• ilmi dergi DiYANET iŞLERi BAŞKANLIGI Dini Yayınlar Dairesi Başkanlığı * Üç Ayda Bir Yayımlanır Cilt: 39 -Sayı: 4• Ekim-Kasım-Aralık 2003 DİNLER ARASI DİYALOGUN Mİ S TİK BOYUTU ÖmerYILMAZ D. İ. B. Eğitim Uzmanı Mystic Dimension of lnterreligious Dialogue In our research, the theme of "lnterreligious Dialogue" was reviewed which is actual subject. Since this subject matter is very broad, it was taken into consideration only in terms of "mystic dimension". W e have divided our study into two main parts. In the first part, we have shortly defined the term dialogue and talked about its history, goals, principles and contents. ın the second part, we have dealt with the main subject and discussed "mystic dimension" of the dialogue. What we have intended by the term "mystic dimension", is to look atsome scholars' ideas !ike lbn Arabi, who is founder of "Wahdat ai-Wujud" and, his followers in Anatolia, those who are turning points of lslamic-mysticism such as Mawlana, Yunus Emre, Haci Baktas Wali and Niyaz-i Misri. At the same time, we have touched on some subjects underthis !ille like; "Salvation", ''Tolerance", "Human", "World" which are curial concepts of the dialogue. We have gave some practical examples from Turkish-lslamic history as well. Keywords: Dialogue, Tolerance. GİRİŞ Son zamanlarda en çok tartışılan terimlerden birisi de dinler arası diyalogdur. İletişim çağı denilen bu asırda, artık dünya global bir köy haline gelmiş ve pek çok şeye bir anda ulaşma imkanı elde edilmiştir. Özellikle sanayi devriminden soma, iletişim ve ulaşım teknolojisinin hızını arttırarak gelişmesi, insanları hatta toplumları örf, adet, din ve kültür sahipleriyle yüz-yüze getirıniş ve bir arada yaşamaya mecbur etmiştir. çeşitli Dinler arası diyalog ihtiyacı, böyle bir gelişmenin sonucunda ortaya çıkmıştır. dinler arası diyalog, çok çeşitli yönleri olan yeni bir alandır. Hiç şüphesiz bu alanın sosyal, siyasal, tarihi, teolojik ve felsefi yönleriyle de değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Ancak bu kadar geniş bir yelpazesi olan dinler arası diyaloğun bir makale çerçevesinde ele alınması mümkün değildir. Bu nedenle, konumuzu sınırlan­ dırmak gerekmektedir. Aslında Biz burada diyalogun tasavvuf boyutunu tartışmak istiyoruz. Konunun mistik yö!1üyle ele ::!!!!!ma f!l2"i, gi!!:Ü::iÜZ:deki :::.~!~:;'..::,:!~ diy~!G5~~~ ui·~u piuıııııda ;::,HCiulli Uiı y~-ri olme.sn:dan ve 6nü~deki engellerin ~hl~ki b:ıklş uç1sıyla izalc cdilctileccgl iuctncından kaynaklamnıştır. Bilindiği gibi Tasavvuf tarihinde çok sayıda ekoller mevcuttur. O açıdan, böylesine kapsamlı bir konuyu yeniden bir sınırlamaya daha tabi tutarak, Gazzali'den (ö. 5551 1111) soma "Tasavvufun ilfani boyutu" denilebilecek ve daha ziyade İbn Arabi etrafında şekillenen "vahdet-i vücut" (varlığın birliği) doktrini ışığı altında değerlendireceğiz. Sufizm terimini kullanırken kastettiğimiz; bu akım ve 'ıo7': DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 • SAYI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 · onun Anadolu'da temsilciliğini yapmış, "irfani, insani ve ahlaki" değerleri merkeze ·oturtan Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi şahsiyetler olacaktır. Bu çerçevede ele almacak olan ana konumuza girmeden önce, diyalog kavra. mına kısaca değinmek yararlı olacaktır. A. KlSACA DİNLER ARASI DİYALOG KAVRAMI Pek çok konuda olduğu gibi, dirıler arası diyalog alanmda da hiç şüphesiz lehte ve aleyhte görüşler bulunmaktadır. 1 Bize göre, bunun en önemli nedenlerinden birisi, yeni dinler arası diyalog kavramının yeterince bilinmemesidir. Kelime olarak diyalog, Yunanca'da "sohbet" anlamına gelmektedir. Terim veya daha fazla kişi arasındaki sohbet, fikirterin veya düşüncelerin 2 karşılıklı değişimi" demektir. Dini anlamda ise; "Hem aynı dinden kaynaklanan grupların kendi aralarında, hem de farklı diniere mensup insanların inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla kabul ettirme yoluna gitmeden, birbirlerine sıcak ve hoşgörü ile bakabilmesi, ortak meseleler etrafında konuşabilmesi, tartışahilmesi ve 3 işbirliği yapabilmesidir" diye tarif edilmektedir. Diğer bir tarifi de şöyledir: "Farklı dini gelenekZere inanan mü 'min/erin eşit bir düzeyde, karşılıklı görüş alış verişinde bulunmalarz ve birbirlerini dinleyerek işbirliğiyapmalarzdır." 4 manası ise, "İki Diyalog tarihinde, bireysel olanlar bir kenara bırakılacak olursa, kurumsal bazda dinler arası diyalog kavramı ve görüşmeleri, II. Vatikan Konsili (1962-65) ile beraber Katolikler tarafından dünyanın gündemine sokulmaya başlanmıştır. Vatikan Konsili dokümanlarından "Nostra Aetate" nin ilanından soma, başta Ka to likler ve Dünya Kiliseler Birliği olmak üzere Hıristiyanlar, başka dinlerle ilişki kurmaya ve diyalog görüşmeleri yapmaya başlamışlardır. Pek tabii bazı şeyler ihtiyaçtan doğmaktadır. Dinler arası diyalog böyle bir ihsonucudur. XX. Yüzyılda yaşanan iki dünya harbi acı tecrübesinden sonra insanlık, dini-manevi ya da evrensel değerlere yönelmeye ve dinlerin toplumlar üzerindeki olumlu ve kapsamlı etkisini yeniden keşfetmeye başlamıştır. İşte, dinler arası diyalog olgusunu gündeme getiren nedenlerden birisi bu yöneliştir. Diyalogıın gerekliliği bağlamında ve dünyanın konjonktürü çerçevesinde, teolog Hans Küng'ün görüşüne katılmamak mümkün değildir. Ona göre; "Dinler arası diyalog olmadan dünya barışı, keza dinler arasında diyalog olmadan dinler arasında barış, dinler arasında 5 doğru bilgiye sahip olmadan da dinler arasmda diyalog olamaz. " tiyacın Mustafa Erdem, Misyoner/ik, Diyanet-Vakıf Sen Yayınları, Ankara 2003, s. 26. Mustafa Alıcı, Kitab-t Mukaddes ve Kur'an-t Kerim lştğtnda islam-Htristiyan Diyaloğu, (Basılmamış Doktora tezi), istanbul 2001, s.10. Mustafa Köylü, Dinler Arast Diyalog, insan Yayınları, istanbul 2001, s.17. Mehmet Aydın, "Din/erarast Diyalog ve Hoşgörü", V. Avrasya islam Şurası, D.i.B. Yayınları, Ankara 2003, s. 207. Köylü, s. 15. ·····ro8 · DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU Ayrıca göçler, turizm, ekonomik ve sosyal şartlar, insanları bulundukları ve yerden çok daha uzaklara taşımakta, farklı dinden insanlar yan yana çalışmakta ve birbiriyle fıziki ve kültürel ilişki kurmaya zorlanmaktadır. Avrupa ülkeleri arasında sınırlar kaldırılmakta, çok kültürlü ve çok dinli bir Avrupa toplumundan bahsedilmektedir. İşte tüm bu gerekçeler, dinlerin diyalogunu da beraberinde getirmektedir. doğdukları Bu nedenle artık, diyaloğu isteyen sadece dinler ve dini çevreler değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, akademisyenler, hatta politikacılar da, insanların birbirini tamyıp tanışmasını, anlaşmasını, farklılıklar içinde beraber yaşamasını ve birbirlerinin inanç, gelenek ve değerlerine saygı göstermesini istemektedirler. Esasını karşılıklı saygı ve hoşgörünün oluşturduğu dinler arası diyalogun hedefı, dini farklılıkları ortadan kaldırmak değil, müştereklerden hareketle, insanların yer kürede barış ve huzur içinde görüşüp tanışmalarını, beraber yaşamalarını sağlamaktır. Nitekim bu durum çoğulculuğu savunan Hıristiyan teologlar tarafından da seslendirilerek iki hususun altı özellikle çizilmektedir. Bunlardan biri dinlerin çeşitlilik ve farklılıklarının mutlaka korunması, diğeri ise bunlarla beraber barındırdıkları ortak hususların gözardı edilmemesidir. 6 Esas en her din mensubunun mutlak hakikati sadece kendi inançlarının temsil ettiğine dair inancı insanlık tarihi kadar eskidir. Bizim inanç perspektifımizde madem herkes kendi dini anlayışından memnunsa, 7 kişi yaptığının karşılığını görecekse, 8 sizin dininiz size benim dinim bana ise, 9 diyalogla neden seukretizm (dinlerin bileşimi) veya eklektisizm (dinlerin karışımı) amaçlamnış olsun? Yeni "dinler arası diyalog" kavramının içi, başta Hıristiyanlar olmak üzere, seneden beri doldurolmaya çalışılmaktadır. Knitter dinler arası diyalogun 10 muhtevasını; "dinleme + ilan =diyalog" şeklinde formüle etmektedir. Bu formülü biraz daha açarak; "dinler arası diyalog = öğretmek + öğrenmek + işbirliği yapmaktır" demek mürukündür. kırk Kapsam ve sınırları belli olmayan, içeriği tespit edilemeyen hiç bir teşebbüsten istenilen verimi elde etmek mümkün değildir. Teolog Ludwig Hageman'nın da dediği gibi, dinler arası diyalog, bir misyon olarak değil, anlaşmak için bir basamak olarak göıülmelidir. 11 Taraflar diyaloga girerken, belli prensipiere riayet etmek zorundadır. Bu hem istenilen verimin elde edilmesine hem de amaçlanan hedeflere ulaşılmasına yardımcı Mz.~:ııüt A.'jdilı, "D:u:eıaxdSi 10 11 Diyaiuy '{eııi öir iv'ii::;yun ·{öniemi mi)-Kurumsaı ve t:3ıreyseı Diyalog Faaliyetleri Üzerine Bir Değerlendirme-", islamiyat V, Temmuz -Eylül 2002, s. 30. Rum (30):32. Zilzal (51): 7-8. Kafirun (1 09): 6. Bkz. Paul F. Knittler, "Diyalog ve Misyon", çev. Mahmut Aydın, islamiyat Oç Aylık Araştırma Dergisi, (C. 5, S. 3, Temmuz- Eylül 2002), s. 83. Silja Lückehe, Kommentterte Arbeitsbib/ographte .. , Bayreuth 2000, s. 52. DiYANET iLMi DERGi • CİLT: 39 ·SAYI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 olacaktır. Kur'an-ı Kerim'deki bir ayet, bu hususta dikkat edilecek bir kriter sunmakO da şudur: "Allah'tan başka yalvardıklanna sövmeyin ki, onlar da cahilce aşırı gidip Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rablerinedir. O, işlediklerini haber verir." 12 Ayette dikkat çekilen husus, tarafların karşılıklı olarak, birbirlerinin dini inançlarına saygısızlık etmemeleridir. Diyalogun temel prensibi de budur. tadır. arası Dinler diyalog alanında düşünce üreten ve emek sarfedenlerin ortaya koydukları genel prensipleri de şöyle sıralayabiliriz: a) Diyalogdakarşılıklı saygı, 13 güven ve samirniyet olmalı, b) Diyaloga farklılıklardan değil müşterek noktalardan başlamalı, c) Diyalogda, d) Diyalog, karşılıklı eşitlik olarak önyargılardan kaçınılmalı, zeminine oturtulmalı, e) Diyalogda taraflar, kendilerini göstenneli, oto-kritiğe tabi tutabilme maharetini f) Diyalogda, "davet" ya da "misyonerlik" öngörülmemeli, g) Diyalogda bir takım gizli hesaplar değil, doğallık olmalıdır. Çok sayıda farklı etnik, din ve kültürlere mensup topluluklan barış ve huzur içinde bir arada yaşatmasını başannış bir geleneğin temsilcisi olarak Müslüman Türk Milleti, tarihi bu bilgi, birikim ve tecrübesini günümüz diyalog çalışmalarının istifadesine sunabilecektir. 14 Bu potansiyelin en önemli temel taşlarından birisi "İslam'ın Gülen Yüzü" 15 olarak görülen tasavvuftur. Bizim tasavvufi geleneğimiz, daima birleştirici ve bütünleştirici rol oynamıştır. B. DİNLER ARASI DİYALOGUN MİSTİK BOYUTU Asıl konumuzu teşkil eden diyalogda mistik ya da tasavvufi yaklaşım, hem hem de Müslüman alimler tarafından diyalogun çeşitlerinden biri olarak 16 sayılmakta ve üzerinde özenle durulmaktadır. Burada, diğer dinlerin mistik anlayışına kısaca değinilecek, ağırlık ise · İslam tasavvufuna verilecektir. Bazı düşünürlerin haklı olarak ileri sürdüğü gibi bugün mistisizm, büyük dinlerin buluşma zeminlerden birisi olma hüviyetini taşımaktadır. 17 Bu görüşün temsilcilerinden İngiliz Teolog John Hick'in; inanç ve ritüellerdeki şaşırtıcı farklılığa rağmen her Batılı 1? ·~~.-.- /C"\· 13 Geniş bilgi için bkz. Köylü, a.g.e, s.17-20. Geniş bilgi için bkz. Diyanet Uluslararası Avrupa Birliği Şurası, Ankara 2000 Sonuç Bildirisi, 14 15 16 17 ı-ııo.ııı \VJ· -ı ı no vv. Madde 64. Himmet Konur, "Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türkiye'de tasavvuf ve Tarikat/ar",( Türkiye'nin Avrupa Birliğine Girişinin Din Boyutu adlı Sempozyum) D.i.B Yayınları, Ankara 2003, s. 551. Bkz. Mahmut Aydın, a.g.m, s. 37. Cafer Sadık Yaran, islam ve öteki, (Kaknüs Yayınları), istanbul 2001, s. 308. DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU dinsel gelenekte "aziz" veya "kutsal şahıs" olarak mütalaa edilen kişiler birbirine oldukça benzemekte, bu kişiler hem kendileriyle barışık hem de diğerleriyle barış içinde yaşamayı tavsiye etmektedirler 18 şeklindeki kanaati, bu bakış açısını özetleınektedir. Batı' da bu alanda çalışan ve kendilerine "Gelenekselciler" adı verilen teologlar, dinin üç unsurunu vazgeçilmez öğeler olarak görmektedirler. Onlara göre her din iman, ibadet ve batınilikten oluşan üçlü bir yapıya sahiptir. 19 Burada "Batınilik" terimiyle, metinlerden batıni manalar çıkarmaktan çok, insanın deriini boyutu veya irfani tarafı kastedilmektedir. Gelenekçilik ekolünün temsilcilerinden Seyyid Hüseyin Nasr da, yukarıdaki görüşe paralel olarak, dinlerin zahiri özellikleriyle birbirinden ayrıştığını, halbuki batıni yönleri itibariyle temellerinin aynı olduğunu savunmaktadır. Aynı ekolün temsilcileri biraz daha ileri giderek, makalemizde temel aldığınuz vahdet-i vücutçu anlayışın bütün dinleri kapsayan evrensel bir öğreti olduğunu da ilave etmekten geri kalmannşlardır. 20 Bu bağlamda, 21 İbn Arabi'nin fıkirleri, Lully (ö.l315) ve Dante'nin (ö.1321) eserlerinde görüldüğü gibi, Ortaçağ Hıristiyan filozoflar ve mistiklerince kabul görmüş, bu dinin mistik boyutuna katkı sağlannştır. 22 İbn Arabi, Hz. İsa'ya ayrı bir yer vermiş, Hz. Muhaınmed'i Hdtemü 'nHz İsa'yı ise "velayeti amme" anlaımnda Hatemü 'l-Evliya diye Nebiyyin, nitelendirmişdir. 23 Gerçekten Hıristiyanlık ve İslam, sufıliğin de temel prensiplerinden olan hoşgörü hususunda diğer dinlerden ayrı bir özelliğe sahiptir. 24 Bunu, Hıristiyanlarla diyalogda ortak noktalardan birisi olarak göımek mümkündür. Edebiyat, şiir, musiki, mimari gibi güzel sanatların gelişmesinde, ayrıca edep ve ahiakın tatbikinde önemli rol oynayan sufi geleneğe, diyalog nannna, bugün de ihtiyacınnzın var olduğunu söylemeliyiz. Tasavvufun dinler arası diyalogla ilgisini, sistematik bir şekilde ortaya koyabilmek için, sufılerin eserlerinde geniş yer tutan bazı anahtar terimiere değinmek yararlı olacaktır. Bu terimler felah, insan, hoşgörü ve dünya olarak seçilmiştir. 18 19 20 21 22 23 24 Mahmut Aydın , a.g.m, s. 34. Hüseyin Yılmaz, "Gelenekselcilik, Dinler ve Diyalog", islam iyat, V (2002) sayı 3, s.1 02-3. HO~ı::ı-y!n Y!'.~2.z., 2.;;;.;;;., :.. ;tJz. Dante'nin ilahi Komedya'sı bir çok ana motif vA Ryrıntıl::H·~~,!~ 1.~!2~: tG:-:i8!:c:-c :.t~riliü9 ·v·G \ui-ı Arabi'den büyük oranda istifade etmiştir (bkz. Mahmut Şakiroğlu, "ilahi Komedya", (TDViA ), XXII 1 68-70). Ebu'I-Ala Affifi, M,. ibn Arabi'de Tasavvuf Felsefesi, çev. Mehmet Dağ, istanbul 1998, s. 16. Ulrich Dietzfelbinger, Ökumene mit dem islam?, CIBEDO, Frankfurt 1994, Nr. 2, s. 46; Uludağ, lbn Arabi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 137. W alter Hollenweger, Missions und Toleranz im islam und Christentum, (Epd Dokumantatıon) No: 2490. .·.nı DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 ·SA YI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 1. Felah Kavramı ve Dinler Arası Diyalog "Kurtuluş" anlarruna gelen bu kelime, Hıristiyanlık'ta asırlarca diyalogun önünde en büyük engel olarak durmuştur. Hıristiyanlar 1960'lı yıllara kadar; "Kilise veya Hıristiyanlık ya da İsa Mesih 'e iman dışında başka kurtuluş yoktur" 25 dogmasından kurtulamarruşlardır. Dinler arası diyalog terminolojisiyle buna, dışlayıcılık (exclusivism) denilınektedir. Hıristiyanlar gibi, Yahudiler de, Tamı 'mn İsrail ile yaptığı "ahit"in bir sonucu olan "seçkin ümmet" inancı çerçevesinde kendilerini exklusivist bir anlayışa kitlemişlerdir. İçine kapanmayı, dışlayıcılığı ve reddediciliği ifade eden bu telakki, İsHl.m'ın felah kavrarru ile bağdaşmamaktadır. İslam ise felah konusunda daha kapsayıcı, kucaklayıcı ve müsamahakar, dini diyalog ifadesiyle daha inklusivist (inclusivist) bir yaklaşım sergilemektedir. Her şeyden önce; "Kurtuluş ne sizin kuruntularımza ne de Ehli Kitab'ın kuruntularına göre olacaktır" 26 huyurulmak suretiyle, kurtuluş, Yüce Allah'ın iradesi ve takdiri alanına ait bir konu olarak belirlenmiştir. Diğer bazı din mensuplarının kurtuluşuna da işaret eden Bakara Suresi 62. 27 ve Maide Suresi 69. 28 ayetlerinden hareket eden bazı müfessirler, kurtuluş için sadece; "Allah 'a ve hesap gününe iman ile dünya hayatında doğru ve yararlı işler yapmak" olmak üzere üç 29 şartın yeterli olduğunu ifade etmişlerdir. Dolayısıyla, İslam'da Allah'ın takdirine bağlanan kurtuluş, aslmda insanın niyet, iman ve arneli ile de ilişkilidir. Ünlü süfı Müfessir Kuşeyri (ö. 465/1072) Nisa Suresi'nin 123. ayetini yorumlarken, diğer müfessirlerden daha da ileri giderek; "Asıl kaynağzn aynı, yolların ayrı olması (ayrı olan bu yolların) hüsn-ü kabul görmesine engel değildir. Her kim Hak Teala );z ayetZerindeki gibi tastik eder; zat ve sifatları hakkında biZdiklerine iman ederse, bu durumda şeriatların farklı olması, farklı isimlerle 30 anılması ilahi rızayı kazanma hususunda bir sakınca teşkil etmez" demektedir. Büyük mutasavvıf İmam-ı Rabhani'nin (ö.l624) Mevlana'ya atfettiği; "Bütün 31 yaratıkların alıp verdiği nefesler adedince Allah 'a yol gitmektedir" şeklindeki söz, felahı olabildiğince geniş bir çerçeveye yerleştirmektedir. "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye izin veren, fakat "hak sadece benim mesleğimdir" denmesini tasvip etmeyen sufı anlayışı, diyalogda ortak buluşma noktası ve bir edep kuralı olarak kabul edilebilir. 32 25 26 27 28 29 30 31 32 Mahmut Aydın, a.g.m., s. 32. Nisa (5): 123. "Şüphesiz iman edenler, Yahudi olanlar, Hıristiyan ve Sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe :a·ıaıiip y·a;'Q;"i; :ş:.::r ;,-~p.:;.n!2.;-:r: ~'-!!:::f:.t-!~n R~~~;:!~!!'!~~ k?.t!nd?.dJr__ Onl;:H· içJn act~k korku voktur ve onlar üzülmevecektir." ;,Doğrusu inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan Allaha ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir". Mehmet Okuyan, Mustafa Öztürk, "Kuran Verilerine Göre öteki'nin Konumu", islam ve öteki, ed. Cafer Sadık Yaran, Kaknüs Yayınları, istanbul2001, s. 197-198. Okuyan- öztürk, a.g.m, s. 202. Ahmet Serhendi, Mektubat, Karaçi 1973 ,1/ 39, (30. Mektup) S. Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, istanbul1994, s. 256. DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU Bu hususta, Kur'an ve Sünnet'te, dikkat çekilen bir nokta daha bulunmaktadır. O da, kalplerde olup biteni, sadece Yüce Allah'ın biliyor olrnasıdır. 33 Buna bağlı olarak, Hz. Peygamberin kişileri tektir etme hususunda Müslümanları hassas olmaya 34 çağırması da bu anlayıştan kayııaklanmaktadır. Bir seriye esnasında, Kelime-i Şehadet getirmesine rağmen bir müşriki öldüren Üsame'yi; "Sen onun kalbini yanp da baktın mı?" diye muahaze etmesi de bundan dolayıdır. 35 İmanın yurdu kalp ise, kalbi de sadece Allah biliyorsa, o halde felaha, yani Cemıet'e kavuşacak olanların bilgisi de sadece Yüce Allah'a mahsus olmalıdır. Üstelik O, dilediğini rahmet ve 6 mağfıree le nıüjdeleyeceğini belirtmiştir. Mü'minin bile, kendi kendine kurtuluştan emin olması, genel İslam anlayışı açısından doğru değildir.O halde Müslüman'ın içinde bulunması gereken tavır, "korku ile ümit" arasında olmaktır. Kısaca, Müslüman beşeri ilişkilerde insanları, "batını ile" (iç yapısı ile) değil; "zahiri ile", yani söz, iş ve davranışları ile değerlendirmelidir. Bu değerlendirmede, insanların iyiliğini ve hidayetini, dolayısıyla kurtuluşunu temenni etmek ve onlara müsamaha ile bakmak, İslam tasavvuf geleneğinin ortak anlayışıdır. Mesela Abdülkadir Geylani (ö.1166) verdiği vaazlarında tasavvufı olarak yorunıladığı ayetlerle insan sevgisi üzerinde durmuş, tüm insanlar için Cehennem kapılarını kapatıp Cennet kapılarını açık tutmak istemiştir. 37 Türk-İslam tasavvufbakış açısının da; "Sadırlarda olup-biteni Allah 'a hava/e etmek, satirlarda olanı ise olabildiğince hayra yormak" istikametinde olduğunu söylemek münı..lcündür. Burada asıl olan, dini açıdan, hiç kimseye önyargılı davranmamaktır. Türk-İslam kültürüne de aşina olan, 38 İbn Arabi (ö. 1240) Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslilm'ı ilahi dinler olarak gördüğünden şunu söylemektedir: "Zaman zaman Musa 'nın şeriatma inamrzm da Yahudi 'nin yolunu kabul ederim. Calı kendimi İsa 'nın şeriatma inanmış ve kilisede ibadet eder bulurum. Gah Hz. Muhammed 'e inanmış bulurum da N ebi 'ye sapasağlam sarılmm. " 39 O bu sözleri ile aslında, "ötekileri"ni de kurtuluş dairesi içinde görmek arzusunu izhar etmektedir. İbn Arabi'yi yorumlayan Afıfi, bu tür sözlerinden hareketle onun hakkında ilginç bir tespitte bulunmaktadır. Ona göre İbn Arabi, prensipte bütün dinleri benimsemiş, hatta Putperest olan ile olmayan arasında bir fark görmeyerek, putperestİn ibadet ettiği ağaç, taş vb. şeyleri, Hak değil ama, vahdet-i vücudun tabii sonucu olarak, 40 Hak:k'ın tezahürü şeklinde görmüştür. 33 ~ll 35 36 37 38 39 40 Al-i imran (3): 119. f\jevevi, F~ayazu's- :::>annm, çev. H. Hüsnü Erdem, 0.1.8. Yay., Ankara 1991, lll 1259. H. No: 1764 "'= ~?65. Bkz. R. Salihin, 1/ 425. Tevbe (9): 102. Fazlur Rahman, Islam, ter. M. Dağ- M. Aydın, Selçuk Yayınları, Ankara 1996, s. 220. Bkz. Ahmet Ateş, "Muhyi'd-Din ArabT', islam Ansiklopedisi, M.E.B. Yay., Eskişehir 1997, VIII 1 539. Ahmet Cezzar, et-Fena ve't-Hubbü't-itahi ibn Arabi, Kahire 1990, s. 272. Yaran, a.g.m, s. 320. DİY ANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 • SA YI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 Tüm bunlardan sonra, felaha eriştirme hakkının insanlara değil de, yalnızca Allah'a ait olduğu temel kuralı taraflarca benimsenirse, "kurtuluş kavrann"nın diyaloga engel teşkil etmeyeceğini söylemek mümkündür. Dikkat edilirse, "kurtuluş kavrann"nın muhatabı, doğrudan insandır. Dolayısıyla bu varlığı tasavvufi açıdan analiz etmekte yarar vardır. 2. Tasavvufun İnsana Bakışı ve Diyalog Dinlerin, özellikle İslam'ın insana atfettiği değer bilinrneden, diyalog yolunda yapmak zordur. Burada "insan" tabiri ile, her hangi bir ayınma gidilmeksizin "insan türü" kast edilmektedir. Dini, dili, rengi, etnik kökeni ne olursa olsun, bu varlık, saygı değer ve muhatap kabul edilebilir görülmelidir. Diyalogda ortak noktaların başında bu gelmektedir. Martin Buber'e göre de, diyalog için muhatabın "insan" olması yeterlidir. 41 sağlıklı değerlendirme Bilindiği gibi, her bilim dalı insanı farklı yönlerden bakarak değerlendirmekte­ diL Dinler ise, insanın daha çok manevi boyutuna dikkat çekmektedir. Kur'an'da insan; "ahsen-i takvim" üzere yaratılnnş, 42 "eşref-i mahluk", görülmüş ve "emanet" 43 44 sorumluluğunu yüklenrniştir. Yeryüzünde "halife" kılınrnış ve "ilahi neflıa" 45 ile şereflendirilmiştir. Gönül erieri veya ehl-i dil de denilen tasavvuf erbabı nazarında insanın değeri bu vasıflarından ötürü daha da önem kazanmaktadır. Sufilere göre, Allah'ın diğer varlıklar arasında sadece insanı kendi suretinde yaratarak sıfatlarıyla onda tecelli etı11esi, insana verilen kıymetin bir göstergesidir. 46 Her şeyden önce madem ki Kur'an insanı, beden kalıbı içinde "ilahi neflıa" ile şeref­ lendirilmiş bir varlık olarak nitelemekte, öyleyse o, sadece bu özelliğiyle bile muhterem ve mükerremdir. Bu özellik, tüm insanlarda müşterektir. Mistik ve mutasavvıfla­ rın deruni tecrübelerinden doğan düşüncelerine göre, anlaşılması zor da olsa, tüm varlık çeşitlerinin birbirleriyle bağlantılı, daha sıcak bir ifadeyle akraba oldukları anlayışı, dinleri de en azından akraba görmeyi kolaylaştırrnaktadır. İşin bir yanı bu iken diğer yanı, Peygamberlerin birbirini kardeşi sayması, 47 doğal olarak onların ümmetierini de birbirlerinin kuzeni olduklarını gündeme getim1ektedir. 48 Vahdet-i vüciid erbabı, belli ölçüde de olsa, Hakk'ı tanınnş ve sevmiş olan "ötekiler"i, ellerinden geldiğince bu dünyada tanımaya, sevmeye ve kucaklanmaya ça41 42 43 44 46 Alıcı, 24. Tin (95}: 4. Ahzab (33}: 72. Enam (6}: 165; Bakara (2}: 30; Sad (38}: 26. t-iicr (i 5):29; SaJ (38): 12. 8cın>d:oı "AIIcıh Ariemi kendi suretinde ycır:oıttı" hadisindeki ~uret kelimesinin sonundaki z:oımirin kelamcılar ve sufiler arasında tartışmalar olmuştur. Kelamcılar, teşbihten zamiri Adem'e gönderirken, Sufiler bu zamiri Allaha irca etmekle insana verilen değeri anlatmaya çalışmışlardır (bkz. Abdulbari en-Nedvi, Kitap ve Sünnetin Ruhuna Göre Tasavvuf ve Hayat, çev. Mustafa Ateş, D. Vakfı Yay., Ankara 1998, s. 169). Peygamberimiz : "Ben Meryem oğlu isa'ya insaniann en yaklnJYJm. Bununla beraber Peygamberler analan ayn, babalan bir evlatlardir" (bkz. Tecrid-i Sarih, IX/179, H. No: 1402}. Yaran, a.g.e, s. 345. mercii hakkında sakınarak 47 48 DiNLER ARASI DiYALOGUN MiSTiK BOYUTU lışnnşlardır. Ahiretteki konumları hakkında ise, Allah'ın hikırıeti, adaleti ve özellikle merhametine güvenilerek kurtuluş dairesi içinde görülmek istenmiştir. 49 İnsan sevgisi ile yoğrulan Anadolu Erenleri'nden Mevlana (ö. 1273); "Bütün insanlarda aynı ruh var, fakat bedenler, tenler yüz binlercedir. Dünyada sayısız badem var ama hepsinde aynı yağ bulunur. Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatlar var, fakat hepsinin anlamı bir. Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşir ve bir su halinde akar"50 demekle, 'insan olgusundan hareketle sanki diyaloga ortak payda bulmaya çalışmaktadır. noktası, insanları ayımıak değil, birleştirmek olan Mevlana meşhur "Gel! Yahudi o/san da, Mecusi olsan da, yüz defa tövbenı· bozmuş olsanda yine gel! Çünkü bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir" 5 ı çağrısı, her ümitkar insanda kabul görmüş olmalı ki, herkes onun davetine icabet etmiş ve aşk dergahında kendine bir yer bulabilmiştir. O'na göre bütün insanlar, Yaratıcı olması hasebiyle Allah'ı sevmekte, Allah sevgisi kafır, Yahudi, putperest dahil, herkeste gizli olarak bulunmaktadır. İbn Arabi ile aynı yolu izleyen Mevlana bu insaniann 52 inandıkları dinler arasında da bir fark gözetmemiş tir. Cenazesine muhtelif dinlerin temsilcileri başta olmak üzere, çok sayıda Müslim gayr-ı Müslirnin katılması, ölümüne ağlaması ve bugün bile farklı din ve etnik kökenden sempatizanlarının 53 bulunması, onun hakikatİn sujesi olan insana verdiği değeri göstermektedir. Hareket rııbaisindeki; Türk- İslam tasavvuf anlayışının temsilcilerinden biri olan Yunus Emre 'nin de (ö. 1321) Mevlana'dan geri kalır tarafı yoktur. O; "Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan Şer 'in evliyasıysa lıakikatte asidir" 54 Ve; "Ak sakallı bir koca hiç bilmez kim hal nice, Emek vermesin hacca bir gönül yıkar ise" 55 diyerek, insanın değerini vurgulamaktadır. Yunus biraz daha ileri giderek dört kitabın "Taştı rahmet aynı manaya geldiğini; deryası, Gark oldu cümle asi, 49 V-::lr~n 50 Mevlana, Divan-t Kebir, VI 1 Rubai No: 3020. Mevlana, Rubfıiler, s. 23. Mevlana, Mesnevi, c.l, s. 280. Osman Cilacı, "Mevlana'nın Gayr-ı Müslimlerle Münasebetlerine Dair Bir inceleme", (Din Öğretimi Dergisi), Ankara 1989, s. 30. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatmda ilk Mutasavvtflar, D.I.B. Yayınları, Ankara 1991, s. 304. Köprülü, 321. 51 52 53 54 55 . ~-~··· ~rı a ~·;::ı·"-"'1 ~ ~-:1&: ..... ..., ....... 115 DİYANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 • SAY!: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 Dört kitabın manası, La ilahe illallah" 56 şeklinde ifade etmiştir. Yunus, insan sevgisini ve özellikle de gönlünü hoş tutmayı daha iyi anlatmak için; "Bin Ka 'beden yeğrekdur bir gönül imareti" 57 diyerek bir mukayese yapmıştır. O yine; "Yaratılanı severiz Yaratan 'dan ötürü" sözü ile, diyalogda önemli bir ufkun kapısını aralanıaktadır. Anlaşılan o ki, burada sevginin kapsamı o denli geniş tutulmuş ki, kişi hangi din, mezhep ve etııik kökenden olursa olsun, fark etmeyecek, bu kapsarnın çerçevesine girmesi için onun sadece "yaratılmış olması" yeterli görülecektir. Öyleyse, Allah'ın yaratıp kulluğa layık gördüğünü, bizim kardeşliğe layık görmememiz doğru olmasa gerektir. Sevginin bir gönül işi olduğu doğrudur. İdeal olan, herkesi sevebilmektir. Ancak, en az onun kadar değerli bir doğru daha vardır ki, o saygıdır. Bir kimseyi, birini sevmeye mecbur etmek doğru olmasa da, muhatabın bir insan olduğunu kabul ederek ondan, herkese saygılı davranmasını beklemek yanlış değildir. Demek ki sevgide bir tür muhtariyet, saygıda ise mecburiyet söz konusudur. Mütekabiliyet esasına göre, saygılı olanın bir başkasından saygınlık beklernesi bir haktır. Aksi halde bile, "zarara zararla mukfıbele edilmez" 58 prensibiyle beraber zarar verene dahi iyilik yapılma­ sını fazilet sayan peygamber ahlakı da, dinimizde insana verilen evrensel değeri vurgulamaktadır. Köprülü (ö.l965), bu anlamda Yunus'un İncil ahlakına uygun düşen şu ifadesine yer vermektedir: "Kim bize taş atar ise, güller nisar olsun ana!" 59 Ötekine; "Gelin tanış olalım", "Yfıd (yabancı) isen bilişelim" diyen Yunus ile Anadolu Erenleri'nden Hacı Bektaş Veli'nin (ö.l271 ?) "Gelin canlar bir olalım" sözü diyaloga, birliğe ve kardeşliğe davetten başka bir şey değildir. "Allah Dostları" diye tavs if edilen şahsiyetler, müritlerini eğitirken, tasavvuf kitaplarında anlatılan şu olayı sıkça naklederler: "Hz. İbrahim 'e misafir olarak bir Mecusi gelir ve ondan yemek ister. Peygamber önce onu tevhide davet eder. Ancak gelen misafir bu teklifi kabul etmez. Bunun üzerine İbrahim, ona yemek vermekten kaçınır ve onu ko var. Bu olay akabinde vahiy gelir ve İbrahim ikaz edilir: 'Biz onu inanmadığı halde yetmiş yıldır bes !iyoruz da, sana ne oldu ki, bir kerecik yemek için inancından dolayı kına­ 60 dın ve yemek vermedin?" O halde, hangi dinden olursa olsun, birine iyilik yapmak ve yardım etmek için, onu adeta sicil kontrolünden geçirmek, tasavvufun edebiyle bağdaşnıamaktadır. Bu kültürün şekillendirdiği toplum yapısında insanlar birbirinin hacı ya da kardaşı kabul edilir ve yabancıyadaima "Tanrı Misafiri" gözüyle bakılır. Sufılerin bütün bu görüşleri, dinler oluşturmaktadır. Malatya'lı Nıyazi'-i Mısri'nın nuruyla bakan 56 57 58 59 ° 6 kişinin zufmette nur, arası diyalogun imkanına zernin zn dost, kahirde (ö. l6Y4) 'Tüm insaniara zehırde panzehır, düşmanlarda Hasan K. Yılmaz, "islam'm Teröre Baktşt", Beşinci Avrasya islam Şurası, s. 136. Köprülü, a. g. e , s. 302. Mecelle 19. Madde Köprülü, 303. Kuşeyri, er-Risale, Kahire 1966, 1/134 ve 227. Alialı DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU lütuf göreceğini" belirtmesi, mutasavvıfların hayata ve insanlara karamsar değil, ümitvar baktıklarının delili olarak görülmelidir. 61 Mısri, insanların tek nefisten 62 yaratıldıklarına ilişkin Kur'ani gerçeği vurgulamış ve insanların gidip gelmek, tanışmak ve dostluk kurmak gibi ilişkileri, insanlar arasındaki sevgiyi arttıracağını belirtmiştir. O ayrıca insana, meleklerin gözü ile (yeryüzünde bozgunculuk yapan, kan döken) değil, Yaratıcı'nın nazarıyla 63 bakilmasını tavsiye etmektedir. 64 Hülasa, halk tasavvuf kültüründe, Beni Adem'in kerametliğinden65 dolayı, kim olursa olsun, karşılaşılan her insanın bir Hızır olabileceği ihtimali daima gözönünde tutulmuştur. Şeyh Galib'in (ö.l799), "Zübde-i alem ve merdum-i dide-i ekviin" olarak tavsif ettiği insan, Türk - İslam tasavvufunda baş tacı yapılmıştır. Çağdaş yazar Cengiz Aytmatov, diğerganılık ve insana hizmeti ön planda tutan bu kültürle yoğrulmuş bir Kırgız destanında, genç bir çiftçinin tohumu toprağa her atışında şöyle dediğini nakletmektedir: "Tohum yumuşak toprağa yat! Bu fakirler için, bu yetimler için, bu hastalar, bu yolcular için, bu kurtlar, bu kuşlar için, bu da atanı, çoluk çocuk ve benim için ... " 66 Bütün bunlardan soma, bir mukayese yapmak yerinde olacaktır. İlk insan Adem'in işlediği günahtan (!) dolayı, onun eviadı olan bütün insanları potansiyel suçlu ya da günahkar gören ve İsa Mesih'i bunun için kurban eden Hıristiyanlık 67 anlayışından, fıtratı gereği insanı temiz ve masum benimseyen İslam'ın yaklaşımı, Müslümanlan diyaloga daha yatkın hale getinnelidir. Buraya kadar genelde sufi merkezli yapıdan hareketle insanın önemini anlatan söz ve davranışlara yer verdik. Maksadımız pasifize edilmiş bir kişilik yerine idealize olunmuş bir insan profili çizmeye yöneliktir. Böylece, olanı değil olması gerekeni anlatmaya ve bu hususta tarihte sergilenıniş tavırları analiz etmeye çalıştık. 3. Tasavvufta Hoşgörü ve Dinler Arası Diyalog diyalog çerçevesinde değinilmesi gereken bir kavram da Dinler arası diyalog bağlamında hoşgörünün temeli, yeryüzünde bir vakıa olarak başka dinlerin varlığını kabul etmeye dayanmalıdır. Zaten İslam tarihi, farklı dinler ve milletierin bir arada barış içinde yaşadıklarına tanıklık etmiştir. Çünkü İslam'a göre; hem bir gönül işi olduğundan dolayı tebliğde zorlama yoktur hem de, "akıl sahibi insanların kendi istek ve hür iradeleriyle kabulü" ihtidada şart 68 koşulmuştur. Müslüman'ın insanları cenııete taşımak gibi bir memuriyet ve mecburiyeti olmayınca ve hidayete eriştirmenin Allah'ın takdirine bağlı olduğu Dinler arası "hoşgörü"dür. 61 62 63 64 65 66 67 68 Mustafa A>?kar Niy:Fi M1W1'nin T:><:>V<IIJf ilni?)"Ş', l<iJ.ıtQr 13':!~<.;:~1!~! ':'2:,'!~!::.~:. !'.~!-:::.~::. ':993, ~- 264. Nisa (4): 1. Bakara (2): 30. Aşkar, a.g.e, s. 306. isra (17): 70. ömer Yılmaz, a.g.e., s. 240. Hıristiyanların Original Sin,(Erbsünde),doğuştan günahkar doğma anlayışı kasdedilmektedir. Komisyon, ilmihall, iman ve ibadet/er, isam Yayınları, trs. s. 4, 117 DİYANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 • SAYI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 düşünüldüğünde, 69 karşılıklı görüşmelerde "fıdab-ı muaşeret" kurallarına riayet edip nazik davranmak ve "güzel tartışmak"tan70 başka yol kalmamaktadır. Tamılık iddiasında bulunan Firavun'a Hz Musa'yı gönderirken, Cenab-ı Hakk'ın ona karşı, 71 istemesi, calib-i dikkattir. Nitekim kaba davranmanın sonuç getirmeyeceği gerçeği, Resulullah'a hitaben; "Ey Muhammed! Eğer sert 72 davranmış olsaydın etrafında kimse kalmazdı, herkes dağılırdı" şeklinde dile "yumuşak davran"masmı getirilmiştir. Tarihte sertlik ve şiddetle, zorbalık ve vahşetle davranan nice güç (!) sahipleri unutulurken; sevgi, hoşgörü ve iyiliği şiar edinmiş gönül dostlarının asırlar boyu hatırıanarak her yıl hayırla yad edilmesi ve adına törenler düzenlenmesinin sırnın iyi kavramak gerekir. Aslında hoşgörü, kültürümüzün ayrılmaz bir parçası ve Milletimizin asırlardır uyguladığı bir olgudur. Bir Büyükelçimizin dediği gibi: "Ye1yüzünde hoşgörü adında bir okul açılacak olsa, biz Türkler o okulun öğrencisi değil öğretmeni oluruz. " 73 Şeyh Edebali'nin (ö.l326); "İnsanı yücelt ki devlet yücelsin" ülküsünü düstur edinen Osmanlı, muhtelif kıtalarda 600 yıl hüküm sürerek farklı din, dil, etnik ve kültür sahiplerini, barış içinde yaşatmasını bilmiştir. İbn Arab!, Mevlana, Yunus Enıre ve Edebali'nin aydınlığında yürüyen Osmanlı, bu özelliğinden dolayı, Alman tarihçi Paul Wirtek tarafından "Derviş Devlet" olarak 74 nitelendirilmiş tir. İnsanlık anlayışını Kur'an ve Sünnet'le şekillendiren ecdat, ülke içindeki can, din, mal, nesil ve namus güvenliğini belli bir hukuki sistemle sağlarken/ 5 ülke dışında zulme maruz kalan insanları da göz ardı etmemiştir. Mesela, 1490'larda İspanya'dan kovulan Yahudilere Osmanlı Padişahı Sultan 76 Beyazıt'ın (ö.1512) sahip çıkması, zihinlerdeki tazeliğini hala korıımaktadır. Fatih (ö.l481) İstanbul'u fethettiği zaman, Anadolu'daki Yahudilere davet mektubu göndererek; "Osmanlı padişalıı der ki: Tanrı bana birçok ülke balışetti ve hizmetkarı Hz. İbrahim ile Yakub'un sütalesine sahip çıkmamı, kendilerine yiyecek vermemi ve onları lıimayeme almamı bana emretti. Aranızdan kim, tanrının yardımı ile İstanbul'a, başkente gelip yerleşmeyi, incirin ve bağm gölgesinde huzur içinde 77 yaşamayı, serbest ticaret yapıp mal mülk salıibi olmayı arzular?" demiştir. yabancıların Aynı Osmanlı Padişahı Darü'l-Aceze müessesesine üç mabedi yan yana koyarak adı konmanıış bir nevi diyalogun temellerini asırlar önce atmış ve İbn Arabi benzeri bir yaklaşımla; "Ben Hıristiyan teb 'arnı kilisede, Yahudi teb 'arnı havrada, na 70 i{a~as (2B). -58. N:ıhl 11G\· 1 ?5: AnkAbul 129\: 46. 71 raha ·(20):44. · · · Ali lmran (3): 159. ömer Yılmaz, Din ve Mutluluk, Bayrak Matbaası, istanbul2002, s. 97. H. Kamil Yılmaz, "/slam·m Teröre BaklŞI", V. Avrasya islam Şurası, D.i.B. Yayınları, Ankara 2003, s.132. Muhammed Hamidullah, Islam Peygamberi,ll/182. ömer Yılmaz, 33 Soru'da Islam, Bayrak Matbaası, istanbul 2001, s. 26. Baki Adam, "Dinleraras1 Diyalog", Rehber Kitap, D.i. B. Yayınları, Ankara 2001, s. 82. 72 73 74 75 76 77 DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU Müslüman teb 'amı camide görmek isterim" toleransını göstermiştir. Atalarımızın bu anlayışı sergilemesinde, manevi mimarların ralıle-i tedrisinden geçmiş olmaları yanında hoşgörülü davranmalarının önemli rolü olmuştur. Yine Fatih zamanında Sırp Kralı Brankoviç, Katalik Macarlar ile Müslüman Türkler arasında kalmıştır. Brankoviç, biri Fatih'e biri de Macar Kralı Yanko Hunyad'a olmak üzere iki heyet gönderip ve her iki hükümdara da; "Sırbistan idare1ıize terk edilecek olursa, Sırp milletinin mezhepleri hakkında ne yapacaksımz?" diye sormuştur. Hunyad; "Sırbistandaki Ortodoks Kiliselerini yıkıp, Kato/ik Kiliseleri inşa ettireceğim" diye cevap vermiş, Fatih ise; "Her caminin yanı başında bir Ortodoks Kilisesi yapzlmasına, buralarda herkesin kendi dinine göre ibadet etmesine müsaade edeceğim" demiştir. 78 Muhammed Hamidullah'ın (ö. 2002) şu tarihi tespiti ne kadar yerindedir. Devleti 'nin viizerası arasında gayr-i müslimleri gördüğümüz halde, batı 79 dünyasında tek bir müslümanı dahi hükümette göremezsiniz. " Verilen misallerde Osmanlı padişahlarının konuya sosyo-politik yaklaşımlarında, hiç bir gayr-ı Müslim dininden dolayı kınanmamış ve hor görülmemiş, uygulamalarda hep insani boyut ön planda tutulmuştur. Asırlar önce tatbik edilen bu anlayış son zamanlarda sözlüklerde yerini alan "Diyalog Etiği "ndeki; "kişi kendini nasıl tanımlıyorsa, onu öylece kabul etmek esastır" prensibinin en güzel ifadesidir .80 "Osmanlı Hiç kimsenin aynı şeyi kabullenmesi, beğenmesi ve inal:h'llası, gerek teorik, gerekse pratik açıdan mümkün olmadığına göre, geriye kalan şey nedir? Farklılıklarla beraber bir arada nasıl yaşanacaktır? O halde cevap, bu realiteyi göz önünde tutarak, kültür ve dinlerimizin aslına sadık kalmak ve asgari müşterekleri baz alarak meseleye deriini boyutu da katmak suretiyle birbirimize karşı tahammüllü olmaktır. "Diyaloga açık olmak", sadece din ile sınırlandırılmamalı, hatta hayatm her safhasında uzlaşmacı ve hoşgörülü bir tavır sergilenmeli ve dünya beraberce huzur ve barış içinde paylaşılınalıdır. Burada, tarafların dünyaya bakış açıları ile ona atfettikleri değer de önemli rol oynamaktadır. 4. Tasavvufun Dünyaya Yaklaşımı ve Diyalog Dünya, her ne kadar üzerinde yaşadığımız yerküre olarak tarif edilse de, tasavvufta daha çok, insanı Allah'tan alıkoyan ınal, mülk, şan, şöhret, mevki, makam gibi şeyleri ifade etmektedir. Sufıler tarafından dünya hayatının tuzaklarla dolu olarak g:öst~rill11Psi hJ~~!!l~Y!!! d2i~~ !!et!~ ".'e ~e;'!::::::: JT8::!c::8.i:~::~~c:;i l·i:;!~iy!c ~Zü~i karsıya kaldıkbırını hPlirtmPkt~dü· 78 79 ° 8 Bıı y0::!e::dü·il~e ::i::!:...i, el: f::.zlz. pz.;-::ı, ~01u-ct, i. Hami Danişmend, Osmanli Tarihi Kronolojisi, isı. 1971, c. 1, s. 275; Tahsin Ünal, Osmanlllarda Fazilet Mücadelesi, Nur Yayınları, ,\nkara 1975, s. 54-55. Mehmet Görmez, Said Hatipoğlu ile Muhammed Hamidullah Hocamiz üzerine, (islamiyat Bülteni), Ekim -Aralık 2002, s. 9. Komisyon, Zusammenleben mit Muslimen in Deutschland , Gutersloher Verlag, Almanya 2002, s. 32. 119 DİYANET İLMİ DERGi • CİLT: 39 • SA YI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 makam gibi alanlarda tezahür etmektedir. Böyle bir düşkünlük, bir süre soma kişiyi "dünyevileşme" sürecine sokmakta ve tehlike de o zaman baş göstermektedir. Böylece insan, dinlerin üzerinde özenle durduğu "ahiret gerçeği"ni unutma durumu ile baş başa kalmaktadır. Meseleye İslam açısından bakınca, dünya'nın olumsuz tavsif edildiği görülmektedir. Bu negatiflik pek tabii, ontolojik manada olmayıp, dünyanın içindekilerle beraber geçiciliği, oyun ve eğlenceden ibaret oluşu nedeniyledir. 81 Gerçi İslam, insanın eşya ile ilişkisini kesrnek · yerine, onun eşyaya aşırı düşkünlüğünü terbiye ve tezkiye etmek niyetindedir. Yaratılıştan ihtiras sahibi olan insanı Allah'ın Rasulü; "Ademoğlunun bir vadi dolusu altmz olsa, ikincisini ister. Onun ağzmı topraktan başka bir şey doldurmaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder" 82 hadisinde veciz bir şekilde tanımlamıştır. İşte tam burada dinler ve dinlerin derı1ni boyutu devreye girmelidir. Tasavvufi anlayış genelde, dünyaya karşı soğuk, maddiyata karşı ilgisiz ve menfaate karşı isteksiz bir insan tipini ortaya koymaya çalışmaktadır. 83 Bu, tasavvuf disiplininde yerini bulan ve kimi zaman tenkit edilen; "bir !akma, bir hırka" düşüncesinin diğer bir ifade türüdür. Aslında, bu anlayışta atalet, miskinlik ve dilencilik teşvik edilmemekte, aksine kanaat tavsiye edilmektedir. Burada, ekonomik alanda çok üretip kazarımaya karşı olma değil, tam tersi, çok üretme ama az tüketme veya azla yetirıme ya da yerli yerinde harcama ve yoksul insanlara infak etme anlayışı sergilerımektedir. Psikolojik ve sosyolojik alanda ise, bir ahenk ve denge gözetilmektedir. Böylece infak eden kişi denıni bir haz ve huzur duyacak, infak edilen ise, ona sevgi ve sempatiyle yoğrulmuş dostluk duygusu besleyerek kendisini toplumun dışlanmayan bir üyesi olarak görecektir. Burada kısaca, kucaklayıcı (inclusivist) bir yaklaşım vardır. Tasavvufu, inzivayı ön planda tutan Hint ve Hıristiyan ırıistisizırıinden ayıran bu özellik, aslında kökenini Kur'an'da bulmaktadır. Nitekim Yüce Allah Müslümanları; "orta ümmet", 84 yani adil, seçkin, her yönüyle dengeli, bütün toplumlarca hakem kabul edilecek ümmet olarak vasıflandırmaktadır. Kur'an, "madde"ye bakışında da itidali öğütleyip konuyu; "Allah'm sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara, dünyadan danasibini unutrna ... " 85 şeklinde veciz bir şekilde özetiernektedir. Demek ki tasavvuf, dünyanın kendisine değil, insanın dünyevileşmesine karşı dikkat çekmektedir. Bilindiği gibi dünyevileşme, insanı daha fazla kazamna ve daha fazla tüketmeye yönlendirmektedir. Günümüzde insanlığın çıkmazlarından bırısı, dünyada malıdut olarak depo edılen nımetlerın sorurnsuzca ve adaletsiz bir şekilde 81 82 83 84 85 Ankebut (29): 64; Hadid (57): 20. Riyazü's- Salihin, 1/ 48. Süleyman Uludağ, insan ve Tasavvuf, Mavi Yayıncılık, lstanbul2001, s. 296. Bakara (2): 143. Kasa s (28): 77. DİNLER ARASI DİY ALOGUN MiSTİK BOYUTU harcanmasıdır. Çevrecilerin feryadı Kavga , k·argaşa ve . bencilliği ~eğil midir~ _Ke~ke insanoğ~u,_ ~~fi Şeyh Sadi'nin (ö. 1391 ); "DünJ:~ıö)~= kıymetlı bır meta degıl kı mzaya degsın ve "On derviş bir kilimde uyurken iki 86 padişalı bir ülkeye sığmaz" şeklinde ifade ettiği gerçekleri unutmasa!.. ' ' bu deail o midir?· anlaşmazlıkların kaynağı, bu nimetierin paylaşımında bazı tarafların hı Günümüzde de dünyevileşme, emperyalizm ve sömürgeciliğe kadar varan bir yaklaşımı ifade etmekte ve diyalogun önüne set çekmektedir. Aslında dinler, temel mesajları itibariyle hep iyilik, adalet ve doğruluğu telkin ettiği halde, bazı mensuplarının sergilediği tavırlar, bu değerleri gözardı edebilmektedir. Mesela Hz. İsa; "Bir yanağına vurana öbürünü de uzat ve senin abam alandan gömleğini de 87 esirgeme" şeklinde öğüt verirken, Hıristiyan mistikler bunu, dünyadan yüz çevirip münzevi bir hayat sürmek diye algılayarak ifrata düşmekte, Hıristiyan laikler ise, tam tersine, sınır tanımayan bir dünyevileşmeye yönelerek tefrite gitmektedir. Egemen Batılı Hıristiyan güçlerin durumunu, Hindistanlı Hıristiyan entelektüel Samuel Rayan; "Emperyalist misyon politikaları, İsa Mesih 'i dünyayı fetlıe çıkan yeni bir dini Julius Sezar olarak tasvir etmektedir" demektedir. 88 diyalogda mistik boyutun önünün açılması için, Panikkar'ın da üç temel unsur, yani İlahi varlık, insan ve maddi dünyadan her birini diğerine indirgemeden, onların, tıpkı su ve oksijen gibi, hayat verici unsurlar olarak birbirleri ile alakalı olduğunun altını çizmek lazımdır. 89 Panikkar'ın bu düşüncesi, tasavvufun konuya yaklaşımını doğrulamaktadır. Çünkü tasavvufta da, Allah'ın muradı ve rızası gözardı edilmeden, hem insanın dünya nimetlerinden israfa gitmeden istifade etmesi, hem de insanlar arasında adilane bir şekilde paylaşılması öngörülmektedir. Kısaca, dünya ne ayaklar altına alınmalı ne de baştacı yapılmalıdır. Yunus Enıre, sufılerin dinler arası diyalogla da bağlantılı dünyaya bakışını, şu dizeleriyle güzelce dile getirmiştir: Dinler arası belirttiği gibi, mistik tecrübedeki "Gelün tanzş idelüm, işin kolay tutalum Sevelüm sevilelüm dünye kimseye kalmaz." 90 SONUÇ İnsanlığın barış, huzur ve mutluluğu için yapılabilecek daha çok şey bulunmaktadır. Doğrusu, hem Dinimiz hem de tarih ve kültürümüz, insanlığa bu manada önemli katkılar sağlayacak niteliklere sahiptir. Özellikle Alp Erenler gibi, "Veren el. alan elden üstündür" peygamberi prensibi benimseyen tarihteki sufılerin insan sevgisı, hoşgörüsü, diğergamlık ve yardımlaşma anlayışları, günümüzdeki dinler 86 87 88 89 90 Sadi, Gülistan, çev. Mehmet Kanar, Şule Yayınları, istanbul 2002, s. 32. Luka, 6: 29. Mahmut Aydın, a.g.m., s. 42. Mahmut Aydın, a.g.m, s.39. Semih Sergen, Yunus Emre Kuruyuduk Yaş Olduk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000. s. 93. 121 DİY ANET iLMi DERGi • CİLT: 39 • SAYI: 4 • EKİM-KASIM-ARALIK 2003 arası diyalogun gerçek zeminine oturmasında önemli katkılar sağlayacaktır. Böyle bir sermaye, sadece dinler arası değil, aynı zamanda din içi diyalogun da çıkmazlarını aşmakta yardımcı olacaktır. Günümüzde, tasavvufun bu rolü oyuayabilmesi için, ona yönetenlerin, her şeyden önce, "alan el" olmaktan kurtulup, "veren el" konumuna yükselmeleri de kaçınılmaz görünmektedir. Kelime olarak dahi barışı ifade eden İsHim'ın, diyaloga davetiye çıkarmasından ya da başkaları tarafından çıkarılan davete icabet etmesinden daha tabii bir şey olamaz. Muhammed Talbi'nin dediği gibi; "İslam dini açısmdan diyalog konuları üzerine ihtisas yapmış yetişkin eleman Batı ya göre çok az olsa da dinler arası 91 ilişkilerde Batı dünyasından daha fazla tecrübeye sahibiz. " Kaldı ki, bazı İslam ülkelerinde olduğu gibi, son zamanlarda ülkemizde d~ gerek ilahiyat Fakülteleri, gerek Diyanet İşleri Başkanlığı ve gerekse bir takım sivil toplum örgütleri, diyalog alanında yetkin elemanlar yetiştirmeye başlamışlardır. Batı'da kuıumsallaşan kuıumsallaştırılırken, 1 91 Köylü, a.g.e, s. 165. dinler sufi boyutun devre arası dışı diyalog olgusu, bizde de tutu lmaması gerektiğine inamyoıuz.