Osmanlı İmparatorluğu

advertisement
Osmanlı İmparatorluğu - Osmanlı Devleti
1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş bir Türk - İslam devletidir. Osmanlı
İmparatorluğu; Doğu Avrupa, Güneybatı Asya, Kuzey Afrika ve Atlas Okyanusu doğal sınırlarına
ulaşana kadar topraklarını genişletmiştir. Ayrıca daha geniş coğrafyalarda da çeşitli başarılar
göstererek kısa süreli olarak Lanzarote (1585), Madeira (1617), Lundy (1627-1632), Vestmann Adaları
(1627-1628), Baltimore (1631) gibi bölgeleri fethetmiş ve buralarda üsler kurarak yıldırma
hareketlerinde bulunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu'nu Oğuzlar'ın Kayı boyuna mensup Osman Gazi; Söğüt ve Domaniç
civarında, Anadolu Selçuklu Devleti'nin obası ve kendisine uçbeyliği olarak tahsis ettiği bölgede,
Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad'ın İlhanlılar tarafından İran'a götürülmesi sonucu oluşan
otorite boşluğundan dolayı bağımsızlık ilan ederek 1299 yılında kurmuştur. Devlet; dördüncü padişah
olan Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesiyle Fetret Devri'ne girmiş, 11 yıl süren taht kavgalarından
sonra Mehmet Çelebi, Fetret Devri'ne son vermiştir. Fatih Sultan Mehmed Konstantiniyye'yi
fethederek Doğu Roma İmparatorluğu'nu sonlandırmış, bazı tarihçilere göre bu zaferle Orta Çağ'ın
sona erip Yeni Çağ'ın başlamasını sağlamıştır. Ayrıca bu fetihle beraber devlet, imparatorluğa
yükselmiştir.
Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethetmiş, halifeliğin Osmanlı Padişahlarına geçmesini sağlamış,
Kanunî Orta Avrupa'da büyük ilerleme kaydetmiş ve Macar Krallığı'na son vermiştir. Avrupa'ya karşı
sağlanan üstünlük, I. Ahmed ile birlikte son bulmuş, Avrupa ve Osmanlı Zitvatoruk Antlaşması ile eşit
duruma gelmiştir. I. Mustafa ve Genç Osman ile birlikte tahttan indirilmeler başlamış, devlet yönetimi
Bağdat'ın fethedilmesini sağlayan IV. Murad'a kadar sendelemiştir. II. Mustafa zamanında ise Osmanlı
ilk defa büyük ölçüde toprak kaybetmiş, bu zaman diliminden itibaren reformist, yenilikçi akımlar
başlamıştır. II. Mahmud isyanların baş gösterdiği Yeniçeri Ocağı'nı kapattırmış, Abdülmecid Tanzimat
Fermanı ve Islahat Fermanı'nı ilan etmiş, II. Abdülhamid Meşrutiyet (1876-78) ilan edip 33 yıl tahtta
kalmıştır.
Devletin Kuruluşu
Moğol İmparatorluğu'nun zulüm ve katliamından kaçan Türk boylarından biri olan Kayı Boyu;
1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra birçok Oğuz boyuyla beraber Anadolu'ya gelmiştir. Anadolu'da ilk
olarak Ahlat yöresine yerleşen Kayılar, Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubad
tarafından Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve civarına yerleştirilmiştir. Bu sırada başlarında Ertuğrul
Gazi bulunan Kayılar'a, Karacadağ'dan sonra Bizans sınırındaki Söğüt kışlak, Domaniç'se yaylak olarak
verilmiştir. Sınırdaki bu bölgedeyken Bizans'a karşı gerçekleştirdiği başarılı gazalar Sultan Alâeddin
Keykubad tarafından çok beğenilen ve takdir edilen Ertuğrul Gazi, Sultan Keykubad'ca uçbeyi
yapılmıştır. Ertuğrul Gazi, Bizans sınırındayken yaklaşık 1000 km2 civarı bir toprak fethetmiştir.
Ertuğrul Gazi 1281 yılında, doksanlı yaşlarında vefat edince boyun başına oğlu Osman Gazi geçmiştir.
Osman Gazi; boyun başına geçince Bizans'a karşı gaza savaşları yürütmeye başlamış ve birçok
muvaffakiyet göstermiştir. Öte yandan 1243 Kösedağ Savaşı sonucunda İlhanlılar'a yenilen Anadolu
Selçuklu Devleti'nin merkezi otoritesi yok olmuş ve Anadolu'da güvenlik kalmamıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Yine bu yenilginin ardından Anadolu Selçuklu sultanlarını İlhanlılar tayin etmeye
başlamışlardır. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti dağılmaya başlamış ve İlhanlı hâkimiyetini kabul
etmeyen Türkmen beyleri bir bir bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlardır. Buna rağmen Osman
Gazi, uzun süre bağımsızlığını ilan etmemiş ve Selçuklulara bağlılığını sürdürmüş, Bizans tekfurlarını
mağlup ederek birçok Bizans kalesini fethetmiştir. Ancak bir süre için zayıflayan İlhanlılar tekrar
güçlendikten sonra Anadolu Selçuklu sultanı III. Alâeddin Keykubad'ı İran'a götürmüşler ve
Anadolu'da büyük bir siyasi boşluk oluşmuştur. Bu yüzden Osmanoğulları da; Karacaşehir'de Dursun
Fakih'in Osman Gazi adına verdiği hutbe ile 1299 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Osmanlı
Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında
olmuştur. Ancak Prof. Dr. Halil İnalcık ve bazı diğer akademisyenler, Osmanlı Devleti'nin 1299'da
Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Koyunhisar Muharebesi sonrasında devlet
niteliğini kazandığını iddia ederler.
Kuruluş Dönemi (1299–1453)
Niğbolu Muharebesi, 1396
1299 yılına gelindiğinde Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti yıkılma süreci
içindeydi. Bu yıllarda Osman Bey, yakın arkadaşları ile birlikte Bilecik, Yarhisar ve İnegöl'ü fethetti.
1301'de Yenişehir fethedildi. Osmanlı Beyliği, 1299'da resmen kuruldu. (Bunun yanı sıra tarihçilerin
bazıları beyliği kuruluşunu 1301 kabul eder. Halil İnalcık'a göre ise beylik 1302'de gerçekleşen
Koyunhisar Savaşı ile kurulmuştur.)
Osman Gazi Dönemi (1299-1326)
Koyunhisar Savaşı (1302)
Osman Gazi ve etrafındaki Alpler; Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i fethetmişti. Bu
durumda Bizans valileri olan Anadolu'daki tekfurların, merkezin sözünü dinlememeleri etkili olmuştu.
Bu yüzden endişelenen Bizans, 2000 kişilik bir kuvveti İstanbul'dan Kocaeli Yarımadası'na çıkarttı ve
Osmanlıların üstüne gönderdi. Ama Osman Gazi ve çevresindeki Alpler, Koyunhisar Muharebesi'nde
Bizans'ı mağlup etmeyi başardı. Böylece ilk Osmanlı - Bizans savaşı zaferle noktalandı.
Bursa Kuşatması (1316-1326)
Osman Bey Bilecik ve civarını fethetmişti. Ama asıl amacı Bursa'yı almaktı. Bunun için 1316
yılında Bursa'yı kuşattı. Kuşatma 10 yıl sürdü. 10. yılda kendisi rahatsızlandı ve oğlu Orhan Bey
kuşatmaya devam etti. Orhan Bey Mudanya limanını ve Orhaneli'yi fethederek şehrin dışarıyla
bağlantısını kesti. Çok geçmeden de şehir fethedildi. Fakat Osman Gazi fetihten çok kısa bir süre önce
vefat etti ve naaşı vasiyeti gereği Bursa'ya defnedildi. Orhan Bey adına para bastırarak beyliği devlet
haline getirdi.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Orhan Gazi Dönemi (1326-1362)
Maltepe Savaşı (1329)
Osmanlılar, fetihlerini aralıksız sürdürüyorlardı ve bir yandan Kocaeli Yarımadası'ndaki kaleleri
alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik'i (Grekçe: Nikea) kuşatmışlardı. Bu yüzden III.
Andronikos'un başında bulunduğu Bizans İmparatorluğu telaşa kapılmıştı. Bizanslılar, Osmanlıları hem
Kocaeli Yarımadası'ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik'i kurtarmak için harekete geçtiler
ve Kocaeli Yarımadası'na asker çıkardılar. İki ordu Eskihisar'da karşılaştı ve Orhan Gazi, Bizanslıları
denize dökerek büyük bir zafer kazandı. Osmanlılar 1331'de İznik'i, 1337'de İzmit'i topraklarına kattı.
İzmit'in fethedilmesiyle Bizans'ın Anadolu'daki varlığı son buldu.
Karesioğulları'nın İlhakı (1345)
Karesioğulları Beyliği; günümüzdeki Çanakkale ve Balıkesir'de kurulmuştu. Beyliğin lideri
Karesi Bey, güçlü bir donanma oluşturmuştu ve deniz aşırı iki sefer düzenlemişti. 1320'li yıllarda
Karesi Bey vefat etmişti ve yerine Aslan Bey geçmişti. Aslan Bey'den sonra ise beyliğin başına
Demirhan Bey geçmiş ve halka kötü davranmaya başlamıştı. Bu yüzden halkın ve ileri gelenlerin davet
ettiği Orhan Bey, Karesioğulları'nın topraklarını ilhak etmiştir. Karesioğulları'nın ilhakıyla bu beyliğin
donanması ve Hacı İlbey gibi değerli kumandanları Osmanlılar'ın hizmetine girdi.
Çimpe Kalesi'nin Devralınması ve Balkanlar'a Geçiş (1353)
1353 yılında Bizans taht kavgaları ile çalkalanıyordu. Bu mücadelenin taraflarından olan
Kantakuzen'in yardım isteği üzerine Orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasındaki 20000 kişilik bir
kuvvet göndererek Kantakuzen'in imparator olmasını sağladı. Bu yardıma karşılık Kantakuzen,
Gelibolu Yarımadası'nda bulunan, Bolayır yakınlarındaki Çimpe Kalesi'ni Osmanlılar'a teslim etti.
Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti, ilk Rumeli toprağını kazandı. 1354
yılındaysa Gelibolu'da şiddetli bir deprem oldu. Bu yüzden Gelibolu'daki Bizans halkı ve askerleri,
bölgeyi terk etti. Bu fırsatı değerlendiren Süleyman Paşa; bütün Gelibolu'yu fethetti. Böylece önemli
bir üs elde eden Osmanlılar, Trakya'ya akınlar başlattı ve 1359 yılında Çorlu fethedildi
I. Murad Dönemi (1362-1389)
Orhan Gazi'den sonra sultan olmasına kesin bakılan Süleyman Paşa, Çorlu civarında çıktığı bir
av sırasında atından düşerek ölmüştür (1357). Bu yüzden Orhan Gazi'nin diğer oğullarından olan
Murad Bey, yeni veliaht oldu ve Balkanlar'daki kuvvetleri kumanda etmeye başladı. Orhan Gazi'nin,
1362 Mart'ında vefat etmesiyle Osmanlı kaynaklarında Murad Hüdavendigâr olarak geçen Murad
Bey, I. Murad olarak tahta çıktı ve hızla fetihlere başladı.
Sazlıdere Savaşı ve Edirne'nin Fethi (1363)
I. Murad, Balkanlar'daki hâkimiyet sahasını genişletmeye başladı. Bu kapsamda Osmanlıları
durdurmak isteyen Bizans-Bulgar ordusu 1363 Sazlıdere Muharebesi ile mağlup edildi. Bu zaferden
sonra Edirne (Grekçe: Hadrianopolis) fethedildi.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Sırpsındığı Savaşı (1364)
Edirne'nin düştüğü haberini öğrenen Papa V. Urbanus; endişeye kapıldı ve bir Haçlı ittifakı
oluşturulmasını teşvik etti. Bunun üzerine Macar Krallığı, Bulgar Krallığı, Sırp Krallığı, Bosna Krallığı ve
Eflak Prensliği gibi Balkan devletlerinin katılımıyla sayısı 30000 ile 60000 arasında değişen bir Haçlı
ordusu oluşturuldu. Daha sonra Haçlı ordusu, Osmanlıları Balkanlar'dan atmak için harekete geçti.
Haçlı ordusu, Meriç Nehri'nin batı kıyısına gelerek bir kamp kurdu. Haçlılar kendilerine o
kadar çok güveniyorlardı ki Edirne'yi geri alıp Osmanlılar'ı Anadolu'ya süreceklerine dair hiçbir
tereddütleri yoktu. Hacı İlbey, emrindeki 10000 askeriyle beraber Haçlı kampına büyük bir gece
baskını yaptı ve çoğu Haçlı askeri kılıçla ya da Meriç Nehri'nde boğularak öldü. Böylece ilk OsmanlıHaçlı savaşı zaferle noktalandı ve Bizans'a yardım ulaştırılması engellendi.
Anadolu'da Barış Yoluyla Genişleme
Osmanlıların kurulduğu dönemde Anadolu'da birçok beylik vardı ve bu beylikler sürekli
birbirleriyle boğuşuyorlardı. İlk zamanlarında Osmanlılar, beyliklerle iyi ilişkiler kurarak onlarla
mücadeleden kaçınmış ve zayıf Bizans yönüne genişlemiştir. I. Murad dönemine kadar sadece 1345
yılında Karesioğulları Beyliği'nin topraklarını ve 1354 yılında Ahiler'in idaresindeki Ankara'yı ilhak eden
Osmanlılar; I. Murad zamanında Anadolu'da siyasi birliğin gerekliliğine karar vermiş ve Balkanlar'dan
başka barış yoluyla Anadolu'da da genişlemeye başlamıştır. Bu amaçla Hamitoğulları Beyliği'den
80000 altın karşılığı Isparta, Akşehir, Beyşehir, Yalvaç, Seydişehir, Karaağaç ve Eğirdir satın alınmıştır.
Germiyanoğulları Beyliği ile akrabalık kurulmuş ve çeyiz yoluyla Kütahya, Simav, Tavşanlı ve Emet ele
geçirilmiştir.
I. Kosova Savaşı (1389)
Osmanlılar, Balkanlar'daki ilerleyişini kesintisiz devam ettirdi. Sırplar'a karşı 1371 Çirmen
Savaşı'ndan galip çıkıldı ve aynı yıl Karabiga fethedildi. Fakat Bizans; Gelibolu'yu ele geçirdi ve
Anadolu ile Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının bağlantısını kesti. Bunun üzerine Osmanlılar,
babasına isyan eden Bizans prensi Andronikos'un imparator olmasına yardım etti ve karşılığında
Gelibolu'yu tekrar aldı. Daha sonra akınlara devam edildi ve 1383 yılında Serez, 1385 yılında Sofya ve
Niş, 1387 yılında Selanik fethedildi. 1388 yılındaysa Osmanlı akıncıları, Sırbistan Prensliği'nin
başındaki Lazar Hrebelyanoviç tarafından Ploşnik Bozgunu'yla mağlup edildi. Ploşnik savaşıyla beraber
Balkan devletlerinin; Osmanlılar'ı Balkanlar'dan atma ümidi tekrar yeşerdi ve Sırp Prensliği, Bosna
Krallığı, Macar Krallığı, Hırvat Krallığı ve diğer Balkan devletlerinin katılımıyla 30000 kişilik bir Haçlı
ordusu oluşturuldu ve bu ordu, Lazar Hrebelyanoviç komutasında hareket etti. Bunun üzerine
harekete geçen Osmanlılar, ilk önce arkadan saldırmamaları için Bulgar krallığının başkenti Tırnova'yı
fethederek Bulgarlar'ı etkisiz hale getirdi. Daha sonra Haçlı ordusu ve Osmanlı ordusu, Kosova'da
karşı karşıya geldi. Yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve savaş sırasında Lazar Hrebelyanoviç
öldürüldü. Ama savaştan sonra bir Sırp beyi olan Miloş Obiloviç; Müslüman olmak istediğini belirtip I.
Murad'ın elini öpmek istemiş, bu suretle sultana yaklaşmış ve ani bir hamleyle I. Murad'ı
hançerleyerek şehit etmiştir. I. Murad'ın şehit edilmesinden sonra Yıldırım Bayezit padişah olmuştur.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Yıldırım Bayezid Dönemi (1389-1402)
I. Murad'ın I. Kosova Savaşı sonrasında öldürülmesi üzerine Osmanlı tahtına daha sonraları
Yıldırım Bayezid olarak da tanınacak olan Hamitoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları
beyliklerini topraklarına kattı ve yapılan Niğbolu Savaşını kazandı. Savaşın ardından İstanbul'u
dördüncü kez abluka altına aldı fakat bu ablukayı da doğuda beliren Timur tehlikesi sebebiyle kaldırdı.
Çin'e sefer düzenlemek isteyen ve batısında güçlü bir devlet barındırmak istemeyen Timur,
daha önceleri savaşarak yenilgiye uğrattığı Karakoyunlu ile Celayirîli hükümdarlarının Osmanlı ve
istediği şartların kabul edilmemesini ileri sürerek Osmanlı'ya savaş açtı. İki ordu, Ankara'nın Çubuk
Ovası'nda karşılaştı. 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid, kendisine bağlı Türk
beylerinin Timur'un tarafına geçmesinin etkisi ile de yenilgiye uğradı; oğullarından Mustafa ve Musa
ile birlikte Timur'a esir düştü. Yıldırım, 1403'te Akşehir'de vefat etti. Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine
Musa'yı serbest bıraktı.
Batı Anadolu'da Fetihler (1390-1399)
Yıldırım Bayezid işe Anadolu'da başladı. Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ve
Hamitoğulları beyliklerini ilhak ettikten sonra 1390 yılında Antalya'nın, 1391 yılında da Alanya'nın
fethini gerçekleştirdi. 1392 yılındaysa Amasya ve Kastamonu'yu topraklarına katarak Candaroğulları
Beyliği'ne ve takip eden dönemde ise İsfendiyaroğulları Beyliği'ne son verdi. Niğbolu Savaşı'ndan
sonra da Karamanoğulları'na son verdi.
Balkanlar'da İlerleme (1392-1396)
Yıldırım Bayezid; Candaroğulları hariç Anadolu beyliklerine son verdikten sonra Balkanlar'a
yöneldi ve Üsküp şehrinin fethine muvaffak oldu. Teselya'yı fethettikten sonra Eflâk’ı vergiye bağladı
ve Bulgaristan'ı tamamen bir Osmanlı vilayeti yaptı. 1394 yılındaysa bütün Makedonya Osmanlı
topraklarına katıldı.
Yıldırım Bayezid, bu fetihlerden sonra 1394-1396 yılları arasında İstanbul'u üç kez kuşattı ve
İstanbul'u kuşatan ilk Osmanlı padişahı oldu. İstanbul kuşatmalarından endişelenen Papa; bir Haçlı
ordusu kurulması için çalışmalara başladı ve büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Bu sırada üçüncü
İstanbul kuşatmasını yönetmekte olan Yıldırım; Haçlı ordusunun Balkanlar'a doğru ilerlediğini
öğrenince kuşatmayı kaldırdı ve Tuna Nehri'ne yöneldi.
Niğbolu Savaşı (1396)
Osmanlı Devleti, İstanbul'u kuşatma altına alınca Bizans İmparatorluğu; başta Papa olmak
üzere tüm Katolik Hıristiyan Dünyası'ndan yardım istedi. Bunun üzerine Kutsal Roma Cermen
İmparatorluğu, Fransa Krallığı, Macaristan Krallığı, Eflak Prensliği, Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz
Cumhuriyeti ve Bulgarların katılımıyla büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Orduyu Kral Sigismund
kumanda ediyordu. Bundan sonra ordu ilerlemeye başladı.
10 Eylül'de Venedik ve Ceneviz gemileri Tuna Nehri'ni geçti ve Niğbolu Kalesi önüne demir
attı. Daha sonra gelen orduda kaleyi kuşatma altına aldı. Bu sırada Birinci İstanbul Kuşatması'nda olan
Yıldırım Bayezid; Niğbolu'daki durumu öğrenince İstanbul'daki kuşatmayı derhal kaldırdı ve Tuna'ya
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
doğru ilerlemeye başladı. 20 Eylül'de Şıpka Geçidi'ne girdi ve 21-22 Eylül'de Tırnova'ya vardı. 25 Eylül
günü iki ordu karşı karşıya geldi ve savaş, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlandı. Haçlı ordusu imha edildi
ve birçok kumandanı ya öldürüldü ya da Korkusuz Jean gibi esir alındı.
Böylece Yıldırım Bayezid; batıdan gelen Haçlı tehlikesini bertaraf etti ve İkinci İstanbul
Kuşatması'nı başlattı. Yıldırım Bayezid; bu İstanbul kuşatmaları sırasında Karadeniz üzerinden
gelebilecek yardımlara karşı Anadolu ve Avrupa Yakası'nın birbirine en çok yaklaştığı yerde Anadolu
Hisarı'nı (diğer adı Güzelce Hisarı) yaptırmıştır.
Ankara Savaşı (1402)
Yıldırım Bayezid; batıdan gelen Haçlı tehlikesini bertaraf ettikten sonra tekrar İstanbul'u
kuşatmıştır. Fakat bu seferde doğudaki Timur tehlikesi belirmiştir. Bundan başka Timur'un yıktığı
Celayirliler ve Karakoyunlular devletlerinin hükümdarları olan Ahmed Celayir ve Kara Yusuf'un
Yıldırım'ı; topraklarını kaybeden ve Timur'u sığınan Anadolu beyleri de Timur'u savaşa teşvik
ediyorlardı. Yine Timur; çıkacağı Çin seferi öncesinde Anadolu'da güçlü bir devlet bırakmak
istememekteydi. Ayrıca Bayezit ile Timur arasında sert mektuplaşmalar oluyordu. Bu ve benzeri
birçok sebeple Timur; Anadolu'ya girerek Sivas'ı harap etmiştir. Bu sırada İstanbul kuşatmasında olan
Yıldırım, derhal kuşatmayı kaldırmış ve Anadolu'ya geçmiştir.
İki ordu Ankara Çubuk Ovası'nda karşı karşıya gelmiş ve ilk taarruzu Yıldırım gerçekleştirmiştir.
Bu taarruz Timur'un ordusunu sarstıysa da fillerle takviye edilmiş ağır zırhlı Timur kuvvetleri, taarruzu
püskürtmüşlerdir. Daha sonra Anadolu kuvvetlerinin; beylerinin olduğu Timur tarafına geçmesiyle ve
Kara Tatarlar'ın da Timur tarafına geçmesiyle savaş Timur'un zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu savaşla
beraber Anadolu Türk siyasi birliği bozulmuş ve Osmanlı Devleti dağılma tehlikesi geçirmiştir. Ayrıca
Osmanlı tarihindeki Fetret Devri başlamıştır.
Fetret Devri (1402-1413)
I. Mehmed, Fetret Devri'ne son vermiştir.
Ankara Savaşı'nda mağlup olan Yıldırım Bayezid; oğulları Musa Çelebi ve Mustafa Çelebi'yle
beraber esir düşmüştür. Timur, Yıldırım'ı öldürmemiştir ve Anadolu'daki şehirleri, köyleri, kasabaları
yağmalarken Yıldırım'ı hep yanında götürmüştür. Yıldırım; gördüklerinin kahrına dayanamayarak 1403
yılında Akşehir'de vefat etmiştir. Timur; Yıldırım'ın ölmesi üzerine Musa Çelebi'yi serbest bırakmış ve
Osmanlı topraklarını, Yıldırım'ın dört oğlu arasında paylaştırmıştır. Bu paylaşıma göre İsa Çelebi
Balıkesir'de, Musa Çelebi Bursa'da, Süleyman Çelebi Edirne'de ve Mehmet Çelebi Amasya'da
sultanlıklarını ilan etmişlerdir. Yıldırım ve önceki padişahların son verdiği Anadolu beylikleriyse
(Karesioğulları hariç) tekrar kurulmuştur. Daha sonra da Yıldırım'ın şehzadeleri arasında hükümdarlık
için savaşlar başlamıştır. İşte bu taht mücadeleleriyle geçen döneme Fetret Devri denir. Yıldırım'ın
şehzadeleri, hükümdarlık uğruna Anadolu beylikleri, Bizans, Venedik, Ceneviz gibi devletlere tavizler
vermek zorunda kalmışlardır. Örneğin Süleyman Çelebi; Selanik'i Bizans'a teslim ederek Hıristiyan
devletlerle anlaşma yapmıştır.
Tahtın sahibi olmak için şehzadeler arasında yapılan mücadelelerde ilk olarak Musa, İsa
tarafından mücadelenin dışına atılmıştır ve önce Germiyanoğulları'na, ardından da
Karamanoğulları'na sığınmıştır. 1406 yılında İsa, Mehmed'in tarafını tutan askerler tarafından
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
öldürülmüştür. Böylece mücadele Süleyman ve Mehmed arasında devam etmeye başlamıştır ki;
Süleyman devletin Rumeli yakasının, Mehmed Anadolu yakasının hâkimi olmuştur.
İki kardeş arasında süren çatışmalar sırasında Musa, yeniden harekete geçmiş ve 1411'de
Süleyman Çelebi'nin bulunduğu Edirne'ye baskın yapmış ve Süleyman'ı öldürmüştür. 1411'den sonra
çarpışmalar, Mehmed ve Musa arasında sürmeye başlamıştır. İki kardeş arasındaki mücadele, 1413
yılında Mehmed'in Musa'yı öldürtmesi ile sonlanmış ve Fetret Devri noktalanmıştır. Aynı yıl Mehmed,
I. Mehmed unvanı ile Osmanlı tahtına oturmuştur. Böylece Osmanlı Devleti; tek çatı altında
toplanmıştır ve fetih hareketlerine tekrar başlamıştır.
I. Mehmed Dönemi (1413-1421)
Anadolu'yu Yeniden Birleştirme Çabaları
Fetret Devri'ni noktalayarak sultan olan Mehmet Çelebi; Ankara Savaşı'yla bozulan Anadolu
siyasi birliğini yeniden kurmak için harekete geçmiştir. Bunun için Aydınoğlu Mehmet Bey'den İzmir'i;
Karamanoğulları'ndan Seydişehir, Beyşehir ve Akşehir'i; Candaroğulları'ndan Samsun'u geri almıştır.
Yine İzmir ve Manisa çevresinde çıkan Şeyh Bedreddin isyanını da bastırmıştır.
Şeyh Bedreddin isyanı gibi Osmanlı Devleti'nin uğraştığı iç karışıklıkları fırsat bilen Eflak
Voyvodası Mircea; Silistre ve Deliorman'ı işgal etmiştir. İçteki karışıklıkları hallettikten sonra Eflak
Prensliği üzerine sefer açan I. Mehmed; kaybedilen yerleri geri almıştır ve Eflak'la barış yapmıştır.
Bundan sonra da Yıldırım'ın kayıp oğlu Mustafa Çelebi, Bizans'ın yardımıyla Rumeli'ye geçmiş ve isyan
çıkarmıştır. Düzmece Mustafa İsyanı olarak da bilinen bu isyan; Çelebi Mehmet tarafından
bastırılmıştır ve Mustafa Çelebi Bizans'a sığınmıştır. Çelebi Mehmet; kardeşi Mustafa Çelebi'nin
tutuklu kalması için Bizans'a her yıl 300.000 akçe vergi vermiştir.
Balkanlar'da ve Denizlerde Mücadele
Osmanlılar; Aydınoğulları'ndan İzmir'i almıştı ve denizci beylikler; Osmanlı'ya bağlılıklarını ilan
ederek yarı bağımsız konuma gelmişlerdi. Bu yüzden endişelenen Venedik Cumhuriyeti, Osmanlı
Devleti'ne savaş ilan etmiş ve 1416 yılında, Osmanlılar ilk ciddi deniz mücadelesini Venedik ile
yapmışlardır. Fakat Osmanlılar bu savaşı kaybetmişlerdir.
1421 yılında Çelebi Mehmet; Edirne'de iken attan düşmüştür ve inme sebebiyle vefat
etmiştir. Bunun üzerine Şehzade Murat; Manisa'dan gelerek tahta çıkmıştır.
II. Murad Dönemi (1421-1451)
II. Murad'ın Balkanlar'da Faaliyetleri ve Karşılaştığı İsyanlar
Şehzade Murad; babası Çelebi Mehmed'in attan düşerek vefat etmesinden sonra Manisa'dan
gelerek Edirne'de tahta çıkmıştır. II. Murad; ilk olarak babasının vefatı üzerine Bizans tarafından
serbest bırakılan, Osmanlı kaynaklarında Düzmece Mustafa olarak geçen amcasının isyanıyla
karşılaşmıştır. Çok sürmeden bu isyanı bastıran II. Murad; amcasını yakalatıp öldürtmüştür. Böylece
rahat bir nefes alan II. Murad, bu isyanın öcünü almak için İstanbul'u kuşatmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Fakat sonuç alamamıştır çünkü Bizanslılar, bu sefer de kardeşi Şehzade Mustafa'yı
ayaklandırmıştır. Nitekim II. Murad, kardeşinin isyanını bastırıp onu öldürttükten sonra, Fetret
Devri'nde amcası Süleyman Çelebi tarafından Bizans'a teslim edilen Selanik şehrini; 1430 yılında
fethetmiş ve Selanik I. Balkan Savaşı'na kadar Osmanlı toprağı olarak kalmıştır. 1431 II. Murad,
Balkanlar'ın kilit şehirlerinden Yanya'yı ve Serez'i fethetmiştir. II. Murad, 1439 yılında da Semendire
şehrini fethetmiştir.
II. Murad'ın Anadolu'da Fetihleri
Yıldırım Bayezid tarafından Anadolu'da sağlanan siyasi birlik, 1402 Ankara Savaşı'nda mağlup
olunulmasıyla bozulmuştur. Sultan II. Murad, bu siyasi birliği sağlamak için önemli faaliyetler de
bulunmuştur. İlk olarak Candaroğulları Beyliği'nin üstüne yürümüştür ve İsfendiyar Bey'i mağlup
etmiştir. Böylece Candaroğulları Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır ve İsfendiyar Bey, Osmanlı'nın
yapacağı seferlere asker göndermeyi kabul etmiştir. Daha sonra II. Murad; 1423 yılında Hamidoğulları
Beyliği'ne, 1424 yılında Menteşeoğulları Beyliği'ne, 1426 yılında da Aydınoğulları Beyliği'ne son
vermiştir. 1429 yılında da vefat eden II. Yakup Bey'in vasiyeti gereği Germiyanoğulları Beyliği Osmanlı
Devleti'ne katılmıştır.
Varna Savaşı (1444)
Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da ilerlemesi üzerine Macar Krallığı, Bosna Krallığı, Sırp
Despotluğu ve Eflak Prensliği bir ittifak oluşturmuşlardır. Ancak Macar kralı Sigismund'un ölümü
üzerine Macaristan'da iç karışıklıklar çıkmıştır. Bunun üzerine Balkanlar'da bozulan dengeyi
düzeltmek için harekete geçen Osmanlı Devleti; Bosna Krallığı'nı vergiye bağlamış ve 1439 yılında
Sırplar'ın başkenti Semendire'yi alarak Sırp Despotluğu'na son vermiştir. Ancak yeni Macar kralı
Ladislas tarafından Erdel voyvodalığına getirilen Hünyadi Yanoş; 1441 yılında Semendire'yi almış ve
uçbeyi Mezid Paşa'yı pusuya düşürerek şehit etmiştir. Ertesi yıl gerçekleşen savaşlarda da Osmanlılar
mağlup olunca Avrupa'da Türkler aleyhine yeni bir Haçlı seferi fikri doğmuştur ve içinde
Karamanoğulları Beyliği'nin de yer aldığı büyük bir ittifak oluşturulmuştur.
1443 yılında Tuna Nehri'ni geçen Haçlı ordusu Niş çevresinde Osmanlı ordusunu mağlup
etmiştir. Haçlılar'ı izleyen II. Murad; onları İzladi Geçidi'nde karşılamış fakat durduramamıştır. Haçlılar
Filibe'ye kadar gelmişler ama mevsimin kış olması sebebiyle geri dönmüşlerdir. Bu arada Arnavut beyi
İskender Bey ayaklandırmış ve Karamanoğulları; Osmanlı topraklarına girmiştir. Bunun üzerine II.
Murad Macarlar'a başvurarak barış istemiş ve iki taraf arasında Edirne-Segedin Antlaşması
imzalanmıştır. Buna göre Sırp Despotluğu (yeniden kurularak) ve Eflak Prensliği, vergi ödemeleri
kaydıyla Macar egemenliğine bırakılmıştır. Yine Macarlar, Bulgaristan'daki Osmanlı egemenliğini
tanımış ve iki taraf arasında 10 yıl savaş yapılmaması kararlaştırılmıştır. Bu antlaşmadan sonra II.
Murad tahtı, 12 yaşındaki oğlu Şehzade Mehmed'e (ileride Fatih Sultan Mehmet) bırakarak Manisa'ya
çekilmiştir.
Küçük yaştaki II. Mehmed'in tahta çıkması üzerine devlet adamları arasında rekabet ve
anlaşmazlıklar çıkmıştır. Öte yanda ulufelerin azlığını bahane eden Yeniçeriler ilk defa Buçuktepe
İsyanı'yla ayaklanmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Yine çocuk yaştaki bir şehzadenin sultan olduğunu öğrenen Haçlılar, Edirne-Segedin
Antlaşması'nın Papa tarafından onaylanmadığını ileri sürerek antlaşmayı bozarak taarruza
geçmişlerdir. Bu taarruz karşısında Çandarlı Halil Paşa ve ileri gelen devlet adamları, II. Murad'ı
Edirne'ye çağırarak ordunun başına geçmesi çağrısında bulunmuşlardır. Yine sultan olan oğlu II.
Mehmed, kendisine bizzat mektup yazarak Edirne'ye gelmesini emretmiştir. Bunun üzerine II. Murad
Edirne'ye gelerek ordunun başına geçmiştir. Bu sırada Haçlı ordusu, Varna şehrini kuşatmaktaydı ve
Venedikliler Çanakkale Boğazı'nı kapatmışlardı. II. Murad, Varna'ya hareket ederek Haçlı ordusunu
ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Böylece Haçlılar'ın; Türkler'i Avrupa'dan atma ve Bizansa yardım
götürme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. II. Murad'ın tekrar tahta çıkması da 1446 yılında
gerçekleşmiştir.
II. Kosova Savaşı (1448)
Yeniden Osmanlı tahtına geçen II. Murad; Mora Yarımadası üzerindeki Türk hakimiyetini
yeniden kurmuş ve Sırplar'ı kendine bağlamıştır. Daha sonra Morova Savaşı'nda Osmanlıların
yenilmesine sebep olan İskender Bey'i cezalandırmak için üzerine sefer açmış fakat sonuç
alamamıştır. İskender Bey'in direnişi Haçlıları heyecanlandırmış ve Haçlılar; Varna Savaşı'nın
intikamını almak, Türkler'i Avrupa'dan çıkarmak ve Bizans'a yardım ulaştırmak maksadıyla yeniden
taarruza geçmişlerdir. Özellikle Erdel Voyvodası Hünyadi Yanoş, Varna'nın öcünü almak için elinden
geleni yapmıştır.
İki ordu Kosova'da karşı karşıya gelmiş ve savaş, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlanmıştır.
Böylece Bizans'ın Avrupa'dan yardım alma ümidi tamamen tükenmiş, Balkanlar'daki Türk hakimiyeti
kesinleşmiş ve Türkler taarruza, Haçlılar savunmaya geçmişlerdir. Bu savaşla beraber Rumeli ve
Bulgaristan'ın Türkleştirilmesi ve Fatih zamanında yapılacak fetihlere zemin hazırlanmıştır. Ayrıca bu
savaştan 1683 II. Viyana Kuşatması'na kadar Osmanlılar'a karşı yeni bir Haçlı ittifakı
oluşturulamamıştır.
1451 yılında II. Murad; oğlu II. Mehmed'i Dulkadiroğulları'dan Sitti Hatun'la evlendirmiş ve
çok geçmeden, 49 yaşında vefat etmiştir. Böylece oğlu II. Mehmed, ikinci kez tahta çıkmıştır.
Yükselme Dönemi (1453–1579)
Fatih Sultan Mehmet Dönemi (1451-1481)
İstanbul'un Fethi (1453)
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un Fethi sırasında gemileri karadan yürütürken İstanbul; 1000
yılı aşkın süredir devam eden Bizans İmparatorluğu'nun başkentiydi ve Ortodoks Kilisesi'nin
merkeziydi. Bizans İmparatorluğu; çok geniş bir imparatorlukken aldığı yenilgilerle beraber tüm
topraklarını kaybetmiş ve dış dünya ile olan sınırları, başkenti olan İstanbul'un surları olmuştur.
II. Mehmed; Bizans'ın İstanbul'a sıkışıp kalmasına ve hiçbir askeri etkinlik gösterememesine
rağmen Bizans'a son verilmesine çok önemli görmüştür.
Çünkü İstanbul'un bulunduğu mevki; Akdeniz ile Karadeniz arasındaki ticaret yolu ve İpek
Yolu'na hakimdi. Ayrıca İstanbul Rumeli'den Anadolu'ya, Anadolu'dan Rumeli'ye geçişte kilit bir
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
öneme sahipti. Bizans, Osmanlı ordusunun bu geçişlerini sürekli engelliyordu. Ayrıca Bizans;
şehzadeler arasındaki taht kavgalarını, Haçlılar'ı ve Anadolu beylerini Osmanlı'ya karşı taarruza geçme
konusunda sürekli kışkırtmaktaydı. İslam peygamberi Muhammed'in İstanbul'un fethiyle ilgili hadisi
de şehrin fethi konusunda önemli bir yer ediniyordu. Bu nedenlerden dolayı II. Mehmed'den önce
Yıldırım Bayezid ve II. Murad, İstanbul'u birkaç kez kuşatmışlardı ancak fethine muvaffak
olamamışlardı. II. Mehmed; fethi gerçekleştirmek istemiş ve bu maksatla bir takım hazırlıklara
girişmiştir.
Bu hazırlıklar kapsamında; Yıldırım Bayezid'in, dönemindeki İstanbul kuşatmalarında
yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı'nın karşısına Rumeli Hisarı yaptırılmıştır. Böylece Karadeniz
üzerinden İstanbul'a gelecek yardımların önü kesilmiştir. Avrupa'dan gelebilecek tehlikelere karşı II.
Murad döneminde yapılmış olan barış antlaşmaları yenilenmiş ve Mora Yarımadası ile Balkanlar'a
kuvvetler gönderilmiştir. İstanbul civarındaki Vize gibi kaleler fethedilerek 400 parçalık bir donanma
hazırlanmıştır. Ayrıca surları aşmak ve yıkmak için tekerlekli kuleler yaptırılmış ve Şahi topları
döktürülmüştür. Bizans ise; savunma için surları onarmış ve Haliç'e zincir germiştir. Ayrıca Papa'dan
ve Avrupa'dan yardım istemiştir.
6 Nisan 1453'de kuşatma başlamış, 18 Nisan'a kadar surlar; Şahi toplarıyla dövülmüştür. 20
Nisan'da da deniz mücadeleleri başlamıştır. Bu durum karşısında paniğe kapılan Papalık ve
Venedikliler'in göndermiş oldukları gemiler Osmanlı donanmasını aşarak Haliç'e girmiştir. Bu durum
karşısında II. Mehmed, 22 Nisan gecesi 70 kadırgayı yağlı kızaklar üzerinde karadan yürütmek üzere
Dolmabahçe'den Haliç'e indirmiştir. Böylece hem Haliç'e inen gemiler hem de Haliç kıyısına
yerleştirilen toplar vasıtasıyla İstanbul'un Haliç tarafındaki zayıf surları dövülmüştür. Nihayet 29 Mayıs
1453 tarihinde Osmanlı ordusu; surlarda açılan gediklerden İstanbul'a girmiş ve şehir fethedilmiştir.
Bu fetihle beraber 1000 yılı aşkın süredir devam eden Bizans İmparatorluğu son bulmuş, Orta
Çağ kapanıp Yeni Çağ açılmış, Ortodoks Kilisesi Osmanlılar'ın himayesine girmiş, II. Mehmed Fatih
unvanını almış ve Osmanlı Devleti, İmparatorluk olmuştur. Ayrıca bu fetih İtalya'da Rönesans
hareketlerinin başlamasına, Coğrafi Keşifler'in gerçekleşmesine ve feodalitenin ortadan kalkmasına
zemin hazırladığı gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun İslam dünyasındaki saygınlığını yükseltmiş ve yeni
başkentinin İstanbul olmasını sağlamıştır.
Sırbistan'ın Fethi (1454-1459)
II. Murad Dönemi Olayları
Sultan II. Murad döneminde düzenlenen seferlerle Sırplar'ın, Macar Krallığı'na terketmiş
olduğu Belgrad kalesi hariç tüm Sırbistan fethedilmiş ve Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi Brankoviç),
Macaristan'a kaçmıştır. Ancak bu olayların sonrasında Erdel'e akın yapan Türk kuvvetlerinin Erdel
voyvodası Hünyadi Yanoş'a (Jan Hunyad) mağlup olmaları ve bu başarının ardından Osmanlı Devleti'ni
Balkanlar'dan çıkartmak amacıyla oluşturulan Haçlı ordusunu, Türkler'i defalarca mağlup ederek
Güney Bulgaristan'daki Filibe'ye kadar gelmiş ama kışın gelmesi sebebiyle geri dönmüştür. Bu
mağlubiyet ve Anadolu'daki Karamanoğulları'nın Osmanlı topraklarına saldırması üzerine II. Murad,
barış istemiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Nitekim II. Murad'ın bu isteği kabul edilmiş ve Türkler'le Haçlılar arasındaki ilk antlaşma olan
1444 tarihli Edirne-Segedin Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla beraber ortadan kaldırılan Sırp
Despotluğu yeniden kurulmuş ve Osmanlı Devleti, aldığı toprakları iade etmiştir. II. Murad'ın tahtı, 12
yaşındaki oğlu II. Mehmed'e (İstanbul Fethi'nden sonra Fatih Sultan Mehmet) bırakarak Manisa'ya
çekilmesi üzerine Haçlılar, bu fırsattan yararlanmak için Edirne-Segedin Antlaşması'nı bozmuşlar ve
ardından II. Murad tahttaki oğluyla devlet adamlarının çağrıları sonucu tekrar tahta geçerek Macar
kralı III. Ladislas komutasındaki Haçlılar'ı, 1444 tarihli Varna Muharebesi'nde mağlup etmiştir. Bu
gelişmeler ve daha sonraki II. Kosova Muharebesi gerçekleşirken Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi
Brankoviç) tarafsızlığını korumuş fakat Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı olmasından faydalanarak Türkler'in
elindeki bazı kaleleri işgal etmiştir. Buna karşın Osmanlı Devleti, yeni ve büyük bir savaşın
gerçekleşmemesi için Sırbistan işinin halini uygun bir zamana bırakmıştır.
Birinci Sırbistan Seferi (1454)
Sultan II. Murad'ın ölümü ve İstanbul'un Fethi'nin ardından Vilkoğlu, Edirne'de bulunan Fatih
Sultan Mehmet'e bir heyet göndererek hem fethi tebrik etmiş hem de Osmanlılar'a aitken işgal etmiş
olduğu bazı kalelerin anahtarlarını takdim etmiştir. Bu heyeti gönderdiği esnada da Papa'nın teşvikiyle
Osmanlı Devleti'ne karşı hazırlanmak istenen yeni bir Haçlı Seferi'ne iştirak etmek üzere Macarlar'la
görüşmeyi ihmal etmemiştir. Osmanlı Devleti'yse bu görüşmeyi casuslar vasıtasıyla öğrenmiş ve ona
göre hazırlık yapmıştır. Osmanlı divanı, Vilkoğlu'nun gönderdiği heyete; kendilerine anahtarları
takdim edilen kalelerden başka yine Osmanlı Devleti'ne aitken Vilkoğlu'nun işgal etmiş olduğu diğer
kalelerinde anahtarlarını istemiştir. Ancak bu talep reddedilmiş ve 1454 ilkbaharında Sırbistan üzerine
sefer açılmıştır. Osmanlı taarruzunu haber alan Vilkoğlu, Türkler'in başkent olan Semendire üzerine
yürüyeceğini düşünerek kaleyi iyice tahkim etmiş ve kumandanlarından birisini oraya bırakmış,
hazinelerini de Türkler'in Sivricehisar adını verdiği Ostroviç kalesine koyarak ailesiyle beraber
Macaristan'a kaçmıştır. Osmanlı kuvvetleriyse iki kola ayrılmış ve bir kol Semendire üzerine diğer
kolda Ostroviç üzerine taarruz etmiştir. Akıncılar da Sırbistan'ın diğer şehirlerine akın yapmıştır.
Semendire şehrinin dış istihkâmları alınsa da kale fethedilememiş ve buranın fethinden vazgeçilmiştir.
Ostroviç muhafızlarıysa canlarına dokunulmaması şartıyla teslim olmuştur. Bu gelişmelerin
ardından Osmanlı Ordusu İstanbul'a dönerken, Erdel voyvodası Hünyadi Yanoş'la Sırp despotu
Vilkoğlu'nun Sırbistan'a saldırması ihtimalini karşı Firuz Bey kumandasında 32.000 kişilik bir kuvveti
Sırbistan'da bırakmıştır. Nitekim bu tahmin doğru çıkmış ve Macar Krallığı, Sırbistan'a taarruz etmiştir.
Firuz Bey bu taarruzu önleyememiş ve yaptığı muharebede mağlup olarak esir düşmüştür.
Vidin'le Niş arasındaki Türk toprakları da Macarlar tarafından tahrip edilmiştir. Bu gelişmeler
üzerine bizzat Fatih Sultan Mehmet sefere çıkmıştır. Fatih, Şehirköyü'ne ilerlerken Hünyadi Yanoş
Macaristan'a dönmüş ve yalnız kalan Vilkoğlu, anlaşmak üzere Osmanlılar'a bir heyet göndermiş ve
bu yüzden Fatih, geri dönmüştür. Yapılan antlaşmayla Vilkoğlu, Osmanlılar'ın fethettiği yerlerin
onlarda kalmasını ve yıllık 30.000 filori vergiyle talep olması durumunda asker göndermeyi kabul
etmiştir. Sırp despotuyla yapılan bu antlaşma, Fatih Sultan Mehmet'i memnun etmese de bir
süreliğine bu kadarla yetinilmiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
İkinci Sırbistan Seferi (1455)
1455 yılı içerisinde hudut komutanlarından Evrenuzoğlu İsa Bey hükümete; bu yıl Sırbistan'ın
fethinin kolay olacağı yönünde istihbaratlar iletmiş ve ilk düzenlenen seferdeki kısmi başarısızlığı
gidermek amacıyla tekrar sefere çıkılmıştır. Tacü't-teravih; bu seferin Sırp despotunun ölümü
sebebiyle düzenlendiğini yazsa da İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Vilkoğlu 1455 yılında değil 1457
yılında ölmüştür ve bu bilgi yanlıştır.
Osmanlı Ordusu, Kratova'ya ulaştığı zaman toplanan harp meclisinde Novoberda'nın
(Novoberdo) fethedilmesine karar verilmiştir. Gümüş madenleriyle meşhur olan bu şehir önceden
Osmanlılar tarafından fethedilmiş olsa da Edirne-Segedin Antlaşması gereği tekrar Sırplar'a
terkedilmiştir. Nitekim şehir kuşatılmış ve kırk gün topla dövüldükten sonra 1455 Haziran ayında
teslim olmuştur. Tarihçi Kritovulos, Novoberda'nın böyle alındığını yazsa da diğer bir kaynak olan
Joseph von Hammer'sa şehrin hücumla alındığını yazmaktadır. Novoberda'nın ardından yine
madenleriyle meşhur olan Tirbiçe (Banice) şehri de fethedilmiştir. Bu fetihlerin ardından Fatih Sultan
Mehmet geri dönerken ceddi I. Murad'ın Kosova'da bulunan türbesini ziyaret etmiş ve oradan
Selânik'e, Selânik'ten de Edirne'ye varmıştır.
Belgrad Kuşatması (1456)
Osmanlılar'ın, Tuna Nehri'nin kuzeyinden gelebilecek tehlikelere karşı Sırbistan'ı
koruyabilmeleri için tüm Tuna boylarının ve özellikle de müstahkem bir kale olan Belgrad'ın elde
bulunmasıyla mümkündü. Bu yüzden II. Murad döneminde Evrenuzoğlu Ali Bey Belgrad'ı kuşatmış
fakat Macar Krallığı'nın Erdel (Transilvanya) voyvodası Hünyadi Yanoş'un, Erdel'e akın yapan Osmanlı
akıncılarına karşı birbiri ardına kazandığı zaferler ve ardından Osmanlı hududunu aşarak taarruza
başlaması sebebiyle kuşatma zorunlu olarak kaldırılmıştır (1440). Şimdi gerçekleştirilecek kuşatma
esnasında da Sırp despotu ve Hünyadi Yanoş'un tehlike yaratma riski sebebiyle Fatih Sultan Mehmet,
yapacağı seferin başarılı olabilmesi için sağlam hazırlıklar yapmıştır. Bu kapsamda 1456 kışını
Edirne'de geçiren Fatih Sultan Mehmet, Morava Nehri kıyısındaki Grasovaç'ta toplar döktürmüş ve
bunları Tuna Nehri kıyısına naklettirerek Hırsova'ya yollamış, toplar orada Rumeli beylerbeyi Dayı
Karaca Paşa'ya teslim edilmiştir. Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Fatih komutasındaki Osmanlı
Ordusu, Sofya üzerinden Sırbistan'a girmiş ve Sırp despotu Macaristan'a kaçmıştır. Belgrad önlerine
gelen Osmanlı ordusuysa şehri karadan kuşatmıştır. Belgrat kalesi, bir yarımada olarak Tuna'yla Sava
nehirlerinin birleştiği yerde nehirlerin girdabındaki yüksek ve sarp yerde olup iyice tahkim edilmiş,
karadan da içi su dolu geniş hendeklerle çevrilmiştir. Belgrat, Orta Avrupa'yla Balkanlar arasındaki bir
kapı olduğu için bu kuşatma Orta Avrupa'da önemle karşılanmıştır. Papa III. Callixtus, buranın
düşmemesi için çaba sarf ederek Hünyadi Yanoş'u tahrik etmiş ve cesaretlendirmiştir.
Kuşatma sürerken Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa, bir kısım kuvvetle Macaristan tarafına
geçerek kaleyi kurtarmak için gelecek olan Macar kuvvetlerine karşılamayı teklif ettiyse de Rumeli
akıncıları ve sancakbeyleri bu teklife sıcak bakmamışlardır. Aynı zamanda Vidin'de toplanmış olan
Osmanlı Donanması, Segedin'den gelecek Macar desteğine karşı koymak için nehir vasıtasıyla
Belgrat'a gelmiş fakat Hünyadi Yanoş'un donanmasına mağlup olmuştur. Kara tarafındaki hendeği
doldurmuş olan Türk kuvvetleri şiddetli bir hücumla Belgrat'a girerken diğer taraftan şehrin desteğini
gelen Hünyadi Yanoş'da içeri girmiş ve iki taraf arasında şiddetli vuruşmalar gerçekleşmiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Nitekim Türkler'in dağınıklığından istifade eden Hünyadi Yanoş, taarruz ederek onları
bozguna uğratmış ve hücumu Osmanlı karargâhına kadar ilerletmiştir. Bu tehlikeli durumda
vezirlerden biri, kendisine bir zarar gelmemesi için Fatih Sultan Mehmet'e karargâhı terk etmesini
teklif etmiştir. Ancak Fatih "Düşmandan yüz döndürmek sıngın nişanıdır." yani bozgunculuk
alametidir sözleriyle bu teklifi reddetmiş ve üzerine hücum eden üç Macar askerini bizzat kendi eliyle
öldürmüştür. Bu sırada cesareti artan asker ve zamanında yetişen süvari kuvvetleri karşı taarruzla
Macarlar'ı, ordugâhtan çıkarmışlardır. Savaş esnasında Fatih Sultan Mehmet, kalçasından yaralanmış
hatta Osmanlı sınırları dışında öldüğü sanılmıştır. Örneğin Fatih, Arnavutluk'taki Berat'ın fethi ve
İskender Bey'in Evrenuzoğlu tarafından mağlup edilmesi üzerine 1455 yılı Aralık ayında birtakım
hediyelerle beraber Memlûk sultanı İnal'a Emîr Hoca Cemaleddin Abdullah adında bir elçi
göndermiştir. Elçinin tam döneceği sırada Fatih'in öldüğü haberi Memlûk ülkesine ulaşmış fakat bir
müddet sonra bunun doğru olmadığı anlaşılınca sevinç alameti olarak üç gün boyunca Kal'atü'lCebel'de (Memlûk sultanlarının oturduğu kale) beşaretler çalınmıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in, karargâha saldıran düşmana karşı gösterdiği dirayet ve cesaret çok
büyük bir bozgunu ve Avrupalılar'ın bu bozgundan cesaretlenerek yeni bir Haçlı Seferi
düzenlemelerini önlemiştir. Bu mücadeleden sonra Macarlar, ağır kayıplar vermiş ve geri çekilmiştir.
Osmanlı ordusuysa, Belgrat'ın fethini gerçekleştiremeyerek Temmuz 1456'da kuşatmayı kaldırmıştır.
Aynı zamanda Avusturyalı tarihçi Joseph von Hammer'ın kayıtlarına göre Osmanlı Ordusu, 24.000
asker ve 300 top kaybetmiştir. Çatışmalar devam ederken yaralanan Hünyadi Yanoş, yarasından
dolayı 11 Ağustos 1456'da ölmüştür. Yine kuşatma esnasında hayatını kaybeden Rumeli beylerbeyi
Dayı Karaca Paşa'nın yerine, Veli Mahmud Paşa yeni Rumeli beylerbeyi olmuştur.
Dördüncü Sırbistan Seferi (1458-1459)
Osmanlı kuvvetleri, Belgrat'tan çekildikten sonra tekrar Sırbistan'a yönelmiştir. Bu dönemde
Sırp despotu Vilkoğlu (Yorgi Brankoviç), husumetli olduğu Hünyadi Yanoş'un kayınbiraderi ve Macar
Krallığı'nın Belgrad valisi olan Mihail tarafından yakalanarak hapsedilmiş ve 30.000 altın karşılığında
serbest kalmıştır. İhtiyar Brankoviç'in 1457 yılında ölmesiyle beraber geriye Greguvar, Etyen (İstefan)
ve Lazar adlarında üç erkek çocuğuyla Mara (Meryem Sultan) adında bir kız evladı kalmıştır.
Brankoviç'in ölümüyle birlikte üçüncü oğlu Lazar idareyi ele almış ve kendisinin despotluğunu
tanımamaları ihtimaline karşı diğer iki kardeşini ülkeden uzaklaştırmıştır veya bazı kaynaklara göre
biri ayrı biri ayrı yolla kaçmışlardır. Daha sonra Yorgi Brankoviç'in servetini yanlarına alan annesi İren,
kız kardeşi Mara ve erkek kardeşi Greguvar, Osmanlılar'a kaçmışlardır. Fakat İren yakalanmış ve
kederinden dolayı ölmüştür. Bazı kaynaklar Lazar'ın, İren'i zehirlettiğini belirtirler. Geçmişte II.
Murad'dan dul kalan ve Fatih Sultan Mehmet'in üvey annesi olan Mara'ya (Meryem Sultan), Sırbistan
üzerindeki hakkını muhafaza edeceği vaadiyle Fatih tarafından Serez'in güneyindeki Yezevo Manastırı
mülk olarak verilmiş ve kendisinin huzur içinde yaşaması sağlanmıştır. Yeni Sırp despotu Lazar, bu
ailevi meseleler dışında Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek hâkimiyetini tanıyarak yıllık 20.000 düka
vergi vermeyi kabul etmiştir. Ancak Lazar'ın bir yıl sonra, 1458'de ölmesiyle Sırbistan, Lazar'ın karısı
Elen ve küçük kızına kalmıştır.
Elen, kendisine muhalif olanların Osmanlı padişahının yanında bulunması sebebiyle
Sırbistan'ın elinden alınması ihtimaline karşı Sırbistan'ı, malikâne olarak Papa'ya peşkeş çekmiş ve
kızını Bosna kralının oğluyla nikâhlamıştır.
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Lazar'ın ölümü; Osmanlı hükümeti tarafından duyulunca hudut kumandanı Ali Bey (ya da Ali
Beyoğlu Ahmed Bey), kendisine verilen emirle Sırbistan'a girmiştir. Ayrıca Rumeli beylerbeyi Veli
Mahmud Paşa el altından Ortodoks Sırp beylerini, Sırbistan'ı Papa'ya hediye eden Elen'e karşı
kışkırtmıştır. Bu kışkırtmalar sonucu Ortodoks Sırp beyleri, Veli Mahmud Paşa'nın kardeşi olan Mişel
Abogoviç adındaki bir sergerdeyi kendilerine reis seçerek ayaklanmışlardır. Ancak Elen kurnazca
davranarak yumuşaklık göstermiş ve Abogoviç'i, başkent olan Semendire kalesine almıştır. Ardından
da onu tutuklayarak Macaristan'a göndermiş ve ayaklanmaları sonlanmıştır. Bu gelişmeler üzerine
Osmanlı hükümeti, Sırbistan sorununu kesin bir şekilde halletmeye karar vermiş ve Fatih Sultan
Mehmet, Mora üzerine sefere giderken Veli Mahmud Paşa'nın emrine 1.000 kadar Yeniçeri vermiş ve
onu Sırbistan üzerine göndermiştir. Mahmud Paşa, Semendire çevresindeki bazı mühim kaleleri
aldıktan sonra Semendire'yi kuşatmıştır. Şehrin dış müstahkemleri düşürse de asıl kaleyi
fethedememiş ve kuşatmaya kaldırmıştır. Daha sonra Semendire Çayı'yla Belgrat arasında bulunan,
1456 yılında Belgrat üzerine yapılan sefer esnasında Fatih Sultan Mehmet'in fethettiği Güzelcehisar
kalesini tamir ettirip içine asker koyan Veli Mahmud Paşa, gümüş madenleriyle meşhur olan Ostroviç
(Sivricehisar) üzerine gelip burayı ikinci kez Osmanlı topraklarına katmıştır. Buradan sonra demir
madenleriyle meşhur olan Rodnik taraflarını da ele geçiren Mahmud Paşa, yine eskiden Osmanlılar
tarafından fethedilen Böğürdelen'i (Şabaç) ikinci kez fethetmiş ve Macaristan taraflarına bir akın
düzenlemiştir. Bu esnada Mora seferinden dönen Fatih Sultan Mehmet, Mahmud Paşa'yla buluşmuş
ve kendilerine, Macarlar'nı taarruz ettikleri ancak mağlup edildikleri haberi ulaşmıştır. Sırbistan işini
tamamen halletmeye karar veren Fatih Sultan Mehmet; Mahmud Paşa'yı, Semendire'nin fethiyle
görevlendirmiştir. İsyan eden Pizren'i itaat altına almakta olan Mahmud Paşa, emri alır almaz
çevresindeki kaleler alındığı için yalnız kalan Semendire'yi kuşatan birliklere katılmıştır. Karşı koyma
ümidi kalmayan Elen, hazineleriyle birlikte gitmek şartıyla 8 Kasım 1459 tarihinde teslim olmuş ve 7
Kasım 1476'da, çekilmiş olduğu bir manastırda ölmüştür. Semendire'nin fethiyle beraber Sırbistan,
Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmış ve Semendire Sancakbeyliği kurularak sancakbeyliğine bir akıncı
kumandanı olan Mihaloğlu Ali Bey getirilmiştir. Böylece Belgrat hariç tüm Sırbistan, tamamen
Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. Aynı zamanda Semendire, Belgrat'ın Fethi'ne kadar Macaristan
üzerine yapılacak akınlar için ve kuzeyden gelebilecek taarruzlara karşı iyi bir üs olmuştur.
Mora Seferleri
Birinci Mora Seferi (1458)
İstanbul'un Fethi'nin gerçekleştiği zamanlarda Mora Yarımadası'nda, Bizans imparatoru
Konstantin'in kardeşleri ve dolayısıyla Paleologos Hanedanı'ndan Dimitriyos ve Tomas; Kantakuzen
Hanedanı'ndansa Suchetai lâkaplı Jorj Kantakuzen'in oğlu olan ve bir müddet Lakonya'daki Mycénes
kasabasına hâkimlikte bulunan Manuel Kantakuzen bulunmaktaydı.
İstanbul'un Fethi'nin ardından Dimitriyos ve Tomas, İtalya'ya kaçmaya teşebbüs etmişlerdir.
Çünkü Paleologos Hanedanı'nın Bizans hâkimiyeti üzerindeki eski rakipleri olan Kantakuzenler,
İstanbul'un Fethi üzerine muhalefete geçmişler ve bunların tahrikiyle Mora'daki Arnavutlar isyan
ederek hâkimiyeti ele almak istemişlerdir.
Bu yüzden Dimitriyos ve Tomas, Osmanlılar'dan yardım isteyerek yıllık 12.000 düka vergi
vereceklerini bildirmişlerdir. Bunun üzerine Turahanoğlu Ömer Bey, akıncı kuvvetleriyle Mora'ya
girmiş ve iki kardeşin muhaliflerini bertaraf etmiştir. Fakat muhaliflerin ortadan kalkmasının ardından
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Dimitriyos ve Tomas, el birliğiyle durumlarını düzeltmek ve güçlenmek yerine imparator olmak için
birbirlerine düşmüşlerdir. Çünkü Konstantin'in ölümünden sonra Mora'nın ileri gelen nüfuslu
şahsiyetleri, büyük olan Dimitriyos'u imparator ilan etmek isteseler de açgözlü ve zalim olan Tomas
bunu kabul etmemiştir. Nitekim yarımada ikisinin arasında paylaştırılmış ve her iki kardeşte
birbirlerine karşı düşmanca bir tavır almışlardır. Dimitriyos Sparta'yı, Tomas'sa Patras şehrine
kendisine merkez olarak seçmiştir. Ardından birbirleriyle savaşmaya başlayan iki kardeş
mücadelelerinde Mora Arnavutları'ndan yardım alarak birbirleriyle mücadele etmişler ve Osmanlılar,
bir müddet bu duruma seyirci kalmışlardır.
İki kardeş arasındaki mücadeleler sürerken Arnavutlar, Tomas taraftarı olmuş ve bazı
entrikalar sonucunda Dimitriyos'a ait olan bazı kaleler Tomas'ın eline geçmiştir. Bu yüzden Dimitriyos,
ailesi ve çocuklarıyla beraber Monemvasia kalesini sığınmış ve bu kale Tomas tarafından kuşatılmıştır.
Zor durumda kalan Dimitriyos, Fatih Sultan Mehmet'e elçi göndererek yardım istemiştir. Nitekim
Tomas'ın verdiği sözleri yerine getirmemesi, vergisini yollamayarak kendisine gönderilen vergi
memuruna karşı istiklâl göstermesi ve Latinler'le ittifak yapması üzerine Tomas'a karşı bir sefer
açılmasına karar verilmiştir. Fatih Sultan Mehmet, siyaseti icabı amacını belli etmemek için Rumeli
beylerbeyi Veli Mahmud Paşa'nın emrine 1.000 kadar Yeniçeri vererek onu Sırbistan'ın Fethi ve
Macar Krallığı'nın taarruzlarına karşı ihtiyat olarak kuzeye göndermiştir. Ardından harekete geçerek
Serez şehrinde tertibatını almış ve 1458 yılının Mayıs ayında Mora'ya girmiştir.
Mora'nın Fethi'ni, Osmanlılar için mühim kılan birçok sebep bulunmaktaydı. Çünkü Mora
Yarımadası'nda bulunan Bizans imparatoru Konstantin'in kardeşleri, İstanbul'un Fethi'yle ortadan
kaldırılan Bizans İmparatorluğu'nu yeniden kurmak niyetindeydiler. Bu yüzden Bizans'ın yeniden
kurulma amaçlarının söndürülmesi açısında buranın fethi önemlidir. Ayrıca Mora'nın elde edilmesi
durumunda İtalya'ya karşı yapılacak seferlerde önemli bir üs kazanılacaktı. Çünkü elindeki toprakların
yanından Balkanlar'ı da nüfuz altına alarak bir Akdeniz İmparatorluğu kurmak isteyen Aragon ve
Napoli kralı Alfonso, Arnavutluk prensi İskender Bey'i kendisinin hâkimiyetini tanımaya ikna ettiği gibi,
aynı tarihte yani 5 Şubat 1451'de Dimitriyos'la da Mora'yı, kendi nüfuzu altına alacak bir antlaşma
imzalayarak onu, Türkler'e karşı himaye altına almıştır. İşte bu suretle Alfonso, Arnavutluk ve Mora'yı
Osmanlılar'a karşı kendisine üs yapmak istemiş fakat Osmanlılar daha erken davranarak kendi
plânlarını uygulamaya koymuşlardır.
Teselya'ya giren Osmanlı kuvvetleri, Korent'e (bugünkü Korint) doğru ilerlemişler ve Türkçe
Osmanlı arşivlerine göre, Mora'ya girmeden önce Filke'yi almışlardır. Avusturyalı tarihçi Hammer'sa,
Kuzey Mora'daki Filyos'un alındığını beyan eder ki Filyos'un alınması ancak Mora'ya geçildikten sonra
gerçekleşebilir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya göre Filke ve Filyos iki ayrı kaledir. Çünkü Filke kalesi
hemen alınmıştır ve Hammer, Fatih Sultan Mehmet'in Filyos kalesini kuşattığını fakat fethini sonraya
bırakarak diğer kaleler üzerine gittiğini yazarak bunların iki ayrı kale olduğunu anlatmıştır. Nitekim
Filke alındıktan sonra çevresindeki coğrafi koşullar sarp, müstahkem ve üç kat surla çevrili oluşu
sebebiyle fethi zor olan Korent şehri ve kalesi, Anadolu kuvvetleri tarafından kuşatılmıştır. Fatih
Sultan Mehmet, Mora'nın kapısı olan bu şehrin düşmesini beklemeyerek Mora'ya girmiş ve birçok
kaleyle şehri fethederek aldığı müstahkem yerlere asker koymuştur. Dört ay sonra döndüğündeyse
Korent hala dayanmaktaydı.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet, Mora'nın anahtarı olan Korent'in fethinin, Mora'nın Fethi'ni
kolaylaştıracağı için kesinlikle buranın elde edilmesini istemiştir. Ancak kale üzerine yapılan
hücumlarda ağır kayıplar veriliyordu ve bu yüzden yapılan son müzakerede şehrin, açlıkla
düşürülmesine karar verilmiştir. Açlıktan perişan olan kale halkı bu sırada Dimitriyos'un gönderdiği
elçi ve aynı zamanda Halkondil tarihine göre Korent beyi olan Mateos Asanes'in ara buluculuğuyla
teslim olmuştur.
1.Korentliler, mallarını muhafaza edeceklerdir.
2.Osmanlılar'ın, Mora'da fethettikleri kale ve şehirle yani Mora'nın üçte biri doğrudan
Osmanlı idaresinde kalacaktır.
3.Mora'nın diğer şehir ve kaleleri Tomas'la Dimitriyos'un idaresinde bulunacak ve bunlar yıllık
3.000'er altın vergi verecektir.
4.Osmanlı padişahı, dışarıdan gelecek bir taarruz durumunda Mora despotları Tomas ve
Dimitriyos'u koruyacaktır.
Mora despotları ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan antlaşma
Mora despotları Tomas ve Dimitriyos'la Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalan antlaşma
neticesinde Mora Yarımadası'nın sahilinde bulunan ve Venedik Cumhuriyeti'nin elinde bulunan
Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanları hariç Mora'nın üçte birini teşkil eden Ahaiya (Patras ve
Korent'le beraber Kuzey Mora) tamamen; diğer kısımları da vergiyle Türk nüfusu altına girmiştir. Türk
topraklarına katılan Mora Sancakbeyliği'ne Temmuz 1458'de akıncı kumandanlarından Turahanoğlu
Ömer Bey tayin edilmiştir.
Bu ilk Mora seferi esnasında, dukalık şeklinde idare edilen Atina şehri de Osmanlı topraklarına
katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'na vergi vermekte olan Atina dukası Neri veya Hammer'ın
kayıtlarına göre Rainer öldüğü zaman geriye küçük yaşta bir çocuk bırakmıştır. Rainer'in karısıysa
Osmanlı hükûmetine bir heyet gönderip çocuğunun sorumluluklarını üstlendiğini bildirip idareyi ele
almıştır. Bir müddet sonra bu kadın, ticaret amacıyla Atina'da bulunan Venedikli bir asilzadeye âşık
olmuş ve ona, Venedik'te bulunan ailesini terk etmesi durumunda kendisiyle evlenip tüm servetini
vereceğini söylemiş ve Venedikli asilzade de onun dediği gibi yaparak Venedik'ten sonra tekrar
Atina'ya dönerek bu kadınla evlenmiş ve Atina dukalığını eline almıştır. Fakat Atinalılar bu kadını
sevmeyip ona nefretle baktıkları için kendisini istemeyerek durumu Osmanlı hükümetine
bildirmişlerdir. Bu yüzden öldürüleceğinden korkan Venedikli prens, Rainer'in çocuğunu yanına alarak
Osmanlılara kaçmış olduğundan Osmanlı hükümeti, Atina dukalığını Rainer'in yeğeni Franko'ya
vermiştir. Atina'ya gelip işi ele alan Franko, önce yengesi olan Rainer'in karısını hapsedip büyük bir
ihtimalle öldürtmüştür. Bunun üzerine kadının ikinci kocası olan Venedikli prens, yeni Atina dukası
Franko'yu şikayet etmiştir. Bütün olanları öğrenen Fatih Sultan Mehmet, Mora'dan ayrılmadan önce
Mora Sancakbeyi Turahanoğlu Ömer Bey'i Atina üzerine göndererek dukalığın, Franko'dan alınmasını
emretmiştir. Ömer Bey, herhangi bir olay meydana gelmeden Franko'yu ikna ederek Atina'yı ele
geçirmiştir. Böylece Atina dukalığı ortadan kaldırılarak bölge doğrudan doğruya Türk idaresine girmiş
ve Fatih Sultan Mehmet 1458 yılında bizzat gelerek Atina'daki âbideleri gezmiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
1460 yılında çıktığı İkinci Mora Seferi'nde Fatih Sultan Mehmet, Franko'nun (tam adı Franko
Akçiyaöli) müstakil bir dukalık kurmak istediğini öğrenmiş ve Atina'nın nüfuslu şahsiyetlerinden on
kişiyi rehin olarak İstanbul'a göndermiş ve Zağanos Paşa vasıtasıyla Franko'yu öldürmüştür.
Birinci Mora Seferi sonucunda; Korent ve Patras dahil olmak üzere Ahiya'yla (Kuzey Mora)
Atina Dükalığı; Türk toprağı olmuş ve birbirleriyle mücadele eden Tomas'la Dimitriyos arasında geçici
olsa da bir barış sağlanmıştır. Ayrıca Aragon ve Napoli kralı Alfonso'nun plânlarına darbe vurulmuş ve
Bizans'ın, Mora despotları Tomas ve Dimitriyos ya da herhangi biri tarafından diriltilmesi önlenmiştir.
Fatih Sultan Mehmet'in Diğer Fetihleri
Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'un Fethi'ni gerçekleştirdikten sonra Avrupa'da doğan tepkileri
önlemek, Avrupa'nın birleşmesini önlemek, Batı'daki hâkimiyeti pekiştirmek, Balkan uluslarını tek bir
çatı altında toplamak, sınırları genişletmek, İslam'ı yaymak ve doğudan gelen Türkmenler'e yeni
yurtlar bulmak maksatlarıyla batıda; Karadeniz ticaretini kontrol altına almak, Rumeli'de daha rahat
fetihler yapmak ve Anadolu'daki otoriteyi sağlamlaştırmak maksatlarıyla da doğuda fetih
hareketlerine başlamıştır.
Fatih; ilk olarak Sırp Despotluğu üzerine üç büyük sefer düzenlemiş ve 1459 yılı itibariyle
Belgrat hariç tüm Sırbistan'ı fethetmiştir. Macarlar'ın elindeki Belgrat'ın kuşatmasına da 1456 yılında
giriştiyse de fethine muvaffak olamamıştır. Aynı yıl bir Ceneviz kolonisi olan Amasra'yı fethetmiştir.
Daha sonra Mora Yarımadası'na sığınan Bizanslı valilerin Bizans'ı yeniden kurma ihtimaline karşı
buraya sefer düzenlemiş ve 1460 yılında Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı limanları hariç tüm
Mora, Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1461 yılında, Bizans'ın son kalıntısı olan Trabzon Rum
İmparatorluğu; Trabzon fethedilmek suretiyle ortadan kaldırılmış ve Candaroğulları Beyliği'ne de son
verilmiştir. Ertesi yıl Osmanlı topraklarına hücum eden ve gönderilen elçiyi öldüren Eflak voyvodası
Drakula'nın üstüne sefer yapılarak Eflak Prensliği tekrar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır.
1463 yılındaysa Osmanlı'ya karşı oluşturulan Haçlı ittifaklarından sürekli yer alan Bosna
Krallığı'na son verilmiştir. 1466 yılında; Anadolu siyasi birliğinin sağlanması konusunda en çok
uğraştıran beylik olan Karamanoğulları Beyliği'ne Konya, Karaman ve Kırşehir fethedilerek büyük
ölçüde son verilmiştir. 1473 yılında, Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ittifaklar oluşturan Akkoyunlular
Devleti'ne sefer açan Fatih Sultan Mehmet, Otlukbeli Savaşı'nda bu devleti mağlup etmiştir. Böylece
Doğu Anadolu'da Osmanlı hâkimiyeti güçlenmiş ve Ali Kuşçu, Osmanlı hizmetine girmiştir.
1475 yılında Fatih; Altınordu Devleti'nin Timur İmparatorluğu tarafından mağlup edilip
dağılmasıyla Kırım ve çevresinde kurulan Kırım Hanlığı üzerine, Gedik Ahmed Paşa komutasında bir
donanma göndermiştir. Çünkü Kırım Hanlığı; Hacı Giray'ın ölümüyle büyük karışıklıklar içindeydi ve
İpek Yolu'nun bir kolu da Kırım limanlarında sona eriyordu. Böylece Gedik Ahmed Paşa; başta Azak ve
Kefe olmak üzere bölgedeki Ceneviz kolonilerini fethetmiş ve Kırım Hanlığı, Osmanlı İmparatorluğu'na
bağlanmıştır. 1476 yılında, Venedik'le Osmanlı arasında süren deniz savaşlarını fırsat bilen Boğdan
Prensliği vergisini ödememiştir. Bunun üzerine üzerine kuvvet gönderilerek Boğdan tekrar Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlanmıştır. 1479 yılındaysa 16 yıl süren deniz savaşları sonucunda Venedik
mağlup edilerek bir antlaşma imzalanarak; Venedik Cumhuriyeti vergiye bağlanmış, Arnavutluk'la
İşkodra ve Akçahisar kalelerine sahip olunmuştur.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet; İstanbul'un Fethi ile Ortodoks Kilisesi'ni kontrolü altına almıştı. Aynı
şekilde Katolik Kilisesi'ni de kontrol altına almak isteyen Fatih, İtalya'nın güneyinde yer alan ve Napoli
Krallığı'na ait olan Otranto'yu, Gedik Ahmed Paşa'yı göndererek fethetmiştir. Ancak Fatih 1481
yılında; yeni bir sefere çıkarken Gebze yakınlarında vefat etmiştir. Böylece Gedik Ahmed Paşa'nın
ayrılmasından sonra Napoli Krallığı; Otranto'yu geri almıştır ve İtalya Seferi sonuçsuz kalmıştır.
II. Bayezid Dönemi (1481-1512)
Cem Sultan İsyanı
Yeni bir sefere çıkan Fatih'in; Gebze yakınlarında vefat etmesiyle tahta, Yeniçerilerin desteğini
alan Şehzade Bayezid oturmuştur. Fakat Bayezid'in kardeşi Cem; onun padişahlığını tanımayarak
isyan başlatmış ve taht kavgasına girişmiştir. II. Bayezid tarafından mağlup edilen Cem Sultan sırasıyla
Memlûkler'e, ardından da Rodos Şövalyeleri'ne sığınmıştır. Fakat Rodos Şövalyeleri tarafından
Papalık'a teslim edilen Cem Sultan, Papa tarafından da Fransa Krallığı'na gönderilmiştir. Böylece Cem
Sultan 1495'e kadar, ölünceye ya da öldürülünceye kadar Fransa'da kalmış ve bu süre zarfında
Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa üzerine yaptığı seferler durmuştur.
II. Bayezid Dönemi Balkanlar'da ve Denizlerde Fetihler
II. Bayezid Dönemi'nde; Cem Sultan'ın esaretinden dolayı Fatih dönemindeki gibi büyük
fetihler gerçekleştirilememiştir. Buna rağmen 1483 yılında Hersek, 1484 yılında da Boğdan
Prensliği'ne ait olan Kili ve Akkerman kaleleri fethedilmiştir. Özellikle Kili ve Akkerman'ın fethiyle
Kırım ve Osmanlı toprakları; kara bağlantısı vasıtasıyla birleşmiştir. Cem Sultan'ın ölümüyle beraber
Venedikliler'le, 1499 ve 1502 yılları arasında süren bir deniz savaşı yapılmıştır. Çünkü Venedikliler,
Mora halkını Osmanlı'ya karşı isyana teşvik ediyordu. Nitekim üç yıl süren savaşlar sonunda Mora
kıyılarındaki Venedik'e ait Modon, Koron, Navarin ve İnebahtı kaleleri fethedilerek Venedik'in, Mora
üzerindeki hâkimiyetine son verilmiştir. 1502 yılında da Venedikliler'le barış yapılmıştır.
1492 yılında İspanya'daki Katolik Kastilya Krallığı ve Aragon Krallığı birleşerek Beni Ahmer
Devleti'nin başkenti Gırnata'yı almış ve güney İspanya'daki Müslüman hakimiyeti sona ermiştir.
Kastilya ve Leon krallıkları; bölgedeki Müslüman ve Yahudiler'e yönelik büyük bir soykırım hareketine
girişmişlerdir. Bu yüzden gelen yardım çağrıları üzerine II. Bayezid; Oruç Reis'i ve Kemal Reis'i
İspanya'ya göndermiştir. Bu denizciler bölgedeki Müslüman ve Yahudi halkı gemilere bindirerek
soykırımdan kurtarmıştır. Müslümanlar Kuzey Afrika'ya, Yahudiler'se Selanik, İzmir ve İstanbul'a
yerleştirilmiştir.
Memlûkler ile Harpler (1485-1491)
II. Bayezid Dönemi'nde; Fatih döneminde ortaya çıkan Hicaz Su Yolları sorunundan başka Cem
Sultan'ı korumaları, Karamanoğlu Kasım Bey'le Osmanlı aleyhine işbirliği yapmaları, Dulkadiroğulları
ve Ramazanoğulları üzerinde hâkimiyet kurmak istemeleri ve Hicaz'a giden Türk hacılarına engel
olmaları sebebiyle Memlûkler'le savaşlar başlamıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Altı yıl süren savaşlar esnasında iki taraf birbirine üstünlük sağlayamasa da Osmanlı
İmparatorluğu; ilk olarak Fatih döneminde büyük ölçüde son verilen Karamanoğulları Beyliği'ne kesin
olarak 1487 yılında son vermiştir. Ayrıca Adana ve Tarsus'da fethedilmiştir. Daha sonra Tunus
hükümdarının araya girmesiyle iki devlet arasında barış yapılmış ve Osmanlı, savaş sırasında aldığı
Adana ve Tarsus'u, Hicaz bölgesine ait vakıf toprağı olmalarından dolayı geri vermiştir.
Safevîler ile İlişkiler
İran'da Şah İsmail tarafından kurulan Safeviler; başta Akkoyunlular olmak üzere birçok
devlete son vererek ya da kendisine bağlayarak Horasan, İran ve Azerbaycan'a hakim olmuştur. Şah
İsmail; Şiilik'i devletin resmi mezhebi haline getirmiş ve öteden beri göz diktiği Anadolu üzerinde de
Şii propagandası yapmaya başlamıştır. Bu maksatla birçok adamını Anadolu'ya göndermiştir. Nitekim
Anadolu'da geniş bir taraftar kitlesi edinen Şah İsmail; Osmanlı toprak bütünlüğünü tehdit etmeye
başlamıştır. Bu taraftar kitlesi Anadolu'da birçok isyan çıkarmış ve bunlardan 1511 yılında Teke
yöresinde çıkan Şah Kulu İsyanı güçlükle bastırılmış ve Şah Kulu öldürülmüştür. Bu isyandan dolayı II.
Bayezid nüfuzunu kaybetmiş ve oğulları arasında taht kavgaları başlamıştır.
II. Bayezid'in küçük oğlu olan ve Trabzon valiliği yapan Şehzade Selim; ağabeyi Şehzade
Ahmet'in tahta çıkacağını öğrenince kuvvetlerini toplamış ve deniz yoluyla önce Kırım'a oradan da
Tuna Nehri'ne girerek Silistre'de karaya çıkmıştır. Buradan ilerleyerek İstanbul'a yürüyen Şehzade
Selim; babasının kuvvetleri tarafından Çorlu'da mağlup edilmiş ve Kırım'a kaçmıştır. Daha sonra
kendisini destekleyen Yeniçeriler'in Nisan 1512'deki isyanıyla babası II. Bayezid'in yerine tahta
çıkmıştır. II. Bayezid ise; kalan ömrünü doğduğu Dimetoka'da geçirmek istemiştir. Lakin Dimetoka'ya
giderken, Çorlu yakınlarında vefat etmiştir. Böylece II. Bayezid doğudaki Şii tehlikesine karşı izlediği
pasif politikadan dolayı tahtına kaybetmiş ve küçük oğlu Selim, yeni padişah olmuştur.
Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)
Daha sonradan Yavuz Sultan Selim adıyla da anılacak olan I. Selim, babasının döneminde
başlayan Şii tehdidine karşı mücadeleye girişti. Safeviler ile yaptığı Çaldıran Muharebesi'ni kazandı ve
ülkenin başkenti Tebriz'e kadar ilerledi. Bundan sonra, Memlûklar'a karşı harekete geçti. Yapılan
Mercidabık ve Ridaniye Muharebeleri sonrasında Memlüklüleri yıkarak Suriye, Filistin ve Mısır'ı
devletin topraklarına kattı. Hicaz'ı, egemenlik altına aldı ve devleti Hint Okyanusu'na açılma olanağına
kavuşturdu. Peygamber Muhammed'in Kutsal Emanetler olarak kabul edilen eşyaları İstanbul'a
getirtti ve hilafetin Osmanlı Hanedanı'na geçmesini sağladı. Böylece halife unvanını kullanan ilk
Osmanlı padişahı olmuş oldu. 1520'de, batıya sefer düzenlemek amacıyla yola çıktığı sırada Edirne'de
vefat etti.
Çaldıran Savaşı (1514)
Doğudaki Safevî tehlikesini bertaraf etmek maksadıyla harekete geçen Yavuz Sultan Selim; ilk
başta ağabeyleri Şehzade Ahmet ve Şehzade Korkut'un isyanlarını bastırmış ve emirlerinde bulunan
Kızılbaş ordularını imha etmiştir. Böylece içte birliği sağlayan Yavuz, ordusuyla beraber İran'a doğru
harekete geçmiştir. Osmanlı ülkesindeki casusları vasıtasıyla Yavuz'un harekete geçtiğini öğrenen Şah
İsmail, sürekli geri çekilmiş ve çekildiği yerleri yakıp yıkmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Böylece Şah İsmail; Osmanlı ordusunu sürekli harap yerlerden geçmekten bıktırarak orduda
isyan çıkmasını ve Yavuz'u geri döndürmeyi planlamıştır. Bu planında da başarı göstermiş ve Osmanlı
ordusunda bir isyan havası oluşmuştur. Fakat Yavuz'un kararlılığı karşısında Osmanlı ordusu ilerlemiş
ve nihayet Çaldıran Ovası'nda ordugâh kuran Şah İsmail'in ordusuyla karşılaşmıştır. Şah İsmail; ilk
başta Osmanlı ordusundaki Rumeli kuvvetlerine taarruz ederek onlara ağır kayıplar verdirmiş ve
Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı şehit etmiştir. Ama Yavuz'un ve Hadım Sinan Paşa'nın başarılı harp
taktikleri karşısında ordusunun tamamına yakının kaybetmiş ve canını zor kurtarmıştır. Bu savaştan
sonra Doğu Anadolu ve Safevîler'in başkenti Tebriz, Osmanlılar'ın eline geçmiştir. Yavuz Sultan Selim;
Tebriz'de kışlamak istese de ordunun yorgunluğu sebebiyle İstanbul'a dönmüştür.
Safevîler; Yavuz döndükten sonra Doğu Anadolu hariç kaybettikleri toprakların hepsini geri
almışlardır. Zaten bu savaşta maksat toprak almak değil; bu iki devlet arasındaki güç mücadelesinin
neticelendirilmesiydi. Nitekim bu güç mücadelesinden de Osmanlı İmparatorluğu üstün çıkmış ve Şii
tehlikesi bertaraf edilmiştir.
Turnadağ Savaşı (1515)
Yavuz Sultan Selim; Safevîlerin üzerine giderken Dulkadiroğulları beyi Alaüddevle Bozkurt
Bey'den, askerleriyle beraber kendisine katılmasını istemişti. Fakat Alaüddevle Bozkurt Bey bu isteği
reddederek düşmanca bir tutum izlemişti. Bu nedenle Yavuz; Çaldıran Savaşı dönüşünde 42.000 kişilik
bir kuvveti Hadım Sinan Paşa kumandasında Dulkadiroğulları üzerine göndermiştir. İki ordu Elbistan,
Göksun'da karşılaşmış ve Hadım Sinan Paşa, Alaüddevle Bozkurt Bey'i mağlup etmiştir. Böylece
Alaüddevle Bozkurt Bey idam edilmiş ve Dulkadiroğulları tamamen Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Yavuz Sultan Selim, Safevîler'in üzerine giderken Ramazanoğulları Beyliği'ni de kendisine bağlamıştı.
Bu savaşla da son Anadolu beyliği olan Dulkadiroğulları'da ortadan kaldırılmış ve böylece, Anadolu
Türk siyasi birliği tam olarak sağlanmıştır.
Mercidabık Savaşı (1516)
Fatih döneminde Suriye, Mısır, Filistin ve Hicaz'a hakim olan, Abbasi halifesini korumakta olan
Memlûkler devleti ile olan ilişkiler bozulmuştur. Çünkü Fatih; çok uzun zamandır kullanılamaz halde
olan Hicaz bölgesindeki suyollarını tamir ettirmek istemiş fakat Memlûkler, Fatih'in bu girişimini
engellemişlerdir. Böylece iki devletin arası açılmıştır. II. Bayezid dönemindeyse Memlûkler'in; Cem
Sultan'ı korumaları, başta Karamanoğlu Kasım Bey olmak üzere Osmanlı İmparatorluğu'nun batıdaki
düşmanlarıyla ve Safevîler'le Osmanlı aleyhine işbirliği yapmaları, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları
üzerinde hâkimiyet kurmak istemeleri ve Hicaz'a giden Türk hacılarına engel olmaları sebepleriyle iki
devletin arası iyice açılmıştır. Fatih, Memlûkler'in üstüne sefer yapmak istemiş fakat bu seferi
gerçekleştiremeden vefat etmiştir. II. Bayezid dönemindeyse iki devlet arasında 6 yıl süren savaşlar
yaşanmış fakat bu savaşlardan bir sonuç alınamamıştır.
Yavuz Sultan Selim; doğudaki düşman olan Safevîler'i bertaraf ettikten sonra bu seferde
güneydeki düşman olan Memlûkler'le hesaplaşmak istemekteydi. Bunun için hazırlıklarını
tamamladıktan sonra 1516 yılında ordusuyla beraber İstanbul'dan ayrılmış ve Suriye'ye girmiştir.
Memlûk sultanı Kansu Gavri; Osmanlı ülkesindeki hafiyeleri vasıtasıyla nereye yapılacağı
bilinmeyen bu seferin kendi ülkesi üzerine yapılacağını öğrenmiş ve hem yeğeni hem de başveziri
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
olan Eşref Tumanbay'la beraber, 80.000 kişilik bir orduyla Halep'e gelmiştir. Daha sonra iki ordu 24
Ağustos 1516'da Halep'in kuzeyinde karşı karşıya gelmiş ve harp, kesin Osmanlı zaferiyle
sonuçlanmıştır. 80.000 kişilik Memlûk ordusunun 72.000 kişilik büyük bir kısmı imha edilmiş ve Kansu
Gavri, savaş sırasında ölmüştür. Bu zaferden sonra Osmanlı ordusu 28 Ağustos'ta Halep'e, 27 Eylül'de
Şam'a girmiştir. Bu savaşla beraber Suriye ile Filistin Osmanlı topraklarına katılmış ve Memlûkler'e ilk
darbe vurulmuştur.
Ridaniye Savaşı (1517)
Yavuz Sultan Selim; Mercidabık Savaşı'nda Memlûkler'i mağlup ederek Suriye ve Filistin'i
topraklarına katmıştı. Daha sonra kışı Şam'da geçiren Yavuz, harekete geçerek ordusuyla birlikte
ilerlemeye başlamıştır. Memlûkler ise Venedikliler'den silah ve top satın alarak bir savunma hattı
oluşturmuşlardır. Memlûkler'in elindeki toplar sabitti ve olduğu yere çakılmış durumdaydı. Yani bu
toplar tek bir yöne ateş açabilirlerdi ve arkadan gelecek herhangi bir taarruzda devre dışı
kalabilirlerdi. Bunun farkında olan Yavuz ve Osmanlı ordusu, Sina Çölü'nü aşarak Memlûk ordusunu,
arkadan vurmuşlar ve mühim bir galibiyet kazanmışlardır. Ridaniye Savaşı olarak bilinen bu savaşla
beraber; Memlûkler'in elindeki son ülke olan Mısır'da fethedilmiş ve Hilafet; Abbasi hanedanından
Osmanlı hanedanına devredilmiş, İslam peygamberi Muhammed'in Kutsal Emanetler olarak kabul
edilen eşyaları Topkapı Sarayı'na nakledilmiş, Baharat Yolu Osmanlı denetimine girmiş, İslam birliği
büyük ölçüde sağlanmış, Osmanlı İmparatorluğu İslam dünyasının lideri olmuş, Venedik Cumhuriyeti
Kıbrıs için Memlûkler'e ödediği vergiyi Osmanlı'ya ödemeye başlamış, Osmanlı hazinesi ağzına kadar
dolmuş, Mısır'daki halife ve akrabalarıyla âlim ve sanatkârlar İstanbul'a getirilmiş ve Yavuz Sultan
Selim Hadimü'l-Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin hizmetçisi) unvanını almıştır. Yavuz
Mısır'da iken Mekke şerifi; Mekke ve Medine'nin anahtarlarını kendisine teslim etmiştir. Yavuz Sultan
Selim; Osmanlı hanedanına mensup ilk halife ve halife unvanını kullanan ilk Osmanlı padişahı
olmuştur.
Yavuz Sultan Selim; 1520 yılında o zaman Şirpençe olarak adlandırılan, Şarbon'un insanlarda
görülen bir türü olan ve bugün tıptaki adı Karbonkül olan rahatsızlığa yakalanmış ve batıya
düzenleyeceği bir sefer için Edirne'de bulunan ordusunun başına geçmek üzere yoldayken babasıyla
aynı yerde, Çorlu yakınlarında vefat etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
Babasının ölümü üzerine tahta çıkan I. Süleyman, saltanatının ilk yıllarında Belgrad'ı ve
Rodos'u fethetti. Macaristan ile yaptığı Mohaç Muhrebesi sonucunda krallığı kendisine bağlı bir hale
getirdi. Ardından 1529'da Avusturya'nın başkenti olan Viyana'yı kuşattı; ancak başarısız oldu. 1533'te
Cezayir hükümdarı Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geldi ve imparatorluğun hizmetine girdi. Bir
sonraki yıl ise Kaptan-ı derya olarak görevlendirildi. Aynı yıl Süleyman, Bağdat ve Tebriz'i
imparatorluğun topraklarına kattı. 1536'da, Fransa ile ittifak kurdu; bu ittifakın bir parçası olarak
yapılan Nice ve Korsika kuşatmalarını yaptı (İtalya Savaşı).
I. Süleyman batıda Muhteşem Süleyman, doğuda Kanuni Sultan Süleyman olarak tanındı.
1565 yılında Malta'yı kuşatsa da, kuşatma başarısız oldu. Saltanatının son yıllarında, üç kıtaya yayılan
imparatorluğunun topraklarında yaşayan insan sayısı 15 milyona ulaştı.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Dönemindeki İsyanlar
I. Süleyman; Yavuz Sultan Selim'in vefatı üzerine tahta çıkmıştır. İlerleyen zamanlarda
kazandığı zaferlerle batıda Muhteşem, yaptığı kanunlarla ve adalete bağlılığından dolayı Osmanlı
ülkesinde Kanuni lakabını alan I. Süleyman; ilk yıllarında bazı isyanlarla karşılaşmıştır. Yavuz Sultan
Selim; Suriye'yi fethettiği zaman Şam Beylerbeyliği'ne eski bir Memlûk komutanı olan Canberdi
Gazali'yi getirmişti. Canberdi Gazali, Osmanlı'daki padişah değişikliğini fırsat bilerek 1521 yılında,
Memlûk Devleti'ni yeniden kurmak maksadıyla bir isyan başlatmıştır. Nitekim Şehsüvaroğlu Ali Bey,
isyanı bastırmıştır. Diğer bir isyanı da Ahmet Paşa çıkarmıştı. Çünkü Ahmet Paşa; sadrazamlık
beklerken kendisine Mısır valiliği verilmişti. Bu yüzden Memlûk ileri gelenlerini yanına alarak isyan
başlatan Ahmet Paşa, çok geçmeden hezimete uğramıştır. Daha sonra Mısır'a gönderilen Sadrazam
Pargalı Damat İbrahim Paşa, bölgedeki düzeni ve asayişi sağlamıştır. İki ayrı isyan da Türkmenler
tarafından çıkarılmıştır. Safevî propagandasının etkisiyle ve vergi sorununu bahane eden Türkmenler,
Baba Zünnun etrafından toplanarak Bozok (Yozgat) civarında isyan başlatmışlardır. Bu isyan kısa
sürede bastırılmıştır. Diğer Türkmen isyanı da Kalender Çelebi İsyanı'dır. Tımarlarının haksız yere
ellerinden alındığını ileri süren Kalenderoğlu ve çevresindeki insanlar, Karaman'da ayaklanmışlardır.
Bu isyan, merkezden gönderilen kuvvetlerle bastırılmıştır. Böylece Kanuni Sultan Süleyman; doğuda
ve batıda sistemli fetih hareketlerine başlamıştır.
Belgrad ve Rodos'un Fethi (1521-1522)
Kanuni Sultan Süleyman; ilk seferini Macar Krallığı üzerine 1521 yılında yapmıştır. Çünkü
Macar Kralı II. Lajos, akrabalık kurduğu Kutsal Roma Cermen imparatoru Şarlken'e güvenerek Osmanlı
İmparatorluğu'na ödemesi gereken vergiyi ödememiş ve bunun üzerine gönderilen elçiyi
öldürmüştür. Bu seferle hem karadan hem de Tuna Nehri üzerinden kuşatmak suretiyle II. Murad'ın
ve büyük dedesi Fatih Sultan Mehmet'in fethedemediği Belgrat'ın fethine muvaffak olan Kanuni,
Balkanlar'dan Orta Avrupa'ya geçiş için çok önemli bir üs elde etmiştir.
Rodos Adası; Ege Denizi'nin güneydoğusunda yer alan; Anadolu, Suriye ve Mısır arasındaki
deniz yolunun geçtiği önemli bir mevkidir. Bu ada da yerleşmiş bulunan Rodos Şövalyeleri; Osmanlı
İmparatorluğu'na ait olan gemilere sürekli yağma hareketinde bulunmakta ve yol güvenliği
bırakmamaktaydılar. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet, bu adayı kuşatmıştır ama fethine muvaffak
olamamıştır. Ancak Kanuni devrinde tekrar kuşatılan ada, çok kısa sürede fethedilmiş ve adadan
kaçan şövalyeler, Şarlken tarafından Malta Adası'na yerleştirilmişlerdir. Böylece Anadolu, Suriye ve
Mısır arasındaki deniz yolunda güvenlik sağlanmış ve ticaret faaliyetleri artmıştır.
Mohaç Meydan Savaşı (1526)
Kanuni Sultan Süleyman'ın fethettiği Belgrad'ı geri almak isteyen Macar kralı II. Lajos;
Şarlken'e güvenerek Osmanlı sınırlarına tecavüzlerde bulunuyordu. Ayrıca Kutsal Roma Cermen
imparatoru Şarlken; Fransa kralı Fransuva'yı esir almıştı ve bu yüzden Fransuva'nın annesi, bir
mektupla Kanuni'den yardım istemiştir. Kanuni; Avrupa'da oluşabilecek bir Haçlı ittifakından Fransa
Krallığı'nı koparmak maksadıyla bu talebi kabul etmiş ve Macaristan üzerine sefer açmıştır. İki ordu 29
Ağustos 1526'da Mohaç Ovası'nda karşılaşmıştır. Macar ordusunun tamamına yakına imha edilmiş ve
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Lajos öldürülmüştür. Böylece bu savaş kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlanmış ve Macaristan, Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlanmıştır. Ayrıca Kanuni'nin desteklediği Jan Zapolya, Macar tahtına
çıkarılmıştır. Savaşın Macar yenilgisiyle sonuçlanmasıyla Madrid Antlaşması imzalanmış ve Şarlken,
Fransa kralı Fransuva'yı serbest bırakmıştır.
Osmanlı-Avusturya Harpleri (1529-1541)
I. Viyana Kuşatması (1529)
Osmanlı İmparatorluğu'nun; Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar Krallığı'nı mağlup ederek
topraklarına hâkim olması üzerine, Macarlar ile akrabalık bağı bulunan Avusturya Arşidüklüğü,
Osmanlı İmparatorluğu'yla rekabet etmeye başlamışlardır. Avusturya arşidükü Ferdinand'ın;
Kanuni'nin Macar tahtına çıkardığı Jan Zapolya'nın iktidarını tanımayarak akrabalık dolayısıyla Macar
tahtı üzerinde hak iddia etmesi ve bu yüzden Budin'i işgal etmesi üzerine Kanuni, Avusturya üzerine
sefer açmıştır. İlk önce Budin'i yeniden kontrol altına alan Kanuni, oradan Avusturya'nın başkenti
Viyana'ya yürümüş ve şehri kuşatmıştır. Fakat kuşatma; kış mevsiminin yaklaşması ve kale
kuşatmalarında kullanılan topların getirilmemesi gibi sebepler yüzünden gelen başarısızlık sonucu
kaldırılmış ve geri dönülmüştür. Kanuni Sultan Süleyman; askerler arasında hezimet havası
estirmemek maksadıyla onlara hediye ve bahşişler dağıtmıştır.
Almanya Seferi (1532)
Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nda imparator olan ağabeyi Şarlken'e güvenen Avusturya
arşidükü Ferdinand; Budin'i tekrar kuşatmıştır. Bunun üzerine Kanuni, Avrupa'daki Şarlken
üstünlüğüne son vermek ve Macaristan meselesini kökten halletmek için 1532 yılında Alman Seferi'ne
çıkmıştır. Nitekim ne Şarlken ne de Ferdinand Kanuni'nin karşısına çıkmaya cesaret edememiş ve
Kanuni, Almanya içlerine kadar ilerleyerek bazı kaleleri fethetmiştir. Barış istemek zorunda kalan
Ferdinand'ın bu isteğini Kanuni; İran'daki Safevîler'le olan ilişkilerin bozulmasını göz önüne alarak
kabul etmiş ve bir yıl sonra iki taraf arasında İstanbul Antlaşması (1533) imzalanmıştır. Bu antlaşmayla
Avusturya arşidükü, protokol bakımından Osmanlı sadrazamına denk sayılmış ve Avusturya, Osmanlı
İmparatorluğu'na yıllık 30.000 düka vergi vermeyi kabul etmiştir. Ayrıca Avusturya; Macaristan'ın
Osmanlı'ya ait olduğunu ve Jan Zapolya'nın Macar kralı olduğunu kabul etmiştir. Böylece Osmanlı
İmparatorluğu, siyasi ve ekonomik açıdan Avusturya'ya ciddi bir üstünlük kurmuştur.
İstabur Seferi (1541)
Avusturya Arşidüklüğü, 1533 İstanbul Antlaşması ile Macaristan'ın, Osmanlı İmparatorluğu'na
ait olduğunu kabul etse de Macaristan'a sahip olabilmek için sürekli fırsat kollamıştır. 1541 yılında,
Kanuni'nin Macar kralı ilan ettiği Jan Zapolya'nın ölümü üzerine Avusturya, İstanbul Antlaşması'nın
bozarak Macaristan'a saldırmıştır. Bunun üzerine İstabur Seferi'ne çıkan Kanuni; Avusturya'yı geri
çekilmek zorunda bırakmış ve Macaristan'ı üçe ayırmıştır. Buna göre güney Macarisan Budin
Beylerbeyliği kurularak Osmanlı toprağı olmuş, orta Macaristan Erdel Beyliği kurularak Osmanlı
İmparatorluğu'nu bağlı bir özerk bölge haline getirilmiş, kuzey Macaristan ise Avusturya'ya
bırakılmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Osmanlı-İran Harpleri (1534-1553)
Irakeyn Seferi (1534)
Osmanlı İmparatorluğu; Yavuz Sultan Selim döneminde, toprak bütünlüğünü tehdit etmeye
başlayan İran'daki Safevîler'i Çaldıran Savaşı'nda mağlup etmişti. Bu savaştan sonra Safevîler'in
hükümdarı Şah İsmail; içine kapanmış ve başka bir harp yapmamıştı. Şah İsmail, 1524 yılında ölünce
yerine, 10 yaşındaki oğlu Tahmasp geçmiştir. Şah Tahmasp, Osmanlı İmparatorluğu'nun batıdaki
düşmanlarıyla müttefiklik arayışlarına girmiş ve Doğu ile Güneydoğu Anadolu üzerinde hâkimiyet
kurmak istemiştir. Bunun üzerine Kanuni; 1532 Alman Seferi'nden döndükten sonra hazırlık yaparak
1534 yılında İran üzerine sefer açmıştır. Kanuni'nin Bağdat ve Basra'yı fethetmesinden dolayı Irakeyn
Seferi adı verilen bu seferde Kanuni; ilk önce bütün Van ve Azerbaycan'ı topraklarını katarak Tebriz'e
gelmiş ve oradan Hemedan'a yürümüştür. Bu yüzden Şah Tahmasp'ın İran içlerine kaçması üzerine
Kanuni; güneye yönelerek tüm Irak'ı fethetmiştir. Böylece Irak, Tebriz ve Van Osmanlı topraklarına
katılmış, Türk şair Fuzulî Osmanlı hizmetine girmiş ve Hint ticaret yolunun Basra bölümü Osmanlı
denetimine girmiştir.
1548-1549 Osmanlı-Safevî Savaşı
Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'a dönmesinde yararlanan Şah Tahmasp, Van ve Tebriz'i
yeniden ele geçirmiştir. 1548 yılındaysa İran'da taht kavgaları çıkmıştır. Bundan faydalan Kanuni
sefere çıkarak Van, Tebriz ve Gürcistan'daki bazı kaleleri fethederek geri dönmüştür. Bu seferle
özellikle Van; kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır.
Nahçivan Seferi (1553)
1553 yılında tekrar saldırıya geçen Şah Tahmasp; Muş'a kadar ilerlemiştir. Bunun üzerine
Kanuni tekrar sefere çıkmıştır. Osmanlı ordusu; Karabağ, Nahçivan ve Revan'ı Osmanlı topraklarına
katmıştır. Bu sırada kış mevsiminin yaklaşması ve Şah Tahmasp'ın bir türlü karşısına çıkmaması
üzerine Kanuni; Amasya'ya dönmüştür. Bu sırada Şah Tahmasp'ın barış teklifi üzerine Osmanlı ve İran
arasındaki ilk resmi belge olan Amasya Antlaşması (1555) imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Doğu
Anadolu, Azerbaycan, Tebriz, Bağdat, Van ve Revan, Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılmıştır.
Barbaros Hayreddin Paşa ve Preveze Deniz Zaferi (1538)
Hızır Reis diğer adıyla Barbaros Hayreddin Paşa; ağabeyi Oruç Reis ile birlikte Cerbe Adası'nı
merkez edinerek Cezayir'i fethetmişlerdir. Fakat 1517 yılında; Araplar'la birleşen İspanyollar
karşısında Cezayir'i kaybetmişler ve bu savaşta Oruç Reis ölmüştür. Aynı yıl Hızır Reis; Yavuz Sultan
Selim'den destek alarak tekrar Cezayir'i hakim olmuştur. Kanuni dönemindeyse 1532 Alman Seferi
esnasında Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasının Mora kıyılarını vurması, Osmanlı
İmparatorluğu'nu zor duruma düşürmüştür. Bu yüzden Kanuni; 1533 yılında Barbaros Hayreddin
Paşa'yı İstanbul'a çağırmış ve kendisini Kaptan-ı derya olarak görevlendirmiştir. Ayrıca kendisine
Hayreddin ismi verilmiştir. Böylece 1534 yılında Akdeniz'e açılan Barbaros; İtalya kıyılarına taarruzlar
düzenlemiş ve aynı yıl Tunus'u fethetmiştir. Fakat ertesi yıl Andre Dorya komutasındaki Haçlı
donanması karşısında Tunus'u bırakmış ve İstanbul'a dönmüştür. 1536 yılında tekrar Akdeniz'e açılan
Barbaros Hayreddin Paşa; Ege Denizi'ndeki Girit hariç Venedik Cumhuriyeti'ne ait tüm adaları
fethetmiştir.
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'de güçlenmesi üzerine Venedik, Ceneviz, Papalık, Malta,
İspanya ve Portekiz gemilerinden oluşan büyük bir Haçlı donanması oluşturulmuş ve o dönemde
Avrupa'nın en iyi denizcisi olan Andre Dorya komutasında Akdeniz'e açılmıştır. Osmanlı donanması ile
Haçlı donanması Preveze'de karşılaşmış ve Barbaros Hayreddin Paşa, Turgut Reis, Seydi Ali Reis, Salih
Reis gibi denizcilerin yönettiği Osmanlı donanması; kendisinden kat kat üstün olan Haçlı donanmasını
mağlup etmiştir. Böylece Mora ve Dalmaçya kıyılarında Venedik Cumhuriyeti'ne ait tüm kaleler
Osmanlı İmparatorluğu'na bırakılmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki üstünlüğü kabul
edilmiştir. Ayrıca bu savaşın gerçekleşiği 28 Eylül günü, Donanma Günü olarak kutlanmaktadır.
Fransa'ya Yardım (1543/1553-1559)
Kutsal Roma Cermen imparatoru Şarlken'e karşı mücadelede zayıf düşen Fransa kralı
Fransuva; tekrar Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemiş ve böylece Fransa'yla ittifak
kurulmuştur. Bu ittifaklar beraber Kanuni, Barbaros'u Fransa'ya göndermiştir. 1543 yılında
Barbaros'un komutasındaki Osmanlı donanması ve Fransa donanması, Marsilya şehrinde
birleşmişlerdir. Daha sonra iki donanma, Şarlken'in elindeki Nice şehrini kuşatmış ve şehir alınmıştır.
Fakat Fransız askerlerinin isteksiz tavırları sebebiyle Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a dönmüştür.
1553 yılında Fransa Krallığı'ndan gelen yardım çağrısı üzerine Kanuni; bu sefer Turgut Reis'i
yardıma göndermiş ve Fransa ile Osmanlı donanması, Şarlken'le ittifak içinde olan Ceneviz
Cumhuriyeti'ne ait Korsika Adası'nı kuşatarak ele geçirmiştir. 1559 yılında Korsika'nın alınmasıyla
beraber İtalya savaşı da sona ermiştir.
Hint Deniz Seferleri (1538-1553)
İpek Yolu ve Baharat Yolu gibi zengin Uzakdoğu ülkelerinden Avrupa'ya ulaşan ticaret
yollarının; Osmanlı İmparatorluğu'nun denetimine girmesiyle beraber telaşlanan Avrupalılar,
Uzakdoğu ülkelerine ulaşmak maksadıyla başka yollar aramaya başlamış ve bunun sonucunda Coğrafi
Keşifler gerçekleşmiştir. Bartelmi Diyaz Ümit Burnu'nu keşfetmiş, Vasko dö Gama'da Ümit Burnu'nu
geçerek Hindistan'a ulaşmıştır. Böylece Portekizliler; Afrika kıtasının etrafını dolaşarak Hindistan'a
ulaşmayı başarmışlardır. Bundan sonra Portekizliler, güçlü donanmalarıyla Hint Okyanusu'na
açılmışlar ve bölgedeki Müslüman tüccarlara engel olmuşlar, yerli halka baskı yapmışlardır. Ayrıca
Hindistan'daki Müslüman Gucerat Sultanlığı'nın Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemesi üzerine
Kanuni devrinde, Hint Okyanusu ve çevresini dört büyük sefer düzenlenmiştir. Bunlar sırasıyla 1538
yılında Hadım Süleyman Paşa tarafından, 1551 yılında Piri Reis tarafından, 1552 yılında Murat Reis
tarafından ve 1553 yılında Seydi Ali Reis tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu bu
seferlerle; Müslümanlar'a yardım etmeyi, Portekizliler'i bölgeden uzaklaştırmayı ve bölgenin
denetimini ele geçirmeyi amaçlamışlar fakat başarısız olmuşlardır. Çünkü Osmanlı donanmasındaki
gemiler okyanus şartlarına dayanıklı değildi ve bu seferlerin ekonomik yönünün iyi kavranamaması
sebebiyle seferlere gerekli önem verilmemiştir. Ayrıca bölgedeki Müslümanlar'ın; Osmanlı
donanmasına gerekli yardımı yapamaması ve Hint emirlikleriyle Araplar'ın birbirleriyle mücadeleleri,
seferlerin başarısız olmasına yol açmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Trablusgarp'ın Fethi (1551)
Rodos'un Fethi'yle bu adadan kaçan Rodos Şövalyeleri'nin bir kısmı Şarlken tarafından Malta
Adası'na yerleştirilmiş, bir kısmı da Trablusgarp'a yerleşmiştir. Akdeniz'deki hakimiyeti pekiştirmek
maksadıyla Kanuni, Turgut Reis'i şövalyelerin elindeki Trablusgarp'ı fethetmekle görevlendirmiştir.
Nitekim Turgut Reis burayı fethetmiş ve kendisi, Trablusgarp Beylerbeyliği'ne getirilmiştir.
Cerbe Deniz Zaferi (1560)
Osmanlı donanmasının Akdeniz'deki etkinliğine son vermek ve Türkler'i Kuzey Afrika'dan
çıkarmak maksadıyla Venedik, İspanya, Portekiz ve Malta gemilerinden oluşan büyük bir Haçlı
donanması oluşturulmuş ve bu donanma Cerbe Adası'na gelmiştir. Fakat Kaptan-ı Derya Piyale Paşa
ve Trablusgarp beylerbeyi Turgut Reis'in kumandasındaki Osmanlı donanması, Haçlı donanmasını
mağlup ederek adayı fethetmiş ve adanın yönetimi Turgut Reis'e bırakılmıştır.
Malta Kuşatması (1565)
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1522 yılında; Rodos Adası'nı fethiyle buradan kaçan Rodos
Şövalyeleri'nin bir kısmı Trablusgarp'a yerleşmiş, bir kısmı da Şarlken tarafından Malta Adası'na
yerleştirilmişti. Trablusgarp'ın fethiyle buradaki şövalyeler bölgeden uzaklaştırılarak Osmanlı
İmparatorluğu'nun Akdeniz egemenliği pekiştirilmişti. Ancak Malta'daki şövalyeler hayla burada
bulunuyorlardı ve Osmanlı ticaret gemilerine zarar vermekte, ayrıca Türkler aleyhine ittifaklara
katılmaktaydılar. Bu yüzden 1565 yılında Malta Adası Kaptan-ı Derya Piyale Paşa tarafından kuşatılmış
ve kuşatmaya Turgut Reis'de katılmıştır. Fakat adadaki üç kalenin sağlamlığı sebebiyle kalelerden
ancak biri fethedilebilinmiş ve kuşatma sürmüştür. Daha sonra Sicilya'dan gelen destek kuvvetlerinin
adayı çıkması ve Turgut Reis'in şehit düşmesiyle kuşatma kaldırılmıştır.
Sakız Adası'nın Fethi (1566)
Ege Denizi'nde yer alan ve Batı Anadolu kıyılarına yakın olan Sakız Adası; Ceneviz
Cumhuriyeti'nin bir sömürgesiydi ve Cenevizliler, bu ada için Fatih döneminden beri Osmanlı
İmparatorluğu'na vergi ödemekteydiler. Fakat Kanuni devrinde Cenevizliler hem vergilerini düzenli
ödememişler hem de Malta'da yerleşen Rodos Şövalyeleri'ne önemli yardımlarda bulunmuşlardır. Bu
yüzden Kanuni; Zigetvar Seferi'ne çıkarken Piyale Paşa'yı, bu adayı fethetmekle görevlendirmiş ve
yapılan seferle ada fethedilmiştir.
Zigetvar Kuşatması ve Kanuni'nin Vefatı (1566)
Avusturya Arşidüklüğü'nün; Osmanlı İmparatorluğu ile olan antlaşmasını bozarak Erdel'e
saldırması üzerine Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkmış ve Zigetvar Kalesi'ni kuşatmıştır. Fakat
kuşatma sırasında Kanuni, beyin kanaması geçirerek vefat etmiştir. Ordunun çözülmemesi maksadıyla
Kanuni'nin ölümü, kalenin fethinden sonra duyurulmuştur. Bu seferle beraber Kanuni Sultan
Süleyman vefat etmiş ve bu sefer onun son seferi olmuştur.
Kanuni'nin vefatıyla beraber yerine, Sarı Selim olarak da tanınan II. Selim geçmiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
II. Selim Dönemi (1566-1574)
II. Selim; Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan doğan şehzadesidir. Kendisi
İstanbul'da doğan ve İstanbul'da ölen, aynı zamanda ordunun başında sefere çıkmayan ilk Osmanlı
padişahıdır. Gençliğinde Kütahya, Konya ve Manisa'da sancakbeyliği yapmış olup, babasının vefatı
üzerine 42 yaşında, tek varis olarak tahta çıkmıştır.
Yemen İsyanı (1568)
Yemen; Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş,
Hadım Süleyman Paşa'nın 1538 tarihli Hint deniz seferi ile kesin olarak Osmanlı topraklarına
katılmıştır. Kanuni döneminde Zeydiye Ailesi'nden İmam Mutahhar'a bazı ayrıcalıklar verilmiştir.
Ancak Yemen Beylerbeyi Murat Paşa'nın bu ayrıcalıkları kaldırmak istemesi üzerine İmam Mutahhar
isyan etmiştir. Nitekim isyan, Habeşistan Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa ve Şam Beylerbeyi Lala
Mustafa Paşa tarafından; 15 Mayıs'ta Aden'in, 26 Temmuz'da San'a'nın fethiyle isyan bastırılmıştır.
Sumatra Seferi (1569)
Bugünkü Endonezya'ya bağlı Sumatra Adası'nın kuzeybatısında yer alan Açe Sultanlığı'nın;
Portekizliler'e karşı Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım istemesi üzerine II. Selim, 22 parçalık
Kızıldeniz filosu komutanı Kurdoğlu Hızır Reis'i Açe'ye göndermiştir. Hint Okyanusu'na açılan
Kurdoğlu, Açe'ye varmış ve gerekli yardımları ulaştırmıştır. Böylece Açe Sultanlığı Osmanlı
İmparatorluğu'na bağlanmış ve Portekizliler'le mücadele edebilecek kudrete ulaşmıştır.
Kıbrıs'ın Fethi (1571)
Kıbrıs Adası; Venedik Cumhuriyeti'nin elinde bulunmaktaydı ve Doğu Akdeniz ticareti için
önem arz etmekteydi. Hristiyan korsanların barındığı ada; Osmanlı ticaret gemileri için tehdit
oluşturmaktaydı ve Venedikliler; ada halkını ağır vergilerle ezmekteydiler. Bu yüzden ada halkını
Osmanlı'dan yardım istemesi ve korsanların, Osmanlı gemilerine yağmalaması üzerine II. Selim, Lala
Mustafa Paşa'yı adanın fethiyle görevlendirmiştir. Ancak Sokullu Mehmet Paşa bu kuşatmaya karşı
çıkmaktaydı. Çünkü bu fetihle beraber bir Haçlı donanmasının oluşturulmasından endişe etmekteydi.
Nitekim özellikle Magosa'dan büyük çıkarmalar yapılmış ve kuşatma 9 ay sürmüş, ada fethedilmiştir.
Kıbrıs'ın fethiyle beraber Doğu Akdeniz ticaret yolunun güvenliği sağlanmış ve Anadolu'dan getirilen
(özellikle Konya ve Karaman) Türkmenler'le adaya Türk kimliği kazandırılmıştır.
Ayrıca bu fetih, Sokullu Mehmet Paşa'nın endişe ettiği gibi bir Haçlı donanmasının
oluşturulmasına ve İnebahtı Deniz Savaşı'na neden olmuştur.
İnebahtı Deniz Savaşı (1571)
Kıbrıs Adası'nın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethi üzerine Papa'nın önderliğinde
İspanya, Venedik ve Malta gemilerinden oluşan bir Haçlı donanması oluşturulmuştur. Bu donanma;
Mora Yarımadası'nın batısındaki İnebahtı'da Osmanlı donanmasını hazırlıksız yakalamıştır. Nitekim
savaş Osmanlı donanmasının bozgunuyla sonuçlanmış ve Kılıç Ali Paşa, emrindeki filoyu kurtarmayı
başararak İstanbul'a götürmüştür.
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik; siz ise donanmamızı yakmakla bizim uzamış
sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kolun yerine yenisi gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür çıkar.
—Sokullu Mehmet Paşa, (Venedik elçisine)
Bu savaşın kaybedilmesinde gemilerde deniz askerlerinin yerine kara askerlerinin yer alması
ve donanmanın eksik olması etkili olmuştur. Bu savaşla beraber kimi tarihçilere göre Avrupalılar;
Türkler'in yenilmez olmadığını anlamışlardır. Bu yenilgiyle Osmanlı donanması ilk kez yakılmış ve bu
yenilginin sonuçları kısa süreli olmuştur.
Tunus'un Fethi (1574)
İnebahtı Deniz Savaşı'nda yakılan Osmanlı donaması; çok kısa bir süre içinde tekrar inşa
edilmiş ve Kılıç Ali Paşa komutasında Akdeniz'e açılmıştır. Venedik, Ceneviz ve İspanyol donanmaları
bu yeni donanmanın karşısına çıkamamış ve bu donanma; 13 Eylül 1574 tarihinde Tunus'u kesin
olarak fethetmiştir.
Duraklama Dönemi (1579-1683)
Osmanlı İmparatorluğu duraklama ve reform dönemi (1683–1827)
Bu dönem, Osmanlıların büyük bir güç olmaya devam ettiği, lakin eski gücünde olmadığının
sinyallerini vermeye başladığı dönemdir. Yavaş yavaş Avrupalılara karşı saygınlık kaybı yaşadı. 1606
yılında imzalanan Zitvatoruk Antlaşması, bunun bir göstergesidir. Değişen ticaret yolları ve gelişen
Avrupa teknolojisi, Osmanlıların Avrupalılar karşısında güç kaybetmesine neden olmuştur.
Celalî (1519), Baba Zünnun (1525), Kalender Çelebi (1528), Karayazıcı (1598), kısaca Celali
ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da
“Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin
eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere
kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri
ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının
yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı.
Osmanlı'da ilmiyenin bozulması da Osmanlı'yı geriletti. Avrupa'daki gelişmelerin (Reform,
Rönesans) takip edilmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur.
Portekizlilerin Doğu Afrika ve Hindistan'da ticaret kolonileri kurmasından sonra, Osmanlılar
bunun bitirilmesi gerektiğini düşündü. 16. yy boyunca Doğu Afrika'ya yapılan seferlerdeki kısmî
başarılara rağmen, Hindistan'a yapılan seferler başarılı olamadı.
Bu dönemde yapılan savaşlar, Avrupalılar'a Osmanlı'nın "yenilemez" olmadığını göstermiştir.
Her ne kadar İnebahtı Deniz Muharebesi'nden sonra çabucak toparlanılmış olsa da, Avrupalılar
Osmanlı'nın yenilebileceğini anlamıştır. Ruslara yapılan seferler istenen etkiyi yapamadı. Hatta
Molodi Savaşı'ndan sonra, Ruslar güçlenmelerini hızlandırarak sürdürmüşlerdir. Bu yüzden Duraklama
Dönemi'nden itibaren Ruslar, Osmanlılar dağılana kadar, Osmanlıların en büyük düşmanı olacaktır.
1593 yılındaki savaş, Osmanlı'yı hem ekonomik hem de askerî açıdan zayıflattı. Asker eksikliği
giderilse de, ekonomik zayıflık Celali ve Yeniçeri İsyanları'na neden oldu. Nüfusun büyüklüğü,
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
ekonomik sorunları daha da büyüttü. IV. Murad döneminde daha çok Safevilerle uğraşıldı. Erivan ve
Bağdat tekrar alındı (Osmanlı-Safevi Savaşı). Bu savaş sonunda imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile
Osmanlı'nın dağılıncaya kadarki doğu sınırını büyük ölçüde belirlendi.
Bu dönemde, Osmanlı tarihinde ilk defa yeniçerilerin kaldırılması gündeme geldi. Ancak bunu
düşünen Genç Osman, yeniçeriler tarafından öldürüldü. 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın
sadrazam olmasıyla, Kadınlar saltanatı sona erdi. Bu değişim, Köprülüler Devri'ni başlattı. Bu devirde,
Osmanlı kaybettiği gücünü az da olsa geri kazanmıştır. Podolya, Transilvanya, Girit gibi yerler alındı.
1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'yla beraber, Kutsal İttifak Savaşları başladı. 26 Ocak 1699
tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı-Kutsal
ittifak Savaşları'nı bitirdi. Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır.
Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlamıştır. Papa tarafından Osmanlı
Devleti'ne karşı Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Avusturya, Lehistan, Rusya, Maltalı Sen Jean
Şövalyeleri ve Venediklilerden oluşan bir ittifak ile uzun süren savaşlar sonunda yorgun düşen
Osmanlı Devleti, Banat ve Temeşvar hariç bütün Macaristan'ı ve Erdel Prensliği'ni Avusturya'ya,
Ukrayna'nın kuzeyini ve Podolya'ı Lehistan'a, Mora'yı ve Dalmaçya kıyılarını Venediklilere bırakmıştır.
Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet
yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına
neden olmuştur. Özellikle Yeniçeriler artık padişaha karşı gelmekteydi. Yeniçerilerdeki Ocak, devlet
içindir anlayışı Devlet, ocak içindir anlayışına dönüşmüştür. Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan
ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar
ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine
girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen
cülus bahşişi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini
yıpratmıştır. Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denilen
sistemin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu sisteme göre müderrislerin yeni doğan çocukları doğduğu andan
itibaren medrese öğretmeni sayılıyordu.
III. Murad Dönemi (1574-1595)
Lehistan'ın Himaye Altına Alınması (1575)
Lehistan kralı 1572 yılında ölmüş ve kralın yerine geçecek varis bulunamamıştır. Bu yüzden
Lehistan; Diyet meclisi tarafından idare edilmiştir. Bu durumda Osmanlı Devleti'nin, Lehistan'ı himaye
altına alması gerekliydi. Çünkü Lehistan'daki bu siyasi boşluktan yararlanmak isteyen Kutsal Roma
Cermen İmparatorluğu, Rus Çarlığı, İsveç İmparatorluğu ve Fransa Krallığı; kendi hükümdar
ailelerinden birinin Lehistan kralı olması için çabalamışlardır. Lehistan'ın Kutsal Roma Cermen
İmparatorluğu ve Rusya arasında olan konumuda Osmanlı Devleti için önem teşkil etmiştir. Ayrıca
Avusturya'ya komşu olan bir müttefik; Osmanlı Devleti'ni, Avusturya karşısında güçlü kılacaktı. II.
Selim döneminde Fransa'nın desteklediği Henry, Osmanlı Devleti’nce de desteklenmiş ve Lehistan
kralı olmuştur. Ancak Fransa tahtının boşalması sonucu Fransa kralı olmak isteyen Henry ülkesine
kaçmış ve Lehistan'da yeniden karışıklıklar çıkmıştır. 1574 yılında II. Selim'in şahadetiyle sultan olan
III. Murad; Erdel beyi Baturi'nin Lehistan kralı olmasını sağlamış ve ardından, Osmanlı Devleti ile
Lehistan arasında bir antlaşma imzalanmıştır. Bu siyasi gelişmeler sonucunda Osmanlı Devleti'nin
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
kuzey sınırları güvenlik altına alınmıştır. Ayrıca Osmanlı hâkimiyeti Baltık Denizi'ne kadar ulaşmış ve
Rusya'ya karşı kuzeyde bir set çekilmiştir. Erdel beyi Baturi'nin, 1575 yılında kral olmasıyla Osmanlı
himayesine giren Lehistan, 1587 yılına kadar Osmanlı himayesinde kalmıştır.
Fas'ın Himaye Altına Alınması ve Vadisseyl Savaşı (1576-1578)
1574 yılında Tunus'un fethiyle beraber Kuzey Afrika'da Osmanlı topraklarına katılmayan tek
yer olan Fas Sultanlığı ile Osmanlı Devleti arasındaki ilk ilişkiler, Kanuni döneminde başlamıştır.
Taraflar arasındaki ilişkiler, Osmanlı Devleti'nin Cezayir'deki gücüyle orantılı olarak değişmiştir. 16.
yüzyılın ikinci yarısındaysa Osmanlı Devleti, Fas'taki taht kavgalarına karışmıştır. Çünkü Osmanlı
Devleti'nin Cebelitarık Boğazı'na hâkim olabileceği ve Atlas Okyanusu'na açılabileceği tek yer Fas'tı.
Ayrıca Cezayir'in güvenliği açısından Fas, büyük bir önem taşımaktaydı. Nitekim III. Murad,
kendisinden yardım isteyen Abdülmelik'e yardım için Cezayir beylerbeyi Ramazan Paşa'yı
görevlendirmiştir.
Ramazan Paşa, Fas'a girerek Abdülmelik'in taht mücadelesi verdiği Ebu Abdullah'ı mağlup
etmiş ve 8 Mart 1576'da Fas tahtına Abdülmelik'i çıkarmıştır. Böylece Fas, Osmanlı Devleti'nin
himayesine girmiştir. Portekizliler ise bu durumdan hiç hoşnut olmamış ve Tanca civarına kaçan Ebu
Abdullah'ın kendilerinden yardım istemesi üzerine Portekiz kralı Sebastião, askeri harekât kararı
almıştır. Ordusuyla beraber Tanca'ya çıkan ve kuvvetlerini Ebu Abdullah'la birleştiren Sebastião,
Osmanlı Devleti ve Abdülmelik'in kuvvetleriyle Tanca'ya yakın Kasrü'l-Kebir'de karşılaşmıştır (1578).
Burada iki taraf arasında Vadisseyl Muharebesi yaşanmış ve Portekiz ile Ebu Abdullah mağlup
olmuştur. Osmanlı ile Abdülmelik'in kuvvetlerinin bir kısmı, o sırada gelgit etkisindeki Vadiü'lMehazin'i geçmeye çalışırken boğulmuştur. Aynı yerde Portekiz kralı Sebastião'da ölmüş ve arkasında
herhangi bir varis bırakmamasından dolayı Portekiz, 60 yıl İspanya işgali altında kalmıştır. Portekiz
hâkimiyetindeki Hint ticaret yollarıysa Britanya ve Hollanda'nın kontrolüne geçmiştir. Öte yandan
hasta olan Abdülmelik'te savaş esnasında hayatını kaybetmiştir. Vadisseyl Savaşı'yla beraber Fas'ta
Portekiz hegemonyası önlenmiş ve Osmanlı Devleti, Fas'tan Mısır'a kadar bütün Kuzey Afrika'nın
denetimini ele geçirerek 50 yıl daha Fas'ı himaye etmiştir. Fransa, 1830 yılında Cezayir'i ele geçirene
kadar iki taraf arasındaki ilişkiler devam etmiştir. Osmanlı Devleti; Fas'ı, hiçbir dönemde topraklarına
katmamıştır.
Osmanlı-İran Harpleri (1578-1590)
İran'da Şah Tahmasb'ın ölmesiyle beraber onun oğlu İsmail, İran şahı olmuştur. Şah II. İsmail,
Osmanlı Devleti ile İran arasında imzalanmış olan 1555 Amasya Antlaşması'na riayet etmemiştir.
Ayrıca bazı Osmanlı emirlerini kendi tarafına çekmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Van
Beylerbeyliği'ne emir vererek bölgede huzurun sağlanmasını istemiştir. İran'ın Luristan valisinin
Osmanlı Devleti'ne sığınmasıyla ilişkiler iyice gerginleşmiştir.
Bu dönemde İran şahı II. İsmail'in zehirlenerek öldürülmesiyle beraber İran'da taht kavgaları
başlamıştır. İran'daki karışıklıklardan faydalanılması gerektiğini belirten Van beylerbeyi, İran'ın zararlı
faaliyetlerinin önlenmesi amacıyla bu devlete savaş ilan edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca
Osmanlı Devleti'nin; Kafkasya'ya ulaşmak istemesi, İran'ın kuzeyden de baskı altına almak ve Orta
Asya Türk dünyasıyla bağlantı kurmak istemesi nedenleriyle Sultan III. Murad, 1578 yılında İran'daki
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Safevî Devleti'ne savaş ilan etmiştir. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa; bu savaşa engel olmak
istemiştir çünkü İran'ın geniş bir coğrafya olduğu ve burada tutunmanın zor olduğunu, Safevîler'e
karşı galip gelinse dahi Şiî İran halkının itaat altına alınamayacağını belirtmiştir. Buna rağmen Sokullu,
padişah üzerindeki etkisinin azalmasından ve o dönem devlet idaresinde etkili olan Sinan Paşa ile Lala
Mustafa Paşa'nın İran seferine başkomutan olmak istemesi nedeniyle bu savaşa engel olamamıştır.
Sokullu'nun haklı olduğu sonradan da anlaşılmıştır. Nitekim III. Murad, kendisi ordunun başında
sefere çıkacak kabiliyette olmadığından Lala Mustafa Paşa'yı, orduya serdar tayin etmiş ve savaş ilan
etmiştir. Lala Mustafa Paşa, 5 Nisan 1578'de orduyla beraber Üsküdar'a geçmiştir. Aşkale'ye varınca
da Karaman, Maraş, Erzurum ve Diyarbakır beylerbeylik kuvvetleriyle asıl orduyu birleştirmiştir.
Çıldır Meydan Muharebesi ve Sonrası (1578-1583)
Van beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa'nın, sınırda İran komutanlarından Emîr Han’ı bozguna
uğrattığını haber alan Lala Mustafa Paşa, kendi üzerine gelen İran kuvvetlerinin durdurulması görevini
Özdemiroğlu Osman Paşa'ya vermiştir. Osman Paşa, emrindeki kuvvetlerle Çıldır Gölü'nün
kuzeybatısına gelmiş ve İran kuvvetlerini karşılamıştır. 9 Ağustos 1578 tarihinde, burada gerçekleşen
Çıldır Meydan Savaşı'nı Özdemiroğlu Osman Paşa kazanmış ve Tokmak Han komutasındaki Safevîler
önemli bir bozguna uğramıştır.
Bu savaşla beraber Aras Nehri boyları tekrar Osmanlı egemenliğine girmiş ve Azerbaycan ile
Gürcistan'ın fethi için herhangi bir engel kalmamıştır. Bu savaşın hemen ardından Gürcistan ve Tiflis
fethedilmiştir. Buralardan Şirvan üzerine yönelen Osman Paşa, üzerine gelen 20.000 kişilik bir İran
kuvvetini Koyun Geçidi'nde mağlup etmiştir. Bu savaşta esir alınan 5.000 kişi dışındaki tüm İran
askerleri öldürülmüştür. Çıldır Zaferi'nin ardından Gürcistan'ı fetheden Osmanlı ordusu, Koyun Geçidi
Zaferi'nden sonrada nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Şirvan'ı fethetmiştir. Bu esnada, Hazar Denizi
kıyısındaki Doğu Şirvan bölgesindeki Sünni halk, kendilerine zulmeden İran'a karşı ayaklanmış ve İran'ı
bölgeden çıkarmıştır. Bölgeye gelen Osmanlı ordusu, burayı rahatlıkla kontrol altına almış, ardından
da Dağıstan'a yönelerek burayı fethedilmiştir.
Özdemiroğlu Osman Paşa, az bir kuvvetle fethedilen yerlerde bırakılmış ve 8 Ekim'de Lala
Mustafa Paşa, asıl orduyla Erzurum kışlağına çekilmiştir. Bunu fırsat bilen Safevîler'se 30.000 kişilik bir
kuvvetle bölgeye girmişlerdir. 14.000 kişiyle Safevîler'e karşı koyan Özdemiroğlu Osman Paşa,
Şamahı'da yapılan savaşta düşmana 15.000 ölü verdirmiş ve 10.000 esir almıştır. Kasım 1578'de
gerçekleşen bu savaşta Safevîler'den çoğu yaralı birkaç bin asker kurtulabilmiştir. Esir edilen Safevî
komutanı Urus Han ile oğlu Dede Han, Ereş'te Sünni halkı katletmiş olmaları sebebiyle idam
edilmiştir. Bu yenilgilerden sonra Safevîler, Özdemiroğlu Osman Paşa ile ancak Safevî şehzadesinin
başa çıkabileceğini düşünmüşler ve Safevî veliahdı Hamza Mirza'yı, emrindeki 100.000 kişilik orduyla
Osman Paşa üzerine göndermişlerdir. Osmanlı kuvvetleriyse Osman Paşa'nın 13.000 kişilik kuvveti ve
yardıma gelen 25.000 kişilik Kırım atlılarından ibaretti. Yapılan savaşta düşmana ağır kayıplar verdiren
Osman Paşa, kendisininde az bir kuvveti kaldığı için Şirvan'ı Safevîler'e bırakarak Dağıstan'a
çekilmiştir.
1579 yılında yapılan savaşlarda Erzurum ve Kırım'dan gelen kuvvetlerin yardımıyla Şirvan
tekrar alınarak Safevîler'e ağır kayıplar verdirilmiştir. Aynı yıl Kars'a kale yaptırılmış ve şehir imar
edilmiştir. 1580 yılında herhangi bir çatışma gerçekleşmemiştir. Ordu serdarlığınada Lala Mustafa
Paşa yerine Koca Sinan Paşa getirilmiştir. 1581 yılında Şirvan'ı almak amacıyla 18.000 kişilik bir
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
orduyla hareket eden Safevî komutanı Selmân Han, Kırım kalgayı Mehmed Giray'ın oğlu Gazi Giray
tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmış ve 18.000 kişiden sadece 300'ü kurtulmuştur. 1582 yılında
Safevîler, Çıldır Meydan Savaşı'dan sonra kaybetmiş oldukları Gürcistan ve buranın merkezi Tiflis'i
almak için harekete geçerek Tiflis'i kuşatmışlardır. Kalede çok az asker ve erzak bulunmasına karşın
kale son derece iyi savunulmuştur. Nitekim kuşatmadan sonuç alınmadığına gören Safevîler, geri
çekilmişlerdir.
Meşaleler Muharebesi ve Sonrası (1583-1590)
1583 yılında ordu serdarlığına Ferhat Paşa getirilmiş ve 60.000 kişilik bir kuvvetle İstanbul'dan
yola çıkmıştır. Bunu öğrenen Safevîler'in Gence valisi İmam Kulu Han; bu kuvvetler gelmeden
Özdemiroğlu Osman Paşa'nın kuvvetlerini yenme amacıyla 50.000 kişilik bir kuvvetle Şirvan ile
Dağıstan arasındaki Samur Irmağı'nın güney kıyısına gelmiş ve oradan da Bilasa Ovası'na inmiştir. Bu
ovada üç gün üç gece süren, gecelerde meşale yakılarak muharebeye devam edilmesinden dolayı
Meşaleler Muharebesi adını alan bu savaşta İmam Kulu Han, 7.000 kayıp vermiş ve ordusunun geri
kalan kısmının dağılması sebebiyle çekilmiştir. Meşaleler Savaşı'yla Özdemiroğlu Osman Paşa, çok
büyük bir zafer kazanmıştır. Bu sırada bölgeye yaklaşan Ferhat Paşa'da zafer haberini almış ve önce
Revan'ı, ardından da Bakü'yü fethetmiştir.
1585 yılında hem sadrazam hem de İran serdarı olan Özdemiroğlu Osman Paşa, 150.000
kişilik ordusuyla 25 Eylül 1585 tarihinde Tebriz'in, Osmanlı Devleti tarafından beşinci fethini
gerçekleştirmiştir. Kaleyi tamir ettirerek komutan tayin eden Osman Paşa, Tebriz'in bir banliyösü olan
Şenb-i Gazan'a gelmiştir. Uzun süredir hasta olan Osman Paşa'nın rahatsızlığı da iyice ilerlemiştir. Bu
esnada yanlış bir istihbarat sonucu Osman Paşa'nın öldüğünü duyan Safevî veliahdı Hamza Mirza,
30.000 atlıyla Osmanlı Ordusu'na bir gece baskını yapmak istemiş ancak başarılı olamayarak geri
çekilmiştir. Bu, Özdemiroğlu Osman Paşa'nın son zaferi olmuş ve Osman Paşa, 30 Ekim 1585 gecesi
vefat etmiştir. 1587 yılında önemli bir çarpışma gerçekleşmemiştir. 1588 yılındaysa Ferhat Paşa,
Sultan III. Murad'ın kesin emriyle Gence'yi fethetmiştir. Şirvan beylerbeyi Cafer Paşa'ysa; Safevîler'in
Gence valisi Ziyâdoğlu Mehmed Han'ın kuvvetlerinin büyük bir kısmını imha etmiştir.
Irak Cephesi
1578-1590 Osmanlı-İran Savaşı'nın Irak cephesinde; her ne kadar Gürcistan, Şirvan
taraflarındaki kadar olmasada Osmanlı üstünlüğü burada da devam etmiştir. 1578'de Dînever,
Muhammere, Şüster, Dizfûl bölgeleriyle Basra Körfezi'nin kıyı yakaları Osmanlı Devleti tarafından
fethedilmiştir. Bağdat beylerbeyi Elvendzâde Ali Paşa, 7 Kasım 1583 tarihli Dizfûl Meydan
Muharebesi'nde Safevîler'i mağlup edince; Batı İran'daki Şafiî olan aşiretler ve beyler, teker teker
gelip Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirmişlerdir. Böylece güneyden kuzeye Huzistan, Luristan,
Kirmanşah, Ardelan eyaletleri Osmanlı Devleti'ne katılmıştır. 30 Ekim 1587 tarihinde, Irak cephesinde
Çağalazâde Sinan Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Hemedan Safevî valisi Korkmaz Han'ın
emrindeki kuvvetlerle Câmâsâb Çayı kenarında yaptıkları meydan muharebesini kazanmışlar ve
Safevîler'e ağır kayıplar verdirerek Korkmaz Han'ı esir etmişlerdir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Ferhat Paşa Antlaşması (1590)
Batıda hem Kafkas hem de Irak cephelerinde Osmanlı Devleti'yle savaşan, ağır yenilgiler alıp
büyük çaplı toprak kayıplarına uğrayan Safevîler, Horasan'da hüküm süren Sünnî ve Türk Şeybaniler'in
hükümdarı Abdullah Han'ın; Meşhed'i kuşatıp fethetmesi ve Hindistan'daki Sünnî Ekber Şah'la
aralarının bozuk olması sebebiyle üç ateş arasında kalmışlardır. Bu yüzden Şah Abbas, Osmanlı
Devleti'nden barış istemiştir. Şah Abbas; yeğeni Haydar Mirza'yı bir elçi heyetiyle beraber sulh
rehinesi olarak Osmanlı Devleti'ne göndermiştir. 14 Ekim 1589 tarihinde Hasankale’deki umumi
karargâhta Ferhat Paşa tarafından karşılanan Safevî şehzadesi, 28 Ocak 1590'da İstanbul'a gelmiştir.
Sulh heyeti başkanı Mehdî Kul Han, Sultan III. Murad tarafından kabul edilmiştir. Konuşmasına izin
verilince Şah Abbas'ın tüm Osmanlı fütûhatını tanıdığını, o zaman için fiilen tarafların elinde bulunan
yerlerin aynı devlette kalması şartıyla sulh istediğini belirtip, Şah Abbas’ın; Osmanlı padişahının
saltanat süren kulları arasında bulunduğunu söylemiştir.
21 Mart 1590 tarihinde, Osmanlı Devleti ile Safevîler arasında Ferhat Paşa Antlaşması
imzalanmıştır. Duraklama Dönemi'nin ilk antlaşması olan Ferhat Paşa Antlaşması ile iki taraf arasında
12 yıldır süren savaşlar sona erdirilmiş; başta Tebriz şehri olmak üzere tüm Azerbaycan, Gürcistan,
Karabağ, Dağıstan, Şirvan, Luristan ve Şehrizor Osmanlı Devleti'ne bırakılmış ve İslam peygamberi
Muhammed, Dört Halife'den Ebu Bekir, Hattab oğlu Ömer, Osman bin Affan ile Muhammed'in
zevcesi Aişe hakkında Şiî İran halkının kötü söz söylememesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca bu antlaşmayla
beraber Osmanlı Devleti; doğudaki en geniş sınırlarına ulaşmıştır.
III. Mehmed Dönemi (1595-1603)
Osmanlı-Avusturya Harpleri (1593-1606)
Osmanlı Devleti'nin; doğuda İran'a karşı büyük bir zafer kazandığı dönemde, batıda da bazı
gelişmeler olmuştur. Avusturya Arşidüklüğü, 1533 tarihli İstanbul Antlaşması gereği Osmanlı
Devleti'ne ödenmesi gereken yıllık 30.000 düka altın vergiyi geciktirmiş ve Osmanlı sınırında olaylar
çıkartmıştır. Bu nedene Bosna beylerbeyi Telli Hasan Paşa, Avusturya üzerine bir harekât
düzenleyerek 1.000 esir, 12 top ve birçok ganimetle geri dönmüştür. Ancak bu harekât, Avusturya'yla
olan ilişkileri daha da kötüye itmiş ve Avusturya, taarruz geçmiş, Sisak-Moslavina denen yerde Telli
Hasan Paşa ile 8.000 askerini pusuya düşürerek hepsini öldürmüştür. Bunun üzerine Dîvân-ı
Hümâyun, 1593 yılında Avusturya'ya savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti, bu savaşın başlaması
konusunda her ne kadar haklı olsada neredeyse tüm Avrupa ülkeleri, Avusturya'yı desteklemiştir.
Sultan III. Murad dönemindeki bazı çatışmalarda Osmanlı Devleti bazen galip gelmiş bazen de
mağlup olmuştur. Ancak bu çatışmalarda iki tarafta herhangi bir çıkar elde edememiştir. Avusturya ile
olan savaşlar devam ederken, 16 Ocak 1595 tarihinde Sultan III. Murad vefat etmiş ve 11 gün sonra
yerine oğlu III. Mehmed sultan olmuştur.
Sultan III. Mehmed tahta çıktığında Osmanlı Devleti, Avusturya Arşidüklüğü'yle yoğun bir
şekilde savaşmaktaydı. III. Mehmed'in tahta çıktığı ilk günlerde Eflak, Boğdan ve Erdel beyleri;
Avusturya'nın kışkırtmaları sonucu isyan etmiştir. Bu arada Sadrazam Koca Sinan Paşa'nın rakibi olan,
İran savaşlarında da yer alan Ferhat Paşa; III. Murad'ın ölüp yerine III. Mehmed'in geçmesinden
faydalanarak 16 Şubat 1595 tarihinda Sinan Paşa'nın azlini sağlamıştır. Valide Safiye Sultan'ın
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
desteklediği Ferhat Paşa; Eflak üzerine seferdeyken kendisinin sadrazamlıktan azli için İstanbul'da
çalışmalar yapıldığını öğrenmiş ve bu yüzden cepheyi bırakıp İstanbul yolunu tutmuştur. Bu sırada
vüzera ve ulemadan etkili taraftarlarının desteğini alan Koca Sinan Paşa, 30.000 akçe rüşvet vererek
Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi'den fetva almış ve 7 Temmuz 1595'te tekrar sadrazam
olmuştur.
Tekrar sadrazam olduktan sonra savaşlara devam eden Koca Sinan Paşa; oğlu Mehmed
Paşa'yı Macaristan cephesine göndermiş, kendiside 17 Ağustos 1595 tarihinde Eflak voyvodası II.
Mihael'in (Cesur Mihael) isyanını bastırmak için sefere çıkmıştır. Rusçuk'ta tamamlanmış olan köprü
vasıtasıyla Tuna Nehri'ni alıp Eflak topraklarına giren Koca Sinan Paşa, Mihael'in kuvvetleriyle Bükreş
civarında karşılaşmıştır. Sinan Paşa'ya karşı mağlup olan Mihael, Erdel sınırına kaçmıştır. Sinan
Paşa'ysa Bükreş'i alarak burayı bir İslam şehri yapmış, kiliseleri camiye tahvil etmiştir. Ancak kışın
yaklaştığı dönemde Mihael'in gerilla savaşları ve onun Erdel voyvodası Sigismund Batori'den destek
görmesi, bu seferi zora sokmuştur. Bu yüzden Sinan Paşa, Yergöğü'ne çekilmek zorunda kalmıştır.
27 Ekim 1595 tarihinde II. Mihael; Osmanlı Ordusu'ndan nispeten az olan kuvvetleriyle
saldırıya geçmiş ve Osmanlı kuvvetleri, Yergöğü'nde ağır bir yenilgi alarak büyük kayıp vermiştir.
Ardından Mihael, Rusçuk'taki köprüyü yıkmış ve Tuna Nehri'nin öte tarafındaki Osmanlı kuvvetlerine
top atışları yaparak Rusçuk şehrini yakmıştır. Bu esnada Macaristan cephesinde de kritik öneme sahip
olan Estergon, Eylül 1595'te kaybedilmiştir. Bu başarısızlıklar sebebiyle 19 Kasım 1595 tarihinde Koca
Sinan Paşa azledilerek Malkara'ya gönderilmiş ve yerine Tekeli Lala Mehmed Paşa getirilmiştir. Ancak
Mehmed Paşa göreve geldikten 10 gün sonra vefat edince Koca Sinan Paşa, 1 Aralık 1595'te tekrar
sadrazam yapılmıştır. Koca Sinan Paşa, cephedeki nazik durumdan dolayı Sultan III. Mehmed'in,
ordunun başında sefere çıkmasını istemiştir. Valide Safiye Sultan buna her ne kadar karşı çıksada bir
yandan Koca Sinan Paşa'nın bir yandan da Hoca Sadeddin Efendi'nin teşvikleriyle III. Mehmed,
ordunun başında sefere çıkmaya karar vermiştir. Sefer hazırlıklarının sürdüğü esnada Koca Sinan Paşa
hastalanmış, divan toplantılarına katılamamış, 4 Nisan 1596 tarihinde de vefat etmiştir. Onun
vefatıyla Damat İbrahim Paşa, yeni sadrazam olmuştur.
Eğri'nin Fethi (1596)
Ordunun başında sefere çıkan Sultan III. Mehmed, henüz Segedin'deyken daha önceden kritik
Estergon kalesini ele geçiren Avusturya, Hatvan kalesini kuşatmıştır. Gönderilen destek kuvvetlerinin
yetişememesinden dolayı Hatvan kaleside düşmüş ve kaledeki tüm muhafızlar ile halk, Avusturya
ordusu tarafından katledilmiştir. Bu yüzden Osmanlı ordusunda bir intikam duygusu ortaya çıkmıştır.
21 Eylül 1596 tarihinde; başında Sultan III. Mehmed bulunan Osmanlı ordusu, Eğri Kalesi önlerine
gelmiştir. III. Mehmed kaleye elçi yollayarak kalenin kendilerine teslim edilmesini istemiş ancak bu
istek reddedilince kuşatma başlamıştır. Top atışları sonucu burçlarda gedikler açılsada kalenin çok iyi
savunulması sebebiyle Osmanlı askerleri, şehre girememiştir. İntikam duygusuyla savaşan Osmanlı
ordusunda, paşalar ve kumandanlarda en önünde savaşınca maneviyat en üst düzeye çıkmıştır.
Nitekim çok büyük bir gedik açılmış ve Osmanlı ordusu kaleye girmiş, dayanamayan muhafızlarda
teslim olmuştur. Ancak Osmanlı askerlerinin, Hatvan'da yapılanları unutamaması sebebiyle Eğri
kalesindekilerde aynı akıbete uğramıştır. Ayrıca bu kalenin fethiyle beraber Sultan III. Mehmed "Eğri
Fâtihi" ünvanı almış ve Osmanlı Devleti, en geniş yüzölçümüne ulaşmıştır. Eğri'nin fethedilmesinden
sonra, Hatvan kaleside geri alınmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Haçova Meydan Muharebesi (1596)
Eğri Kuşatması henüz devam ederken Avusturya'da büyük bir ordu oluşturulmuş; bu orduya
isyan halindeki Erdel kuvvetlerinden başka Alman, Felemenk, Macar, Leh, İspanyol, Çek, Hırvat,
Slovak ve İtalyan askerleride katılmış, nitekim ordunun mevcudu 300.000 kişiyi bulmuştur. Buna
karşılık Osmanlı ordusu 140.000 kişiyle sınırlı kalmıştır. Avusturya ordusunun bu kadar kuvvetli
olduğunundan haberdar olmayan sadrazam Damat İbrahim Paşa, bu orduyu durdurmak için Cafer
Paşa'yı görevlendirmiştir. Emrindeki 4.500 kişiyle saldırıya geçen ve hem Avusturya ordusunun
büyüklüğünden hem de Rumeli beylerbeyi Veli Paşa'nın taarruza geçmemesinden dolayı Avusturya
arşidükü III. Maximilian tarafından kumanda edilmekte olan bu büyük ordu karşısında kayıp veren
Cafer Paşa, geri çekilmiştir. Bunun üzerine asıl Osmanlı ordusu 25 Ekim'de Haçova'ya gelerek buraya
mevzilenmiştir. Savaşın ilk gününde gerçekleşen çatışmalarda Kırım kalgayı Fetih Giray Han ve
Ağaoğlu Sinan Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri, Avusturya ordusuna 6.000 kişilik ağır bir kayıp
verdirmiştir. Ancak tüm hatlarıyla Türk ordusunun merkezine yüklenen Avusturya ordusu;
Yeniçeriler'i de şaşırtan bir ateş gücüyle Ordu-yi Hümâyûn'a büyük kayıplar verdirmiştir. Bu esnada
Sultan III. Mehmed'in otağına çekilmesi ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın sultana geri çekilmeyi
telkin etmesiyle Türk ordusunda bir bozgun havası esmeye başlamıştır.
Ancak Hoca Sadeddin Efendi'nin; geri çekilmek için atına binen III. Mehmed'in atının
dizginlerinden tutarak buna engel olması ve kendi gazileri ile Kırım atlılarıyla Avusturya ordusunu
şaşırtan bir taarruza girişmesi savaşın sonucuna büyük etkilerde bulunmuştur. Ayrıca Osmanlı
ordusunun merkezine girerek yağmaya başlayan ve disiplinden çıkan Avusturya askerlerine, Osmanlı
ordusunun geri hizmetçileri olan oduncular, çadırcılar, deveciler, aşçılar ve uşakların ellerine
geçirdikleri kazma, balta, tırpan ve kepçelerle saldırmaya başlamasıyla beraber disiplinden çıkan
Avusturya askerleri paniğe kapılmıştır. Bundan faydalanarak toparlanan akıncılar ve yeniçerilerin
yeniden düşmana saldırmasıyla savaşın dengeleri alt üst olmuştur. Türk akıncılarının seri
manevralarıyla savaş esnasındaki ateş menzili avantajını kaybeden ve disiplinden çıkan askerlerini
toparlayamayan Avusturya arşidükü III. Maximilian, geri çekilmeye başlamıştır. Nitekim Türk
ordusundaki bozgun havası zafer havasına dönmüş ve bu defa Türk ordusu tüm hatlarıyla Avusturya
ordusuna saldırmıştır. Maximilian, ordusu düzensiz bir şekilde çekilirken çatışmalardan başka
bataklığa saplanan 20.000 askerini kaybetmiştir. Ayrıca imparatorluk armalı yaklaşık 100 büyük
Avusturya topu, Osmanlı ordusunun eline geçmiştir. Saldırı toplarını ve en seçkin piyadelerini
kaybeden Maximilian, karargâhını terk ederek kaçmak zorunda kalmıştır. Ancak Osmanlı Ordusu'da
çok kayba uğradığından ve düşmana yeterince kayıp verdirdiğini düşündüğünden Maximilian'ı takip
etme girişiminde bulunmamış, şehri savunacak hiçbir güç kalmadığı halde Viyana'yı kuşatmamıştır.
Bu savaşla beraber Avusturya, beklemediği bir mağlubiyet almıştır. Ayrıca Haçova Zaferi,
Avrupa içlerine kadar girmiş bulunan Osmanlı Devleti'nin son büyük meydan savaşı zaferi olmuştur.
Bu zafer, kazanılmasında çadırcı, deveci, aşçı gibi geri hizmetlilerinde yer alması sebebiyle savaş
literatüründe "Kazma-Kürek Savaşı" olarak da geçer. Haçova Zaferi'nden sonra gerek savaşın kötü bir
şekilde yönetilmesi, gerekse Eflak, Boğdan ve Erdel voyvodalıklarının çıkardıkları isyanların yayılması
savaşın Osmanlı Devleti'nin aleyhine dönerek 1606'ya kadar uzamasına neden olmuştur.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Kanije Savunması (1601)
1600 yılında Avusturya Arşidüklüğü'ne karşı ilerleyen Osmanlı Ordusu; alınamaz denilen
Kanije Kalesi'ni fethetmiş ve kalenin komutanlığına Tiryaki Hasan Paşa getirilmiştir. Ardından kaleye
9.000 kişilik bir kuvvet ve cephane ile erzak bırakan Osmanlı Ordusu, geri çekilmiştir.
Osmanlı Ordusu'nun çekilmesini fırsat bilen Avusturyalılar, 9 Eylül 1601 tarihinde Kanije
önlerine gelerek kalenin dışarıyla bağlantısını kesmiş ve kaleyi kuşatmıştır. Kanije'yi kuşatan
Avusturya ordusunun mevcudu 35.000 ila 100.000 asker ve 47 büyük toptan oluşmuştur. Bu ordunun
içinde Avusturyalı askerlerden başka İtalyan, İspanyol, Hırvat ve Macar askerlerle Malta Adası'ndan
gelen bazı Saint Jean Şövalyeleri'de yer almıştır. Tiryaki Hasan Paşa'nın emrindeyse 9.000 yeniçeri ile
100 küçük çaplı bulunmaktaydı. Ayrıca kalenin dışarıyla tüm bağlantısı kesilmekle beraber, erzak ve
cephanede son derece kısıtlı düzeydeydi.
Tiryaki Hasan Paşa, kuşatmanın ilk günlerinde sadece tüfek atışı yaptırmıştır. Bu yüzden
kalede top bulunmadığını düşünen Avusturya arşidükü Ferdinand, topyekün bir saldırı emri vermiştir.
Ancak kaledeki topların ateşlenmesiyle ağır kayıplar veren Avusturya ordusu geri çekilmiş ve verdiği
ağır kayıplardan sonra daha saldırgan bir şekilde saldırmaya başlamıştır. Bu şiddetli saldırılara direnen
Tiryaki Hasan Paşa, artık kalenin tek başına silahlarla savunulamayacağını anlamış ve düşman
üzerinde psikolojik baskı yaratmak istemiştir. Bunun için ilk olarak kale dışında ölen askerlerinin
ceplerine kurmaca mektuplar koydurmuştur. İçinde Kanije Kalesi'nin çok uzun süre yetecek erzak ve
cephaneye sahip olduğu, Belgrad'da bulunan Osmanlı Ordusu'nun her an yardıma geleceği yazan bu
mektuplar, kalenin düşürülememesi sebebiyle çok kızgın olan Avusturya arşidükü Ferdinand'ı iyice
sinirlendirmiş ve telaşlandırmıştır. Bunun sonucunda Ferdinand, kaleye yapılan saldırıları daha
sıklaştırmış ve sertleştirmiş, Tiryaki Hasan Paşa'nın kellesini getiren askere "40 köy" vaat etmiştir.
Saldırıların daha sıklaştığı ve sertleştiğini gören Tiryaki Hasan Paşa, kurmaca mektupların
kendi aleyhlerinde olduğunu anlamış ve farklı bir yol denemiştir. Buna göre sanki kalenin içinde her
gün şenlik varmış gibi devamlı Mehter Marşı çalınmıştır. Ancak bu yol, illaki kalenin düşürülmesini
isteyen Avusturya arşidükü Ferdinand'ı daha da saldırganlaştırmıştır.
Kuşatmanın ikinci ayına yaklaşılırken kaledeki cephane ve erzak ciddi bir şekilde azalmıştır. Bu
durum da Tiryaki Hasan Paşa'yı zora sokmuştur. Kalede cephane ve erzak sıkıntısı çekilirken Yüzbaşı
Ahmed Ağa yardıma yetişmiş ve kaleye cephane ile erzak tedarik edilmiştir. Gerekli maddelerin
teminiyle beraber kalede barut imalatı başlatılmış ve üretilen barut 2-3 hafta askerlere yetmiştir. Ama
2-3 hafta sonra bu barut da tükenme noktasına, erzak da ihtiyaçları karşılayamaz hale gelmiştir.
Ayrıca sert bir kışın yaklaşması sebebiyle kalenin bu şekilde savunulması imkânsızdı. Bu yüzden Tiryaki
Hasan Paşa, kalenin kurtarılması için gece baskını (huruç) gerçekleştirmeye karar vermiştir. Eğer bu
baskın başarısız olursa, kalenin daha fazla müdafaa edilmesi imkânsızdı. Nitekim kuşatmanın 73.
gecesi yani 18 Kasım 1601 tarihinde, Tiryaki Hasan Paşa ve kurmayları dâhil Osmanlı kuvvetleri;
Avusturyalılar'a bir gece baskını düzenlemiştir. Osmanlı Ordusu'nun yardıma geldiğini sanan
Ferdinand, çok sayıdaki askeri ve muhafızlarıyla geride imparatorluk armalı 47 büyük top, 14.000
tüfek, 60.000 çadır, 15.000 kazma-kürek, sayısız erzak ve kendi altın tahtı ile otağını bırakarak
kaçmıştır. Bu büyük zaferin ardından Tiryaki Hasan Paşa'ysa Bosna beylerbeyi yapılmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Zitvatoruk Antlaşması (1606)
Aralıklarla süren ve Sultan III. Mehmed'in 22 Aralık 1603 tarihinde vefatıyla yerine geçen oğlu
ve yeni Sultan I. Ahmed döneminde de devam eden savaş, iki tarafa da ağır yükler yüklemesi
sebebiyle 11 Kasım 1606 tarihli Zitvatorok Antlaşması'yla sona erdirilmiştir. Bu antlaşmaya göre Eğri,
Estergon ve Kanije kaleleri Osmanlı Devleti'ne; Yanıkkale ve Komarom kaleleriyse Avusturya'ya
bırakılarak Avusturya'nın bir kereye mahsus olmak üzere Osmanlı Devleti'ne 200.000 altın savaş
tazminatı ödemesine karar verilmiştir. Ayrıca Avusturya'nın; Osmanlı Devleti'ne ödediği yıllık 30.000
altınlık vergi kaldırılmış ve Avusturya arşidükünün, protokolde Osmanlı sadrazamı yerine Osmanlı
padişahıyla denk sayılarak kendisine resmi yazışmalarda "Ceaser" (imparator) şeklinde hitap edilmesi
kararlaştırılmıştır. Avusturya'nın ödediği yıllık verginin kaldırılması ve Avusturya arşidüküyle Osmanlı
padişahının denk sayılmasıyla beraber Osmanlı Devleti, Avusturya'ya karşı Kanuni Sultan Süleyman
döneminde elde ettiği ekonomik ve siyasi üstünlüğünü kaybetmiştir. Bu antlaşma Osmanlı
Devleti'nin, Prut Antlaşması'ndan sonra Duraklama döneminde imzaladığı en karlı antlaşmadır.
I. Ahmed Dönemi (1603-1617)
Osmanlı-İran Harpleri (1603-1618)
1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı
Nasuh Paşa Antlaşması
Serav Antlaşması
Osmanlı Devleti ile İran'daki Safevî Devleti; 1578 ile 1590 yılları arasında 12 yıl savaşmışlar ve
savaş Osmanlı galibiyetiyle sona ermiş, ardından da Ferhat Paşa Antlaşması imzalanmıştır. Bu
antlaşmayla beraber Dağıstan, Azerbaycan, Gürcistan, Revan, Karabağ, Şirvan, Tebriz ve Luristan
Osmanlı Devleti'ne bırakılmış, bu antlaşmayla Osmanlı Devleti doğudaki en geniş sınırlarına
ulaşmıştır.
Ferhat Paşa Antlaşması'nın çok ağır şartlarını, Safevî Devleti için kabul edilemez gören Şah
Abbas; bu antlaşmanın ardından oluşan barış döneminde ciddi savaş hazırlıkları yapmıştır. Osmanlı
Devleti'nin, batıda Avusturya ile olan savaşlar ve kendi içindeki Celali isyanları sebebiyle sıkıntılı
olmasını değerlendiren Şah Abbas, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmek için fırsat kollamaya
başlamıştır. Nitekim 1585 yılından beri Osmanlı toprağı olan Tebriz'deki gelişmeler, Şah Abbas'a bu
fırsatı vermiştir.
Ezbend Muharebesi (1603)
Osmanlı Devleti batıda Avusturya'yla süren savaşlar ve Anadolu'daki Celali isyanları sebebiyle
ekonomik açıdan zor duruma düşmüş, doğudaki eyalet askerlerinin maaşlarını ödemekte sıkıntı
yaşamıştır. Bunu bahane denen askerlerde bölgedeki kaleleri yağmalamaya başlamıştır. Bu
yağmalama hareketlerinden nasibini alan Selmas Kalesi komutanı Gazi Bey, yağmacı askerlere karşı
Safevî hükümdarı Şah Abbas'tan yardım istemiştir. Şah Abbas; Gazi Bey'e "Han" unvanıyla beraber
kavuk, kılıç ve kemer yollamıştır. Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa'ysa; bunu bir ihanet olarak
görmüş ve Gazi Bey'i cezalandırmak için Tebriz'de zayıf bir garnizon bırakarak Nahçivan ve Ahıska
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
valilerinin komutasındaki birlikleri yanına almış, ardından da Karnıyarık Kalesi'ne kaçmış olan Gazi
Bey'in üzerine yürümüştür. Karnıyarık Kalesi zapt edilse de Gazi Bey kaçmayı başarmış ve İran'ın
İsfahan kentinde bulunan Şah Abbas'a sığınmıştır.
Bunun üzerine Şah Abbas; 15 Ağustos 1603 tarihinde savaş hazırlıklarına başlamış ve
kendisine sığınan Gazi Bey'i koruma bahanesiyle Eylül 1603'te Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmiştir.
Komutanlarından Allahverdi Han'a Bağdat şehri üzerine hareket etme talimatı veren Şah Abbas, 14
Eylül 1603 tarihinde İsfahan'dan harekete geçmiştir. Buradan kuzeydeki Kaşan şehrine ulaşan Şah
Abbas, Mazenderan bölgesini saldıracağı şeklinde yalan haberler duyurtmuştur. Ardından Erdebil
valisi Zülfikar Han ve Kazvin valisi Emirgûne Han'a, kendisine katılma talimatı vermesiyle Şah Abbas'ın
hedefinin Tebriz olduğu anlaşılmıştır. Nihavend'i direnişsiz olarak ele geçiren Safevî ordusu, buradan
hareket ederek 26 Eylül'de Tebriz önlerine gelmiş ve 1585 yılından beri Osmanlı kontrolünde olan
şehri kuşatmıştır. Bu esnada Tebriz beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa ve seçkin birlikler, şehir dışında
bulunmaktaydı. Ali Paşa, şehirde bıraktığı az sayıdaki kuvvetin komutasını da oğluna vermişti.
Safevî ordusunun kuşatmaya geldiğini öğrenen Şii Tebriz halkı, Şiilik'i simgeleyen başlıklarını
takmışlardır. Halkın coşkusunu gören şehirdeki Osmanlı askerleriyse kalede toplanmıştır. İlk başta
şehri kuşatanları yağmacılar sanan kale komutanı Zincirkıran Ali Paşa'nın oğlu, babasına yağmacıların
şehri kuşattığına dair bir haber göndermiştir. Daha sonra şehri kuşatanın Şah Abbas olduğunu anlayan
kale komutanı, babasına iki ulak daha göndererek durumu iletmiş ve yardım istemiştir. Bunu öğrenen
ve Karnıyarık Kalesi'nin zaptından dönmekte olan Zincirkıran Ali Paşa, derhal Tebriz'e yönelmiştir.
26 Eylül tarihinde Tebriz'i kuşatan Şah Abbas; kuşatma sürerken kendi üzerine gelen Tebriz
beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa'ya doğru harekete geçmiştir. Kaynaklar Ali Paşa'nın 1.500 ila 5.000 kişi
arasında bir kuvvete sahip olduğunu belirtmektedir. Şah Abbas'ın kuvvetleri hakkındaysa tarihçi
Halepli Mustafa Naîmâ Efendi, 15.000 kişilik bir İran kuvveti olduğunu ifade etmiştir.
Osmanlı ve Safevî kuvvetleri, 28 Eylül 1603 tarihinde Tebriz'in kuzeybatısında ve Urmiye
Gölü'nun doğusunda yer alan Sufiyan kasabasının Ezbend mevkiinde karşı karşıya gelmiştir.
Zincirkıran Ali Paşa, sayı azlığının dezavantajını ortadan kaldırmak ve Tebriz'i kurtarmak için kesinlikle
Safevî kuvvetlerinin geriletilmesi gerektiğini düşünerek taarruza geçmiştir. Ancak komutanlardan
Demircioğlu'nun birliği bozguna uğrayıp gerilemeye başlayınca diğer birliklerde bozguna uğramıştır.
Askerlerin önemli bir kısmı ölmüş ve diğerleri de esir düşmek suretiyle Osmanlı kuvvetlerinden
kurtulan olmamıştır. Zincirkıran Ali Paşa ve diğer altı paşa daha esir düşmüş, Nahçivan beylerbeyi
Mahmud Paşa ve Ahıska beylerbeyi Halil Paşa bu savaş esnasında ölmüşlerdir. Nitekim bu savaşla
beraber Osmanlı Devleti'nin, Tebriz'in savunması için tahsis ettiği kuvvetler görevlerini ifa edemeden
bertaraf olmuşlardır. Bu savaşla beraber Safevîler, Osmanlı Devleti'ne karşı yüz yılı aşkın bir süreden
sonra ilk zaferlerini elde etmişlerdir. Ayrıca Zincirkıran Ali Paşa'nın Tebriz şehrine yardım etme girişimi
başarısız olmuştur.
Tebriz Kuşatması (1603)
Şah Abbas, 26 Eylül tarihinde şehri kuşatmıştır. Bu sırada şehrin dışında bulunan Tebriz
beylerbeyi Zincirkıran Ali Paşa ve kuvvetleriyle Şah Abbas arasında 28 Eylül tarihinde Ezbend
Muharebesi gerçekleşmiştir. Bu savaşta Ali Paşa ve kuvvetlerini mağlup eden Şah Abbas, şehrin
dışarıdan yardım almasını engellemiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Şah Abbas; Tebriz'i savunan Osmanlı askerlerine, Osmanlı Devleti'nden aldıkları maaşın iki
katını teklif etmiş ve böylece savunmacılar yavaş yavaş Safevî tarafına geçmeye başlamıştır. Nitekim
az sayıda kalan askerler, 21 Ekim 1603 tarihinde teslim olmuşlardır.
Şii olan ve Azeri Türkleri'nden oluşan halk, 1585-1603 yılları arasındaki 18 yıllık Osmanlı
egemenliğinin acısını çıkarmak için şehri savunan askerleri öldürmüştür. Bu katliamdan en çok Azeri
kızlarıyla evlenmiş olan askerler nasibini almıştır.
Tebriz şehrinin; Osmanlı kuvvetlerinin yenilgiye uğratılarak alınmasıyla beraber Safevîler,
kuruluşlarından yüz yılı aşkın sürede beri Osmanlı Devleti'ne karşı ilk önemli zaferlerini
kazanmışlardır. Ayrıca Tebriz'in, Safevî Devleti'nin kurucusu Şah İsmail'in şahlığını ilan ettiği ve
başkent olarak kullandığı yer olmasından dolayı İran'da büyük bir sevinç yaşanmıştır. Osmanlı
Devleti'nin, Safevîler'in taaruzlarına karşı bölgedeki en müstahkem ve en güçlü şehri olan Tebriz'in
düşmesiyle beraber Şah Abbas, Batı İran'da kaybedilmiş olan tüm toprakları direnişsiz ele geçirmiş ve
Güney Kafkasya'ya dayanmıştır. Ardından Ordubad, Culfa, Maku, Selmas, Hoy, Meraga, Nahçıvan ve
Civanşir kaleleri Şah Abbas tarafından geri alınmıştır. Örneğin bu kalelerden Culfa'da bulunan 100
kişilik Osmanlı garnizonuna karşı kalenin nüfusunu oluşturan Ermeniler isyan etmiş ve askerlerin kesik
başlarıyla kalenin anahtarlarını Şah Abbas'a göndermişlerdir. Nahçıvan'daysa kale duvarlarının
topraktan ve istihkâmların zayıf olmasından dolayı kaledeki zayıf garnizon, Safevî ordusu gelmeden
kaleyi tahliye etmiştir. Böylece Nahçıvan, 26 Ekim 1603 tarihinde savaşsız olarak Safevîler'in eline
geçmiştir.
Osmanlı Devleti, batıda Avusturya'yla savaşırken aynı anda doğuda da Safevîler'le savaşmak
durumunda kalmış ve devlet ilk defa topyekûn olarak çift cephede birden savaşmıştır. Celali
İsyanları'yla beraber savaşılan cephe sayısı fiiliyatta üçe çıkmıştır. Bu yüzden devlet, askeri ve mali
anlamda zor durumda kalmıştır.
Revan Kuşatması (1603-1604)
Ezbend Muharebesi'nin ardından Tebriz şehri, Safevî Devleti tarafından alınmış ve başta
Nahçıvan olmak üzere birçok Azerbaycan kalesi savaşsız olarak Safevîler'in eline geçmiştir. Bu
vakalardan sonra bölgede dağınık bulunan 12.000 Osmanlı askeri, Revan kentine çekilmiştir. Askerler,
şehrin Aras Nehri'ne bakanları dışında tüm surlarını onarmış ve savunmaya hazır hale getirmişlerdir.
Şah Abbas; Revan valisi Şerif Paşa'ya yazdığı mektubunda, Nahçıvan'ın savaşsız alınmasına
atfederek Revan şehrinin, Safevî ordusu tarafından zaptını olmuş bitmiş bir olay olarak göstermiş ve
kışı halen Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan Gence'yle Şirvan'da geçireceğini iddia etmiştir. Şerif
Paşa, bu mektuba cevap vermemekle beraber mektubu İstanbul'a göndermiş ve çevre şehirlerden
destek istemiş ancak hiçbir takviye alamamıştır.
Osmanlı-Lehistan İlişkileri
Osmanlı Devleti'yle Lehistan Krallığı arasındaki ilk ilişkiler Sultan II. Murad döneminde
gerçekleşmiş, Fatih Sultan Mehmet döneminde Kırım'ın fethiyle iki devlet sınır komşusu olmuştur.
Osmanlı Devleti'yle Lehistan arasınde genellikle iyi ilişkiler kurulmuştur. Lehistan Krallığı 1575-1587
yılları arasında Osmanlı himayesi altında kalmış, 1587 yılında Osmanlı Devleti'nin Lehistan'ı himayesi
son bulmuştur.
sinavbankasi.net | Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Sultan I. Ahmed döneminde; Lehistan'ın Eflak, Boğdan ve Erdel'e saldırmasıyla OsmanlıLehistan ilişkileri bozulmuştur. Nitekim Bosna beylerbeyi İskender Paşa'nın, Eflak ve Boğdan
kuvvetleriyle beraber harekete geçmesi üzerine Lehistan barış istemiştir (1617). Yapılan barış
antlaşmasıyla Lehliler; Zaporojya Kazakları'nın, Dinyeper Nehri'nden (diğer adı Özi Nehri) Karadeniz'e
çıkmasına müsaade etmemeyi ve Erdel ile Boğdan'a müdahale etmemeyi, Osmanlı Devleti'de Tatarlar
üzerine akın yaptırmamayı taahhüt etmiştir.
Sultan I. Ahmed; 22 Kasım 1617 tarihinde başkent İstanbul'da vefat etmiş ve yerine kardeşi I.
Mustafa geçmiştir.
I. Mustafa Dönemi (İlk Saltanatı 1617-1618, İkinci Saltanatı 1622-1623)
III. Mehmed'in oğlu olan Sultan I. Mustafa; kardeşi I. Ahmed'in 22 Kasım 1617 tarihinde
vefatıyla sultan olmuştur. Böylece Osman Gazi'den bu yana Osmanlı padişahlığı ilk defa babadan oğla
değil kardeşten kardeşe geçmiştir. Sultan I. Mustafa, iki defa tahta çıkmıştır. İlk saltanatı 3 ay 10 gün
sürmüş, akıl sağlığı bozuk olduğu için annesi onun sorumluluklarını her ne kadar üstlense de devlet
adamları ve ulemanın kararıyla 26 Şubat 1618 tarihinde tahttan indirilmiş ve yerine II. Osman tahta
çıkarılmıştır. Genç Osman adıyla tanınan II. Osman 1622 yılında, ortadan kaldırmak istediği
Yeniçeriler'in çıkardığı isyandan sonra Sadrazam Kara Davut Paşa'nın emriyle Yedikule Zindanları'nda
husyeleri sıkılarak feci bir şekilde öldürülmüştür. Bundan dolayı Mayıs 1622'de kendisi tekrar tahta
çıkarılmıştır.
Genç Osman'ın öldürülmesi, büyük karışıklıklara sebep olmuş ve Sultan I. Mustafa, Kara Davut
Paşa'yı sadrazamlıktan azletmiştir. Buna rağmen İstanbul'daki karışıklıklar ve başta Erzurum
beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa'nın çıkardığı başta olmak üzere Anadolu'daki isyanlar durmamıştır.
Bundan dolayı akıl sağlığı bozuk olan I. Mustafa'nın, devleti idare edebilecek kudrette olmadığı ve
devlet işlerinden anlayan bir padişahın gerekliliği kesinleşmiştir. Nitekim devlet erkânı ve Şeyhülislam
Zekeriyazade Yahya Efendi, I. Ahmed'in oğlu IV. Murad'ın yeni sultan yapılmasına karar vermiştir. I.
Mustafa'nın yerine, I. Ahmed'in oğlu IV. Murad çıkarılmıştır çünkü akıl sağlığı bozuk olan I. Mustafa;
hiçbir kadınla evlenememiş ve evladı olmamıştır.
İkinci saltanatı bir buçuk yıl süren I. Mustafa, 10 Eylül 1623 tarihinde Şeyhülislam
Zekeriyazade Yahya Efendi'nin bir fetvasıyla tahttan indirilmiş ve yerine 11 yaşındaki yeğeni IV. Murad
yeni padişah yapılmıştır. Tahttan indirildikten sonra Topkapı Sarayı'nda bir odaya kapatılmış ve 16 yıl
daha yaşamıştır. 20 Ocak 1639 günü sarayda ani bir şekilde vefat etmiş ve Ayasofya Camii'nin, Roma
İmparatorluğu döneminde vaftizhanesi olarak kullanılan metruk binaya defnedilmiştir. Birçok kaynak
kendisinin akıl sağlığının bozuk olduğunu belirtmiş ve kendisi "Deli" lakabıyla anılmıştır. Ancak bazı
kaynaklarsa onun akıl sağlığının bozuk olmadığını belirtirler. Tarihçi Halepli Mustafa Naîmâ Efendi, I.
Mustafa için "Padişah-ı Edhem-meşreb" demiştir.
Gerileme Dönemi (1699-1792)
Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699)
başlayarak, Yaş Antlaşması'na kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemin sonlarına doğru, Osmanlı
Devleti'ne Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" denmeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı
Devleti, büyük oranda toprak kayıpları yaşamıştır. Bu dönemde Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları’yla
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik,
kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.
Osmanlı, 1710 yılında İsveç'in Osmanlı'ya sığınması ve yine onun ısrarı üzerine, Rusya'ya savaş
açtı. 1711 yılında Osmanlı, Rusya'yı Prut Savaşı'nda yendi. Bu zafer, Osmanlı'nın Kutsal ittifak
Savaşları'nda kaybettiği yerleri geri alma ümidi vermiştir. Pasarofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlı
Lâle Devri'ne girdi. 1718-1730 yılları arasında Lale Devri.
1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı
Küçük Kaynarca Antlaşması
III. Selim, Nizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Ancak bir isyan sonucu bu ordu dağıldı. III. Selim
Avrupa usulünde askeri kuvvet yetiştirilmek istemiş; bu amaça bağlı olarak ulemanın çağdışı
düşüncesine karşı, ulemanın nüfuzunun kırldığı, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ticaret,
ziraat, teknik ve sanayide yaptığı ilerlemelere ortak etmek için gelişen yenilik hareketlerinin bütünü,
genel anlamda Nizam-ı Cedid kurulan düzenli orduya verilen isim. 1796 yılında Fransa'dan konuyla
ilgili olarak top, humbara dökümcüsü, top kundağı ve tüfenkçi işçileri gelmişti. Yeniçeri ocağının
çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu ortadan kaldırılmıştır.
Dağılma Dönemi (1792-1918)
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması (1812)
Bu yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa'da tutunmayı ve
eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağını anlayınca
elindeki toprakları koruma politikası izlemeye başlamıştır.
Modernleşme ve Birinci Meşrutiyet (1827–1878)
Gazi Halife, Sultan III. Selim,Selīm-i sālis Han
1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı. Bu olaya "Vaka-i Hayriye" (Hayırlı Olay) dendi.
Sırp İsyanları
Yunan İsyanı
Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve
yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır. Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki
çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını uzun süre korumuştur.
Gülhane Hatt-ı Şerif-î 3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat Fermanı, Osmanlı-Türk tarihinde
demokratikleşmenin ilk somut adımıdır. Sultan Abdülmecid döneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa
Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle "Gülhane Hatt-ı Şerif-î"
(Padişah Yazısı) veya "Tanzimât-ı Hayriye" (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Bu fermânla devlet
kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı ve Edirne Antlaşması (1829)
Mehmet Ali Paşa İsyanı
Tanzimat Fermanı (1839)
Kırım Savaşı (1853-1856)
Birinci Meşrutiyet
93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı). Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması
(1878)
Dömeke Savaşı (1897 Osmanlı-Yunan Savaşı)
Dağılmayı önlemek için Osmanlı devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış ise
de, Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda
da dağılmaktan kurtulamamıştır.
Trablusgarp Savaşı (1911-1912)
Balkan Savaşları (1912-1913)
I. Dünya Savaşı (1914-1918)
Çanakkale Savaşı (1915-1916)
Saltanatın Kaldırılması (1922)
Yıkılma Süreci, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurulması (1918-1923)
Devlet yapısı
Osmanlı İmparatorluğu var olduğundan beri mutlak monarşi ile yönetilirdi. Sultan hiyerarşik
Osmanlı sisteminde ve siyasi, askeri, hukuki, sosyal ve çeşitli başlıklarda en üstteydi. Teorik olarak
sadece Allah'a ve yerine getirmesi gereken Allah’ın yasaları (İslam’daki şeriat)'na sorumluydu. Onun
ilahi görevi İran-İslam başlıklarına yansıtılan "Allah’ın yeryüzündeki gölgesi" (zill Allah fi’l-âlem) ve
"yeryüzünün halifesi" (halife-i ru-yi zemin) olmaktı. Tüm devlet dairesi onun hükmündeydi ve verdiği
her karar ferman adı verilen kararnamede yayımlanırdı. Başkomutandı ve tüm yurttaki resmi
unvanıydı. 1453'te İstanbul'un Fethi’nden sonra kendilerini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak
görürlerdi bu nedenle ara sıra Kayser ve İmparator unvanını kullanırlardı. 1517’de Mısır’ın Fethi'nden
sonra I. Selim, halife unvanını da benimsedi. Böylece evrensel Müslüman hükümdarı olduğunu iddia
etti. Yakın zamanlarda Osmanlı hükümdarları tahta çıkmada Avrupa hükümdarlarının taç giyme
törenine eşdeğer olarak Osman’ın Kılıcı ile kuşatılırdı. Kuşatılmayan sultanın çocukları verasete uygun
değildi.
Teoride ve ilkelerde teokratik ve salt olmasına rağmen, uygulamada padişah’ın yetkileri
sınırlıydı. Siyasi kararlarda hanedanın önemli üyelerinin görüş ve tutumlarını dikkate alırdı, bürokratik
ve askeri kuruluşlarda aynı zamanda dini liderlerdi. 17. yüzyıldan bu yana, imparatorluk uzun süren
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
durgunluk dönemine girdi, bu dönemde sultanlar çok güçsüzleştiler. Birçoğu güçlü Yeniçeri Ocağı
tarafından tahttan indirildi. Tahta geçmesi yasaklı olmasına rağmen Harem-özellikle hükümdarın
annesi (Valide Sultan olarak da bilinir)- sahne arkası önemli politik rollerde kadınlar saltanatı dönemi
boyunca etkili oldu.
Sultanların azalan güçleri ilk sultanların ve sonrakilerin saltanat uzunluklarının farklılığından
dolayı kanıtlandı. I. Süleyman, imparatorluğu 16. yüzyılda doruk noktasına çıkaran, 46 yıllık saltanatı
olan, Osmanlı tarihinin en uzunuydu. V. Murat, 19. yüzyıl gerileme dönemine hükmeden, kayıtlardaki
en kısa saltanattı: saltanatı sadece 93 gün sürdü. Parlamenter monarşi, V. Murat'ın varisi II.
Abdülhamit zamanında resmileşti. 2009'dan beri Osmanlı hanedanının reisi Abdülmecit’in büyük
torunu Bayezid Osman’dır.
Divan-ı Humayun
Osmanlı Devleti kurulduğunda bir divan vardı ve belli başlı üyeleri bulunmaktaydı. Bunlar:
Padişah, Sadrazam, Vezir-i Azam, Rumeli ve Anadolu Kazasker'leri, Defterdar, Şeyhülislam, Kaptan-ı
Derya ve Nişancı idi.
Fatih Sultan Mehmet'ten sonra Vezir-i Azamların görüşlerini daha rahat söylemesi için
padişahlar toplantıları arka tarafta bir bölümden izlemiş, divana Vezir-i Azam başkanlık yapmıştır. Bu
meclis Osmanlı Devleti'nin yönetiminde Padişaha yardımcı olurdu.
Vezir-i Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü
taşırdı.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı.
Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine
bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı
görevini yaparlardı.
Defterdar: Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye
işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü.
Nişancı: Tapu, kadastro, fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini
yürütürdü.
Şeyhülislam: Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu
karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi. Şeyhülislam, divan aslî üyesi değildi, gerekli görülen
konularda çağrılır ve fikri alınırdı.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan
toplantılarına katılırdı. Kaptan-ı Derya da aslî üye değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri
sorulurdu.
Divan-ı Hümayun II. Mahmud döneminde kaldırılarak yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kuruldu.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
İdari bölümler
Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk idarî birimler olarak sancaklara bölünmüştü. Çoğu sancak,
sancak beyi tarafından yönetilmekteydi. Bir kısmı ise şehzadeler ve onların lalaları tarafından
yönetilmekteydi. Sancaklar da kazalardan ve nahiyelerden oluşmaktaydı. Ülkenin genişlemesiyle,
sancakların birleşimiyle oluşacak olan beylerbeyliği kuruldu. İlk kurulan beylerbeyliği, Rumeli
Beylerbeyliği'dir. 16. yüzyıldan itibaren, beylerbeyliği kelimesi yerine eyalet kelimesi kullanılmaya
başlandı. Eyaletler sâlyâneli (yıllıklı) ve sâlyânesiz (yıllıksız) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Sâlyânesiz
eyaletler Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üç dirlik arazisine bölünmüştü. Tımar dirliğinde, ordunun
uzun süre ordusunun ana gücü olan Tımarlı Sipahiler yetiştirilmişti. Sâlyâneli eyaletler, genellikle
devletin doğrudan kontrol edemediği, merkeze uzak eyaletlerdi. Bu eyaletler dirliğe ayrılmazdı;
vergilerini doğrudan para olarak merkeze gönderirlerdi. Burada daimi Yeniçeri garnizonları olurdu.
19. yüzyılda eyalet yapısı değişmeye başladı. 1864 yılında eyalet sistemi tamamiyle yıkılarak,
yerine vilayet sistemi getirildi. Bu sistem, cumhuriyet dönemindeki idarî bölünüşün temelini attı.
Hukuk
Kanun-ı Esasi Osmanlı'nın ilk anayasasıdır.
Devlet, varlığı süresince birçok hukuk düzenini sentezlemiş ve Osmanlı hukukunu
oluşturmuştur. Kanun, genellikle laik bir düzene sahiptir. Ancak Şer'i, dini hukukla da uyumluydu.
Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen
konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki birçok unsurun adalet
anlayışına cevap veriliyordu. Beşeri ve Örfi hukuk olmak üzere iki tür hukuk vardır. Beşeri hukuk
kanunlar çerçevesinde oluşan hukuk sistemidir. Örfi hukuk ise İslam dininin esasları üzerine
kuruluydu.
Ordu
Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri
teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.
Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.
Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde
adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.
Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa
ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve
müsellem isimleriyle muvazzaf asker ve süvari kuvveti kuruldu.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Kara kuvvetleri
Osmanlı-Yunan Savaşı (1897) sırasında piyadeler, Hücum(1897), Fausto Zonaro
Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır.
Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu Ocağı, Eyalet Askerleri ve
Akıncılardır.
Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin daimi ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı
olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından
önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu.
Eyalet Askerleri, devletin Tımar'a ayrılmış bölgelerinde yetişmiş askerlerdi. Kapıkulu Askerleri
gibi barış zamanında da askerlik yapmazlardı. Sadece savaş sırasında askerlik yaparlardı.
Donanma
Osmanlı imparatorluğunun deniz kuvvetleri olan Donanmayı Hümayun, XIV. yüzyılda kuruldu.
Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Karamürsel Bey komutasında ilk
donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı. 1327 yılında
Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları
başladı. Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı),
Karamürsel Bey oldu. 1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan
Rumeli'ye geçişin önü açıldı. Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak
da İstanbul oldu.
Preveze Deniz Muharebesi(1538)
İstanbul'un fethinde II. Mehmed, donanmadan yararlandı. Karadeniz'de ve Akdeniz'de etkisi
artan Osmanlı donanması, Mısır seferinde Osmanlı kuvvetlerine lojistik destek sağladı. 1538 yılında
Preveze Deniz Muharebesi kazanıldı. Bundan sonra Cerbe Deniz Muharebesi de kazanıldı, Malta
kuşatıldı ancak bir şey elde edilemedi. Osmanlı donanmasını büyütmek için birçok tersane kuruldu,
ihtiyaç duyulan malzemeler Kocaeli'den, Biga'dan, Samsun'dan, Kastamonu'dan ve Aydın'dan
getiriliyordu. Kaptan-ı Deryalara gelenek olarak Cezayir beylerbeyliği verilirdi. Tersane-i Amire'nin
bulunduğu Kasımpaşa'nın inzibat sorumlusu donanma idi. Gelibolu, Akdeniz adaları ve İzmir'in bazı
yerleri Osmanlı kaptanlarına dirlik olarak verilirdi.
16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda Portekiz Krallığı'na karşı Hadım Süleyman Paşa ve Piri Reis
komutasında seferler düzenlendiyse de, Portekiz donanması üstün geldi ve Piri Reis idam edildi.
İnebahtı Savaşı'ndan sonra ağır kayıplar veren Osmanlı donanması, kayıplarını telafi etmeyi başardı.
Osmanlı İmparatorluğu, duraklama döneminden itibaren deniz ticaretinde Avrupalı devletlerden geri
kaldı. XVIII. Yüzyılda Mezomorto Hüseyin Paşa'nın girişimleri ile donanmada reform yapıldı. Fakat
denizlerde ciddi bir üstünlük sağlanamadı. 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın Kaptan-ı derya
olmasıyla Bahriye Mektebi açıldı, burada modern eğitim verilmeye başlandı ve 1776 yılında Tersane-i
Amire'nin yakınlarında ikinci Bahriye Mektebi olarak Hendesehane-i Bahri açıldı. 19. Yüzyıl'da Osmanlı
İmparatorluğu, Fransa'nın Mısır Seferi'nde İngiliz donanmasından yardım aldı. Bundan sonra III.
Selim'in reformlarını devam ettiren II. Mahmut devrinde donanma, 1827 yılında Navarin'de imha
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
edildi. II. Mahmut döneminde ABD'li mühendislerin yardımlarıyla reformlar devam etti, Osmanlı
tersanelerine modern deniz sanayi girdi ve dönemin en büyük savaş gemisi unvanını elinde tutan
Mahmudiye de o dönemde denize indirildi. II. Mahmut'un ölümünden sonra bu mühendisler
İstanbul'u terk etmek zorunda bırakıldı, tahta çıkan Abdülmecit döneminde, 1840 yılında Bahriye
meclisi kuruldu ve modern donanma çalışmaları devam etti. İlk denizcilik şirketi Şirket-i Hayriye de bu
dönemde kurulmuştu. Abdülaziz döneminde ise, 1867 yılında Bahriye Nazırlığı kuruldu. Abdülaziz
döneminde devam eden reformlar ile yabancı ülkelerden çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı.
1878'den itibaren II. Abdülhamit'in güvensizliği sonucu donanma, Haliç'te terk edildi ve denize
açılmadı.1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Osmanlı donanması kendini gösteremedi, 1909 yılında
Donanma Cemiyeti'nin çabaları ile modern donanma çalışmaları halkın bağışlarıyla devam etti. Bu
cemiyetin çabaları ile çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı, Alman subaylardan oluşan bir
heyet ile reform çalışmaları canlandı. Trablusgarp Savaşı'nda ve Balkan Savaşları'nda Osmanlı
donanması etkinlik gösterdi, fakat I. Dünya Savaşı'nda Ege Denizi'nde sınırlı faaliyet göstermek
zorunda kaldı, Çanakkale Deniz Savaşları'nda başarılı oldu. Donanma, I. Dünya Savaşı'nın ardından,
Marmara Denizi'nde İtilaf kuvvetlerinin kontrolü altına girdi.
Hava kuvvetleri
Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından 1909'da ilk adım atılan Osmanlı askerî
havacılığı, resmi olarak 1 Haziran 1911 tarihinde Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. Şubesi
bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temellerini
Fransa’dan satın alınan biri 25, biri de 50 beygirlik iki uçak oluşturmuştur.1912 yılında ise başlayan
Balkan Savaşlarında, Deperdussin, Bleriot, Harlan ve Mars tipi uçaklarla Osmanlı tayyare bölükleri
kendini mümkün olduğunca göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda, müttefik olunan Almanya'dan
gizlice getirilen uçaklar ve düşmandan ele geçirilen uçaklar kullanıldı. Savaşın pek çok döneminde
hava harekâtı yetersizliklerden ötürü kısıtlandı, ancak yine de kayda değer uçuşlar yapıldı.
Toplum yapısı
Toplum asker ve reaya olmak üzere iki farklı tabakadan oluşmaktaydı. Asker dışındaki halk,
"reaya", devlete vergi ödemekteydi. Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla
ayrılmıştı. Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmi görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem
ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı. Halk ise Müslüman ve Müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu.
Gayri Müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman
toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam
tarzlarını koruma imkânı vardı. Toplumu yönetenler ve yönetilenler olarak, art zamanlı şekilde, iki
sınıfa ayırmak mümkündür. Sınıflar arası geçiş yasak değildir, ancak sınırlı tutulmuştur.
Araplar
Osmanlı'da Araplara ise 'kutsal soy' anlamına gelen Nim Seyyid dendiği bazı tarihçiler
tarafından rivayet edilir. Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliğin ele geçmesinden sonra Araplara
büyük bir ilgiyle yakınlık duyulmuştur. İslam Peygamberi’nin Arap olması nedeniyle Arap kavmine
''Kavm-i Necip'', Araplara ise 'Nesl-i Necip'' denilmiştir. Bu söylenişer Türkçe karşılığı Asil kavim olrak
adlandırılmıştır. Bazı osmanları paşaları'nın arap olması ve bazı osmanlı padişahlarının ise araplara
olan sevgi ve güveni sonsuzdu. Ama I. Dünya Savaşında, Arap halkın Suriye, Irak, Ürdün, Yemen'de
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
İngilizlerle beraber osmanlı devletine savaş açması hem Araplara olan güveni yitirmiş ve
''Ümmetçilik'' politikası Araplarca yok edilmiştir.
Ermeniler
Osmanlı'da Ermeniler, Sadık-ı millet yani güvenilir millet olarak adlandırılıyordu. Osmanlı'da
azınlık bir millet görevindeydi. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlıcılık anlayışıyla Ermenilere
Patrik kurabilmelerine izin vermiştir. Fakat I. Dünya Savaşı ve Milliyetçilik akımından dolayı Ruslarında
desteğini alarak bir grup çete kurulmuş. Bu çeteler Anadolu'da yaşayan Türkleri bir gecede
öldürtmüş, Erzurum’da Ahır içine Türkleri koyarak 49 Türkü yakarak öldürtmesi, Iğdır, Kars, Van, Muş,
Bitlis, Ağrı'da Türk köylerine baskın yaparak buradaki Türklere de çeşitli muamelelerle öldürtmüştür.
Osmanlı kaynaklarına göre 1910-1922 yılları arasında 523,000 Türkün Ermeniler tarafından bilerek ve
kastedilerek öldürüldüğünü belirtmektedir. Hüdavendigar Onur'a göre, 1914-1918 yılları arasındaki
olaylarda, Ermeni çetecileriyle sayısı 2,5 ile 3 milyon arasında değişen Müslüman, Türk ve Kürt nüfus
hayatını kaybetmiştir. Fransa Dışişleri Bakanlığı'ndan Rusya'nın Paris büyükelçiliğine gönderilen 14
Mayıs 1915 tarihli yazıda 14 Mayıs 1915 Van İsyanı sırasında bölgede yaklaşık 6000 Müslüman’ın
Ermeniler tarafından katledildiği kaynaklarda belirtilmektedir.
Ekonomi
Son padişaha kadar bütün Osmanlı paralarının üzerinde Kostantiniye ibaresi kullanılmıştır.
Kurtuluş Savaşı'nda Yunanların bunu ilk Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin yerine Yunan Kralı I.
Konstantin'i kastederek kullanmaları üzerine kullanılmasından vazgeçilmiştir.
Osmanlıda merkezi otoritenin her yerde etkin olmasını sağlayan, devlet hazinesinden para
harcanmadan asker yetiştirilen ve toprağın işlenmesini de sağlarken en uç beylere kadar güvenliği
taşıyabilen bir sistem vardı. Buna Tımar sistemi deniyordu. Reayaya verilen toprakları 3 yıl
bekletmeksizin işlemesi ve kazancından bir kısmıyla da tımarlı sipahileri yetiştirmesi gerekiyordu.
Böylece devlet hazinesi de azalmıyor, üstüne üstlük her an savaşa hazır asker yetişmiş oluyordu.
Osmanlıda ki bir başka yapı da taşraydı. Başkent dışındaki her yer taşra olarak
isimlendiriliyordu.
Osmanlı Bankası
Osmanlı’da ilk para gümüş olarak Orhan Gazi tarafından bastırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet
döneminde ise ilk altın para bastırılmıştır. Osmanlı’da banka 19 yüzyıldan sonra veya Tanzimat
Fermanından sonra ise Osmanlı'da banka sayıları artmıştır. İstanbul Bankası 1847’de Osmanlı
döneminde kurulan ilk banka olarak faaliyet vermiştir. Osmanlı'nın çiftçiler için kurduğu banka Ziraat
Bankasıdır. Ziraat Bankası 19. yüzyıl'ın ilk yarısında kurulmuştur. Osmanlı’da ilk kâğıt para uygulaması
''Kaime'' 1840 yılında bastırılmıştır. Daha sonra Tanzimat döneminin padişahları Abdülaziz ve II.
Abdülhamit Han döneminde bankacılık faaliyetleri hızlanmıştır. II. Meşrutiyetin etkisi ile özellikle 1908
yılından sonra milli bankacılık akımı git gide önemli bir konuma gelmiş ve hız kazanmıştır. I. Dünya
Savaşı’nın etkisi ulusal bankacılığın gelişimini de hızlandırmıştır. 1911-1923 yılları arasında milli
sermaye ile kurulan banka sayısı 21 tane olmuştur.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler
Osmanlı'nın uluslararası ilişkileri kuruluşundan itibaren yoğun bir çaba gerektirmiştir. Türk
egemenlik sahasının bir uç beyliği olarak yabancı unsurlarla sürekli irtibat halindedir. Klasik dönemde
üç kıtaya yayılmış bir devlet olarak dış ilişkilerinde gelişme gösterme mecburiyeti görülmüştür. Beylik
dönemlerinde diplomasi kurumsal bir hal almamıştır. Uzmanlaşmış birimler yoktur. Diplomatik
görevleri nişancı yürütmektedir. 1453'te İstanbul'un fethi ile bütün Akdeniz havzası ile düzenli
diplomatik ilişkilerin başladığı söylenebilir. J.C. Hurewitz, İstanbul’un fethedildiği ve akabinde ikamet
elçilerinin kabul edildiği 1453’den, imparatorluğun yıkıldığı 1923’e kadar süren dönemdeki
diplomasiyi dört dönemde inceler.
Bunlar:
1- 1453’den 1699’a, Karlofça Antlaşmasının imzalanmasına kadar süren dönem.
2- 1699’dan 1793’e, ilk ikamet elçiliğinin açıldığı ve böylece sürekli diplomasiye geçilmesine
kadar süren dönem.
3- 1793’den 1821’e, ikamet elçiliklerinin çalışmalarına ara vermesine kadar süren dönem.
4- İkamet elçiliklerinin yeniden açıldığı 19. yüzyıl ortalarından, 1923'te cumhuriyetin ilanına
kadar süren dönemdir.
Demografi
Osmanlı Devleti'nin beş yüz yıllık varlığının çoğunda toplam vatandaş sayısı kesin verilere
dayanmamıştır. 1881'deki sayıma kadar nüfus bilgileri vergi mükelleflerinin genel nüfusa
oranlanmasıyla belirlenmekteydi. Vergiden hariç bir yöntem de hanelerin sayılması idi. Her evde 5
hane halkının bulunmasına dayalı bir varsayım yapılabilmekteydi. Varsayımlara dayalı nüfus
tahminlerine göre: 1520'de Osmanlı İmparatorluğu'nda 11.692.480 kişi yaşamaktaydı. 1683'te
30.000.000, 1856'da 35.350.000 nüfus olduğu düşünülmektedir. İlk resmi sayım 1881–1893 arasında
10 yıl süren bir çalışmayla yapılmıştır. İlk defa bu sayım: vergi, askerlik ya da herhangi bir amaçla
değil; demografik bilgi elde etmek için yapılmıştır. Nüfus: Müslüman, Yunan(Makedonlar, Anadolu
Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dâhil), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler,
Protestanlar, Latinler, Asurlular, Çingeneler gibi etnik, dini ve cinsel kategorilerde belirlenmiştir. Bu
sayımda 17.388.604 olan nüfus, 1919 sayımında 14.629.000 kişi olarak belirlenmiştir.
Dil
Devletin resmi dili Türkçedir. Uluslararası yazışmalar Türkçedir. Yerel yönetimlerde ise Türkçe
ve bölgenin yerel dili resmi işlerde yürürlükte olan dildir. Bu diller Arapça, Arnavutça, Berberice,
Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Gürcüce, Hemşince, Hırvatça, Kürtçe, Lazca, Macarca,
Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça ve birçok yerel dildir. Merkezi ilgilendiren konularda Türkçe, yereli
ilgilendiren konularda yerel dil kullanılmıştır. Bilim dili olarak Türkçe ve Arapça kullanılmıştır. Edebiyat
dili olarak Türkçe ve Farsça kullanılmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Din
Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler"
olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları da bulunmaktaydı. Hıristiyanlığın
Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu
inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
Buna karşılık millet sistemine dâhil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı
bulunmuyordu.
İslam
Şeyh-ül İslam İslam dini için en yüksek memurdur.
Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir.
Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslam peygamberi Muhammed'in ölümünden sonra
makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami
bir toplumu veya İslam Devleti'ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.
Halifelik daha çok Müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî
kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği
Şiîlikteki ya da Alevilikteki İmametten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik
taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa
ümmetin biatı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak
yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.
Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ileri gelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi
ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10.
yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel
hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri
haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı
yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan
Selim'in Memluklara son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na
geçen halifelik, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla fiilen hilafetin olmamasına
rağmen resmen halifeliğin varisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince
halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır.
Musevilik ve Hıristiyanlık
İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin
mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen
hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hıristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen
kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler,
kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Misyonerlik faaliyetleri
1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı
Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli
başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon
anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili
olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere
odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu
okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara
göndermişlerdir.
Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma
Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya halklarına yönelik
bir çalışmadır.
Ulaşım ve haberleşme
Ulaşım aracı sanayi emperyalizmine kadar deve ve yelkenli gemidir. Ulaşım teknolojisinin
ilkelliği nedeniyle büyük şehirler 19. yüzyıl ortalarına kadar zaruri maddelerin temininde de­vamlı
sıkıntı çektiler. Bu konuda değişmeler tarımda, ulaşımda başlayan yavaş çağdaşlaşma ile paralel gitti.
Gelişmiş taşıma araçları(araba gibi) kullanılmadığından inşaatta da hafif ve niteliksiz gereçler
kullanılmıştır. 16. yüzyılda İstanbul'a gelen Alman seyyah Schweigger: "Evleri ağaç ve kerpiçtendir.
Buna rağmen bizdeki bina­lar kadar pahalıya mal oluyor." demiştir. Osmanlı coğrafyasının genişliği ve
bakım için gerekli emtianın sağlanamaması atlı ulaşımdansa, devenin tercih edilmesine neden
olmuştur. 19. yüzyıla dek de ulaşım ve haberleşme organik güce dayanmıştır. Haberleşme ve posta
örgütleri, daha sonra telgraf döşenen yerler hariç at, deve; dağlık yerlerde de yaya ulaklar
kullanıyordu. Menzil teşkilatı da denen bu örgüt ulak ya da tatar adı verilen memurlara sahipti.
Tatarlardan oluşan bir haberleşme örgütü bu dönemin en etkin kurumudur. Tatarlarının görevi,
devletle ordu arasındaki haberleşmeyi sağlamaktır. Bu teşkilat II. Mahmud döneminde (1808-1839)
kaldırılarak yerine menzil teşkilatı kurulmuştur. I.Abdülhamit döneminde ise tatarlar bir disipline
bağlanarak Tatarân ocağı oluşturulmuştur. Posta tatarlarıyla haberleşme 1840 yılına kadar sürmüş ve
sivil postacılığa kadar Osmanlı'da haberleşmenin ana ögesi olmuştur. İlk Posta Teşkilatı 23 Ekim 1840
tarihinde Abdülmecid tarafından Nezaret isminde kurulmuştur. 1840-1842 yılları arasında ilk Posta
Nazırlığını Ahmet Şükrü Bey yürütmüştür. Posta Nezareti kurulduktan önemli merkezlerde postaneler
açılmıştır. İlk postane İstanbul’da Yeni Cami avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmıştır. 16 Kasım
1840 tarihinde de I.Posta Kanunu ilan edilmiştir.
Ulaşım ve haberleşmede devrim niteliğindeki iki gelişme: Telgraf ve demiryolu merkezi
idareyi de güçlendirmiştir. Özellikle telgraf Avrupa devletlerine paralel bir gelişme göstermiş, telgraf
ve posta personeli iyi yetiştirilmiştir. Haberleşme imkânları Osmanlı İmparatorluğu'nun ve sonra da
Cumhuriyetin ülke üzerindeki süratli kontrolünü, sağlayan müesseselerin başında gelir. Demiryolu,
idarenin umut bağladığı, fakat mali kriz yaratan ve dış borçlanmayı arttıran bir araç oldu. Muhtelif
ulusların şirketleri tarafından döşendiklerinden, demiryolu hatları Anadolu kıtasında birbirlerini
tamamlayan bir ağ meydana getiremediler ve daha döşendiklerinden itibaren gerileyen bir teknoloji
ile kurulan bu demiryolu ağı asrımıza bir problem olarak devredildi. Demiryolları, özellikle 19. yüzyılın
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
son çeyreğinde bir yandan zirai hâsılayı arttıran, Anadolu kıtasına muhacirlerin iskânını kolaylaştıran
ve asayişin kurulmasına yardımcı olan bir araçtır.
Eğitim
İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese Osmanlılar döneminde de eğitimin temel
kurumu olmuş, Osmanlı'ya uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden
sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği sebebiyle sadece
Müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir. II. Mahmud dönemine kadar İslami
teşkilatlanma söz konusudur. Bu dönemde batı tarzı kurumlar oluşturulmadan önce, memur
yetiştirmek amacıyla: Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla sıbyan
mektepleri ve medreseler kurulmuş idi. İlk medrese 1331'de kurulan İznik Orhaniyesi'dir. II. Mehmed
tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye
müsait ilimleri öğretmiştir. Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından
çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür. II. Mehmet'in
yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve I. Süleyman döneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı
eğitim sisteminin II. Mahmut'a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerine
İslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır. II. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye'yi kurarak
askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur.
Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye
çalışıldığı bir dönem olmuştur. Daha sonra Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve
sonradan kurulacak Darülfünun'a öğrenci yetiştirilmiştir. Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan
Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez isim ve yer değiştirmiş, ilgi ve imkân eksikliği nedeniyle
amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933'te İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.
Kültür
Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam
kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişlerdi. Anadolu'ya yerleştikten
sonra başta Yunan, Ermeni ve Yahudi olmak üzere yerli halkların kültürleriyle bir ölçüde kaynaştılar.
Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıktı. Özellikle İmparatorluk haline geldikten sonra
diğer kültürlerle değişim süreklilik kazandı.
Edebiyat
Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı Devleti'nin
başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça ve Farsça'dan geniş bir çeviri hareketi
gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan
oldu. Garibnâme (1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli
Aşık Paşa, İlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350)
mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı.
Hüsrev ü Şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname
(1387) mesnevisinin sahibi Şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403)
mesnevilerinin sahibi Ahmedi, Divan 'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet Dai,
Hüsrev ü Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi, Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu
dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları,
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçeye aktarıldı. Yine bu örneklere
dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan
Türkçenin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe
sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen
yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat için Danişmentname
'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan
Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır. Ahmedi'nin kardeşi
Hamzavi'nin Yine aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk
diliyle yazılmış yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i
mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil
kalesi cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.
Halk Edebiyatı
Halk edebiyatı üreticisi bilinmeyen anonim ve telif eserlerden oluşan aşık edebiyatı olarak
ikiye ayrılır. Anonim ürünlerde nazım şeklinde mani, türkü, ağıt ve ninni bulunurken, düz yazı şeklinde
halk hikâyesi, fıkra, deyim, atasözü, destan bulunur. Aşık edebiyatı 16. yüzyıldan itibaren olgunlaşmış,
7,8 ve 11'li hece ölçüsü ile koşma, güzelleme, koçaklama, ağıt, semai, varsağı ve destan gibi ürünler
verilmiştir. Saz ile şiir söyleyen ve usta-çırak ilişkisi ile yetişen aşık halk edebiyatı günümüzde de süren
bir gelenek oluşturmuştur. Köroğlu, Karacaoğlan, Aşık Ömer, Kayıkçı Kul Mustafa, Erzurumlu Emrah,
Seyrani, Dadaloğlu bazı önemli aşıklardır. Halk edebiyatı içerisinde değerlendirilen tasavvuf
edebiyatında ise Hacı Bayram, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi mutasavvıflar ilahi,
nefes, deme gibi ürünler vermiştir.
Divan Edebiyatı Yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, klasik edebiyat olarak da anılan
divan edebiyatı, İslamiyet sonrası Türk edebiyatının saray odaklı çevresidir. Osmanlı Devleti'nde 14.
yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ürün verilmeye devam edilmiştir. Arap ve Fars başta olmak üzere
çevredeki kültürlerden ve mazmunlarından çokça etkilenmiştir. Fiiller Türkçe olmasına rağmen,
isimlerde ve tamlamalarda Arapça- Farsça sözcükler tercih edilmiştir. Tamlamalarla yüklü, süslü, ağır
bir dili vardır. Ancak Osmanlı'dan önce klasik edebiyatın Farsça ve Arapça olması nedeniyle Türkçenin
inkişaf ettiği bir dönem olarak da düşünülebilir. Divan edebiyatının konuları soyuttur. Aşk, din,
tasavvuf gibi başlıca konularda içerikten çok biçime önem verilmiştir. Toplumsal sorunlara değil,
sanatlı söyleyişe dikkat edilmiştir. Divan edebiyatı şiir ağırlıklıdır; ancak nesir ürünleri de verilmiştir.
Başlıca nazım biçimleri gazel, kaside, mesnevi, müstezat sayılabilir.
Mimari
Erken dönem mimarisinde, yapılar ağırlıklı olarak İznik, Bursa ve Edirne şehirlerinde yer aldı.
Yapılar daha çok Bizans mimarisi ve Selçuklu mimarisi etkilerini taşısa da, bu dönemde bir sonraki
döneme dayanak oluşturacak fikirlerin ilk uygulamaları gerçekleşti. Bu uygulamalardan birisi,
yapılarda kubbe kullanılması pratiğidir. Yıldırım Beyazid tarafından Anadolu Hisarı, Fatih Sultan
Mehmet tarafından ise Rumelihisarı yaptırılmıştır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
İstanbul'un Fethi'den itibaren, mimari eserler İstanbul'da yoğunlaşmaya başladı. Bu dönemde
daha çok yüksek ve görkemli yapılar inşa edildi. Bu yapılar daha çok dinî yapılar ve kamu binalarıydı.
Lâle Devri'yle beraber, batılılaşmanın etkisiyle batılı tarzda binalar yapılmaya başlandı. Bu
dönemde Boğaz kıyısına köşk yapma modası ortaya çıktı. En önemli eserlerinden olanlar ise Topkapı
Sarayı, Yeşil Camii, Yeşil Türbe, Sultanahmet Camii bunlar sadece birkaçıdır. Yavuz Sultan Selim gittiği
seferlerde ne zaman ona bir kişi yardım etse o da oralarda çeşme veya kervansaray yaptırırdı.
Tanzimat fermanından sonra Haliç’e köprü kuruldu, atlı tramvay, Şirket-i Hayriye açılmıştır.
Külliyelerden bağımsız ilk hastane hizmet vermeye başladı. Bu dönemin en önemli camileri
Nuruosmaniye Camii, Dolmabahçe Camii, Aksaray Valide Camii ve Nusretiye Camiidir.
Bursa Üslûbu veya Erken Devir (1335-1501)
İznik ve Bursa gibi şehirlerde yapılan binalardan, İstanbul'da Beyazıt Camii'nin inşasına kadar
olan zamanı içine alan Osmanlı mimari dönemini ele alan devirdir. Bu üslûptaki binalar, Türkistan ve
Selçuk binalarını andıran ve Selçuklularda devam eden mimari sanatlarıdır. Türbeler, daha önce Türk
kültüründe kare veya çok köşeli plan yaygın olarak kullanılmış, konik külahın yerini kubbe alarak
kültürde değişiklik yaratmıştır.
Klasik Üslûp veya Yüksek Devir (1501-1703)
Üç Şerefeli veya Beyazıt Camisi'nin inşasından, Sultan III. Ahmet zamanına kadar olan döneme
denir. Camiler ve medreselerde kubbeler kasnak üzerine oturtulmuş, mukarnaslı ve baklava dilimli
sütunlar kullanılmıştır. Minareler daha uyumlu bir şekil almış ve cümle kapıları Büyük Selçuklu ve
Anadolu Selçuklulardaki gibi, iki tarafı oyuk hücreli büyük taç kapılarla süslenmiştir. Türbe
mimarisinde, bu dönemde de, kare veya çok köşeli, kubbeli planlar yaygındır. Özellikle büyük
Selahattin külliyelerinin medreseleri, bu dönemde daha yaygındır. Dönemin medrese mimarisi Mimar
Sinan’dır.
Lâle Üslûbu, Barok Üslûbu ve Ampir Üslûp (1501-1921)
Lale devrinde, devrin çiçek merakı, mimariye de etki etmiş, mimari şekiller ve hatlarda çiçekli
desenler kullanılmıştır. Ayrıca bu dönemde çeşme yapıtları değişmiş ve yaptırılan çeşmeler tarihi eser
halini almıştır buna örnek Sultan III. Ahmet Çeşmesi'dir. Barok Üslubunda ise, Lâle motifleri terk
edilerek sanata Barok bir üslûp hakim oldu. Fakat bu üslûp Batıya tarz barokdan farklıydı. Türk
mimarları bu üslûbu kendi düşüncelerine göre yorumlamışlardı. Ampir üslubuna geldiğimizde ise
Ampir üslubu batı da kullanılan ampir'den çok farklıydı. Osmanlı ampiri sadece gerekli yerlerde
kullanmıştır. Buna örneğin, Ortaköy Camii, Dolmabahçe Sarayı, Barok ve Ampir karışımı bir mimari
eserle yapılmıştır.
Görsel sanatlar
İnsan ve hayvan figürlerinden ziyade doğa ve geometrik desenlerin tasvirine önem veren
İslam kültürü, Türk İslam hat sanatının gelişmesinde etkin olmuştur. Bununla beraber özellikle iç
süslemede kullanılan çini fayanslar, farklı desenler ve renklerle bir sanata dönüşmüştür. Saray'da
arşivleme görevi gören minyatürler, Selçuklunun Fars tarzından geçmiş ve geliştirilmiştir. Ayrıca
Osmanlılarda ''Katmacılık'' denilen bir görsel sanat türü vardı. Bu sanat türü tahta, taş veya madenin
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
bazı kısımlarını oyarak, gümüş, sedef, altın gibi başka tür maddeden yuvalar şeklindeki oyuklara
parçalar gömmek suretiyle yapılan Osmanlı süslemesine denir. Osmanlılarda hat sanatı denilen
sanatta Arapça harfler kullanılarak Camii, Medrese ve yurtlarda gibi ibadet yerlerinde İslam dinin
kutsal kitabı olan Kuran'a daha yakınlaşmayı hedef göstermiştir. En ünlü Osmanlı hat sanatçıları
Amasyalı Şeyh Hamdullah, Afyon Karahisarlı Ahmet, Hafız Osman, Kazasker Mustafa İzzet ve Mustafa
Rakım Efendi’dir. Hat sanatında bu kişiler altı çeşit yazı kullanmışlardır.
Sahne sanatları
Sahne sanatları tiyatro, sinema, gölge oyunu gibi sahnede icra edilen sanat türlerini kapsar.
18. yüzyıla kadar Kukla, Meddahlık, Karagöz ve Hacivat ve Ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatrosu
olarak adlandırılan sahne sanatları egemendir. 18. yüzyılda başlayan batılılaşma çabaları ile çağdaş
anlamdaki tiyatro, opera ve daha sonra sinema sergilenmeye başlanmıştır. Batılı sahne sanatları Yirmi
sekiz Mehmet Çelebi gibi aydınların batıdaki sahne sanatlarını tasviri ile edebiyata giriş yapar. Batılı
sanatlar ilk dönemlerinde padişah himayesindedir. Abdülmecit Beyoğlu'nda Avrupalıların oynadığı
operaların Türk gençlerine de öğretilmesi için Giuseppe Donizetti'yi görevlendirir. Padişahlar arasında
opera ve sinemayla yakından ilgilenen II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı'nda İtalyan kumpanyalar ağırlar,
sarayda sinema etkinlikleri düzenletir. Tanzimat Dönemi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı
değerlerle etkileşimi artırır. İbrahim Şinasi yerli imgeler taşıyan ilk özgün eser Şair Evlenmesi(1860)'ni
yazar. Güllü Agop ilk yerli tiyatro topluluğunu kurar. II. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ile gittikçe artan
oranda batılı sahne sanatları Türk edebiyatına ve kültür hayatına girmiştir. Osmanlı'da Tanzimat
Dönemi'nden önceki sanatları ihtiva eden Geleneksel Türk Tiyatrosu yazılı metne dayanmaz.
Geleneksel sahne sanatlarında şarkı, dans, söz oyunları oyun yapısı içerinde büyük öneme sahiptir.
Karakterden çok tiplemeye yer verilmesi, açık biçim, göstermeci özellikler içermesi, taklit, doğaçlama
ve güldürü, dans gibi öğeler içermesi geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerindendir.
Tek kişi tarafından oynanan bir halk tiyatrosudur. Bunlar halk arasında dilden dile dolaşan
veya yazılı edebiyattan alınma hikâyeleri taklit ederek türlü jest ve mimiklerle anlatmaya denir.
Bunun en iyi örneği Karagöz ve Hacivat'tır. Karagöz'ün gerçek ismi Kambur Bâli Çelebi, Hacivat'ın ise
Halil Hacı İvaz'dır. Karagöz ile Hacivat zamanında Bursa'da Orhan Gazi döneminde yaşamış iki samimi
arkadaşlardı. Bu iki samimi arkadaş Orhan Gazi'nin Bursa’da yaptırdığı Ulucami inşaatında, Karagöz
demirci ustası, Hacivat ise duvarcı ustası olarak görev yapmaktaydı. Bunlar görev yaparken inşaatta
çalışanları güldürmesi işleri yavaşlatırmış. Orhan Gazi bunların her ikisini de idam ettirmiş. Fakat
ilerde inşaatın yavaş ilerlemesinin Karagöz ve Hacivattan kaynaklanmadığı ortaya çıktığında Orhan
Gazi pişman olur. Daha sonra çok pişman olan padişahı teselli etmek istiyen Şeyh Küşterî başından
beyaz sarığını çıkarıp germiş ve arkasına bir ışık yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve
Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş. O perde oyunundan sonra bu
Türk kültüründe geleneksel bir hale gelmiştir. Ama bazı trihçilere göre Ulucamii Orhan Gazi tarafından
değil, Yıldırım Beyazıd döneminde yapılmış ve bu söylentinin gerçek olmadığını ifade ederler.
Mutfak
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Osmanlı mutfağı başkent İstanbul'da ve bölgesel başkentlerde tüm halkın hoşuna giden,
kültürlerin erime potasıyla oluşan ortak bir mutfaktır. Bu farklılıklarla dolu mutfak imparatorluğun
belli bölgelerinden getirilen aşçıbaşıların İmparatorluk Sarayı'nın mutfaklarında farklı malzemeleri
denemesi ve yeni tatlar yaratması ile mükemmelleşti.
Osmanlı Sarayı'nın mutfak kreasyonları Ramazan etkinlikleri sayesinde ve Paşa Yalılarında
pişirilmesiyle nüfusun geri kalanına yayıldı. Bugün, Osmanlı mutfağı Türkiye'de, Balkanlarda ve Orta
Doğuda yaşar, "bir zamanlar Osmanlı yaşam tarzında olan ortak varisler ve onların mutfakları bu
gerçeğin delilleridir".
Bilim ve teknoloji
Osmanlı tarihi boyunca, Osmanlılar diğer kültürlerden çevrilen elyazması kitaplar ile geniş bir
kütüphane koleksiyonu oluşturmayı başardı. Yerli ve yabancı el yazmaları arzusunun büyük bir kısmı
15. yüzyılda geldi. II. Mehmed Trabzonlu Yunan bilim adamı Georgios Amirutzes'e Batlamyus'un
coğrafya kitabını tercüme ettirdi ve Osmanlı eğitim kurumları için kullanılabilir hale getirtti. Başka bir
örnek ise aslen Semerkandlı gökbilimci, matematikçi ve fizikçi olan Ali Kuşçu; iki medresede
profesördü ve İstanbul'da sadece ölümünden önceki 2 ya da 3 yılını yaşamasına rağmen yazıları ve
öğrencilerinin faaliyetleri sonucu Osmanlı çevrelerini etkiledi.
1577'de Takiyüddin 1580'e kadar astronomik gözlem yapacağı Takiyüddin'in Rasathanesini
kurdu. Güneş yörüngesinin dışmerkezliğini ve apsis'in yıllık hareketini hesapladı. Rasathanesi 1580'de
yıkıldı.
1660'da Osmanlı bilim adamı Tezkireci Köse İbrahim Efendi Noël Duret'in 1637'de yazdığı
Fransızca astronomik çalışmasını Arapçaya çevirdi.
Şerafeddin Sabuncuoğlu ilk cerrahi atlas yazarı ve İslam tıbbının son büyüğü. Çalışmaları
büyük ölçüde Ebû'l-Kasım Zehrâvi'nin El-Tasrif'ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik
getirdi. Kadın cerrahlar da ilk defa resimlendirilmiştir
Dakika ölçen ilk saat örneği Osmanlı saatçisi Meşhur Şeyh Dede tarafından 1702'de yapıldı.
Spor
Osmanlı'nın uğraştığı başlıca sporlar arasında güreş, avcılık, kemankeşlik (ok atıcılığı), binicilik,
cirit, bilek güreşi ve yüzme bulunmaktaydı. XIX. yüzyıl sonlarında İstanbul'da yaygınlaşmaya başlayan
futbol maçları ile birlikte, Avrupa modelinde spor kulüpleri kuruldu. Bunların başlıcaları kuruluş tarihi
sıralamasıyla BJK (1903), Galatasaray (1905) ve Fenerbahçe (1907) olmuştur. Köy gençleri, genellikle,
belirledikleri bir taşı kaldırarak, kollarını güçlendirmeye çalışırlardı. İki kişi, ağırlık kaldırma rekabetine
girecekleri zaman, bir sığır sürüsü arasına yürürler ve en besili olanı, önce birisi omuzlarına alarak,
kaldırır, sonra da, öteki, aynı hareketi yapardı. Daha sonra, ağırlığı fazla olan, bir sığır aranırdı,
içlerinden biri, pes edene kadar bu çekişme sürer giderdi. Türkiye'de şuan her yıl Edirne'de yağlı
güreşler oynanmaktadır. Bu güreşler Osmanlı döneminden kalma yaklaşık 650 yıllık bir gelenek haline
dönüşmüştür.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Türklerde Osmanlı güreş tekkelerin en çok daha erken dönemlerde “Pi-Yung” adı verilen bir
teşkilatlanma vardı. Burada askeri becerileri geliştirmek için çok yönlü ve çak amaçlı sportif eğitimler
veriliyordu. Güreş Tekkeleri kurulmuş ve burada pehlivancılar yetiştirilmiştir o zamandan bu yana
halen daha birçok kişinin anısının üzerine pehlivan güreşleri yapılmaktadır.
sinavbankasi.net
| Bu sayfa hazırlanırken tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu adresinden faydalanılmıştır.
Download