T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYlNLARI 0907 ·BY· 86 · 008 · 013 iLAHIYAT FAKÜLTESi .. . DERGISI III İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ r*J Yazan: Prof. Dr. Abu'l-Wefa al-TAFZANt Çev: Yırd. Doç. Dr. Mehmet DEMİRCİ 1 -1\:IİSTİSİZMİN ÖZELLİKLERİ(**) Hatıra gelecek ilk soru şudur: Misiisizm nedir, dü§ünce sistemleri içinde bizim süfilik olarak tavsif edebileceğimiz felısefenin U:müınt özel· likleri neleııdir? Başlangıç mahiyetinde .olmak üzere bu soruya §Öy1e cevap verilebilir: Umumi olarak mistisizm insanın alıHUd kemalini sağlamak, hakikati anlamak ve rühi saadetini gerçekleştirmek için benimseıdiği hayat felse· feıs.i ve tutunduğu belli bir y1oldur. Mistisiz:m her ne kadar yaygın kelimelerıden ise de, aynı zamanda çeşitli, hatta bazan birbirine zıt manalar taşıyan müphem sözlerden biridir. Bunun sebebi mislisizmin çeşitli devirleııdeki farklı din, felsefe ve medeniyet1er arasmda ortak bir unsur olarak dikkati çe~~esiııdendir. Tabiidir ki her mistik, drni tecrwbesini içinde bulunduğu topluluğun inanç (*) Bu yazı, yazarın 1974'te Kahire'de basılan el-Medhal ile't-Tasavvufi'l-İsHimi adlı eserinin Giriş bölümünün teroümesidir. Bkz. ss. 3-26. Tarafrmızdan ilave edilen nıotlar (çev.) rumuzuıyla belirıtiLmiştir . .('' *) Yazar bu bölümün Arapça başlığı olarak «El-Hasii.isu'l-Ammetii li't Tasavvufı> diyor ve baştan sona «tasavvuf» kelimesini kullamyorsa da, h~z tercümemizde belli bir yere kadar «tasavtvuf» yerine «.mistisizm, kelimesini kullanmayı tercirh ettik. Çünkü, ikisi aynı şey olmayı:!) «mistisizm» Batı hıristiyanlığının belli bir düşünce tarzını ve dini tavrını gösteren bir kavraımdır. Batı düşelin­ cesi ile iLgili yerlerde «mistisiz;m, kelimesini kullanırJçen, .bunun drşındaki kısımlarda <<tasavvuf» kelimesini aynen muhafaza ettik. Mistisizmle İslam tasavvufu arasındaki farklar ve aıyrılrklar için ibkz. İsmail Fenni, Lügatçe-i Felsefe, s. 444, İstanbul 1341; Ferid Kam, Vahdet-i Vücud, s. 78, İstanbul 1331; Kemal Edip Kürkçüoğlu, Tasavvufa Dair, İFD, II, saıyı: IV, ss. 25-26, Ankara 1953; Mustafa Tahralı, Fransız Miislüman Abdi.i.lviihid Yahya (Rene G.uem:m)' .un Eserlerinde Tasavvı.ı:f ve:; Mi:sti.slım Farkı Kubbealtı Akademi Mecmuası, sayı: 4, Ekim 1981; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, ss. 15-17, istanbul 1985. (çev.). -215- ~ev: .Yrd. Doç. Jik .Mehmet DEMİRCİ ve düşünceleri ışığında Widelenldirecerotir. Yine bu .ifadelendirme, devrindeki medeniyetin çöküntü i.çinde veya parlak olmasının izini taşıyacaktır. Miıstik tecrüberüll\ mahiyeti itibariyle bir olduğu açıktır, ihtilaf mis· tikler arasmda olup, esasen her birinin yetiş\tikleri kültür ve medeniyet ortamından etkilenerek bu tecıiilbeyi ~orumlayış biçimlerinden kaynaklanmaktadır. <ı ı Biri dini öteki felsefi olmak. üzere iki nevi misiUsizm vardır. Dini nıifstisi.zm semavi dinler o1sun, eski şark dinleri o1sun, büıtün dinler araşında rnüşterektir. Fels·efi miısUsizm de aynı şeki1de eskidir; Doğu'da, Yunan felsefi kültüründe ve Avrupa'da orta ve yeni çağl~rıda tanınmak­ tadır. İngiltere'de Bradley Fransa'da Berıgsıon gibi zamammı:z Avrupa fi· lozoflarmdan mi:sitik yıolu tutanlar da az değildi.r. Dini mi:sıtisizm bazan feLsefe ile karışmaktadır, bazı Hıristiyan ve İslam misÜklerinde durum böyledir. Keza bazen bir filozofta akli ve mi&· ti:k yolun karışmış olduğu vakidir. Belitrand Russel «Mis.tisimı ve Mantık , (Mysticism and Logie) <:ıı a:dlı eserinde şu düşüncelere yer verir: F11ozo.flardan mirstik ve akli yolu birleştirerek bu terkipte veya iki yol arasında­ ki uygunlukta fikri bir yükıseklik görenler ger.çek manada fi1o:oof sayılır­ lar; (3 J ve. aynen §'öyle der: <<En büyük filozoflar ve düşÜİıürler hem Hme hem de mistis~zme ihtiya~ duyıan~ardır.>.>( 4 J O halde Mistik duygu insanın ru,aşabileceği en yükSiek duygudur.>.>( 5 J Rus:se·l ayrıca bu tür fi1ozıoflardan mi:saller v•eriııken Heraklit, ÖıkUdes ve Parmanides'i zikreder. · Bazı yeni araşıtıncılar, ç;eşttli misHsizm nevileri araısındaki umumi özellikleri belli çerç'eve içinde toplamak istemişlel'ldir. Amerika'lı psilro1o- . ji bi1gini VıiHiaım. J.ames bunlarıdarıdır. Kendıisi miıstisizımin dôrt özelli~i olduğunu söyler: <6 l ., -- ------, ·-"'. __ . ·> mi' .. .-·. . 1 - Mistisizm bir takım idraık Cnoetic) halleridir, bu haller meyda. na geldiği vakit sahibi için artık marifet halini almıştır.. kendisi onları belirli hakikatler olarak keşfeder, bunlar akll bilgi kahilinden olmayıp ilhamlar (Revelations) nev'indendir. ""!"':;:.-:~--~- ~: --,,_~~.~,, ";-:::·.-··~ -~-~:1€ (1) Prof. W. T. Stace bu (2) (3) ( 4) (5) ~,-!!", ~~d:: ~m~ F~ ---.,...~-ı ıa ~-=-•-, görüşıtedir, kendisi Princeton eski hıocaalrındandır. Bkz. Mystkism: and l"hilosophy, Macımillan, London, 1961, ss. 34-55. B. Russel, Mysticism ımd Logic, se1eoted papers, 'l1he Mlodern Li!brary, New York 1927, ss. 26-55. Mysticism and Logic, s. 16. a.g.e., s. 16. a.g.e., s. 29. -216- İSLAM TASA VVUFUNA GİRİŞ 2 - Mistik hallerin tav:s'ifi ve anlatılması imkansızıdır (ineffability), çünkü onlar vicdanı hallerdir (states of feeling), bunun manasını sözle başkasu::a nakletmek de zıordur. 3 - Bunlar çalbucak kaybıolan hallerdir (transiency), yani mistik ile birlikte bulunmaya uzun süre devam -etmezler. Fakat sMli:binde hatırası kalıcıdır. 4 - Ve nihayet bunlar pasif hallerıdir, onları insan, iradesi ile biz· zat meydana getiremez., kenıdiısini hakimiyeti altına alan bir dış gücün te· sirindeymişçesine misük tecrübe sırasmda ortayaı çıkar. bir araçtırmacı R. M. Bucke mi:stik hallerin söyler: (7 1 Başka olduğunu - şu yedi özelliği iç nur (The subjeative light) 2 -Ahlaki üstünlük (moral elevation) 3 - Akli aydınlanma (intelledüel illumination) 4 -· Eibedilik şuuru (sens•e of im:mortality) 5 --Ölümden korkmama Oo.ss of fear of death). 6 - Büna:h şuurunun yo~duğu (Loss of sense sin) 7 - Ansızın oluş (sudden:sess) ı Şahsi James ve Bucke'den her birinin zikrettiği bu Ö·zelliklerin çoğunun misıtisizmde bulunduğunu söylememiz mümkündür, fakat şümullü değil­ dir. Adı geçenlerin önemine işaret etmedikleri başka özellikler de vardır: lrtmi'nan şuuru, saadet-i nefs, rıza, Mutlak Hakikartte tamamen fani olma şuuru, ·zaman ve mekanı aşma şuuru ve mistiklerde bulabileceğimiz daha başka haller. Burada felsefi özellikleri misUsizme hasretmeye matuf bir takım gayretler de vardır. Bertrant Russel'da bunu görüyoruz. ~ussel mistik halleri inceledikten sonra, bütün' devirleııde ve dünyanın her yerinde mistisizm felsefesinin başka felsefelerden şu dlört husüsiyetı~ ayrıldığını söyler: (sı Birincisi: Tahlili ve i!stadHUi bilgiye kar;şılık, bilgi keşif (intiution) ve basiil'ete (insight) onanmak. vasıtası olarak (6) W. James, The Varities of Religious Experience, lVIIodern Library, mc. ss. 371-372 (7) Stace, Mys.ticism and Philosophy. s. 44. (8) Mysticism and Logic, ss. 28-55; ayrıca !bizim Na:ı:ratün ile'l-Keş fi's-Sfıfi (Inde Russel) adlı araışıtırmamız bkz. Mecelletü'l-Fikri'l-Muı1sır, sayı: 34, Aralık 1967. -217- Çev: Yrd. Dor. Dr. Mehmet DEMİRCİ İkincisi: (Varlık) birliğine inanmak, hangi şekilde olursa olsun te· zad ve bölünme kabul etmemek. Üçüncüsü: Zamanın hakikatini inkar etmek. Dördüncüsü: Kötülüğün sırf zahiri bir şey o1duğu~ıa, analitik aklın yol aç;tığı bölünme ve tezaddan doğan bir vehimden ibı~~·et bulunduğuna inanmak. Ruooel'm söz konusu ettiği birinci hwsfisa göre keşfin veya bizzat viedani idrakin, hangi devir ve anlayışta olursa olsunlar, mistik1erce en doğru bilgi vasıtası kabul edildiği söylenebilir. Fakat örtekil üç; ö:oellik sa· dece Vahdet-i Vücudu (Pantheism) C*ı benimseyen mistikler için doğru­ dur, mistiklerin hepsi bu anlayışı benimsemiş değillerdir. ' ·r ' ,';'1 -~ ~ ,..,·-·?~- ·;: ._. j·.-~:. ........ lll Biz kı:~ndi yönümüzıden misıtisizm için umumi olarak! nefsi ahlaki ve epistomolojik bakımdan beş uzellik ortaya k:oymaya gayret ettik. Bu özelliklerin mistisizmin çeşitli nevilerine geniş çapta uyduğu gö,rülecektir. Bu beş özellik şunlardır: ı - Ahlaki yükselme: (9 ) Her mistisizımin belirli ahlaki değerleri va:rıdır, hepsi bu değerlerı elde etmek gayesiyle netsi temizlemeyi hedef alır. Bu da zarfiri olarak, bedeni ve nefs,ani muayyen mi.icahede ve riyazetler·e uymak, hayatm maddi yönlerine karşı zooich1ne davranmak vb. şeyler demektir. 2 - Mutlak Hakikatie cl'aıü \lJ.lınal;;:; · Bu, mistisizımi ince ıstılahi manasıyle ayıran özelliktir. <<Fenft.>.> ile kasdedilen şey misıtiğin riyazetleri sonucu kendi zatı ve benliği ile farkına varamayacağı belirli bir hiHe · ulaşmasıdır. B e k a'da ise <<Mutlak>>< 10 l yüksek hakakatle birlikte anlama söz konu:sudur. Bu d~rumda mistiğin iradesi Mutlak Varlık'ın iradesinde yok olmuştur. < ı Bu noktada bazı 11 (9) BUi Bucke'un tasnifinde ikinci husustur. (*) Genel olarak panteizm ile vahdet-i vücf.ıd aynı şey sanılırsa, _da İslam tasarvvufuna maihsus olan «Va:hdet-i vücud» ile «panteizm» arasında da bir takım farklar vardır. Bu farl-dar için b:kz. İsmail Fenni, · Vahdet-i Viicud ve Muhyiddin Arabi, ss. 61-70, İstarıbul 1928. (çev.). (10) İslam mutasavvıflarma göre bu Allah'tır, Hıristiyan mistiklerine göre «Logos», Hind tasavvufunda ise Brahma'dır. (ll) Bu W. James'in tasnifinde dördüncü hususrtur. -218- İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ miıstikler bu Hakrkat'le birleştiklerini veya onun kendilerine hulül etıtiği­ ni, yahut da varlığın bir olduğunu, onda her hangi bir çokluğun olmadı ğını söylediler. Bir kısmı ise ittibad, hulO.l, vahdet-i vücfid konularmda bu türlü görüşler ileri sürmeyip feırü!'lanndan sonra varlrkta ikilik veya çokluğun mevcüd olduğu görüşüne döndüler. Demek ki f e n a meselesi «Vahıdeb taraftarı olan mi~stikler1e onu kabul etmeyenlerin her ikisinin de kabul ettikleri bir ~onudıur. 3 - Bizzat tadılan !bilgi: . Bu, mistisizmi öteki felsefelerden ayıran ince epistomolojik ölÇüdür. İnsan, hakikati idrak için, vasıta olarak aklın gücüne dayandığı takdirde f i l o z o f'tur; duyu idraklerinin ve akli delillerin ötesinde, hakikati bilmeye götüren ve k e ş f, z e v k veya ibenz·eri rsimlerle anılan başka bir yolun bulunduğuna inandığı rtak!ditdıe bu kimse kelimenin ince manasıyle m i st i k'tir. <ız ı Mistiklerin ula:ş1tığı bu keşf ibir anlıktır ve çabucak kaybolur, ani bir şimşeğe henzer. (lS) :ı- İtmi:'mm. (sükun) ~e,ya\ Jıaadlet: , Bu bütün misıtisizm türleri için belirgin bir özelliktir. Mistisizm, bedeni arzurları yok etmeyi veya kontrol altında tutmayı, mistikte bir nevi rO.hi uyum meydana getirmeyi hedef alır. Bunun bir icabı olarak mrstiği bıütün korkularmdan lı::urtanr, ona derin bir rfııhi rahatlık veya huzur verir; böylece onun saMeti gerçekleşmiş olur. Mi:t~tiklerin ifade ettiklerine göre Mutlak Varlık'ta fani olmak veya O'nu bilmek insan rUhunda tarifsiz biri sa§ıdet meydana getirmektedir. <Hı 5 - R,etmziledeı (s:embolledeı) ~fade: Burada sembollerıden kasdımız şudur: Miıstik1erin ifadeleri mütad olarak iki mana taşır, birisi kelimenin zahiren anlaşılan manasıdır, öteki tahlil yoluyla ve derinliğini araştırarak elde e1dilen manadır. Bu sonuTIJCü mana mistik olmayan birisi için hemen hemen tamamen kapalıdır. Mis·· tiklerin sıözlerini anlama veya maksatlarını 'kavrama wr_l_uğu, mistisizmiu dilin kelimeleri ile .anlatımı zor olan içe ait özel haleri ihtiva etmesin(12) Bu özellik James'de 1, Bucike'de 1 ve 3, Russel'da 1 nurnarada yer almaktadır. ( 13) James'deki üçüncü, Bucıke' daıiki yedinci özelliğe işaret ediliyor. (14) Buı·ada Bucke'un 4, 5 ve 6 mımarada zrkrettiği hususlar hatırlana;bilir. -219- Çev: Yrd. Doç. !Dr. Mehmet DEMİRCİ den doayıdır. Bu hall-er bütün . insanlar araiSlnda orrtak bir husus değil­ dir. <15 l Her lllİSrtiğin kendi hallerini anlatması iç;i:ı;ı belirli bir yolu vardır, o halde mistiiSizm şahsi bir tecrürbedir. Bu durUm mi:stis.izmin teknik bir yönü oLduğunu göısterir, ö,zellikle mistikler durumlarını anlatırken aslında şahsi içebakışıarına (int!Ospection) dayanırlar. Bu durumda olan . . bir feloofenin başkasına anlatılması e1bette :zıor olacaktır. Bu yüzden mistisizm re m z i (s.emholik) diye tavsif edüir. Hatıı.ıdan uzak tuturmamalıdır ki bu beş huısüısiyet kamil ınanada bir mistisizım için söz konusudur. Çünkü misıtisizım, hangi kültür çevresinde olursa olsun bir talnm gelişme saf:lıalar~ geçirmi·ştir. O bakımdan bu husü.siyetler o safihaların bıfızılarına. uyar k en {~iğ·er bazılarına uymaya:bilir. tslam misrtisizımiııde mesela ilk dönemlerde durumun böyle olduğunu . ileride göreceğiz. Mistisizımin her çeşidi için sörz konusu olacak bu beş husüsiyeti or! taya koyduktan sonra, zannederim şimdi evvelce ziJkreıttiklerimizi de içine alacak şekiLde mistiısizm için bir tarif getirmemiz mümkün olacakitır. Şöyleki: «Mistrsizm insan ruhunun ahlaken yükselmesini hedef alan bir hayat fe}sefesidir, ve belirli arneli riyazatlar vasıtası ile gerçekleşir. Bu riyazatlar zaman zaman Yüce Hakikat'te yok o1ma şuuruna ve onu ahlen değil zevkan bilmeye ulaştırır. Bunların neticeiSi ruhi saadettir. Gündelik lisanla onun gerçeklerini anlatmak zordur, çünkü bunlar mahiyet itihftriyle derüni ve §ahsidirler.» H- MİST1S1ZMHE: GAYE FARKLlLlGI Saydığımız beş husüsiyetin, misıtisizmin kamil manada'ki safhası için söz kionusu olduğuna daha önce i§arert etmiştik. Bu bakı~dan mistisizmin ga·yesi mes.elesi onun i·çinde bulunduğu gelişme d!önemine göre farklılık arzeder. Paaliyetleri ile ahlaki bir amaç güden mistikl~r için bu yolun gayesi nefsi teribiye ·etmek, iradeyi kiontrıol altında tutm~ki ve insanın güzel ahlakı benimsemesidir. Bu tür1ü misıtisizm p e d a go j i k oluşuy­ la dikkati çeker ve onun a m e 1 i yönü ağır basar. Ahlaki gayeyi alan misıtisizm de aşıp marüetu[ijah denen daha uzak bir gayeyi hedef vardır. Böylersi,. bu gaye yi geııçekleştirımek için öıze1 (15) Burada W. James'deki ikinci özelliğe işaret vardır. -220- İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ bir takım şartlar ortaya koyar. Yani bu misti.sizmin mensupları, ö~ellikle marifeti elde etme y<Olları v·e onun vasıtalarının an1atı1ma;sına önem verirler ve keşfi üstün tutarlar. Bu ikisinden sonra felsefi renge bürünmüş başka misti>sizm türleri de vardır. Bunların menısuplarının h'edefi, kainatın yorumlanmasında ve yaratıcısı ile ilişki·s,inin ne olduğu konusunda, insan-Allah ilişkisi hakkın­ da bir görüş sahibi olmaktır. Felsefi renge bürünmüş mistik yolların, kelimenin ince manasıyle fels.efi ekoller olarak ele alınınası gerekme.z. Bunlar her ne kadar- felsefi kılı:kta görünseler de, zevk temeli üzerine day:ı­ nan yollaııdır. Buraıda mistik, muayyen zamanlarda şahsi şuurunu kayibeder ve Allaih'a kıyasla dış alemin hakikatinin olmadığını :idrak eder. Bazı zamanlarda muayyen mistik ekoller (vahıdet-i vücud, hulül, ittihad ekolleri gibi) bu sonuncular içinde görülebilir. Fakat fe1serfeciler arasında sırf akli istidlale dayalı olarak, tamamen farklı fikri yapılara kavuşrturul­ muş olmaları, belirttiğimiz gibi bunları özel bir zevki temele dayanmı~ olmaktan çıka:rımaz. O halde mistisiz:m, her şevden önce özel bir tecrübıedir, bütün insanlar araısında orıtak olan bir şey değildir. Her mistiğin, kendi hallerini ifade etmede muayyen bir yolu vardır. Başka bir tabirle, bu şahsi (Subjective) bir tecrübedir; bu husus misrtisizme teknikibir özellik kazandırır. Bunun densupları hallerini anlatırken içebakı§a (inteııoısıpeat1on) dayanırlar. EVvelce belirttiğimiz. giıbi, ilm hallerin ifadesinde semibıo1ik bir üslüıba· baş vururlar, böyle yapmaları yaşadıkları zevki ehil olmayandan gizlemek içindir. Bazı islam miıstiklerinin şöyle dediğini görürüz: «Allah'a giden yollarm sr.ıyısı iınmın~.ann sayısmcıa.dır ..>~ Bu sö·z mistikler arasındaki ferdi farkları V'e rnis:tisizm sahasmda bir tecrübeden ötekine geçişe uygun şe­ kilde bir i:stihale bulunduğunu teyk~ maksadıy1e sıöyle:tımiştir. ~ ,. İi§in hoş tarafı, İslam misrtisizmindeki rivay;eılere bakılırsa, bunun ilimlerinin hepsinin z e v k i o1duğu görülür. Bir gün meşhur !slam mistiği Muhyidoon b. el·Arıaibi'ye bir öğrencisi gelir ve şöyle der: «İnsanlar bizim ilimlerim:i?.i inkar ediyıor ve bu, lmnuda bi:zıden delil istiyorlar.» libn el-Araıhi nasihat ederek şıöıyle cevap verir: «Birisi senden esrar-ı ilahi ilmi hakkında delil ve burhan isterse ona ;ıöyle söyle: Balın tatlığına ait delil neıiir? Sana şö·yle cevap vereceği muhakkaktır: Bu ancak tadılarak bilinecek bir şeydir! Ona şöyle ;söylersin: İşte bu da öy1eıdir!.»< 16 l (16) İbn Arabl, Et-Tedbiratii'l-İlahiyye, N~ıberg ibaskısı, ss. 114-115. -221- Çev: Y:rd. Doç, J!)r: l\llellmet DEMİRCİ İbn Arabl'nin bu cevwbı, onun mistik halleri derinliğine tahlil ettiğini gösterir. o demek rstemiştir ki, tasavvuf insanın hissiyat sahası ile ilgilidir. Yeni psikoloji bilginlerinin ifadesi ile, bu saha ölçülebilir bir özelliğ2 sahip değil!dir. Onu bilmenin yolu ise zahmet ve çiledir, başkası değil. Ayrıca o, akli istidlil.ller ve mantıkla da wh edilemez. III- MİSTİK HALLER AYNI ·MIDIR? 1 Burada mistisizmle ilgili, psihıo1ojik açıdan tartışmak istediğimiz başka bir mesele· var. Dini psik!oliojide. ihtiısas sahiıbi psikoloji bilginlerinin bu kıonuda hayli eserleri olduğu bir gerçekıtir. Hemen hatırımıza gelh veren şunları sayabiliriz: Amerikalı plikoloji bilgini W. James,< 17 l Leuba '(H. James), <ısı Roger Bastide, (l9) Eve1yn Underhil< 20 l ve Roherıt Tlm· ules. ( 2 ıı Ancak, ilmi bir usulle mistisizmirr za;hiri p(s1ko1oji·sini inceleyen psilmlogların çoğunun mistiklere karşı aodil davranmadıklan düşünülebilir. Belki de bu bazı metod hatalarından kaynaklanmaktadır. Psik!ologlar kendilerini ·sadece hissi tecrii!he sahwsıyla bağimlı kabul etmişler, mistiklerin umumi tarifiere sığmayan, özel ve şahsi iç hallerinin ifadeısi olan tasavvuf ıstılahiarını anlama konuısu111da bir gayret göısteı,memişle:rıdir. Bize göre ara·§ltırmacı, bu nevi mistik haller hakkında ilmi bir ka~~ate ulaşabilmek için tecrübesini güç1endirmeısi veya kendisinde .zevk:an o!lu hissedebilecek muayyen' bir istidat olması lazım gelir. Plsikologların, mislt:iJk hallerin tedkiki için bazı durumlarda başvurdukları analoji metoduna gelince, bu tam bir hatadır. Çünkü özel iç halleri Jgoıiusunda mistiğe kımdilerini gerçek bir bemerlikle örnek kabul etmeleri imkansızdır, zira onlar mistik değil­ lerdir. Şunu da ilave etmeliyim ki, o psiköloglar fiilen mevcud mistikleri incelemiyorlar, sadece eski mistikler.in geride· lbıra'ffitrkları e'Sierlerin tedkikiyle yetiniyorlar. o bakımdan onlarınki kelimenin hakiki manasıyle tecrübi incelemeler değildir. (17) Şu k~taıbına bakınız: The Varietes of R,eHginos JExpel"ience, New York 1932 (18) Bkz. Psycologie du 1\'Iystkism.e ReUcieux traduction française par LucienHerr 1925 . ,_,,.,.~ \'.j ,)~~~··i·~' ' !,/; 1'''.~1 (19) Bkz. Les Problemes de la Mystliqı.ı.e, Paris 1931. (20) Underhille mistisizm hi:ııkkında bir çok araştırma neşre:tti, şu kita:bı mistisizmıi psiıkolojhl\: açıdan ele alır : Mysticism:a Study iı:ı Uıe Nature and Devlopmen of Man's Spiritual Consdousness, London 1949. (21) Onun değterli eserinin adı şudur: An İntrodwctioı:ı to the Psychology of Religioı:ı, Camlbriıd.ge 1928. -222 ~- İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ Bir psikoloji bilginlerinin düştüğü yaygın hata örneklerinden biri, bazı tesavvufi halleıi akıl hastalığı olarak görmektedir. Gerçekten muayyen zamanlarda mistiğin yaşadığı öyle haller olur ki, geçici olarak kendini kaybeder ve görünen alemin hakikati olmadığını söyleyebilir. Bu durum mistiğin hasta veya hastaya henzer bir kimse olduğuna hükmetmek için yeterli sebep değildir. Zira akıl ha:stalığınd::ı devamlı bir henliği farkederneme söz konusudur. Mistik ise hiçbir surette kendi şuurunu kaybetmez. Onu haS/ta bir kims·e olarak kaibf:ı.l ettiğimiz ta~diııde şairi, ya· zarı, fen adamlarını,. müsikişinası da hep aynı şeikild,e sayımamız gerekecekitir. Zira öyle noktalar vardır ki onlar, bu lmnuda sıradan insanların hiç de farkına varmadıkları özel bir dikkat ve şuur sarfeıderler. kısım IV--- İSLAMDA TASAVVUFr*J KAVRAMI . -, İsLamda tasavvuf çeşitli merhalelerden ge,çerek değişik görünümlere . sahip olmuş, bu meııhale ve ınanzarala:ra uygun olarak da müteaddit kavramlar edinmişt~r. Bu sebepten tasavvufun Qoik sayıda tarifi vardır. Her bir tarif onun değişik bir yönüne işaret eder. Fakat ta:savvuf için asıl olan ve ihtilafın SIÖZ lwnusu olmadığı bir ger.çek varsa o da şu ki, tasavvuf islam'a dayalı ahlakıyat d·emektir. İbn Kayyim'in «Medaricü's-Salldtı>>'de işaret ettiği durum budur: «Bu hususta söz sahiibi olanlar tesavvufun ahiaktan ibarek olduğu kıonuısunda ittifak etmişlerdir.» Kattani de aynı şeyleri sö·yler: «Tasavvuf ahlaktır, ahHikı;a senden üstün oıa:rı. safaca da senden üstündür.>> J· O halde tasavvuf esıasmda ahlak demektir. Bu ~tiibarla o tslam'ın hudur. Çünkü tslam'm bütün esasları bir ahlak temeline bağlıdır. ru- Kur'an-ı Kerim'e bir göz atar'sa:k bize çe§rtli dini hükümler getirmiş o}duğunu görürüz. Bunlar umumi olarak başlıca üç kısımda toplanır: İnançlar (akaid!), ibadet ve muameHlt konuları, ahlak. Her bir k1smınl ih· tiva ettiği şeyleri aıç~ldayalım: Akaid konulan şunla!1dır: Yaratıcı, kudret s3ih~bi, muhtar bir Allah'ın varlığına ve birliğine, ortak k!oşmakısızm sadece O'na kulluk edileceğine inanınak; meleklerine, kitaplarına, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin O'nıdan geldiğine iman etmek. Kur'an'da yer alan (*) Buradan itibaren f ü r u' meselelerine «mistisizım» ait dini hükümlere gelin- yerine «tasavvuf, kelimesini kullanmayı uJ"gun bulduik (çev.). ~223- 1 . daha ,, Çev: Yrd. Do!). ;Dr. Mehmet DEMİRCİ ce onlar, ibadetler, kefaret ve yeminler, mali muameleler, aile meseleleri,suçlar v-e Dnların karşılığı olan cezalar, devlet me~~lelerin:e ·ait hükümleııdi ki bunlar fıkıh kitaplarmda tafsilatlı bir şekilde mevcudıdur. Geriye Kur'an'ın a h ı a k i cephesi kalıyor. Kur'an-ı Kerim'de güzel ahlaka te§vik eden çok sayıda ayetler vaı_jdır. Zühd, sabır, tevekkül, rıza, muhabb-et, yakin, vera ve daha niceleri ki, her müslüman i'manını kemale erdirmek üzere bunları benimsemeye çağrıhr. Kur'an bize Rest11-i Ekrem'in bu faziletleri en yüksek seviyede tekemmül ettirmek isteyen için «En güzel ömel~» olduğunu beyan etmektedir. Gerçek şu ki, İslam ahlakı dinin eısasıdır. Faraza şer'i hükümler yani intikadi veya fıfuhi hükümler, ahlaki esasıtan mahrum buhmsalar, ruhsuz bir. ceset veya i•çi blo§ bir h'eykelden başka bir şey olmazlardı .. Dindarlık, özü olmaklsızın dinin sadece şekli unsurlarına sıkıca tutunmak değildir. Din §ah:si ihtiyaçları temin için bir vasıta da değiLdi;:-. Dindarlık şuurlu bin şekilde dini anlamak ve onunla amel etmektir; ibadet hayatı ile ictimai hayat arasmda bağlantı kurabilmektir. Din, mensuplarını hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıp pa1sifle§tirmez. Dinin anlaşılmasmda, üzerinde önemle durulması gereken hususlardan biri şu ki; din özü ıtibariyle kul ile Allah,. kul ile nefsi, kendisi ile ailesi ve nihayet ken:d.iisi ile bütün insanlar arasındaki ahla:k esaslarından ibarettir. Dini hükümlerin hepsinin ahlaki bir esaısa bağlı olduğunu açık seçik ortaya IDo:;ymak için ilk olaraik iman konularına bir göz atalım: ürnitsizlik, IDoı1m, mala tapınak, insanın insanı istismar. etmesi gi1bi köW huylar birbirine aykırı §eylerldir. Aynı şekiLde Halik'ı bırakıp halka dayanmak, yetimi veya zayıfı ezmek, ka1Jbi katı olmak, emanete hıyanet etmek de imanla bağdaş­ mayan şeylerdir. İnsan bu gibi kötü huyları kendinden -~tmadıkça imanı kamil ve sıhhatli olmayacaktır. Allah'a ve O'nun binldğine inanınakla hıts, - Burada Hz. Peygamber (S.A.) 'in daha iyi kavranacağını sanıyorum: §U haıd~slerinideki «Sizdienı mtemıedikç:e bliJrirniz ;kendisi ;için ı:-;,evlp (aman t1tm1ş ~lmaz>>(~~J (22) Müslim, iman, 71 ; Burııari, ~- iman, 7. -224-- - -- r· -~~ ~-~- .~ . .:-_::.::., mana istediği b~r ·~eyi derinliğinin 'Jtail"d'e§i i:çm :de· İ~·LAIU TASAVVUFUNA GİRİŞ '1 ·'<lVIii'mılnle:rin imanca en miikemmıel olanı ahlakça en giiz.el ola- nuhr»(23J «·KeruUsinie güv'enHmeıyenm imanıı yoktUr>>(2 4 J . «Bir mii'm.inde1 §U .~Id haSIJIAetbl~ııleşmez: Ci.lmri(lik r1 \ ve! ~ötü ~uy.»(2 5 J ' «Sizden biriniz ibeini ıania, ll:ııabasmdc~n, çocuğutndlain fV'ei bütün insani b· dan daha ~ok sevmedikçe imian etxmş sıayılm:azıı:n.mz,,r 26 J Aynı şekilde, bilinmelidir ki İslam'ın tbıaıdet ve mufı,melatla ilgili bütün hükümleri ahlaki bir esrusa dayanmadığı müddetçe bir kıyınet ve fayda ifade etmezler, Allah katında ma'l{lbul olmazlar. İşte bazı misaller: islam'da namazın nefs temizliğine, kalb inceliğine, insanın heybet, huşü, mü§ahede, murakabe, AHah'a münacat ve O'nunla ünsiyet gihi fazi· letlerle be·zenmesine ınatuf bir ibadet olduğu görülür. Bunlarsız namaz içi boş bir kalıp sayılır. z e k a t da nefsin teınizlenmeıs,i ve ka1bin tezkiyesi içindir; islam'ın davet ettiği sosyal adıaletin bir unısurudur. Allah Taala şöyle buyurmuyor mu: «M.allanmn b~r kısmını k,endi.[eri~ni temizleyip ant· ,masll içnn zekat olarak aı.,m:17 J Diniri vazıı, zek.atı haşıa kakmayı v·e onun gösteriş vesilesi yapılmasını yasaklamıy;or mu? Aynı şekilde O r u ç , üzerinde düşünülürse onun iki gaye1sıi olduğu görülür. Birincisı: Nefsi antmak ve kenial mertebelerinde der·ece katetmek üzere imkan ölçüsünde iradeyi kontrol etme.kitir. Bıö.ylece bu dünya hayatında. insan olmanın manası gerçekieşmiş olur. İkindsi: Fert olaraiki a!ılaken yükseldikten sonra, beşeri ve ictimai planıda ilerleme kaydetmektir. Oruç zühıd, fazlalığı terk, azla yetinımek, darlık zamanlarında insanların önem vel'diği hayaJın zevk ve alışkanlıklarmdap mahru.miyete karşı salbretmek o1du.ğuna göre o, kendi kencl!ini bina eden, istikamet sahibi insan topluluklarının şiarıdır. rahatına düşkünlere göre değil­ dir. Oruç daha iyi bir hayatın inşası ve daha mükemmel bir ictimai bünyenin var edilmesi, yolunda bir takım zevk ve Iezze:tıerin mahrilmiyetine katlanma.ktır. (23) (24) (25) (26) (27) Darimi, srünnet, 14: Buhar'i, iman, Ahmed b. Hanbel, III, 135. Tirmizi, birr, 41. Bıııhii:d, iman, 8. Tevbe, 103. ı. -225- bolluk ve Çev: Yrd. Doç. iDr. Mehmet DEMİRCİ Aynı şeki1de İslam'da Ha c da ahl3!kı güzelle§tirmeyi hedef alır. Özü itibariyle hac Allah'a yakbşma ve O'na tam kulluıkıta bulunmadır. Onda bir nevi ilk yaradılışa dönüş vaı:1dır. Hacıların biıfuirinıden ayırt edilmeyen tek tip kıyafet i~çinde Allah'ın huzurfmda vakfede bulunmaları düşünülürse, haccın insan ferdieri aramnda müsaviUın bir sembolü olduğu görülür. İşte hac bu ve benzeri ahlaki manalar ihtiva eder. İislam'ın M u a m e ı a t'a. dair hükümleri de aynı şekUde, bir mü.:slümanın başkalarıyle muameleleri sırasında uymasını gereMiren belirli ahlaki kaidele:r ihtiva eder. İstis:mar yoktur, iıhtikar -yoktur, aldatma yoktur. Peygamber {AS) şöyle buyurmuyor mu? «Ümmetimi aldatan bend)en değriilchr.»( 28 J Gene şu söz ona ait değil midir? «Doğru taoir kıyamet günü ,s',ıddık~ar ve ~:,ehidlede ha§r1 ~dıi:lieciekt:i.r.>>m 9 J Büyük İslam zahidlerinden :!ıbrahim b. Edll:ıem'e sana göre d!oğru tacir mi yoksa ibadet i~çin bir köışeye ç'ekilmiş olan mı daha iytdir? diye !Sorulunca şöyle cevap verdi: «Benim için doğru tacir daha makbuldur, çünkü şeytan ona ölçü ve tartı yotunıdan, ah§ veri:ş tar~fmdan gelmekte o da onunla mücadele etmektedir>>(soı Anlaşılıyıor ki elinin özü ahlaktır. Şimdi Cenab-ı Hakk'ın Peygamher'ehitaheden şı.ı sözündeki derin mana daha iyi aniaşılacaktır sanırım: <<ŞÜ:[Jhesiz sen bü.ytU~:, bir ah~ak üz,eresin.»( 3 ıı Şu hadiiSin mana>Sı da daha iyi kavranacaktır: «Şüphesiz ben melı.:arhnH alılaln tama:mlamali üzere gönderUdim.»(3 s; islam bize, davet ettiği ahlaki olgunluğun yolunu çizmiş ve kötü huylarıdan temizlenme ve onların zrd:dı olan iyi huytarla beızenme konusunda nefisle savaşmamızı eımretmişti:r. Peygamber (SA) 'in hadisinde nef:isle savaçın b üyük c ii ha d olduğu bildirilmektedir, silahlı olarak düşmanla savaş ise küçük ciha,dldır. ~i"f{J'J": Hatırlat:malıy!ız ki İslam nefisle savaşa ıyı çağırırken, bir cemiyet hay8otınm oluşmasını hedef almaktadır. olduğu vakit cemiyet iyi olacak, f'erd bozulunca cemiyet (28) (29) (30) (31) (32) Miis'lim, İman, 164. Tirmizi, Büryu' , 4 : İbn Ma.ce, Ticarat, 1. Gazt'tli, İhya, Kahire 1334, II. 57. Kalem suresi, 4. Muvatta' Husnü'l-Hull}, 8. ~DL·),;3?-.:·.'b:.~- -_,'~·.cC·.C,_ -=-=-=~--~-·-:.:..-~------ _ -226- bütün gücüyle Çünkü ferd iyi bıozulacaktır. İSLAM TASA VVUFUNA GİRİŞ Fertler için faziletli bir ahlak mücerredl kanun ve ceza yoluyla gerçekleşemez; bu konuda fertler bir gayret gö,sterirıse ancak o zaman gerçekle§ir. Nitekim Allah şöyle buyurur: «Bir topluluk kendi mendini değiş­ tirmedikç•e ,Allah oıda:rı değiştirm~z. »(83 J «İnsıaın:, JiQiln ancak ~ahşıp baba· fudığı :vardır.>_,(a 4 J · Bu nefiJs savaşının meryvesi fayıda olarak yine bize dönecek1tir. Su ayetlere bakalrm: «Mücahede eden ancak kendisi için cmad etmiş olm·, şüp· hesiz Allah inemllerrdıen :müştağnidı~r.»(MrJ «Doğrusu ı5&tz;eı Rla:bb~nizden f'!.,çdr belgr,eler g1elmiştir; k~ '~örürse 1jkendiı ~eıhinle' ~e {I\jim :körlüik ~erse lkendi aleyhinedir.»'(ooJ · ~Jiill/lillllal~il~iıLJitfil]'!'l\K'i.iL~H ~· :·• ,, ·· ··. · tslam mutasavvıfları ahlaki esasın dinde,ki ehemm~yetini kavrayarak gayretlerini ona yönelttiler ve şu kanaate ulaşrtılar: Hangi ilim ki Allah kıorkusu ve Allah mariferti ile beraber deği1dir, ondan bir fayda . gelmez ve onun biir nıeziyeti yoktur.· Kitaplarda mevcud ilimierin çoğu­ nun tahsili k1olaydır. Ahlaka gelince, onun tahsili zordur çünkü ahlak, insanla nefs-i emı:narersi araısında vuku bulan ve onu dloğru yola sevkedebilmek için yapılan çetin ve zorlu bir mücadelenin meyvesidir. Mutasavvıflar, ahiakın i§aret ettiğimiz bu yönü üzerinde ve onun dinin özü ol· ması bakımından araştırmada bulundular, bu suretle Fıkıh ve Kelam'ı tamamlayan mü:stakil bir ilim meydana getirdiler. Bu ilim müslümanlar arasında şer'i ilimler, yani Kur'an ve Sünnet'e dayanan ilimleriden biı'i olarak kabrül edildi. Bunun i:çin İbn Haldun onu şö,yle tarif eder: <<Tasavvuf İslam dünyasmda sonradan .meydana gelen. şer'i iJimlerdendir, Bunun aslı sahabe, tiiıbiin ve onlardan sonra gelen ümmetin büyükleri olan selef nezıdinde tutulmuş bulunan bir hak ve haldkat yoludur. ElsasJ. şudur: Devamlı olarak ibadet etmek, her şeyden atakayı kesip Allah'a yıönelmek, dünyanın süs ve tzinetinden yüz çevirmek, çoğunluğun önem veııdiği zevk, mal ve makama rağbet etmemek, ilbadet i:çin halktan ayrılıp halveti seçmek. Sahaıbe ve Selef denen ·ilk müslümanların durumu. böyleydi. Hicri ikinci asır ve sonrasında dünyaya yönelme yaygın hale gelip de insanlar dünya i§lerine dalart hale gelince, kendilerini ibadet verenler S fı f i yy e ve M u t asa vv ı fe iSmiyle anılır o1dular.»< 37 l (33) ( 34) (35) (36) (37) Ra'd, 11. Necm, 39. Ankebut, 6. En'aun, 104. el-Mukarldime, Matbaa-i Behiyye, Kahire trse. s. 328. -227- Çev: Yrd. Doç. Dr. Mehmet DEMİRCİ Demek ki, İslam'da tasavvufun, dini bir ilim olarak ahlak ve sülük cihetine önem veııdiği anlaşılmaktadır ve o İslam'ın ruhudur. Akaid kıonularıyle ilgilenen Kelam ilmi ve arneli fijrü hükümleri ile iLgilenen Fıkıh ilmi ile Taısavvuf arasmdaıki fark sadece itrbari olan bir farktır, hakikatte herhangi bir fark yoktur. Seriaıtili esası biııdir. Fıkıh ilmi dalm köke tutunması g1bi Keiam ilmine dayanır, Tasavvuf ilmi de Kelam ve Fıkıh ilimlerine dayanır. Süfinin Kitap ve Sünneıt hakkında sağlam bir bilgisi olmak gerekir. Bununla ilgili olarak· Sa'rani (v. 973/ 1565) Tabakat'ında şöyle diyor: «Tasavvuf ilmi, Ki!tap ve Sünnetle amel etmeleri sıraısında veliler'in kalbierinde parıldayan bir ilimdir. Tasavvuf, kulun şe!iatin hükümleri ile amel etmesinin bir semeresiıdir.»(ssı Bu üç ilmin yani Kela.m, Fıkıh ve Taısavvufun biribirinden ayrılması sonraki zamanlarda (üçüncıü hicri asır ve sıonmsmdan itibaren) ortaya çıkmıştır. İlmi ihUsasla'şmanın bir neticesi olarak her ilim dalı husüsi , kaideler ve metodlarla, kendi ö~zel iJsıtikametinde yürür olmuştur. Böylece konusu, metodu ve gayesi ile başkasmdan ayılmışhr. Bundan önce F ı k ı h . ismi,, mutlak mana!da kullanılıyordu; d1nin sadece arneli kısmı­ na mahsus değUdi, itika:d ve ahlak k:onularını da içine alıY1ordu. «Ebcedü'lUlO.m~> kitabındaki ifadeler: bunun delilidir: i «'K,e'§§fifu Isbbllhati''l·Fünftn.,> şıöyle diyor: Fıkıh iLmi, k1 «Mecmau'sSulı1k»ta da belirtildiği gibi ona ve Us.ül-i Fıkıha Dirayet ilmi de denir, işte bu ilim nıefsiııı lehinde ve a~eylfııinde şeyleri bilmesi demelitir. Bu, EbO. Hanlife'den nakledilen bir ifaıdedir. BHMıare «lehin:de ve aleyhinde>> ifadesi itikadiyart, vicdaniyat ve ameliyat şeklinde aynlmıştır. İmanın vüeılbu ve benzeri husı.ıslan içine alan lti'kadiyart Ke1am'm kJonusnu teşkil etmiş, ·ahlak-ı batına ~e nefsanı me1seleleri içine alan v'icdfmiyat Aihla'k ve Tasavvuf ilmi diye amlmış; oruç, namaz, alış veriş ~b. arneli konular ise ıstılah olarak Fıkıh ismiyle ayrılmiştır. Gazali'nin ,~elirttiğine göre insanlar «Fıkıh» tabiri üzerinde tasarrufta bulunarak, onu fetvaların delil ve sebepleri He uğraşan bir ilim şeıkline sokmuşlaridır. Birinci asırda Fıkıh kelimesi 3!hiret ilmi, nefislerin ineeliklerini tanıma, ahireti bilme ve dünyayı değersiz görme gibi h lllsusları içine a~makta~dı. (.3 9 l (38) eş-Şa'r~mi, Et-Tabakatii'l-~-{iibra, 1343 h., I, 4. (39) Hasan Sadik Han, Ebcedii'l-Ul-&m, s. 559-560. -228- İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ • V- TASAVVUFUN GELYŞJVm SAFHALAIUJ'\JA [!'OPLU ;BİR ;BAKI~ İslam'da ta:savvuf kavramının umumi bir şekilde sınırlarını çizdik:· ten sronra, onun gelişme safhalarını k1saca belirtmemizde fayda vardır: Tasavvufun doğuşu sırasındaki ilk merhaleye Zillıd Saflıtası denir. Bu, birinci ve ikinci hicri asırlara raıstlayan devredir. Bu safhada kendilerini tamamen ~badete, taate, duaya verm'iş bir takım kimseler görülür. Bunların tuttukları yol, hayatta yiyecek, giyecek, mesken hususlarında zahidane davranmak: §eklinde bir yoldu; arnelleri ahireti kazanmak için idi, kendilerine bu tür bir hayat ve sülük yolıı seçmişleııdJ.. Bunlara örnek olarak Hasan el-1Basri v. 110/728) ve Rabiatü'l-Adeviy<ye (v. 185/801) 'yi gösterebiliriz. Hicri üçü:ı:ıcü asır'dan l!ti.baren süfllerin, nefsin halleri ve sülükün incelikleri ,konusunda söz söylemeye yönebdJ.klerini, ilimlerinde ve amel· lerinde ahlak Konusuna . çıok:ça yer verıdiklerini görürüz. Artık onların elinde tasavvuf bir dini ahlak :ilmi Iliiline gem'li1§t~r. Ahlak bahisleri ' · onları insan ruhunu derinlemesine tetkike ve bu y;olun hallerinin inceliklerini kavramaya yöneltmiştir. Zaman zaman zevki marifet ve bunun yıolu ve vasıtası hakkında ,sözi s.öyle:dikleri, Zat-ı İlahi'nin i:nısanla ve insa.nın zat-ı İlahi ile ilişkisi konusunda fikir beyan ettiklerC de görülür. Bilhassa Bayezid el-Bistami (251/87 4) 'nin tasavvufi feına hakkında söz söyleyişi dikka:ti çeker. Bütün bunlarm sıonueu olarak, ~onu, metcd ve gaye bakımından fıkıh ilminmen ayrı olan ve süfilere mahsus bir ilim doğmuş­ tur. Yine süf'ilere mahsus olan ve maksatlannın anlaşılması için hiç de az olmayan bir gayreti gerektiren özel ıstılahları da te§ekkül etmiştir. Din,i ilimlerden sayıldığma daha önce i§aret ettiğimiz bu ilim, T e d v i n d ev r i'nden sıonra or'taya · çıkmı§itır. İbn Haldun bu hu_:>üsu şöyle belir· tir: «İlinıler yazılıp ted!vin . edilirken fakihler Fıkıh ve Fıkıh UsUlü, Kelam, Tefsir vb. konular!da eserler ya,zdılar. O sıraıda b":-1 yolun mensupları (yani süfilen de kendi y:ollarına dair kitaplar ya:zıdılar. Vera', nefs muhU;seıbeısi ve buna bağlı olarak nelerin alınıp nelerin terkedileceğine dair eserler bunlaiıdandır. Kuşeyri (465/1072)'nin e:r·ItisaTI.e'si Bağdad'Iı Sühreveııdi (632/1236) 'nin Avarlfü'l-I\faaıcif'i bu kabil eserıerdendir( ... ) Bu yol ·sadece ibadetten ibaret iken, artık müslümanlar arasmda tedvine ka· vuşmuş bir ilim halini almıştır.»< 40 l . ' Ayrıca (40) hicri III. ve IV. amrlarda el-Mı:ıkaddime, s. 329. ·-229- el·C~eyd, es-Seri es·Sakati, el· Çev: Yrd. Doç. J)r. Mehmet DEMİRCI ~- ,, ..., "'' .,.- - .· . , .. , .- . . . . . ·, . · ;" ,--:,<:,-::~>t;?::~~fliX-t~.(~ =-·ll. ;_ •;·/i.~~~ ~7.~*ıf'-·,;~~~~;~J:;t:~f~~~i~~~~~~l'W~~~h.~ti§t'~~~;~,tı~;~t,l;~r,.1~'üi·~"#$·.. '~ . ;-f" :~' ,.. f<··' Hazzaz vb. bazı tasavvuf büyüklerinin, eğitimlerini sağlamak maksadıyle etrafıarında müridier topladıklarını görürüz. Böylece iik. olarak süfi ta-· ıik:ıtleri ort.a,ya çıkmış oLdu. Bu terikatler o zamanlarda medres-clere benzer olup içerisinde salikler taısavvuf ad§lbını ilmi ve arneli olarak öğ· reniyorıdu. Hicri III. asırda, Hulfıle. dair s,özleri dlolay~sıyle 309/92l'de idam edilen Haltae'ın temsil ettiği bir tasavvuf anlayışı daha vardır. Onun bu husus:ta İslam dışı unsurlarm tesiri altında ka1dığı! a.çıkıtır. <*) Daha sonra hicri V. asıııda lm~ın Gazali geLir. O, tası:ı.vvufu ancak Kitap ve Sünnet'le birlikte yüründüğü ta:kdirde; zühd, azla ye\tinme, nefis teribiyesi ve ahlak~ güzelleı§iiı'meye ağırlık verilmetsi şek~iyle kaibül eder. GatZali, tasavvufi marifet konusunu kendisinden önce görülmeyen bir tarzda derinle:.ştirıdi. Filozofların, Mütezilenin ve Batınilerin yıollarını inceledikten sonra, mütedil bir tasavvufı.. benimsemekte karar kı1dı. Bu tasavvuf anlayışı kelami manadaıki Eihl-i Sünnet ve'l-Cemawt'e uygun olmakla, tabiidir ki Hallac ve Bista.mi ta1savvufuna muhalif iıdi. <**l VI.Hicri asıvdan itibaren İslam aleminde sünni tasavvufun nüfüzu Gazali'nin püyük şahsiyetinin te,siri ile artarak devam etmiışltir. •Ji.l,l,:·;:,.'.t-.;.:;·c;,•'~~Iİ:J.',~.f.t,Jk'fi;~-~~~;;t.~Jt~- ~,~ ,!1 Müridieri teribiye etmek ü:vere. tarikatıere sa!hip olan büyük sftfiler de zuhur etmiştir. 578/ /1183'te vefat eden es·S)eyyid Ahm:ed. er-Rifıli, 562/ 1160'ta vefat eden es-Seyyid Abdülkiactir eil·Geylani bunlardandır. Bu ikisinin Gazali'nin tasavvufunun te1sirinde oLdukları kabül edilir. yolun yıolcusu şeyhler orıtaya çık­ tı. Başlıcaları Ebu'l·H<ısieu etş·ŞazıeU (556/1161), talebesi Ebu'l·Abbas Niürsi (586/1190) ve bu iık:isinin talelbesi İbn AtaurUalı el- lskenderi (709:' 1309) 'dir. Bunlar tasavvufta Şazdiyye me~teibinin ileri gelenleri olup tasavvufları, Gazali'nin sünni tasavvuunun uzantısı sayılır. Daha sonra hicri VII. asırıda aynı el· ' . Yine VI. hicri aısırdan itibaren tasavvuflarını felsef? ile karıştırm~ başka. bir şeyhler topluluğu görmekteyiz. Bunların ~örüşleri ne halis ta(*) Hallac hakkında daha farklı ıbir değerlendirme için lbkz. Yaşar Nuri Öztürk, Hallac-ı Mansur ve Eseri Kitabu't-Tavasin, İstanbul 1976 (çev.). (**) Bununla ıbirliikıte Gazil.li'nin eserlerinde Bistami ve Hallac'tan çok sayıda naik.ıllerde !bulunduğunu ve onların şathıtyelerini müsbet y:orumlarla tevil ettiğini gürürıüz. Bkz. Ga:zali, İhya, I, 54, Kahire 1967; Mişkatü'l-Envar, s. 57, Kahire, 1964; IWi'rfw.ü's•Salikin Feraidü'l-Leali içinde, s. 72, Mısır 1343/1924 (çev.). -230- İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ .ı;_~~~ -~lii1'91ı'SJ:t:i'?.~-:.· "'=-:;,. '_ ':"=•·]~~~ ·-·· .. .. ·~·~;, .,··:• ·:· ;_.' ;c··,; ·1\ı ; · ' c; '• :.~? sa:vvuf ne de haliiS felsefe olup ikisi arasındadır. Bunlarıdan «Hikm.etü'llşrak» s:illıiibi es·Siihıceve.rdi el-lVIak:tull ( 549/1154) Şeybııı'l-Ekber Muhyid· din b. el-Arabi (638/1240), açıklar sultanı Mtsırlı süfi öm.er b. el· Fand (132/1234) Ahdülhak b. Seb'in\ el-Mürsi (669/1270) ve tasavvufta bunların izinden gidenleri sayaıhiliriz. Bunların Yunan fersefesi ve Yenieflatbun. culuk gibi çıokl sayıda yabancı kaynak görü§leı"indıen faydalandıkları açık­ tır' Bu mutaısavvıflar bize nefs, ahHl.k, marifet ve vücud k!onularında derin nazariyeler sunmaktadırlar. Fe1sefi ve ta:Savvufi açıdan değer ta§ıyan bru nazariyeler, kendilerini takip eden sonraki mutasavvıflar üzerinde tesir icr_a etmiştir. 1 " fll' #.,- '\Ir~~~~;,;,:,~,; -~ : • . ~c wııııı;;; .~4tii~~:' . - : Sözünü .ettiğimiz fel:sefeci mutasavvıflann zuhüru ile birlikte İsHim tasavvufunda iki akım vücuda ge1di: Birincisi Kuşeyr'i Risalesi':nrle yer alan T'as1avvuf Rica~~'nin temsil ettiği sünni tas:avvuf cereyanıdır. Bıu zatlar özellikle üçüncü ve dörd'üncü hicri asır süfileri, sonra Gaz.all, daha sonra da onların yolunıda giden büyük tarikatıerin şel:ı~eridir. Bunların hepsinin tasavvufunıda ahl§Jd ve ameli cephe galiptir. Ölteki ise FeıXseH Tasavvuf'tur ki tems,ilcileri, zikrettiğimiz fe1sefeci mutasavvıflar olup, ta· savvuflarını felsefıe ile mezcetmişlerdir. Felsefeci mutasavvıflar müslüman fakihleri kızidırldılar, vahıdet-i vücuda dair görüşleri dolayısıyle aleyhlerindeki cereyan şk!ıdetlendi. Bunlara yüklenenler arasında en çok dikkati çeken İbn Teym%ye (728/1328) 'dir. __ ". -·- ___ ...,...__..,;.;,,,..~..._: __ -~-" -::_-~,___ ı.ıl~~lJ -:::-~~r,;:~Tii .,-.' 0·- ._.,, ·:ı.:. ·-~:\·-~. 3· :=ı --~-.1, .,l Burada hatırlatmak iıstediğimiz. önemli bir husus var. lslam Tasavvufu, her ne kadar ınuayyen safhalarda felsefe ve benzeri cereyanlarla teması sırasında bir takım tesü·lere ma.ruz kalmış, bazı ]Stılahlar edinmiş ve onların renginden bir şeyler kapm:Lşısa da, o ilk zuhüru itibariyle islami menşe'lidir. İslam Tasavvufu araıştıı:ımalarmda ihu.lun;:m müsteşrikler­ den çıoğu -ileride göreceğimiz gibi- tasavvufu tslam. dı,şı kaynaklara bağ­ lamak hususunda hataya düşmüşle:ndir. ~,~:~~-'f'\·.·.,ı~,.: '"'''• -~-"'-· ':..... .. .;..> Fe1s:efeci mutasavvıflai1dan bazılarının bir tarikat kurma yoluna gittikleri görülüyıor. Fakart onların kurldukları tarikaüer, müessislerinin inançları ertrafmda hirtakım şüpheler yayı1dığmdan, lslam aleminde varlıklarını devam ettirme şansı bulamamışlaı~dır. Şeyh-i akbe:r lakaplı İbn Arabi'nin kurduğu Ekbeırı~yye T'arikatı, Mürsiyeli İbn Seb'iııı'in kuııduğu Seb'· iıııiyye Tarikatı bunlaııdandır. Arneli ve terbiyevi yönleri ağır basan öteki tarikatle~de ise durum böyle değildir. RHa:Y.yy:e, l<Qadiıriyye, Seyy~d Ahm ed e~- Bedevi'nin kurduğu Ahmed~yye, Şeyh libr~Uı.Jffin ed-Desuki'nin kurduğu 1 ... - ._-····-.·· ._,. __ -231~ İSLAM TASAVVUFUNA GİRİŞ Berhfeımiyye ve 1 Sazellyye vlb. tarikatler günümüze kadar devam eelipi gel- mişlerdir. <*l Sonraki asırlarda (takriben seki,zinci asırdan zamammıza kadar) tasavvufta bir düşüş görülür. Bu salıanın mensuplan daha çok eskilere ait kitapların §erh ve telhiısine yönelmişlerdir. Yine bunlar amel olarak çok defa kendilerini davalarının özünden uzaklaştıran _bir takım ayia, merasim ve şekiliere önem verir hale gelmi§lel'ldir. Bu asırlarda taısa:v­ vuf yolunu seçenler hayli çoğalmışsa da bu kalabalık arasından, tasavvufun ilk dönemlerindekine benzer şekilde bir ruh seviyeısi ve nüfüz-ı nazara sahip şahsiyetler çıkmamıştır. Sanırıım bu, Osmanlı dönettıinin ortaya çıkardığı ve İslam alemine hakim olan fikri durgunluğa bağlı bir durumdur. <**ı Her ne olursa olsun, bazı devirlerde bazı süfilerin inhirafları onların davalarının bozukluğunu göstermeız. İslam tasavvufunun ınerhaleri ile ilgili kısaca: sunduğumuz bu bilgüerden sonra şu hu:süsun açıklığa kavuştuğunu sanıyorum: Evvelce zikrettiğimiz, tasavvufun beş umüıni özelliği gelişme devrelerinden ancak muayyen bir merhale için söz konusudur. Bu meralıle üçüncü Mır ve ( *) Aynen arneli meZ'heiblerde olduğu ,gibi, bugün isimleri bilinen tarikat büyükc lerinin herhanıgi bir kuruculuk iddiasıyla ortaya çıktıkları söylenemez. Bilahare onların usullerini ve yolları~ıı benimseyenler çağalınca bir tarikat topluluğu olarak anılır olmuşlardır. İlbn Ambi de «Eklber1y:ye» di:ye ibir tarikat kurucusu değildir. Sonradan frkirlerini benimseyenler tarafından ona bö,yle bir tarikat atfedi1miştir. Blkcz. L. J.VIassignon, Tarikat mad. İA, XII, 7. Ayrı bir tar~kat sahibi olmamakla beraıber İibnl Araıbi İslam tasav:vufi düşüncesinin en önemli şahsiyetlerinden !biridir. O kadar ld kendisinnden sonraki dönemlerde mesela «Türki:ye'de hakim yegane tasavvuf tehil\Jkisi İlbn Arabi'nin telakkisi olmuşıtur». Bkz. Ahmed Ateş, Mulıyiddin Anııbi mad. İA, VIII, 554. (çev.). (**) İslihı::ı! dünyasında her sahadaki fikri duDgunluğun ne zamandan itilbaren ve hangi sebeplerle başla;yıp devam ettiği meselesi dıduk'Ça tartışmalı bir konudur. Sayın yazann bahsettiği dönemde ve böLgede ise tasavvıuf abiyon planında yeni ve kalıcı hamlelerin itici gücıü olmuştur. Anadolu'nun ve Rumeli'nin fet!hi, türkleşmesi ve islamlaşmasında, Osmanlı Devleti'nin sağlam temeller üzerine bina edilmesinde çeşitli tasavvuf gruplarının o:ynadığı müslbet rol için bkz. Ömer Lütfi Barkan, Kolomzatör Türk Dervişleri, Vakıflar Der· gisi, II, Ankara 1942. Osmanh döneminde yetişen mutaısavvıflar için ayrıca ıblkz. Bursalı Meihmed Tahir, Osmanlı Miiellifleri, I. Bu cildin tamamı mutasavvıflara tahsis edilmiş olup, bunlardan mesela İsmail Ha:kkı Bursevi, onun şeyhi Osman Fa:zlı İlah1, İsmail Rusuhi Dede, Fiusus şarihleri vb. Türk mutasavvıfları hakkında araştırmalara ihtiyaç vardır. Böylece hem bizim için hem de bu müellifler için büyük bir boş~uk doldurulmuş olacaktır. (çev.). -232- İSLAM TASA VVUFUNA GİRİŞ ·. sonrasından 'iıtiharen haışlar; tasavvufun, insan nefsinin manevi kemal ve irfana ula§ması, zevk ve akıl temeli üzerinde Mutlak Hakikat'te fani olma}~ ·Üzere terakki etmesini hedef alan bir dini ahlak Hmi halini alması boyunca devam eder. Süfller kendi hallerini ifade için özel listılahiara başvurdular, kendi aralarmda bu yolla anla§tılar. Bu ıstılahiarın ancak derinlemesine tahlille anla§ılabilecek ince manaları vaııdır. TASAVVUF iKEJLİMESİNİN ~\:ÖKÜ Kuşeyri, IUsiHe'sinde ilk dönem müıslümanlarının «SUfi>> kelimesini kullanmayışlarmın sebebini açıklar ve şıöyle der:< 41 l Hz. Peygamber (AS)'ın vefatından sonra onun sıo'hbetinde bulunan mÜislümanlar, en şerefli isim .olarak «S ah ab e>> diye anılma'yı tercih ettiler. A:ynı şeki1tle onlardan sıonra gelen nesil de kendilerinin «T'ab~ill>> diye anılmasını hir şe­ ref olarak ka:bul ettiler. Bu sebeple kendiledni ibadete verenlerin «abocd.eil:er,.,> <<Zlli:rldle:r.» «iıüis]k])er.» <<ağlayanlın•,» daha sonra da «S u f 1· l e r» . diye amlma,sı ancak sa'habe ve tabiin de~rinden sıonra orıtaya çıktı. hususunda ~htilaf vardır. <42 ' Bazıları bu kelimenin bir lakap olıduğunu, ona bir kök veya henzoetme aramak gerekmediğini sö~ylemiştir. Onun «safa,> dan dürediğini söyleyenler varıdır. Ebu'l-Feth e~Büsti şu. şözüyle buna işaret eder: <·SUfi» kelimesinin hangi kökten geldiği «İnsanlar sftfi hakkında anıaşamadılar ve ihtilafa düştüler, hazılan onun sfif'tan türect'iğini sandılar. Ben saf)laşmış insan'dan hareketle süfinin safa'dan geldiğini söylemek is;tiyıorum.» Süfinin safa manasında satfeve'den ge1diği söylenir. Sü.filerin Allah kai1nda ilk sırada olmaları dolayısıyle sıra manasma gelen saff'tan türediği söylenir .. Onu Ehlü's·Suffe'ye nisbet edenler de var\dır. Onlar Muhacir v·e Ensar'ın fakirlerinden oluşan bir topluluktu, kendileri için Mescid-i Nebi'nin arkasında bir suffe (sofa) in§a edilmݧti, orada ika:met ederlerdi ve ibadetleri ile tammıı§lardı. l\jök olarak sdat kelimeı;i de ileri sürülür. Cahiliye devrinde Kaibe hizmetinide bulunanlardan biri olan Sftfe b. Mürre isminden geldiği söylenir. Yunanca hikmet manasina gelen sopbia kelimesi 'de kök! olarak zikredilir. Fakat meselenin arneli yönü bütün bu ( 41) Kuışey:ri Rl.siHes.i., Kahire 1330 !h. s. 7-8. (42) Merhum üstadımız Dr. Muhammed Mustafa Hilmi'nin JH!ayatıii':r·RiHnyye Jı'i'l-İslam, Kahire 1945, ss. 83-89. ı........233- şu kitabına bkz. el· Çev: Yrd. Doç. J)r. Mehmet DEMİRCI görü§lerin uzak ihtimal o~duğunu isbat ediyor. İşin en _doğrusu süfi kelimeısinin s fi f'tan geldiğini kabul etmektir. Nitekim bir kimse yün (:suf) giyd:i.ği zaman «Tasavvefe'r-racülü» yani adam suf gi,ydi, denir. Zühd hareketinin ilk 'doğ!duğu sıralaDda yün elbtse giyrnek ahid ve zahi:dlerin şia­ rı idi. Bizzat süfilerin büyük çoğunluğu bu sonuncu g,örüşü henimserniş­ lerdir. Serrac et-Tuni «el·Luma'» kitabında ( 43 ı bunu kaibul €ıdenlel'dendir. İbn Haldun ve daha s,onrakiler de bu görüşü desteklerler. (43) cl-Luma', Kahire 1960, ss. 40-41. -234-