Ön Söz James, haklarında konuşabilsek de bilemeyeceğimizi bildiğimiz kavramlar olduğuna dair savını ileri sürdüğünde bir buçuk saattir daire şeklinde oturuyorduk, insanların doğasını soruşturmakla1 başlayan büyüleyici bir tartışmanın içinde kendimizi bulmuş ve daha sonra yapay zekâ ve insan düşünmesi arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları sorgulamaya geçmiştik. James; Robert’ın bir insanın (empirik açıdan) her şeyi bilmesi mümkün değilse de, eğer tüm insan bilgisinden bir havuz oluşturabilseydik her şeyi bilmenin (mantıksal olarak) mümkün olacağı yönündeki argümanına katılmıyordu. Robert’ın iyimser görüşüne karşı çıkarak, James, cehaletimizden değil; şeylerin bilinemez doğası yüzünden bilemeyeceğimiz şeyler olduğunu bildiğimizi ileri sürüyordu. Bu noktayı tasvir etmek için, James “Son sayı yoktur!” dedi. Argümanın içyüzü anlaşıldıktan sonra, herkes devam etmeyi istese de, zaman dolduğu için oturumumuz sonlandı. Daha önce, insanların doğasını ele alırken grubun farklı üyeleri, bir varlığın insan kabul edilmesi için asli diye düşündükleri pek çok özellik için farklı argümanlar ileri sürmüşlerdi. Joy, insan olmak için var olma gerekli koşulsa da, bunun dışında karşılanması gereken yeter koşulların da olduğunu, sadece var olmanın - insan olmaya, yetmediğini düşünüyordu. David, önce, bir varlığın insan sayılması için duyu algıları – görme, dokunma, duyma vb.- kapasitesine sahip olma zorunluluğunun, gerek koşullardan biri olacağını söyledi. Ancak bu özelliğin gerek koşul olduğu konumuna, duyu algılarından bazılarına erişimi olmayan engelli kişilerin de hâlâ insan olduğu savıyla karşı çıkıldı; hatta Joy, ölmüş kişinin bile bir anlamda insan olduğunu iddia etti. Karen ve Mark daha kapsayıcı bir koşul ileri sürdüler: insan olmak için, biyolojik bir varlık olmak gerekiyordu. Biyolojik varlık olmak (hayvanları, bakterileri, vb. içeren) çok geniş bir kategoriydi, bu yüzden Mark, insanların eşsiz özelliklerinden birinin ahlaki düşünüme sahip olmasını – bir insana zarar veremezsiniz ilkesini - önererek ölçütü rafine etti. (Bu düşünümler soyut sorular değildir; mesela bitkisel hayattaki bireyin yapay yön- xii Ön Söz temlerle hayatta tutulup tutulamayacağına karar verilirken son derece hayati olabilir ve gerçekten ölüm kalım meselesine dönüşebilir.) Daha sonra Mark, insanlık için bir başka koşul ileri sürdü: özgür iradeye sahip olmak, insanlar ne yapacaklarına (ve yapmayacaklarına) kendileri karar verebilirler. Bu özellikler insanlığın önemli gibi görünen karakteristikleri olsa bile, o ana dek insanlığı belirlediği ileri sürülen bu özellikler büyük olasılıkla hayvanları da içerir - çünkü hayvanlar da • • • • • vardırlar; duyu algılarına sahiptirler; biyolojik varlıklardır; ahlaki düşüncelere sahiptirler; bir çeşit özgür iradeye sahipmiş gözükürler. Grubun en önemli bulduğu bir özellik daha vardı; • bir varlığın, insan olması için, düşünebilmesi gerekir. Ancak Robert, bir varlığı insan olarak sadece düşünme yeteneğinin tanımlayacağı fikrine katılmadı çünkü düşünen bir varlık, örneğin yapay zekâya (YZ) sahip bir robot yaratılabilirdi. Karen ahlaki düşüncelerinin olmaması zemininde robotlara insan statüsü verilemeyeceğini tartışırken, robotların düşünebilmesi, grubu, YZ ve insan zekâsı tarafından üretilen düşünme çeşitleri arasında fark olup olmadığını ele almaya teşvik etti. Grup, ikisi arasında pek çok önemli fark olduğunu ileri sürdü, Mark’ın önerisi gerçekten özgün bir felsefi kavrayıştı: • YZ sistemlerinin aksine insanlar unutur! Pek çok çağdaş yazar, yapay zekâ veri ve süreç (process) depolama sistemleri için ‘hafıza’ terimini kullanırken, benim tabirimle ‘metaforik bir yanılgı’ya düşerek YZ sistemlerinden insan bilişselliğine dair sonuçlar çıkartıyorlar. Ancak Mark’ın doğru şekilde belirttiği gibi insan hafızası YZ veri depolaması gibi değildir: hatırlama kapasitesine sahip olmak aslında unutma kapasitesini de gerektirir! Grup üyelerinin o ana değin hiç okumadıkları insan felsefesindeki klasik teorileri aksettiren pek çok teori ve fikri ileri sürdüğü, tartıştığı, savunduğu, eleştirdiği, sentezlediği ve sıklıkla bunların ötesine geçtiği bu doksan dakikalık diyaloğa ‘başkanlık ederken’ elimde olmaksızın grubu yakın zaman önce üniversitede ders verdiğim felsefe sınıfı ile kıyasladım. Klasik felsefe teorilerini çalışma avantajına sahip üniversite öğrencilerini kendileri için konuşmalarını ve düşünmelerini sağlamanın Ön Söz xiii ne kadar zor olduğunu hatırladım. Konuşmanın ve düşünmenin sonlanmasını arzu etmeyen bu grupla karşılaştırdığımda ne büyük bir karşıtlık! Ama bu, felsefe sınıfı değildi ve grup üyeleri üniversite öğrencisi de değildi. 5 yaşında çocuklardı. Onlara felsefe öğretilmiyordu. Çocuklar, fikirler ürettikleri ve birbirleriyle diyaloglarında bunlar hakkında gerekçeler gösterdikleri Felsefi Sorgulama Topluluğu (FST) denilen yöntemi deneyimliyorlardı.2 Bu kitap, 5 yaşındaki çocukların üniversite öğrencilerinden daha iyi felsefe yapmalarını sağlayan yöntem hakkındadır. Bu, Felsefi Sorgulama Topluluğu denilen belli bir yöntem hakkındadır: bu yöntem nasıl gelişir, nedir, neyi başarır ve de bir ‘Felsefi Sorgulama Topluluğu’ nasıl yaratılır? Çeviri Editörlerinin Ön Sözü Elinizdeki kitap, hem kişisel yaşantı dünyanızda hem de kamusal paylaşımlar gerçekleştirdiğiniz hayat akışınızda önemli bir değişimin başlangıcını oluşturabilir. Eleştirel ve yaratıcı düşünme, kavramlar ve problemler aracılığıyla sorgulayıcı bir düşünüm gerçekleştirme, tartışmacı diyalog yoluyla bireyin kendisini ifade etme ve başkalarını anlama süreçlerinde olgunlaşma aracılığıyla etkin ve etkili bir yurttaş olunabileceğini bizlere anlatan bu kitap, esasen çocuklarla felsefe yapma yöntemlerinden biri olan Felsefi Sorgulama Topluluğu (FST) yöntemini ayrıntılarıyla ele almaktadır. FST’yi diğer felsefe yapma yöntemlerinden ayıran temel unsur, pedagojik varsayımıdır. Söz konusu literatürde çocukların felsefe yapabilme yaşı çoğunlukla 10 yaş üstü olarak kabul edilmektedir. FST yöntemi ise 10 yaş üstü aşamayı çocukların neredeyse felsefeye olan ilgilerini kaybettiği aşama olarak belirleyerek, bizlere, 5 yaşındaki çocuklarla felsefe yapılabileceğini hem teorik hem de uygulamalı olarak gösterme çabası içindedir. İlgili yönteme göre; çocuklar aslında çok küçük yaşlardan itibaren felsefi akıl yürütme yapısını kullanabilmekte, felsefi bulmacalar hakkında kendi görüşlerini gerekçelendirebilmekte ve yaşıtlarıyla felsefi bir diyalog süresince farklı görüşleri tartışabilmektedirler. Bu açıdan değerlendirildiğinde küçük yaşlardan itibaren çocukları felsefi diyalogla tanıştırmak, onların eleştirel ve sorgulayıcı nitelikte yargıda bulunma potansiyellerini geliştirmeleri ve bu sürecin bir sonucu olarak da demokratik bir politik hayatın özneleri olma yolunda köklü şekilde dönüşüme uğramaları anlamına gelmektedir. FST’nin bir diğer önemli özelliği ise yöntemin yalnızca çocukların yaşantılarına ve bakış açılarına değil, aynı zamanda ergenlerin ve yetişkinlerin hayatlarına da olumlu manada etkide bulunma kapasitesine sahip olmasıdır. Söz konusu felsefe yapma modunu düzenli şekilde pratik edenlerde özgüveni artmış şekilde beyanda bulunma, başka insanları dinlemede sabır gösterme, farklı fikirlere karşı hoşgörülü davranma ve bunun sonucunda yeni fikirlere açık olma vb. gibi davranış biçimlerinin gözlemlendiği görülmektedir. Yazar, dikkat çeken bu ayrıntıları farklı projeler ve çalışma grupları üzerinden okuyucuyla ikna edici şekilde paylaşmaktadır. xvi Çeviri Editörlerinin Ön Sözü Kitapla ilgili teknik detaylara gelirsek... Çocuklarla felsefe ve eğitim felsefesi literatürüne önemli bir katkı olabilecek bu değerli çalışma dört çevirmen tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Burak KARABEY, kitabın birinci ve sekizinci bölümlerini, Doç. Dr. Kurtul GÜLENÇ, kitabın ikinci ve üçüncü bölümlerini, Araş. Gör. Filiz KARADAĞ, kitabın dördüncü ve altıncı bölümlerini, Yrd. Doç. Dr. Nihal Petek BOYACI, kitabın dokuzuncu ve onuncu bölümlerini çevirmiştir. Beşinci ve yedinci bölümleri ise Yrd. Doç. Dr. Burak KARABEY ile Araş. Gör. Filiz KARADAĞ birlikte çevirmişlerdir. Bu sıralanan bölümler dışında kalan Teşekkür, Önsöz, Ek A, Ek B gibi kısımlar tarafımızca çevrilmiştir. Kitapta birden fazla çevirmenin yer alması dolayısıyla dil birliğinin sağlanmasına ilişkin ortaya çıkan güçlük, editoryal düzeyde titiz bir çabayla aşılmaya çalışılmıştır. Buna ek olarak süreç boyunca, kitabın herkes tarafından kolay okunabilir bir esere dönüştürülmesi için, metnin aslına mümkün olduğunca sadık kalarak dilimize en uygun şekilde uyarlama amacı çerçevesinde hareket ettiğimizi vurgulamalıyız. Son olarak, bu önemli eserin Türkçeye kazandırılma sürecinde emek veren çevirmenlere ve katkılarından dolayı Melda Karadağ Ulaş’a teşekkür ederiz. Kitabın felsefe dostlarına ve eğitim bilimcilerine ulaşmasında ön ayak olan ve bizlerden desteğini esirgemeyen Nobel Akademik Yayıncılık’a şükranlarımızı sunarız. Editörler Kurtul GÜLENÇ – Nihal Petek BOYACI