Kur`an`ı Anlama Dereceleri ve Takva

advertisement
Kur'an'ı
Anlama Dereceleri ve Takva
Erdoğan BAŞ
Dr.
1.
Giriş
Eskiden olduğu gibi günümüzde de müslümanların en büyük çabası Kur'an'ı
bir şekilde anlamak, yorumlamak ve ona göre bir dünya görüşü ortaya
koymaktır. Bu amaç doğmltusunda özellikle son yıllarda ülkemizde de Kur'an'ı
anlamaya yönelik daha cidd! akademik çalışmalar yapılmakta; eserler yazılmak­
ta,2 çeviriler yapılmakta, sempozyum3 vb. etkinliklericra edilmektedir. Söz konusu faaliyetler esasında Kur'an ve ona inananların, hatta tüm irısanlığın geleceği açısından umut vadetın ektedir. Bu makalede, adı geçen etkinliklere bir katkı­
da bulunulmaya çalışılacak ve Kur'an'ı anlama hadisesine farklı bir zaviyeden
bakılarak yeni bazı sam işaretlerine temas edilecektir. Yalnız, öncelikle şu ild
ayeti (mealen) zikredip bir kaç noktaya kısaca değirıerek konuya giriş yapmanın
yararlı olacağını umuyoruz:'
"Yeıyüzünde bulurımı ağaçlar kalem olsa, denizler de (mürekkep olsa) ardından yedi deniz ldaba gelip) ona yardım etse de (Allab'ın kelimeleri yazıl­
sa) yine (bunlar tükenir), Allab'ın kelimeleri tükenmez. Allah öyle üstündih~
öyle hikmet sabibidir".5 "De ki: Rabb'imin kelimeleri(ni yazmak) için deniz
doğru
1
ı Oryantalistlerin Kur'an ve İslam hakkındaki genel görüşleri hakkında bk. Zakzük, Mahmud
Hamdi, Oryantalizm, çev. Abdülaziz Hatip, İstanbul 1993;· Sibai, Mustafa, Oryantalizm, çev. Mücteba Uğur, İstanbul 1993; Nedvi, Ebu'l-Hasen, Asnmızdaki İslam Tetkik/eri, çev. Abdülaziz Hatip, İs­
tanbul 1993.
2 Bu eserleri kısmen de olsa bir araya getirmiş olan bir çalışma yapılmıştır. (bk. Çiçek, Halil, 20.
Asırda Kur'an ilimleri Çalışmalan, İstanbul 1996).
3 Mesela 1) /. Kur'an Sempozyumu (01-031'{isan 1994), 2) Il. Kur'an Sempozyumıt (04-05 Kasım 1995), 3) /. Kur'an Haftası Kur'an Sempozyumu (03-05 Şubat 1995), 4) U. Kur'an Haftası
Kur'aıı Sempozyumu (02-04 Şubat 1996) gibi seınpozyunılar yapılmaya devam etmektedir.
4 Makaledeki ayet ınealleri Prof. Dr. Süleyman Ateş'in Kıır'iin-ı Kerfın ve Yı1ce Mealı'nden alın­
mıştır.
5 31
Lokıuan/27.
ı
188
tasavvıif
mürekkep olSa; Rabb'imin sözleri tükenmeden önce deniz tükenir. Yardım için
o kadarını daha getirsek (yine yetmez).'"
Bu ayetlerde Allah'ın kelimelerinin yazmakla bitmeyeceği ifade edilmekle
birlikte, i:naksadın ne olduğu hususunda çeşitli fıkirler ileri sürülmüştür.7 Bunları bir tarafa bırakarak Kur'an'ın, Allah'ın "sırlan bitip tükenmek bilmeyen" kelimelerinden meydana geldiği söyleyebilir. Zira Kur'an kelamdan, kelam da kelimelerden ibaret olduğuna göre Kur'an'ın Allah'ın kelimelerinden ibaret olduğu
sonucu ortaya çıkar. Ne var ki söz konusu ayetlerde geçen "kelimat", yalnız
Kur'an'dan ibaret olmayıp bu kelime daha geniş manasıyla Allah'ın ilminin ve
hikmetlerinin kelimelere dökülmesinin mümkün olmadığını bildirmektedir.
Başka bir ifade ile "kelimatullah" terkibi, Allah'ın ilmi, hikmetleri ve varlığına delalet eden ayetleri olarak yorumlanınıştır. Şüphesiz Allah'ın kelimeleri, ilim ve
hikmetleri, varlık ve kainat aleminde de cereyan etmektedir. Bu manada semada ve dünyada meydana gelen her hadise, Allah'ın kelimesinin/ilminin neticesi
olarak vııkCıa gelir. Tabii ki Allah'ın ilim ve hikmet deryasından geniş bilgiler ih7
tiva eden Kur'an da, O'nun bir kısım kelimelerinden oluşmaktadır. Kur'an'ın kelimeleri, Allah'ın büyük ilim ve derin hikmetlerinden bahsetmesiyle geniş, anlaşılması, yorumlanması ve kavranması zor bir durum arzetmektedir.
Zikredilen ayetlerin içeriği, kanaatimizce, Kur'an ibarelerinin tek bir yoruma
indirgenmesine veya yorumların statik hale getirilmesine mani teşkil eder. Çünkü Kur'an'ın yorumu çağın şartlarına, her dönemdeki insanların bilgi ve kültür
seviyesine göre değişebilir. 10 Ayetlerin manalannın statik hale getirilmesi anlamı­
na gelen tek tip yorumsamacılık; ayetlerin yorumunun bir nevi dondurulması,
ihmal (veya gözardı) edilmesi neticesini doğurur. Bu durum ise, Kur'an'ın temel
konuları, öğretileri ve ilkeleri ile her asırda.insanların ihtiyaçlarına cevap verebiime prensibi olan evrensellik özelliğine aykırı bir sonuç ortaya çıkarır. Yalnız bu
1
.
ifadeler, çok-anlamlılığın (lafz-ı müşterekin) esas olduğu, dolayısıyla ayetlerin
manasının tespit edilemez bir durum arzettiği anlamında söylenınediği gibi,
8
9
11
6 18 el-Kehf/109.
7 MeseHi Ceınaleddin el-Kii.sııni bu ayete dayanarak Allah'ın kelam sıfatını ispata çalışmıştıı (bk.
Mebiisinıi't-te'vfl,
Kahire 1918, c. XI, ss. 4121-4122).
8 Kur'an'ın Allah'ın kel:l.mı olduğuna dair bk. 2 el-Bakara/75; 9 et-Tevbe/6.
9 bk. Beydavi, Nasıruddin el-Kadi, Em•iinı 't-tenzfl, Beyrut 1988, c. III, s. 276; İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail, Teftinı 'l-Kıtr'iini'l-azfm, Beyrut 1988, c. III, 114.
s.
lO İnsanların kültürlerine ve yaşadıkları asra göre Kur'an'ı anlama ve yorumlamadaki farklılıkla­
n hakkında bk. Bfiti, Said Ramazan, Min revai'il-Kur'iin, Dııneşk, ts., ss. 114-117.
ll BugünJacques Derrida gibi anianun tespit edilemez (undeddeabilitiy) olduğunu söyleyenler
de bulunmaktadır (bk. Erol Göka; Abdullah Topçuoğlu; Yasin Aktay, Önce Söz Vardı, Ankara 1996,
s. 210). Bunlar felsefi nazariyeler olup bir çırpıda geçilemeyeceği gibi tefsirin ondan alacağı çok fazla şeyin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
kur'iin'ı
anlama dereceleri ve takvii 189_
muhkem ayetlerin anlamlarının her zaman ve çağa göre değişmesi gerektiği manasında da kullanılmamaktadır.
Söylenmek istenen, (manaya delaleti kat'! hük:ümlerin ve muhkem ayetleriı-ı
dışında) daha ziyade yoruma açık bulunan ayetlerin farklı ve anlamlı tefsirlerinden yola çıkarak (sahih hadisleri de gözardı etmeden) Kur'an'ın öngördüğü bir
12
dünya gör·üşü ortaya konabiieceği meselesidir.
Bu makalede, yukanda ifade edilen yaklaşıma uygun olarak bir kısım ayetlerden yola çıkarak üç farklı kimsenin, kafir, mü'min ve müttaklnin, Kur'an'ı anlama
keyfiyeti irıcelenecektir. Ancak yapılan yorumlar ve ortaya konan düşünceler da-.
ha ziyade bir deneme ve farklı. bir yöntem arayışı mahiyetinde olup yeni bir yaklaşım ileri sürme amacına matuftur. Bu nedenle söz konusu edilecek düşünceler,
matematiksel hesaplar gibi bütünüyle nesnel olmayıp aynı zamanda tarafımızdan
tamamen kabullenilmiş (sosyolojik ifadesiyle içselleştirilmiş) fıkirler de değildir.
Çünkü konu yoruma dayalı bir araştırma olup bu özelliğiyle subjektif olmaktan
kendini kurtaramamaktadır. Esasında subjektiflik, soyut özelliği ile sosyal bilimlerin geneline hakim olan bir nitelik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki bu
durum sınırlı bir varlık olan irısanla Sınırsız Tek Varlık olan Allalı arasındaki iliş­
ki söz konusu olunca daha da önemli bir sorun olarak kendini hissettirmektedir.
Konumuz, bu çıkmaz gibi görünen özelliğirıe ve öznelliğirıe rağmen üzerirı­
de düşünülmesi ve tartışılması faydalı bir gelişmeye ve bakış açısına götürebilir,
diye düşünüyoruz. Öncelikle, inanan ile irıanmayan Kur'an'dan aynı manayı anlayabilir mi veya onun hidayetirıden yeterince istifade edebilir mi? inanan ile
inanmayanın anlama derecesi aynı olabilir mi? soruları ile konuya girilebilir. Bu
makalede ilk olarak manmayanın (kafirirı), ikinci olarak da mü'minirı anlama
keyfiyeti ele alınarak tahlile tabi tutulacak, bu ikirıci şıkta biraz daha detaya inilerek müttald mü'minin anlama derecesi irdelenecektir.
2. Mü'min Olmayanın Kur'an'ı Anlaması
Her okuyucu ve araştıncı Kur'an okuduğunda onun bir kısım ayetlerinde13
daha ziyade alıkiim ayetleri ve bu ayetlerin tarihsel olup olmadıkları
Bize göre bu tartışmaların alık:am konusunu aşıp Kur'an'ın geneline yöneltilmesi gerekmektedir. Böyle yapıldığı tal(dirde Kur'an'ın öngördüğü dünya görüŞü ortaya çıkabilir.
Çünkü Kur'an'daki ahkil.n1 ayetlerinin sayısı yaklaşıJ( olara~( 500 civarındadır (bk. Atar, Fallfettin, Fı­
12 Günümüzde
tartışmalar
hakkında yapılmaktadır.
kıb Usılfı"i, İstanbul 1988, s. 33).
81.
13 2 el-Balmra/170-171; 8 el-Enfiil/21-22; 10 Yfınus/42-43; 25 el-Furkan/43-44; 27 en-NemV80Kur'an'da akıl ve aklı kullanmalda ilgili 49 ayet bulunmai(ıadır. Bunlar-
Görebildiğimiz kadarıyla
dan yukarıda işaret edilenlere ek olarak, inanmayanların özellikle akıllarını çalıştırmadıklarına, hakikatı görınediklerine, duymadıklarına dair bk. 5 el-Maide/58, 103; 7 el-A'riif/179; 10 Yfınus/16; 22 elHacc/46; 29 el-Ankebfıt/63. Kur'an'ı düşünmedilderine dair bk. 4 en-Nisii/82; 47 Muhaınmed/24.
190
tasawuf
inanınayanlann akıllannı çalıştınnadıklanndan,
onlann sağır, dilsiz, kör, hatta
ölü ve hayvan gibi olduklanndan söz edildiğini kolaylıkla görebilir. Onların bu
özelliklerinden bahseden ayetler toplu olarak göz önünde bulundurul up değer­
lendirildiğinde inanınayanlarm akıllarını kullanınadıldan, Kur'an'ı hakkıyla düşünınedikleri, ona gözlerini yumup kulaklannı kapadıkları için iman etmedilderi anlaşılır. Bunun bir sonucu ~larak da Allalı'ın, onlann kalplerini ve kulaldarı­
nı mühürlediği belirtilir. ıs
Burada (kanaatimizce) inkarcı kimselerin, yukanda ifade edilen menfi tavır­
lanndan ve düşüncelerinden dolayı, Kur'an'ın gerçek manada ne olup ne olmadığını aniayarnama problemi gibi bir sorunla karşı karşıya olduklan izlerrimi ortaya çıkmaktadır. Bu sorun Kur'an açısından irdelenınesi, Peygamber dönemindeki inkarcılann Kur'an'ı anlamalan veya anlamamalan ile örneğin W. M. Watt
ve R. Paret gibi eskiden beri genelde İslam'ı özelde Kur'an'ı araştırınakla meşgul
olup iman etmeyen oıyantalistlerin anlayışları arasında farldılık bulunup bultın­
madığı ortaya korunası gereken bir mesele olarak görünmektedir.
Bununla birlikte, Dücane Cündioğlu'nun dediği gibi, " ... Onlar ahlaki zaaflarını terkedip düşünmek ve akletmek isteselerdi, o zaman bu inkarcılann Kur'an'ı
anlamaları mümh.i.in müydü?" Onun ifadesi ile "Elbette mümkündü; zira kendileri dışındaki (düşünen, akleden) kimseler Kur'an'ın kendilerine ne dediğini,
kendilerinden ne istediğini anlamışlar ve böylelikle getirdiklerine de iman etıniş­
lerdir."16 Yine Fazlurrahman'ın dediği gibi insan sadece Allah'a ibadet etmek için
kendi nefsanı arzuları ve desiseleri daltil bütün sahte tanrıları terketmedikçe hakikatı tam manasıyla anlayamaz mı? Ona göre sözü edilen menfi özellikler bir insanın hakikatı tümüyle basiretli bir şekilde görmesini engeller, onun görüşünü
17
daralLır ve varlığını parçalar.
Son iki yorumda öyle görünüyor ki yukarıda bahsedilen ayetlerin işaret ettiği yönde anlamlar taşımaktadır. Başka bir ifade ile adı geçen her iki müellif de
geleneksel yoruma uygun bir şekilde ve teorik olarak aldetmemeyi, ahlak! zaafları, nefsanı arzulan hakikatı idrak etme noktasında bir engel gibi görmektedirler. Ne var ki sorun böyle görmekle ve bakınakla en azından pratıkte ikna edici
14
14 Kur'an'da geçen akıl kavramını "aıı/amak"olarak tercüme etmek kanaatiınizce yanl!§tıİ'. "Akkullanmak" şeklinde tercüme edilmesi daha uygun olmalıdır.
15 Allah kalplerini ve kulaklarını ınühürlediği için anlamıyor ve iınan etmiyor değillerdir. Burası doğru anlaşılması gereken bir hususrur; yoksa insanı sonuulu tutmanın hiçbir anlamı kalmaz. Aksine akıllarını çalışursalar, hakikatı görseler ve işitseler aniayacak ve inıan edeceklerdi.'İşte akıllarını
kullanmadıkları, .h:üfrü seçtikleri, görmek ve duymak istemedikleri için Allah kalplerini ve kulakları­
nı mühürlemiştir. Bu hususta bilhassa şu ayeıler dikl{atle incelenebilir: 2 ei-Bakara/6-i, 88; 4 en-Nisii/155; 45 ei-Casiye/23.
lı çalıştınnak, aklı
16 Cündioğlu, Dücane, Anlamın Bubaı1aşması, İstanbul 1995, s. 100.
17 Fazlur Rahnıan, Ana Koııu!anyla Kıır'iin, çev. Alparslan
Açıkgenç,
Ankara 1996, ss. 51-52..
kur'an 'ı anlama dereceleri ve takvii
bir çözüme
191
kavuşmuş
olmuyor. Çünkü eskiden ve günümüzde Kur'an üzerine
zaman zaman bazı müslüman alimleri bile geride bıraka­
bilecek yaklaşımlar, yonımlar ve eserler ortaya kayabilen müsteşrilder ~ olagelmiştir. Mesela, istisna! bir örnek olmakla bilirlikte Japon oryantalist T. İzutsu'nun
Kur'an'a yönelik araştırmalan İslam Dünyası'nda dahi ilgi ve beğeni ile okunmakta ve eserleri takdirle karşılanmah."tadır. Bu nedenle onun aklını çalıştırmadı­
ğını ve buna bağlı olarak Kur' an' ı anlamadığım iddia etmek herhalde isabetli bir
yaldaşırn olarak kabul edilemez.
Bu probleme bağlı olarak genelde inanmayailiann özelde müsteşriklerin
Kur'an'ın vahiy ürünü bir eser olduğunu kabul etinemelerinin, başka bir ifade ile
onlann Kur'an'ın Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olduğuna·inanmamala­
rının; örneğin onun Hz. Peygamber'in sözlerinden ibaret olduğunu ileri sürmelerinin,20 doğru anlayışlan üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olup olmaması
muhtemel midir, sorusu da akla gelebilmektedir.
Makalenin seyri içerisinde, ortaya konan soru ve tezatlara muhtemel bazı çözüm teklifleri öne sürülecektir. Ancak konunun bütünlüğünün sağlanması açı­
sından ve ileride daha başka problemierin öne çıkması muhtemel olduğundan
öneriler yerine göre ele alınacaktır.
yapılan araştırmalarda
1
19
3.
Mü'ıninin Kur'an'ı Anla.ması
Burada kastedilen mü'min, iman etmiş olmakla birlikte takvii salıibi olınayan;
dini yaşantısında zik-zaklan olan, zaman zaman küçük-büyük demeden günah
işleyebilen, başka bir ifade ile ancak kelime-işehadeti söylemekle yetinen mü'mindir. Halbuki Kur'an açısından sadece sözle iman .etmiş olmak Allah'ın razı
olacağı bir kul olmak için yeterli kabul edilmemiş; bunun yanında arnel-i salil1
ve takvii istenmiştir. 22
21
18 T. İzutsu'nun Müslüman olduğu ve Müslümanlığını gizlediği yolunda bazı duyumlar almakMüslüman olmuşsa onun Kur'an anlayışı bizim iddiaınızı, daha da pekiştirmiş olacakur.
19 b k Kur 'ii n 'da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, İstanbul ts; K11r'iiıı 'da D inf ve Abiiiki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, İstanbul 1991.
20 Mesela Rudi Paret'in Kur'an'ın Hz. Muhammed'in kendi eseri olduğuna ilişkin görüşü hakkın­
da bk K11r'iin Üzerine .Makalekr, çev. Ömer Özsoy, Ankara 1995, ss. 15, 19. Ayrıca müsteşriklerin
Kur'an'ın kaynağına ilişkin ileri sürdüideri görüşler için bk. Sasi Siiliın Hacc, ez-Ziibiretıi '1-istişıiik~v­
ye, Malta 1991, c. II, ss. 319-346. Mesela W. M. Watt Kur'an'ın Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap
olduğuna inandığını söylemesine rağmen, onun bütünüyle yanılmaz ve doğru bir kitap olmadığını
iddia eder. O, bu konudaki görüşlerini kendisiyle yapılan bir mülakatta net bir şekilde ifade. etmiş­
tir: bk. Watt, W. Montgomery, "Interview", Treııds, c. Vll, S. V, s. 10).
21 bk. 29 el-Ankebut/1-4.
22 Takva Kur'an'da geçen önemli anahtar kelimelerden (keyword) biri olup üzerinde çokça durulması, araşurma yapılması gerekli olduğu anlaşılan bir kavrrundır. Takvii konusunda Kur'an-ı Kerim 'e Göre Takvii (İstanbul 1991) adıyla Prof. Dr. Lütfuilah Cebeci tarafından bir çalışnia yapılınışur.
Ancak daha fazla araşurnıalara ihtiyaç olduğu hissedilmektedir.
ıayız. Şayet
192
tasavvıif
Bilindiği
üzere İslam inancına göre insan yaratılış itiban ile temiz ve günahsızdir. "Sen yüzünü, Allah 'ı birleyici (hanfD olarak doğruca di ne çevi1~ Allah 'ın yaratma kanununa (fıtrata, uygun olan dine) ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insan24
ların çoğu bilmez/er. ' ayeti de buna işaret etmektedir. Bu ayette geçen h antfen kelimesinin Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde "Şirkten
uzak, ehl-i tevhld, İbrahim (a.s.) dinine mensup kimse" anlamına geldiği göri.il. mektedir. 25 "Her doğan ancak İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ana babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır veya mecı1sll.eştirir" hadisi de herhalde aynı noktaya
gönderme yapmaktadır. 26 Bu m eyanda "Hayu~ doğrusu onlanıı işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerine pas olmuştur. Ji!J mealincieki ayet hakkında
Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kul bir günah işlediği
zaman, kalbinde siyah bir nokta, bir leke oluşur. Eğer tevbe edip vazgeçer, mağ­
firet dilerse kalbi yine parlar. Döner tekrar o hatayı işlerse, o leke artar, nihayet
kalbini kaplar. İşte Allah'ın Kur'an'da zikrettiği ran (pas) budur." 28
Göri.Hdüğü gibi Kur'an ve hadis metinlerinde doğuştan temiz olan insanın daha sonra işlediği günahlada bu temiz halini ve fıtratını kirlettiği ifade edilmektedir.2" Temiz doğuşun bozulması veya kirJetilmesi ya iman etmemek ya da iman
. edip imanın icaplannı yapmamak şeklinde kendini gösterir. İman etmeyenlerlıı
anlayışlan konusunda yukanda kısmen bilgi verildiğinden burada iman eden
ancak imanın gereklerini yerine getirmeyenierin anlaması tetkik edilecektir.
Kur'an, Ademoğlunun takva elbisesine bürunınesini; onun takva ehli bir kimse
olmasını tavsiye eder. ;ıo
23
23 İslam'da asli günah (original sin) diye bir inanç mevcut değildir (bk. 30 er-Rum/30). Yani İs­
liiın'da cennette Ad em ile Havva'nın (a.s.) işlediği günahın onların bütün nesillerine sirayet etmesi
diye bir akide mevcut değildir.
24 30 er-Rum/30.
25 Bumana ile ilgili olarak bk. 2 el-Bakara/135; 16 en-Nahl/120-121; 22 ei-Hacc/31. Rağıb ei-Isfalliini hanif kelimesini "Daliiletten hidiiyete meyleden kimse" anianunda k-ullanmaktadır (bk. elMıifredat, s. 190).
26 Buhiiri, Tefsiru sureti 30/1, Ceniiiz 80.
27 83 ei-Mutaffifın/14.
28 Tinnizi, Tefsiru sureti 83/1; İbn Miice, Zühd 29; Al1med İbn Hanbel, c. 3, s. 495. Bu hadis içerisinde zikredilen ayet her ne kadar inanmayanların (kıyameti yalanlayanların) dunnnlarını anlatıyor
olsa da hadisin metııinden (ve başka hadislerden) aynı durumun inananlar için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Çünh.·ü hadiste bizzat k-ulun tevbesinden bahsedilmektedir. Bilindiği gibi inanmayanın
tevbeden önce iman etmesi gerekir.
29 Ayette şarap, kumar, dikili taşlar ve şans oldarı birer pislil' (rics) cılarak kabul edilmiştir (5 eiMaide/90); nıüşriklerin (şirkten ve diğer günahlardan dolayı) pislik (necs) olduğu bildirilmiştir (9 et·
Tevbe/28); gıybet etıı1ek ölü kardeşin etini yemek gibi korkunç bir pisliğe b.enzetilmiştir (49 ei-Hucuriit/12). İnsanın, ruh ve ceseditibariyle bir bütün olduğundan, bu ve benzeri pislilderden temizlenmesi istenmiştir.
30 '·Ey Adeın oğu !lan, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, sıislenecek elbise indirdik. Konmma
g~ysisi (ta!..'l.'a libası) en ı)'isidir. İşte bttnlaı- Alla b 'ın ayetleı-indeııdir, belki dı1şı"inıip ibret alırlar."
(7 el-A'riif/26).
kur'an 't anlama dereceleri ve takvii
193
Takva sahibi olmayan, yaşantısında imanın gereklerini hiçbir şekilde yerine
getirmeyen veya kısmen getiren mü'minin Kur'an'ı anlama keyfiyeti nasıldır?
Başka bir soruşla Kur'anın bahsettiği kalp karalığı, fıtratın bozulması, günah iş­
lenniesi gibi menfi fiili er anlama üzerinde olumsuz bir etkiye sahip midir? Bu tür
sorular ve bunlara verilebilecek bazı cevaplar takva ehli olan mü'minin tanımın­
dan ve onun bazı özelliklerinin belirtilmesinden sonra daha belirgin olarak ortaya çıkacağından burada şimdilik o konuya girilmeyecektir.
4. Takva Ebli Olan Mü'minin Kur'an'ı Anlaması
Takva, mastar olarale kısaca "Bir şeyi eziyet ve zarar veren şeylerden korumak";31 müttak! ise, "İftial kalıbında itteka (mastari ittika) fıilinin ism-i faili olup
takva32 saltibi olan kimse" manasında kullanılmalrtadır. Meşhur ldasik müfessirlerden Beydav! (v. 685) takvayı, 1) Allah'a _şirk koşmalnan uzale durarak ebed!
azaptan kurtulmak için iman etmek, 2) Örf olarak bilinen manada, yapılması gerekeni yapmamale ve yapılmaması gerekeni yapınale (fiil-terk) gibi her çeşit günalıtan kaçınmak, 3) Halde'ın rızasına karşı kendini meşgul edecek her şeyden (tasavvuftaki ifadesiyle masivadan) sakınınale ve bütün uzuvlarla O'na yönelmek
şeldinde üç kısım olarak tanımlarnıştır. 31 Ayetlerin genel muhtevasından, talcvanın
ilk mertebesinin şirkten uzale dum1ayı gerektirdiği ve sağlan1 bir iman saltibi olma35
yı da beraberinde getirdiği anlaşılmalnadır. Bunun1a birlilrte takvanın kulluğun
en yüceliği/mükerremliği, 36 Allah'ın kulunu sevdiği37 ve ona dost olduğu 36 en üst
33
31 Rağıb, e/-Mıifrediit, s. 833. Bu kelime şu ayetlerde de korumak anlamında kullanılmıştır: 2 elBakara/201; 3 Al-i İmran/16, 191; 16 en-NahV81; 52 et-Tür/18, 27; 40 el-Giifırn, 9, 45; 44 ed-Duhan/56; 66 et-Taluim/6; 59 el-Haşr/9; 64 et-Teğiibun/16; 76 el-İnsiin/11.
32 Takvii, "da'vii" kalıbında isim olup "sakınmağa" denir. Bu kelimenin aslı "ta1:yen" (daha doğ­
rusu "vakyen") idi, isim ile sıfatın arasını ayırmak için ya harfi elife nakledilnıiş, baştaki ta da vav'dan bedel olarak getirilmiştir (Asım Efendi, Kamııs Tercıimesi, İstanbul1983, c. N, s. 1222).
33 Görebildiğimiz kadarıyla müsteşriklerce hazırlanıp M.E.B. tarafından tercüme edilen İslam
Ansiklopedisı'nde ne takvii ne de müttaki kavramları mevcuttur. Aynı şekilde Kur'an'daki kavramla.,;-ı açıklayan müellifler de takvii kavramını yeteri kadar açıklamamışlardır. Japon müsteşrik Toshihiko İzutsu ise Türkçe'ye tercüme edilen ild eserinde takvii kavramına çok fazla yer vermemiştir: bk.
Kur'an 'da Allab ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, İstanbul, ts., ss. 222-227; Kur'an 'da Dinf ve Abiiiki
Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, İstanbul1991, ss. 259-265. Ayrıca bk. Belıiy, Muhanuned, İnanç ve
Amelde Abliikf Kavramlar, çev. Ali Turgut, İstanbul 1995, ss. 203-206; Ünal, Ali, Kur'an 'da Temel
Kavramlar, İstanbul1990, ss. 512-518.
34 Beydiivi, Enviint 't-tenzfl, c. I, s. 16. Beydiivi sırasıyla bu üç mertebeye şu liyederi delil getirmiştir: 48 el-Fedı/26; 7 el-A'riif/96; Al-i İmriin/102.
35 Misal olarak bk. 2 el-Bakara/3, 177.
36 49 el-Hucuriit/13.
37 9 et-Tevben.
38 45 el-Ciisiye/19.
194
tasavvuf
kulluk makaıru/ihsan39 olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, müttakiler içerisine muhsinlerin, sadıldarın, sıddildarın ve salihlerin de dalıil olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu kavramlar Kur'an'ın bütünlüğü içerisinde aynı manada da kullanılmıştır.
Takvanın anlaşılması ve önemi hakkında Fazlurrahman ciddi ve oldukça seviyeli bir yaklaşım öne sürmektedir: "Bütünleşmiş ahlaki davranıştaki gayet nazik
dengeye Kur'an takvaadını vermiştir. En yüksek anlamda takva, tamamen mezcolmuş ve bütünleşmiş insan şahsiyeti ve bütün olumlu parçaların birleştirilmesi
ile meydana gelen kararlılık/sebat demektir ... O halde takva, bir kimsenin kendisini davranışlarının zararlı veya kötü neticelerinden koruması demektir ...
Takva eğer Allah korkusu ise bu korku hem bu dünya hem de öbür dünya için
hassas bir sorumluluk hissinden kaynaldanan bir korkudur. Bu konu ile ilgili tüm
ayetleri göz önünde bulundurursak tahayı genel hatlarıyla şöyle tarif edebiliriz:
Davranış insana ait olmasına rağmen, o davranışın iyiliğine veya kötülüğüne lmrar vermek için gerekli ölçü de dalıil, davranış hakkındaki gerçek ve sonucu etkileyen karar insana ait değildir. Aynen bunun gibi, bir toplumun ortak hareketi
için de durum aynıdır ... Bu durumda bizim anladığımıza göre takva, alılaki geri'limler alanına demirleyip Allah'ın sınırlarına sıkı sılaya perçinlenmektir; yoksa
gerginlik:lerdeld dengeyi bozmak veya onları aşmak ya da sınırlannı çiğnemek
41
değildir. Anca~ böylece insan davranışlannın kendisi ibadet niteliği kazanır. .. "
Fazlurralunan, yukarıda ifade edilen ayetlerin mazmununa uygun tanımla­
mada bulunarak gerçek kulluğun ancak taha sahibi olmakla mümkün olabileceğine işaret etmektedir. Onun özellik:le "Takva, Allah'in sınırlarına (kanunları­
na) sıkı sıkıya perçinlenmektiİ" sözleri daha uç bir tarif ortaya koymaktadır.
"Ey inanan/ar, Allah 'tan korkarsanız (takva sahibi olursanız) o size iyi ile
kötüyü ayırdedici bir anlayış (fu1·kan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağış­
lar. .. ,Aı mealindeki ayet, Kur'an'ı anlamada takva sahibi olmanın herhangi bir
rolünün bulunup bulunmadığına bir işaret teşkil ediyor olabilir mi? Çürılcü bu
ayette Allah, taha salıibi olmaları şartı ile inananlar için furkan yaratacağım; onlara hakkı batıldan ayıracak bir ölçü vereceğini ifade etmektedir.
40
39 İhsanı tak-va, muhsini de mütıak1 olarak kabul euuek mümkündür. Çünh.ii bu husus ayetlerde (msi. 51 ez-Zfuiyat/15-16) açıkça belirtilmiştir. İhsan ''Ailab'ı g6n1yonnuş gibi kulluk yapmak"
(Buhar!, Iman, 37; Tefsiru sureti 31/2; Müslinı., Iman 1, 5; Tirmizi, İnliin 5, 6) olduğuna göre bu tak-vanın en üst makamını göstermektedir.
40 Bu terimierin aynı anlama gelebildiğini ispat etmek için burada kavram tahlillerine girerek konuyu daha da genişleuuek istemiyoruz (krş. 2 el-Bakara/177; 3 Al-i İnmin/133-134; 12 Yfisuf/36, 46,
51; 51 ez-Ziiriyat/15-16).
41 Fazlur Rahıııan, Ana Konulany/a
Kur'iiıı, 55.
75-77.
42 8 el-Enfiil, 8/29. Bu ayetle ·'Ey inanan/ar, Allah'tan korkım (lakua sahibi alım), O'nun Elçi'si1ıe inanın ki size rabmetinden iki pay ııer.;in, sizin için ışığında yıiniyeceğiııiz bir nıır yaratsm ue sizi bağışlasın ... "(57 el-Hadld/29) ayeti yaklaşım olarak aynı anlama gelmektedir.
kıır'iiıı 'ı
anlama dereceleri ve takvii
195
Söz konusu ayette geçen fıtdaan kelimesini anlamak, genel olarak hem ayetin anlaşılınasına hem de takvii sahibi olan kimsenin anlama keyfiyetinin ortaya
çıkarılmasına yardınıcı olabilecek bir mahiyet arzedebilir. Bu kelime, iki nesne
arasını ayırmak, Kur'an, hakk ve batılın arasını ayıran her nesne, yardım, delil ve
burhan gibf'3 çeşitli şekillerde yorurnlanıruştır. Örneğin ünlü müfessir Zemahşen
Cv. 538), 1. Furkan, yardım ve zaferdir. Çünkü o İslam taraftarlarını aziz, küfür taraftarlarını da zelil ederek hak ile batılın arasını ayırır; 2. Furkan, beyan ve zuhurdur ki, Allah yerkürenin kıtalarında sizin şölıretinizi ve eserlerinizi yayar; 3. Furkan, şüphelerden çıkış yoludur; 4. Furkan, gönülleie tevfik ve serinlih.'tir; 5. Furkan, sizirıle diğer dinlerin arasını ayırmaktır; 6. Furkan dünya ve ahirette fazilet
ve meziyyettir, 44 diyerek daha geniş bir bakış açısı sunmaktadır..
İbn Kes1r Cv. 774) ise, Enbiya suresi 48. ayetin tefsirinde bütün bu görüşleri
birleştirerek furkanı bütün semav! kitaplar olarak yorurnlamış ve onun hak ile
batılın, hidayet ile dalaletin, doğnı ile yanlışın, bela! ile haramın arasını ayırdığı­
nı; aynı zamanda furkanın kalplerde nur, hidayet, korku ve yöneliş hasıl edecek
şeylere de şamil olduğunu bildirmiştir:
Bütün bu tarifler furkan'ın muhtevasına dahil aynı türden yorumlar olarak
kendini göstermekte; müfessirlerin yaptıkları açıklamalar çok fazla değişikiilc arzetınemektedir. Daha net izahı Furkan kelimesinin geçtiği bağlamları terkilc ederek yakalamak mürnl{ün olabilir. Bu kelime (görebildiğimiz kadarıyla) Kur'an'da
6
altı farklı bağlamda geçmektedir_4 Geçtiği kontekse g_9re bir bütünlük içerisinde
değerlendirildiğinde furkanın, kitaptan ayrı olarak bir mevlıibe, hakkı batıldan
ayırma istidadı/yeteneği gibi anlarnlara geldiği anlaşılmab.1:adır. Örneğin "Yola
(hidayete) gelesiniz diye Milsil'ya Kıtabı ve furkanı venniştik. 'A7 mealincieki
ayette Musa'ya verilmiş olan kitap ile furkanın aynı şey olduğu söylenmiş olmakla birlikte, 48 bu ve benzeri ayetlerde görüldüğü gibi, kitap ile birlikte furkanın da
zilaedilmesi, ikisinin farklı anlarnlara gönderme yaptığını ima etınektedir. Nitekim Mevdudl, "Mi'yar/kriter ile hemen hemen eş anlamlı olan furkan, hak ve batılı birbilinden ayırmaya yarayan bir ölçü anlamına gelir. Burada işe kişinin yanlışla doğruyu, hak ile batılı birbirinden ayırmasına yarayan İslam! kavrayış(ı) ve
ilmi kasteder. "49 diyerek kelimeyi daha açık tarif etıniştir..
Tetldke tabi tunılan ayetten, onun içinde geçen furkan kelimesinden ve fur15
43 bk. Asım Efendi, Kamus, c.
m, ss. 982, 986.
44 Zemahşeri, Ebu'I-Kasun C:irullah, ei-Keşşiij, Beyrut ts., c. II, s. 123.
· 45 İbn Kesir, Teftinı '1-Kıır'iiııi'l-azfm, c. m, s. 190.
46 bk. 2 el-Bakara/53, 185; 3 Al-i İmr:ln/4; 8 el-Enfa.J/29, 41; 21 el-Enbiy:'i/48; 25 ei-Furk:'in/1.
47 2 el-Bakara/53.
48 bk. Zemalışeri, el-Ke.şşiij. c. I, s. 69.
49 Mevdildi, Ebu'I-A'I:'i, Trifbimı1'l-K!ir'iiıı, çev. Kurul, İs~bul 1996, c. I, s. 75.
196
tasawıif
ldlnın
ihtiva ettiği manadan, mü'minlere takva sahibi olmalan şartıyla Allah tarafından bir yetenek/hasiret bahşedileceği ve onunla yollanru aydınlatıp hak ile
batılı birbirinden ayırdedebilecekleri anlaşılıyor. Allah tarafından kendilerine
doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği ve anlayışı bahşedileceği bildirilen müttak1lerin acaba Kur' anı anlama yönünde bir üstünlüğü olabilir mi? Onlar, en azından
iman etmeyen veya iman emiş olup da onun gerelderini yerine getirmeyeniere
nazaran daha üst bir anlayışa sahip midirler? Takva sallibi olan mü'minlerin bazı rutelikleri incelendikten sorıra buraya kadar oluşturulan soru işaretlerine temas edilecektir. Ancak konuyu daha tutarlı ve sağlıklı bir zemine oturtmadan ve
delilleri yeterince serdetmeden acil bir neticeye varmanın uygun bir tarz olmadı­
ğını ifade etmemiz gerekmektedir. Bu nedenle müttaki kimselerin öne çıkan bir
kaç özelliğiru kısaca tetkik etmenin faydalı olacağını düşünüyoruz.
A) Takva Ehli Kimselerin Hidayet Üzere Olması
Bir ayette 50 Kur' an' ın, bütün insanların Ilidayeti hedeftenerek indirilen bir kitap olduğu, başka bir ayette 51 de müttakiler için hidayeti gerçekleştiren ve hidayete ulaşuran bir kitap olduğu ifade edilmiştir. Bu ayetlerde hidayetin iki tür olarak yansıması arasında bir anlam nüansı var mıdır? Kur'an'ın yol göstericilik özelliğinden (hidayet) kimler daha fazla istifade etmektedirler? Alda gelebilecek benzer sorulara Beydavı (v. 685) şöyle yorum getiriyor: Her ne kadar Kur'an'ın yol
göstermesi Müslüman-kafir herkese yönelik ise de, hidayetin müttakiler için olması, onların Kur'an'ın hidayeti ile doğnı yola yönelmiş olmalanndandır.
Kur'an'ın bu Ilidayetinden ancak aklını aydınlatan, onu nurlandıran, ayetleri düşünınede, mucizeleri görmede ve nübüvveti tanımada aklını kullanan istifade
eder. Çünkü llidayet, sağlığı korumak (hıfz-ı sıhhat) için sağlam gıdaya berzer;
vücut sağlıklı olmadıkça sağlam gıda bedene fayda vermez. 52 Nitekim "Biz
Kur'an 'dan mü 'min/ere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz. Ama bu, zalim/erin ziyanını a11ıt:maktan başka bir katkıda bulunmaz. >iB mealincieki ayet de
buna işaret etmektedir.
Kur'an'ın, Müslüman-kafir herkes için bir hidayet kitabı olduğunu beyan
eden ayet (2 Bakara/185), Kur'an'ın insanlara yol gösterici ve hakkı batıldan ayı­
ncı deliller olarak Ramazan ayında indirilişinden söz eden bir bağlamda geçmektedir. Ancak bu bağlamda Kur'an'ın Ilidayetinden kimlerin yararlandığı bildirilmemektedir. Buna göre yukandaki bilgileri de nazar-ı itibara alarak
Kur'an'ın bir bütün olarak esas indiriliş gayesinin tüm insanlığa llidayet kaynağı
teşkil etmek olduğu söylenebilir.
50 2 el-Bakara/185.
51 2 el-Bakara/2.
52 Beydiivi,
Eıwiinı't-tenzfl,
53 17 el-İsra/82.
c. I, s. 16.
kıtr'iin 'ı
anlama dereceleri ve takvii
197
Kur'an'ın
müttakiler için bir hidayet kitabı olduğunu bildiren ayetin (2 Bakaayetin siyak-sibakındaki durumun zıddına Kur'an'ın
indirilişinden değil, bizzat kitabın niteliğinden; kendisinde şüphe bulunmamasından bahsetmekte ve o bağlamda takvii elıl-i kimselerin bazı nitelikleri anıl­
maktadır. Söz konusu olan bu ayetin konteksinden, müttakilerin hidayeti benimsedikleri ve onun işaret ettilderini tatbik ettikleri anlaşılabilmektedir. O halde
Kur'an'ın, gönderiliş itibarı ile genelde bütün insanlığa, özelde ise mürtakilere
yol gösterici olduğu söylenebilir. Ayetlerin ima ettiği bu yaklaşım kabul edildiği
takdirde müttak1 mü'minin, Kur'an'ın kendisine yönelik Ilidayetinden istifade
ederek onu başkalarından daha iyi anlayıp, onun hakikatlerini başkalarından
daha iyi kavrama imkanı elde edebileceği sonucuna varılabilir mi? Yukarıdaki
verilere dayanılarak kısa yoldan böyle bir sonuca varmak yerine konunun diğer
boyutlarına bakarak daha tutarlı bir netice elde edilebilir.
Kur'an'ın aynı zamanda mü'nıinler ve müslimler için de hidayet kitabı olduğunu bildiren ayetlerin~ yukarıda ifade edilen ayetlerle çelişip çelişmediği. sorusu akla gelebilir. ss Genel olarak insan cinsi ile onların içinde özel bir konuma salıip olduğu anlaşılan müttakiler arasındaki lıidayet farkı açıldandığından burada
kısaca Kur'an'ın kendilerine ·lıidayet kaynağı alınası bakımından. mü'nıin­
lerlmüslirnle~ ile müttak! mü'minler arasındaki fark ele alınabilir ..
Allah'tan en çok korkma, O'na dost olına gibi üstün vasıfları ve Allah katında:
ki mevkileri ile mürtakileri diğer mü'ıninlerden ayıran yukarıdaki özeliiiderin ve
bilgilerin yanında Bakara süresinin ilk ayetlerinde Kur'an'ın mürtakller için bir lıi­
dayet kaynağı olduğu ve muttakilerin bazı özelliideri zilaedildilcten sonra '1şte
on!aı~ Rab '!erinden bir hidayet üzeredirler ve umduklarma erenler de işte onlardır." (ayet 5) buyurolduğu altı çizilebilecek bir ayrıntıdır. Çünl<ü bu manayı
karşılayabilecek bir anlatım aynı sürenin ilanci ayetinde farl<lı lafızlarla ifade edilnıiş; burada ise o anlam telaar edilerek kuvvetlendirilnıiş; takvaya ve takvii eliline vurguda bulunulmuştur. Takvii ehli Itimselere yapılan bu vurgu, onların baş­
kalarından daha çok Kur'an'ın hidayetinden istifade ettilderini hatıra getirebilir.
ra/2)
bağlamı, yukarıdaki
1
54 İnsanlara hidayet olduğu hakkında 2 ei-Bakara/185; mü'minlere hidayet olduğu hakkında 2
el-Bakara/97; 7 el-A'raf/52; 10 Yünus/57; 12 Yı1suf/U1; 16 en-Nahl/64; 27 en-Neml/2, 77; 41 Fussilet/44; Müslümanlara hidayet olduğu hakkında 16 en-Nahl/89, 102; müttakilere hidayet olduğu hakkında 2 el-Bakara/2; 3 Al-i İnınin/138; 5 el-Maide/46; 31 Lokman/3 ayetlerine bakılabilir.
55 Bu ifadelerle ayetler arasında _çelişkinin varlığı değil; tezadın bulunmadığı ifade edilmek istenmektedir. Başka bir ifade ile Kur'an'ın, insanlara, müttakilere, nıü'minlere ve ınüslimlere hidayet
olmasının bir çelişki olmadığı ifade edilmektedir. Bilindiği üzere Kur'an'da hiçbir çelişki bulunmamaktadır.
bk. 4 En-Nisii/82.
56 Mü' min ile ınüslinı kavramlarını aynı anlamda kabul etmek mümkündür. Gerçi el-Hucurat sü-
resi 13. ayette imanın İslam'dan daha üstün olduğu ifade edilmiştir. Ancak Kur'an'ın bütünlüğü naitibara alındığında bu iki kavramın aynı anlama geldiği görülılıektedir.
zar-ı
198
tasawıif
Onların Ilidayetten istifadesi, Ilidayetin ışığı altında yaşamlarına yön vermeleri; bir
nevi llidayet kaynağı olan Kitabı kendilerine rehber edinmeleri ile tezahür ediyor.
Hidayet kavramının bazı farklı kullanımları, hidayete erip onun doğrultusun­
da hayatlannı sürdürmeye devam edenlerin lıidayet itibari ile zenginleşeceğini;
başka bir ifade ile önlerinin aydınlanacağını ve bu aydınlıkla nereye adım ata57
caklarını daha rahat görebileceklerini işaret etmektedir. Bu nitelik de, anlayış
itibarı ile takva elıli kimselerin diğerlerine nazaran en azından bir adım önde olduklarını gösterebilir.
Takva elıli kimselerin anlayışiarına ışık tuttuğunu söyleyebileceğimiz şu kudsi hadis, yorumlamada izafilik arzetmekle birlikte önemli bir anlama fikri de ilı­
tiva ediyor olmalıdır: "Allah Teala buyurur: Kim benim vell kuluma düşmanlık
ederse ona harp ilan ederim. Kulum, üzerine farz kıldıklarıından daha sevimli
lıiçbir eylemle bana yaklaşamaz. Kulum nafilelerle de bana yaklaşmaya devam
eder. Nihayet ben onu severim. Kendisini sevdiğim zaman, artık onun işiten kulağı, gören gözü, ttıtan eli ve yüriiyen ayağı olunıın, benden bir şey isterse veririm, bana sığınırsa kendisini koruru m ... "58
İbn Hacer el-Askalaru (v. 852), bu hadisin çeşitliyorumlarını sıralarken söz konusu kulun Allalı'a itaat etmeyi ve O'nun yolunda lıizmeti sevdiğini, onun bütün
uzuvlarını Allah'ın rızası ile meşgul ettiğini, kulağını ancak Allah' ı razı edecek şey­
lere açtığını, gözünü ancak O'nun kendisine emrettiklerini gördüğünü"bildirir. 59
Allah'ın yakınlığını, hoşnutluğunu kazaruruş kimselerin anlayışça derL."lleş­
mesi veya Allah'ın onlara bazı özel ilcramlarda bulunması mümh.i.in bir hadise
olarak kabul edilemez nıi? Şayet onlar, ilnıi ve anlayışı bütünüyle kendi düşün­
ce ve çabalarıyla halledemeyeceklerini bilerek ilimierin yegane menbaı olan Allah'a müracaat ederlerse künhüne ulaşamadıkları ve anlayamadıldan meselelerin çözümünde Allah'ın onların yardımına ve imdadına yetişmeyeceği kat'! olarak öne süriilebilir nıi? Bunun aksine kul, bütün sebeplere tevessül etmek, bilginin kaynağına ulaşmak ve elinden gelen bütün metodları kullanmakla birlikte,
darda kalır ve bilginin hakikatına ulaşınada önünün tıkandığıru göriirse Allah'a
yakarması durumunda O'nun kulunun isteğine cevap verıneyeceği mutlak: olarak iddia edilebilir nli?("'
57 Allah'ın hidayeti artırınası konusunda bk. 18 el-Kehf/13; 19 Meryem/76; 47 Muhamıned/17.
58 Buhiiri, Rikak 38. Bu hadis üzerinde çeşitli tartışınalar yapılmış, gerek sened, gerekse metin
bakımından zayıf olduğu söylenmiştir. Ancak '811biirf):e Y6neltilen BazJ Tenhitler adlı tezinde (ss.
91-98) Ahmet Tahir Dayhan hadis metninin zayıf olmadığı sonucuna varınıştır (bk. basılınamış yüksek lisans tezi, İzmir 1995).
59 Daha geniş bilgi için b k. İbn Hacer, Ahmed el-Askalani, Fetbil '1-biin~ yy. ts., c. XI, ss. 340-347.
60 Bu konuda ayrıca şu kudsi hadis hatıra gelmektedir: "Kulıım bana bir kanş ya/Jlaşırsa, ben
ona bir zira' ya/Jiaşınm, o bana bir zira' yakiGŞJrsa ben ona bir kulaç yaklaşınm. O bana yıin"i­
J>err:ik gelirse ben ona koşarakgelirim. "(Buhiiri, Tevhid 50, Tevbe 1; Müslim, Zikir 2; Tirmizi, Deavat
31; İbn Mace, Edeb 58; Ahmed İbn Hanbel, 2/251.
kur'ii n 'ı anlama dereceleri ve takvii _ 199
B) Takva Ebli Kimselerin Varlıkta ve Darlıkta İnfak Etmesi
"O müttakfler bollukta ve darlıktaA!lah için harcarlar... '"' mealindeki ayette tak:va elili kimselere özgü olduğu anlaşılan her halükarda, varlıkta ve darlıkta
infak etme hususiyetindetı söz edilmektedir. Varlıklı kimselerin mail imkanlan
yerinde olduğu için başkalanna yardımcı olmaları, kendilerinden beklenen bir
görevdir. Kaldıki dinen zengin sayılanların zekat mükellefiyetini yerine getirme
gibi dini ve sosyal bir zorunluluklan da bulunmaktadır. Ancak mall imkanı yerinde olmayan, mevcut hayat şartlanyla kıt kanaat geçinebilenlerin başkalanna
faydalı olması ne dinen bir zorunluluktur ne de onlardan böyle bir tavır umulmaktadır. Zorluklar ve imkansızlıklar içerisinde bulunmalanna rağmen ellerinden geldiği kadar mevcut varlıklanyla başkalanna faydalı olan kimseferin tah.'Va
ebli olaral{ nitelendirilmesi, müttakllerin hayırda öncü olduklarını gösteren örnek bir davranış olarak kendini göstermektedir. Diğer güzel vasıfların yanında
bu üstün sıfat da onları diğer insanlardan ayıran önenili bir faktördür.
Zemahşer1 (v. 538), "Onlar, genişl&te ve kolaylılna, dar ve zor zamanlannda
güçleri yettiği kadarıyla az-çok demeden infak etmekten geri durmazlar." diyerek oruarın bu üstün vasıflarına dikl{at çekıniştir. 62 Tahir İbn Aşur ise '~Bu iki halde (varlı}{ta ve darlıkta) infak etmek, başkasına faydalı olma isteğinin malla olabileceğini göstermektedir. Malı infak etmek ise nefse ağır gelir. İnfak etme özelliği müttakllerin adeta ahlakı olmuştur. Hiçbir engel onları bundan men edemez
ve bu iş ancak telniz nefisten zuhur eder." 6j diyerek bu vasfın ancak takva ehli
kimselerde tecelli ettiğini ifade etıniştir. Esasında varlıkta ve yoklukta infak etmek, diğer arnellerden ta!ITaya daha yakın, nefislere daha ağır, ancak çok daha
yoksul insanlar için daha faydalı bir fiildir. M. Abduh, "Malı infak etmek, nefse
ağır gelir. Çünlru mal, menfaati ve qoş şeyleri elde etmek, zararlı ve elem verici
şeylerden kurtulmak içindir. Onu Allah'ın razı olacağı şekilde toplumun hayrına
harcamak ise nefse zor gelir"M demekle varlıklı olanların bile infakta zorlandı}{­
lannı, kaldı ki müttakllerin yokluk içerisinde infak etmelerinin daha zor, ama daha makbul bir ibadet olduğunu ima etmektedir.
Müttakilerin infak etme özelliği başka ayetlerde de övülerek zilaedilmiş; malı severek verdilderinden bahsedilmiş; iyiliğe (birre) ulaşanların ancak onlar ol-
61 3 Al-i İmran/134.
62 Zemahşeri, ei-KeşşaJ, c. I, s. 217. Benzer ifadeler için bk. Beydavi, Enuanı't-tenzfl, c. I, s. 180;
İbn Kesir, Tefçir, c. I, s. 413; Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, İstanbul ts., c. IT, s. 424.
63 İbn Aştır, Muhamnuned Tahir, Teftinı't-tahıfr ve't-tenofr, yy. ts., c. N, s. 9.
64 Reşid Rıza, Muhammed, Teftinı'l-meniir, yy. ts., c. IV, s. 133.
65 Bk. 2 el-Bakara/3, 177. Ayrıca AI-i İnıran suresi 92. ayette "Sevdiğiniz şeylerden (Al/ab için)
harcamadıkça asla iyiliğelhirre eremezsiniz. Ne harcarsan ız Allah anıt bilir. "buyurulmaktadır. elBakara süresi 177. ayette.de birr sahibinin özellikleri sayılırken malı severek verme özelliği de zikredilnıiş, sonunda birr sahiplerinin müttakilerin ta kendileri olduğu beyan edilmiştir. Buradan birrin
tab:va, birr sahibinin nıüttaki ve malı severek vemıenin de nıüttakinin önemli bir özelliği olduğu sonucuna varılabilir.
200
tasam}//f
6
duğu bildirilmiştir. ;
Sahabenin (özellikle Ensar'ın) bu konudaki fedaldl.rlık ve diğergamlığı hatıra getirildiğinde yoklukta bile başkalanna faydalı olmanın mümkün olabileceği anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere onlar fedal<:arlık ve !sarın bellti ta66
rilıte eşine az rastlanan güzel bir örneğini sergilemiş; ayette belirtildiği gibi ilıti­
yaç içerisinde olmalarına rağmen kardeşlerini kendilerine terelli edebilmişlerdir. ·
Yukanda da ifade edildiği gibi ayetlerde bu özelliğin sadece müttakiler için
zikredilmiş olması, takva ehli l<inıselerin başka bir açıdan övüldüğünü ve onların zora talip olduklannı göstermektedir. Peki esas meseleye dönerek onların bu
üsti.in niteliğinin anlama ile herhangi bir ilişkisinin bulunup bulunmadığı nasıl
tespit edilebilir? Belki Kur'ani hakil<atleri daha iyi anladıldarından dolayı varlık­
ta ve yoklukta infak ettiklerine işaret etmenin yanında ifade edilebilecek çok fazla bir veri bulunmamaktadır. Esasında bu başlık altında ele alınan niteliğin dağ­
nıdan anlamayla bir ilişkisi kunılmak istenmemiş, daha ziyade takva ehlinin öne
çıktığı başka bir yön belirtilmiştir.
Tak-va Ehli Kimselerin Dostu Olması ve Onları Sevmesi
bil ki, Allab 'ın velflerine/sevdiklerine korku yoktur ve onlar nıahzım da
olmayacak/ardır. Onlar ki, iman ettiler ve korunurlm-dı (takvaya sarılır/ar­
dı). ,m "... Zalimler birbirlerinin velfsidirler. Al/ab ise korunantann (takva sahiplerinin) velfsidir'M gibi ~yetlerde Allalı müttaki kulunun dosttı oldu.ğunu ve
onu sevdiğini beyan etıniştir. Takva elıli kimselerin bu özelliğini açıklamaya baş~
lamadan önce bu ayetlerle tezat teşkil ediyor gibi görünen diğer bazı ayetler arasındaki anlam farkını izah etmek gerekmektedir. Başka bir ifade ile bu ayetlerde
Allah'ın müttakilerin dostu/velisi olduğu bildirilmesine rağmen bazı ayetlerde de
69
Allah'ın mü'minlerin dostu olduğu bildirilmektedir.
Esasında söz konusu ayetler arasında herhangi bir tezat bulunmamakta; ayetlerin manalan arasında ince bir anlam nüansı kendini hissettirmektedir. Çünlru
Allalı'ın hem mü'minlerin hem de müttakilerin dostu olduğunu iddia etmek bir
çelişki ortaya çıkarmamaktadır: Tabi! ki O, mü'minlerin ve takva elıli l<inıselerin
yegane dostudur. Ancak mü'min olmakla takva salıibi olmak arasında derece farkı bulunduğu gibi -zira üstünlük takvadadır-;n bu ild l<inısenin dostlukları arasın­
da da fark vardır. Takva salıibi olmak Allah katında bir üstünlük sebebi olduğu­
na göre Allah'ın müttakilerle olan dostluğu müttald alınayaniardan dalıa kuvvetlidir. Çünkü Allah iman edip arnel-i salih işleyenlerle yeıyüzünde fesat çıkaranla­
rı; müttakilerle günahkarları; (Mekke'nin) fetlllnden önce irıfak edip savaşanlarC)
Allah'ın
"İyi
71
66 bk. 59 el-Haşr/8-9.
67 10 Yunus/62-63.
68 45 el-Ciisiye/1ır-- 5
69 bk. 2 el-Bakara/257; 3 Al-i İınriin/67.
70 49 el-Hucuriit/13.
71 38 Siid/28; 45 ei-Ciisiye/21.
kur'iin'ı
anlama dereceleri ue takvii
201
72
la fetihten sonra infak edip savaşanlan bir saymamaktadır. Allah'a yakınlık itiban ile dostluk derecelerinin farklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu derece sistemine göre takvanın, kulluğun en üst mertebesini teşkil ettiği söylenebilir. Ayrıca bu dostluğun çok da kuvvetli olduğu; çünkü "Hayır, kim sözünü yerine getirir ve (günabtan) korunursa (takvfi sahibi olursa) şüphesiz Allah da nıüttakfleri sever'i3
mealindeki ayette belirtildiği gibi Allah'ın mürtakileri sevdiği de haber verilmiştir.
Zikredilen bu son ayetle Allah'ın, takvii ehli olanların dışında sevdiği diğer
kimseleri bildirdiği bir kısım başka ayetler arasında da bir çelişkinin var olduğu
gibi bir izienim uyanabilir. Çünkü bir kısım ayetlerde Allah'ın ınuhsinleri, tevbe
edenleri, teınizlenenleri, sabredenleri, tevekkül sahiplerini, adil davrananlan ve
kendi yolunda saf tutarak savaşanlan sevdiği ifade edilınektedir. ·i Söz konusu
ayetler tek tek ele alınıp bağlamlan ile birlikte tetkik edildiğinde bu sıfatıann tümünün mü rtakilerin nitelikleri
görülmektedir. Buna göre
zamanda ınuhsindirler, tevbe edicidirler, maddi-ınanevi pislikten teınizlenirler,
sabredicidirle:~ tevekkül salıibidirler, adil davranırlar ve Allah yolunda saf tutarak savaşırlar."
·
Genel olarak komımuzu desteldediği için burada Ebu'l A'la Mevdi'ıdi'nin
Kur'an'ı anlamayla ilgili görüşlerine yer verilebilir. Mevdi'ıdi, tefsirinin giriş }asınında Kur'an'ı anlamak ve araştınnakla ilgili olarak metodolajik bilgiler verdikten sonra asıl önemli olanın Kur'an'ın talimatlarını yaşamak olduğunu ve bÖylece onu anlamaya çalışmak gerektiğini söyler. O bu konu ile ilgili iddialarını şöy­
le dile getirir:
"Fakat tüm bunlara rağmen, bir kimse Kur'an'ın mesajını pratiğe aktarmaksı­
zın onun nılıunu tam anlamıyla kavrayamaz. Çünkü Kur'an, ne kolayca okunacak soyut bir teori ve fikirler kitabıdır, ne de ancak kilise ve manastırlarda incelenebilecek dilli bir mu amma kitabıdır. O, insanlan bir amaca davet etmek ve bu .
amaca uyanların etkinliklerini, bu amacı elde edebilmeleri için yönlendirmek
üzere gönderilıniş bir kitaptır. Bu nedenle onun gerçek anlamını kavrayabilınek
için kişi hayatın bağrına atılmalıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi yumuşak ve ses-
)
7
olduğu
1
ınüttakiler aynı\
72 57 el-Hadid/10.
73 3 At-i İırıninn6. Ayrıca bk. 9 et-Tevbe/4, 7.
74 bk. Muhsinler hakkında 2 el-Bakara/190; 3 At-i İnınin/134, 148; 5 Miiide/13, 93; tevbe eden-
1
ler hakkınd~ 2 e_l-Bakara/222; temizlenenler hakkında 2 el=B~ara/222, 9 et-Tevbe/108; sabredenler
hakkında 3 Al-i Iınriin/146; tevekk:ül sahipleri hakkında 3 AI-i Imriin/159; adil davrananlar hakkında
5 el-Miiide/42, 49 ei-Hucuriit/9, 60 el-Mümtelıine/8; yolunda saf tutarak savaşanlar hakkında 61 esSaff/4.
'
/
7; Bu özelliider hakkında sırasıyla bk 51 ez-Ziiriyiit/15-16; 3 At-i İıııriin/135; 2 el-Bakara/177; 8
/ el-Enfiil/2-4; 5 el-Miiide/8; 9 et-Tevbe/123. Burada ayrıca "Bizim uğmmuzda cihiid edenleri biz, elbette yollammza iletiriz. Muhakkak ki Al/ab mubsinlerle beraberdir." (29 el-Ankebilt/69) meiilin-
I
deki ayet
hatırla tılabilir.
rı
\
1
!
202
tasawıtf
siz birinin sessizliğinden çıkıp İslam davetini başlatması...'llil ve karşı çıkanlada
savaşmasının nedeni işte budur. ..
O halde bir ldınse sadece onun kelimelerini okuyarak Kur'an'daki doğruları
kavrayamaz. Bunları kavrayabilmek için kişinin iman ile imansızlık, İslaınl ile
gayr-ı İslaınl, hak ile batıl arasındaki mücadelede etkin bir rol alınası gerekir. Bir
kimse ancak onun mesajını kabul edip tüni insanları bunu kabul etmeğe çağır­
dığında ve onun Ilidayeti üzere hareket ettiğinde onu anlayabilir ...
Böyle bir kimse o dönemde Müslümanların, Meld{e'de, Taif'te, Habeşistan'da
karşılaştığı şartların aynısıyla karşılaşıp, Bedir'de, Uhut'ta, Huneyn ve Tebük'te
yaşarıana benzer bir ateş çemberinden geçecektir. Ebu Celıillerle, Ebu leheblerle, ila yüzlü münafıklarla, Yahudilerle, kısacası Kur'an'da bahsedilen her türlü
insanla karşılaşacaktır. Bu mükemmel bir tecrübedir ve tecrübe etmeğe değer
bir husustur. Bu tecrübelerin herhangi bir safhasından geçerken ltişi, şu şu safhalarda nazil olduğu ve çağrıyı yönlendirmek üzere, şu şu talimatları verdiği
kendiliğinden belli olan bazı ayet ve sürelere rastlayacaktır.
Bu şekilde ltişi, kelimenin sözlük anlamlarını tam anlayamasa, gnimer ve belağatın inceliklerini tam çözürnleyemese bile, Kur'an sahip olduğu nıhu kendiliğinden ortaya koyar. Aynı formül, onun emirlerine, alılaki öğretilerine, ekonomi
ve h.'iiltürle ilgili talimatlanna ye insan hayatının çeşitli yönleri ile ilgili kanunianna da uygulanabilir. Bunlar pratiğe aktarılınadıkça anlaşılamazlar.
O halde, onu pra~ hayattan uzaklaştıran kişiler ve toplurnlar sadece dudak76
larıyla okuyarak onun anlanunı kavrayıp nıhunu idrak edemezler. "
Mevdüdi açık, net ve uzun ibareler kullanmakta, ciddi iddialar öne sümıekte
ve bunları ileri sürerken zahirde herhangi bir delil de sunmamaktadır. Onun bu
sözlerini okuyanlar, belki de çok fazla itibar etmeden "subjektif bir yaldaşırn tarzı" deyip geçebilirler. Yalnız Mevdüd'l'nin bunları dile getirirken çok da delilden
uzak bir şekilde soyut meselelerden bahsettiği, dolayısıyla onun bu iddilarının
hiçbir surette ciddiye alınamayacağı söylenemez. Zira onun bu iddilarında oldukça ısrarlı olduğunu gösteren başka açıldamaları da vardır. Nitekim Bakara süresinin 1-5. ayetlerini yorumlarken Kur'an'dan istifade edebilmenin şartlarını da
şöyle sıralar:
"Kur'an'dan yararlanmanın birinci şartı müttakl, yani Allah'tan korkan, halda
batılı ayıran ve salih kimseler arasına girmek isteyen biri olmaktır. Şüphesiz bu
ltitapta hidayetten başka bir şey yoktur. Fakat ltişi ondan faydalanabilmek için
sağlam bir kafa ile yaklaşmalıdır. Her şeyden önce Allah'tan korkan, halcia seven
biri olmalı, halda batılı birbirinden ayırabilmeli ve doğnı yaşamalıdır. Bunun tersine, halda batılı gözetmeyen, kendi ilirirasının veya dünya nimetlerinin yolun76 Mevdudi, Tejbim, c. I, ss. 36-38.
kw:'iin ~ı anlama dereceleri ve takuii
203
dan giden veyahut da .dünyadaki yolculuğu boyunca amaçsız dolaşan kimseler
için Kur'an'da hidayet yoktur.
Kur'an'la hidayete ulaşabilmenin ikinci şartı, gayba -duyularla algılanamayan
ve insanın deney ve gözlemlerine konu olamayan şeylere- inanınaktır. Allah,
melelder, vahiy, öldükten sonra dirilme, cennet, cehennem, vs.nin tadılıp kolda-.
namayacağı ve ölçülüp tartılamayacağı bilinen bir gerçektir; bu tür şeyler fizi!<:sel dünyadaki birçok durumda olduğu gibi, uzmanlara (peygamberlere) güvenilerek kabul edilmelidir. Bu nedenle sadece gayba inanan bir kimse Ilidayetten
bir pay alabilir. Sadece duylllarla algılanabilen şeylere inanan kimseye gelince,
o bu kitaptan llidayet alamaz.
Kur'an'dan faydalanabilmenin üçüncü şartı, kişinin Kur'an ögretilerini hemen pratiğe uygulamaya hazır olmasıdır. Namaz Kur'an'ın emrettiği ilk ve en
önemli görevlerden biri olduğu için, imandaki samirniyelin ölçüsü ve pratik bir
delilidir. Bu nedenle, bir kimse İslam'ı kabul ettikten sonra ezanı duyduğunda
cemaate katılıp, namazı kılmalıdır. Çünkü şehadetin samimi olup olmadığını bu
belirler. Eğer ezana kulak asmaz ve cemaate katılmazsa, bu onun imanda samimi olmadığının bir göstergesidir ...
·Kur'an'dan faydalanabilinenin dördüncü şartı, kişinin Allah'ın ve insanların
hakkını verrnek üzere kitaptaki talimatiara uygun olarak parasını başkalarıyla
paylaşmaya hazır olmasıdır. Bu çok önemli bir şarttır. ..
Kur'an'la Ilidayete ulaşabilınenin beşinci şartı, vahye inanınaktır. Allah'tan
gelen vahyin hiçbirine inanınayan kimseler, kitaptan faydalanıp doğru yola ulaşamazlar. .. Aynı şekilde Allah'ın yol göstermesi gerektiğine inandıklarını söyleyen, fakat doğru yolu bulmak için vahye ve peygamberlere başvurmak yerine
kendi teorilerini "ilahi nur" olarak kabul eden kimseler de Kur'an'ın hidayetinden faydalanamazlar.
Altıncı şart da, öldükten sonra dirilmeye, yani ahirete inanınaktır."
Görüldüğü gibi Mevdudi, bir kısım ayetlerin ınanalarından yola çıkarak bu
yorumları yapmaktadır. Buraya kadar serdedilen delillerden ve yapılan açılda­
milardan da anlaşılacağı gibi Mevdudl'yi destekleyecek başka veriler de bulunabilmektedir. O halde anlama meselesine önyargısız bir şekilde bir de bu açıdan
bakınanın herhangi bir. zararı olabilir mi? Bu meselede konunun mahiyetinden
dolayı belki herkesin kabul edebileceği kat'! bir neticeye ve uzlaşılabilir bir sonuca varmak mümkün olmayabilir. Ancak böyle bir açıdan bakınak ve bunu da
en azından alda gelebilecek bir metot ve varsayım olarak zihnin bir köşesinde
tutınak usul itibarı ile daha anlamlı bir düşünce olsa gerektir. Çünl<:i.i eldeki mevcut veri ve delillerden ortaya çıkan sonuç, Kur'an'ı anlamada hemen herkesin
aklına gelmeyen bazı yeni boyutların olabileceğini ima etmektedir.
77
77 Mevdudl, Tejbfm, c. I, ss. 49-51.
204
tasaumif
Anlama meselesine çok yönlü olarak değinen Batılı filozoflardan M. Heidegger'e göre tarihsel ortam içindeki varlık (Dasein) daima bir "ifşa" (unconcealment) hadisesi içerisinde bulunmakta78 ve bu hadise açısından anlama gerçekleşmektedir.79 Esasında buna göre anlama, "Öznenin farklı davranışlarından sadece biri olmayıp aksine Dasein'in var olma tarzıdır." Gademer temelde anlama olayının metnin ortaya ·koyduğu varlığın tecrübesi olduğunu söylemektedir.
Bu itibarla anlama olayı öznel olmaktan daha ziyade anlayan kişinin anlaşılan
varlığa ait oluşur; başka bir deyişle anlama hadisesi zihinsel alınaktan çok, anlaşılan şeyin anlayan kişiyi değiştirmesi olayıdır."
Heidegger ve Gadamer'in anlama olayına tecrübe açısından bakmaları ile yukarıda sözü edilen ayetleıin işaretleri ve geleneksel olarak ileri sürülen yorumların örtüştüğü anlaşılmaktadır. Öyleyse tecrübe ederek anlamaya çalışmak, anlama yollarından biri olarak kabul edilemez mi?
Görebildiğim kadarıyla günümüz Kur'an araştırmalarında buraya kadar serdedilen deliller çerçevesinde anlama meselesine yazılı (veya sözlü) olarak deği­
nen olmamıştır. ! Oysa ki eldeki tüm verilerden, anlamanın tecrübi boyutu haklanda bazı ip uçları ve işaretler yakalamak mümkün görünmektedir. Delillerin
yorumlanması ve yorumların subjektiflil<: arzetınesi hususunda bazı sılantıların
olması, onların bütünüyle gözardı edilmesini gerektirınez. Belki konunun derin~
liği ve öznelliği konusunda )'apılacak başka çalışmalar, onları daha objektif ve
tutarlı hale getirecektir.
Bu konu ile ilgili olarak Kur'an ile karşılıldı diyaloğa girebilmenin bazı şifre­
lerinin bulunduğu, dolayısıyla ona uzaktan bakınakla şifresinin çözülıneyeceği,
tersine yaklaşıldıl\:ça özüne inilebileceği akla gelmektedir. Belki "Tatınayan bilmez." özdeyişide buna lasmen açıldık getirebilir. Tadan ve bilen olarak ise ilk
önce Peygamber (s.a.v.) ve sorıra da onun yakın dostlan hatıra gelmektedir. Onların Kur'an'a karşı tavırlarını lasmen de olsa kelimelere döken A. Cemal elÖmer! özlü ifadelerle şunları söyler:
80
1
8
78 Heidegger, "zihin ve nesne arasındaki uygunluk" olarak ifade edilen geleneksel hakikat anveya tezahürü olarak hakikat" anlayışından türemiş olduğunu ileri sürer. Varlığın ifşası Dasein'in ifşasına ve Dasein'in ifşası varlığın ifşasına bağlı olarale gerçekleşir. Bu anlamda
layışının "varlığın ifşası
Heidegger, "Dasein hakikat daima (ifşa) içindedir" der (bk. M. Heidegger, Being and Time (trans.
John Macquarrie and Edward Robinson), New York 1962, ss. 257, 273).
79 Theodore Kisiel, "The Happening of Tradition: The Hermeneutics of Gadamer and Heidegger" in Hemıenellfics and Praxis, edit. Robert Hullinger, Indiana 1985, s. 3.
80 Hans-George Gadamer, Tm tb and Metbod,
Marshall, New York: Crossroad 1989, s. xx:x.
81 Aynı eser, s. 100.
2nd
rev. ed. Joel C.
Weinsheiıner
and Donald G.
82 Ancak üç yıl kadar önce Doç. Dr. Faruk Beşer'in bir seminerde Enfiil silresinin 29. ayetine atıf­
ta bulunarak alternatif bir anlama ınetodolojisi ortaya koymanın ınünı.kiin olup olmayacağı yönün-
de bir çalışma yapılabileceğine işaret ettiğini zilcretıııem gerekir.
kur'an 'ı anlama dereceleri ve takva
205
"Peygamber (s.a.v.) ve onun ashabı yalnız kaldıklannda Kur'an okurlardı.
Okurtar ve onun psikolojik/rfilli havası içinde adeta kaybolurlardı. Onun nassı­
nı/mesajını hayatlarında tatbik ederlerdi. Öyle ki benlikleri/nefisleri ile Kur'an'ın
manası arasında tam bir bağ oluşmuş tu, onlar huşu içerisinde onu okur ve ağlar­
lardı. .. İşte Kur'an sahabeyi böyle meşgul etmişti. O ilk İslam toplumu din ve
dünya işlerinde ona tab~ oldular, onu kalpleriyle okudular ve manasını hayatla83
rında tatbik ettiler ... "
Kur'an çok iyi okunduğu, anlaşıldığı ve yaşandığı için Müslümaniann Peygamber ve sahabe döneminde altın çağını yaşadığını; kendisine bir nevi sırt çevrilip kurtuluşun başka yerlerde aranmasıyla Kur'an'ın anlamını yitirdiğini, dola;.
yısıyla bilimsel, kültürel, ekonomik (vb.) başta olmak üzere her bakımdan Müs:
lümanların geriye gittiğini ve tarihin her döneminde durumun bundan farksız olduğunu söylemek çok da abartılı olmasa gerektir. Peygamber'in ve sahaberıin,
Kur'an'ı anlama metodolojisi konusunda değişik araştırma ve inceleme eserleri
okudukları ve ona göre anladıklarını iddia etmenin mümkün olmadığına göre,
onları her bakımdan bir kahraman haline getiren yöntemin ne olduğu hususunu
biraz araştırmarnız ve düşünmemiz yerinde olur. Bu ifade çok fazla düşünmeye
ve araştırmaya ihtiyaç olduğu için söylenmiş değildir. Esasında (bazı münferit örneklerin dışında) o dönemde herhangi bir anlayış probleminin bulunmadığı, anlayışta problem olmadığı için yaşayışta da herhangi bir sorunla karşılaşılmadığı
söylenebilir. Bir bütün olarak takip edilen metod, bugünkil gibi derin araştırma­
lann ve geniş çaplı analizierin neticesinde ortaya çıkan sonuca göre bir anlayış
salıibi olmak yerine, tam olarak gönülden iman ettikten sonra basit anlarnda ve
zorlamalara gitmeden Kur'an'ı okuyup tatbik etmekti. Belki de yoğun enerji harcayarak ve yarularak yıllarca (hatta yüzyıllarca) Kur'an ışığında bulmaya çalıştı­
ğımız anlam arayışı ve dünya görüşü bize çok yakında bulunmaktadır. Esasında
biz onun ne olduğunu da bilrnekteyiz; ancak basit ve ihtimal verilmeyen bir bilgi olduğu için -tabiri caizse- onu es geçmekteyiz.
5-Sonuç
Bu makalede üç kimsenin (inanmayan, inanan ve mütt:aKınin) anlayış keyfiyeti ele alınmış; bunların anlama dereceleri ve derinliklerinin aynı olup olmadığı
tartışılmıştır. Belli başlı delil ve verilerin ışığında inanmayanların akıllarını çalıştır­
madıkları, hakikatiere bir şekilde gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadıkları; bundan
dolayı da kalp ve kulaklarının mühürlendiği ve gözlerine perde çekildiği anlaşıl~
maktadır. Bu münasebetle Kur'an'ı anlama açısından bakıldığında inananın inanmayana göre anlama seviyesinin' daha ileri ve üstün olduğu söylenebilir.
83 Öıneri, Alımed Cemal, ei-Mebahistl '1-beldğıyye, Kahire 1990, ss. 23, 24.
206
tasavvıif
İmanın
gereklerini yerine getirmeyen mü'min ile takva ehli olan mü'min karise yukanda geniş bir şekilde ele alındığı gibi iman etmekle ye,.
tinen ve Kur'an'ın talimatına uymayan bir mü'min ile takva ölçülerine göre yaşa­
mını şekillendiren mü'mininin anlayış seviyesinin aynı olmadığı; müttaki
mü 'mini n daha ileri ve üstiin bir anlayışa saltip olduğu anlaşılmaktadır. İnanma­
mak daHilet, rics/necs ve maddi-manev1 kirlilik; inandilrtan sonra Kur'an'ın kirli,
pis dediklerini yapmak da bu pislik ve kirliliklere bulanmak olarak tanımlandı­
ğından ve o tiir günahiann basireti köreltip kalpte pas oluşturduğu bildirildiğin­
den bütün bu kirliliklerin, insanın Kur'an hakikatlerini açık ve parlak bir şekilde,
aynıyla gönnesine ve kavramasına mani olabilir.
İki numaralı başWc altında sorduğumuz sorunun muhtemel cevabı, serdedilen bilgilerin de ışığı altında oryantalist araştınnacılann ve iman etmeyen diğer
müsteşrilderin mevcut ilm1 tekilikler ve vasıralada belli noktalarda ve belli seviyeye kadar Kur'an'ı ve onun hakikatlarını anlayabildilderidir. Ancak onların anlayışı, beşerin ortaya koyduğu metotlarla sınırlı olup Arap dilini Cve o dilin .incelik!erinin izahını) ve şimdiye kadar geliştirilmiş olan bilimsel yöntenileri aşma­
maktadır. Onlann en büyük çıkmazı, Kur'an'ın ruhunu ve felsefesini tam anlamıyla kavrayamamak olmalıdır. Onun ruhunun ve felsefesinin kavranamaması
meseleyi izah bazında basit bir kaçış yolu olmayıp esasında cidd! bir yaklaşım
tarzı sayılır. Çünkü iman etmeınek, Kur'an'la diyaloğa girebilmenin önünde ciddi bir engel gibi durmaktadır.
Sonuç olarak, gerçek anlamanın, inanınakla başlayıp imanın gereğini tatbik
etmekle (takva sahibi olmakla) gelişeceğini; tecrübe etmeksizin sırf aklı ve ilmi
kullanarak sağWdı bir anlayışa ulaşmanın zor bir iş olduğunu söyleyebiliriz.
şılaştınldığında
BİBLİYOGRAFYA
AsiM EFENDi, Kamus Tercümesi, İstanbul 1983.
ATAR, Fahrettin, Fıkıh UsUlü, İstanbul 1988.
BEHİY, Muhammed, İnanç ve Amelde Kuı''anf Kavramlar, çev. Ali Turgut, 3. bas., İstanbul 1995.
BEYDAVİ, el-Kiid! Nasırudd!n, Enuam't-tenzfl, Beyrut 1988.
BUHARI, Ebu Abdiilah Muhammed b. İsmail, el-Caıniu's-sçıbfb, İstanbul 1992.
BÜ'Ii, Said Ramazan, Min reviii 'il-Kur'an, Dlllleşk ts.
CEBECİ, Lüfullah, Kur'an 'a Göre Tal..>vfi, İstanbul 1991.
CÜNDİOGLU, Dücane, Anlamın Buharlaşması ue Kur'an, İstanbul 1995.
ÇİÇEK, Halil, 20. Asırda Kur'an İliınieri Çalışma/an, İstanbul 1996.
DAYHAN, Alın1et Tahir, Bubiiri'ye Yöneltilen Bazı Tenkitler (basılmamış yüksek lisans tezi, İzmir 1995).
ELMAULI, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul ts.
el-ISFAHA.Ni, Rağıb Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredfit, İstanbul 1986.
kur'an 'ı anlama dereceleri ve takvii
207
Erol Göka; Abdullah Topçuoğlu; Yasin Aktay, Önce Söz Vardı, iınkara 1996.
FAZLURRAHMAN, Ana Konularıyla Kur'aıı, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara 1996.
Hans-George Gadamer, Trııtb and Method, znd rev. ed. Joel C. Weinsheimer and Donald G. Marshall, New York: Crossroad 1989.
HEIDEGGER, M. Being and Time, trans. John Macquarrie and Edward Robinson,
New York: Harper and Row 1962.
İBN AşüR, Muhammed Tahir, Tejçirzt't-tahrfr ue't-teııvfl~ yy. ts.
İBN HACER, A11med b. Ali el-Askalan:1, Fetbu 'i-Barı~ yY. ts.
İBN HAJ\'BEL, A11med, Müsııed, İstanbul 1992.
İBN KESİR, Ebu'l-fida İsmail, Tefsiru'l-Kur'ani'l-azfın, 2. bas., Beyrut 1988.
İBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid, Sıiııen, İstanbul 1992. _
İZUTSU, Toshihiko, Kur'an 'da Allab ue İnsan, çev. Süleyman Ateş, İstanbul ts.
_ _ _ _ , Kur'an'da Dinf ve Ablakf Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, İstanbul 1991.
K.Asl.MI, Muhammed Cemaleddin, Mebiisinü 't-te'vfl, Kahire 1918.
MEVDÜDI, Ebu'l A'la, Tejhimıi'l-Kur'aıı, çev. Kurul, İstaı:bul1996.
MÜSLİı.\1, Ebu'I-Hüseyn İbn Haccac, es-Sabfb, İstanbul 1992.
.N""EDVİ, Ebu'l-Hasen, Asıı.mızdaki İslam Tetkikleri, çev. Abdülaziz Hatip, İstanbul
199~.
ÖMERI, Ahmed Cemal, el-Mebiibiıi'l-belağıyye, Kahire 1990.
REŞID RlZA, Muhammed, Tefiirıı'l-Kur'fini'l-bakfm (Tefsiıu'l-Menar), yy. ts.
RUDI PARET, Kur'an Üzerine Jl1akaleleı~ çev. Ömer Özsoy, Ankara 1995.
sAs!, Salim Hacc, ez-Zabiretü'l-istişrakıyye, Malta 1991.
SIBAl, Mustafa, Oryantalizm ve Oryantalist/er, çev. Mücteba Uğur, İstanbul 1993.
THEODORE KISIEL, "The Happening of Tradition: The Hermeneutics of Gadamer
and Heidegger" in Henneneutics and Praxis, edit. Robert Hullinger, Indiana: University
of Notre Dame Press 1985.
TİRMİZI, Ebu Isa Muhammed b. Isa, Silnen, İstanbul 1992.
ÜNAL, Ali, Kur'an'da Temei Kauramlar, İstanbul 1990.
WATT, Wılliam Montgoınery, "Interview (Professor Montgoınery Watt/The Last Orientalist)", Tnmds, c. 7, sy: 5.
ZAKZÜK, Mahmut Hamdi, Oryantalizm, çev. Abdülaziz Hatip, İstanbul 1993.
ZEMAHŞERI, Ebu'I-Kasım Carullah, el-Keşşaj, Beyrut ts.
Download