Önlem almayan siyasi iktidar vebal altındadır

advertisement
1
sayı 210 / 1 nisan 2011
• Felaketler Kaderimiz
1 Nisan 2011
Değil! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6’da
• “Türkiye’nin deprem
sorunu yoktur” . . . . . . . . . . . . . . . . . 16’da
• İMO Şubeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22’de
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YAYIN ORGANIDIR
• genç-İMO. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23’de
• TMMOB 15 Mayıs’ta
Ankara’da kitlesel miting
düzenleyecek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24’de
Önlem almayan
siyasi iktidar vebal
altındadır
Depremin oluşturacağı riskleri azaltmak için gerekli önlemleri almayanlar binlerce
insanın ölümünden sorumlu olacaktır!
Japonya’da meydana gelen, bir tek binanın bile yıkılmadığı 9,0 büyüklüğündeki
depremden ülkemiz için sayısız dersler çıkarmak mümkündür.
Japonya depreminde binaların yıkılmaması bir kez daha, “Deprem değil, tedbirsizlik
öldürür” belirlememizi doğrulamıştır.
Siyasi iktidar bir an bile kaybetmeden Odamızın her platformda dile getirdiği
önlemleri derhal hayata geçirmelidir.
J
aponya’da 11 Mart 2011 tarihinde Türkiye saatiyle 07:46’da Kuzey Amerika ve Pasifik plaka sınırında dalma-batma zonunda, Başkent Tokyo’ya 370
km. uzaklıkta, dünyada ender rastlanan mega depremlerden biri meydana
geldi. Yerin 24 km altında, 9,0 büyüklüğünde meydana gelen deprem sonrasında oluşan dev tsunami dalgaları, merkez üssüne yakın bölgelerde bulunan
yerleşim alanlarında binlerce can kaybına, yüzlerce binanın yıkılmasına,
yangınlara ve nükleer santral patlamalarına neden oldu.
Uzmanlar, Pasifik levhası’nın Kuzey Amerika levhasına doğru yılda 82 mm.
hareket ettiğini, depremin Okyanus tabanında çok uzun bir fay hattında
ters fay üzerinde 10 m. lik bir yer değişikliğine neden olduğunu ve ülkemizde
yaşanan 1999 Marmara Depreminden 50 ile 60 kat daha büyük bir şiddetle
meydana geldiğini açıkladılar.
Depremin neden olduğu kayıpların rakamları henüz netlik kazanmış değil
ancak tsunami nedeniyle 10 binden fazla insanın yaşamını kaybettiği veya
kayıp olduğu, 309 milyar dolar maddi kaybın yaşandığı tahmin ediliyor.
Fukuşima Nükleer Santrali’nden yayılan radyasyonun insanlara ve çevreye
verdiği, vereceği zararlar ise henüz açıklığa kavuşmuş değil.
1900’lerden günümüze dünya üzerinde 33 tane büyük çaplı deprem meydana geldi. Daha çok Büyük Okyanus çevresinde görülen bu depremlerde 1,5
milyonu aşkın kişi yaşamını kaybetti. Japonya depremi 1950’den bu yana
meydana gelen en büyük beş depremden biri olarak kayıtlara geçti.
12’de
2
AKP’nin Çalışanlara Oynadığı
Yeni Bir Oyunla Karşı Karşıyayız!
1 Nisan 2011
İnşaat Mühendisleri Odası’nın
“Torba Yasa” TBMM Genel
Kurulu’nda görüşülürken
yasayla ilgili yaptığı
değerlendirme:
AKP’nin sosyal devleti
yok etme girişimlerine
sesiz kalmayacağız
İ
ktidarda bulunduğu süre içerisinde çalışanların
haklarını yok etmeye, sosyal devlet olgusu yerine
“piyasacı devlet” mantığını inşa etmeye kararlı olan
AKP Hükümeti’nin çalışanlar üzerinde oynadığı yeni
bir oyunla karşı karşıyayız.
Çalışma yaşamına işveren penceresinden bakmaktan,
bunu açık açık savunmaktan imtina etmeyen ve gerekli
mevzuat değişikliklerini hayata geçirmede hiçbir engel
tanımayan AKP Hükümeti bu sefer “Torba Yasayla”
çalışanların haklarına yeni kısıtlamalar getirmeye
hazırlanıyor. Üstelik bu sefer yalnızca işçilerin değil
kamu çalışanlarının haklarını düzenleyen 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu’nda da değişiklik yapılmak
isteniyor.
Toplumsal yaşamı neo-liberal politikalar çerçevesinde
düzenlemeye çalışan AKP Hükümeti, “Torba Yasa”yla
çalışanların güvencelerini ortadan kaldırıyor, örgütlenme haklarını ellerinden alıyor.
Bu amaçla 2010 yılı içerisinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda da değişiklik yapılmasına ilişkin
hükümler taşıyan iki tasarı hazırlayan AKP Hükümeti,
tasarıların ilkini 9 Haziran 2010 tarihinde TBMM Başkanlığına sunmuş ancak tasarı “TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu”nun gündemine alınmamıştı.
9 Haziran tarihli tasarıda çalışanların aleyhine olan
hükümleri aynen koruyarak ikinci bir tasarı hazırlayan AKP Hükümeti kamuoyunda “Torba Yasa” adıyla
bilinen tasarının maddalerini 25 Ocak 2011 tarihinden
bu yana Meclis Genel Kurulu’nda görüşüyor ve yasalaştırıyor.
Ancak “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve
Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” adıyla
hazırlanan ikinci tasarıyla sadece çalışanlara değil
toplumun tümüne büyük bir oyun oynanıyor.
Yeni tasarıda vergi affı, emekli zammı, öğrenci affı gibi
kamuoyunun büyük bir kesimi tarafından merakla
beklenen yasal değişiklikler ile çalışanların istihdamında
planlanan hak kısıtlamaları birlikte düzenleniyor.
Kamu hizmeti gibi toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir alanda yapılmak istenen hak gaspları ile yine
toplumun geniş kesimleri tarafından beklenen “af ”ların
birlikte düzenlenmesi tam anlamıyla bizlere oynanan
bir tür “Ali Cengiz” oyunudur.
kalarda örgütlenmeyi yok etmeyi, taşeronlaşmanın
önünü açmayı ve işverenin üzerindeki yükü azaltmayı
amaçlamaktadır.
Çalışanların haklarında olumsuz değişiklikler öngören
bir tasarının özellikle “vergi affı” ve “öğrenci affı” gibi
konularla birlikte ele alınmasındaki temel amacın aftan
yararlananların desteğini almak olduğu görülmektedir.
Bu durum, tasarının getirdiği hak kayıpları ve sosyal
devletin tasfiyesi ile emekçi kesimler üzerinde oluşacak
olumsuz etkilere karşı gelişen haklı ve meşru muhalefeti yürütenleri, “vergi affı” ve “öğrenci affı” üzerinden
tasarıyı destekleyenlerle karşı karşıya getirme tehlikesi
barındırmaktadır.
Tasarının olumsuz yönlerini gizleme amacıyla vitrin niyetine sunulan “izin hakları ile kadın ve engelli çalışma
koşullarında yapılan iyileştirmeler” dışarıda bırakıldığında kamu çalışanlarının hak kayıpları üç temel
noktada düzenlenmektedir.
Tasarıyla kamu çalışanlarının hakları
nasıl yok edilecek?
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nu tamamen değiştirme niyetini taşıyan siyasi iktidar, “Torba Yasayla”
hem bu amacının önemli bir bölümünü hayata geçirmekte hem de işçilerin haklarını işveren lehine zayıflatmaya soyunmaktadır.
AKP Hükümeti bu tasarıyla iddia ettiği gibi “memur
sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve çalışanların
makul ve uygun görülen isteklerini karşılamayı” değil,
neo-liberal politikaları çalışma yaşamında tam anlamıyla uygulamaya koymayı hedeflemektedir.
Tasarı genel olarak
“Kamu hizmeti”ni ortadan kaldırarak, her vatandaşın
“siyasal hakkı” olan kamu hizmetinde çalışma hakkını
yok etmeyi, Anayasanın değiştirilemez hükümlerden
biri olan “sosyal devlet ilkesi”nin en temel mekanizmasını ve sayısı 3 milyon olan kamu personelinin iş
güvenceli kariyerini ortadan kaldırmayı; işçilerin zaten
sınırlı olan iş güvencelerini iyice zayıflatmayı, sendi-
Siyasal iktidarın “kadro kaldırma
yetkisi”nin sık ve yaygın kullanılabilir
kılınması
Tasarı ile siyasal iktidarın “kadro kaldırma yetkisini” sık
ve yaygın kullanabilmesine olanak tanınmaktadır. Temel memur güvencesini ortadan kaldıran bu değişiklikle
birlikte, “kadro kaldırma yetkisi” tüm kamu sistemini
sürekli tehdit edecek bir yetki olarak kullanılabilecek
serbest yetkiye dönüştürülmekte, böylece siyasal
iktidarın kamu personeli üzerinde yapacağı partizanca
işlemlerin kapısı sonuna kadar açılacaktır.
Üst kademe yöneticilik makamlarının
özel sektöre ve serbest meslek sahiplerine açılması
Tasarı yöneticilik görevleri için değerlendirmeyi “sicil
sistemi” dışına çıkarmakta, üst düzey kamu yöneticiliği için 12 yıl hizmeti yeterli saymakta ve bu sürenin
hesabında özel kurumlarda veya serbest olarak çalışılan
sürenin tamamının dikkate alınacağını hükme bağlamaktadır. Özel sektöre ve serbest meslek sahiplerine
kamuda üst kademe yönetici olma yolunu açan bu
değişiklikle birlikte, kamu yönetiminin üst düzey yöneticilik makamları, siyasal iktidarla gelip gidecek “siyasal
kadrolara” dönüştürülecek, memuriyet kariyer sisteminin taşıyıcısı olan “piramidin tepesi” kariyer sistemine
kapanacaktır.
Sicil değerlendirme sisteminin yerine “disiplin” ile
“ödül” uçları üzerinde yükselen “performans değerlendirme sistemi”nin getirilmesi.
Tasarı sicil sistemini ortadan kaldırılmakta, insan
doğasının benmerkezci ve kişisel çıkar odaklı olduğu
kabulüne dayanan liberal değerler üzerine kurulan ödüllendirme-cezalandırma çerçevesinde bir performans
değerlendirme sistemi kurmaktadır. Kolektif bir iş olan
kamu hizmetini performans değerlendirme sistemi ile
bireysel rekabete dayalı bir iş haline getiren değişikliklerle kamu hizmeti kavramının altı boşaltılmaktadır.
Özetle tasarı ile
Kamu hizmetini tasfiye etme politikasının önü açılmaktadır.
Tasarı, kendi içinde danışma, görüşme, tartışma,
1 Nisan 2011
“Torba Yasa” çalışanların
güvencelerini ortadan
kaldırıyor, örgütlenme
haklarını ellerinden alıyor.
direnme yollarını kapatmakta, iç dengeleme mekanizmaları olmayan, siyasal iktidarın ve başlıca toplumsal
güç odaklarının vurucu aleti haline gelmiş bir yönetim
aygıtı öngörülmektedir.
Üst kademe yöneticilik makamları siyasal kadroların
ve özel sektör aktörlerinin iş görme yerlerine dönüştürülmektedir. Bunlar, hükümetle gelip hükümetle
gitmekle birlikte, emir-komuta makamlarında kamu
kaynaklarına yön veren ve bütün bir yönetim aygıtını ve personelini yönlendirip değerlendiren kadrolar
olarak iş göreceklerdir. Emirlerinde çalışacak olanların
güvenceden yoksun oldukları ve bir yandan disiplin bir
yandan da bunların takdirlerine bağlanmış ödüllemeye
dayalı performans değerlendirme sistemine bağlandıkları düşünüldüğünde, bu yeni elitin etkilerinin yalnızca
genel politika belirleme ile sınırlı kalmayacağı, doğrudan uygulamanın ayrıntılarına da uzanacağı açıkça
görülmelidir.
Bu noktada Anayasada “Çalışma Hakkı ve Ödevi”nin
“Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” ana başlığı
altında; “Kamu Hizmetlerine Girme Hakkı”nın ise
“Siyasal Haklar ve Ödevler” içerisinde sayıldığının hatırlatılmasında fayda bulunmaktadır. Bu ayrımın temel
felsefesini kamu adına karar verenlerin siyasal iktidarın
baskılarının yanında farklı çıkar gruplarına karşı da
kamu adına korunması gerekliliğinde aranmalıdır. Bu
niteliği ile kamu hizmetine girme siyasal bir öz taşımaktadır. Tasarı getirdiği hükümlerle kamu hizmetini
ve bu hizmeti görenleri kamu adına koruma anlayışından vazgeçildiğini de işaret etmektedir.
Tasarı, kamu hizmetinin ve dolayısıyla kamu yönetimi
örgütlenmesinin kapsamlı ve sürekli tasfiyesini gerçekleştirmek amacıyla hazırlanmıştır. Bu amaç, ancak,
kamu personel rejiminin memurluk ve kariyer sisteminden çıkarılmasıyla, sözleşmelilik ve kadro sistemine
geçirilmesiyle gerçekleştirilebilir.
Tasarı, kamu hizmeti kavramını sözlüklerden çıkaracak
3
bir nitelikte olması nedeniyle sadece
657 sayılı yasaya tabi çalışanları değil
toplumun tüm emekçi kesimlerini
olumsuz etkileyecek bir özellik taşımaktadır.
Torba Yasa iş yaşamına
neler getiriyor?
Tasarı yasalaşırsa;
Asgari ücret hesaplamasında belirlenen
16 yaş sınırı 18’e çıkarılacak. Böylece
16-18 yaş arasındaki 200 binden fazla
gencin asgari ücretleri yaklaşık 80 TL
azaltılacak.
Kısmi süreli çalıştığı için sigorta primi
eksik yatanlar eksik süreyi 30 güne
tamamlayacak ve farkı kendileri ödeyecekler. Ödememeleri durumunda devletin sağlık hizmetinden yararlanamayacaklar.
Tasarıda 18-29 yaş arası erkekler ile 18 yaş üstü kadınları istihdam eden işverenlerin sigorta primlerinin işveren
tarafından ödenmesi gereken tutarı, işe alındıkları tarihten itibaren İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanacak.
Bu durum 30 ve daha yukarı yaşlardaki çalışanları işten
atılma tehdidiyle karşı karşıya bırakacak. “İstihdam
artırma niyetiyle” yapılan bu düzenlemeler ne yazık ki
aynı zamanda yeni işsizler yaratma tehlikesi taşımaktadır.
Şirketler kadrolu işçi çalıştırmak yerine, sadece ihtiyacı
olduğunda işçi çalıştıracak, böylece kısa süreli çalıştırmanın yolu açılacak. Geriye kalan süreyi 30 güne
tamamlamak için kendi cebinden primini yatıramayan
hiçbir çalışan, ömür boyu emekli olamayacaktır.
İşe alımlarda deneme süresi 2 aydan 4 aya çıkarılacak ve
buna karşılık ücret ödenmeyecek.
Tasarıyla aynı zamanda İl Özel İdarelerinde çalışan
yaklaşık 80 bin işçinin sendikasızlaştırılmasının önü
açılacak.
İnşaat Mühendisleri Odası mesleki ve toplumsal sorumluğu gereği kamuda çalışan mühendis ve mimarların,
sayıları üç milyonu bulan kamu çalışanlarının ve özel
sektörde çalışan işçilerin haklarını korumak adına,
Torba Yasa’nın çalışanlarla ilgili hükümlerine karşı
çıkmaktadır.
Çalışanların haklarında ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler vergi affı,
öğrenci affı gibi yasa tasarılarıyla birlikte ele alınamaz.
Kamu çalışanlarıyla ilgili yapılacak bir düzenleme,
kamusal alanın taşıdığı özellikler nedeniyle ayrıca
değerlendirilmeli ve konunun sosyal taraflarıyla ele
alınmalıdır.
Kamu hizmeti veren kamu çalışanlarının güvencesiz
koşullarda çalıştırılmaları “kamu hizmeti” kavramının temel anlayışına aykırıdır. Dolayısıyla üç milyon
kamu çalışanı güvencesiz çalışmaya mahkûm edilemez.
Tasarıda ilgili alanlarda yapılan değişiklikler derhal geri
çekilmelidir.
İnşaat Mühendisleri Odası, siyasal iktidarın,
Anayasa’nın vazgeçilmezlerinden olan sosyal devlet
anlayışını tamamen ortadan kaldıran, yerine neoliberalizmin piyasacı anlayışını ikame eden yaklaşıma
şimdiye kadar nasıl karşı durduysa bundan sonra da
karşı durmaya devam edecektir.
Odamız, TMMOB, KESK, DİSK ve TTB’nin açıkladığı
eylem planı doğrultusunda 31 Ocak-3 Şubat 2011 tarihleri arasında alanlarda tüm örgütsel yapısıyla çalışanların yok edilmek istenen haklarını savunacaktır.
Bu doğrultuda tüm üyelerimizi TMMOB’nin içinde yer
aldığı platformun Torba Yasa’ya karşı düzenleyeceği
eylem ve etkinliklere karşı duyarlı olmaya ve mücadele
etmeye çağırıyoruz.
Torba yasanın getirdikleri (götürdükleri!!)
Torba yasa içerisinde İş Kanunu’ndan Devlet Memurları Kanunu’na, Sosyal Güvenlik Kanunu’ndan Yükseköğretim Kanununa kadar pek çok alanda düzenleme
bulunuyor. Siyasi iktidar işçilerin, emekçilerin haklarını budamanın yolunu, toplumun geniş kesiminin beklentileri ile işçi gasplarını aynı kefeye koymakta buldu. Bir
yandan vergi affı, öğrenci affı, emekli maaşlarının iyileştirilmesi, diğer yanda daha
fazla sömürü anlamına gelen esneklik, gençlere güvencesizlik, stajyer ve çırakların
ücretlerinde düşüş, taşeronlaştırma, kadrolu çalışanlara sürgün….. İlave olarak
patronlara vergi indirimleri, teşvikler, destekler de yasanın içinde.
Kriz döneminde açıklanan istihdam paketlerinde yer alan hükümlerin çok daha
ötesinde, hayatımızı derinden etkileyecek hükümler bu yasada yer almakta. Zaten
siyasi iktidar, ne zaman istihdam yaratmaktan, işsizlik ile mücadeleden bahsetse,
altından sermayedarlara teşvik, yeni hak gaspları, işsizlik fonunun yağmalanması gündeme geliyor. İşsizlikle mücadele adı altında, ücretlerin aşağıya çekilmesi,
işçilerin zaten sınırlı olan iş güvencelerinin ortadan kaldırılması, sendikaların yok
edilmesi, kıdem tazminatlarının gaspı gündeme taşınıyor. Sanki istihdam yaratmak
bir lütuf, bir yardımseverlik faaliyeti.
Siyasi iktidarın, işsizlikle mücadele etmek, sosyal güvenlik sistemini ayakta tutmak
gibi bir derdi yok. Amacı hizmet ettiği sermayedarlara yeni kâr alanları açmak,
onları daha güçlü hale getirmek. Emeğin ucuz işgücü olarak görüldüğü Türkiye,
Dünya’nın en uzun haftalık çalışma saatine sahip ülkelerinden biri. Bu durum bir
kişinin üstlenebileceği işten çok daha fazlasını yüklenmesi anlamına geliyor. Amaç
gerçekten çalışma yaşamını hakkaniyetle düzenlemek olsaydı, çalışma sürelerinin
kısaltılması ciddi bir seçenek olarak ortaya konulabilirdi.
• Siyasi partiler, amaçlarına ulaşmak için, siyasi faaliyetler kapsamında her türlü
harcamayı yapabilecek.
• Ormanlara her türlü hayvan sokulması yasak olacak.
• Belediye encümenlerinin, belediye sınırları içerisinde tütün ürünleri için para cezası kesme yetkileri kaldırılıyor. Yasağa uymayanlar önce yazılı uyarılacak, yasağa
uymayanlara mahalli mülki amir tarafından 1000-5000 TL arasında para cezası
verilecek.
• 31 Aralık 2010 tarihine kadar ödenmemiş vergiler, SSK prim borçları yeniden yapılandırılacak. Alacaklar, enflasyona göre yeniden hesaplanacak.
• Gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri matrah artırımı yapabilecek. Beyanlar; 2006
yılı için yüzde 30, 2007 için yüzde 25, 2008 için yüzde 20 ve 2009 için yüzde 15
oranlarından az olmamak üzere artırılması halinde, bu yıllar için vergi incelemesi
yapılmayacak.
• Sigara cezası dışında başta trafik cezaları olmak üzere 120 TL’nin altındaki idari para cezaları silinecek.
• Varlık barışından beyanda bulunup parasını getirmeyenler ya da vergisini ödemeyenler de af paketinden yararlanabilecek.
• Erken doğum yapan kadın işçi, doğumdan önce kullanamadığı iznini doğum sonrasında kullanabilecek. Sekiz haftalık izin kullanılmayan süresi
yine sekiz hafta olan doğum sonrası izine eklenecek.
• 12 Eylül mağdurları emekli olmak için gözaltında veya cezaevinde geçen süreleri
için borçlanabilecek.
Siyasi iktidarın, genel kabul görecek maddelerin yanına emekçiler aleyhine ne kadar
düzenleme varsa aynı çuvala attığı ve adına torba dediği bu yasada;
• Silikozis hastaları malulen emekli olacak.
• Yükseköğretim kurumlarıyla ilişiği kesilenlere dönüş yolu açıldı. Terör
suçlarından hüküm giyenler düzenleme kapsamı dışında tutuldu.
• Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, ihtiyaç sahibi yükseköğrenim öğrencilerine burs verilmesi amacıyla gerçek ve tüzel kişilerden 31 Aralık 2015 tarihine
kadar şartlı bağış kabul edebilecek.
• Türkiye Kömür İşletmeleri’nin kömür yardımı için yapacağı mal ve hizmet alımları da Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulacak.
• Siyasi partilerin mali denetimi Anayasa Mahkemesi’nce yapılacak.
• Sendikaların yetki tespitinde, 30 Haziran 2011 tarihinden sonra yayımlanacak istatistikler dikkate alınacak.
• BDDK; SPK kamu bankaları İstanbul’a taşınacak.
4
1 Nisan 2011
İMO: AKP’nin polis devleti
girişimiyle karşı karşıyayız
Dört emek ve meslek örgütünün “Torba Yasa”ya
karşı düzenlediği ortak eyleme polisin sert müdahale
etmesi nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası 4 Şubat
2011 tarihinde bir açıklama düzenledi. Açıklamada
AKP Hükümeti’nin çalışana tahammülsüzlüğünü bir
kez daha gösterdi ve AKP’nin polis devleti girişimiyle
karşı karşıya olduğumuza dikkat çekildi.
Haklı taleplerini dile getirmek isteyen ve Türkiye’nin
dört bir yanından Ankara’ya yürüyen on binlerce
çalışanın polis terörüyle karşı karşıya bırakılmasına tepki gösterilen açıklamada Hükümetin “Torba
Yasa”yla haklarını yok etme girişimlerine karşı
eylemler düzenleyen ve 81 ilden Ankara’ya yürüyerek
Meclis etrafında simgesel zincir oluşturmak isteyen
çalışanların polisin cop, tazyikli su, biber gazı ve
sis bombasıyla karşılanmasının kabul edilmeyeceği
belirtildi.
Siyasi iktidarın, son dönemlerde gerçekleştirilen hemen hemen tüm eylemleri polis
şiddetiyle engellemeye çalıştığına vurgu
yapılan açıklamada siyasi iktidarın bu tavırla
polis devleti girişimlerini biraz daha hayata
geçirmek istediğinin anlaşıldığı belirtildi.
Başbakanın Mısır yönetimine “demokrasi dersi” verip
içerde çalışanlar üzerinde terör estirmesi Türkiye’deki
siyasi iktidarın gerçek yüzünü göstermesi açısından
oldukça manidardır. Ancak bizler için bu tutum şaşırtıcı değildir. Bizler AKP’nin iktidara geldiği günden
bu yana gerçek yüzünü görüyor ve her fırsatta bunu
kamuoyuyla paylaşıyorduk. Dün yaşananlar siyasi
iktidarın ülkeyi polis devleti anlayışıyla yönetmek
istediğinin yeni bir göstergesi olmuştur.
Bizler siyasi iktidarın gerçek niyetini biliyoruz ve bu
nedenle sokaklardayız. Sermaye guruplarına peşkeş
çekilmek istenen haklarımızı siyasi iktidarın polisine
rağmen haykırmaya devam edeceğiz.
Dün sokakta haykırdığımız gibi: “sonun Mübarek
olsun”.
Hak arama mücadelemiz AKP’nin polis devleti girişimlerine rağmen devam edecektir.”
Çalışanların hak arama mücadelesine tahammülsüzlüğüyle bildiğimiz AKP Hükümeti
bir kez daha bizleri yanıltmadı ve gerçek
yüzünü gösterdi denilen açıklamada şu
ifadelere yer verildi: “Ne ilginçtir ki siyasi
iktidarın baş aktörü Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, daha birkaç gün önce Mısır yönetimine “Demokratik tepkilere, halkın sesine
kulak verin” sözleriyle Ortadoğu’nun sözüm
ona “istikrarlı” ülkesinin Başbakanı olarak
telkinlerde bulundu ve akabinde çalışanların
haklı eylemlerine polisin sert müdahalesiyle
karşılık verdi.
Günlerdir torba yasaya
kaşı eylemler düzenleyen
çalışanlar 81 ilden başlattıkları yürüyüşü dün (3
Şubat 2011) Ankara’da
Meclis etrafında simgesel
zincir oluşturarak sonlandırmak istediler. Ancak
çalışanların haklı eylemine
polis, cop, tazyikli su, gaz
bombası ve biber gazıyla
müdahale etti.
Kolej kavşağından Kızılay meydanına alkış, slogan ve
ıslıklarla yürüyen yaklaşık on bin çalışan “Tayyip sonun Mübarek olsun”, “Tayyip torbanı al başına çal”,
“Torba Yasa geri çekilsin”,“Genel grev genel direniş”,
“Direne direne kazanacağız” sloganları attı.
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Genel
Başkanı Döndü Taka Çınar, TMMOB Genel Başkanı Mehmet Soğancı ve TTB Genel Başkanı Eriş
Bilaloğlu’nun polisle yaptığı görüşmelerin sonuç
vermesi üzerine Meclise yürümek isteyen çalışanlara havanın eksi iki derece olmasına aldırış etmeyen
polis, tazyikli su, gaz bombaları ve biber gazıyla sert
müdahalede bulundu.
İMO artan iş cinayetleri ve 10 Şubat 2011 tarihinde
Kahramanmaraş’ta yaşanan göçük nedeniyle bir
açıklama yaptı.
Açıklamada son günlerde arda arda iş cinayetlerinin
yaşandığına ve iş cinayetlerinde yaşanan artışa özelleştirme nedeniyle yetersiz denetim yapılmasının
neden olduğuna dikkat çekildi.
Kahramanmaraş Afşin-Elbistan Linyitleri B Termik Santrali’nde meydana gelen iş cinayetinin göz
göre yaşandığına dikkat çekilen açıklamada “daha
dört gün önce aynı bölgede göçük yaşanmış, 1 işçi
yaşamını yitirmiş 9 işçi yaralanmıştı. Termik Santrali
bir an önce işletmeye açmak isteyen Park Holding’in
sahipleri gerekli tedbirler alınmadan bölgede göçük
kaldırma çalışmaları başlatmış ve gelinen aşamada 1
işçinin ölümüne neden olmuş, akıbetleri bilinmeyen
aralarında mühendislerin de olduğu 9 kişinin göçük
altında olmasına ortam hazırlamışlardır. Termik
Santralin B ünitesi üç yıl önce özelleştirilmiş ve Park
Holding’e devredilmiştir. Yerel kaynaklar, özelleştirmesin ardından denetimsizliğin arttığına, işletmenin
kar hırsıyla maden göbeğinde var olan maden rezervini çekip aldığına, daha önceleri ölümlü göçüklerin
yaşanmadığına ancak özelleştirilmenin ardından
bu tür göçüklerin yaşanmaya başlandığına dikkat
çekiyorlar” bilgilerine yer verildi.
Özelleştirmelerin iş cinayetlerine davetiye çıkardığına dikkat çekilen açıklamada “Afşin-Elbistan’da
yaşanan son iş cinayeti ve diğer iş cinayeti örnekleri
bir kez daha bizlere hem sosyal devlet olgusunun
yok edilme girişimleri sonucu gerçekleştirilen özelleştirmelerin ardından işverenlerin iş güvenliği ve
işçi sağlığını öncelikleri arasına almadıklarını hem de
devletin yeterli denetimlerde bulunmadığını göstermektedir” denildi.
Çalışanların hak arayışına
polis copu
“Torba yasa” adıyla Meclis
Genel Kurulu’nda görüşülen ve çalışanların haklarını tırpanlayan yasa tasarısına karşı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB Türkiye’nin
dört bir yanından 1 Şubat 2011 tarihinde yürüyüş
başlattı. 3 Şubat’ta Ankara Kolej kavşağında bir araya gelen buradan Meclise yürümek isteyen çalışanlar
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın talimatıyla polisin sert
müdahalesiyle karşılaştı.
Denetimsizlik İş
Cinayetlerine Davetiye
Çıkarıyor
İstatistiklere göre Türkiye’nin ölümlü iş kazaları
alanında Avrupa’da birinci dünyada ikinci sırada
bulunduğu; Türkiye’de en sık iş kazasının yaşandığı
sektörler sıralamasında inşaat sektörü nün üçüncü
sırada yer aldığı ve 2011 yılının başından bu yana 50
kişinin iş cinayetleri sebebiyle yaşamını yitirdiğine
vurgulanan açıklamada şöyle denildi: “ Rakamlar
oldukça çarpıcı. Ülkemizde iş sağlığı ve işçi güvenliğinin sorunlu bir alan olduğu ve her yıl binlerce kişinin
bu sebeple yaşamını yitirdiği bilinen bir gerçektir.
Yine bilinen bir diğer gerçek ise siyasi iktidarın bu
alanda gerekli önlemler almadığı, işçi sağlığını işverenin insafına bıraktığıdır.
Emek ve meslek örgütleri Meclis Genel Kurulu’nda
değerlendirilen(!) ve peyderpey kabul edilen “Torba
Yasa”ya işte tam da bu nedenlerle karşı çıkmaktadır.
Türkiye’de çalışma yaşamı her geçen gün biraz daha
işverenin lehine, çalışanların aleyhine düzenleniyor
ve bu tercihin doğal bir sonucu olarak her geçen gün
artan ölümlü iş cinayetleri yaşanıyor.
Polisin iki saat süren müdahalesi Ziya Gökalp Caddesi boyunca devam etti. Biber gazından ve tazyikli
sudan etkilenen çok sayıda eylemci yaralandı. Yaralıların bir bölümü hastaneye kaldırıldı.
Eyleme kitlesel katılan TMMOB, TTB üyeleriyle TMMOB önünde toplanıp buradan Kolej
Meydanı’na slogan, alkış ve dövizlerle yürüyerek
katıldı.
İnşaat Mühendisleri Odası, Yönetim Kurulu Üyeleri,
tüm şubelerden gelen yöneticileri ve çalışanlarıyla
eyleme aktif destek verdi.
Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması
Torba Yasa`ya karşı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB
tarafından düzenlenen eylemin polis tarafından
engellenmesi üzerine dört örgüt, akşam saatlerinde, Sakarya Caddesi’nde ortak bir açıklama yaptı.
Binlerce kişinin katıldığı, “AKP iktidarının şiddetine,
polis devleti girişimlerine teslim olmayacağız!” sloganıyla yapılan basın açıklamasının metni DİSK Genel
Başkanı Süleyman Çelebi tarafından okundu.
OSTİM’de, İVEDİK’te ve Kahramanmaraş’ta yaşadığımız işçi cinayetleri siyasi iktidarı bir kez daha iş
güvenliği ve işçi sağlığı alanını düşünmeye, değerlendirmeye ve acil önlemler almaya davet ediyor.
Yeni iş cinayetlerinin yaşanmaması için siyasi iktidara bir kez daha sesleniyoruz: iş cinayetlerini önlemek
mümkün. Çalışanların yaşam hakkını işverenlerin
kar hırsına terk etmeyin. Gerekli önlem ve tedbirleri
biran evvel alın.”
1 Nisan 2011
5
İMO Bursa Şubesi’nin yeni binası
törenle hizmete açıldı
İMO Bursa Şubesi’nin Bursa Akademik Odalar Yerleşkesi’ndeki (BAOB) binası 5 Mart
2011 tarihinde düzenlenen törenle hizmete açıldı.
Çok sayıda davetlinin katıldığı törene, AK Parti Bursa Milletvekili M. Altan Karapaşaoğlu, Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel, Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa
Dündar, Bursa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Seyfettin Avşar, İMO Yönetim
Kurulu Başkanı Serdar Harp, İMO Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Züber Akgöl,
İMO İstanbul, Kocaeli, Balıkesir ve Sakaya Şubelerinin Yönetim Kurulu Üyeleri, İMO
Genel Sekreter Yardımcısı Gülsüm Sönmez, TMMOB’ye bağlı Odaların Bursa Şube
Başkanları ile çok sayıda üye katılım gösterdi.
Açılışta sırasıyla İMO Bursa Şube Başkanı Necati Şahin, İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp ve Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel birer konuşma yaptı.
Necati Şahin, araziyi odalara tahsis eden ve tüm akademik odaları bir çatı altında
toplayan herkese teşekkür etti. Şube binası hakkında teknik bilgiler veren Necati
Şahin, 750’si hizmet alanı, 750’si eğitim alanı olmak üzere toplamda bin 500 metrekarelik bir alanda yerleştiklerini kaydetti. IMO Bursa Şubesi’nin de dâhil olmak
üzere 27 odanın hizmet verdiği BAOB Yerleşkesi için şimdiye kadar 22 milyon liranın
harcandığını vurgulayan Şahin: “Yerleşke için sadece bizim odamız 3 milyon 200 bin
TL harcamıştır. Burası adeta gönüllü kuruluşların çatısı oldu. Bizler hiçbir yöneticinin
rakibi değil, ücretsiz danışmanıyız. Kent yönetimi bilimsel verilere dayanarak yapılmalıdır. Yöneticilerimiz de bizlerle işbirliğine girmelidir” diye konuştu.
Türkiye’de ve Bursa’da kentleşme sorunları olduğunu söyleyen Necati Şahin, sorun-
ların çözümünün de ancak akademik odalarla iş birliğine gidilerek bulunabileceğine
işaret etti.
Necati Şahin’nin ardından söz alan İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp,
BAOB’un Türkiye’ye örnek bir yapı olduğunu belirterek; projenin yapılması, uygulanması ve faaliyete geçirilmesi aşamasında emeği geçen herkese teşekkür etti.
Türkiye’nin gıpta ile baktığı BAOB çatısı altında faaliyet gösteren tüm akademik
odalara başarılar dileyen Serdar Harp; “Yaşam alanlarımız ticari ve siyasi rantlara
kurban ediliyor. Bursa’da bu yanlışlardan nasibini aldı. Ulaşım başta olmak üzere yapılaşmada da ciddi sıkıntılar var. Akademik odaların böylesine güzel bir çatı
altında toplanmasını fırsat bilerek kent yöneticilerinin
sorunların çözümü noktasında buralara başvurması
gerekiyor” dedi.
Serdar Harp’in ardından Bursa Vali Yardımcısı Sabahattin Yücel, bir teşekkür konuşması yaptı.
Açılışta Prof. Dr. Uğur Ersoy, “İnşaat Mühendisliği ile
İlgili Bir İrdeleme” başlıklı bir sunum yaptı.
Açılış konuşmalarının ardından İMO Bursa Şubesi
hizmet binasının kurdele kesimi hep birlikte gerçekleştirildi.
Serdar Harp Atılım Üniversitesi
öğrencileriyle buluştu
Atılım Üniversitesi genç-İMO temsilcilerinin daveti üzerine İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp 15 Mart 2011 tarihinde Atılım Üniversitesi öğrencileri ile
bir söyleşi yaptı.
Şube Başkanları Toplantısı
gerçekleştirildi
Söyleşiye çok sayıda öğrencinin yanı sıra öğretim üyeleri, İMO Yönetim Kurulu
Sayman Üyesi Züber Akgöl ve İMO Genel Sekreter Yardımcısı Ayşegül Bildirici
katıldı.
Serdar Harp söyleşide son günlerin önemli gündemlerinden olan Japonya depremini, yapı denetim sistemini, meslek yasalarını, altyapısı olmadığı halde açılan
yeni üniversiteleri ve teknoloji fakültelerini değerlendirdi.
Japonya’da meydana gelen depremde yaşanan can kayıplarının depremden değil
tusunamiden kaynaklandığına dikkat çeken Serdar Harp, İMO’nun daha önce
defalarca vurguladığı “deprem değil, tedbirsizlik öldürür” tespitinin yeniden
doğrulandığını belirtti. Siyasi iktidarların deprem için yeterli önlem almadığını
vurgulayan Serdar Harp, depremlerde kayıpları en aza indirmenin yollarından
birinin Yapı Denetim Yasası olduğunu ancak mevcut yasada eksiklikler bulunduğunu belirtti.
İnşaat mühendisliğinin en önemli sorunları arasında altyapı eksikliğine rağmen
açılan yeni üniversiteler olduğunu söyleyen Harp, bu nedenle üniversite eğitiminde ciddi bir nitelik kaybı yaşandığını ve üniversiteden mezun olan gençlerin
meslek hayatında zorlandıklarını vurguladı.
Söyleşide mühendisliğin tanımına gönderme yapan Serdar Harp mühendislerin
etik değerlere sahip olmaları, bilim ve teknolojiyi takip etmeleri, çevreci olmaları,
toplumsal olaylara duyarlı olmaları ve alanlarında uzman olmaları gerektiğinin
altını çizdi.
Söyleşi öğrencilerin sorularına verilen yanıtlarla noktalandı.
İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu, İMO Şube Başkanlarıyla
3 Şubat 2011 tarihinde İMO Genel Merkezi’nde ortak bir toplantı
düzenledi.
Toplantıda İMO’nun örgütlenme çalışmalarına ilişkin görüş alışverişinde bulunuldu.
8 Mart Dünya Kadınlar Gününü
Selamlıyoruz
İnşaat Mühendisleri Odası, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada son günlerde artan kadın cinayetlerine dikkat çekildi.
Kadınların her ortamda fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kaldığına
dikkat çekilen açıklamada “Kadınlar günlük yaşamda sürekli olarak cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalmakta, sistem tarafından biçilen
rolün bir gereği olarak ‘ gerektiğinde’ çok rahat öldürülmektedirler. İstatistiklere
göre her gün dört kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Tacizciler, tecavüzcüler ve
kadın katilleri tahrik indiriminden yararlanıyor ve hatta serbest bırakılıyor. Gerekli
yasal düzenlemeleri yapmayan, var olanları ise uygulayamayan devlet, kadını
şiddetten ve ölümden koru(ya)mamaktadır. Bu bağlamda kadın cinayetleri sistematiktir ve politiktir” denildi. Siyasi iktidar ve yandaş medyanın içindeki kadın
düşmanlığını açığa çıkardığına vurgu yapılan açıklamada “AKP ve yandaşlarının
muhafazakârlık sosuna bulanmış kalemşorları kadınlara saldırmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde bir ilahiyat profesörü, tecavüz olayını kadının giyimine
bağlamış ve kadını suçlu olarak ilan etmişti ve bu rezalet yandaş basın tarafından
desteklendi” ifadelerine yer verildi.
Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web adresinden ulaşılabilir.
6
1 Nisan 2011
Hayatımız, AKP’nin İş Güven(ce)sizliğine Feda Edilemez
FELAKETLER KADERİMİZ DEĞİL !
T
ürkiye, sağlıksız ve güvencesiz
çalışma koşulları sonucunda ortaya
çıkan felaketlerin, kazaların ve katliamların sessizce karşılandığı bir atmosfere sahip. Eğitimle halledilmeyen bir
sorun, teknolojik destekle
çözüme kavuşturulamayan bir arıza veya iş
cinayetleri kadere
havale edilerek
geçiştiriliyor.
Böylelikle benzer
zincirleme hadiseler için kullanılacak klişe gerekçeler
hazırlanıyor.
Son günlerde art arda yaşanan felaketlerin ardından
AKP Hükümeti “kar hırsını ve kötü çalışma koşullarını yok sayarak” durumu kaza diye açıklamaktadır.
OSTİM ve İVEDİK’ te, Zonguldak’taki maden ocağında, Antalya’daki dolum tesisinde, Maraş - Elbistan ve
sonra Batman’da yaşanan iş cinayetleri, AKP’nin iş sağlığı politikasının düşük maliyet-yüksek kar, dolayısıyla
fazla ölüm mantığına dayandığını göstermiştir. Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) verilerine göre, iş kazası sonucu ölüm sıralamasında dünya üçüncülüğümüz ve Avrupa şampiyonluğumuz vardır. Bu ölümlerin sorumluları durumu kaza
diye açıklayarak suçlarını örtmeye çalışmaktadır.
Bugün Türkiye’de imalat sektöründeki 600.000 işletme
denetim dışıdır. Sorunun temeli çalışma yaşamının
mevcut yapısından kaynaklanmaktadır. Kazaların
yaşandığı işyerlerinin ortak noktası, iş güvenliğinin
olmaması, denetimin uygulanmaması, buna karşın
sendikasızlaştırmanın ve taşeron sisteminin hâkim
olmasıdır. İşyeri denetimleri ve dolayısıyla iş sağlığı ve
güvenliği önlemleri Türkiye’deki sanayi işletmelerinin
ancak yüzde 1,6’sında geçerlidir. 700-800 civarındaki
iş müfettişi sayısı çok yetersizdir. Bu sayı örneğin;
ülkemizle eşdeğer işyeri sayısına sahip Almanya’da
3900’dür. Çalışma yaşamıyla ilgili mevzuat yalnızca
başlıca “sanayi ve ticaret” işlerini kapsamakta, tarım
sektörünün tamamı, hizmet sektörünün bir bölümü ile
KOBİ`lerin çok büyük bir bölümü kapsam dışında bırakılmaktadır. Çalışma hayatına “kayıt dışı istihdamı
teşvik eder tarzda” bir “işçi sağlığı ve iş güvenliği”
politikası hakim durumdadır.
“Torba Yasa”nın mecliste görüşüldüğü gün OSTİM ve
İVEDİK’te meydana gelen patlamalar ile AKP zihniyeti
arasında bir paralellik vardır. AKP hükümeti bir yandan
neo-liberal yıkım politikalarıyla toplumu temelinden
yok etmeye çalışıyor, diğer yandan meydana gelen
patlamalarla onlarca işçinin hayatı temelli yok oluyor.
Meydana gelen patlamalar, ülkemizde çalışma koşulları
ile insan yaşamı arasındaki çelişkiyi “onlarca işçimizin
canı pahasına” bir kez daha gözler önüne sermiş-
AKP, özelleştirme
ve piyasalaştırmayı
kendisine rehber
edinmiş durumdadır. Bu
zihniyetin kaçınılmaz bir
sonucu, özelleştirilen
ve taşeronlaştırılan
sektörlerde yaşanan
iş kazalarındaki büyük
artıştır.
tir. Ankara’da işyerlerinde patlamaların olduğu gün
TBMM’de görüşülen “Torba Yasa” ile işçi ölümlerinin
yasal zeminleri sağlamlaştırılmıştır.
AKP eliyle yürütülen neo-liberal politikalar, işçinin
sağlığını hiçe sayan ve sonucunda ucu Tuzla’ya ve Davut Paşa’ya varan cinayetlere sebep olmuştur. Bile bile
ölüme davetiye çıkaran, patronların cebini daha fazla
dolduran, insan onurunu ve emeğini ölümle sınayan bu
zihniyetin parçası olan Çalışma Bakanı Ömer Dinçer
meseleyi işçilerin dikkatsizliği ile açıklamaktadır. AKP,
özelleştirme ve piyasalaştırmayı kendisine rehber edinmiş durumdadır. Bu zihniyetin kaçınılmaz bir sonucu,
özelleştirilen ve taşeronlaştırılan sektörlerde yaşanan iş
kazalarındaki büyük artıştır. İnşaat sektöründe taşeron
kullanımında amaç, işlerin uzman kişilerce yaptırılmasıdır. Taşeron kullanımı doğru uygulandığı takdirde
hata yapma veya kaza oranı azalır. Ancak burada en
önemli konu sertifikalandırma, yönetmelik ve standartlarıdır
İşçileri öldüren sömürü politikaları, özelleştirmeye ve
güvencesizleştirmeye dayanmaktadır. İş güvenliği ve iş
sağlığı, para hırsı nedeniyle feda edilmektedir. Yapanın
yanına pek çok şeyin kar kaldığı gerçeği, asli olarak bu
tür felaketlerde görülmektedir. Bu felaketin yaratıcıları ve sorumluları birden bire sırra kadem basmakta,
adeta görünmez bir el, bu tür vakaların enine boyuna
incelenmesinin önüne set çekmektedir. Mevcut iktidar
ya bu felaketlerin sorumlularını koruyup kollamakta
ya da doğrudan kendi sorumluluğunu kadere havale
ederek sıyrılmaktadır. Araştırmalar, iş kazalarının yüzde
50’sinin “kolaylıkla” önlenebilecek kazalar olduğu ve
yüzde 48’inin de sistemli bir çalışma ile önlenebileceğini
ortaya koymaktadır. Buna rağmen, gerek yasal düzenlemelerdeki yetersizlikler, gerek uygulama boşlukları ve gerekse de Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nın konuya ilgisizliği, iş kazalarının
artarak devam etmesine neden olmaktadır.
bir grupla yapılabilir. Diğer yandan ise yine bir inşaat
işi olan ve sadece ağaç dikimi, çimen, çiçek, kaldırım ve
oturma grupları yapımı içeren büyük bir gezi parkının
inşaatında ise 50 kişinin çok üstünde personel görev
alabilmektedir. Dolayısıyla inşaat sektöründe “iş tanımlı” iş güvenliği kavramı öne çıkmakta olup mevcut
yasal düzenlemeler sektörün ihtiyacını karşılamaktan
uzaktır.
Öte yandan, son SGK istatistiklerine göre halen kayıtlı
bir milyon otuz altı bin işyerinin yüzde 97’si 1- 49
arasında işçinin çalıştığı yerler olup, ölümcül iş kazalarının yüzde 98’i KOBİ’lerde meydana gelmektedir.
09.12.2009 tarihli “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri ile
Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri Hakkında Yönetmeliğin Uygulanmasına Dair Tebliğ” ile ana işverenleri,
işyerlerini küçük parçalara ayırarak yükümlülüklerinden kurtarmaya yönelik bir düzenleme yapılmıştır. Bu
durum, iktidarın yasal düzenlemeler ile gereklilikleri
yerine getiriyor görüntüsü yaratmaya çalıştığını, her
ne koşulda olursa olsun piyasanın ihtiyaçlarına göre
davrandığını açıkça göstermektedir.
Mühendislik biliminin iş sağlığı ve güvenliğiyle doğrudan ilgisi, İş yerlerindeki fiziki koşullar ile giderek daha
fazla karmaşıklaşan üretim, yöntem ve araçları oluşturan teknik etkenler, işçi sağlığı ve iş güvenliği çalışmalarında mühendislerin daha etkin görev almalarını gerekli
kılmaktadır. İş yerlerindeki güvencesiz çalışma koşullarına karşı alınacak teknik önlemlerin geliştirilmesinde
ve uygulanmasında mühendislerin önemi artmaktadır.
Oysa mühendislerin işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatındaki yeri halen sağlıklı ve uygulanabilir olmaktan
uzaktır. Bir an önce mühendislerin çalışma ilkelerini
düzenleyerek yasal boşluğun giderilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde ne yazık ki, iş güvenliği ve işçi
sağlığı ile ilgili tüm bağlantılar vakayı adiyeden
sayılarak çok önemsenmeyen, dahası geçiştirilen bir vahamete denk gelmektedir. Ne zaman
bu konularla ilgili yasal düzenlemeler gündeme
gelse, işverenin iş güvenliği ile cüzdanının sağlığı
birinci öncelik haline gelmektedir. İşçinin talepleri bir başka bahara kalmaktadır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği
İşçi sağlığının korunması ve iş güvenliğinin
sağlanması için yapılan ve 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı yasa ile esnek çalışma ve esnek
üretimin yasalaşması sağlanmıştır.
İşyerindeki güvencesiz çalışma koşulları üretim sürecinde kullanılan teknolojinin ve üretim araçlarının
niteliksizliğinden denetim hatalarına ve sağlıksız çevre
koşullarına kadar birçok nedenden kaynaklanmaktadır.
Belediyeler ve bakanlıklar arasındaki denetim çekişmesi ve karmaşasının da zaten son derece etkisiz kalan
denetimleri iyice içinden çıkılmaz hale getirdiği muhakkaktır. Çalışanları değil işverenleri gözeten yasalar,
emeğin ana değer olarak güvence altına alınması yerine
işverenin imtiyazlarının artması sonucu doğurmaktadır.
4857 sayılı iş yasasının 81.maddesinde yapılan değişikliklerde insan yaşamını doğrudan ilgilendiren bir haktan
yararlanmayı “işin kapasitesi ve zorluk derecesi
dikkate alınmaksızın” iş yerindeki işçi sayısına bağlayarak 50’den az işçi çalıştıran işyerleri iş güvenliğinden
yararlanma hakkından mahrum bırakılmıştır. İnşaat
sektörü, sektörler arasında en yüksek kaza oranlarından
birine sahiptir. Muhtemeldir ki en yüksek orana sahiptir, çünkü pek çok kaza ve / veya yaralanma olağan
karşılanmakta ve kayda geçirilmemektedir. 50‘den az
işçinin çalıştığı işyerlerinde fazlasıyla iş kazası görülmektedir. İnşaat sektöründe işlerin büyük çoğunluğu 50
kişinin altında personel ile yapılabilmektedir. Örneğin 5
katlı tipik bir konut binası veya kazaların sıklıkla görüldüğü büyük bir altyapı işi rahatlıkla 50 kişinin altında
İş güvenliği mühendisinin işyeri hekimliğine benzer
şekilde işletmelerde işin niteliğine ve iş yerinin koşullarına göre tam zamanlı olarak çalıştırılması zorunlu
olmalıdır. İşçi sağlığı ve güvenliği konusunda sorumluluk yüklenen mühendisler bunu yan bir görev olarak
değil ayrı ve temel çalışma alanı olarak görmeli ve bunu
programlı bir şekilde yürütmelidir. Oysa 3194 sayılı
İmar Kanunu’nun ikincil mevzuatı olan “Yapı Müteahhitlerinin Kayıtları ile Şantiye Şefleri ve Yetki Belgeli
Ustalar Hakkında Yönetmelik”in ilgili maddeleri ile
mühendis veya mimar unvanlı şantiye şeflerinin, özellikli yapılar olarak nitelendirilebilecek yapım işlerinde
hizmet vermelerinin yanı sıra aynı işyerinde iş güvenliği hizmetlerini de yürütmeleri hususunda bazı düzenlemelere gidilmiştir. Büyük hacimli ve yapım yönetimi
bağlamında iş yükünün ağır olduğu bu şantiyelerde
şantiye şefinin aynı zamanda iş güvenliği hizmetini de
yürütmesi sağlıklı bir uygulama olmayacaktır.
4857 sayılı iş kanununun 81 inci maddesi kapsamında
çıkarılan “İş Güvenliği Uzmanlarının Görev, Yetki, Sorumluluk Ve Eğitimleri Hakkında Yönetmelik” in “Mesleki Bağımsızlık, İhtar ve İptal” başlıklı 26. maddesinde
“Mesleki bağımsızlığın sonuçları hiçbir şekilde iş sağlığı
ve güvenliği hizmetlerinde görevlendirilenlerin aleyhine
kullanılamaz ve yapılan sözleşmelere mesleki anlamda
bağımsız çalışmayı kısıtlayabilecek şartlar konulamaz.”,
“Özellikle sağlık ve güvenlik riskleri konusunda, işveren
ve işçilere önerilerde bulunurken hiçbir etki altında
1 Nisan 2011
İşçi cinayetlerinin nedeni
bellidir; Tıpkı Tuzla’da,
Davutpaşa’da, madenlerde
olduğu gibi daha fazla
sömürme hırsıdır.
kalmazlar.” ve “Mesleki bağımsızlığın sonuçları hiçbir
şekilde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinde görevlendirilenlerin aleyhine kullanılamaz ve yapılan sözleşmelere
mesleki anlamda bağımsız çalışmayı kısıtlayabilecek
şartlar konulamaz.” İfadeleri yer almaktadır. Müteahhit
adına ücret karşılığı görev yapan şantiye şefinin belirtilen şartlarda çalışmasını beklemek hayatın gerçekleri ile
örtüşmemektedir.
İş yasası ve ona bağlı yapılan diğer düzenlemeler sektörler arası bir farklılık gözetmemektedir. Yani yasa
üretim sektöründe olan banka şubesi ile proje bazlı bir
sektör olan inşaat sektörünü aynı çerçevede değerlendirmekte, sektörel farklılıkları dikkate almamaktadır.
Bilimin ve bilmenin rehberliğinde gidilecek yol bizi iş
güvenliği ve işçi sağlığı konusunda doğruya götürür.
İnşat sektörü gibi 50 işçinin altında çalışan sektörlerde
sayı sınırlaması getirmek yerine işin kapasitesi ve işin
zorluk derecesi dikkatte alınarak iş güvenliği uzmanı
görevlendirilmesi sağlanmalıdır.
Benzer şeklide iş güvenliği uzmanlığı eğitim programlarında da sektörel farklılıklar yok sayılmaktadır.
İş güvenliği mühendisliği, mühendislik mesleğinin
icrasıdır. Kamusal sorumluluğu olan meslek odaları
olarak yüksek öğretim alanında hiçbir yetkisi ve buna
uygun kadrosu olmadığı halde, işyeri hekimlerinin ve iş
güvenliği mühendislerinin ticari kuruluşlar tarafından
belgelendirilmek istenmesini, dahası bu programlarda meslekten olmayan kişilerin yetkilendirilmesini
kabul etmemiz mümkün değildir. İşyeri hekimliği ve iş
güvenliği eğitimleri, sürücü kursları gibi herhangi bir
dershaneye, piyasaya ve ranta bırakılamaz. Yeterliliğin
göstergesi piyasaya tahvil edilemez. Piyasanın aşırı kar
hırsına teslim olmuş bir uygulama ancak yeni sorunların doğmasına sebep olabilir.
Denetleyen kişilerin denetlediği kişilerden daha uzman
ve bilgili olması gerekliliğinden hareketle, ticari kuruluşlar aracılığıyla “meslekten olmayan kişilere” verilecek
olan sertifikalar ile örneğin tüp geçit inşaatının veya
1.0 -1.5 km uzunluğunda bir asma köprünün iş güvenliği önlemleri nasıl alınabilecektir.
Bu bakış açısının gideceği en son yer OSTİM, İVEDİK,
MARAŞ, ELBİSTAN ve BATMAN’da yaşanan işçi
katliamlarıdır. Çalışma yaşamını içinden çıkılmaz hale
getiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, tüm bu
olumsuzluklara neden olduğu halde meslek odalarını
suçlamaktan çekinmemektedir. Bakanlık, bu alanın
temsilcisi olan meslek odalarının rolünü sürdürmesini,
iş kazaları ve meslek hastalıklarını azaltmaya yönelik
çabalarını ve tekliflerini reddetmekte, işçi sağlığı ve
güvenliği alanını piyasaya ve kâr hırsına kurban etmektedir. AKP hükümeti kendi çerçevesinden yaşananları
kader olarak değerlendirirken, “meslek odaları gelir
sağlayan kaynağı kaybetmek istemiyor” şeklinde suçlamalar yapmaktan da geri durmamaktadır.
Etrafımızı kuşatan bu sorunları aşmak; çalışma yaşamını insanca, iş güvenceli, örgütlü, toplu sözleşme ve grev
hakkına dayalı bir istihdamı esas alacak ve iş kazalarını
en aza indirecek şekilde örgütlemek pekâlâ olanaklıdır.
Ucuz işgücü ve ucuz maliyete dayalı esnek, güvencesiz
çalışmanın artması, özelleştirme, sendikasızlaştırma,
taşeronlaştırmanın yaygınlaşması, denetimlerin yeter-
7
sizliği ve yokluğu giderilmediği; Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Tabipleri Birliği, sendikalar ve
üniversitelerin görüşleri kamu ve özel sektörce dikkate
alınmadığı müddetçe OSTİM benzeri iş cinayetleri bir
“kader” olarak ne yazık ki büyüyerek sürecektir.
Bugün toplumsal ve ekonomik yaşamın doğal parçası
olarak görülen iş kazalarından ve insanları daha çok
yoksullaştıran neo-liberal
anlayıştan kurtulmanın
başka bir yolu yoktur. İşçilerin, kadınların, emeklilerin,
işsizlerin ve meslek kuruluşlarının ortak mücadelesi
ve dayanışması, sermayenin
ve iktidarın aç gözlülüğüne
karşı tek güç olacaktır.
Bilinmelidir ki; emekçinin
yoksulun hayatı hiç kimsenin hayatından daha
değersiz değildir. Bu katliamların sebebi bellidir; Tıpkı
Tuzla’daki, Davutpaşa’daki,
madenlerde olduğu gibi
nedeni daha fazla sömürme
hırsıdır. Katliamın sorumlusu gayri insani piyasacı
düzen ve onun sürdürücüsü
olan AKP hükümetidir.
Felaketler kaderimiz değildir.
Hayatımız neo-liberal ve
gerici AKP’nin iş güven(ce)
sizliğine feda edilemez.
Mücadelemizin doğrultusu
ve isteğimiz nettir; İnsanca
yaşam, insanca düzen!
Emek ve meslek örgütleri yoğunlaşan iş cinayetlerini
Bakanlık önünde protesto etti
Ankara Emek ve Meslek Örgütleri Platformu’nun çağrısıyla KESK, TMMOB, TTB
ve ASMMMO üyeleri, 3 Şubat 2011 tarihinde OSTİM ve İvedik OSB’de meydana
gelen ve 20 işçinin hayatını kaybettiği iş cinayetlerini protesto etmek amacıyla 9
Şubat 2011 Çarşamba günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde basın
açıklaması yaptılar ve Bakanlık kapısına “İş Cinayetlerine Alışma ve Sosyal Güvensizlik Bakanlığı” pankartı astılar.
“İş Cinayetlerine Alışma ve Sosyal Güvensizlik Bakanlığı” pankartının ve “Torba
Yasa açıldı iş cinayetleri saçıldı”, “İş cinayetleri kader değildir”, “OSTİM’de patlayan Torba Yasadır” dövizlerinin taşındığı eylemde açıklamayı Platform dönem
sözcüsü EMO Ankara Şube Başkanı Ramazan Pektaş yaptı.
Pektaş, son günlerde iş cinayetlerinin arttığı henüz yılın ikinci ayında olmamıza
rağmen şimdiden iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirenlerin sayısının 50’ye yükseldiğine dikkat çekti.
AKP Hükümeti’nin mevzuatta gerçekleştirdiği değişiklikler nedeniyle işçi sağlığını
korumanın her geçen gün daha da zorlaştığını vurgulayan Pektaş “AKP hükümeti
eliyle yürütülen neo-liberal politikalar sonucunda ‘işçi sağlığı’ önce yasalardan
kaldırılarak yerine ‘iş sağlığı’ ifadesi getirildi. İşçinin değil işin sağlığını düşünen
düzenlemeler sonucunda, Tuzla’da, Davutpaşa’da, Zonguldak’ta, Balıkesir’de,
Bursa’da, Antalya’da çok sayıda emekçi öldü. Bütün bu ölümlülerin sorumluları ise
başta hükümet, bakanlar ve ilgililer ise yaşananları kaza, ölümleri de kader olarak
açıklayarak suçlarını örtbas etmeye çalıştılar.
OSTİM ve İVEDİK iş cinayetleri bir kez daha göstermiştir ki, siyasi iktidar ve
işverenler, işçilerin hayatını değil maliyetleri nasıl düşüreceklerini düşünmektedirler. Torba yasa dedikleri çorba yasa ile çalışma yaşamından iş güvencesine, sosyal
güvenlikten sendikaya kadar onlarca hak gasp edildi” diye konuştu.
“Sadece emekçiler değil sosyal devlet de ölmüştür”
Sanayi bölgelerinde yaşanan son patlamalarda sadece emekçilerin değil sosyal
devletin de öldüğüne belirten Pektaş, emek ve meslek örgütlerinin konuyla ilgili
daha önce yaptıkları çalışmalara dikkat çekerek “ Çok değil bir kaç hafta önce
TMMOB ve TTB, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde bir açıklama yaparak iş güvenliği mühendisliği ve işyeri hekimliği konusundaki yanlışlıklara dikkat
çekmişti. Uzun bir süredir birçok meslek odası ve sendika, çalışma yaşamındaki iş
güvenliğinin ve denetiminin piyasalaştırılmasının nelere yol açabileceğini ısrarla
dile getirmektedir.
Öte yandan ise, siyasi iktidar her demokratik tepkiye olduğu gibi bu uyarıları
da provoke etmeye çalışmış, yandaş medya aracılığı ile sendikaları ve Meslek
Odaları’nı marjinal göstermeye çalışmıştı. AB, ABD ve IMF güdümlü AKP’nin
demokratik uyarıları göz ardı etmesi, meslek odalarını ve sendikaları marjinal ilan
etmesi ölümleri engellememektedir” dedi.
Pektaş sözlerini şöyle sürdürdü: “AKP Hükümeti, seri iş cinayetlerindeki ölümleri
maç protestoları kadar önemsememektedir. Spor salonu ya da futbol sahasında
başbakan protesto edilince, protestocuları bulmak için seferber olan yetkililer, 20
işçinin ölmesinde bu kadar telaşlanmamışlar ve seferber olmamışlardır.
Son yıllarda çalışma yaşamının denetiminin piyasalaştırılması ve taşeronlaşmanın
yaygınlaşması sonucunda seri iş cinayetleri gittikçe artmaktadır. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı ise “Emek” mahallesinde ikamet etmekte, fakat emeğe ihanet
sermayeye hizmet etmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı çalışanların
değil patronların sesini duymakta, asgari ücreti, çalışma saatlerini ve biçimini, iş
güvencesizliğini, işsizliği hep işverenlerin isteklerine göre düzenlemektedir. Emek
ve Meslek Örgütleri, sendikalar, kitle örgütleri, emekten, halktan, demokrasiden
barıştan yana olan tüm güçler olarak bir kez daha belirtiyoruz.
Çalışma yaşamını katılımcı ve demokratik bir yaklaşımla, çalışanların sigortasız
ve güvencesiz bırakılmasını önleyerek, sendikasızlaştırmayı değil sendikalı olmayı
özendirerek, kayıt dışı çalıştırmayı önleyerek, insanca bir yaşamı sürdürecek ücretle çalışılmasını sağlayarak düzenleyin. Bizler, piyasalaştırılmış değil insan odaklı bir
işçi sağlığı ve iş güvenliği yasasının takipçisi olacağız. Daha düşük maliyet ve daha
fazla kâr uğruna daha fazla insan ölmesin.”
Ramazan Pektaş’ın ardından KESK Genel Başkanı Döndü Taka Çınar ve
OSTİM’de çalışan işçi Gökhan İrez söz aldı. Çınar, Türkiye’deki iş cinayetleriyle
ilgili rakamlar verdi, yetkililerin konuyla ilgili duyarsızlığına dikkat çekti. Gökhan
İrez ise patlamanın ardından olay mahallinde yaşanan aksaklıkları anlattı.
Basın açıklamasına İMO Merkez’den ve Ankara Şube’den çok sayıda yönetici ve
çalışan katıldı.
8
1 Nisan 2011
İnşaat Mühendisliği Kurultayı
Yerel Çalıştayları devam ediyor
İnşaat Mühendisliği Kurultayı öncesi İzmir’de ve Adana’da çalıştaylar düzenlendi
Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar ana
başlığının “İşsizlik ve İstihdam, Çalışma Koşulları ve Ücret Politikaları”
alt başlığında daha önce yapılan genel
araştırmalar ve TMMOB İzmir İKK tarafından önceki yıl yapılan anket çalışması
sonuçlarına da değinilerek sektördeki
istihdam, çalışma koşulları, ücretler ve
örgütlülük durumu değerlendirilerek
inşaat mühendislerinin çalışma koşullarının düzeltilmesi için örgütlenme üzerine
önerilerde bulunuldu.
İzmir Çalıştayı
Bu yıl aralık ayında Ankara’da düzenlenecek olan İnşaat Mühendisliği Kurultayı öncesi bazı şubelerde gerçekleştirilen çalıştayların üçüncüsü İzmir’de, dördüncüsü
Adana’da düzenlendi.
İMO İzmir Şubesi, İnşaat Mühendisliği Kurultayı İzmir
Çalıştayı’nı 29-30 Ocak 2011 tarihlerinde Balıkesir, Çanakkale ve Manisa Şubelerinin katılımıyla düzenledi.
Meslek ve meslektaş sorunlarımızın belirlenmesinin ve
çözüm önerilerinin üretilmesinin birinci adımı olan bu
çalıştayda sorunlar “ Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız, Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunlar, Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek Alanlarımıza
Yansımaları ile Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik”
ana başlıkları altında değerlendirildi.
Ana başlıklar altında toplam 12 alt başlığın tartışıldığı
Çalıştayın ilk günü sabah oturumunda 6 çalışma grubu,
öğle oturumunda diğer 6 çalışma grubu çalışmalarını
tamamladı. Çalıştayın ikinci günü çalışma grupları
raporlarını sunarak katılımcılardan değerlendirmeler
aldılar.
Mevzuattan Kaynaklı Sorunlar ana başlığı altında “Yapı
Denetim Hakkında Kanun”, “Afet, Acil Durum ve Sivil
Savunma Hizmetleri Kanunu Tasarısı Taslağı”, “Kamu
İhale Kanunu” ve “Yüksek Yapılar Yönetmeliği” konuları değerlendirildi.
“Yapı Denetim Hakkında Kanun” başlığında “Yapı
Denetim Bilinci”, “Yeni Yapı Denetim Kanunu Taslağı
ve Mevcut Kanunla Karşılaştırılması”, “Yapı Denetim
Uygulamaları” ile “Müteahhit ve Şantiye Şefi, Usta
ve Kalfalara Yönelik Düzenlemeler” ele alınarak yapı
denetim sistemiyle ilgili öneriler sunuldu.
“Afet, Acil Durum ve Sivil Savunma Hizmetleri Kanunu Tasarısı Taslağı” başlığında mevcut mevzuatın
değerlendirilmesiyle birlikte yeni tasarının bölüm ve
madde bazında değerlendirilmesi yapılarak tespit edilen
sorunlar hakkında öneriler sunuldu.
“Kamu İhale Kanunu” başlığında “Yaklaşık Maliyetin
Hesaplanmasının Değerlendirilmesi”, “Teknik Personelin Çalışma Şekilleri”, “Sınır Değerin Altındaki Tekliflerin Değerlendirmesi”, “Sözleşmesinde Olmayan İmalatlara Ait Birim
Fiyatların Belirlenmesi”, “Fiyat Farkı
Düzenlemesi”, “Özel İnşaatlara Ait
İş Deneyim Belgelerinin Değerlendirilmesi” konuları ele alındı.
“Yüksek Yapılar Yönetmeliği”
başlığında “Yüksek Yapılar Yönetmeliğinin İnşaat Mühendisliği
Açısından Kapsam ve İçeriği” konusu
ele alınarak “Neden Yüksek Yapılar
Yönetmeliği”ne ihtiyaç olduğu tartışıldı ve İzmir Büyükşehir Belediyesi
Yüksek Yapılar Yönetmeliği değerlendirilerek konuya ilişkin öneriler
sunuldu.
Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Gelişmelerin Meslek Alanlarımıza Yansımaları ana başlığının
“İnşaat Mühendisliği Açısından Planlama” başlığında
“İnşaat Mühendisliği Açısından Altyapı ve Üstyapı
Yatırım İşletmelerinin Planlanması ve Siyasal Boyutu”
konusu ele alındı.
“Altyapı ve Ulaşım Politikaları” alt başlığında “Dünden
Bugüne Altyapı ve Ulaşım Yatırım Süreçlerinin Değerlendirilmesi” yapılarak öneriler sunuldu. Ayrıca yatırımcı kamu kurumlarının görev, yapılanma ve sorumlulukları örneklerle incelenerek önerilerde bulunuldu.
“Geleneksel Tarihi ve Kültürel Yapıların Onarım ve
Güçlendirilmesi” alt başlığında konu ile ilgili yasal
düzenlemeler incelenerek “Devletin ve Yerel Yönetimlerin Örgütlenme Biçimi” değerlendirildi. Konu ile ilgili
mesleki ve kamusal sorumluluklarımızın altı çizilerek
denetim süreçleri ele alındı ve öneriler sunuldu.
Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik ana başlığı altında
“İnşaat Mühendisliği Eğitimi”, “Mesleki Dayanışma,
Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler”, “İMO’nun
Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik Çalışmaları” ve
“İnşaat Mühendisliğinde Etik” alt başlıkları ele alındı.
Son olarak düzenlenen“Genel Değerlendirme” başlıklı
oturumda İMO Yönetim Kurulu Üyesi Galip Kılınç,
İMO İzmir Şube Başkanı Ayhan Emekli, İMO İstanbul
Şube Başkanı Cemal Gökçe, İMO Balıkesir Şube Başkanı Hikmet Cesur ve İMO Manisa Şube Başkanı Musa
Aynuru çalıştayı değerlendirdi.
Adana Çalıştayı
Yürütücülüğünü İMO Adana Şube’nin yaptığı İnşaat
Mühendisliği Kurultayı Adana Çalıştayı 5-6 Şubat 2011
tarihinde gerçekleştirildi.
İnşaat Mühendisliği Kurultayı’na ön hazırlık olması
açısından organize edilen Adana Çalıştayı’na Hatay,
Gaziantep, Konya ve Mersin İMO şubeleri de destek
verdi. Çalıştaya İMO Ankara ve İstanbul Şube yöneticileri ile akademisyenler de katıldı.
Adana Sanayi Odası Toplantı Salonu’nda toplanan Çalıştayın açılışında bir konuşma yapan İMO Adana Şube
Başkanı Abdullah Bakır, “Bilinir ki, yaşam sürekli bir
değişim ve dönüşüm içindedir. Yaşamın baş döndürücü
hızı mesleki alanlara da yansımakta, mesleki alanlar
yeni sorun ve kavramlarla karşılaşmakta, insanın ihtiyaçları hızla farklılaşmaktadır. Açıkçası eğitimin, bilgi
ve birikimin yetersiz kaldığı gerçeği karşımızda büyük
bir sorun olarak durmaktadır. Mesleki alanlarımızı
düzenleyen yasa ve yönetmeliklerin güncellenmesi nasıl
bir ihtiyaçsa, mesleki bilgilerin, uygulama esaslarının
çağdaş gereklere uygun hale getirilmesi de aynı derecede
ihtiyaçtır. İnşaat Mühendisliği Kurultayı işte bu ihtiyacı
karşılayacak, bu anlamda, durağanlığa, ezbere, çözümsüzlüğe bir itiraz anlamı taşıyacaktır.” dedi.
Çalıştay programı iki güne yayıldı ve konular dört ayrı
oturumda ele alındı.
“İnşaat Mühendisliği Eğitimi” başlığında mevcut durum ve kavramlar değerlendirilerek sorunlar vurgulandı.
“Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz” sorusu tartışılarak çözüm
önerileri değerlendirildi.
Mevzuattan Kaynaklı Sorunlarımız başlığı altında:
Mühendislik Mimarlık Hakkında Kanun, İmar Yasası,
Yapı Denetim Yasası, Kamu İhale Yasası, İş Sağlığı ve
Güvenliği Yasası;
“Mesleki Dayanışma, Diğer Meslek Disiplinleri ile İlişkiler” başlığında “TMMOB Yasa ve Yönetmeliklerinin
Meslek Alanlarının Belirlenmesi Yönünden İrdelenmesi”, “Diğer Meslek Disiplinlerinin Meslek Alanımıza
Etkileri” ile “Farklı Alanlarda Çalışan İnşaat Mühendisleri Arasındaki Mesleki Dayanışmanın Sağlanması”
konuları ele alındı
Çalışma Yaşamına İlişkin sorunlar başlığı altında: işsizlik ve istihdam, çalışma koşulları ve ücret politikaları,
yetki ve sorumluluklar, yabancı mühendislerin ülkemizde çalıştırılması, yurtdışında çalışan meslektaşlarımız;
“İMO’nun Mesleğimizde Nitelik Artışına Yönelik
Çalışmaları” başlığında “Meslekiçi Eğitim”, “Mesleki
Denetim”, “Yetkinlik ve Belgelendirme”, “Teknik Yayın”
ve “Teknik Gezi” konuları ele alındı.
“İnşaat Mühendisliğinde Etik” başlığında “Tanım ve
Kavramlar”, “Mühendislikte Etik ve İlkeler”, “Günümüzde ve Tarihte İnşaat Mühendisliğinin Durumu”,
“Etik Açısından Genel Sorunlar” konuları ele alınarak
öneriler sunuldu.
Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal gelişmelerin meslek
alanlarımıza yansıması başlığı altında: özelleştirme
politikaları, çevre politikaları, altyapı ve ulaşım politikaları, teknolojik gelişmeler ve yeniliğe uyum;
Mühendislikte Kalite ve Güvenilirlik başlığı altında:
inşaat mühendisliği eğitimi, mesleki yeterlilik ve mesleki etkinlik, mesleki davranış ilkeleri ve mesleki etik,
mesleki dayanışma, diğer meslek disiplinleri ile ilişkiler
tartışıldı.
Oturum başkanlıklarını İMO İstanbul Şube Başkanı
Cemal Gökçe, İMO Adana Şube Başkanı Abdullah
Bakır, 17. Dönem İMO Adana Şube
Başkanı Sadi Sürenkök ve İMO Hatay
Şube Başkanı Cihat Mazmanoğlu’nun
yaptığı Çalıştay’da katılımcılara İMO
Adana Şube tarafından hazırlanan bir
dosya dağıtıldı. Yine Adana şubeyi
temsilen her konu için bir sunum
yapıldı ve sunum sonrası tartışma
gerçekleştirildi.
Çalıştaya katılan üyeler, mesleki
alanlarına ilişkin tartışmalara yoğun
ilgi gösterdiler. Kürsü konuşmalarına
yansıyan bu ilgi nedeniyle toplamda 50
kişi söz aldı. Çalıştayda inşaat mühendisliğinin sorunlarına dair uygulanabilir çözüm önerileri dile getirildi.
1 Nisan 2011
Çalıştayın açılış oturumunu
yöneten ODTÜ Öğretim Üyesi
Erhan Karaesmen, kısaca çalıştayın hedefini ve beklentilerini
anlattıktan sonra “Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması
Konferansı” düzenleme kurulu
başkanı ODTÜ Öğretim Görevlisi Tuğrul Tankut’a söz verdi.
Kültürel Mirasın Depreme
Karşı Korunması Çalıştayı
Safranbolu’da Yapıldı
31 Ekim-01 Kasım 2011’de Antalya’da yapılacak
olan Kültürel Mirasın Depreme Karşı Korunması
Konferansı’na temel teşkil edecek “Kültürel Mirasın
Depreme Karşı Korunması Çalıştayı” İMO Ankara Şube
tarafından 15-16 Ocak 2011 tarihlerinde Safranbolu’da
düzenlendi.
Safranbolu Zalifre Oteli’nde gerçekleştirilen Çalıştayın
açılış konuşmasını İMO Ankara Şube Başkanı Nevzat
Ersan yaptı. Tarihi kültür mirasının depreme karşı
korunması ve tarihi kültür mirasına sahiplik duygusunun gelişmesinin ülkemizde son zamanlarda oldukça
önem kazandığını, tarihi eserlerin onarımı ve sağlamlaştırılmasının inşaat mühendisliğinin önemle üzerinde
durduğu bir konu haline geldiğini belirten Ersan, tarihi
ve kültürel mirasımıza sahip çıkmanın, kollamanın, değerlendirmenin ve restorasyon gibi çalışmalarla geleceğe
güvenle devredilmesini sağlamanın meslek insanlarının
görevi olduğu gibi öncelikle bu alanda politika ve uygulama yetkisi taşıyan siyasi iradenin de sorumluluğu
olduğunu söyledi. İlgili kurumların bu konuya gerekli
özeni ve duyarlılığı göstermediğini söyleyen Ersan
sözlerine “Söz konusu alanda gerekli bilgi birikimini
oluşturmak ve tarihi kültür mirasımızın korunması yönünde kamuoyunda ortak bir bilinç yaratmak adına, şu
anda hepimiz burada bulunmaktayız. Pek çok mesleki
ve akademik uzmanın katılımıyla gerçekleşen Çalıştayımızda; tarihi kültür mirasımız; bilimsel, teknik, idari
ve yönetsel açılardan ele alınacak ve tarihi eserlerimizin
bugünü ve geleceği farklı boyutlarıyla değerlendirilecektir” diye devam etti.
Tuğrul Tankut, konferansın
uluslararası boyutta yapılmasının gerekçelerini anlattı ve
Eskişehir’de yapılan ilk çalıştaydan iyi bir sonuç elde edildiğini,
buradan da aynı şekilde başarılı
bir sonuç beklediğini belirtti.
Safranbolu Kaymakamı Gökhan Azcan’ın tüm katılımcılara ve organizasyon için İMO Ankara Şubesi’ne
teşekkürlerini ileten konuşmasının ardından, ODTÜ
Mimarlık Fakültesi Dekan Danışmanı Süha Özkan dünyadan ve Türkiye’den önemli tarihi eserleri ve bunlar
üzerinde yapılan çalışmaları içeren görsel bir sunum
yaptı.
Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy da söz alarak
Safranbolu’da tarihi kent dokusu hakkında yapılan ve
yapılacak çalışmalarla ilgili bilgi verdi. Aksoy’un ardından Aytekin Kuş Safranbolu Belediyesi ve İMO Karabük Temsilciliği’nin hazırladığı Safranbolu’yu tanıtan
belgeseli sundu.
Çalıştay “Korumacılık İlke ve Kavramları, Terminolojisi
ve İlgili Mevzuat”, “Kültürel Yapılarla İlgili Proje ve Uygulamalar”, “Zemin Durumu,
Kullanılan Malzemeler, Taşıyıcı
Yapı ve Deprem Güvenliği” olmak üzere üç konu başlığı altında toplandı ve her konu başlığı
için moderatörleri ile gruplar
oluşturuldu. Konular her grupta
katılımcılar tarafından değerlendirildi ortaya atılan görüşler
maddeler halinde sıralanarak
rapor haline getirildi.
9
Kıyı Yapıları Çalıştayı
Sakarya’da düzenlendi
İnşaat Mühendisleri Odası, bu yıl Kasım ayında
Trabzon’da düzenleyeceği “Kıyı ve Liman Mühendisliği
Sempozyumu” kapsamında 4-5 Şubat 2011 tarihlerinde
Sakarya’da “Kıyı Yapıları Çalıştayı” düzenledi.
İMO Sakarya Şubesi tarafından düzenlenen “Risk
Altındaki Kıyı Alanları” başlıklı çalıştaya Türkiye’nin
çeşitli üniversitelerinden birçok akademisyen ve alanla
ilgili uzman katıldı.
Çalıştayın ilk günü Acarlar Longozu ve Karasu Kıyısı’na
teknik gezi düzenlendi.
İkinci gün, İnşaat Mühendisleri Odası Sakarya Şube
Başkanı Hüsnü Gürpınar’ın yaptığı açılış konuşmasının
ardından bölgede yaşanan problemlere ilişkin Prof. Dr.
Yalçın Yüksel, Prof. Dr. Dursun Şeker, Doç. Dr. Şenol
Hakan Kutoğlu, Prof. Dr. Barış Mater, Doç. Dr. Barbaros
Gönengil ve Dr. Işıkhan Güler bilgiler aktardı.
Akademisyenlerin ardından İnşaat Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Üyesi Galip Kılınç’ın moderatörlüğünü
yaptığı Tartışma ve Değerlendirme Paneli gerçekleştirildi.
Panele konuşmacı olarak Prof. Dr. Ahmet Cevdet Yalçıner, Prof. Dr. Yalçın Yüsel, Prof. Dr. Barış Mater katıldı.
Panel, katılımcıların sunumlarının ardından soru cevap
bölümüyle sona erdi. Çalıştay risk altındaki kıyı alanlarıyla ilgili yapılan basın açıklamasıyla son buldu.
Raporlar çalıştayın kapanış oturumunda raportörler tarafından
okunarak tüm katılımcılarının
bilgisine sunuldu. Yapılan geniş
değerlemelerin ardından çalıştay
son buldu.
II. Su Yapıları Sempozyumu
Amaç ve Kapsam
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası,
Samsun Şubesi tarafından birincisi 29-30
Mayıs 2009 tarihinde Samsun’da gerçekleştirilen Su Yapıları Sempozyumu’nun
ikincisi bu yıl 16-18 Eylül 2011 tarihinde
Diyarbakır’da gerçekleşecektir. Sempozyumun amacı, üniversiteler, kamu
kurum ve kuruluşları, meslek odaları,
STK’lar ve özel sektörlerde su yapıları
konusunda çalışma yapan kişileri bir
araya getirerek araştırmalarını, bilgilerini ve kazanımlarını paylaşacak ortamı
sağlamak, dünyada ve ülkemizde su
yapıları ile ilgili sorunları ve çözümlerini
tartışmak, yeni gelişme ve teknolojileri
ortaya koymaktır.
Su temini, enerji üretimi, taşkın kontrolü ve rekreasyon amacıyla yapılan su
yapıları gerek büyüklük gerek teknik
özellikleri ve gerekse çevresel ve sosyal etkilerine göre çok çeşitlilik göstermektedir.
Barajlar, göletler, bağlamalar, hidroelektrik santraller, savaklar, sulama, kurutma, su
alma, arıtma, enerji kırıcı, akarsu düzenleme, taşkın kontrol ve sediment kontrol
yapıları ile ölçüm sistemleri gibi su yapılarının çoğu zaman birden fazla bileşeni
ve amacı olmaktadır. Bu nedenle sempozyum konuları tüm su yapılarını kapsam içine alacak şekilde aşağıda sıralanan altı temada değerlendirilecektir. Ayrıca
sempozyumun Diyarbakır’da gerçekleşecek olması sebebiyle “Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde Mevcut Su Yapıları” ve “Nehir Tipi Hidroelektrik Santraller” konulu iki
panel düzenlenmesi düşünülmektedir.
Sempozyum Konuları
• Geçmişten Geleceğe Su Yapıları
- Vaka analizleri; iyi ve kötü örnekler, alternatif çözümler
- Yaşlanan veya atıl durumda olan yapılar ve olası çözümler
• Çevresel ve Sosyal Etkiler
- Tarihsel miras, Nüfus hareketliliği ve kültürel değişim, Doğal dengenin korunması, Sürdürülebilirlik, Su kirliliği vb.
• Su Yapılarının Planlanması
• Teknik Çözümler, Değerlendirmeler ve Optimizasyon
- Hidrolik, Elektromekanik, Geoteknik, Yapı Mekaniği (Yapılsal tasarım, Modelleme ve Uygulamalar)
• Ölçüm, Değerlendirme ve İzleme
• Yönetim, Finans, İşletme ve Mevzuat
Sempozyum Takvimi
Bildiri özet gönderimi için son gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 Nisan 2011
Bildiri özetleri değerlendirme sonuçlarının ilanı. . . . . 19 Nisan 2011
Bildiri tam metni için son gün . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27 Mayıs 2011
Bildiri değerlendirme sonuçlarının ilanı . . . . . . . . . . . . . . . . . 4 Temmuz 2011
Düzeltilmiş bildiri teslim tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 Ağustos 2011
Sempozyumun tarihi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18 Eylül 2011
Sempozyum Sekreteryası
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi
Ali Emiri 5. Sokak Yılmaz 2000 Apartmanı No: 5 Yenişehir / Diyarbakır
Tel: 0.412.223 97 82 - Faks: 0.412.223 96 43
Barış Çetinkaya, Sempozyum Sekreteri
[email protected] - www.imodiyarbakir.org.tr
10
1 Nisan 2011
Kadir Topbaş’ın imar affıyla ilgili açıklamaları nedeniyle İnşaat
Mühendisleri Odası tarafından yapılan basın açıklaması. 30 Mart
2011
Halkın yaşamı seçim öncesi siyasi
hesaplara kurban ediliyor
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dün AK Parti İstanbul İl
Başkanlığı tarafından düzenlenen “2009 Yerel Seçimlerinin 2. Yılı Değerlendirme
Toplantısı”nda İstanbul’un deprem sorununa çözüm üretmek adına İstanbul’daki
kaçak ve ruhsatsız binalara deprem güçlendirme izni verebileceklerini açıkladı.
Topbaş açıklamasında “Halkımız deprem riski taşıyan binaları kullanmaya devam
ediyor. Bu yapılar kullanımda olduğu için müdahale edemiyorsunuz. Deprem güçlendirmesi adına müracaat yapanlar belediyelerden ruhsat alamadığı için bir çözüm
gelmesi gerekiyor. Bununla ilgili bir af sayılmayacak ama diğer taraftan geçici bir
kullanım belgesi verilmesi için çalışmalar yapıyoruz. Böyle bir hazırlığımız var. Bunu,
hükümete ve TBMM’ye teklif edeceğiz.” ifadelerini kullanmıştır.
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu sır değildir. Sayın Topbaş’ın İstanbul’daki mevcut yapıların yüzde 60-70’inde imara aykırılıklar olduğu yönündeki tespiti de doğrudur. Odamız her platformda deprem fay hatları üzerinde bulunan hemen hemen
tüm illerimizde mevcut yapı stokunun sorunlu olduğuna, inşa halindeki yapılarda ise
denetimlerin yetersizliği ve yapı denetimin gereğince uygulanmaması nedeniyle olası
depremlerde çok sayıda insanımızın hayatını kaybedeceğine dair endişelerini dile
getirmektedir.
Deprem riski yüksek olan illerimiz arasında 15 milyona varan nüfusuyla İstanbul’un
acil çözümler beklediği biliniyor. Olası bir İstanbul depreminde kaçak yapılaşma,
imar yasasına ve yapı denetim yasasına uygun inşa edilmeyen binaların varlığı nedeniyle tüm yapıların yüzde 40’ının hasar göreceği, yüzde 10’unun yıkılacağı ve 100
binin üzerinde insanımızın hayatını kaybedeceği varsayılmaktadır..
İnşaat Mühendisleri Odası’nın, Ali Ağaoğlu’nun basında yer alan görüşleriyle ilgili yaptığı açıklama. 26 Mart 2011
“Yetkimiz olsa eğitimsizlerin
müteahhitlik yapmasına izin
vermezdik”
24 Mart 2011 tarihinde TRT
Haber’de Ekonomi Kulübü
programında katılan işadamı
Ali Ağaoğlu’nun “Yetkim olsa
mimarlar odasını kapatırdım”
şekilde sözler sarf ettiği basına
yansımıştır.
Anlaşılan o ki özellikle meslek
odalarını hedefe alan bu açıklama, basının dikkatini çekmiş ve pek çok haber
sitesi, talihsiz açıklamayı manşetine taşımıştır.
İşin doğrusu bu açıklamalara “deli saçması” ve “cehaletin delili” deyip geçmek
mümkündür. Mühendislik, mimarlık eğitimi almayan birinin meslek odalarıyla
ilgili açıklamasına yanıt vermek bizler açısından zuldür. Cehaletle mücadele
meslek odalarının değil, eğitim kurumlarının asli görevleri arasındadır.
Meslek odalarının işlevini ve anlamını bilmeyen, örgütlenmenin toplumsal ve
mesleki mücadeleler tarihindeki yeri ve öneminin farkında olmayan, demokratik
örgütlenmelere, sivil toplum inisiyatiflerine karşı hasmane duygular besleyen,
mimarların ve inşaat mühendislerinin görev ve sorumluluklarından ve mesleki
sınırların nerede başlayıp nerede bittiğinden bile bihaber olan bir “müteahhidin”
açıklamalarını ciddiye almayız.
Ancak sorunun çözümünde birinci
derecede yetkili olan Kadir Topbaş,
olası İstanbul depremi ile ilgili, meslek
odalarının, üniversitelerin ve bilim
insanlarının uyarılarını dikkate almak
yerine insan yaşamını siyasi ranta
çevirmeyi tercih etmektedir.
Bu söyleme o kadar alışığız ve öyle tanıdık geliyor ki bize. Kimin söylediği
kısmını görmezden gelseniz, görüşlerin sahibinin Başbakan Erdoğan, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş veya Ankara’daki meslektaşı Gökçek sanabilirsiniz.
Kadir Topbaş, denetimsizlik nedeniyle
artan kaçak yapılaşmanın hesabını
vermek, denetimsizliğin önüne geçmek yerine örtülü imar affına hazırlanarak sözüm ona deprem için önlem
aldığını, dolayısıyla insan yaşamını
önemsediğini iddia etmektedir.
Ancak, mühendislerin, mimarların meslek odalarına ve onların çatı örgütü olan
TMMOB’ye saldırmak tarihin hiçbir döneminde kolay olmamıştır, bundan sonra
da kolay olmayacaktır.
Ancak unutulmamalıdır ki yapı
stokumuzun bu duruma gelinmesinde
merkezi ve yerel yönetimlerin payı büyüktür. Her seçim dönemi çıkarılan imar afları
kaçak yapı sahiplerinde “bir yolu bulunur” algısına yol açmaktadır. Topbaş’ın yaptığı
talihsiz açıklama ne yazık ki bu algıyı daha da pekiştirecektir.
Japonya depremi sonrası toplumsal duyarlılığın arttığı bir süreçte mevcut yapıların
depreme karşı güçlendirmesi gerekliliğinden yola çıkarak yapılan örtülü imar affı önerisi seçim öncesi umut tacirliği yaparak halktan oy alma çabalarından öte bir anlam
taşımamaktadır.
Ağaoğlu sanki, siyasi iktidara ve paralelindeki yerel yöneticilere diyet ödemektedir. Aynı koroya, olanca “sevimli yüzü ve doğal haliyle” katılmış, aklınca saldırılması en “kolay” noktaya, en kolay tarzda saldırmaya kalkışmıştır.
Ağaoğlu’nun derdini anlamamak için en kibar tabirle ahmak olmak gerekmektedir. Ağaoğlu ve duygularına tercüman olduğu iktidar sahipleri, meslek
odalarından rahatsızdır. Bunun nedeni gayet açıktır. Çünkü ne zaman hukuku,
yasaları çiğneseler, ne zaman, yeşili, ormanlık alanları, su havzalarını yok etmeye
kalkışsalar, ne zaman boğaza “ucube” köprüler yapsalar, ne zaman fütursuzca
özelleştirme gerçekleştirseler, ne zaman enerji üretiminde akla hayale gelmeyecek
oyunlarla enerjide haksız kazanç sağlasalar, ne zaman kentsel değerleri ranta
çevirseler meslek odaları karşılarına dikilmiştir.
Ağaoğlu’nu rahatsız eden işte budur. Bu nedenle bizlerden rahatsızdırlar. Onlar
“köpeksiz köyde değneksiz gezmek” istiyor ancak TMMOB duvarına çarpıp
dağılıyorlar.
Mühendisler, mimarlar ve bağlı oldukları meslek odaları bu ülkenin değerlerinin
ulusal ve uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesine izin vermemiştir, bundan
sonra da vermeyecektir.
Ruhsat almaksızın inşa edilen kaçak yapılar gerek projelendirme gerekse imalat
sürecinde hiçbir şekilde mühendislik hizmeti almamış yapılardır. Varsa projelerinin
deprem yönetmeliğine uygun olup olmadığı bilinmemektedir. İmalat süreci denetlenmediği için kullanılan malzemelerin standartlara uygun olup olmadığı da bilinmemektedir.
Bu tür karalama, itibarsızlaştırma girişimlerini şimdiye dek nasıl boşa çıkardıysak, bundan sonra boşa çıkaracağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. TMMOB
ve bağlı odalarının olduğu bir ülkede kimse “değneksiz” gezemeyecektir.
Dahası Topbaş’ın önerisi kendi içinde uygulanabilirliği ve mühendislik hesapları
yönünden de sakıncalar barındırmaktadır. Sayın Topbaş mevcut her yapının güçlendirebileceğini varsaymaktadır. Bu mantık hatalıdır. Deprem güvenli yapı için güçlendirme önerilen yöntemlerden biri olmakla birlikte her bina için uygulanamaz.
Deprem ve deprem önlemleriyle ilgili yapılan vurgular ne yazık ki doğrudur.
Ancak Ağaoğlu bilmelidir ki, yapı üretim sürecinden siyasi iktidarlar sorumludur.
Mühendislik hizmeti almadan yapılan ve depreme bile gerek kalmadan yapılan
binalardan mühendisler, mimarlar değil, merkezi ve yerel yönetimler sorumludur.
Mevcut bir yapının güçlendirilmesine ya da yıkılıp yeniden yapılmasına, yapının
tasarımı, güçlendirme maliyeti ve benzeri etkenlere bakılarak karar verilir. Örnekse,
bir yapının güçlendirme maliyeti yıkılıp yeniden yapılma maliyetinin yüzde 40’ını
aşıyorsa bu yapının güçlendirilmesi tercih edilmez. Topbaş’ın önerisinin uygulanabilirliği teknik anlamda da sorunludur.
İnşaat Mühendisleri Odası’nın 1999 depremlerinden bu yana yapı denetim sisteminin üzerinde ısrarla durduğu, aynı ısrarla mevzuat değişikliği istediği, depreme
duyarlılık yürüyüşleri gerçekleştirdiği, meslektaşlarını meslek içi eğitime tabi
tuttuğu, deprem konu başlığı ile yüzlerce ulusal/uluslararası etkinlik düzenlediği
bilinmektedir.
Bir deprem coğrafyasında bulunan ülkemizde merkezi ve yerel yönetimlerin yapması
gereken imar afları uygulamalarını teşvik etmek değil, cezai yaptırımlar ve yoğun
denetimlerle kaçak ve imar dışı uygulamaların önüne geçecek önlemleri almaktır.
Ağaoğlu bilmiyor olabilir mi? Kamuoyunda yarattığı algı, bilmeme ihtimalinin
yüksek olduğu noktasında olsa da, farkındayız ki, bu algı bir reklam figürü için
yaratılmış, daha çok kar için kamuoyuna dayatılmıştır.
Ağaoğlu’nun, “müteahhitlik karinesi” bulunsa da, “masumiyet karinesi” sahibi
olmadığı kesindir.
Eğer mühendislik ve mimarlık yayınlarını, basın açıklamalarını, bilimsel etkinliklerini takip ediyorsa, ya da danışmanları kulağına birkaç kelime fısıldamışsa şunu
da bilmesi gerekmektedir: Mühendis ve mimarlar, yasa ve yönetmeliklerdeki
müteahhit tanımından son derece rahatsızdır. Her şey bir tarafa mühendislik ve
mimarlık eğitimi almamış kişilerin sırf parası olduğu için müteahhitlik yapmasını bilime ve insana saygısızlık olarak görmekteyiz.
O zaman, başlığa çıkardığımız cümleyi yazımızı bitirirken bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca yoktur. Yetkimiz olsa eğitimsizlerin müteahhitlik yapmasına
izin vermezdik.
1 Nisan 2011
Güney Özcebe’yi
saygıyla anıyoruz
Özverili çalışmalarıyla Odamıza yıllarca katkı sunan Odamız Eski Yönetim Kurulu
Başkanı Güney Özcebe’yi ölümünün 12. yılında saygıyla anıyoruz.
Her yıl ölüm yıldönümü olan 9 Mart’ta mezarı başında karanfillerle andığımız
Güney Özcebe için bu yıl hazırladığımız anma programını, Ankara’da hayatı felç
eden hava muhalefeti nedeniyle gerçekleştiremedik ancak Güney Özcebe’nin ölüm
yıldönümünü sessiz karşılamamız düşünülemezdi. Bu nedenle Güney Özcebe’yi,
ölüm yıldönümünde kendisiyle birlikte Odamızda sayısız çalışmaya imza atmış
olan yol arkadaşı, Odamız Eski Yönetim Kurulu Üyesi ve Eski Genel Sekreterimiz
Fikri Kaya’nın kaleminden dökülen cümleleri sizlerle paylaşarak anıyoruz.
Güney Abi,
Yaşamı boyunca ileriyi gören, sorunlara
saplanıp kalmadan çözüm yolları öneren
bir birikim ve kişiliğe sahipti. Odamızın
başkanlığını yürüttüğü o karanlık ve zor
dönemlerde yaptığı bütün konuşmalarda,
gelecekte yaşanacak olanların yani bugün
yaşananların ipuçlarını görmek mümkündü. Bu nedenle yaptığı konuşmalardan
birkaç aktarma yapmak istiyorum.
Mayıs 1987’de yaptığı bir konuşmada ülkemizin geleceği için kaygılarını
belirtmiş ve toplumumuzun gelecekte
ödeyeceği faturanın bedelinin ne olacağı,
enine boyuna hesaplanmadan günübirlik kararların kamu yönetimine egemen
olduğunu… Siyasal, ekonomik, ticari ve
askeri anlaşmalar ile sözleşmelerin yeterince tartışılmadan birbirini izlediğini…
Ülkemizin ve toplumumuzun zenginleştiği ileri sürülürken ulusal ve uluslararası
kuruluşların resmi verilerine göre dış borçlarımızın 30 milyar doları aştığını… Dış
11
ticaret dengesinin büyük açıklar verdiğini, iç borçlanmanın trilyonlarla hesaplandığını…
İnsan, kültür, sanat ve doğa değerlerini hiçe sayan, umursamayan vurdumduymaz
bir anlayışın hâkim olduğunu vurguluyordu.
Yine 3 Mart 1990’da Odamız Genel Kurulu’nun açılış konuşmasında:
Kalıcı ve sürekli barışın aynı zamanda demokratik gelişmenin toplumsal ve ekonomik kalkınmanın güvencesi olduğunu; dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de
her yıl silahlanmaya harcananlarla yüz milyonlarca insanın barınma, gıda, sağlık ve
eğitim giderlerini iyileştirmenin olanaklı olduğunu;
Toplumumuzun 12 Eylül ideolojisinin dayattığı politik ve ekonomik yapıların
burgacından yedi yıl önce parlamenter düzene geçilmiş olmasına karşın 12 Eylül ile
başlayan antidemokratik sürecin yapılanmasının devam ettiğini; dış borç miktarının 40 milyar doları iç borçlanmanın 50 trilyon lirayı aştığını söylemişti.
Yine aynı konuşmasında özelleştirme adı altında KİT’lerin borç taksitlerini karşılamak için yabancı sermayeye satıldığını söyleyerek uyarıda bulunmuş, ülke ekonomisinin bugün geldiği noktayı o günlerde tahmin etmişti.
Güney Özcebe Ağabeyimizin bu uyarısında ne kadar haklı olduğu bu gün daha iyi
anlaşılmaktadır. 2002 yılından sonra cumhuriyet döneminin 80 yıllık birikimleri
olan KİT’ler, Telekom gibi iletişim kuruluşlarımız, sahillerimiz, GAP’taki kıymetli
tarım topraklarımız yabancılara peşkeş çekilmiştir.
Bir zamanlar cuntacılar tarafından çıkarılan 1402’lik yasa ile üniversitelerimizde
öğretim üyesi kıyımı yapılırken, bu zihniyet bu günde suç örgütleri uydurarak,
ülkemizin değerli bilim insanlarını aydınları ve gazetecileri tutuklayarak zindanlara
atmaktadır.
Güney abi sağ olsaydı yasa tanımayan, yalancı, hırsız, soyguncu, baskıcı, laiklik
karşıtı, tarikatçı, dinci örgütlerin ve emperyalist güç odaklarının emir ve direktifiyle hareket eden politikacılara karşı tepkisi büyük olurdu.
Güney abi toplumsal olayları inceleyen, soğukkanlılıkla değerlendiren, her zaman
doğruyu savunan, baskılara boyun eğmeyen iyi bir mühendis olarak büyük projelerde katkısı ve imzası olan yurtsever, çalışkan, özverili, onurlu, demokrat iyi bir
aile reisi ve hepimizin hocasıydı.
İnşaat Mühendisleri Odası var oldukça, önder Güney başkanını asla unutmayacak…
Fikri Kaya
Basında İMO • Basında İMO
Nevroz nedeniyle İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklama. 18 Mart 2011
Barış ve Kardeşlik İçin
Nevruzu Kutluyoruz
Baharın müjdecisi olarak kutlanan,“barış ve kardeşlik”
simgesi olan Nevruz’u bir kez daha yeni çatışmaların,
ölümlerin gölgesi altında yaşayacağız.
Türkiye’nin en temel meselelerinden biri olan Kürt
sorunun çözülmemiş olmasının yarattığı ağır sonuçlara
rağmen, ülkenin dört bir yanından barış ve kardeşlik
talepleri yankılanıyor.
Yıllardır siyasi iktidarlar tarafından uygulanan ırkçı
faşizan politikaların toplumu bölen, parçalayan ve
ötekileştiren sonuçları karşısında, halkların gösterdiği
“bir arada barış” içinde yaşayabilme iradesi umudumuz
olmaya devam ediyor.
Bu umudun, Kürt sorununda gerçekçi ve kalıcı bir
çözüme dönüşmesi gerekmektedir.
Barış ve kardeşliği tesis edecek çözüm ortamı mevcuttur.
Kürt sorununda
silahların değil
insanların konuşacağı barışçıl bir iklim,
özgür bir tartışma
ortamı sağlanmalıdır.
Oysa Siyasi iktidar,
konuşan ağızlara
kilit, yazan ellere
kelepçe vurmaktadır.
Türkiye‘de yaşayan
etnik temeli, dini,
dili, kültürü, mezhebi ne olursa olsun
herkesin anayasal
yurttaşlık temelinde eşit haklara sahip olması sağlanmalı, bu bağlamda
kendi kültürlerini yaşatmaları ve geliştirmeleri anayasal
güvence altına alınmalıdır.
2011 Nevruz‘u bütün bu kaygıların ortadan kalktığı,
çatışmaların, ölümlerin sona erdiği,
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl bir şekilde
çözüldüğü, bir arada yaşama zeminlerinin
güçlendiği bir dönemin başlangıcı olmalıdır.
İMO olarak, eşit, özgür demokratik Türkiye’de “bir
arada yaşam” dileğiyle Nevruzu kutluyoruz.
Libyaya karşı düzenlenen saldırı ile ilgili olarak
İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yapılan
açıklama. 21 Mart 2011
Emperyalistler bu kez Libya’ya özgürlük
götürüyor!
Emperyalist Saldırı Bir An
Önce Durdurulmalıdır!
Başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa, İtalya ve
Kanada’dan oluşan “koalisyon güçlerinin” hedefinde
bu kez Libya var. Koalisyon güçlerine ait uçaklar birkaç
gündür Libya’da önceden belirlenmiş hedeflere ve
kentlere bomba yağdırıyor. Libya Sağlık Bakanlığı’ndan
yapılan açıklamaya göre bombardıman sivillere de
yönelmiş durumda. Bombardımanda 100’e yakın sivilin
öldüğü belirtiliyor. Uçaklar Libya semalarından halka
ölüm taşıyor.
Ne ilginç ki tıpkı Afganistan ve Irak işgallerinde olduğu
gibi saldırı yine “özgürlük” vaadiyle meşrulaştırılıyor.
Emperyalistler bir ülkeye daha özgürlük lütfediyor!
Antidemokratik ülke rejimleri ise açıkça ifade etek gerekirse, emperyalistlerin işini kolaylaştırıyor.
Asıl nedenin ise antidemokratik rejim karşısında halkı
özgürleştirmek olmadığı biliniyor. Kuzey Afrika ülkelerinin zengin petrol yatakları, Libya’nın eşi benzeri
olmayan petrol rezervleri bu saldırıların ana gerekçesidir. Emperyalistler bir yandan bu doğal zenginlikte söz
sahibi olmayı hedefliyor, diğer yandan da kendisi için
sorun teşkil eden yönetimleri ortadan kaldırıyor.
Emperyalistler için gerekçe bulmak zor olmuyor. 11
Eylül saldırısı Afganistan’ın, terör örgütlerini himaye,
antidemokratik ve katliamcı Saddam yönetimi ise Irak
işgaline yol açmıştı.
Kuzey Afrika ülkelerinde son dönemde patlak veren
olaylar, Tunus ve Mısır’da yönetim değişikliklerine yol
açmış, Batılı ülkelerin planı Libya’da Kaddafi’nin direnmesiyle bozulma riski taşımaya başlamıştı ki, NOTA
odaklı saldırı tam da bu noktada devreye girdi. NATO
zincirin Libya’da kopmasına izin vermedi. Dünya kamuoyu, Mısır’da benzer gelişmeler yaşansa ve Mübarek
yönetimi iç karışıklıkta avantajlı duruma geçse, ilk
hedefin Mısır olacağı konusunda hemfikirdir.
ABD başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı
yeniden dizayn etmek istiyor. Afganistan ve Irak’tan
sonra sıranın Libya’ya geleceği tahmin ediliyordu.
Şimdi sormak gerekiyor sıra hangi ülkede? Suriye’de
mi, İran’da mı? Asıl soru ise ABD’nin yayılmacılığı ve
savaş politikasının sınırının ne olacağı, saldırganlığın ne
zaman duracağıdır.
Libya saldırısıyla ilgili olarak Türkiye’nin tavrı ise bir
başka tuhaflığa işaret etmektedir. Türkiye ikili oyuna
son vermeli, kendi halkıyla birlikte Ortadoğu ve kuzey
Afrika’nın mazlum halklarını kandırmaktan vazgeçmelidir. AKP iktidarı emperyalist senaryoda kendisine
biçilen görevini açıklamalıdır. Emperyalistler tarafından, AKP iktidarındaki Türkiye, bölge için “model” ülke
ilan edilmiştir. Bunun anlamı açıktır. AKP gibi emperyalizme eklemlenmezseniz, üstüne binlerce bomba
yağacaktır.’
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ABD’nin başını çektiği emperyalist yayılmacılığa, kanlı savaşlara, işgallere
hayır diyoruz. Antidemokratik rejimlerin ancak iç dinamiklerle alaşağı edilmesi gerektiğine inanıyor ve hiçbir
nedenin bir başka ülkenin işgal edilmesine gerekçe
gösterilmeyeceğini savunuyoruz.
Dünya kamuoyuna, dünya liderlerine ve insanlığın
yarattığı ortak vicdana sesleniyoruz: Libya’nın mazlum
halkının yanında olun. Ölüm kusan savaş uçaklarını
durdurun.
12
1 Nisan 2011
Önlem almayan siyasi
iktidar vebal altındadır
1’den
Japonya depremiyle birlikte ülkemizin deprem sorunu
yeniden gündeme taşındı. Meslek odaları, üniversiteler ve bilim insanları Türkiye’nin depreme ne kadar
hazır olduğunu, olası bir depremde meydana gelecek
kayıpları tartışmaya açtılar. Sorunun devasa boyutlarda
olmasına, uzun süreli politikalar gerektirmesine karşılık
deprem sorunumuz ne yazık ki Türkiye’nin ve siyasi
iktidarın gündeminde ancak birkaç gün kalabildi.
Siyasi iktidar temsilcilerinin Fukuşima’da patlayan
nükleer santrallerin ardından nükleer santrallerle ilgili
değerlendirmelerini referans alırsak, sorunun ve çözümün birinci dereceden sorumluları olan siyasi iktidar
temsilcilerinin deprem gerçeğimiz üzerine yorum yapmamış olmalarını belki de şans saymak gerekir.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, Mersin Akkuyu’da yapımı
planlanan nükleer santralle ilgili meslek odalarının ve
çevre örgütlerinin tepkilerine karşı “Türkiye’de nükleer
santral yapımı devam edecek” açıklamalarını yaptı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise “o zaman evinizde
tüp, bilgisayar vs. kullanmayın, köprü inşa etmeyelim”
gibi akıl almaz değerlendirmeleriyle nükleer santraller
ve yaratacağı tehlikeler ile ilgili cehaletini ortaya koydu.
Sonuç itibariyle Japonya’da 9,0 büyüklüğünde meydana
gelen mega bir depremde neredeyse hiçbir yapının zarar
görmemesinin, dolayısıyla can kaybının yaşanmamasının; buna karşılık Türkiye’de 5 ile 6 büyüklüğündeki
orta şiddetli depremlerin bile can kaybına sebep olmasının bırakalım hesabını vermeyi, sorgulamasını bile
yapmayan bir siyasi iktidarın vurdum duymazlığıyla
karşı karşıyayız.
Dünya’da 1900 yılından bu
yana meydana gelen en
büyük depremler
Yüzyılın başından beri dünyada meydana gelen en şiddetli depremler, tarihlerine göre şöyle sıralanıyor:
1906
Ekvador: Kolombiya ve Ekvador kıyıları
açıklarında 8,8 büyüklüğündeki depremin
ardından oluşan tsunami bin kadar kişinin ölümüne
yol açtı.
1952
SSCB: Kamçatka Yarımadasında 9 büyüklüğünde meydana gelen deprem ve sonrasındaki tsunami, Şili ve Peru’yu da etkiledi. Deprem
2 bin 300 kişinin ölümüne neden oldu.
1957
Alaska: Andreanof adalarını vuran 8,6 büyüklüğündeki deprem önemli bir tsunami
faciasına yol açtı.
1960
Şili: Şili’de 9,5 büyüklüğündeki depremde
5 bin 700 kişi hayatını kaybetti. Depremin
ardından oluşan tsunami, Pasifik kıyısındaki ülkeleri
tehdit etti ve Hawaii’de 61, Japonya’da 130 kişinin
hayatını kaybetmesine neden oldu.
1964
Alaska: Prens William Boğazı yakınlarındaki 9,2 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunami, yüzden fazla kişinin ölümüne yol
açtı.
1965
Alaska: 8,7 büyüklüğündeki depremin
neden olduğu tsunami Aleoutiennes Adalarını etkiledi.
2004
Asya: Endonezya’ya bağlı Sumatra adası
açıklarında 9,1 büyüklüğündeki deprem
ve ardından gelen tsunami, 10 kadar komşu ülkeyi
etkiledi, 270 bin kişi yaşamını yitirdi ya da kayboldu.
2005
Endonezya: Sumatra açıklarındaki Nias
adası yakınlarında 8,6 büyüklüğündeki
depremde 900 kişi hayatını kaybetti, 6 bin kişi yaralandı.
Rakamlarla Türkiye’nin deprem
gerçeği
Türkiye, dünyadaki depremlerin beşte birine kaynaklık
eden Akdeniz-Alp-Himalaya adı verilen en etkin deprem kuşağı üzerinde yer alıyor. Türkiye’yi kuzeyden,
güneyden ve batıdan saran bu kuşak nedeniyle Türkiye topraklarının yüzde 92’si deprem tehlikesi altında
bulunuyor.
Deprem riskinin yüksekliği nedeniyle Türkiye’de her yıl
ortalama bir tane yıkıcı deprem meydana geliyor. Resmi
kayıtlara göre 1900 yılından bu yana Türkiye topraklarında 223 büyük deprem yaşanmış, bu depremler
sonucu 86 bin kişi hayatını kaybetmiş ve 549 bin konut
yıkılmış veya ağır hasar almıştır. Türkiye’nin yaşadığı
1939 Erzincan Depremi ile 1999 Marmara Depremi
geçtiğimiz yüzyılda dünyada meydana gelen büyük
depremler arasında yer almaktadır.
Dünya nüfusunun yaklaşık 600 milyonunun (dünya
nüfusunun yüzde 10’u) deprem bölgelerinde yaşadığı
tahmin ediliyor; Türkiye nüfusunun ise yüzde 71’i 1. ve
2. derece deprem bölgelerinde, 3. ve 4. deprem bölgelerinde yaşayan nüfus dâhil edildiğinde toplam nüfusun
yüzde 98’i deprem tehdidi altında bulunuyor. Yine sanayi kuruluşlarımızın yüzde 98’i, barajlarımızın yüzde
95’i deprem bölgelerinde kurulmuş ve risk taşımaktadır.
Enerji kaynaklarımızın ise yaklaşık yüzde 41’i birinci
derece deprem bölgelerinde yer alıyor.
Enerji kaynaklarımız risk taşıdıkları halde Mersin Akkuyu nükleer santralinin, Ecemiş Fay hattına yalnızca 2025 km uzaklıkta yapılması planlanıyor. Uzmanlar, Ecemiş Fay hattının aktif bir fay özelliğine sahip olduğunu,
enerji birikimi nedeniyle 6-7 büyüklüğünde
bir depreme neden
olabileceğini açıklıyorlar. Japonya depreminin
neden olduğu nükleer
santral patlamalarıyla
birlikte nükleer santrallerin enerji üretimi için
zaruri olup olmadıkları
tartışmaları devam
ederken, Türkiye’de
mevcut enerji kaynakları ile yapımı planlanan nükleer santrallerin
yaratacağı riskler siyasi
iktidarın çözüm üreteceği acil sorunlar arasında bulunmaktadır.
Japonya depreminden anlaşıldığı üzere büyük ölçekli
depremlerin meydana geldiği ülkelerin depreme karşı
dayanıklı binalar inşa ederek depremin zararlarını en
aza indirgemeleri mümkündür. Ancak Bir deprem
ülkesi olmasına, son yüzyılda 100 bine yakın insanını
depremlerde kaybetmiş olmasına karşılık Türkiye’de
yapıların güvenliği önemli bir sorun teşkil etmektedir.
TÜİK verilerine göre ülkemizdeki konutların yüzde 40’ı
kaçak ya da ruhsatsızdır; yapı kullanma izin belgesi
baz alınırsa bu oran yüzde 67’e çıkmaktadır. 15 milyon
civarında olduğu tahmin edilen bina stokunun yüzde
10’unun yenilenmesi, yüzde 30’unun ise onarılması
gerekmektedir.
Kamu binalarının durumu ve güçlendirme çalışmalarının yavaşlığı siyasi iktidarın depreme karşı tavrının iyi
bir fotoğrafını sunmaktadır. 1999
Marmara Depreminin ardından
özellikle Dünya Bankası’nın desteğiyle başlatılan güçlendirme çalışmaları sonucu Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı’nın güçlendirme çalışmaları ile ilgili hazırladığı verilere göre;
okul, hastane ve benzeri 77 bin 522
kamu binasından ancak 764’ünün
güçlendirilmesi tamamlanmıştır.
32 bin 432 okul binasından 276’sı,
9 bin 503 hastaneden 55’i güçlendirilmiştir.
Türkiye topraklarının deprem riski
ile bina stokunun yapısını anlatan
rakamların çarpıcılığına karşılık,
siyasi iktidar ilgili meslek odaları
ve kuruluşların önerilerini hayata
1 Nisan 2011
geçirmek yerine TOKİ’ye ve kentsel dönüşüm projelerine bel bağlamış durumdadır. Siyasi iktidar, kentsel
dönüşüm alanlarını TOKİ’ye tahsis etmektedir ancak
TOKİ, depreme karşı güvenli yapılar inşa etmede en
önemli dayanak noktamız olan yapı denetim sisteminden muaf tutulmaktadır.
Japonya Depremi bizi bir kez
daha haklı çıkardı
Japonya’da meydana gelen deprem İnşaat Mühendisleri
Odası’nın yıllardır bu alanda yaptığı belirlemelerin ne
kadar yerinde olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Japonya depreminde yaşanan ölümler binaların yıkılmasından değil tsunami dalgalarından kaynaklanmıştır. Bir
kez daha anlaşılan şudur: gerekli yasal altyapı, yasaların
eksiksiz uygulanması, kamusal denetim ve toplumsal
bilinçle 9,0 büyüklüğündeki mega bir depremden bile
kayıp vermeden çıkmak mümkündür.
Dolayısıyla ülkemizin bir deprem sorunu yoktur,
denetim ve uygulama sorunu vardır tespitini yinelemek yerinde olacaktır.
Odamız yıllardır mesleki ve sosyal sorumluluğu gereği,
deprem kuşağında bulunan olası depremlerde büyük
can kaybı ve maddi zararların yaşanmaması için her
platformda yetkilileri önlem almaya çağırıyor.
Her yıl 99 Marmara Depreminin yıl dönümü olan 17
Ağustos tarihinde gerekli tedbirlerin bir an evvel alınması konusunda yetkilileri uyarmak amacıyla kampanyalar yapıyor, yürüyüşler düzenliyoruz.
“Türkiye’nin Deprem Gerçeği” raporumuzda ülkemizin yüksek riskli yapı ve kentsel dokularını, mevcut
yapı stokumuzun durumunu, yapı denetim sisteminin
sorunlu yönlerini, imar afları ve denetimsizliği birçok
yönüyle değerlendirmiş ve kamuoyuyla paylaşmıştık.
22-24 Haziran 2009 tarihleri arasında İstanbul’da
Avrupa İnşaat Mühendisleri Konseyi ve Dünya İnşaat
Mühendisleri Konseyi ile ortaklaşa Uluslararası Deprem ve Tsunami Konferansı düzenledik ve depremin
ülkemize yaşatacağı kayıpları uluslararası düzeyde
değerlendirdik. Listeyi düzenlediğimiz paneller, sempozyumlar,
basın açıklamaları ve meslek içi
eğitim seminerleriyle uzatmak
mümkün.
İnşaat Mühendisleri Odası
olarak Japonya depreminin
yeniden bizlere kanıtladığı,
“deprem değil tedbirsizlik
öldürür” gerçeğinden yola
çıkarak yetkilileri bir kez daha
uyarıyor ve daha önce açıkladığımız önlemlerin hayata geçirilmesini istiyoruz. Aksi takdirde
olası bir depremde binlerce
13
insanımız yaşamını kaybedecektir ve bu felaketten siyasi iktidar
sorumlu olacaktır.
İvedilikle alınması
gereken önlemler
• Ülkemizin mevcut yapı stokunun sorunlu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bir an önce
ülke genelinde yapı stokunun
envanteri çıkarılmalıdır. Okul,
hastane, yurt gibi kamu binalarından başlayarak gereken yenileme ve güçlendirme
işlemleri yapılmalıdır tamamlanmalıdır. Kentler deprem ve diğer doğal afetlere uygun biçimde yeniden
yapılandırılmalıdır. Kentsel dönüşüm projeleri, yeni
rant alanları yaratmak amacıyla değil, afet riskini en
aza indirmek ve kent güvenliğini sağlamak amacıyla
yapılmalıdır.
• Depreme hazırlıklı olmak için mevcut binaların
güçlendirilmesinin yanı sıra yeni yapılacak binaların
depreme karşı dayanıklı olarak inşa edilmesinin sağlanması da önemlidir. Yapı güvenliğini sağlamanın
en işlevsel yolu ise yapıların üretim sürecinde doğru
bir mühendislik hizmetiyle üretilmesidir. Zemin
etüdünden projelendirmeye, malzeme kalitesinden
yapım faaliyetine kadar bina üretim sürecinin her
aşamasında alınacak mühendislik hizmeti yapıların
güvenli olmasının en önemli teminatlarından birisidir.
• 2001 yılından bu yana 19 pilot ilde uygulanmakta
olan Yapı Denetim Sistemi 1 Ocak 2011 tarihinden
bu yana tüm Türkiye’de uygulamaya konuldu. Fakat
yapı denetim sisteminin kurgusuna dair sorunlar
varlığını korumakta ve uygulama yanlışları devam
etmektedir. Yapı denetimin ülke genelinde yaygınlaştırılması önemlidir. Ancak sistem mevzuat ve
uygulama yanlışlıklarından arındırılmalıdır.
• Bir kamu hizmeti olan yapı denetim sisteminin özel
şirketler tarafından yürütülmesi, sağlıklı bir yapı
denetim sisteminin önündeki en önemli engellerden
biridir. Yapı denetim sisteminin bu özelliği, hizmetin
içeriğini ve uygulama biçimini
piyasa ilişkilerine devretmektedir ki bu durum sağlıklı bir
denetimin önünde engel teşkil
etmektedir.
• “Dar gelirlilere konut üretme” amacıyla kurulan TOKİ ve
KİPTAŞ tarafından inşa edilen
binalar yapı denetim sisteminin
dışında tutulmaktadır. Deprem
felaketinden korunabilmemiz
için kamu yapıları dâhil tüm
inşaatların yapı denetim sistemine tabi tutulması gerekmektedir.
Türkiye’de 1900 yılından
bu yana meydana gelen en
büyük depremler
1903
Malazgirt: Sismik aletlerle ölçülen ilk
depremlerden biri olan bu depremde 2626
kişi yaşamını yitirdi. Depremin büyüklüğü 6,7 olarak
belirlendi.
1912
yaralandı.
Mürefte: Büyüklüğü 7,3 olan bu depremde 216 kişi yaşamını yitirdi, 466 kişi de
1930
Hakkâri: Hakkâri’nin sınır bölgesinde gerçekleşen bu depremde 2514 kişi hayatını
kaybetti. Depremin büyüklüyüyse 7,2’ydi
1939
Erzincan: Türkiye’nin 20. yüzyılda yaşadığı en şiddetli depremdir. 7,9 büyüklüğündeki depremde 32 962 kişi hayatını kaybetti. Bu
depremin ardından yurt çapında yas ilan edilmişti.
1942
Niksar/Erbaa: Büyüklüğü 7,0 olan bu
depremde 3000’e yakın insan yaşamını
yitirmiş, yaklaşık 6300 kişi de yaralanmıştı.
1943
Tosya/Ladik: 2824 kişinin yaşamına mal
olan bu depremin büyüklüğü 7,2 olarak
ölçülmüştü.
1944
1946
1966
yaralandı.
Bolu/Gerede: 7,2 büyüklüğündeki depremde 3959 kişi hayatını kaybetti.
Varto/Hınıs: Bu depremde 839 kişi yaşamını yitirdi, 349 kişi yaralandı.
Varto: 6,9 büyüklüğündeki bu depremde 2394 kişi hayatını kaybetti 1489 kişi
1970
Gediz: Gediz’de meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremde 1086 kişi yaşamını kaybetti 1260 kişi yaralandı.
1975
Lice: 2385 kişinin yaşamını yitirdiği 3339
kişinin yaralandığı depremin büyüklüğü
Richter ölçeğine göre 6,9 olarak ölçüldü.
1976
Çaldıran/Muradiye: Depremin büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü. 3840 kişi yaşamını
kaybetti, 497 kişi yaralandı.
1983
1992
Erzurum/Kars: 6,8 büyüklüğündeki
depremde 1155 kişi hayatını kaybetti, 1142
kişi yaralandı.
Erzincan: Erzincan’la birlikte Tunceli’yi
de vuran bu deprem, 6,8 büyüklüğündeydi.
Depremde 653 kişi yaşamını yitirdi. Yaralı sayısıysa
3850 olarak belirlendi.
1995
1998
Dinar: 5,9 büyüklüğündeki depremde ölü
sayısı 94 olarak kayıtlara geçti.
Ceyhan: 6,3 büyüklüğündeki deprem
başta Ceyhan olmak üzere bütün Adana’yı
etkiledi. 84 kişinin hayatını yitirdiği depremde 310
kişi yaralandı, yüzlerce ev hasar gördü.
1999
Gölcük: Türkiye’nin 20. Yüzyılda yaşadığı
ikinci büyük deprem olan Gölcük depremi
7,8 büyüklüğünde meydana geldi. Depremde 17.480
kişi yaşamını yitirdi, 43.953 kişi yaralandı.
1999
yaralandı.
Bolu/Düzce: 7,2 büyüklüğündeki depremde 845 kişi yaşamını yitirdi, 4948 kişi
14
1 Nisan 2011
Japonya’da meydana gelen deprem, tsunami ve nükleer patlamalar nedeniyle İnşaat Mühendisleri
Odası tarafından yapılan değerlendirme. 17 Mart 2011
Japonya depremi ile ilgili
İMO’nun değerlendirmesi
B
ir haftaya yakın bir süredir, Japonya’da yaşanmakta olan katmerli felaketi dehşet ve ibretle
izlemekteyiz. Neler oluyor Japonya’da? Önce çok
büyük bir deprem, ardından deprem etkisiyle oluşan
tsunami, onun da arkasından biribirini izleyen nükleer
santral patlamaları. Japonya, İkinci Dünya Savaşı’ndan
sonra en büyük felaketini yaşıyor. Dünya, gelişmeleri
kaygı içinde izliyor. Deprem ve tsunami yapacağını
yaptı ve artık duruldu sayılır. Ama nükleer tehlike hala
sürüyor. Böyle bir gelişmenin yalnızca Japonya için
değil, bölgedeki diğer ülkeler ve hatta dünyanın önemli
bir bölümü için yaratabileceği tehlikeler biliniyor.
Japonya depremi birkaç nedenle öğretici, ders verici
özellikler taşıyor. Türkiye’nin de bu olaylardan pek çok
ders çıkarması gerektiği herkes tarafından biliniyor.
Oysa önlemler sınırlı ve yetersiz. İnşaat Mühendisleri
Odası’nın Japonya felaketine bakışı ile Türkiye’deki
duruma ilişkin düşünceleri bu yazıda kısaca özetlenmektedir.
Deprem Boyutu
Japonya’nın Kuzey Doğusundaki Tohoku Bölgesi açıklarında kıyıdan 130 km uzakta 11 Mart 2011 tarihinde
Greenwich saati ile 05:46’da (yerel saatle 14:46) 9.0
büyüklüğünde bir deprem meydana gelmiştir. Deprem
merkezi 38.322°N, 142.369°E koordinatlarında olup
odak derinliği 24 km’dir. Japonya Meteoroloji Ajansı
tarafından Taiheiyou olarak isimlendirilen deprem,
Japonyanın Kuzey dogu kentlerinde hasara yol açmış, deprem merkezinden 350 km güneydeki başkent
Tokyo’da da şiddetli hissedilmiştir. Deprem sonrası,
derin denizde 15 metreden yüksek genlikte ve yaklaşık
1 saat peryodunda oluşan tsunami dalgaları en yakın
kıyıya yaklaşık 25 dakikada ulaşmıştır.
Japonya açıklarında gerçekleşen bu deprem, yeryüzünde bugüne kadar kayda geçmiş en büyük beş depremden birisidir.
Bu olayı, ardından gelen diğer felaketlerden ayırmak
elbette olanaklı değil. Ama depremi izleyen ve tsunaminin etkili olmasından önceki kısa süre içinde
Japonya’dan yansıyan görüntüler, depremin etkileri
hakkında bir fikir verebiliyor.
Bu yansımalar, Japonya’daki yapıların bu çok büyük
deprem karşısında oldukça başarılı bir sınav verdiğini,
yapısal hasarın ve buna bağlı can kaybının oldukça
düşük bir düzeyde kaldığını gösteriyor. Televizyondaki
görüntüler ve görgü tanıklarının ifadelerinden, yapılarda önemli ötelenmeler oluştuğunu, ama aşırı bir
hasar oluşmadığını söylemek mümkün. Bu bağlamda,
Japonya’da yapıların deprem güvenli yapılar olduğu
söylenebilir.
Büyük depremden bir hafta kadar önce yine Japonya’da
gerçekleşen 7,2 veya 7,3 büyüklüğündeki deprem bu
düşünceyi doğrulamaktadır. Can kaybı olmaksızın ve
kayda değer bir yapısal hasar görülmeksizin atlatılan bu
deprem, sıradan bir doğa olayı olarak, yalnızca birkaç
gün haber bültenlerinde yer bulabilmişti. Dikkat edilirse, önemsenmeden geçiştirilen bu depremin büyüklüğü,
ülkemizin karabasanı olan ve gerçekleştiğinde büyük
bir felakete yol açacağı, ellibinler düzeyinde can kaybı
oluşturacağı bilinen olası İstanbul depreminin olası
büyüklüğü kadardır.
Japonya depremi bize bilim ve tekniğin doğru kullanılmasıyla her zeminde bina yapılabileceğini ve mühendislik hizmeti alan binaların şiddetli depremlere dayanabileceğini bir kez daha göstermiştir.
Bu noktada durup bir özdeğerlendirme ve bir özeleştiri
yapmak gereklidir.
Ülkemizde deprem meselesi uzun süre kaderci bir yaklaşımla doğaüstü güçlerle açıklanmaya çalışılmış, bilim
insanlarının ısrarlı uyarılarına rağmen elle tutulur bir
gelişme sağlanamamıştır.
Ne yazık ki ülkemizde deprem bilinci ancak büyük
kayıplara yol açan yıkıcı depremler yaşandıkça gelişmektedir. Bu bağlamda yaklaşık 40 000 can kaybına
mal olan 1939 Erzincan depremi bir milat olarak kabul
edilebilir.
1939 Erzincan depremi ardından adım adım gelişen
deprem yönetmeliği çalışmaları 1975 yönetmeliği ile
somut bir düzeye erişmişse de, bu yönetmeliğin yaygın
biçimde uygulamaya geçirilmesinde başarılı olunamamıştır. Bugün bir dönüm noktası gibi algılanan 1999
Marmara depreminde görülen aşırı yapı hasarı ve buna
bağlı 20 000’i aşkın can kaybında, 1975 deprem yönetmeliğinin uygulanmamış olmasının büyük etkisi
olduğu kuşkusuzdur.
Daha da önemlisi, deprem olgusunun artık çok daha iyi
algılandığı, özellikle de olası İstanbul depremi konusunda somut bilgiler bulunan son 12 yılda, deprem zararlarını azaltmak adına neler yapıldığı ya da yapılmadığı
konusudur.
Değişik alanlarda yapılması gerekenler ve yapılanlar çok
kısaca gözden geçirilirse şöyle bir özetleme yapılabilir:
İnşaat Mühendisleri Odası Bir Kez Daha Uyarıyor
Odamız Japonya’ da meydana gelen 9,0 büyüklüğündeki deprem nedeniyle 16 Mart 2011 tarihinde
bir açıklama yaptı. Depreme dayanıklı binalar inşa
edilmenin mümkün olduğuna dikkat çekilen açıklamada Türkiye’de olası depreme karşı alınabilecek
önlemler yeniden hatırlatıldı. Açıklamada “Depreme
dayanıklı binalar inşa etmenin depremlerde yaşanacak
faciaları önlediği biliniyor. En son Japonya’da yaşanan
9,0 büyüklüğündeki deprem bu gerçeği bir kez daha
gözler önüne serdi. Odamız yıllardır mesleki ve sosyal
sorumlulukları gereği, deprem kuşağında olan ülke-
mizde her an olabilecek depremlerde büyük can kaybı
ve maddi kayıpların yaşanmaması için her platformda
yetkilileri önlem almaya çağırıyor... İnşaat Mühendisleri Odası tarafından daha önce açıklanan önlemler bir
an evvel hayata geçirilmelidir aksi takdirde olası bir
depremde binlerce insanımız yaşamını kaybedecektir ve bu felaketten siyasi iktidar sorumlu olacaktır”
ifadelerine yer verildi.
Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web adresinden ulaşılabilir.
Biz biliyoruz ki;
sorun çözümsüz
değil. Güvenli
yaşanabilir kentler
yaratmak mümkün.
Önemli olan
çözmeye niyet
etmek..
Önemsenebilir düzeyde bilimsel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır. Örneğin, Kuzey Anadolu Fay
Zonu’nun Marmara Denizi içinde kalan bölümü oldukça ayrıntılı biçimde incelenmiştir. Kuvvetli yer hareketi
kayıt sistemleri geliştirilmiş ve yaygınlaştırılmıştır.
Elde edilen ve edilecek olan verilerin uygulamaya ışık
tutabilecek nitelikte olduğu kesindir, ama bu ışık henüz
yeterince değerlendirilebilmiş değildir. Mevcut yapıların
deprem güçlendirmesine yönelik uygulanabilir nitelikte
teknikler geliştirilmiş ve yönetmeliğe yansıtılmıştır,
ama henüz bu yöntemlerin uygulamada yeterince yer
aldığı söylenemez.
Bir Deprem Şurası gerçekleştirilmiş, deprem sorunuyla
ilgili pek çok konu, en yüksek düzeyde ele alınarak, kapsamlı çalışmalar yapılmış ve önemli kararlar alınmıştır.
Şura kararlarının çok azı hayata geçirilebilmiş olup
büyük çoğunluğu tozlu raflarda unutulmuştur.
Deprem Yönetmeliği yenilenmiş, geliştirilmiş ve kapsamı genişletilmiştir ve mevcut yapıların güçlendirilmesine ilişkin yeni bir bölüm eklenmiştir.
Köprü, okul, hastahane gibi kullanım öncelikli ve acilen
güçlendirilmesi gereken yapıların deprem için güçlendirilmesi konusu değişik düzeylerde ele alınmışsa da bu
konuda yeterli bir ilerleme sağlanamamıştır.
1999 Marmara depremi sonrasında başta İstanbul
olmak üzere deprem bölgelerinde yaşayan özel mülk
sahiplerinin birçoğu yapılarının deprem güvenliği
kaygısına bir süre düşmüş, bir değerlendirme yaptırmak
ve gerekiyorsa binalarını güçlendirmek için girişimlerde
bulunmuşlarsa da, bir bölümü olanaksızlık nedeniyle
girişimlerinden vazgeçmiş, bir bölümü ehil olmayan
kişilerce yanlış yönlendirilmiş, bir bölümü de işi kaderciliğe dökerek bu konuyu unutmayı tercih etmiştir.
Japonya olayında gördüklerimizden ders alarak, kendimize bir özeleştiri çerçevesinden baktığımızda, başladığımız birçok işi tamamlayamadığımızı, son oniki yılda
yapabildiklerimizin bir arpa boyundan öteye geçmediğini söyleyebiliriz.
1 Nisan 2011
15
Nükleer felaket, tüp
patlaması değildir
sayın başbakan!
Tsunami Boyutu ve Nükleer
Santrallerde yarattığı etki
Japonya’ da deprem güvenli yapılaşma sonucu, depremin oluşturduğu salınımlar kayda değer bir hasar
oluşturmamakla beraber, deprem nedeniyle oluşan
tsunami ne yazık ki ciddi hasarlara sebep olmuş,
binlerce can kaybına, nükleer santrallerde oluşturduğu hasar nedeniyle de bir çevre felaketine neden
olmuştur.
Bölgede tarih boyunca bilinen en büyük tsunami,
869 yılında meydana gelen “Jogan tsunamisi”dir. Elde
edilen bilgiler o tarihteki tsunaminin, kıyıdan 4 km
uzakta bulunan Tagajo kalesine kadar ulaştığını, 1000
kadar can kaybı yarattığını göstermektedir. Ancak
yaşanan deprem ve tsunaminin, Jogan deprem ve
tsunamisinden çok daha büyük olduğu görülmüştür.
Kıyılara ulaşan dev tsunami dalgaları koruyucu duvarları aşarak kıyı alanlarında 4-5 km kadar ilerlemiş,
nehir ağızlarından giren okyanus suları ise nehir
boyunca kıyıdan 10 km uzaklığa kadar ulaşmıştır.
Dalgalar, Japonyanın kuzey doğu kıyılarında birçok
yerde, altyapı ve binaları yıkarak sürüklemiştir. Bölgenin genel yapı düzeni tek ya da iki katlı hafif ahşap
yapı tipi olduğundan, kuvvetli akıntılarla karada
ilerleyen dalgaların etkisi tamamen yıkıcı olmuştur.
Ancak beton yapılardaki hasarın ahşap yapılara göre
çok daha az olduğu gözlenmiştir.
Ülkemizde bu boyutta bir tsunaminin gerçekleşme
olasılığı düşük olmakla birlikte kıyı kentlerimizde
yoğun bir kıyı yapılaşması bulunmaktadır. Bu yapılar
olası bir depremde – Değirmendere örneğinde olduğu
gibi- ağır hasar görebilecektir.
Bu acı kayıplara ek olarak Fukushima Nükleer Santralinde soğutma sisteminin hasar görmesi ve yedek
sistemlerin de etkilenmesi nedeniyle zorunlu soğutmanın sağlanamamasından dolayı oluşan aşırı ısınma
önlenememiş, bunun sonucunda depremle başlayan
ve tsunami ile devam eden doğal afetler dizisine,
insan etkisi ile ortaya çıkan radyoaktif sızıntıya bağlı
nükleer felaket de eklenmiştir.
Nükleer santraller her zaman nükleer tehlike potansiyeli taşımakta, yapımında ve işletilmesinde yapılacak en küçük bir hata bile, telafi edilmesi mümkün
olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Japonya gibi
güvenli yapı üretiminde ileri düzeyde olan bir ülke
bile nükleer patlamaya engel olamamış ve insanlığı
gelecek tehlikesiyle baş başa bırakmıştır.
Ülkemizde de yaşanabilecek olası doğal afetler ve
depremler gözönüne alındığında, yapılması planlanan
nükleer santrallerin oluşturacağı riskin ne kadar büyük olduğu geçmişte Çernobil bugün Japonya örnekleriyle sabittir. Buna rağmen bu konuda ısrar edilmesi
en hafif ifadesiyle falakete davetiye çıkarmaktır.
Eğitim Boyutu
Depremin oluşturacağı risklerin azaltılması çalışmalarının en önemli boyutlarından biri de eğitimdir.
Yurttaşların depreme hazırlıklı olmalarını, deprem
sırasında ve sonrasında doğru davranışlar içinde
olmalarını sağlamaya yönelik eğitim çalışmalarının
Japonya’da uzun süredenberi özenle yürütüldüğü
bilinmektedir. Japon halkının bu büyük felaketler
dizisi karşısındaki tutum ve davranışı, bütün dünya
tarafından takdir ve hayretle izlenmektedir.
Yaşamakta oldukları büyük sorun ve sıkıntılara rağmen, çocuğundan yaşlısına insanların hiç birinde aşırı
duygusal tepki görülmemekte, tam tersine insanların
yüzlerinde bu doğa olaylarının getirdiği sorunları
aşma azmi ve kararlılığı izlenmektedir. Japon insanı
yaşadığı felaketler karşısında soğukkanlılığını kaybetmemiş, düzene ve kurallara gerektiği gibi uymayı
sürdürmüş, birbirinin hakkına saygı gösterip her konuda sırasını beklemiş, her konuda payına razı olup
yolsuzluklara sapmamış, varolan karışık durumdan
yararlanıp talan girişiminde bulunmamıştır.
Bu örnek davranış biçiminin ortaya çıkmasında,
elbette Japon kültürünün, gelenek ve göreneklerinin
katkısı önemli bir yer tutmaktadır, ama okulda, ailede, televizyonda, radyoda aralıksız biçimde sürdürülen depreme hazırlıklı olma eğitiminin de büyük bir
payı bulunduğu kuşkusuzdur.
Ancak Japon toplumunun bu sağduyulu yaklaşımında en önemli etmenin Japonya’daki yapıların deprem
gerçeği gözönüne alınarak üretilmiş olması ve deprem
güvenli yapılaşmaya ilişkin her tür tedbirin aldığına
ilişkin güven ve inanç duygusu olduğu da gözden
kaçırılmamalıdır ki, yaşananlar bu güveni haksız
çıkarmamıştır.
Bu noktada bir kez daha Türk toplumuna dönerek bir
özeleştiri yapmakta yarar vardır.
Başta siyasi erk olmak üzere hiç bir düzeyde depreme
hazırlıklı olma konusunda önlem alınmayan ülkemizde Türkiye insanı, bu durumlarda ya depremi
bir doğa olayı olarak değil, tanrısal bir ceza olarak
algılayıp, çaresizlik içinde boynunu büküp oturmakta, acılarını yüreğine gömüp tam bir eylemsizlik içine
girmekte, ya da kontolsüz bir öfkeye kapılıp aşırı
duygusal davranışlar sergilemektedir.
Bu davranış biçiminin ortaya çıkmasında da kültürel
ve ekonomik yetersizlik faktörleri kuşkusuz etkili
olmaktadır. Bununla birlikte, eğitim eksikliğinin rolü
de yadsınamayacak düzeydedir.
Japonya depremi, toplumsal yaşamın deprem gerçeğini görerek tanzim edilmesinin, topluma doğa olaylarıyla iç içe yaşama becerisinin kazandırılmasının ne
derece önemli olduğunu somut olarak göstermiştir.
Son Söz: Tek Çözüm,
Topyekûn Seferberlik
Bu yazıda, bir deprem ülkesi olan Japonya ile bir
deprem ülkesi olan Türkiye’nin deprem gerçeğine
yaklaşımlarını karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye
çalıştık.
Sorunları aynı ama yaklaşımları farklı iki ülke…
İnşaat Mühendisleri Odası olarak, ülkemizdeki sorunların başında gelen kaçak yapılaşma ve imar aflarının önlenmesi, mevcut yapı stokunda güçlendirme
çalışmalarının tamamlanması, özel konut ve kamu
binalarının deprem güvenli inşa edilmesi doğrultusunda hızlı adımlar atılması gerektiğini, tüm bunların
yapılabilmesi için ise imar, yapı denetim, belediye
kanunu ve benzeri kanunlarda bir an önce köklü
değişikliklere gidilmesi doğrultusundaki görüşlerimizi
her platformda kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Biz biliyoruz ki; sorun çözümsüz değil. Güvenli
yaşanabilir kentler yaratmak mümkün. Önemli olan
çözmeye niyet etmek.
Tıpkı Japonya gibi…
İnşaat Mühendisleri Odası, Japonya depremi
sonrası başlayan nükleer santral tartışmalarıyla
ilgili bir açıklama yaptı. 16 Mart 2011 tarihinde
yapılan açıklamada nükleer santral kurulmasında ısrarcı olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
bilime ve yaşama saygılı olmaya çağrıldı. Tüm
dünya ülkelerinde nükleer santraller üzerinde
önemle durulurken, Türkiye’nin, AKP iktidarı
eliyle farklı bir havaya sokulmak istendiği vurgulanan açıklamada “Çernobil nükleer kazasının derin ve kalıcı etkileri henüz varlığını devam
ettirdiği zaman diliminde insanlığın yeni bir
felaketi kaldırabilmesi mümkün değildir. Dünya
ülkeleri bunu görmüş olacak ki radyasyon sızıntısının paniğini yaşamaya başlamış, önlem alma
süreci hızlanmış, tek tek ülkelerde kurulu santrallerin kaldırılması, planlananların iptal edilmesi doğrultusunda tartışmalar yoğunlaşmıştır.
Ülke kamuoyları toprakları üzerinde kurulu
nükleer santrallerin acilen devre dışı bırakılması çağrısında bulunmaktadır. Bundan sonraki
süreçte insanlık âleminin nükleer santraller
konusu üzerinde önemle duracağından kuşku
yoktur. Ülkemizde ise durum bambaşkadır. ‘Bir
musibet, bin nasihatten evladır’ sözü ülkemiz
sınırlarına girmeyi başaramamıştır. Çernobil ve
Japonya felaketleri nükleer konusunda görüş
değişikliklerine neden olurken, bizzat Başbakan
Erdoğan’ın sözlerinden anlaşılmaktadır ki, siyasi
iktidar nükleer santral konusunda inat edecektir. Nükleer santrallerin savunulması, içerdiği
tehlikenin hafifsenmesi, hatta evlerde bulunan
tüplerle karşılaştırılması ve benzeri görüşlerin
ciddiye alınacak bir tarafı yoktur elbette. Ancak
söz konusu görüşlerin sahibi bir ülkenin başbakanıysa, bu yaklaşımın ne anlama geldiği ve
ülkemizi nasıl bir tehlikenin beklediği üzerinde
durulmalıdır. ”denildi.
Açıklamanın tam metnine www.imo.org.tr web
adresinden ulaşılabilir.
16
1 Nisan 2011
“Türkiye’nin deprem
sorunu yoktur”
Nejat Bayülke kimdir?
Nejat Bayülke, 1969 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümün yüksek lisans programını 1971 yılında tamamladı. 1971-1972 yıllarında Japonya Tokyo’da
Uluslararası Sismoloji ve Deprem Mühendisliği Enstitüsü’nde Deprem Mühendisliği Eğitimi gördü.
1970-2003 yılları arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem
Araştırma Dairesi’nde Deprem Mühendisliği Şube Müdürü olarak çalıştı.
1970 yılından bu yana Türkiye’de hasar ve can kaybına neden olmuş olan tüm depremleri inceledi.
Depremler, yapıların deprem davranışları, depreme dayanıklı yapı tasarımı ve yapıların onarım
ve güçlendirilmesi konularında yüzlerce rapor, makale, bildiri yazdı ve konferanslarda sunumlarını
yaptı. Ayrıca bu konularda İMO şubelerinde düzenlenen çok sayıda seminer ve konferansta sunumlar gerçekleştirdi.
“Depremlerde Hasar Gören Yapıların Onarım ve Güçlendirilmesi” (10. baskı-2010), “Depremler
ve Depreme Dayanıklı Betonarme Yapılar” (1989), “Yığma Yapılar” (1980 ve 1992) kitaplarını
yazdı. Halen bir mimarlık, mühendislik ve müşavirlik firmasında çalışmaktadır. Evli iki çocuk
babasıdır.
Neden Nejat Bayülke?
Nejat Bayülke, deprem, depreme dayanıklı yapı tasarımı, yapıların onarım ve
güçlendirilmesi üzerine yıllardır çalışmalar yürüten ve bu alanda uzmanlık unvanını hak etmiş üyelerimizden biridir. Ülkemizde ve dünyada yaşanan depremler
üzerine çalışmalar yürütmüş, depremlerin nedenleri kadar, oluşumları durumunda
can kayıplarını en aza indirme üzerine de yoğunlaşmış olan Nejat Bayülke deprem
konusunda görüşlerine başvurulabilecek öncelikli isimler arasında bulunmaktadır.
Bir deprem ülkesi olduğu halde depremi bir sorun olmaktan çıkaran ve bunun
için gerekli önlemleri alabilen Japonya’da deprem üzerine eğitim almış olan Nejat
Bayülke’nin yine bir deprem ülkesi olan Türkiye ile ilgili yapacağı tespitlerin dikkate değer olduğu görüşündeyiz.
“Mega depremler Büyük
Okyanus çevresinde bulunan
ülkelerin kaderi”
Japonya dünya tarihinde ender rastlanan mega
depremlerden birisini yaşadı. Depremin ardından
meydana gelen tsunamiyle felaketin boyutları
iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Japonya’da
yaşanan 9,0’lık depremi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Büyük Okyanus çevresindeki okyanus tabanının kıta
plakalarının altına doğru girmesi sonucu yaşanan
bu depremler bölgenin bir özelliğidir. 2004 yılında
Endonezya’da ve 2010 yılında Şili’de meydana gelen
depremler de aynı mekanizmanın depremleriydi. Bu
şiddette meydana gelen depremler Büyük Okyanus
çevresindeki deprem kuşağının bir özelliği olarak kabul
edilmelidir. Aynı türde bir depremin 1700 yılında
Depreme dayanıklı
yapı üretmek çok
karmaşık bir şey
değildir. Temel
olarak belli bir yatay
yüke karşı binayı
dayanıklı inşa etmeniz
gerekiyor.
Nejat Bayülke ile depreme dayanıklı yapı tasarımı konusunda röportaj yapmaya
hazırlanıyorduk ancak tam bu esnada Japonya’da 9,0’lık mega bir deprem, ardından
tüm dünyayı dehşete düşüren tsunami felaketi ve en son nükleer santral patlamalarıyla devam eden bir felaketler zinciri yaşandı.
Binlerce insanın ölümüne neden olan bu felaket nedeniyle röportaj kurgumuzu değiştirdik ve daha önce planladığımız röportaj sorularına bir de Japonya’da yaşanan
felaketlerle ilgili eklemeler yaptık.
Nejat Bayülke ile yaptığımız ve ufuk açıcı olduğuna inandığımız röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz.
ABD’nin Büyük Okyanus kıyısında Amerika Birleşik
Devletleri ile Kanada sınırı kıyılarında olduğu yer bilimleri ve karbon -14 yöntemleri belirlenmiş durumda. Bu
Büyük Okyanus çevresinde bulunan ülkelerin bir kaderi
maalesef.
Bu depremde olağanüstü yer hareketi ivmesi oluşmuştur. Japon kaynaklarına göre depremin denizdeki
merkezine en yakın kara üzerinde (depremin merkezinden 150 km kadar uzakta olmasına karşın) yer çekimi
ivmesinin 2-3 katı kadar ivmeler oluşmuştur. Bu durum
yapılara ağırlıklarının 2-3 katı yatay yük uygulanması
demektir. Tasarım yükleri ise en şiddetli depremlerin
beklendiği yerlerde genellikle yapı ağırlıklarının en çok
% 20-25’i kadar olur.
Japonya’nın depreme karşı en fazla önlem alan
ülke olduğu biliniyor. Bu deprem başka bir ülkede
olsaydı sonuçları daha olumsuz mu olurdu?
2004 yılında Endonezya’da aynı nitelikte olan depremin
yarattığı tsunami 200 binden fazla can kaybı yarattı. Japonya depreminde ve ardından meydana gelen
tsunaminin henüz net olmamakla birlikte yaklaşık 10
bin kadar can kaybı yaratmış olması teselli olarak kabul
edilebilir. Buna karşılık çok daha gelişmiş bir ülke olan
Japonya’nın maddi kayıpları çok daha fazla olmuştur.
Nükleer santraldeki hasarın yarattığı teknolojik afet ise
başka bir olumsuz durumdur.
Aynı şiddette bir deprem Türkiye’de olsaydı ne
gibi yıkımlar yaratırdı?
Aynı şiddette (M=8.0) bir depremin Türkiye’de yaratacağı yıkım 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin
yarattığı yıkım düzeyinde olurdu fakat çok daha geniş
bir bölgeyi etkileyerek meydana gelirdi.
Uzmanlar Türkiye’nin aynı büyüklükte bir depremi yaşamayacağını söylüyorlar. Sizce deprem
kuşağında olan ülkemizin yaşayacağı depremler
en fazla kaç şiddetinde olur?
Türkiye’de yaşanmış en büyük depremlerin mağnitüdlerine bakılarak olabilecek en büyük deprem mağnitüdü
tahmin edilebilir. İstanbul’da 1912 yılında MürefteŞarköy’de meydana gelen 8,0 (şiddeti kesin olarak
bilinmemekle birlikte Türkiye’de oluşmuş en büyük
deprem olarak biliniyor) büyüklüğündeki deprem ve
1939 yılında Erzincan’da yaşanan 7.9 şiddetindeki deprem, Türkiye’de aletsel kaydı alınmış depremlerin en
şiddetlileri olarak kayıtlara geçmişlerdir. Kuzey Anadolu
Fay hattında meydana gelmiş bu depremler Türkiye’de
olabilecek depremlerin en üst sınırıdır diye tahmin
ediyorum.
Japonya depremiyle birlikte depreme karşı önlem
alınabildiğini ancak tsunami için tedbir almanın
şimdilik mümkün olmadığını gördük. Ülkemizde
tsunami tehlikesinin olmadığı söyleniyor ancak
yine de tsunami’ye veya depremin yaratacağı
büyük dalgalara karşı ne gibi önlemler almak
gerekir?
Tsunami’ye karşı alınacak önlem: Deniz kıyısında bir
deprem sarsıntısı duyulduğu anda her şeyi bırakıp en
kısa zamanda olabildiğince yüksek yerlere gitmektir.
Şimdilik daha pratik başka bir önlem yok gibi görünüyor.
Japonya depreminin yarattığı en büyük felaketlerden biri de nükleer santral patlamaları oldu.
Nükleer santrallerin yüksek risk barındırdıkları
biliniyor. Bu gibi afetlerde nükleer santrallerin
zarar vermemelerini sağlamak mümkün mü dür?
Mümkündür.
Ne gibi önlemler alınabilir?
Endüstri yapılarındaki makine, motor, pompa, jeneratör, trafo ve bunun gibi donanımlar genellikle ağırlıklarının %50’si kadar bir yatay yüke karşı koyacak
(devrilmeyecek ve yerinden kopmayacak) biçimde
tasarlanırlar. Anlaşıldığı kadarı ile depremde oluşmuş
yüksek deprem ivmeleri bu donanımların hasarına neden olmuştur. Fukuşima Nükleer santralinde soğutma
sisteminin yitirilmesi bu sistemlerin (tasarım yüklerinin
önceden hiç görülmemiş boyutta ve kat kat üstünde)
deprem kuvvetleri ile zorlanmasının sonucu olmuş
olabilir.
Bir başka görüş ise, deniz kenarındaki santralin soğutma yedek donanımlarının tsunami nedeni ile hasar
gördüğü yönünde.
Bu çok riskli tesislerin tasarımında şimdiye kadar kabul
edilenlerden daha büyük tasarım yük ve koşulları kullanılabilir.
1 Nisan 2011
“Türkiye’nin bir deprem sorunu yok” diyerek çok
iddialı bir şey söylediniz. Oysa Türkiye’nin büyük
bir deprem sorununun olduğunu ve önlem alınmazsa ciddi sıkıntılara yol açacağını biliyoruz.
Akkuyu Nükleer
Santralinin şu anda çok
etkin olmayan Akdeniz
kıyısından Kayseri’ye
kadar uzanan Ecemiş
Fayı’na yakınlığı konunun
ilk gündeme geldiği
1970’li yıllardan beri hep
bir güvenlik kuşkusu
yarattı. Ecemiş Fayı’nın
uzun olması üzerinde
büyük mağnitüdlü
deprem riskinin yüksek
olduğunu
göstermektedir.
Türkiye’de yapımı planlanan Akkuyu Nükleer
Santrali’yle ilgili ciddi bir muhalefet var fakat
hükümet santrali kurmakta kararlı. Siz Akkuyu
Nükleer Santrali’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akkuyu Nükleer Santralinin şu anda çok etkin olmayan
Akdeniz kıyısından Kayseri’ye kadar uzanan Ecemiş
Fayına yakınlığı konunun ilk gündeme geldiği 1970’li
yıllardan beri hep bir güvenlik kuşkusu yarattı. Ecemiş
fayının uzun olması üzerinde büyük mağnitüdlü deprem riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. Bu fayın
kuzey ucu olan Kayseri’de 1715’li yıllarda çok büyük
hasar ve can kaybı yaratmış bir depremin yaşandığı biliniyor. Birde 1835 yılında Kayseri’de yüzlerce can kaybı
yaratmış bir başka deprem daha meydana gelmiştir. Ayrıca Doğu Akdeniz’de başka aktif fay hatları da vardır.
Dolayısıyla Santralde ısrar etmek ciddi risklere yol
açabilir.
“Türkiye’nin deprem sorunu yok
ayıplı inşaat sorunu var”
Japonya depremi sonrası Türkiye’nin bir deprem
ülkesi olduğu yeniden hatırlandı. Siz Türkiye’nin
deprem sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’nin deprem sorunu yok, ayıplı inşaat sorunu
vardır. Yapılar denetlenmiyor. Bir Yapı Denetimi Yasası
var ancak gerektiği gibi önlem alınmasını sağlayamıyor.
Depreme dayanıklı yapı üretmek çok karmaşık bir şey
değildir. Temel olarak belli bir yatay yüke karşı binayı
dayanıklı inşa etmeniz gerekiyor. Ayrıca binanın şiddetli depremlerde sünek davranarak, deprem enerjisini
tüketmesi önemli bir husustur.
Sünekliği etriye sıklaştırmasıyla, boyuna donatıları
uygun bindirme boyları ve ankraj boylarıyla sağlayabilirsiniz. Yönetmeliklerde bu işlemlerin nasıl yapılacağı
belirtilmiştir. Eleman boyutlarının en az ne kadar olması gerektiği, en az donatının ne kadar olacağı ve yüzdesi
belirlenmiştir.
Ancak sünek yapının da şöyle bir sorunu var: yapı çok
fazla sünek olursa hafif depremlerde mimari hasarlar
çok olabiliyor ve şiddetli depremlerde çok fazla öteleniyor. Bunu önlemek için bahsettiğimiz ötelenmeyi kısıtlamak gerekiyor. Perde duvarlar koyarak, ötelenmeleri
kısıtlamaya çalışıyoruz ki, hem mimari hasar olmasın
hem de şiddetli depremde çok fazla ötelenip ikinci
mertebeden stabilite yıkımların da olmamasını sağlıyoruz. Yani depremden zarar görmemenin bu kadar kesin
ilkeleri var.
Eğer nerede deprem olacağını bilmiyorsanız ve depreme
dayanıklı bina yapmayı bilmiyorsanız deprem sorununuz var demektir. Oysa biz bunların ikisini de biliyoruz. Depreme dayanıklı yapının nasıl olması gerektiği
40 yıldan bu yana biliniyor. Deprem tehlike haritasını
ve nerede deprem olacağını biliyoruz. Sorun bizim
deprem haritasına ve yönetmeliklere uygun hareket
etmememizdir.
İMO Adana Şubesi’nin 2000 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Osmaniye Belediyesi’nin ruhsat verdiği
475 tane binanın 460 tanesinde deprem hesabı yoktu.
Deprem hesabı olan 15 bina ise kurallara uygun değildi.
Bir başka örneği Erzincan’dan vereyim. 1992 depreminden sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Erzincan’da
hafif, az ve orta hasarlı 260 tane apartman binasını
güçlendirdi. Güçlendirmeden önce üniversitenin aldığı
beton örneklerinde 150 kilogram olması gereken dayanımın 60 kilogram olduğu, demirlerin yüzde 25’le yüzde 50 arasında konduğu ortaya çıkmıştı. Yani bir yanda
depreme göre proje yapılmamış, bir yanda da yapılan
projelere beton dayanımı ve demir miktarı bakımından
uyulmamıştı.
Örneklerden yola çıkarsak Türkiye’nin deprem sorunun
olmadığı, ayıplı inşaat, ayıplı projecilik sorunu olduğu
anlaşılıyor.
Binada kullanılan malzemeler depreme dayanıklılığı etkiler mi?
Her depremden sonra farklı malzemeyle yapıldığı halde
hem yıkılan hem sağlam kalan binalar oluyor. Sorun
bir malzeme sorunu değildir. Mesela 1967 Mudurnu
Vadisi depreminde yıkılan bütün köy evleri ahşaptan
yapılmıştı; 1994’de Amerika’da Northridge Depreminde
çelik binalar yıkılmadı ama ciddi çatlaklar oluştu ve
Amerika’da çelik binaların karizması çizildi. Bunun üzerine Amerikalılar “binalar neden çatladı ve bunu nasıl
önleriz” diye on yıl süren, 100 milyon dolarlık bir araştırma yaptılar. Yani kimse çıkıp “ahşap yapmayalım,
çelik yapmayalım” demedi. Çünkü malzemeyi doğru
kullanırsanız, depreme dayanıklı bina yaparsınız.
Amerika’da ve Türkiye’de yıkılmış ahşap binaların en
büyük sorunu, temellerinin yeterli şekilde bağlanmamış
olmasıdır. Mesela Kuzey Anadolu fayında 1940’larda
meydana gelen depremlerde yıkılan binaların çoğu
kırsal konutlar ve ahşap binalardı. Çünkü o zaman
koca bir taş alıp üstüne ahşabı koyuyorlardı ve hiçbir
bağlantı yapılmıyordu. Deprem olunca da bina veya ev
düşüyor, devriliyordu.
Deprem sigortasına nasıl bakıyorsunuz?
Deprem sigortası temel olarak sigortacılık ilkelerine
aykırı bir yaklaşımdır. Sigortacı, savaş bölgesine giden
gemileri asla sigorta etmezmiş, çünkü onlar kaybolmaya son derece uygundur. Galiba 1980’li yıllarda
Amerika’nın Atlas Okyanusu kıyısında büyük bir fırtına oluyor ve bütün evler yıkılıyor. Çok büyük zararlar
oluyor ve bunun üzerine sigortacılar sigorta yapmaktan
vazgeçiyorlar. Çünkü bu binaların hiçbir şekilde rüzgâra
dayanımının olmadığı, rüzgâra dayanımı olmayan bir
binanın yıkılmasının kesin olduğu ve dolayısıyla böyle
bir binanın da sigortasının olmayacağı ortaya çıkıyor.
Sigortanın ilkesi şudur: Bir yanda yüz binlerce zarar
görmeyecek bina, diğer tarafta
çok az sayıda zarar görecek
bina olmalı. O zaman sigortacılık kârlı olur.
Şimdi bu durumda İstanbul’daki bütün binaların
sigortalanmasının bir kârı yok.
Deprem olması halinde binaların hepsi yıkılacak, o zaman
nereden para kazanacaksınız?
Anadolu’da deprem tehlikesinin az olduğu binaları da sigorta edeceksiniz ki, İstanbul’daki
zararı karşılayabilesiniz.
Bu durumda şöyle yöntemler
geliştirilebilir: zorunlu sigorta
için emlak vergisine bir puan
eklenebilir yada binalar değerlendirilip, binanın riskine göre
17
prim belirlenebilir. Böylece primi yüksek olan binanın
depreme dayanıksız olduğu, düşük olan binanın ise
dayanıklı olduğu sonucu çıkar ki bu bir şekilde depreme
dayanıklı bina yapmayı teşvik edecek bir araç haline
gelebilir.
Felaketler uygulama
hatalarından kaynaklanıyor
Depreme dayanıklı bina tasarımı nedir?
Yirminci yüzyılın başında Japonya’da inşaat mühendisi
bir hoca “Depremde yatay yükler oluşuyor. Biz binalarımızı belli bir yatay yüke göre dayanacak şekilde hesaplayalım” diye başlıyor işe. Yatay yükü yapı ağırlığının
yüzde 10’u olarak hesaplıyor.
1923’de Japonya’da büyük bir deprem oluyor. Ağırlığının yüzde 10’una karşı koyabilecek şekilde hesaplanmış
yapıların depremde iyi davrandığını görüyorlar.
Fakat insanlar depremde, gelen ivmenin yapının ağırlığının yüzde kaçı olduğunu bilmiyorlar. Ancak ilk defa
1932’de Amerika’da ölçüyorlar. O zaman bir de “Acaba
yer hareketini değişik periyotlu ve sünümlü yapılara
uygularsak, bu yapılarda oluşan maksimum yükler,
ötelenmeler ne kadar olur” diye spektrum kavramı
geliştiriyorlar ve bakıyorlar ki çok daha fazla şeyler
oluyor. Maksimum yer ivmesi bina ağırlığının yüzde
30’u iken, bunu belli periyotta ve sünümde binalara
uyguladığımız zaman üç dört kat büyütmüş olduğunu
anlıyorlar.
Peki, “binalarımız depreme karşı nasıl duruyor? biz
binaya ağırlığının yüzde 10’u gibi bir yatay yüke göre
tasarlıyoruz ama gerçekte o depremde yapıya gelen yük
bunun beş altı katı oluyor” diyorlar ve “bu yaptığımız
hesaplar elastiki ama bina biraz çatladıktan sonra nitelikleri değişecek, sönümü artacak, periyodu değişecek.
Bina depremin enerjisini kalıcı deformasyonlar, biraz
çatlayarak tüketecek ve böyle karşılayacak” sonucuna
ulaşıyorlar. Bunu da Süneklik kavramıyla açıklıyorlar.
Sonra 70’lerde San Fernando Depremi oluyor ve sünek
yapılmış bir hastane binasının, o kadar çok sünek ki,
kolonları zemin katta bir metre kalıcı öteleme yapıyor
ve bina kullanılmaz derecede hasar görüyor. “Çok
süneklik iyi bir şey değil, sünekliği biraz kısıtlamalıyız”
diyorlar ve perde duvarlı yapılar ortaya çıkıyor.
Türkiye’de depreme dayanıklı yapı tasarımı nasıl
gelişti?
Bizim ülkemizde 1968 Deprem Yönetmeliğinde hesap
yükleri çok azdı fakat bu hesap yükleri 1975 yönetmeliğiyle arttırıldı ve yüzde 10’a çıktı. Bir de önem katsayısı diye bir şey getirildi.
Bu durumda Türkiye’de depreme dayanıklı yapılar 1975 yönetmeliğinden sonra mı yapılmaya
başlandı?
Depreme dayanıklı yapı tasarımı Türkiye’de 1968
yönetmeliğiyle başladı. Ancak bu yönetmelikte eksiklikler vardı ve bu eksikliklerinin önemli bir bölümü 1975
yönetmeliğiyle düzeltildi.
Şu anda 2007’de revize edilen deprem yönetmeliği yürürlükte. Yönetmeliğin şu haliyle eksiklikleri
var mı, yoksa sorunsuz bir yönetmelik diyebiliyor
muyuz?
Bence bir eksiği yok. Belki ufak tefek tadilatlar olabilir
ama ana yapısında bir eksiklik yok.
18
1 Nisan 2011
İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli ile ilgili
kamuoyu ve meslek odaları yanıltılmıştır
Bilimsel ve hukuki olmaktan uzak, ulaşım ilkelerine aykırı ve çevreye zararlı olan
İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli’nin temeli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
tarafından 26 Şubat 2011 tarihinde atıldı. Yetkililer tarafından mahkemeye, kamuoyuna ve meslek odalarına yalan bilgi aktarılarak temeli atılan Tünelle ilgili İnşaat
Mühendisleri Odası’nın haklı muhalefeti devam ediyor.
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi ile birlikte 30 Haziran 2008 tarihinde “Şehircilik ve sürdürülebilir ulaşım
ilkelerine aykırı olduğu, gerekli olan fizibilite çalışmalarının yapılmadığı, toplumsal
fayda ve kamu yararı bakımından İstanbul’a ve ülkemize büyük bir yük getireceği”
gerekçeleriyle Tüp Tünel Projesine dava açmıştı.
Ancak Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel
Müdürlüğü’nün, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi işiyle ilgili olarak bir sözleşmenin bulunmadığına ilişkin mahkemeye göndermiş olduğu yazı nedeniyle, Ankara
4.İdare Mahkemesi açılan davayı 6 Kasım 2009 tarihinde reddetmişti.
Tüp Tünel Projesinin temelinin 26 Şubat 2011 tarihinde atılması üzerine İMO İstanbul Şube Başkanımız Cemal Gökçe’nin baştan sona ilkesizce sürdürülen Tüp Tünel
Projesi’nde yaşanan süreci ve niçin uygulanamayacağına ilişkin bilimsel gerçekleri
kamuoyuna aktardığı basın açıklamasını sizlerle paylaşıyoruz.
İMO İstanbul Şubesi tarafından 1 Mart 2011 tarihinde yapılan basın açıklamasının tam metni:
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nden Basına ve Kamuoyuna Duyuru
Hukuka, bilime, ulaştırma ilkelerine ve insan yaşamına aykırı olan Boğaz Tüp
Tüneli’nin temeli atıldı. Açtığımız davayı sürdüreceğiz.
Uzunca bir süre büyük bir gizlilik içinde yürütülen ve
içinden motorlu kara araçların geçeceği Boğaz Karayolu
Tüp Tüneli’nin temeli Başbakan tarafından atıldı.
30 Haziran 2008 tarihinde ihalesi yapılan, 13 Ocak 2009
tarihinde de yüklenici firma ile sözleşme imzalandığı
anlaşılan karayolu motorlu araçlar tüp tünelinin güzergah planı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
10 Nisan 2009 tarihinde onaylanmış olduğu da böylece
anlaşılmış oldu.
Yaklaşık 1 milyar 100 milyon dolara çıkması beklenen
ve Yap-İşlet-Devret modeli ile yapılacak olan projenin
işletme süresinin 25 yıl 11 ay olacağı da ifade edilmektedir.
İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Tüp Tünel
Projesinin 30 Haziran 2008 tarihinde yapılan ihalesinin
şehircilik ve sürdürülebilir ulaşım ilkelerine aykırı olduğu, gerekli olan fizibilite çalışmalarının yapılmadığı,
toplumsal fayda ve kamu yararı bakımından İstanbul’a
ve ülkemize büyük bir yük getireceği gerekçesiyle
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ile birlikte
dava açmıştır.
Ankara 4.İdare Mahkemesi; Ulaştırma Bakanlığı Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel
Müdürlüğü’nün, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçişi
işiyle ilgili olarak bir sözleşmenin bulunmadığına ilişkin
mahkemeye göndermiş olduğu yazı nedeniyle, açmış
olduğumuz dava 06.11.2009 tarihinde reddedilmiştir.
İhalesi yapılan fakat ihale sözleşmesinin yapılmamış
olduğu gerekçesiyle Ankara 4.İdare Mahkemesi tarafından açtığımız davanın red edildiği Boğaz Karayolu Tüp
Tüneli’nin temeli, 26 Şubat 2011 tarihinde Başbakan
tarafından atılmıştır.
Üzerinde yeterli ölçüde çalışılmadığı anlaşılan ve
uzunca bir süre kamuoyundan ve ilgili çevrelerden
saklanarak tartışılması engellenen, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tüneli’nin İstanbul Ulaştırmasına bir yararı
olmayacağı gibi, ulaşımdan kaynaklanan sorunları daha
da artıracaktır.
Şöyle ki;
nıklığı artıracak, motorlu araçlardan kaynaklanacak
olan emisyon salımları düşünülenden çok daha fazla
olacak, tünelin girişlerinden dışarı atılan zararlı
gazlar insan yaşamını ve çevreyi olumsuz olarak
etkileyecektir.
• Tüneldeki 2 gidiş 2 geliş olarak tek yöndeki 2 şeritten saatte 6284 otomobilin geçmesi olanak dahilinde değildir. Yapılan çalışmalar bizlere göstermiştir ki
dünyanın birçok ülkesinde bir şeritten en fazla 2.200
otomobil geçmektedir. Ülkemizde yapılan çalışmalara göre bir şeritten saatte en fazla 1.800 ile 1.900
araç geçmektedir. Tüp tünelden yılda 25 milyon
aracın geçmemesi durumunda, aradaki farkın Devlet
tarafından karşılanacağı da bilgilerimiz arasında
bulunmaktadır. Yukarıdaki sayılar düşünüldüğünde,
25 milyon araca ulaşmak pek de kolay görülmemektedir.
• Ulaştırma ile ilgili yapılan çalışmalara göre bir tünel
yolda bir saatte 2000 taşıt trafik olması durumunda
akım hızının 54 km/saat değil, en fazla 30 km/saat
mertebesinde olabileceği hesaplanmaktadır. Trafiğin
tünel içerisinde daha da yavaşlaması nedeniyle, tünel havalandırması bu noktada ciddi bir problemle
karşılaşacaktır.
• Günde 70 bin 80 bin aracın kent merkezine ve
en sorunlu yollara çıkması demek, zaten taşıma
kapasitesinin üstünde dolu ve tıkalı olan bu yolların
tamamen tıkanacağını göstermektedir. Bu durumu
görmek için ulaştırma uzmanı olmaya gerek yoktur.
• Tüp Tünel Projesi’nin, kamu kaynağı kullanılmadan
Yap-İşlet-Devret modeliyle yapılmış olması, projeyi
yapan kuruluşun 25 yıl 11 ay boyunca proje payı ve
katkı payı ve devlet garantileri ile yatırım ve işletme
giderlerini de geri alacağı anlamına gelmektedir.
Açıkçası projenin gelecekteki gelirlerinden belirli
bir süre vazgeçilmektedir. Ayrıca bu projeye ilişkin
çevre düzenlemeleri, ortaya çıkan gazın etkileri ve
diğer maliyetlerin bedelini de büyük bir olasılıkla bu
kentte yaşayanlar ödeyecektir.
Sonuç Olarak ;
• Tünelin Asya ve Avrupa yakalarında bağlanacağı
ana arterler, sabah ve akşam saatlerinde en çok
tıkanan arterlerdir. İstanbul Boğazı Tüp Tüneli’nin
yapılmasıyla Kumkapı - Kazlıçeşme ve Harem-Göztepe Kavşağı arasındaki trafik daha da problemli
hale gelecektir.
• Karayolu Boğaz Geçiş Projesi, İstanbul’un ulaşım
ve trafik sorunlarını daha da büyütecektir. Mevcut
kent ve ulaştırma planlarıyla çelişen, bu planlarda
yer almayan ve tarihi yarımadada motorlu araç
trafiğini azaltmayı amaçlayan planlama ilkelerine de
aykırıdır.
• Ulaştırma bilimi ile uzaktan yakından biraz ilgisi
olanlar bilirler ki yol genişletmeleri ve kavşak yapımlarıyla sağlanan kapasite artışları, kısa bir süre
sonra trafiğe çıkmayan araçların trafiğe çıkmasını
sağlar. Yeni araçların trafiğe çıkmasıyla yollar eskisinden çok daha fazla dolar ve trafik daha da sorunlu hale gelir. Bu nedenle ilgili güzergahlar sabah ve
akşam saatlerinde çok daha problemli hale gelecek,
karayolu tünelinin her iki yakadaki çıkış yollarında
ve kavşaklarda trafik daha da sorunlu olacaktır.
• Sürdürülebilir bir ulaştırma sistemi için İstanbul’un
raylı sistem projelerinin ve Marmarayın hızla
tamamlanması gerekmektedir. Buna karşın 3.Köprü
ve Tüp Tünel projesi ekonomik ve çevresel sürdürülebilir bir ulaşım politikasına da aykırıdır.
• Tünel çıkışlarındaki tıkanıklık tünel içinde de tıka-
• Bugünkü şartlarda bile özellikle sabah ve akşam
saatlerinde önemli ölçüde tıkanan Göztepe trafiği ile
Sirkeci-Florya sahil yolu trafiğine, Boğaz Tüp Tüneli
projesi ile binlerce yeni otomobil ilave etmek, insan
odaklı çözüm yerine, rant odaklı bir siyaseti hakim
kılmaktadır.
• İstanbul’da 1000 kişiye düşen otomobil sayısı yaklaşık olarak 140 mertebesindedir. İstanbul yollarında
bulunan araç sayısı 2 milyon 330 bin, İstanbul yollarının kapasitesi yaklaşık olarak 1 milyon 315 bin,
İstanbul’da bulunan araç sayısı ise yaklaşık 2 milyon
800 bin mertebesindedir. Yollarımız, köprülerimiz ve
tünellerimiz insanları değil otomobilleri taşımaktadır. Otomobil kullanımını özendiren düzenlemeler
yerine, toplu taşıma sistemini geliştiren ve özendiren bir politika üretimi içinde olmak, sorunu azaltır
ve çözer.
• Avrupa kentlerinde 1000 kişide 550 otomobil,
ABD’de 1000 kişide 650 otomobil bulunmaktadır. İstanbul’da 1000 kişide 140 kişinin otomobili
bulunmaktadır. İstanbul’un 15 milyonluk nüfusuyla 1000 kişide 400 kişinin otomobil sahibi olması
demek, İstanbul’da 6 milyon otomobil anlamına
gelmektedir. Bu sayıyı İstanbul’da bulunan hiçbir
yol taşımaz. Boğazın üstünü de, altını da betonla
kapatsanız sorunu yine çözemezsiniz.
• Kentsel ulaşım planlaması ve politikaları otomobillere göre değil, insanlara göre düzenlenmelidir.
Yapılan yatırımlar araçların taşınmasına göre değil,
insanların ulaşımlarını kolaylaştıracak şekilde
yapılmalıdır. Kent mekanları otomobiller için değil,
insanların kullanımına göre düzenlenmelidir.
Açıkçası kentleri otomobillere uydurmak yerine,
otomobilleri kente uydurmak sürdürülebilir ulaştırmanın en baş alfabesidir. Bir yandan toplu taşıma
sistemlerini geliştirmek, diğer yandan otomobillere
ayrılan mekanları azaltarak otomobil kullanımını azaltıcı ve bunu özendirici politikaları hayata
geçirmek, İstanbul’un ulaşım sorununun çözümüne
önemli ölçüde katkı sağlar.
• Ülkemizde ve kentimizde yapılan diğer önemli projelerde ve yatırımlarda olduğu gibi Boğaz Tüp Tünel
Projesi’nde de açık ve şeffaf bir yol izlenmemiştir.
Konu bilimsel bir çerçevede tartışılmamış, bilim
namusu olan birçok insan ne yazık ki yeterli ölçüde
bilgi sahibi olamamışlar ve konuyu tartışamamışlardır. Açıkçası Boğaz tüp Tünel Projesi teknik düzeyde
de tartışılmamıştır. Bir “dayatma projesi “ olarak
ihalesi yapılmıştır.
Bilinmesi gerekir ki; 1 saatte tek yönde 75 bin kişi taşıyacak olan ve bizim de desteklediğimiz Marmaray Projesi tamamlanmadan ve hizmete açılmadan Karayolu
Tüp Tüneli’nin temelini atmak, 3. Boğaz Köprüsü’yle
birlikte İstanbul’a yapılabilecek ikinci bir kötülüktür.
İstanbul Boğazı Tüp Tüneli ile ilgili olarak yasal zeminde sürdürdüğümüz çalışmalar devam edecektir.
Basınımızın sayın temsilcilerine ve İstanbul halkına
saygıyla duyurulur. 01.03.2011.
Cemal Gökçe
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
İstanbul Şube Başkanı
1 Nisan 2011
İMO Ankara Şubesi “Güvenceli İş Güvenli
Gelecek İstiyoruz” kampanyası başlattı
İMO Ankara Şube 2 Şubat 2011 Çarşamba
günü, işsizlik, çalışma koşullarının niteliksizleşmesi, çalışma saatlerinin uzaması, düşük
ücretler, iş güvencesinden yoksun, mezarda
emeklilik ve inşaat mühendisliği mesleğinin
itibarsızlaştırılmasına karşı başlattığı kampanya ve eylemlilik sürecini kamu-oyuyla
paylaşmak için basın toplantısı düzenledi.
Açıklamayı İMO Ankara Şube Başkanı
Nevzat Ersan yaptı. Nevzat Ersan, neoliberal
ekonomik program doğrultusunda sürdürülen
ve tüm emekçi kesimleri derinden etkileyen,
taşeronlaştırma, esnek çalışma gibi uygulamaların emeğin vasıfsızlaşmasına, değersizleştirilmesine ve bir bütün olarak güvencesiz
çalışma koşullarının yaygınlaşmasına neden olduğunu, mühendislerin de bu süreçten en çok etkilenen kesimlerin
başında geldiğini belirtti.
Güvenceli iş ve güvenli gelecek kaygısının diğer mesleklerde olduğu gibi, mühendislerde de yoğun olarak yaşandığını vurgulayan Nevzat Ersan, özel sektörde istihdam edilen ücretli mühendis sayısının hızla arttığını söyledi.
Nevzat Ersan, plansız ve altyapısız bir şekilde her ilde üniversite açılmasına bağlı olarak artan mezun sayısının ve
sıklaşan krizlerin, meslektaşlarının emeğinin vasıfsızlaşmasına ve ucuz iş gücünün oluşmasına neden olduğuna
dikkat çekti.
19
Kurslar
Ankara Şube
İMO Ankara Şubesi, meslekiçi eğitim kapsamında
bazı kurslar düzenledi.
“Çelik Yapı Tasarımı-1” kursu 3 Ocak 2011 tarihinde
başladı. 32 saat süren, 30 kişinin katıldığı kursun
derslerini Proje ve İnşaat Kalite Müdürü olan İnş.
Yük. Müh. İlker Yılmaz Türker verdi.
“Betonarme Yapı Tasarımı-1” kursu 4 Ocak 2011
tarihinde başladı. Toplam 40 saat devam eden ve
30 kişinin katıldığı kursun eğitmenliğini İnş. Müh.
Hakan Güvengiz ve İnş. Müh. Emin Aldemir yaptı.
“Yaklaşık Maliyet-Hakediş” kursu 8 Şubat 2011
tarihinde başladı. Toplam 30 saat devam eden ve 18
kişinin katıldığı kursun derslerini İnş. Müh. Zafer
Kesin verdi.
“Power Project” kursu 16 Şubat 2011 Çarşamba
günü başladı. Kursun dersleri Yasin Vural tarafından
verildi.
Nevzat Ersan kampanyayla ilgili şu bilgileri verdi: Kampanyamızın temelini 15 Nisan 2011’e kadar sürecek olan
ve aşağıdaki 10 talebimizi içeren “Güvenceli İş Güvenli Gelecek İstiyoruz” adıyla yürüteceğimiz imza kampanyası
oluşturacak. Yaklaşık iki buçuk ay boyunca hem işyerlerine yapacağımız ziyaretlerle meslektaşlarımızla buluşacağız hem de www.guvenceliisguvenligelecek.org sitesi aracılığıyla taleplerimizi imzaya açacağız.
İmza kampanyası ile birlikte gerçekleştireceğimiz panellerle ve “Mühendisler, Kırılmalar, Yakalar ve Renkleri” adlı
çeviri, makale, broşürlerle dünya çapında mühendislerin çalışma koşullarının ve sınıfsal karakterlerinin değişimini irdeleyen metinleri üyelerimizle paylaşacağız. Bunun yanı sıra yaklaşık bir aydır sürdürdüğümüz üyelerimize
dönük profil araştırmamız da yürüttüğümüz kampanyanın bir parçası olacaktır.
Tüm bu çalışmaların sonucunda Nisan ayı ortalarında, topladığımız imzalarla birlikte mühendislerin ortak taleplerini meclise taşıyacağımız büyük bir eylemle de kampanyamızı sonlandıracağız.
Talepler
1. Son yıllarda mühendislerin ücretleri büyük bir hızla
tırpanlanmakta, 750-800 TL’ ye çalışmak zorunda
bırakılan meslektaşlarımız bulunmaktadır. Ayrıca SSK
primleri gerçek ücretler üzerinden değil, asgari ücret
üzerinden yatırılmaktadır.
2011 yılı için odamızın belirleyeceği inşaat mühendisliği asgari ücretinin yasal güvence altına alınmasını, ssk primlerini
gerçek ücretler üzerinden yatırmayan işyerleri için gerekli
cezai işlemlerin yapılmasını talep ediyoruz.
2. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız, zorunlu mesailerle birlikte günlük 12 saate varan çalışma süreleri
ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Üstelik birçok işyerinde mesaileri kayıt altına alınmamakta, yasal izinleri
işverenleri tarafından gasp edilmektedir.
Haftalık çalışma sürelerinin kamu ve özel sektörde 40 saatte
eşitlenmesini, fazla mesai ücretlerinin eksiksiz ödenmesini,
yasal izin haklarının tümünün kullandırılmasını, çalışanların bu haklarını gasp eden işyerlerine cezai yaptırım
uygulanmasını istiyoruz.
3. Birçok işyerinde teknik elemanlara ilişkin işler mühendislere yaptırılmazken, meslektaşlarımız mühendislik mesleği dışındaki işlerde de çalışmaya zorlanmaktadır. Bu bazen işverenin banka vb. işlemleri, bazen özel
yaşamı ile ilgili işler olabilmektedir.
Mesleğimize dönük itibarsızlaştırma saldırısına karşı,
üretim sürecinde etkili ve nitelikli mesleki koşulların sağlanmasını, mühendislerin görev tanımlarının dışında çalışmalarının ve angaryanın engellenmesini istiyoruz.
4. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu değiştirilerek
kamuda güvencesiz çalışma koşulları yaratılmak isteniyor. Özel sektörde çalışan meslektaşlarımız için ise
güvencesizlik en büyük sorun. Sebepsiz ve tazminatsız
işten çıkarmalar yaygınlaşıyor, emeklilik ise ulaşılması
zor bir hayale dönüşüyor.
Kriz vb. bahaneler ile işten çıkarmaların yasaklanmasını,
emeklilik hakkının güvence altına alınmasını istiyoruz. güvenceli iş ve çalışma hakkının özel sektörde çalışan mühendisleri de kapsayacak şekilde düzenlenmesini istiyoruz.
5. Meslek alanımızda son yıllarda işsizlik büyük bir hızla artmaktadır. Yeni mezun meslektaşlarımızın birçoğu
iş bulamamakta ya da kölelik koşullarında çalışmaya
zorlanmaktadır.
İşsizliğe karşı mühendislerin istihdamını artıracak düzenlemelerin yapılmasını istiyoruz.
6. Son dönem uygulamaya konulan “her ile bir üniversite” uygulaması ile her yıl yaklaşık 5000 inşaat mühendisi sektöre girmektedir. Bu sayı her geçen yıl daha
da artacaktır. İstihdam sorunu çözülmeden geliştirilen
bu yaklaşım hem çalışan hem de mezun olacak genç
meslektaşlarımız üzerinde büyük bir baskı yaratmakta,
ücretleri düşürmekte, işsizliği artırmakta, mesleğimizi
niteliksizleştirmektedir.
Bütüncül bir planlama anlayışı olmaksızın sürdürülen her
ile bir üniversite yaklaşımı derhal terk edilmelidir. var olan
üniversitelerin mühendislik bölümleri donanım ve içerik
bakımından iyileştirilmeli, bilimsel yeterliliği sağlanmalıdır.
7. Yurtdışında çalışan meslektaşlarımız zorlu çalışma
koşullarında, emeklilik primleri yatırılmadan, maaşlarını kimi zaman geç alarak, kimi zaman alamayarak
çalışmakta, ayrıca çalıştığı ülkedeki mühendislere göre
daha ucuz iş gücü olarak görülmektedirler. Maaşlarını alamadan ülkeye dönen çok sayıda meslektaşımız
bulunmaktadır. Döndüklerinde ise hiçbir hak talep
edememektedirler.
Yurtdışında çalışan meslektaşlarımızın kötü çalışma koşullarına karşı önlem alınmalı, çalışma bakanlığı ve odamız
uygulamaları takip ve kontrol etme konusunda yetkilendirilmelidir.
8. Kadın meslektaşlarımız; doğum vb. nedenlerle işten
çıkarılmakta; bebek bakımı ve emzirme gibi yasal
izin dönemlerinde işveren keyfi uygulamalarla maaş
kesintisine giderek kadın meslektaşlarımızı hak gaspına
uğratmaktadır.
Yasalarda bulunan anne ve baba için ücretli doğum izni ve
emzirme izninin ihtiyaçlara göre artırılmasını, kadınların
doğum izni sırasındaki ücretlerinin ve primlerinin tam ve
eksiksiz ödenmesini istiyoruz.
9. Kamu kurum ve kuruluşlarında mühendis istihdamı,
tayin ve terfileri, politik ve benzeri etkilerden arındırılarak,
ehliyet ve liyakat ölçülerinde açık, şeffaf ve denetlenebilir bir
sistem oluşturulmalıdır.
10. Tüm bu taleplerimizin takibi ve denetlenmesi için,
biz inşaat mühendislerinin tek örgütlü gücü olan odamıza
gerekli yetki ve sorumlulukların verilmesini, mesleğimizi ve
meslektaşlarımızı ilgilendiren yasa ve diğer konuların karar
süreçlerinde odamızın da içinde bulunduğu demokratik katılım mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz.”
İki dönem şeklinde sürdürülen “Rocscience Slide/
Phase2” kursu 26 ve 27 Şubat 2011 tarihlerinde başladı. Kursun dersleri Yük. İnş. Müh. G. Önder Özen
tarafından verildi.
Trabzon Şube
AUTOCAD Kursu
İMO Trabzon Şubesi, her yıl düzenlediği “AUTOCAD Kursu”nu bu yıl, 21 Şubat-16 Mart 2011
tarihleri arasında Şubenin Bilgisayar Destekli Eğitim
Salonunda gerçekleştirdi.
Teknik Gezi
İMO Antalya Şubesi Akdeniz Üniversitesi gençİMO üyesi öğrenciler için teknik gezi düzenledi. 5
Mart 2011 tarihinde düzenlenen yapı malzemeleri
teknik gezisine 40 kişi katıldı.
Teknik gezide öğrenciler ytong fabrikasında gazbeton hakkında bilgi aldılar ve gazbetonun hammaddesinin işlenmesinden paketleme aşamasına kadar
geçirdiği üretim evrelerini yerinde inceleme şansı
buldular.
Gezide sırasıyla, Ake Asansör, Alanyalı Entegre ve
Ahşap Sanayi, Kütahya Seramik Showroom mağazası ve Çallıoğlu Prefabrik fabrikaları ziyaret edildi.
Ake Asansörde asansör imalatı, Alanyalı Entegre ve
Ahşap Sanayi fabrikasında ahşap yapı malzemeleri,
Kütahya Seramik mağazasında seramik çeşitleri ve
uygulama örnekleri, Çallıoğlu Prefabrik fabrikasında
da öngerilmeli betonların yapımı hakkında yetkililerden teknik bilgiler alındı.
20
1 Nisan 2011
Seminerler
Aydın Şube
Enerji Kimlik Belgesi Eğitimleri Başladı
İMO İstanbul Şubesi Temsilcilik Kurullarıyla Ortak
Toplantı düzenledi
İMO İstanbul Şubesi, Şubeye bağlı tüm temsilciliklerin kurul üyeleriyle 22 Ocak 2011 tarihinde Şube
binasında ortak bir toplantı gerçekleştirdi.
Toplantıda İMO İstanbul Şubesinin 2011 yılı çalışma
programı, İMO Serbest İnşaat Mühendisliği Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim ve Belgelendirme
Yönetmeliği Uygulama Esasları ve yerelde yapılan
çalışmalar ele alındı.
Toplantının açılışında İMO İstanbul Şube Başkanı
İMO Aydın Şubesi, Binalarda Enerji Verimliliği
Performansı Yönetmeliği kapsamında üyelerden
gelen talep üzerine 9 Şubat 2011 Çarşamba günü
bir eğitim düzenledi. İMO Aydın Şube’sinde düzenlenen eğitimin ardından aynı eğitimler 23-25 Şubat
2011 tarihleri arasında İMO Didim Temsilciliği’nde
gerçekleştirildi.
Eskişehir Şube
İMO Eskişehir Şubesi, Çarpma, Patlama ve Yangın
Etkisindeki Binaların Dizayn Esasları konulu semineri düzenledi. 3 Mart 2011 tarihinde düzenlenen
seminere konuşmacı olarak İnş. Yük. Müh. Günberk
Demirkaya katıldı.
Prof. Dr. Alemdar Bayraktar’ın sunduğu “Deprem
Etkisindeki Binalarda Hesap Esasları” konulu seminer 27 Ocak 2011 tarihinde düzenlendi. Üyelerin
yoğun katılım gösterdiği seminer şube binasında
gerçekleştirildi. Seminerde Deprem Bölgelerinde
Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik (2007)’de
bulunan önemli bilgilerin altı çizildi ve yönetmelik
dâhilindeki analiz yöntemleri incelendi.
İnşaat Mühendisi Dr. İhsan Kaş ve Makine Mühendisi Ramis Taştekin’nin sunduğu “Yeşil Bina Tasarımı
ve Örnek Uygulama” konulu seminer 24 Şubat 2011
tarihinde şube binasında gerçekleştirildi. Seminerde
yeşil binasının yapım aşamaları, kullanılan yeni nesil
malzemeler, enerji verimliliği ve karşılaşılan zorluklar
hakkında bilgi verildi.
Cemal Gökçe, Şubenin 2011 yılı çalışma programı
hakkında, Sayman Üye Nusret Suna ve Şube Sekreteri
Rezan Bulut ise İMO Serbest İnşaat Mühendisliği
Hizmetleri, Uygulama Tescil Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği ve Uygulama Esasları ile ilgili bilgilendirmeler yaptı.
Toplantıya katılan temsilcilik kurulu üyeleri Şubenin
çalışma programı, SİM Uygulama Esasları ve yerelde
yapılan çalışmalar ile ilgili görüşler aktardılar.
İMO Antalya Şubesi İMO’nun ve şubenin kuruluş
yıldönümünü kutladı
İMO Antalya Şubesi, İMO’nun
kuruluş yıl dönümünü ve İMO
Antalya Şubesinin 22. Kuruluş
yıldönümünü 19-20 Şubat
2011 tarihlerinde Beldibi Akka
Antedon Hotel’de düzenlediği
etkinlikle kutladı. Gecede,
meslekte 25 ve 40’ncı yılını
dolduran üyelere onur belgeleri, 50’nci yılını dolduran üyeye
ve en genç üyeye ise plaket
verildi.
Gecede bir konuşma yapan
İMO Şube Başkanı Cem Oğuz,
Türkiye’nin ve mühendislerin
gündemiyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
Kutlamalara Odanın tüm örgütsel yapısıyla katılmasının gerekliliğine ve önemine inandıklarını belirten Cem
Oğuz, inşaat mühendisliği mesleğinin ülkemizde geldiği nokta ve gelecekle ilgili kaygılarından bahsetti.
Cem Oğuz, kamu yararı ve toplumsal çıkarların dışlandığı, denetimsizlik için hukukun üstünlüğünün hiçe
sayıldığı, hemen hemen her alanda belli kesimlerin çıkarları için düzenlemelerin yapıldığı bir dönemin yaşandığına dikkat çekti. Bu dönemde İMF, Dünya Bankası ve AB gibi kuruluşların gündemi belirlediğini; küresel
sermayenin doğal kaynaklara, kültüre, toplumsal değerlere göz diktiğini, inşaat mühendisliği üzerinde olumsuz
etkilerinin açıkça görüldüğünü vurgulayan Cem Oğuz, “Bu süreci, merkezinde insanın bulunduğu, duyarlılığın
arttığı, bilim, akıl, hukuk ve demokrasinin egemen olduğu bir sürece dönüştürmek olasıdır. Mesleki birikimlerimizi artırmak, mesleğimize, ülkemize ve geleceğimize sahip çıkma sürecine dönüştürmek için hâlâ meslek
odalarına, yönetici ve üyelerine çok iş düşmektedir.” dedi.
Konuşmanın ardından ödül törenine geçildi. Daha sonra İMO’nun 56’ncı, Antalya Şubesi’nin 22’nci kuruluş
yıldönümü için hazırlanan pasta kesimi gerçekleştirildi.
İMO Eskişehir Şubesi işyeri temsilcileriyle toplantı
düzenledi
Üyelerin yoğun ilgi gösterdiği Prof. Dr. İlker Bekir
Topçu’nun sunduğu “Soğuk Havada Beton Dökümü”
konulu seminer 3 Şubat 2011 tarihinde gerçekleştirildi. Seminerde, soğuk havanın beton dökümüne
etkilerinin yanında piyasada kullanılan katkı malzemelerinin betonda oluşturduğu etkiler de tartışıldı.
Yeminli Mali Müşavir Halil Cabar ve Mali Müşavir
İhsan Avcı’nın konuşmacı olarak katıldığı “İnşaat
Sektöründe Muhasebe ve Vergi Uygulamaları” konulu seminer 20 Ocak 2011 tarihinde şube binasında
gerçekleştirildi. Serbest çalışan inşaat mühendislerinin ilgi gösterdiği seminerde, Gelir Vergisi, KDV ve
Yap-Sat işlerinde karşılaşılan vergi sıkıntıları üzerinde duruldu.
Trabzon Şube
İMO Trabzon Şubesi, meslek içi eğitim programları
çerçevesinde Prof. Dr. Mehmet Nuray Aydınoğlu’nun
sunumu ile 29 Ocak 2011 Cumartesi günü “Deprem
Etkisi Altında Dayanıma ve Şekil Değiştirmeye Göre
Tasarım Yaklaşımları” konulu semineri düzenledi.
16 Şubat 2011 Çarşamba günü “Yapı Denetim
Kanunu, Mevzuatı ve Uygulaması” konulu seminer
düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak, Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğünden
İnş. Yük. Müh. Erkan Ersoy ve İnş. Müh. Murat
Korkmaz katıldı.
İMO Eskişehir Şubesi 20 Ocak 2011
tarihinde işyeri temsilcileriyle toplantı
gerçekleştirdi. Toplantıda kamu kurumlarında ve özel sektörde çalışan inşaat
mühendislerinin yaşadığı sorunlar
tartışıldı. Kamuda çalışan mühendislerin sözleşmeli-kadrolu mühendis
ayrımı, özel sektörde çalışan mühendislerin ise düşük ücretle ağır koşullarda
çalıştırılmaları sorunu üzerine görüşler
belirtildi.
Cumartesi Söyleşileri
İMO İstanbul Şubesi Cumartesi Söyleşileri kapsamında “İnsansız Demokrasi”, “İçimizdeki Gençlerden Biri
Tevfik Fikret”, “Sanat-Bilim-Yaratıcılık ile Yeni Konut
Sunum Biçimleri ve Farklılaşan Yaşam Tarzları” başlıklı seminerler gerçekleştirdi.
15 Ocak 2011 tarihinde düzenlenen “İnsansız Demokrasi” konulu söyleşiye konuşmacı olarak Cumhuriyet Gazetesi yazarı Şükran Soner katıldı. Söyleşide Türkiye gündeminde yaşanan konular üzerine
değerlendirmeler yapıldı.
29 Ocak 2011 tarihinde “İçimizdeki Gençlerden Biri
Tevfik Fikret” başlığıyla düzenlenen söyleşiye konuşmacı olarak İMO üyesi ve tiyatro yazarı Atila Alpöge
katıldı. Söyleşide Tevfik Fikret’in bilinmeyen yönleri
anlatılırken özellikle eğitimci yönü üzerine ilginç
detaylar aktarıldı.
12 Şubat 2011 tarihinde düzenlenen “Sanat BilimYaratıcılık” başlıklı söyleşiye konuşmacı olarak İMO
Üyesi ve müzisyen Mircan Kaya katıldı. Söyleşide
sanat ve bilim üzerine görüşler aktarıldı ve yaratıcılık
konusunda bilgiler aktarıldı.
26 Şubat 2011 tarihinde düzenlenen “Yeni Konut
Sunum Biçimleri ve Farklılaşan Yaşam Tarzları” başlıklı söyleşiye konuşmacı olarak İstanbul Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç Dr. Hatice
Kurtuluş katıldı.
1 Nisan 2011
İMO Numune işçilerinin yanında
Seminerler
İMO Adana Şubesi, bir
süredir direnişte bulunan
Adana Numune Hastanesi işçilerine destek verdi.
İşten çıkarılan taşeron
sağlık işçilerini desteklemek için düzenlenen
ziyarete İMO Adana Şube
Başkanı Abdullah Bakır,
Şube Yönetim Kurulu
üyeleri ve genç-İMO
üyeleri katıldı. İMO,
ziyaretin gerçekleştiği gün
işçilere öğle yemeği verdi.
Gaziantep Şube
21
İMO Gaziantep Şubesi, 11 Ocak 2011 tarihinde Gazikent Üniv. Müh. Mim. Fak. Dekanı Prof. Dr. Mustafa Yılmaz Kılınç’ın ve Gazikent Üniv. İnş. Müh.
Böl. Bşk. Yrd. Doç. Dr. Necati Gülbahar’ın sunduğu
“Projelendirme Safhasında Arazinin Doğru Kullanımı
ve Önemi” konulu meslekiçi eğitim semineri düzenledi. Seminer şube konferans salonunda düzenlendi.
Ziyarette işçilere bir
konuşma yapan Abdullah
Bakır, “Taşeron sistemini çalışma yaşamına dâhil eden AKP iktidarına inat gerçekleştirdiğiniz direnişinize bir
nebze olsa da katkı vermek istedik.” dedi.
29 Ocak 2011 tarihinde “İş Sağlığı ve Güvenliği ile
İlgili Yönetmelikler, Yeni Mevzuatlarla, İnşaat Çalışmalarında Uygulanması Gereken Yasal Zorunluluklar ile Birlikte Temel İş Sağlığı ve Güvenliği” konulu
eğitim ve seminer düzenlendi. Seminer İş Güvenlik
Uzmanı Makine Mühendisi Mehmet Duyar, İş Güvcanlek Uzmanı Maden Müh Yaşar Mert, Dr. Ersin
Memişay ve İş Güvenlik Uzmanı Endüstri Mühendisi Yaşar Ede’nin sunumuyla gerçekleştirildi.
İzmir TMS Korosu Tahsin Vergin anısına
konser verdi
İMO Gaziantep Şubesi 4 Şubat 2011 tarihinde özel
bir firmanın desteğiyle “Dübel Sistemleri-Yangın
Durdurucu Sistemleri” konulu bilgilendirme semineri
ve seminerin ardından firma temsilcileriyle tanışma
kokteyli gerçekleştirdi.
İstanbul Şube
İMO İstanbul Şubesi 4-6 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde “Betonarme Sistemlerin Performansını
Tasarım Aşamasında Etkileyen Faktörler” konulu
semineri düzenledi. Seminere konuşmacı olarak Doç.
Dr. Kutlu Darılmaz katıldı.
İMO İzmir Şubesi Türk Sanat Müziği Korosu, bu
dönemki konseri 6 Kasım 2010 tarihinde vefat eden
İzmir Şube Başkanı Tahsin Vergin anısına düzenledi.
Devlet Korosu Sanatçısı Bülent Dağdeviren yöne-
timinde İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde gerçekleştirilen konsere Tahsin Vergin’in ailesinin yanı sıra
yaklaşık 500 kişi katıldı.
“Saraylardan Çadırlara”
konulu konser düzenlendi
“Acayip Bir Oyun” adlı
tiyatro oyunu
sahnelendi
“Deprem Etkisi Altında Tasarım İç Kuvvetleri” konulu seminer 11-13 Ocak 2011 tarihleri arasında şube
merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Prof. Dr.
Günay Özmen katıldı.
İMO İstanbul Şubesi tarafından organize edilen
tiyatro etkinlikleri çerçevesinde “Acayip Bir Oyun”
adlı tiyatro oyunu 13 Şubat 2011 tarihinde Müjdat
Gezen Tiyatrosu’nda sahnelendi. Yönetmenliğini Apo
Kaya’nın yaptığı ve Müjdat Gezen tarafından yazılıp
oynanan oyunu çok sayıda üye ve aileleri izledi.
“Mevcut Betonarme Binaların Performans Değerlendirilmesi İçin İtme Analizi Yöntemi” başlıklı seminer
18-20 Ocak 2011 tarihleri arasında şube merkezinde
ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde gerekleştirildi. Seminere konuşmacı olarak Yrd. Doç. Dr. Kutay
Orakçal katıldı.
İMO İstanbul Şubesi, 10 Ocak 2011 tarihinde Saraylardan Çadırlara konulu bir konser gerçekleştirdi.
Kemanda Aida Pulake, piyanoda Jerfi Aji’nin yer aldığı
konser İTÜ Mustafa Kemal Konferans Salonu’nda
düzenlendi. Geliri İTÜ öğrenci burs fonuna aktarılan
konsere İMO İstanbul Şube Üyeleri ve genç- İMO
üyeleri katıldı.
“Mustafa Kemal Atatürk Antalya’da” fotoğraf
sergisi düzenlendi
İMO Antalya Şubesi,
“Mustafa Kemal Atatürk
Antalya’da” başlıklı fotoğraf sergisi düzenledi.
4-11 Mart 2011 tarihleri arasında gezilebilen
sergide 80 adet fotoğraf
Antalyalıların ilgisine
sunuldu.
İMO Şube Başkanı Cem
Oğuz tarafından açılış
konuşması yapılan sergiye, Atatürkçü Düşünce
Derneği Antalya Şube
Başkanı İbrahim Daş ve
Akdeniz Üniversitesi
AKÇAM Müdürü Prof.
Dr. Bülent Topkaya, çok sayıda İMO üyesi ve Antalyalılar katıldı.
“Gerçek Zamanlı Yapı Sağlığı İzleme Sistemleri”
başlıklı seminer 25-27 Ocak 2011 tarihleri arasında
şube merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere konuşmacı olarak Prof.
Dr. Erdal Şafak katıldı.
“Geosentetiklerin Özellikleri, Deney Yöntemleri,
Hammeddeleri, Çeşitleri ve Kullanım Alanları” başlıklı seminer 1-3 Şubat 2011 tarihleri arasında şube
merkezinde ve Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde gerçekleştirildi. Seminere konuşmacı olarak Prof.
Dr. Erol Güler katıldı.
“Donatılı Duvar ve Şevler ve Bunların Deprem Yükleri Altındaki Davranışı” başlıklı seminer 8-10 Şubat
2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve Kadıköy
ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi. Seminere
konuşmacı olarak Prof. Dr. Erol Güler katıldı.
“Binaların Sismik Yalıtım” başlıklı seminer 22-24
Şubat 2011 tarihleri arasında şube merkezinde ve
Kadıköy ile Bakırköy Temsilciliklerinde düzenlendi.
Seminere konuşmacı olarak Dr. Müh. Necmettin
Güneş katıldı.
22
1 Nisan 2011
İMO Şubeleri
Konya Şubesi
Şubenin Kuruluş Tarihi : 1988
Şube üye sayısı
: 1933
Dönemi
: 11
Şubeye Bağlı Temsilcilikler: Karaman,
Aksaray, Akşehir, Beyşehir, Kulu,
Seydişehir, Ereğli
İMO Konya Şube Başkanı
Ali Çınar Teknik Güç’ün
sorularını yanıtladı.
bu potansiyeli bölgesinde geliştirebilmesi için
n ulaşım
konusunun stratejik bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Yerel yönetimlerin ulaşım konusunda büyükşehir
belediyesi ile ilçe belediyeleri arasında bir koordinasyon
ordinasyon
sağlaması vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu konuda
uda
işlevsellik ön planda tutulmalıdır. Verimli bir
ulaşım ağı kurulması Konya gibi her geçen gün
ün
büyüyen ve sanayileşen kentlerin birincil sorunlaunları arasındadır. Özellikle trafiğin yoğun olduğu
u
ana arterlerde belirli saatlerde trafik sorunu
yaşanmaktadır.
Konya, ülkemizin kent içi raylı sistem uygulamasının gerçekleştirildiği ilk yerleşimlerden birisidir. Konya’da, Alaaddin Tepesi
ile Selçuk Üniversitesi Alaaddin Keykubat
Kampüsü arasında toplam uzunluğu 18 736
m olan Hafif Raylı Ulaşım Sistemi 1992 yılından bu yana yolcu taşımaktadır. Ancak
son 20 yılda Selçuk Üniversitesi Kampusu
sınırları içerisinde bulunan fakülte, yüksekokul, sosyal ve kültürel tesislere hizmet
etmesi amacıyla Hafif Raylı Sisteme
yapılan 3269 metrelik güzergâh dışında
sisteme herhangi bir ekleme yapılmamıştır. Bugün hafif raylı ulaşım sistemi
ile günde ortalama 150 000 den fazla
vatandaş taşınmaktadır.
Nüfusun ve trafikte araç sayısının
artması ile meydana gelen yoğunluk
şehir içi ulaşımı zorlaştırmaktadır. Şehir
ulaşımındaki bu yoğunluk problemine karşı metro
ağı sistemi değerlendirilebilecek bir alternatif olarak
karşımıza çıkmaktadır. Diğer en önemli nokta ise
kentin dışına yapılacak çevre yolunun inşasına hemen
başlanmalı ve bu yolun etrafında kesinlikle yerleşim
alanı planlanmamalıdır.
Yerel yönetimlerin kentleşme politikaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Konya’nın alt yapı sorunları nelerdir, kısaca özetleyebilir misiniz?
Konya düz bir arazi üzerine kuruludur. Şehirleşme
planlamalarımız yıllar öncesinde kurulmuş olan şehir
planları üzerine inşa edilmiştir. Bu yönüyle Konya,
benzer büyüklükteki birçok Anadolu kentine göre
alt yapı sorununu az yaşamakta olan şanslı illerimiz
arasındadır. Ancak her geçen gün büyüyen, sanayileşen ve dışarıdan göç alan ilimiz mastır planlara, yeni
kentsel dönüşüm alanlarına ihtiyaç duymaktadır. Hem
yeni açılan yerleşim bölgeleri, hem sanayi siteleri şehrin
siluetini değiştirmekte ve ister istemez alt yapı sorunlarını beraberinde getirmektedir. Atık suların yeniden
kullanımı, özellikle yağmur sularının yeniden kullanıma kazanımı, şehir kanalizasyon alt yapı yenileme
çalışmaları, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı,
yeni yerleşim yerleri ve güzergâhları için ana arter ve
tali yol çalışmaları Konya’nın ele alması gereken başlıca
konularıdır. Şehrimize ait alt yapı sorunlarını; Kentsel
İçme suyu kanalizasyon arıtma sistemi iyileştirmesi; su
temini, kalitesi ve hijyeninin artırılması; atık su arıtma
tesislerinin sayısının ve kapasitelerinin yükseltilmesi;
kırsal içme suyu ve kanalizasyon çalışmalarının yaygınlaştırılması; katı atık denetiminin oluşturulması, geri
kazanımı konusunda çalışmalar yapılması; endüstriyel
atıkların toplanması ve bertaraf edilmesinin sağlanması
olarak sıralayabiliriz.
Yerel yönetimin ulaşım politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Konya’da özellikle 2000’li yıllardan bu yana ulaşım
konusunda ciddi çalışmalar yapıldı. Konya’nın şehir
içi ulaşımı kadar, konumundan dolayı şehirlerarası
ulaşımının da önemsenmesi gerekmektedir. Geçmişte
Konya transit ticaretin önemli merkezlerinden birisi
olmuştur. İpek yolunun Konya’dan geçmesi ve Ahilik
geleneği köklü bir ticaret kültürü üretmiştir. Konya’nın
Kentleşme, son dönemlerde önemi fark edilen bir olgu
oldu. Yerel yönetimler bu konuda tüm Türkiye’de
olduğu gibi Konya’da da çalışmalar yapmaktadırlar.
Uygulamada karşılaşılabilecek aksaklıklar hakkında
İMO Konya Şubesi olarak şehrin menfaatlerini gözeterek fikir oluşumuna katkı sağlamaktayız. Bununla
ilgili yerel yönetimlere tavsiye raporları sunmaktayız
ve kent politikaları ile ilgili mesleki bilgilerimizi ve ön
görülerimizi paylaşmaktayız. Konya için vazgeçilmezler bellidir; tarihi kimliğimize zarar vermeden modern
şehircilik anlayışının oluşması yerel yöneticilerimizin
önceliği olmalıdır. Şubemiz bu konuda çalışmalar yürütmektedir.
IMO Konya Şubesi’nin yerel yöneticilerden beklentileri nelerdir?
İMO sadece bir meslek örgütü değil aynı zamanda
içinde bulunduğu yaşam alanlarının sorunlarını tespit
eden, çözüm üreten ve çözümlerin uygulanmasını takip
eden bir kimliğe sahiptir. Toplumu ilgilendiren her
konuda inisiyatif kullanan Odamız Türkiye genelinde
üstlendiği misyonu, Konya’da da sürdürmektedir.
Bu dönem en büyük avantajımız Konya’daki üç merkez
ilçe belediye başkanlarının inşaat mühendisi olmasıdır. İçlerinden birinin eski oda başkanımız olması bu
koordinenin kurulması adına bir şanstır. Her üç yerel
yönetici ile dönemsel olarak bir araya gelinmekte ve
şehre ait sorunlar masaya yatırılmaktadır. Yerel yöneticilerimizden beklentimiz bu koordinenin devamı ve
icraata yönelik fikir alışverişinin güçlenerek sürmesidir.
Şube üyeleri Konya’da mesleki alanlarda ne tür
sorunlarla karşılaşıyorlar?
Üyelerimizin mesleki anlamda yerelde ve tüm
Türkiye’de çözüm bekleyen birçok sorunu bulunmaktadır. Bunların başında diğer disiplinlerle rekabet edilebilirliğimizin yükseltilmesi, sigortalı çalışma koşullarının
sağlanması, işyeri güvenliği, serbest piyasa anlayışının
getirdiği kırımdan kaynaklı sıkıntılar, ağır vergi yükü,
sosyal haklar, mesleğimizle ilgili mevzuatlardaki düzenlemeler gelmektedir. Mesleğimiz dönemsel ekonomik
krizlerden en çok etkilenen sektördür. Bunların yansımaları ve üyelerimiz üzerindeki olumsuz etkileri yine
çözüm bekleyen bir konudur. Gelişmiş ülke ekonomilerine bakıldığında inşaat mühendisliği çok daha üst segmenttedir. Yeni üniversitelerin açılması ve son dönem
teknoloji üniversitelerinden mezunların da sektöre
mühendis unvanıyla girmeleri ile birlikte üyelerimiz iş
konusunda dar boğaza sürüklenmektedir.
Temsilciliklerde ne tür sorunlar yaşanıyor?
Temsilciliklerimiz zor şartlarda kırsal alanlarda çalışan
üyelerimizden oluşmaktadır. Temsilciliklerimiz özellikle
rekabet şartlarının adil olmamasından şikâyetçilerdir.
Ayrıca meslek içi eğitim seminerlerimize katılımları
sıkıntılıdır.
Diğer taraftan yerelde çalışan inşaat mühendislerinin
bir araya gelerek, birlikte hareket etmeleri fiziki koşullar
nedeniyle zor olmaktadır.
Şube olarak ne gibi plan ve projeleriniz bulunuyor?
Şube olarak Odanın İş sağlığı ve işyeri güvenliği konulu
çalıştayının sekretaryasını yürütmekteyiz. Ayrıca İmar
Komisyonumuz, Serbest Çalışanlar Komisyonumuz,
Sosyal ve Kültür Etkinlik Komisyonumuz çalışmalarını
sürdürmektedir. Bununla birlikte şehrin imarı ve güvenli-kaliteli yapılaşması ile ilgili faaliyetlerimiz devam
etmektedir.
Meslek içi seminerlerimizin yenilerini yürütmekte ve
planlamaktayız. SİM yönetmeliği çerçevesinde yürütülen faaliyetlerimiz devam etmektedir. Yapı Denetimin
tüm Türkiye genelinde yaygınlaşması ile şehrimizdeki
uygulamalar takip edilmekte ve bu konuda da üyelerimizi bilinçlendirmekteyiz. Geçtiğimiz günlerde
düzenlediğimiz bölgesel eğitim çalışmasının yansımaları alınmaktadır. Üniversitemizdeki inşat mühendisliği
öğrencileriyle buluşmalar yapmakta ve önümüzdeki
günlerde genç-İMO ile birlikte faaliyetler planlamaktayız.
Sonuç olarak İMO Konya şubesi toplumsal ve mesleki
görevinin bilinciyle ve her geçen gün kurumsallaşan
yapısıyla inşaat mühendisliğini geliştirmeye gayret
etmektedir.
1 Nisan 2011
23
genç-İMO • genç-İMO • genç-İMO • genç-İMO
genç-İMO Öğrenci Meclisi Yapıldı
doğrudan hayata geçiriyor.
Karanlığa sürüklenen ülkemizin belki de en güzel yanı bugünlerde daha çok çıkmaya
başlayan gençliğin bu sesidir.
Öğrencilerden korkuyorlar, mühendislerden korkuyorlar, öğretmenlerden korkuyorlar,
halktan korkuyorlar.
Tahammülsüzlüklerinin, saldırganlıklarının nedeni bu.”
Meslek Odalarında öğrenci üyelerin artık örgütlenmeye başladığını ve bu örgütlenmenin giderek büyüyeceğini kaydeden Serdar Harp, “Öğrenci üye örgütlenmesi artık
kimsenin yok sayamayacağı, görmezden gelemeyeceği bir gerçekliğe kavuşmuş, görünür hale
gelmiş, artık meslek odalarını öğrenci üye örgütlenmesinden ayrı düşünmek mümkün olmaktan çıkmıştır” diye konuştu.
genç-İMO 4. Öğrenci Meclisi 12-13 Şubat 2011 tarihlerinde Antalya’da yapıldı.
Öğrenci Meclisi 38 üniversiteden 140 sınıf ve üniversite temsilcisi ve sekiz konsey
üyesinin katılımıyla gerçekleştirildi.
İMO Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Harp ile Yönetim Kurulu Sayman Üyesi
Züber Akgöl, Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi Levent Darı ve Yönetim Kurulu Üyesi
Metin Korkmaz’ın yanı sıra Genel Sekreter Yardımcıları Gülsüm Sönmez ve Ayşegül
Bildirici’nin katıldığı Öğrenci Meclisi’nin açılış konuşmasını İMO Yönetim Kurulu
Başkanı Serdar Harp yaptı.
Açılış konuşmasında Türkiye’nin sorunlarına değinen Serdar Harp, Ortadoğu’da
yaşanan gelişmelerden duyduğu kaygıları dile getirdi.
Eğitim sistemindeki aksaklıklara ve öğrenci sorunlarına da dikkat çeken Serdar Harp
şu hususlara vurgu yaptı:
“Mühendislik eğitimini de içine alacak şekilde, bütün bir eğitim süreci sorun ve sıkıntılar
içinde.
Eğitimdeki nitelik kaybı, hemen her ilde açılan üniversiteler, “gecekondu” tabir edilen yerleşkelerde eğitim veren mühendislik fakülteleri, mühendislik eğitiminin sorunları dağ gibi
dururken teknoloji fakültelerinin açılması, yabancı mühendislerin çalıştırılmasıyla ilgili
yasalarda yapılan değişiklikler dikkat çeken olumsuzluklar olarak karşımızda duruyor.
Üniversiteler bir ticarethaneye çevrildi. Kamusal alana yönelik saldırılarla “paran kadar
oku” anlayışı yerleştiriliyor. Üniversite kapıları emekçi halk çocuklarına kapatılıyor. Bin
bir güçlükle okuyabilenler de üniversite kapısından çıktıktan sonra işsizlik kapısından
içeri giriyor.
Gençler sadece eğitimin paralı hale getirilmesi, eğitimin ticarileştirilmesi, piyasaya
açılmasından kaynaklı sorunlar yaşamıyor, demokrasi ve katılım konusu da üniversitelerimiz için sorun oluşturmaya devam ediyor.
Öğrenciler iki gün boyunca dünyanın, Türkiye’nin ve genç-İMO’nun sorunlarını değerlendirdiler
Öğrenci Meclisi’nin ilk günü serbest kürsü konuşmaları yapıldı ve serbest kürsüde
Türkiye ve dünyanın gündemi ile öğrencilerin sorunları üzerine değerlendirmeler
yapıldı. Aynı gün Öğrenci Meclisi Komisyonlarının çalışmaları gerçekleştirildi.
Basın-Yayın Komisyonu, Yönetmelikler Komisyonu, Örgütlenme Komisyonu, Kamp
Komisyonu ve Öğrenci Sorunları Komisyonu adıyla oluşturulan komisyonların çalışmaları Sonuç Bildirgesi Komisyonu tarafından değerlendirildi ve 4. Öğrenci Meclisi
Sonuç Bildirgesi başlığıyla yayınlandı.
Sonuç Bildirgesi’nde
“Ülkemizde öğrenci sorunlarının artarak devam ettiği bu sorunların çözümüne yönelik gençİMO örgütlülüğünün tamamını kapsayacak şekilde kolektif çalışmalar yapmaya devam
edilmesi
Örgütlüğümüzün daha ileri noktalara taşınabilmesi için kamp, basın yayın çalışmaları,
sosyal iletişim ağları gibi araçların daha etkin kullanılması gerektiği bu amaçla şube öğrenci
kurullarınca gerçekleştirilen etkinliklerinin konseyle paylaşılarak tüm genç-İMO örgütlülüğüne yayılması
Toplumsal konulara duyarlılık geliştirmek amacıyla çeşitli etkinler yapılması
Meslek alanımıza ilişkin gelişmeleri takip edebilmek uygulamaya dönük bilgi sahibi olabilmek amacıyla etkinliklere devam edilmesi” konuları öne çıktı.
genç-İMO 4. Öğrenci Konseyi belirlendi
Öğrenci Meclisi’nin ikinci günü yapılan seçimler ile yeni öğrenci konseyi belirlendi.
Yeni Öğrenci Konseyi şu isimlerden oluşuyor:
Asil
Yedek
Anıl Asil
Nilden Kaylar
Üniversitelerde demokratik işleyişin esamesi yok. Üniversitelerimizde, ne öğrencilerin, ne
akademik personelin ne de çalışanların temsiliyet ve söz hakkı bulunmuyor.
S.Serdar Öten
Eren Çakmak
Son zamanlarda gençliğin yükselen muhalefeti iktidar nezdinde korkuya neden olurken
toplumun geniş bir kesiminin ise umudu haline geldi. Gençliği suskunluk sarmalı içinde
tüketmeye çalışanlara inat, gençlik, söz ve karar hakkını kendi eylemiyle talep ediyor ve
Ramazan Armağan
Sinem Kaplan
Ali Oğan
Mahir Esmer
Taylan Atasoy
Hüseyin Engin Sakın
genç-İMO iş cinayetlerini Bakanlık önünde protesto etti
genç-İMO üyeleri, son günlerde yaşanan iş cinayetlerine ve çalışmak zorunda kaldıkları için iş cinayetlerinde hayatını kaybeden üniversite öğrencilerinin zorlu yaşam
koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir basın açıklaması düzenlediler.
Genç-İMO Konsey Üyeleri ve genç-İMO üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilen açıklama Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı binası önünde 11 Mart 2011 Cuma günü
gerçekleştirildi.
“Müşteri değiliz öğrenciyiz”, “Güvencesiz gelecek istemiyoruz”, “Parasız, bilimsel,
demokratik eğitim” ve “Eşit, parasız, ana dilde eğitim” sloganlarının atıldığı eylemde
genç-İMO Konsey Başkanı Anıl Asil Konsey adına
açıklamayı yaptı.
Son günlerde iş cinayetlerinin artmasına dikkat
çeken Anıl Asil, cinayetlerin gerçek sebebinin
denetimsizlik, kar hırsı ve taşeronlaşma olduğunu
belirtti. En son geçtiğimiz hafta İzmir Büyükşehir
Belediyesi’ne ait bir binanın tadilatı sırasında iki
işçinin iskeleden düşerek hayatını kaybettiğini hatırlatan Anıl Asil, bu iş cinayetinde de diğerlerinde
olduğu gibi taşeron firmanın, denetim eksikliğinin
ve ihmalin olduğunu vurguladı.
İzmir’deki iş cinayetinde hayatını kaybeden işçilerden Nesih Taşkın’nın üniversite öğrencisi olmasına
dikkat çeken Anıl Asil, “Nesih’in hayatı adeta
eğitimin paralı olmasının, artık üniversite kapı-
larının emekçi çocuklarına kapatılmasının tipik bir örneği gibiydi. Nesih önce Iğdır
Üniversitesi’ni kazanmış, maddi sıkıntılar yüzünden okuyamamış, çalışmak zorunda
kalmıştı. Daha sonra Amasya Üniversitesi’ni kazanmış ancak bir dönem okuduktan
sonra okul masraflarını karşılayamadığı için kaydını dondurmak zorunda kalmıştı.
Nesih son çalıştığı inşaatta okul masraflarını çıkarabilmek için çalışıyordu! Çalışma
yaşamının kuralsız, denetimsiz, ağır şartları ölümlere davetiye çıkarıyorken; eğitimin
paralı hale getirilmesi emekçi çocuklarına adeta ‘Okumayın! Geleceğe güvenle bakmayın! Ben size hangi koşulu dayatırsam o koşulda çalışın, gerekirse yaralanın, gerekirse
ölün!’ diyor.
Bu yapılmak istenenlere karşı çıkıldığında ise; ülkemizin ‘ileri demokrasisinden’ bizlere soruşturmalar
ve uzaklaştırmalar düşüyor.” dedi.
Üniversitelerdeki yanlış uygulamalara karşı çıkan
üniversite öğrencilerinin soruşturma ve cezalandırmalarla karşı karşıya bırakıldığını kaydeden Anıl
Asil, “Tüm bu yaşanlara tepkimizi parasız, bilimsel
ve demokratik eğitim talebimizi daha da yükselterek ve örgütlülüğümüzü daha da güçlendirerek
göstereceğiz. Geleceğin mühendisleri olarak insan
sağlığını ve güvenliğini patronların kar hırsına
kurban etmeyeceğiz. Nesih arkadaşımızı parasız
eğitim, güvenceli gelecek ve insanca çalışma koşulları mücadelemizde yaşatacağız.” diye konuştu.
Açıklama alkış ve sloganlarla sona erdi.
24
1 Nisan 2011
TMMOB 15 Mayıs’ta Ankara’da
kitlesel miting düzenleyecek
TMMOB Yönetim Kurulu, 19 Oda Başkanı tarafından
gelen talep üzerine 15 Mayıs 2011 Pazar günü miting
düzenleme kararı aldı.
TMMOB’ye bağlı 19 Oda Başkanı, tarihsel bir süreçten
geçen Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve sosyal sorunların derinliğine dikkat çekerek
TMMOB’nin bu dönemde AKP İktidarını uyarma amacıyla kitlesel bir miting düzenlemesini talep etti.
Oda başkanlarının talebini değerlendiren TMMOB
Yönetim Kurulu, 15 Mayıs 2011 tarihinde kitlesel bir
miting düzenlenmesine karar verdi.
Oda Başkanları tarafından TMMOB Yönetim Kuruluna
iletilen talep metninde şu ifadelere yer verildi:
“Türkiye, önemli bir tarihsel süreçten geçmektedir. 24 Ocak
1980 kararlarından bu yana uygulanan neo-liberal dönüşüm
programı, AKP iktidarıyla doruğuna ulaşmıştır. Öyle ki
ekonomide, toplumsal dokuda, siyasal süreçlerde, çalışma
yaşamı ile temel hak ve özgürlüklerde gerçekleşen tahribat ile
AKP’nin dikta özlemi el ele gitmektedir. Hükümetin tüm ekonomik program, siyasi icraat ve operasyonları bu yöndedir…
‘Büyüme’ sorunları, büyük dış ticaret açıkları, ülke borç
ve faiz ödemelerinin yüksekliği, gelir dağılımında oluşan uçurum, çalışanlar üzerindeki haksız vergi artışları, kamu yatırımlarının azaltılması, özelleştirmeler, verimlilik artışlarına
karşın istihdamda yaşanan gerileme, yaygınlaşan işsizlik ve
yoksulluk, güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması;
inşaat, sanayi, tarım, doğa, çevre, enerji, maden, sağlık, eğitim, ulaşım, işçi sağlığı ve güvenliği ve hizmet sektörlerindeki
olumsuz gelişmeler Türkiye’yi sarmış bulunmaktadır.
Bütün bu gelişmeler, mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı
uygulamaları ve eğitiminde de büyük tahribata yol açmış ve
nitelikli işgücü olan mühendis, mimar ve şehir plancılarının
işsizlik oranını artırmıştır. Mühendisliğin sanayi, tarım,
kent ve toplum yaşamına yönelik, bilimsel teknik temellerdeki kamusal-toplumsal hizmet niteliği aşındırılmıştır…
…AKP iktidarı dönemindeki serbestleştirme, ticarileştirme
yönündeki yasa ve mevzuat değişiklikleri ile tüm toplumu
ve ilerici meslek kuruluşlarını otoriter bir yapı içinde teslim
alarak dönüştürme çabaları, örgütümüzün de kapısına gelmiş dayanmıştır. Kamusal alanı büyük oranda tasfiye eden
AKP‘nin alternatif örgütlenme formu olan iktidar yandaşı
“sivil toplum kuruluşu” yapıları, hedeflenen neo liberal tekelci otoriter projeksiyonla uyumludur.
AKP iktidarının yasama ve yargının yanı sıra diğer devlet
organları, güvenlik güçleri, üniversiteler, bilim kurumları ve
medyayı baskı ve zor yöntemleriyle hakimiyeti altına alma
çabaları İslami ideolojinin yaygınlaştırılmasını da amaçlamakta; Kürt sorunu ise Kürt-İslam sentezi ile kuşatılmaya
çalışılmaktadır.
Mühendisler kendi uzmanlık alanlarında iş yapamaz hale
getirilmekte; kamu sağlığı ve güvenliği iş sahibinin insafına
bırakılmaktadır. Kamu eliyle yürütülmesi gereken hizmetlerde hızla taşeronlaşma süreci yaşanmaktadır.
Örgütümüzün bütün bu baskıcı dalga ile demokrat, yurtsever, toplumcu meslek kuruluşlarını etkisiz kılma çabalarını
birlikte değerlendirerek, bir bütün olarak refleks vermesi
gerekmektedir.
İçinde bulunduğumuz koşullar etkili bir mücadele verilmesini
gerektirmektedir. Tarih bizi göreve çağırmaktadır…
Yukarıda özetle belirttiğimiz gerçek ve gerekçelerden hareketle, örgütümüzün merkezi bir miting örgütlemesini öneriyoruz.”
Dört örgüt alanlarda “Susmayacağız!” dedi
na alınmaktadır. AKP‘ye karşı olan herkesi ‘Ergenekoncu‘
ilan ederek, aslında gerçek ‘Ergenekon‘u aklamaya, ilgisi
olmayanları da itibarsızlaştırmaya çalışan bu yaklaşım artık
ifade ve düşünce özgürlüğünü hedef almaktadır.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, AKP’nin baskı politikalarına karşı “Şimdi susmanın değil ses çıkarmanın
zamanıdır” diyerek 18 Mart 2011 Cuma günü Ankara,
İstanbul ve İzmir’de eş zamanlı basın açıklaması gerçekleştirdiler.
Ankara’da Kolej kavşağında toplanan eylemciler Sakarya
Caddesi’ne yürürken, İstanbul’daki basın açıklaması
Taksim tramvay durağında gerçekleştirildi. İzmir’de de
Konak YKM önünde toplanılarak Eski Sümerbank önüne
yüründü.
Basın açıklaması metni Ankara`da TMMOB Yönetim
Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, İzmir`de TMMOB
İKK Sekreteri Ferdan Çiftçi, İstanbul’da KESK Genel
Başkanı Döndü Taka Çınar tarafından okundu.
Eyleme İnşaat Mühendisleri Odası yönetici ve çalışanlarıyla geniş katılımlı destek verdi.
Ankara İstanbul ve İzmir’de eş zamanlı düzenlenen basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
SUSMAYACAĞIZ!
…AKP, sermaye yanlısı politikalarına dayalı saldırıları ile
birlikte gündelik hayatın muhafazakârlaşması temelindeki
baskılarını arttırarak sürdürüyor.
Referandum ile birlikte darbelerle hesaplaşarak ‘ileri demokrasiye‘ geçileceğini söyleyen AKP, darbe dönemlerine özgü
yöntemlerle baskıcı-otoriter bir rejim inşa ediyor. Referandum
sonrasında yargıya yönelik müdahalelerle ‘AKP’nin yargısı‘
oluşturularak ‘hukukun üstünlüğü‘ yerine sınırsız bir hukuksuzluğun hüküm sürdüğü polis devleti yöntemleri devreye
sokuldu.
AKP, emekçilere yönelik ‘Torba Yasa‘ saldırısı ile emperyalist
sömürü politikalarının yarattığı işsizlik ve güvencesizliği
yaygınlaştırdı. ‘Torba Yasa‘ya karşı çıkan emekçiler ise polis
barikatı, cop ve gazla durdurulmaya çalışıldı.
Tayyip Erdoğan, Mısır halkının yoksulluk ve işsizliğe karşı
isyanı karşısında Mübarek‘e ‘halkın taleplerini dikkate al‘
diye seslenirken, ülkemiz sokaklarında polis gazından göz
gözü görmüyordu. Türkiye‘de ‘ileri demokrasi‘ adı altında otoriter bir rejim kurulurken emekçilerin tarihe düştüğü ‘Sonun
Mübarek Olsun‘ sözü unutulmamalıdır.
Anayasa referandumu yapılırken, AKP‘nin istediği değişimlerin 12 Eylül Anayasa‘sından bir farkının olmadığını, yeni
bir vesayet sistemi oluşturulacağını ve yeni hak kayıplarına
zemin hazırlandığını hep söyledik. Ve aradan uzun bir süre
geçmeden görülüyor ki; AKP darbe dönemlerini aratmayan
yöntemlerle, her dönem baskı altında olan yurtseverlere,
devrimcilere, emekçilere, gençlere, gazetecilere yönelik saldırılarında ve muhalefeti bastırmaya, sindirmeye yönelik baskı
politikalarında hızını arttırdı.
İnsanların kendini savunma hakkının dahi elinden alındığı,
daha yargılama gerçekleşmeden medya kanallarında suçlu
ilan edildiği, sınır tanımaz bir hukuksuzluğun hüküm sürdüğü, adeta kimsenin nefes alamadığı, yeni bir otoriter yönetimin oluşturulduğu bir sürece giriyoruz.
Üniversitelerde söz ve karar hakkı, kamusal, parasız, bilimsel, demokratik ve ana dilinde eğitim için mücadele eden
gençlerin talepleri polis baskısıyla, gözaltılarla, tutuklamalarla ve iktidarın provokasyonları ile susturulmaya çalışıldı.
İktidarın iliştirilmiş yazarları gençleri ‘terörist‘ ilan ederek
hedef haline getirmeye çalışmakta.
Sisteme muhalif olan ve halktan yana yayın yapan devrimci,
yurtsever ve sosyalist basın helikopterli baskınlarla, cezalarla
susturulmaya çalışılırken, şimdi de AKP‘nin düzenini ve
cemaati eleştiren gazeteciler, ‘terörist‘ ilan edilerek gözaltı-
TMMOB İnşaat Mühendisleri
Odası Adına Sahibi
Serdar HARP
Yazı İşleri Müdürü
Zeki ERGİNBAY
Zeki ERGİNBAY
(1976-1977)
Levent DARI
Siyasi tutsakların bulunduğu tüm cezaevlerinde tecriti en katı
bir şekilde uygulayan AKP iktidarı kendi yayınladığı genelgeleri dahi uygulamamaktadır. Hasta tutuklu ve hükümlülerin
tedavilerini engelleyerek ölümlerine seyirci kalarak intikam
almaktadır.
Kürt sorununda ‘demokratik açılım‘ bir tasfiye operasyonuna
dönüştürülerek yeni çatışma ve savaş zeminini ortaya çıkardı.
Barışçıl ve demokratik çözüm için oluşturulan umudun, milliyetçi histeriyle boğulması bir arada yaşam zeminlerini tahrip
etmektedir.
On binlerce Alevi yurttaşın bir araya gelip seslendirdiği ‘eşit
yurttaşlık‘ taleplerine kulaklarını tıkayan AKP, Alevisiz ‘Alevi Çalıştayları‘ ile Aleviliği kendi fikri sınırlarının içerisine
çekmeye çalışmaktadır.
Sözün bittiği yerdeyiz.
AKP‘nin ülkemizi nasıl bir karanlığa doğru sürüklediği
alenen ortadadır. Aydınlık bir gelecek, eşit, özgür, bağımsız
ve demokratik Türkiye için bu baskıcı-karanlık düzene karşı
direnmekten başka bir çare, başka bir umut yoktur. AKP’nin
yaratmak istediği korku imparatorluğuna karşı direnmekten
başka bir yol yoktur.
AKP‘nin karanlığına ve sömürü düzenine karşı bugün eşitlik
ve özgürlük için yürüyoruz. Bu yürüyüş sesimizi birleştirmeye,
çok ses tek yürek direnmeye bir çağrıdır.
Sağlık emekçilerinin özelleştirmelere ve güvencesizliğe karşı
sesiyle, 21 Mart‘ta halkların barış ve kardeşlik bayramında
yükselecek sesini 1 Mayıs‘ta alanlara taşımak için yürüyoruz…
İtirazımız var diyenleri,
Susmayacağız, direneceğiz diyenleri
Sevgiyle, dostlukla selamlıyoruz.
Yönetim Yeri: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Necatibey Cad. No: 57 06440 Kızılay / Ankara
Tel: 0.312.294 30 00 Faks: 0.312.294 30 88 E-Posta: [email protected] Web: www.imo.org.tr
Nisan 2011, Sayı:210, ayda bir yayınlanır, yerel süreli yayın. ISSN: 1307-2412
Baskı: Mattek Matbaacılık Basın, Yayın Tanıtım Tic.San.Ltd.Şti. / Adakale Sok. No:32/27 Kızılay-Ankara / 312.433 23 10
Baskı Tarihi: 1 Nisan 2011 / 10.000 adet basılmıştır. Üyelerine parasız dağıtılır.
Download