüğü üzere
panayır esnasında, Hun tarafından Roma tarafına bir saldırı yönelmiştir. Buna göre
iki taraf arasındaki ticarete de zarar verecek bir askerî faaliyet Hun tarafınca icra
edilmiştir ve Romalılar tarafından bu nedenle suçlanmaktadırlar. Lakin yukarıdaki
pasajda bu saldırının nedenleri Hunlar tarafından ortaya konmaktadır. Burada
panayırın faaliyette olduğu bir anın seçilmesi, bunun önemsenmeyişinden ziyade
712
Priscus Fragman II.
713
442 yılında.
714
Bu kale Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9.
715
Priscus Fragman VI/I.
168
askerî bir harekât için daha elverişli bir ortam sağlamasından kaynaklanıyor ve
panayırın önemi önermesine karşı bir argüman teşkil etmiyor olsa gerektir.
Attila sonrasında da Hunlar aynı taleple Romalılarla görüşmüşlerdir. ‘Bu
esnada
Attila’nın
oğullarından
imparator
Leo’ya
önceki
anlaşmazlıkların
nedenlerini gidermek için bir elçilik geldi. Onlar ayrıca bir barış antlaşmasının
yapılması gerektiğini ve aynı şekilde Tuna’da Romalılar ile buluşmak, bir Pazar
kurmak ve her ne isteniyorsa değiş tokuş etmek gerektiğini söylediler. Elçilik bu
şeylerden hiçbirinde başarıya ulaşmadan ayrıldı; zira imparatorun görüşü,
topraklarına birçok zararlar vermiş Hunların, Roma ticaretine erişim şansları
olmaması gerektiğiydi.’716 Blockley bu pasajı, Marcianus’un muhtemelen daha önce
oluşturulmasına karar verilen bu pazarı –panayırı- devam ettirmediğinin ve pek çok
‘barbar’ kabilenin Roma ürünlerinin takasına bağımlı oluşunun göstergesi olarak
değerlendirir.717
Defaatla Hun tarafından böyle talepler gelmesi Blockley’in ‘bağımlılık’
çıkarsamasını destekler gibi görünmektedir. Bu metinde karşılaşılan bir diğer husus
ise Roma’nın Hunlar ile ticaret noktasında aldığı pozisyonun menfi oluşudur. Burada
kar-zarar ekseninden kaynaklanan bir durum mu yoksa artık dağılma sürecindeki
‘sabık’ düşman Hunları, bir ‘ambargo’ uygulamak suretiyle daha güç bir durumda
bırakmanın mı Roma politikası üzerinde belirleyici olduğu üzerinde düşünülmesi
gereken bir konudur.
716
Priscus Fragman XLVI
717
Blockley 1983, s. 397, sn. 169.
169
III.II.II. ADETLER VE ŞÖLENLER
Roma müverrihlerinin eserlerinde, Hun adetlerine dair ‘atalar kültü’ ile
ilişkilendirilebilecek iki anlatı karşımıza çıkmaktadır. Bunlarda daha eskisi
Olympiodorus’a aittir. ‘…Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların
tarzında; … barbarların nakışlı elbiseleri giydirilmiş, üç gümüş heykel bulundu. Bu
heykeller çıkarılır çıkarılmaz, hemen, birkaç gün içinde bilumum Got kavmi
Trakya’ya döküldü kısa bir süre sonra Hunlar ve Sarmatlar Illyricum’a ve yine
oraya Trakya’ya akın ettiler: ne de olsa tasvirler tam olarak burada Trakya ile
Illircum arasında bulunmaktaydı ve heykellerin sayısı –üç- kendilerinden merhamet
dilenilen tüm barbar718 kavimlerin sayısına benziyordu.’719
Olympiodorus’un bu metni üzerine Skrjinskaya’nın yaptığı değerlendirme,
anlaşılması için oldukça yararlıdır. Skrjinskaya, Olympiodorus burada, bulunan
heykellerin özelliklerini sıralayarak –ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve
uzun saçlar- her şeyden önce onların ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulanmakta olduğunu
söyler.720 Olympiodorus’un üç heykel ve üç kavim üzerinden metinsel bağlamı, eş
statülü bir kavimler ittifakına işaret etme ihtimalini düşündürtse bile, tarihsel süreç
bunun alandaki Hun hâkimiyeti altında bir ittifak olma yani diğer her iki kavmin Hun
şemsiyesi altında yer almaları durumunu geçerli kılmaktadır. 721 Olympiodorus’un
buradaki üçlü anlatım –üç heykel/üç kavim- durumsal gerçekleri sunmaktan ziyade
718
Üç kavim Gotlar, Hunlar ve Sarmatlar, onların saldırısını önleme kudretine malik
bu üç heykelle kıyaslanmaktadır ki bu kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmiş
haldedirler.
719
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
720
Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139.
721
Peather Heather, Gotlar, Ankara, 2012, ss. 167-171. Bu metin bağlamında; Hun, Alan ve
Gotların arasındaki siyasal ilişki daha ayrıntılı bir şekilde Bölüm III.III. ‘İktidar’da ele alınmıştır.
170
edebi kaygıların ön planda tutulduğu bir retorik olma ihtimali vardır. Dolayısıyla
‘Roma’ya yönelen bu sefer ve onun motivasyonun merkezinde Hunlar olmalıdır. Ola
ki böyle olmasa dahi, Hunlar en azından eş parçalardan biridir ve kendilerini
sembolize eden defnedilmiş bir heykelin çıkarılması onlar için bir savaş sebebidir.
Defnedilme-mezar merkezli benzer bir durumun ikinci tanıklığı Priscus
tarafından sağlanır. ‘İskitler panayır esnasında Romalılara saldırmaları
722
ve
onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar, ateşkesi dikkate almamakla ve
kaleyi723 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi yolladılar. İskitler, bunları sorun
çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları cevabını verdiler; zira Margus
piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve hükümdarlarının mezarlarını açarak
oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia ettiler.’724
İleri sürülen savaş nedenleri bağlamında Thucydides’den esinlenmiş olduğu
düşünülen725 Priscus’un bu metni, Thucydides’in izlerini taşısa dahi, tezin buradaki
bağlamı içinde önemli olan savaş-düşmanlık başlatılmasına yol açan nedenler,
Priscus’da, Thucydides’in metninde yer alanlardan bağımsız yani özgün bir şekilde
ortaya konulmaktadır.
Bu pasajda saldırının ‘haklı’ nedeni olarak sunulanın, mezarların açılmış
olması mı yoksa onlardaki hazinelerin çalınmış olması mı olduğu açıkça
belirtilmemiştir. Lakin her iki durum da ihtimal harici bırakılamayacağına göre,
Priscus’un ifadesi, Olympiodorus kaydında savaşın başlamasının nedeni olarak
sunduğu ‘barbarlara’ ait gömülü heykellerin yerlerinden çıkarılması durumu ile
722
442 yılında.
723
Bu kale Priscus Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9.
724
Priscus Fragman VI/I.
725
Bu tartışma için Bkz. Bölüm III.III.II.
171
örtüşmektedir. Diğer taraftan tarihsel olarak hakikatte, buradaki savaş yahut
saldırının bu nedene dayanıp dayanmadığı, bizim adımıza buradaki bağlam içinde
mühim değildir. Önemli olan Hunlar için bunun bir akın/savaş için meşruiyet zemini
olarak görülmesidir. Hem Olympiodorus hem de Priscus adeta, Hunların, gerek
‘sembol/heykel’
gerekse
‘insan/hükümdar’larının,
başkaları
tarafından
‘defnedilmişlik’ durumlarının bozulmasını meşru bir savaş nedeni olarak
gördüklerinin şahitliğini yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu metinler atalar kültünün
Hunlardaki yansımalarına işaret ediyor olsa gerektir.
Priscus kendisinin de mensubu olduğu Doğu Roma elçilik heyetinin Hun ülkesi
boyunca yol alırken toplumsa düzen içinde telakki edilebilecek, yolculuk ‘düzeninehiyerarşisine’ dair bir duruma iki kez değinir. Bunlardan birincisinde ‘Yedi günlük
bir seyahati tamamladığımız zaman İskit rehberlerimizin emri ile bir köyde
durduk’larını söyler ve nedenini ‘zira Attila’da aynı yoldan geçmekteydi ve biz onu
arkadan takip etmek zorunda’726 olduklarını belirterek açıklar. İkincisin de ise bir
zorunluluk olduğunu ifade etmeksizin bu durumu yineler. ‘Aynı seyahat esnasında
Attila’nın öne geçmesi için bekledik ve tüm ekibimizle takip ettik’727 Her iki tanıklık,
hükümdar ile halk arasında bir hiyerarşiye/nizama dair haber veriyor olsa gerektir.
Diğer
bir
ihtimal
ise
belki
Hunların,
Roma
elçilik
heyeti
nazarında
hükümdarın/Attila’nın konumunu vurgulamak için bu tarz yöntemlere başvurmaları,
elçilik heyeti üzerinde bir nevi psikolojik baskı kurma gayretiyle hareket etmeleridir.
Toplumsal statülerin toplum içindeki yansımalarına dair, hükümdar ile halk
arasındaki ilişkilerin-adetlerin özelinde toplumsal düzenin diğer bir yankısı,
726
Priscus Fragman XI/II [20].
727
Priscus Fragman XI/II [21].
172
Priscus’un satırlarında şu şekilde karşımıza çıkar. ‘… Ertesi gün bizi yola koydular
ve günün dokuzuncu saatinde 728 pek çoğu arasından Attila’nın otağına ulaştık.
Çadırımızı bir tepeye kurmak istediğimizde, Attila’nın otağı alçak bir yerde olduğu
için bizi karşılamaya gelen barbarlar engel oldular.’729 Priscus eserinin bir sonraki
pasajında ise merkezine dönen Attila ‘kendisine sunulan şaraptan da bir kadeh
içtikten sora, diğer binalardan daha yüksek olan ve bir tepeye inşa edilmiş yere
doğru ilerledi’ğini anlatır.730 Bu karşılama seremonisinden sonra Attila’nın yöneldiği
bir tepeye inşa edilmiş ve diğer binalardan daha yüksek olan yer kendi
meskeni/sarayı olsa gerektir.
Priscus, Hunların kullandığı meskenlerin mimari vaziyetiyle kişilerin toplumsal
statüleri arasındaki ilişkiye işaret eden başka bir tanıklığa daha yer verir. Bu sefer
‘İskitler arasında gücü, Attila’nınkinden sonra ikinci sırada olan Onegesius’ ile
Attila’nın meskenini ‘İhtişamda Onegesius’un yapıları hükümdarınkilere nazaran
ikinci sıradadır … Attila’nınkinde olduğu gibi kulelerle donatılmamış’731 olduğunu
belirtmektedir.
Buradan
hareketle
ikisi
arasındaki
statü
farkının,
onların
meskenlerinde de karşılığı olduğu çıkarsamasına gitmek mümkündür.
Bu tasvirlerden anlaşıldığı kadarıyla toplumsal statüler-hiyerarşi ekseninde
kurulmuş ve mesken yahut çadırların kuruldukları yükseklikler üzerinde dahi
belirleyici bir toplumsal düzen karşımıza çıkmaktadır. Görüldüğü üzere, Onegesius
bu pasajlardan birinde, Attila’dan sonra ikinci konumda sıralanmakta ve meskeninin
özellikleri de bu çerçevede ele alınmaktadır. Her ne kadar Priscus anlatısında daha
728
Roma zamanlandırma sisteminde dokuzuncu saat, günümüzde kullanılan yirmi dört dilimli
sitemde öğleden sonra üçüncü saatte denk gelmektedir.
729
Priscus Priscus Fragman XI/II [6]
730
Priscus Priscus Fragman XI/II [22]
731
Priscus Fragman [21]
173
ilerisini söylememişse bile onların ardından gelen diğerleri için de aynı şeylerin
geçerli olacağını düşünmek yerinde olacaktır. Roma elçilik heyeti konakladığı
esnada çadırlarının Attila’nın otağından daha yükseğe kurulmaması gerektiği ifadesi
de aynı çerçevede olsa gerektir. Roma sefareti bundan habersiz olduklarına göre,
kendi ülkelerinde bu tarz gelenekler olmadığı ve Priscus’un Hunları Roma’dan
ayrıştıran bir noktaya daha temas ettiği düşünülebilir. Bu bağlamda akla gelen diğer
bir ihtimal ise Hunlar, yine Attila’nın karizmasını elçilik heyeti üzerinde perçinlemek
için bu yöntemlere başvurmuşlar yahut bu adetlerini, böyle bir işlev için
kullanmışlardır.
Priscus’un satırlarında yer verme gereğini duyduğu diğer bir adet, seferden
yahut belki de herhangi bir yolculuktan geri dönüldüğünde nasıl karşılanıldığına dair
fikir verecek niteliktedir. ‘…Attila[yı], … Onegesius’un karısı, bir kısmının yiyecek
ve diğerlerinin şarap taşıdığı hizmetçilerden bir güruh ile onu karşılamaya geldi (bu
İskitler arasında çok büyük bir onurdur) ve onu hoş karşıladı ve dostane bir şekilde
kendi sunduklarını kabul buyurmasını istirham etti. Yakın bir arkadaşının karısının
ricası olduğu için kendisine eşlik eden barbarlar gümüş büyük tabağı havaya
kaldırırken o at üstünde otururken yedi. Kendisine sunulan şaraptan da bir kadeh
içtikten sonra … ilerledi.’ Burada metnin öznesi Attila diğer bir ifadeyle Hun
hükümdarıdır. Dolayısıyla bir tür seremoni olarak değerlendirilebilecek bu durumun,
Hun toplumunun diğer kesimleri için geçerli olup olamayacağı hakkında bir fikir
yürütmek için sağlam bir veri oluşturmaz.
Priscus bir diğer kaydında köle ve ganimet paylaşımındaki düzen üzerine
çıkarsamalar yapılabilecek bir haber verir. ‘Barbarlar tarafından şehir ele geçirilince
mal varlığını kaybettiğini ve Attila’nın ardından, pek çok insanın emrinde olduğu
174
İskitlerin önderleri zenginler arasından kendi esirlerini seçtikleri için çok zengin
olması nedeniyle ganimetlerin paylaşımında kendisi Onegesius’a devrolunmuştu.
Romalılar’a ve Akatiri soyuna karşı sonraki savaşlarda kahramanlığını ispat ederek
ve İskit yasalarına göre efendisine ganimetini vererek özgürlüğünü kazanmıştı.’732
Hunların bir seferden sonra ganimetleri, toplum içindeki hiyerarşilerine göre
paylaştıkları ortaya çıkmaktadır. Böylece savaş ganimeti olarak köleleştirilen
zenginler, Hun toplumunun üst sınıflarından başlamak üzere paylaştırılmaktadırlar.
Bir savaş sonucu köleleştirilen biri, Hun toplumu bünyesindeki köle konumundan;
diğer savaşlarda kahramanlıklar göstererek ve ele geçirdiği ganimetlerle efendisine
kurtarmalığını ödeyerek çıkabildiği anlaşılmaktadır.
Priscus, Hun ülkesindeyken tanık olduğu hatta bizzat katıldığı şölenlereziyafetlere de eserinde birden çok kez yer vermiştir. Bunların içinde, oturma
düzeninden yapılan ikramlara ve bunların sıralanmasına varıncaya değin çok geniş
şekilde ele aldığı şöleni şöyle tasvir eder: ‘… Attila’nın karşısındaki eşikte ayakta
durduk ve bu ülkenin adetleri gereği sakiler bize bir kadeh verdiler böylelikle
koltuklarımıza oturmadan önce dua etmemiz kabil oldu. Bunu yapınca ve kadehi
tadınca, akşam yemeği için yer alacağımız koltuklarımıza gittik.’ Şölen alanına giriş,
dâhil oluş için hükümdarın huzurunda eşik üzereinde ayakta durmak, misafirlere içki
ikramında bulunulması ve misafirlerin herhalde şölen sahibi için dua etmesi
uygulamaları ortaya çıkmaktadır.733
Priscus, Attila’nın sarayında yer alan şölenin verildiği bu alanı tasvir eder ve
ziyafet esnasında insanların ne surette oturduklarını-sıralandıklarını açıklar.‘Tüm
732
Priscus Fragman XI/II [25]
733
Priscus Fragman XIII/I.
175
koltuklar bu binanın duvarlarının etrafında her iki tarafa yerleştirilmişlerdi. [Attila]
Odanın tam ortasında bir divanın üzerinde oturuyordu. Onun arakasında başka bir
divan var ve bunun arkasındaki merdivenler güzel ketenler tarafından örtülmüş ve
Yunanların ve Romalıların düğün için hazırladıkları gibi rengârenk süsler asılmış
olan Attila’nın yatağına çıkıyordu. Yemekteki sıralanışlarında Attila’nın sağındakiler
en saygıdeğer kabul edilenlerdi, bizim de yer aldığımız solda daha alt düzeydekiler.
Bizim önümüzde bir İskit soylusu Berihus 734 oturuyordu, Onegesius ise Attila’nın
sağındaki bir sandalyede oturuyordu. Attila’nın iki oğlu Onegesius’un karşısında bir
sandalyede oturuyordu; en büyük olanı Attila’nın divanının üzerinde ona çok yakın
değil fakat sağ köşesinde babasına duyduğu saygıdan yere bakar vaziyette
oturuyordu.’ 735 ἐν δεξᾷ τοῦ Ἀττήλλα; Priscus Attila’nın, hükümdarın, sağına en
saygıdeğer, diğer bir ifadeyle toplumsal hiyerarşinin üst konumunda olanları oturtur.
Böylelikle, toplumun müktedir kesimleri arasındaki hiyerarşiye dair bir tespit
yapmanın yanında, sağın Hun toplumu içindeki önemini de dillendirmiş olur.
Priscus, şölen hakkındaki bu ayrıntılı tasvirine, başta Attila’nın giysisi olmak
üzere yemeklerin sunumuna varıncaya kadar pek çok unsura da yer verir. ‘Düzen
içinde her kes oturduğunda bir saki Attila’ya gitti ve bir ahşap kâsede şarabı sundu.
O, bu kâseyi aldı ve ilk olarak sırayla selam verdi. Selamlanarak onurlandırılan
ayağı kalktı ve adetleri olduğu üzere, o şarabı tadıncaya yahut onun hepsini içinceye
kadar yerine oturmadı ve sakiye bu ahşap kâseyi geri uzattı. Yerine oturduğunda tüm
hazirun, selamlamadan sonra kâselerimizi alarak ve onları tadarak, aynı şekilde onu
onurlandırdı. Her misafirin hizmetinde, Attila’nın sakisinden sonra çekilen hattın bir
734
Yunanca yazımı Βερίχος=Berihos.
735
Priscus Fragman XIII/I.
176
adım ilerisine çıkmak zorunda olan bir saki vardı. İkinci ve hanenin geri kalanı
onurlandırıldığında Attila koltuklarımızın düzenine göre aynı seremoniyle bizi
selamladı. 736 Herkes bu selamlamayla onurlandırıldığında, sakiler geri çekildi ve
Attila’dan başlamak suretiyle üç yahut dört yahut daha çok insan için koltukların
hattından ayrılmadan tabakların yerleştirildiği her birinin iştirak edebileceği
masalar kuruldu. Attila’nın hizmetçisi ilk olarak etle dolu bir tabağı taşıyarak ve
ondan sonra masalara ekmek ve pişmiş yemekler koyarak bize hizmet edenler içeri
girdi. Diğer barbarlar için ve bizim için gümüş tabaklarda servis edilerek yemeklerin
bol bir şekilde hazırlığı varken Attila için bir ahşap tabakta sadece et vardı. Kendi
mutedilliğini başka bir yolla da gösteriyordu. Ziyafette altın ve gümüş kadehler
adamlara verildi hâlbuki onun kâsesi ağaçtandı. Elbiseleri sadeydi ve temiz
olmasının dışında geri kalanlardan farklı değildi. Ne bir tarafından asılan kılıç ne
barbar çizmelerinin bağları ne de atının dizginiyle, altın yahut değerli taşlarla yahut
değerli başka bir şeyle diğer İskitler gibi donatılmıştı.’737 Attila, bu metinde şölene
katılan diğerlerinden farklı olmayan giyiminden, ötekilere altın ve gümüş kaplarla ve
kadehler ile yemek sunumu yapılırken kendisine tahtadan olanlar ile yapılmasına
736
Priscus yeniden bu seremoninin tasvirini tamamıyla açıklamadan yer vermektedir ve
Blockley’in tercümesi, yorumu, Bury ve Gordon’uninkinden farklıdır. Ona göre Attila ev sahibi
olarak herkesi sırayla selamlamaktadır ve kendi tahta kadehini onlara sunmaktadır. Ayakta durmakta
olan konuklar bu kadehten içmektedirler ve onu efendisinin arkasında durmakta olan Attila’nın
hizmetçisine geri vermektedirler. Bu hizmetçi arkada durduğu için diğer hizmetçiler bir adım önde bir
hat şeklinde durmaktadırlar ve Attila’nın hoş geldiniz dediği misafiri selamlayan diğer misafirlere
metal kadehler sunmaktadırlar. Bu kadehler ardından ayakta beklemekte olan hizmetçilere geri
verilmektedir. Tüm seremoni, ilk olarak sağ taraftakiler, ardından sol taraftakiler olmak üzere tüm
misafirler için tekrarlanmaktadır. Blockley 1983, s. 387-388, sn. 79.
737
Priscus Fragman XIII/I.
177
varıncaya kadar her yönüyle ‘mütevazi’ bir hükümdar portresi olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Tasvir aşağıdaki gibi tamamlanır. ‘İlk tabaklardaki yemekleri bitirdiğimizde
hepimiz ayağı kalktık ve daha önceki düzenle bize verilen şarap dolu kâseyi
tüketinceye ve Attila’nın sağlığı için dua edinceye kadar hiç kimse koltuklarına geri
oturmadı. Bu suretle onurlandırılınca koltuklarımıza geri oturduk ve başka
yemeklerin yer aldığı ikinci tabak her bir masaya bırakıldı. Herkes bunu paylaşınca
aynı yöntemle tekrar ayağa kalktık, bir kâse şarap içtik ve oturduk. Artık akşam
olduğu için çam ağacından meşaleler yanıyordu. İki barbar geldi ve Attila’nın önüne
oturdu ve onun savaşlardaki kahramanca işlerini ve zaferlerini anlatan kendi
besteledikleri şarkıları söyledi. Misafirler gözlerini onlara odakladı: kimisi bu
dizelerden zevk aldı, diğerleri vuku bulmuş savaşları hatırlarken yaşlılık nedeniyle
vücutları güçten düşmüş ve ruhları dinlenmeye zorlanmış başkaları gözyaşları
düşürdü.
Bu şarkılardan sonra aklı gel git olmuş bir İskit ilerledi ve açığa çıkan
garipliğiyle, anlaşılmayan ve birlikte çılgın sözleriyle herkesin kahkaha atmasına
neden oldu.’ 738 Böylelikle Hun şölenlerinde yemeğin yanında müziğe ve mizah
maksadıyla ‘soytarı’ya da yer verildiği görülmektedir.
Priscus, Attila tarafından verilen ikinci bir şölene de eserinde yer vermiştir.
‘Ertesi gün Attila bizi tekrar bir ziyafete davet etti ve evvelki gibi aynı şekilde kendi
kendimizi takdim ettik ve şölende yerimizi aldık. Bu olayda, yanında oturan
oğullarının en büyüğü değil fakat amcası Aybars739 idi. Ziyafet boyunca Attila bize
738
Priscus Fragman XIII/I.
739
Ὠηβαρσιος Oebarsiοs
178
dostça sözlerle hitap etti…’ 740 Burada iki şölen arasındaki seremonilerin ortak
olduğunun dile getirilmesinden bu seremonilerin ‘standart’ bir nitelik taşıdığı
sonucuna gitmemiz gerekir.
Yine Priscus, bu kez Attila’nın eşi Herekan tarafından verilen başka bir
ziyafetten bahsetmiştir. ‘Bu esnada Attila’nın eşi Herekan 741 bizi, kendi işlerini
yöneten Adamis’in evine yemek yemeye davet etti. Bu halkın önde gelen
adamlarından bazılarıyla birlikte oraya gittik ve cömertçe ağırlandık. Bizi cana
yakın sözlerle ve yemeklerin ihtişamıyla karşıladı. Hazirundan herkes İskit
misafirperverliğiyle ayağı kalktı, bize bir kâse şarap verdiler, içtikten sonra, bizi
kucakladılar ve öptüler ve kâseleri geri aldılar. Yemekten sonra çadırımıza geri
döndük ve uykuya daldık.’742
Attila tarafından verilen ilk şölende, mizah unsuru olarak dile getirdiği
‘soytar’ı Zerkon hakkında Priscus oldukça uzun bir anlatıya yer vermiştir.
‘…[Zerkon] Şimdi ziyafet esnasında ortaya çıktı ve görünüşü, elbiseleri, sesi ve
(Latince, Hunca ve Gotcayı karıştırdığı için) hepsinin karıştığı konuşmasındaki
sözleriyle hepsini iyi bir mizahın içine soktu ve Attila hariç herkesin kontrol
edilemez 743 kahkahalar atmasına neden oldu. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik
olmadan aldırmazlığını sürdürdü ve Ernak 744 adındaki en küçük oğlu geldiği ve
yanına oturduğu zaman hariç, ne bir şey söyledi ne de tebessümünü hissettirecek bir
740
Priscus Fragman XIV.
741
Yunanca yazımı Ἡρέκαν. bkz. Blockley 1983, s. 388, sn. 62.
742
Priscus Fragman XIV.
743
Thompson buradaki ifadenin, ἂσβεστον γὲλωτα, Homerus Iliada I 600’dan iktibas olduğunu
tespitini yapmıştır, topal Hephaestus’un koşuşturduğu ziyafet sahnesini hatırlatmaktadır. Thompson
1947, s. 64; . Blockley 1983, s. 388, sn. 82. Homerus Iliada I 600: ‘tanrılarda gürül gürül bir kahkaha
koptu’ Ter. Erat ve Kadir 2000, s.91.
744
Bu ad hakkında Bkz. Bölüm II.II.I.
179
şey yaptı. Yanaklarını daha yakına çekti ve şefkatli gözlerini ona dikti.’ 745 Attila
huzurunda gerçekleşen ve herkesi güldüren bu mizah gösterisine, tebessümleriyle
iştirak etmemektedir lakin herhalde şölen seremonisinin geleneksel bir parçası
olmasından mütevellit bu gösteriye müsaade etmektedir.
Bir toplumun geleneklerin en bariz şekliyle ortaya çıktığı alanlardan biri, bir
ölüm olayı esnasındaki davranışlarıdır. Socrates ve Theodorotus; iki Hun
hükümdarının sıra dışı ölümü hakkında bilgi verir. Bunlardan ilkinde; Socrates,
Oktar’in tıka basa yemek yemesi sonucu öldüğünü 746 ve diğerinde Theodorotus,
Rua’nın yıldırım çarpması sonucu vefat ettiğini 747 kaydetmektedir. Attila’nın zifaf
gecesi öldüğünü748 söyleyen Priscus, bu ölümü anlatırken başka bir yönüyle de sıra
dışılık vurgusu yapar. ‘Bir rüyada Doğunun İmparatoru Marcianus 749 , bu vahşi
düşmanı tarafından endişeye düşürülmüşken, Tanrı biraz onun yanında durur ve aynı
gece ona; Attila’nın yayının kırıldığını gösterir. Sanki Hun kavmine bu silahın
sayesinde pek çok şeyin bahşedildiği ima edilmekteydi. Tarihçi Priscus bu
söylentinin doğru bir şahitlik olduğunu söyler. İlahi güçler Attila’nın ölümünü
hükümdarlara ifşa etmeleri, ancak özel bir hediye olacaktı, zira büyük
745
Priscus Fragman XIII/III.
746
Socretes Historia Ecclesiastica VII. 30.
747
Theodorotus Historia Ecclesiastica V. 36.
748
Iordanes Priscus’dan nakille bu ölümün nedenini şöyle anlatır. ‘Tarihçi Priscus’un
anlattığına göre, Attila ölümünden kısa bir süre önce, kavminin geleneği olduğu üzere, sayısız
eşlerinin ardından, Ildico adında çok güzel bir kızla evlendi. Düğünündeki şölende çok fazla içti.
Şarap ve içkinin verdiği ağırlıkla sırtüstü uzandığında, mutat olduğu üzere burnundan fazlaca akan
kan, normal yolundan boşalamayarak, ölümcül bir şekilde boğazına doldu ve onu öldürdü. Böylece,
sarhoşluk, savaşarak şöhrete kavuşmuş bir kralı, utanç verici bir sona götürdü.’ Iordanes Getica 254
= Priscus Fragman XXIV/I.
749
450–457 yıllarında Doğu Roma imparatoru.
180
imparatorluklarca o, çok korkunç addediliyordu.’ 750 Görüldüğü üzere Attila’nın
ölümü, zifaf gecesinde vuku bulmasının haricinde, İmparator Marcianus’a ‘ilahi
güçler’ tarafından ayan edilmesi de bir sıra dışılık ögesi olarak karşımıza çıkmatadır.
Lakin ne Socrates ne de Theodorotus bu ölümlerin ardından Hunların cenaze
için neler yaptıkları hakkında bir bilgi vermemişlerdir. Ancak Attila’nın ölümü,
hakkında Priscus’un yazdıkları, Hunların ‘ölüm’-cenaze adetlerini sergilemesi
bakımından bambaşka bir yere ve öneme sahiptir. Iordanes’in Priscus’tan alıntısı
sayesinde ulaşabildiğimiz bu metinde, Priscus ayrıntılı sayılabilecek bir tasvir sunar.
Attila’nın ölümünün ardından Hunlar ‘Daha sonra kavimlerinin geleneği
olduğu üzere, kendi saçlarını kestiler ve kendi yüzlerine korkunç derin yaralar
açtılar. Bu ünlü savaşçının yası, sadece kadınsı feryatlar ve gözyaşlarıyla değil,
erkeklerin kanıyla da tut’arlar.’751 Ölüm sonrası yapılanları Priscus, ut gentis illius
mos est kavimlerinin geleneği olduğu üzere şeklinde tanımlamaktadır. Diğer bir
ifadeyle, bir ölümün ardından; saçların kesilmesi, yüzlerde yaralar açılması, Hun
adetleri olarak tanımlanmaktadır.
Priscus, cenaze için Hunlar tarafından icra edilenlerden bir kısmına
değineceğini ima ederek anlatımına devam eder: ‘Kavmi tarafından, Attila’nın
ruhuna gösterilen saygının pek çok şekli hakkında, birkaç söz söylemeyi ihmal
etmeyeceğiz. Vücudu geniş ve düz bir yere konuldu ve insanların hayranlığının
nişanesi olarak, bir ipek çadırın içine yatırıldı. Bütün Hun kavminin en iyi süvarileri,
arena oyunları gibi yattığı yerin etrafında dönerek atlarını koşturuyorlardı ve bir
750
Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 255.
751
Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 255.
181
cenaze ağıtıyla yaptığı işleri anlatıyorlardı.’752 Yukarıda sayılanların dışında Hunlar,
cenazenin etrafında atlarla dönmüşler ve ağıt yakmışlardır. Tryjarski, burada söz
konusu olanın ‘akbudun’ ile temas halindeki Priscus’un gözlemi olduğuna dikkat
çekmekle birlikte, yine de sıralanan uygulamaları Kök Türklerde de tespit ettiğini ve
bunun gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtmektedir. 753 Bizce Priscus’un olayı
sunumu esnasında cenaze uygulamalarını ‘kavimlerinin geleneği’ olarak nitelemesi,
Tryjarski’nin tespit ettiği Doğu Avrasya’daki paralelliğin dışında, metnin bir ‘elit’
seremonisinden daha fazlasını vaat ettiğini göstermektedir.
Metinde son olarak Attila’nın ardından yakılan bu ağıda yer verilir. “Hunların
hükümdarı Büyük Attila,
Muncuk’un oğlu,
en
cesur
halkların
efendisi,
Scythia ve Germania dünyasının tek sahibi. Bu güçler daha önce bilinmiyordu. Attila
kentleri ele geçirdi. Roma dünyasının her iki imparatorluğunu korkuttu ve onların
yakarışlarıyla yatıştı. Geride kalanları yağmaya maruz bırakmamak için yıllık vergi
aldı 754 . Attila öldü fakat düşmanlarının açtığı yarayla veya dostlarının ihanetiyle
değil. Barış içindeki halkının arasında keyif içinde ve acısız bir şekilde. İntikam için
istendiğine kimse inanmıyorsa kim bunu ölüm gibi görebilir.”755]
Bu ağıttan sonra Priscus Attila’nın nasıl defnedildiğini ve onun adına verilen
cenaze yemeği-ziyafetini anlatır. ‘Böyle ağıtlarla onun yasını tutarlarken strava756
adını verdikleri- kabrinin üstünde çılgın bir cümbüş arasında ayin yapıldı. Sırayla
duygularını en uç noktaya çıkardılar ve hazla kasvetli kederlerini karıştırıp
sergilediler. Ardından, gecenin gizliliği içinde Attila’nın vücudunu toprağa
752
Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 256.
753
E. Tryjarski, Türkler ve Ölüm, İstanbul, 2012, s. 26.
754
Priscus Fragman IX/III.
755
Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 257.
756 Hunların dil içinde günümü ulaşan üç cins adda biri olan strava için bkz. Bölüm II.II.
182
defnettiler. Attila’nın bedenini, kralların kudretini gösteren üç şeyden, birincisi
altından, ikincisi gümüşten ve üçüncüsü muhkem bir demirden yapılmış tabutlar ile
sardılar. Bu madenlerden demir; boyun eğdirdiği halkları, altın ve gümüş ise her iki
imparatorluktan onur payesi aldığını simgeliyordu. Savaşta mağlup edilen
düşmanların silahları, çok değerli koşum takımları, parıldayan farklı türlerden
mücevherler ve prenslere layık bir ihtişam sağlayan türlü çeşitli süsler de mezara
konuldu. Ve bu büyük zenginliğin insanların merakından gizlenilmesi gerekliydi.
Attila’yı defnetme işini yapanları, yaptıkları işin korkunç karşılığı olarak öldürdüler.
Ve böylelikle, defin yapılır yapılmaz, defnedenlerin üzerine ansızın ölüm çöktü.’757
Priscus’un Attila anlatımını kapattığı bu pasajda cenaze ziyafeti haricinde daha
ziyade bir hükümdar için söz konusu olabilecek; ikisi altın ve gümüşten yapılmış üç
tabut içinde defin, değerli eşyalar ve mücevherler ve defnedenlerin öldürülmesi gibi
bilgiler sunar.
Son olarak yukarıda belirtildiği üzere bu metinde Priscus’un öznesinin Attila,
yani ‘akbudun’dan biri olması nedeniyle toplum içinde ‘sıradan’ insanlar için geçerli
olmayacak unsurları da içerdiği açıktır. Bu çerçevede, cenaze uygulamaları arasında,
yukarıda sıralananların dışında, Attila’nın içine konulduğu çadırın ipekten yapılmış
olmasını da ekleyebiliriz. Tryjarski’nin de belirttiği gibi üç tabutla defnedilme
durmunun diğer Türk bölgelerinde karşılığının bulunmamasının açıklamasını da
bununla yani ölenin üst tabakanın en üstünde yer alan biri olmasıyla yapmak
mümkünüdür. 758 Priscus’un anlatımının sıradan insanların ölümünde gerçekleşen
uygulamalardan bazı farklar içermiş olması doğal karşılanabilir. Diğer taraftan
757
Priscus Fragman XXIV/I = Iordanes Getica 258.
758
Tryjarski 2012, s. 26.
183
insanoğlunun hayatındaki üç önemli aşamadan; doğum-ergenlik-ölüm üçlemesinin
sonuncusunu konu alan bu anlatım, ihtişamlı taraflar dışarıda bırakıldıktan sonra, pek
çok yönüyle, Hun toplumun geneli için de geçerli olanları ifade ettiği söylenebilir.
III.II.III. SUÇ VE CEZA
Priscus, Attila özelinde hükümdarın toplum içindeki ‘hakem-yargıç’ konumuna
işaret eder. ‘[Attila] bu evden dışarı çıktı. Dışarı çıktığında Onegesius ile birlikte bu
binanın önünde durdu ve birbiriyle sorunu olan pek çok insan ona doğru ilerledi ve
onun muhakemesini aldılar.’ 759 Görüldüğü üzere ihtilafların çözümü noktasında
bizzat hükümdar, muhtemelen en üst makam olarak, devreye girmektedir. Burada
amaç diğer mekanizmalar tarafından üstesinden gelinmemiş yahut aşılamamış
sorunların, buyruğu ‘tartışılamaz’ olan biri tarafından sonuçlandırılması olmalıdır.
Dolayısıyla hükümdar da adalet yapısı içinde yer almaktadır.
Müverrihimiz, bunun daha açık bir örneğini, Hunların dışında bir yabancının
Hunlar tarafından yargılanmasına dair bir tanıklık sunarken sağlayacaktır. Attila’ya
suikast girişimde bulunmak amacıyla diplomatik görev kisvesinde onun yanına gelen
bir Roma yurttaşı olan Vigilas’ın, yargılanmasına dair şu olayı anlatır. ‘Vigilas
İskitya’ya geri döndüğünde ve Attila’nın bulunduğu bölgeye ulaştığında bu amaç
için hazırlıklı olan barbarlar etrafı sardı ve onu hapsetti ve Edeko için getirdiği
parayı elinden aldılar.’ Vigilas bu şekilde tevkif edildikten sonra ona karşı yöneltilen
suçlama dillendirilir. ‘Onu Attila’nın huzuruna götürdüler ve hangi nedenle bu kadar
çok altın taşıdığı soruldu’. Vigilas savunmasında iki neden ileri sürer: ‘uzun yolculuk
boyunca bitap düşen yük hayvanları ve yetersiz atlar yahut ikmal yetersizliği
nedeniyle elçilik gayesinde başarısız olmasın diye kendisi ve kendisiyle birlikte
759
Priscus Fragman XI/II [35]
184
olanların amaçları için olduğu cevabını verdi. Bundan başka; Roma topraklarında
birçok kişi akrabalarının fidyesinin verilip kurtarılmaları için ona yalvarmalarından
mütevellit esirleri satın almak maksadıyla kendisine para tedarik edilmişti.’
Savunmanın haklı nedenlere dayanmadığını bizzat Attila belirtir: ‘Ardından Attila
Vigilas’a ‘alçak hayvan’ diye hitap edip ‘hilelerinle daha fazla adaletten
kutulamayacaksın. Bahanelerin cezalandırılmaktan kaçman için yeterli olmayacak.’
Attila, Vigilas’ın savunmasında neden haklılık payı olmadığını açıklar. ‘”Tedarik
ettiğin para, kendi ihtiyaçlarına ve atlara ve yük hayvanlarına ve Maximinus ile
birlikte bana geldiğinizde size yasakladığım 760 esirlerin fidyelerini ödemeye tedbir
olarak gerek duyduğundan daha fazladır.” dedi.’761
Esasen kendisine karşı düzenlenecek suikastın haberini alan Attila, Doğu Roma
elçilerine birkaç adamını yollamak suretiyle ‘… Romalılar ile Hunlar arasındaki
ihtilaflar halledilinceye kadar, ne Vigilas’ın ne de kendimizin hiçbir Romalı esir
yahut barbar köle yahut at yahut yiyecek haricinde başka hiçbir şeyi satın
almama’larını emreder.762 Romalılar’a Hun topraklarında yiyecek dışınde herhangi
bir şey satın almanın yasaklanmasının amacı; ‘altın getirmesi için nedensiz bırakıp
kendisine [Vigilas’a] karşı düzenlenen komploda kolayca tuzağa düşürecek
barbarların planının bir parçasıydı’. 763 Böylelikle Vigilas’ın ‘suçüstü’ halde ele
geçirilmesinin koşulları hazırlanmıştır. Böylelikle Vigilas, Attila’ya suikast
düzenleyeceklere dağıtılmak üzere getirilen altının açıklamasını yapamayacak
760
Bkz. Fragman XI/II [15]
761
Priscus Fragman XV/I.
762
Priscus Fragman XI/II [15]
763
Priscus Fragman XI/II [15]
185
durumda bırakılmıştır. Zira Attila tarafından Roma elçilerinin satın almasına
müsaade edilen tek şey yiyecektir ve bu altın yiyecek onun için çok fazladır.764
Attila, Vigilas’ın savunmasını çürüttükten sonra, gerçeği anlatmadığı takdirde
nasıl bir cezalandırma ile karşı karşıya kalacağını bildirir. ‘Bunu söyleyip eğer
Vigilas neden ve ne amaçla bu parayı getirdiğini söylemezse, bu esnada ilk olarak
barbarların ülkesine babasıyla beraber gelmiş Vigilas’ın oğlunun bir kılıçla
öldürülmesini emretti.’ Doğrudan kendisi değil ama oğlu üzerinden maruz kalacağı
bu ceza bildirildiğinde, Vigilas adaletin tecellisine önce itiraz eder. ‘Vigilas, oğlunun
ölümle karşı karşıya kaldığını görünce gözyaşlarını ve feryatlarını tutamadı ve
kılıcın masum bir genç üzerinde değil, kendi üzerinde kullanılması için adalete
başvurdu.’ Ardından istenileni yapar. ‘Tereddüt etmeksizin, kendinin idam edilmesini
ve oğlunun salıverilmesini durmaksızın yalvararak, kendisi, Edeko, hadım ve
imparator tarafından planlananı 765 anlattı.’ Zaten ‘Edeko’nun kendisine anlatmış
oldukları’ üzerinden teyidini yapabildiği bu beyandan ‘Vigilas’ın yalan söylemiyor
olduğunu bilen Attila’ son duruma binaen şu hükmü verir. ‘onun [Vigilas’ın]
zincirlenmesini emretti ve oğlu geri dönünceye ve onun kurtarmalığını ödemek için
elli altın libre766 daha getirinceye kadar onu serbest bırakmayacağını garanti etti.’767
Burada hükümdar, Attila, yargılamanın ve hüküm vermenin merkezindedir. Gerçi bu
yargılama özel bir ‘mahkeme’ hüviyeti taşımaktadır; zira hükümdara suikast planının
merkezindeki bir Romalı ‘suçüstü’ ele geçirilmiş ve buna göre bir yargılama süreci
yaşanmıştır. Yukarıda yer verilen Priscus’un diğer kaydıyla karşılaştırıldığında, bu
764
Kelly 2011, s. 173.
765
Priscus Fragman XI/I.
766
Latince Libra; yaklaşık 328 grama denk gelen Roma ağırlık birimi.
767
Priscus Fragman XV/I
186
genel uygulama olarak hükümdarın adalet mekanizmasının içinde ve herhalde en
üstünde yer aldığı önermesini desteklemektedir.
Priscus, yine Vigilas özelinde, bu sefer kendisinin de hazır bulunduğu bir
ortamda tanık olduğu, hükümdarın yargıç rölünü gösteren başka bir olayı da
kaydetmiştir. ‘… Attila, … bizi [Doğu Roma elçilik heyetini] çağırdı ve … otağına
gittik. … Tahtın biraz önünde durduk … Ardından Vigilas’a edepsiz hayvan olarak
seslenerek ve tüm kaçakların barbarlara teslim edilmesinden önce hiçbir elçilik
heyetinin ona gelmemesi gerektiğinin karara bağlandığı, kendisi ile Anatolius
arasındaki antlaşma şartlarını bilmesi gerektiği halde, neden kendisine gelmek
istediğini sorarak sözlerini hemen ona doğru yöneltti. Vigilas, kaçakların hepsi
teslim edildiği için Romalılar arasında İskit soyundan kaçak olmadığı cevabını
verince Attila daha çok sinirlendi ve sözlerinin hayâsızlığı ve utanmazlığı yüzünden
onu bu şekilde cezalandırmak suretiyle elçilerin haklarını ihlal edeceğini düşünmese
onu kazığa oturtacağını ve kuşlar için yem olarak bırakacağını haykırarak ona
oldukça kötü davrandı. Romalılar arasında kendi soyundan pek çok kaçak vardır
diye sözlerini sürdürdü ve kâtiplerine papirüs üzerine yazılmış kaçakların adlarını
seslice okumasını emretti. Kâtipler tüm bu isimleri sesli okuduğunda Attila, Vigilas’a
derhal ayrılmasını söyledi…’ 768 Bu olayda Attila yine Vigilas’in yalan beyanının
ispatını ortaya koymakla beraber, bu ‘sözlerinin hayâsızlığı ve utanmazlığı’
nedeniyle ‘onu kazığa oturt[mak] ve kuşlar için yem olarak bırak’mak suretiyle
cezalandırmak gerektiği lakin ‘elçilerin haklarını ihlal edeceğini’ düşünmesi
yüzünden bundan geri durduğunu ifade eder.
768
Priscus Fragman XI/II [12]
187
Hun hanedanına mensup Romalılara sığınan iki kişi özelinde yine bir suç ve
ceza olayı ile karşılaşırız. ‘Romalılar arasındaki, içlerinde hanedan ailesinden
Mama 769 ve Atakam’ın 770 da yer aldığı mülteciler barbarlara geri verildi. Onları
teslim alanlar kaçışlarının cezası olarak, Trakya’da bulunan Karsum 771 kalesinin
yakınlarında kazığa oturttular.’772 İltica etme suçu, isimleri zikredilen bu iki kişi,
isimleri ve ünvanları belirtilmeyen teslim alınan diğerleri ile birlikte kazığa
oturtulmak suretiyle cezalandırılmıştır.
Bunların yanında Priscus’un eserinde ‘sıradan’ insanların yargılanmasına dair
başka kayıtlar yer almaktadır. Biri casusluk ve diğeri savaşta kölelerin efendilerini
öldürmeleri olayı hakkında, suç ve ceza bağlamında, şu kaydı düşmüştür.
‘….casusluk yapmak için Roma’dan barbarların topraklarına geçmiş bir İskit ele
geçirildi. Attila onun kazığa oturtulmasını emretti. Ertesi gün diğer köylerin
üzerinden yolculuk ederken İskitler arasında köle olan iki adam getirildi, elleri
arkalarından bağlanmıştı çünkü savaşta efendilerini öldürmüşlerdi. Kafaları, tepede
“V” şeklinde yarıkları olan ağaçtan iki parçaya tutturmak suretiyle onları idam
ettiler.’773 Blockley’in tercümesinin esas alındığı ikinci cezalandırma yönteminin –
idamın- çevirisinde bir tasarrufta bulunulmuştur. Şöyleki; Priscus’un kullandığı
769
Yüksek bir mevkie sahip bir Hun, muhtemelen bir önderin çocuğu, erken bir dönemde
ekibiyle birlikte sığınmak için Roma tarafına geçmiştir fakat burada anlatıldığı üzere Margus
Antlaşması’nın şartları çerçevesinde Attila’ya teslim edilmiştir. PLRE II, s.704; Latışev 1948, s. 245,
dn. 10.
770
Erken bir dönemde Hun hükümdarı Rua’dan kaçmıştır. Mama’nın kaderini o da
paylaşmıştır. PLRE II, s. 175; Latışev 1948, s. 245, dn. 11.
771
Carsum ya da Carsium, Dobruca’nın çağdaş Geşova Гершова yerleşimi ile
özdeşleştirilmektedir. Latışev 1948, s. 245, dn. 12.
772
Priscus Fragman II.
773
Priscus Fragman XIV.
188
ἀνασταυρόω anastavroo eylemi, genellikle çarmıha gerilme yahut kazığa oturtulmayı
ifade etmesine rağmen, burada cezalandırma şekli bir dalın oyuğuna yerleştirilen
başların boyundan asılması olarak gerçekleştirildiğine göre, metinde bu fiil idam
etmek anlamında kullanılmışa benzemektedir.774
III.III. İKTİDAR
III. III. I. HUN İKTİDARININ DOĞASI
‘[Hunlar] … hiçbir hükümdarlık otoritesiyle yönetilmezler; ancak ileri gelen
adamlarının intizamsız yönetiminden memnundurlar…’ 775 Ammianus, Hunların
erken dönemlerine ait iktidar yapısını, idarî örgütlenmelerini, müesses bir nizamın
çok uzağında tanımlamaktadır. Başka bir pasajda, Hunların herhangi bir düzene
sahip olmaksızın, hatta organize bir mekanizmaları olmaksızın hareket ettiklerini
ifade ederek adeta, bu görüşündeki kararlılığını segiler. “Savaş olmadığı zamanlarda
hain ve değişkenler, her yeni umuda kolaylıkla teslim oluyorlar ve her şeyde vahşi
öfkeye güvenmekteler. … Altına karşı çok güçlü arzu duyuyor, o derece değişken ve
öfkeliler ki, hiçbir kışkırtma olmadan bazen aynı gün içinde ittifaklarından
vazgeçebilirler ve aynı şekilde hiç kimsenin arabuluculuğu olmadan barışırlar.”776
Ammianus bu suretle her şeyden önce, eserinin Hun-Got mücadelesini anlattığı
aşağıdaki bölümü ile çelişen bir metin ortaya koymaktadır ve böylelikle bu tespitinde
kendi metninin kompozisyon bütünlüğünü açmaza sokmaktadır. “ve işte Hunlar,
genellikle Tanaites adlandırılan ve Greuthungi 777 ile sınır Alanların topraklarını
geçip onları dehşetengiz bir kırıma ve yıkıma maruz bıraktılar, hayatta kalanlarıyla
774
Blockley 1983, s. 389, sn. 91.
775
Ammianus Res Gestae XXI. 2. 7.
776
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 11.
777
Ammianus Ostrogotları bu şekilde adlandırmaktadır.
189
ise ittifak kurdular ve kendilerine tabii kıldılar. Onların yardımı ile komşu kavimlere
korku salan çok savaşçı bir kral, arkasında farklı farklı ve çok kalabalık kahraman
askerleri olan Ermaneric’in geniş ve verimli topraklarını ani baskınlar ile cesurca
delip geçtiler.”778
Bu kudretteki Ermaneric, intizamsız bir ‘güruh’un baskısıyla karşılaşınca
“uzunca bir süre onların karşısında kararlı bir şekilde durmaya ve saldırıları
püskürtmeye çabaladı; fakat felaketin yaklaştığı dehşetini saçan söylenti git gide
arttığı için büyük tehlikenin karşısında gönül rızasıyla ölümü, korkusuna son” 779
vermesi yani intihar etmesi anlaşılabilir olmaktan uzaktır. Ammianus, pasajın
devamında780 ise bu sefer Hunların, kendisinin Thurungi olarak çağırdığı Vizigotları
‘tarumar’ edişininden bahsetmektedir ki, bu Hunların örgütlenmesi hakkında
söyledikleri ile tutarsızlığı perçinlemektedir.
Hun iktidarının doğası üzerine, erken dönem içinde değerlendirilebilecek, bir
başka veri Olympiodorus’da karşımıza çıkar. ‘…Bu mevki kazıldığında, oraya
yerleştirilmiş barbarların tarzında … üç gümüş heykel bulundu. 781 Bu heykeller
çıkarılır çıkarılmaz, hemen, birkaç gün içinde bilumum Got kavmi Trakya’ya
döküldü kısa bir süre sonra Hunlar ve Sarmatlar Illyricum’a ve yine oraya,
Trakya’ya akın ettiler: ne de olsa tasvirler tam olarak burada Trakya ile Illircum
778
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 1.
779
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 2.
780
Bkz. Ammianus Res Getae XXXI. 3. 4-7.
781
Olympiodorus çıkarılan yerde, ‘ellerin arkadan kavuşturulmuş, barbarların naskışlı
elbiseleri giydirilmiş ve uzun saçlı’ şeklinde bulunan heykellerin özelliklerini sıralar ki Skrjinskaya’ya
göre böylece, heykellerin ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulamış olur. Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139.
190
arasında bulunmaktaydı ve heykellerin sayısı –üç- 782 kendilerinden merhamet
dilenilen tüm barbar kavimlerin sayısına benziyordu.’ 783 Anlatıda Got, Alan 784 ve
Hunlar ayrı ayrı sefer etmiş gibi sunulmaktadır. Bu durum çok başlı bir yapıya yahut
kuzeyde
henüz
Hun
egemenliğinin
mutlaklaşmadığına
işaret
ettiğini
düşündürtmektedir. Skrjinskaya bu durumu; Üç kavimin ὰἔϑGotlar, Hunlar ve
Alanların saldırısını önleme kudretine malik bu üç heykelle kıyaslanmaktadır ki bu
kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmişlerdir şeklinde izah eder.785
Olympiodorus’un bu metnini, sıralanan üç kavmin aralarındaki ilişkileri ve
tarihsel arka planı da hesaba katan Skrjinskaya, şu değerlendirmeyi yapar: Burada
zikredilen Gotlar, muhtemelen bu dönemde artık İtalya ve Galya’nın güneyine göç
etmiş Vizigotlar değil, Balkan Yarımadası ve daha uzun bir müddettir de Tuna
havalisiyle
ilişkili
olan
Ostorogotlardır.
Dördüncü
yüzyılın
ilk
yıllarında
Ostorogotlar, muhtemelen Karpat bölgesindeydiler. Bu Ostorogotlar, Mommsen
tarafından yaklaşık olarak 405-445 yılları olarak tarihlendirilen786 kırk yıl zarfında,787
yeni bir kral çıkaramadıkları bir fetret süreci yaşadılar. Olympiodorus’un anlattığı;
heykellerin çıkarılışının ardından gerçekleşen Ostorogot akını işte bu fetret devrinde
gerçekleşmiş olsa gerektir.
İkinci sırada kaydedilen Hunlar, beşinci yüz yılın başında artık Tuna’ya
ulaşmışlardır, Hun hükümdarı Uldız Tuna’nın kuzey kıyılarında bulunmaktadır.
782
Üç kavim Gotlar, Hunlar ve Sarmatlar, onların saldırısını önleme kudretine malik bu üç
heykelle kıyaslanmaktadır ki bu kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmiş haldedirler.
783
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
784
Olympiodorus Sarmat olarak çağırmaktadır.
785
Skrjinskaya 1956, s. 263, dn. 145.
786
MGH, Auctores antiquissimi, T. V, pars 1, s. 21’den naklen Skrjinskaya 1956, s. 262, dn.
787
Iordanes Getica 250-251.
143.
191
İstanbul’dan firar eden Got birliklerinin komutanı Gainas’ı ele geçirmiş ve öldürüp
başını imparatora hediye olarak yollamıştır. Beşinci yüzyılın ilk yıllarında Hunların
imparatorluk topraklarına doğru dehşedengiz akınları vuku bulmuştur. 415 yılında
ise Trakya ve Illiria’ya fevkalade tahripkâr bir akın yapılmıştır. Olympiodorus’un
anlatısına konu olan bu devirde Hunların hükümdarı, Uldız ve Oktar’ın halefi olan,
ülkesinin topraklarını genişletmesiyle ve gelirlerini artırmasıyla tanınan Rua olsa
gerektir. Olympiodorus’un son sırada zikrettiği isim olan Sarmat ile bir dizi kaynakta
Hunların müttefiği olarak gösterilen Alanlar kast edilmiş olmalıdır. Hun, Got ve
Alanlar; Olympiodorus’da olduğu gibi tez kapsamında ele alınan Orosius gibi diğer
müverrihlerde ve Marcellinus gibi, altıncı yüz yılın müverrihlerinde de ayrım
yapılmaksızın, kati bir surette Avrupa’daki barbar kabile grupları olarak
gösterilmişlerdir.788
Skrjinskaya’nın bu değerlendirmesine yapılacak itiraz, kendisinin Ostrogotlar
ile özdeşleştirdiği burada bahsedilen Gotların tıpkı Alanlar gibi Hun egemenliği
altında olma ihtimaline değinmemiş olmasıdır. Heather’in gösterdiği üzere, Hunların
dördüncü yüz yılın son çeyreğindeki Gotları mağlub etmelerinin akabinde, Hun
hükümdarlığının eriştiği sahalar789 dışında kalanlar ya da bu alanın dışına göç edenler
hariç, Gotların Hun egemenliği altında olmaları gerektir. Olympiodorus’un üç heykel
ve üç kavim üzerinden metinsel bağlamı, eş statülü bir kavimler ittifakına işaret etme
ihtimalini düşündürtse bile, tarihsel süreç bunun alandaki Hun hâkimiyetinin
patronajında bir yapı olma, başka bir deyişle diğer her iki kavmin Hun şemsiyesi
788
Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 34. 5.; Socrates Historia Ecclesiastica VI. 6. Zosimus Historia
Nova V. 22.; Marcellinus Chronicon 379 a., 400 a.; Skrjinskaya s. 262-263 dn. 143.
789
Bkz. Bölüm II.III.I ‘Hun Hükümdarlığının Sınırları’
192
altında yer almaları durumunu geçerli kılmaktadır.790 Bu durumda, Olympiodorus’un
anlatımında, Roma’ya karşı harekete geçen kavimlerin aralarındaki bu siyasal
düzeninin herhangi bir imasının yer almaması, eseri aktaran Photius’un özensiz
özetleme tercihinden yahut Olympiodorus’un üç heykel ile üç kavim arasında
uyumlu bir anlatı kurma kaygısından fazlasını ifade ediyorsa, Hun siyasal yapısının,
bileşenlerine bağımsız hareket hakkı tanıyan gevşek konfederal sistemine işaret eden
bir veri olarak değerlendirilebilir.
Sozomenus, Uldız’ın düzenlediği bir seferi anlatırken Hun iktidarının kendi
erkini tanımlamasına yer verir. ‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin önderi
Uldız, büyük bir ordunun başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp kurdu.
Castra Martis olarak adlandırılan Moesia’nın bir şehrini, ihanet sayesinde ele
geçirdi ve buradan Trakya’nın geri kalanına akınlar yaptı ve Romalıların ittifak
kurma teklifini küstahça reddetti. Trakya birliklerinin kumandanı ona barış
önerilerinde bulundu, ama o yükselmekte olan güneşi göstererek ve eğer isteseydi
dünyanın o güneş tarafından aydınlatılan her bir bölgesini zapt etmenin onun için
işten bile olmadığını bildirerek cevap verdi.’ 791 Her ne kadar burada Uldız’ın
muhattabı bir Roma komutanı olsa da kudretinin sınırlarını tanımlayış şekli
manidardır. ‘Uldız bu tür tehditler savururken ve istediği kadar büyük miktarda
haracın verilmesini emrederken ve sadece bu şartlar altında barış yapılabileceğini
veya savaşın devam edeceğini -vaziyet bu denli acizken, Tanrı mevcut yönetime özel
lütfünün bariz kanıtını gösterdi; zira, kısa bir süre sonra yakınındaki hizmetkârlar ve
Uldız’ın kabilelerinin önderleri Roma hükümet tarzını, imparatorun hayırseverliğini
790
P. Heather, Gotlar, Ankara, 2012, ss. 167-171.
791
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
193
ve onun en iyi ve yararlı adamları ödüllendirmedeki çabukluğu ve cömertliğini
münazara etmekteydiler. Böyle bir saygıyı içlerinde güçlü bir arzu ile hissetmeleri
tabii ki Tanrı’nın iradesi dışında değildi ve o birliklerin komutanları Romalılara
geçerek, emirleri altındaki adamlarla onların kamplarına katıldılar.’792
Bu ‘feci’ durumdan Roma’nın kurtulmasında ise Romalılar yararına‘Tanrı’nın
lütfu’ devreye girer. Sozomenus, bu tehdit karşısında ilahi bir lütuf sayesinde
kurtulmanın mümkün olduğunu söylediğine göre, Uldız’ın erkini ifade ederken dile
getirdikleri Romalılar tarafından da kabul gören bir beyan olmalıdır. Böylelikle Uldız
önderliğindeki Hun iktidarının kudreti bir bakıma ‘tescil’ edilmektedir. Diğer
taraftan, Bir kilise babası olan Sozomenus’un kurduğu ilahi bağlantı da ilk bakışta
yadırganacak bir şey yoktur lakin Hun tazyikinin gücünü yahut Uldız’ın kudretini
ifade etme noktasında manidardır. Zira sıradan bir tehditden sıyrılmak için ‘ilahi’ bir
yardıma çok da ihtiyaç olmasa gerekir. Dolayısıyla Uldız’ın iktidarının kudretini
tanımladığı satırlar içi boş bir göz dağından fazlasını ifade eder.
Nihayetinde bu sefer Uldız için felaketle sonuçlanır. ‘Böylece kendini terk
edilmiş bulan Uldız, nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi birliklerinden
çoğu, diğerleri arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı katledildi.’793 Roma
anlaşıldığı kadarıyla hilelerle ve ihsanlarla onun birliği altındaki güçlerden bir
kısmını yanına çeker ve güçlerinden muhtemelen önemli bir bölümünü kaybeden
Uldız, bu ihanetten sonra geri kalan birliklerinin bir kısmını da muharebede kaybedip
geri çekilmiştir.
792
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
793
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
194
Hemen hemen Sozomenus’un anlatısıyla aynı kurguya sahip başka bir metni
yine bir kilise tarihçisi olan Theodoretus sunar. ‘… İskit göçebelerin önderi Rua794
büyük bir kalabalıkla Tuna’yı geçmişken ve Trakya’yı yağma ve talan ediyorken ve
imparatorluğun başkentini kuşatmayla ve özetle onu zapt etmeyle ve onu yıkmayla
tehdit ediyorken Tanrı, onun kalabalığının tümünü yok eden ve bu istilacıyı yakan
gökten inen fırtına ve yıldırımla onu mahvetti. 795 …’796 Bir diğer kilise babası, bir
diğer Hun hükümdarı Rua’nın yarattığı tehditten Roma’nın yine bir ilahi yardım
sayesinde kurtulduğunu dile getirmektedir. Böylece Roma karşısındaki Hun gücünün
ne ifade ettiği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.
Zamanla çok daha geniş bir coğrafyaya 797 yayılacak bu iktidarın zirve noktası
yani Attila devri hakkında Priscus şunları söyler. ‘… İskitya’nın yahut diğer hiçbir
yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa bir sürede bu kadarını asla
başaramamıştı. Tüm İskitya’nın yanı sıra Okyanus’un adalarına hükmetmektedir ve
Romalıları haraç ödemeye zorlamaktadır. Mevcut başarılarından daha fazlasını
amaçlamaktadır ve imparatorluğunu daha fazla genişletmek için Perslere saldırmayı
istemektedir.’798 Priscus, iktidarın kudreti hakkında süre koşulu ile bağlayarak, Hun
modelinin, daha önce hiçbir yerde benzeri görülmemiş bir başarıya sahip olduğunu
ifade etmiştir.
Hanedan mensuplarının ‘iktidar’ organı içinde görevler icra ettikleri,
Attila’nın oğlu özelinde karşımıza çıkmaktadır. ‘Onegesius, Attila’nın en büyük
794
Yunanca metinde Ῥωΐλασ Rhoilas olarak kaydedilmiştir. Bkz. Bölüm II.II.I.
795
Theodoretus devam eden bölümde ‘barbar’ olarak çağırdıkları İranlıların da benzer bir
felaketle karşılaştıklarını anlatmaktadır.
796
Theodoretus Historia Ecclesiastica V. 36.
797
Bkz. Bölüm III.I. ‘Hun Hükümdarlığının Sınırları’
798
Priscus Fragman XI/II [37]
195
oğlu 799 ile birlikte bahsedilecek nedenden ötürü Attila’ya boyun eğen İskit kavmi
Aktziriye800 gönderilmesi vuku buldu… En büyük oğlunu bu kavmin önderi yapmak
isteyerek Onegesius’u bu amaç için yolladı.’801 Metinde Akatziri’yi ziyarete gidenler,
Attila’dan sonra en üst makamdaki Onogesius ile birlikte Attila’nın oğludur. Bu
ziyaretin amacına ulaşıp ulaşmadığına yani Attila’nın oğlunun Akatiri önderi olup
olmadığına dair bir bilgi verilmemektedir. Lakin her halükarda hanedan
mensuplarının ülke yönetiminde görev aldıkları, iktidar aygıtının bir parçası
oldukları ortaya çıkmaktadır.
Kaldı ki diğer bir pasajda, Attila’nın yukarıdaki fargmanda bahsedilen
oğlunun mu yoksa bir diğerinin mi olduğu belirtilmekle beraber, hanedan
mensuplarının yönetimde rol aldıkları yine Akatziri örneğinde, ama bu kez
Karadeniz tarafında daha geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde karşımıza çıkar.
‘Ertesi gün, Attila’ya üç oğul doğurmuş ki; en büyüğü 802 İskitya’nın Karadeniz
tarafında yaşayan Akatiri ve diğer kavimleri yönetmekteydi’. 803 Attila’nın erkek
çocuklarının, belki de hanedan ailesine mensup diğer bireylerinde, iktidar
mekanizmasının içinde yer aldıkları, başka bir ifadeyle hükümdarın alt düzeydeki
799
Iordanes, Priscus’un burada isim vermeden andığı Attila’nın en büyük oğlunu Ellak olarak
çağırmaktadır. Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı,
buradaki πρεσβυτέρῳ sözünün kullanımı Geç Yunancada süperlatif (enüstünlük) yerine, komparatif
(üstünlük) kullanımına bir örnektir. Iordanes Getica 262; Blockley 1983, 383, sn. 40.
800
Priscus, Akatzirilerden bu fragmanın 550. satırı ve devamında yeniden bahsedecektir.
Maenchen-Helfen onları Karadeniz’in Kırım’ın batısına düşen topraklarına yerleştirir. MaenchenHelfen 1973, ss. 427-438. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Bölüm II.II.II.
801
802
Priscus Fragman XI/II [16].
Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı,
πρεσβντέρῳ Geç Yunancadaki süperlatif (enüstünlük) yerine komparatif (üstünlük) kullanımının bir
örneğidir. Iordanes Getica 262 = Priscus Fragman XXV.
803
Priscus Fragman XI/II [35].
196
bileşenleri oldukları sonucu tamamen açığa çıkmaktadır. Henedanın erkekler
dışındaki mensuplarının hatta aile dışından olup evlenme suretiyle –gelin olarakhanedan ailesine dâhil olanların iktidar aygıtı içinde yer aldıklarını düşünmemize yol
açacak veri, diğer bir ifadeyle argümanımız Priscus’un ‘(Bleda’nın eşlerinden biri
olan) köyü yöneten kadın’ ifadesidir.
Priscus, söylendiği gibi metnin devamında Hunların etrafındaki alanlara
doğru, iktidarını genişletmek, hâkimiyet altına almak için bu alanlardaki ihtilaflardan
yararlandığına dair bir veri aktarır. ‘Bu kavim kabileler ve oymaklara göre pek çok
öndere sahipti. Theodosius onlara, Romalılar ile barış içinde olsunlar ve hepsi Attila
ile ittifaktan vazgeçsinler diye hediyeler yolladı. Bu hediyeleri götüren elçi, onları
her önderin makamına göre sunmadı, netice itibarıyla kıdemli makamdaki
Kuridah 804 , farkına varılmadan atlandı ve saygınlığına uygun olandan mahrum
edildi böylece hediyesini ikinci sırada aldı ve muadili önderlere karşı Attila’yı
yardımına çağırdı. Attila gecikmeksizin [Akatziri’nin] bir kısmını yok eden ve geri
kalanını boyun eğmeye zorlayan büyük bir güç yolladı. Ardından Kuridah’ı zaferin
ödüllerini paylaşmak için davet etti.’ 805
Akatziri’nin bu önderiyle kurulan ittifak Hunlar açısından başarılı bir
şekilde sonuçlanır ve Kuridah ödüllendirilmek istenir. ‘Fakat bir komplodan
şüphelenip, bir tanrıyı görmeye gelmenin bir insan için zor olduğunu beyan etti:
‘Güneşin dairesine bakmak mümkün değil ise, biri nasıl zarar görmeksizin tanrıların
en büyüğüne bakabilir’. Akatirinin geri kalanın hepsi Attila’ya boyun eğerken, bu
804
Yunanca metinde Κουρίδαχος Kuridahos olarak kaydedilmiştir. Bkz. Bölüm II.II.I.
805
Priscus Fragman XI/II [16].
197
suretle Kuridah kendi halkı arasında kaldı ve önderliğini sürdürdü.’806Burada Attila
için kullandığı sözler, bizce bir dalkavukluk seramonisinden fazlasını ifade etmekte
bu sözlerde, Attila’nın kuzey kavimleri içindeki konumu, Hun iktidarına duyulan
‘saygı’ da temeyyüz etmektedir. Aksi takdirde Kuridah’ın Attila’ya hitaben söylediği
sözlerin istihzai anlamda kullanma ihtimali belirir ki kendinden yardım istediği ve
bunca korktuğu birine karşı bu tarz bir üslupla konuşması mümkün değildir. Bu
nedenle, bu sözlerde dalkavukluktan fazlası da vardır ki bu da bizi Attila’nın
coğrafyanın diğer kavimleri üzerindeki karizmasının bir işaretine götürür.
Attila’nın Hunlar içindeki karizmasını ise yönetimdeki en üst düzey görevli
Onegesius’un sözlerinde bulabiliriz. Onegesius kendini ‘ayartmaya’ çalışan Roma
sefaretine şu cevabı verir. ‘Attila’nın yanında kölelik, Romalılar arasında
zenginlikten evla olduğu düşünen ve çocuklarım, karılarım ve İskitler arasındaki
eğitimimle arkama bağlı olan beni efendime ihanet etmeye ikna için pek çok
inandırıcı şey getireceklerini düşünüyorlar.’807 Bunun dışında, Attila’nın konutunun,
‘diğer binalardan daha yüksek olan ve bir tümseğe inşa edilmiş yer’de
808
bulunduğuna yani civardaki diğer binalardan daha yükseğe inşa edilmiş olduğuna
değinen Priscus, bir betimlemeden ziyade onun Hunlar arasındaki ‘âli’ konumunun
hayatın her alanında temeyyüz ettiğini belirtmek istemiş olsa gerektir.
İnsanlık tarihinde dikkat çekecek ölçüde karşılaşılan iktidarın metafizik
durumlar ile bağlantılı kılınmasına, Hun iktidarı özelindeki bir örneğine yine
Priscus’da rast gelmekteyiz. ‘…[Attila] Ernak809 adındaki en küçük oğlu geldiği ve
806
Priscus Fragman XI/II [16].
807
Priscus Fragman XI/II [34]
808
Priscus Fragman XI/II [22]
809
Yunanca metinde Ἠρνᾱκ Ernak olarak kaydedilmiştir. Bkz. II.II.I.
198
yanına oturduğu zaman hariç, ne bir şey söyledi ne de tebessümünü hissettirecek bir
şey yaptı. Yanaklarını daha yakına çekti ve şefkatli gözlerini ona dikti. Diğerlerini
görmezden gelirken bu oğluna dikkat kesilmesine şaşkınlığımı belli ettiğimde,
yanımda oturan ve Latince bilen barbar bana söyleyeceği hiçbir şeyi tekrar
etmemem konusunda beni uyararak, kâhinlerin Attila’ya, soyunun düşeceği fakat bu
oğlu tarafından yeniden canlandırılabileceği kehanetinde bulunduklarını söyledi.’810
Pasajdaki metafizik unsurun yani kehanetin, bizzat Attila tarafından itibar görmüş
olduğu ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle, metafizik diğer durumların da Hun
iktidarı için makul ve muteber karşılanabilir olduğu kabul edilebilir.
Priscus, Attila’nın sarayında verdiği bir ziyafeti anlatırken, iktidarın hiyerarşik
yapısına dair bir yansıma sunmaktadır. ‘… [Attila] Odanın tam ortasında bir divanın
üzerinde oturuyordu. … Yemekteki sıralanışlarında Attila’nın sağındakiler en
saygıdeğer kabul edilenlerdi, bizim de yer aldığımız solda daha alt düzeydekiler.
Bizim önümüzde bir İskit soylusu Berihus 811 oturuyordu, Onegesius ise Attila’nın
sağındaki bir sandalyede oturuyordu. Attila’nın iki oğlu Onegesius’un karşısında bir
sandalyede oturuyordu; en büyük olanı Attila’nın divanının üzerinde ona çok yakın
değil fakat sağ köşesinde babasına duyduğu saygıdan yere bakar vaziyette
oturuyordu.’812
Çok açık olmayan bu oturma düzeni hakkında Blockley, dikdörtgen yahut daha
çok karemsi salonun merkezinde Attila oturduğuna göre sadece Attila’nın önündeki
duvar boyunca koltuklar konulmuş olması gerektiği düşünür. Böylece Blockley
oturma düzeni hakkında şu sonuçlara ulaşır; ziyafet salonun yarısını, Attila ile giriş
810
Priscus Fragman XIII/III
811
Yunanca yazımı Βερίχος=Berihos.
812
Priscus Fragman XIII/I.
199
arasında bulunan kısmını kaplamış olmalıdır. Attila’nın iki oğlu sol tarafın başında
oturturken en saygın yerde, Attila’nın sağında ona en yakın olan koltukta
Onegesius’un bulunduğu anlaşılıyor. Berichus’un Attila’ya olan uzaklığı açıklanmış
değildir lakin Doğu Roma elçilerine göre bir koltuk daha yakın oturmaktadır.813
Blockley’in bu konudaki fikirleri doğru olsun yahut olmasın, merkezinde
Attila’nın yer aldığı bu oturma düzeni anlatımında Priscus bize çok ilgi çekici bir
veri sağlamaktadır. ἐν δεξᾷ τοῦ Ἀττήλλα; Priscus Attila’nın, hükümdarın, sağına en
saygıdeğer, diğer bir ifadeyle toplumsal hiyerarşinin üst konumunda olanları oturtur.
İlk bakışta bu Doğu Avrasya’da Çinlilerin Kök Türkler hakkında iki yüz elli yıl sonra
gerçekleşecek bir olay için verdiği bir bilgiyle çelişik durmaktadır. ‘2. Yılın sonunda
Bügü Çor, kendi kardeşi T’u-hsi Bag’i Sol Kanat Şadı, Kutluk’un oğlu Mo-chü’yü
[yani, Bilge’yi] Sağ Kanat Şadı olarak tayin etti’.814 Togan burada söz konusu olanın
Sol Kanat Şadı yaşça büyük ve amca konumunda olan T’u-hsi Bag’a verilen bir
unvan, yaşça küçük olan Bilge Kağan’ın ise Sağ Kanat Şadı olduğuna göre bu
ifadeden solun sağdan üstün olduğu çıkmaktadır. Zira Kapgan Kağan’ın, Bilge
Kağan’a değil kendi kardeşine, T’u-hsi- Bag’a, taht için öncelik vermiş olduğunu
dile getirir.815
Sağ ve sol üzerinden tanımlanan bu durum, bu sefer Hunların birkaç asır
öncesine giden Doğu Avrasya’daki Hsiung-nular hakkında yine Çinlilerin tuttuğu
kayıtlarda mevcuttur. ‘[Hsiung-nu] … [Devlet Taşkilatında] Sol ve Sağ Bilge Beyliği,
Sol ve Sağ Lu-li [Beyliği], Sol ve Sağ [Kanat] Büyük Generalliği, Sol ve Sağ … [gibi
813
Blockley 1983, s. 387, sn. 78.
814
Chiu T’ang-shu 5169:14. Tercüme; İ. Togan, vdğ, Çin Kaynaklarında Türkler Eski
T’ang Tarihi, Ankara, 2006, s. 251’den alıntıdır.
815
İ. Togan,vdğ., Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi, Ankara, 2006, s. 251-254.
200
makamlar] kurulmuştur. Hsiung-nular[da]… genellikle veliaht “Sol T’u-chi Beyi”
yapılırdı.’816 Kök Türklerde olduğu gibi Hsiung-nularda da sol yine hiyerarşide daha
öndedir zira hükümdar ch’an-yü, devlet teşkilatının bu isim altında organize edilmiş
yapısı içinden çıkmaktadır. Farklı Çin kaynaklarının Doğu Avrasya’nın Hun öncesi
ve sonrası döneme ait farklı Türk kavimleri için birden çok kez dillendirdikleri bu
durum hakkındaki tutarlılıkları, Türk gerçekliğini bu bağlamıyla aksettirmekte,
kuşkuya yer bırakmamakta olsa gerektir.
Söz konusu çelişki Doğu Avrasya’daki Türk devlet geleneğinde sol önplanda
olduğu halde, Attila devri özelinde Hunlar hakkındaki bu anlatımda, hiyerarşide daha
üstte olanların, Onegesius’un, Attila’nın sağında oturuyor olmasıdır. Her iki yapının
stratejisi çerçevesinde duruma yaklaşırsak, bu çelişkiye bir izah getirme ihtimali
belirir. Her şeyden önce Çince’de sağın batı, solun ise doğu yönünü gösterdiğini ve
Çinlilerin bu yön algısı özelinde bir anlatım kurduklarını belirtmek gerekir.817 Öyle
ise Doğu Avrasya için söz konusu olan, hükümdarlık topraklarının sol yani doğu
kanadının, devlet hiyerarşisinde ve doğal olarak protokolünde daha üst bir konumda
olmalarıdır. Buradaki siyasal yapılar için zaten ülke topraklarının doğusu stratejik
olarakta öncelenmektedir ve devletin merkezi de burada yer almaktadır. Lakin söz
konusu olan Hunlar olunca devletin merkezi ve genel olarak faaliyet alanı batıdır,
diğer bir ifadeyle Çinlilerin sağ olarak gösterdikleridir.* Bu bağlamda düşünüldünde,
Çin kaynaklarının devlet teşkilatı tanıklıklığındaki sol-doğu ile Priscus’un devlet
protokolü tanıklığındaki sağ arasında bir çelişki yok gibi durmaktadır. Bu görüşün
816
Han Shu 3751: 1-5. Tercüme A. Onat, vdğ., Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun)
Monografisi, Ankara, 2004, s. 7-8’den alıntıdır.
817
*
Togan 2006, s. 253.
Bu noktaya dikkatimi Prof. Ayşe Onat’ın çektiğini belirtmem gerekir.
201
zayıf yönleri olarak Çince metinlerdeki sağ ve sol kavramlarının bir yöne işaret ettiği
ve Priscus’daki ifadenin böyle bir derinliğe sahip olup olmadığını taspite imkân
olmadığını belirtmek gerekir. Bir diğeri ise Çinliler, Doğu Avrasya’daki Türklerin
doğusunda ve Romalıların Batı Avrasya’daki Türklerin batısında yer aldıkları için,
onların metinlerinde kuşkusuz Türklerin kendi yönlerindeki faaliyetlerini daha ön
plana çıkarmış olacağıdır.
III.III.II. İKTİDAR GÜCÜNÜN KAYNAĞI: SAVAŞÇILIK
Hunlar ortaya çıktıkları andan itibaren karşılaştıkları halklara korku saldıklarını
görmekteyiz. Ammianus, Hunlar ile ilgili Gotlar arasındaki bir inancı şöyle
anlatmaktadır. ‘Diğer Got kabileleri arasında, yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış
şimdiye kadar insan soyunun hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan
kopmuş bir kar fırtınası gibi, önüne gelen her şeyi ezip onu yok ettiği yolunda büyük
bir söylenti yayıldı.’818
Aynı durum Eunapius, Doğu Roma’ya karşı Got ayaklanması esnasında
Romalıların haleti ruhuyesini tasvir ettiği satırlarda da karşımıza çıkar. ‘…Romalılar
İskitlerin
adından,
İskitlerin
Hunlarınkinden
korktuğundan
daha
az
korkmuyorlardı…’ 819 . Bu karşılaştırmada Eunapius’un İskit olarak adlandırdığı
Gotlara karşı besledikleri korkuyu, Gotların Hunlara olan korkusuyla kıyaslamaktabunun ile eşitlemektedir. Dolayısıyla Hunlar, Romalılar için kendilerine korku
salanları dahi korkutan, diğer bir ifadeyle en korkunç olanlardır.
Bu korkuyu, Hun iktitidarının müverrihleri şaşırtan gücünün nedenini
Ammianus şu şekilde açıklamaktadır. ‘Onlar mükemmel savaşçılıkları ile ikrar
818
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8.
819
Eunapius Fragman XLII.
202
edilmeyi hak ediyorlar çünkü kemiğin yıpranmış ucuyla ustaca donatılmış okları
fırlatarak savaşırlar, düşmanla göğüs göğüse savaşmak durumunda kaldıklarında ise
düşmanı yayan kaçma yahut at sırtında kalma imkânından mahrum etmek için ona
kement 820 yağdırırlar, kendi kendilerini darbeden korurlar ve son kertede keskin
kılıçlarla vururlar.’821 Hunların okçuluk noktasındaki mahareti ‘Donatus, Hunlar ve
önderlerinin okçuluktaki tabii kabiliyetini…’ 822 şeklinde Olympiodorus tarafından
tekrarlanır.
Ammianus yukarıdaki pasajın dışında başka bir yerde, yeniden Hunların askerî
özelliklerine değinmiştir. Kimi kez, bir şeyle tahrik edildiklerinde, meydan savaşına
tutuşurlar; bir kama şeklinde düzen tutarak savaşa atlarlar ve korkunç naralar
atarak bu surette çıkarlar. Hafif ve hareketli, mahsustan birdenbire dağılırlar ve
savaş hattında saf tutmazlar, korkunç kırımlar yaparak orada ve burada saldırılar.
Olağanüstü çabuklukları sayesinde hiçbir zaman fark edilmeye fırsat verilmedi ki,
tahkimata hücum ettiler yahut düşman kampını talan ettiler.’
823
Kama
benzetmesiyle; Türklerin ‘bozkır taktiği’ diye adlandırılan yarım ay şeklindeki savaş
düzenine gönderme yapıyor olabilir.
Ammianus’un Hunların askerî vaziyetini görece uzun bir tasvirle 824 ele
almasının nedeni, Hunların bu alandaki kabiliyetleri ile alakalı olabileceği gibi
müverrihin asker kökenli bir tarihçi olmasıyla da açıklanabilir. Zira Ammianus’un
nesrinde, muhasara özelinde savaşlar üzerine yazdığı teknik bilgiyi havi arasözler
820
Bu ekipman Herodotus’un bir Pers kabilesi (Herodotus I 125) olarak kaydettiği Sargatianlar
tarafından da kullanılmaktadır. Bkz. Herodotus VII 85; Valerius Flaccus VI 132 vd.
821
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 9.
822
Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX.
823
Ammianus Res Gestae XXXI 2 8
824
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8. ve 9.
203
gibi, müverrihin eski bir asker oluşunun yansımaları yer alır.825 Aslında Ammianus
bir müverrih olarak, askerî kimliği sayesinde Hunların savaşçılıktaki maharetlerini
değerlendirmek için güçlü birbirikime sahip olsa gerektir ve bu nedenle onların
savaşçılıktaki hünerini takdir etmesi daha bir anlam kazanır.
Ammianus Hun savaşçılığı hakkında bize göre bir de dolaylı yoldan bilgi
vermiştir. Alanlardan bahsettiği pasajında onlar hakkında ‘Yaş ve cinsiyetten dolayı
savaş için yararsız olanlar, çadırların etrafında bulunur ve ev işleriyle uğraşırlar,
gençler ise çok erken yaşlardan itibaren ata binmeye alıştıkları için erkeğin yaya
gezmesini utanç kabul ederler ve onların hepsi çok çeşitli alıştırmalar sonucunda
mükemmel savaşçı haline geldik’lerini 826 söyler. Ardından ise Alanların fiziki
özelliklerini tasvir eder ve onları Hunlar ile kıyaslar ‘Hemen hemen tüm Alanlar uzun
boylu ve güzel çehreli, sarımtırak saçlı, bakışları gaddarca olmasa dahi
korkutucudur; silahlarının hafifliği sayesinde rahat hareket ederler, her şeyde
Hunlara benzerler’. 827 İlk bakışta bu kıyaslamanın fiziki özellikler üzerinden
yapıldığı düşünülebilir. Lakin Ammianus daha önce Hunları, dış görünüşleri
itibarıyla Alanlardan tamamen farklı bir şekilde tasvir ettiği 828 için burada söz
konusu olan benzerlik bağı hiç değilse bir yönüyle savaşçı özellikleri üzerinden
kurulmuş olmalıdır.
Hunların ok kullanma tarzına değinen Zosimus, bunun yanında atlı-süvari
özelliklerine işaret eder. ‘Tamamen piyade savaşından habersiz ve bunda
825
Ayrıntılı bir değerlendirme için bkz: Daan den Hengst, “Preparing the Reader for War
Ammianus’ Digression on Siege Engines”, şurada: J. W. Drijvers, D. Hunt (ed.), The Late Roman
World and its Historians, Londra 1999, ss. 27-36.
826
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20.
827
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 21.
828
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 2.
204
kabiliyetsizdirler, lakin deveran etmek, saldırmak, tam zamanında geri çekilmek ve
atlarından ok atmak suretiyle muazzam bir katliam yaptılar.’829
Ammianus, Hunları savaşa başlamak diğer bir ifadeyle savaşçılık özelliklerini
kullanmak için bir neden aramayan ‘başıboş çete’ler olarak sunmaktadır. “Savaş
olmadığı zamanlarda hain ve değişkenler, her yeni umuda kolaylıkla teslim oluyorlar
ve her şeyde vahşi öfkeye güvenmekteler. … Altına karşı çok güçlü arzu duyuyor, o
derece değişken ve öfkeliler ki, hiçbir kışkırtma olmadan bazen aynı gün içinde
ittifaklarından vazgeçebilirler ve aynı şekilde hiç kimsenin arabuluculuğu olmadan
barışırlar.”830 Doğrusu burada istisnalarının olduğunu da dile getirir: ‘Kimi kez, bir
şeyle tahrik edildiklerinde, meydan savaşına tutuşurlar…’831
Lakin bizzat Ammianus tarafından ‘şerh edilen’ bu kaydı Priscus, Roma ile
Hunların savaştıkları olaylardan birini anlatırken, Hunların, hem anlaşmayı bozmak
hem de Roma’ya hücum etmek için gerekçelerini yahut meşruiyet iddialarına
kaydetmek suretiyle adeta boşa çıkarmaktadır. ‘İskitlerin panayır esnasında
Romalılara saldırmaları 832 ve onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar,
ateşkesi dikkate almamakla ve kaleyi 833 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi
yolladılar. İskitler, bunları sorun çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları
cevabını verdiler zira Margus piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve
hükümdarlarının mezarlarını açarak oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia
ettiler.’ 834 Burada, savaşın gerekçelendirilmesi üzerine değinilmeden geçilmemesi
829
Zosimus Historia nova IV 20 4
830
Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 11.
831
Ammianus Res Gestae XXXI 2 8
832
442 yılında.
833
Bu kale Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9.
834
Priscus Fragman VI/1
205
gereken bir noktayı Blockley işaret eder. Priscus bu anlatımında Thucydides’i;
Pericles’in Spartalılar’ın ultimatonuna cevabını, taklit etmektedir. Yıkıcı Hun
akınlarının Peloponnesos savaşıyla karşılaştırmasının yapılması yersiz değildir ve
sadece burada değil Priscus’un diğer metninlerinde de Thucydides taklidi kendini
gösterir. 835
Thucydides’in zikredilen pasajı şöyledir: ‘Lakin bu hususlar, olayların
gerektirdiği üzere başka bir konuşmada açıklanmalıdır. Şimdilik bu adamları,
Lakedaimonlar bizim ve müttefiklerimizin lehine yabancı faaliyetlerine ara
verdiklerinde, Megara’nın panayırın ve limanların kullanımına müsaade edileceği
cevabıyla yollayalım. Antlaşmada bunu yahut diğerini engellemek için hiçbir şey
olmayacak: Lakedaimonlar şehirlerine, kendi nüfuzlarına hizmet etmeyi içermeyen
bir bağımsızlığı garanti ettiklerinde ve antlaşmayı yaptığımızda bağımsız iseler
bağımsız bir halde bırakarak şehirleri terk edeceğiz, lakin ayrı olarak şunları
belirtelim ki; antlaşmalarımız gereğince hakem kararına müracaata hazırız ve
düşmanlığa başlamayacağız lakin bunu başlatanlara karşı koyacağız. Şimdi bu,
Atinalıların yüksek makamında ve hakları nokta-i nazarında kabul edilebilir bir
cevaptır.’836 Thucydides’den esinlenmiş ifadelerle Priscus’un anlatımını kurması, bu
fragmanda dillendirilen Hunların savaşı meşru kılma için iddialar öne sürmesini, yani
onu gerekçelendirmiş olma durumunu, boşa çıkarmaktan ziyade, bir edebi zevki
ortaya koyar. Metinler arası bağlam çerçevesinde ise kuşkusuz Ammianus ile
Priscus’un muhatap oldukları Hunlar, belli özellikleri söz konusu olduğunda özdeş
değildir. İlk müverrih belki oluşum halindeki bir siyasi yapıyla ikincisi artık iyice
835
Blockley s. 380, dn. 9.
836
Verilen çeviride eserin Türkçedeki şu tercümesinden yararlanılmıştır. Halil Demircioğlu,
Thucydides Peloponnesos’lularla Atina’lıların Savaşı I. Kitap, Ankara 1950, s.92.
206
oturup gelişmiş bir siyasi yapıyla karşılaşmışlardır. Lakin bu oluşum halinde olma
durumu bile Ammianus’un sözlerini haklı çıkarmaz; zira onun söylediği gibi,
‘başıboş’ davranan bir oluşumdan Priscus’un muhatap olduğu Hun yapısı çıkamaz.
Priscus’un anlatısı sayesinde artık karşımızda, Hun askerî gücünün; ok, yay ve
attan müteşekkil ‘akıncı’ olanaklardan daha fazlasına sahip olduğu bilgisine
ulaşmaktayız. Priscus, Hun savaşçılığının kuşatma imkân ve kabiliyetlerini, Niş
şehrinin ele geçirilmesi bağlamında ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiştir. ‘İskitler
Danubas837 nehri kıyısındaki bir Illyria şehri olan Niş’i838 muhasara ediyorlardı. …
Bu kalabalık ve iyi tahkim edilmiş şehri almak isteyen barbarlar tüm imkânlarını
seferber
ettiler.
Şehrin sakinleri savaşmak
için ortaya çıkmaya cesaret
edemediklerinden İskitler kendi birliklerinin geçişini kolaylaştırmak için bu nehrin,
şehrin yakınından geçtiği güney kıyısında köprü yaptılar ve şehrin surlarına kadar
araçlarını getirdiler. İlk olarak onların erişimi kolay olduğu için tekerleklerin üstüne
yerleştirilen kalaslar839 getirildi ki bunların üstünde siperlerde savunma yapanlara
ok atan adamlar bulunmaktaydı. Kalasların öteki ucunda ayaklarıyla tekerlekleri
iten ve aracı her nerede ihtiyaç olursa sevk eden adamlar vardı böylelikle kaplama
üzerinde açılmış deliklerin içinden biri başarılı bir şekilde ok atabilmekteydi.
837
Muhtemelen çağdaş Nişava nehri. Niş şehrinden geçen bu nehrin antik adı bilinmemektedir.
Priscus, bu şehrin Tuna’ya beş günlük mesafede olduğunu kaydetmektedir. Bu nedenle Blockley’e
göre Δανούβας Danubas adı bu nehrin antik adı da olabileceği gibi bu kaynağı hazırlayanlardan pek
çoğunun düşündüğü gibi ortada bir hata da söz konusu olabilir; zira eldeki veriler bir öneri sunmaya
imkân tanımamaktadır. Latışev de bu adın bozulmuş olduğu kanaatindedir. Priscus Fragman XI;
Latışev 1948, s. 246, dn 3; Blockley 1983, s. 380, sn. 11.
838
Latince adı Naissus. Yukarı Moesia’da (Moesia Superior) yer alan büyük bir Roma şehridir.
Ayrıca bkz. Fragman XI/I.
839
Burada tasvir edilen makine bir çeşit vinç gibi görünmektedir. Bkz. R. C. Blockley,
‘Dexippus and Priscus and the Thucydidean Account of the Siege of Platea’ Phoenix 26 (1972) ss. 1827
207
Kalasın üstündeki adamların güvenli bir şekilde savaşabilmesi için, yangın
çıkarabilecek oklara ve atılan diğer şeylere karşı söğütten örülerek deri ve postlar
ile kaplanmış örgüler ile korunmaktaydılar. Bu suretle pek çok araç sura
getirildiğinde, sonuç olarak mazgallı siperlerdeki müdafaacılar ok sağanağından
mütevellit pes ettiler ve mevzilerini boşalttılar, ‘şahmerdan’ olarak adlandırılan da
getirildi. Bu çok büyük bir araçtır. Bir kalas, birbirine eğik kerestelere gevşek
zincirler ile asılır ve keskin bir metal ucu ve onu kullananların güvenliği için tasvir
edildiği gibi paravanları vardır. Arkasına bağlanan kısa kementler ile adamlar
kalası kuvvetlice darbe hedefinden uzağa savururlar ve sonra serbest bırakırlar,
böylelikle onun karşısına gelen duvarın tüm bölümü bunun gücüyle parçalanır.
Surlardan müdafaacılar, araçlar çembere getirildiğinde bunun için hazırladıkları
araba büyüklüğünde840 kayaları yuvarladılar. Bazılarını, onları kullanan insanlarla
birlikte ezdiler, lakin çok sayıda araca karşı direnemediler. Ardından düşman
tırmanma merdivenlerini getirdi, böylelikle bazı yerlerde şahmerdanlarla surda
gedik açıldı ve başka yerlerde araçların çokluğu sayesinde mazgallı siperlerdekilerin
üstesinden gelindi. Barbarlar şahmerdan darbeleriyle yıkılan çevre duvarının bu
kısmından ve ayrıca yıkılmamış kısımlarda tırmanma merdivenleri kullanarak içeri
girdiler ve şehir alındı.’841
Blockley Hunların Niş’i muhasarası ile ilgili olarak Priscus’un anlatımının;
Thucydides’in tesirinde olduğunu söyler. Bu sefer Priscus, Thucydides’in Plataia’nin
840
‘araba büyüklüğünde’ ifadesiyle bir at arabasının taşıyabileceği büyüklük ve ağırlık
kastedilmekte olsa gerektir. Latışev 1948, s. 677, dn. 4.
841
Priscus Fragman VI/2
208
muhasarası hakkındaki anlatımından esinlediğini öne sürer.
842
Thucydides’in
ilişkilendirilen pasaji aşağıdaki gibidir. ‘… Önce, artık kimsenin dışarı çıkmaması
için şehrin etrafını, kestikleri ağaçlardan yaptıkları şarampol kazıklar ile çevirdiler.
Ondan sonra da şehre doğru bir toprak istihkâm yaptılar. … Plataialılar istihkâmın
yükselmekte olduğunu görünce, odunlardan bir duvar yaparak bunu, kendi
surlarının, tam istihkâmın yapıldığı yerin karşısına koydular. … Koruyucu perdeler
olarak da [duvara] postekiler ve deriler astılar. Öyle ki, çalışanlar ve tahta kısım
[ucu], yıkıcı oklardan müteessir olmuyor ve emniyette bulunuyorlardı. …
Peloponnesoslular … aynı zamanda şehre karşı muhasara makineleri de kullandılar:
Bunlardan istihkâmın üzerine getirilmiş olan bir tanesi, [sur üzerindeki] yüksek
yapının büyük bir kısmını yıkarak Plataialıları dehşete düşürdü. Diğerleri de surun
başka noktalarına [karşı konmuşları]. Fakat bunları Plataialılar, ya üzerlerine
ağılar atarak yukarı çekiyorlardı yahut da büyük surlar üzerine konmuş ve öne
doğru uzatılmış iki büyük hatıla, uçlarına uzun demir zincirler bağlanmış büyük
direkler sarkıtarak, bunları eğrilemesine yukarı çekmek ve sur yıkıcı makine
herhangi bir yere yaklaşınca ellerinde tuttukları zincirleri salıvermek suretiyle büyük
direkleri aşağı bırakıyorlardı. Bu şiddetli sukut da [makinenin] başının ön kısmını
kopardı.’843
Priscus’un bu pasajda yer verdiği, Hun savaşçılığının lojistik boyutlarından
birini gösterebilecek nitelikteki köprü inşası ile alakalı kaydı Thompson, orada
muhtemelen mevcut bir köprünün Priscus tarafından Hunların bu sefer için inşa
ettiklerini varsayması olarak değerlendirmektedir. Zaten Hun ordusunda köprü
842
Örneğin Blockley 1981, s. 54. ve Thompson, E. A., ‘Priscus of Panium Fragman 1b’ CQ 39
(1945) ss. 92-94
843
Thucydides II 75-76. Tercüme Demircioğlu 1950, ss. 52-54.’den aktarmadır.
209
yapma işini kotaracak bir ekip olmasına dahi kuşkuyla yaklaşan Thompson, bir sefer
esnasında böyle bir işle zaman kaybetmenin anlamsız olacağını ve tüm Antikçağ
boyunca bu büyük şehrin göçebeler inşa edinceye kadar nehrin diğer yakasıyla bir
köprüyle bağlanmamış olmasından da şüphe duyar. Thompson göçebelerin şehir ile
nehrin
aynı
yakasında
bulunduklarını
ekleyerek
iddiasını
güçlendirmeye
çalışmıştır. 844 Gordon, Thompson’un hem Hunların köprü inşa edecek vakitleri
olmayacağı düşüncesini hem de daha önceden burada bir köprünün zaten var olduğu
hükmünü destekler ve Priscus’un ifadesinin kötü bir tahminden öte bir şey
olmadığını öne sürer.845 Thompson’un kuşku duyduğu Hunların böyle bir teknolojiye
sahip olamayacağı iddiasına Blockley ise Hunlar için ola ki böyle bir durum söz
konusu
ise
pekâlâ
emirleri
altındaki
Roma
mühendislerini
bu
iş
için
kullanabilecekleri teziyle karşı çıkmıştır. 846
Thompson ve Gordon’un, Priscus’un bu kaydı hakkındaki Hunların köprü inşa
edebilecek bir kabiliyete sahip olamayacağı iddiası ve Blockley’ın bu ‘açmazı’
meçhul ‘Romalı mühendisler’ tarafından aşmaya çalışması, tarihçileri Hunlara, adeta
müverrihlerin ‘klişe’leri ile bakmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Zira şehirleri
kuşatma ve ele geçirme yeteneğine sahip bir askerî güç için, köprü inşa edebilecek
lojistiğe sahip olmasının önünde herhangi bir engel olmasa gerektir.
Priscus’un Hun savaşçılığıyla ilgili olarak bize verdiği bir diğer bilgi, uzun
mesafeli
seferler
hakkındadır.
Kendisi
Hun
topraklarındaki
Doğu
Roma
İmparatorluğu sefaret heyeti içinde görev yaparken burada karşılaştığı Batı sefaret
heyeti üyesi Romulus’un ağzından bu aktarmayı dile getirir. ‘Romulus, Medes
844
Thompson 2000, s. 292, dn. 88.
845
Gordon 1961, s. 200, sn. 19.
846
Blockley 1981, s. 54.
210
topraklarının İskitya’dan çok uzakta olmadığı ve Hunların bu güzergâhtan habersiz
olmadıkları cevabını verdi. Ülkelerinin üzerinden kıtlık geçtiğinde, çok eskiden ona
hücum ettiler ve Romalılar o zamanlar savaşın içine girmemek için onlara karşı
koymadı.
İskit
hanedan
ailesinin
mensuplarından
ve
büyük
bir
gücün
kumandanlarından Basih 847 ve Kursih 848 (ittifak kurmak için daha sonra Roma’ya
geleceklerdi) Medlerin ülkesine ulaştılar. Romalılara uzanacak bu Hunlar 849, bozkır
bir ülkeye girip ve bir gölü geçip (Romulus bunun Maeotis olduğunu düşünüyordu)
on beş günün ardından bazı dağları aştıklarını ve Med ülkesine girdiklerini
söylerler. Bu ülkeyi istila ediyor ve yağmalıyorlarken bir Pers ordusu önlerini kesti
ve onların üzerindeki gökyüzünü oklarla doldurdu, bu durum üzerine doğrudan
doğruya onların tehlikesinden geri çekilmek ve dağların öbür tarafına geçmek
zorunda kaldılar. Çok az ganimet toplayabildiler zira Medler onlardan, onun çoğunu
geri aldı. Düşmanın takibine karşı önlem olarak farklı bir güzergâhı izlediler ve
deniz altındaki bu taştan çıkan ateşten 850 [itibaren] beş günlük bir yolculuğun
ardından kendi ülkelerine ulaştılar.’851
Bu hücumun tarihi üzerine en yeni tartışma, Theodosius ile Eugenius
arasındaki vuku bulan Romalıları kendilerini içinde buldukları savaş durumuna, 395
yılındaki Doğu’nun büyük istilası sürecine yerleştiren Maenchen-Helfen tarafından
dile getirilmiştir. 852 Ona göre Batı’nın elçisi Romulus’un söylememesine rağmen
847
Yunanca metinde Βασὶχ Basih olarak kaydedilmiştir.
848
Yunanca metinde Κουρσὶχ Kursih olarak kaydedilmiştir.
849
τοὺσ διαβεβηκότασ ifadesiyle, muhtemelen Aetius’un müttefikleri olarak, Basıh ve Kursıh
ile Romalılar tarafına geçen Hun grubu kastedilmektedir. Blockley 1983, s. 386, sn. 67.
850
Bu ifadenin anlamlandırılması için Bkz. Bölüm III.I.I.
851
Priscus Fragman XI/II. [38]
852
Maenchen-Helfen 1973, ss. 51-59
211
Hunlar Roma topraklarına kati bir surette 395 yılında girdiler. Onun sözlerindeki
tonlama, Blockley’e göre onun Doğu İmparatorluğundaki bu durumu yakinen
bilmeyen biri olduğunu düşündürtmektedir.
853
Gordon bu hücumu, doğudaki
Romalılarla gasıp Iohannes arasında husumetin sürdüğü 423-425 yıllarına
koymaktadır.854 Thompson ise hücumun 415-420 yıllarında yahut ‘biraz daha sonra’
arasında gerçekleştiğini ileri sürmüştür. 855 Blockley ise ‘biraz daha sonra’ yani
Romalılar ile Perslerin düşmanlığının hüküm sürdüğü 420-422 yılları olabileceğini
düşünmektedir. Romalıların Hun ilerleyişine karşı koymada başarısız olması
durumunda –hakikatte, eğer hücum bizzat imparatorluk topraklarını hedef almamışsa
sadece bu durum da Romalılar direnememişlerdir. Eğer Hunlar Karadeniz
sahillerinin kuzey kıyılarını Tauric Chersonese yahut Lazica’da vuku bulmuştur.856
Her halükarda Hunların pekde başarılı olamadıkları bu sefer dönemiyle,
Romulus ile Priscus’un bu sohbeti yaptıkları zamandaki yani Attila devrindeki askerî
imkân ve kabiliyetleri oldukça farklılaşmış olmalıdır; zira Priscus, Romulus’un kati
bir tespitini nakleder. ‘Ve dahası, [Hunlar] hiçbir kavmin karşı koyamayacağı bir
askerî güce sahip olduğu için Medlere, Partlara ve Perslere boyun eğdirebilecek ve
onları haraç ödemeye zorlayabilecek.’857
Savaşlarda esir alınanların kabiliyetleri, Hun iktidarının ihtiyaçlarını karşılayan
bir stok olarak karşımıza çıkmaktadır.
‘… Attila İmparatora iletilmesi için
mektuplar yazdı. Bu işte kâtipleri ve savaşta esir alınan ve edebi kabiliyetleri
nedeniyle barbarlar tarafından mektupları tanzim etmekte çalıştırılan Yukarı
853
Blockley, 1983, s. 386, sn. 66.
854
Gordon, 1960, s. 202.
855
Thompson, 1948, s. 31.
856
Blockley 1983, s. 386, sn. 66.
857
Priscus Fragman XI/II [38]
212
Moesia’lı biri olan Rusticius hazırdılar. …’858 Görüldüğü üzere, bir esir olduğundan
bahsedilen Rusticus Hun bürokrasisi içinde görev ifa etmektedir.
Savaşçılıktaki baskın özellikleri Hun iktidarı için, haraç diğer bir ifadeyle
önemli bir gelir kapısıdır. ‘Romalılar ile Hunlar arasında Gelibolu’daki 859 bu
savaşın 860 ardından, Anatolius 861 tarafından bir antlaşma için müzakere yapıldı.
Antlaşmanın şartları şöyle idi: Kaçaklar Hunlar’a teslim edilmelidir ve haracın
ödenmemiş taksitlerini tamamlamak için altı bin altın libra ödenmelidir, bundan
sonra haraç her yıl, iki bin yüz altın libra olarak düzenlenir, fidye ödemeksizin kaçan
ve anayurduna ulaşan her bir Roma savaş esiri için on iki solidi ödeme belirlendi ve
bunlar ödeme yapmazlar ise teslim edilecek kaçaklardırlar; Romalılar kendilerine
kaçan hiçbir barbarı kabul etmeyeceklerdi.’862
‘Romalılar bu koşullarla antlaşmayı kendi rızaları ile yapmış gibi göründü
lakin komutanlarının tutulduğu kahredici korku yüzünden, barışa olan arzuları
onları acımasız olsa dahi her kararı memnuniyetle kabul etmek zorunda bıraktı.863
Bu yüzden onlar için çok ağır olan haraç koşulunu kabul ettiler çünkü onların
gelirleri ve imparatorluk hazinesi, göreve değil fakat amaçsız temaşalara, ahmakça
şatafata, sefih eğlenceye ve silahları küçümseyen biri şöyle dursun, sağduyulu hiç bir
858
Priscus Fragman XIV.
859
Yunanca metinde Chersonesus olarak kaydedilmiştir.
860
Bu muharebe 447 yılında vuku bulmuştur.
861
Anatolius 438 yılında magister utriusque militiae per Orientem, 440’da konsul ve 446
yılında patricius ve magister militum praesentalis unvanları sahip olmuş ve Attila’ya gönderilen
sefaret heyetlerine iki kez önderlik etmiştir. Anatolius için bkz. XI/II [8,12], XIII/I, XV/III, XV/IV,
XV/V.
862
Priscus Fragman IX/III.
863
Blockley’e göre bu ve devamındaki ifadeler çok açık olmamakla birlikte sindirilmiş ve
gözleri korkutulmuş Roma askerî kadrosu ile Asimuntların cesareti arasındaki tezata işaret edilmekte
ve bu suretle bu kadro tenkit edilmektedir. Blockley 1983, s. 381, sn. 19.
213
insanın uygun şartlar altında bile katlanamayacağı diğer harcamalara gitmekteydi.
Bu yüzden sadece İskitlerin değil Roma eyaletleri sınırında yaşayan sair barbarların
da haraç taleplerini kabullendiler.
Hunlara gönderilmek zorunda kaldıkları haraç ve diğer nakdi ödemeler için
onlar tüm vergi mükelleflerini katkıda bulunmak zorunda bıraktılar…864 aralarında
Attila’dan emirler almak istemeyen ve Roma tarafına geçen İskit hükümdar
ailesinden kimilerinin de yer aldığı teslim olmayı reddeden kaçakların büyük bir
kısmı Romalılar tarafından öldürüldü.’865
Haracın ödenmemiş bölümünü oluşturan altı bin libra yaklaşık olarak 1.965
kilogram, belirlenen yeni yıllık haraç miktarı olan iki bin yüz libra ise 687 kilo altına
denk gelir. Bu yeni haraç miktarı öncekilerle karşılaştırıldığında, Kelly’in hesabıyla
422 yılındaki 160 kilogram, 439 yılındaki ise 320 kilogramdır, oldukça yüksek
olduğu görülmektedir. Priscus meblağın büyüklüğünden ve bunu karşılamanın
Romalıları içine düşürdüğü müşkülattan metnin devamında yakınacaktır. Bu
çerçevede, bu rakamın Roma dünyası için ne ifade ettiğine daha yakından bakmak,
durumu anlama noktasında yararlı olacaktır. Kelly’in hesaplamaları üzerinden devam
edilecek olunursa 950 kg. altın yaklaşık 151.200 solidiusa karşılık gelmekteydi bir
solidius ise yalnız yaşayan birini birkaç gün geçindirebilecek bir meblağ idi. Altıncı
yüzyılda orduya alınan bir askere üniforma ve teçhizatını da karşılamak üzere ödenen
meblağ altı solidiusidi. Çağdaş İsraildeki bir köye ait altıncı yüzyıldan kalma
belgelerde eyalet pazarında bir solidiusa bir eşek, iki solidiusa bir tay, üç solidiusa
864
Priscus tez bağlamının dışında kaldığı için atlanılan bu kısımda Hunlara ödenmek zorunda
olunan meblağı karşılamak için ‘katkıda bulunmaya zorlananların’ vergiden muaf tutulmuş istisnai
grupları hatta senatörleri de kapsadığını; bu ödeme ile devletin ve halkın içine düştüğü müşkül
durumu kaydetmektedir.
865
Priscus Fragman IX/III.
214
bir köle kız, beş solidiusa bir deve ve altı solidiusa bir köle oğlan satın alınmaktaydı.
Doğu imparatorluğuna ait bu bölgeler, ülkenin her tarafına şamil bir fiyat istikrarı
olmasa dahi fikir verme noktasında manidardır. İmparatorluğun, Priscus’un bu
fragmanda ‘çarçur’ edildiğini söylediği devlet gelirleri ve harcamaları hakkında
veriler, manzaranın anlaşılması noktasında kifayetsiz kalmaktadır. 866
445 yılında III. Valentinianus devrine ait bir yasada, gelir olarak ortalama bir
eyalet kabul edilebilecek Numidia’dan alınacak yıllık vergiyi yaklaşık olarak 500
kilogram altın (78.400 solidius) olacağı tahmin edilmekteydi bunun üzerinden
toplam gelirler üzerinde bir tahmin yürüten Kelly Doğu Roma İmparatorluğunun
eyaletlerinden topladığı yıllık vergiyi 30 bin kilogram altın olarak hesaplamıştır.
Bireysel zenginlik yönünden bakılacak olunursa Kelly, orta düzey bir senatör
ailesinin yıllık gelirinin 450 ile 700 kilogram altın olabileceğini hatta belki çok
zengin birkaçının gelirinin 1.800 kilogram altını bulabileceğini düşünüyordu ki bu
Attila’nın yıllık haraç gelirinin (950 kilogram altın) üzerindeydi. Bu rakamlar ve
tahminler ışığında; ödenen haraç (toplamı yaklaşık 3.000 kilogram altın) vergi
gelirleriyle (30.000 kilogram altın) karşılaştırıldığında, Priscus’un bu haracın
ödenmesinin senatörler de dâhil olmak üzere Roma ahalisini zorladığı iddiasını
gerçekçi olmaktan uzak kılmaktadır. Priscus ister devrin idaresini, Theodosius’un
izlediği pasif siyaseti tenkit, ister başka bir amaçla olsun bu noktada abartılı bir anlatı
kaleme almış olsa gerektir.867
866
Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğunun Çöküşü, İstanbul, 2011, s.
140-143.
867
yine orada.
215
III.III.III. HARİÇTEKİ HUNLAR: PARALI ASKERLER, ESİRLER VE
MÜLTECİLER
III.III.III.I. PARALI ASKERLER
Müverrihler, Hunların erken dönemlerinden başlamak üzere, onların Hun
Hükümdarlığının dışında, aynı zamanda bu iktidar ile mücadele içindeki ‘rakip’
iktidarların bünyesinde de yer aldıklarına dair bize bilgiler sunmuşlardır. Bu
verilerden ilkini Ammianus aktarır. ‘[Ermaneric] onun ölümünden sonra kral seçilen
Vitimir, para karşılığında kendi müttefikleri arasına çektiği Hunların diğer
kabilelerine dayanarak bir müddet Alanlar’a karşı direniş gösterdi.’868 Ermaneric’i
intihara sürükleyen Hun darbelerinin Gotları vurmasının akabinde, onun selefinin
yine Hunlardan destek alarak Alanların karşısına çıktığını söylemektedir ki ilk
bakışta oldukça kafa karıştırıcı bir ifade olarak durmaktadır.
Bu noktada, Ambrosius’un869 380 yılında kaleme aldığı eserindeki bir kaydı,
oldukça yol göstericidir. ‘Hunlar Alanlara, Alanlar Gotlara, Gotlar da Taifali ve
Sarmatlara saldırdılar … ve bu daha henüz bir başlangıçtır.’870 Görüldüğü üzere
Hunlar doğrudan Alanlara ve Gotlara saldırdığı gibi Hun tazyiki karşısında yurtlarını
terk eden Alanlar da Gotlar ile mücadeye girmişlerdir. Hunların Batı Avrasya’ya
girmesiyle buradaki kavimlerin düzeni tamamıyla değişti ve kendi aralarındaki
mücadele iyice körüklendi. Bu durumu, ‘Ardı arkası gelmeyen farklı çatışmalarda
kâh Alanlar ve Hunlar kâh Gotların iki ordusu arasındaki bir birlerini kırdıkları,
868
Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 3.
869
Milan başpiskoposluğu görevinde bulunmuş ve IV. yy.ın en etkili kilise mensuplarından biri
olmuştur.
870
Aurelius Ambrosius Expositio evangelii secundum Lucam X. 10’dan naklen Heather 2012,
s. 158.
216
barbarların
kendi
içinde
yaptığı
vahşi
savaşlar
hakkında
hiçbir
şey
söyleme’yeceğini871 belirten Orosius da teyit etmektedir.
Hunların tazyikiyle kaçan Alanların, kendileri de Hunların darbelerine maruz
kalmış Gotlar ile girdiği bu mücadele esnasında, Gotların Hunlardan destek birlikleri,
herhalde paralı asker, almış oldukları anlaşılmaktadır. Böylelikle, daha sonra Roma
ordusu uhdesinde aynı statü ile yer alacak Hunların, kuzey kavimlerinin kendi
aralarındaki mücadelelerde de aynı pozisiyonda görev yaptıklarının, tespit
edilebildiği kadarıyla, ilk örneği karşımıza çıkmaktadır.
Hunların, kendilerinin de mücadele içinde oldukları komşularının askerî
hizmetinde görev almaları durumu, Roma için söz konusu olduğunda doğal olarak
müverrihlerin satırlarına daha çok yansımıştır. Aynı bahis hakkında Eunapius
tarafından sağlanan diğer kayıtta, Roma İmparatorluğunun kendi içindeki bir
mücadelede, aralarında Hunların yer aldığı kuzeyli kavimlerin bu sürece dâhil
olduklarından bahsedilmektedir. ‘Theodosius [Eugenius’un elçilerini] onların
isteklerine kaçamak yanıtlar vererek, dostça bir karşılıkla oyuna getirdi ve evlerine
geri gönderdi. Birliklerin komutasına Romalı Timasius, İskit Gainas ve Alan Saul’u
getirdi; kendisi İskit soyundan olan fakat Theodosius’un kız kardeşi Serena 872 ile
evlendiği için imparatora eşit güce nail olan Stilicho’yu da komutan yaptı; kendi
kabile önderlerinin emri altındaki Trakya Hunlarının pek çoğunu da çağırdı.’873 Bu
anlatı; Hunların Roma ordusu uhdesindeki bu hizmetleri esnasında kendi
önderlerinin emri altında olduğunu da göstermektedir. Eunapius’un ayrıştığı husus
871
Orosius His. Adv. Pag. VII. 37. 3.
872
Priscus’un burada, Serena’yı Theodosius’un kız kardeşi olarak göstermesi, muhtemelen
müstensihlerden kaynaklanan bir hatalı olmalıdır.
873
Eunapius Fragman LX = Antakyalı Iohannes Fragman 187= Exc. de Ins. 79.
217
ise, onlardan Trakya Hunları olarak bahsetmesidir. Bu ifade, daha önce bir şekilde
Roma toparaklarına iltica etmiş bir Hun grubuna, belki de 380 yılındaki Hun
mültecilere gönderme yapıyor olsa gerektir.
Hunların, Roma imparatorluğu ordusunda görev almaları bahsi Orosius’da da
karşımıza çıkar. Roma’nın, Gotların önderi Radagius’a874 karşı girdiği mücadelede
Hunların ve diğer bir Got grubunun oynadığı rolü şöyle anlatır: ‘Tanrı, Radagaius’a
karşısında Roma’ya destek vermeye meyilli Romanın diğer düşmanlarının arzusunu
bahşetti ki, Roma’nın en korkunç düşmanı: Uldız ve Sarus’un875 tebaası, Hunların ve
Gotların bu önderleri Roma’yı savunmak876 için geldiler.’ 877
Prosperus ise, Batı Roma imparatorluğu özelinde Roma ordusunda Hun
birliklerinin görev ifa edişini birden çok kez tekrarlayacaktır. ‘Augusta Placidia ve
Caesar Valentinianus şaşırtıcı bir talihle gasıp Iohannes’i bastırdılar ve muzaffer
olarak hükümdarlık gücüne tekrar kavuştular. Aetius’tan özür dilendi zira Iohannes
namına getirdiği Hunlar onun çabalarıyla yurtlarına geri döndüler…’. 878 Burada
Hun askerlerin yurtlarına geri dönüşü Aetius’un bir başarısı olarak sunulduğuna göre,
Roma orusuna katılımı sağlanan Hunların yani muhtemelen Hun paralı askerlerinin,
görevleri sona erdiğinde geri dönmelerinde sorunlar yaşandığı anlaşılmaktadır.
874
Bkz PLRE I ‘Radagaius’. 405 yılının sonlarına doğru bir grup Ostrogot ile birlikte
Pannonia’dan İtalya’ya saldıran pagan inancına mensup bir önderdir. 23 Ağustos 406 yılında ele
geçirilecek ve öldürülecektir.
875
Bkz PLRE II ‘Sarus’.
876
Orosius burada Hun Uldız ve Got Sarus’un isimlerini sıralamakta ve fakat Radagaisus’a
karşı yapılan savaşın kumandanı olmasına rağmen kendisine menfi gözle baktığı Vandal Stilicho’ya
yer vermemektedir. Zosimus Historia nea V 26; Fear, s. 398, dn. 445; Tyulenev, s. 495, dn. 443.
877
Orosius His. Adv. Pag. VII. 37. 12.
878
Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 398 a. (miladi takvimde 425 yılı.)
218
Lakin Batı, aynı askerî ittifakı daha sonraki yıllarda da tekrarlamaktan geri
durmayacaktır. Zira Prosperus ‘Hunların yardımıyla Gotlara karşı savaş
yürütüldü.’ğnden
879
ve ‘Aetius’tan sonra ikinci komutan olan Hun yardımcı
kuvvetlerini yöneten Litorius hesapsızca Gotlar ile savaşa girdi’ğinden
880
bahsetmektedir. Her iki kayıtta da Roma Gotları, yani diğer bir kuzeyli ‘barbar’
kavim karşısında Hunlardan destek almak yolunu seçmiştir.
Prosperus’dan sonra eserini kaleme alan fakat Hunların erken dönemlerini
anlatan Doğu müverrihi Zosimus da, Roma ordusunda görev yapan Hun birlikleri
hakkında bilgiler vermektedir. Bu kayıtlardan birinde Zosimus, ‘Bu haber 881 ilk
duyulduğunda herkesi şaşkına çevirdi. Şehirler umudunu yitirdi ve Roma bile bu
olağan dışı tehdit ile karşılaşmanın telaşına düştü lakin Alanlardan ve Hunlardan
alabildiği kadar yardımcı kuvvet…’ 882 alındığından bahseder. Kuzeyden, ‘barbar’
dünyasından, gelen bir tehdit karşısında aynı dünyanın diğer kavimlerinden yardım,
paralı asker, alma yahut ittifak kurma durumu, böylelikle bir kez daha karşımıza
çıkmaktadır.
Farklı kavimlerden derlenen bu güçler, ittifak halindeyken dahi kendi içlerinde
mücade ettikleri, Romalıların karşılaştıkları bir diğer sorun olsa gerektir. Zira
Zosimus, ‘…gücü ve şöhretinden mütevellit müttefikler arasında mümtaz biri olan
barbarların kumandanı Sarus[un], uyudukları için Stilicho’nun muhafızı 883 tüm
879
Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 410 a. (miladi takvimde 437 yılı.)
880
Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 412 a. (miladi takvimde 439 yılı.)
881
Buradaki ifadeden kasıt ‘Radagius Tuna ve Ren’in yukarısından dört yüz bin Galyalı ve
Germeni topladı ve İtalya’yı işgal etmeye başla’ masıdır. Zosimus Historia nova V. 26. 3.
882
883
Zosimus Historia nova V. 26. 4.
Buradaki ‘tüm’ ifadesi müttefikler arasında yer alan Hunların hepsini değil sadece
Stilicho’nun koruması görevindeki Hun askerlerini kastetmektedir.
219
Hunları öldür[düğünden dolayısıyla] … birbiriyle ihtilaflı barbarlar …’ dan 884
bahsetmektedir. Buradaki ifade, her ne kadar bu ihtilafın kökenine ve zeminine dair
bilgiler içermese de, Stilicho’nun ordusundaki kuzeylilerin bir çatı altında yer
almalarına rağmen kendi aralarında bir çekişmenin olduğu tespitinin yapılmasına
olanak vermesi noktasında manidardır
Zosimus daha çarpıcı bir veriyi, ‘Alaric böyle önemli bir harekâta tam olarak
başa baş olmasa da seçkin birliklerle icra etmeye karar verdiğinde, harekâtına
katılması için Hunlardan ve Gotlardan hatırı sayılır bir ordusu olan karısının erkek
kardeşi Ataulf’a, yukarı Pannonia’ya haber gönder…’diğini
885
söylerken
sunmaktadır. Ataulf yani Vizigotların önderinin emri altındaki birlikler arasında
‘hatırı sayılır’ oranda Hun güçleri de yer almaktadır. Bu noktada ortaya çıkan artık
Hun hükümdarlığının güdümünde bir destek değil Hun iktidarından kopmuş bir
güruh söz konusu olsa gerektir. Bir başka yönüyle de, belki Hunların daha önce
bahsedildiği üzere sadece Roma’nın değil, diğer kuzeyli kavimlerin uhdesinde yer
aldıklarına işaret etmektedir.
Zosimus eserinin bir başka yerinde ise bu sefer Roma askerî hizmetindeki
Hunların, yukarıda kendi ordusunda Hunların yer aldığını söylediği Ataulphus’un bu
birliklerine saldırdığını beyan etmiştir: ‘… Honorius, Magister Officiorum
Olympius’a Ravenna’da üç yüz kişilik Hunları verdi, Pissa diye adlandırılan bir
şehrin yakınlarında kamp kuran Ataulphus’un Gotlarını bulduklarında onlara
saldırdılar…’886
884
Zosimus Historia nova V. 34. 1.
885
Zosimus Historia nova V. 37. 1.
886
Zosimus Historia nova V. 45. 6.
220
Alaric’in harekatına karşı Hunlardan ciddi bir miktarda yardım alınmıştır. ‘Bu
yapıldı, imparator, Alaric’e karşı yapılacak savaşta müttefik kuvvetler olarak on bin
Hun
topladı
ve
geldiklerinde
onların
ihtiyaçlarını
karşılayabilmek
için
Dalmaçyalılara hububat, koyun ve öküz vermelerini emretti.’887 Zosimus burada bu
yardımcı kuvvetin kaç kişiden oluştuğunu belirterek tarihçilere çok yardımcı
olmaktadır. Zira devrin edebiyat anlayışında, metin içinde rakam vermek çok sık
rastlanan bir durum değildir ve bu nedenle Hunların nüfusları hakkında fikir
yürütmek için elimizde yeterince veri yoktur. Burada ki rakam, abartılı-afakî olanlar
hariçte bırakıldığı takdirde, Hunlar hakkında nadiren rastlanan domografik verilerin
en güvenilir olanlarından biridir. 888
III.III.III.II.ESİRLER
Olympiodorus
eserinde
‘Bu
mevki
kazıldığında,
oraya
yerleştirilmiş
barbarların tarzında; elleri arkadan kavuşturulmuş, barbarların nakışlı elbiseleri
giydirilmiş, uzun saçlı ve başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç
gümüş heykel bulundu’ğunudan 889 bahseder. Olympiodorus’un metninde geçen;
‘elleri arkadan kavuşturulmuş’ ifadesinin anlamlandırılması üzerinde durmak
gereklidir zira bu tabir Roma dünyasının esir algısına, esir olanlara gönderme
yapmak için kullanılmış olmalıdır. Skrjinskaya’nın aşağıda yer verdiğimiz analizi bu
887
888
Zosimus Historia nova V. 50. 1.
Hunların nüfusu hakkında eldeki veriler yukarıda belirtildiği gibi çok yetersizdir.
Iordanes’in Attila’nın ordusunda beş yüz bin askerin olduğu söylentisine yer verdiği kayıt gibi afakî
olabileceği kuvvetle muhtemel sayılar dışarıda bırakıldığında, Zosimus’un burada zikrettiği rakam
Geç Roma müverrihlerinin bu noktada sağladıkları ciddi veriler arasında yer alır. Hun adıyla
bahsedilen bu üç bin kişilik asker topluluğunun köken olarak homejen mi olduğu yani hepsinin Hun
kavmine mensup mu olduğu yoksa artık aralarında Alanları ve Gotları barındıran Hun birliğinin mi
mensubu oldukları sorgulanması gereken bir diğer noktadır. Iordanes Getica 182.
889
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
221
konuda oldukça ufuk açıcıdır. Metinde; heykellerin, imparatorluk için barbar
akınlarının neşet ettiği kuzeye dönük şekilde gömüldükleri söylenilmektedir. Eski bir
ayin ile kutsanmış oldukları ve ‘barbar’ akınları karşısında bir set gibi koruma
vazifesini ifa etikleri için bu heykeller, gömülü oldukları yerde meskûn ziraatla
meşgul yöre halkı nazarında kutsal kabul edildiği belirtilmiştir. 890 Heykellerin
imparatorluğun sakinleri tarafından ‘yorumlanışı’ tüm bunları düşündürtür ne de
olsa; kendi mülklerini ‘barbarlardan’ muhafaza peşinde koşan Romalılar,
heykellerden yardım beklemektedir. Bundan ötürü heykeller, Romalıların gözünden
barbarların tasviri olmalıdır.891
Romalılar, bir dizi anıtta da görüldüğü gibi, sık sık barbarları tutsak
görünümünde tasvir etmişlerdir. Örneğin Roma’da forumdaki Septimius Severus
kemerinin kolonunun temelindeki rölyefler: Romalı askerlerin barbar tutsakları
getirmeleri tasvir edilmektedir. 892 Roma Vatikan müzesinde bulunan İmparator
Constantinus’un annesi Helena’nın lahitinin somakisinin duvarındaki rölyefler,
Roma süvarilerini ayrıca mağlup barbarları, dizleri üstünde, elleri arkadan bağlı
vaziyette tasvir eder.893 Bunların dışında da göçebe-tutsak tasviri, Dobruca’nın batısı
ve Silistre’nin doğusunda yer alan yarı harabe haldeki Tropaeum Traiani anıtındaki
pek çok rölyefte temeyyüz etmektedir. Anıtın çevresini saran metoplarda
894
890
Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX.
891
Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140.
892
E. S. Straong. La Sculptura Romana, II, s. 303’dan naklen Skrjinskaya 1956, s. 259-260,
dn. 140.
893
G. Lippold. Die Sculpturen des Vatikanischen Museums, III, 1, No: 589.’dan naklen
Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140.
894
54 numaralı.
222
Romalıların ‘barbar’larla savaşlarına dair rölyefler ve tacın kenar dişlerinde 895
rölyeflerle aynı surette, ‘barbar’ figürleri bulunmaktadır. 896 Barbar betimlemesinin
eksiksiz bir tasvirinin ortaya çıktığı işte bu rölyeflerde, onların arasından bazıları
elleri arkadan bağlı zincirlenmiş vaziyette Roma askerlerince götürülmektedir. 897
Elleri serbest olanları ise ardı sıra götürülüp ahşap gövdeye bağlanmaktadır.898
Skrjinskaya zikredilen tasvirlerin, Romalıların nazarında barbarın sureti
hakkındaki fikri ve dahi imparatorluk ile ‘barbar’ kabileler arasındaki şiddetli
ihtilafları ve kanlı savaşları teyit ettiğini düşünmektedir. Romalıların arzuları için,
Barbarın-esirin tipi, bu tipin açık alameti esir alınması yani ellerinin arkadan
bağlanmasıdır ki önden bakıldığında bu görünüm kolların; dirseklerden kıvrılmasıyla
-рук, согнутых в локтях- verilmektedir. Olympiodorus’un buradaki kaydı ile
Tropaeum Traiani rölyeflerindeki tasvirler
899
kıyaslandığında temel düzeyde
örtüşmektedirler. Adamklissi’deki bu taştan yapılmış ‘barbar’ tasvirlerine benzeyen,
lakin Olympiodorus zikrettiklerinin gümüşten yapıldığını söylemektedir, bir takım
heykellerin Trakya’da gömülü oluşu, aşırı basitleştirme olarak değerlendirilir. Buna
karşın; insanlar, toprağa gömülü bir takım karmaşık mimari anıtların harabeleriyle
tesadüfen karşılaştıkları ve orada bazı tasvirleri fark edip kendilerini barbarlardan
koruyacak söylenceler çıkardıkları, figürlerin törenle defni hakkında bir efsane
yarattıkları yaklaşımı kabul edilmez. Metinde tüm açıklığıyla ortaya konulduğu üzere
895
36 numaralı.
896
bkz Adamkcilis rölyefleri: r. 1, 2, 3, ve 4. Skrjinskaya 1956, s. 256-257 arası r. 1-4 = Ekler
897
Тосilеsсо, Benndorf, Das Monument von Adamklissi — Tropaeum Traiani, Wien 1895,
r. 1-4.
metop 29, 33, 18, 45 46 47’dan naklen Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140.
898
Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140; Benndorf , r. 116, 117, 119-122, 114, 115, 118’dan
naklen Skrjinskaya 1956, aynı yer.= Ekler r. I-VI.
899
Skrjinskaya 1956, s. 256-257 arası, resim 5 ve 6.
223
Romalıları barbarlardan koruyan ve şu halde, Romalıların topraklarında bulundukları
düşünülmesi gereken Olympiodorus’un bahsettiği ‘heykeller’, ‘barbar’ hakkındaki
Roma nazarının tasvirini vermek zorundaydılar. Böyle bit telakki tam olarak da
Adamklissi rölyeflerindeki barbarların tasvirinde verilmektedir. Bunun yanında,
rölyeflerin nitelikleri –ve bu özellik- en kati şekilde metinde kullanılan ve kuşkusuz,
zincirle yahut iple sarılı olunmasıyla ilgili olarak, ‘ellerin arkadan bağlanması’nı
vurgulamakta olan partisip yapıdaki 900 ‘bağlı’ sözünün açıklanmasına yardımcı
olmaktadır. Bu söz aynı zamanda, Olympiodorus’un zikrettiği ‘heykeller’ tüm
‘barbar’ niteliklerinin yanında, Romalıların nazarıyla, barbar-tutsak, görünümüne
sahip olduklarına da tanıklık etmektedir. 901
Skrjinskaya heykelleri hem tasarlayanların hem de yapanların Romalılar
olduğunu varsayarak, onların uzun zaman önce gömülmüş oldukları çıkarsamasına
gider. Anlaşıldığı kadarıyla, tesadüfen bulundular ve buluntu alaka uyandırdı: onu
‘hazine’ olarak adlandırdılar ve eyaletin yöneticisine haber verdiler. Bu surette;
bölgede yaşayanlar arasında dahi, kutsal yer ve bu heykeller, üstelik onları
kutsalaştırmak suretiyle toprağa gömülü heykeller sanki yeniden keşfedilişi hakkında
bir efsane temeyyüz etti. Burada söz konusu efsanenin; geç dönem bir efsane mi
yoksa eski zamanlardan beri yaşayan bir efsanenin, heykellerin üstünden yapılan ve
sözde onların sayesinde, barbar akınlarından heykellerin de bulunduğu o bölgeyi
korumak için güç alınmasını sağlayan bir tören hakkındaki anlatı mı olduğunu
söylemek güçtür. Roma resmi dininde bu tarz törenler malum değildir, yine de
900
Tam olarak participium perfect passivi formunda.
901
Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140.
224
benzer olaylarda nadiren de olsa imparatorluğun resmi dini adına hareket
edilmiştir.902
Esir kavramına dair, Olympiodorus’un Hunlarla bağlantılı yukarıdaki kaydı ve
geniş ölçüde yer verdiğimiz Skrijinskaya’nın şerhinden sonra, diğer müverrihlere
geçecek olursak, Sozomenus bize, Hunların önemli oranda Romalılara esir
verdiklerini söylediği bir olayı anlatır. ‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin
önderi Uldız, büyük bir ordunun başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp
kurdu.’ Lakin daha sonra Uldız’ın emri altındakiler ayartılarak Roma tarafına çekilir
geri kalanlara Romalıların son derbeyi vurmaları hiç de zor olmamıştır. ‘ Böylece
kendini terk edilmiş bulan Uldız, nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi
birliklerinden çoğu, diğerleri arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı
katledildi. Bu talisizlik başlarına gelmeden önce bu kabile sayıca çok kalabalıktı.
Onlardan bazıları öldürüldü ve diğerleri esir alındı ve zincirlenerek İstanbul’a
götürüldü. Muktedirler eğer birlikte kalmalarına izin verirlerse, muhtemel bir
ayaklanmaya kalkışacakları düşüncesindeydiler. Bu yüzden onlardan bazıları düşük
fiyata satıldı, diğerleri ise İstanbul’a yahut Avrupa’ya dönmelerine asla müsaade
edilmemeleri fakat onlara aşına yerlerden deniz vasıtasıyla ayrı tutulmaları
koşuluyla hediyelere karşılık köle olarak armağan edildiler. Bunlardan bir kısmı
satılmayarak elde kaldı ve farklı bölgelere yerleştirilmeleri için emir verildi.
Bithynia’da, Olympus Dağı yakınlarında, yekdiğerinden ayrı yaşayan ve bu bölgenin
vadilerinde ve tepelerinde tarım yapan birçoğunu görmekteyim.’903 Sozomenus bu
pasajın başında Uldız’ı Tuna havalisindeki barbarların önderi olarak sunmakta diğer
902
Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140.
903
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
225
bir ifadeyle, Hunları ayırmamaktadır lakin hepsinin yok edildiğini söylediği Sciri
hariçte tutulduktan sonra geriye kalanlar arasında diğer bir ifadeyle bu esirler içinde
Hunlar da olmalıdır.
III.III.III.III. MÜLTECİLER
Müverrihlerin kayıtlarında, esir olanlar dışında, Roma iktidarına sığınmış,
diğer bir ifadeyle Hun yönetiminden kopmuş Hunlar da karşımıza çıkmaktadır.
Orosius, ‘barbarlar’ ile Roma arasındaki, tahribattan ittifaka varacak ilişkilere
değindikten904 sonra bir din adamı için doğal görülebilecek bir şekilde, bu ilişkinin
ulaşması gerekli görülen boyutu yahut kendinin bu konudaki arzusunu ifade ederken
Roma İmparatorluğundaki Hun sığınmacılara işaret etmektedir. ‘Barbarlar sırf bu
amaç uğruna Roma topraklarına kabul edilseydi –ha keza Hıristiyan Kilisesi
doğudan batıya her yerde Hunlar, Suevler, Vandallar, Burgundianlar ve farklı
kökenlerden sayısız kavimle doldurulsaydı–mademki pek çok insan, bu fırsat
olmaksızın nasiplenmekten mahrum kalacakları ‘Tanrı’ inancını kabullenmek için
gelmişlerdi, kendi payımızdan biraz kayıp da olsa, Tanrının rahmetine şükretmek ve
övünmek lazım gelirdi.’ 905
Bir diğer Hıristiyan yazar Sozomenus açık bir şekilde durumu belirtir. ‘Bu
sıralarda Trakya’da kampa yerleştirilen Hunlar, hiç kimsenin onları tazyik
etmemesine ve onlara saldırmamasına rağmen yoldaşlarının çok büyük bir kısmını
bırakıp utanç verici bir şekilde kaçmaya başladılar.’906 Sozomenus’un burada andığı
904
Orosius His. Adv. Pag. VII. 41. 4-7.
905
Orosius His. Adv. Pag. VII. 41. 8. (7-8). Bu bölümde ‘barbarlar’ ile Roma arasındaki,
tahribattan ittifaka varacak ilişkilere değinilmekte (41: 4-7) ve bir din adamı olan yazar tarafından,
doğal olarak, bu ilişkinin ulaşması gerekli görülen boyutu yahut yazarın bu konudaki arzusu, çevirisi
verilen bu pasajda tezahür etmektedir.
906
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. Krş. Zosimus Historia nova V. 22.
226
Hunlar, muhtemelen Roma hizmetindeki yahut Roma’ya daha önceden iltica etmiş
Hun grupları olmalıdır.
Sozomenus Hunların Romalılar’a ilticasına ve bu ilticanın sonuçlarına dair bir
olayı anlatır böylelikle aşağıda görüleceği üzere, Priscus’un eserinde Hunların neden
sürekli olarak kaçaklara dair taleplerde bulundukları sorusuna bir ışıkta tutmuş olur.
‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, büyük bir ordunun
başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp kurdu. … Uldız … tehditler
savururken ve istediği kadar büyük miktarda haracın verilmesini emrederken ve
sadece bu şartlar altında barış yapılabileceğini veya savaşın devam edeceğini vaziyet bu denli acizken, Tanrı mevcut yönetime özel lütfunun bariz kanıtını gösterdi;
zira, kısa bir süre sonra yakınındaki hizmetkârlar ve Uldız’ın kabilelerinin önderleri
Roma hükümet tarzını, imparatorun hayırseverliğini ve onun en iyi ve yararlı
adamları ödüllendirmedeki çabukluğu ve cömertliğini münazara etmekteydiler.
Böyle bir saygıyı içlerinde güçlü bir arzu ile hissetmeleri tabii ki Tanrı’nın iradesi
dışında değildi ve o birliklerin komutanları Romalılara geçerek, emirleri altındaki
adamlarla onların kamplarına katıldılar. Böylece kendini terk edilmiş bulan Uldız,
nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi birliklerinden çoğu, diğerleri
arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı katledildi. Bu talisizlik başlarına
gelmeden önce bu kabile sayıca çok kalabalıktı.’907 Hun hükümdarı Uldız’ı felakete
sürükleyen emri altındaki Hunların Roma tarafına geçmeleri olarak sunulmaktadır.
Bir Kilise tarihçisi olan Sozomenus bu talihi, daha önce belirtildiği üzere ‘tanrının
lütfuna’ bağlamaktadır.
907
Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5.
227
Priscus Hunların kendilerinden kaçarak Roma’ya iltica eden tebaaları hakkında
ne kadar hasas oldukları açık bir şekilde karşımıza çıkar. ‘Romalılar ile Hunlar
arasında Gelibolu’daki 908 bu savaşın 909 ardından, Anatolius 910 tarafından bir
antlaşma için müzakere yapıldı. Anlaşmanın şartları şöyle idi: kaçaklar Hunlar’a
teslim edilmelidir …’911
Priscus Hunlar ile Romalılar arasındaki yeni bir antlaşmanın şartlarını
sıralarken aynı maddeyi tekrarlar. ‘… Romalıların hem bundan sonra İskit
topraklarından gelen mültecileri kabul etmemesi …’912 Priscus bir diğer kaydında
yapılan antlaşma sonucu Hunlara geri teslim edilen hanedana mensup iki Hun’un
maruz kaldığı muameleyi not eder. ‘… Bu koşullarla Romalılar ve Hunlar arasında
antlaşma akdedildi, … Romalılar arasındaki, içlerinde hanedan ailesinden Mama ve
Atakam’ın da yer aldığı mülteciler barbarlara geri verildi. Onları teslim alanlar
kaçışlarının cezası olarak, Trakya’da bulunan Karsum 913 kalesinin yakınlarında
kazığa oturttular.’914
908
Chersonesus [Thracica]
909
Bu muharebe 447 yılında vuku bulmuştur.
910
Anatolius 438 yılında magister utriusque militiae per Orientem, 440’da konsul ve 446
yılında patricius ve magister militum praesentalis unvanları sahip olmuş ve Attila’ya gönderilen
sefaret heyetlerine iki kez önderlik etmiştir. Anatolius için bkz. Priscus Fragman XI/II [8,12], XIII/I,
XV/III, XV/IV, XV/V.
911
Priscus Fragman IX/III.
912
Priscus Fragman II.
913
Carsum ya da Carsium (CIL, III. 1382) Dobruca’nın çağdaş Гершова yerleşimi ile
özdeşleştirilmektedir. (RE, III, 2, 1616) Latışev 1948, s. 245, dn. 12.
914
Priscus Fragman II
228
‘Attila kendinin bu emirlerine ekleme yaptı ve Asemus 915 halkından ister
Romalılardan ister barbarlardan olsun ellerinde bulunan tutsakları teslim etmelerini
talep etti. Asemus hem Trakya sınırına hem Illyria’ya yakın güçlü bir kaledir. …
Böylece bu savaşta Asemuntiler birçok İskiti öldürdüler, birçok Romalıyı azat ettiler
ve düşmandan kaçanlara sığınak verdiler.
Attila, eğer Asemuntiler’e sığınan Romalılar teslim edilmezse yahut onlar için
bir fidye ödenmezse alınan barbar esirler serbest bırakılmazsa, ne ordusunu geri
çekeceğini ne de bu barışın koşullarını onaylayacağını söyledi. … Bu yüzden Asemus
ahalisine kendi aralarındaki firar etmiş Romalı esirleri ya teslim etmeleri ya da her
biri için on iki solidi ödemeleri ve Hun esirleri serbest bırakmalarını söyleyen bir
mektup yolladılar. … bir süreliğine elde tutulan ikisi hariç infaz edildiklerini beyan
etiler. Geri döndürülmese bile savaş kuralları dâhilinde aldıkları kendi esirlerini
teslim etmeyeceklerdi. … ve Asemuntilerin ellerindeki barbarlar geri verildi.
Asemuntiler de, kendilerine sığınan Romalıların özgürlük için ayrılmış oldukları
hakkında yemin ettiler ve aralarında Romalılar olduğu halde bu konuda yemin
ettiler. Kendi soylarından insanların güvenliği bunu yaptıklarından yalan yere yemin
etmiş olduklarını düşünmediler.’916
Müverrihlerimizden Olympiodorus iltica durumunun, diğer yöne yani
Roma’dan
Hunlara
geçişe
örneklik
teşkil
edecek
bir
kayıt
sunmuştur.
‘[Olympiodorus] Donatus, Hunlar917 ve önderlerinin okçuluktaki tabii kabiliyetini ve
915
’Ασιμοΰς (-ντος) katı bir surette bu toponimi başka yerlerde Ansamo yahut Anasamo olarak
tesmiye edilen şehirle özdeşleştirilebilir. Bu şehir Niğbolu (Nikopolis) yakınlarında Tuna’ya dökülen
Osma nehri üzerinde bulunmaktadır. Destunis 1860, s. 26, dn. 24.
916
Priscus Fragman IX/III
917
Buradaki kayıt ile Hunların Orta Avrupa’daki mevcudiyetine dair en eski veri sunulmuş
olmaktadır. Skrijinskaya s. 253 dn. 87.
229
bu tarihçi, nasıl onlara ve Donatus’a elçi 918 olarak gönderildiğini anlatır. …
Donatus’un ant içmek suretiyle nasıl haince kandırıldığını ve canice öldürüldüğü
hakkında yazar. Bunlara ilave olarak; bu önderlerin başı olan Karaton’un 919 bu
cinayete nasıl hiddetlendiğini ve krallara yakışır hediyelerle nasıl yatıştırıldığını ve
sakinleştirildiğini anlatır. Onun tarihinin on kitaplık birinci babının muhtevası
böyledir …’920. Maenchen-Helfen’in de işaret ettiği üzere Olympiodorus’un burada
çevrisi verilen metnini derleyen Photius, Donatus’a bir Hun önderi dememektedir.
Donatus bir Roma adıdır ve muhtemelen o Hunların tarafına geçmiş bir Romalıdır.
Diğer taraftan bu fragmanda öne çıkmasından anlaşılacağı üzere, Hun kabilelerinden
birinin önderidir. Blockley’e göre; metinde Cameron tarafından öne sürülen 921 ve
Matthews tarafından desteklenen
922
, Olympiodorus’un bu elçilik heyetindeki
görevinin Donatus’un öldürülmesi olduğu görüşüne temel oluşturabilecek hiçbir iz
mevcut değildir.
Blockley’den birkaç on yıl önce yazan Skrjinskaya ise imparatorluk tarafından
Hunların meselelerine bu surette bir müdahaleyi Photius’un bu kısa alıntısında
gözlemlemenin
mümkün
olduğu
görüşündedir.
Onun
kurgusuna
göre;
Olympiodorus’un, ondan önceki bir elçilik heyeti tarafından mı icra edildiği açık
olmasa da imparatorluğun diplomatları Hun kabilelerinin işlerine karışmışlar,
onlardan bazılarını ayartarak kendi taraflarına çekmişler ve düşmanları olan
918
ὁἱὸἐέ Donatus, Hunlar ve onlara giden elçilik hakkındaki ifadelerin
açık olmayışı, Photius’un kullandığı kaynağın doğrudan Olympiodorus’un eseri olmadığını ve başka
bir tarihçinin Olympiodorus’tan yaptığı iktibas üzerinden bu eserden yaralandığı düşüncesini
doğurmaktadır. Skrijinskaya s. 254 dn. 89.
919
Bkz. Bölüm II.II.I.
920
Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX.
921
Cameron 1965, s. 497.
922
Matthews 1970, s. 79 vd.
230
diğerlerine karşı ayartmışlardır. Metinde Donatus’un ‘bir yeminle kandırılarak
haince’ öldürüldüğünü belirtmektedir. Onun ölümü bu kabile konfederasyonunun
önderini, Karaton’u, çok kızdırmıştır, bu önder imparatorluk hediyeleriyle
sakinleştirilmiştir. Skrjinskaya; Donatus’un katli imparatorluk diplomatlarının
tasarısı ve onların ajanlarının katılımıyla gerçekleşmiştir yoksa neden Hun
hükümdarı sakinleştirilmiş ve muhtemelen imparatorun hediyeleriyle öfkesi
savuşturulmuş olsun sorusunu sormaktadır. Ravenne ve özellikle de İstanbul tabiî ki,
bir süreliğine bile olsa Hun kabilelerinin imparatorluğun kuzey sınırlarına amansız
baskısını hafifletmeye çalışmışlardır.923
Roma’dan Hunlara bir diğer iltica olayını, Hunların suçladığı ve teslim almak
istediği Margus piskoposunun ilginç öyküsünü anlatan Priscus sunar. ‘[Hunlar] Eğer
onu ve bir de antlaşma uyarınca –pek çoğu Romalılar arasında bulunan- kaçakları
teslim etmezlerse savaş çıkaracaklarını söylediler. Romalılar bu iddianın yanlış
olduğu cevabını verince, kendi iddialarının doğruluğuna güvenen barbarlar
tartışmalı meselelerin hakem kararı ile hallini reddettiler ve savaş açtılar. Tuna’yı
geçtiler ve nehir boyunca aralarında Illyria’da bir Moesia
924
şehri olan
Viminacium’unda 925 bulunduğu pek çok şehri ve kaleyi tahrip ettiler. Bu şeyler
oluyorken bazıları Margus piskoposunun teslim edilmesi gerektiğini söylüyorlardı
zira bir insan uğruna tüm Roma halkı savaş tehlikesi ile yüzleşmemeli. Teslim
923
Blockley 1983, s. 216; dn. 49; Skrjinskaya 1956, s. 253, dn 87; PLRE II, s. 376.
924
Priscus’un πόλις … τῶν ἐν Ἰλλυριοῖς Μυσῶν ifadesini Blockley ‘a city of Moesia in Illyria-
Illyria’da bir Moesia şehri’ olarak Latışev ise ‘горад иллирийских мезийцев- Illyrialıların (sıfat
durumunda) Moesia şehri’ diye çevirmiştir. Biz manasını anlayamadığımız Priscus’un bu ifadesini
Blockley’i esas almak suretiyle çevirdik.
925
Çağdaş Sırbistan’da Kostolac kasabası yakınlarında Roma eyalet sistemi içinde Yukarı
Moesia’da (Moesia Superior) Margus (Morova) nehrinin Tuna’ya döküldüğü yerde bulunan önemli
bir şehirdir.
231
edileceğinden şüphelenen piskopos şehirdeki bu insanlardan gizlice kaçarak düşman
tarafına geçti ve eğer İskit hükümdarları makul bir bağış verirse onlar için bu şehre
ihanet edeceğini vaat etti. Onlar, vaadini gerçekleştirirse, onu her türlü nimetle gark
edeceklerini söylediler ve eller sıkıldı ve vaatler için yeminler edildi. Nehrin sağ
kıyısında gizlediği büyük bir barbar birlik ile Roma topraklarına geri döndü ve
geceleyin onları kararlaştırdıkları işaretle harekete geçirdi ve şehri düşmana teslim
etti. Bu suretle Margus talan edilince barbarların kudreti daha çok arttı.’926
Priscus, Doğu Roma sarayına Hun elçisi olarak gelen Edeko hakkında anlattığı
aşağıdaki olayda, bu kez Roma’nın Hunların içinden adam kazanmak suretiyle Hun
iktidarıyla mücadeleye girmek yöntemini denediğine tanıklık eder. ‘Bu mektuplar
imparatora sesli bir şekilde okununca Edeko ile bu barbarın tebliğ ettiği Attila’nın
tüm beklentilerini tercüme eden Vigilas 927 ayrıldı ve imparatorun teşrifatçısı 928
Chrysaphius ile ve onun nazırlarının en muktedirleriyle görüşmek için diğer makama
gitti. Bu barbar saray odalarının görkemine şaşkınlığını belli etti ve Chrysaphius ile
konuşmak için geldiğinde, Vigilas tercüme ederken, Edeko’nun bu sarayı övdüğünü
ve Romalıları zenginliklerinden ve altın tavanlı odalarından ötürü kutladığını
söyledi.’
Edeko Roma sarayının karşısında büyülenmişe benzemektedir ve Roma
bürokrasisi adeta durumdan vazife çıkarır. ‘Chrysaphius, İskit menfaatlerini
önemsemez ve Romalılarınki için çalışacak olursa onun da zenginliğin ve altın
tavanlı odaların sahibi olacağını söyledi.’ Edeko’nun ilk başta tavrı nettir,
926
Priscus Fragman VI/I.
927
Yunanca metinde Βιγίλα Bigila olarak kaydedilmiştir.
928
primicerius sacri cubiculi daha sonra spatharius devlet işleri üzerinde büyük tesiri olan
yüksek bürokrasi mensubu.
232
muhattaplarına ‘ Kendi efendisinin izni olmaksızın bir başka hâkimin hizmetçisi için
bunu yapmanın doğru olmayacağı cevabını’ verir. Lakin daha sonra Edeko
Romalılar tarafından ikna edilecektir. ‘Edeko bunu yapmaya söz verdi ve hadımın
konutuna yemek için geldi. Tercüme yapan Vigilas ile birlikte, sağ elleri ile
tokalaştılar ve yeminlerini değiştirdiler’929
Mülteciler,
özellikle
iktidar
kadrosundan-hanedandan
olanlar,
Hun
iktidarındaki muhtemel ihtilafların, mücadelelerin kaybeden tarafları, muhalifleri
olsalar gerektir. Kitlesel ilticilar ise onlara bağlı birimlerden oluşuyor olmalıdır. Bu
durum özelinde, aynı zamanda Hun iktidarının muhaliflerini yanına çekmeye çalışan
Roma dış politikasının ortaya çıkmış bir yansıması ile karşı karşıya olduğumuzu
göstermektedir. Diğer taraftan Donatus örneğinde tarihçilerin öne sürdüğü görüşler
doğru ise, Hunlar da Roma karşısında benzer bir siyaset takip etmişlerdir.
929
Priscus Fragman XI/I.
233
SONUÇ
Tez çerçevesinde Geç Roma müverrihlerinin, Türkler hakkında tuttuğu kayıtlar
ele alınıp kendi içinde değerlendirilmeye çalışıldı. Tezin kronolojik kesiti –dördüncü
ve beşinci yüzyıllar- itibarıyla bu kayıtlar, Priscus’un iki versiyonu olan bir fragmanı
dışarıda bırakıldığı takdirde geri kalanları Hunlar ile ilgilidir. Tezin zamansal
çerçevesini aşan altıncı asır müverrihlerinin metinlerinde, Priscus’un değindiği diğer
Türk kavimleriyle ilgili süreci takip etmek mümkündür. Bu takip, aynı zamanda
Roma tarihyazımının, kuzey halkları içinde Türk kavimlerine yaklaşımlarının, onları
hangi suretle kimlerle ayrıştırdıklarının ve kimlere eklemelediklerinin, kendi
aralarında ve diğerleriyle ne surette ele aldıklarının çıkarsamasını sağlayacaktır.
Batı Avrasya coğrafyasındaki Türkler hakkında yazılı kaynakları sağlayan
Roma
müverrihlerinin
eserlerini
kaleme
alırken
dertleri,
aslında
kendi
memleketlerinin tarihini yazmaktır. Bu nedenle, onu etkileyen yahut onunla etkileşim
içinde oldukları noktada çevre halklara ve aynı bağlam içinde Türk kavimlerine
değinmişlerdir. Bu bağlam, metinlerin sağlıklı değerlendirilmesi noktasında
öncüllerden biridir zira Türkler eserlerin teması değil ‘dolgu’su konumundadır.
Doğal olarak metinler, çoğunlukla askerî-diplomatik kesişmeler noktasında onlara
değinir, bu ise karşımıza ‘kesintili’ bir veri havuzunu çıkarır. Yine de, farklı
perspektifler geliştirildiğinde ve alternatif okuma yöntemleri denendiğinde, onlar
hakkında pek çok çıkarsamaya ve sonuca götürecek verileri içerdiği görülmüştür ki
tez temel olarak bu odak üzerine kurgulanmıştır.
Müverrihlerin verilerinin tarihsel bilgi olarak taşıdığı değeri tespit etmenin ön
koşulu, bu verilerin yer aldığı eserlerdeki metin içi ve metinler arası bağlamın
sağlıklı kurulabilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Eserlerin kaleme alındığı edebi
iklimin, iki eksen üzerinden sorgulanması-algılanması gerektiği tespit edilmiştir.
Bunlardan ilki; özellikle Yunanca söz konusu olduğunda, dönemin bin yıl gerisine
uzanan, paradigmaların oluştuğu edebi geçmiş ve ikincisi, eserlerin kaleme alındığı
miladın dördüncü ve beşinci yüzyıllarındaki edebi atmosfer.
Diğer taraftan metinler arası bağlam için, bu tezde her ne kadar genellikle
denenmemiş olsa da tarihyazımı türü özelini aşmak gereklidir. Çünkü örneğin beşinci
yüzyıl kilise tarihçisi Theodoretus her şeyden önce bir teolog olması gibi, tarih
yazımı alanında eser veren müelliflerden hiç değilse bir kısmı diğer edebi türlerde de
kalem oynatmışlardır. Kaldı ki vakıa böyle olmasaydı dahi metinlere sağlıklı nüfuz
edebilmenin öncüllerinden birini, genelde dönemin edebi bilançosu içinde
tarihyazımı ve özelde müelliflerin eserleri arasında tarih üzerine olanlar, bütün-parça,
bağlamında yaklaşmak oluşturacağı açıktır. Lakin bu çalışma belirtildiği üzere edebi
bilanço içinde sorgulama noktasında herhangi bir iddiaya sahip değildir.
Her ne kadar müverrih metinlerinin odağı hızlıca değişen, Türk tarihinin
devamlılığını takip ve kırılma noktalarını tespit noktasında mühim yer tutmayan
siyasal-askerî hadiseler olsa da müverrihler hem doğrudan değinmeler hem de bu
anlatılardaki dolaylı verilerle, Türk tarihçiliğine pek çok bilgi sağlamışlardır. Türk
tarihinin Avrasya’nın doğusu ve batısı ile bütünlüğü ve sonraki devirlere aktarılanlar
çerçevesinde devamlılığını takip etmek için; temel olarak sosyo-kültürel yapıyı ve
belli ölçüde de müeseseleri merkeze almak gerektiği düşüncesinden hareketle tezde
batı Avrasya’daki erken Türk varlığı üzerinden bu amaca bir katkı sunulmak için bu
verilere yaklaşılmıştır.
Müverrihlerin metodolojisi noktasında Eunapius’un Hunları anlatığı pasajında
dile getirdiği, hem Hun bağlamı özelinde kurulması hem diğer müverrihlerde benzer
235
bir metin tespit edilmemesi nedeniyle oldukça değerli bir metin olduğu
gözlemlenmiştir. Her ne kadar Eunapius’a ait olmakla birlikte, hem şifahi
haberlerden hem edebi birikimden beslenen bu yaklaşım, dönemin diğer müverrihleri
için de bilgi toplama ve metin oluşturma noktasında geçerli olduğu öngörülebilir en
azından bu konuda bir fikir verebilir. Müverrihler arasında, onların pagan yahut
Hıristiyan oluşlarından veya ortaya koydukları metnin tarihyazımının hangi alanında
kaleme alındığından bağımsız olarak ortak bir dil-‘terminoloji’ olmadığı tespit
edilmiştir.
Müverrihler için Roma İmparatorluğunun kuzeyi bir ‘barbar’ dünyasıdır. Lakin
Hunların erken dönemlerinden bahseden müverrihlerde, özellikle Ammianus’da
karşılaşılan, Hunları ‘barbar’ların en ‘barbar’ı olarak sunarak ‘şeytanlaştırarak’ onları
diğer kuzey kavimlerinden ayrıştırma, dönemsel olarak bir anlama sahip olduğu
görülmüştür. Daha sonraki müverrihler için Hunlar, Priscus’da karşılaştığımız gibi
tarımla uğraşmama gibi başka özellikleri ile diğer kuzeyli kavimlerden
ayrıştırılmışlardır. Adeta ‘Hun realitesi’ne Roma müverrihleri zamanla, artık sadece
diğer kuzeyliler kadar yadırganan diğer bir ifadeyle diğerleri kadar kanıksanan
kabullenilen bir pencereden bakma davranışı sergilemiş gibi görünmektedirler.
Batı Avrasya’nın bu halkları, her şeyden önce Hunlar, kimdiler sorusuna,
doğrudan yahut dolaylı yoldan müverrihlerin verdiği cevaplar kıyaslandığında
dolaylı olanların daha somutlaştırılabilir bir nitelikte olduğu görülmüştür. Doğrudan
olan kayıtlar, genelde Roma edebiyatının ‘klasik’lere olan tutkunluğunun
müverrihleri sürüklediği anakronik sonuçları içerme gibi bir özellik taşımakta
oldukları farkedilmiştir. Bu nedenle tarihselleştirilmesi oldukça zor bir niteliğe sahip
bu veriler ilgili bölüm başlığında ‘tahayüller’ göndermesiyle tanımlanmışlardır.
236
Müverrihlerin bu noktada olgunun kendisini anlamaya çalışmaktan ziyade,
klişeleşmiş ‘barbar’ algısının tezahürü, tekrarını sunma eğilimdedirler. Lakin
müverrihlerin, bu zengin ‘klasik’ yelpaze içindeki anakronik tercihlerinin nedenleri
üzerinden sorular sormak mümkündür. Diğer taraftan sürekli olarak Roma
tefekkürünce bilinmeyen alanlara gönderme yapmaları noktasında müverrihler
arasında bir tutarlılık söz konusudur. Böylelikle Hunların tanındık-bilindik olanlar
içinde yer almadıkları, bu coğrafyadaki mevcudiyetin bir göç olayına dayandığı
sonucuna ulaşmak mümkündür ki Priscus’un bölgede ikinci kuşak Türk kavimleriyle
ilgili olarak anlattığı göç hadisesinin başladığı yerinde yine bu bilinmeyen alan
olması itibarıyla Hun örneğiyle uyum içindedir. An itibarıyla kurgusal boyutta kalma
dışında bir sonuca ulaşılamadığı için bu sorgulama derinleştirilememiştir.
Tarihselleştirilme noktasında diğerlerinden ayrışan, onomastik kayıtlar ve fiziki
tasvirler gibi dolaylı veriler, onların kimler olduklarının cevabına ulaşabileceğimiz
bilgileri içermekte olduğu farkedilmiştir. Onomastik ögeler arasında yer alan Türkçe
ile izah edilebilen kayıtlar, konuştukları dilin Türkçe olacağı hakkında da dayanak
sağlamaktadır. Müverrihlerin, antropolojik tasvirlerinde Mongoloid bir tip karşımıza
çıkmaktadır. Bu sonuçlardan hareketle kuşkusuz Hun hükümdarlığının tüm ahalisinin
değil ama hükümdarlığın kurucu boyunun Türkler olduğunu varsaymamız, daha
doğru bir ifadeyle onları Türk tarihi ile eklemlememiz için Roma tarihyazımı
verilerinin ‘tek başına’ yeterli olduğu söylenebilir.
Hunların nasıl bir hayat sürdürdükleri sorusuna belli yönleriyle cevap vermek,
her şeyden önce Batı Avrasya coğrafyasında özümsedikleri alanlar dâhilinde, yani
üzerinde bulundukları mekânın hatlarının, özellikle bu alanların güney ve batı hatları
söz konusu olduğunda tespitini yapmak mümkündür. Öncelikle Hunların yayıldıkları
237
alanlar hakkında, müverrihlerin eserlerindeki Hun seferlerinin, oldukça yardımcı
oldukları görülmüş ve süreç takip edilerek batı ve güney sınırları daha belirgin bir
şekilde ortaya konma imkânı bulunan bu hatlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Söz
konusu olan, Hun sınırlarının kuzey ve doğusu olunca ise müverrihler, Roma
sınırlarından oldukça uzak, dolayısıyla pek de kendilerini ilgilendirmeyen bu alan
için sundukları panoromanın, berrak olmadığını tespit etmişlerdir.
Hun toplumu bağlamında, müverrihlerin bilgi kaynaklarının, metinlerin
şekillenişi üzerindeki tesiri bir kez daha bariz şekilde ortaya çıktığı gözlemlenmiştir.
Doğrudan gözleme değil de, muhtemelen şifahi haberlerden derlenmiş bilgileri
klasikler ile harmanlayarak sunan Ammianus’un iğreti duran anlatımıyla, doğrudan
Hunlar arasında bulunmuş Priscus’un canlı anlatımı kıyaslandığında bu durum daha
kati surette ortaya çıkmaktadır. Hemen hemen her müverrih, yer yer onlarla diğer
kuzey kavimleri arasında benzerlikler kursa da, Hunların özgün yaşam modelinin
izlerine rastlamak mümkündür.
Hunların örgütlenme modeli -‘iktidar’- bağlamında tespit edilen verilerse,
Hunların kendilerine ait hükümdarlık alanı dışında onunla bağlantılı yahut
bağlantısız hatta zaman zaman ona rağmen yer aldıkları ve faaliyet gösterdikleri fark
edilmiştir. Bu mekanizma hakkındaki erken verilerde, yine olguyu ortaya koyma
noktasında çok da başarılı olamayan, daha ziyade onun kudretini, imkân ve
kabiliyetlerini vurgulama eğiliminde bir anlatım söz konusudur. Lakin özellikle
Attila devriyle ilgili tespitlerde, daha kapsayıcı yer yer ayrıntıları içeren ve iktidarın
özelliklerinin pek çok noktasına ışık tutan bir veri havuzu sunulduğunu belirtmek
gerekir. Müverrihlerin ülkesini, Roma’yı, savaşçılıkları yüzünden zor durumlarda
bırakmalarından ötürü, at ve ok kullanmaktaki maharetleri ve katı ‘gaddar’
238
disiplinleri müverrihlerin anlatımlarında sık sık yer verdikleri bir unsur olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Tez bağlamında irdelenen verilerin daha iyi anlaşılması ve daha anlamlı olması
için genel edebi blanço ve müverrihlerin diğer ötekiler ve özellikle de diğer
kuzeyliler hakkında yazdıklarının daha ön plana çıkarılması gerekir. Bunların ise
arkolojik bulgular ile kaşılaştırılması hem metinlere daha güçlü nüfuz edilmesi hem
de gerçekte ne yaşanmış olabileceğine dair daha muhkem bir panorama sunacağı
açıktır. Müverrih kayıtları eksenli bir tarih tasviri eksik ve hatta sakat kalmaya
mahkûmdur. Kanaatımız bu eksenle yapılacak tarih tasviri, Batı Avrasya’daki Türk
tarihinin akışında değil, Roma historgrafisinde Türklük bilgisinin oluşumu ve
gelişimi için yeterli olacaktır. Bu çerçevede bu tezin iddiası da bundan ibarettir.
239
BİBLİYOGRAFYA
I. Kaynak Toplamaları
Aalto, P., , Tuomo, P., (1975), Latin Sources on North-Eastern Eurasia, I –
II, Asiatische Forschungen c. 44, Wiesbaden.
Blockley, R. C., (1983), The Fragmentary Classicising Historians of the
Later Roman Empire II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text
translation and historiographical notes, ARCA Classical and Medieval Texts,
Papers and Monographs 10, Liverpool.
Corpus Fontium Historiae Byzantinae, 1967Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, Bonn 1828–1897.
Chavannes, E., (2006), Documents sur les Tou-kieu (Turcs) Occidentaux,
recueillis et commentes suivi de Notes Additionnelles (Сборник трудов
Орхонской экспедиции, VI, St. Petersburg 1903; T’oung Pao, series II, 4, 1904,
ikisi bir arada tek cilt olarak: Paris 1941; Türkçesi: ter. Mustafa Koç, Batı Türkleri,
İstanbul).
Fontes Graeci Historiae Bulgaricae, Sofya 1954–69.
Fontes Latini Historiae Bulgaricae, Sofya 1958–65.
Ferlagu, J., vdğ., ed., (1977), Glossar zur frühmittelalterlichen Geschichte
im östlichen Europa: Serie A. Lateinische Namen bis 900, band I, Wiesbaden.
Latışev, V. V., (1893) İzvestiya drevnih pisatiley greçeskih i latinskih o
Skifii i Kavkaze I, St. Petersburg
Martindale, J. R., (birinci cilt için ayrıca Jones, A. H. M. ve Morris, J.) ed.,
(1971–1992), The Prosopography of the Later Roman Empire I-III (260–641),
Cambridge.
Mommsen, T. (1882–1894), Monumenta Germaniae Historica; auctores
antiquissima, cilt 5 – 11, Berlin.
Moravcsik, G., (1943), Byzantinoturcica II Sprachreste der Türkvölker in
den byzantinischen, Budapeşte
Moravcsik, G., (1958), Byzantinoturcica I Die byzantinischen Quellen der
Geschichte der Türkvölker, Berlin.
Mullerus, C. (1851), Fragmenta Historicorum Graecorum IV. Collegit
Disposuit Notis et Prolegomenis Illustravit, Paris.
Murray A. C. (2000), From Roman to Merovingian Gaul, Peterborough.
Vısokiy, M. F., Timofeev, M. A., ed., (2007), Tserkovnıe istoriki IV-V
vekov. Scriptores Rerum Ecclesiasticarum Saec. IV-V, ROSSPEN, Moskova.
II. Toplamalar Haricinde Çağdaş Dillere Kaynak Çevirileri
Anderson, W. B., (1936–1965), Sidonius Apollinaris. Poems and Latters III, Londra: Loeb.
Blockley, R. C., (1983), The History of Menander the Guardsman.
Introductory Essay, Text, Translation and Historiographical Notes, Liverpool:
ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 17.
Çekalova, А. А., (1993), Prokopiy Kesariyskiy Vayna s Persami Vayna s
Vandalami Taynaya İstoriya, Moskova: RAN Pamyatniki istoriçeskiy misli.
Demircioğlu, H., (1950), Thucydides Peloponnesos’lularla Atina’lıların
Savaşı I. Kitap, Ankara
Destunis, G., (1860), Skazaniya Priska Panayskovo, Sn. Petersburg
Dewing, H. B., (1914-1940), The Works of Procopius I-VII, Londra: Loeb.
Erhat, A., A. Kadir, (2013), Homeros İlyada, İstanbul.
241
Fear, A. F., (2010), Orosius Seven Books of History Against the Pagans,
Liverpool.
Jeffreys, E. vdğ. (1986), The Chronicle of John Malalas, Melbourne.
Hatapkulu, M. (2006), Tacitus Germania Halkların Kökeni ve Yerleşim
Yerleri, İstanbul.
Jones, H. L., (1917-1932), Strabo Geography VI-XIV, Londra: Loeb.
Kondratyev, S. P., (1996), Prokopiy Kesariyskiy Vayna c gotami O
postroykah, Moskova.
Kulakovskiy, Yu. A., Sonni, A. İ., (2005), Rimskaya İstoriya, Moskova
Latışev, V. V., (1948), “İzvestiya drevnih pisatiley o Skifii i Kavkaze”, VDİ, s.
1948/4, s. 245-267.
Levçenko, M. V., (1996), Agafiy Mirineyskiy O tsarstvavannaya
Yustiniana, Мoskova: RAN Pamyatniki istoriçeskiy misli.
Lukomskiy, L. Yu., (1994), Ammian Martsellin Rimskaya istoriya, Sn.
Petersburg: Antiçnaya biblioteka.
Mierow, C. C., (1966), The Gothic History of Jordanes in English version
with an introduction and a commentary, Cambridge.
Onat, A., vdğ., Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi,
Ankara, 2004.
Ökmen, M., (1991), Herodot Tarihi, İstanbul.
Platnauer, M., (1922), The Works of Claudian, Londra: Loeb.
Rawlinson, G., (1941), Heredot Tarihi, ter. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul.
242
Ridley, R. T., (1990), Zosimus New History A Translation with
Commentary, Canberra: Australian Association for Byzantine Studies Byzantina
Australiensia 2.
Rolfe, J. C., (1935-1939), Ammianus Marcellinus I-III, Londra: Loeb.
Schaff, P., Wace, H., (1989), A Select Library of Nicene and Post-Nicene
Fathers of The Christian Church II Socrates, Sozomenus Church Histories.
Edinburgh.
Schaff, P., Wace, H., (1996), A Select Library of Nicene and Post-Nicene
Fathers of The Christian Church III Theodoret, Jerome, Gennadius, Rufinus:
Historical Writings, Edinburgh.
Schiltberger, J. Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), ter. Turgut
Akpınar, İstanbul, 1997
Skrjinskaya, E. Ç., (1956), “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V., c. VIII, s. 233-277.
Skrjinskaya, E. Ç., (2001), İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica
Vstupitelnaya statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St.
Petersburg.
Togan, İ., vdğ., Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi, Ankara,
2006
Tyulenev, V. M., (2009), Pavel Oroziy İstoriya protiv yaziçnikov Pirivod s
latinskavo kommentarii i ukazatel, Sn. Petersburg.
Üstün, A., (2007), Türk Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque
Getarum, Balıkesir. (yayınlanmamış yüksek lisans tezi)
(İsimsiz) (1851), Tserkovnaya istoriya Ermiya Sozomena Salaminskovo,
Sn. Petersburg: Tipografiya Fişera.
243
III. Araştırmalar
Ahmetbeyoğlu, A., (1995), “Avrupa Hunlarının ‘Sihirli Geyik’ Efsanesi”,
Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, Ankara, s. 65-68.
Ahmetbeyoğlu, A., (2001), Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara.
Akşit, O., (1985), Roma İmparatorluğu Tarihi M.Ö. 27-M.S. 395, İstanbul.
Аlekseev, S. (2008), Slavyanskaya Yivropa V - VI vekov, Moskova.
Altheim, F., (1967), Reich gegen Mitternacht Asiens Weg nach Europa,
Hamburg 1955. (Türkçesi: ter. Emin Türk Elçin, Asya’nın Avrupa’ya Öğrettiği,
İstanbul)
Aries, P., Duby, G., ed., (2006), Özel Hayatın Tarihi, İstanbul.
Аverintsev, S. S., (1997), Poetika rannivizantiyskoy literaturı, Moskova.
Bachrach, B. S., (1973), A History of the Alans in the West. from their early
appearance in the sources of classical antiquity through the early middle ages,
Minneapolis.
Baştav, Ş., (1987), “Attila ve Hunları” şurada: Tarihte Türk Devletleri, c. I,
Ankara.
Baştav, Ş., (2005), Makaleler II, Ankara.
Blockley, R. C., (1972), ‘Dexippus and Priscus and the Thucydidean Account
of the Siege of Platea’ Phoenix 26.
Blockley, R. C., (1981), The Fragmentary Classicising Historians of the
Later Roman Empire Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus, ARCA
Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 6, Liverpool.
Brown, P., (2006), “Geç Antikçağ”, şurada: Aries, P., Duby, G., 2006, (ed.),
ss. 251-334.
244
Cameron, A., (1970), Agathias, Oxford.
Cameron, A., (1985), Procopius and the Sixth Century, Berkeley.
Cameron, A., Garnsey, P., ed., (2007), The Cambridge Ancient History c..
XIII. The Late Empire A. D. 337-425, Cambridge.
Cameron, A., vdğ., ed., (2007), The Cambridge Ancient History XIV. Late
Antiquity: Empire and Successors A. D. 425-600, Cambridge.
Collingwood, R. G., (2007), The İdea of History, Oxford 1946. (Türkçesi: ter.
Kurtuluş Dinçer, Tarih Tasarımı, Ankara)
Cornell, T., Matthews, J. (1988), Roma Dünyası Atlaslı Büyük Uygarlıklar
Ansiklopedisi c. V., İstanbul.
Croke, B., (1983), “The Context and Date of Priscus Fragment 6”, Classical
Philology, c. 78, No: 4 (Ekim 1983), s. 297-308.
Czegledy, K., (1998), Nomad nepek vandorlasa Napkelettol Napnyugatig,
Budapeşte 1969. (Türkçesi: ter. Erdal Çoban, Bozkır Kavimlerinin Doğu’dan
Batı’ya Göçleri, İstanbul)
De Guignes, J., (1923), Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir
Tatarların Tarih-i Umumisi, İstanbul. (ter. Hüseyin Cahit [Yalçın])
Drijvers, J. W., Hunt, D., ed., (1999). The late Roman world and its
historian: Interpreting Ammianus Marcellinus, Londra: Routledge.
Dunlop, D. M., (2008), Hazar Yahudi Tarihi, İstanbul. (ter. Z. Ay)
Eckhardt, S., (1962), “Efsanede Attila”, şurada: Nemeth 1962, (ed.). ss. 141214.
Erhat, A., (1972), Mitoloji Sözlüğü, İstanbul.
245
Ferris, I. M., (2000), Enemies of Rome Barbarians throught Roman Eyes,
Stroud.
Finley, M. I., 2006, The Ancient Economy, Berkeley: University of California
Press 1985 (Türkçesi: ter. Hatice Palaz Erdemir, Antik Çağ Ekonomisi, İstanbul)
Fouracre, P., ed., (2006), The New Cambridge Medievel History I c.500c.700, Cambridge.
Grant, M., (2000), Roma’dan Bizans’a, İstanbul. (ter. Z. İlkgelen)
Grant, M., (2005), Greek and Roman Historians Information and
Misinformation, Taylor and Francis e-Library.
Grimal, P., (1997), Mitoloji Sözlüğü, İstanbul. (ter. Sevgi Tamgüç)
Goffart, W., (1988), The Narrators of Barbarian History A. D. 550–800:
Jordanes Gregory of Tours Bede and Paul the Deacon, New Jersey.
Golden, P., (2002), Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara. (ter. O. Karatay)
Golden, P. B. (2003), “Güney Rusya Bozkırlarının Halkları”, şurada: Sinor,
ed, (2003), s. 345-381.
Golden, P. B., (2006), Hazar Çalışmaları, İstanbul. (ter. E. Ç. Mızrak)
Gordon, C. D., (1961), The Age of Attila, New York.
Gömeç, S., (2004), “Attila’nın Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara
Gömeç, S., (2012), Türk-Hun Tarihi, Ankara.
Gumilöv, L. N., (2002), Hunlar, İstanbul. (ter. D. A. Batur)
Haldon, J., (2007), Bizans Tarih Atlası, İstanbul.
Heather, P., (1992), Goths and Romans 332–489, Oxford.
Heather, P., (2012), Gotlar, Ankara. (ter. Erkan Avcı)
246
Heather, P. (1995), “The Huns and the End of Roman Empire in Western
Europe,” The English Historical Review, Vol. 110, No. 435, February 1995.
Heather, P., (2006), The Fall of the Roman Empire, Oxford.
Hengst, D. den, (1999) “Preparing the Reader for War Ammianus’ Digression
on Siege Engines”, şurada: Drijvers, Hunt 1999, (ed.), ss. 27-36.
İplikçioğlu, B., (1997), Eski Batı Tarihi I. Giriş Kaynaklar Bibliyografya,
Ankara.
Kaçar, T., (2003), “Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Barbarların Görünüşü:
Ammianus Marcellinus’ta Hunlar”, XIV. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan
Bildiriler c. I, Ankara 2003, s. 83-95.
Kaçar, T., (2009), Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, İstanbul
Kaçar, T., (2011), “Bir Çeviri Komedisi: Edward Arthur Thompson, Hunlar”,
Toplumsal Tarih sayı 206, (Şubat 2011)
Kafesoğlu, İ., (1997), Türk Milli Kültürü, İstanbul.
Kelly, C., Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğunun Çöküşü, ter. T. Kaçar,
İstanbul, 2011
Kinder, H., Hilgemann, W., (2006), Dünya Tarih Atlası, ter. L. Uslu, Ankara.
Кorabov, D. S., (2003), Sotsialnaya orgazitsiya Alan Sevirnovo Kafkaze IVIX vv., RAN İnstitur arheologii,Sn. Petersburg.
Kulakovskiy, Yu. A., (2006), İstoriaya Vizantiya 395-518 godı; St.
Petersburg.
Kurat, A. N., (1972), IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk
Kavimleri ve Devletleri, Ankara.
Ligeti, L., (1962), “Attila Hunlarının Menşei”, şurada: Nemeth, ed, 1962.
247
Lindner, R. P., (1981), “Nomadism, Horses and Huns”, Past and Present, No.
92. (Ağustos 1981).
Luttwak, E. W (2012), Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi,
İstanbul.
Maenchen-Helfen, O. J., (1945), “The Legend of the Origin of the Huns”,
Byzantion 17.
Maenchen-Helfen, O. J., (1955) “The Date of Ammianus Marcellinus Last
Book”, American Journal of Philology 76.
Maenchen-Helfen, O. J., (1973), The World of the Huns, Los AngelesLondra.
Macartney, C. A., (1944), “On the Greek Sources for the History of the Turks
in the Sixth Century”, BSOAS c. 11, No:2 (1944), s. 266-275.
Marasco, G., ed., (2003), Greek and Roman Historiography in Late
Antiquity Fourth to Sixth Century A.D., Leyden-Boston.
Мarinoviç, L. P., (2006), Аntiçnaya tsivilizatsiya i varvari, RAN İnstitut
fcyöobşçey İstorii, Moskova.
McEvedy, C., (2002), Ortaçağ Tarih Atlası, ter. A. Anadol, İstanbul: Sabancı
Üniversitesi Yayınları.
McEvedy, C., (2004), İlkçağ Tarih Atlası, ter. A. Anadol, İstanbul: Sabancı
Üniversitesi Yayınları.
Merrills, A., H., (2005), History and Geography in Late Antiquity,
Cambridge-New York.
Moravcsik, G., “Hunlar Meselesinin Bugünkü Hâli”, şurada: Baştav, Ş., 2005,
ss. 493-504.
248
Nagy, K., (2005), “Notes on the Arms of the Avar Heavy Cavalry”, Acta
Orientalia Academiae Scientiarum Hung., c. 58, No:2 (2005), s. 135-148.
Nemeth, G., ed., (1962), Attila és hunjai, Budapeşte 1940. (Türkçesi: ter. Şerif
Baştav, Attila ve Hunları, Ankara)
Nemeth, G., (1962), “Hunların Dili”, şurada: Nemeth 1962, (ed.), s. 215-224.
Noble, T. F. X., ed., (2006), From Roman Provinces to Medieval Kingdoms,
New York.
Orkun, H. N., (1933), Attila ve Oğulları, İstanbul.
Orkun, H. N., (1938), Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, Ankara.
Ögel, B., (1998), Türk Mitolojisi I, Ankara.
Pritsak, O., (1982) “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard
Ukrainian Studies, c. 5, sayı 6, (Aralık 1982).
Potter, D. S. (2006), “The Transformation of the Empire: 235-337”, şurada:
Potter, David S., A Companion to the Roman Empire, Kundli:Blackwell
Publishing 2006, s. 153-173.
Rasonyi, L., (1993), Tarihte Türklük, Ankara.
Rohrbacher, D. (2005), The Historians of Late Antiquity, Londra- New
York.
Roux, J-P., (2005), Orta Asya’da Kutsal Hayvanlar ve Bitkiler, ter. A.
Kazancıgil ve L. Arslan, İstanbul.
Sinor, D., ed., (2003), The Cambridge History of
Early Inner Asia,
Cambridge- New York 1990 (Türkçesi: ter. ed. A. G. Soysal, Erken İç Asya Tarihi,
İstanbul)
Sinor, D., (2003), “Hun Dönemi”, şurada: Sinor, D. 2003, (ed.), s. 245-310.
249
Szadeczky-Kardoss, S., (2003), “Avarlar”, şurada: Sinor 2003, (ed.), s. 283310.
Tekin, T., (1993), Hunların Dili, Ankara.
Thompson, E. A., (1945), “The Camp of Attila” JHS 65.
Thompson, E. A., (1945), “Priscus Panium Fragman 1b” CQ 39.
Thompson, E. A. (2000, 2008), The Huns Revised and with an afterword by
Peter Heather, Oxford 2000. (Türkçesi: ter. M. Sibel Dinçel, Hunlar, Ankara 2008)
Üstün, A.,(2013), “‘Kargaşa’ Esnasında Tarih Yazmak: Geç Roma
Müverrihlerinde İskit ve Hun Etnonimlerinin Kullanımı Üzerine”, Karadeniz
Araştırmaları Dergisi, c. 10, sayı 37 (Bahar 2013).
Vaczy, P., (1962), “Hunlar Avrupada”, şurada: Nemeth 1962, (ed.), ss. 57-140.
Vasary, I. (2007), Erken İç Asya’nın Tarihi, İstnabul. (ter. İ. Doğan)
Vasiliev, A. A., (1936), The Goths in Crimea, Cambridge.
Vasiliev, A. A. (1952), History of the Byzantine Empire 324-1453, Madison.
(Türkçesi: ter. Arif Müfid Mansel, Bizans İmparatorluğu Tarihi I, Ankara, 1943.)
Veyne, P. (2006), “Roma İmparatorluğu”, şurada: Aries, P., Duby, G. 2006,
(ed.), s. 18-249.
Wells, S. P., (2001), The Barbarians Speak How the Conquered Peoples
Shaped Roman Europa, New Jersey.
250
EKLER
HARİTALAR
Harita-I: Antik Çağ Haritaları-Tahayyüller Coğrafyası-Strabon’un Haritası yak. M.Ö. 25. (Bölüm II.I.)
Harita-II: Antik Çağ Haritaları-Tahayyüller Coğrafyası-Pomponius Mela’nın haritası yak. M.S. 50.
(Bölüm II.I.)
252
Harita-III:Batı Avrasya coğrafyasının fiziki özellikleri ve toprak kullanımı. (J. McEVEDY, Ortaçağ
Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.5)
253
Harita-IV: Alemanni’nin 260 yılındaki Galya istilası. (Harita:
http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-alemanni-260.html) (Bölüm I.I.I./ II.)
Harita-V: Gotlar 268 yılında Tuna’yı geçer. Makedonya ve Trakya’ya gider. Got ve Heruli Atina’yı
talan eder. (Bölüm I.I.I./ II.)
(Harita:http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-goths-ad268.html)
254
Harita-VI: Vandallar ve Sarmatlar 270 yılında Tuna’yı geçer. (Harita: http://www.romanempire.net/maps/empire/invasions/mov-sarm-ad270.html) (Bölüm I.I.I./ II.)
255
Harita-VII: Roma İmparatorluğu ve Kuzey 305 yılı. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul
2004, s.101) (Bölüm I.I.I./ II.)
256
Harita-VIII: Roma İmparatorluğu ve Kuzey 362 yılı. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul
2004, s.103) (Bölüm I.I.I./ II.)
257
Harita-IX: 362 yılında Roma İmparatorluğu ve Kuzeyde tahmini nüfus. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih
Atlası, İstanbul 2004, s.105) (Bölüm I.I.I./ II.)
258
Harita-X: 362 yılında kentler ve ticaret yolları. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004,
s.107) (Bölüm I.I.I./ II.)
259
Harita-XI: 362 yılında Hıristiyanlık. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.109)
(Bölüm I.I.I.)
260
Harita-XII: Roma İmparatorluğu (395 yılı) (J. Holdon, Bizans Tarihi Atlası, İstanbul, 2007, s.38.)
(Bölüm I.I.I./ II.; III.I.I)
261
Harita-XIII: Roma İmparatorluğu (395 yılı) (Bölüm I.I.I./ II.; III.I.I)
(http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Partition_of_the_Roman_Empire_in_395_AD.png)
262
Harita-XIV: Tuna’nın güneyindeki Vizigotlar isyan eder ve pek çok Got Tuna’yı geçer (378 yılında).
(http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-vigoths-378.html)
(Bölüm
I.I.I./
II.;
III.I.I)
Harita-XV: Gotlar Balkanlar ve Yunanistan’ı yağmalar (395-397 yıllarında. (http://www.romanempire.net/maps/empire/invasions/mov-vigoths-395-97.html)
263
Harita-XVI: Hun akınları. ( J. Holdon, Bizans Tarih Atlası, İstanbul, 2007, s. 40.) (Bölüm III.I.I)
264
Harita-XVII:Hunlar 406 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.11) (Bölüm
III.I.I)
265
Harita-XVIII:Hunlar 420 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.13)
266
Harita-XIX:
Attila
Devrinde
(450
yılı)
Hun
Hükümdarlığı.
empire.net/maps/empire/extent/ad450.html) (Bölüm III.I.I)
267
(Harita:
http://www.roman-
Harita-XX:Hunlar 451 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.15) (Bölüm III.I.I)
268
RESİMLER
Resim I-II. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların
rölyef tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 1-2) (Bölüm
III.III.III.II)
Resim III. Küçük İskitya’da Tropaeum
Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir
barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri.
Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956,
s.256-257 arası Resim 3)
III.III.III.II)
269
(Bölüm
Resim IV. Küçük İskitya’da Tropaeum
Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir
barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri.
Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956,
s.256-257 arası Resim 4)
(Bölüm
III.III.III.II)
Resim V-VI. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların rölyef
tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 5-6) (Bölüm
III.III.III.II)
270
Resim-VII: Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, Ter. Turhan Kaçar,
İstanbul, 2011, resim-1. (Bölüm III.II.I)
271
Resim-VIII: Attila Roma elçilik heyetini karşılıyor.
272
Resim-IX: Attila ölüm döşeğinde. Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun
Çöküşü, İstanbul, 2011, son resim-10) (Bölüm III.II.II)
273
ÖZET
Bu tez; Roma tarihyazımını, Hunlar özelinde Türk tarihinin kaynağı olarak ele
almaktadır. Zira Türklerin erken dönem tarihi, komşularının sağladığı yazılı veriler
sayesinde incelenebilmektedir. Batı Avrasya coğrafyası için Roma edebiyatı, böyle
bir fonsiyona sahiptir. Bu çerçevede tezin; biri Roma tarihyazımı ve diğeri Roma
müverrihlerinin Türklerin erken dönemleri hakkında verdikleri haberler olmak üzere
iki ekseni vardır. Devrin edebi ortamı içinde; monografi, kilise tarihi ve kronik
olmak üzere üç başlık altında toplanabilecek tarihyazımı türünde verilen eserler,
Roma edebiyat içinde, bu alan için doğal olarak en geniş veri havuzunu
sağlamaktadır. Müverrihlerin yaşadığı ve eserlerini oluşturdukları iklim olan Roma
dünyasına, bu bağlam içinde değinilmiştir. Ayrıca müverrihin biyografleri ve
eserlerinde Türklere açtıkları satırların bilançosu da verilmeye çalışılmıştır.
İkinci ekseni oluşturan Türk Tarihinin Batı Avrasya’daki akışı, Roma
tarihyazımına yansımaları kapsamında ele alınmıştır. Müverrihlerin; Hunların kim
oldukları ve nasıl bir hayat sürdüklerine dair verdiği haberler, tezin üzerinde durduğu
iki sorunsalı –problematiği- oluşturmuşur. Dördüncü ve beşinci yüzyıl Roma
tarihyazımı ürünlerinin, metin içi ve metinler arası bağlamı çerçevesinde bu sorunsal
irdelenmiştir. Böylece hem Roma edebiyatına farklı bir penceden bakılmaya hem de
Türk tarihinin devamlılığını noktasındaki önemi açık olduğu halde üzerinde fazla
durulmayan bir alanda tarihçiliğe katkı sunulmaya çalışılmıştır.
ABSTRACT
This thesis aims a examining the Roman historiography as the source of
Turkish history on the case of Hunnic history. As it is well known the earliest history
of the Turks may only be studied from the evidence that their neighbours provided.
The Roman literature for the western Eurasia is no exception. In this context this
thesis has two central themes. One is the Roman historiography itself, phases of the
the other is the details provided by the Roman historians about the earliest Turkish
history. The written Roman sources for our purpose may be classified as the
chronicles, ecclesiastical histories and the monographs, which are also the largest
databank in the Roman literature. Therefore the Roman history is here dealt with
only slightly as the historical context of the historians lived in. Also some
biographical details about the historians and their digressions about the Turks are
concerned here.
The course of the Turkic history in the western Eurasia, which is the second
central theme of our thesis is dealt with as far as it has been found in the late Roman
historiography. The records of the Roman historiography about the identity of the
Huns and their lifestyle constitute the two problematics we are concerning here.
Therefore it is essantial to examine the late antique literature in the intertextual
context. By doing so, it is aimed at both seeing the Roman literatüre from a different
angle, and within the continuity of the Turkish history how one can place and use
these literature as a source of a solid Turkish history.
Download