Hz. Ayşe ve Hz. Fatma`nın Hayatı, İslam`da

advertisement
Hz. Ayşe ve Hz. Fatma’nın Hayatı, İslam’da Kadının Bilime Katkıları
Hz. Fatma’nın Hayatı
Kimlik Bilgisi
Adı: Fatıma
Künyesi: Ummu Ebiha
Diğer İsimleri: Zehra, Sıddıka, .Mübareke, Tahire, Raziye, Merziyye, Zekiyye, Muhaddise.
Baba Adı: Muhammed (s.a.a)
Anne Adı: Hatice
Doğum Yeri: Mekke
Doğum Tarihi: 20 C. Ahır bisetin 5.yılı
Peygamber'e (s.a.a) Olan Yakınlığı: Kızı
Çocukları: Hasan ibn Ali, Hüseyin ibn Ali, Ümmügülsüm bin Ali, Zeynep bin Ali, Muhsin
bin Ali
Şahadet Yılı:11 Hz. Peygamber'in vefatından 75 gün veya 6 ay sonra
Şahadet Yeri: Medine
Şahadet Sebebi: Ashaptan bazılarının Peygamber'in vefatından sonra Hz. Fatıma'nın evine
saldırmaları ve Onu yaralamaları.
Çocukluk Dönemi
Ehl-i Sünnet âlimleri çoğunlukla o Hazret'in Hz. Resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce
doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde daha çok Hz.
Fatıma'nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemadiyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu
belirtilmiştir. Ebu Basir'in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle
buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemadiyülâhır ayının
yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke'de geçirdi. On
senede Medine'de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş
gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü. “
Resulullah efendimiz “kesmek” manasına gelen Fatıma ismini verdiğinde şöyle buyurmuştu:
“Kızım Fatıma’nın ismi şu manadadır: ‘Allah onun da, onu sevenlerin de cehennemden
alakasını kesmiştir.’”
Hayr-ı Kesir Olması
Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti.
Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın vaadinin kesin olduğunu ve bütün hayırların
kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp
gözleri körleşen düşmanlar Resulullah'ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık
Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da
sönüp gider.” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı
Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol
hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl
ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”
Evet Allah’ın bu vaadi, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları
onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün
âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda
gelmesini takdir eylemişti.
Peygamber'in Yardımcısı
Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulü'nün hamisi olmaya çalışmış, o
küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün
hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur.
Bir gün müşriklerden biri, Resulullah (s.a.a)'ı sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına
bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık
vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini
görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı.
Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle
buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak
ve onlara galip kılacaktır.”
Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli
için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve
uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel
tehlikeye karşı korumuştur.
Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir
grup, Hazret'le dalga geçip alay etmeye başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni
kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in
sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok
üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret'in sırtından alıp uzak
bir yere atarak Hazret'i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük
saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namazını bitirdikten sonra o insanlara
beddua ettiği rivayet edilmiştir.
Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının
yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret'i savunuyor ve babası için
adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının
annesi) lakabını vermişti.
Hz. Fatıma (a.s) hicretten sonra İmam Ali ile evlendi ve Hasan, Hüseyin ve Zeynep adında
çocukları oldu O hazret babasının vefatına kadar Onun yanında ve yakınındaydı. Babası ile
çeşitli savaşlara gitmiş, diğer Müslümanlar gibi ve onlardan daha fazla İslam’ın zaferi için
çalışmıştır. Ama Resulullah (s.a.a)'ın vefatından sonra bazı sahabenin Ehlibeyt'e karşı tutumu
değişmiş kendi çıkarları uğruna O hazrete çeşitli sıkıntılar yaratmışlardır.
İslam Dinindeki Yeri
Enes bin Malik'den, her iki ekolünde (Şia ve Sünni) güvenilir saydığı raviler yoluyla
nakledilen bir hadis şöyledir;
“Alemlerdeki kadınların en iyisi dört tanedir: İmran kızı Meryem, Mezahim kızı Asiye,
Hüveylid kızı Hatice ve Muhammed kızı Fatıma” “Muhammed bu dört kadını âlemlerin en iyi
kadınları olarak saydıktan sonra Fatıma’yı hem dünyada, hem de ahirette diğer üçüne üstün
kılmıştır.”
Muhammed bin İsmail Buhari “Sahih”te ve imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de Ebu Bekir
kızı Ayşe’den Muhammed’in Fatıma’ya şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
“Ey Fatıma! Sana müjdeler olsun, Allah seni âlemdeki kadınların üzerine genel olarak ve
Müslüman kadınlar üzerine de özel olarak seçti ve seni tertemiz kıldı ve İslam en üstün
dindir.”
Buhari ve Müslim Sahih’lerinde, İmam Salebi tefsirinde, İmam Ahmed bin Hanbel
Müsned’de, ( ve diğer bir çok alim) İbn-i Abbas’dan şöyle naklediyor:
“Şura Suresinin 23. ayeti; “De ki: Ben bu tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum;
istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir. Ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa, onun güzelim
mükafatını artırırız.” Nazil olduğunda sahabeler şöyle dediler: “Ya Resulellah! Allah’ın,
sevgisini üzerimize farz kıldığı yakınların kimlerdir?” Resulullah cevaben: “Ali, Fatıma,
Hasan ve Hüseyin’dir.” Buyurdular.”
Mübahele Ayeti’nden “Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip
tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım; sonra karşılıklı
lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.” Sonra,
Nasrani’lere karşı girişilen bu olayda, Muhammed’le birlikte gelenlerin kim olduğunu
sorduğunda, Nasrani bilgini Oskof’a:
““O genç, O’nun damadı ve amcası oğlu Ali bin Ebu Talip’tir, O kadın O’nun kızı Fatıma’dır,
O iki çocuk ise O’nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin’dir”
Ahzab Suresi’nin 33. Ayeti olan “Ancak ve ancak Allah Teala siz Ehli Beyt’ten ricsi (her
çeşit pislik ve kötülüğü) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” Ayetindeki Ehli Beyt’in Ali
bin Ebu Talib, Fatıma Zehra, Hasan bin Ali, ve Hüseyin bin Ali’nin kastedildiği büyük Sünni
alimleri Müslim, Tirmizi, Salebi ve diğer birçoklarınca bildirilmiştir.
Şahadet
Peygamber’in kendinden sonra hayatta kalan tek çocuğu Hz. Fatıma kendisine vurulan
cismi ve ruhi darbelerden ve altı aylık çocuğu Muhsin’i düşürdükten sonra hicri 11.yılda
Peygamber’in vefatından bir rivayete göre 45 gün ve diğer bir rivayete göre 6 ay sonra şehid
olmuştur. Allah’ın, nebilerin, 4alihlerin, şehitlerin ve 4alihlerin selamı O’nun üzerine olsun.
Hz. Fatıma’nın mübarek ömrü 18 sene gibi çok kısa bir süre olmasına rağmen ilimdeki
makamı o dereceye varmıştır ki Kur’an’nın tefsiriyle ilgili buyurukları Hz. Ali (a.s) tarafından
kaleme alınmış, bu yolla meydana gelen kitap Ehl-i Beyt İmamlarının ilmi kaynaklarından
biri olmuştur. Böylece o Hazret sonradan gelen imamlar için bir muallime sayılmaktadır.
Hz. Fatıma (a.s) Medine’de vefat etti ve vasiyeti üzerine geceleyin gizlice defnedildi; bu
yüzden o Hazretin kabrinin yeri şimdiye kadar gizli kalmıştır. Mezarı Medine’de üç
mekandan birindedir: Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanında, Baki mezarlığında, Mescid’unNebi ile Hz. Peygamber’in kabri arasında.
Hz. Ayşe’nin Hayatı
Kimlik Bilgisi
Adı: Ayşe
Baba Adı: Ebu Bekir
Anne Adı:
Doğum Yeri: Mekke
Doğum Tarihi: 612
Şahadet Yılı: 678
Aişe bint Ebu Bekir (Arapça: ‫ )عائ شة ب نت أب ي ب كر‬veya kısaca Aişe (612-678) İslam
peygamberi Muhammed'in eşlerinden biri, halife Ebu Bekir'in kızıdır. Muhammed gibi
Kureyş kabilesindendir. Sünniler tarafından "Müminlerin Annesi" lakabıyla anılır. Aişe,
günümüze ulaşan birçok hadisin kaynağı olarak kabul edilir. Bazı kaynaklarda Hz.Ayşe 6
yaşında iken peygamberimiz ile evlendirildi denmekte ise de bu konuda kesin bir bilgi
bulunmamakta hatta birçok kişi tarafından yalanlanmaktadır.
Hz. Ayşe kimilerine göre İslam’ı kabul eden on dokuzuncu kişidir. Hz. Ayşe,
Peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. Peygamberimiz genç yaşta olan (17-18 yaşlarında:
Hz. Aişe’nin ablası Esma hicrette 27 yaşındaydı. Hz. Aişe ablasından 10 yaş küçük olduğuna
göre onun da hicrette tam 17 yaşında olması gerekir. Ayrıca Hz. Aişe peygamberimizden önce
Cübeyr’le nişanlanmış, daha sonra dini nedenlerle ayrılmışlardı. Demek ki evlenecek çağda
bir kızdı, nişanlanmış, nişan bozulmuş sonra peygamberimizle evlenmiştir.) Hz. Aişe ile
evlenir. Müslüman hanımların sormaya utandığı sorulara cevap vermesi için peygamberimiz
Hz. Aişe ile evlenmiş ve onu öğretmen olarak yetiştirmiştir. Hz. Aişe peygamberimizden
2000 hadis rivayet etmiş, Müslüman kadın ve erkeklere öğretmenlik yapmış, hatta Müslüman
orduların komutanlığını dahi üstlenmiştir.
Hz. Ayşe'nin Evlilik Yaşı
1- "Hz. Muhammed henüz Mekke de iken ve bende oynayan bir çocuk iken: "Onların vadeleri
kıyamettir. Kıyamet ne dehşetli ve ne acıdır!" mealindeki (kamer s. 46) ayet inmişti...(Buhari
1.cilt Telifil Kur’an bahsi) " Bu sure Mekke devrinin birinci döneminde(4. yıl) inmiştir.
Hz.Aişe validemiz bu sure ve ayetleri net olarak hatırladığına göre, olayları ayrıntılarıyla
hatırlayabilmek ve sokakta oynayan bir çocuk olması için en az beş veya altı yaşında (veya
daha büyük) olması gerekir. Kamer suresi Mekke devrinin dördüncü yılında indiğine göre
dördüncü yılda beş-altı yaşında olması gerekmektedir. Ayrıca Kız kardeşi Esma; Kardeşi
Esma Abdullah bin Zübeyir’in annesidir. Esma yüz yaşına kadar yaşamış ve Hicretin 73.
yılında vefat etmiştir. Hz. Aişe validemizden on yaş daha büyüktür. Hz. Ebu Bekir (r.a) kızı
Esma ve oğlu Abdullah Abdul Uzza’nın kızı Kayleden, Hz. Aişe ile Abdurrahman ise Ümm-i
Rümandan doğmuşlardır. Hz. Esma yüz yaşında ve hicri 73. yılda öldüğüne göre hicret
esnasında 27 yaşında olması gerekir. Bundan on yaş küçük olan kardeşi Hz. Aişe validemizin
de 17 yaşında olması gerekir ki bu da aşağı yukarı Buhari de Hz. Aişe’nin kendi hadisindeki
ifadeye uygun düşmektedir. Rasûl-i Ekrem, Hicretin ilk senesi Hazreti Âişe ile evlendi. Hz.
Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl beraber yaşamıştır. Onun Kur’an, hadis ve fıkıh
ilimlerindeki yerini bütün İslam âlimleri teslim etmektedir. O devrinin en büyük âlimlerini
tenkit etmiş, çeşitli konularda fetvalar vermiş, Kur’an’ın ve sünnetin doğru anlaşılması
konusunda insanlara önderlik etmiştir. Sünneti Kur’an’la test etmenin ilk örneklerini
vermiştir. Bu birikimi henüz çocuk denecek yaşta bir insanın elde etmiş olmasını kabullenmek
oldukça zordur.
2- Bu konuyu aydınlatan bir başka rivayette şöyledir: Hz. Aişe validemiz henüz
peygamberimizle evlenmeden önce Cübeyir bin Mut’im ile nişanlanmıştı. Mut’im Hz. Aişeyi
oğluna almakla evine Müslümanlığı sokacağını düşünerek bu nikahı feshetmişti. Hz. Ebu
Bekir (r.a) İslamı ilk kabul edenlerden biri olduğuna göre; bu olayın vukuu, İslamın alenen
duyurulmasından veya şuyu bulmasından önce olması gerekir. İslam alenen açıklanıp
Müslümanlar Kabe yürüyüşü veya Safa tepesi toplantısından sonra topluma deşifre olduktan
sonra Ebu Bekir (r.a) ın Müslüman olduğu bilinince kızını almaktan vazgeçmiş olması daha
doğru görünmektedir. Bu olayda yine Hz. Aişe’nin peygamberimizle evlenmeden önce evlilik
çağına geldiğini ve nişanlandığını göstermektedir. Yani değil Hz. Resulle nişanlanıp bir yıl
sonra evlenmesi , daha önce evlenecek çağa gelmişti, nişanlandı , zamanla İslam tebliği
yayılınca Hz. Ebu Bekir'in Müslüman olması bu işi bozdu...Daha sonra da Hz. Resul onunla
nişanlanıp bir yıl sonra da evlenmişti...Sıcak ülkelerde çocukların erken gelişip, olgunlaştığı
düşünülünce - Günümüzde bile Mısır'da ilkokul birinci sınıfa giden kızlar ergenlik çağına
girdiği - yani Mısır'daki 8 yaşındaki bir kız , Türkiye'deki 12-13 yaşındaki bir kız olgunluğuna
gelip ; daha önce olgunlaşıp, daha önce yaşlandığı - düşünülürse 17 -18 yaşındaki bir kızın
Arabistan’daki normal görüntü ve evlilik yaşı haliyle gelmiş bir yaş olduğu rahatlıkla kabul
edilmelidir.Hz. Aişe validemiz peygamberimizle dokuz yıl evli kalmışlardı. Peygamberimizin
vefatı esnasında İse 27 yaşında idi.
3- Mişkât sahibi der ki: Hazreti Âişe’nin hemşiresi Esma, Hicret esnasında 27 yaşında idi.
Aişe’den on yaş büyüktü. Hazreti Aişe de, Esmadan on yaş küçük olduğuna göre, Hicrette
onyedi yaşındaydı: (Asrı Scâdet, C: 2, S: 1010.) Rasül-i Ekremle evlendiği zaman, 18 yaşında
bulunuyordu. Hazreti Âişenin altı yaşında nişanlandığı, dokuz yaşında nikahlandığı
hakkındaki rivayetler doğru değildir, tarihî hakikatlere aykırıdır.Hz. Aişenin ablası Esma,
ondan yaklaşık 10 yaş büyüktü. Hz. Aişe evlendiğinde Hz. Esma'nın yaklaşık 30 yaşında
olduğu rivayet ediliyor. Buradan Hz. Aişenin evlendiğinde 18-20 yaşlarında olduğu sonucuna
varılmaktadır.
4- Hz. Peygamberin evliliği, vahyin başlangıcından 10 yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy
başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe’nin peygamberimizle
evlendiği yaşın 17-18 olduğu ortaya çıkar. Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli’
nin “Asr-ı saadet” kitabında geçer. (İst. 1928. 2/ 997)
5- Bugün hadis kitaplarımızda yer alan ve Hz. Aişe validemizin Mekke yıllarıyla ilgili olarak
anlattığı bazı rivayetler, onun yaşını tespit edebilmemize yardımcı olacak niteliktedir. Mesela;
Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir ölçü olarak kabul gören Fil
hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke'de dilenirken gördüğünü söylemesi; Mekke'nin en
sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü'nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara
dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir'in de Nübüvvetin 5. veya 6. yılında Habeşistan'a hicret
teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması; ilk defa namazın ikişer rekat farz
kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer
durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi gibi rivayetler onun yaşı
konusunda bize ipuçları verecek niteliktedir.
6-Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların isimleri sıralanırken, ablası Esmâ Vâlidemiz’le
birlikte Âişe Vâlidemiz’in adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu zikrin, Hz. Osmân,
Zübeyr ibn Avvâm, Abdurrahmân ibn Avf, Sa’d ibn Ebî Vakkâs, Talha ibn Ubeydullah, Ebû
Ubeyde ibn Cerrâh ve Erkam ibn Ebi’l-Erkam gibi ‘Sâbikûn-u Evvelûn’ tabir edilen en
öndekilerin hemen arkasında; Abdullah ibn Mes’ûd, Ca’fer ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Cahş,
Ebû Huzeyfe, Suhayb ibn Sinân, Ammâr ibn Yâsir ve Habbâb ibn Erett
gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor olmasıdır. Demek ki Âişe Vâlidemiz, o gün küçük de
olsa ‘irade’ beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek bir
durumdadır. Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, ‘O gün o küçüktü.’ şeklinde bir
kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit etmektedir.
7- Ablası Esmâ Vâlidemiz’in konumu da bu kanaati güçlendirmektedir; zira onun, on beş
yaşında iken Müslüman olduğu bilinmektedir. Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında
dünyaya gelmiş olduğudur. Bütün bunlar, risâletin ilk yılı olan 610 tarihini göstermektedir.
Demek ki Âişe Vâlidemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610 yılında Müslüman olmuştur.
Bunun için o gün onun, en azından beş, altı veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç
yıllık Mekke hayatıyla en az yedi aylık 5 Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun,
Allah Resûlü ile evlendiği gün –risâletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma ihtimalini esas
alacak olursak- en azından on sekiz yaşında olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
8- Âişe Vâlidemiz’in vefat tarihi konusunda gelen rivayetler de bu kanaati güçlendirmektedir.
Zira onun vefat ettiği yıl ve o günkü yaşıyla ilgili olarak hicrî 55, 56, 57, 58 veya 59;29
yaşıyla alakalı olarak da altmış beş, altmış altı, altmış yedi veya yetmiş dört 7 gibi farklı tarih
ve rakamdan bahsedilmektedir. Bu ise, doğum tarihinde olduğu gibi onun vefat tarihiyle ilgili
de kesin bir kabulün olmadığını göstermektedir. Özellikle 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat
ettiğini ifade eden rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin,
Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir namazından sonra
Cennetü’l-Bakî’ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre’nin
kıldırdığı, mezarına da, ablası Hz. Esmâ’nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi
Muhammed’in iki oğlu Kâsım ve Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman’ın oğlu Abdullah
gibi isimlerin indirdiği gibi detayların bulunması,8 diğerlerine nispetle bu bilginin daha güçlü
olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir hesaplama yapacak olursak
onun,
Efendimiz’in
irtihalinden
sonra
kırk
sekiz
yıl
daha
yaşadığını
(48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o, risâletten üç yıl önce dünyaya
gelmiş demektir.Bu durumda evlendiği gün onun, (74–48=26–9=17+7 ay) on yedi yılını yedi
ay geçtiği anlaşılmaktadır.Kısaca: Hicri 58. yılda, 74 yaşında vefat etti ise, Efendimiz'den
sonra 48 yıl dul olarak yaşadı ise, Allah Resulü ile evliliği de 9 yıl sürdü ise; demek ki, Aişe
validemiz, Efendimiz Daru'l-Beka'ya hicret ettiğinde 26, evlendiğinde ise 17–18
yaşlarındaydı.
Suudi araştırmacı ve tarihçilerden Süheyla Zeynelabidin ise Hz. Ayşe`nin Peygamberimiz
ile
evlendiğinde
yaşının
19
olduğunu
araştırmaları
sonucu
ulaşmıştır.
Burada akla, "Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?"
şeklinde bir soru gelmektedir. Yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan
serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne
de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi
olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. Çünkü
ortada itiraz edilecek herhangi bir durum yoktur. Kısaca; Hz. Resul'ün Âişe Vâlidemizle
evliliklerinde bir anormal durum olsa idi, Zeyneb Vâlidemiz’le izdivacında fırtına koparmak
isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Âişe Vâlidemiz’e iftira
atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları
düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz’in
evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için yeterli bir güce
sahiptir.
Peki Hz. Muhammed 9 yaşında Hz. Aişe ile evlendi iddiasının kökeni neresidir? Yukarıda
da belirtildiği gibi daha önceki nişanlılık dönemi ile daha sonraki Hz. Resul’un nişan-evlilik
olayının rivayetler sırasında karıştırılması olayıdır tüm olan. Hadis ilmini bilen hadis
literatüründe bu gibi örneklerin dolu olduğunu da bilir!
Hz. Fatma’nın İlmi
Fatımatü'z-Zehra (a.s), vahiy evinde kendisi için hazırlanan bilgi ve irfanla, kendisini dört bir
yandan kuşatan ilim ve irfan güneşlerinin ilmî aydınlatmasıyla yetinmedi.
Babası Resulullah (s.a.a) ve ilim şehrinin kapısı kocasıyla her buluşmasında elinden
geldiğince ilim öğrenmeye çalışırdı. Bunun yanında oğulları Hasan ve Hüseyin'i de sürekli
olarak Resulullah'ın (s.a.a) meclisine gönderir, onlar döndükten sonra da onları konuşturarak
dinlediklerini anlatmalarını sağlardı. Çocuklarına üstün bir terbiye vermek için büyük bir çaba
sarf ettiği gibi, ilim öğrenmek için de büyük bir çaba sarf ederdi. Ev işlerinin çokluğuna
rağmen, öğrendiği bilgileri diğer Müslüman kadınlara aktarmayı da ihmal etmezdi.
İlim öğrenme ve ilmi yayma hususundaki bu kesintisiz çabaları sonucu, en büyük hadis
ravilerinden ve tertemiz nebevî sünnetin aktarıcılarından biri oldu.
Hz. Zehra (a.s), Allah'tan korkup sakınan ve hikmetli Kurân'ın açık ifadesiyle, Allah
tarafından eğitilen Ehl-i Beyt'in bir ferdiydi. Allah ona ilimle ayrıcalık tanıdı, bu yüzden
"Fatıma" adını almıştı. Benzersizliği yüzünden de Betül (iffette eşsiz) diye isimlendirilmişti.
İlminin ve düşünsel olgunluğunun kanıtı olarak dehasının yüksek düzeyini yansıtan iki ünlü
konuşması yeterlidir. Bu hutbelerden birini, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra
sahabenin ileri gelenleri huzurunda Mescid-i Nebevî'de, diğerini ise evinde irad etmişti. Bu
konuşmalar, düşüncesinin derinliğinin, köklülüğünün, kültürünün genişliğinin, mantığının
gücünün, önderlik kurumunun sapmasından sonra ümmetin geleceğine dair ön görüsünün
gerçekliğinin parlak birer örneğidir. Bunun yanında yüksek bir edebe de sahipti. Allah için ve
Allah yolunda muazzam bir cihat da veriyordu.
Hz. Fatıma (a.s) ve ilim öğretmenin değeri İmam Hasan Askeri (a.s)’den şöyle nakledilmiştir:
“Bir gün bir kadın, Hz. Fatıma'nın (a.s) huzuruna varıp şöyle dedi: Güçsüz bir annem vardır,
namazında zor bir meseleyle karşılaştı ve o meseleyi sana sormam için beni huzurunuza
gönderdi. Hz. Fatıma (a.s) o meselenin cevabını verdi. O kadın, ikinci kez başka bir mesele
sordu. Hz. Fatıma yine cevabını verdi. Daha sonra üçüncü bir mesele sordu, böylece sorduğu
soruların sayısı onu buldu. Hz. Fatıma de hepsine cevap verdi. Sonra o kadın sorunun çok
olmasından dolayı utanıp "Sizi daha çok yormayayım" dedi.
Hz. Fatıma: “Karşılaştığın her soruyu utanmadan gel sor, ben senin sorularından yorulmam.
Eğer bir kimse bir yükü dama çıkarmak için ecir olur ve karşılığında yüz bin dinar alırsa,
acaba o iş ona ağır gelir mi ?”
Kadın: “Hayır, ağır gelmez ve o işten yorulmaz” dedi.
Hz. Fatıma sonra şöyle buyurdular:
“Her meselenin cevabına karşılık bana verilen sevap, arası incilerle dolu olan yer ile
göklerken daha fazladır. Öyleyse meselelere cevap vermekten hiç yorulur muyum ?”
Babamın şöyle buyurduğunu duydum:
“Takipçilerimizden alim olanlar, kıyamet günü haşr edildiklerinde onlara, çaba, ilim ve halkı
hidayet ettikleri miktarınca sevap ve mükafat verilir; hatta onlardan birine nurdan bir milyon
süslü elbiseler verilir. Sonra Rabbimizin münadisi şöyle nida eder: 'Ey İmamlarından ayrı
kaldıkları vakit Âl-i Muhammed yetimlerini düşünenler, onların sorumluluğunu üstlenenler!
İşte bunlar sizin öğrencileriniz ve ilminiz sayesinde dinlerini koruyan ve hidayeti bulan
yetimlerdir. Dünyada ilminizden yararlandıkları miktarca onlara hediye verin.'
Bunun üzerine ümmetin alimleri, yetimlerine (takipçilerine) hediye verirler. Hatta onlardan
bazılarına yüz bin hediye verecekler. Daha sonra o yetimler de kendi öğrencilerine hediye
verecekler. Hediyeler taksim edildikten sonra Allah Teala şöyle buyuracak: 'Yetimleri
düşünen alimlerin hediyelerini bir kat daha artırın' Sonra da: 'İki kat daha artırın, onların
takipçilerine de aynı şekilde artırın' diye buyurur."
Daha sonra Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Allah’ın cariyesi, bu hediyelerden bir iplik,
güneşin kendisine doğduğu her şeyden bir milyon kez daha üstündür. Çünkü dünyada üstün
sayılan şey, gam ve kederle karışmıştır. Ama ahiret nimetlerinin hiçbir noksanı ve lekesi
yoktur.”
Hz. Ayşe’nin İlmi
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in değerli hanımı ve ilk İslam halifesi Hz. Ebu
Bekir'in kızı olan Hz. Ayşe (ra), Allah'ın nasip ettiği aklı, kuvvetli imanı, hikmetli konuşması,
Kur'an-ı Kerim'i ve Peygamber Efendimiz (sav)'i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi
vasıfları ile tüm müminlere örnek olmuş bir Müslüman’dır.
Üstün ahlakı ve ilmi vasıflarının yanı sıra Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatının ardından
İslam ahlakının yayılması için sürdürdüğü faaliyetler de gerek Asr-ı Saadet döneminde,
gerekse
günümüzde
tüm
Müslümanlara
ışık
tutan
bir
rehber
olmuştur.
Kuran'da, "Ama Bizden kendilerine güzellik geçmiş bulunanlar; işte, onlar, ondan
uzaklaştırılmışlardır." (Enbiya Suresi, 101) ayetinde, Rabbimiz'in Katından kendilerine
güzellik geçen müminler bildirilmiştir.
Allah kadın ya da erkek ayrımı yapmadan her insanın önüne, bu kimselerden olabilme
fırsatını sunmuştur. İnsanın yapması gereken, Allah'a gönülden bir sevgiyle bağlanmak, O'nu
her şeyin üstünde tutarak Rabbimiz'in razı olacağı bir yaşam sürmektir. Yüce Alah'ın izniyle
bu samimi imanı yaşayan değerli müminlerden biri de Peygamber Efendimiz (sav)'in değerli
hanımı Hz. Ayşe (ra)'dir.
Peygamberimiz (sav)'in hayatta olduğu dönemde de, Peygamberimiz (sav)'in vefatının
ardından yaşanan Asr-ı Saadet döneminde de Kuran ahlakına uygun üstün bir ahlak sergileyen
Hz. Ayşe (ra), Allah'ın nasip ettiği anlayış kabiliyeti, öğrenme arzusu, kuvvetli hafızası ve
imani şevki ile kendisini en iyi şekilde yetiştirmek için örnek bir çaba sarf etmiştir. Allah
yolunda bu samimi çabayı sergilerken Yüce Rabbimiz'in hükümlerine ve Peygamber
Efendimiz (sav)'e gösterdiği kesin itaat, Hz. Ayşe validemizin (ra) Rabbimiz'e ve
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e derin sevgisinin de açık bir delilidir.
Hz. Ayşe (ra) Sevgili Peygamberimiz (sav) vefat ettiğinde çok genç olmasına rağmen, Kuranı Kerim'i ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini en iyi bilen, anlayan ve muhafaza edenlerin
başında gelir. Küçük yaşından itibaren Kuran ayetlerini ezberlemeye başlamış olan Hz. Ayşe
(ra)
Peygamberimiz (sav)'in ilminden şevkle yararlanmış, ayetlerin nüzul sebeplerini ve
işaretlerini en doğru şekilde kavramaya gayret göstermiştir.
İslami kaynaklarda belirtildiği üzere ashabın büyükleri feraize (Allah'ın kesin emirlerine
farzlara) dair meselelerde Hz Ayşe (ra)'ye danışmışlardır Tabiin devrinde (sahabilerle
görüşmüş ve onlardan ders almış olan salih Müslümanların devrinde) birçok hukukçu yüksek
seviyedeki hukuk bilgisinden faydalanmak üzere Hz Ayşe validemizle (ra) ilmi istişarelerde
bulunmuştur.
Arapçayı çok güzel kullanan Hz Ayşe (ra) ayrıca açık ve yalın anlatım tarzı ve hitap ettiği
kişiye en uygun tebliği yapması nedeniyle
konuştuğu kişiler üzerinde etkili olmuş bir
hatiptir. Bir hutbesi ve bazı mektupları Hz Ayşe (ra)'nin edebi kabiliyetini de gösteren
örneklerdir
Peygamber Efendimiz (sav)'in hanımı olmasının yanı sıra değerli bir öğrencisi de olan Hz
Ayşe (ra)'nin ilmi sahada çok ayrı bir yeri vardır Fıkıh ilminde pek çok alimin hatasını
düzeltmiş
birçok hadisin de mükemmel bir tarzda izahlarını yapmıştır (Said Aykut
tercüme Hilyetü'l-Evliya Sıfatü's-Safve: C-2 S 125) Hz Ömer (ra) kadınlarla ilgili fıkhi
meselelerde daima Hz Ayşe'nin görüşünü almıştır Hz Ayşe validemizin (ra) bu ilmi İslami
kaynaklarda da şöyle aktarılmaktadır:
Ebu Musa el-Eş'ari diyor ki: "Biz Rasulûllah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'ın ashabı olarak
bir hadisi anlamakta güçlük çektiğimizde onun anlamını Hz Ayşe (Radıyallahu Anha)'ye
sorar ve ondan mutlaka bir cevap alırdık
Urve Hazretleri de Hz Ayşe (ra) için "Fıkıh tıp ve şiir ilminde Hz Ayşe (ra) 'den ileri bir
kadın görmedim" demektedir
En fazla hadis rivayet eden sahabelerden olan Hz Ayşe (ra)
Sevgili Peygamberimiz
(sav)'den 2210 adet hadis rivayet etmiştir
Abdurrahman bin Avf (r.a.) Hazretlerinin oğlu Ebû Selem: "Sünnet-i Resûlullahı, Hz.
Âişe'den (ra) daha iyi bilen dinde tebahhur etmiş (derya gibi geniş ilme sâhip olmuş), âyet-i
kerîmelere vâkıf ve sebeb-i nüzûllerini bilen, ferâiz (miras üzerindeki paylar) ilminde mâhir
olan bir kimseyi görmedim." buyurmuştur.
Ata bin Ebî Rebâh "Hz. Âişe (ra) Eshâb içinde en çok fıkıh bilen, isâbet-i rey bakımından en
ileri gelen bir kimse idi" buyurmuştur.
Download