Önyargıyı ve Ayrımcılığı Azaltmak Melek Göregenli Özet Giriş Yasal Sistemin Dönüştürülmesi Ayrımcı Dilin ve Medyanın Dönüştürülmesi Önyargının ve Ayrımcılığın Önlenmesinde İlişki Hipotezi Kaynakça Özet Önyargı ve ayrımcılığı önlemek, öncelikle bu toplumsal olguların nedenlerini oluşturan zihinsel ve toplumsal yapıları dönüştürmekle mümkündür. Bu bölümde ilk olarak önyargıları azaltma yönünde gerçekleştirilebilecek toplumsal dönüşümler üzerinde durulacak, daha sonra önyargı ve ayrımcılığın ortaya çıkmasında etkili olan zihinsel faktörler ele alınarak, bu konuda önerilen teorik modeller tanıtılacaktır. 2 ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org Giriş Önyargının azaltılmasına yönelik önlem alabilmek ve buna ilişkin bir kavramsal çerçeve oluşturabilmek için öncelikle önyargı ve ayrımcılığı ortaya çıkaran zihinsel ve toplumsal arka planın anlaşılması gerekir. Önyargı ve ayrımcılığın nedenleri çok boyutludur. Bunlar kabaca zihinsel nedenler ve toplumsal nedenler şeklinde gruplanabilir. Önyargı ve ayrımcılığı azaltmak için alınacak önlemler de bu iki boyutta düşünülmelidir. Önyargıların oluşmasında etkili olan bireysel faktörleri anlayabilmek için, genetik ve evrimsel öncülleri savunan görüşlerden, kişiliğin ve tutumların etkisini vurgulayan görüşlere kadar çok sayıda yaklaşıma bakmak gerekir. Toplumsal yapı, gruplararası ilişkilerde geçerli olan kalıpyargılar, normlar, yasalar, kurumsal işleyişe ilişkin düzenlemeler ve baskın grupların ‘diğerleri’ üzerinde güçlerini korumalarını sağlayan diğer tüm mekanizmalar önyargı ve ayrımcılığın ortaya çıkmasında etkili olan toplumsal etkenler arasında sıralanabilir. Ayrıca, medyanın toplum üzerindeki etkisi, eğitim sistemi, çalışma hayatının genel işleyişinde toplumu oluşturan farklı gruplara yönelik tutumlar ve genel olarak bir toplumda çoğunluğa uyma (konformite), çoğunluk yönünde davranma ve itaat etme süreçlerinin, önyargının ve ayrımcılığın azaltılmasında olumlu ya da olumsuz payları vardır. Önyargı ve ayrımcılığın azaltılması için yapılacak çalışmalarda, bu faktörlerin tümünün aralarındaki ilişkinin fark edilmesi ve önlemlerin bu kademelerde ayrı ayrı planlanması önemlidir. Yasal sistemdeki kimi değişiklikler, hâkim ve dezavantajlı grup üyelerinin ‘toplumu oluşturan farklı grupların eşit statüde olduğu’na ilişkin yeni algılar ve tutumlar oluşturmalarını sağlayabilir ve gruplararası çatışmaya temel oluşturan ayrımcı tutumları azaltabilir. Yasal Sistemin Dönüştürülmesi Yasaların uygulanması bağlamında toplumu oluşturan gruplara eşit davranılmaması ayrımcılığı pekiştirirken, neyin yasal olup olmadığına ilişkin belirsizlik yaratma da ayrımcılığı ve hak ihlallerini yaygınlaştırmaktadır. Örneğin Hristiyan içerikli yayın yapan radyolar misyonerlikle suçlanmakta ve bu radyoların çalışmaları engellenmektedir. Oysa ülkemizde, bu konuda hiçbir yasal tanımlama ve kısıtlama bulunmamaktadır. Ayrıca var olan yasalar, RTÜK vb. araçlar yoluyla denetimi mümkün kılmaktadır. Bir başka çarpıcı örnek de, LGBTT örgütlenmelerini engelleme konusunda yasaların yanlı uygulanışıyla ilgilidir. Eşcinsellerin hak talepleri için dernek kurma girişimleri ‘genel ahlaka ve kurallara’ aykırı oldukları gerekçesiyle engellenmeye çalışıl- ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org 3 maktadır. Yasalar konusunda belirsizlik yaratarak keyfi uygulamaları mümkün ve meşru kılmak da bir başka ayrımcılık uygulamasıdır. Kimlik talepleri konusunda neyin dile getirilip getirilmeyeceği belirsizdir; dini referansların hangi durumda ve hangi çerçevede laikliğe aykırı bir suç oluşturabileceği belirsizdir; başörtüyle girilemeyecek olan kamusal mekânların sınırları belirsizdir; Ermeni sorunuyla ilgili düşünceler ifade edilirken hangi tümcelerin, hangi nitelemelerin yasal olmadığı belirsizdir; kiliselere ya da evlerdeki ibadethanelere giden yurttaşların hangi yasal gerekçelerle izlendikleri, fişlendikleri, ailelerine yanlış bilgiler verilerek özel hayatlarına müdahale edildiğinin yasal arka planı belirsizdir; temel yaşam ve iş kaynakları hiç göz önüne alınmayan ve sürece hiç dâhil edilmeyen Romanların yaşadıkları bölgelerin, hangi yasal çerçevelerde öncelikle ele alındığı belirsizdir. Travesti ve transseksüellerin çalıştırılmamaları, eğitim hakkından yoksun bırakılmaları, kentlerin belirli bölgelerinde ya da sokaklarında dolaşma ve yerleşme haklarının engellenmesi hiçbir yasal zemine dayanmamaktadır. Bununla birlikte, sokakta çalışmaları durumda Kabahatler Kanunu’nu ihlal etmekten ötürü cezai müeyyidelere tabi tutulmaları da hiçbir yasal zemine dayanmamaktadır. Türkiye’de bir topluluğun, bir cemaatin doğrudan ismi kullanılarak, vatandaş olma hakkının yasalarla kısıtlanmasına ve böylelikle ayrımcılığın yasal hale getirilmesine örnek olarak, 1934 yılında çıkarılan ve 19 Ekim 2008’de yürürlükten kaldırılan 2510 sayılı İskan Kanunu’ndan söz etmek gerekir. Bu yasayla Çingeneler, vatan hainleri, casuslar, anarşistler, yurt dışına çıkarılmışlar vb. gruplarla birlikte, ‘vatandaş olamayacaklar’ arasında sayılıyordu. Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelebilecek Çingenelerin, Türkiye’ye geçişini engellemek için çıkarılmış bu yasa gerçekte uygulanmamış olsa da, yakın zamanlara kadar yürürlükte kalmış olması bakımından önemli bir örnek oluşturmaktadır. Uzun mücadeleler sonucunda elde edilen, sakatlara yönelik kimi yasal haklar hiç uygulanmamakta ya da kısmen uygulanmakta –örneğin, sakat işçi çalıştırma zorunluluğu– ve uygun yasal düzenlemeler gerçekleştirilmemektedir. Bir başka çarpıcı örnek de TCK’da yer alan 301. madde’dir. Bu madde, Türkiye’de Türkler dışındaki etnik grupların ‘eşit yurttaşlar’ olduklarına ilişkin temel anayasal vurguyu zedelemiş ve gruplararası önyargının tüm nedenlerini pekiştirecek bir işlev görmüştür. Ayrıca, etnik gruplar arasındaki eşitsizliklerin dile getirilmesinde önemli bir yasal engel oluşturan 301. madde, daha sonra bir nefret cinayetinin hedefi olan Hrant Dink’in, ‘Türklük’ düşmanı ilan edilmesine ve yargılanmasına yasal zemin oluşturmuştur. 4 ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org Bütün bu örnekler, önyargıların ve ayrımcılığın azaltılması için öncelikle yasal sistemin dönüştürülmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Böylece, toplumu oluşturan tüm gruplar, karşısında gerçekten eşit oldukları ve eşit hissettikleri bir yasal sistemin varlığının farkında olacaklar, ayrımcılığın öncelikle kamu otoritesi eliyle uygulanması bu yolla engellenebilecektir. Ayrımcı Dilin ve Medyanın Dönüştürülmesi Ayrımcılığı besleyen sosyal etkiler, yaygın olarak medya, eğitim sistemi ve çalışma hayatının kurallarıyla sağlanır. Kuşkusuz, bu mecralardan en önemlisi medyadır, çünkü medya, eğitim sistemi ve çalışma hayatını biçimlendiren ayrımcı ideolojileri üretir, besler ve yaygınlaştırır. Medyadaki programlarda, gruplararası ilişkilerin daha arkadaşça, eşitlikçi ve kalıpyargıları yaygınlaştırmayacak şekilde ele alınması, medyanın ayrımcılığı azaltma konusunda önemli bir etkiye sahip olmasını sağlayacaktır. Amerika’da eğitim sisteminde yaygın olarak işlenen ‘tolerans öğretimi’ ve okullarda yaygın olarak dağıtılan ‘ırkçılık karşıtı’ propaganda içerikli yayınlar, bu alandaki olumlu örneklerdendir. Bilgi ve enformasyon sağlama tekeli oluşturma konusunda iktidarların giderek güç kazanması ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması her ne kadar alternatif bilgi kanallarını güçlendirse de, yaygın medyanın büyük çoğunluklar üzerindeki etkisini arttırmıştır. Yaygın medyada olayların ele alınma biçimi ayrımcılığı oluşturmakta ve pekiştirmektedir. Ayrımcılığa uğrayan grupların yaşadığı yasal hak ihlallerine ilişkin yanlış bilgiler verilmektedir. Örneğin, sakatlarla ilgili yapılan yasal düzenlemeler konusunda büyük ilerlemeler kaydedildiğine ilişkin enformasyon yanıltıcıdır ve genellikle ayrımcılığa uğrayan grupların medyada yer bulup doğru enformasyonu sağlamaları mümkün olamamaktadır. Medyada haberlerin işlenişi sorunludur: Ayrımcılığa uğrayan grubun uğradığı haksızlığı, ayrımcılığı gizleyen ve sorumluluğu ayrımcılığa uğrayanlara yükleyen bir anlayış söz konusudur. Ayrımcılığın bir başka biçimi olan görünmez kılmak, yok saymak, medyada hiç yer vermemek ile ortaya çıkmaktadır. Hayatın sadece bazı büyük kentlerin merkezlerinde geçen bir olgu olarak ele alınması, zaten kentlerin periferik bölgelerine itilmiş dezavantajlı grupları dışlamakta ve bu grupların ‘gündem’e gelmeleri ancak kriminal çerçevede gerçekleşmektedir. Bunun sonucunda yoksulluk, giderek ayrımcılığın tüm biçimlerini ağırlaştıran, başlı başına bir ayrımcılık alanı haline gelmiştir. Düşünmenin en dolaysız aracısı olarak dil, insanların zihniyet yapılarının oluşmasında, kendileriyle doğrudan ilişkili olan ya da olmayan tüm ol- ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org 5 gular hakkında fikir, kanaat ve davranış geliştirmelerinde kullanılan en önemli araçlardan biridir. İnsanlar, dünyayı kategorize etme, bu gruplandırma içinde kendilerini bir yerde konumlandırma, ‘ben ve öteki’, ‘biz ve onlar’ vb. ayrım yapma süreçlerini öncelikle ‘dil’le gerçekleştirir. Dil, kişisel olarak öğrenilen, fakat toplumsal olarak inşa edilen bir iletişim aracıdır. Dolayısıyla ayrımcılık, çok sık ifade edildiği gibi, önce dilde başlar ve eğer bir gün dünya üzerinde ayrımcılıktan söz edilmeyecekse, o gün kullandığımız dil bugünkünden çok farklı olacaktır. Geleneksel ve yeni biçimleriyle medya, toplumsal gruplar arasındaki iletişim sırasında kullanılan dilin ideolojisinin oluşturulmasında en etkili mecralardan biridir. Ayrımcılık, öncelikle hiyerarşik bir toplum örgütlenmesine dayanır ve bu hiyerarşinin hem yukarıda hem de aşağıda olanlar açısından meşrulaştırılabilmesi için ayrımcı bir dile ihtiyaç duyulur. Hiyerarşiyi meşrulaştırmaya yönelik dil, hayatın içinde ayrımcılık yaşantılarının doğallaşması oranında sıradanlaşır ve yaygınlaşır. Gerek farklı medya ve iletişim kanallarında haber ve olguların ele alınışına ilişkin seçicilik yoluyla gerekse kullanılan dil yoluyla, ayrımcılığa uğrayan gruplara yönelik kalıpyargı ve önyargılar oluşturulur ve pekiştirilir. Ayrımcılığa uğrayan grupların üyelerinin uğradıkları ayrımcılık sonucunda yaşadıkları mağduriyet, gerçeğin çarpıtılması ve kullanılan dilin de etkisiyle önemsizleştirilir; mağduriyet, mağdurun hak ettiği doğal bir sonuç gibi sunulur; böylelikle mağdur değersizleştirilir. Bu nedenle, medyada kullanılan dilin eşitlikçi ve ayrımcılığa karşı bir anlayışla biçimlendirilmesi, ayrımcılıkla mücadelenin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. Medyadan ve yasal alandan verilen örnekler normatif toplumsal etkiyi resimlerken, yani toplumda önyargıyı besleyen normları değiştirmeyi hedeflerken, enformasyon vermeye dayalı programlar, önyargı ve ayrımcılığı önleyici yönde bir anlayışı geliştirmeyi hedefler. Eğitim programları genelde enformasyona dayalı olsalar da, öğretmenler ve farklı eğitim kademelerinde rol alanlar normatif standartların oluşmasını sağlayabilir. Eğitim sisteminde ayrımcılığı önleyecek yaklaşımlara örnek olarak, okullarda yapılabilecek kültürlerarası eğitimi, ders kitaplarının ayrımcılığa duyarlı bir anlayışla oluşturulmasını verebiliriz. Ayrımcılığa neden olan toplumsal arka plan kuşkusuz burada tartışılan kadarıyla anlaşılamaz. Dolayısıyla ayrımcılığın önlenmesi için alınması gereken toplumsal önlemler de bu alanlarla sınırlı değildir. Yukarıda sadece bazı alanlar örneklenmiştir. Önyargıyı ve ayrımcılığı besleyen toplumsal ya- 6 ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org pı, zihinsel süreçleri de biçimlendirir. Zihinsel değişimlerse ancak toplumsal dönüşümlerle mümkün olabilir. Aşağıda, ayrımcılıkla mücadelede gerekli zihinsel değişimlerle ilgili yaklaşımlar özetlenecektir. Önyargının ve Ayrımcılığın Önlenmesinde İlişki Hipotezi ‘İlişki hipotezi’ kavramı, gruplararası önyargı ve ayrımcılığı azaltmak için Allport (1954) tarafından ortaya atılmış olan fikirlerin bütününü temsil etmektedir. Bu yaklaşımın temelinde yatan düşünce, gruplararası düşmanlığın, grupların birbirine yabancı ve uzak olmasından kaynaklandığı, uygun şartlar sağlandığında grup üyeleri arasındaki düşmanlığın azalacağı ve daha olumlu tutumların geliştirilebileceğidir. Allport (1954) ayrımcılığın önlenmesi için dört temel şartın olduğunu söylemektedir: 1) Sosyal ve kurumsal destek: Kurumsal destek, toleransın ve farklılığın kabul edilmesiyle ilgili sosyal normların ortaya çıkmasını sağlayabilir. Amerika’da bütünleştirilmiş karma konut projesine ilişkin çalışmalar sosyal normlardaki değişimler ile farklılıkların kabul edilmesine yönelik uygulamalar arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir. Siyahlardan farklı bölgelerde ve ayrı konutlarda yaşayan beyazlara kıyasla, karma konutlarda yaşayan beyazların ırklararası etkileşimle ilgili olan tutumlarının daha olumlu olduğu bulunmuştur. Türkiye açısından düşünüldüğünde, özellikle büyük kentlerde, farklı sosyal ve sınıfsal özelliklere sahip kentli yurttaşların karşılaşmalarını sağlayacak kamusal mekânların yaratılmasının, ayrımcılığın önlenmesinde etkili olacağı söylenebilir. 2) Tanışıklık potansiyeli: Kişiselleşmiş özel bir ilişki, resmi ilişkilere kıyasla, birbirine önyargıyla yaklaşan insanlar arasında yakınlığı arttırabilir ve ayrımcılığı azaltabilir. Öncelikle yakın ilişkiler, kendi içinde ödüllendiricidir: Bir kişiyle yaşanan ilişkiden kaynaklanan olumlu etki, dış grubun bir bütün olarak algılanmasını ve bu grubun da olumlu algılanmasını sağlayabilir. Ayrıca, dış grup üyeleri hakkında yeni ve doğru bilgiler edinmek, olumsuz kalıpyargıları yıkabilir ve bu sayede gruplararası farklılık algısı azalırken benzerlik algısı artabilir. Önyargıyla yaklaşılan farklı bir etnik grup üyesiyle yaşanabilecek olumlu bir ilişki ya da yakınlık, kişinin kendi ile ‘diğeri’ arasındaki benzerlik algısını güçlendirerek ve ‘diğeri’nin ait olduğu grubu olumlu algılanmasını sağlayabilir. 3) Eşit statü: Ayrık gruplar genellikle statü açısından da eşit değildir ve düşük statüdekiler beceri ve yetkinlik açısından çoğunlukla olumsuz kalıp- ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org 7 yargılarla tanımlanır. Toplumsal eşitliğin sağlanması farklı süreçlere bağlı olsa da, düşük statüdeki gruplara ait kişilerin değerlendirilmesinde etkili olan olumsuz kalıpyargıların adaletsiz ve yersiz oldukları konusunda farkındalık oluşturulabilir. 4) İşbirlikçi etkileşim: Sosyal psikoloji literatüründe pek çok araştırma, farklı grupların üyelerinin birbirleriyle rekabete girdikleri durumda, gruplar arasında gerginlik ve düşmanlık duygusunun arttığını göstermiştir; gruplar, bir amaca birlikte yöneldiklerinde ise işbirlikçi ve dayanışmaya dayalı bir ilişki kurulabilmektedir. Toplumu oluşturan farklı grupların ortak bir amaca yönlendirilmeleri, birbirlerini algılamalarını da etkileyecek, önyargı ve ayrımcılığı azaltacaktır. Önyargıyla mücadelede davranışsal yaklaşımlar da kullanılmaktadır (Brewer ve Gaertner 2003). Belirli koşullar altında gruplararası iletişim sağlanarak işbirlikçi öğrenme teknikleri kullanılabilir. Bilişsel yaklaşımlar ise çeşitli mekanizmalar yardımıyla kalıpyargıları ve tutumları değiştirmeyi içerir; grup içindeki rol ve etkinlikleri yeniden tanımlayarak, dış grup üyelerinin bir grup olarak değil de ayrı bireyler olarak algılanmalarını sağlamak bunun bir örneğidir. Korkuya ters düşen bir rol modelin varlığı, sembolik tehditler üzerine kurulmuş olan korkuları yenmemizde etkili olabilmektedir. Örneğin Michael Jordan, hem siyahlar hem beyazlar tarafından oldukça sevilen bir rol modeldir ve Amerika’da siyahlara duyulan korkunun azalmasında önemli payı olmuştur. Bu yaklaşım önyargıyla mücadelede kullanılmaktadır: Kalıpyargılara ters düşen örneklerin toplumda başarılı olabildiği durumlarda, destekleyici eylem programları oldukça etkili zihinsel dönüşümler sağlayabilmektedir. Fakat bu yaklaşımın riskleri de vardır. Azınlıklara ve önyargıyla yaklaşılan gruplara ait başarılı kimseler, çoğunluk tarafından istisna olarak görülebilmektedir; dolayısıyla kalıpyargılar varlıklarını devam ettirebilmektedir. Ayrıca, bir başka sakınca da önyargıyla yaklaşılan gruplara ait insanların sürekli ‘olumlu’ davranışlarda bulunması gerektiği inancının bir başka önyargıyı doğurması ihtimalidir. Planlı olarak, kişisel ayrımcılık tecrübelerinin yaşatılması da interaktif ve deneysel bir yöntem olarak etkilidir. Deneysel çalışmalar yoluyla, azınlık grup üyelerinin her gün karşılaştıkları önyargı ve ayrımcılığa, çoğunluk grup üyelerinin maruz bırakılmaları ve bu deneyimlemeleri sağlanır. Bu yöntemden beklenen sonuç, deneyin sonunda çoğunluk grup üyelerinin azınlıkların yaşantılarıyla daha kolay empati kurabilmeleridir. 8 ayrımcılık: çok boyutlu yaklaşımlar, istanbul bilgi üniversitesi sosyoloji ve eğitim çalışmaları birimi (seçbir), www.secbir.org Sonsöz yerine önyargıyla ve ayrımlıkla mücadelenin, nihai olarak önyargının ve ayrımcılığın olmadığı bir toplum ve dünya tahayyülünü gerektirdiği söylenebilir. Bireysel düzeyde zihinsel dönüşümlerin sağlanması, ancak toplumsal bir niyetlilik ve kamu otoritelerinin siyasal kararlılığıyla mümkündür. Böylece toplumsal ve zihinsel dönüşümler bir arada, birbirini pekiştirerek gerçekleşebilir. Kaynakça Allport, G. W., (1954) The nature of prejudice, Addison-Wesley, Cambridge, MA. Brewer, M. B. ve Gaertner, S. L., (2003) “Toward Reduction of Prejudice: Intergroup Contact and Social Categorization”, R. Brown ve S. L. Gaertner (der.), Blackwell Handbook of Social Psychology, Intergroup Processes, s. 451-472. MELEK GÖREGENLİ Yüksek lisans çalışmalarını Ege Üniversitesi Çevre Psikolojisi alanında yaptı. Çevre psikolojisi, kültürlerarası psikoloji ve politik psikoloji alanlarında çalışmaları, ulusal ve uluslararası düzeyde yayınlanmış çok sayıda kitap ve makaleleri bulunmaktadır. Şiddet ve işkencenin meşrulaştırılmasının sosyal psikolojik arka planını anlamaya yönelik İzmir ve Diyarbakır’da yapılmış alan araştırmalarına dayanan çalışmalarını yayınladı. Son dönemde, muhafazakârlığın sosyal psikolojik dinamikleri üzerine özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecini temel alan çalışmalar sürdürmektedir. Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü Sosyal Psikoloji Anabilim dalında öğretim üyeliğini sürdürmektedir. Bu makale, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Birimi’nin, Global Dialogue, Açık Toplum Vakfı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi desteğiyle yürüttüğü ‘Önyargılar, Kalıpyargılar ve Ayrımcılık: Sosyolojik ve Eğitimsel Perspektifler’ Projesi kapsamında geliştirilmiştir. Bu makale içeriğinin sorumluluğu tamamen yazara ait olup, Global Dialogue, Açık Toplum Vakfı ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin görüşleri şeklinde yansıtılamaz.