İmam Efendi - Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi

advertisement
İmam Efendi ( ö. 1924)'nin Fıldıi Yönü
ve Bazı
Görüşlerinin
Tedkiki
İsmail KÖKSAL
Yard. Doç. Dr., Fırat ü. İlahiyat Fah.i.iltesi
Giriş
Tasavvuf dergisinin ikinci sayısında Fıkıh ve Tasavvuf İlişkisf isimli bir makale yayınlamıştım. Burada temel İslami bilimlerden fıkıh ve tasavvufun birbiriyle olan irtibatını incelemiştim. Neticede her iki ilmin de birbirleriyle çelişınediği­
ni izah ettikten sonra, İslami ilimler içinde fıkhın daha çok insanın fiZiki yönüne
benzediğini, uyması gerekenleri ve gerekmeyenleri kategoriler içinde ele aldığı­
2
nı; bunları farz, vacip, mendup, mübah, mekmh,' haram kısımlarına ayırdığını,
buna mukabil tasavvufun insanın duygulada dolu kalbi yönüne benzediğini ve
evamir-i ilalıiyyeye rızay-ı Bari açısından yaklaşıp, istenmeyenler tenzi11en mekmh bile olsa terkedilmesi gerektiğini, yapılması tavsiye edilenlerin ise mendup
bile olsa ısrarla uyulması gerektiğini savunduğunu ifade etıniştim. Dolayısıyla fı­
kıhtaki hükümler derecesine göre önem kazanırken, tasaV\rufta bu sınır asgari
seviye kabul edilip, istenmeyenlerin tümde·n terki, istenilenlerin ise tümden yapılması söz konusudur. Daha doğru ifadesiyle hedef budur. Dolayısıyla tasavI İsınail Köksal, "Fıkıh TasavvufİI~kisi", TasaVf.luj, Ankara, Aralık 1999, S. 2, ss. 83-104.
2 Farz ve vacip ayrıını Hanelliere hastır ve farklı iki ınanayı içerir. Farıda sübut ve deliilet yönünden kesinlik söz konusuyken, vacipde bunlardan birisi zannidir. Fakat cumhura göre yapılması gerekenlere vacip denerek tek ıstılal1 kllllanılnııştır. (b k. Şaban, Takkiyyüddin, Usulü '/-Fıkıh, çev. İbra­
him Kafi Dönıuez, Ank. 1999, s. 237).
3 Yine ınekruh Hanefılere göre tenzil1en ve tahriınen olmak üzere ikiye ayrılmış, birincisi Şiiri'
Teiila'nın yapılman1asını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fıil manasma gelirken, ikincisi Şiiri' Teaiii'nın yapılınasını kesin bir tarzda istediği fakat bunun haber-i vahid gibi zanni bir delille
sabit olduğu fıil manasma gelir. (Şa'ban, age., ss. 251-252) Bu yönüyle tahriınen niekruh, vacibin
nefy noktasındaki ınukabili sayılır. Cumhur ise sadece birinci tür ınekruhu kullanınış, (Aynı eser, ss.
250-251) dolayısıyla tahriınen ınekruh durumundaki bir fiili delillerine göre inceleyerek ya harama
katmış, ya da ınekruh seviyesine indirgemiştir (Aynı eser, ss. 250-252).
··
130
tasavvrif
vuf, tali ei:nirlere de özen göstererek insan-ı kfunil olmayı hedefler. Yalnız bu ifadeden, fıklun tali emirleri önemsemediği manası çıkarılrnamalıdır. Aksine tasavvufun, bir ilim olarak hikmet-i vücudunun böyle şeyler olduğu anlaşılnıalıdır:
Bu makalemde de mezkGr makalenin bir devamı mahiyetinde, büyük bir sufi
ve alim olan Osman Bedreddin Erzururn1'nin (İmam Efendi) fıkhl yönünü ortaya koymaya ve bazı görüşlerini tedkik etmeye çalışacağım. Dolayısıyla bu çalış­
ma; fıklıl açıdan tasavvufu tanıtmadan çok, tasavvufi açıdan fıkhıiı nasıl anlaşıl­
dığını ortaya koyacaktır. Neticede ise, fıklıın da tasavvufa bakışı kendiliğinden
1
anlaşılacaktır.
Burada inceleme metodu açısından şunu ifade etmekte fayda vardır: Makale
içerisinde İmam Efendi'ye ait ifadeler kendiliğinden anlaşılmakta ve eserlerinden alınan bilgilerin sonunda dipnot olarak gösterilmektedir. Böylece sürekli
atıf yapmaktan kaçınılmıştır. Fakat yeri geldikçe bu dipnotlar" arasına, tetkik ve
tahlil mahiyetinde ilave dipnot ve değerlendirmeler konmuştur. Bu değerlendir­
melerin çok farklı alanlara ait olması sebebiyle metin içerisinde verilmesi her
yerde uygun olmadığından, daha çok dipnotlara kaydırılmıştır. Böylece İmam
Efendi'nin hem farldı alanlardaki görüşleıi daha net ifade edilebilıniş, hem de
onlann tetkiki sağlanmıştır.
I. İmam Efendi'nin Kimliği ve İl:oı1 Yönü
1856 yılında Erzurum'da doğmuş, babası Selınan Sükut! Efendi ve anası Esma
Hatun'dur. İlk terbiye ve öğrenimini babasından yapnuştır. Dokuz yaşında Kur'an'ı ezberlemiş, babasının yanında Molla Sami ve Seyyid Alımed Meranıl'den
medrese dersleri alnuştır. 1877-1878 yılında cereyan eden meşhur 93 Harbi'ndeki aktivitesi sebebiyle, Gazi Alırnet Muhtar Paşa tarafından 28. Alay'ın 3. Tabur
imanılığına tayin edilmiştir. O günden sonra da İmam Efendi olarak ma'ruf olur.
Seyyid Taha Efendinin oğlu Seyyid Ubeydullah, Küfrev! Şeyh Muhammed Efendi, Gümüşhaneli Alımed Ziyaeddin Efendi ve Erzincanlı Vehbi Hayati (Terzi Baba) gibi zatlada bol sohbeti olmuştur. Sonra görevi Elazığ tarafına çıkar. Palu'daki Nakş! Şeyh Seyyid Mahmut Samini hazretlerine ittiba ederek seyr u sülukunu
tamamlar. Onun vefatı üzerine de yerine geçer. 1909 yılında tabur imamlığından
emekli olunca Harput'a yerleşir. 1911 yılında hacca gider. 1924 yılında Teşrin-i
Evvel ayında Ha.rput'ta vefat eder. Ondan bize ulaşan eserleri, sohbetlerinde tutulan notlan ve Gülzar-ı Samini isıni altında bir araya getirilen Mektubat'ıdır.
Aynca şiirlerinden oluşan bir Divan'ı da vardır. Nureddin ve Ziyaeddin isimli ila
4 bk. el-Muhasibi, Ebu Abdilialı el-Haris b. Esed, er-Riaye, çev. Abdülhakim Yüce, İzmir 1997, s.
449 vd.
imam efendi'nin jikhfyönıl
çocuğu olmuş,
bunlardan Nureddin vefat etmiş, Ziyaeddin ise
Reisliği'nden emekli olmuş ve hala sağdır.
Elazığ Ağır
131
Ceza
5
n. İmam Efendi'nin Fıldıi Görüşleri ve Tedkiki
A. Şeriat-Tarikat-Marifet ve Hakikatı izahı
Bir sohbetinde der ki: "İyi düşünülürse şeriat emir ve nehiylerden ibarettir.
Nehiylerin esası ve aslı ve herbirinin terkedilişindeki maksat ve hikmet etraflıca
6
düşünülürse, gayenin masivanilahı terk olduğu görülür.
Şayet "Ben Cenab-ı Hak'tan gaflet etmem, gönülden buzurum k~silmez, böyle olduktan sonra nehiyleri de işlesem bana ne olacak?!" dersen, bu kabul edilemez. Madem ki o yasaktır, dolayısıyla yapılmaması da emrolmuştur. İşlenirse
azap muhakkaktır. Zira onun terki lazımdır. İnsan ma'budunun ve mahbubunun
emrine muhalif olarak bir harama nasıl cüret edebilir?7
Emir!ere gelince onları da ayrı ayrı tetkik etsek, maksadın Cenab-ı Haldön teveccüh ve nzasını temin olduğunu görürüz. Ben batınen Cenab-ı Hak'la beraberim, zahiren emirleri yerine getirmeye ne lüzum vardır, diyemeyiz. Bunu Batıni­
ye8 söylemiş ve küfre girmiştir. Zira Allah'a yaklaşma, ancak onun emirlerine uymakla mümkündür ve başka yolu da yoktur. 9
5 Bkz. İmam Efendi, Osman Bedreddin Erzurumi, Gı71zar-ı Samiııi(Sohbetlerinden tutulan ı, 2,
3, 4 ve 5. defterlerden oluşan bir kitaptır. A. Feyzi Özçinıi neşretmiştir) İsı. 1994, s. ı/27-33. (Önsöz'den); yine bkz. İmam Efendi, Sobbetler 1-2-3, Naşir: Cemalettin Emiroğlu, Ank. 1983, ss. ıı-ı5
(Önsöz'den).
6 İslam Hukukundaki hükümlerin ana gayelerini işleyen makasıt kısmı, umumen temel prensipler ve maddi sonuçlar içinde ele alınmıştır. Nehiylerdeki ana maksadın masivayı terk oluşu gibi bir
sonuca ben önceden rastlaıııadığım için, yeni ve orijinal görmekteyim. (Yine bkz.: Dehlevi, Şah Veliyyullah Alımed b. İbrahim, Huccetlll!abi'l-Baliğa, şerh: Muhammed Şerif Sükker, Beyrut
1413/1992, c. ı, s. 27 vd.) İmam Efendi bu durumu cihadın dinin ikamesi gayesiyle farz kılındığını
söylerken de ibraz etmiştir. Bu sebepten mezk'llr gayeyi taşımayan harpleri meşru görmez (İmam
Efendi, age., c. ı, s. ı61). Yine makasıd açısından bakarak huşuyu yakalamadan namaz kılmanın çok
bir manaifade etmeyeceğini söyler (Ayııı eser, c. 3, s. ı92) Bu manada mev'ize kitaplarında geçen
hadisi~ vardır. Senetleri çok hıvvetli oinıasa da, mana açısından doğrudurlar. (bk. Gazali, Muhammed, İbyau Ulumi'd-din, çev. Ali Aslan, c. 2, s. 527). Neticede her işteki malesadın rızay-ı ilahiye ait
bir sonuç olmasını savunur (İmam Efendi, age., c. 1, s. 185).
7 Bu düşünce bütün mutasavvıflarda vardır. Dolayısıyla tarikat, şeriattan sonra gelen bir mertebe kabul edilir. Yine bu sebepten birinci basamak kabul edilen şer'i hükümlerin terki, hiçbir suretle
mümkün değildir. (Bkz. Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa el-Gırnati, el Mı ıvafakat Fi-Usuli'ş Şeria,
şerh ve tahric: Adullah Draz, Beyrut, trs, c. 3, ss. ı79-ı80).
8 Bacıniye: Eski İran medeniyet ve hakimiyetinin yeniden canlanmasını aruz eden, hicri 2. asrın
sonlarına doğru doğan, ınuhkem nasları bile kabul edilmeyecek şekilde tevil eden ve İsliiın'a en çok
zarar verdiği kabul edilen bir fırka. (Bkz. Çubukçu, İ. Agah-Çağatay, Neşet, İslam Mezhepleri Taribi,
Ank. 1985, s.76 vd).
9 Bu sebepten tarikat eh.li mertebe kat ettikçe İsliimi gerçeldere bağlılıkları da artar. Farzları bı­
rakıp, nehiyleri yapmak şöyle dursun, en küçük bir sünneti bile terketmez hiile gelirler. (Bkz. Nursi,
Bediüzzaman Said, Mektubat, İst. ı994, ss. 434-435).
132
tasavvıif
Tarikata gelince, o da yine vuslat-ı ilahinin sebep ve arnillerini tevhid eder ki,
bunlar da; devamlı fikir (tefekkür) ve zikir, alılak-ı ilahi ile ahlaklanmak, insari-ı
kaınile mülakat ve vuslat ve ona tam bir muhabbet ile tabi olmaktır.
Marifet ve hakikata gelince: "Ey in1an edenler! Sabrediniz ve sabırda yanşınız.
11
Rabıra yapınız. Belki bu şekilde kurtulabilirsiniz" . ayet-i kerimesinde remz ve işa­
ret huyurulduğu üzere, her türlü keşf ü kerameti, şeref ü şanı terk ederek yalnız
Cenab-ı Hak ile ve onun üns ü hu:luru ile sabretınektir. Sadat-ı Nakşiyyenin "Biz
nil1ayeti bidayete dercetınişiz." dediideri nükte ve incelil< burdadır. Bunun dışırı­
daki hal ve tavırlar, seyr u sül"Ulderini tamamlayamaınış olan yolcuların halidir. Bu
sebepten derunlarında bir şey yoktur. Çünlru onlar yol anyorlar. Bunlardan bir faide elde etmek mümkün değildir. Erbab-ı kemal ise seyyah değil sabittir. 13
Bize öncelilde şeriat lazımdır. Farzlan yapıp, yasaklan terk gerekir. Taril<ate
gelince bu da farzdır. Fakat nasıl bir farz? Mesela namaz için abdest farzdır. Fakat zahiri taharet kafi gelmediğinden batın tahareti de gerekir. Çünkü Hz.Peygamber (s.a.v.) "Huzursuz namaz namaz değildir." buyurur. Huzur ise ancak
batın tahareti ile mümkündür. Öyleyse batın tahareti ve bunu temin edecek olan
tarikat da farzdır. 16
10
12
14
15
10 İnıanı Efendi bir sohbetinde tarikaun gerekliliğini şöyle ifade eder: Zanıanımızda tarikat farz-ı
gibidir. Zira insan, tarikat olmazsa İsl:iıniyetini muhafaza edemez. Mesela haram bir Emıeni malını alan günahkar olur. Fakat heliii diye alırsa küfre girer ve haberi bile olmaz. (İmam Efendi, Sobbetlerc. 1, s. 107). Dolayısıyla tarikat bundan gereklidir. İmam Efendi tarikaun bu açıdan farz-ı ayın
olduğunu söylerken, Bediüzzaman ise tarikatın 20. asırda imanı kunarma görevinde yetersiz kaldı­
ğını söyleyerek, zamanınııza yönelik bir hizmet tarzından çok, eski dönemlere ait bir hizmet tarzı
olarak görür. Zira eski dönemlerde iiııan tehİikede görülmediğinden dolayı insanların tah.-viilarını artırma sebebiyle tasavvufa yapıştıldarını söyler. Çağınııza ait ilim ve fenden gelen şüpheyi izale edecek ve inıanları kurtaracal;: bir hizmet yolunun, eski dönemlerdeki tasavvufun gerçek varisieri olacağı fıkriyle "Eğer Abdülkadir Geylani, Şah-ı Nal;:şibend ve İmam-ı Rabbiini gibi zatlar, günümüzde ol- '
saydı böyle bir yolu tutardı. İmansız cennete giden yok ama, tasavvııfsuz çoktur. Devrinıizde 1:iifür
cehaletten gelmiyor ki delilsiz açıklamayla giderilsin!" mahiyetinde açıklaınalarda bulunur. Tasavvufu meyve gibi ikinci derecede gerekli bir gıdaya benzetirken, iınanı kurtarma işini ekmek gibi birinci seviyede bir gıda gÖrür. (bk. Bediüzzaman, Mekt11bat, 5. Mektup)
Bana göre her iki anlayışın temelinde bir çelişki yoktur. Yalnız Bediüzzaman, Müslümanların
maddi ve ilmi gücünü kaybederken, Batı medeniyetinin güçlenmesi karşısında ortaya çıkan yaralara, yeni tedavi yolları ileri sürerek, amaç genel manada birken; vesilelerde farkhlık ortaya koymuş ve
bu yönüyle öne çıkmıştır, denebilir.
l l 3 Al-i İmran/200.
12 Bunu, aldıklan nefesde bile sürekli tasarruf-u ilahiyi his ve tefeklrur ederek derinlik kazanmaktır (bk. İmam Efendi, Gı"ilzar-ı Samini, ~. ı, s. 278) şeklinde açıklayabiliriz.
13 Aynı eser, c. ı, ss. 67-69.
14 Buradal;:i farz kelimesini İmaın Efendi'nin kullandığı konum içinde anlanıak lazımdır. Yani
idealmanadakibir gerekliliktir. Bunun dışındaki anlamlar yanlış olur ve Fıkhın kabul etıneyeceği bir
sonuç çıkarır.
15 Sadece bu liifızları ifade eden· bir rivayet bulamadım. Ama benzer manalardaki bir rivayet için
bk. et-Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, es-Sılnen, talik: İzzet Ubeyd ed-De'as, İst. trs., Kitabüssalat, no: 385, c. 2, ss. 53-54.
16 İmam Efendi, age., c. 2, s. 253.
ayın
imam
efeııdi'ninfıkbfyönıi
133
Malumdur ki Hz. Peygamber (s.a.v.)'e üç ilim talim edildi. Şeriat, marifet ve
hakikat. Bunlardan şeriat umüma, marifet havassa, hakikat ise ehassu'l-havassa
aittir. 17 Hz.Peygamber (s.a.v.)'de İslam, iman ve ihsan mertebeleri talim etmiştir.
Burada mertebey-i kemal ihsandır. Zamanuruzda ilisana terakki şöyle dursun,
iman ve İslam'ı muhafaza bile ancak tarikat ile olur. Çünkü eskiden din duygusu ve salih salikieri çoktu, şimdi ise az ve zayıftır. 18
B. Zahir ve
Batın Ayırımı
Nakş! olanın
zahiri evamir-i şeriade ve sünnet-i seniyye ile bezenmiş, batını
da huzur ve üns-i Mevla ile donatılmış olmalıdır. 19 Mevla-yı Müteal Hazretleri bir
ayet-i celuede "Orada temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da çok temizlerrenleri sever. "20 buyurur. ifadede mü balağa vardır. Bundan zahiren taharetin kafi olmadığı, batınen de taharet gerektiğini anlıyoruz. Freni{ ahlak ve adetleriyle temizlik de mümkün değildir. Zira onlara uyarsak kendimizi ıslah değil, ifsad et21
22
miş oluruz. Dililiadi olalım! Çıkan her bidat bir sünnet-i seniyyeyi götüriiyor.
Neden Hak'la beraber olmuyoruz? Demek ki Allah dostu olamamışız. Henüz ağ­
yar2.i mevkiindeyiz. 2'1
Zahir alimlerinin elleri öpülmeli, saygı gösterilmeli, meclislerine gidilmelidir.
Fakat, ilimleriyle amil olup olmadığına dililiat ediniz. Eğer arnil değilseler onlardan uzak durun. Ve zahiri ilimierin batınilmine bir vesile olduğunu biliniz. Bu
sebepten sadece onunla &tifa etmeyiniz. Zira ilmin şerefi maluma göredir. Bu ci17 İmam Efendi, Gülzar-ı Sanıiııi, c. 2, s. 28ı.
18 Aynı eseı~ c. 2, s. 342.
19 Aynı eser, c. ı, s. 230.
20 9 Tevbe/ı08.
21 "Bir topluma (kavim) benzeyen onlardandır." (İbn Hanbel, Ahmed, el-Mt'lsned, Müsnedü Abdillah b. Umar, Beyrut ı405/ı385, c. 2, s. 50) hadisi gereği cumhura göre gayr-i müslimlere benzemek haramdır. Onlarda gelişen ilim ve tekniği almakta ise bir malızur yoktur. Hz.Peygamber
(S.!!.v.)'in Hendek Savaşında Selman-ı Farisi'nin önerisiyle İran taktiği hendeği kullanınası bu cümleden sayılır. Hatta teşvik bile edilmiştir. (Acluni, İsmail b. Muhammed (lı62); Keşfı'i '1-Hafa ve Mıi­
zilıi'l-İlbas, Beyrut ı408/ı988, c. ı, ss. ı38-ı39) Netice itibariyle İslam ümmetinin kendi özünü koruması hedeflenmiştir. Bu açıdan gayr-i müslirnlerin de Müslümanlara benzemesi hoş karşılanma­
mışur. (bk. Reşid Rıza, ei-Fetaua, c. 3, ss. ı097-110ı; Fetava ei-Lecııeti'd-Daime, c. 3, ss. 60-6ı; İb­
nü'l-Kadı, Muhaııuned Şazüli, Hukmı'i Lebsi'I-Bemitafi Dari'I-Harbi ve Dari'I-İslam, ı355/ı936, s.
37 vd. ; Şeltut, Mahmud, el-Fetava, s. 89).
22 Bidatların sevin1siz kabul edilip, terkedilmesi gerektiği ve çıkan bidatların ilahi emirleri yok
ettiği düşüncesi, Müslümanlar için genel kabuldür. Yani cumhurun görüşüdür. Zaten Hz. Peygamber (s.a.v.) de "Dinde olmayan bir şeyi icat eunek merduttur." (Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Camiıt's-Sabib, İst. 198ı, .Kitabü'l-İ'tisam Bi's-Sünne, c. 8, s. ı56). buyurmuştur. (Atiyye, İzzet Ali Iyd,
el-Bid'a Tabdidıiba ve Mevkıfii '!-İslami Miııba, Kal1ire, s. 346).
23 Tasavvufta gerçek hakikata yabancı olanlara ağyar denir. (Cebecioğlu, Etheın, TasavvııfTe­
rimleri ue Deyinıleri Sözlıiğı1, Aıık. ı997, s. 87.)
24 İmam Efendi, age., c. ı, ss. 231-232.
ı34
tasawzif
hetle ilın~i billalu hiçbir şey tutmaz. 25 Onu elde eden illimler gibi olunmalı. Zira
bir topluma benzeyen onlardandır. 16 Fakat şeriatın zahirine sürekli sanlınalı ve
onu hiçbir sebepten terketmemeliyiz. 27
Taharetten murat el-yüz yıkamak değil,nefsi heva ve heves pisliğinden arın­
dınnaktır. Evet. .. İnsan baliğ olunca ona teklif teveccüh eder. O da öğrenerek namaz, oruç, gusül, abdest vs. evamiri ifaya başlar. Fakat bu şahsın, İslamiyet'ini teraloo ettirmesi lazımdır. Dolayısıyla ibadetlerin iç yüZÜnü de aniayıp dild<atli ve
gayretli olınalıdır. Hep çocuklar gibi ne vakte kadar el ve yüzünü yıkayıp duracak? Ve bundan ne hasıl edecek? İnsanın büyüklük, keramet ve şe_refi bu kadarcık az bir şeyle nasıl tahakl<uk edecek? İsmail Hakla Hazretleri ne güzel söylemiş:
Pak ve tahir ey/e çirkah-ı hevadan nefsini
Yalnız el-yüz yu mak sanına tahm·etten garaz.
Maksadıın bunların yapılınaması değildir.
Malumdur ki bunlar olmasa diğer
şeylerin hiçbiri tahakkuk etmez. Bunları yapmalıyız. Zaten Allah da bunu e mretmiş. Fakat insanın daha pek çok büyüklükleri var. Onları da aniayalım ve öyle
alınayı hiınmet edelim. Zira Hz. Musa peygamberlik gelıneden önce beşer! ihtiyaçları için dua ederken, peygamberllliten sonra "Ya Rab! Bana görlin ki sana
bakayım."m dedi. Bize de gereken bunlara uyup, çoculduktan büyüldüğe, ikti25 İmam Efendi, Gfilzar-ı Samini, c. ı, ss. 528, 539-540.
26 İbni Hanbel, Mılsned, c. 2, s. 50; İmam Efendi, age., c. ı, ss. 552-553. Hadis için bkz. İbn Hanbel, c~vm yer.
27 İmam Efendi, age., c. ı, s. 560. İnıanı Efendi ilm-i batının tahsilikonusunda şöyle bir lassa anlatır: Şeyh Cüneyt Hazrederine zahiri ilimlerde ii.liın olduktan sonra, batınİ iliınieri de öğrenmek için
on altı hoca gelir. O da onları odalarına kor ve derslerini verir. Bir hafta sonra kalplerindekini sorunca, dünya muhabbeti derler. O da "Bunun Allah katında bir değeri yoknır, çıkarın!" der. Sonra bir
hafta geçer. yine uğrar ve aynı soruyu sorar. Bu sefer alıiret muhabbeti cevabını alınca, dünyaya nispetle iyidir fakat Cen:ıb-ı Hakk'a nispeıle bir hiçtir, cevabını verir. Yine bir hafta bırakır ve aynı soruyu sorar. Bu sefer de kendilerini, yani varlığı sevdikleri cevabını alınca, bu gibilerin Allah'a ulaş­
ınaları mümh.iin değildir, der. Sonra yine uğrar ve aynı sonıyu sorar. Bu sefer Allah'dan başka bir şey
kalmadı, derler. "Bu sefer güzel oldu." der ve bundan on gün sonra icazet verir. Bu süre toplam kırk
gün yapar. (İmam Efendi, Sohbetler, c. 3 s. 243. i Dolayısıyla zahiri ilmi alimlerden, batıni ilmi de ehlinden almak gerekir. Böylece Kuran'ın tam şifa olduğu ortaya çıkar. (bk. ıo Yunus/57; ı7 İsra/82)
Unutımimal{ lazım batınİ hastalıklar zahiri hastalıklardan daha kötüdür ve tedavisi de daha zordur.
(Aynı eser, c. 3, s. 2ıO).
28 7 Araf/143. Cnnılıura göre dünyada Cenab-ı Allah'ı görmek mümkün alınasa da ahirette görülecektir. Ve bu h.1.ıllar için en büyük ikraın olacaktır. Hz. Musa'nın Rabbi'ni görme duası, ona olan
·şevki sebebiyleydi. Fal<at nail olamadı. (bk. İbn Kesir, Hafız Imadüddin Ebu'l-Fida İsmail, Te.foirzi'/Kuraııi'I-Azim, ihtisar eden: Muhammed Ali es-Sabuni, Dersaadet. trs., c. 2, ss. 48-49; Yazır, Elmalı­
lı Muh:ımıned Hamdi, Hak Dini K11ran Dili, İst., trs., c. 4, ss. 128-129, İmanı el-Eşari, Hasan Ali b. İs­
mail, e/-İbane an Usuli'd-D(vane, talıkilc Beşir Muhammed Ayyun, Dinıaşk 1413/1993, s. 58 vd.;
İmam Efendi, age., c. 1, ss. ı28-129)
imam efendi'ninfikhfyönü
135
sab-ı
kemale himmet etmektir. Hep bir halde kalmaktan ne çıkar?
Malumdur ki İslamiyet üç şeyden ibarettir: iman, İslam, ihsan. İman kalp ile
tasdiktir. 29 İslam aza ve cevarihimizle ameldir. İhsan ise masivadan tümüyle tecerrüt edip Mevla-yı MÜteal ile olmaktır. Fakat bizim her şeyimiz eksiktir. Daima
ilk mertebede ve halet-i ibtidaiyededir. Terakkı ve tekamüle doğru bir adım atıruyoruz. Mesela Ehl-i sünnet ve'l-cemaate göre kulun havf (azab-ı ilailiden
korkmak) ve recası CAllah'ın rahmetinden ümidi) eşit olmalıdır. Fakat bu başlan­
gıçtır ve şeriat mertebesidir. Bir salik hep burada kalırsa olmaz. Zira insanın hep
çocuk kalınasında bir mana yoktur. Büyümek, terakkı ve tekemmül etmek şart­
tır. insaniyer ve kulluk budur. Dolayısıyla İslamiyet de budur. Çalışma, gayret ve
dikkat ile bu havf ü reca zamanla kabz ve basta/" o da zamanla heyber' ve hayrete32 dönüşür ki, işte burası marifettir. 33 Daha sonra celal ve cemale intikal edilir
ki bu da hakikat mertebesidir?4
Şeriatın zahiri avama mahsustur ve ikiliği amirdir. Mesela ibadet ne demektir? Abid ve ma'bud diye iki varlık, ikilik değil midir? Halbuki şeriatın batını tevhiddir. Tevhid ise birliği amirdir. İşte, şeriatın bu batını tarikatın temelidir. 3;Fakat bu böyledir diye, telcalif-i şer'iyyeyi ifa etmemek, onu yapmamak olmaz.
Böyle bir sonuç ilhad ve küfür olur. Dolayısıyla, vücudumuzla şeriatın zahirini,
batınııruzla da şeriatın batırum ifa etmeliyiz ki, Cenab-ı Hakk'a klırbiyet peyda
edelim. Yoksa, bu evamirden neyi noksan bırakırsak ve yapmasak, bizde bir eksiklik kalır ve sonuçta bir şeye varamayız. Belki mezkur başlangıç seviyesini bile muhafaza edemeyiz ve sonumuz perişan olur. Bu sebepten insan, iman ve
29 Bkz. İmaın-ı Azam, el-Ftkhti '!-Ekber, (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri), çev. Mustafa Öz, İst 1992,
s. 58.
30 Kabz ve bast birbirinin zıttıdır. Sı1fi önce kabza sonra basta maruz kalır. İleri makamlarda ise
bunlar biter. Zira o nefsinden Hakk'a kayarak fiini olmuştur. Bundan sonra insanlarla ilişkide bast,
Cenab-ı Hak'la olmada ise, O'na ulaşmak için tutulmak manasma bir kabz hiili başlar ki, bu seviye
bir rahnıettir. (Cebecioğlu, TasavmifTerimleri... , s. 140)
31 Tasavvı.ıftaki hilllerden biridir. (Aynı eser, ss. 346-350).
32 Allah huzurunda hakikat ehli ve ariflerin kalplerine gelen derin düşünce halidir. Bunda aynı
zamanda iştiyak-ı ilahi vardır. (Aynı eser, s. 338).
33 Biziın sebeb-i hilkaıinıiz ınarifettulahtır. "İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye
yaratuın." (51 Zariyat/56) ayetinde ki kı.ılluğu İbni Abbas "Beni bilsinler diye." tefsir etmiştir. (Bkz.:
İbnü Kesir, Teftini'I-Kllrani'I-Azim, c. 3, s. 387; Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 7, s. 267) Yaratılışın
sebebi sadece budur. Tasavvufa göre bunu elde etmek için şeriat ve sünnete hem zahiren hem de
batinen uymakla beraber, buna uyan bir tarikata intisap ve nıürşidi kamilden feyiz de gerekir. Aksi
biilde marifete ulaşılamaz. (İmam Efendi, Sohbet/er, c. 3, s. 137)
34 bk. İmam Efendi, Gıilzar-z Samiııi, c. 1, ss. 450, 453.
35 Bu sözleri tasavvufi öğreti içinde ele almak lazımdır. Aksi takdirde yanlış sonuçlar çıkar. Çünldi şeriat gerçek tevhidi temin için gönderilmiştir. Burada ise İman Efendi, feniifıllah konumunda· kulun Mabud'unu sürekli hissetmesi ve yeryüzünde ona hilafet konumunun süreidi hatırlamasını kasdeder. Dolayısıyla böyle bir hedefe insanları ulaştırmaya çalışır.
-""-......_____________________ _
136
tasaı;ımf
İslam'ını riıuhafazada
çok dikkatli olmalıdır. Edna bir bahane ile iman gider de
farkında olunmaz. İnsan vücudunda nefis, Firavun ve etbaı, kalp de Musa ve etbat gibidir. Her iki tarafın istekleri de aynen kendilerinden bekleneni yapar. Dış
dünyada ise mürşit Musa, kütü arkadaş da Firavun gibidir. 37
Muhyiddin Arab1 "Musavvir mel'undur." der. Zaten Hz.Peygamber (s.a.v.) de
öyle buyurmuştur. Bu emr.in zahiri malı1mdur. Batın manasma gelince: Biz bir
takım amal-i salihatta bulunuyonız. Eğer bunları nıhsuz işledikse, bilalıere bu salih arneller birer sılret giyecek ki, nıhlan olmadığından resim ve heykel gibi kalacaklardır. Cenab-ı Hak da; "Bunlara nıh verin" buyuracaktır. Onlar da veremeyince azaba duçar olacaklardır. Bunca arnel-i saW1 işleyen varken, Allah'a vasıl
olan azdır. Demek ki yaptıkları işe yaramıyor. Belki onlar cennete gidebilirler.
Fakat orada bile olsalar Allah'a vasıl olamazlar. Dolayısıyla bu bir azaptır. Zira
41
nar-ı bu'd-i iftiralc, nar-ı cahim ü ihtirakdan beterdir. Halbuki gerçek mü'min
hem masiyetin her türlüsünden kurtulmak ister. Bu cil1etle zahiriyle de batıniyle
de Rabban1 enilllere severek uyar. Böylece gaflet ve Allah'dan başkasını terkle
temizlediğirniz batınırnızı Hazret-i Allah ile doldurarak, dünyada acil kalp cennetine, ukbada da muahhar olan zat-ı ilah! cennetine girmeye muvaffak olunız. İş­
te o zaman iki cemal karşı karşıya gelir. Zaten yaratılıştaki gerçek sır da budur:12
İnsan-ı kamil kainatın devam ve kıvamına vesiledir. Gerçi mertebe-yi nübüvvet büyüktür ve bütünüyle başka bir iştir. Fakat Cenab-ı Allah batın emrini daha
ziyade evliyasından izhar buyunnuşnır. Çünkü Peygamberler umuma memur olduğu için, herkese hidayet yetişsin diye daha çok şeriatın zahiri üzerine çalışmış­
lar. Hatta Musa gibi bir ulu'I-azın peygamber, batınemrini Hızır'dan almıştır. Bu
36
38
39
40
36 İmanı Efendi, Gtilzar-ı Sami ni, c. 1, ss. 235-238.
37 Aynı eseı~ c. 1, s. 238.
38 Hz. Peygamber (s.a.v.} bir hadis-i şeriflerinde "Her müsavvir cehennenıdedir." (İbn Hanbel,
Mıtsned, c. 1, s. 308) buyurmuşlardır. Bir diğerinde ise "Kinı bir tasvir yapsa, kıyamet günü ruh üfürmesi için emredilir." (Buhari, Sahih, Kitabü'l-Libas, c. 7, s. 67) buyurulurk~n, bir başkasında da "Süret yapanlar kıyamet günü azaplandırılırlar." (Aym eseı; Kitabü'l-Libas, c. 7, ss. 64-65) buyurulmuştur.
39 Bu sebepten cumhur genel olarak, bir ihtiyaca binaen olmayan resim, tasvir, fotoğraf vb ... çalışmaların heliii olmayacağını kabul etmiştir. (bk. Delılevf, Huccelllllabi'l-Bc71iğa, c. 2, s. 130; Şevka­
nİ, Neylü 1-Eı;tar, c. 2, ss. 113-116; el-Hacvi, Muhaııınıed b. el-Hasen es-Sealibi el-Fasi, el-Fiknı 's-Sami fi Taribi'I-Fıkbi'I-İsliinıi, Kahire, trs., c. 2, ss. 423-425; Reşid Rıza; el-Fetava, Beyrut 1390/1970, c.
1, ss. 65-66; c. 2, ss. 654-655; c. 3, ss. 1062, 1141-1143, 1158-1159; c. 4, ss. 1392 vd., 1515; Amr, Muhammed Abdülaziz, el-Libas ve'z-Ziııefi'ş-Şeriati'I-İsliimiyye, Beyrut-Anınıan 1403/1983, ss.517-518.)
40 Ehl-i sünnet Kel:imında böyle bir ayrım yoktur. Zira cenneti hakeden her mü'nıin Cenab-ı Allah'ı da görecektir. (bk. Tunç, Cihat, Sistematik Keliim, Kayseri 1994, s. 138. vd.). Bu sebepten İmanı
Efendi bu ayırımı neye dayandırnıaktadır, tanı belli değildir. Dolayısıyla bu konu biraz daha izaha
muhtaçtır. Fakat aynen nakletmek zorunda kaldık.
41 Çünh."ii ondan uzaklığın ateşi, cehennem ateşinden fazladır. (Bkz. İmam Efendi, age., c. 1, s.
243).
42 Aynı eser, ss. 507-508, 519.
imam rifendi'nin Jıkbfyönü
137
noktada Hızır ona üç mesele getirmiştir. Birisi gemiyi delmekti ki, Musa buna itiraz etti. Çünkü sebepsiz gemiyi mahvediyordu. Hızır da, sen de bir sandık içinde suya atılmıştın. Bunun da zahiri heHlk idi, diye cevap verdi. Diğeri yıkılacak
bir duvarı doğrultmasıydı. Musa bunda da bir fayda görmediği için itiraz etti. Hı­
zır da sen Şuayb'ın kızlarına neden ücretsiz çalıştın, diye karşılık verdi. Üçüncüsü de bir çocuğu katletmesiydi ki, sebepsiz olduğu için Musa itiraz edince,. Hızır
da "Sen niye mecusiyi öldürmüştün?" diye cevap verdLH Bunun üzerine Musa
batırıi ilimierin esbabını kavrayarak ayrıldı.' Hz. Peygamber bu konuda: "Keşke
Musa sebredeydi de, bu ümmet Rek çok şey öğreneydi!" buyurmuştur. •; Bu şe­
kilde istidlal Kur'an'da vardır. Fakat elli-i tarik ve muhabbet zeki ye yüksek anlama kapasitesine sahip olduğu için açıkça zikredilmemiştir.
İlın-i zahir büyüktür ve buna bir şey denmez. Fakat ilm-i billah daha şerefli­
dir. Zira ilm-i zahirin gayesi de odur. Bu ellietle ilm-i billaha yetişen, zahir ilmi
oln.ımasa da calili sayılmaz.' İnsan zahiren rızay-ı ilahiyi isterken, batınını da
külliyyen ona teslim etmelidir. 48 Dolayısıyla hem zahir hem de batın ilminin bir
kimsede alınası gerçek büyüklüktür. Fakat ilm-i zahir de gereklidir. Zira zahiri
ilim olmadan alim de veli de olmaz. Binanealeyh din de devam etmez.'19
Bir velideki en büyük keramet, ilmi keramettir. Bu da kuru ilirnle olmaz. Hatta evliyaullah zahirle meşguliyeti ziyade olan ulemanın, bu meşguliyederi nisbetinde Hak'dan uzaklıkları artar, buyurur. Dolayısıyla ikisini cem gerekir. 50
İnsan yaratılışı itibariyle iyiye de kötüye de meyyaldir. Mükemmellik ise; zaluren şer'! ölçülere, batınen de doğrudan doğruya Allah'abağlı yaşamaktır.;ı
14
46
17
43 Gerçi Hz. Musa mecusiyi isteyerek öldürınemişti. Öldürme kastı olmadan ona tokat vurunca,
o da ölmüştü. Zira ayette kati kelimesi h."Ullanilnuyor. Bu açıdan, burada zikredilen Musa'nın anıeliy­
le Hızır'ın cevabı arasında bir tenakuz vardır. (bk. 28 Kasas/15, 19; İbnü Kesir, T~fsin'i '1-Kımmi'l­
Azim, c. 3, ss. 8-9).
44 Hz. Musa ile Hızır Kıssası Kelıf Suresi'nde 65-82. ayetler arasında geçmektedir. Gerçi İmam
Efendi'nin naklettiği ve Hızır'ın, Musa'nın itirazlarına karşı ilzam sadedinde verdiği cevaplar Kuran'da yokttır. Fakat genelınanada varlığı kabul edilebilir veya reddedilmeyebilir. (Yine bkz. Aynı
eser, c. 2, s. 426 vd.; Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, c. 5, s. 365 vd).
45 ez-Zebidi; Ebu'I-Abbas Zeynüddin Alımed b. Alımed, et-Tecridti 's-Sarib li-Ebadisi'/-Camii'sSabib, çeviri ve şerh: Alımed Naim, Ank. 1987, c. ı, s. 120.
46 İmiın Efendi, Cılizar-ı Samini, c. ı, ss. 243-246; a. müel., Sobbetler, c. 1, s. 118 vd.
47 İmam Efendi, age., c. ı, s. 137. Tabii ki hiçbir ilmi o kumama şeklinde anlaşilmamalıdır. Diğer
taraflardaki açıklamalardan da ortaya çıkacağı gibi bu durum belli bir seviyeden sonra geçerlidir.
(bk. aym eser, c. ı, ss. 297-298).
48 Aynı eser, c. 1, s. 267; a.ınüel., Sohbet/er, c. ı, s. 187; c. 2, s. ı52.
49 İmam Efendi, Gı'ilzdr-ı .'i'amini, c. ı, ss. 297-298.
50 Burada zahiri ilmin terki değil de batıni ilinıle beraber istendiği kendiliğinden anlaşilmakta­
dır. (Aynı eser, c. ı, ss. 422-423; Yine bk. aynı eser, ss. 450-459) Zira sadece bu cünıleye göre hüh.'Üın
vennek, İmam Efendinin de, İslam'ın da kabul etmeyeceği yanlış sonuçlara götürilr. (bk. Aym eser,
c. ı, ss. 297-298):
5 ı Aynı eser, c. ı, s. 427.
138
tasawuf
C. Zahir ve Batın Dengesi
Zahirsiz batın olmaz. Batınsız zahir ise insanı vuslat menzilinin sırrına ulaştır­
maz. Her ikisine de dikkat lazımdır. İkisiyle beraber amel etmemek ise bir şey­
52
tanlıktır. Zahiri kabul batını ret bir münafıklık iken, batını kabul ve zahiri yok
. saymak bir zındıkW{tır. Mükemmellik ise ikisini birleştirmededir. Bu noktada şe­
riat bir kapı, hakikat ise o kapıdan girilen bir evdir, evlere kapıdan girilmesi ise
ilahi bir emirdir. 53 Eve girdik'ten sonra kapıyı yok etmeye kalkmak ise akıl ve h&mete aykırı olur. 5 ~
İnsan fıkıini zahirden alıp batınma vermelidir. Bu mana yoluyla iç ve dış bütünlüğüne mazhar olınalıdır. Fakat insanın zahiri batınından çok uzaktır. Hatta Çin'den
bile ötededir. "İlim Çin'de de olsa talip olunuz" 55 hadisi bunu işaret etse gerektir!"
Evet, insaniyel İslamiyede beraber olursa makbul ve güzeldir. Zira İslam kuru
bir isim ve resimden ibaret değildir. Bu da ancak iman ve arnel-i salihle mümkündür. Yine alılak-ı iHih! ile alılaldanına, iç huzunı temin ve tedarikle mün:ılrundür.
Batın! ilim doğrudan Allah'tan gelir. Ledünn!dir. Zahiri ilimler ise ibadet ve
arneli bilecek kadar öğrenilse yeter. Fakat kalp ilmi öyle değildir. Bu ancak ehlinden alınır. Onlar da Hz. Peygamber'e tam varis şahıslardır. Bunu alınayanlar
namaz kılsa ve zahiren şeriata uysa bile; ucup, riya, kibir gibi hastalıldan devam
eder. 58 Sonra da dünya ve ahireti berbat olur. 59
57
D. Alimlerin Mertebeleri
Ulema dört kısımdır. Birinci kısım, ilim ve arnelinin kendilerini nzay-ı ilahiye
layık ettikleridir. Bu alimin, enfüsde makamı sırr, haf{'' veya ahfadır. Kitabulla60
52 İslanı'a göre münafık, görünüşte İslam' ı kabul edip de gerçekte kalbinden tasdik etmeyen kiBurada ifade edilmek istenen i~e. zahirdeki ahkaını kabul ve yapıııayla beraber, tasavvufun
gösterdiği hedefleri red ıııanasınadır. Dolayısıyla; kamil insan olma yolundaki bu hedefleri ve gereklerini kabul etmeyenlere, yine tasavvufa özel bir ınanada ınünafık tabiri 1.-ı.ıllanılnıışur. Aksi takdirde
baun ilmini reddedene şeriat ilmindeki gerçek münafık deneınez. Fakat İmam Efendi'ye göre Allalı'a
imanı ve gereklerini kabul edenin, ona vuslaıa götürücü esbabı kabul ederek sarılnıaması, bir nevi
kendisiyle çelişki olarak görulüp nıünafıklık olarak değerlendirilmiştir.
53 Burada ayetlere ıasavvufi ınanalar yüklendiği gözden kaçırılınaınalıdır. (bk 2 Bakara/ı89.)
54 İnıanı Efendi, Giilzar-ı Samini, c. ı, s. 441.
55 Adtıni, Keşfıı'l-Hajii, c. ı, ss. ı38-ı39.
56 İmanı Efendi, age., c. 1, ss. 467-468.
57 Aym eser, c. 2, s. 68.
58 İmam Efendi burada, gerçek olgunluğun ancak ınürşid-i kamil ile olabileceğini söylemektedir. Aksi biilde yani bir kişinin kendi başına ol,:uyarak da gerçek Müslümanlığı yaşayabilmesi mümkündür ve böyle bir yol bürün uleıııa ve fukaha tarafından da kabul edilmiştir. Mutlak manada bunu
İmam Efendi'nin de reddi ınünıkün değildir.
59 İmam Efendi, age., c. 1, ss. 197-204.
60 Genel olarak tasavvufıa sır, kalpıe bulunan Rabbiini bir latifedir. Nefsin bir haleti olup, onsuz
nefıs iş yapamaz. Zira müşahadenin mahalli sırdır. (bkz. Cebecioğlu, TasawufTeriınleri... , s. 641).
6 ı Genel olarak tasavvufıa hafı, zikir mahalli olan Jetaif-i hanıseden dördüncüsü ınanasındadır.
Ctlynı eser, s. 308).
şidir.
------------·------------~---'----------------""'-
imam
efendi'ninfıkbfyönıi.
139
ha nispetle derecesi hakikattır. İkinci kısım ise, ilim ve arnellerinin kendilerini
marifet ve kurbere layık ettikleridir. Bunların makamı ise enfüste ruhtur. 61 Kitabullaha nispetle derecesi ise marifettir,"3 zira marifet hakikatten aşağıdadır. Zira
marifet fena 6' m ertebesinde, hakikat ise beka6; mertebesindedir. Beka elbette daha yücedir ve nzaıunc'; kemaline götürür. Üçüncü grup ise, ilim ve amelleri kendilerini ulırevi nimetlere, ilaili ahlak ile ahliildanrnaya ve ilaili sıfatıada vasillanmaya götürür. Bunların enfüsteki makarnlan kalptirc'7 ve kitabullaha nispetle dereceleri taril<attır. Dördüncü grup ise, ilim ve arnelleri kendilerini cennet ve oradaki nimete layık eder. Bunların enfüsteki makarnlan nefs68 ve tabiattır. 69 Kitabullaha nispetle dereceleri ise şeriattir.
Bu makarnlar yalıuz alimiere mahsus değildir. Her müslümanın bu rnertebelerde bir haz ve nasibi olabilir. Ancak hakil(ate talip olmak, sehat ve istilmrnetten aynlrnarnak şarttır.
70
E. Teklif-i İlahl.o..in Sakıt Olduğu Mertebe
Bazılan "Biz bir mertebeye ulaştık ki, teklif-i ilalll bizden düştii." demişler. Bu
söz iki manaya gelebilir:
1. İnsan Cenab-ı Hakk'a vuslatla, artık kendisine o Mahbub-i Hakiki'nin zatı
da emri de sevgili olur. Dolayısıyla emr-i ilahiyi külfetsiz ve meşakkatsiz olarak
zevkle işler.
2. Bir kimse tarik-i hakta fena mertebesine ulaşır, hayret içerisinde kalır. Kendisini unutup, farzlan yapmaya şuur ve mecali olmaz, demektir.
Gerçi böyle olanlar ınazurdurlar, fakat makbul ve rnuteber değildirler. Hiç olmasa farzları yapacak kadar şuurasahip olmalan ve farzlan yapmalan istenmelidir.
62 Genel olarak tasavvufta ruh mücerret bir insan la lifesi olarak kabul edilir. Halk (yaratma) illeminden çok emir illemine aittir. (Cebecioğlu, TasaıvufTeıiınleri... , s. 598.)
63 Tassavvufıaki dört merıebeden birisidir. (Aynı eseı; ss. 486-487).
64 Fena, sütinin gözünde nesnelerin silinmesi manasma gelir. Dolayısıyla kul tasarruf-u ilahi
içinde benliğiniterk ederek olgunlaşır. Bu noktada gerçek tevhide ulaşır. (Ay m eseı~ ss. 267-268).
65 Beka, kulun kendinde olandan geçip Allah'a ait olanla sonsuzluğa ermesi manasma gelir. Bu
nebilerin nıakaınıdır. Bu malcanıda ki kulda, sadece Allah'ın razı olduğu şeyler bulunur. (Aynı eseı;
s. 135).
66 Rıza, kalbin, hükınün akışına rıza göstennesidir. Yani hüküm ve kazaya (kader) ilirazda buluruııamasıdır. (Aynı eseı; ss. 592-593).
67 Kalp, mizaci l,:uvveıler ve cismani gerçekler ile ruhani gerçekler ve nefsani gerçelder arasını
bir araya getiren (cem eden) hakikattır. Muıasavvıflara göre maddi kalp manevi kalple irtibaılıdır ve
bu k;ılp insanın hakikatıdır. (Aynı eseı; ss. 422-423).
68 Nefs; kendinde iradi hareket, his ve hayat k-uvveti olan bir cevherdir. Kötülüğü emreden manasına anlaşıldığı gibi, Allalı tarafından insana üflenen ve ruh-u Rahmani ınanasma da kullanılmıştır.
(bk. Aynı eser, ss. 545-546).
69 Tabiat, cisimlere sirayet eden bir k-uvvet olup, cisiin opunla olgunluğa ulaşır. (Aynı cseı; s. 681).
70 İmam Efendi, Gı'ilzar-ı Saıniııi, c. 1, s. 512.
140
tasavvıtf
İflah
olmaz bir grup da "Biz Mevla'ya ulaştık. Hak ile beraberiz. Artık kim kime ibadet edecektir?!" tarzında sapık bezeyanda bulunur. Bunlar mel'un ve zın­
dıktırlar. Bunlar Cüneyd'in dediği gibi ulaşrnışlar, fakat cehenneme ulaşrnışlar­
dır, fakat haberleri yoktur. ı
7
F. içtihat Edebilmenin Şartları
Zamanıınızda bazı insanlar; "Biz niçin içtihat edemiyoruz? Bizim de akıl ve ilmimiz var. Biz de insanız. Neden bir meseleyi tetkik edip de bir şey söyleyemeyelim?" diyorlar. Bu tip insanlarda veya kitaplarında genel olarak az da olsa kö72
tü bir niyet hissedilmektedir. Zira kapalı olan içtihat kapısı için ilm-i zahir yetmez. Ne kadar alim ve müctelıit de olsak, Şer-i Şerif in batın ve hakikatini bilme~
den yalnız Kur'an ve Hadis-i şeriflerle istinbat-ı alıkarn yapılamaz. Zira her şer'!
meselenin bir esas ve hakikatı vardır. Öncelikle bu hakikat tetkilc olunmuş ve za7
lıirde de bu hakilcate tevafuk etmişse kabul edilir, aksi halde kabul edilmez. ;\
7l İmam Efendi, Gt71zar-z Samiııi, ss. 473-474, 477; yine bkz.: İbnü Haldun, Abdurrahman, Şi­
fa ri 's-Sail, hz!. Süleyman Uludağ, İst. 1977, s~ 292.
72 Hanbeli Mezhebinde hiçbir zaman içtihat kapısının kapandığı görüşü gündeme gelınezken,
Malikilerde de gelmemiştir, sayılır. Fakat Şafii ve Hanefi çevrelerde-içtilıat kapısının kapandığı görüşü hicri yedinci asırdan sonra ortaya çıkınaya başlamıştır. Bu dönem genel itibariyle Moğol istilasmdan sonrasına (ın. 1258) rastlar. (Karaman, Hayrettin, İslam Hukuk Taribi, İst. 1989, s. 270 vd.; Hudari, Muhammed, Taribi't-Teşrii'I-İslami, Beyrut 1983, s. 271 vd.). Fakat içtilıat kapısının kapanıp kapannıadığı tartışması bir tarafa bırakılarak genel bir değerlendirme yapılırsa, Moğol istilasını takip
eden devreden yaklaşıl( 1900'lü yıllara kadar ciddi bir durgurıluk dönemi vardır. Bu durum aşağı yukarı her mezhep için geçerlidir. Tabi olarak bunun sebepleri de vardır. Salıayla ilgili kitaplar bu noktada; fukahanın irtibatsızlığı, selefin kitaplarına ilgisizliği, hile ve tevil yollarına sapma gibi esbabı
söylese bile (Karaman, age., ss. 275-276; Hudari, age., ss. 272-275; Emin, Ahmed, Zubnı '/-İslam,
Beyrut, trs., c. 4, ss. 212-215) bence en önemlisi İsliim'ı öğrenme, yaşama ve yaşatnıa ruhunun azalması veya kaybolmasıdır. Zira Müslümanların güçlendiği dönemlerde fılnh da güçlennıiş, zayıfladığı
dönemlerde ise fılcıh da zayıflaııuştır. Bunun yanında; içtilıat kapisı açılctır, fakat girmeye maniler
vardır, görüşünü serdedenler de olmuştur. (bk. Nursi, Said, içtibat Risalesi (27. Söz), İst., trs.).
73 İçtihadın esası, şartlarına uygun yapılmasıdır. Hakikatı ise ünunet-i Muhammed (s.a.v.) için
gerekli olan bir problemi çözmektir. Bu noktada daha çok nasların illet ve hilmıetlerine bakılır. Aynı zamanda İslam Hukukunun ana gayeleri her zaman gözönünde bulundurulur. Dolayısıyla ilah!
hükümlerin düşürülmesi gayesiyle içtilıat yapılmaz. Zahiri (objektif> ölçülerde öyle bir sonuç çılcsa
bile kabul edilmez. Bu sebepten hiley-i şer'iyenin (ınehariç) makbul olması için tek ölçü, mezlı:ıir Iıa­
kikatı gözetınektir. Zira yasak olanı meşru gibi göstermek heliii olmaz. Fakat insarılara iyi niyetle (ilı­
lasla) yardımcı olmak, aynı zamanda Şiiri' Teaiii'nın muradıdır. Dolayısıyla yardmı vb. düşüncelerle
şer'! maksatlar itibardan düşemez. Fakat konu, gerekirse zaruret gibi prensipler altında işlenir. (bk.
İbn Aşur, Muhanuned Tahir, Makaszdü'ş-Şeriati'I-İslam~ve, Tunus 1366/1978, s. 115; Atıyye,.et-Tan­
zinı '1-Fzkbi, s. 166; Buti, Muhammed Said Ramazan, Dauabztu '!-Mas/aha Fi'ş-Şeriati'l-İslam~vye, Dimaşk 1386/1966, s. 233 vd.; İbnü'I-Kayymı, Ebu Abdilialı Muhammed b. Ebi Bekr, !'lamü'I-.Mzwakkzin an Rabbi'l-Aiemiıı, talilc ve talıriç: Muhammed Mu tasını Billah el-Bağdadi, Beyrut 1416/1996, c.
3, ss. 103, 144, 146, 289; eiı-Necefı, Ebu'l-Kasmı Necmüddin Cafer b. El-Hasen (676), Şeraiıt'I-İslfım
fi-.Mesaili'l-Helal ue'I-Haram, tahkilc ve talilc: Abdülhuseyn Muhammed Ali, Necef 1389/1969, c. 3, s.
31; Seyyid Awad Ali, el-H~vel Beyııe'l-Meşnı' ue'I-Memıııt~_ 1415/1994, s. 99; İbn İbrahim, Muhammed, el-H~velıi '1-Fzkbiyye fi'l-Muamelati'I-Mal~vye, yrs., 1983, s.27.)
imam efendi'ninjikbfyönı/
141
Halbuki içtihat isteyenlerin batın ilimlerini bir tarafa bırak, zahirieri bile haraptır.
Zira bunu diyenler, belki beş vakit namazı bile kılmıyorlar.
Eğer biraz Arapça ve Avrupa fününu öğrenmelde Kur'an ve hadislerden hüküm çıkarmak mümkünse, gayr-i müslimlerden öyleleri var ki onların ilmi bunlannkinden daha fazladır. Binanaleyh onların d~ Kur'an'dan şer'I meseleleri istinbata mezun olmalan gerekir. FaKat bunun yakışmayacağı açıktır.
Bunun yanında mezkür iddiada bulunaniann din ile alakalannın bu mösyö
müstetşrilderden farklı olduğunu zannetmiyorum. Maksatlan bu gibi sebeplerle
bu dini kaldırmaktır, sanıyorum. Fakat bazı gayretli Müslümanlar sebebiyle bunu
söylemeye cesaret edemiyorlar. Çok geçmeden bunu da söyleyecekler ve kim bilir, neler yapacaldar? Şimdiden bile Şer-i Şerif e "Kara Kuvvet" diyorlar ve bunlara karşı ilan-ı harbetmek ·gerektiğini söylüyorlar. Biz ise hala bu zevatın Kuran'dan şer'! hükümleri istinbat yolundaki nağmelerine inanıyoruz. Heyhat!. .. 75
74
G. İçtihadın Hakikat Mertebesiyle ilgisi
Şeriat babında müctehid!n-i izamın içtihadı iki hikmete mebn!dir. Birisi bu
ümmet-i merhumeye kolaylık olması ve dinde zorluk olmaması cilıetini buyurmuşlardır. Bu cihet ruhsatcilıetidir. Diğeri ise; her müctehidin vasıl olduğu hakikat derecelerine nispetle alıkam-ı zahirede içtihat buyurmalandır! Bunu herkes
farketmez. Mesela Beyt-i Haram'da Makam-ı Hanefi tavaf mahallerinin haricinde,
Makam-ı Şafii ise dahilindedir. Zahirde metaf içerisisinde bulunan daha büyük olmak icabeder. Halbuki İmam-ı Azam "beka billah"77 İmam Şafii ise "Fenafillah"78
76
74 Müçtelıidin Müslüman olması ilgili eserlerde direkt olarak işlenmenıiştir. Bunun gerekçesi,
zaten gayr-i müslirn birisinin içtihat konumunu haiz olamayacağıdır. Zira içtihat Şari Teaiii adına bir
meseleye çözül bulmaktır. Müslüman olmayan birisinin böyle bir kaygısı olamaz. Dolayısıyla bu
ınevkiye de hiçbir zaman yükselemez. Ancak Müslüman olduktan sonra böyle bir seviyeyi yakalayabilir ki, içtil1at edebilmesi için ilave şartlan da haiz olmalıdır. Müçtelıidin fasık olmaması ve adil olması gibi şartlar bunlardandır. Gerçi bu ikisi elı.liyet şartı sayılınasa da tekmili şartlar gurubuna kesinlikle girer. Bu sebepten ilnıiyle amil olmak, her usul kitabında geçen açık bir beyandır. (bk. el-Umeri, Nadiye Şerif, el-İctibadfi'l-İsliim, Beyrut 1406/1986, ss. 107-109).
75 İmam Efendi, Cılizar-ı Samini, c. ı, ss. 318-320.
76 Bkz. Şatıbi, Ebu ishak, el-Mıwafakatfi-Usuli'ş-Şeria, Beyrut, c. 1, s. 229; el-Hudari, Muhammed, Usuli/'1-Fıkb, Beyrut 1409/1988, ss. 65-72; Ebu Zelıra, Usu/ii'l-Fıkb, ss. 49-53.
77 Kalmak, durmak, eski hıllinde kalma; sürmek, devam etınek ve baki olmak manalarma gelir.
Fena sözünün insandaki kötü sıfatlarının yok olmasına işaret etınesi gibi, beka sözü de insandaki güzel huyların ortaya çıkması ve bunların devam etınesine delalet eder. Mutasavvıflar beka sözünden
çoğunlukla, Allah'ın alı.liikıyla ahlılldanmak manasını anlamışlardır. (Altıntaş, Hayrani, TasauuıtjTa­
ribi, Ankara 1986, s. 123).
78 Fenafillah, kulun benliğinin kaybolması ile tevhidin gerçekleşmesi demektir. Bu makaında
kulun zat ve sıfatı Hakk'ın zat ve sıfatında fiini olur. (Cebecioğlu, TasavvufTerimleri... , ss. 267-278)
Aynı zamanda insanların kötü sıfatiardan b:urrulup, nefsani haz ve arzularının yok olması demektir.
· (Altıntaş, age., :;. 124)
-··-----··
ı 42
tasauvıif
makamında olduğu için bu böyle olmuştur. i!> Zira beka fe~adan sonra gelir. Diğer
meseleler de buna kıyas edilir. 60
H. Azi.metle Arnelin Tercihi
Evliyaullaha göre şeriat iki türlüdür. Birisi zayıflar, acizler ve tembeller şeriatı,
diğeri ise; müttakiler (etkıya), güçlü (akviya) ve ehaslar şeriatıdır. Birincisi fetva
ve nıhsat, ikincisi ise takvii ve azimettir. 8 ı Azin-ietle amel mü'mini Allah'a layık hale getirir. Ruhsatla amel ise insam cennet ve derecelere (derecat) nail eder. Fakat
ehl-i nıhsat şirk-i hafiden (gizli şirk) lrurtulamaz. Mesela, iyilik ve kötülüğü herhangi bir şahıstan bilip de Hakk'tan bilmernek şirk-i hafidir. Bunun gibi pek çok
incelikierin hepsi gizli şirke dahildir. Bu da nefsin diri olmasından ileri gelir." 2
Nafile ve menduplar için kitaplanrmzda pek çok teşvik vardır. Fakat farzlara
dair bir teşvik yoktur. Bunun hikrneti şudur ki: mü'minler zaten farzlan yapmak
zonındadır. Zira büyüklük ve ecrinin çolduğunda şüphe yoktur. Fakat nafileler
böyle değildir. İnsanlarm önemsemeyerek terki söz konusudur.. Bu sebepten
üzerinde fazlaca dunılmuştur.
Nafilelerdeld kurbiyetle kul Hak'ta fiini olur. Kuds! hadis de "lrulun gören gözü, duyan kulağı olma""3 şeklinde fenamn halleri ve malıbubiyer sırlan tarif olunmuştur. Nafilelerle ulaşılan tam bir fena noktasından sonra farzların kurbiyeti ortaya çıl{ar" ki, işte o zaman kul Hak ile bald olur. Beka ise fenadan daha tam, daha
kamil ve caın!dir. Kullarm niha!yükseliş ve kemaliancak beka ile müınlrundür.
1
85
79 Sanırım bu eski dönemlerde mezlıeplere göre makamların bulunduğu zamana aittir. Şu anda
Beyt-i Haranı'da bu şekliyle makanılar yoktur.
80 İmanı Efendi, Gı11zar-ı Sam ini, c. ı, s. 437.
81 İslam Hukuk Usulü'nde kabul edilen ruhsat; ilk olarak meşru kılınan ve yapılmasının sebebi _
arızl olmayan bir teklif olarak tarif edilirken; ruhsat, asıl hükmün yerine getirilmesine inıkiin olmayınca ikinci derecede gelen bir hüküm olarak tarif edilir. Buna göre aziınet asıl ve umumi olan hüh'Ümdür, dolayısıyla herkesi ilgilendirir. Bunu yerine getirmek inıkansız olunca, ikinci derecedeki
hüküm devreye girer. (Ebu Zelıra, Muhaııınıed, Fıkıb Us11lı1, çev. Abdülkadir Şener, Atık. ı986, s. 49;
yine bk. Cürcani, Şerif Ali b. Muhaııuııed, et-Ta'ıifat, Beyrut 1408/ı988, ss. 150, 110; Ebu Ceyb, Sa'di,
ei-Kamusı'i'I-Fıkbi-Liigaten ve Jstılaben, Dinıaşk ı408/1988, s. 146).
82 Dolayısıyla İmam Efendi, her şeyde Cenab-ı Allah'ın tasarrufunun görülmesi gerektiğini söylüyor. (İmanı Efendi, age., c. 1, ss. 436-437.)
83 Hz.Peygamber (s.a.v.) bu h·udsi lıadisinde, "Benim dostuma düşınanlık edene harp ilan ederim. Kulum bana farzlardan başka bir şeyle daha sevimli hale gelemez. Nafılelere devam edince ise,
onu sever hale gelirinı. Bir de sevince; duyan kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olunıın.
Benden isterse veririm ve birşeyden bana sığınırsa korunun ... " (Buhari, Kitabürrikak, no: 6502, c.
7, ss. 243-244) buyurarak Cenab-ı Allah'ın böyle ifade ettiğini bildirirler.
84 Mezhiir hadise göre farzlardan sonra k:urbiyet mertebesi nafılelerle tanıanı olur veya ciliilanır.
Fakat nıüellifın ifadesinde sanki birinci nıertebe nafılelere aitmiş gibi bir anlam vardır. Doğru ve esas
olan, farzların ilk mertebeyi teşkil etmesidir.
85 İmam Efendi, age., c. 1, s. 475.
imam
efenfli'1ıin fikhf yöıııl
143
Nafileler Cenab-ı Hakk'a hediyelerdir ve feraizi ikınal eder. 85
J. Hiliifetin Manası
Son olarak İmam Efendi'nin insanın hilafet yönüyle ilgili görüşlerini vermek
. istiyorum. Bunlar da hilifetin, Allah'ın yeryüzündeki iradesini hem fert, hem de
toplum olarak teınsilınanalanna uygundur67 ki ikiye ayırır:
Birinci olarak her fert, eşya ve malda ilahi bir halifedir. Fakat halife kılanın
emrine ınuvafık güzel tasarruf olmazsa ilahi yardım kesilir. Eğer aykırı hareket
söz konusuysa, hilafetten azlolunur. Bu da irisanlık ınertebesinden hayvanlığa
düşmek demektir.
İkinci olarak ise, Cenab-ı Hak herkesi kendi vücuduna halife yapınıştır. Aza
ve organlar, zahiri ve batınilmvvetler; kendini halife kılanın emri üzerine kulla68
nılıyorsa, yirie ilahi hilafet devam eder. Aksi durumda düşer.
Sonuç
İmam Efendirıin görüşlerinden de anlaşılacağı üzere, Tasavvuf nzay-ı ilahiyi
başlangıç ve sonuç noktası olarak ele alınış, dolayısıyla asgad seviye olan feraiz,
vacibat ve nehiy ahkaınıyla yetinıneıniş; aksine istil1bap ve kerahet konulannı da
bağlayıcı kabul etmiştir. Bu sebepten tasavvuf genel olarak İslam ve BulmIm'nun emirleriyle çelişınediği sürece makbul, hatta takva çizgisine daha yakın
olarak kabul edilebilir. İmam Efendi de bunu, ilrnl derinliği içeıisinde tatbik etmiş olan son devrin nadir irisanlarından biridir. Yalnız asgari gerekli olan bu şart
yerine getirileınezse din adı.na büyük sapınaların yaşanınası kaçınılmaz olarak
devam eder. Çünkü irisan duygu ve düşüncelerinin objektif ölçüleri, sadece net
olan şer'! ahkarnla. belirlenebilir.
BİBLİYOGRAFYA
ACLUNİ, İsınail b. Muhammed (1162); Keşfü'l-Hafa ve Mfizilıı'l-Elbas Amıııe'ştehera
Mine'l-Ehadisi Ala ELçineti'n-1\'as, Daru'l-Kütübi'l-llmiyye, Beyrut 1408/1988, 3. baskı.
86 İnıanı Efendi, Gıilzar-ı Samini c. 1, ss. 528-529.
87 bk. Reşit Rıza, el-Hilafe, Mısır 1342, s. 10; Erdem, Mustafa, Hz. Adem, Ank. 1993, s. 127. vd.
88 İmam Efendi, Sohbet/er, c. 2, ss. 151-152. Burada zikredilen her iki hilafet de alıkam-ı sultaniye kitaplarının ele aldığı hilafetten farklıdır. Gerçi aralan tevfik edebilebilir. Ama buna rağmen işaret _
olunan hilafetlerin Anayasa Hukuku ile hiçbir ilgisi yoktur. Zira hilafet terimi Müslümanlar arasında,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vefatıyla ortaya çıkmış ve onun devlet ve toplumu İslami h."Urallar çevresinde yönetmesinin devamını sağlayan şer'i idare manasma kullanılmıştır. (bk. Seyyid Bey, Hi/aferin
Mahiyet-i Şer'tvyesi, Ank. 1340, s. il; Reşit Rıza, el-Hi/life, s. 10; S. Abdullah Cemaleddin, İslam'da
. İdari Siyaset, naşir: A. K. Kabakçı-E. Bayraktar, s. 67; İbn Aşur, Muhammed Tahir, Usıtlıl'n-Nizami'l­
İctimai, Tunus 1964, s. 207).
144
tasawıif
ALTINfAŞ, Hayrani, TasavvufTarihi, AÜ İlahiyar Fak. Y., Ankara 1986.
AMR, Muhammed Abdülaziz, el-Libas ve'z-Zinefi'ş-Şeriati'l-İslaıniyye, Müessesetürrisale-Darulfurkan, Beyrut-Amman 1403/1983, 1. baskı.
ATTYYE, İzzet Ali Iyd, el-Bid'a-Tahdidüha ve Mevkıfü'l-İslaıni Minha, Daru'l. Kütübi'l-Hadise, Kahire, trs.
_ _ _ _ , et-Tanzim '1-Fıkhi.
BUHARİ, Muhammed b. İsmail, el-Camiu's-Sahih, Çağn y., İst. 1981.
BUTİ, Muhammed Said Ramazan, Davabıtu'I-Maslahafi'ş-Şeriati'l-İslaıniyye, el-Mek-
tebetü'l-Emeviyye, Dimaşk 1386/1966, 1. baskı.
CEBECİOGLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Y., Ank.
1997, 1. baskı.
CÜRCANİ, Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta'rifat, Daru'l-Kütübi'l-Ilıniyye, Beyrut
1408/1988,3.baskı.
ÇUBUKÇU, İbrahim Agah-Çağatay, Neşet, İslam Mezhepleri Tarihı; AÜ Basımevi,
Ank. 1985, 2. baskı.
DİHLEVİ, Şah Veliyyullah Ahmed b. İbrahim, Huccetullahi'I-Baliğa, şerh: Muhammed ŞerifSükker, Daru İhyai'l-Ulum, Beyrut 1413/1992,2. baskı.
EBU CEYB, Sa'di, el-Kamusü'l-Fıkhi-Lügaten ve Jstılahen, Daru'l-Fikr, Dimaşk
1408/1988, 2. baskı.
EBU HANiFE, el-Fıkhü '!-Ekber, (İmam-ı Azam'ın Beş Eseri), çev. Mustafa Öz, İFAV Y.,
İst. 1992.
EBU ZEHRA, Usı1lü'l-Fıkb, Tebliğ Y., İst., trs.
_ _ _ _, Fıkıh Usulü, çev. Abdülkadir Şener, Fecr Y., Ank. 1986, 4. baskı.
EMİN, Ahmed, Zuhru'l-İslaın, Daru'l-Kitabi'l-Arabi, Beyrut, trs., S. baskı.
ERDEM, Mustafa, Hz. Adem, TDV Y., Ank. 1993, s.127. vd.
EŞ'ARİ, Hasan Ali b. İsmail, el-İbane an Usuli'd-Diyane, tahkik: Beşir Muhammed Ayyun, Mektebeti.i Dari'l-Beyan, Dimaşk 1413/1993, 4. baskı.
HEY'ET, Fetava el-Lecneti'd-Daiıne li'l-Biihıtsi ve'l-ijta, Suudi Arabistan.
GAZALİ, Muhanuned, İhyau Uluınnıuddin, çev. Ali Aslan.
HACVİ, Muhanuned b. El-Hasen es-Sealibi el-Fasi, el-Fikru's-Sami fi-Tarihi'I-Fıkbi'I­
İslami, Daru't-Turas, Kahire, trs.
HUDARİ, Muhanuned, Tarihi't-Teşrii'l-İslami, Daru'l-Kelam, Beyrut 1983, ı. baskı.
İBNİ AŞUR, Muhammed Tahir , Usulü 'n-Nizaıni'l-İctimai, el-Matbaatü'r-Rasmiyye,
Tunus 1964.
_ _ _ _ ,Muhammed Tahir, Makasıdü'ş-Şeriati'l-İslanıiye, el-Matbaatü'l-Fenniyye,
Tunus 1366/1978.
İBNİ HALDUN, Abdurrahman, Şifaü 's-Sail, hzl. Süleyman Uludağ, İst. 1977.
İBNİ HANBEL, Al1med, el-Mıisned, el-Mektebül- İslami, Beyrut 1405/1385, 5. baskı.
İBNİ İBRAHİM, Muhanuned, el-H~yelü 'l-Fıkh~y_ye fi'l-Muanıelati'l-ı'vfal~y_ye, ed-Daru'lArabiyye li'l-Kitab, 1983.
İBNİ KESİR, Hafız Imadüddin Ebu'l-Fida İsmail, Tefsirü'l-Kuı-ani'l-Azim, il1tisar
eden: Muhammed Ali es-Sabuni, Dersaadet baskısı, trs.
İBNÜ'L-KADI, Muhanuned Şazüli, Hukmii Lebsi'l-Bernita fi-Dari'l-Harbi ve Da1i'l-İslam, el-Mecelleti.i'z-Zeytuniyye, Recep-1355/Ekinı 1936.
imam efeııdi'ninjikiıfyönıi
145
İBNÜ'L:.KAYYJM, Ebu Abdiilah Muhammed b. Ebi Bekrb. Eyyub, 1'/amü'/-Muvakkı­
iıı an Rabbi'l-Alemin, Talik ve tahriç: Muhammed Mutasım Billah el-Bağdadi, Daru'l-Ki-
tabi'l-Arabi, Bey:rı.ıt 1416/İ996.
İMAM EFENTIİ, Osman Bedreddin Erzurum!, Gülzar-ı Samini (A. Feyzi Özçimi neşretıniştir) Marifet Y., İst. 1994, 2. baskı.
_ _ _ _ , Sohbetler 1-2-3, Naşir: Cemalettirı Emiroğlu, Gelişim Mtb., Ank. 1983.
KARAMAN, Hayrettin,
İslam Hukuk Tarihi, Nesil Y., İst.
1989.
MUHASİBİ, Ebu Abctillah el-Haris b. Esed, er-Riaye, çev. Abdüll1akim Yüce, İzmir
1997.
NECEFİ, Ebu'I-Kasını Necınüddin Cafer b. El-Hasen (676), Şeraiu '!-İslam fi Mesaili'/Helal ve'/-Haram, Tahkik ve Talilc Abdi.ilhuseyn Muhammed Ali, Matbaatü:l-Adab, Necef
1389/1969, 1.
baskı.
NURSİ, Bedii.izzaman Said, Mektıtbat, İst.
1994.
_ _ _ _ , İçtibat Risalesi(27. Söz), Yeni Asya Y., İst. tarihsiz.
REŞİD RIZA; e/-Fetava, Da:rı.ı'l-Kütübi'l-Cedid, Beyrut 1390/1970, 1. baskı.
_ _ _ _ , e/-Hilaje, Matbaatü Menar, Mısır 1342.
SEYYİD Abdullah Ceınaleddin, İslam'da İdari Siyaset, Naşir: A. K. Kabakçı-E. Bayraktar, Hira Y., yrs. ve trs.
SEYYİD Avvad Ali, el-Hıyel Beyne'l-Meşrıt' ve'l-Memnu', Havliyyetü'l-Caıniati'l­
İsHiıniyyeti'I-Aıemiyye, Temmuz 1415/1994.
SEYYİD BEY, Hilafetiıı Mab~vet-i Şer'i)yesi, TBMM Mtb., Ank. 1340.
ŞABAN, Takkiyyi.iddin, Usulü '1-Fıkıb, çev. İbrahim Kafi Dönınez, TDV Y., Ank. 1999,
3.
baskı.
ŞATIBİ, Ebu İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed el-Hayn1i el-Gamati, el Mıwajakat
Fi-Usuli'ş Şeria, şerh
_ _ _ _,
ve tahric: Adullah Draz, Beyrut, trs.
el-Mıwafakat jHT.~uli'ş-Şeria, Daru'l-Kütübi'l-Ilıniyye,
Beyrut.
ŞELTUT,
Mahmud, el-Fetava, Daru'l-K.1.lem, yrs. ve trs.
ŞEVKANİ, Neylü 'l-Evtar bi-Şerbi Münteka 'l-Ah bar min-Ebadisi Seyyidi'l-Abyar L 'i b-
ni TeymiJye, Matbaati.i Must<ıfa el-Babi, son baskı, trs.
TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, es-Sünen, Talik: İzzet Ubeyd ed-De'as,
el-Mektebeti.i'l-İslamiyye, İst. tarihsiz.
TUNÇ, Cihat, Sistematik Kelam, Erciyes Ünv.Y., Kayseri 1994.
UMERİ, Nadiye Şerif, el-İctibad Fi'l-İsliim, Mi.iessesetürrisale, Beyrut
1406/1986, 3.
baskı.
YAZIR, Elınalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, Zaman Y., İst., trs.
ZEBİDİ; Ebu'I-Abbas Zeynüddin A11ıned b. A11med, et-Tecridü's-Sarib li-Ebadisi'/-Ca-
mii's-Sabib, çeviri ve şerh: A11ıned Naim: DİB Y., Ank. 1987, 9. baskı.
Download