T.C. ADALET BAKANLIĞI EĞĠTĠM DAĠRESĠ BAġKANLIĞI YARGI MEVZUATI BÜLTENĠ Bültenin Kapsadığı Tarihler 01-15 Nisan 2013 Yayımlandığı Tarih 15 Nisan 2013 Sayı 2013-07 ĠÇĠNDEKĠLER - - - - - Adalet Bakanlığı Memur Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası ile Ġlgili 2013/3 Sayılı BaĢbakanlık Genelgesi (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği (Tebliğ No: 2013/9) (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2)‘nde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2013/10) (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Yüksek Seçim Kurulunun 16/3/2013 Tarihli ve 97 Sayılı Kararı (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Adalet Bakanlığından Münhal Noterlik Ġlanları (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/59, K: 2012/34 Sayılı Karar (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer) Anayasa Mahkemesinin E: 2012/54, K: 2012/188 Sayılı Karar (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer) Anayasa Mahkemesinin E: 2011/106, K: 2012/192 Sayılı Karar (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer) Anayasa Mahkemesinin E: 2012/102, K: 2012/207 Sayılı Karar (R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer) Akreditasyon Uzmanlığı Yönetmeliği (R.G. 03 Nisan 2013 – 28607) Alkol ve Alkollü Ġçki Tesislerinin Haiz Olmaları Gereken Teknik ġartlar, Kurulmaları, ĠĢletilmeleri ve Denetlenmelerine ĠliĢkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 04 Nisan 2013 – 28608) Adalet Bakanlığından Ġhalelere Katılmaktan Yasaklama Kararı (R.G. 04 Nisan 2013 – 28608) - - - - - - - - Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 05 Nisan 2013 – 28609) Gümrük Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 05 Nisan 2013 – 28609) Ġdari Bağlılığın DeğiĢtirilmesi Kararı (R.G. 06 Nisan 2013 – 28610) Vakıf Kültür Varlıklarının Restorasyon veya Onarım KarĢılığı Kiraya Verilmesi ĠĢlemlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 06 Nisan 2013 – 28610) Kurumsal Yönetim Ġlkelerinin Belirlenmesine ve Uygulanmasına ĠliĢkin Tebliğ (Seri:IV, No:56)‘de DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: IV, No: 64) R.G. 06 Nisan 2013 – 28610) Anayasa Mahkemesinin Siyasi Parti Mali Denetimi ile Ġlgili Kararlar (R.G. 06 Nisan 2013 – 28610) Anayasa Mahkemesinin Bireysel BaĢvurular ile Ġlgili Kararlar (R.G. 06 Nisan 2013 – 28610) Gemi Adamları ĠaĢe Bedeli Tespit Kurulu Kararı (R.G. 07 Nisan 2013 – 28611) IĢkolu Tespit Kararı (No: 2013/14) (R.G. 07 Nisan 2013 – 28611) Kredi Garanti Kurumlarına Sağlanacak Hazine Desteğine ĠliĢkin Usul ve Esaslar Hakkında Kararda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair 2013/4485 Sayılı Karar (R.G. 08 Nisan 2013 – 28612) Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesinin Yerköy-Sivas Etabi Kapsamında Ġkmale Kalan Kesimlerde (Ġkmal 1-2-3) Bulunan Bazı TaĢınmazlar ile Üzerindeki Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları IĢletmesi Genel Müdürlüğü Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında 2013/4538 Sayılı Karar (R.G. 08 Nisan 2013 – 28612) Kocaeli Ġli, Darıca Ġlçesi, Cami Mahallesinde Bulunan Baızı TaĢınmazların Darıca Belediyesi Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında 2013/4541 Sayılı Karar (R.G. 09 Nisan 2013 – 28613) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulnun 20/3/2013 Tarihli ve 280 Sayılı Kararı (R.G. 09 Nisan 2013 – 28613) Verici Tesis ve ĠĢletim ġirketi ile Multipleks ĠĢletmecileri Hakkında Yönetmelik (R.G. 09 Nisan 2013 – 28613) ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığının 8/4/2013 Tarinli ve 2013/ÖĠB-K-22 Sayılı Kararı (R.G. 09 Nisan 2013 – 28613) Yüksek Seçim Kurulunun 5/4/2013 Tarihli ve 110 Sayılı Kararı (R.G. 09 Nisan 2013 – 28613) Ġzmir Ġli, Bergama Ġlçesinde Tesis Edilecek Ege Yıldızı Ġzmir Çandarlı Doğalgaz Kombine Çevrim Santralinin Yapımı Amacıyla Bazı TaĢınmazların Hazine Adına Tescil Edilmek Üzere Enerji Piyasasi Düzenleme Kurumu Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında 2013/4488 Sayılı Karar (R.G. 10 Nisan 2013 – 28614) Adana Ili, Seyhan Ilçesi, Barbaros ve Bey Mahalleleri Sınırlari Içerisinde Bulunan Alanın Kentsel DönüĢüm ve GeliĢim Proje Alani Ġlan Edilmesi - - - - - - - - Hakkında 2013/4491 Sayılı Kararı (R.G. 10 Nisan 2013 – 28614) 6136 Sayılı AteĢli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 2478 Sayılı Kanunla DeğiĢik 2 nci Maddesi Gereğince Yurda Sokulmasına Ġzin Verilecek Silahlara ĠliĢkin Yönetmeliğin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 10 Nisan 2013 – 28614) 6136 Sayılı Kanun Kapsamına Giren Bıçak ve Diğer Aletler ile Benzerlerinden Bir Sanat veya Mesleğin İcrası için Kullanılması Zorunlu Bulunanların Yapım, Kullanım ve Nakline Dair Yönetmeliğin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 10 Nisan 2013 – 28614) Yivli ve Yivsiz Av Tüfekleri, Nişan Tüfek ve Tabancaları, Bunların Aksamı ile Mermilerinin Yurda Geçici Olarak Sokulmasına İlişkin Yönetmeliğin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 10 Nisan 2013 – 28614) Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair 6455 Sayılı Kanun (R.G. 11 Nisan 2013 – 28615) Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (R.G. 11 Nisan 2013 – 28615) Yozgat Ġli Sorgun Ġlçesi Karakız Beldesinin Ġsminin ―Yeniyer‖ Olarak DeğiĢtirilmesi Hakkında Karar (R.G. 11 Nisan 2013 – 28615) Türk Gıda Kodeksi Distile Alkollü Ġçkiler Analiz Metotları Tebliği (Tebliğ No: 2013/11) (R.G. 11 Nisan 2013 – 28615) Adalet Bakanlığından ÇeĢitli Ġlanlar (R.G. 11 Nisan 2013 – 28615) Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 4/4/2013 Tarihli ve 338 Sayılı Karar (R.G. 12 Nisan 2013 – 28616) Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (R.G. 13 Nisan 2013 – 28617) YÖNETMELĠKLER Adalet Bakanlığından: ADALET BAKANLIĞI MEMUR SINAV-ATAMA VE NAKĠL YÖNETMELĠĞĠNDE DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA DAĠR YÖNETMELĠK MADDE 1 – 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Adalet Bakanlığı Memur, Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (16) numaralı bendinin (a) alt bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve (18) numaralı bendinde yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır. ―a) En az dört yıllık lisans eğitimi veren fakülte ve yüksekokullardan veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilen yabancı fakülte veya yüksekokullardan mezun olmak.‖ MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―Birinci ve ikinci fıkraya göre belirlenen nihaî baĢarı listesinde puanların eĢit olması halinde; sırasıyla merkezi sınav puanı, sözlü sınav puanı ve diploma notu yüksek olan aday sıralamada üstte yer alır.‖ MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―üç‖ ibaresi ―on‖ olarak değiĢtirilmiĢtir. MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 24 üncü maddesinde yer alan ―, öğrenim durumu‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 27 nci maddesi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 28 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci paragrafı aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Ceza infaz kurumu ve tutukevi ile denetimli serbestlik müdürlüğü personeli için kurum müdürü, kurumdan sorumlu Cumhuriyet savcısı ile Cumhuriyet baĢsavcısının gerekçeli yazıları,‖ MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (6) numaralı alt bendi, (b) bendinin (7) numaralı alt bendi, (d) bendinin (5) numaralı alt bendi ve (e) bendinin (5) numaralı alt bendinde yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi ile (c) bendi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesinin birinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Ceza infaz kurumları ve tutukevleri müdürleri, denetimli serbestlik müdürleri, müdür yardımcıları, saymanlar ile infaz ve koruma baĢmemurları Ek-4‘te gösterilen birinci, ikinci ve üçüncü bölgelerdeki müdürlük teĢkilâtı olan ceza infaz kurumları ve denetimli serbestlik müdürlüklerine naklen atanarak bölge esasına göre çalıĢırlar. Ġnfaz ve koruma baĢmemurları, müdürlük teĢkilâtı olmayan ceza infaz kurumlarında da çalıĢabilirler. Yukarıda sayılanlar dıĢındaki memurların naklen atanmalarında bölge esası uygulanmaz.‖ MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 34 üncü maddesinin birinci, onbirinci ve onikinci fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Ceza infaz kurumları ve tutukevleri müdürleri, denetimli serbestlik müdürleri, müdür yardımcıları, saymanlar ile infaz ve koruma baĢmemurları için en az hizmet süreleri; üçüncü bölgede dört, ikinci bölgede altı, birinci bölgede sekiz yıldır. Ġnfaz ve koruma baĢmemurlarının müdürlük teĢkilatı bulunmayan ceza infaz kurumlarındaki görev süresi, üçüncü bölgedeki hizmet süresinden sayılır.‖ ―Ġdare memuru kadrosuna açıktan atamalar, ikinci veya üçüncü bölgedeki ceza infaz kurumları ve tutukevlerine yapılır. Ġhtiyaç halinde birinci bölgelerdeki cezaevlerine de atama yapılabilir. Atandıkları yerde en az iki yıl görev yapan idare memurları, ihtiyaç durumuna göre müdürlük teĢkilâtı bulunmayan ilçe ceza infaz kurumu ve tutukevlerine atanabilirler.‖ ―Ceza infaz kurumu ve tutukevi ikinci müdürlüğünden ilk defa birinci müdür olarak atamalar ve denetimli serbestlik müdürlüklerine, 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanununun geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrası hariç olmak üzere müdür olarak atamalar üçüncü bölgelere yapılır. Ġhtiyaç halinde baĢarısı tespit edilen ve alt bölgelerdeki hizmetini tamamlayarak birinci ve ikinci bölgelerde görev yapan ikinci müdürler, ikinci bölgedeki birinci müdürlük görevine atanabilirler. Birinci bölgelerdeki birinci müdürlük ve denetimli serbestlik müdürlükleri görevlerine, ilk defa birinci müdür ve denetimli serbestlik müdürü olarak atama yapılamaz.‖ MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 35 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―a) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri veya denetimli serbestlik müdürlüklerinde en az on yıl müdür veya müdür yardımcısı olarak görev yapmıĢ olmak,‖ MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 41 inci maddesinin baĢlığı ile birinci ve ikinci fıkralarında yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan ―Ek-4‖ ekteki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğe aĢağıdaki geçici 2 nci madde eklenmiĢtir. “GeçiĢ hükmü GEÇĠCĠ MADDE 2 – 33 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen bölge esası, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan saymanlar ile infaz ve koruma baĢmemurları yönünden 1/4/2016 tarihine kadar uygulanmaz.‖ MADDE 17 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 18 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür. Eki için tıklayınız. [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— Çevre ve ġehircilik Bakanlığından: KIYI KANUNUNUN UYGULANMASINA DAĠR YÖNETMELĠKTE DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA DAĠR YÖNETMELĠK MADDE 1 – 3/8/1990 tarihli ve 20594 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 4 üncü maddesindeki ―Sahil ġeridi‖ tanımının ikinci paragrafı aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, ―Su Ürünlerini Üretim ve YetiĢtirme Tesisi‖, ―Rekreaktif Alanlar‖, ―Tersane‖, ―Yat Limanı‖, ―Balıkçı Barınağı‖, ―Çekek Yeri‖ ve ―Sosyal ve Teknik Altyapı Tesisleri‖ tanımları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin sonuna aĢağıdaki ―Denize ĠniĢ Rampaları‖, ―Tekne Ġmal ve Bakım Yeri‖ tanımları eklenmiĢ, aynı maddedeki ―Yat çekek yeri‖ tanımı yürürlükten kaldırılmıĢtır. ―Ġki bölümden oluĢan sahil Ģeridi kullanım amacı, topoğrafya ve doğal eĢiklere göre uygulama imar planı kararı ile belirlenir. Sahil Ģeridinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaĢabilir. Yapı yaklaĢma mesafesi içerisinde kalan alanlar uygulama imar planı ile gezinti alanları, dinlenme ve bu Yönetmelikte tanımlanan rekreaktif alanlar ve yaya yolları olarak düzenlenebilir.‖ ―Su Ürünlerini Üretim ve YetiĢtirme Tesisi: Su ürünleri kaynaklarının ekonomik olarak kullanımı ve üretiminin artırılması amacıyla deniz ve iç sularda, deniz, göl yüzeyi ile karada, kuluçkahaneli ve kuluçkahanesiz oluĢuna göre alan büyüklüğü değiĢen üretim ve yetiĢtirme faaliyeti gösteren ve soğuk hava deposu, paketleme ünitesi, yem ve malzeme deposu gibi karada ihtiyaç duydukları alt ve üst yapılara sahip kıyı yapılarıdır.‖ ―Rekreaktif Alanlar: Halkın eğlence ve dinlenme gereksinimlerini karĢılamaya dönük, açık olarak düzenlenen oturma ve yemek yerleri, yemek piĢirme yerleri, çeĢmeler, açık havuzlar, oyun ve açık spor alanları, açık gösteri alanları, yeĢil bitki örtüsü ve kıyı yapısının elverdiği yerlerde denize iniĢ rampaları bulunan kamu ya da özel alanlardır.‖ ―Tersane: Her cins ve boyutlarda gemi ve su araçlarının inĢası, bakım-onarım ve tadilatlarından biri veya birkaçının yapılmasına imkân sağlayan en az elli metre deniz cephesine sahip ve gemi inĢa kapasitesi belirlenmiĢ, teknik ve sosyal alt yapısı, yönetim, destek, bakım, onarım ve depolama birimleri de bulunan kıyı yapılarıdır.‖ ―Yat Limanı: Yatlara güvenli bir bağlama ve her yata doğrudan yürüyerek çıkılmasına imkân sağlayan, yeterli derinlikte su bulunan ve yatlara teknik ve sosyal altyapı, yönetim, destek, konaklama, bakım ve onarım hizmetlerini sunan, rüzgâr ve deniz tesirlerinden korunmuĢ, iĢletme izin belgesi almıĢ, turizm iĢletmesi belgeli kıyı yapılarıdır. Yat limanlarında konaklama tesisi yapılması halinde, bu tesislerin yükseklikleri 6.50 metreyi (2 kat) ve emsali toplam emsalin %20‘sini geçmeyecek Ģekilde yapılaĢma koĢulları imar planı kararı ile belirlenir. Yat limanlarında tüm üst yapılarda kot, her binanın köĢe kotlarının aritmetik ortalaması alınarak bulunur. Bodrum katlar yapı yüksekliğine ve emsale dâhildir.‖ ―Balıkçı Barınağı: Balıkçı teknelerine hizmet vermek amacıyla dalgakıranla korunmuĢ, yöre balıkçılarının ihtiyacına yetecek kadar havuz ve geri sahaya sahip, bağlama rıhtımları ile suyu, elektriği, ağ kurutma sahası, çekek yeri, emsali kara alanının %2‘sini, yüksekliği 6.50 metreyi (2 katı) aĢmayan ve takılıp sökülebilir elemanlarla inĢa edilen yönetim birimi, deniz ürünlerine geçici depolama ve satıĢ üniteleri bulunan kıyı yapılarıdır.‖ ―Çekek Yeri: Tam boyu altmıĢ metreye kadar her türlü gemi veya su araçlarına bakımonarım, kıĢlatma ile teknik altyapı ve yönetim hizmeti veren tesistir.‖ ―Sosyal ve Teknik Altyapı Tesisleri: Kıyıda yapılması zorunlu olan yapı ve tesislere hizmet veren ve kıyının kamu yararına kullanılmasını sağlayan, dalgakıran, kontrol kulesi, deniz feneri, trafo, su deposu, çekek rampası, biyolojik ve kimyevî arıtma sistemi, pis su ve sintine boĢaltma istasyonu, elektrik, su, sağlık ünitesi, PTT, Fax, TV teçhizatı, yağ ve çöp toplama konteynerleri, yangın Ģebekesi veya itfaiye tesisi, lift sistemi, saniter üniteleri, otopark, yaya yolları, meydan, yeĢil alan, çocuk bahçesi ve park ve benzeri altyapı tesisleridir.‖ ―Denize ĠniĢ Rampaları: Halkın denizde sportif, eğlence ve gezi amacıyla, amatör ve özel teknelerini, römork kullanarak denize indirip, denizden çekebilecekleri, yol ile bağlantısı olan ve geri sahasında taĢıt ve römork otopark yeri bulunan rampa düzeneğidir.‖ ―Tekne Ġmal ve Bakım Yeri: Boy sınırlaması olmaksızın ahĢap yat imalatı ile tam boyu yetmiĢ beĢ metreye kadar veya UlaĢtırma, Denizcilik ve HaberleĢme Bakanlığınca yapılan inceleme sonucuna göre kara ve denizdeki fiziksel Ģartların uygun bulunması halinde yüz yirmi beĢ metreye kadar her türlü gemi ve su araçlarının inĢa, tadilat ve bakım-onarım hizmetlerinden biri veya birkaçının yapılmasına imkân sağlayan teknik ve sosyal altyapılara sahip tesistir.‖ MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelen (b) bendinin (5) numaralı alt bendinin sonuna aĢağıdaki cümle eklenmiĢtir. ―Ancak il, ilçe, belediye ve mücavir alan sınırına rastlayan alanlarda pafta bütününde geçirilme Ģartı aranmaz.‖ ―Ġl, ilçe, belediye ve mücavir alan sınırına rastlayan alanlarda pafta bütününde aktarma Ģartı aranmaz.‖ MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin baĢlığı ―Kıyı Kenar Çizgisinin Onayı ve Ġlanı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı maddenin sonuna aĢağıdaki fıkralar eklenmiĢtir. ―Yürürlüğe giren kıyı kenar çizgisi, belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyelerce, bu sınırlar dıĢında valiliklerce tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süreyle ilan edilir. Kıyı kenar çizgisine, ilan süresi içinde kamu kurum ve kuruluĢları ve ilgilileri itiraz edebilir. Ġtirazlar valiliğine yapılır. Ġtirazlar, Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca onbeĢ gün içinde incelenir. Ġnceleme sonuçlarını ve gerekçeli görüĢlerini içeren komisyon raporu değerlendirilmek üzere Bakanlığa gönderilir. Bakanlık itirazı, komisyon raporunu da dikkate alarak inceleyip karara bağlar. Ġtiraz ve yapılan inceleme neticesinde düzeltilmesine karar verilen kıyı kenar çizgisinin tespiti, onayı ve ilanı hakkında da yukarıdaki hükümler uygulanır. Onaylı kıyı kenar çizgileri; a) Kıyı kenar çizgisinin suya düĢmesi, b) Mükerrer kıyı kenar çizgisinin bulunması, c) Kıyı kenar çizgilerinin kenarlaĢmaması, ç) Yargı organlarınca kıyı kenar çizgisinin iptali ya da ikinci bir kıyı kenar çizgisinin tespit edilmesi, d) Daha evvel kıyı özelliği göstermediği halde, malzeme alımı sonucunda oluĢan su alanları nedeniyle, bu alanları kıyıda bırakacak Ģekilde tespit edilen kıyı kenar çizgileri, bu su alanlarının deniz, göl veya akarsu ile doğrudan bağlantılı olmadığının Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca belirlenmesi, halleri dıĢında değiĢtirilemez. Kıyı kenar çizgisinin mahkeme kararları ile parsel veya parseller bazında iptal edilmesi halinde, bu alanlardaki kıyı kenar çizgisi tespitlerinde kıyı kenar çizgisinin bütünlüğünü ve sürekliliğini sağlayacak Ģekilde bitiĢiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile birlikte değerlendirilerek, üçüncü kiĢilerin kazanılmıĢ haklarına hâlel getirmeyerek yeni tespit yapılabilir. Mahkeme kararlarının uygulanması sonucunda tespit edilerek onaylanan kıyı kenar çizgisinin bitiĢiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile uyum sağlamaması halinde ise Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca bu alanda mahkeme kararlarının gerekçeleri dikkate alınarak ve üçüncü kiĢilerin kazanılmıĢ haklarına hâlel getirmeyerek yeniden kıyı kenar çizgisi tespiti yapılabilir.‖ MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin birinci paragrafı aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin ikinci fıkrasına aĢağıdaki cümle eklenmiĢtir. ―Faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan baĢka yerde yapılmaları mümkün olmayan yapı ve tesisler: Tersane, gemi söküm yeri, tekne imal yeri, su ürünlerini üretim ve yetiĢtirme tesisleri, denize iniĢ rampaları, yat limanı, kruvaziyer liman, balıkçı barınağı ve çekek yeri.‖ ―Hangar, atölye, kontrol kulesi ve deniz feneri gibi bakım-onarım ve teknik altyapı yapılarının yükseklikleri ve yapılaĢma Ģartları, teknik gerekçeler ve uluslararası standartlar gözetilerek imar planı kararları ile belirlenir. Ancak taban alanı 6 metrekareyi geçmeyen kontrol kulesi ve deniz fenerleri için yapının fenni ve teknik sorumluluğu ilgili idaresinde olmak kaydıyla imar planı aranmaz.‖ MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesinin sekizinci ve dokuzuncu fıkraları yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğe aĢağıdaki madde eklenmiĢtir. “EK MADDE 1 – Aynı alanda birbirinden farklı tarihlerde onaylanmıĢ kıyı kenar çizgilerinin bulunması halinde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce; onaylı 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunan alanlarda, Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca planda esas alındığı belirlenen kıyı kenar çizgisi, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunmayan alanlarda ise Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca yapılan inceleme sonucunda uygun görülen ve Bakanlıkça onanan kıyı kenar çizgisi geçerlidir.‖ MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin ekindeki ―Dicle Nehri‖ ve ―Fırat Nehri‖ tanımları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve ―Dalyan Kanalı‖ tanımı eklenmiĢtir. ―7- Dicle Nehri: Dicle Nehri ana kolunun Bismil ilçesi ile Türkiye-Suriye Irak sınır arasındaki kesimi. 8- Fırat Nehri: Ana kolunun Keban Barajı ile Türkiye-Suriye sınırı arasındaki kesimi.‖ ―17- Dalyan Kanalı: Köyceğiz Gölü ile Akdeniz arasındaki kesimi.‖ MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Çevre ve ġehircilik Bakanı yürütür. [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— GENELGE BaĢbakanlıktan: Konu : Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası. GENELGE 2013/3 Toplumumuzun nimet bildiği ve kutsal bir değer atfettiği ekmekle ilgili üretim, tüketim, israf ve tüketici alıĢkanlıkları konularında; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ilgili kuruluĢu Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdürlüğü tarafından yurt çapında yaptırılan bir araĢtırmada; ülkemizde günde 6 milyon, yılda 2,1 milyar ekmeğin israf edildiği sonucu ortaya çıkmıĢtır. Söz konusu ekmek israfının bugünkü parasal karĢılığı; 1,5 milyar TL olup bu rakam Hükümetimiz döneminde dünya sıralamasında ilk sıralarda olduğumuz un ihracatından elde ettiğimiz bir yıllık gelire eĢdeğerdir. Bu üzücü sonuçlar; ekmek israfının önlenmesine yönelik tedbirlerin ivedilikle alınmasını gerekli kılmıĢ, bu doğrultuda Hükümetimizce 17.01.2013 tarihinde ―Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası‖ baĢlatılmıĢtır. Kampanya ile israf konusunda toplumsal duyarlılık oluĢturulması, israfın üretim ve tüketim aĢamalarında önlenmesi, ekmeğin uygun yöntemler ile muhafazasının sağlanması, bayat veya ihtiyaç fazlası ekmeğin yine insan gıdası olarak değerlendirilmesi konularında toplumun bilinçlendirilmesi ve tam buğday ekmeği tüketiminin yaygınlaĢtırılması amaçlanmaktadır. Bu çerçevede; 1. Kampanyanın toplumun tüm kesimlerine ulaĢabilecek boyutta sürdürülebilmesi için bu kapsamda alınan tedbir ve yürütülen faaliyetlerin uygulama süreçleri ile sonuçlarının izlenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla ilgili kuruluĢlar arasında gerekli iĢbirliği ve koordinasyonu sağlamak üzere; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve ilgili kuruluĢu TMO Genel Müdürlüğü görevlendirilmiĢtir. 2. Bakanlıklar, valilikler, belediyeler, üniversiteler ile diğer kamu kurum ve kuruluĢları; alacakları tedbirler ve yapacakları faaliyetlerle kampanyayı destekleyecekler, tüm yurtta etkin bir biçimde yürütülecek olan çalıĢmalarla israfın önlenmesi hususunda toplumsal bir bilinç ve farkındalık oluĢturulmasına azami ölçüde katkıda bulunacaklardır. 3. Kampanyanın amacına ulaĢabilmesi için toplumun her kesimine yönelik bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri düzenlenecek; halkımız, sivil toplum kuruluĢları, özel sektör ve meslek kuruluĢları ile iĢbirliği yapılacaktır. 4. Toplumun temelini oluĢturan aile ve kadınların rolünü dikkate alan sosyal politikalar geliĢtirilecek, özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin kampanyaya katılmalarını özendiren projeler oluĢturularak uygulamaya konulacaktır. 5. Ġlgili kuruluĢlar tarafından konuya iliĢkin eğitim, seminer, panel, konferans ve toplantı gibi organizasyonlar tertiplenecek ve söz konusu etkinliklerde; araĢtırma sonuçlarına, ekmek israfının önlenmesine ve tam buğday ekmeği tüketiminin faydalarına iliĢkin bilgiler verilecek ve bu kampanya kapsamında hazırlanacak kamu spotu, film ve animasyon gibi çalıĢmalar gösterilecektir. 6. Bu kapsamda, bakanlık ve kuruluĢlarca temin edilebilecek yazılı ve görsel malzemeler medya ve diğer iletiĢim araçları kullanılarak toplumun her kesimine ulaĢtırılmaya çalıĢılacak; özellikle gar, istasyon, durak, metro, havaalanı, kara yolu, liman, toplu taĢıma araçları ve benzeri kamuya açık yerlerde yazılı ve görsel bilgilendirme çalıĢmaları yapılacaktır. 7. Ġlgili bakanlık ve kurumlarca; ambalaj, gramaj, kalite, hijyen, üretim, dağıtım ve satıĢ gibi konularda ekmek israfının önlenmesine ve tam buğday ekmeği tüketiminin yaygınlaĢtırılmasına katkı sağlayacak mevzuat düzenlemeleri ile bu kapsamda gerekli denetimlerin yapılması sağlanacaktır. 8. Ġnternet sitelerinde, www.ekmekisrafetme.com adresine link verilerek, orada yer alan ―Türkiye‘de Ekmek Ġsrafı AraĢtırması‖ sonuçlarının değerlendirilmesi ve uygulamaya konulacak tedbir ve faaliyetlerin bu değerlendirmeler çerçevesinde planlanmasına önem verilecektir. 9. Toplu tüketim yapılan kamu kurum ve kuruluĢlarında bulunan yemekhanelerde; menüye göre ekmek çıkarılması, ekmeğin ince dilimlenmiĢ olarak, paketli rol ekmeğin ise düĢük gramajlı olarak sunulması, tam buğday ekmeği bulundurulmasının sağlanması ve tüketiminin yaygınlaĢtırılması amacıyla gerekli tedbirler alınacaktır. 10. Belediyeler ve il özel idarelerince ekmek fırınları düzenli olarak denetlenecek, gerekli sağlık ve mevzuat Ģartlarını sağlayamayan fırınların üretim yapmasına izin verilmemesi amacıyla ĠçiĢleri Bakanlığınca gerekli düzenlemeler yapılacaktır. 11. Üretici ve tüketicileri teĢvik edecek tedbirlerin alınması, ekmek üretim ve satıĢ noktalarında istihdam edilen kiĢiler ile restoran, fırın, otel ve turizm sektörü çalıĢanlarının eğitilmesi için meslek odalarıyla iĢbirliği yapılması hususlarında; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca gerekli çalıĢmalar yapılacaktır. 12. Sağlıklı beslenme de dâhil olmak üzere eğitici program, etkinlik ve yarıĢmalar düzenlenecek ve bu konuların temel eğitim ders müfredatı içerisine dâhil edilmesi için gerekli tedbirler Milli Eğitim Bakanlığınca alınacaktır. 13. Sağlıklı ve dengeli beslenme amacıyla tam buğday ekmeği tüketiminin teĢvik edilmesi için toplum sağlığı alanında gerekli çalıĢmalar Sağlık Bakanlığınca yapılacaktır. 14. Kampanya konularının; desteklenen ve kaynak aktarılan film ve tiyatro dâhil her türlü sahne sanatı senaryoları ve projelerde uygun bir Ģekilde iĢlenmesi, film ve projelere gizli veya açık spotlar yerleĢtirilmesi ve konu ile ilgili özel sektörün teĢvik edilmesi için gerekli tedbirler Kültür ve Turizm Bakanlığınca alınacaktır. 15. Kampanya konularıyla ilgili olarak halkı bilinçlendirme çalıĢmalarına Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığınca gerekli katkı sağlanacaktır. 16. Televizyon ve radyo programlarında kampanyaya iliĢkin kamu spotlarının yayınlanması amacıyla gerekli çalıĢmalar ilgili kurum ve kuruluĢlarca yapılacaktır. Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası, tam buğday ekmeğini yaygınlaĢtırma amacını da içine alacak Ģekilde, tüm kurum ve kuruluĢlarca iĢbirliği içerisinde ve kararlılıkla yürütülerek takip edilecek, ekmeğin israf edilmemesi bilincinin tüm fertlerimiz için bir yaĢam biçimi haline gelmesi özendirilecektir. Kamu kurum ve kuruluĢlarının yanı sıra; halkımız, sivil toplum kuruluĢları, memur, iĢçi ve iĢveren kuruluĢları, meslek oda ve birlikleri, ulusal ve yerel basın ile özel sektörün, çok önemli bir insanlık görevi olan bu kampanyaya gönüllü olarak her türlü destek ve yardımı sağlayacaklarına inancımız tamdır. Bilgilerini ve gereğini önemle rica ederim. Recep Tayyip ERDOĞAN BaĢbakan [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— TEBLĠĞLER Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından: TÜRK GIDA KODEKSĠ BUĞDAY UNU TEBLĠĞĠ (TEBLĠĞ NO: 2013/9) Amaç MADDE l – (1) Bu Tebliğin amacı; buğday ununun tekniğine uygun ve hijyenik Ģekilde üretilmesi, hazırlanması, iĢlenmesi, depolanması, nakledilmesi ve piyasaya arz edilmesi aĢamalarında taĢıması gereken özelliklerini belirlemektir. Kapsam MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ; Triticum aestivum (ekmeklik buğday), Triticum compactum (bisküvilik buğday) ve Triticum durum buğdaylarından (makarnalık buğday) ayrı ayrı veya karıĢtırılarak üretilen buğday unlarını kapsar. Vitamin ve minerallerce zenginleĢtirilmiĢ buğday ununu kapsamaz. Dayanak MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanmıĢtır. Tanımlar MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen; a) Buğday unu: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ ve tavlanmıĢ buğdayların tekniğine uygun olarak öğütülmesiyle elde edilen unları, b) Gıda amaçlı kullanılan buğday kepeği: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ ve tavlanmıĢ buğdayın, öğütme iĢlemi sonrası elde edilen unların ayrılmasından sonra arta kalan kısımlarını, c) Ekmeklik buğday unu: 4/1/2012 tarihli ve 28163 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2) kapsamında tanımlanan ekmeğin üretiminde kullanılan unu, ç) Özel amaçlı buğday unu: Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2) kapsamında tanımlanan ekmek hariç olmak üzere ekmek çeĢitleri, diğer ekmek çeĢitleri, ekĢi hamur ekmekleri ile baklava, börek, bisküvi, kek, pasta, yufka, pide, Ģebit, bazlama, simit, pizza, hamburger, karıĢık tahıllı ekmek gibi ürünler ile katkılı unlar, özel iĢlem görmüĢ unlar ve irmik altı unu gibi amaca yönelik mamullerin üretiminde kullanılan unu, d) Tam buğday unu: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ buğdayların, tavlanarak veya tavlanmadan, buğday tanesinin bütün anatomik kısımlarını içerecek Ģekilde tekniğine uygun olarak öğütülmesiyle elde edilen unu, e) Yabancı madde: Buğday unu dıĢındaki böcek ve böcek parçaları ile kalıntıları, hayvansal atık ve kalıntıları, yabancı ot tohumları gibi organik maddeler ile taĢ, kum, toprak ve metal gibi inorganik maddeleri, ifade eder. Ürün özellikleri MADDE 5 – (1) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerin özellikleri aĢağıdaki gibidir: a) Buğday unu yabancı tat ve koku içermez. b) Un içerisinde yabancı madde bulunmaz. c) Buğday unları kendine özgü renk ve görünüĢte olur. ç) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerin kimyasal özellikleri ek-1‘e uygun olur. d) Tam buğday unu hariç olmak üzere buğday unlarının en az % 98‘i 212 mikronluk elekten geçer. e) Buğday, çavdar veya arpadan hazırlanmıĢ enzim aktivitesi yüksek malt unu veya diğer malt ürünleri ile vital buğday gluteni teknolojik amaçlarla buğday ununa gerektiği kadar katılabilir. f) Net un ağırlığı %14,5 nem esasına göre hesaplanır. g) Özel amaçlı buğday unlarına baklagil unları teknolojik amaçlarla gerektiği kadar katılabilir. Katkı maddeleri MADDE 6 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerde kullanılan katkı maddeleri, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur. BulaĢanlar MADDE 7 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerdeki bulaĢanların miktarları, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi BulaĢanlar Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur. Pestisit kalıntıları MADDE 8 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerdeki pestisit kalıntı miktarları, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur. Hijyen MADDE 9 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünler; 17/12/2011 tarihli ve 28145 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Gıda Hijyeni Yönetmeliği ve 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Mikrobiyolojik Kriterler Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur. Ambalajlama MADDE 10 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin ambalajında kullanılan malzeme, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğine uygun madde ve malzemelerden oluĢur. Ambalaj malzemesinin polipiropilen olması durumunda polipiropilen ambalajın dokuma sıklığı cm‘de 5 adet ve ağırlığı en az 80 gr/m2 olur. (2) Bu Tebliğ kapsamında dökme olarak satıĢa arz edilen ürünlerin taĢımasında ve depolamasında kullanılan un tankeri ve silolarının buğday unu ile temas eden yüzeyleri, Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğine uygun, yeterli temizlik ve dezenfeksiyona izin veren madde ve malzemeden yapılır. Etiketleme MADDE 11 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin etiketi; 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliğinde yer alan hükümlere ilave olarak aĢağıdaki hükümlere de uygun olur. a) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin adları, 4 üncü maddenin (b), (c), (ç) ve (d) bentlerine uygun olarak etikette belirtilir. b) Özel amaçlı buğday unlarında unun hangi amaçla kullanılacağı etikette belirtilir. c) Özel amaçlı buğday unlarının etiketi üzerinde maksimum kül (%Kül Km‘de (m/m)) ve minimum protein miktarları (%Protein Miktarı, Km‘de) belirtilir. ç) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlere, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliğinde izin verilen katkılardan hiç biri katılmaz ise ürün adı ile birlikte ―katkısız‖ ifadesi kullanılabilir. TaĢıma ve depolama MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin taĢınması ve depolanmasında, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinin ―Gıdaların TaĢınması ve Depolanması‖ bölümündeki kurallara uyulur. Numune alma ve analiz metotları MADDE 13 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerden numune alınması ve analizleri, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine uygun olur. Ġdari yaptırım MADDE 14 – (1) Bu Tebliğe aykırı davrananlar hakkında 11/6/2010 tarihli ve 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun ilgili maddelerine göre idari yaptırım uygulanır. Yürürlükten kaldırılan tebliğ MADDE 15 – (1) 17/2/1999 tarihli ve 23614 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği (Tebliğ No: 99/1) yürürlükten kaldırılmıĢtır. Uyum zorunluluğu GEÇĠCĠ MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin yayımı tarihinden önce faaliyet gösteren gıda iĢletmecileri 1/7/2013 tarihine kadar bu Tebliğ hükümlerine uymak zorundadır. (2) Bu Tebliğ kapsamında faaliyet gösteren gıda iĢletmecileri bu Tebliğ hükümlerini karĢılayana kadar 17/2/1999 tarihli ve 23614 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği hükümlerine uymak zorundadır. Yürürlük MADDE 16 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme MADDE 17 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür. Eki için tıklayınız. [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından: TÜRK GIDA KODEKSĠ EKMEK VE EKMEK ÇEġĠTLERĠ TEBLĠĞĠ (TEBLĠĞ NO: 2012/2)’NDE DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA DAĠR TEBLĠĞ (TEBLĠĞ NO: 2013/10) MADDE 1 – 4/1/2012 tarihli ve 28163 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2)‘nin 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi ile (ç) bendinin (3) ve (4) numaralı alt bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―a) Bu Tebliğ kapsamında tanımı yapılan ekmek, sadece 2/4/2013 tarihli ve 28606 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği (Tebliğ No: 2013/9)‘nde yer alan ekmeklik buğday unu ve/veya tam buğday unlarından yapılır.‖ ―3) Bu Tebliğ kapsamında tanımlanan ürünlerden 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (e) bendi dıĢındaki ürünlerin ambalajlı üretilmeleri durumunda bu ürünler 100 grama kadar ve 250 gramdan sonra muhtelif ağırlıklarda üretilir. 100 ila 250 gram arasındaki ağırlıklarda üretilmez. 4) Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünler ağırlıkça ― - % 3, +% 8‖ tolerans değeri ile üretilir. Ancak ağırlık kontrolü amacı ile yapılan resmi denetimlerde, alınan numunelerin ortalama ağırlığı, denetime konu olan ürünün bu Tebliğ kapsamında üretimine izin verilen ağırlığından en fazla % 2 kadar eksik olabilir.‖ MADDE 2 – Aynı Tebliğin ekinde yer alan ek-1ekteki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 3 – Aynı Tebliğin ekinde yer alan ek-2‘nin 5 ve 6 ncı maddeleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―5. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünler; satıĢ yerlerinde alıcının el değmesini engelleyecek Ģekilde ekmek dolabında veya tezgâhında muhafaza edilerek gıda iĢletmecisinin kontrolünde satılır veya gıda iĢletmecisi, tüketicinin bu ürünleri eldiven ile almasını sağlar. Gıda iĢletmecisi, bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünleri; 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun bir ambalaj malzemesine sararak veya içine koyarak tüketiciye arz eder veya bu ürünler için söz konusu Yönetmelikte yer alan hükümlere uygun bir ambalaj malzemesinin ekmek dolabında veya tezgâhında alıcının ulaĢabileceği bir Ģekilde bulundurmasını sağlar. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünlerin satıĢa sunulduğu ekmek dolapları veya tezgâhları açıkta bırakılmayacak Ģekilde kapalı bir ortama konulur. 6. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünlerin muhafaza edildiği ekmek dolabında veya tezgâhında; 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliğinin 13 üncü maddesinin üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarında belirtilen zorunlu etiket bilgilerine ilave olarak ürünün net miktarının yer aldığı etiketin alıcının rahatlıkla görebileceği büyüklükte yer alması zorunludur.‖ MADDE 4 – Aynı Tebliğe aĢağıdaki geçici madde eklenmiĢtir. “Uyum zorunluluğu GEÇĠCĠ MADDE 1 – (1) Bu maddenin yayımı tarihinden önce faaliyet gösteren gıda iĢletmecileri, 1/7/2013 tarihine kadar Tebliğin bu madde ile birlikte yürürlüğe giren hükümlerine uymak zorundadır. MADDE 5 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 6 – Bu Tebliğ hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür. Eki için tıklayınız. [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— YÜKSEK SEÇĠM KURULU KARARI Yüksek Seçim Kurulu BaĢkanlığından: Karar No : 97 -KARARKonak 1. Ġlçe Seçim Kurulu BaĢkanlığınca Kurulumuz BaĢkanlığına gönderilen 16/1/2013 tarih ve (25) sayılı yazıda; 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu gereğince; Ġzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ġzmir Ticaret Borsası ve Deniz Ticaret Odasının meslek komiteleri ile yönetim, disiplin ve birlik genel kurulu asıl ve yedek üyelikleri seçimleri için baĢkanlıklarına müracaatta bulunulduğu, yapılacak olan organ seçimlerinin, kendi içerisinde özel uygulamaları bulunması nedeniyle görevlendirilecek sandık kurulu baĢkan ve üyelerine toplu olarak eğitim verilmesinin zorunlu olduğu, üye sayısı ve meslek gruplarının fazla olması, düzenlenen seçim takvimine göre itiraz süreleri, seçim öncesi itirazların incelenip karara bağlanması için Cumartesi ve Pazar günleri de çalıĢılacağı, seçim sonrası yapılan itirazlar ile seçim iĢ ve iĢlemlerinin geç saatlere kadar devam edecek olması göz önüne alındığında, yaklaĢık 1,5 ay boyunca baĢta seçim kurulu baĢkanı ve seçmen kütük bürosu personeli olmak üzere sandık kurulu görevlileri ile yoğun bir çalıĢma döneminin gerçekleĢeceği, açıklanan nedenlerle, Yüksek Seçim Kurulunun 7/6/2008 tarih ve 2008/197 sayılı kararı ile belirlenen gündelik sayısının az olacağı düĢünüldüğünden, konunun Yüksek Seçim Kurulunca yeniden değerlendirilmesi istenilmiĢ ve görevlendirilen komisyon çalıĢmasını tamamlamıĢ olmakla, konu ve komisyonca hazırlanan rapor birlikte incelenerek; GEREĞĠ GÖRÜġÜLÜP DÜġÜNÜLDÜ: Kurulumuzun 29/1/2013 tarih ve 2013/32 sayılı kararı ile Yüksek Seçim Kurulu Üyesi Muharrem COġKUN BaĢkanlığında, Üyeler Mehmet KÜRTÜL ve Ġlhan HANAĞASI‘ndan oluĢturulan komisyon çalıĢmasını tamamlayarak, sonrasında bir rapor düzenlemiĢtir. Düzenlenen ve Kurulumuza sunulan 16/03/2013 tarihli ―Komisyon Raporu‖nda; ―Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 79 uncu maddesi ile 298 ve 2820 sayılı Kanun‘larda; Siyasi Partilerin; kendi kanun ve tüzüklerinde de bir kısım kuruluĢların organ seçimlerinin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı öngörülmüĢ bulunmaktadır. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin birinci fıkrası, siyasi partilerin il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimlerinin yargı gözetimi altında yapılacağı hükmünü içermektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, ilçede birden fazla ilçe seçim kurulunun bulunması halinde görevin birinci ilçe seçim kurulunca yerine getirileceği öngörülmüĢtür. Kanun‘un bu emredici hükmüne uyulması zorunludur. Kanun‘un sözü edilen maddesinde bir ilçede birden ziyade ilçe seçim kurulunun varlığı halinde görevin birinci ilçe seçim kuruluna ait olduğu vurgulandığına göre, siyasi parti organ ve delege seçimlerinin birinci ilçe seçim kurulu baĢkanının gözetimi ve denetimi altında yapılması gerekeceği açıktır. Anayasa‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları ile özel kanunlarda düzenleme bulunan sendikalar, sulama birlikleri ve benzeri kuruluĢların, organ seçimlerinin de yargı gözetimi altında yapılacağı öngörülmüĢ ve bu seçimlerin hangi ilçe seçim kurulu baĢkanının denetimi altında yapılması gerektiği ilgili kanunlarda belirtilmiĢtir. Nitekim, yargı gözetimi altında yapılan meslek kuruluĢları ile benzeri kuruluĢların organ seçimlerine iliĢkin ilgili yasalarda, bir yerde birden fazla ilçe seçim kurulunun bulunması halinde görevli hâkimin Yüksek Seçim Kurulunca belirleneceği öngörülmektedir. Kurulumuzun bugüne kadarki yerleĢik uygulamalarına göre; 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin birinci fıkrasına göre, siyasi partilerin il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin seçimlerinin, ilçede birden ziyade ilçe seçim kurulu bulunduğu takdirde birinci ilçe seçim kurulu baĢkanının gözetimi ve denetimi altında yapılması, Ġlçede birden ziyade ilçe seçim kurulu varsa, meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢlarının organ seçimlerinde görevin meslek kuruluĢunun iĢ merkezinin bulunduğu yer ilçe seçim kurulu baĢkanına ait olması gerektiği, yönünde seçim kurullarına görüĢ bildirilmiĢtir. 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinde, ilçe seçim kurulu baĢkanı ve seçim sandık kurulu baĢkan ve üyelerine 298 sayılı Kanun‘da belirtilen esaslara göre ücret ödeneceği belirtilmiĢtir. Kurulumuz 298 sayılı Kanun‘un değiĢik 182 nci maddesi gereğince; seçimlerde görevlendirileceklere ve bu iĢlerde mesai içinde ve dıĢında çalıĢtırılacak memur ve hizmetlilere yapılacak ödeme esaslarını ve ücret miktarlarını saptayıp ilgili yerlere bildirmekte ve yapılan harcamalar kontrol edilmektedir. Bu uygulama, siyasi partilerle birlikte yargı denetim ve gözetimi altında yapılan tüm meslek kuruluĢları, sendikalar ve birlik organ seçimlerinde de geçerli bulunmaktadır. Bu çerçevede; 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin ilgili fıkraları ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen ve yargı gözetimi altında yapılan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinin yapılmasına iliĢkin ilgili kanun hükümlerine göre; 1- Siyasi parti organ seçimleri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde sandık kurulu bir baĢkan ve iki üyeden oluĢur. Üyelerin 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesi ile meslek, sendika ve birlik gibi kuruluĢlarının tabi olduğu özel kanunlarında belirtilen ilkelere göre belirlenmesi esastır. 2- Siyasi parti organ seçimlerinde ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde, ilgili kanunlarında özel olarak düzenlenen; bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayıları esas alınarak, sandık ya da sandıklar teĢekkül ettirildiğinde, (Örneğin; 5362 sayılı Kanun‘un 49 uncu maddesinin sekizinci fıkrası gereği bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı: 1000 kiĢi; 3568 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesi gereği bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı: 400 kiĢi olacak Ģekilde) ilçe seçim kurulu baĢkanına mesai saati içinde veya hafta sonu çalıĢmalarında; 1-3 sandık için (4) gündelik, 4-6 sandık için (6) gündelik, 7-9 sandık için (8) gündelik, 10-12 sandık için (10) gündelik, 13-15 sandık için (12) gündelik, 16-30 sandık için (14) gündelik, sandık sayısının 30‘u geçmesi halinde ise (16) gündelik ödenir. 3- Seçmen Kütük Büro personeline, mesai saati içinde yapılan siyasi parti kongre ve meslek kuruluĢları ile sendika ve birlik organ seçimleri çalıĢmalarında gündelik ödenmeyecektir. ÇalıĢmanın mesai saatini aĢması halinde (1) gündelik ödenir. a) Siyasi parti organ seçimlerinde, büro personelinin, resmî tatil günlerinde değiĢimli olarak görev yapmaları esas olmakla birlikte, görev alan büro personeline sadece resmî tatil günlerinde yapacakları çalıĢmalardan dolayı gündelik ödenecektir. b) Hafta sonu yapılan siyasi parti kongre veya meslek kuruluĢu organ seçimleri için büro personeline çalıĢılan gün için (1) gündelik ödenir. (ÇalıĢmanın sekiz saati aĢması halinde ilave (1) gündelik ödenir.) Aynı hafta sonu (Cumartesi ve Pazar) yapılan iki veya daha fazla siyasi parti kongre veya meslek kuruluĢu, sendika ya da birlik organ seçimi için büro personeline Cumartesi (1), Pazar (1)‘er gündelik ödenecektir. c) Ancak, (a) ve (b) bentlerinde belirtilen çalıĢmaların gece saat: 24.00'ten sonraya kalması durumunda ise, ilçe seçim kurulu baĢkanının takdirinde olmak üzere, sandık kurulu baĢkan ve üyelerine ilave (1) gündelik ödenebilir. 4- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde çoğunluk sağlanamayıp kongrenin, meslek kuruluĢunun, sendikanın ya da birlik organ seçiminin bir baĢka tarihe ertelenmesi halinde; ilçe seçim kurulu baĢkanına, büro personeline, sandık kurulu baĢkanı ve üyelerine ertelemeden dolayı, seçmen sayısı 2000'e kadar olan seçimlerde (1)‗er gündelik, seçmen sayısı 2000'den fazla olan seçimlerde ise, (2)'Ģer gündelik ödenir. Hafta içi, aynı gün mesai saati içinde yapılan ertelemeler ile aynı hafta sonuna yapılan ertelemeler için büro personeline gündelik ödenmez. Hafta sonu yapılması gerekirken, baĢka bir hafta sonuna ertelenen siyasi parti kongre veya meslek kuruluĢu, sendika ya da birlik organ seçimi için seçmen sayısı 2.000‘den az olan seçimlerde ertelemenin yapıldığı ilk hafta sonu için (1), ertelenen ikinci haftadaki çalıĢmalar için (2) olmak üzere toplam (3) gündelik, seçmen sayısı 2.000‘den fazla olduğu takdirde, ilk hafta için (2), ikinci hafta için (2) olmak üzere toplam (4) gündelik ödenir. 5- Siyasi partilerin, 2820 sayılı Kanun‘un 21 inci maddesinde tanımlanan her türlü organ seçimleri ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları ile sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde, sandık kurulu baĢkan ve memur üyesine (2)'Ģer, diğer üyelerine (1)‘er gündelik ödenecektir. Ancak, meslek kuruluĢları ile sendika, birlik ve benzeri kuruluĢların yargı gözetimi altında yapılan organ seçimlerinde, özel kanunları gereği ilgili oda, sendikalar ve birlikler tarafından sandık kuruluna yeterli miktarda üye verilmesi zorunlu olduğundan, bu düzenlemeye mutlak suretle uyulması, meslek kuruluĢuna ait oda veya sendikalar ya da birliklerin özel kanunları gereği sandık kuruluna verecekleri üyelerinin ücret ödemesinin seçim kurullarınca değil, meslek kuruluĢuna ait oda veya sendika ya da birliklerce karĢılanması gerekmektedir. 6- Yargı gözetimi altında yapılan meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimleri ile siyasi parti kongre seçimleri nedeniyle il seçim kurulu baĢkanlıklarına yapılan itirazları incelemek üzere toplanan il seçim kurulu baĢkanı ve fiilen görev yapan il seçim kurulu üyelerine, yapılan iĢlerin günlük ücret gerektirecek nitelikte ve yoğunlukta olması halinde yaptıkları çalıĢmalardan dolayı genel bütçeden (seçim ödeneğinden) en fazla (2) gündelik ödenecektir. 7- Sandık kurullarının; 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesine ve meslek kuruluĢları ile sendikalar ve benzeri kuruluĢların özel kanunlarında yer alan hükümlere göre ilçe seçim kurulu baĢkanınca oluĢturulduğuna, itirazların iki gün içinde ilçe seçim kurulu baĢkanınca incelenip karara bağlandığına, seçimin iptaline ilçe seçim kurulu baĢkanınca karar verildiğine ve sair iĢlerinde resen ilçe seçim kurulu baĢkanınca yapıldığı dikkate alındığında, bu iĢlerde görevi olmayan ilçe seçim kurulu üyelerine gündelik ödenmeyecektir. Ancak; sulama birlikleri organ seçimlerinde, yapılacak itirazlar, kanun gereği kurul olarak incelenip, karara bağlandığından, ilçe seçim kurulu üyelerine, yapılan iĢin nitelik ve yoğunluğuna göre en çok (2) gündelik ödenecektir. 8- Siyasi parti kongrelerinde askıya çıkarılan parti delege listeleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerine iliĢkin hazırun listeleri için askı yeri görevlisi görevlendirileceğine dair ilgili kanunlarda bir hüküm yer almadığından, bu organ seçimlerinde askı yeri için görevli belirlenmeyecektir. Bu iĢler büro personeli tarafından asli görev olarak yerine getirilecektir. Ancak, çalıĢmanın resmî tatil gününe rastlaması halinde, büro personeline çalıĢılan gün için ücret ödenecektir. 9- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde büro personeline, sandık kurulu ve büro görevlisi olarak aynı gün ifa ettikleri her iki görevden dolayı ayrı ayrı ücret ödemesi yapılmayacaktır. 10- Yapılan siyasi parti kongresi hangi partiye ait ise, parti adı ile seçimin yapıldığı tarihin (gün – ay – yıl olarak) 104 No.lu harcama çizelgesinde belirtilmesi ve ayrıca, yapılan seçimlere iliĢkin sarf kararı ile seçimlerin iptal ya da ertelenmesi durumunda, buna dair kararların da mutlaka gönderilmesi gerekmektedir. 11- Siyasi parti organ seçimleri dıĢında oda, meslek kuruluĢları ile sendika ve birlik gibi benzeri kuruluĢların organ seçimlerinin giderleri kuruluĢ veya özel kanunları gereğince kendi bütçelerinden karĢılanacağından, genel bütçeden (seçim ödeneğinden) kesinlikle harcama yapılmayacaktır. 12- Oda ve kongre organ seçimleri sonuçlarına yapılacak itirazlar hâkim tarafından aynı gün incelenip kesin olarak; sulama birlikleri organ seçimlerine yapılacak itirazların ise, ilçe seçim kurulu tarafından en geç itirazın yapıldığı tarihten sonraki ikinci gün incelenip karara bağlanması gerektiğinden, büro personeline itirazlarla ilgili olarak herhangi bir gündelik ödenmeyecektir. Ancak, bu yönde yapılan çalıĢmanın hafta sonuna rastlaması durumunda, seçmen kütük bürosunun açık tutulup büro personelinin de görevli olması halinde, sadece görev yapan seçim personeline çalıĢtığı günler için gündelik ödenecektir. 13- Adli teĢkilatı kapatılan ilçelerin iĢ ve iĢlemleri, bağlı oldukları seçmen kütük bürosu personelleri tarafından yürütüldüğünden, meslek, sendika, birlik ve benzeri kuruluĢlar ile siyasi parti kongre organ seçimleri de aynı Ģekilde bu büro personelleri tarafından yerine getirileceğinden, aynı hafta sonuna isabet eden seçimler ve çalıĢmalar nedeniyle büro personeline sadece çalıĢtıkları hafta sonu için gündelik ödenecek ve ilçelere göre ayrı ayrı ücret tahakkuk ettirilmeyecektir. 14- CumhurbaĢkanı, milletvekili, mahalli idareler, muhtarlık ve ihtiyar meclisi - heyeti üyeliği seçimi ile halkoylaması (plebisit) seçim takvimi içerisinde yer alan meslek kuruluĢları, sendikalar ile birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimleri ve siyasi parti kongre seçimlerinde seçmen kütük bürosu personeline ayrıca ücret ödenmeyecektir. 15- Meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢlar ile siyasi parti organ seçimlerinde, her türlü kayıt ve defter üzerinde inceleme görevi yapan seçmen kütük bürosu personeline iĢin niteliği ve çalıĢma Ģartına göre sadece hafta sonuna isabet eden günler esas alınarak ücret ödenecektir. 16- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde Ģoför görevlendirilmesi durumunda, sadece seçimin yapıldığı gün için (1) gündelik ödenecektir. 17- 24/01/2007 tarih ve 26413 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Seçmen Kütük Bürolarının Adalet MüfettiĢleri Tarafından Denetlenmesine Dair Yönetmeliğin 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (1) numaralı bendi kapsamında, siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde; genel bütçeden gönderilen seçim ödenekleri ile yapılacak organ seçimleri için diğer kuruluĢlarca büroların hesaplarına yatırılan paraların gelir gider uygunluğu, Adalet MüfettiĢlerince denetlenecektir.‖ Ģeklinde görüĢ bildirilmiĢtir. Bu nedenle, komisyon çalıĢması sonrası düzenlenen 16/3/2013 tarihli raporun Kurulumuzca uygun görüldüğüne ve komisyon raporunun ilke kararı haline dönüĢtürülerek genelge olarak tüm teĢkilata gönderilmesine karar verilmelidir. S O N U Ç: Açıklanan nedenlerle; 1- Komisyon çalıĢması sonrası düzenlenen 16/3/2013 tarihli raporun Kurulumuzca uygun görüldüğüne ve komisyon raporunun ilke kararı haline dönüĢtürülmesine, 2- Kurulumuzun 7/6/2008 tarih ve 2008/197 sayılı kararının yürürlükten kaldırılmasına, 3- Karar örneğinin Resmî Gazete‘de yayımlanmasına, 4- Karar örneğinin a) Adalet Bakanlığı TeftiĢ Kurulu BaĢkanlığına, b) Kurulumuz Ġdari ve Mali ĠĢler Dairesi BaĢkanlığı ile Yüksek Seçim Kurulunun internet sitesi www.ysk.gov.tr adresinde yayınlanması ve il ve ilçe seçim kurulu baĢkanlıklarına iç-mail olarak gönderilmek üzere Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğüne, gönderilmesine, 16/3/2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi. BaĢkan Sadi GÜVEN BaĢkanvekili Turan KARAKAYA Üye Muharrem COġKUN Üye Mehmet KÜRTÜL Üye Nilgün ĠPEK Üye Ünal DEMĠRCĠ Üye Ali KAYA Üye Ġlhan HANAĞASI Üye Ġbrahim ZENGĠN Üye Zeki YĠĞĠT [R.G. 2 Nisan 2013– 28606 ] —— • —— Adalet Bakanlığından : MÜNHAL NOTERLĠK 2009 yılı tahmini gayrisafi geliri 500.000.-TL. olan, Çilekli Caddesi ile Ebulula Mardin Caddesinin Çilekli Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlayarak, Ülgen Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan bölümünün BeĢiktaĢ Onaltıncı Noterliğinin ihdas bölgesinden çıkartılarak, Levent Semtinde, Çilekli Caddesi ile Ebulula Mardin Caddesinin Çilekli Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlayarak, Ülgen Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan bölümü üzerinde ve Çilekli Caddesine açılan Cadde ve Sokakların 100 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde ihdas bölgesi bulunan muhdes BĠRĠNCĠ SINIF BEġĠKTAġ YĠRMĠDOKUZUNCU Noterliği münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF noterlerden bu noterliğe atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz. Ġlan olunur. 2712/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER 2009 yılı tahmini gayrisafi gelirleri 250.000.-TL. olan, aĢağıda isimleri yazılı bulunan muhdes ĠKĠNCĠ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF VE ĠKĠNCĠ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz. Ġlan olunur. 1 - Biga Ġkinci Noterliğinin; Kıbrıs ġehitleri Caddesinin Bandırma Caddesi ile kesiĢtiği yerden Kevser Ozangil Caddesi ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmının güney tarafında ve bu güney tarafa açılan cadde ve sokakların 100 metre derinliklerinde, diğer noterlikle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 2 - Çerkezköy BeĢinci Noterliğinin; FevzipaĢa Caddesi üzerinde ve bu caddeye açılan cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 3 - Ereğli (Zonguldak) BeĢinci Noterliğinin; Suphi Konak Caddesinin ġehit Rıdvan Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlayarak, devamında 1.Abalı Sokak, 2.Abalı Sokak ve 2.Abalı Sokağın Abalı Cami ile kesiĢtiği köprünün bulunduğu yere kadar olan kısımda ve Suphi Konak Caddesi ve 2.Abalı Sokağına açılan cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 4 - ÖdemiĢ Üçüncü Noterliğinin; Ġstasyon Caddesinin KarĢıyaka Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlamak kaydıyla Cumhuriyet Caddesi, Saraçoğlu Caddesinin tamamı ve Saraçoğlu Caddesine açılan sokak ve caddelerin 50 metre derinliklerinde Kiraz-AlaĢehir, Birgi-Salihli çıkıĢına kadar olan cadde ve sokaklarda, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 5 - Salihli Dördüncü Noterliğinin; Belediye Caddesinin 18.Sokak ile kesiĢtiği yerden 2.Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmının Salihli Ġkinci Noterliğinin ihdas bölgesinden çıkartılarak, Belediye Caddesinin 18.Sokak ile kesiĢtiği yerden 2.Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmı ile 2.Sokaktan yukarıya doğru Abay Bulvarına kadar olan kısımda, Abay Bulvarında ve Site Caddesinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 6 - Van Sekizinci Noterliğinin; Hacıbekir Caddesinin ġabaniye ve Doğu Caddesiyle kesiĢtiği yerden Esen ve Meteoroloji Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmında ve caddenin bu kısmına açılan cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde, 2713/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan BĠRĠNCĠ SINIF NOTERLĠKLER münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF NOTERLERDEN BU NOTERLĠKLERE atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz. Ġlan olunur. SIRA NO : NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ 1- ADANA ALTINCI NOTERLĠĞĠ 1.131.244,22.-TL. 2- ANKARA DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 889.488,66.-TL. 3- BAKIRKÖY OTUZUNCU NOTERLĠĞĠ 1.122.116,18.-TL. 4- BAKIRKÖY OTUZBEġĠNCĠ NOTERLĠĞĠ1.043.108,96.-TL. 5- BEYOĞLU OTUZDÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ1.764.992,01.-TL. 6- GAZĠOSMANPAġA ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 866.583,69.-TL. 7- KONYA BEġĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 744.627,00.-TL. 8- MALATYA DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 769.614,83.-TL. 2714/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ĠKĠNCĠ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF VE ĠKĠNCĠ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz. Ġlan olunur. SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ 1- AKHĠSAR ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 366.125,88.-TL. 2- AKSARAY DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 292.353,87.-TL. 3- AKYAZI NOTERLĠĞĠ 489.813,15.-TL. 4- ALĠAĞA ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 443.090,73.-TL. 5- BĠLECĠK NOTERLĠĞĠ 603.926,59.-TL. 6- BOLU ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 382.677,47.-TL. 7- ÇORLU DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 424.019,54.-TL. 8- EDĠRNE ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 356.271,25.-TL. 9- GEMLĠK BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 310.258,80.-TL. 10- ĠNEGÖL ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 426.702,44.-TL. 11- KARACABEY ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 318.825,95.-TL. 12- KARS ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 323.305,17.-TL. 13- KÖRFEZ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 341.093,40.-TL. 14- ORDU DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 363.057,57.-TL. 15- SAFRANBOLU NOTERLĠĞĠ 426.112,60.-TL. 16- SARAY (TEKĠRDAĞ) NOTERLĠĞĠ 316.400,59.-TL. 17- TURHAL ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 326.326,67.-TL. 18- UġAK BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 355.179,23.-TL. 2715/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF, ĠKĠNCĠ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLĠK BELGESĠ SAHĠPLERĠNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. BaĢvuruda bulunan ve belge numarası 9000‘in altında olan belge sahiplerinin baĢvuru dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruĢturma ya da disiplin cezası olup, olmadığına iliĢkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet BaĢsavcılıklarından temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden itibaren bir ay içinde tamamlamayan kiĢilerin istemi dikkate alınmaz. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler ve ekleri baĢvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde dikkate alınmaz. Aynı kanunun değiĢik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiĢ sayılacaktır. Ġlan olunur. SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : ĠLĠ: 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ 1- ALAÇAM NOTERLĠĞĠ SAMSUN 145.667,55.-TL. 2- ARPAÇAY NOTERLĠĞĠ KARS 35.971,80.-TL. 3- AYDINCIK NOTERLĠĞĠ YOZGAT 20.880,30.-TL. 4- BAYRAMĠÇ NOTERLĠĞĠ ÇANAKKALE 171.447,11.-TL. 5- BEġĠKDÜZÜ NOTERLĠĞĠ TRABZON 147.089,57.-TL. 6- BOĞAZKALE NOTERLĠĞĠ ÇORUM 13.597,91.-TL. 7- ÇAĞLAYANCERĠT NOTERLĠĞĠ KAHRAMANMARAġ 36.257,61.-TL. 8- ÇATALPINAR NOTERLĠĞĠ ORDU 38.204.23.-TL. 9- ÇAY NOTERLĠĞĠ AFYONKARAHĠSAR156.463,95.-TL. 10- ÇAYIRLI NOTERLĠĞĠ ERZĠNCAN 49.153,39.-TL. 11- ÇAYKARA NOTERLĠĞĠ TRABZON 64.884,85.-TL. 12- ÇERKEġ NOTERLĠĞĠ ÇANKIRI 127.160,46.-TL. 13- ESPĠYE NOTERLĠĞĠ GĠRESUN 214.994,03.-TL. 14- GÜNYÜZÜ NOTERLĠĞĠ ESKĠġEHĠR 17.099,62.-TL. 15- HĠLVAN NOTERLĠĞĠ ġANLIURFA 115.562,26.-TL. 16- HĠZAN NOTERLĠĞĠ BĠTLĠS 60.762,97.-TL. 17- KORKUTELĠ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ ANTALYA 250.682.32.-TL. 18- KULA BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ MANĠSA 294.723,57.-TL. 19- MUġ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 276.711,89.-TL. 20- OLUR NOTERLĠĞĠ ERZURUM 24.386,02.-TL. 21- PÜLÜMÜR NOTERLĠĞĠ TUNCELĠ 6.949,36.-TL. 22- SULUSARAY NOTERLĠĞĠ TOKAT 24.147,61.-TL. 23- YAHYALI NOTERLĠĞĠ KAYSERĠ 187.288,16.-TL. 24- YALVAÇ BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ ISPARTA 168.459,09.-TL. 25- YENĠCE NOTERLĠĞĠ ÇANAKKALE 163.148,88.-TL. 2716/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER 1512 sayılı Noterlik Kanununun 4 üncü maddesinin 6 ncı fıkrası uyarınca 2013 yılında dördüncü sınıf noterlikten üçüncü sınıfa yükseltilen ve aĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı bulunan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler münhaldir. 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF, ĠKĠNCĠ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLĠK BELGESĠ SAHĠPLERĠNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. BaĢvuruda bulunan ve belge numarası 9000‘in altında olan belge sahiplerinin baĢvuru dilekçelerine 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruĢturma ya da disiplin cezası olup, olmadığına iliĢkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet BaĢsavcılıklarından temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden itibaren bir ay içinde tamamlamayan kiĢilerin istemi dikkate alınmaz. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler ve ekleri baĢvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde dikkate alınmaz. Aynı kanunun değiĢik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiĢ sayılacaktır. Ġlan olunur. SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : ĠLĠ: 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ 1- MAZGĠRT NOTERLĠĞĠ TUNCELĠ 7.647,64.-TL. 2- NAZIMĠYE NOTERLĠĞĠ TUNCELĠ 6.007,39.-TL. 3- SARAY NOTERLĠĞĠ VAN 14.459,24.-TL. 2717/1-1 ————— MÜNHAL NOTERLĠKLER AĢağıda 2012 yılı gayri safi gelirleri ve isimleri yazılı olan birinci sınıf Konya Onüçüncü Noterliği 1 Haziran 2013 ve Beyoğlu Altıncı Noterliği 2 Haziran 2013 tarihlerinde yaĢ tahdidi nedeniyle boĢalacaktır. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF NOTERLERDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir. Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvurma süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz. Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur. SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRLERĠ 1 - BEYOĞLU ALTINCI NOTERLĠĞĠ 978.875,40.-TL. 2 - KONYA ONÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 1.083.754,12.-TL. 2718/1-1 [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ] —— • —— ANAYASA MAHKEMESĠ KARARLARI Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından: Esas Sayısı: 2011/59 Karar Sayısı: 2012/34 Karar Günü: 1.3.2012 ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) Grubu adına Grup BaĢkanvekilleri M.Akif HAMZAÇEBĠ ve Muharrem ĠNCE ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un; 1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “…veya yaptırmak” sözcüklerinin, 2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…yapıyor…” sözcüğünün, 3- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin 3. sırasında yer alan “…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak” bölümünün, 4- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin, 5- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinin, 6- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin, 7- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinin, 8- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “…BaĢkanın izniyle…” sözcüklerinin, 9- 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin, 10- 16. maddesinin (5) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin, 11- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Genel Kurulun…” sözcüklerinin, 12- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…komisyonların…” sözcüğünün, 13- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin, 14- 33. maddesinin, 15- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler” bölümünün, 16- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, ―teklif‖ sözcüğünün yanında yer alan “…çoğunluğuna…” sözcüğünün; “…ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün…” ve “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı” bölümlerinin, 17- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasının, 18- 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…idari ve yargısal…” sözcüklerinin, 19- 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 20- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin, 21- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “…yazı iĢleri…” sözcüklerinin, 22- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 23- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, 24- 55. maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesinin, 25- 55. maddesinin (3) numaralı fıkrasının, 26- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin, 27- Geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer” sözcükleri ile ikinci cümlesinde yer alan “…ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında…” sözcüklerinin; (2) numaralı fıkrasında yer alan “…birinci fıkrada sayılanlar hariç …” sözcüklerinin, 28- 77. maddesinin, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 7., 9., 36., 69., 74., 125., 128., 138., 140., 146., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir: ―1) 6216 Sayılı Yasanın 3 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―… veya yaptırmak‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı 6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde, Mahkemenin görev ve yetkileri sıralanmıĢ, (1) numaralı fıkranın (e) bendinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak‖ Mahkemenin görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır. Anayasanın 69 uncu maddesinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimi‖ hüküm altına alınırken, yasaya uygunluğun tespitinin, denetim yöntemlerinin ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların yasada gösterileceği belirtilmiĢ olmasıyla birlikte, anayasal temel unsurlar da gösterilmiĢtir. Buna göre, yasaya uygunluğun tespiti, denetim ve yaptırımlar ―Anayasa Mahkemesince‖ yapılacaktır. Anayasa Mahkemesince yapılacak bu denetimin, yaptırılması konusunda Anayasayla bir görevlendirme ve yetkilendirme yapılmamıĢtır. Anayasada yer alan düzenleme, denetimi yaptırmak değil, sadece ―SayıĢtay‘dan yardım‖ sağlamaktır. Yardım sağlamak ile yaptırmak aynı Ģeyler değildir. Anayasa gereği, bu denetim görevinin, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢa yaptırılması olanaklı değildir. Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesine, ―Anayasa ile verilen diğer görevleri‖ yerine getirme öngörülürken, yasalarla görev verilmesi de engellenmiĢtir. Dava konusu kuralda ―yaptırır‖ sözcüğü, genel anlamda kullanılmıĢtır. Anayasanın 69 uncu maddesinde, siyasal partilerin mali denetim yetkisi Anayasa Mahkemesine verilmiĢ ve bu denetim sırasında SayıĢtay‘dan da yardım alabilmesine olanak sağlanmıĢtır. Dava konusu kuraldaki ―yaptırır‖ sözcüğünün SayıĢtay‘dan yardım sağlama ile bağlantısı da bulunmamaktadır. Bir an için, 6216 sayılı Yasanın 55 inci ve 56 ncı maddeleriyle bağlantı kurulsa bile, SayıĢtay‘dan yardım sağlama anayasal bir süreç olmakla birlikte, inceleme görev ve yetkisinin tümüyle SayıĢtay‘a bırakılması, Anayasanın 69 uncu maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Çünkü denetim bir bütündür ve inceleme sürecini de kapsamaktadır. Yardım sağlama sözcükleri karĢısında, denetimin SayıĢtay‘a yaptırılması da olanaklı değildir. SayıĢtay‘ın, TBMM adına denetim yapması ve TBMM‘de temsil edilen parti sayısı göz önünde bulundurulduğunda, siyasi partilerin mali denetiminin, o dönem TBMM‘de bulunan partilerin, diğer partiler üzerindeki tahakkümüne dönüĢmesi kuĢkusu bile demokratik hukuk devletini zedelenmiĢ olacaktır. Siyasi partiler, bir dönem için seçilerek parlamentoya giren partilerin oluĢturduğu çoğunluk adına değil, Türk Ulusu adına denetlendiği takdirde, demokratik hukuk devletinin, demokratik toplum düzeninin ve çoğulcu demokrasinin gerekleri yerine getirilmiĢ olur. Anayasa Mahkemesine Anayasayla verilen görev ve yetki, yasalarla daraltılamayacağı gibi, yasalarla geniĢletilemez. Yasa koyucu, uygulama yasasını çıkarırken, Anayasaya ve özellikle de Anayasanın konuyla ilgili özgün maddelerine uymak zorundadır. Anayasa ile belirlenen görev ve yetkilendirmenin yasa ile geniĢletilmesi ya da devri mümkün değildir. Öte yandan, dava konusu ―yaptırmak‖ sözcüğü, soyut ve belirsizdir. Kimlere, neyin, nasıl yaptırılacağı, denetimin hangi sürecinin ―yaptırmayı‖ içerdiği de belli değildir. Bu Ģekliyle, Anayasa Mahkemesine, hukuk devletine aykırı olarak, belirsiz, sınırsız ve soyut bir yetki verilmiĢtir. Yaptırmak ve yardım sağlamak sözcüklerinin anlamları ve hukuksal sonuçları aynı değildir. Yaptırmak sözcüğü, yardım sağlamaktan farklı olarak, yetki devrini de içermektedir. Bu devirle birlikte yapılacak denetim sırasında hukuksal sorunlarla karĢılaĢılması halinde denetimi üstlenen kurumun sorumluluğu ve/veya hukuksal sonuçları da olacaktır. Kaldı ki, siyasi partiler, Anayasa gereğince, denetim yaptırılacak kuruma hesap vermek, istenilen bilgi ya da belgeleri göndermek zorunda da değildir; Anayasa Mahkemesine karĢı sorumludur. Denetim yapan kurumla siyasi partiler arasında, denetim sırasında ortaya çıkabilecek sorunlar da hukuksal kargaĢa yaratacaktır. 6216 sayılı Yasanın 55 inci ve 56 ncı maddelerinde mali denetimin usul ve esaslarının ayrıca düzenlenmiĢ olması, ―yaptırmak‖ sözcüğünün Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırmaz. (e) bendinde yer alan ―yaptırmak‖ sözcüğü, Anayasadaki ―yardım sağlar‖ sözcüklerini, belirsiz ve sınırsız Ģekilde yasayla geniĢleten ve mali denetim yönünden yetki devrini içeren niteliktedir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan ―… veya yaptırmak‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 69 uncu ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 2) 6216 Sayılı Yasanın 6 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinde Yer Alan ―… yapıyor …‖ Sözcüğünün Anayasaya Aykırılığı Anayasada, 5982 sayılı Yasayla yapılan 2010 değiĢikleriyle birlikte, uyum yasası olarak çıkarılan 6216 sayılı Yasanın ―Mahkemenin kuruluĢu ve üyelerin seçilme yeterliği‖ baĢlıklı 6 ncı maddesinde, Anayasa değiĢikliğine koĢut düzenleme yapılmıĢtır. Maddenin (2) numaralı fıkrasında, Mahkeme üyeliğine seçilebilmek için sahip olunması gereken nitelikler sayılmıĢtır. Fıkranın (b) bendinde, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖ Mahkeme raportörleri arasından üye seçilebilmenin niteliği olarak gösterilmiĢtir. Anayasanın 5982 sayılı Yasayla değiĢik 146 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖ seçeceği öngörülmüĢtür. Anayasadaki, ―raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri‖ sözcükleri, fiilen raportörlük yapıyor olup olmadığına bakılmaksızın, en az baĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanları da kapsar. Oysa 6216 sayılı Yasada yer alan, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖ sözcükleri, üye seçilme sırasında, fiilen raportör olanları kapsar. Yasadaki ―yapıyor‖ sözcüğü, sadece fiilen görev yapan raportörlerin üye seçilebilmesine olanak sağlarken, Anayasadaki ―yapmıĢ‖ sözcüğü, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanların da üye seçilebilmesine olanak sağlar. Yasa kuralı, Anayasaya aykırı olarak, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanların da üye seçilebilmesi yolunu kapatmıĢtır. Nitekim 6216 sayılı Yasanın 7 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, CumhurbaĢkanı ―dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer‖ denilerek, ―yapmıĢ‖ sözcüğü kullanılmak suretiyle, Anayasanın 146 ncı maddesine uygunluk sağlanmıĢtır. Ancak, Yasanın 6 ncı ve 7 nci maddeleri arasındaki bu farklılık, belirsizlik ve çeliĢki yaratacağı gibi, 6 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan ―… yapıyor …‖ sözcüğünün Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırmaz. Kaldı ki 6 ncı madde, üyelerin seçilme yeterliliğini, 7 nci madde ise üyelerin seçimini düzenlemektedir. 6 ncı maddedeki dava konusu sözcük ile raportörler arasından üye seçilme yeterliliği sınırlandırılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan ―… yapıyor …‖ sözcüğü Anayasanın 146 ncı maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir. 3) 6216 Sayılı Yasanın 6 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin 3 üncü Sırasında Yer Alan ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak‖ Bölümünün Anayasaya Aykırılığı 6 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin 3 üncü sırasında, kırkbeĢ yaĢını doldurmuĢ, yükseköğrenim görmüĢ olması ve hâkimlik mesleğine alınmaya engel bir hâlinin bulunmaması kaydıyla; en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ üst kademe yöneticileri arasından seçilecek üye için ―Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak‖ koĢulu getirilmiĢtir. Anayasanın 5982 sayılı Yasayla değiĢik 146 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖ seçeceği öngörülmüĢtür. Aynı maddenin beĢinci maddesinde de, kırkbeĢ yaĢın doldurulmuĢ olması kaydıyla, üst kademe yöneticilerinin yükseköğretim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ olması Ģartı getirilmiĢtir. Üst kademe yöneticileri, Anayasada sayılmamıĢtır. Yasalarda da farklı yöneticilerin üst kademe yönetici olarak gösterildiği görülmektedir. Anayasada bir sınırlama da bulunmamaktadır. Oysa, 6216 sayılı Yasada, Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilecek üst kademe yöneticileri daraltılmıĢtır. Yasaya göre, ancak, YÖK BaĢkan ve üyeleri, rektörler, dekanlar, müsteĢarlar, müsteĢar yardımcıları ve valiler, üst kademe yönetici kontenjanından üye seçilebileceklerdir. Üst kademe yöneticilerin yasa koyucunun takdirine bırakılması, yasa koyucunun, bu yöneticileri dar ya da geniĢ tutma konusunda sınırsız bir takdir hakkına sahip olduğu anlamına gelmez. Yasa koyucu, Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen niteliğine, görev ve yetkilerine uygun tercih yapmak zorundadır. Ancak, dava konusu kuralda, bu yönde bir nitelendirme yapılmıĢtır. Üst kademe yöneticileri arasından seçim, doğrudan CumhurbaĢkanı tarafından yapılacağı için, nitelendirmenin CumhurbaĢkanı tarafından yapılması da beklenemez. Seçimi yapacak makama, üst kademe yöneticiliği dıĢında belirsiz ve sınırsız bir takdir hakkı tanınması hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Öte yandan, yükseköğretim kurumlarından öğretim üyeleri arasından yapılacak seçimde ―hukuk, iktisat ve siyasal bilimler‖ dallarında görev yapmak koĢulu aranırken, üst kademe yöneticileri için bu koĢulun aranmaması da hukuk devleti ve Anayasa Mahkemesinin anayasal nitelikleri yönlerinden sorun oluĢturmaktadır. Öğretim üyeleri için getirilen nitelendirmenin, aynı kaynaktan gelen YÖK baĢkanı, üyeleri ile rektör ve dekanlar için getirilmemesi de anayasal sorunu pekiĢtirmektedir. Anayasa koyucunun amacı bu kadar açıkken, bu bilim dallarıyla ilgisi bulunmayan YÖK BaĢkan ve üyeleri ile rektör ve dekanlara dolaylı yoldan Anayasa Mahkemesi üyeliği yolunun açılması anayasaya uygun düĢmemektedir. Aslında bu durum, diğer üst kademe yöneticileri için de söz konusudur. Bir yandan üst kademe yöneticileri yasayla sınırlamak, diğer yandan da Anayasa Mahkemesi için gerekli nitelikleri aramamak çeliĢkili bir yol olarak gözükmektedir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin 3 üncü sırasında yer alan ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak‖ bölümü Anayasanın 2 nci ve 146 ncı maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 4) 6216 Sayılı Yasanın 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 13 üncü maddede, Anayasa Mahkemesi BaĢkanının görev ve yetkileri gösterilmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, ―Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek‖ BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır. Anayasanın, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri ile çalıĢma ve yargılama usulünü belirleyen 148 inci ve 149 uncu maddelerinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına, ―Genel Kurul‖un Mahkeme BaĢkanının veya belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında toplanması dıĢında, özel bir görev ve yetki verilmemiĢtir. Anayasa, Anayasa Mahkemesine verilen görev ve yetkiler ile çalıĢma ve yargılamanın, hiyerarĢik esasa ve yetki geniĢliğine dayalı baĢkanlık esasına göre değil, eĢgüdüme dayalı ―kurul, bölüm ya da komisyon‖ esasına göre yürütülmesini öngörmektedir. Anayasada geçen, Anayasa Mahkemesi ifadesi, 146 ncı maddenin birinci fıkrasında ―onyedi üyeden‖ kurulu mahkeme olarak tanımlanmaktadır. Anayasa, onyedi üyeden kurulu Mahkemeyi tanımladıktan sonra, Genel Kurulla birlikte, ―iki bölüm‖ ve ―bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar‖dan oluĢan bir iĢbölümünü de öngörmektedir. Bu iĢbölümü içinde, Yasayla, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına ya da baĢkanvekillerine kimi eĢgüdüm görevleri verilmekle birlikte, bu görevler, temel anayasal görev ve yetkileri içinde Anayasa Mahkemesinin yerine geçemez. Aksi halde, ―Kurul ya da bölümler‖ yerine, Anayasanın öngörmediği Ģekilde, ―BaĢkan‖ ağırlıklı Mahkeme ortaya çıkmıĢ olur. Anayasada yer alan ―Anayasa Mahkemesi‖ Genel Kurul ile özdeĢleĢmek yerine, BaĢkan ile özdeĢleĢtirilmiĢ olur. Öte yandan, gündemin BaĢkan tarafından belirlenmesinin, uygulamada çeĢitli sorunlara ve Mahkemeye güvensizliğe kadar giden tartıĢmalara neden olduğu bilinmektedir. Mahkemeye güvensizlik, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan ―hukuk güvenliği‖ ilkesini zedeler. Dava konusu kuralla, ilkesel ve genel bir çalıĢma yöntemi yerine, BaĢkanın tercihine bağlı bireysel çalıĢma yöntemi uygulanmakta, Genel Kurul gündemine hakim olamamaktadır. Gündem, Anayasa Mahkemesinin çalıĢması için en temel belge ve programdır. Kurul çalıĢmaları, ―ortak irade kullanımı‖nı gerektirir. Ortak irade kullanımında, ortak iradenin çalıĢma programı olan gündemin de ortak irade ile yapılması gerekir. Kurulun gündemine hakim olması demokratik hukuk devleti gereğidir. Kurula ve bölümlere ait karar yetkisinin, hukuka aykırı olarak BaĢkan tarafından kullanılması, Kurulun ve bölümlerin karar yetkilerinin sınırlandırılması sonucunu doğurur. Anayasada yer alan ―Anayasa Mahkemesi‖nin Genel Kurul ile özdeĢleĢmek yerine, BaĢkan ile özdeĢleĢtirilmesi, ―Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek‖ görev ve yetkisinin, Genel Kurul ve bölümler dıĢlanarak BaĢkana bırakılması Anayasa ile uyuĢmaz. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi Anayasanın 2 nci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 5) 6216 Sayılı Yasanın 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (d) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, ―Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak‖ BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır. Mahkeme yönetmelikleri, doğrudan Anayasa Mahkemesinin çalıĢma ve yargılama usulüyle olsun, yönetimle ilgili olsun, her durumda, Anayasa Mahkemesinin Anayasayla kendisine verilen görev ve yetkilerle bağlantılıdır. Yukarıda, 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine iliĢkin gerekçede de anlatıldığı gibi, Anayasa Mahkemesi, ―Kurul‖ esasına dayalı bir Mahkemedir; ―BaĢkan‖ esasına dayalı değildir. Anayasa, Mahkeme BaĢkanına, ne Mahkemenin görev ve yetkileriyle ne de çalıĢma yargılama usulüne yönelik özel bir görev ve yetki vermemiĢtir. Diğer deyiĢle, BaĢkanın merkezinde olduğu ya da üstün olduğu bir çalıĢma usulü benimsenmemiĢtir. Durum böyle iken, Anayasa Mahkemesinin bütününü ilgilendiren Mahkeme yönetmeliklerinin, Genel Kurul yerine BaĢkan tarafından onaylanması yönündeki yasa kuralı Anayasaya uygun düĢmez. Anayasa, güçlü yetkilerle donatılan, tek yetkili BaĢkan tarafından yönetilen bir mahkeme öngörmemiĢtir. Yukarıda ve 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine iliĢkin gerekçede açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 6) 6216 Sayılı Yasanın 14 üncü Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 14 üncü maddenin, (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, ―BaĢkanı oldukları bölümün gündemini belirlemek‖ baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri arasında gösterilmiĢ, bölümlerin gündemine hakim olması engellenmiĢtir. Yukarıda 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine iliĢkin gerekçede açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendi Anayasanın 2 nci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 7) 6216 Sayılı Yasanın 15 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 15 inci maddede Anayasa mahkemesi üyelerinin yükümlülükleri gösterilmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, üyelerin ―hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek‖ zorunda oldukları, ―görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette‖ bulunamayacakları, (c) bendinde ―Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini‖ açıklayamayacakları belirtildikten sonra, (ç) bendinde ―oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza ederler‖ denilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi üyeliği, sıradan bir görev değildir. Nitelikleri, kariyeri, seçimi, görev, yetki ve sorumlulukları Anayasada gösterilen ve anayasal güvence altında bulunan bir görevdir. Anayasa Mahkemesi üyelerine, Anayasanın 148 inci maddesi gereğince, ―Anayasa ile verilen‖ görevler dıĢında yasayla görev de verilemez. Anayasanın 138 inci ve 140 ıncı maddelerindeki bağımsızlık ve güvence ile evrensel yargı etiği ilkeleri, Anayasa Mahkemesini olduğu gibi Anayasa Mahkemesi üyelerini de kapsar. Böylesine özel ve özgün niteliklere sahip üyelerin, yasayla bir takım sınırlamalara ve baskılara tabi tutulması, Anayasanın 138 inci ve 140 ıncı maddeleriyle 146 ncı, 147 nci ve 148 inci maddeleri birlikte değerlendirildiğinde kabul edilemez. Kaldı ki, 6216 sayılı Yasanın 44 üncü maddesinde ―Mahkemenin müzakereleri gizli‖ olduğu zaten belirtilmiĢtir. Hal böyle iken, üyeleri ayrıca gizlilik baskısı altında tutmak, yasa koyucunun amacını aĢar. Yasa koyucunun, yasal düzenlemeleri yaparken, Anayasanın öngördüğü özel ve özgün niteliklere uyması ve bu konuda özen göstermesi gerekir. Yargıçlık mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorunda olan Anayasa Mahkemesi üyelerini ―oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza‖ yükümlülüğü altında tutmak, onları baskı altında tutmak anlamına gelir. Üyelere, oturum ve oylamanın gizliliğini koruma yükümlülüğü verilmesi, meslek ahlakı ile açıklansa da, üyenin özgür iradesini kısıtlama yönünde yasal baskı niteliğindedir. Oturum ve oylama iĢinin doğasında olan ―gizlilik‖ zaten meslek etiğidir. Konunun takdiri ve özel durumlara göre değiĢiklik göstermesi ise oturumda bulunan BaĢkan ve üyelere aittir. Yasa koyucunun müdahalesi, özgür iradeleriyle karar verecek olan üyelerin ve Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını zedeler. Öte yandan, ―oturum ve oylamanın gizliliği‖ sözcükleri belirsizlik içermektedir. Oturumun, baĢka kimse katılmadan gizli yapılmasını mı, oturumdaki görüĢmelerin, tartıĢmaların açıklanmamasını mı içermektedir? Oylamada hangi üyenin hangi yönde oy kullandığının açıklanmasının mı, oylama sırasında gizliliği mi içermektedir. Bu gizlilik ne zaman baĢlar ve ne zamana kadar sürer? Kural bu soruların yanıtını açık olarak vermemektedir. Gizliliğin kime karĢı olduğu da belli değildir. Kısa karar, gerekçesi yazılıp Resmi Gazetede yayımlanmadan önce iptal davasını açan ya da itiraz baĢvurusunda bulunan tarafa gönderilmektedir. Burada da oylama gizliliği uygulanacak mıdır? Kaldı ki, Gerekçeli kararlar kısa sürede yazılıp Resmi Gazetede yayımlanmaktadır. Bu kararlarda karĢı oylar, oy sahipleri ve gerekçeleriyle birlikte ortaya konmaktadır. O zaman gizlilik ortadan kalkmaktadır. Tüm bu sorun ve sorular, dava konusu kuralın, üyeleri baskı altında tutmasından öte Anayasanın hukuk devleti ilkesi yönünden belirsizliği de içermektedir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi Anayasanın 2 nci, 138 inci ve 140 ıncı maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 8) 6216 Sayılı Yasanın 15 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―… BaĢkanın izniyle …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı 15 inci madenini (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, üyelerin görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamayacakları, davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın izniyle katılabilecekleri belirtilmiĢtir. Yukarıda, (7) numaralı bölümde de açıklandığı gibi, Anayasa Mahkemesi üyeleri, nitelikleri, görev ve yetkileri Anayasayla güvence altına alınan özel ve özgün nitelikli yüksek yargıçlardır. Anayasa, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına özel olarak hiyerarĢik bir görev ve yetki vermemiĢtir. Anayasa Mahkemesi, BaĢkan ağırlıklı bir sistemle çalıĢmamaktadır. Anayasal güvence altında olan, özel ve özgün niteliklere sahip Anayasa Mahkemesi üyelerinin, ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılması, özgün iradelerinin olduğu kadar mesleki geliĢmenin de gereğidir. ―Ġzin‖ ile eĢgüdüm nedeniyle bilgilendirme ya da çalıĢma programı nedeniyle iĢ planlaması aynı anlama gelmez. Ġzin, verilip verilmemesi tamamıyla BaĢkanın takdirine bağlı ve sınırlandırıcı ve önleyici bir iĢlemdir. Bilimsel toplantı gibi sıradan olmayan bir hakkın kullanılmasının BaĢkanın iznine bağlanması, Anayasa Mahkemesi üyeliğini sıradan ve hiyerarĢik bir kamu görevliliğine indirger. Sınırsız bir takdir yetkisine bağlanan izin, yüksek yargının ve üyelerinin konumu yönünden çok tartıĢma götürür, kuĢku yaratır ve bağımsızlığı zedeler. Ayrıca, BaĢkanın üyeler üzerindeki tahakkümünü ortaya çıkarır ki, bu durumun ―bağımsızlık‖ ilkesiyle bağdaĢtırılması da mümkün değildir. Öte yandan, Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddeleri gereğince, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düĢen yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir. Dava konusu kuralda, Anayasayla güvence altına alınan bağımsızlık, özel ve özgün nitelik zedelenirken, BaĢkana ―izin‖ verip vermeme konusunda da sınırsız bir takdir yetkisi verilmiĢ, izin verme ya da vermeme, bazı üyeler izin verip bazılarına vermeme gibi takdirlerin dahi önlemi alınmamıĢtır. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan ―… BaĢkanın izniyle …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 7 nci, 138 inci, 140 ıncı ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 9) 6216 Sayılı Yasanın 16 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı BaĢkan ve üyeler hakkında inceleme ve soruĢturmanın düzenlendiği 16 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasında, ―BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetleri iĢleme koymaz. Ancak, bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır‖ denilmiĢtir. Genel olarak kamu hizmeti ve kamu görevlileriyle ilgili olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi BaĢkan ve üyeleriyle ilgili ihbar ve Ģikâyetler, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında hak arama yoluna baĢvurulmadığı sürece, Anayasanın 74 üncü maddesi kapsamında siyasal haktır. 74 üncü maddede, vatandaĢların ve karĢılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye‘de ikamet eden yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve Ģikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve TBMM‘ye yazı ile baĢvurma hakkına sahip oldukları belirtilmiĢtir. Anayasa bu hakkı vatandaĢlara tanıdığına göre, ihbar ve Ģikâyeti yapan kiĢinin, kimlik, imza ve adresiyle somut olarak belirlenmesi gerekir. Aksi halde bilinmeyen, soyut bir isimle ya da isimsiz yapılan ihbar ve Ģikâyetler Anayasal kapsamda anlam kazanmaz. Bununla birlikte, belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetler de hukuksal nitelik taĢımadığından anlam kazanmaz. Bu iki koĢul, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkesi ―belirlilik‖le birlikte değerlendirilmek zorundadır. KoĢullardan biri olmazsa, hukuksal sakatlık doğar. Nitekim 16 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde, ―BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetleri iĢleme koymaz‖ denilmek suretiyle tüm koĢulların birlikte değerlendirildiği bir düzenleme yapılmıĢtır. Ancak, (2) numaralı fıkranın ikinci tümcesinde, ―bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır‖ denilmek suretiyle, ―müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz‖ iĢlem ve Ģikâyetlerin iĢleme konulmasının yolu açılmak suretiyle, hukuk devletinin ve ihbar ve Ģikâyet hakkının gerekleri ihlal edilmiĢtir. Bu tür ihbar ve Ģikâyetlerin, ―somut delillere dayanması‖, koĢullar tam olarak yerine gelmediğinden bu ihlali ortadan kaldırmaz. Burada bir baĢka önemli konu da, somut delil durumunun takdire bırakılmasıdır. Dilekçe BaĢkana verileceğine göre, bu konudaki takdir yetkisi de belirsiz ve koĢulsuz olarak BaĢkana bırakılmıĢ olmaktadır. Böylece, BaĢkana, Anayasada öngörülmeyen yetkilerden biri daha, geniĢ ve belirsiz bir takdir yetkisiyle, Yasayla verilmiĢ olmaktadır. Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 74 üncü maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 10) 6216 Sayılı Yasanın 16 ncı Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının Üçüncü Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 16 ncı maddesinin (5) numaralı fıkrasında, Genel Kurulca, soruĢturma açılmasına karar verildiği takdirde, Genel Kurulun, üyeler arasından üç kiĢiyi SoruĢturma Kurulunu oluĢturmak üzere seçeceği belirtilmiĢ, SoruĢturma Kurulu, ―4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahip‖ kılınmıĢtır. Böylece, SoruĢturma Kurulunda görev alacak Anayasa Mahkemesi üyeleri, Anayasada verilmeyen bir yetkiyle, 5271 sayılı CMK‘ye göre iĢlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm yetkileri kullanma yetkisiyle donatılmıĢtır. Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkan ve üyelerinin, Yüce Divan Sıfatıyla Anayasa Mahkemesince yargılanacağı, Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet BaĢsavcısı veya C. BaĢsavcıvekilinin yapacağı belirtilmiĢ, 149 uncu maddede de BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin iĢleri yasaya bırakılmıĢtır. SoruĢturma Kurulu ile CMK‘ye göre iĢlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm yetkileri kullanmayı karıĢtırmamak gerekir. SoruĢturma Kurulu, ―mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı‖ esaslarına göre çalıĢan yargısal nitelikte değildir. CMK‘ye göre yapılan iĢlemler ve Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler ise yargısal niteliktedir. SoruĢturma Kurulunun üyeler arasından atanması, onların savcılık görevini yapmalarını gerektirmez. CMK‘nin Cumhuriyet savcılarına verdiği yetki, dinleme, izleme, arama, gözaltına alma, tutuklamayı isteme gibi geniĢ bir yetkidir. Anayasa Mahkemesinin de birçok kararında belirttiği gibi, Anayasanın 2 nci maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleĢtiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette, hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koĢuludur. Anayasanın, BaĢlangıç‘ında belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesi, 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkeleriyle, 9 uncu maddesinde belirtilen yargı yetkisi; Anayasanın 36 ncı maddesinde yerini bulan ve herhangi bir sınırlamaya tabi kılınmayan ―hak arama hürriyeti‖nin yaĢama geçmesinin ilkelerini vermekte ve bu bağlantı, hakimlik ve savcılık mesleğinin güvence altına alındığı 140 ıncı maddeyle tamamlanmaktadır. 36 ncı maddedeki hak arama özgürlüğü, ―iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı‖ ile bütünlük içindedir. Bu üç hak bir arada kullanılmadıkça hak arama özgürlüğünden söz edilemez. Anayasanın 37 nci maddesindeki ―kanuni hakim güvencesi‖ de bu yargısal bütünlükle birlikte anlam kazanır. Nasıl savunma hakkı, yargılamanın olmazsa olmazı ise ―iddia‖ da yargılamanın olmazsa olmazıdır ve Anayasa da teminat altına alınan ―savcılık‖ mesleği ve bu mesleğin çalıĢma usul ve esaslarını gösteren yasal düzenlemeye bağlı olarak yerine getirilir. Ġddia hakkının, bu yargısal bütünlük dıĢına çıkarılarak, Cumhuriyet savcısı dıĢında, üyeler tarafından yerine getirilmesi hukuk güvenliğini sarsar ve Anayasanın öngördüğü yargısal bütünlüğe uygun düĢmez. Avrupa Ġnsan Hakları Avrupa SözleĢmesinin 6 ncı maddesi ile birlikte değerlendirilmesi gereken Anayasanın 36 ncı maddesinde tanınan hak arama özgürlüğü, Ġnsan Hakları Avrupa Mahkemesini de belirttiği gibi, sadece mahkemedeki yargılama sürecine uygulanmaz. Bu süreçten önceki ve sonraki aĢamalarda da uygulanır. AĠHS‘nin 6 ncı ve Anayasanın 36 ncı maddelerinin, yargılamayı bir bütün olarak kapsadığı kesindir. Savcılık görevi, sadece yargılama sırasında mahkemede bulunma olarak da algılanamaz. Bu durum, Anayasanın 148 inci maddesindeki Yüce Divan yargılaması için de geçerlidir. Dava konusu tümceyle, hak arama özgürlüğü ve yargı yetkisi ile bütünlük içinde olan Cumhuriyet savcısı yetkisi ve bu yetkinin usul ve esaslarını gösteren yasaya göre yapılacak iĢlemler, Anayasaya aykırı olarak Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından seçilen üç kiĢilik kurula bırakılmıĢtır. KovuĢturma ve soruĢturmada izlenen usul, ilgili yargıç ve savcıya sağlanan savunma hakları, diğer bir deyiĢle ―adil yargılanma hakkı‖, sonucun da adil olmasının güvencesidir. Usul bakımından yeterli güvencelerin olmaması, anayasal teminat altında olan savcıların yetkilerinin devri, yargı üzerinde ―baskı‖ yaratılmasına ve keyfi uygulamalara neden olabilir. Yasa koyucunun bu önlemi almaması, yeterli güvenceyi sağlamaması, yargı bağımsızlığı önündeki tehditleri ve her türlü baskıyı artırabilir. Savcının sorumluluğu sonucu ortaya çıkan güvence ile üyenin sorumluluğu sonucu ortaya çıkan güvence yargı bağımsızlığı yönünde farklılık gösterir. Ġnceleme ve soruĢturma geçirenlerin ya da geçirecek olanların bu tehdit ve baskıyı hissetmemeleri gerekir. Aksi halde soruĢturma geçirecek üyenin hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiĢ olur. Hukuk devletinin olmazsa olmaz koĢulu olan ―bağımsız yargı‖, yargının olmazsa olmaz koĢulu olan ―sav – savunma – karar‖ üçgeninden oluĢur ve bu bütünlükle anlam kazanır. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak iddia ve savunmanın etkin katılımıyla sağlanabilir. Ġddianın önemi ve özelliği nedeniyle bu temel öğenin Cumhuriyet savcılığı müessesesine bağlı kılınması, hukuk devletinin ve adil yargılanma hakkının gereğidir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 16 ncı maddesinin (5) numaralı fıkrasının üçüncü tümcesi Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 140 ıncı, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 11) 6216 Sayılı Yasanın 19 uncu Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… Genel Kurulun …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı 19 uncu maddenin (1) numaralı fıkrasında, BaĢkan ve üyelerin, asli görevleri dıĢında resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve Ģerefi ile bağdaĢmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından birisine karar verileceği belirtilmiĢ, (2) numaralı fıkrasında da ―üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır‖ denilmiĢtir. Böylece, üyelikten seçilmeye davet edilme cezası için, yerinde olarak, nitelikli çoğunluk aranmıĢtır. Anayasanın 149 uncu maddesinde, Genel Kurulun en az oniki üye ile toplanacağı, kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir. Genel Kurulun üye tam sayısı ise 17‘dir. Genel Kurul, 12, 17 veya bu sayılar arasında üye katılımla toplanabilecektir. Anayasada, kararların özelliğine göre salt ya da nitelikli çoğunluk belirlenirken, nitelikli çoğunluğun ―üye tamsayısına‖ ya da ―toplantıya katılan üyelerin sayısına‖ bağlı olacağı gösterilmiĢtir. 146 ncı maddede, BaĢkan ve baĢkanvekillerinin seçiminde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 147 nci maddede, üyeliğin, görevini sağlık bakımından yerine getirmeyeceğinin kesin olarak anlaĢılması halinde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 149 uncu maddede, Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yosun bırakılmasına karar verilebilmesi için ―toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğu‖ öngörülmüĢtür. Anayasa koyucunun böylesine özenli davrandığı bir konuda, yasa koyucunun da özenli davranması gerekir. ―üyelikten çekilmeye davet edilme cezası‖ gibi önemli konuda, yasa koyucu, herhangi bir nitelendirme yapmadan ―Genel Kurulun‖ sözcüklerini kullanmakla yetinmiĢtir. Genel Kurul sözcükleri, ―üye tam sayısı‖ ya da ―toplantıya katılan üyeler‖ nitelendirmesi yapılmadan soyut ve belirsizdir. Ġki nitelendirme arasındaki sayı farkı, alınacak kararı etkileyecek niteliktedir. 12 ve 17 dahil kaç üye ile toplantı yapılacağı ve sayısal katılım yöntemi Yasada açıklığa kavuĢturulmayarak, çekilmeye davet edilen üyeye göre katılım gibi keyfi bir yöntem belirlenmiĢ ve katılım sayısı BaĢkanın inisiyatifine bırakılmıĢtır. Bu durum hukuk devletinin temeli olan ―belirlilik‖ ilkesini ihlal edecek niteliktedir. Hakkında karar alınacak üye bakımından da ―öngörülebilir‖ ve ―güvenli‖ değildir. Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düĢen yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir. Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 19 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―… Genel Kurulun …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 12) 6216 Sayılı Yasanın 22 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… komisyonların …‖ Sözcüğünün Anayasaya Aykırılığı 22 nci maddede bölümler ve komisyonlar düzenlenmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, ―Mahkemede, bireysel baĢvuruları karara bağlamak üzere bir baĢkanvekili baĢkanlığında yediĢer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir baĢkanvekilinin baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır‖ denilmek suretiyle bölümlerin kaç kiĢiden oluĢup, kimin baĢkanlığına kaç kiĢiyle toplanacağı, Anayasanın 149 uncu ve 6216 sayılı Yasanın 65 inci maddelerinde de bölümlerin kararlarının salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir. 22 nci maddenin (2) numaralı fıkrasında ise bölümlerle ilgili söz konusu yasal düzenlemelerle birlikte, oluĢum ve iĢ bölümüyle ilgili hususlar, Anayasanın 149 uncu maddesine koĢut olarak, Ġçtüzüğe bırakılmıĢtır. Ancak, ―bireysel baĢvuru‖ gibi, temel hak ve özgürlükleri çok yakından ilgilendiren baĢvuruların, ―kabul edilebilirlik‖ incelemesini yapacak olan ve kararları kesin olan ―komisyonlar‖ için Yasada herhangi bir belirleme yapılmamıĢtır. Konu doğrudan Ġçtüzüğe bırakılmıĢtır. Anayasanın 149 uncu maddesinde, komisyonların oluĢumu ve iĢbölümünün Ġçtüzüğe bırakılmıĢ olması yasallık ilkesini ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, Anayasanın 148 inci maddesinde ―bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esaslar‖ın yasayla düzenleneceği belirtilerek, yasayla oluĢturulacak hukuksal güvenlik öngörülmüĢtür. Ġçtüzük, yasayla belirlenen konuların teknik açılımını yapacaktır. Zaten, Anayasanın 149 uncu maddesindeki ―Ġçtüzük‖ yetkisini, Anayasa Mahkemesinin kendine özgü anayasal yapısıyla özdeĢleĢtirmek gerekir. Ancak bu yetki yasal güvencenin önüne geçemez. Komisyonlar, kaç tane olacak, kaçar kiĢiden oluĢacak, kaç üye kaç raportörden oluĢacak, toplantı sayıları ne olacak, raportörlerin görevlendirilmesi halinde oy hakları olacak mı gibi hususlar yasal güvence altında olmadıkça, bireysel baĢvuru sahipleri için yasal güvence sağlanmıĢ olmaz. 6216 sayılı Yasanın 2 nci maddesindeki tanımlarda bile bu güvence sağlanmamıĢtır. Kabul edilebilirlik incelemesi, bireysel baĢvurunun en temel iĢidir. Kabul edilmeyen baĢvurular incelemeye tabi tutulmayacaktır. BaĢvurunun kabul edilebilirliği ya da edilemezliği bir karara bağlanacaktır. Yasanın 48 inci maddesine göre, kabul edilemezlik kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilecektir. Yerinde bir tanımlamayla, kabul edilemezlik kararları, Anayasa Mahkemesi kararı olacaktır. Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir. Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerindeki bireysel baĢvuru düzenlemeleri birlikte değerlendirildiğinde, Ġçtüzük ile yapılması gereken düzenlemelerin de yasayla çizilen temel ilke ve çerçeveye uygun olması gerekir. Yasadaki, komisyonlarla ilgili belirsizlik ve öngörülemezlik, baĢvuru sahiplerinin hukuksal güvenliklerini sarsar. Bireysel baĢvurunun özü temel hak ve özgürlük ihlalidir. Böylesine önemli bir konuda hukuk güvenliğinin sağlanmaması Anayasaya uygun düĢmez. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 22 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―… komisyonların …‖ sözcüğü Anayasanın 2 nci, 7 nci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 13) 6216 Sayılı Yasanın 27 nci Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 27 nci maddede, raportör yardımcıları ve adayları düzenlenmiĢtir. Maddenin (3) numaralı fıkrasında, giriĢ sınavının, yazılı sınav ve mülakattan oluĢacağı belirtilmiĢ, (4) numaralı fıkrada ise mülakatın, adayın; a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü, b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı, ç) Genel yetenek ve genel kültürü, d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı, yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirileceği, adayların, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer puan üzerinden değerlendirileceği ve verilen puanların ayrı ayrı tutanağa geçirileceği belirtildikten sonra, son tümcede ―Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz‖ denilmiĢtir. Yazılı sınav ile mülakatın, adayların seçilmesi ve bu sistemin denetlenebilmesi yönlerinden farkları yoktur. Sadece yapılıĢ Ģekilleri farklıdır. Bu farklılık, mülakatın açık ve belirgin olarak hiçbir sınırlama olmaksızın denetlenebilmesini engellememelidir. Denetime açık olan her alan denetime uygun olmalıdır. Birçok seçme ve yerleĢtirme sınavında, ―mülakat‖ sorun olarak ortaya çıkmıĢ ve güvensiz bir sistem olarak tescillenmiĢtir. Sınavlarla ilgili yargısal denetimde, yargıyı da en çok meĢgul eden konu mülakat olmuĢtur. Mülakata iliĢkin davalarda yargıyı uğraĢtıran ve birçok yargı kararında dile getirilen konu, mülakat sisteminin denetime uygun olmamasıdır. Kural koyucuların ve özelliklede yasa koyucunun bu hukuksal sorunu çözmeleri gerekir. Hele hele anayasal yargı ile görevli ve yetkili bir kurum olan Anayasa Mahkemesinin hukuksal sorunları çözme konusundaki çabası göz önünde bulundurulduğunda, mülakatta kayıt sisteminin engellenmesi ve sınırlandırılması düĢünülemez. Mülakat için getirilen yasal engel ve sınırlamanın kamu yararına olduğu da ileri sürülemez. Anayasanın 2 nci maddesinde ilkeleri belirtilen hukuk devletinin en temel özelliği iĢlemlerin denetime, özellikle de yargı denetimine açık olmasıdır. Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğü, tüm hak ve özgürlüklerin gerçekleĢmesi için zorunlu ve herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıĢ özgürlüktür. ĠĢlemlerin sadece denetimlerinin engellenmemesi yeterli değildir; denetime elveriĢli olmaları da gerekir. Denetime elveriĢli olmayan iĢ ve iĢlemler hak arama ve adil yargılanma özgürlüğünü sınırlandırmıĢ olurlar. Yasa koyucu bu konuda gerekli önlemleri almalı ve yargı kararlarını ortadan kaldırmamalıdır. Yargı kararları yasama organını da bağlayıcı niteliktedir. Yargının, bu konuda birçok kararı var iken, Anayasa Mahkemesi gibi ―güvenlik‖ simgesi Kurumun dava konusu düzenlemeye tabi tutulması, mülakata girenlerin hukuksal güvenlikleri kadar, Anayasa Mahkemesine olan güveni de sarsar. Dava konusu tümce, adayların hukuk güvenliğini ortadan kaldırmakta, adil yargılanma hakkını kısıtlamakta; idari iĢlemin tüm unsurlarıyla yargı denetimine tabi olmasını sınırladığı için Anayasanın 125 inci maddesindeki yargı denetimini de sınırlamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 27 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasının son tümcesi Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 125 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 14) 6216 Sayılı Yasanın 33 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı ―Hizmet satın alma‖ baĢlıklı 33 üncü maddede, ―BaĢkan, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢlerde hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırmaya yetkilidir‖ denilmiĢtir. Düzenlemeyle; ―ihtiyaç duyulan alan‖, ―proje hazırlama, gerçekleĢtirme, iĢletme ve ilerliği‖, ―zaruri ve istisnai haller‖, ―özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢ‖ gibi soyut ve belirsiz alanlarda ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma‖ gibi geniĢ, sınırsız, belirsiz ve keyfi uygulamalara neden olacak takdir yetkisi BaĢkana verilmektedir. Kuralda, bir takım nitelendirmelerin yapılmıĢ olması bu belirsizliği ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü soyut nitelendirmelerin somutlaĢtırılarak uygulamaya geçirilmesi, tamamıyla BaĢkanın takdirine bırakılmıĢtır. Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düĢen yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir. Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar. Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir. Öte yandan, Anayasanın 9 uncu maddesi uyarınca, ―Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce‖ kullanılan yargı yetkisinin gerektirdiği, yargı ve bunun tamamlayıcısı adalet hizmeti, Anayasanın 128 inci maddesi kapsamında, devletin ―genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu‖ ―asli ve sürekli görev‖dir. Bu görevin kimler eliyle görüleceği ve nitelikleri; idari nitelikli adalet hizmetleri için 128 inci maddede, yargısal nitelikli hizmetler için de 138 inci, 139 uncu ve 140 ıncı maddeleriyle birlikte yüksek yargı organlarına iliĢkin özel maddelerde düzenlenmiĢtir. Adalet hizmetlerinin bu maddelerin bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekir. Yargı yetkisinin kullanılmasında, bu hizmetle bütünleĢen ve koparılamayacak olan, yargı hizmetinin tamamlayıcı niteliğinde olan hizmetlerin Anayasanın 128 inci maddesi kapsamında yerine getirilmesi zorunludur. Dava konusu kuralda, ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma‖ yetkisinin doğrudan ve koĢulsuz BaĢkana tanınması 128 inci maddeye de aykırılık oluĢturur. Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi gibi, anayasal nitelikli yüksek yargı organının, sadece Anayasayla kendisine verilen hizmetleri yerine getirirken, bu hizmetle bütünleĢen idari hizmetler içinde, BaĢkanın takdiriyle belirlenecek bir bölümünün, Anayasanın 47 nci maddesi kapsamında değerlendirilmesi de olanaklı değildir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 33 üncü maddesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 15) 6216 Sayılı Yasanın 34 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının ―… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler‖ Bölümünün Anayasaya Aykırılığı ―Ġdarî personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanması‖ baĢlıklı 34 üncü maddede, ―27 nci maddenin birinci fıkrasına göre atananlar hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler‖ denilmiĢtir. Kurala göre, yargısal ve idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere atanan raportör yardımcıları hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabileceklerdir. Atama, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, Adalet Bakanlığı tarafından yapılacaktır. Anayasanın 128 inci maddesinde, ―Devletin, kamu iktisadî teĢebbüsleri ve diğer kamu tüzelkiĢilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük iĢleri kanunla düzenlenir‖ denilmiĢtir. Anayasanın bu hükmü, memurların ve diğer kamu görevlilerinin anayasal ve yasal güvence altına alınması amacını taĢımaktadır. Atamaların dahi yasayla düzenlenmesi, görevin asli ve sürekliliği ile birlikte, keyfi ve takdiri atamaları önlemek, yasayla belirlenen ölçütlere uygun davranmaktır. Sırf yönetici istedi diye, anayasal güvence altındaki kamu görevlilerinin kurumlarını ve -taĢra atamaları düĢünüldüğünde- yerlerini değiĢtirmek 128 inci maddeyle bağdaĢmayacağı gibi, hukuk devletiyle de bağdaĢmaz. Yasayla düzenleme yapılmasına rağmen tüm yetki geniĢ, sınırsız ve belirsiz Ģekilde Genel Sekreterin teklifi üzerine BaĢkanın uygun görmesine bağlanmıĢtır. Bu sınırsız takdir yetkisi, keyfiliğe varacak derecede geniĢ tutulmuĢtur. Hizmetin gereğini, kamu yararını ve bunların dayanacağı haklı nedenleri, yasanın açık ve net Ģekilde güvence altına alması gerekir. Aksi halde atama, hizmetin gereğini, kamu yararını ve hukuksal güvenceyi aĢarak sadece BaĢkanın takdirine ve taĢra atamalarıyla birlikte sürgüne dönüĢür. Dava konusu kural, 657 sayılı Yasayla getirilen yasal güvenceyi de hukuka aykırı olarak ortadan kaldırmaktadır. Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir. Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin kapsamı ve uygulama yöntemi, bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla birlikte idarede istikrarı da sağlar. Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir. Dava konusu kuralla, Anayasanın 128 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince yasayla düzenlenmesi zorunlu olan idarî personelin, yüksek yargı organının kadrosundan yürütme organının merkez ve taĢra teĢkilatlarına atamaları öngörülmekte ve buna iliĢkin tüm yetki sınırsız ve belirsiz Ģekilde BaĢkana bırakılmaktadır. Anayasanın 7 nci maddesi gereğince yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 34 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının ―… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler‖ bölümü Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 16) 6216 Sayılı Yasanın 36 ncı Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının, ―teklif‖ Sözcüğünün Yanında Yer Alan ―… çoğunluğuna …‖ Sözcüğünün; ―… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …‖ ve ―… kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı‖ Bölümlerinin Anayasaya Aykırılığı 36 ncı maddede ―Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı‖ düzenlenmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasına göre Ģekil bakımından denetim; a) Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; b) Kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; c) Kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak yapılacaktır. Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin; (i) Anayasa değiĢikliklerini, (ii) Kanunları, (iii) Kanun hükmünde kararnameleri, (iv) TBMM Ġçtüzüğünü, ġekil bakımından denetleyip karara bağlayacağı belirtilmiĢtir. Aynı maddede bu denetimin nasıl yapacağı ve sınırları da gösterilmiĢtir. Buna göre Ģekil bakımından denetleme; (i) Anayasa değiĢikliklerinde, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartlarına uyulup uyulmadığı, (ii) Kanunlarda, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı, Hususlarıyla sınırlı olarak yapılabilecektir. Görüldüğü gibi, Anayasada, Kanun hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmemiĢtir. Anayasanın bu hükümleri karĢısında, dava konusu kurallar incelendiğinde Ģu değerlendirmeler ortaya çıkmaktadır. a) Anayasada, Anayasa değiĢikliklerinde, ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesi geçtiği halde, Yasada bu ifade değiĢtirilerek, ―teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna‖ Ģekline getirilmiĢtir. Böylece, teklif de oylama da ―çoğunluğa‖ bağlanmıĢtır. Anayasadaki ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesi, Anayasa Mahkemesi tarafından yorumlanarak karar altına alınmıĢ, ―teklif‖, ―teklif çoğunluğu‖ndan farklı ve bağımsız olarak değerlendirilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi, Anayasayı yorumlamakla yetkili tek kurum olup kararları, yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzelkiĢileri bağlar. Yasa koyucu, Anayasaya uygun davranmak zorundadır, Anayasanın koyduğu hükümleri değiĢtirip sınırlayamaz. Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı öngörülmüĢtür ve ―yasama yetkisi‖ de bu maddede belirtilen yetkidir. Yasama yetkisini kullanan TBMM de kaynağını Anayasadan almayan Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa hükümleri, diğer organ, kurum kuruluĢ ve kiĢiler gibi yasama organını da bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Anayasa Mahkemesinin, 05.06.2008 günlü, E.2008/16, K.2008/116 sayılı kararında da belirtildiği gibi, Anayasanın 148 inci maddesindeki, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil denetiminin ―teklif ... Ģartına uyulup uyulmadığı‖ hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hüküm, ―geçerli teklif‖ koĢulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir denetimi de içerir. Dava konusu kuralda, ―teklif‖ yerine ―teklif çoğunluğuna‖ sözcükleri kullanılmak suretiyle, Anayasa Mahkemesinin Ģekle iliĢkin denetim yetkisi, Anayasaya aykırı biçimde sınırlanmakta, Anayasa Mahkemesi kararı da yok sayılmaktadır. b) Anayasada, kanunların Ģekil bakımından denetlenmesinin, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılabileceği belirtildiği, kanun hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde, Yasada her iki düzenleme için de yasayla denetim sınırlaması getirilmiĢ, böylece Anayasa Mahkemesinin kanun hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi, Anayasada sınırlama olmadığı halde Yasayla sınırlanmıĢtır. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 36 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının, a) ―teklif‖ sözcüğünün yanında yer alan ―… çoğunluğuna …‖ sözcüğü, b) ―… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …‖ bölümü, c) ―…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı‖ bölümü, Anayasanın 148 inci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir. 17) 6216 Sayılı Yasanın 39 uncu Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı ―Eksikliklerin tamamlattırılması ve görüĢ bildirme‖ baĢlıklı 39 uncu maddenin (4) numaralı fıkrasında, iptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi hâlinde, dava dilekçesi ile eklerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığı, BaĢbakanlık ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderileceği; dava dilekçesi ve ekleri gönderilen bu makamların, iptal davasıyla ilgili yazılı görüĢlerini değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilecekleri belirtilmiĢtir. Ġptal davaları, Anayasanın 150 nci maddesi gereğince, CumhurbaĢkanı, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile TBMM üye tamsayısının en az beĢte biri tutarındaki üyeler tarafından açılmaktadır. Dava konusu fıkrada, bu dava dilekçesi ve eklerinin, iptal davasını açan taraf dıĢındaki makamlara gönderilmesi öngörülmektedir. Yasal zorunluluk kazandırılan bu durum, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleriyle bağdaĢmamaktadır. TBMM zaten yasama faaliyeti denetlenen organdır. BaĢbakanlık ise yürütme organının siyasal kanadıdır; tasarı sunma ve çoğunluk esası yoluyla yasama sürecini etkileme gücüne sahiptir. Ġptal davası, açılmasıyla birlikte, artık Anayasanın BaĢlangıç bölümünde belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesine göre, Anayasanın 9 uncu maddesi gereğinde ―Türk Milleti‖ adına yargı yetkisi kullanan ―bağımsız‖ mahkemenin görev ve yetki alanına girmektedir. Davanın açılmasıyla birlikte, bu davanın sonuçlanmasına kadar geçecek tüm süreç, Anayasanın 138 inci maddesindeki ―mahkemelerin bağımsızlığı‖ ilkesinin koruma ve güvencesi altındadır. Hiçbir organ, makam, merci veya kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Dava konusu fıkradaki ―iptal davasıyla ilgili yazılı görüĢ‖ de bu kapsamdadır. Düzenlemedeki ―değerlendirilmek üzere‖ ifadesi, bu aykırılığı daha da pekiĢtirmektedir. Tasarı, değerlendirmek üzere görüĢ sormayı zorunlu hale getirmekte ve yargı bağımsızlığına müdahale etmektedir. Yazılı görüĢ istenilmesi öngörülen makamlar, yasama organı ve yürütme organı içindedir. Davayla ilgili değerlendirmelerin yapılmasında, yasama ya da yürütme organlarından görüĢ istemek yargı bağımsızlığını zedeler. Kaldı ki, iptal davasının konusunu oluĢturan yasalar, kanun hükmünde kararnameler ve TBMM Ġçtüzüğü zaten yasama ve yürütme organının faaliyetleri sonucu ortaya çıkan hukuk metinleridir. Öte yandan Anayasanın ne 148 inci ne de 149 uncu maddelerinde, dava konusu kuralda yer alan makamlardan görüĢ alma konusunda bir yetki, bağımsızlık ilkesinin gereği olarak, öngörülmemiĢtir. 149 uncu madde gereğince, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dıĢında kalan iĢleri dosya üzerinden inceleyecektir. 149 uncu maddede Anayasa Mahkemesine tanınan yetki, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ―ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları‖ çağırabilme yetkisidir. Anayasa koyucu, burada da bağımsızlık ilkesini titizlikle korumuĢ, ―ilgililer ve konu üzerinde bilgisi olanlar‖ sözcüklerini kullanmak suretiyle, bakılan davadaki ve iptal yetkisine sahip olduğu belgelerin tarafı olabilecek makamlar yerine konuyla ilgili ve konu üzerindeki bilgisi olanları tercih etmiĢtir. Anayasa Mahkemesinin, anayasal yargılama sürecinde zaten, tüm kurum ve kurullardan bilgi ve belge isteme, ilgilileri dinleme yetkisi bulunmaktadır. Bu yetki, yargı faaliyetinin doğal sonucudur ve gerektiğinde kullanılır. Mahkemenin elinde böylesine geniĢ ve bağımsızlığı etkilemeyecek bir anayasal yetki var iken, yasa koyucu tarafından dava konusu kuralda yer alan düzenlemenin yapılması, kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması niteliğindedir. Düzenleme erkler ayrılığı ilkesiyle de uyumlu değildir. Çünkü Anayasada her organ, kendi alanında yetkili kılınmıĢ; birbirlerinin yetki alanına girmeleri önlenmiĢtir. Hukuk devleti ilkesi ve evrensel hukuk, yargının yasama ve yürütme karĢısında tam bağımsızlığını gerektirir. Nasıl bir yasa tasarısı hazırlanıp görüĢülürken Anayasa Mahkemesinden görüĢ alınmıyorsa, alınmaması gerekirse, yargı evresinde de yasama ve yürütme organlarından görüĢ alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun düĢmez. Ayrıca, TBMM görüĢmeleri tutanakta, BaĢbakanlık görüĢü de yasa tasarısı gerekçesinde vardır; yasama sürecince birçok kurum ve kuruluĢun görüĢüne baĢvurulmaktadır ve anayasal yargılama evresinde kuĢkusuz bunlardan yararlanmaktadır. Anayasa yargısına dava hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinin güvencesi altındadır. Adil yargılanma hakkının, yasayı hazırlama sürecine katılan ve hazırlayan taraflarda olduğu gibi, yasaların genelliği ve kamu yararı amacı gereği tüm toplumda hissedilmesi, anayasal denetimde en ufak kuĢkunun bulunmaması gerekir. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 39 uncu maddesinin (4) numaralı fıkrası Anayasanın BaĢlangıç‘ında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesi ile 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 138 inci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 18) 6216 Sayılı Yasanın 45 inci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… idari ve yargısal …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı 45 inci maddede, ―Bireysel baĢvuru hakkı‖ düzenlenmiĢ, dava konusu sözcüklerin yer aldığı (2) numaralı fıkrada da ―Ġhlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerekir‖ denilmiĢtir. Bireysel baĢvuru, 5982 sayılı Yasayla yapılan Anayasa değiĢikliğiyle hukuk ve yargı sistemimize monte edilmiĢ, bireysel baĢvuruları karar bağlama yetkisi de Anayasanın 148 inci maddesiyle Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir. Bireysel baĢvurunun anayasal ilkeleri 148 inci maddede; ―Herkes, Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurabilir. BaĢvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olması Ģarttır. Bireysel baĢvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz‖ Ģeklinde gösterilmiĢ ve ―bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir‖ denilmiĢtir. Yasa koyucu, bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasları düzenlerken, Anayasanın çizdiği çerçeveye ve koyduğu ilkelere aykırı olmamak koĢuluyla, usul ve esasları belirleyecektir. Bireysel baĢvurunun temel ilke ve koĢullardan biri, ―olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olması‖dır. Olağan kanun yolları tüketilmedikçe bireysel baĢvuruda bulunulamayacaktır. Anayasadaki ―olağan kanun yolları‖ sözcükleri, 6216 sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ―kanunda öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamı‖ Ģeklinde gösterilmiĢtir. ―Olağan kanun yolu sözcükleri‖ ―idari ve yargısal‖ olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuĢtur. Böylece, ―yargısal‖ baĢvuru yolundan bağımsız olarak ―idari‖ baĢvuru yolu da tüketilmiĢ olmak koĢuluyla bireysel baĢvurunun yolunu açabilecektir. ―Ġdari ve yargısal‖ sözcükleri, ―olağan kanun yolu‖ sözcüklerini açık ve net olarak açmamakta, aksine, baĢvuru için, soyut, kuĢkuya ve anlam karıĢıklığına neden olacak belirsizlik içermektedir. Ġdari baĢvuru yolunun ne zaman nerede tüketileceği açık ve net değildir. Buradaki belirsizlik, ―ve yargısal‖ sözcükleriyle yargısal baĢvuru yoluna da yansımaktadır. Anayasanın 36 ncı ve 125 inci maddelerinde yargısal baĢvuru yolları için sınırlama yapılmadığına göre, tüm idari baĢvuru yollarının, yargı denetimine açık olması Anayasa hükmü ve güvencesi altındadır. Hal böyle iken, idari baĢvuru yollarının her hal ve durumda yargı yoluna açık olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu belirsizlik ve kargaĢa daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Hukuk devleti, belirsizliği, kargaĢayı kabul etmez. Ġsteyen istediği baĢvuruyu yapsın, baĢvuruları karara bağlayacak Anayasa Mahkemesi bunun içinden ayıklama yapar yaklaĢımın da hukuk devletinde kabul edilemez. Yasa kuralları, herkesin anlayacağı, kuĢkuya düĢmeyeceği açıklık ve netliği, belirliliği içermelidir. Ġdari ve yargısal sözcükleri, toplumun değiĢik kesimleri tarafından farklı yorumlanmakta, hatta hukukçular arasında dahi fikir birliği oluĢmamaktadır. Bir yandan da Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın 125 inci maddesi kapsamında, idari yargının yerine geçmesi de anlaĢılabilmektedir. Ġhlale neden olan idari iĢlem ya da eylem, Anayasanın 125 inci maddesi uyarınca idari yargının görev alanına girmektedir. Ġdari eylem ve iĢlemin baĢvuru hakkı kapsamında baĢvuru yolu içine alınması, Anayasa Mahkemesine idari yargı yetkisi vermiĢ olacağından, Anayasanın 125 inci maddesine de aykırıdır. Birçok hukukçu nezdinde, söz konusu düzenlemeden ne anlaĢıldığı sorulmuĢ, farklı yorumlar alınmıĢtır. Türk hukuk sistemine ilk kez giren ―bireysel baĢvuru‖nun, temel hak ve özgürlük ihlalini saptama özelliği göz önünde bulundurulduğunda, hem Anayasada yer alan bireysel baĢvuru ilkeleri hem de hukuk devleti yönlerinden sorunlar ve belirsizlikler olmamalıdır. Hak aramanın yolu belirsiz olursa, hak arama özgürlüğü ortadan kalkar. Anayasada, olağan kanun yolu, geniĢ anlamda kullanılmıĢ olmakla birlikte, ―idari‖ baĢvuru yolları açık ve net olarak gösterilmemiĢtir. Olağan kanun yolunun tanımı da yapılmamıĢtır. Burada, usul yasaları ve diğer yasalarda yer alan ―olağan‖ sözcüğü mü, yoksa tüm kanun yollarının mı kastedildiği anlaĢılmamakta ya da okunduğunda farklı anlamalara neden olmaktadır. Yasa koyucu, usul ve esasları düzenlerken, bu farklı anlamaları çözmek yerine, kendisi daha belirsiz hale getirmiĢtir. Anayasada yer alan ―olağan kanun yolu‖ sözcüklerinin tanımı açık ve net olarak yapılmadıkça bu kargaĢa sürecektir. Yasadaki ―yargısal baĢvuru yolu‖nun, mevcut yasalardaki olağan yolları mı kapsadığı, olağanüstü kanun yollarını kapsayıp kapsamadığı da açık değildir. Öte yandan, idari baĢvuru yolunun ayrıca belirtilmesi ve bunun açılmayarak soyut olarak kullanılması, baĢvurucular yönünden kargaĢaya yol açarken Mahkemenin de yükünü gereksiz yere artıracaktır. Asıl önemlisi, yargısal kanun yolu tüketilmeden verilen bu baĢvuru hakkı, Anayasada dayanağını bulmadığı gibi, Anayasanın 36 ncı ve 125 inci maddeleri yönünden de sorun yaratacak ve idari yargı yerine geçen yeni bir yolu açmıĢ olacaktır. ―Ġdari‖ sözcüğü ile amaçlanan, yargısal baĢvuru yolunun olmadığı iĢlem ise, bu ancak Anayasa ile sınırlamayı gösterir ki, Anayasanın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler zaten bireysel baĢvuru konusu olamayacaktır. Geriye, yargıya baĢvurunun süre ile sınırlandırıldığı alanlar kalmaktadır ki, burada da, bireysel baĢvuru süresi olan 30 gün karĢımıza çıkmaktadır. Bu belirsizlikler, uygulama sonrası içtihatlara da bırakılamaz. Ġdari kanun yolundan kasıt, Avrupa Ġnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (AĠHM) de kabul ettiği, ―etkin baĢvuru yolunun yokluğu‖ ya da ―yerleĢmiĢ olağan baĢvuru yollarından etkili sonuç alınamama‖ gibi nedenlere dayanıyorsa bunlar da yasada açık olarak gösterilmeli ya da sayılmalı, belirsizlik giderilmelidir. Ayrıca, bu tür bireysel baĢvurulardan sonra ortaya çıkabilecek ―değiĢen hukuksal durum‖ ya da ―yeni yargı yolu‖ gibi sorunlar da açıklığa kavuĢturulmalıdır. Bu tür belirsizlikler, öngörülebilirliği de engelleyeceğinden iç kargaĢanın artmasına, özellikle yargılamanın uzamasına ve AĠHM baĢvurularına yansımasına neden olacaktır. Sonuçta, adil yargılanma hakkı, makul süre içinde yargılama, mümkün olan süratte yargılama ilkeleri zedelenecek, bireysel baĢvuru amacına ulaĢılamayacaktır. Anayasadaki ―olağan kanun yollarının‖ itiraz ve temyiz dahil, kullanılabilecek tüm yollar olduğu düĢünüldüğünde, tasarıda, ―idari‖ sözcükleri kullanılmak suretiyle, Anayasa Mahkemesinin inceleme alanı geniĢletilmektedir. Bir yandan da, Anayasada ―bireysel baĢvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz‖ denilerek, anayasal sınırlama yapılmaktadır. GeniĢleme ve sınırlama bir arada değerlendirildiğinde, bireysel baĢvuruda tüm inisiyatifi Anayasa Mahkemesine bırakan bir esneklik öngörülmektedir. Bunun anlamı, bireysel baĢvuruyu istediği Ģekilde kullanma yetkisine sahip bir Anayasa Mahkemesidir ki bu durum da hukuk devletiyle bağdaĢmaz. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―… idari ve yargısal …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 36 ncı, 125 inci ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 19) 6216 Sayılı Yasanın 45 inci Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı 45 inci maddenin (3) numaralı fıkrasında, aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacak iĢlemler; (i) yasama iĢlemleri ve (ii) düzenleyici idari iĢlemler olarak; Bireysel baĢvurunun konusu olamayacak iĢlemler ise; Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasanın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler olarak gösterilmiĢtir. Anayasanın 148 inci maddesinde, bireysel baĢvuru için herhangi bir iĢlem sınırlaması getirilmemiĢtir. Anayasa hükmüne göre, ―Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal‖ edilmesi bireysel baĢvuru için yeterlidir. Burada temel iĢlem, kamu gücü tarafından ihlaldir. Anayasa koyucu, ihlalin hangi iĢlemle yapılacağı konusunda bir ayrım yapmadığı gibi, sınırlama da yapmamıĢtır. Diğer deyiĢle, bireysel baĢvuru yapılamayacak iĢlemler Anayasada gösterilmemiĢtir; istisna getirilmemiĢtir. Anayasada kamu gücü konusunda bir sınırlama getirilmemiĢtir. Yasa koyucu, Anayasada öngörülmeyen bir sınırlamayı, kendi takdiri ile belirleyemez; sınırlama varsa geniĢletemez. Benzer Ģekilde, Anayasa, bireysel baĢvuru konusunda kamu gücüne dayalı tüm iĢlemler için doğrudan ya da dolaylı baĢvuru yöntemi ayrımı yapmadığından, yasayla böyle bir ayrıma da gidilemez. Gidildiği takdirde baĢvuruda sınırlama yapılmıĢ olur. Yasama iĢlemleri ve düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamaması, söz konusu iĢlemler için sınırlama anlamına gelir. Bireysel baĢvuru, temel hak ve özgürlük ihlallerinin önlenmesi için getirilen ―kendine özgü‖ bir müessesedir. Tıpkı, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi baĢvuruları gibi, evrensel hukuk ilkelerinin uygulanması gereken bir müessesedir. Hukuk devleti, yasaların Anayasaya olduğu gibi, evrensel hukuk ilkelerine de uygunluğu gerektirir. Temel hak ve özgürlükler, Anayasanın ve evrensel hukukun belirlediği esaslara bağlı olarak sınırlandırılsa bile, bu hak ve özgürlüklerin en temel koruyucusu olan ―hak arama özgürlüğü‖ sınırlandırılamaz. Nitekim, Anayasanın 36 ncı maddesinde herhangi bir sınırlama öngörülmemiĢtir. Konu temel hak ve özgürlüğün ihlali karĢısında hakkın aranması olunca, Anayasayla getirilen sınırlamalar bile anlamını kaybeder. Kimi konularda, Anayasayla yargı denetimi dıĢında tutulan iĢlemler, eğer temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyorsa, bu konuda yapılacak baĢvurunun dıĢında kalamazlar. Aksi halde, Anayasa, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan değil, bu hak ve özgürlükleri sınırlayıp engelleyen bir temel belge olur ki, hukuk devleti ilkesi bunu kabul etmez. Anayasadaki sınırlama sınırı, ancak ve ancak temel hak ve özgürlük kullanımının önündeki engellerin kaldırılması, herkesin hak ve özgürlükleri eksiksiz kullanımı için vardır. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 20) 6216 Sayılı Yasanın 46 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı Bireysel baĢvuru hakkına sahip olanların düzenlendiği 46 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasında, ―kamu tüzel kiĢileri bireysel baĢvuru yapamaz‖ denilmiĢtir. Böylece, ihlale yol açtığı ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan etkilenen kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru hakları, yasa koyucu tarafından engellenmiĢtir. Anayasanın 148 inci maddesinde, kimlerin bireysel baĢvuru hakkına sahip olduğu hususunda herhangi bir ayrım yapılmamıĢtır. Maddede; ―Herkes, Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurabilir‖ denilmiĢ ve yasa koyucuya da ―herkes‖ tarafından kullanılması gereken bu hakkın istisnası konusunda bir takdir hakkı verilmemiĢtir. Bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların yasayla düzenlenmesi, bireysel baĢvuru sahipleri hakkında bir seçme yapma hakkını yasa koyucuya vermez. Anayasanın düzenlediği alan içinde öngörülmeyen bir hak kullanımı yasağı, yasa koyucu tarafından kullanılamaz. Anayasaya göre bireysel baĢvuru, herkes tarafından yapılabilecektir. Anayasanın 36 ncı maddesinde de hiçbir ayrım yapılmaksızın ―herkes‖ sözcüğü kullanılmıĢtır. Öte yandan, kamu tüzelkiĢisi sözcükleri geniĢ bir kavramdır. Anayasanın 123 üncü maddesine göre, yasayla veya yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu tüzelkiĢiliği, Anayasanın 135 inci maddesindeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarını ve bunların üst kuruluĢlarını da kapsamaktadır. Genel idare esaslarına göre çalıĢan kamu tüzelkiĢisi olduğu gibi, iĢleme ve ticari esaslara göre çalıĢan kamu tüzelkiĢisi de bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 46 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci tümcesi Anayasanın 36 ncı ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 21) 6216 Sayılı Yasanın 47 nci Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… yazı iĢleri …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı ―Bireysel baĢvuru usulü‖ 47 nci maddede altı fıkra halinde gösterilmiĢtir. BaĢvuru dilekçesinde bulunması gereken bilgi ve konular ile dilekçeye eklenmesi gereken belgeler sayıldıktan sonra, (6) numaralı fıkrada, ―BaĢvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı iĢleri tarafından eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya varsa vekiline onbeĢ günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda baĢvurunun reddine karar verileceği bildirilir‖ denilmiĢtir. ―Yazı iĢleri‖, müdürlük olarak, 6216 sayılı Yasanın 29 uncu maddesinde, Mahkemenin ―hizmet birimleri‖ arasında sayılmıĢtır. Mahkemenin idari teĢkilatı içinde, idari personel tarafından oluĢan, idari birimdir. Bu kapsamda, 47 nci maddenin (6) numaralı fıkrasına göre yapılan eksikliğin giderilmesi iĢinin de idari nitelikte olduğu ortaya çıkmaktadır. Anayasanın 148 inci maddesinde, bireysel baĢvuruların, Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanacağı belirtilmiĢtir. Bir mahkemenin karara bağlayacağı iĢler, Ģekil ve esas olmak üzere bütündür. BaĢvuru evrakları ya da dava dilekçeleri Ģekil kapsamında olup, bu bütünlükten soyutlanamaz. Buna bağlı olarak, baĢvuru evrakında eksikliğin bulunup bulunmadığının saptanması, eksiklik varsa giderilmesi için iĢlem yapılması ve eksikliği tamamlayacak tarafa süre verilmesi, idari iĢlem değil, Mahkeme iĢlemidir. Mahkeme iĢlemi ise, idari birimler tarafından yapılamaz. Eksikliklerin saptanması ve süre verilmesi konusu, bir kararla belirlendikten sonraki iĢlemler ancak hizmet birimleri tarafından yapılabilir. Nitekim, Anayasanın 149 uncu maddesinde de bireysel baĢvuruların ―kabul edilebilirlik‖ incelemesi, hizmet birimlerine bırakılmamıĢ, ―komisyonlara‖ bırakılmıĢtır. BaĢvuru evraklarındaki eksiklik saptaması ise baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi kapsamındadır. Yazı iĢleri, komisyon yerine geçemez. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 47 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan ―… yazı iĢleri …‖ sözcükleri Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 22) 6216 Sayılı Yasanın 49 uncu Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı ―Esas hakkındaki inceleme‖ baĢlıklı 49 uncu maddenin (2) numaralı fıkrasında, ―Bireysel baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir‖ denilmiĢtir. Bireysel baĢvuru, bir dava olmamakla birlikte, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında, kendine özgü bir hak arama yoludur. Tüm hak ve özgürlüklerin eksiksiz yaĢama geçirilmesinde karĢılaĢılan sorunlar, diğer deyiĢle hakkın ihlalinin tespiti, hak arama yoluyla çözüm bulur. Hak arama ise Anayasanın BaĢlangıç‘ı, 9 uncu ve 138 inci maddeleri bütünlüğü içinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi kapsamında, ―Türk Milleti‖ adına bağımsız mahkemelerce yerine getirilir. Mahkemelerin bağımsızlığı, yargılamanın her aĢamasında, mahkemeye ve yargıca gelecek her türlü baskıyı ve kuĢkuyu reddeder. Hukuk devletinin olmazsa olmazı ―bağımsız yargı‖nın özellikle yürütme organı karĢısındaki bağımsızlığı evrensel hukukun da önemle koruduğu bir alandır. Dava konusu kuralda geçen Adalet Bakanlığı, yürütme organı içinde bir bakanlıktır. Bilgi için de olsa, dava dosyası niteliğindeki bireysel baĢvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesi, yargı bağımsızlığını zedeler. BaĢvuru sahiplerinin olduğu kadar toplumun da, adil yargılama konusunda en ufak kuĢkusu olmamalıdır. Belgelerin Adalet Bakanlığına gönderilmesinin yasa koyucu tarafından öngörülmesi, daha uygulama aĢamasına gelmeden, bireysel baĢvuru müessesesine olan güveni sarsıcı niteliktedir. Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerinde de öngörülmeyen bu tür düzenleme, dava konusu fıkranın ikinci tümcesiyle daha da güvensiz hale gelmiĢtir. Adalet Bakanlığının gerekli gördüğü hallerde görüĢ bildirmesi, görüĢ bildirme iĢlemini, Bakanlığın sınırsız takdirine bırakmakla belirsiz, soyut ve keyfi uygulamalara açık hale getirir. GörüĢ bildirip bildirmeme, Mahkemenin bu görüĢü bekleyip beklememe gibi belirsizlikler, öngörülebilirlik ilkesinin de ihlali niteliğindedir. Kaldı ki, dava konusu kuralın yer aldığı 49 uncu maddenin (3) numaralı fıkrasında, komisyonlar ve bölümlerin bireysel baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma ve incelemeyi yapabileceği, BaĢvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden isteyebileceği öngörülmüĢtür. (4) numaralı fıkraya göre, Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruĢma yapılmasına da karar verebilecektir. (3) ve (4) numaralı fıkralardaki bu uygulamalar, tamamıyla Mahkemenin bağımsızlığı çerçevesinde bir inisiyatifle yürütülecek iken, yasa koyucunun bağımsızlık ilkesi dıĢına çıkarak düzenleme yapması Anayasa ile bağdaĢmaz. Dava konusu fıkradaki gibi belirsizlikler, bireysel baĢvuru yoluyla hak ihlali tespiti konusunda çözüm yerine kaos yaratacak ve AĠHM baĢvurularını geciktirme dıĢında asıl amacına ulaĢamayacaktır. Bireysel baĢvuru hakkının etkili bir iç hukuk yolu sayılması için, Anayasa Mahkemesinin bu tür belirsizlikler içine itilmesi yerine makul bir süre içinde karar vermesi için önlemlerin alınması gerekir. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 49 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrası Anayasanın BaĢlangıç‘ı ile 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 138 inci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 23) 6216 Sayılı Yasanın 50 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı ―Kararlar‖ baĢlıklı 50 nci maddenin (1) numaralı fıkrasında, Esas inceleme sonunda, baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verileceği, ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtildikten sonra, (2) numaralı fıkrada, ―Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir‖ denilmiĢtir. (2) numaralı fıkranın birinci tümcesinde, tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ―ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere‖ dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği belirtilmiĢtir. Tümce iki yönüyle Anayasaya aykırılık taĢımaktadır. Birincisi, Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvuruyla ilgili yetkisinin, insan hakları ihlallerinin ―tespitiyle‖ sınırlı olduğu; Anayasada, bireysel baĢvuru kararlarıyla ilgili bir düzenleme yapılmadığı halde, Yasayla kaynağını Anayasadan almayan bir yetki kullanılmasıdır. Bu yetkide, ―ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak‖ gibi kesin ve mutlak bir sonuca bağlılık öz konusudur. Böylece, Anayasa Mahkemesine, mahkemelerin üzerinde, bu mahkemelerin kararlarını değiĢtirme yönünde bir yetki verilirken, mahkemelere de Anayasanın 138 inci maddesine aykırı olarak yasayla emir ve talimat verilmektedir. Ġkincisi, yeniden yargılamanın yasa koyucu tarafından dikte ettirilmesi ve dayatılmasıdır. Oysa yeniden yargılama da, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında bir hak aramadır. Bu hakkın aranması, 36 ncı maddede hakkı ihlal edilenlere, diğer deyiĢle taraflara tanınmıĢtır. Mahkemeler, yargılamanın yenilenmesi hususunda bir baĢvuru olduğu takdirde yargılama yapacaklardır. Yargılamanın yenilenmesini istemek bir haktır. Bu hak yasa koyucu tarafından Anayasa Mahkemesine bırakılamaz. Anayasa Mahkemesine yasayla böyle bir görev verilemez. Yasayla böyle bir görevlendirme yapılması, bağımsız yargı üzerinde, bağımsızlık ilkesine aykırı bir denetim kurumu yaratır. Yargı bağımsızlığı, yasama, yürütme yanında yargının kendi içinde bağımsızlığını da içerir. Yargıda hiyerarĢi değil, itiraz ve temyiz müesseseleri, diğer deyiĢle iĢlevsel bir görev ve yetki dağılımı söz konusudur. Temyiz müesseseleri ise alt derece mahkemelerin kararlarını bozsa bile onların yerine geçerek karar veremez. Birinci tümce, Anayasanın 36 ncı maddesiyle birlikte 138 inci ve 148 inci maddelerine aykırılık taĢımaktadır. (2) numaralı fıkranın ikinci tümcesinde, ―yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir‖ denilmek suretiyle tamamen belirsiz ve öngörülemeyen bir düzenleme yapılmıĢtır. Hangi hallerde tazminata hükmedileceği, hangi hallerde genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterileceği belirsizdir. Anayasada, yukarıda da belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvuruyla ilgili yetkisi, insan hakları ihlallerinin ―tespitiyle‖ sınırlıdır. Bir ihlal durumunda, Anayasa Mahkemesinin tazminata hükmedebileceğinin öngörülmesi, Anayasa Mahkemesinin yetkilerine ve konumuna aykırıdır. Örneğin, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi durumunda, Mahkemenin tazminata karar verebilmesi için birinci derece mahkemesi gibi çalıĢmasına, bilirkiĢi atayarak taĢınmazın değerini saptamasına, dosyanın ayrıntılarına girmesine gerek vardır. Oysa Mahkemenin ne iĢlevi ne de yapısı buna uygundur, Anayasada da Anayasa Mahkemesi için böyle bir görev ve yetki bulunmamaktadır. Fıkranın son tümcesinde ise, birinci tümceye bağlı olarak, yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar vereceği belirtilerek, yeniden yargılamayı yapmakla yükümlü mahkemenin vereceği karara, bağımsızlık ilkesine aykırı olarak doğrudan yasa koyucu tarafından müdahale edilmiĢtir. Bir baĢka anlatımla, ihlal ve sonuçlarını ortadan kaldırma, yasa koyucu tarafından zaten karara bağlanmıĢ, yeniden yargılama yapacak mahkemelere buna uyma yükümlülüğü getirilmiĢtir. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 50 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci, 36 ncı, 138 inci ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 24- 25) 6216 Sayılı Yasanın 55 inci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Son Tümcesinin ve (3) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı Siyasi partilerin mali denetiminin düzenlendiği 55 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında, Anayasanın 69 uncu maddesine koĢut olarak, Mahkemenin siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimi için SayıĢtay‘dan yardım sağlayacağı, (2) numaralı fıkranın birinci tümcesinde de, siyasi partilerin, karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ bulunan kesin hesap ile parti merkez ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller teĢkilatının kesin hesaplarının onaylı birer örneğini haziran ayı sonuna kadar 2820 sayılı Kanuna uygun olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına göndereceği belirtilmiĢtir. Ancak, maddede, Anayasa Mahkemesinin bu belgeler üzerinde yapacağı inceleme düzenlenmemiĢ, bunun yerine (2) numaralı fıkranın son tümcesinde, ―Mahkeme kendisine gönderilmiĢ olan bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay BaĢkanlığına gönderir‖; (3) numaralı fıkrada da, ―SayıĢtay‘ca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere Mahkemeye gönderilir‖ denilmek suretiyle, mali denetim incelemesi tamamıyla SayıĢtay BaĢkanlığına bırakılmıĢ, Anayasa Mahkemesine yalnızca, SayıĢtay‘ca düzenlenen raporlarda yer verilen konuları karara bağlama görev ve yetkisi verilmiĢtir. SayıĢtay tarafından hazırlanan raporların Anayasa Mahkemesince karara bağlanıyor olması, Anayasanın 69 uncu maddesinin öngördüğü ve Anayasa Mahkemesine verilen mali denetim yetkisinin, Anayasa mahkemesince yapılıyor olması anlamına gelmez. Anayasada belirtilen ―yardım sağlama‖ da denetimin fiilen SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından yapılması anlamına gelmez. Anayasanın 69 uncu maddesinde, siyasal partilerin mali denetim yetkisi Anayasa Mahkemesine verilmiĢ ve bu denetim sırasında SayıĢtay‘dan da yardım alabilmesine olanak sağlanmıĢtır. SayıĢtay‘dan yardım sağlama anayasal bir süreç olmakla birlikte, inceleme ve raporlama görev ve yetkisinin tümüyle SayıĢtay‘a bırakılması, Anayasanın 69 uncu maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Çünkü denetim bir bütündür ve inceleme sürecini de kapsamaktadır. Öte yandan, Yasada, SayıĢtay BaĢkanlığının hangi yöntem ve yetkilerle, nasıl inceleme yapacağı, incelemesi yapılan siyasi partilerle hangi yetkilerle nasıl bağlantı kuracağı da belli değildir. Bu belirsizlik hukuk devleti yönünden ciddi sıkıntılar doğuracak niteliktedir. Anayasa Mahkemesi ile mali denetim bağlantısının yalnızca ―raporlar‖ üzerinden kurulması, diğer bir deyiĢle, SayıĢtay raporda ne yazarsa Anayasa Mahkemesinin onu denetleyecek olması, mali denetimin, karar sürecine kadar SayıĢtay‘a terk edilmesi anlamına gelmektedir ki, bunu hukuk devleti ilkesiyle ve Anayasanın 69 uncu maddesiyle bağdaĢtırmaya olanak yoktur. Yasa, SayıĢtay‘ın inceleme ve raporlama süreciyle ilgili belirsizlik taĢıdığı gibi Anayasa Mahkemesinin inceleme sürecine müdahalesi ve bu sürece de hakim olması hususlarında önlem de içermemektedir. Dava konusu kurallar, siyasi partilerin mali denetimlerinin Anayasa Mahkemesince yapılmasını düzenlemek yerine, bu denetimi SayıĢtay BaĢkanlığına devrederek, engellemektedir. Anayasanın 148 inci maddesi karĢısında, Anayasa Mahkemesine, Anayasa ile verilen görev ve yetkilerin, yasa koyucu tarafından devredilmesi mümkün değildir. Konu bu yönüyle, bu dilekçenin III – GEREKÇE bölümünün (1) numaralı baĢlığı altında, 6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan ―… veya yaptırmak‖ sözcüklerinin Anayasaya aykırılığı incelenirken de, kapsamlı Ģekilde açıklanmıĢtır. Yukarıda ve bu dilekçenin III – GEREKÇE bölümünün (1) numaralı baĢlığı altında açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 55 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının son tümcesi ve (3) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci, 69 uncu ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptalleri gerekmektedir. 26) 6216 Sayılı Yasanın 65 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 65 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında, Genel Kurul ve bölümlerin, kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alacağı belirtildikten sonra, ―oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur‖ denilmiĢtir. Böylece, oyların eĢitliği halinde BaĢkana, Anayasada öngörülmeyen bir güç yüklenmiĢ, iki oy gücü tanınmıĢtır. Anayasanın 149 uncu maddesinde, ―Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır‖ denilmiĢ ve karar çoğunluğu Anayasa ile belirlenmiĢtir. Anayasanın nitelikli çoğunluk öngördüğü kararlar dıĢında, Mahkemenin salt çoğunlukla karar vereceği, anayasal kural ve güvencedir. Anayasa ile belirlenen kuralın, yasayla değiĢtirilmesi, bu kurala farklı anlamlar yükletilmesi olanaklı değildir. Karar yeter sayısını Anayasa belirlediğinden, yasayla yeni bir karar sayısı getirilemez. Salt çoğunluk, genel bir hukuk kuralıdır ve katılanların yarısının bir fazlasıdır. Anayasa Mahkemesi, 14.05.1996 günlü, E.1996/19, K.1996/13 sayılı kararında, ―Bakanlar Kurulu‘nun güvenoyu aldığına iliĢkin dâva konusu karar, oylamaya katılan 544 milletvekilinin salt çoğunluğuna ulaĢamayan 207 red, 80 çekimser oya karĢı 257 kabul oyu ile alınmıĢtır. Oysa, Bakanlar Kurulu‘nun güvenoyu almıĢ sayılabilmesi için toplantıya katılan 544 üyenin yarısının bir fazlası olan 273 kabul oyu gerekirdi‖ demek suretiyle bu durumu karar altına almıĢtır. 14.10.1987 günlü, E.1987/3 (DeğiĢik ĠĢler), K.1987/3 sayılı kararda da aynı tanım yapılmıĢtır. Bu durumda, oyların eĢitliği hali salt çoğunluğun oluĢmadığı anlamına gelir. Salt çoğunluk oluĢmadıkça da karar yeter sayısı oluĢmaz. Oysa dava konusu kuralda, eĢitlik halinde BaĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceği öngörülerek, BaĢkana iki oy hakkı tanınmıĢ, güç kazandırılmıĢtır. Bunun, yasa kuralı olarak yazılması, Anayasadaki üstün ―salt çoğunluk‖ kavramı karĢısında mümkün değildir. Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı, yasa koyucunun Anayasaya uygun davranmasını gerektirir. Anayasa, karar çoğunluğu konusunu yasaya bırakmamıĢ, bizzat kendisi düzenlemiĢtir. BaĢkana oyların eĢitliği halinde iki oy niteliği taĢıyan bir güç verilmesi, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki olduğu gibi, hukuk devletinin adaletli hukuk düzeni ilkesiyle de uyuĢmaz. Oy eĢitlik ilkesi, demokratik hukuk devletinin de en temel unsurudur. Oy eĢitliği herkesin bir oy hakkına sahip olması anlamına gelir. Anayasa, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına oy eĢitliğini bozma, üstün oy kullanma yönünde bir güç vermemiĢtir. Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 27) 6216 Sayılı Yasanın Geçici 1 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinde Yer Alan ―… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer‖ Sözcükleri ile Ġkinci Tümcesinde Yer Alan ―… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …‖ Sözcüklerinin; (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı GeçiĢ hükümlerinin düzenlendiği geçici 1 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında, ―Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal Müdürü, Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma Uzmanı kadro unvanlı görevlerde bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer. Bunlar en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve kademelerine uygun kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça durumlarına uygun iĢlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması hâlinde, aradaki fark, farklılık giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir‖ hükmü getirilmiĢtir. (2) numaralı fıkrada da, ―Bu Kanunun yayımı tarihinde BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan, birinci fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanı değiĢmeyenler BaĢkanlığa ait aynı unvanlı kadrolara atanmıĢ sayılırlar denilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi kadrolarında değiĢiklikler hiçbir ihtiyaç belirtilmeden ve gerekçe gösterilmeden yapılmıĢ, Anayasa değiĢikliklerine koĢut düzenlemeler yapılması gerekirken, mevcut Kurumun yeniden düzenlenmesi yoluna da gidilmiĢtir. Ancak, Kurumun birleĢtirilmesi ya da tasfiyesi gibi bir değiĢiklik olmadığından, kadroların iptalini gerektiren bir durum yoktur. Sırf yeni yasa bahane edilerek kimi görevlerin sona erdirmesi, boĢalan görevlere yeni atamalar yapılarak kadrolaĢma amacını taĢıdığı anlaĢılmaktadır. Hizmetin gereklerinin ve kamu düzeninin esas alınmadığı bir tasfiye ve bu tasfiye sonucu kadroları iptal edilenlere de sadece Mahkemede değil, yürütme organı içindeki Adalet Bakanlığında, derece ve kademelerine uygun kadrolara atanması öngörülmüĢtür. Kamu kurumlarında organizasyon değiĢikliği ilk kez olmamaktadır. Bugüne kadar çeĢitli kamu kurumlarının merkez ve taĢra teĢkilatlarında değiĢiklikler yapılmıĢ, yeni yapılanmalar ortaya çıkmıĢtır. Ancak, organizasyonel değiĢiklik gerekçesiyle görev baĢındaki yöneticilerin görevlerine son verilmesi hukuk devleti ilkesiyle uyuĢmamaktadır. 6216 sayılı Yasada böyle bir zorunluluk da yoktur; devir, birleĢme ya da tasfiye de söz konusu değildir. Yeni düzenlemeyle sadece unvan değiĢikliği yapılarak kadro iptali ve kadroları iptal edilen personelin baĢka kuruma ve kadroya atanması kamu yararı gözetilmeden kadrolaĢma amacıyla getirilmiĢ bir düzenlemedir. Kamu yararı amacı taĢımayan yasaların, amaç öğesi yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düĢeceği açıktır. Anayasada yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasanın temel ilkelerinden biridir. Hukuk devleti, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, adaletli bir hukuk sistemine dayanan devlet düzeninin adıdır. Anayasanın 128 inci maddesi, memurları anayasal güvence altına almıĢtır. Bunların, atama, yer değiĢtirme ve özlük iĢlerinin yasayla düzenlenmesine rağmen, yasa koyucunun hizmetin gereğine ve kamu yararına dayanmadan kadro iptali ve yeni kadrolara atama yapması, anayasal güvenceye uygun düĢmez, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Hukuk devletinin unsurlarından bir diğeri olan hukuk güvenliği, diğer bir ifadeyle ―güvenin korunması ilkesi‖ de ilgilinin hukuki durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Güvenin korunması, her zaman mevcut bir hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında olmasa da, her düzenleme değiĢikliğinde yasa koyucunun göz önünde bulundurması gereken bir husustur. Halkın devlete olan güveninin korunması da ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuk güvenliği, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet davranıĢlarının, az çok, önceden öngörülebilir olması anlamını taĢır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Sadece yasa değiĢtiği için, kadroların kaybedilmesi hukuk devletine güveni sarsar. Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Görevden alınması gerekenler var ise bunlar yasa koyucu tarafından değil, kamu yararı ve hizmetin gerekleri gözetilerek ve gerekçeli olarak, hukuka ve usulüne uygun iĢlemle görevden alınmalı, baĢka kuruma ani atamalar önlenmelidir. Yasayla yapılan ―öngörülmeyen‖ düzenlemeler hukuk devleti ilkesi ile çeliĢir. Kadro iptalinde ve baĢka kuruma atamada, yasada haklı bir gerekçe bulunmamaktadır. (2) numaralı fıkrada yer alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖ sözcükleri de (1) numaralı fıkrada Anayasaya aykırı olan sözcüklere bağlı olarak Anayasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın Geçici 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci tümcesinde yer alan ―… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer‖ sözcükleri ile ikinci tümcesinde yer alan ―… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …‖ sözcüklerinin; (2) numaralı fıkrasında yer alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 28) 6216 Sayılı Yasanın 77 nci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı ―Yürütme‖ baĢlıklı 77 nci maddede, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür‖ denilerek, anayasal bir yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesinin Yasasının yürütmesi, yürütme organı içindeki bir Kurul olan Bakanlar Kuruluna bırakılmıĢtır. Anayasayla kurulan, üyeleri ve nitelikleri Anayasayla belirlenen, görev ve yetkileri, çalıĢma ve yargılama usulü ile kararları Anayasada gösterilen, anayasal denetimle birlikte Yüce Divan sıfatıyla da görev yapan, yargı bağımsızlığı esasına göre çalıĢan Anayasa Mahkemesi, ―yürütme organı‖ içinde bir kurum değildir. Anayasa ile verilen görevler dıĢında görev verilemeyen bir anayasal bir kurumdur. Anayasanın 146 - 153 üncü maddeleri arasındaki kurallara ve tamamıyla ―kuvvetler ayrılığı‖ ilkesine göre çalıĢan Kurumun, kadroları ve bütçesi de kendine özgüdür. Anayasanın BaĢlangıç‘ında ve maddelerinde, ―kuvvetler ayrılığı‖ ilkesi benimsenmiĢ, 6 ncı maddesinde, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanacağı, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Anayasanın 8 inci maddesinde tanımlanan yürütme yetkisi ve görevi, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacaktır. Yargı yetkisi ise 9 uncu maddeye göre, Türk Milleti adına ―bağımsız mahkemelerce‖ kullanılacaktır. Anayasa Mahkemesi de, Anayasanın yargı bölümünde, ―bağımsız mahkemeler‖ arasında yer alan kendine özgü bir yüksek yargı organıdır. Anayasada, anayasal güvence altındaki Anayasa Mahkemesine bu özgün nitelik verilirken, yürütme organının ve Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri de ayrıca gösterilmiĢtir. Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri Anayasa ve buna uygun yasalarla sınırlıdır. Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini, ―Türk Milleti‖ adına değil Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanır ve yerine getirir. Anayasada Bakanlar Kuruluna, Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Kanununu yürütmek, daha yerinde anlatımla, Anayasa mahkemesinin kuruluĢ, görev ve yetkileriyle, iĢleyiĢiyle ilgili görev ve yetki üstlenmek yetkisi verilmemiĢtir. Yasaların yürütülmesi; uygulama, yönetim, yetki ve sorumluluktur. Nasıl, TBMM Genel Sekreterliği TeĢkilat Kanununu Bakanlar Kurulu yürütemezse Anayasa Mahkemesi Kanununu da Bakanlar Kurulu yürütemez. Görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız olan, hiçbir organ, makam, merci veya kiĢi tarafında emir ve talimat verilemeyen Mahkemenin Kanununun Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesi hukuk devletiyle bağdaĢmaz. Yürütme içindeki Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini Türk Ulusu adına kullanmamakta, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanıp yerine getirmektedir. Bakanlar Kurulunun görev, yetki ve sorumluluk çerçevesi de Anayasa ve kanunlarla çizilmiĢtir. Bu çerçeve içinde, bağımsız yargı organına iliĢkin olan alan ve yetki de yine Anayasada gösterilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi, yürütme organı içinde, siyasi sorumlu olarak bir bakana ya da BaĢbakana bağlı ―idare‖ değildir. Kuvvetler ayrımının, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının ve evrensel hukukun gereği olarak, mahkemelere ve yüksek yargıya iliĢkin yasa çalıĢmalarının bile, TBMM‘ne, Bakanlar Kurulunun taslağı olarak değil, ―halkın temsilcileri olan‖ milletvekillerinin teklifi olarak gelmesi, iĢin özünün gereği iken, Türk Milleti adına yetki kullanamayan bir organın, yargıyı siyaseten de olsa Ģekillendirmesi, bağımsızlık ilkesini zedeler iken, yürürlüğe girmiĢ bir yüksek mahkeme yasasının Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesi, söz konusu anayasal ilkelerle hiç bağdaĢmaz. Yasayı yürüten organ, aynı zamanda, hukuksal yetki ve sorumluluğu üstlenen organdır. Anayasada, Bakanlar Kuruluna, Anayasa Mahkemesinin, görev, yetki, çalıĢma ve yargılama alanıyla ilgili bir yetki ve sorumluluk da verilmemiĢtir. Hal öyle iken, 6126 sayılı Yasanın ―yürütme‖ maddesine, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür‖ hükmünün yazılması, soyut, belirsiz, öngörülemez, yaĢama geçmesi ve uygulanması olanaklı olmayan bir düzenlemenin yapılması anlamına gelir ki, hukuk devletinde böyle bir yasa kuralı kabul edilemez. Ulus adına yetki kullanamayan bir organın, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurularak görev ve yetki üstlenen Anayasa Mahkemesi‘nin Kanununu yürütmesi bağımsızlık ilkesini zedeler, Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerine de aykırılık oluĢturur. Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 77 nci maddesi Anayasanın BaĢlangıç‘ı ile 2 nci, 9 uncu, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran, yargı bağımsızlığını zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemelerin, uygulanması halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır. Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması, hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyeceği kuĢkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kiĢi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanununun, Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taĢıyan yukarıdaki kurallarının uygulamaya geçmesi durumunda, evrensel hukuk ilkeleri, kuvvetler ayrılığı ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkelerinin ihlali ve Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı kurallarla çalıĢması nedenleriyle telafisi imkansız zararlar doğacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan iptali istenen hükümlerin, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıĢtır.‖ II- YASA METĠNLERĠ A- Ġptali Ġstenilen Yasa Kuralları 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un dava konusu kuralları da içeren maddeleri Ģöyledir: ―MADDE 3- (1) Mahkemenin görev ve yetkileri Ģunlardır: a) Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün veya bunların belirli madde veya hükümlerinin Ģekil ve esas bakımından, Anayasa değiĢikliklerinin ise sadece Ģekil açısından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarına bakmak. b) Anayasanın 152 nci maddesine göre mahkemelerce itiraz yoluyla kendisine intikal ettirilen iĢleri karara bağlamak. c) Anayasanın 148 inci maddesi uyarınca yapılan bireysel baĢvuruları karara bağlamak. ç) CumhurbaĢkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, DanıĢtay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek Ġdare Mahkemesi baĢkan ve üyelerini, baĢsavcılarını, Cumhuriyet BaĢsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve SayıĢtay baĢkan ve üyelerini, Genelkurmay BaĢkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları ile Jandarma Genel Komutanını görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılamak. d) Siyasi partilerin kapatılmasına ve Devlet yardımından yoksun bırakılmasına iliĢkin davalar ile ihtar baĢvuruları ve dağılma durumunun tespiti istemlerini karara bağlamak. e) Siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak. f) Milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına veya milletvekilliklerinin düĢmesine ya da milletvekili olmayan bakanların dokunulmazlıklarının kaldırılmasına Türkiye Büyük Millet Meclisince karar verilmesi hâllerinde, ilgili milletvekili veya bir diğer milletvekilinin Anayasa, kanun veya Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü hükümlerine aykırılık iddiasına dayanan iptal istemlerini karara bağlamak. g) Mahkeme üyeleri arasından Anayasa Mahkemesi BaĢkanı ve baĢkanvekilleri ile UyuĢmazlık Mahkemesi BaĢkanı ve BaĢkanvekilini seçmek. ğ) Anayasada kendisine verilen diğer görevleri yerine getirmek. MADDE 6- (1) Mahkeme onyedi üyeden kurulur. (2) Mahkeme üyeliğine seçilebilmek için aĢağıdaki bentlerde sayılan niteliklerden birine sahip olmak gerekir: a) Yargıtay, DanıĢtay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek Ġdare Mahkemesi veya SayıĢtayda baĢkan ya da üye olmak. b) Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak. c) KırkbeĢ yaĢını doldurmuĢ, yükseköğrenim görmüĢ olması ve hâkimlik mesleğine alınmaya engel bir hâlinin bulunmaması kaydıyla; 1) Yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat veya siyasal bilimler dallarında profesör veya doçent unvanını kazanmıĢ olmak, 2) En az yirmi yıl fiilen serbest avukatlık yapmıĢ olmak, 3) En az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ üst kademe yöneticileri arasından seçilecek üye için Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak, 4) Birinci sınıf hâkim ve savcılar için adaylık dâhil en az yirmi yıl çalıĢmıĢ olmak. MADDE 13- (1) BaĢkanın görev ve yetkileri Ģunlardır: a) Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek. b) Genel Kurula ve Yüce Divana baĢkanlık etmek; gerekli gördüğü takdirde kendi yerine bu görevleri ifa etmek üzere baĢkanvekillerinden birini görevlendirmek. c) Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılarını görevlendirmek ve görevden almak. ç) Mahkemeyi temsil etmek. d) Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak. e) Harcamaların Mahkeme bütçesine uygunluğunu denetlemek. f) Bölümlerden birinin fiilî ya da hukuki imkânsızlık nedeniyle toplanamaması hâlinde diğer bölümden üye görevlendirmek. g) Mahkeme personelinin atamasını yapmak. ğ) Mahkemenin verimli ve düzenli çalıĢmasını sağlamak ve bu amaçla uygun göreceği tedbirleri almak. h) Gerekli gördüğü takdirde basına ve kamuoyuna Mahkemeyle ilgili bilgi ve demeç vermek veya bu maksatla baĢkanvekili, üye veya raportör görevlendirmek. BaĢkanvekillerinin görev ve yetkileri MADDE 14- (1) BaĢkana ait görev ve yetkiler, BaĢkanlığın boĢ olması hâlinde kıdemli baĢkanvekili; BaĢkanın mazeretli veya izinli olması hâllerinde ise BaĢkan tarafından belirlenen baĢkanvekilince yerine getirilir. BaĢkanvekillerinin de bulunmaması durumunda Mahkemeye en kıdemli üye baĢkanlık eder. (2) BaĢkanvekillerinin görev ve yetkileri Ģunlardır: a) Bölümlere ve BaĢkanın gerekli gördüğü hâllerde Genel Kurul ya da Yüce Divana baĢkanlık etmek. b) BaĢkanı oldukları bölümün gündemini belirlemek. c) Bölüm içinden oluĢturulacak komisyonlarda üyelerin dönüĢümlü olarak görev yapmalarını sağlamak. ç) Bu Kanunla verilmiĢ diğer görevler ile BaĢkan tarafından tevdi edilen iĢleri yapmak. Üyelerin yükümlülükleri MADDE 15- (1) Üyeler; a) Hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorundadırlar; görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunamazlar, b) Geçerli bir mazeretleri olmadıkça oturumlara katılırlar, c) Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini açıklayamazlar, ç) Oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza ederler, d) Oylamalarda çekimser oy kullanamazlar, e) Görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar; davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın izniyle katılabilirler. (2) Sportif, sosyal ve kültürel amaçlı derneklerde yönetim ve denetim kurullarında görev almamak koĢuluyla üyelik hâli görev olarak nitelendirilemez. BaĢkan ve üyeler hakkında inceleme ve soruĢturma MADDE 16- (1) BaĢkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri için soruĢturma açılması Genel Kurulun kararına bağlıdır. Ancak, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde, soruĢturma genel hükümlere göre yürütülür. (2) BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetleri iĢleme koymaz. Ancak, bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır. (3) BaĢkan gereken hâllerde, iĢi Genel Kurula götürmeden önce üyelerden birine ön inceleme yaptırabilir. SoruĢturma açılmasına yer olup olmadığının belirlenmesiiçin gerekli incelemeyi yapmak üzere görevlendirilen üye, incelemesini tamamladıktan sonra, durumu bir raporla BaĢkana bildirir. (4) Konu, BaĢkan tarafından gündeme alınarak Genel Kurulda görüĢülür. Hakkında iĢlem yapılan üye görüĢmeye katılamaz. Genel Kurulca, soruĢturma açılmasına yer olmadığına karar verildiği takdirde, karar ilgili üye ile ihbar ve Ģikâyette bulunanlara tebliğ edilir. (5) SoruĢturma açılmasına karar verildiği takdirde, Genel Kurul, üyeler arasından üç kiĢiyi SoruĢturma Kurulunu oluĢturmak üzere seçer. Kıdemli üye SoruĢturma Kuruluna baĢkanlık eder. SoruĢturma Kurulu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahiptir. Kurulun soruĢturma ile ilgili yapılmasını istediği iĢlemler, mahallinde yetkili adli makamlar tarafından derhâl yerine getirilir. (6) Ön inceleme yaptırılmasına, SoruĢturma Kurulu üyelerinin seçilmesine, soruĢturmanın yapılmasına ve gereken diğer kararların verilmesine dair esaslar Ġçtüzükle düzenlenir. (7) BaĢkanın yukarıda yazılı hâl ve hareketlerinin görülmesi veya öğrenilmesi hâlinde, BaĢkan tarafından yapılması gereken iĢlemler kıdemli baĢkanvekilince yürütülür. MADDE 19- (1) BaĢkan ve üyelerin, asli görevleri dıĢında resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve Ģerefi ile bağdaĢmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından birisine karar verilir. (2) Üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır. (3)Disiplin cezasına iliĢkin Genel Kurul kararına karĢı ilgili, kararın kendisine tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde Genel Kurula yeniden inceleme baĢvurusunda bulunabilir. Genel Kurulca yapılacak yeniden inceleme sonucunda verilen karar kesindir. Genel Kurul kararı BaĢkan tarafından ilgiliye tebliğ edilir ve yerine getirilir. (4) Hakkında üyelikten çekilmeye davet cezası verilen üye, tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde buna uymazsa istifa etmiĢ sayılır ve bu süre içinde izinli kabul edilir. MADDE 22- (1) Mahkemede, bireysel baĢvuruları karara bağlamak üzere bir baĢkanvekili baĢkanlığında yediĢer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir baĢkanvekilinin baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. (2) Bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢ bölümü ile ilgili hususlar Ġçtüzükle düzenlenir. MADDE 27- (1) Mahkemede, yargısal ve idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere yeteri kadar raportör yardımcısı atanır. (2) Hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, iĢletme, iktisadî ve idari bilimler alanlarında en az dört yıllık yükseköğrenim yapmıĢ veya bunlara denkliği kabul edilmiĢ yabancı öğretim kurumlarından mezun olanlar ya da yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye‘deki hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip baĢarı belgesi almıĢ bulunanlar arasından açılacak giriĢ sınavını kazananlar, BaĢkan tarafından raportör yardımcılığına aday olarak atanır. Sınava girebilmek için askerlik hizmetini tamamlamıĢ, erteletmiĢ veya askerlik hizmetinden muaf olmak, giriĢ sınavının yapıldığı yılın ocak ayının son günü itibarıyla, lisans ve lisansüstü öğrenimini yapmıĢ olanlar için otuz, doktora öğrenimini tamamlamıĢ olanlar için otuzbeĢ yaĢını bitirmemiĢ olmak, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel nitelikleri taĢımak Ģarttır. (3) GiriĢ sınavı, yazılı sınav ve mülakattan oluĢur. (4) Mülakat adayın; a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü, b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı, ç) Genel yetenek ve genel kültürü, d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı, yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirilir. Adaylar, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer puan üzerinden değerlendirilir ve verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz. (5) Raportör yardımcıları ve raportör yardımcı adayları 657 sayılı Kanundaki genel idare hizmetleri sınıfına dâhil olup, raportörlük sınıf ve derecelerine dâhil değildirler. Bunlara 657 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır. (6) Raportör yardımcılarının raportörlüğe atanabilmeleri için adaylık süresi hariç olmak üzere bu görevde fiilen en az beĢ yıl çalıĢmıĢ olmaları, hazırlayacakları meslekî nitelikteki tezin kabul edilmesi Ģarttır. Bu koĢulları taĢıyanlar, kadro durumu da gözetilerek Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın onayı ile raportörlüğe atanabilirler. (7) Raportör yardımcılığı adaylığına giriĢ sınavı usul ve esasları, adaylık eğitiminin Ģekli ve Ģartları, adaylık süresi sonunda yapılacak sınavın usul ve esasları, raportör yardımcılarının hazırlayacakları tezlerin Ģekil ve kapsamı ile diğer hususlar yönetmelikle düzenlenir. MADDE 33- (1)BaĢkan, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢlerde hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırmaya yetkilidir. Ġdarî personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanması MADDE 34- (1) 27 nci maddenin birinci fıkrasına göre atananlar hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler. MADDE 36- (1) ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlıdır. (2) Anayasa değiĢikliklerine karĢı iptal davaları yalnız Ģekil bakımından aykırılık iddiası ile açılabilir. (3) ġekil bozukluğuna dayanan iptal davaları Mahkeme tarafından öncelikle incelenerek karara bağlanır. (4) ġekil bozukluğuna dayanan Anayasaya aykırılık iddiası mahkemeler tarafından ileri sürülemez. MADDE 39- (1) Mahkemece, dava dilekçesinin, 38 inci maddede gösterilen Ģartları taĢıyıp taĢımadığı, kayıt tarihinden itibaren on gün içinde incelenir. BaĢvuru dilekçesinde eksiklikler varsa kararla saptanarak onbeĢ günden az olmamak üzere verilecek süre içinde tamamlanması ilgililere tebliğ olunur. (2) Dava, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üye tam sayısının en az beĢte biri oranındaki milletvekilleri tarafından açılmıĢsa, eksikliklerin tamamlanmasına iliĢkin tebligat, baĢvuru dilekçesinde tebligatların yapılacağı belirtilen milletvekillerine, dilekçede bu husus belirtilmemiĢse dilekçenin en baĢında ad ve soyadları yazılı olan iki üyeye yapılır. (3) Birinci fıkrada belirtilen süre içinde eksikliklerin tamamlanmaması hâlinde Genel Kurulca iptal davasının açılmamıĢ sayılmasına karar verilir. Bu karar, ilgililere tebliğ olunur. (4) Ġptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi hâlinde, dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığı, BaĢbakanlık ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla ilgili yazılı görüĢlerini değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler. Bireysel baĢvuru hakkı MADDE 45- (1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve buna ek Türkiye‘nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurabilir. (2) Ġhlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerekir. (3) Yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler de bireysel baĢvurunun konusu olamaz. Bireysel baĢvuru hakkına sahip olanlar MADDE 46- (1) Bireysel baĢvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir. (2) Kamu tüzel kiĢileri bireysel baĢvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kiĢileri sadece tüzel kiĢiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel baĢvuruda bulunabilir. (3) Yalnızca Türk vatandaĢlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel baĢvuru yapamaz. Bireysel baĢvuru usulü MADDE 47- (1) Bireysel baĢvurular, bu Kanunda ve Ġçtüzükte belirtilen Ģartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dıĢı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir. BaĢvurunun diğer yollarla kabulüne iliĢkin usul ve esaslar Ġçtüzükle düzenlenir. (2) Bireysel baĢvurular harca tabidir. (3) BaĢvuru dilekçesinde baĢvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres bilgilerinin, iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, baĢvuru yollarının tüketilmesine iliĢkin aĢamaların, baĢvuru yollarının tüketildiği, baĢvuru yolu öngörülmemiĢse ihlalin öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. BaĢvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi Ģarttır. (4) BaĢvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması gerekir. (5) Bireysel baĢvurunun, baĢvuru yollarının tüketildiği tarihten; baĢvuru yolu öngörülmemiĢse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı bir mazereti nedeniyle süresi içinde baĢvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren onbeĢ gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte baĢvurabilirler. Mahkeme, öncelikle baĢvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul veya reddeder. (6) BaĢvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı iĢleri tarafından eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya varsa vekiline onbeĢ günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda baĢvurunun reddine karar verileceği bildirilir. MADDE 49- (1) Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel baĢvuruların esas incelemesi bölümler tarafından yapılır. BaĢkan iĢ yükünün bölümler arasında dengeli bir Ģekilde dağıtılması için gerekli önlemleri alır. (2) Bireysel baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir. (3) Komisyonlar ve bölümler bireysel baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma ve incelemeyi yapabilir. BaĢvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir. (4) Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruĢma yapılmasına da karar verebilir. (5) Bölümler, esas inceleme aĢamasında, baĢvurucunun temel haklarının korunması için zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya baĢvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar. (6) Bölümlerin, bir mahkeme kararına karĢı yapılan bireysel baĢvurulara iliĢkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz. (7) Bireysel baĢvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve Ġçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel baĢvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır. (8) Esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar Ġçtüzükle düzenlenir. MADDE 50- (1) Esas inceleme sonunda, baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. Ġhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve iĢlem niteliğinde karar verilemez. (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir. (3) Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. Bu kararlardan hangilerinin Resmî Gazetede yayımlanacağına iliĢkin hususlar Ġçtüzükte gösterilir. (4) Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler arasındaki içtihat farklılıkları ise Genel Kurul tarafından karara bağlanır. Buna iliĢkin diğer hususlar Ġçtüzükle düzenlenir. (5) Davadan feragat hâlinde, düĢme kararı verilir. MADDE 55- (1) Mahkeme siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimi için SayıĢtaydan yardım sağlar. (2) Siyasi partiler, karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ bulunan kesin hesap ile parti merkez ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller teĢkilatının kesin hesaplarının onaylı birer örneğini haziran ayı sonuna kadar 2820 sayılı Kanuna uygun olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına gönderirler. Mahkeme kendisine gönderilmiĢ olan bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay BaĢkanlığına gönderir. (3) SayıĢtayca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere Mahkemeye gönderilir. MADDE 65- (1) Genel Kurul ve bölümler kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alır. Oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur. (2) Anayasa değiĢikliklerinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu aranır. (3) Oylamaya en kıdemsiz üyeden baĢlanır. GEÇĠCĠ MADDE 1- (1) Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal Müdürü,Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma Uzmanı kadro unvanlı görevlerde bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer. Bunlar en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve kademelerine uygun kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça durumlarına uygun iĢlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması hâlinde, aradaki fark, farklılık giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir. (2) Bu Kanunun yayımı tarihinde BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan, birinci fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanı değiĢmeyenler BaĢkanlığa ait aynı unvanlı kadrolara atanmıĢ sayılırlar. (3) Bu Kanuna göre yeniden düzenleme ve atamalar yapılıncaya kadar Mahkemenin değiĢen veya yeniden kurulan birimlerine verilen görevler daha önce bu görevleri yapmakta olan birimler tarafından yapılmaya devam edilir. BaĢkanlık, teĢkilatını ve kadrolarını en geç altı ay içinde bu Kanuna uygun hâle getirir. Bu çerçevede kadro değiĢiklikleri 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin son fıkrası hükmü uygulanmaksızın anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin hükümlerine göre yürütülür. (4) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan BaĢkan ve BaĢkanvekili, seçildikleri tarihte geçerli olan süreyi tamamlar. (5) Bu Kanunda öngörülen Ġçtüzük ve yönetmelik BaĢkanlıkça en geç altı ay içerisinde hazırlanarak yürürlüğe konulur. Ġçtüzük ve yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar, mevcut Ġçtüzük ve yönetmeliğin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. (6) Mevzuatta 10/11/1983 tarihli ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanuna yapılmıĢ olan atıflar, bu Kanuna aykırı hükümleri hariç, bu Kanuna yapılmıĢ sayılır. (7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce gerçekleĢtirilen tedavi giderleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 2949 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi hükümleri esas alınır. (8) Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleĢen nihai iĢlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel baĢvuruları inceler. MADDE 77- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.‖ B- Dayanılan ve Ġlgili Görülen Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 7., 9., 36., 69., 74., 125., 128., 138., 140., 146., 148. ve 149. maddelerine dayanılmıĢ, 91. maddesi ise ilgili görülmüĢtür. III- ĠLK ĠNCELEME Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü‘nün 8. maddesi uyarınca HaĢim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELĠ, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAġ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI ve Erdal TERCAN‘IN katılımlarıyla 16.6.2011 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aĢamasında karara bağlanmasına OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir. IV- ESASIN ĠNCELENMESĠ Dava dilekçesi ve ekleri, iĢin esasına iliĢkin Raportör Ahmet KIRTEPE tarafından hazırlanan esas inceleme raporu, iptali istenilen Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüĢülüp düĢünüldü: A- Kanun’un 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan “…veya yaptırmak…” Ġbaresi ve 55. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesi ile (3) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi 1- Açıklama Ġptali istenen ibare Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 3. maddesinde yer almaktadır. Ġbarenin yer aldığı (e) bendinde, siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak Mahkemenin görevleri arasında sayılmıĢtır. Siyasi partilerin mali denetiminin nasıl yaptırılacağına iliĢkin hükümler ise Kanun‘un 55. maddesinde belirtilmiĢtir. Bu maddenin (1) numaralı fıkrasında, Mahkemenin siyasi partilerin mali denetiminde SayıĢtay‘dan yardım alacağı, (2) ve (3) numaralı fıkralarında ise ―Siyasi partiler, karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ bulunan kesin hesap ile parti merkez ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller teĢkilatının kesin hesaplarının onaylı birer örneğini haziran ayı sonuna kadar 2820 sayılı Kanuna uygun olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına gönderirler. Mahkeme kendisine gönderilmiĢ olan bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay BaĢkanlığına gönderir. Belgelerin incelenmesi sonucunda SayıĢtayca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere Mahkemeye gönderilir.‖ kuralına yer verilmiĢtir. Yukarıda yer verilen kuraldan da anlaĢılacağı üzere Kanun‘un 3. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında sayılan siyasi partilerin mali denetimini yaptırmak iĢinin usul ve yöntemi Kanun‘un 55. maddesinde açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Ġptal baĢvurusunda, 3. maddede yer alan ve siyasi partilerin mali denetimiyle ilgili “…veya yaptırmak…” ibaresinin yanı sıra, Kanun‘un 55. maddesinin yukarıda yer verilen (2) numaralı fıkrasının son cümlesi ile (3) numaralı fıkrasının da iptali istenilmiĢ, baĢvuru dilekçesinde aynı gerekçelerle kuralların Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüĢtür. Bu nedenle, iptali istenen 3. maddedeki ibare ile 55. maddedeki cümle ve fıkra arasındaki hukuki bağlantı nedeniyle bu ibare, cümle ve fıkraya yönelik incelemenin aynı baĢlık altında, birlikte değerlendirilmesi gerekmiĢtir. 2- Anayasaya Uygunluk Denetimi Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 69. maddesinde, siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetiminin Anayasa Mahkemesince yapılacağı, denetime iliĢkin yöntemlerin ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların kanunda gösterileceği, Mahkemenin denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan yardım sağlayacağının belirtildiği, Anayasa‘da Mahkemeye denetimin baĢka bir kuruma yaptırılması konusunda herhangi bir görev ve yetki verilmediği, Anayasa‘da yer alan düzenlemenin, denetimi yaptırmak değil, sadece “SayıĢtay‟dan yardım” sağlamayı kapsadığı, Anayasa gereği, bu denetim görevinin, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢa yaptırılmasının mümkün olmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 69. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü fıkrasında, Anayasa Mahkemesince siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢ ve Anayasa Mahkemesinin bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan yardım sağlayacağı kuralına yer verilmiĢ, maddenin son fıkrasında da siyasi partilerin kuruluĢ ve çalıĢmalarının, denetlenmelerinin maddede yer verilen esaslar çerçevesinde kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 148. maddesinde ise “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri yerine getirir.” kuralı yer almaktadır. Bu kural gereğince Anayasa‘nın 69. maddesinde siyasi partilerin mali denetimi ile ilgili görev Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir. Kanun koyucu, Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü ve son fıkralarındaki yetkiye dayanarak siyasi partilerin mali denetimlerinin nasıl yapılacağına iliĢkin usul ve esaslara hem 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nda hem de 6216 sayılı Kanun‘da yer vermiĢtir. 2820 sayılı Kanun‘da siyasi partilerin mali denetimine iliĢkin daha ayrıntılı kurallara yer verildiğinden 6216 sayılı Kanun‘da bu konuda ayrıntıya girilmeden Mahkemece yapılacak denetimlerin 2820 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak yapılması gereği belirtilmiĢ ve SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın usul ve kapsamına iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘da yer alan düzenlemelere göre Anayasa Mahkemesinin siyasi partilerin mali denetimleriyle ilgili olarak SayıĢtay‘dan alacağı yardım, kesin hesaplara iliĢkin belgeleri inceleyerek rapor düzenlemek Ģeklinde bir yardımdır. Kanun‘un 55. maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesi ile (3) numaralı fıkrasında SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın kapsamı ve niteliği açıkça belirtilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi aynı yardımı 2820 sayılı Kanun‘un 75. maddesinin ikinci fıkrasına göre, mahallin en kıdemli adli veya idari yargı hâkimi kontrolünde yaptıracağı inceleme ve araĢtırmalarla yerel hâkimlerden alabileceği gibi bu amaçla, yeminli bilirkiĢi dahi görevlendirerek rapor hazırlattırabilir. Mahkemelerin kanunun uygulanması dıĢında uzmanlık gerektiren konularda bilirkiĢiye baĢvurması adil yargılanma hakkının gereği olarak değerlendirilmelidir. Siyasi partilerin karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ kesin hesaplarını Mahkemeye gönderdikten sonra Mahkemenin hesap denetiminde uzman bir kurum olan ve Anayasa‘da mali denetim konusunda zorunlu olarak yardım alınması gerektiği belirtilen SayıĢtay‘dan, kesin hesapların ve bağlı belgelerinin incelenmek üzere gönderilerek bu konuda rapor istenmesi Ģeklinde çerçevesi çizilen bir yardımın, yetki devri niteliğinde olmadığı açıktır. Kanunlarda yer alan bir ibarenin, bağlantılı olduğu diğer hükümlerden koparılarak öncesi ve sonrasından bağımsız, sırf sözlükteki anlamı ile değerlendirilmemesi ve kanun koyucunun bu noktadaki amaç ve iradesinin ortaya çıkarılarak yoruma muhtaç ibare ile bu ibarenin bağlantılı olduğu diğer kurallar birlikte değerlendirilerek ortaya çıkan anlama göre Anayasa‘ya aykırılık değerlendirmesi yapılması gerekir. Dava dilekçesinde iptali istenen “…veya yaptırmak” ibaresi, siyasi partilerin mali denetiminin Anayasa Mahkemesince baĢka bir kuruma devredilmek suretiyle yaptırılması Ģeklinde anlamlandırılarak Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüĢtür. Ancak Kanun‘un 55. ve 56. maddeleri ile bu maddelerin yollamasıyla 2820 sayılı Kanun‘un 74. ve 75. maddelerindeki düzenlemeler karĢısında, bu ibare dava dilekçesinde belirtildiği Ģekilde anlaĢılamaz. Bu nedenle 6216 sayılı Kanun‘un 55. ve 56. maddelerinde mali denetim konusunda SayıĢtay‘dan alınacak yardım ve bu yardımın kapsamı ile 3. maddesinde yer alan “…veya yaptırmak” ibaresinin Anayasa‘nın 69. maddesinde yer alan “SayıĢtay‟dan yardım sağlar” Ģeklindeki Anayasa Mahkemesine verilen görevin kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 69. ve 148. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralların, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. Fulya KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN bu görüĢe, “…veya yaptırmak” ibaresi yönünden katılmamıĢlardır. B- Kanun’un 6. Maddesinin Ġncelenmesi 1- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinde Yer Alan “…yapıyor…” Ġbaresinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 146. maddesinin üçüncü fıkrasında, CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖ seçeceğinin öngörüldüğü, Anayasa‘daki, ―raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri‖ sözcüklerinin, fiilen raportörlük yapıyor olup olmadığına bakılmaksızın, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanları da kapsadığı oysa, 6216 sayılı Kanun‘da yer alan, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖ kuralı, üye seçilme sırasında, fiilen raportör olanları kapsadığı, Kanun‘daki ―yapıyor‖ sözcüğü, sadece fiilen görev yapan raportörlerin üye seçilebilmesine imkan sağlarken, Anayasa‘daki ―yapmıĢ‖ sözcüğü, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanların da üye seçilebilmesine imkan tanıdığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘da, 5982 sayılı Kanunla yapılan değiĢikle birlikte, Anayasa Mahkemesinin üye sayısı on yediye çıkarılmıĢ ve Mahkemede raportör olarak görev yapmıĢ olanların da üye seçilmelerine imkan tanınmıĢtır. Anayasa‘nın 146. maddesindeki düzenlemede, CumhurbaĢkanının, dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçebileceği belirtilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu ve üyelerinin seçilme yeterliliği düzenlenmiĢtir. Bu maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinde, Mahkeme üyeliğine seçilebilmek için Mahkemede ―asgari beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖ kuralına yer verilmiĢtir. Ayrıca Kanun‘un 7. maddesinde de üyelerin seçimi düzenlenmiĢ ve burada Anayasa‘nın 146. maddesindeki konuya iliĢkin düzenleme aynen aktarılarak CumhurbaĢkanının dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçeceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 146. maddesi ve 6216 sayılı Kanun‘un 6. ve 7. maddelerindeki düzenlemeler birlikte dikkate alındığında bir kiĢinin raportör kontenjanından Mahkeme üyeliğine seçilebilmesi için Mahkemede en az beĢ yıl raportör olarak görev yapmıĢ olmasının yeterli olduğu, seçilme anında halen bu görevi yapıyor olması gibi ek bir koĢulun aranmadığı açıktır. Bu nedenle iptali istenen ibare, Kanun'daki diğer düzenlemeler ile birlikte değerlendirildiğinde Anayasa‘nın 146. maddesinde yer verilen ―en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ‖ Anayasa Mahkemesi raportörlerini de kapsadığından dava konusu kuralın, Anayasa‘ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. 2- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin (3) Numaralı Alt Bendinin “…Yükseköğretim Kurulu Başkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteşar, müsteşar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak…” Bölümünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 146. maddesinde Anayasa Mahkemesine seçilecek üst kademe yöneticilerinin kimler olduğunun belirtilmediği, bu konuda kanun koyucuya takdir hakkı tanındığı ancak, kanun koyucuya tanınan hakkın, bu yöneticileri dar ya da geniĢ tutma konusunda sınırsız bir yetki içermediği, kanun koyucunun 6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendinde yaptığı belirleme ile Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen niteliğine, görev ve yetkilerine uygun bir tercih olmadığı, dolayısıyla kuralın Anayasa‘nın 2. ve 146. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 5982 sayılı Kanunla değiĢik 146. maddesinin üçüncü fıkrasında, CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖ seçeceği öngörülmüĢtür. Aynı maddenin beĢinci fıkrasında da, kırkbeĢ yaĢını doldurulmuĢ olması kaydıyla, üst kademe yöneticilerinin yükseköğretim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ olması Ģartı getirilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesi, Mahkemenin kuruluĢu ve üyelerinin seçilme yeterliliğini düzenleyen kurallar içeren bir maddedir. Bu maddede Yargıtay, DanıĢtay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi ve SayıĢtay‘dan gelecek üyelerin seçilme yeterliliklerinin yanında CumhurbaĢkanı tarafından doğrudan seçilecek üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi raportörlerine iliĢkin ölçütler de belirlenmiĢtir. Bu kapsamda olmak üzere Anayasa‘nın 146. maddesinde açıkça belirtilmediği için kimlerin üst kademe yöneticisi olduğu hususu da Kanun‘un 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendinde belirtilmiĢtir. Bu düzenlemeye göre ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak…‖ üst kademe yöneticisi sayılmıĢ ve bu kiĢilerin en az yirmi yıl kamu hizmetinde çalıĢmıĢ olmak kaydıyla Anayasa Mahkemesine üye olarak seçilebilecekleri belirtilmiĢtir. Öğretide kimlerin üst kademe yöneticisi sayılmaları gerektiği konusunda bir birlik bulunmadığı gibi birçok kanunda da üst kademe yöneticilerinin kimlerden oluĢtuğu yönünde yeknesaklık bulunmamaktadır. ―Kamu politikasının oluĢumuna katılma‖, ―seçimle gelmemekle birlikte etkin bir otoriteye sahip olma‖, ―kuruluĢunun en üst düzeyinde bulunan‖, ―kuruluĢ amacının gerçekleĢmesinden önemli yetki ve sorumluluklarla donatılmıĢ, kuruluĢun planlama, örgütlenme, personel ve kadrolarını yönetme, denetim ve temsil gibi iĢlevlerin bir bölümünü görev olarak yerine getiren‖ biçiminde ölçütler kullanıldığı anlaĢılmıĢtır. Anayasa Mahkemesine üye seçilecek üst kademe yöneticileri Anayasa‘da sayılmamıĢ ve bu yöneticilerin niteliklerine iliĢkin Anayasa‘nın 146. maddesinin beĢinci fıkrasında belirtilen kırkbeĢ yaĢını doldurmuĢ, yüksek öğrenim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde çalıĢmıĢ olma koĢulları dıĢında herhangi bir düzenlemeye yer verilmeyerek bu konu kanun koyucunun takdirine bırakılmıĢtır. Kanun koyucu, Anayasa‘da düzenleme bulunmayan konularda yasama yetkisinin genelliği ilkesinin gereği olarak 6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesindeki dava konusu kuralda ―Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali‖ olarak üst kademe yöneticilerini belirlemiĢtir. Belirlenen bu kiĢilerin niteliği dikkate alındığında kanun koyucunun Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen görev ve yetkilerine uygun bir tercih yaptığı, bu nedenle diğer kanunlarda üst kademe yöneticisi olarak sayılanlara 6216 sayılı Kanun‘da yer verilmemesinin takdir alanı içinde kaldığı açıktır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. C- Kanun’un 13. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) ve (d) Bentlerinin Ġncelenmesi 1- Fıkranın (a) Bendinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri ile çalıĢma ve yargılama usulünü belirleyen Anayasa‘nın 148. ve 149. maddelerinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına, ―Genel Kurulun Mahkeme BaĢkanının veya belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında toplanması‖ dıĢında özel bir görev ve yetki verilmediği, Anayasa‘da geçen, Anayasa Mahkemesi ifadesinin, 146. maddenin birinci fıkrasında ―onyedi üyeden‖ kurulu mahkeme olarak tanımlandığı, Genel Kurulla birlikte, ―iki bölüm‖ ve bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlardan oluĢan bir iĢ bölümünün de öngörüldüğü, bu nedenle Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündeminin BaĢkan tarafından belirlenmesinin Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrasında, bölümlerin baĢkanvekili baĢkanlığında, genel kurulun ise BaĢkanın veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında toplanacağı belirtilmiĢ, maddenin beĢinci fıkrasında da ―Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu, genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin iĢleri kanunla; mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralına yer verilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘un 13. maddesinde, Anayasa‘da yapılan değiĢiklikler de dikkate alınarak BaĢkanın görev ve yetkileri düzenlenmiĢtir. Maddedeki düzenlemeye göre; a- Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek, b- Genel Kurula ve Yüce Divana baĢkanlık etmek, gerekli gördüğü takdirde kendi yerine bu görevleri ifa etmek üzere baĢkanvekillerinden birini görevlendirmek, c- Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılarını görevlendirmek ve görevden almak, d- Mahkemeyi temsil etmek, e- Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak, f- Harcamaların Mahkeme bütçesine uygunluğunu denetlemek, g- Bölümlerden birinin fiilî ya da hukuki imkânsızlık nedeniyle toplanamaması hâlinde diğer bölümden üye görevlendirmek, h- Mahkeme personelinin atamasını yapmak, ı- Mahkemenin verimli ve düzenli çalıĢmasını sağlamak ve bu amaçla uygun göreceği tedbirleri almak, j- Gerekli gördüğü takdirde basına ve kamuoyuna Mahkemeyle ilgili bilgi ve demeç vermek veya bu maksatla baĢkanvekili, üye veya raportör görevlendirmek, BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır. Mülga 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘da, BaĢkanın görev ve yetkileri açık olarak bir madde baĢlığı altında düzenlenmemiĢ, bu konuya kısmen mülga Anayasa Mahkemesi içtüzüğü‘nde yer verilmiĢtir. Nitekim anılan Ġçtüzüğün 28. maddesinde, ―Toplantıların gününü belli etmek ve gündemi düzenlemek BaĢkanlığa aittir.‖ denilerek bu konunun BaĢkanın görevi olduğu belirtilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘da ise kanun koyucu BaĢkanın görev ve yetkilerini açık bir Ģekilde sayarak düzenlemiĢ ve önceden içtüzük‘te yer alan BaĢkanın gündemi belirleme görevi, maddenin (a) bendinde yer almıĢtır. Maddede sayılan tüm görev ve yetkiler, niteliği itibariyle bir kurumun düzenli, verimli ve uyum içinde çalıĢması için, o kurumu temsil eden ve baĢkanlık yapan kiĢilere tanınan, yapılan görevin gereği olarak nitelendirilecek görev ve yetkilerdir. Genel Kurulun ve bölümlerin gündeminin belirlenmesi, idari niteliği olan bir iĢ olup bu görevin Kurul veya bölümler tarafından yerine getirilmesi, dava dilekçesinde ileri sürüldüğü gibi Kurulun ve bölümlerin karar yetkilerinin sınırlandırılması sonucunu doğurmaz. Aksine bu kurulların uyum içerisinde hızlı ve verimli çalıĢmasına katkı sağlar. Diğer taraftan, bir konunun Anayasa‘da düzenlenmemiĢ olması kanunla düzenlenmesine engel değildir. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi gereğince kanun koyucu, Anayasada yer almayan konuları kanunla düzenleyebilir. Bu nedenle Anayasa‘da Mahkeme BaĢkanına Genel Kurul ve Bölümlerin gündemini belirleme görevi verilmemiĢ olması, bu hususun kanuni düzenlemeye konu yapılmasını Anayasa‘ya aykırı hale getirmez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasanın 149. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 2- Fıkranın (d) Bendinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin, ―Kurul‖ esasına dayalı bir Mahkeme olduğu, ―BaĢkan‖ esasına dayalı olmadığı, Anayasa‘nın, Mahkeme BaĢkanına Mahkemenin görev, yetki, çalıĢma ve yargılama usulüne yönelik özel bir görev ve yetki vermediği, BaĢkanın merkezde olduğu ya da üstün olduğu bir çalıĢma usulünün benimsenmediği, bu nedenle Mahkemenin bütününü ilgilendiren Mahkeme yönetmeliklerinin, Genel Kurul yerine BaĢkan tarafından onaylanması yönündeki kuralın, Anayasanın 2. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında ―Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu, genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, baĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin iĢleri kanunla; mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralına yer verilmiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘un 13. maddesinde, Anayasa‘da yapılan değiĢiklikler de dikkate alınarak BaĢkanın görev ve yetkileri düzenlenmiĢ, Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak da bu kapsamda sayılarak, Kanunla BaĢkana verilen görevler arasında yer almıĢtır. Yukarıda fıkranın (a) bendi incelenirken ifade edildiği gibi mülga 2949 sayılı Kanun‘da BaĢkanın görev ve yetkileri bir baĢlık altında belirtilmemiĢ, anılan Kanun‘un değiĢik maddelerinde bu konuya yeri geldikçe değinilmiĢ ve ilgili maddede düzenlenen görevin BaĢkan tarafından yerine getirileceği belirtilmiĢtir. Ancak yönetmeliklerin BaĢkan tarafından onaylanacağına ne mülga 2949 sayılı Kanun‘da ne de mülga içtüzük‘te yer verilmiĢtir. Buna karĢın uygulamada iĢin doğası gereği olarak Mahkemenin idari faaliyetlerinin düzenlendiği yönetmelikler Mahkeme BaĢkanları tarafından onaylanmıĢtır. Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında, Anayasa koyucu hangi konuların kanunla veya içtüzükle düzenleneceğini saymak suretiyle belirlemiĢtir. Mahkemenin kuruluĢu, Genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin iĢlemleri kanunla; Mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢ bölümü kendi yapacağı iç tüzükle düzenlenecektir. Anayasa‘nın kanunla ve içtüzükle düzenleneceğini belirttiği konular dikkate alındığında, bu konuların Anayasa‘da kanunla düzenlenmesi zorunlu olan hususlar ile Mahkemenin yargısal iĢlemleriyle ilgili faaliyetlerini kapsadığı açıktır. Yönetmelikle belirlenecek konular ise 6216 sayılı Kanun‘un 23., 27., 28., 29. ve 44. maddelerinde belirtilmiĢtir. Anılan maddelerde yönetmeliğe bırakılan konular incelendiğinde bu konuların Mahkemenin yönetimi, Genel Sekreterliğe bağlı birimlerin çalıĢma esasları, aday memurların sınav usulü, adaylık süreleri, eğitimi, hizmet birimlerinin görev ve sorumlulukları gibi Mahkemenin idari faaliyetlerini kapsadığı anlaĢılmaktadır. Mahkemenin temsili ve yönetimi BaĢkana aittir. Temsil ve yönetim kapsamında kalan ve idari faaliyet alanını düzenleyen yönetmeliklerin onayının da yönetim görevi içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 149. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. D- Kanun’un 14. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine iliĢkin baĢvuru gerekçesinde belirtilen nedenlerle kuralın, Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 14. maddesinde, baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri düzenlenmiĢtir. Bu maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, ―BaĢkanı oldukları bölümün gündemini belirlemek‖ baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır. Kanun‘un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine yönelik Anayasa‘ya aykırılık incelenmesinde yer verilen gerekçelerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 149. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. E- Kanun’un 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendi ile (e) Bendinde Yer Alan “…Başkanın izniyle…” Ġbaresinin Ġncelenmesi 1- Fıkranın (ç) Bendinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerindeki bağımsızlık ve güvence ile evrensel yargı etiği ilkelerinin, Anayasa Mahkemesini olduğu gibi Anayasa Mahkemesi üyelerini de kapsadığı, Anayasa‘da belirtilen özel ve özgün niteliklere sahip üyelerin, kanunla bir takım sınırlamalara ve baskılara tabi tutulmasının Anayasa‘nın 138. ve 140. maddeleriyle 146., 147. ve 148. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde kabul edilemez olduğu, Kanun‘un 44. maddesinde "Mahkemenin müzakereleri gizlidir." kuralına yer verildiği, bu kuralın varlığına rağmen üyeleri ayrıca gizlilik baskısı altında tutmanın kanun koyucunun amacını aĢan bir nitelik taĢıdığı, hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorunda olan Anayasa Mahkemesi üyelerini ―oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza‖ yükümlülüğü altında tutmanın, onları baskı altında tutmak anlamına geldiği, diğer taraftan ―oturum ve oylamanın gizliliği‖ sözcüklerinin belirsizlik içerdiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 138. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 138. maddesinde, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 140. maddesinin ikinci fıkrasında ise hâkimlerin mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatına göre görev ifa edecekleri belirtilmiĢtir. Dava konusu (ç) bendinin de yer aldığı Kanun‘un 15. maddesinde, Anayasa Mahkemesi üyelerinin yükümlülükleri düzenlenmiĢtir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, üyelerin hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorunda oldukları, görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunamayacakları; (b) bendinde, geçerli bir mazeretleri olmadıkça oturumlara katılmalarının gerektiği; (c) bendinde, Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini açıklayamayacakları; dava konusu kural olan (ç) bendinde ise üyelerin oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza edecekleri belirtilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi üyeliği, Anayasa‘nın 139., 140. ve 147. maddelerinde belirtilen bağımsızlık ve güvencelerden yararlanan, nitelikleri, kariyeri, seçimi, görev, yetki ve sorumlulukları Anayasa‘da gösterilen ve anayasal güvence altında bulunan bir görevdir. Anayasa Mahkemesi üyeleri sahip oldukları anayasal ve kanuni statü ve güvencelerle birlikte ayrıca baktıkları dava ve iĢler ile ilgili olarak Kanun‘da yer alan kurallar ile evrensel yargı etiği ilkelerine uygun olarak davranmak zorundadır. Bu zorunluluk yazılı kurallarla birlikte yazılı olmayan ve hâkimlik mesleğinin gereği olarak kabul edilen toplumsal değer yargılarıyla belirlenmektedir. Dava konusu kuralda belirtilen ―oturum ve oylamanın gizliliğini muhafaza etme‖ yükümlülüğü, üyelerin etki altında kalmadan, güven ortamında serbestçe ifade edilen görüĢ ve düĢüncelerinin dıĢarıya yansımasını önlemeye dönük bir düzenlemedir. Bu nedenle bu tür bir yükümlülüğe Kanun‘da yer verilmesi Anayasa Mahkemesi üyelerine baskı Ģeklinde değerlendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 2- Fıkranın (e) Bendinde Yer Alan “…Başkanın izniyle…” Ġbaresinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, üyelerin davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılabilmelerinin BaĢkanın iznine bırakılmasının üyelerin bağımsızlıkları ile bağdaĢmadığı ayrıca, Anayasa‘da, Mahkeme BaĢkanına özel olarak hiyerarĢik bir görev ve yetki verilmediği, ―izin‖ verip vermeme konusunda da BaĢkana sınırları belirsiz bir takdir yetkisi verildiği, yetkinin belirsizlik içermesi nedeniyle hukuk güvenliği ilkesinin zedelendiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7., 138., 140. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 138. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları belirtilmiĢ; ikinci fıkrasında, hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği kural altına alınmıĢtır. Anayasa‘nın 140. maddesinin ikinci fıkrasında ise hâkimlerin mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa edecekleri belirtilmiĢtir. Kanun‘un 15. maddesinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin yükümlülükleri düzenlenmiĢtir. Kanun koyucu bu kuralda, hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmeyi, görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunmamayı, geçerli bir mazeretleri olmadıkça oturumlara katılmayı, Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini açıklamamayı ve görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev almamayı üyelerin yükümlülükleri arasında saymıĢtır. Kanun koyucu, Anayasa‘nın 146. maddesinin son fıkrasındaki düzenlemeye paralel olarak ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı 15. maddenin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, üyelerin resmî veya özel hiçbir görev alamayacaklarını belirttikten sonra bilimsel kongre ve konferansları bu kapsamın dıĢında tutarak bu gibi toplantılara davetleri hâlinde katılabileceklerini belirtmiĢ ancak, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin aksamaması için katılımı izin koĢuluna bağlamıĢtır. Anayasa‘nın 148. maddesinde yer verilen ve Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri arasında sayılan, Genel Kurul, bölümler ve komisyonların gündeminde olan konuları görüĢerek sonuca bağlamak, üyelerin asli görevleri olup öncelikli olarak yerine getirilmesi zorunludur. Anayasa Mahkemesinin, Anayasa‘da belirtilen görevlerini aksatmadan yerine getirebilmesi, üyelerinin özverili çalıĢmalarının yanında bu çalıĢmaların koordinasyonu ve Mahkemedeki asli görevlerinin sürekliliği ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle üyelerin Mahkeme dıĢı ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel faaliyetlere katılımlarının gerek Genel Kurul gerekse bireysel baĢvuruları inceleyecek bölümlerin asıl görevlerini ifada herhangi bir soruna yol açmaması, bu toplantılara katılımın Mahkemeyi temsil ve idare yetkisi bulunan BaĢkan tarafından koordine edilmesiyle mümkündür. Ayrıca, dava konusu kuralda yer alan ―izin‖, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin zamanında yerine getirilmesi ile Mahkemenin verimli ve uyumlu çalıĢmasının gereği olarak idari iĢlemler için BaĢkana verilmiĢ bir yetki olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle üyelerin bilimsel toplantılara katılmaları yargısal faaliyet kapsamında değerlendirilemeyeceğinden bu toplantılara katılımın BaĢkanın iznine bağlanmıĢ olması Anayasa‘da yer alan hâkimlik teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkelerine aykırılık oluĢturmaz. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 149. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüĢe katılmamıĢlardır. F- Kanun’un 16. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Cümlesi ile (5) Numaralı Fıkrasının Üçüncü Cümlesinin Ġncelenmesi 1- (2) Numaralı Fıkranın Ġkinci Cümlesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde, isimsiz ve imzasız veya adressiz olarak yapılan ancak, somut delile dayanan ihbar ve Ģikayetlerin değerlendirmeye alınarak konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılmasının, ―müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz‖ Ģikâyetlerin iĢleme konulmasının yolunu açacağı, bu durumun hukuk devletinin ve ihbar ve Ģikâyet hakkının gereklerini ihlal ettiği ayrıca, somut delil durumunun değerlendirmesinin BaĢkanın takdirine bırakılmasının BaĢkana, Anayasa‘da öngörülmeyen geniĢ ve belirsiz bir takdir yetkisi verdiği, bu durumun yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 74. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Kanun‘un 16. maddesinde, BaĢkan ve üyeler hakkında yapılan Ģikayetlerin disiplin iĢlemleri ile bu iĢlemlerin inceleme ve soruĢturma usulü düzenlenmiĢtir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasında, BaĢkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri için soruĢturma açılmasının Genel Kurulun kararına bağlı olduğu; (2) numaralı fıkrasında ise müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikayetlerin baĢkan tarafından iĢleme konulmayacağı, ancak bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırmanın yapılacağı belirtilmiĢtir. Bir kiĢi hakkında ceza veya disiplin soruĢturması yapılmasının en önemli unsuru somut delilin varlığıdır. Somut delile dayanan bir iddia kim tarafından ileri sürülmüĢ olursa olsun, disiplin veya ceza kovuĢturması açılmasının ön Ģartı niteliğindedir. Kanun koyucu birinci cümlede somut delile dayanmamakla birlikte ayrıca isimsiz ve imzasız, belli bir olayı ve nedeni içermeyen Ģikâyetlerin hukuken dikkate alınmayacağını belirtmiĢtir. ġikâyetin hukuken dikkate alınmamasının sebebi, iddianın somut bir delile dayanmaması veya belirli bir olayı içermemesidir. Somut bir delil veya belirli bir olayı içeren iddiaların ispatlanabilir olması nedeniyle kanun koyucu bu nitelikleri taĢıyan Ģikâyetlerin ciddiye alınması gereğini belirterek konu hakkında gerekli inceleme yapılmasını kurala bağlamıĢtır. Kanun koyucu, BaĢkan tarafından iĢleme konulacak Ģikâyetlerde özellikle soyut nitelikli iddia yerine kanuni bir terim olan ―somut delil‖ kavramını kullanmıĢtır. Somut delile dayanan ihbar ve Ģikâyetler kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın hukuki nitelik taĢırlar. Hukuk devletinin gereği olan adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdürme görevi, hukuka aykırı fiil ve davranıĢları hakkında somut delil bulunan kiĢilerle ilgili gerekli soruĢturma veya incelemenin yapılarak, hukuka aykırı fiillere gerekli yaptırımların uygulanması ile mümkündür. Bu nedenle adaletli bir hukuk düzeninin devamını sağlayıcı nitelikteki kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Ayrıca, Anayasa‘da kanunla düzenlenmesi yasak olan konular dıĢında yasama yetkisinin genelliği ilkesi gereğince her konu kanun koyucu tarafından kanunla düzenlenebilir. Bu nedenle somut delile dayanan ve hukuki bir nitelik taĢıyan ihbar ve Ģikâyetlerin Mahkeme BaĢkanı tarafından iĢleme konulması, Anayasa‘da yer verilmeyen bir yetkinin kanunla Mahkeme BaĢkanına tanınması anlamını taĢımaz. Diğer taraftan, dava konusu kural bir kanun hükmü olup bu konuda idareye düzenleyici iĢlem yapma yetkisi vermediğinden yasama yetkisinin devrinden de söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 7. ve 74. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 2- (5) Numaralı Fıkranın Üçüncü Cümlesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 16. maddenin (5) numaralı fıkrasında, Genel Kurulca, soruĢturma açılmasına karar verildiği takdirde, Genel Kurulun, üyeler arasından üç kiĢiyi SoruĢturma Kurulunu oluĢturmak üzere seçeceğinin belirtildiği, dava konusu kuralla da SoruĢturma Kuruluna, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun (CMK) Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilerin verildiği belirtilerek bu durumun SoruĢturma Kurulunda görev alacak Anayasa Mahkemesi üyelerine, Anayasa‘da yer verilmeyen bir yetki tanıma anlamına geleceği, SoruĢturma Kurulunun, ―mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı‖ esaslarına göre çalıĢan yargısal nitelikte bir kurum olmadığı, CMK‘ya göre yapılan iĢlemler ile Cumhuriyet savcısına tanınan yetkilerin yargısal nitelikte olduğu, iddia hakkının, yargısal bütünlük dıĢına çıkarılarak, Cumhuriyet savcısı dıĢında, üyeler tarafından yerine getirilmesinin hukuk güvenliğini sarsan ve Anayasa‘nın öngördüğü yargısal bütünlüğe uygun düĢmeyen bir yaklaĢım olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 9., 36., 140., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerinin disiplin iĢlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Bu çerçevede Kanun‘un ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan 16 ila 19. maddelerinde disiplin, suç ve cezai iĢler düzenlenmiĢtir. Kanun‘un 16. maddesi, Anayasa Mahkemesi BaĢkanı ve üyeleri hakkında disiplin iĢlemleri ile suç ve cezalara iliĢkin inceleme ve soruĢturma usulünü düzenleyen bir kuraldır. Maddedeki düzenlemeye göre ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri hariç Mahkeme baĢkan veya üyeleri hakkında suç iĢlediklerine dair iddiaların inceleme ve soruĢturulması, genel hükümlerden ayrık tutularak Kanun‘un 16. ve devamı maddelerinde düzenlenmiĢtir. Dava konusu kuralda ise BaĢkan veya üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri nedeniyle haklarında soruĢturma açılmasına Genel Kurulca karar verilmesi halinde, soruĢturmayı yapacak olan ve Genel Kurulca seçilen üç kiĢilik SoruĢturma Kurulunun CMK‘nın Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahip olduğu belirtilmiĢtir. Yüksek yargı organlarının baĢkan ve üyelerinin görevleri sırasında iĢledikleri iddia edilen suçlar ile kiĢisel suçları yönünden genel hükümlerden farklı soruĢturma ve kovuĢturma usulüne tabi tutulmaları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının gereğidir. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatını göz önünde bulunduran, kiĢi güvenliğini sağlayarak her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdüren devlettir. SoruĢturma Kurulunun, etkin ve teknik anlamda bir soruĢturma yapabilmesi, bu Kurulun CMK‘nın Cumhuriyet savcılarına tanıdığı yetkileri kullanmalarına bağlıdır. Gerek CMK‘da olsun gerek diğer özel kanunlarda olsun Cumhuriyet savcılarına verilen yetkiler görevleriyle bağlı, diğer bir ifade ile etkin bir soruĢturma yapmalarını temin içindir. Bu yetkiler Anayasa‘da yer alan hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde suçun ve suçlunun belirlenmesi ve mahkeme önüne çıkarılması amacıyla verilmiĢ yetkilerdir. Dolayısıyla, bu yetkilerin aynı görevi yapacak olan SoruĢturma Kuruluna verilmesi Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan ve adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan hukuk devletinin gereğidir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 9., 36., 140. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. G- Kanun’un 19. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…Genel Kurulun…” Ġbaresinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, 19. maddenin (2) numaralı fıkrasında ―üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır‖ denilerek, üyelikten çekilmeye davet edilme cezası için, yerinde olarak, nitelikli çoğunluğun arandığı ancak, Anayasa‘nın 149. maddesinde Genel Kurulun en az 12 üye ile toplanacağının belirtildiği, üye tam sayısının 17 olduğu, Kanun‘da herhangi bir niteleme yapılmadan ―Genel Kurul‖ sözcükleri kullanmakla yetinildiği, bu sözcüklerin ―üye tam sayısı‖ ya da ―toplantıya katılan üyeler‖ nitelendirmesi yapılmadığı için soyut ve belirsiz olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 19. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kanun koyucu, BaĢkan ve üyelerin, asli görevleri dıĢında resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve Ģerefi ile bağdaĢmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından birisine karar verileceğini belirtmiĢ; (2) numaralı fıkrasında ise ―Üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır.‖ kuralına yer vermiĢtir. Anayasa‘nın 146. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin 17 üyeden kurulacağı, 149. maddesinde ise Genel Kurulun BaĢkan veya BaĢkanın görevlendirdiği baĢkanvekilinin baĢkanlığında en az oniki üye ile toplanacağı, kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘da, kararların özelliğine göre salt ya da nitelikli çoğunluk belirlenirken, nitelikli çoğunluğun ―üye tamsayısına‖ ya da ―toplantıya katılan üyelerin sayısına‖ bağlı olacağı gösterilmiĢtir. Anayasa‘nın 146. maddesinde, BaĢkan ve baĢkanvekillerinin seçiminde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 147. maddesinde, üyeliğin, görevini sağlık bakımından yerine getirmeyeceğinin kesin olarak anlaĢılması halinde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 149. maddesinde, Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için ―toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğu‖ öngörülmüĢtür. Anayasa‘da belirtilen bu ayrık durumlar dıĢında Genel Kurul, Mahkeme BaĢkanının veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında oniki üye ile toplanacak ve katılanların salt çoğunluğu ile karar alacaktır. Anayasa‘nın 149. maddesinde, Genel Kurula verilen görevleri yapmak üzere toplantı yeter sayısı ile toplanan heyet ―Genel Kurul‖ olarak ifade edilmiĢtir. Dava konusu kuralda da Genel Kurulun en az toplantı yeter sayısı ile toplanmıĢ olması ve toplananların üçte ikisi ile karar almıĢ olması kuralına yer verilmiĢtir. Bu nedenle, Anayasa‘nın 149. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ―toplantıya katılanların üçte iki oy çokluğu‖ kuralı ile dava konusu kuralın yer aldığı fıkrada belirtilen ―genel kurulun üçte iki oy çokluğu‖ kuralı arasında anlam ve sonuç bakımından herhangi bir fark bulunmamaktadır. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, kanuni düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır ve uygulanabilir olması gereklidir. Kuralda belirtilen oylama basit bir matematik hesabıyla anlaĢılabilir olduğundan dava konusu kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanana nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. H- Kanun’un 22. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…Komisyonların…” Sözcüğünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bölümlerin kaç kiĢiden oluĢup, kimin baĢkanlığında kaç kiĢiyle toplanacağı, 65. maddesinde de bölümlerin kararlarını salt çoğunlukla alacağının belirtildiği ancak, ―bireysel baĢvuru‖ gibi temel hak ve özgürlükleri çok yakından ilgilendiren baĢvuruların, ―kabul edilebilirlik‖ incelemesini yapacak olan ve kararları kesin olan ―komisyonlar‖ için Kanun‘da herhangi bir düzenleme yapılmaksızın konunun doğrudan içtüzüğe bırakıldığı, bu durumun yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 2. maddesinin (g) bendinde, komisyonun tanımı, ―Bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesini yapmak üzere oluĢturulan kurul‖ olarak belirtilmiĢ ve Kanun‘un diğer maddelerinde de doğrudan olmamakla birlikte dolaylı olarak komisyonların görev ve yetkileri ile ilgili bazı düzenlemelere yer verilmiĢtir. Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde, ―Bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluĢturulabilir,‖; beĢinci fıkrasının son cümlesinde ise ―Mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralı yer almaktadır. Anayasa‘nın 149. maddesindeki düzenlemeye göre komisyonların kurulması kanun koyucunun takdirine bırakılırken bu komisyonların oluĢumu ile kendi aralarındaki iĢ bölümü doğrudan Mahkemenin yapacağı içtüzüğe bırakılmıĢtır. Kanun koyucu, Anayasa‘da yer alan bu düzenlemeyi aynen Kanun‘a aktarmak suretiyle Anayasa koyucunun iradesine bağlı kalarak komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü ile ilgili düzenlemeleri içtüzüğe bırakmıĢtır. Komisyonlarla ilgili Kanun‘da yer alan düzenlemeler incelendiğinde kanun koyucunun bilinçli olarak diğer bir ifade ile Anayasa‘ya bağlı kalarak hareket ettiği anlaĢılmaktadır. Dolayısıyla, dava konusu kural, Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasının son cümlesinin doğrudan yasaya aktarılmasından ibarettir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 149. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. I- Kanun’un 27. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, yazılı sınav ile mülakatın, adayların seçilmesi ve bu sistemin denetlenebilmesi yönünden herhangi bir farkının bulunmadığı, bu nedenle mülakatın da yazılı sınav gibi açık ve belirgin olarak hiçbir sınırlama olmaksızın denetlenebilmesinin gerektiği, ancak birçok yargı kararında mülakat sisteminin denetime uygun olmadığının belirtildiği, kanun koyucunun bu sorunu çözmesi gerekirken dava konusu kuralla mülakatta kayıt sisteminin engellendiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, raportör yardımcısı adaylığı mülakatında, mülakat komisyonu üyelerince adayların Kanun‘da belirtilen nitelikleri taĢıyıp taĢımadıkları ayrı ayrı puan verilmek suretiyle değerlendirileceği ve bu fıkranın her bir bendinde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer puan üzerinden değerlendirme yapılarak verilen puanların tutanağa geçirileceği, mülakatta bu tutanak haricinde herhangi bir kayıt sisteminin kullanılamayacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa‘nın 70. maddesinde, her Türkün kamu hizmetlerine girme hakkının bulunduğu; 128. maddesinin ikinci fıkrasında ise memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük haklarının kanunla düzenleneceği ifade edilmiĢtir. Devlet memurluğuna giriĢte yapılacak sınavların türü, biçimi ve usulleri hakkında kanun koyucunun takdir yetkisinin bulunduğu ve bu yetkiyi kullanırken kamu yararını gözeteceği açıktır. Anayasa Mahkemesi herhangi bir kuralla ilgili olarak Anayasa‘ya uygunluk denetimi yaparken o kuralın kamu yararını gerçekleĢtirip gerçekleĢtirmeyeceği veya kanun koyucunun iptali istenen kuralda amaçladığı kamu yararı anlayıĢının isabetli olup olmadığını değil, incelenen kuralın kamu yararı dıĢında belli bireylerin ya da grupların çıkarları gözetilerek kanunlaĢtırılmıĢ olup olmadığını incelemesi gerekir. Dava konusu kuralda öngörülen düzenlemenin, herkes için geçerli, soyut ve genel hükümler içerdiği, Kanun‘da mülakat komisyonu üyelerinin adayı değerlendirirken esas alacakları kriterlerin ayrı ayrı gösterildiği ve her bir aday için yapılacak değerlendirmede, mülakat komisyonu üyelerinin her birinin verdikleri puanların aritmetik ortalamasının alınacağının belirtildiği dikkate alındığında kuralın, kamu yararı amacıyla getirildiği açıktır. Anayasa‘nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı yolunun açık olduğu, yargı yetkisinin, idari eylem ve iĢlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi Ģeklinde kullanılamayacağı, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen Ģekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve iĢlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemeyeceği kurala bağlanmıĢtır. Dava konusu kural, mülakat sırasında herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağını hükme bağlamaktadır. Kimi yargı kararlarında yer alan mülakat veya sözlü sınavların kamerayla kayıt altına alınması ve böylece yargısal denetimin daha kolay bir Ģekilde yapılabilmesine imkân tanınması yönündeki değerlendirmelerin, anayasal denetimde bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Kuralda, idari yargı yolunu kapatan veya zorlaĢtıran bir hükme yer verilmediğinden, Anayasa‘nın 125. maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 125. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın Anayasa‘nın 36. maddesiyle de ilgisi görülmemiĢtir. Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır. J- Kanun’un 33. Maddesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, dava konusu kural ile ―ihtiyaç duyulan alan‖, ―proje hazırlama, gerçekleĢtirme, iĢletme ve iĢlerliği‖, ―zaruri ve istisnai haller‖, ―özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢ‖ gibi soyut ve belirsiz alanlarda ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma‖ konusunda Mahkeme BaĢkanına geniĢ, sınırsız, belirsiz ve keyfi uygulamalara neden olacak Ģekilde takdir yetkisi tanındığı, kuralda bir takım nitelendirmelerin yapılmıĢ olmasının bu belirsizliği ortadan kaldırmayacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri belirliliktir. Bu ilkeye göre, kanuni düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesini ifade eder. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup bireyin, kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini bilmesidir. Anayasa‘nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiĢtir. 5982 sayılı Kanunla Anayasa‘nın 148. maddesinde yapılan değiĢiklik sonucu Anayasa Mahkemesine bireysel baĢvuruları inceleme görevi verilmiĢtir. Mahkemenin bireysel baĢvuruları inceleme görevi ile diğer görevlerini göz önünde bulunduran kanun koyucu, yargı hizmetlerinin daha hızlı ve daha verimli yürütülebilmesi amacıyla gerek akademik gerek diğer alanlarda projelerin hazırlanması ve yürütülmesi için Kanun‘un dava konusu olan 33. maddesinde, Mahkeme BaĢkanına, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢlerde, hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma yetkisi tanımaktadır. Kanun koyucunun dava konusu kural ile tanıdığı yetkinin sınırlarını hem konu hem de kiĢi yönünden oldukça daraltarak istisnai bir düzenleme yaptığı görülmektedir. Bu nedenle dava konusu kuralda Mahkeme BaĢkanına verilen yetkinin, sınırları, çerçevesi ve kapsamı kanunla açıkça belirlenmiĢ olduğundan yetki devrinden söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 7. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 128. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. K- Kanun’un 34. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “...Mahkemenin hizmet birimlerinde çalışan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve Başkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taşra teşkilatı kadrolarına atanabilirler” Bölümünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere atanan raportör yardımcıları hariç, idari personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmasının Anayasa‘nın 128. maddesine uygun olarak Kanunla düzenlenmesine karĢın bu konuda tüm yetki geniĢ, sınırsız ve belirsiz Ģekilde Genel Sekreterin teklifi üzerine BaĢkanın uygun görmesine bağlandığı, ayrıca kuralda hukuk devletinin gereği olan belirlilik ilkesine aykırı düzenleme yapıldığı ve Anayasa‘nın 7. maddesi gereğince kanun koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerektiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 34. maddesi, idari personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmasını düzenlemektedir. Bu kurala göre, Kanun‘un 27. maddenin (1) numaralı fıkrasına göre atananlar hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanun‘a tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez veya taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler. Kuralda, Adalet Bakanlığı kadrolarına atanacak personelin mali ve diğer haklarında herhangi bir kayıp olmaması için mükteseplerine uygun olarak atamalarının yapılacağı belirtilmiĢtir. Kamu hizmetlerinin verimli olarak yürütülmesinin Ģartlarından biri de çalıĢanların ödüllendirilmesi, çalıĢmayan veya verim alınamayan personelin de rotasyona tabi tutularak çalıĢtığı birimin veya yerin değiĢtirilmek suretiyle verimliliğinin artırılmasıdır. ÇalıĢanların rotasyona tabi tutulmaları taĢra teĢkilatı olan kurumlar açısından kurum içi rotasyon Ģeklinde yapılırken, Anayasa Mahkemesi gibi taĢra teĢkilatı olmayan kurumlarda, bu personelin yine adalet hizmetlerinde istihdamı için Adalet Bakanlığının merkez veya taĢra teĢkilatlarında değerlendirilmesi Ģeklinde olmaktadır. TaĢra teĢkilatı bulunmayan kurumlar açısından personel verimliliğini artırmak için yapılacak rotasyonda, personelin bir baĢka kurum kadrolarına atanmaları bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Anayasa‘nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında, ―Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük iĢleri kanunla düzenlenir.‖ denilmiĢtir. Anayasanın bu hükmü, memurların ve diğer kamu görevlilerinin anayasal ve kanuni güvence altına alınması amacını taĢımaktadır. Memurların Anayasa‘da belirtilen diğer hak ve yükümlülükleri ile birlikte atamalarının da Kanunla düzenlenmesi, bu konunun idari tasarruflara konu yapılmasını önleme amacı taĢımaktadır. Kanun koyucu kamu personel rejimi anlayıĢının gereği olarak Mahkeme‘de görülen kamu hizmetinin verimliliğini artırmak amacıyla Anayasa‘nın 128. maddesine uygun olarak bu konuyu Kanunla düzenlemiĢtir. Ayrıca, dava konusu kuralda atama iĢleminin Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın onayıyla yapılacağı belirtilmiĢtir. Anayasa Mahkemesinin idari teĢkilatlanmasında Genel Sekreter ve BaĢkanın, kurumun idari yapısında sıralı en üst karar mercii oldukları, bu nedenle kanun koyucunun bu konudaki takdirinin Anayasa‘nın 128. maddesinde memurlara ve kamu görevlilerine sağlanan güvenceleri ihlal eder nitelikte bulunmadığı açıktır. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramının temel gereklerinden birisi de hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği bireyin hukukî durumunun süreceği yönündeki beklentilerinin belli koĢullar içinde güvence altına alınması anlamına gelir. Ancak hukuk güvenliği ilkesi zaman içinde değiĢen Ģartlara ve geliĢen ihtiyaçlara göre kanunlarda değiĢiklik yapılmasına engel değildir. Bir hukuk sisteminin değiĢen ihtiyaçlara uyum sağlayabilecek esnekliğe sahip olması gerekir. Aksi takdirde hukuk sisteminin durağanlaĢması ve toplumun dinamik yapısına uyum sağlayamayarak ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle kanun koyucu Anayasa‘da öngörülen koĢullar çerçevesinde diğer alanlarda olduğu gibi kamu görevlilerinin durumları ile ilgili olarak da kamu yararı amacıyla bazı değiĢiklikler yapabilir. Dava konusu kuralda yer alan ―memurların atama iĢlemi‖ niteliği itibarıyla dokunulmaz bir hukuki durum olmadığından kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 7. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. L- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “Teklif” Sözcüğünün Yanında Yer Alan “Çoğunluğuna” Sözcüğünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa değiĢikliği ile ilgili olarak Ģekil denetiminin ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ Ģeklinde ifade edildiği ancak, Kanun‘da bu ifade değiĢtirilerek, ―teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna‖ Ģekline dönüĢtürüldüğü ve teklif de oylama da ―çoğunluğa‖ bağlandığı, Anayasa Mahkemesinin Anayasada yer alan ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesini, yorumlayarak ―teklif‖ ibaresini ―teklif çoğunluğu‖ndan farklı ve bağımsız olarak değerlendirdiği, Anayasa Mahkemesi kararlarının, yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamları, gerçek ve tüzelkiĢileri bağladığı, kanun koyucunun da bu kurala uyması gerektiği, yasama yetkisi kullanan TBMM‘nin de kaynağını Anayasa‘dan almayan Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırları düzenlenmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil denetimi teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı ile sınırlandırılmıĢtır. Anayasa değiĢikliklerinin Ģekil denetiminin nasıl yapılacağına iliĢkin 36. maddedeki düzenleme oldukça açık ve yoruma ihtiyaç duymayacak bir düzenlemedir. Kanun koyucu bu kural ile Anayasa değiĢikliklerinin Ģekil denetiminde göz önünde bulundurulması gereken ―teklif‖ edilebilme Ģartına Anayasa‘nın 175. maddesindeki gibi sayısal bir anlam yükleyerek bu maddedeki düzenlemeye paralel bir kurala yer vermiĢtir. Anayasa‘nın 175. maddesinde, Anayasa‘yı değiĢtirme yetkisinin TBMM‘ye ait olduğu, Meclisin bu yetkisini üye tamsayısının üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve beĢte üç çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabileceği öngörülmektedir. Anayasa koyucu kanunların hem Ģekil hem de esas açısından Anayasa‘ya uygunluğunun denetimini öngörmüĢ ancak Anayasa değiĢikliklerinde sadece Ģekil denetimine yer vererek, yasalaĢma sürecini tamamlamıĢ ve Anayasa maddeleri arasında yerini almıĢ bir normun, Anayasa‘nın diğer maddelerine aykırılığının teorik olarak mümkün olmadığını öngörerek, Anayasa değiĢikliklerinin esas bakımından denetimi ile ilgili Anayasa‘nın 148. maddesinde herhangi bir düzenleme yapmamıĢtır. Bu nedenle Anayasa değiĢikliklerinin esas yönünden denetimine iliĢkin Anayasada herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Anayasa‘nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil bakımından denetimin ―teklif ve oylama çoğunluğuna, ivedilikle görüĢülemeyeceği‖ Ģartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu belirtilmiĢtir. Fıkrada ifade edilen ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ibaresindeki ―çoğunluk‖ lafzı dil bilgisi kuralları dikkate alındığında sadece oylama kavramına münhasır olmayıp aynı zamanda teklif kavramıyla da ilgilidir. Bu nedenle Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa değiĢikliklerinin esas yönünden denetimine yer verilmediği gibi bunların biçim yönünden denetimleri de, teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı tutulmuĢtur. Ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı 36. maddedeki düzenlemenin Anayasa‘nın 148. ve 175. maddelerindeki düzenlemelerle aynı olduğu ve bu maddelerde sayma yöntemiyle belirlenen koĢullardan eksik veya farklı bir denetim koĢuluna yer verilmediği açıktır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasanın 148. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. M- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün…” Bölümünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘da, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde, dava konusu kural ile bu konuda denetim sınırlaması getirilerek Anayasa hükmüne aykırı düzenleme yapıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı düzenlenmiĢ, maddenin (1) numaralı fıkrasında, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil denetiminin tıpkı kanunlarda olduğu gibi son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı ile sınırlı tutulmuĢtur. Anayasa‘nın 148. maddesinde anayasa koyucu, Anayasa değiĢiklikleri ile kanunların Ģekil denetiminin nasıl yapılacağını Anayasa‘da belirlemesine karĢın, KHK‘ler ile TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil denetiminin kapsamı ve sınırları hakkında herhangi bir düzenlemeye yer vermemiĢtir. KuĢkusuz Anayasa‘da bu konuda bir düzenlemenin bulunmaması TBMM Ġçtüzüğü‘nün sınırsız bir Ģekil denetimine tabi tutulacağı veya Anayasa‘da bu konu düzenlenmediğine göre Kanunla da düzenlenemez gibi yasama yetkisinin asliliği ve genelliği ilkelerine tamamen aykırı bir yaklaĢım ileri sürülemez. Anayasa değiĢiklikleri ile kanunların Ģekil denetiminin Anayasa‘da düzenlenip, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Anayasa‘da yer almaması tamamen anayasa koyucunun tercihidir. Yasama yetkisinin genelliği ve asliliği ilkesi gereğince kanun koyucu Anayasa‘nın 148. maddesinde, TBMM Ġçtüzüğü için öngörülen Ģekil denetiminin kapsamını belirlemek amacıyla Kanun‘da dava konusu kurala yer vermiĢtir. Anayasa‘nın 6. maddesinin son fıkrası gereği yasama, yürütme ve yargı organları da dahil olmak üzere hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa‘dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Ancak burada kullanılacak devlet yetkisinin kaynağının Anayasa olması zorunluluğu, yasama fonksiyonunun kanun yapma özelliği dikkate alındığında yasama organı için farklı bir anlam ihtiva etmektedir. Öncelikle yasama organı için kullanılacak devlet yetkisinin Anayasa‘dan kaynaklanması gereği, yasama organınca çıkarılacak her bir kanun için ayrıca yetkilendirilme zorunluluğu olarak yorumlanamaz. Aksi bir yorum, yasama yetkisinin asli bir yetki olmaktan çıkarılıp bağlı yetki haline getirilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, kullanılacak devlet yetkisinin Anayasa‘dan kaynaklanması gereğinin yasama organı açısından anlamı, yasama fonksiyonun baĢka herhangi bir organ tarafından değil sadece TBMM tarafından kullanılabilecek bir yetki olarak anlaĢılması ve Anayasa‘da yasaklanmamıĢ her alanın düzenlenebileceğini ifade eder. Bu durumda gözetilmesi gereken tek sınır, o konuda izin verici değil yasaklayıcı herhangi bir hükmün olup olmadığı hususudur. Dolayısıyla, Kanun‘un 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetiminde Anayasa‘da yer almayan düzenlemelere yer verilmesi, kaynağı Anayasa‘da yer almayan bir devlet yetkisi kullanımı olarak değil, yasama yetkisinin genelliği ve asliliği ilkelerinin doğal bir sonucu olarak görülmelidir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Serruh KALELĠ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Zehra Ayla PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır. N- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı … ” Bölümünün Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Anayasa‘da, kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde dava konusu kural ile Anayasa hükmüne aykırı düzenleme yapıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı düzenlenmiĢ, maddenin (1) numaralı fıkrasında kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil denetiminin yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususları ile sınırlı tutulmuĢtur. Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değiĢikliklerini, kanunları, kanun hükmünde kararnameleri, TBMM Ġçtüzüğü‘nü, Ģekil bakımından denetleyip karara bağlayacağı belirtilmiĢtir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa değiĢiklikleri ile kanunların denetiminin nasıl yapılacağı ve sınırları da gösterilmiĢ ancak kanun hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir düzenlemeye veya yasaklamaya yer verilmemiĢtir. 6216 sayılı Kanun‘un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural Anayasa‘nın 91. maddesi yönünden de incelenmiĢtir. Anayasa‘nın 91. maddesinde, sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa‘nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kiĢi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiĢ; ikinci fıkrasında ise ―Yetki kanunu, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süre içerisinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir.‖ kuralına yer verilmiĢtir. Kanun koyucunun, Anayasa‘nın 148. maddesi gereğince kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil denetiminin kapsamını belirlerken Anayasa‘nın 91. maddesinde yer alan ilkeleri de gözeteceği açıktır. Dava konusu kuralda, kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil denetiminin yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlandırılması Anayasa‘nın 91. maddesinde yer alan ve kanun hükmünde kararnamelerin taĢıması gereken anayasal nitelikleri denetim dıĢında bırakmaktadır. Kanun koyucunun, dava konusu kuralda, KHK‘ların Ģekil denetiminin kapsamını belirlerken Anayasa‘nın 91. maddesindeki ilkeleri dikkate almadan denetimin kapsamının daraltılması Anayasa‘ya aykırılık oluĢturur. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 91. maddesine aykırıdır. Ġptali gerekir. Mehmet ERTEN bu görüĢe farklı gerekçeyle katılmıĢtır. O- Kanun’un 39. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasıyla iptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi hâlinde dava dilekçesi ile eklerinin, TBMM BaĢkanlığı, BaĢbakanlık ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderileceği ve bu makamların iptal davasıyla ilgili değerlendirilmek üzere yazılı görüĢ bildireceklerinin düzenlendiği, Kanun‘da yer verilen bu düzenlemenin kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleriyle bağdaĢmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 36., 138., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 138. maddesinde ise hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı yetkisi kullanan mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı belirtilmiĢtir. Kanun‘un ―Eksikliklerin tamamlattırılması ve görüĢ bildirme‖ baĢlıklı 39. maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkralarında, iptal davasında Ģekil Ģartları yönünden yapılacak incelemenin kapsamı ve varsa tespit edilen eksikliklerin tamamlattırılması usulü belirtildikten sonra, maddenin (4) numaralı fıkrasında, esas bakımından incelenmesine karar verilen davalarda, dava dilekçesi ile eklerinin bir anlamda davanın tarafı sayılabilecek TBMM BaĢkanlığına, BaĢbakanlığa ve iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderilmesi ve bu makamların davayla ilgili olarak varsa yazılı görüĢlerini Mahkemeye bildirebilecekleri kurala bağlanmıĢtır. Dava konusu düzenleme, iptal davalarıyla sınırlı olarak uygulanacak bir kural olmakla birlikte, belirtilen kurumlar açısından görüĢ bildirme bir zorunluluk olmayıp bu konu kurumların isteğine bırakılmıĢtır. Kuralda yazılı görüĢ bildirme yetkisi tanınan kurumlar bir kanunun yasalaĢma sürecine katkısı ve ilgisi olan kurumlardır. Kanun koyucu soyut norm denetiminde sadece bazı kurumlara dava ile ilgili yazılı görüĢlerini bildirme hakkı tanımamıĢ ayrıca, Mahkemenin tam bir anayasallık denetimi yapabilmesi için gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarda bulunmak üzere ilgilileri ve konu hakkında bilgisi olanları çağırıp dinleyebileceğini de Kanun‘un 43. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtmiĢtir. Dava konusu kuralda yer alan düzenlemeler etkili ve adil bir yargılama yapılmasını kolaylaĢtıran yargılama usulüne ait haklardır. Usul kanunlarında davanın taraf veya ilgililerine davaya katkı sağlamaya yönelik bazı haklar tanınması adaletli bir hukuk düzeni kurup, sürdürmeyi ilke edinen hukuk devletinin gereği olarak görülmelidir. Diğer taraftan, bir davanın tarafı veya ilgilisi konumunda bulunan kurum veya kiĢilere görülmekte olan davanın konusuyla ilgili olarak görüĢlerinin sorulması ve bu kiĢilere bazı usuli haklar tanınması, Anayasa‘nın 138. maddesinde düzenlenen ―Hiçbir organ, makam veya kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.‖ Ģeklindeki kuralın kapsamında değerlendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36. ve 138. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 9., 148. ve 149. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. P- Kanun’un 45. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “...idari ve yargısal...” Sözcükleri ile (3) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi 1- (2) Numaralı Fıkrada Yer Alan “...idari ve yargısal...” Sözcüklerinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ihlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için Kanun‘da öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerektiğinin, Anayasa‘nın 148. maddesinde ise baĢvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olmasının gerektiğinin belirtildiği, Anayasa‘da yer alan ―Olağan kanun yolu‖ ifadesinin Kanun‘da ―idari ve yargısal‖ olmak üzere ikili ayrıma tabi tutularak ―idari‖ baĢvuru yolunun da tüketilmiĢ olması Ģartı getirildiği, bu durumun belirsizliğe ve karıĢıklığa neden olacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36., 125. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde, bireysel baĢvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olmasının Ģart olduğu, beĢinci fıkrasında ise bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Kanun‘un 45. maddesinde, bireysel baĢvuru hakkının kapsamı belirlenmiĢtir. Kanun koyucu, maddenin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasa‘da güvence altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve buna ek Türkiye‘nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurabileceği; dava konusu kuralın da yer aldığı (2) numaralı fıkrasında ise bireysel baĢvuruda bulunabilmenin ön koĢulu olarak ihlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için Kanun‘da öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerektiği belirtilmiĢtir. Bireysel baĢvuru yolu bir istinaf veya temyiz yolu olmadığı gibi adli, idari veya askeri yargı yollarında gözetilmesi gereken hukuka aykırılıkların giderilmesinin talep edileceği yeni bir yargı yolu da değildir. Bireysel baĢvuru, kamu gücü tarafından anayasal bir hakkı ihlal edilen kiĢilerin bu ihlalin ortadan kaldırılmasını talep edecekleri bir hak arama yoludur. Ġdare ve yargı mercileri insan hakları ihlallerinin önlenmesinde daha etkin bir konuma sahip olmaları nedeniyle bu ihlallerin önlenmesi açısından öncelikli görev, tüm idari ve yargı mercilerine aittir. Bu nedenle söz konusu Ģikâyetlerin Anayasa Mahkemesi önüne getirilmeden önce ilgili mercilerden bu ihlallerin giderilmesi yoluna baĢvurulması bir zorunluluk olarak Anayasa‘nın 148. ve Kanun‘un 45. maddelerinde belirtilmiĢtir. Ayrıca, bireysel baĢvurunun olağanüstü bir hak arama yolu olması nedeniyle, temel hak ihlallerinin idari ve yargısal baĢvuru yolları tüketilmesine rağmen giderilememesi halinde Anayasa Mahkemesine baĢvuru yapılabileceği kural altına alınmıĢtır. Kanun‘da yer verilen yargısal baĢvuru yollarıyla birlikte öncelikle idari baĢvuru yolunun da tüketilmiĢ olması gereği aslında olağan kanun yolunda gözetilmesi gereken bir sırayı ifade etmektedir. Kanun yoluna baĢvurmadan önce idari yollara baĢvurarak ihlalin giderilmesinin istenmesi, sürecin doğal yapısının gereği olduğu açıktır. Ayrıca, anayasal hükümler, doğası gereği genel ve soyut hükümler olup kanunlar aracılığı ile somutlaĢtırılmaları gerekmektedir. Anayasa‘nın 148. maddenin üçüncü fıkrasıyla bireysel baĢvuru öncesi yerine getirilmesi gereken ―olağan kanun yollarının tüketilmesi‖ Ģartı, kanun koyucu tarafından Kanun‘un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla açıklığa kavuĢturulmuĢ; Anayasa‘da yer verilen ―olağan kanun yollarından‖ anlaĢılması gerekenin ―kanunlarda öngörülen idari ve yargısal yollar‖ olduğu belirtilmiĢtir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 125. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 2- (3) Numaralı Fıkranın Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemlerin de bireysel baĢvuru konusu olamayacağının belirtildiği ancak Anayasa‘nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasında kamu gücü tarafından kullanılan iĢlemler açısından herhangi bir ayrımın yapılmadığı, kanun koyucunun Anayasa‘da öngörülmeyen bir sınırlamayı, kendi takdiri ile belirlemek suretiyle bazı sınırlamalar getirdiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren ve hak arama özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıran devlettir. Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, meĢru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkında sahip olduğu belirtilmiĢ; 148. maddesinde ise Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerine yer verilmiĢtir. Kanun‘un 45. maddesinin dava konusu olan (3) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru konusu yapılamayacak iĢlemler belirlenmiĢtir. Fıkradaki düzenlemeye göre, yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler de bireysel baĢvuru konusu yapılamayacaktır. Yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemlerin doğrudan bireysel baĢvuru konusu yapılamaması, tamamen bireysel baĢvuru hakkının niteliği ile ilgili olduğu gibi bu iĢlemlerin uygulanmadıkları sürece bireylerin herhangi bir hakkının ihlaline yol açabilecek niteliğe sahip bulunmamalarından da kaynaklanmaktadır. Yasama iĢlemleri soyut veya somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi‘nin denetimine tabi olduğu gibi uygulanmaları bir hak ihlaline yol açmıĢ ise bu iĢlem nedeniyle hakkı ihlal edilen kiĢi Anayasa Mahkemesine baĢvuru imkânına sahip bulunmaktadır. Aynı Ģekilde düzenleyici idari iĢlemler de doğrudan DanıĢtay denetimine tabi olmakla birlikte uygulanmaları bir hak ihlaline neden olmuĢ ise hakkı ihlal edilen açısından Anayasa Mahkemesine baĢvuru imkânı bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile baĢvurucuya somut bir olayda henüz uygulanmamıĢ kanun veya düzenleyici idari iĢlemin sadece hukuk düzeninde var olması, kural olarak bireysel bir hakkın ihlaline neden olmayacağı, dolayısıyla da bu iĢlemlerin doğrudan bireysel baĢvuru konusu yapılamayacağı açıktır. Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemlerin bireysel baĢvuru konusu yapılamaması Anayasa gereğidir. Kanun koyucunun dava konusu kuralda bu Ģekilde bir düzenlemeye yer vermesi tamamen Anayasa‘nın bu konudaki hükümlerinden kaynaklanmaktadır. Dava konusu kuralda ayrıca, Anayasa Mahkemesi kararlarının da bireysel baĢvuru konusu olamayacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrası gereğince Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢan bir Mahkemedir. Maddenin ikinci fıkrasında, bireysel baĢvurular hariç diğer davaların Genel Kurul tarafından görüleceği, bireysel baĢvuruların ise bölümlerce karara bağlanacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 148. maddesinin dokuzuncu fıkrası ile 153. maddesinin birinci fıkrasında ise Anayasa Mahkemesinin kararlarının kesin olduğu belirtilmiĢtir. Kanun koyucu yukarıda belirtilen Anayasa hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin çalıĢma ve yargılama usulüne iliĢkin 149. maddesini göz önünde bulundurarak Genel Kurul tarafından verilen ve Anayasa gereği kesin olan kararların, bölümler tarafından yapılacak bir incelemenin konusu olamayacağını belirlemiĢtir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu tarafından verilen ve Anayasa‘nın 148. ve 153. maddeleri hükmü gereğince kesin olan kararlar aleyhine bireysel baĢvuru yapılamaması hak arama özgürlüğünün sınırlandırılması olarak değerlendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36. ve 148. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. R- Kanun’un 46. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, dava konusu kuralda, kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru yapamayacağının belirtildiği, dolayısıyla bir idari iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel hakkı doğrudan etkilenen kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru haklarının kanun koyucu tarafından engellendiği ancak, Anayasa‘nın 148. maddesinde ―herkes‖ denilmek suretiyle her hangi bir sınırlama yapmadığı, Anayasa‘nın 36. maddesinde de hiçbir ayrım yapılmaksızın ―herkes‖ sözcüğünün kullanıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 36. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, meĢru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 148. maddesinin beĢinci fıkrasında ise bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Kanun‘un 46. maddesinde, bireysel baĢvuru hakkına sahip olanlar belirtilmiĢtir. Maddenin (1) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru hakkının ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından kullanılacağı belirtildikten sonra (2) numaralı fıkrasında kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru yapamayacağı, özel hukuk tüzel kiĢilerinin ise sadece tüzel kiĢiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel baĢvuru yapabilecekleri belirtilmiĢtir. Anayasalar genel ve soyut düzenlemeler içeren metinlerdir. Anayasa‘nın 148. maddesinde bireysel baĢvuruda bulunma hakkı herkese tanınmıĢ bir hak olarak gözükmekle birlikte, Anayasa‘da yer alan ―herkes‖ ibaresinin kapsamında aynı zamanda kiĢilerin niteliğinden kaynaklanan nedenlerle bazı kısıtlamaları da içinde barındırdığının, kabulü gerekir. Anayasa‘nın 148. maddesinde yer alan ―herkes‖ ibaresinin, kamu gücü kullanan kamu tüzel kiĢilerini de kapsadığı Ģekilde anlaĢılmaya elveriĢli olmadığı, bu konuda kanun koyucunun bireysel baĢvuruda bulunma ile ilgili hak sahipleri yönünden takdir hakkının bulunduğunun da kabulü gerekir. Bireysel baĢvuru yolu, Anayasa‘da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin korunması için kabul edilmiĢ bir yol olmadığı gibi genel bir hak arama yolu da değildir. Bu nedenle Anayasa‘nın 36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğünden de farklı bir niteliğe sahiptir. Anayasa‘nın 36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğü genel mahkemelerin koruma iĢlevini düzenlerken, bireysel baĢvuru yolu daha özel, istisnai ve ikincil bir hak arama yolu olarak düzenlenmiĢtir. Bu nedenle 36. maddede yer alan ―herkes‖ ibaresi ile 148. maddede yer alan ―herkes‖ ibaresinin her iki maddede düzenlenen hak arama yollarının niteliğine uygun olarak yorumlanması gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 36. ve 148. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. S- Kanun’un 47. Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…yazı işleri …” Sözcüklerinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru dilekçelerinde herhangi bir eksikliğin bulunması hâlinde mahkeme yazı iĢleri tarafından eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya vekiline 15 günden az olmamak üzere süre verileceğinin belirtildiği, yazı iĢlerinin müdürlük olarak mahkemenin idari hizmet birimleri arasında sayıldığı, Anayasa‘nın 148. maddesinde bireysel baĢvuruların Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanacağının hükme bağlandığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 148. maddesinin beĢinci fıkrasında, bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği; 149. maddesinde ise bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar kurulabileceği öngörülmüĢtür. Kanun‘un 47. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuruların Kanun ile içtüzükte belirtilen Ģartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurtdıĢı temsilcilikler vasıtasıyla yapılacağı belirtildikten sonra devamı fıkralarda baĢvuru dilekçesinde bulunması gereken hususlar ile baĢvuruya iliĢkin bazı usul kurallarına yer verilmiĢtir. Dava konusu kuralın da bulunduğu (6) numaralı fıkrada ise baĢvuru evraklarında herhangi bir eksiklik bulunması halinde mahkeme yazı iĢleri tarafından bu eksikliğin giderilmesi için baĢvurucuya onbeĢ günü geçmemek üzere bir süre verileceği ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda baĢvurunun reddine karar verileceğinin bildirileceği belirtilmiĢtir. Kanun‘un 47. maddesine göre, yazı iĢleri tarafından yapılacak olan bildirim iĢlemi, Kanun ve Ġçtüzükte belirtilen ve baĢvuru dilekçesinde bulunması gereken zorunlu unsurlarla ilgili varsa bir eksikliğin tespit ve tebliğinden ibaret olup yargısal nitelik taĢımayan idari bir iĢlemdir. Ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı fıkrada, eksikliğin giderilmemesi hâlinde evrakı inceleyip baĢvurunun reddine karar vermesi Ģeklinde yazı iĢlerine verilmiĢ bir yetki de bulunmamaktadır. BaĢvuruların kabul edilebilirlik Ģartları ve incelenmesi Kanun‘un 48. maddesinde düzenlenmiĢ ve bu konuda yetkinin komisyonlara ait olduğu belirtilmiĢtir. Bu nedenle 47. maddenin (6) numaralı fıkrasında yazı iĢlerine verilen yetki, idari bir iĢlem olup yargısal faaliyet kapsamında değerlendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. T- Kanun’un 49. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―Bireysel baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.‖ Ģeklindeki kuralın yargı bağımsızlığını zedelediği ayrıca bilgi için dahi olsa dava dosyası niteliğindeki baĢvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesinin baĢvuru sahipleriyle birlikte toplumu da adil yargılanma konusunda kuĢkuya sevk edeceği ve bireysel baĢvuru müessesesine olan güveni sarsacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 36., 138., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 138. maddesinde, hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı yetkisi kullanan mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı belirtilmiĢ; 148. maddesinin beĢinci fıkrasında, bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esaslar; 159. maddesinde ise Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği kural altına alınmıĢtır. Kanun‘un 49. maddesinde, kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel baĢvuruların esas incelemesinin bölümler tarafından yapılacağı, kabul edilebilirliğine karar verilen baĢvuruların bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına gönderileceği ve Bakanlığın gerekli gördüğü hallerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildireceği belirtilmiĢtir. Kanun koyucu, Kanun‘un 49. maddesinde, komisyonların ve bölümlerin bireysel baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma ve incelemeyi yapabileceği, baĢvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve delilleri ilgililerden isteyebileceği Ģeklinde bir düzenleme getirerek, varsa bir ihlalin ortaya çıkarılması için gerekli usul kurallarına yer vermiĢtir. Ayrıca, kanun koyucu aynı maddede, Mahkemenin gerekli görmesi halinde duruĢma yapabileceği, gerekli tedbirleri alabileceği, Kanun ve Ġçtüzükte hüküm bulunmayan hallerde, ilgili usul kanunlarının bireysel baĢvurunun niteliğine uygun olan hükümlerinin uygulanabileceğini belirtmiĢtir. Bireysel baĢvuruda, davanın bir tarafında hakkı ihlal edildiğini ileri süren ―baĢvurucu‖ varken, diğer tarafta bu ihlale neden olduğu ileri sürülen kamu otoritesi bulunmaktadır. Bu niteliği ile bireysel baĢvuru yolu Anayasa yargısından, diğer bir ifade ile soyut veya somut norm denetiminden ayrılmaktadır. Bu nedenle, kanun koyucunun bireysel baĢvuruların incelenmesi aĢamasında varsa bir ihlalin ortaya çıkarılması için dava konusu kuralda olduğu gibi bazı usul hukuku araçlarına yer vermesi, adil yargılamanın gereği olmakla birlikte mahkemelerin bağımsızlığına müdahale ve mahkemelere verilen emir veya talimat olarak da değerlendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36., 138. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 9. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. U- Kanun’un 50. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla Anayasa Mahkemesine yeniden yargılama yapılmasını isteme yetkisi verildiği, Anayasa‘nın 148. maddesinde Mahkemenin bireysel baĢvurularda yetkisinin sadece insan hakları ihlallerinin tespitiyle sınırlı olduğu, Anayasa‘da, bireysel baĢvuru kararlarıyla ilgili bir düzenleme yapılmadığı halde Kanunla kaynağını Anayasa‘dan almayan bir yetki tanınarak Anayasa Mahkemesine, diğer mahkemelerin üzerinde, Anayasanın 138. maddesine aykırı olarak Kanunla emir ve talimat verme yolunun açıldığı ayrıca yeniden yargılamanın kanun koyucu tarafından dikte ettirildiği ve dayatıldığı, oysa yeniden yargılamanın da Anayasanın 36. maddesi kapsamında bir hak arama yolu olduğu ve bu hakkın kullanılmasının 36. maddede hakkı ihlal edilen taraflara tanındığı, bu nedenle kanun koyucu tarafından bu hakkın Kanunla Anayasa Mahkemesine bırakılamayacağı, Kanunla Mahkemeye böyle bir görevin verilemeyeceği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36., 138. ve 148. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralın da yer aldığı Kanun‘un 50. maddesinde, Anayasa Mahkemesince esastan incelenen bireysel baĢvuru davaları sonunda verilecek kararlar ve bu kararların niteliği belirtilmiĢtir. Kanun koyucu, maddenin (1) numaralı fıkrasında, Mahkemenin esastan inceleme sonunda, baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verebileceği, ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere de hükmedeceğini belirlemiĢtir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında da tespit edilen ihlal, bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢ ise ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği veya genel mahkemelerde dava açılması yolunun gösterilebileceği belirtilmiĢtir. Fıkranın üçüncü cümlesinde ise yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar vereceği kural altına alınmıĢtır. Anayasa‘nın 148. maddesinde yapılan değiĢiklik sonucu bireysel baĢvuruları inceleyip karara bağlamak Anayasa Mahkemesinin görevleri arasına eklenmiĢ, maddenin beĢinci fıkrasında da bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 148. maddesinde yer verilen bireysel baĢvuru yolu, dava dilekçesinde belirtildiği gibi sadece bir hakkın ihlal edilip edilmediğinin tespiti davası değil, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin kamu gücü tarafından ihlalinin önlenmesi ve bir ihlal tespiti durumunda da bu ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak veya meydana gelen zararı giderecek Ģekilde hukuki sonuçlar doğuran bir dava niteliğindedir. Bu nedenle, kanun koyucu bireysel baĢvurunun niteliğine uygun gerekli usul hükümlerine Kanun‘da yer vererek, Anayasa Mahkemesinin görevinin sadece hak ihlallerinin tespiti değil, bu ihlali ortadan kaldıracak nitelikte kararlar verebilmesine imkân tanıması olduğu açıktır. Ayrıca, dava dilekçesinde belirtildiği gibi Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvurularda yetkisinin sadece bir hak ihlalinin tespitiyle sınırlı olduğu yönünde bir kural bulunmamaktadır. Yasama yetkisi genel ve asli bir yetki olup kanun koyucunun bir konuda düzenleme yapabilmesi için Anayasa tarafından özel olarak yetkilendirilmiĢ olmasına ihtiyaç yoktur. Bu nedenle kanun koyucu Anayasa‘da açıkça yasaklanmamıĢ her alanda düzenleme yapabilir. Dava konusu kuralda yer alan düzenlemelerin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 138. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. V- Kanun’un 65. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Cümlesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, 65. maddenin (1) numaralı fıkrasında, Genel Kurul ve bölümlerin, kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alacağı belirtildikten sonra, ―Oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur.‖ denilerek, oyların eĢitliği halinde BaĢkana, Anayasa‘da öngörülmeyen iki oy niteliği taĢıyan bir güç verildiği, oy eĢitlik ilkesinin hukuk devletinin en temel unsuru olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Kanun‘un 65. maddesinde, kanun koyucu, Mahkemenin toplantılarda oylama Ģekli ve karar nisabının nasıl uygulanması gerektiğine iliĢkin kurala yer vererek, bölümlerin ve Genel Kurulun, kararlarını katılanların salt çoğunluğu ile alacağı, dava konusu kuralda da oyların eĢitliği halinde Mahkeme BaĢkanının bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olacağı belirlenmiĢtir. Oyların eĢitliği halinde BaĢkanın oyunun bulunduğu tarafa üstünlük tanınması yönteminin diğer bazı yüksek mahkeme kanunlarında olduğu gibi, mukayeseli hukuk açısından da uygulanan ve benimsenen bir usul olduğu görülmektedir. Ġç hukukta benzer düzenlemelerin diğer yüksek mahkeme kanunlarında da yer aldığı, mukayeseli hukukta ise aynı yöntemin Ġtalya, Fransa, Ġspanya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkeler tarafından da kabul edilmiĢ bir uygulama olduğu görülmektedir. Anayasa‘nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti olduğu; 149. maddesinde, Mahkemenin iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢacağı, bölümlerin baĢkanvekilinin baĢkanlığında dört üye ile toplanacağı, Genel Kurulun ise BaĢkan veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında oniki üye ile toplanacağı, Genel Kurul ve bölümlerin kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir. Anayasa koyucu, toplantı yeter sayısını en az onüç olarak belirlemekle birlikte, Genel Kurulun 14 veya 16 üye ile toplanması durumunda, oyların eĢitliği halinde kararın hangi yönde verildiğine iliĢkin bir düzenlemeye Anayasa‘da yer vermemiĢtir. Dolayısıyla, bu konuda kanunla bir düzenleme yapılmasının gerekliliği açıktır. Yasama yetkisinin asliliği ve genelliği ilkesi gereğince kanun koyucu bu alandaki boĢluğu Kanun‘un 65. maddesindeki dava konusu kural ile düzenlemiĢtir. Anayasa‘da düzenlenmemiĢ bir alanın kanun koyucunun takdirine bırakıldığı, Anayasa‘nın temel ilkeleri ile yasaklayıcı hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, bu konudaki tercihin kanun koyucunun takdiri kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Anayasa‘da düzenlenmediği için uygulamada belirsizliğe yol açacak bir alanın, öngörülebilir ve uygulanabilir Ģekilde kanunla düzenlenmesi, Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin gereğidir. Bu nedenle, Anayasa‘da yer verilmeyen Mahkeme Genel Kurulunun çift sayıyla toplanması durumunda oyların eĢitliği sonucu ortaya çıkan belirsizliği kanun koyucunun kanunla düzenlemesi hukuk devletine aykırılık oluĢturmaz. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır. Y- Geçici 1. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…görevleri, bu kanunun yayımı tarihinde sona erer” Ġbaresi ve Ġkinci Cümlesinde Yer Alan “…ya da Adalet Bakanlığı teşkilatında…” Ġbaresi ile (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…birinci fıkrada sayılanlar hariç…” Ġbaresinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, geçiĢ hükümlerinin düzenlendiği geçici 1. maddenin (1) numaralı fıkrasında, Mahkeme bünyesinde yer alan müdürlükler ile uzman kadrosunda bulunan personelin kanunla görevlerine son verilerek Adalet Bakanlığı teĢkilatında baĢka bir kadroya atandıkları, yapılan bu değiĢikliklerin hiçbir ihtiyaç belirtilmeden ve gerekçe gösterilmeden yapıldığı, kurum birleĢmesi ve tasfiyesi gibi bir değiĢiklik olmadan yapılan bu değiĢikliğin boĢalan görevlere yeni atamalar yapılarak kadrolaĢma amacını taĢıdığı, hizmetin gereklerinin ve kamu düzeninin esas alınmadığı bir tasfiye öngörüldüğü belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 148. ve devamı maddelerinde yapılan değiĢiklik sonucu Mahkemenin yapısı, üye sayısı ile görev ve yetkilerinde önemli değiĢiklikler yapılmıĢ, Mahkemeye diğer görevlerinin yanında bireysel baĢvuruları da inceleme görevi verilmiĢtir. Anayasa‘da yapılan değiĢikliklere paralel olarak Kanun ile Mahkemenin teĢkilat yapısında değiĢiklik yapılarak, verimli olmayan müdürlükler tek çatı altında birleĢtirilmiĢ, bazı birimlere ise Kanun‘da yer verilmeyerek, on sekiz olan müdürlük sayısı sekize düĢürülmüĢtür Mahkemenin daha dinamik bir yapıya kavuĢturularak, idari iĢleyiĢiyle ilgili hızlı ve yerinde karar almasını sağlayarak kamu hizmetinde verimi artırmak amacıyla yapılan bu değiĢiklik sonucu kadrosu bulunmayan ancak, müdür olarak görev yapan personelin durumlarının belirsizlikten kurtarılması amacıyla da Kanun‘un geçici 1. maddesinde bazı kurallar belirlenmiĢtir. Maddenin dava konusu kuralların da yer aldığı (1) numaralı fıkrasında, ―Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal Müdürü, Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma Uzmanı kadro unvanlı görevlerde bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer. Bunlar en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve kademelerine uygun kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça durumlarına uygun iĢlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması hâlinde, aradaki fark, farklılık giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.‖ hükmü yer almaktadır. Maddenin (2) numaralı fıkrasında ise BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan, (1) numaralı fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanları değiĢmeyenlerin baĢkanlığa ait aynı unvanlı kadrolara atanmıĢ sayılacakları kuralına yer verilmiĢtir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―birinci fıkrada sayılanlar hariç‖ Ģeklindeki ibarenin de iptali talep edilmiĢtir. Anayasa‘nın 2. maddesindeki ―hukuk devleti‖ ilkesi gereğince, yasama iĢlemlerinin kiĢisel yararları değil kamu yararını gerçekleĢtirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa‘ya aykırılık sorunu çözümlenirken ―kamu yararı‖ konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Mahkemenin idari teĢkilat olarak daha dinamik bir yapıya kavuĢturulması amacıyla bazı müdürlüklerin birleĢtirilmesi sonucu bu kadrolarda görev yapan personelin kadrosuzluktan dolayı baĢka görevlere veya Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmalarını öngören kuralın kamu yararı amacı taĢıdığı açıktır. Hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi kazanılmıĢ haklara saygı gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır. Ġptali istenilen kurallarda kiĢilerin bulunduğu statülerden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendileri yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden dava konusu kuralın kazanılmıĢ hakları ihlal ettiği söylenemez. Anayasa‘nın 128. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük iĢlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Kanun koyucu tarafından dava konusu kuralda, Mahkemenin teĢkilat yapısındaki değiĢiklik nedeniyle kadrosu kaldırılan personelin görevlerinin, yasanın yürürlüğe girdiği tarihte sona ermesini ve bu kiĢilerin en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve kademelerine uygun kadrolara atanmaları öngörülmüĢtür. Düzenlemenin emredici nitelikte olması ve dava konusu kural kapsamında bulunan memurların atama ve özlük iĢleriyle ilgili hükümlerin kanunla düzenlendiği açıktır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Z- Kanun’un 77. Maddesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, Kanun‘un 77. maddesinde, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.‖ denilerek, Anayasa Mahkemesi Kanunu‘nun yürütmesinin, yürütme organı olan Bakanlar Kuruluna bırakıldığı, Anayasayla kurulan, üyeleri ve nitelikleri Anayasayla belirlenen, görev ve yetkileri, çalıĢma ve yargılama usulü ile kararları Anayasa‘da gösterilen, Anayasa Mahkemesinin, yürütme organı içinde bir kurum olmadığı, Kanun‘u yürüten organın, aynı zamanda, hukuksal yetki ve sorumluluğu üstlenen organ olduğu, Anayasa‘da, Bakanlar Kuruluna, Anayasa Mahkemesinin, görev, yetki, çalıĢma ve yargılama alanıyla ilgili bir yetki ve sorumluluk verilmediği, bu nedenle dava konusu kuralın soyut, belirsiz, öngörülemez, yaĢama geçmesi ve uygulanması olanaklı olmayan bir düzenleme anlamına geldiği, hukuk devletinde böyle bir kuralının kabul edilemeyeceği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri; 149. maddesinde, çalıĢma ve yargılama usulleri düzenlenmiĢ, maddenin beĢinci fıkrasında ise Mahkemenin kuruluĢu, genel kurul ve bölümlerin yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Kanun koyucu, 6216 sayılı Kanun‘u yaparak yasalaĢtırmıĢ ve 77. maddesinde Kanun‘un yürütmesinin Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirileceğini belirlemiĢtir. Anayasa‘nın 109. maddesinde, Bakanlar Kurulu‘nun, BaĢbakan ve bakanlardan oluĢacağı; 112. maddesinde ise BaĢbakan‘ın, Bakanlar Kurulu‘nun baĢkanı olarak, bakanlıklar arasında iĢbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği, Bakanlar Kurulu‘nun da bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olacağı öngörülmüĢtür. Bakanlar Kurulu, genel yürütme yetkisine sahip tek organdır. Bu nedenle Anayasa‘da ve kanunlarda bu Kurulun görev ve yetkileri tek tek sayma yöntemiyle belirtilmemiĢtir. Anayasa‘nın ve kanunların kendisine verdiği görevleri yerine getirdiği gibi kanunların uygulanması ile ilgili bütün görevleri de yerine getirir. Bir kanunun bakanlar kurulu tarafından yürütüleceğini belirtmek, o kanunun içerisinde düzenlenen her görevin yürütme tarafından yerine getirileceği anlamı taĢımamaktadır. Kanunlarda yer verilen yürütme maddesi soyut, genel ve bir anlamda sembolik bir yetkiyi içermektedir. Bu nedenle 6216 sayılı Kanun‘un yürütülmesi görevinin Bakanlar Kuruluna bırakılması, Mahkeme‘nin faaliyet alanına yürütmenin müdahalesi olarak değerlendirilemez. Diğer taraftan, mahkemelerin teĢkilat kanunları ile diğer kanunlar arasında bir bağlantının bulunduğu, özellikle personel ve mali haklar, atama emeklilik ve sosyal haklarla ilgili kanunların yürütülmesinde siyasi sorumluluğun Bakanlar Kuruluna ait olduğu, dolayısıyla yargısal faaliyetlerin dıĢında kalan alanların yürütülmesi iĢleminin Bakanlar Kurulunun genel yürütme yetkisi kapsamında kalan idari bir görev olarak değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralın, Anayasanın BaĢlangıç‘ı ve 9. maddesi ile ilgisi görülmemiĢtir. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠ 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un: A- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı … ” bölümüne iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin, koĢulları oluĢmadığından REDDĠNE, B- 1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “… veya yaptırmak” sözcüklerine, 2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, (b) bendinde yer alan “… yapıyor …” sözcüğüne ve (c) bendinin (3) numaralı alt bendinin “… Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak” bölümüne, 3- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine, 4- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendine, 5- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, (ç) bendine ve (e) bendinde yer alan “… BaĢkanın izniyle …” sözcüklerine, 6- 16. maddesinin, (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi ile (5) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesine, 7- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Genel Kurulun …” sözcüklerine, 8- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… komisyonların …” sözcüğüne, 9- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesine, 10- 33. maddesine, 11- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler” bölümüne, 12- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “teklif” sözcüğünün yanında yer alan “… çoğunluğuna …” sözcüğü ile ”… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …” bölümüne, 13- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasına, 14- 45. maddesinin, (2) numaralı fıkrasında yer alan “… idari ve yargısal …” sözcükleri ile (3) numaralı fıkrasına, 15- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine, 16- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “… yazı iĢleri …” sözcüklerine, 17- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasına, 18- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına, 19- 55. maddesinin, (2) numaralı fıkrasının son cümlesi ile (3) numaralı fıkrasına, 20- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine, 21- Geçici 1. maddesinin; a- (1) numaralı fıkrasının, birinci cümlesinde yer alan “… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer” ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan “… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …” ibaresine, b- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… birinci fıkrada sayılanlar hariç …” ibaresine, 22- 77. maddesine, yönelik iptal istemleri, 1.3.2012 günlü, E.2011/59, K.2012/34 sayılı kararla reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bent, cümle, bölüm, ibare ve sözcüklere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE, 1.3.2012 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir. VI- SONUÇ 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu Ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un: 1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “… veya yaptırmak” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN‘in karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının; a- (b) bendinde yer alan “… yapıyor …” sözcüğünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (c) bendinin (3) numaralı alt bendinin “… Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 3- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 4- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 5- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının; a- (ç) bendinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (e) bendinde yer alan “… BaĢkanın izniyle …” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT‘ün karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 6- 16. maddesinin; a- (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (5) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 7- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Genel Kurulun …” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 8- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… komisyonların …” sözcüğünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 9- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 10- 33. maddesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 11- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 12- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının; a- “teklif” sözcüğünün yanında yer alan “… çoğunluğuna …” sözcüğünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- ”… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Serruh KALELĠ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, c- “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı …” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 13- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 14- 45. maddesinin; a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… idari ve yargısal …” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (3) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 15- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 16- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “… yazı iĢleri …” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 17- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 18- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 19- 55. maddesinin; a- (2) numaralı fıkrasının son cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (3) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 20- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 21- Geçici 1. maddesinin; a- (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, c- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… birinci fıkrada sayılanlar hariç …” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 22- 77. maddesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 1.3.2012 gününde karar verildi. BaĢkan HaĢim KILIÇ BaĢkanvekili Serruh KALELĠ BaĢkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAġ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECĠPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN KARġIOY Anayasa‘nın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesinin; 1) Kanunları, 2) Kanun Hükmünde Kararnameleri, 3) Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün, ġEKĠL ve ESAS bakımından uygunluk denetimini yapacağını ġEKĠL bakımından denetiminin ise; 1) Kanunlarda; son oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığı, 2) Anayasa değiĢikliklerinde; - Teklif ve oylama çoğunluğuna - ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına Uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğunu YAZMIġTIR. Kalan denetlenebilen mevzuat için ise bir açıklama, sınırlama ya da KANUNLA düzenlenebileceği gibi anayasal bir ifade YOKTUR. Bu ifade olmadıkça da denetime müdahale sayılacak kural ile getirilen 6216 sayılı Yasa‘nın 36 maddesinin birinci fıkrasında yer alan sınırlamanın yasal dayanağı var sayılamaz. Yasama yetkisinin genelliği ve asliliği ilkesi yasa koyucuya ilk ELDEN ve doğrudan ―MADDE 36- (1) ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı‖ Ģeklindeki düzenleme alanı serbestisi getiriyorsa da yetkisinin kaynağının meĢruluğu ve varlık nedeninin bulunmuĢ olması da kaçınılmaz olacaktır. Mahkemenin denetim alanını ve niteliğini belirleyen Anayasa‘nın 148. maddesindeki normatif düzenleme, Ģekil denetiminde son oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığına iliĢkin denetim Ģartını iç tüzük değiĢikliklerinde kanun Hükmünde Kararnameler gibi alan dıĢında bırakmıĢ onu (Ġçtüzüğü) kanunlar ile aynı kategoride değerlendirmemiĢtir. Bu hali ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü Ģekil denetiminde herhangi bir sınıra uymadan denetlenebilecek iken iptali istenen kuralda getirilen sınırlama ile, (örneğin, kanun tasarı ve tekliflerinin görüĢülme usulüne tabii bir iç tüzük değiĢikliği sırasında, toplantı ya da karar yeter sayısı eksikliği uyarısı ve sayımı istemini dikkate almaksızın tümü oylanmıĢ bir iç tüzük değiĢikliği teklifinde sonuca müessir bir usulü eksiklik görmezden gelindiğinde,) denetlenebilecek alanın yalnızca sadece son oylama çoğunluğunun varlığını aramaya yönelik olması halinde görmezden gelinen eksiklik yönünden Ġçtüzük değiĢiklikleri içinde olası hukuksuzluklar barındırabilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünün 81. maddesinin ikinci fıkrasında ki gibi talebe rağmen açık oy yerine iĢaretle yapılan oylamada son oylamanın öngörülen çoğunluğa eriĢtiğinin denetimi nasıl yapılabilecek, sadece bu fiilin tespit ve varlığına indirgenmiĢ denetim yapılmıĢ olabilecekmidir. Çok çeĢitli uygulama sorunlarını da beraberinde getiren kural bu gibi haklı nedenler ile Anayasa koyucu tarafından 148. maddesinde kanunlardan farklı kategoride ele alınmıĢ ve denetimine sınırlama getirilmemiĢtir. Bu halde iç tüzük denetiminde yasa ile düzenleme yapıp Anayasa‘ya aykırı bir Ģekilde Anayasa Mahkemesinin görev alanı sınırlandırılamaz. Anayasa ilgili maddesinde yer almayan sınırlama ilkelerini geniĢletip takdir hakkı kapsamında kurala taĢıyan ve yasa koyucu tarafından yasaklanmamıĢ alanların düzenlenebilmesinde sınırsız serbestlik anlayıĢını yansıtan çoğunluk görüĢüne katılınmamıĢtır. Kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırıdır iptali gerekir. BaĢkanvekili Serruh KALELĠ KARġIOY GEREKÇESĠ I- Yasa‘nın 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―veya yaptırmak‖ Sözcükleri Yönünden 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak‖ Anayasa Mahkemesi‘nin görev ve yetkileri arasında sayılmıĢ, bu bende yönelik iptal istemi ise ―veya yaptırmak‖ sözcükleriyle sınırlı tutulmuĢtur. Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü fıkrasında, ―Siyasi partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesince siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunla gösterilir. Anayasa Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan yardım sağlar. Anayasa Mahkemesi‘nin bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.‖ denilmektedir. Buna göre, siyasi partilerin mali denetimini yapmak, münhasıran Anayasa Mahkemesi‘ne ait bir görev olup, söz konusu denetimin baĢka bir kurum veya kuruluĢa yaptırılması olanaklı değildir. SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın ise ―yaptırmak‖ kapsamında olmadığı açıktır. 6216 sayılı Yasa‘nın siyasi partilerin mali denetiminin düzenlendiği 55. ve 56. maddelerinde yer alan kurallardan, yapılacak mali denetimin Anayasa ile uyumlu olarak Anayasa Mahkemesi‘nin görev ve sorumluluğu içinde kaldığı anlaĢılmaktadır. Ancak, bu durumun, Mahkeme‘ye Anayasa ile belirlenen görev sınırlarını aĢacak biçimde yetki veren dava konusu sözcüklerin, Anayasa‘ya aykırılığı sorununu ortadan kaldırmayacağı açıktır. Belirtilen nedenlerle Anayasa‘ya aykırı olan dava konusu sözcüklerin, iptal edilerek; yasa kuralının her türlü duraksamayı önleyecek bir içeriğe kavuĢturulması gerekirken yorumlu ret kararı ile belirtilen sözcüklerin geçerliliğini sürdürmesine izin verilmesi Anayasa‘nın üstünlüğü ve anayasal denetimin amaçları ile bağdaĢmamaktadır. II- Yasa‘nın 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―BaĢkanın izniyle‖ Sözcükleri Yönünden 6216 sayılı Yasa‘nın 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde üyelerin, davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın izniyle katılabilecekleri öngörülmüĢ, dava dilekçesinde, Kural‘da yer alan ―baĢkanın izniyle‖ sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırılığı nedeniyle iptali istenmiĢtir. Dava konusu kuralla üyelerin her türlü bilimsel toplantıya konuĢmacı veya izleyici olarak katılımları BaĢkan‘ın iznine bağlanmıĢtır. Anayasa‘nın 26. maddesine göre, herkes, düĢünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya baĢka yollarla tek baĢına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak, ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu özgürlüğün, maddede sayılan nedenlerle sınırlanabilmesi olanaklı ise de üyelerin bilimsel toplantılara katılabilmeleri, sınırlamaya esas alınacak konular arasında yer almamaktadır. Üyelerin bilimsel toplantılara katılarak bilgi alıĢ veriĢinde bulunmalarının, bunun sonucu olarak karar verme sürecinde bilimsel verilerden de yararlanmalarının yargılama faaliyetlerinin daha ileri noktalara taĢınmasındaki önemi yadsınamaz. Mahkeme‘nin çalıĢma düzenini gözeterek, bilgi ve deneyimleri çerçevesinde hangi toplantıya konuĢmacı ya da izleyici olarak katılacağı her üyenin kendi takdir ve değerlendirmesi içinde kalan bir husustur. Açıklanan nedenlerle dava konusu sözcüklerin hizmetin gerekleriyle bağdaĢmadığı gibi, Anayasa ile de uyum içinde olmadığı sonucuna varılmıĢtır. III- Yasa‘nın 27. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Tümcesi Yönünden 6216 sayılı Yasa‘nın 27. Maddesinin, Mahkeme‘ye raportör yardımcısı olarak atanacakların, giriĢ sınavlarında yapılacak mülâkatı düzenleyen (4) numaralı fıkrasının son cümlesinde, ―Bunun dıĢında mülâkat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılamaz.‖ denilerek, bu konuda sınırlayıcı bir kural getirilmiĢtir. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren tüm eylem ve iĢlemlerini objektif esaslara bağlayarak yargı denetimine açan, adil yargılanma hakkını sağlayan devlettir. Yasa koyucunun, bu doğrultuda düzenlemeler yaparak hukuk devletini yaĢama geçirmekle yükümlü olduğu gözetildiğinde idarenin, personel alımında uyguladığı mülâkatta, yargısal denetimi kolaylaĢtırmak amacıyla kayıt sistemi ya da baĢka bir yöntemi uygulamasının engellenmesi, öncelikle hukuk devleti anlayıĢının özümsenemediğinin göstergesidir. Kamu hizmetinin özelliğine göre istihdam edilecek kiĢilerde hangi vasıfların aranacağının ve göreve alınmada nasıl bir yöntem uygulanacağının objektif esaslara göre belirlenmesi ve hiçbir kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde sonuca ulaĢılmasının sağlanması idarenin sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğun, gereği gibi yerine getirebilmesi için idarenin takdir yetkisini kullanarak belirleyeceği yöntemlere yasa ile müdahale edilmesi, hukuk devleti olma iddiasından vazgeçildiği anlamına geleceğinden, Anayasa ile bağdaĢmaz. Hukuk devletinde, getirilen bir yasaklama ile idarenin takdir yetkisi kaldırılıyorsa, bunun Ģeffaflığı ve objektifliği engelleyerek yargısal denetim alanını daraltmak değil, aksine geniĢletmek amacıyla yapılması gerekir. Öte yandan, Anayasa‘nın 70. maddesine göre, her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir; Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden baĢka hiçbir ayırım gözetilemez. Bu ilkenin uygulamaya yansıtılmasının en etkili yolunun, hizmete alınacakların niteliklerinin saptanmasında, objektif yöntemlerin uygulanması olduğu kuĢkusuzdur. Ġdarelerin kamu personelinin atanmasını bu çerçevede gerçekleĢtirmeleri, hizmetin gerekli kıldığı özellikler dıĢında öznel değerlendirmelere yol açacak ya da bu izlenimi verecek davranıĢlardan kaçınmaları Anayasa‘nın 70. maddesinin gereğidir. Kamu hizmetine alınmada objektif esasların uygulanmasını engelleyen kuralların ise bu ilkeyle bağdaĢmadığı açıktır. Belirtilen nedenlerle dava konusu Kural Anayasa‘ya aykırıdır. IV- Yasa‘nın 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının ―ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün‖ ve ―kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı‖ Bölümleri Yönünden 6216 sayılı Yasa‘nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ve kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil yönünden denetiminde bazı sınırlamalar getirilmiĢtir. Anayasa‘nın 148. maddesinin ilk fıkrasında, Anayasa Mahkemesi‘nin kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin (KHK) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Ġçtüzüğü‘nün Anayasa‘ya Ģekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleyeceği, ikinci fıkrasında da kanunların Ģekil bakımından denetlenmesinin, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı Ģartına uyulup uyulmadığı hususu ile sınırlı olduğu belirtilmiĢtir. KHK‘ler ile TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetiminde ise bir sınırlama öngörülmediği gibi, bu hususun kanunla düzenleneceğine iliĢkin bir kurala da yer verilmemiĢtir. Buna göre, KHK‘lerin ve TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi konusunda yasa ile düzenleme yapılarak Anayasa Mahkemesinin görev alanının sınırlandırılması olanaklı değildir. Anayasa koyucunun arzu etmesi durumunda kanunlar ve Anayasa değiĢikliklerinde olduğu gibi KHK‘ler ve TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetiminde de sınırlama getirmesine engel bulunmadığı halde bu yola baĢvurulmamıĢ olması, bu tür bir sınırlamaya gerek duyulmadığını göstermektedir. Bu nedenle KHK ve TBMM Ġçtüzüğü‘ne iliĢkin dava konusu düzenlemeler Anayasa‘nın 148. maddesine aykırıdır. Öte yandan, Anayasa‘nın KHK çıkarma yetkisinin kapsamı ve sınırlarını belirleyen 91. maddesi, denetimle ilgili bir kural içermediğinden, bu maddenin KHK‘lerin Ģekil bakımından denetiminin Anayasal dayanağını oluĢturamayacağı açık olup, kararın anılan maddenin esas alındığı KHK‘lerle ilgili gerekçesine bu madde yönünden katılmak mümkün değildir. V- Yasa‘nın 65. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesi Yönünden 6216 sayılı Yasa‘nın ―oylama Ģekli ve karar nisabı‖ baĢlıklı 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk tümcesinde, Genel Kurul ve bölümlerin, kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alacağı dava konusu ikinci tümcesinde ise oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olacağı hükme bağlanmaktadır. Anayasa‘nın 149. maddesinin ilk fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili olarak bölümler ve Genel Kurul‘un kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmektedir. Salt çoğunluk, oylamaya katılanların yarısından bir fazla sayıdaki çoğunluğu ifade ettiğinden, oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢüne ağırlık verilerek oluĢturulan kararın salt çoğunlukla alındığı kabul edilemez. Öte yandan, Yüce Divan‘da yapılan ceza yargılamasında, oyların eĢitliği halinde iki oy etkisi yaratacak biçimde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ sayılmasıyla, beraat ya da mahkûmiyet konusunda, kurul yerine baĢkanın iradesi belirleyici olacak, böylece kurul halinde yargılama yapılması ile korunması amaçlanan hukuki yarar gerçekleĢemeyecektir. Bu durumda, sanıklar yönünden yargılama güvencelerinden biri geçerliliğini yitirerek, adil yargılanma hakkı zedelenecektir. Dava konusu kuralın yol açabileceği söz konusu uygulamaların, Anayasa‘nın 36 ve 149. maddeleri ile bağdaĢtırılması olanaksızdır. Açıklanan nedenlerle Yasa‘nın belirtilen kurallarının Anayasa‘ya aykırı olduğu ve iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARġIOY VE FARKLI GEREKÇE 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un: I- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen “veya yaptırmak” ibaresini de içeren e) bendinde; “Siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak” denilmektedir. Kural, siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin Kanun‘a uygunluğunun denetimini yapma görevini Anayasa Mahkemesi‘nin görev ve yetkileri arasında saymıĢ, “veya yaptırmak” ibaresiyle de bu görevini baĢka bir kurum ya da kuruluĢa yaptırılabileceğini hüküm altına almıĢtır. Anayasa‘nın 148. maddesinin son fıkrasındaki “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir‖ Ģeklindeki kural ile 69. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesince siyasî partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Anayasa Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtaydan yardım sağlar. Anayasa Mahkemesinin bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir” biçimindeki düzenlemeden, siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetim görevinin sadece Anayasa Mahkemesi‘ne ait olduğu ve bunun devredilmesine olanak tanınmadığı anlaĢılmaktadır. Ġptali istenilen ibare, Anayasa‘nın, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢça yerine getirilmesine izin vermediği denetim görevini ihtiyaç halinde bir baĢka kurum ya da kuruluĢa devrederek, o kurum ya da kuruluĢun denetim yapmasına olanak sağlamaktadır. Bu durum, yoruma ihtiyaç duyulmayacak ve değiĢik bir anlam yüklenemeyecek Ģekilde, açıktır. Öte yandan, 6216 sayılı Kanun‘un 55. maddesindeki düzenlemeler baĢka kurum ya da kuruluĢa denetim yaptırmayla bir ilgi olmayıp, Mahkeme‘nin yapacağı denetimde SayıĢtay‘dan alacağı yardımı ifade etmektedir. Bu nedenle kural, Anayasa‘nın, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢça yerine getirilmesine izin vermediği denetim görevinin devredilebilmesine imkân sağladığından, Anayasa‘nın 69. maddesine aykırıdır. Ġptali gerekir. II- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen “Başkanın izniyle” ibaresini de içeren e) bendinde; “Görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar; davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara Başkanın izniyle katılabilirler” hükmü yer almaktadır. Kural, diğer yükümlülüklerinin yanı sıra, üyelerin kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılabilmeleri için baĢkandan izin almalarını da bir yükümlülük olarak öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi üyeleri nitelikleri, kariyeri, seçimi, görev, yetki ve sorumlulukları Anayasa maddelerinde özel olarak düzenlenen, kendi alanlarında uzman, yüksek yargı görevini yerine getirmek için gerekli birikime sahip, Anayasa‘nın 138. ve 139. maddelerinde belirtilen hâkim bağımsızlığı ve hâkimlik teminatından yararlanan, bu anlamda bağımsızlıkları ve teminatları anayasal güvence altında bulunan seçkin kiĢilerdir. Onların bu nitelikleri, yargı bağımsızlığının ve yargıya olan güven duygusunun oluĢmasında önemli bir yer tutmaktadır. Üyelerin, görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamamaları, hiyerarĢik sistem içinde çalıĢtırılmalarının mümkün olmaması, bağımsız olarak yargı görevini yerine getirmeleri gereğinden kaynaklanmaktadır. Kuralda yer alan “BaĢkanın izniyle” Ģeklindeki ibare, en yüksek Mahkeme‘de görev alan üyelerin, Anayasal güvence ile korunan hâkim bağımsızlığından yoksun astlık üstlük iliĢkisi içinde görev yapan hâkimler olduğu görünümünü vermekte ve toplum nezdinde bağımsız yargıya olan güven duygusunu zedelemektedir. Hâkimin bağımsız olması kadar bağımsız görünmesi de yargı bağımsızlığı bakımından önemlidir. Onlar, izinlerini baĢkanlardan değil kanunlarla yapılacak düzenlemelerden almalıdırlar. Bu nedenle yasa koyucunun yasal düzenlemeleri yaparken Anayasa‘nın öngördüğü güvenceleri gözetmesi ve yargı bağımsızlığına zarar verecek düzenlemeleri yapmaktan kaçınması gerekir. Söz konusu güvencelere zarar veren düzenlemeler Anayasa‘da öngörülen yargı bağımsızlığını ihlâl eder. Ayrıca, kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılma bilimsel geliĢme sağlamak bakımından Anayasal bir haktır. Böyle bir hakkın kullanılmasının engellenmesine imkân veren ibarenin bilimi öğrenme hakkına zarar verdiği de açıktır. Öte yandan, 6216 sayılı Kanun‘un Anayasa Mahkemesi BaĢkanı‘na verdiği yetkiler ve 15. maddenin (1) numaralı fıkrasının diğer bentleri ile (2) numaralı fıkrasında yer alan yükümlülüklerin, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin zamanında yerine getirilmesi, Mahkeme‘nin verimli ve uyumlu çalıĢmasını sağlamak için yeterli olduğu gözetildiğinde söz konusu ibarenin Mahkeme‘nin verimli ve uyumlu çalıĢmasını sağlamak için baĢkana verilmiĢ bir yetki olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaĢım olarak kabul edilemez. Bu nedenle ibare, yargı bağımsızlığına ve bilimi öğrenme hakkına zarar verdiğinden Anayasa‘nın 138. ve 27. maddelerine aykırıdır. Ġptali gerekir. III- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının iptali istenilen son cümlesinde; “Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” kuralına yer verilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi‘nin 23.7.2011 – 28003 sayılı Resmî Gazete‘ de yayımlanan 14.04.2011 günlü, E.2009/63 ve K.2011/66 sayılı kararının KARġIOY GEREKÇESĠ bölümünün I) numaralı bendinde belirttiğim gerekçe uyarınca, kuralın iptali gerektiğinden çoğunluk görüĢüne katılmadım. IV- 36. maddesinin iptali istenilen bölümleri de içeren (1) numaralı fıkrasında; “ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlıdır‖ düzenlemesi yer almaktadır. Kural, Anayasa değiĢikliklerinin, kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün ve kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil bakımından denetimini düzenlemektedir. Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Anayasaya Ģekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel baĢvuruları karara bağlar. Anayasa değiĢikliklerini ise sadece Ģekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaĢ hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz”, ikinci fıkrasında da “Kanunların Ģekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değiĢikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. ġekil bakımından denetleme, CumhurbaĢkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beĢte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, Ģekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def‟i yoluyla da ileri sürülemez” denilmektedir. Anayasa‘nın 148. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi tarafından kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün ve kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil ve esas bakımından, Anayasa değiĢikliklerinin ise sadece Ģekil bakımından incelenip denetlenebileceği öngörülmüĢ, ikinci fıkrasında ise istisnaî olarak Anayasa değiĢiklikleri ile kanunlar için Ģekil bakımından yapılacak denetimle ilgili sınırlama getirilmiĢ, ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde kararnameler bu istisnaya dâhil edilmeyerek Ģekil bakımından yapılacak denetimde sınırlama yapılması öngörülmemiĢtir. Ġptali istenilen bölümlerin yer aldığı kuralda, Anayasa‘da öngörülmemiĢ olmasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı, kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak Ģekil bakımından denetim yapılabileceği düzenlenmiĢtir. Anayasa koyucunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde kararnameler için de Ģekil bakımından yapılacak denetime sınırlama getirmesi mümkün iken getirmemiĢ olması, bunlarla ilgi Ģekil denetiminin sınırsız olarak yapılmasını arzu ettiğini göstermektedir. Kanun koyucu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde kararnameler için Anayasa‘da öngörülmeyen bir sınırlamaya yer vererek Anayasa‘yı ihlâl etmiĢlerdir. Bu nedenle; -―Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü’nün‖ bölümü Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olması ve iptal edilmesi gerektiği için bu konudaki redde iliĢkin çoğunluk görüĢüne, -―Kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı” bölümünün ise Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu için iptal edilmesi gerekirken farklı gerekçe ile iptal edildiğinden çoğunluğun bu konudaki iptal gerekçesine, katılmadım. V- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen ikinci cümlesinde “Oyların eşitliği hâlinde başkanın bulunduğu tarafın görüşü doğrultusunda karar verilmiş olur” denilmektedir. Ġptali istenilen cümlenin yer aldığı kuralda, Genel kurul ve bölümlerin kararlarını katılanların salt çoğunluğu ile alacağı, oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ sayılacağı ifade edilmektedir. Anayasa’nın 149. maddesinin ilk üç fıkrasında; “Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢır. Bölümler, baĢkanvekili baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme BaĢkanının veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluĢturulabilir. Siyasî partilere iliĢkin dava ve baĢvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel baĢvurular ise bölümlerce karara bağlanır. Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu Ģarttır” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi‘nin çalıĢma usul ve esaslarının düzenlendiği Anayasa‘nın 149. maddesinde Genel kurul ve bölümlerin salt çoğunlukla karar alabilecekleri, Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul‘ca bakılacağı belirtilmiĢ oyların eĢitliği hâlinde alınacak kararın ne olacağı gösterilmemiĢtir. Anayasa‘da belirtilen salt çoğunluğun, oylamada, yarıdan bir fazla üye sayısının oyuyla sağlanan çoğunluk olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Buna göre, oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceğine iliĢkin düzenleme, Anayasa‘da öngörülen salt çoğunlukla karar alınmasına iliĢkin kuralla örtüĢmemektedir. Oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceğine iliĢkin kural, yarıdan bir fazla oy sayısını saptarken üye sayısının esas alınması gerektiğine iliĢkin Anayasadaki hüküm değil Anayasa‘nın öngörmediği baĢkanlık sıfatı esas alınmaktadır. Bu durumun ise Anayasa‘nın kabul ettiği salt çoğunluk kavramına, dolayısıyla da Anayasa‘ya aykırılık oluĢturduğu açıktır. Ayrıca, Anayasa‘da Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul‘ca bakılacağı belirtilmektedir. Buna göre, iptali istenilen kuralın Yüce Divan sıfatıyla verilecek kararlarda da uygulanacağında tereddüt bulunmamaktadır. Toplu mahkeme sıfatıyla ceza yargılaması yapan Yüce Divan‘ın, her bir üyesinin yargılama sürecinde toplanan kanıtları tek baĢına değerlendirip, vicdani kanaatine göre kullanacakları oylara göre sonuç kararı belirlemesi gerekir. Toplu mahkemelerin kuruluĢlarındaki temel amacın maddi gerçeğe hatasız ulaĢılmayı sağlamak olduğu ve her bir üyenin bu maksatla bağımsız değerlendirmede bulunmasına ihtiyaç duyulduğu ve bunun aynı zamanda adil yargılanmayı tesis etmek için gerekli olduğu da gözetildiğinde, oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceğine iliĢkin kuralın toplu mahkemeden beklenen adil yargılanmayı sağlayamayacağı, dolayısıyla kural bu bakımdan da Anayasa‘ya aykırıdır. Bu nedenle Anayasa‘nın 149. ve 36 maddelerine aykırı olan kuralın iptali gerekir. Üye Mehmet ERTEN KARġIOY YAZISI 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un bazı maddelerinin aĢağıdaki nedenlerle Anayasa‘ya aykırı olduğu düĢüncesindeyim. I- Kanun’un 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “…BaĢkanın izniyle…” ibaresi : Ġptali istenen kuralda, Anayasa Mahkemesi üyelerinin davet olundukları ulusal ve uluslar arası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılabilmelerinin BaĢkanın izniyle mümkün olabileceği öngörülmektedir. Buna göre, BaĢkanın izni alınmadan bilimsel bir toplantıya katılmak, hakimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun olmayan bir harekette bulunmak gibi, disiplin iĢlemi gerektirebilecek bir davranıĢ olarak kabul edilmiĢtir. Bilimsel toplantılara katılmak, Anayasanın 27. maddesinde düzenlenen bilim ve sanat hürriyeti kapsamındaki bir temel haktır. Maddenin birinci fıkrasında herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araĢtırma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Anayasa‘nın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz. Ġptali istenen kurala iliĢkin, Anayasa‘nın 27. maddesinde öngörülmüĢ her hangi bir sınırlama nedeni bulunmamaktadır. Ġptal isteminin reddine iliĢkin çoğunluk gerekçesinde bilimsel toplantılara katılımın BaĢkan‘ın iznine bağlanması, üyelerin mahkemedeki görevleri baĢından ayrılarak yargısal faaliyetlerin aksatılmaması ihtiyacı ile açıklanmaya çalıĢılmıĢ ise de izinlerin nasıl kullanılacağı Kanun‘un 70. maddesinde açıklanmıĢ olup, diğer herhangi bir nedenle de üyelerin mahkeme toplantılarına katılımının BaĢkan tarafından belli bir düzen içinde sağlanması gerekeceği açıktır. Ancak bilimsel toplantılara katılımın iptali istenen kuralla ayrıca BaĢkan‘ın iznine bağlanmasının, yargısal faaliyetlerin aksatılmaması gibi genel bir gerekçeyle açıklanamayacağı anlaĢılmaktadır. Bu nedenle kuralın BaĢkana, üyelerin bilimsel faaliyetleri üzerinde bir denetim hakkı sağlamayı amaçladığı, bunun da Anayasa‘nın 27. maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır. Ġptali istenen kural BaĢkan‘a üyeler üzerinde adeta bir denetim ve vesayet yetkisi sağlamakla, Anayasa‘nın 138. maddesinde yer alan hakimlerin görevlerinde bağımsızlığı ve 140. maddesinde hüküm altına alınan hakimlik teminatı ilkeleri muvacehesinde en azından görüntü olarak hoĢ olmayan, hiyerarĢik bir iliĢkinin varlığı izlenimi yaratmaktadır. Yargı bağımsızlığının sadece gerçek anlamda bağımsızlığı değil, hakimlerin bağımsız görüntüsünün de korunmasını içerdiğinde kuĢku yoktur. Ġptal istemine konu kural ise bu görüntüye ters düĢtüğünden Anayasa‘nın 138 ve 140. maddelerine aykırıdır. II- Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi : Ġptali istenen kural, Raportör Yardımcılığı sınavlarında yapılacak mülakat sırasında herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağını hükme bağlamaktadır. Sınav ve mülakatla alınan görevlere iliĢkin tüm benzeri düzenlemelerde de yer alan kuralın, mülakata giren adayların haksızlıklara uğradıkları düĢüncesiyle yargı yoluna gitmeleri halinde iddialarını kanıtlamalarını engellemek amacıyla yasalaĢtırıldığı açıktır. Anayasa‘nın 36. maddesindeki hak arama hürriyeti sadece mahkemelere eriĢimi değil, mahkeme önünde savını kanıtlayabilmeyi ve bu amaçla kanıtlara ulaĢabilmeyi de içerir. Bu yönüyle hak arama hürriyetine aykırı olan kural, diğer yönüyle de bu tür bir uygulamayı yapmak istemeyecek, hukuka saygılı idare kuruluĢlarının yapacakları mülakatlarda kayıt sistemi kullanmak yönünde olabilecek takdir haklarını da ölçüsüz biçimde sınırlamakta olduğundan Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırıdır. Kuralın Anayasa‘nın 2 ve 36. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir. III- Kanun’un 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi : Ġptali istenen kuralda Genel Kurul ve Bölümlerde oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olacağı öngörülmüĢtür. Anayasa‘nın 149. maddesinde “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır” denilmektedir. Bu genel kuralın istisnası olan karar alma yöntemlerine ise ilgili maddelerinde ayrıca yer verilmiĢtir. Bu kapsamda 146. maddede BaĢkan ve BaĢkanvekillerinin “üye tamsayısının salt çoğunluğu ile” seçilebileceği, 147. maddede bir üyenin sağlık bakımından görevini yerine getiremeyecek olması nedeniyle üyeliğinin “üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile” sona erdirilebileceği, 149. maddede Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için “toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu” gerekeceği öngörülmüĢtür. Anayasa‘nın karar nisabına iliĢkin düzenlemelerinden, bu konuda kanun koyucuya takdir alanı bırakılmadığı, itiraz ve iptal davaları dahil karar nisabının özel olarak konulmuĢ hükümler dıĢında ―salt çoğunluk‖ olması esasının benimsendiği açıkça anlaĢılmaktadır. Oyların eĢitliği halinde karar verilebilmesini sağlamak için bir kural getirilmesi gerektiği, bunun da yasa koyucunun takdir alanı içinde bulunduğu Ģeklindeki bir düĢünceye katılmak mümkün değildir. Zira yukarıda açıklandığı üzere Anayasa‘nın kendisinin düzenlediği bir alanda yasa koyucunun takdir hakkı yoktur. Bu nedenle bölümler ve genel kurulda oyların eĢitliği nedeniyle salt çoğunluğun oluĢmadığı hallerde BaĢkanın oyunun çift sayılması Anayasa‘ya aykırıdır. BaĢkanın oylarının çift sayılması çağdaĢ bir düĢünce ürünü değildir. 1876 tarihli Osmanlı Kanun-u Esasisinde de Meclisi Umumi‘de oyların mütesavi çıkması halinde Reisin reyinin belirleyici olması esası kabul edilmiĢtir. Demokrasinin henüz filizlendiği bir dönemin düĢüncesini yansıtan kuralın, tarihinde uzun imparatorluk, krallık veya faĢizm deneyimi bulunan kimi ülkelerde bugün de kullanımda olmasına mukayeseli hukuk yönünden bakılarak hukukumuzda da örnek alınması, Anayasa‘nın açık hükümleri karĢısında geçerli bir red nedeni olamaz. Bunun yerine Anayasa‘ya uygun baĢka çözümler aranması, iptal ve itiraz davalarında oyların eĢitliği halinde yasaların anayasaya uygunluğu karinesi de gözetilerek, iptale karar verilemediğine yani talebin reddine karar verilmesi, diğer durumlarda karar alınmayarak genel kurul veya bölümün tek sayıdan oluĢan heyetle baĢka bir gün yeniden iĢi görüĢerek karar vermesi, heyetin tek sayıya inmesi amacıyla en kıdemsiz üyenin oylamadan çekilmesi gibi, diğer ülke uygulamalarında da görülen farklı düzenlemeler yapılması olanaklıdır. Hal böyle iken eĢitlikçi ve demokratik olmayan bir yaklaĢımla BaĢkana iki oy hakkı tanınması Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırıdır. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARġIOY GEREKÇESĠ 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un; 1) 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin incelenmesi; Ġptali istenilen ―Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.‖ cümlesinin yer aldığı (4) numaralı fıkra Ģöyledir. ―(4) Mülakat adayın; a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü, b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı, ç) Genel yetenek ve genel kültürü, d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı, yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirilir. Adaylar, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer puan üzerinden değerlendirilir ve verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” Madde hükmü ile Anayasa Mahkemesinde görev yapacak raportör yardımcısı adaylığı yazılı sınavından sonra yapılacak sözlü sınavda, Ģeffaflığı ve objektifliği sağlayacak ve herhangi bir uyuĢmazlık çıkması halinde kanıt olabilecek bir kayıt sisteminin kullanılması yasaklanmıĢtır. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve iĢlemleri hukuka uygun, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, tüm eylem ve iĢlemlerini objektif esaslara bağlayarak yargı denetimine açan devlettir. Anayasa‘nın ―kamu hizmetlerine girme hakkı‖nı düzenleyen 70. maddesinde ―Her Türk kamu hizmetine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden baĢka hiçbir ayırım gözetilemez‖ denilmiĢ olup, buna göre hizmete alınmada hizmetin gerekli kıldığı nitelikler dıĢında öznel değerlendirmelere yol açabilecek davranıĢlardan kaçınmak gerekmektedir. Bu durumda dava konusu kural hizmete alınmada objektifliği ve Ģeffaflığı engellediği gibi, uyuĢmazlık çıkması halinde kanıt olabilecek bir kayıt sisteminden kaçınılması suretiyle idari iĢlemlerde yargısal denetim alanını da daraltmaktadır. Açıklanan nedenle kural Anayasa‘nın 2. ve 70. maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir. 2) 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ―…ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün…‖ bölümünün incelenmesi; Ġptali istenilen bölümün yer aldığı ―ġekil bakımından iptal davası ve sınırı‖ baĢlıklı maddede; Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından incelenmesinin son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılacağı belirtilmektedir. Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa değiĢikliklerini, Kanunları, Kanun Hükmünde Kararnameleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünü Ģekil bakımından denetleyip karara bağlayacağı belirtildikten sonra, maddede bu denetimin nasıl yapılacağı ve sınırları da gösterilmiĢtir. Buna göre maddede; Anayasa değiĢiklerinde teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartlarına uyulup uyulmadığı, kanunlarda son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususlarıyla sınırlı olup, Kanun Hükmünde Kararnameler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmemiĢtir. Bu durumda Anayasa‘da Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde, iptali istenilen kuralda Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından incelemesinin son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılacağı Ģeklindeki bölümü, Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir. 3) 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin incelenmesi; Ġptali istenilen cümlenin yer aldığı (1) numaralı fıkrada ―Genel kurul ve bölümler kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alır. Oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur.‖denilmektedir. Anayasa‘nın 149. maddesinde; ―Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır.‖ hükmü yer almaktadır. Buna göre; Anayasa‘nın nitelikli çoğunluk öngördüğü kararlar dıĢında Mahkemenin salt çoğunlukla karar vermesi kuraldır. Bu durumda Anayasa ile belirlenen kararların salt çoğunlukla alınacağı kuralının, yasa ile yapılan bir yorumla değiĢtirilmesi suretiyle karar yeter sayısı belirlenmesine iliĢkin düzenleme Anayasa‘nın 149. maddesine aykırıdır ve iptali gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi, 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ―ve Türkiye Büyük Millet Meclis Ġçtüzüğü‖ bölümü, 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. Üye Zehra Ayla PERKTAġ [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer] —— • —— Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından: Esas Sayısı: 2012/54 Karar Sayısı: 2012/188 Karar Günü: 29.11.2012 ĠTĠRAZ YOLUNA BAġVURAN : Ankara 9. Ġdare Mahkemesi ĠTĠRAZIN KONUSU : 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine, 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı ÇeĢitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada yer alan ―…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…‖ ve ―…doğrudan satılabilir…‖ ibarelerinin, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir. I- OLAY Mülkiyeti Hazineye ait taĢınmazın, 4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesi uyarınca doğrudan satıĢ yöntemi ile satılmasına iliĢkin iĢlemin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralların Anayasa‘ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için baĢvurmuĢtur. II- ĠTĠRAZIN GEREKÇESĠ BaĢvuru kararının gerekçe bölümü Ģöyledir: ―4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanununun 4. maddesine 03.07.2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen Ek fıkrada; ―Hazineye ait taĢınmazlar, plan kararlarına uyulmak kaydıyla; organize hayvancılık yapacaklar ile kamu kurum ve kuruluĢlarına, küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler ile kamu kurum ve kuruluĢlarına, borsa yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlarda dahil, kamu kurum ve kuruluĢları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici Ģirkete, üzerinde en az onmilyon ABD Doları karĢılığı Türk Lirası tutarında ve en az yüz kiĢi istihdam sağlayacak sınai yatırım yapacaklara, toplu konut üretmek amacıyla Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabilir. Bu yerlerin amacı dıĢında kullanılamayacağına dair tapu kütüğüne Ģerh konulur‖ hükmü yer almıĢtır. Hukuk devletinin bütün faaliyetlerinde hukukun genel ilkeleri ile bağlayıcılığı ve üstünlüğü olan Anayasa hükümlerine uygun hareket etmek zorunda olduğu tartıĢmasızdır. Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, ―Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanıĢma ve adalet anlayıĢı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, baĢlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.‖ hükmü düzenlenmiĢ, 10. maddesinde ise; ―Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düĢünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eĢittir. Kadınlar ve erkekler eĢit haklara sahiptir. Devlet, bu eĢitliğin yaĢama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kiĢiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün iĢlemlerinde kanun önünde eĢitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.‖ hükmüne yer verilmiĢtir. Anayasanın ―Devletin Temel Amaç ve Görevleri‖ baĢlıklı 5. maddesinde; ―Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kiĢinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliĢmesi için gerekli Ģartları hazırlamaya çalıĢmaktır.‖ hükmü düzenlenerek, ―Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü‖ baĢlıklı 11. maddesinde ise; ―Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluĢ ve kiĢileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.‖ hükmü düzenlenmiĢtir. Yasa Koyucunun, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1. maddesinde belirtilen, Hazineye ait taĢınmazların daha kısa sürede ekonomiye kazandırılması amacı doğrultusunda Kanun düzenleyebileceği tabii olmakla birlikte bu amacın gerçekleĢtirilmesine yönelik olarak çıkarılan Kanun hükümlerinde kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasını sağlamak ve gerekli denetim mekanizmalarını oluĢturarak buna uygun düzenlemeleri yapmak zorunda olduğu tartıĢmasızdır. Bu doğrultuda, yukarıda değinilen 4706 sayılı Kanunun 4. maddesindeki; Hazineye ait taĢınmazların, plan kararlarına uyulmak kaydıyla; küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatiflere doğrudan satılabileceği yolunda getirilen hüküm ile Hazineye ait taĢınmazları satmakla yetkili olan idareye geniĢ bir takdir hakkı verildiği ve uyuĢmazlık konusu olayda olduğu gibi aynı taĢınmazı almak isteyen birden fazla tüzel kiĢinin bulunması durumunda bu hakkın talep edenler arasında objektif ve eĢit olarak kullanıldığını kanıtlayacak denetim mekanizmasının yetersiz olduğu, bu çerçevede söz konusu taĢınmazların satımının doğrudan satılabileceği yönündeki hüküm ile taĢınmaz satımının 4734 sayılı Kamu Ġhale Kanunu ve 2886 sayılı Devlet Ġhale Kanunu hükümleri dıĢında tutularak kooperatifler açısından herhangi bir ihale veya pazarlık usulü öngörülmediği, ancak bu durumun, 4706 sayılı Kanunun, Hazineye ait taĢınmazların daha kısa sürede ekonomiye kazandırılması amacının gerçekleĢtirilmesi doğrultusunda kooperatiflere yapılan satımların taĢınmazın hakettiği değerinin altında kalması sonucunu doğurabileceğinden, kamu yararına, eĢitlik, rekabet ve kamu kaynaklarının verimli kullanılması ilkesine uygun olmadığı sonucuna varıldığından, anılan hükümlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde değinilen Hukuk Devleti ilkesine, 10. maddesinde değinilen eĢitlik ilkesine, 5. maddesinde değinilen Devletin temel amaç ve görevlerine ve ―Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü‖ baĢlıklı 11. maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıĢtır. Açıklanan nedenlerle, Mahkememizce bakılmakta olan davada uygulanması gereken 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4. maddesine 03.07.2003 tarihli ve 4916 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen Ek fıkradaki; ―küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler‖ ve ―doğrudan satılabilir.‖ hükmünün Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu kanaatine ulaĢıldığından, Anayasa‘nın 152. ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 28. maddeleri uyarınca söz konusu ibarenin iptali istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi‘ne baĢvurulmasına 06/04/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.‖ III- YASA METĠNLERĠ A- Ġtiraz Konusu Yasa Kuralı 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un dava konusu kuralları da içeren 4. maddesi Ģöyledir: “Hazineye ait taĢınmaz mallar; a) KarĢılıklı olmak, DıĢiĢleri Bakanlığının olumlu görüĢü alınmak ve diplomatik amaçlarla kullanılmak kaydıyla yabancı devletlere, b) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) Üzerinde çeĢitli amaçlarla kiĢiler lehine sınırlı ayni hak tesis edilmiĢ ise, zemini ile üzerindeki bina ve tesislerin Hazineye geçmesi gereken kısmı, talep edilmesi halinde hak lehdarlarına, c) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) Hisse oranı yüzde kırkı veya hisse miktarı uygulama imar planı sınırları içinde dörtyüz, dıĢında ise dörtbin metrekareyi aĢmamak kaydıyla talepte bulunan hissedarlarına, d) Belediye ve mücavir alan sınırları dıĢında, köy ve mezraların yerleĢme alanı içinde bulunan ve yüzölçümü beĢ bin metre kareye kadar olan Hazineye ait taĢınmaz mallar kullanıcılarına, e) 3294 sayılı Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Kanununa göre kurulan vakıflara f) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) KuruluĢ amaçlarında kullanılmak ve ticari faaliyete konu edilmemek üzere; kanunla kurulmuĢ kurum ve kuruluĢlar ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, g) (Ek: 3/7/2003-4916/3 md.) Tapu kayıtlarında tapu fazlalıklarının Hazineye ait olduğuna iliĢkin Ģerh bulunan taĢınmazlardaki fazlalıklar, tapu malikine veya mirasçılarına, h) (Ek: 3/7/2003-4916/3 md.) Serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, gerçek veya özel hukuk tüzel kiĢilerine, i) (Ek: 16/7/2004-5228/51 md.)Toplu konut amaçlı olarak kullanılmak üzere, düzenlenecek protokolle belediyelere, (DeğiĢik cümle: 3/7/2003-4916/3 md.) Rayiç bedel üzerinden doğrudan satılabilir. (DeğiĢik ikinci fıkra: 16/7/2004-5228/51 md.) Üzerinde münhasıran eğitim veya sağlık amaçlı sınırlı aynî hak tesis edilmiĢ taĢınmazlarda (b) bendine göre yapılan satıĢlarda, hak sahibinin vakıf üniversitesi veya Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıf olması halinde satıĢ bedeli, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinde yer alan harca esas değerin yarısıdır. (d) bendindeki taĢınmazları satın alacakların veya bunların kanunî ve akdi haleflerinin, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, taĢınmazın bulunduğu köy nüfusuna kayıtlı olmaları veya 31.12.2000 tarihinden beri o köyde ikamet etmeleri Ģarttır. Bu fıkra hükümlerine göre satılan yerler ile (e), (f) ve (i) bentlerine göre satılan yerlerin satıĢ amacı dıĢında kullanılmayacağı hususunda tapu kütüğünün beyanlar hanesine Ģerh konulur. (i) bendine göre satılan taĢınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu hizmet alanlarına ayrılan yerler, bedelsiz ve müstakil parsel olarak Hazine adına resen tescil edilir. (Ek fıkra: 3/7/2003-4916/3 md.) Hazineye ait taĢınmazlar; küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuş kooperatifler ile kamu kurum ve kuruluĢlarına, borsa yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, kamu kurum ve kuruluĢları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici Ģirkete, toplu konut üretmek amacıyla Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabilir. Bu yerlerin amacı dıĢında kullanılamayacağına dair tapu kütüğüne Ģerh konulur. (Ek fıkra: 23/7/2010-6009/32 md.) Hazineye ait tarım arazilerinin satıĢında 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olan taĢınmazlar bu maddenin birinci fıkrasının (c) bendindeki kısıtlamalara tabi olmaksızın hissedarına doğrudan veya birden fazla hissedar olması halinde hissedarlar arasında pazarlık usulüyle satılabilir.‖ B- Dayanılan ve Ġlgili Görülen Anayasa Kuralları BaĢvuru kararında, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine dayanılmıĢ, 171. madde ise ilgili görülmüĢtür. IV- ĠLK ĠNCELEME Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince HaĢim KILIÇ, Serruh KALELĠ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAġ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımıyla 17.5.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin esasının incelenmesine OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir. V- ESASIN ĠNCELENMESĠ BaĢvuru kararı ve ekleri, Raportör Canbulut ġAġMAZ tarafından hazırlanan iĢin esasına iliĢkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüĢülüp düĢünüldü: BaĢvuru kararında, Hazineye ait taĢınmazların herhangi bir ihale ve pazarlık usulü öngörülmeksizin kooperatiflere doğrudan satıĢa çıkarılmasının taĢınmazın hak ettiği değerinin altında satılması sonucunu doğurduğu, bu durumun kamu yararına aykırı olduğu, aynı taĢınmazı almak isteyen birden fazla tüzel kiĢinin bulunması hâlinde bu hakkın talep edenler arasında objektif ve eĢit olarak kullanılmasını sağlayacak denetim mekanizmasının olmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural, Anayasa‘nın 171. maddesi yönünden de incelenmiĢtir. Kanun‘un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 4. maddesinde, Hazineye ait taĢınmazların, küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler ve kamu kurum ve kuruluĢlarına, borsa yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, kamu kurum ve kuruluĢları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici Ģirkete, toplu konut üretmek amacıyla Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar Kanunu‘nun 63. maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği ve bu yerlerin amacı dıĢında kullanılamayacağına dair tapu kütüğüne Ģerh konulacağı öngörülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir. Anayasa‘nın 171. maddesinde ise ―Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alır.” kuralına yer verilmiĢtir. Kooperatiflerin kendine özgü yapısı ve önemi nedeniyle Anayasa‘ya özel bir madde konularak kooperatiflere verilen değer vurgulanmak istenmiĢtir. Kooperatifçilik, günümüzde Dünyanın birçok çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de önemli bir ekonomik ve sosyal hareket olarak kabul edilmekte, ekonomik ve sosyal kalkınma ve geliĢmede sıkça kullanılmaktadır. Kooperatifler, ticaret Ģirketleri ile benzerlik göstermesine rağmen, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları karĢılıklı yardım, dayanıĢma ve kefalet suretiyle sağlayıp koruma amacıyla kurulan, değiĢir sermayeli olmak üzere kiĢilerin bir araya gelmeleri ile oluĢan kendine özgü yapısı olan teĢekküllerdir. Kanun‘un gerekçesinden, kanun koyucunun anılan düzenleme ile Hazineye ait taĢınmaz malların satıĢını hızlandırmayı ve kolaylaĢtırmayı, bu malların yönetim ve değerlendirilmesindeki bürokratik formalitelerin azaltılmasını, ülke kalkınmasında önemli yer tutan küçük sanayi sitelerinin, ticaret borsalarının, teknoloji geliĢtirme bölgelerinin ve serbest bölgelerin kurulmasını ve toplu konut üretiminin teĢvik edilmesini amaçladığı anlaĢılmaktadır. Hazineye ait ve bir kamu hizmeti için tahsisli olmayan taĢınmazlar ile tahsisli olup da adem-i tahsis kararı alınan taĢınmazlar hem izlenen ekonomi politikası hem de bütçeye gelir kaydedilmesi açısından satılabilmektedir. Küçük sanayi sitelerinin kurulmasıyla, plansız ve denetimsiz bir Ģekilde yapılaĢmıĢ, çevre kirliliği ve plansız kentleĢmeye neden olan dağınık Ģekildeki iĢyerlerinin bir araya toplanması ve böylece çevre sağlığına ve Ģehrin planlı geliĢmesine katkıda bulunulması; benzer iĢ kollarında çalıĢan iĢletmelerin aynı site içinde toplanmasıyla, verimliliğin ve kâr artıĢının sağlanması, ihtiyaçların daha ekonomik karĢılanması amaçlanmaktadır. Anayasa‘nın 171. maddesiyle Devlete, milli ekonominin yararları doğrultusunda öncelikle üretimin artırılması ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alma görevi verilmiĢtir. Bu göreve uygun olarak kooperatifçiliğin geliĢtirilmesi, desteklenip yönlendirilmesi, küçük üreticilerin korunması sosyal hukuk devletinin önemli görevleri arasındadır. Ġtiraz konusu kuralda yer alan “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…” ibaresi ile Hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi kurmak üzere oluĢturulmuĢ kooperatiflere harca esas değer üzerinden doğrudan satıĢına izin verilmektedir. Üretim ve istihdam artıĢı ile kooperatifçiliğin geliĢtirilmesi ve teĢvik edilmesi amacıyla getirildiği anlaĢılan kuralda kamu yararına aykırılık bulunmadığı gibi düzenlemeyle kanun koyucunun Anayasa‘nın 171. maddesiyle Devlete yüklenen görevi yerine getirdiği açıktır. Dolayısıyla, itiraz konusu kuralda yer alan “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…” ibaresinde, Anayasa‘ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Öte yandan dava dilekçesinde itiraz konusu kuralda yer alan ―…doğrudan satılabilir…‖ ibaresinin de iptali istenmektedir. Ülke sanayisinin geliĢmesinde önemli bir yer tutan küçük sanayi siteleri ile organize sanayi bölgelerinde yapılacak yatırımlar için gerekli fonların büyük bir bölümü arsa temini için ayrılmakta, bunun sonucu olarak da alt ve üst yapı tesisleri kısa sürede tamamlanamadığından üretimin, istihdamın ve ihracatın artırılması olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Bu nedenle, itiraz konusu kuralla, sürdürülebilir kalkınmanın lokomotifi olan, küçük ve orta ölçekli yatırımcı ve sanayicilere teĢvik amaçlı olarak Hazineye ait taĢınmazların harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği düzenlenmiĢtir. Genel olarak Hazineye ait taĢınmazların satıĢına iliĢkin kurallar, 2886 sayılı Devlet Ġhale Kanunu ile bu Kanun‘un 74. maddesine istinaden çıkarılan Hazine TaĢınmazlarının Ġdaresi Hakkında Yönetmelikte yer almaktadır. Yine bir çok kanunda Hazineye ait taĢınmazların satıĢına yönelik özel düzenlemelerin de yer aldığı görülmektedir. 4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesinde, harca esas değer üzerinden doğrudan satılabilecek Hazineye ait taĢınmazlar açıklanmıĢtır. Harca esas değer kavramı ise, 492 sayılı Harçlar Kanunu‘nun 63. maddesinde tanımlanmıĢtır. Bu maddeye göre, Kanun‘da sözü edilen kayıtlı değer veya emlâk vergisi değeri deyimi; 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu‘nun 29. maddesine göre belirlenen vergi değerini ifade etmektedir. Buna göre, Hazineye ait taĢınmazların herhangi bir ihale ve pazarlık usulü öngörülmeksizin kooperatiflere doğrudan satıĢa çıkarılmasının, taĢınmazın hak ettiği değerinin altında satılması sonucunu doğurduğu ileri sürülmekte ise de; satıĢa çıkarılacak olan taĢınmazın değeri 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu‘nda öngörülen esas ve usuller çerçevesinde belirleneceğinden esasen idarenin satıĢa çıkardığı taĢınmazın değerini belirleme konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır. Ġtiraz konusu kural ile sağlanmak istenen nihai amaç Hazineye ait taĢınmazları en yüksek bedelle satmak değil, ülke kaynaklarının etkili ve verimli kullanılmasını sağlamak, yatırımları özendirmek, ülke kalkınmasında önemli yer tutan küçük sanayi sitelerinin kurulmasını ve kooperatifçiliğin geliĢtirilmesini teĢvik etmek olduğundan, bu taĢınmazların herhangi bir ihale süreci öngörülmeksizin harca esas değer üzerinden doğrudan satıĢ yöntemi ile kooperatiflere satılmasında kamu yararına aykırı bir yön görülmemiĢtir. Dolayısıyla, itiraz konusu kuralda yer alan, “…doğrudan satılabilir…‖ ibaresinde, Anayasa‘ya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar, Anayasa‘nın 2. ve 171. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Kuralların, Anayasa‘nın 5., 10. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. Ġtiraz konusu kuralda yer alan, “…doğrudan satılabilir…‖ ibaresinin “küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler” yönünden Anayasa‘ya aykırı olmadığı görüĢüne Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ katılmamıĢlardır. VI- SONUÇ 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine, 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı ÇeĢitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının TeĢkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada yer alan; 1- “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler …” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 2- “doğrudan satılabilir” ibaresinin, “küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuş kooperatifler” yönünden Anayasa‟ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ‟ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 29.11.2012 gününde karar verildi. BaĢkan HaĢim KILIÇ BaĢkanvekili Serruh KALELĠ BaĢkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAġ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECĠPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN Üye Muammer TOPAL Üye Zühtü ARSLAN KARġIOY GEREKÇESĠ 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un, 4. maddesine 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun‘la eklenen fıkra ile hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi yapılmak amacıyla kurulmuĢ kooperatiflere 492 sayılı Harçlar Kanunu‘nun 63. maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği belirtilerek idareye satıĢ konusunda takdir yetkisi verilmiĢtir. Anayasa‘nın 171. maddesinde, Devletin, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak, öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alacağı; 173. maddesinde de esnaf ve sanatkârları koruyucu ve destekleyici tedbirleri alacağı belirtilmiĢtir. 4706 sayılı Yasa‘nın itiraz konusu ibarelerin de yer aldığı 4. maddesinin, Anayasa‘nın söz konusu kurallarını uygulamaya geçirmek amacıyla getirildiği anlaĢılmaktadır. Anayasa‘nın 8. maddesine göre, yürütme yetkisi ve görevi Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek olan sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Anayasa‘nın 123. maddesinde de idarenin kanuniliği ilkesine yer verilmiĢtir. Bu nedenle yasayla düzenleme yapılmayan bir alanda idarenin yetki kullanması olanaklı değildir. Herhangi bir konunun yasayla düzenlenmiĢ olduğunun kabulü için, yetki veren yasada temel ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, belirsiz, geniĢ bir alanın yürütmeye bırakılmaması gerekir. Düzenleme yetkisinin bu kapsamda kullanılması, hakkaniyete uygun adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinde, kiĢilerin hukuk güvenliğinin sağlanması için de önemlidir. Yargısal denetimin gereği gibi yapılması da idarenin sınırları belli olan alanlarda yetki kullanmasına bağlıdır. Ġtiraz konusu kuralla idareye hazineye ait taĢınmazları, ilgili kooperatiflere doğrudan satma yetkisi verilirken bunları satıp, satmama, birden fazla istekli varsa dilediğine satma konusunda hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaĢmayacak biçimde geniĢ bir takdir yetkisi tanınmıĢtır. Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ―doğrudan satılabilir‖ ibaresinin, Anayasa‘nın 2., 8. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARġIOY YAZISI 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine 4916 sayılı Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada, Hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatiflere doğrudan satılabileceği öngörülmüĢtür. Ġptali istenen kurallar “… küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…” ve “… doğrudan satılabilir…” ibareleridir. Kuralda, aynı taĢınmazı almak isteyen aynı yasa kapsamındaki birden fazla tüzel kiĢinin bulunması halinde Ġdarenin bu hakkı talep sahiplerinden hangisi lehinde kullandıracağı hakkında herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Hazineye ait taĢınmazın doğrudan satılmasına iliĢkin kural, satıĢın Kamu Ġhale Kanunu veya Devlet Ġhale Kanunu gibi, talipler arasında eĢitliği sağlayacak usullerin uygulanmasına olanak vermediği gibi bu konuda nesnel ölçütlere dayalı ve idari yargının denetimini olanaklı kılan alt düzenlemeler yapılmasını da engellemektedir. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin baĢlıca gerekleri arasında, yasaların açık, anlaĢılabilir, öngörülebilir ve eĢitlikçi olması, devletin kendisini de hukukla bağlı sayması ve bunun denetlenebilmesini sağlaması gibi hususlar da bulunmaktadır. Hazineye ait taĢınmazların doğrudan satıĢını öngören kural hukuk devleti gerekleriyle bağdaĢmamaktadır. Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı olan “doğrudan satılabilir” ibaresinin küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler yönünden iptali gerekir. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT KARġIOY GEREKÇESĠ 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada yer alan ―küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…‖ ve ―…doğrudan satılabilir.‖ ibarelerinin iptali istenilmektedir. Ġptali istenilen ibarelerin yer aldığı maddede hazineye ait taĢınmazların herhangi bir ihale ve pazarlık usulü öngörülmeksizin, bazı kamu kurum ve kuruluĢları yanında ―küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatiflere‖ de doğrudan satılabileceği hükme bağlanmaktadır. Anayasa‘nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devleti olduğu belirtilmiĢtir. Buna göre Devletin tüm organları Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlıdır. Hukuk devleti devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturmak suretiyle aynı zamanda istikrarı da sağlamaktır. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise kuralların genel, eĢit ve nesnel olmalarına bağlıdır. Ġtiraza konu ibarelerin yer aldığı kural, hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi yapılmak üzere kurulan kooperatiflere 4734 sayılı Kamu Ġhale Kanunu ve 2886 sayılı Devlet Ġhale Kanunu hükümleri dıĢında tutulması suretiyle doğrudan satılabileceğini düzenlemekte olup, bu haliyle idareye keyfi uygulamalara neden olabilecek geniĢ bir takdir yetkisi verildiği gibi, aynı durumda bulunan baĢvurucular yönünden de hukuki güvenlik ve öngörülebilirliği sağlamaktan öte objektif olmadığı ve belirsizliğe neden olduğu açıktır. Bu nedenle kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırıdır. Açıklanan nedenle 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesine 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun‘un 3. maddesi ile eklenen fıkrada yer alan ―doğrudan satılabilir‖ ibaresinin kooperatifler yönünden iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyorum. Üye Zehra Ayla PERKTAġ [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer] —— • —— Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından: Esas Sayısı: 2011/106 Karar Sayısı: 2012/192 Karar Günü: 29.11.2012 ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif HAMZAÇEBĠ ve Emine Ülker TARHAN ile birlikte 115 milletvekili ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin; A- Tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) sayılı cetvelin ve (1), (2) ve (3) sayılı listelerinin, B- 1. maddesiyle; 1- DeğiĢtirilen 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerinin, 2- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendinin, C- 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin; 1- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendinin, 2- 7. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresinin, D- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin; 1- (1) numaralı fıkrasının, a - (a) bendindeki “…sulak alanlar…” ibaresinin, b- (b) bendinin, c- (c) bendindeki “…doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgesi…” ibaresinin, d- (ç), (d) ve (e) bentlerinin, 2- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ile ikinci cümlesindeki “…Ancak Bakanlıkça…” ibaresinin, E- 12. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, F- 15. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen ek 1. maddenin, G- 17. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen geçici 6. maddenin (1) ve (3) numaralı fıkralarının, H- 19. maddesinin, I- 20. maddesinin, J- 23. maddesiyle 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘na eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasının, K- 32. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, L- 36. maddesiyle değiĢtirilen 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu‘nun 5. maddesinin birinci fıkrasındaki “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” ibaresinin, M- 40. maddesiyle değiĢtirilen 13.12.1978 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin birinci fıkrasının (r) bendindeki, “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;”, “ …ve Devlet‟in hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” ibareleri, “…kamulaĢtırma…” sözcüğü ve ikinci fıkrasının, N- 41. maddesinin “21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan „Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‟ ibareleri „Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‟ Ģeklinde ve „kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‟ ile „Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‟ Ġbareleri „Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‟ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …” bölümü ile (13) numaralı alt bendinin, O- 42. maddesiyle değiĢtirilen 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun 17. maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarının, P- 47. maddesinin, R- 49. maddesinin, S- 50. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin ikinci fıkrasındaki “… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …” ibaresinin, T- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin, U- 52. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10. maddelerinin, V- 63. maddesinin, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 35., 43., 45., 46., 56., 57., 63., 87., 90., 91., 117., 123., 127. ve 169. maddelerine aykırılıkları ileri sürülerek iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir: “… II. GEREKÇELER 1) 08.08.2011 Tarihli ve 648 Sayılı “Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin; Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Listenin Anayasaya Aykırılığı a) Esasa Girmeden Usulden Anayasaya Aykırılığı … Parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı ilkesini kabul eden Anayasanın 7 nci maddesinde “yasama yetkisi”, Türk Ulusu adına TBMM‟ne verilmiĢ ve bu yetkinin devredilemeyeceği açıkça belirtilmiĢtir. Bunun tek istisnası, Anayasanın 91 inci maddesinde Bakanlar Kurulu‟na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesidir. Bu istisnai yetkinin “yetki devri” niteliğine bürünmemesi için, Anayasa Mahkemesi‟nce de belirtildiği üzere, KHK çıkarma yetkisinin “önemli, ivedi ve zorunlu” durumlarda verilmesi, ayrıca bu koĢulların birlikte gerçekleĢmesi gerekmektedir. Siyasal iktidarın sayısal çoğunluğa dayalı olarak yasama organına egemen olduğu, Ġçtüzük uyarınca muhalefetin yeterince konuĢamadığı ve dolayısıyla yasaların 3-5 gün içinde çıkarılabildiği bir ortamda, Bakanlar Kurulu‘na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, anayasal kuralın amacı ve özüyle bağdaĢmamaktadır. 648 sayılı KHK, 6 Nisan 2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Yasası‘na dayanılarak Bakanlar Kurulu‘nca kabul edilmiĢtir. 6223 sayılı Yetki Yasası, 3 Mayıs 2011 günlü Resmi Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Anamuhalefet Partisi (CHP) TBMM Grubu tarafından, bu Yetki Yasası‘nın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi‘ne dava açılmıĢtır. Anayasa Mahkemesi, dayandığı yetki yasası Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen KHK‘leri, haklarında dava açılması durumunda, içeriğine girmeden, salt yetki yasaları iptal edildiği için, aĢağıdaki gerekçeyle iptal etmiĢtir. ―Olağanüstü hal KHK‘leri dayanaklarını doğrudan doğruya Anayasadan (m. 121) alırlar. Bu tür KHK‘lerin bir yetki yasasına dayanması gerekli değildir. Buna karĢılık olağan dönemlerdeki KHK‘lerin bir yetki yasasına dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK‘ler ile dayandıkları yetki yasası arasında çok sıkı bir bağ vardır. ... KHK‘nin Anayasaya uygun bir yetki yasasına dayanması, geçerliliğinin önkoĢuludur. Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya dayandığı yetki yasası iptal edilen bir KHK‘nin kurallarının, içerikleri yönünden Anayasaya aykırılık oluĢturmasalar bile Anayasaya uygunluğundan söz edilemez. … Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının kapsamı dıĢında kalan ya da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK‘lerin anayasal konumları birbirinden farksızdır. Böyle durumlarda, KHK‘ler anayasal dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri Anayasaya aykırı bulunmasa bile, dava açıldığında iptalleri gerekir. Bu nedenlerle, iptaline karar verilen bir yetki yasasına dayanılarak çıkarılan KHK‘lerin, Anayasanın BaĢlangıcı‘ndaki ‗hiçbir kiĢi ve kuruluĢun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiĢ hukuk düzeni dıĢına çıkamayacağı‘, 2 nci maddesindeki ‗hukuk devleti‘ ilkeleriyle 6 ncı maddesindeki ‗Hiç kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz‘ kuralı ve KHK çıkarma yetkisine iliĢkin 91 inci maddesiyle bağdaĢtırılmaları olanaksızdır.‖ Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen gerekçelerle, dayandıkları 4588 sayılı Yetki Yasası 05.10.2000 günlü, E.2000/45, K.2000/27 sayılı kararla iptal edilen 606, 608, 609, 610, 611, 612, 613, 615, 616, 617, 618, 619, 621, 623, 624, 626, 628, 629 sayılı KHK‘leri; içeriklerine girmeden, salt anayasal dayanaktan yoksun kaldıkları için, Anayasanın baĢlangıcı ile 6 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı duruma geldiklerini belirterek iptal etmiĢtir. (Sırasıyla kararlar: K.2000/29, K.2000/45, K.2000/37, K.2000/40, K.2000/42, K.2000/44, K.2000/39, K.2000/46, K.2000/38, K.2000/36, K.2000/35, K.2000/34, K.2000/43, K.2000/41, K.2000/33, K.2000/32, K.2000/30, K.2000/31) Bu itibarla, 6223 sayılı Yetki Yasası iptal edildiğinde 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, yasal dayanaktan yoksun kalacağından, 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖nin; esasa girmeden usulden tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eklerinin Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. b) Esastan Anayasaya Aykırılığı … Anayasanın BaĢlangıç kısmının dördüncü fıkrasında, ―Kuvvetler ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iĢbölümü ve iĢbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;‖ belirtildikten sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında ―hukuk devleti‖ ilkesine yer verilmiĢ; 6 ncı maddesinde, hiç kimse ve hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine getirileceği kuralları getirilmiĢ; 87 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna ―belli konularda‖ KHK çıkarma yetkisi verilmesi TBMM‘nin görevleri arasında sayılmıĢ; 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıĢtır. Anayasa Mahkemesinin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında da vurgulandığı üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve asli bir yetki olması, TBMM‘ye ait bulunması ve devredilememesi karĢısında KHK çıkarma yetkisinin kendine özgü ve ayrık bir yetki olduğu anlaĢılabilmektedir. Dolayısıyla yetki yasalarının, yasama yetkisinin devri anlamına gelecek ya da bu izlenimi doğuracak biçimde yaygınlaĢtırılıp genelleĢtirilmemesi gerekir. KHK‘ler ancak ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır. Maddenin DanıĢma Meclisi‘nde görüĢülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesinin nedeni, ―... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiĢtir ...‖ biçiminde açıklanırken; Anayasa Komisyonu BaĢkanınca da, ―Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endiĢesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuĢtur.‖ denilerek aynı doğrultuda görüĢ bildirilmiĢtir. Yetki yasasında Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ―amaç‖, ―kapsam‖ ve ―ilkeleri‖nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleĢtirebileceğinin açıklığa kavuĢturulmasıdır. KHK‘nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniĢ içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli, değiĢik biçimlerde yorumlamaya elveriĢli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, baĢka bir anlatımla somutlaĢtırılması, yürürlüğe konulacak KHK‘lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir. Anayasa Mahkemesinin 1990‘lardan bu yana verdiği kararlarda, TBMM‘nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi için, ―ivedilik, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ gibi üç koĢulun birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat oluĢturduğu gözlenmektedir (06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise, ―KHK‘lar, ancak ivedilik isteyen belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konur.‖ demiĢtir. Ġvedilik koĢulu ile etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taĢımayan hususlarda KHK çıkarma yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geleceği açıktır. Nitekim, Yüksek Mahkeme; Anamuhalefet (Fazilet) Partisi TBMM Grubu Adına Grup BaĢkanı Mehmet Recai KUTAN tarafından, 29.06.2000 günlü, 4588 sayılı ―Kamu Kurum ve KuruluĢlarının TeĢkilât, Görev ve Yetkilerine ĠliĢkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması Ġçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu‖nun, Anayasanın BaĢlangıç‘ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açtığı davaya iliĢkin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında; ―Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK çıkarma yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa‘yla her konuyu kapsayacak biçimde genel bir yetki verilmiĢtir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki kurum dıĢında tüm kamu kurum ve kuruluĢlarını yeniden örgütleyebilecek, bunların görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile emeklileri hakkında kanun ve KHK‘lerde değiĢiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve harcamalarına iliĢkin tüm mevzuatı ‗kamu malî yönetimi‘ kavramı içinde değerlendirerek yeni kurallar getirebilecektir. Sınırları geniĢ ve belirsiz konularda düzenleme yapmak üzere Bakanlar Kurulu‘na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın 87 nci maddesinde belirtilen ‗belli konu‘larda verilen yetki olarak değerlendirilemez. Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri de içermemektedir. Yasa‘nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK‘lerin ―kapsam‖ ve konusu içiçe girmiĢ, kapsamının çok geniĢ ve sınırsız olması nedeniyle de verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiĢtir. Konu ve kapsamdaki bu sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM‘ne ait olan yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli olması gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın 7 nci maddesine aykırılık oluĢturur. Yasa‘nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ivedi ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiĢtir. Yetkinin ―önemli, ivedi ve zorunlu‖ durumlarla sınırlandırılması, dava konusu Yetki Yasası‘nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla değil, amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu olduğunun yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve zorunlu olarak nitelendirilemez. Dava konusu Yasa‘nın amaç ve kapsamındaki geniĢlik ve sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan vermemektedir. Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası‘nın 1 inci maddesiyle 2 nci maddesinin birinci fıkrası Anayasanın BaĢlangıç‘ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır . Ġptali gerekir.‖ demiĢtir. Dava konusu hukuki olayda ise, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 03.03.2011 tarihli 73 ncü BirleĢiminde, Genel Seçim tarihinin öne alınarak, Genel Seçimin 12 Haziran 2011 tarihinde yapılmasına karar verilmiĢtir. Bundan 25 gün sonra, Yetki Yasasına iliĢkin ―Yasa Tasarısı‖ BaĢbakanlıkça 28.03.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığına sunulmuĢtur. BaĢka bir anlatımla Yetki Yasa Tasarısı, Genel Seçime 2,5 ay kala TBMM‘ye sevk edilmiĢ; siyasal iktidarın TBMM‘deki sayısal çoğunluğuna dayalı olarak da 06.04.2011 tarihinde kabul edilmiĢtir. TBMM‘de 06.04.2011 tarihinde kabul edilen Yetki Yasası, 14 gün TBMM‘de bekletildikten sonra CumhurbaĢkanlığına 19.04.2011 tarihinde sunulabilmiĢtir. 6223 sayılı Yetki Yasasının çıkarılmasındaki öncelikli anayasal sorun, ―ivedilik‖ ile ilgilidir. Ġvedilik, ―önemli ve zorunlu‖ konunun KHK yoluyla düzenlenmesinin olmazsa olmaz koĢuludur ve yasama dahil bütün süreçleri kapsamaktadır. Yasama organı çıkardığı yasanın ivediliğine inanıyorsa, söz konusu yasanın ivedi olarak yürürlüğe girmesi için gereğini yerine getirmek durumundadır. TBMM Genel Kurulunda 06.04.2011 tarihinde kabul edilen 6223 sayılı Yasa, 14 gün TBMM‘de bekletilmiĢ ya da unutulmuĢ, ancak 19.04.2011 tarihinde CumhurbaĢkanlığına gönderilebilmiĢtir. Bu durum, Yetki Yasası ile düzenlenecek konuların ―ivedi‖ olmadığının açık kanıtıdır. Ortada, KHK‘lerle düzenlemelere gidilmesi yönünde, ―önemli, zorunlu ve ivedi durum‖ yok ve yasama organının ve dolayısıyla yürütme organının yenilenmesine karar verilmiĢ iken, hem mevcut Bakanlar Kurulunu hem de seçimden sonra kurulacak Bakanlar Kurulunu kapsayacak ve aynı zamanda da gelecek yasama organını ipotek altına alacak Ģekilde, Bakanlar Kuruluna 6 ay süreyle, KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı gibi yasama yetkisinin devri anlamına da gelmektedir. 6 aylık sürenin uzunca bir bölümü, henüz kurulu olmayan ve ne zaman kurularak göreve baĢlayacağı belli olmayan bir Bakanlar Kurulunu kapsamaktadır ki burada da, hukuk devletinin ―belirlilik‖ ve ―öngörülebilirlik‖ ilkeleriyle birlikte, KHK‘lere iliĢkin ―önemli, zorunlu ve ivedi durum‖ ilkesinin ihlali söz konusudur. 6223 sayılı Yetki Yasasının ―Amaç ve kapsam‖ baĢlıklı 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;‖ denildikten sonra; (1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların birleĢtirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢlarıyla hiyerarĢik iliĢkilerine; (2) numaralı alt bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teĢkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taĢrada ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esaslarına; (b) bendinde ise, kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin çalıĢmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına; ―iliĢkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.‖ gibi belirsiz ve sınırsız ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının amacı ortaya konmak istenmiĢtir. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise, Yetki Yasasının kapsamına iliĢkin olarak, ―Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;‖ denilip, (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olarak;‖ ifadesinden sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmıĢ ve (20) numaralı alt bendinde, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerine iliĢkin hükümlerinde,‖ denilerek adeta tüm kamu kurum ve kuruluĢları kapsama alınmak istenmiĢ; (b) bendinde ise, ―Kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin olarak;‖ denildikten sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmıĢ ve (7) numaralı alt bendinde ise, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin hükümlerinde‖ ifadesiyle de neredeyse tüm kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma yetkisi verilmesi hedeflenmiĢtir. Oysa yetki yasalarının, Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuĢturarak somutlaĢtırması ve verilen yetkiyi hiçbir tartıĢmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu‘na çerçeveyi çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı gerektiren düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir. Çünkü, Yetki Yasası‘nda Bakanlar Kurulu‘na verilen yetkinin ―amaç‖, ―kapsam‖ ve ―ilkeleri‖nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulu‘nun neleri gerçekleĢtirebileceğinin açıklığa kavuĢturulmasıdır. Ancak, 6223 sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniĢ içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilerek, her okuyanın değiĢik Ģekillerde yorumlamasına açık hale getirilmiĢtir. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, baĢka bir anlatımla somutlaĢtırılması, yürürlüğe konulacak KHK‘lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir. Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için Anayasadaki öge ve ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen yorumlara uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar. Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak bu güne kadar; - 632 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (B) Fıkrası ile 4924 sayılı Kanun Uyarınca SözleĢmeli Personel Pozisyonlarında ÇalıĢtırılanların Memur Kadrolarına Atanması Amacıyla Devlet Memurları Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK, - 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 635 sayılı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 636 sayılı Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK; - 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 639 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 641 sayılı Kalkınma Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 642 sayılı Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma Ġdaresi ile Konya Ovası Projesi Bölge Kalkınma Ġdaresi BaĢkanlıklarının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 643 sayılı 3046 Sayılı Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK, - 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, - 646 sayılı Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığının Kurulması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK, - 647 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK, - 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK, Olmak üzere 17 adet KHK çıkarılmıĢtır. Yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerden Bakanlar Kurulunun hızını alamadığı ve dolayısıyla bunlara yenilerini ekleyeceği anlaĢılmaktadır. Öyle ki, yukarıdaki KHK‘lerin içeriğine girmeden isimlerinden de anlaĢılacağı üzere, KHK‘lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan değiĢikliğe uğramıĢtır. Bunlardan en ilginci, Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının birleĢtirilmesiyle oluĢturulan Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının baĢına gelmiĢtir. 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanunu‘na dayanılarak Bakanlar Kurulunca hazırlanan, 03.06.2011 tarihli ve 636 sayılı Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 08.06.2011 tarihli ve 27958 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢ; bir ay dahi yürürlükte kalmadan Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığı bu defa, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı - Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı Ģeklinde ikiye bölünerek yine 6223 sayılı Yetki Kanununa dayanılarak Bakanlar Kurulunca, 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak KHK‘ler 04.07.2011 tarihli ve 27984 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıĢtır. Bunu, 17.08.2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname izlemiĢtir. Diğer KHK‘lerin baĢına da benzer Ģeylerin geldiği göz önüne alındığında, TBMM‘nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verebilmesi için, ―ivedilik‖, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ gibi üç Anayasal koĢulun birlikte bulunması Ģartının gerçekleĢmesi Ģöyle dursun, Bakanlar Kurulunun yönetmelikle kurallaĢtırmanın dahi asgari gerekleri olan araĢtırma, inceleme, ihtiyaçları tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi hiçbir hazırlığının olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı gerektiren yasal düzenlemelerin KHK‘lere konu oluĢturamayacağının en açık, belirgin ve tartıĢmasız göstergesidir. Bakanlar Kurulunun ülkemize yaĢattığı kelimenin tam anlamıyla bir tür ―yap-boz oyunu‖dur. Yap-boz oyunu olmadığını kimse ileri süremez. Ancak, yap-boz oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmesini sağlamak için geliĢtirilmektedir. Yap-boz oyunları ile okul öncesi çocukların, anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere dönüĢtürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaĢabilmeleri için de her defasında yeniden deneyerek düĢünme ve çözüm yolları üretme yetilerini geliĢtirmeleri amaçlanmaktadır. Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak, yap-boz oyununu Türkiye‘nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı gerektiren alanlarda hiçbir hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı uygulama ve sonuçlarını izleme ve değerlendirme aĢamalarına geçmeden değiĢtirmekte; durmamakta, değiĢtirdiğini de değiĢtirmektedir. Hiçbir hukuksal öngörülebilirlik olmadığı için de değiĢtirdiği değiĢikliği değiĢtirdiğinin üzerinde yarın baĢka bir değiĢikliğe gitmeyeceği de belirsizliğini korumaktadır. Çünkü, 648 sayılı KHK, Sayın Erdoğan Bayraktarın Çevre ve ġehircilik Bakanlığına atanmasından sonra hazırlanmıĢtır. Türkiye, hukuksal düzenlemelerin toplumun ihtiyaçlarına göre belirlendiği demokratik ve sosyal hukuk devletinden, Bakanlar Kurulu eliyle bakanın kiĢisel özellik ve ihtiraslarına göre Ģekillendirildiği despotik bir devlete doğru sürüklenmektedir. YaĢananlar, Çevre ve ġehircilik Bakanının değiĢmesi durumunda, yeni bir KHK ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teĢkilat ve görevlerinin de değiĢeceğini ortaya koymaktadır. Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması ve hukuksal belirsizlik yaratarak, demokratik devlet ve hukuk devleti ilkelerine aykırı uygulamalar içine girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci maddesiyle Türk Milleti adına TBMM‘ye verilen devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor olmaktan kaynaklanmaktadır. Parlamento, Fransızca ―parler‖, Ġtalyanca ―parlare‖ yani ―konuĢmak‖ mastarlarından türetilmiĢ bir sözcüktür ve ―konuĢulan yer‖ anlamına gelmektedir. Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araĢtırma, inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçlar ve çözüm yolları, ilgili kurum ve kuruluĢlar ile etkilenen toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi örgütlerin görüĢlerini alınıp tespit edildikten sonra parlamentoların komisyon ve alt komisyonları ile genel kurulunda konuĢularak, tartıĢılarak ve üzerinde asgari mutabakat sağlanmaya çalıĢılarak yasalaĢmaktadır. Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM‘ye vermiĢ ve bu yetkiye -Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum hariç- devredilmezlik atfetmiĢtir. Anayasanın öngördüğü ―ivedilik‖, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ gibi üç koĢulun birlikte bulunması Ģartının gerçekleĢmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı sınırsızlık ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da bu yetkiyi ―yap-boz oyunu‖ oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan parlamenter demokratik sisteme karĢı giriĢilmiĢ örtülü bir yürütme organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi dahilinde yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaĢmayan siyasal bir darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. 648 sayılı KHK bu göstergelerinden birini oluĢturmaktadır. 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖ ile; - 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede; - 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK‘de; - 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda; - 27.06.1989 sayılı ve 375 sayılı KHK‘de; - 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununda; - 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunda; - 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘de; - 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda; - 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘de; - 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununda; - 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda, - 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘nin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanunda, - 26.01.2011 tarihli ve 6107 sayılı Ġller Bankası Kanununda, - 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda, Doğrudan değiĢiklikler yapılır ve ek fıkra ve maddeler eklenirken; 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununda örtülü değiĢiklikler yapılmıĢ; Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢ; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ise, Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna dönüĢtürülmüĢtür. Yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde kararnameden, 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunu, 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu, 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu, 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘nin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanun, 26.01.2011 tarihli ve 6107 sayılı Ġller Bankası Kanunu, 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu olmak olmak üzere 16 adedinin, 6223 sayılı Yetki Yasasının ―Amaç ve kapsam‖ baĢlıklı 1 inci maddesinin kapsama iliĢkin (2) numaralı fıkrasında 19 alt bent halinde tek tek sayılan yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmadığı açıktır. Maddenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olarak‖ denildiği ve (20) numaralı alt bendinde ise, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerine iliĢkin hükümlerinde,‖ ifadesine yer verildiği ve yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünden kararnameden 644 ve 645 sayılı KHK‘ler hariç 15 adedinde yapılan değiĢikliklerin kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olmadığı gibi, görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerine iliĢkin hükümlerinde de yapılmadıkları ortada olduğundan madenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (a) bendine iliĢkin (20) numaralı alt bendin kapsamında olmadığı da çok açıktır. Öte yandan, yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde kararnameden 16 adedi, 6223 sayılı Yetki Yasasının 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde 6 alt bent halinde sayılan 6 adet yasa ve yasa gücünde kararname içinde de sayılmadığı ve (7) numaralı alt bendinde de, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin hükümlerinde‖ denildiğinden, 16 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede yapılan değiĢiklikler, maddedeki esaslar çerçevesinde sayılamayacağından, yukarıda sıralanan 16 adet yasa ve yasa gücünde kararnamenin 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmadığı yeterince açık bir husustur. Ayrıca, yukarıda sıralı 21 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede yapılan değiĢiklikler, 6223 sayılı Yetki Yasasının ―Ġlkeler ve yetki süresi‖ baĢlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında ―Bakanlar Kurulu bu Kanuna göre verilen yetkiyi kullanırken;‖ denilerek (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olarak‖ ifadesinden sonra dokuz alt bent halinde sayılan ilkeler içinde sayılamayacağı gibi; (b) bendinde üç alt bent halinde sayılan ilkeler içinde de değerlendirilemez. Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan yargısal denetimde KHK‘nin, öncelikle yetki yasasına sonra da Anayasaya uygunluğu sorunlarının çözümlendiği bilinmektedir. Her ne kadar, Anayasanın 148 inci maddesinde KHK‘lerin yetki yasalarına uygunluğunun denetlenmesinden değil, yalnızca Anayasaya biçim ve esas bakımlarının uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de, Anayasaya uygunluk denetiminin içerisine öncelikle KHK‘nin yetki yasasına uygunluğunun denetimi girer. Çünkü, Anayasanın 91 inci maddesinde, Bakanlar Kurulu‘na ancak yetki yasasında belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüĢtür. Yetkinin dıĢına çıkılması, KHK‘yi Anayasaya aykırı duruma getirir. Böylece, KHK‘nin yetki yasasına aykırı olması Anayasaya aykırı olmasıyla özdeĢleĢir. Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının kapsamı dıĢında kalan ya da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK‘lerin anayasal konumları birbirinden farksızdır. Böyle durumlarda, KHK‘ler anayasal dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri Anayasaya aykırı bulunmasa bile, dava açıldığında iptalleri gerekir. Bu bağlamda, Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda ilkeleriyle uyuĢmayan hukuksal tasarruflara giriĢerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın BaĢlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 91 inci maddelerindeki kurallara aykırıdır. Öte yandan, Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kiĢi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararname ile düzenlenemeyeceği kuralı getirilmiĢ; Anayasanın Ġkinci Kısmının ―KiĢinin Hakları ve Ödevleri‖ baĢlıklı Ġkinci Bölümünün ―YerleĢme ve seyahat hürriyeti‖ baĢlıklı 23 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, devletin ―sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi gerçekleĢtirmek‖ görevinden söz edilirken; 35 inci maddesinde ise mülkiyet hakkı düzenlenmiĢtir. 648 sayılı KHK‘de ise, yerleĢme ve kentleĢmeye yönelik düzenlemeler yanında, Hazine ile diğer kamu kurum ve kuruluĢlarının mülkiyetindeki araziler; Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler; mera, yaylak ve kıĢlaklar ile ormanlara; doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitlere; milli park, tabiat parkı, koruma alanları ve sulak alanlara ve bunların hukuki rejimleri ile yerleĢime açılmalarına iliĢkin düzenlemeler yapılmıĢtır. 648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeler, Anayasanın Ġkinci Kısmının Ġkinci Bölümündeki, Devletin sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi sağlama görevi ile mülkiyet hakkı kapsamında olduğundan; Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen KHK ile düzenleme yasağı alanına girmekte ve dolayısıyla sağlıklı ve düzenli kentleĢme ile mülkiyet hakkını konu alan imar ve çevre düzenlemeleri kanunla yapılacağından, kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesindeki kurala, bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖nin tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Liste, Anayasanın BaĢlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 2) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen 29.06.2011 Tarihli ve 644 Sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinde Yer Alan ―… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile …‖ Ġbaresi ile ―… mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ Ġfadesinin ve 4 üncü Maddesi ile 644 Sayılı KHK‘nin 7 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (j) Bendine Eklenen ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ Ġbaresinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları ve enerji ve telekomünikasyon tesislerine ek olarak, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığı yetkilendirilmekte; 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı ibaresi ile ise her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak ve onaylamakla Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü görevlendirilmektedir. 648 sayılı KHK‘nin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görevlerinin düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununda örtülü değiĢiklikler yapılmaktadır. Oysa, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5302 sayılı Ġl özel Ġdaresi Kanunu ile 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda, 648 sayılı KHK ile düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan (c) bendinde, ―Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile‖ denilmekle yetinilmiĢ; Bakanlar Kuruluna verilecek yetkinin amacı ve ilkeleri belirtilmediği gibi kapsamı ve çerçevesi çizilmemiĢ; amacı olmayan, kapsamı sınırsız ve ilkeleri belirsiz bir alanla ilgili olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığı her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek ile yetkilendirilmiĢtir. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanlar Kurulunu yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Bakanlar Kurulunun Çevre ve ġehircilik Bakanlığını hangi alanlarda hangi projeleri gerçekleĢtirmek için, ne Ģekilde ve hangi Ģartlarla yetkilendireceği, yetkinin kapsamı, amacı ve ilkelerinin ne olduğunun yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Öte yandan, Bakanlar Kuruluna, hiçbir ölçü getirilmeden, amacı ve temel ilkeleri ortaya konulmadan, kapsamı ve çerçevesi çizilmeden, yürütmenin düzenleme yetkisinin sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğu gözetilmeden, sınırsız ve belirsiz bir alanı belirleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın 2 nci maddesine ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık oluĢturmaktadır. Mekansal planlamadaki yetkilerin merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki paylaĢımı tarihsel olarak incelendiğinde, 648 sayılı KHK ile yapılan yukarıdaki düzenlemelerin, Türkiye‘de 1985 yılından bu yana mekansal planlamada yerel yönetimlerin yetkisini artıran süreçten gerekçesiz bir kopuĢu ve 1985 öncesinin de gerisine düĢüĢü ortaya koyduğu anlaĢılmaktadır. 09.07.1956 tarihli ve 6785 sayılı Ġmar Yasasının 26 ncı ve 29 uncu maddelerinde, Belediye Meclislerince kabul edilen imar ve yol istikamet planlarını aynen veya değiĢtirerek onama ya da değiĢtirilmek üzere geri çevirme Bakanlığın yetkisine verilmiĢ; 20.07.1972 tarihli ve 1605 sayılı Yasa ile yapılan değiĢiklikle Bakanlığın bu konudaki yetkisi biraz daha geniĢletilmiĢti. Yerel yönetimlere iliĢkin olarak 1982 Anayasasının 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı kuralının, yerel yönetimlerin düzenlendiği 127 nci maddesinin ikinci fıkrasında ――Mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkileri yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir.‖ Ģeklinde 1961 Anayasasının 116 ncı maddesinden farklı olarak bir yerel yönetim ilkesi haline getirilmesiyle birlikte, yerel düzeydeki mekansal planlama, mahalli müĢterek ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirilerek, merkezi idarenin yetkileri, yerel yönetimler lehine sınırlandırılmaya baĢlanmıĢtır. Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen mahalli müĢterek ihtiyaç kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan kiĢi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve güncelleĢtirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne alındığında, yerelde uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte yaĢamaktan ve hemĢerilik iliĢkisinden doğan mahalli müĢterek bir hizmet olduğu göz ardı edilemez. Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile birlikte, merkezi idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki yetkileri, çağdaĢ demokratik sistemdeki evrimin, katılımcı demokrasi anlayıĢının küresel düzeyde yerleĢmesinin ve Anayasamızdaki ―yerinden yönetim‖ ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık olan yerel yönetimlere geçmeye baĢlamıĢ; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile süreç tamamlanmıĢtır. Mekansal planlama konusunda yürürlükteki yasalarımızda, bölgesel düzeyde ―bölge planı‖ ile ―çevre düzeni planı‖; yerel düzeyde ise, ―il çevre düzeni planı‖ ile ―(nazım ve uygulama) imar planı‖ öngörülmektedir. Bölge planları, 3194 sayılı Ġmar Kanununa göre (md. 8/1-a), sosyo-ekonomik geliĢme eğilimlerini, yerleĢmelerin geliĢme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve altyapıların dağılımını belirlemek üzere gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama TeĢkilatı (Ģimdi Kalkınma Bakanlığı) tarafından yapılacak veya yaptırılacak; Çevre düzeni planları, 2872 sayılı Çevre Kanununa göre (md. 9), çevre kirliliğini önlemek ve nazım ve uygulama imar palanlarına esas teĢkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli olarak Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı (Ģimdi Çevre ve ġehircilik Bakanlığı) tarafından yapılacak, yaptırılacak ve onaylanacak; Ġl çevre düzeni planları, 5393 sayılı Belediye Kanununa göre (md. 18/c), belediye sınırları il sınırı olan BüyükĢehir Belediyelerinde ilgili BüyükĢehir Belediyesi tarafından yapılacak ve doğrudan belediye meclisi tarafından onaylanacak; diğer illerde ise valinin koordinasyonunda, il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılacak ve belediye meclisi ile il genel meclisi tarafından onaylanacak; Ġmar planları ( nazım ve uygulama) ise, 5393 sayılı Belediye Kanununa göre (md. 14/1a ve 18/1-c) belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp belediye meclisinin onayıyla, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp il genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girecektir. Bu merkez ile yerel arasındaki yetki paylaĢımına yönelik genel düzenlemelere ek olarak, 3621 sayılı Kıyı Kanununda (md. 7), kıyıda doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilerin imar planlarının doldurma ve kurutmayı yapan ilgili idare tarafından hazırlanması ve Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı tarafından onaylanması; 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu kapsamında kalan alanlardaki planların ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılıp onaylanması öngörülmüĢ; 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanununda ise (md. 7), kültür ve turizm koruma ve geliĢim bölgeleri ile turizm merkezleri içindeki her ölçekte planların yapılması, yaptırılması ve resen onaylanmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili kılınmıĢtır. Bu bağlamda, mekansal planlamanın bölgesel boyutunda merkezi idare, yerel boyutunda ise yerel yönetimler yetkilendirilmiĢtir. Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni verme yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel yönetimlerin yetkilerine Anayasa ile bağdaĢmayan açık, geliĢigüzel ve ölçüsüz bir müdahale olmanın yanında, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki gaspı anlamına da gelmektedir. Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım ve uygulama imar planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken ülke ve bölge düzeyindeki planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan planlamalarıyla bütünleĢik, onlara uygun ve onlarla uyum içinde olması gerekeceğinde kuĢku yoktur. Ancak, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin olarak, her tür ve ölçekteki planlardan parselasyon planlarına ve hatta inĢaat ruhsatı ve yapı kullanma izinlerine kadar yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel planlama ve ruhsatlandırma yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak merkezi idare tarafından kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların verdiği yerel planlama yetkilerini, bir yandan yerel gereksinimlere göre kullanmalarını olanaksız hale getirirken, diğer yandan yerel planlamanın ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen planlama dengesini bozmakta ve plan bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Her yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel özellikleri yanında, sosyoekonomik geliĢme eğilimleri, geliĢme potansiyeli, geliĢme aksı ve sektörel hedefleri birbirinden farklılık gösterir. YerleĢim yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleĢime iliĢkin imar planlarının yerel özellik taĢıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği açıktır. Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise, yerel düzeydeki imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı derecede doğru ve yerindedir. Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir. Ancak, bu durumda sadece Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beĢinci fıkralarına aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve bütünlüğünün bozulması durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine de aykırılık söz konusu olur. Anayasanın 2 nci maddesinde ―hukuk devleti‖ ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢtır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da gerekli kılar. Yerel yönetimlerin, yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin yetkilerine merkezi idarenin ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleĢimlerin plan bütünlüğünden ayrıĢık biçimde, parsel ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaĢma kararı vermesi, yerleĢme planlarında var olan dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır. YerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlama ve ruhsatlandırmada merkezi idareye verilen sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin yasal yetkilerini kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün bozulmasının ise kamu yararı ilkesiyle bağdaĢmazlığı da ortadadır. Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Oysa iptali istenen düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile kendisine verilen idari vesayeti aĢan yetkilerle donatmaktadır. Bu durumda, merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan aldığı ileri sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını kabul etmek gerekecektir. Öte yandan, 18.12.1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununa göre, askeri yasak bölgeler, Genelkurmay BaĢkanlığının istemi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile (md.2); askeri güvenlik bölgeleri, Genelkurmay BaĢkanlığınca; kamu ve özel kuruluĢların çevresindeki özel güvenlik bölgeleri ise, Genelkurmay BaĢkanlığının istemi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin veya ĠçiĢleri Bakanlığının göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay BaĢkanlığının uygun görmesi üzerine Bakanlar Kurulunca kuruluyor veya kaldırılıyor (md. 3); askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgeleri ile özel güvenlik bölgelerinin kurulması hakkındaki kararlara ekli uygun ölçekli haritalar ve koordinat listelerinde bu bölgelerin sınırları belirtiliyor (md. 4); birinci ve ikinci derece kara askeri yasak bölgelerin ve içindeki askeri tesislerin fotoğraf ve filminin çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not alınması veya harita uygulaması gibi faaliyetlerde bulunulması, bölgenin savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve açıklayacak cihazlar kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiĢ olanlar ile Genelkurmay BaĢkanlığı tarafından izin verilmiĢ olanlar dıĢındakilere yasaklanmıĢ (md. 7/1-e ve 9/1-h); birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen Silahlı Kuvvetlere ait kıĢla, kıta, karargah, kurum, ordugah ve tesisler ile sualtı ve su üstü tesislerinin, her türlü patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve gizlilik dereceli maddelerin konmasına tahsis edilmiĢ sabit ve seyyar depo ve cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boĢaltan tesisler ve atıĢ poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dıĢ sınırlarından itibaren en fazla dörtyüz metreye kadar geçen noktaların birleĢtirilmesi ile tespit edilecek askeri güvenlik bölgelerinin Genelkurmay BaĢkanlığınca tesis edilebileceği; bu bölgelerin çevresinin iĢaretlenmesine iliĢkin esasların yönetmelikte gösterileceği hüküm altına alınmıĢ (20/1-b); askeri yasak bölge ve güvenlik bölgesi ilan edilecek yerlerin harita plan ve krokilerinin talepte bulunan Kuvvet Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yapılacağı 17.01.1983 tarih ve 83/5949 sayılı BKK ile yürürlüğe giren (RG: 30.04.1983/18033) Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde belirtilmiĢ ve 22.04.1925 tarihli ve 657 sayılı Harita Genel Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesi ile yurdun savunması için gerekli bütün harita ve planları yapma görevi anılan komutanlığa verilmiĢ iken; Yurt savunması için birinci derecede önemli olan ve gizlilik taĢıyan milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesini hukuken anlamak ve hukuk içinde kalarak açıklamak mümkün değildir. Çünkü, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgelerinin kurulması, kaldırılması, harita ve planlarının çıkarılmasındaki görev ve yetkililer, özel yasayla düzenlenmiĢ ve söz konusu yasa yürürlükte iken, anılan yerler herhangi bir yermiĢ gibi her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarının yapılmasının Çevre ve ġehircilik Bakanlığı görevlilerine ve ―yaptırmak‖ ibaresi üzerinden de özel kiĢi ve firmalara açılması, yurt savunmasının gereği olan gizliliği ortadan kaldırmakta; yurdumuzun milli güvenliğe dair tesisleri, askeri yasak bölgeleri, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerini yol geçen hanına çevirerek milli güvenliğimizi tehdit etmektedir. Anayasanın 5 inci maddesinde, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıĢ; 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında ise, milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı Bakanlar Kurulunun sorumlu olduğu belirtilmiĢtir. Bakanlar Kurulunun hazırladığı 648 sayılı KHK‘nin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesine iliĢkin hükümler, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi tehdit ettiği için Anayasanın 5 inci maddesine; Bakanlar Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı olan milli güvenliğin sağlanması ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanması sorumluluğuyla bağdaĢmadığı için de Anayasanın 117 nci maddesine aykırıdır. Öte yandan, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerinin anılan statüleri devam ettiği sürece, her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarına konu oluĢturması ve dolayısıyla yapılaĢmaya açılması hukuken olanak dıĢıdır. Anılan yerlerin, her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin esasların belirlemesi ile bunlara iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarının gerektiğinde yapılması, yaptırılması ve onanması iĢlemlerine konu oluĢturabilmesi için, öncelikle 2565 sayılı Kanun veya çıkarılacak baĢka bir yasa hükümlerine göre hukuki statülerinin değiĢtirilmesi ve dolayısıyla milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge, genel sığınak alanı ve özel güvenlik bölgesi statülerinden arındırılmaları gerekir. Arındırıldıklarında da ortada milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge, genel sığınak alanı ve özel güvenlik bölgesi kalmayacağı ve dolayısıyla özelliksiz herhangi bir yer olacakları için KHK‘de anılan ifadelerin yer almaması veya anılan ifadelerle nitelendirilmemeleri gerekir. Bakanlar Kurulu, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerinin kentlerin merkezlerinde kaldığından hareketle büyük bir rant kapısı oluĢturduğunu düĢünüyor ve buraları kent merkezlerinin dıĢına taĢıyıp, arazilerini satarak kent rantlarını nakte çevirmeyi planlıyorsa, Kararname hükümlerini niyetlendiği planı açık ve belirgin bir biçimde ortaya koyacak Ģekilde düzenlemeli ve hukuki belirsizlik, karmaĢa, kargaĢa ve yetki çatıĢması yaratmaktan kaçınmalıdır. Ġptali istenen bentteki, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri ile ilgili her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin esasları belirlemek, bunlara iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını gerektiğinde yapmak, yaptırmak ve resen onaylamak yetkilerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesine iliĢkin düzenleme, milli güvenliğin gerekleriyle bağdaĢmadığı için kamu yararına sonuç doğurmayacağı gibi, adalet anlayıĢıyla bağdaĢmamakta ve makul da bulunmamaktadır. Hukuki karmaĢa, yetki çatıĢması ve hukuki belirsizlik yaratarak hukuk güvenliğini ortadan kaldırmaktadır. Hukuk güvenliği, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanması da yönetimin görev ve yetkilerinin yasalarda açıkça gösterilmesinden geçmektedir. Bu itibarla söz konusu düzenleme, hukuki karmaĢa, kargaĢa, belirsizlik ve yetki çatıĢması yarattığı ve kamu yararına sonuç doğurmayacağı için Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendindeki, ―… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile …‖ ibaresi ile ―… mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ ifadesi ve 4 üncü maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 3) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 2 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (h) Bendi ile 4 üncü Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 7 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (e) Bendinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkileri Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilirken; 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri, Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmektedir. 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendindeki hükümler ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görevlerinin düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu ve 3621 sayılı Kıyı Kanununda; 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile de 5393 sayılı Belediye Kanunu, 775 sayılı Gecekondu Kanunu ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda örtülü değiĢiklikler yapılmaktadır. Oysa, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5302 sayılı Ġl özel Ġdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu ile 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda, Bakanlar Kurulunun 648 sayılı KHK ile düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan, 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ile yatırımcılar lehine Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı bir ayrımcılık yapılarak sermaye kesimine imtiyaz tanınmaktadır. Yatırımlar, sermaye kesimi tarafından yapıldığına ve yatırımlar ya kiĢilere ait taĢınmazlar ya da Devletçe sağlanan teĢvikler bağlamında Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ait olan taĢınmazlar üzerine yapılacağına göre, söz konusu taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce/yerel yönetimlerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, sermaye sınıfına tam anlamıyla bir imtiyaz sağlanması anlamına gelmektedir. Çünkü, ilgili idareler yani yerel yönetimler sermayedarların yapacakları yatırımlar için hazırladıkları veya hazırlattıkları etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini onaylamıyorlar ise, onaylanmak üzere sunulan planlar, ya ilgili idareler tarafından hazırlanan yerel planlara (il çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı) aykırı olduğu veya plan dengesini veya bütünlüğünü bozduğu için ya da keyfi olarak onaylamıyorlardır. Yine aynı Ģekilde ilgili yerel yönetimler, baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde inĢaat ruhsatı ve yapı kullanma izni vermiyorlar ise, ya keyfi davrandıklarından ya da planın hatalı, yanlıĢ, onaylanmamıĢ olmasından dolayı inĢaat ruhsatını, yapının plana aykırı olmasından dolayı da yapı kullanma iznini vermiyorlardır. BaĢka olasılık yoktur. Onaylanmama veya ruhsatlandırmama sebebi ne olursa olsun, Anayasanın 125 inci maddesine göre, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı yolu açık ve 36 ncı maddesine göre de herkes, meĢru araç ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğuna göre, planı onaylanmayan veya inĢaat ruhsatı veya yapı kullanma izni verilmeyen yatırımcıların, planı onaylanmayan veya ruhsatını alamayan tüm yurttaĢlar gibi, idarenin hukuka aykırı iĢlemine karĢı dava açmaları ve idarenin hukuka aykırı iĢlemini iptal ettirerek yatırımlarını yapmaları gerekir. Yargı, ilgili idarenin iĢlemini iptal etmiyor ise, bu durum yatırımcının yaptığı yada yaptırdığı planın ilgili idarenin planına aykırı olduğunu veya plan dengesini veya bütünlüğünü bozduğunu ortaya koymaktadır ki, ilgili idarenin planlarına aykırı olan veya plan dengelerini yada bütünlüğünü bozan yatırımlara iliĢkin planların da uygulanmaması hukuk devleti olmanın asgari gereğidir. Aynı Ģeyler ruhsatlandırma için de geçerlidir. Sermaye sınıfının, ilgili idarelerin mekansal planlarına aykırı olan planlarını Çevre ve ġehircilik Bakanlığı üzerinden uygulanabilir kılmak için ilgili yerel yönetimlerin devre dıĢı bırakılmasını ve hukuksal sonuç doğuran onaylamama kararlarının bertaraf edilmesini amaçlayan söz konusu düzenlemeler, kamu gücü ve otoritesini kullanarak sermaye sınıfına imtiyaz tanınmasını amaçladığı ve imtiyazla sonuçlandığı için Anayasanın 10 uncu maddesine aykırıdır. Aynı aykırılık ruhsatlandırma için de geçerlidir. Öte yandan, sermaye sınıfına sağlanan imtiyaz, ilgili yerel yönetimlerin planlarına aykırı olan, plan dengesini veya bütünlüğünü bozan ve bu yönleriyle de hukuka aykırı olan planları ile plana aykırı yapılarına, hukuka aykırı olarak hukuksallık kazandırmayı ve kamu yararını bertaraf etmeyi amaçladığı için Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle de bağdaĢmamaktadır. Bir yasa kuralının konulmasında kamu yararının bulunduğunun kabulü için yasanın yalnızca özel çıkar veya belli kiĢilere yarar sağlamayı değil, toplumun geneline yönelik yararlar sağlamayı amaçlaması gerekir. Bunun için de Çevre ve ġehircilik Bakanlığının, yerel yönetimlerin yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlarına aykırı olan, plan dengelerini veya bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlar için devreye girmesi gerekiyor ise, sadece yatırımcı sermaye sınıfı için değil, tüm yurttaĢlar için girmesi gerekir. YerleĢmeye ve yapılaĢmaya iliĢkin yerel planların Anayasanın 127 nci maddesinde sözü edilen mahalli müĢterek ihtiyaç kapsamında olduğu ve yerinden yönetim ilkesinin gereği olarak yerel yönetimlerce hazırlanıp onaylanarak yürürlüğe girmesi gerektiğinde kuĢku yoktur. Nitekim, 5393 sayılı Belediye Kanununda (md. 18/c), il çevre düzeni planlarının, belediye sınırları il sınırı olan BüyükĢehir Belediyelerinde ilgili BüyükĢehir Belediyesi tarafından yapılması ve belediye meclisi tarafından onaylanması; diğer illerde ise valinin koordinasyonunda, il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılarak belediye meclisi ile il genel meclisi tarafından birlikte onaylanması hüküm altına alınmıĢtır. Ġmar planlarının ise belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp belediye meclisinin onayıyla (md. 14/1-a ve 18/1-c); belediye ve mücavir alan dıĢında kalan yerlerin imar planlarının ise 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp il genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girmesi öngörülmüĢtür. Yerel yönetimlerce hazırlanan yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlara aykırı veya planların dengesini yada bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlara, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı üzerinden hukuksallık kazandırılması ve böylece yerel yönetimlerce hazırlanan planların dengesinin ve bütünlüğünün bozulması, Anayasanın 127 nci maddesine de aykırıdır. 648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendinde, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmaktan söz edilmektedir. Göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendi, yukarıda incelendiği üzere, kiĢilere ait taĢınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ait olan taĢınmazlar üzerine yapılacak yatırımlarla ilgilidir. 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi ise, yatırımları değil, gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileĢtirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak geliĢtirilecek gecekondu dönüĢüm projelerini konu almaktadır. Bu bağlamda, (e) bendiyle göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konular ile 2985 sayılı Kanunun ek 7 nci maddesinde düzenlenen konular arasında tutarsızlığa dayalı açık bir belirsizlik vardır (Söz konusu belirsizlik, 23.08.2011 tarihli ve 653 sayılı KHK‘nin 6 ncı maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi ile daha da belirgin hale gelmiĢtir. Bu bağlamda, Yüksek Mahkemenin değerlendirmelerini, 653 sayılı KHK‘nin 6 ncı maddesiyle değiĢik (h) bendine göre yapması uygun olacaktır). Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaĢlara hukuk güvenliği sağlanmasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik, hukuksal kuralların anlamının açık olmasıyla sağlanır. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Bu bağlamda, 648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır. Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi ve gecekondu dönüĢüm projelerinin hayata geçirilmesi amacına yönelik olarak yürürlükte 20.07.1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu, 02.03.1985 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu bulunmanın yanında, bu konuda 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 73 üncü maddesinde hükümler bulunmaktadır. Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, gecekondu ve kentsel dönüĢüm projelerinin gerçekleĢtirilmesi ile ilgili görev ve yetkiler, 775 sayılı Gecekondu Kanununda belediyeler ile Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına; 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda, Kanunun ek 1 inci maddesine göre BaĢbakanlığa bağlı bir tüzel kiĢilik olarak kurulan Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına ve 5393 sayılı Belediye Kanununda ise belediyelere verilmiĢtir. 648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri, Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmektedir. Ancak, Toplu Konut Ġdaresi (TOKĠ) BaĢkanlığının kuruluĢunu düzenleyen 2985 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendine göre, gecekondu alanlarının dönüĢümüne yönelik uygulamalar yapmak görevi de verilen TOKĠ BaĢkanlığına aynı Kanunun 4 üncü maddesinin 24.07.2008 tarihli ve 5793 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle değiĢik birinci fıkrasında; ―BaĢkanlık, gecekondu dönüĢüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak Ģekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükĢehir belediye sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükĢehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından, beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiĢtirilerek onaylanır. Belediyeler ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar BaĢkanlık tarafından re‘sen onaylanır. Belediyeler, valilik veya BaĢkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı Ġmar Kanunu hükümlerine göre belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm iĢlemler BaĢkanlık tarafından re‘sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.‖ denilirken; Göndermede bulunulan 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesinde ise; ―BaĢkanlık gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileĢtirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüĢüm projeleri geliĢtirebilir, inĢaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilir. Bu amaçla gecekondu bölgelerinde, gerçek kiĢilerin ve özel hukuk tüzel kiĢilerinin mülkiyetinde bulunan gayrimenkuller ile 24.2.1984 tarihli ve 2981 sayılı Ġmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı ĠĢlemler ve 6785 Sayılı Ġmar Kanununun Bir Maddesinin DeğiĢtirilmesi Hakkında Kanuna göre hak sahibi olan kiĢilerin haklarına konu gayrimenkullerin değeri BaĢkanlık tarafından tespit edilir ve BaĢkanlık bu kiĢilerle proje çerçevesinde anlaĢmalar yapabilir. Bu anlaĢmaların usul ve esaslarını belirlemeye BaĢkanlık yetkilidir. Gecekondu DönüĢüm Projesi çerçevesinde idare tarafından yapımı gerçekleĢtirilen konutların bedelleri proje uygulamalarının yapıldığı illerdeki mevcut ekonomik durum, doğal afetler, konut rayiç bedelleri ve gecekondu bölgesindeki kiĢilerin gelir durumu göz önünde bulundurularak gerekli görüldüğünde kamuoyuna ilân edilerek yapım maliyetlerinin altında tespit edilebilir. Bu madde uyarınca konut bedellerini, ödeme Ģeklini ve süresini belirlemeye Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanının önerisi üzerine BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan yetkilidir. (Ek fıkra: 24/7/2008-5793/10 md.) BaĢkanlık, yukarıda belirtilen hükümler kıyas yoluyla uygulanmak suretiyle depremle ilgili dönüĢüm projeleri de gerçekleĢtirebilir. Bu projelere dair iĢlemlerin usul ve esaslarını belirlemeye BaĢkanlık yetkilidir.‖ denilmiĢtir. Konut ve arsa üretimi ve kredilendirme ile gecekondu dönüĢüm projeleri uygulamak üzere özel olarak kurulmuĢ TOKĠ BaĢkanlığının uygulayacağı gecekondu dönüĢüm projeleri için yapacağı planlarda, çevre ve imar bütünlüğünü bozmama kaydı getirilir ve yaptığı planların aynen veya değiĢtirilerek onaylanması yetkisi yerel yönetimlere verilirken; Çevre ve ġehircilik Bakanlığının kuruluĢ, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesine, 648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle eklenen (d) bendinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleĢtirilecek kentsel dönüĢüm projeleri için yapılacak planlara iliĢkin olarak yerleĢim yerlerinin yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin mevcut planlarının, ―çevre ve imar bütünlüğünü bozmama‖ kaydı dahil hiçbir sınırlama getirilmemesi ve yaptığı planların Anayasal düzeyde yetkili olan yerel yönetimlerin onayına tabi olmak bir yana bilgisine dahi sunulmadan ve koordinasyon sağlanmadan yürürlüğe girmesi, hukuken anlaĢılabilir olmanın uzağındadır. Bu anlayıĢ, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Türkiye belediyesidir ve belediye sınırları da Türkiye Cumhuriyeti kara sınırlarıdır demekle eĢdeğerdir. Anayasanın, 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı; 126 ncı maddesinin birinci fıkrasında, Türkiye‘nin merkezi idare kuruluĢu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik Ģartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, illerin de diğer kademeli bölümlere ayrılacağı; 127 nci maddesinin ilk fıkrasında, mahalli idarelerin, il, belediye veya köy halkının mahalli müĢterek ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kuruluĢ esasları kanunla belirtilen ve karar organları kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluĢturulan kamu tüzel kiĢileri oldukları; ikinci fıkrasında ise, mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kuralları getirilmiĢtir. Bu hükümlere göre, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Bakanlar Kurulunca çıkarılan 644 ve 648 sayılı KHK‘lerdeki düzenlemelerin aksine, Türkiye‘nin mahalli idare değil, merkezi idare kuruluĢudur. Gecekondu veya kentsel dönüĢüm projelerini gerçekleĢtirerek sağlıklı, düzenli ve çevreyle uyumlu bir kentleĢmeyi sağlama görevinin, belediyeler ve TOKĠ BaĢkanlığı yanında ayrıca Çevre ve ġehircilik Bakanlığına da verilmesi, kaynak savurganlığına sebep olmakla birlikte Yasakoyucun yetkisindedir. Ancak, en azından yetkilendirilen kurum ve kuruluĢlar ile yerel yönetimler arasında iĢbirliği ve koordinasyonun sağlanması da kamu yararının gereğidir. ĠĢbirliği ve koordinasyon sağlanmak bir yana, yerel yönetimlerin yasal yetkileri bağlamında yerleĢimlerin özellikleri ve çevre Ģartlarına göre hazırladıkları yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planların dengesi ve bütünlüğü gözetilmeden, yapı ruhsatı ile yapı kullanma izni verme yetkilerinin yerel yönetimlere ait olduğu dikkate alınmadan, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkilerinin verilmesi, Anayasanın 127 nci maddesine aykırıdır. Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde ise, Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı, toplu konut teĢebbüslerini destekleyeceği belirtilmiĢtir. Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğinden, kentsel dönüĢüm projeleri yoluyla sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi esas alan, 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesine, 648 sayılı KHK‘nin 4 ncü maddesiyle eklenen (d) bendi, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden yasa ile düzenlenmesi gerekmekte olup, kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan, çevreyi geliĢtirmek, Devletin Anayasal görevi olduğuna ve Devletin Anayasal görevi olan konut ihtiyacını, Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde karĢılayacak önlemleri alması gerekeceğine göre, belediyeler ile TOKĠ BaĢkanlığına ek olarak ayrıca Çevre ve ġehircilik Bakanlığına da kentsel dönüĢüm projesi uygulama görevi verilecek ise, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından yapılacak planların, yerel yönetimlerce kentlerin özelliklerine ve çevre Ģartlarına göre yapılmıĢ yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlarına uygun olması, mevcut planlarının dengesini ve bütünlüğünü bozmaması ve bu uygunluğun sağlanması için de yerel yönetimlerin yetkili organlarının onayına tabi tutulması, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerinin zorunlu sonucudur. Aksine düzenlemeler, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır. Ayrıca, söz konusu (e) bendiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, ―paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek,‖ gibi Anayasanın 35 inci maddesinde güvence altına alınan ―mülkiyet hakkı‖nı hiçe sayan ―Bolu Beyi Yetkileri‖ verilmektedir. Anayasanın 35 inci maddesine aykırı olan söz konu düzenleme, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaĢmamaktadır. Mülkiyet hakkı, Anayasanın ikinci kısmının ikinci bölümünde kiĢinin hakları ve ödevleri içinde yer aldığından, kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı alanına girmekte ve aksine düzenleme Anayasanın 91 inci maddesine aykırılık oluĢturmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin; 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci maddelerine; 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ise, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 4) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen 13/A Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) Bentleri ile (a) Bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) Bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar …‖ Ġbareleri ile ―özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresinin; (2) Numaralı Fıkrasının Ġlk Cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının …‖ Ġbaresi ile Ġkinci Cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ Ġbaresinin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinde, yeni kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevleri düzenlenmektedir. Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğüne verilen görevler incelendiğinde, Genel Müdürlüğün; - 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda düzenlenen, ―milli park‖, ―tabiat parkı‖, ―tabiat anıtı‖ ve ―tabiatı koruma alanı‖nın tespiti ve belirlenmesine, ―milli park geliĢme planı‖ ile imar planlarına, iliĢkin olarak Tarım ve Orman Bakanlığı/Çevre ve Orman Bakanlığına verilen görevleri; - 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda düzenlenen ―tabiat varlıkları‖ ile ―doğal, sit alanları‖nın tespit, tescil, koruma amaçlı imar planı ve yönetimine iliĢkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurullarına verilen görevleri; - 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu BaĢkanlığının 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ olarak ilan edilen ve edilecek alanlara iliĢkin koruma, koruma ve kullanma esaslarını belirleme, imar planlarını yapma vb. görevleri; Yapmakla görevlendirildiği; bu görevleri yapabilmesi için de 383 sayılı KHK ile Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip olarak kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılırken; 2863 sayılı Kanuna göre kurulan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kuruluna, ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ ise Kültür Varlıkların Koruma Bölge Kuruluna dönüĢtürülerek ―tabiat varlıkları ve doğal sitler‖in anılan kurulların görev alanından çıkarıldığı ve 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığı bünyesinde oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarına verildiği anlaĢılmaktadır. Bu bağlamda, 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının; - (a) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek; - (b) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak; - (c) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak; - (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak; - (d) bendinde, orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek; - (e) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak; - (f) bendinde, Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak, Görevleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğüne verilmekte; - (2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı ile yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edileceği; uygulama imar planı kararı ile yapı yasağı getirilen özel mülkiyete konu alanlara iliĢkin arazi ve arsa düzenlemesi ve trampa veya kamulaĢtırma iĢlemlerinin ise, bu alanların yönetimi ve iĢletmesini üstlenen kuruluĢlarca veya Bakanlıkça gerçekleĢtirileceği hüküm altına alınmaktadır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinde, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK‘de örtülü değiĢiklikler yapılmıĢtır. Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde, Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı belirtilmiĢ; 63 üncü maddesinde ise, Devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı kuralına yer verilmiĢtir. Sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri, Devletin, çevreyi, sulak alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruyup geliĢtirerek vatandaĢların sağlıklı ve dengeli bir çevrede beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamalarının sağlanmasıdır. Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, söz konusu düzenlemeler Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında ise, çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaĢların ödevi olduğu belirtilmiĢ; madde gerekçesinde de, ―VatandaĢın korunmuĢ çevre Ģartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamasını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir. … SanayileĢen toplumların son yıllarda karĢılaĢtıkları önemli sorunlardan biri çevre kirlenmesidir. SanayileĢme ve bununla geliĢen kırsak kesimlerden Ģehirlere göç, tabiatı kaldıramayacağı bir yükle karĢılaĢtırmıĢ, sonuçta tabiattaki insan – tabii bitki örtüsü ve su iliĢkilerindeki dengeler bozulmuĢtur. Flora değiĢmeye baĢlamıĢ, tabiat, sular, topraklar ve hava o derece kirlenmiĢtir ki, artık bu üç ortamdan hayat çekilmeye ve insanlar için büyük tehlikeler oluĢturmaya baĢlamıĢtır. Eskiden hissedilmeyen fakat son yıllarda hissedilen çevre kirlenmesi Ģimdi dengeli ve sağlıklı çevre bilincini yaratmıĢtır. (…) Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de gereklidir. Çevreyi koruyucu fiili tedbirler ve faaliyetler de gereklidir. Suların temizlenmesi, atıkların değerlendirilmesi veya örtülmesi, hava kirliliği için filtreleme, ağaçlandırma ve benzeri tedbirler böyledir. Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar, ferde Devlete karĢı dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama yolunda bir sosyal hak tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin korunması ve geliĢtirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri almalıdır.‖ denilmiĢtir. 1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus, sanayileĢme, kentleĢme ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan çevre sorunlarına karĢı, dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama hakkına Anayasal sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve yurttaĢlara, ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek‖ ödevini yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal düzenlemeleri yapmıĢtır. Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununun ―Çevrenin korunması‖ baĢlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının; - (a) bendinde, doğal çevreyi oluĢturan biyolojik çeĢitlilik ile bu çeĢitliliği barındıran ekosistemin korunmasının esas olduğu; biyolojik çeĢitliliği koruma ve kullanım esaslarının, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluĢlarının ve ilgili diğer kuruluĢların görüĢleri alınarak belirleneceği; - (b) bendinde, ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda, koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalıĢma, dinlenme, ulaĢım gibi ihtiyaçlarının karĢılanması sonucu oluĢabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla nazım ve uygulama imar plânlarına esas teĢkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.0001/100.000 ölçekli çevre düzeni plânlarının Bakanlıkça yapılacağı, yaptırılacağı ve onaylanacağı ile bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına iliĢkin usûl ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği; - (c) bendinde, ulusal mevzuat ve taraf olduğumuz uluslararası sözleĢmeler ile koruma altına alınarak koruma statüsü kazandırılmıĢ alanlar ve ekolojik değeri olan hassas alanların her tür ölçekteki plânlarda gösterilmesinin zorunlu olduğu ile koruma statüsü kazandırılmıĢ alanlar ve ekolojik değeri olan alanların, plân kararı dıĢında kullanılamayacağı; - (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeĢitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuĢaklara ulaĢmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plân ve projelerin hangi bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye Bakanlar Kurulunun yetkili olduğu; - (e) bendinde, sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasının esas olduğu; sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı; bu hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline getirileceği; Hüküm altına alınmıĢtır. 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı KHK ile de 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar Kurulunca ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve re‘sen onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kurulmuĢtur. 648 sayılı KHK‘nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta ve 383 sayılı KHK‘nin 10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde BaĢkanlığa verilen görevlerden 10 uncu ve 12 nci maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmektedir. Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teĢkilatı istediği biçimde kurma, yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu teĢkilatı kurarken, Anayasanın Devlete yüklediği ödevin önemini ve özelliğini göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri Anayasanın öngördüğü Ģekilde yerine getirebilecek teĢkilatı kurması, hukuk devleti olmanın da gereğidir. Devlet tüzel kiĢiliğinden ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurumlar, yürütme görev ve yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal çatıĢma ve çekiĢmelerden bağımsız, tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir Ģekilde yerine getirilmesi amacıyla kurulmuĢlardır. Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici özerk kurumların Türkiye‘nin gündeminde olmadığı 1980‘lerde, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurum Ģeklinde kurulan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü kazandırılan, ―sağlıklı ve dengeli çevrede yaĢama hakkı‖nın gereği olan Devletin ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek‖ ödevinin gereği gibi yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunması ve geliĢtirilmesi için, 56 ncı maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere ―Devlet denetimi de gereklidir.‖ Denetim ise, doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının yolu da öncelikle teĢkilatlanmanın bunu sağlayacak Ģekilde yapılandırılmasından geçmektedir. Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma Kurulu BaĢkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen görevlerin tamamı yerine bir kısmının Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 56 ncı maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Öte yandan, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle korunması, değerlendirilmesi ve desteklenmesi Anayasada tek bir maddede düzenlenmiĢ ve Anayasal görevlere iliĢkin tek bir yasa çıkarılarak bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir. Nitekim, Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.‖ denilirken; taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ve değerlendirilmesine iliĢkin Devlete yüklenen Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıĢtır. TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde yapılan tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır. 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer alan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ ibarelerinin sırasıyla ―Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ve ―Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilip; kültür varlıklarının, tabiat varlıkları, sit alanları ve ören yerlerinden ayrılarak, 2863 sayılı Kanunda taĢınır ve taĢınmaz kültür varlıkları ile kentsel, arkeolojik ve tarihi sitlere iliĢkin görevlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile koruma kurulları tarafından yürütülmesi sağlanırken; taĢınmaz tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarına iliĢkin olarak ise, 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler de dikkate alınmaksızın, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlerinin düzenlendiği 13/A maddesine sıkıĢtırılması, Anayasanın 63 üncü maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Bu itibarla, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar …‖ ibareleri ile ―… özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresi; (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ ibaresi ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 56 ncı ve 63 üncü maddelerine aykırıdır. 2872 sayılı Çevre Kanununun ―Çevrenin korunması‖ baĢlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeĢitliliğin, doğal kaynakların ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuĢaklara ulaĢmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan etmeye, Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıĢtır. Oysa, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlerinin düzenlendiği 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde ―sulak alanların‖ sınırlarını tescil etmek; (b) bendinde ise, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek yanında bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek görevleri, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilerek Bakanlar Kurulu devre dıĢı bırakılmaktadır. Bakanlar Kurulunun herhangi bir alanı Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilanı, o alanın sınırlarının haritalar üzerinde belirlenmesini ve tescilini de içermektedir. Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, sulak alanlar ile özel çevre koruma bölgelerinin sınırlarını tespit ederek özel kütüğüne kaydedip resmileĢtirecek yani tescil edecek ise, o alan sınırları da belirlenmiĢ bir Ģekilde resmi olarak özel çevre koruma bölgesi statüsüne kavuĢmuĢ olacağından, Bakanlar Kurulunun tespit ve ilan yetkisi fiili ve hukuki olarak sonlandırılmıĢ demektir. Aksine, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilen sulak alanlar ile özel çevre koruma bölgelerinin sınırlarını tespit ve tescil etme görevleri, Bakanlar Kurulunun o alanı özel çevre koruma bölgesi olarak tespit ve ilan edebilmesi için idare tarafından yapılması gereken ön hazırlık iĢlemleri ise, kurallaĢtırmanın anlatılmak istendiği Ģekilde yazılması gerekir. Öte yandan, tabiat varlıkları ile sit alanlarının sınırlarının tespit ve tescili, yönetilmesi ve yönetilmesinin sağlanmasına iliĢkin kurallar, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile bu Kanuna göre hazırlanmıĢ Korunması Gerekli TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘te düzenlenmiĢtir. 2863 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasında, korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının ve sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluĢların görüĢü alınarak yapılacağı; üçüncü fıkrasında ise yapılan tespitlere dayalı olarak koruma bölge kurulu kararı ile tescil olunacağı hüküm altına alınmıĢ ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında da taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluĢları ile belediyeler ve valiliklere yaptırmak Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisine verilmiĢtir. 2863 sayılı Kanunun 7 nci ve 10 uncu maddeleri halen yürürlükte ve değiĢtirilmemiĢ iken; 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarının tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak görevleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. 2863 sayılı Kanunun birinci fıkrasının (a) bendinin; - (8) numaralı alt bendinde, koruma amaçlı imar planı, ―bu Kanun uyarınca belirlenen sit alanlarında, alanın etkileĢim-geçiĢ sahasını da göz önünde bulundurarak, kültür ve tabiat varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunması amacıyla arkeolojik, tarihi, doğal, mimarî, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaĢma verilerini içeren alan araĢtırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, koruma alanı içinde yaĢayan hane halkları ve faaliyet gösteren iĢ yerlerinin sosyal ve ekonomik yapılarını iyileĢtiren, istihdam ve katma değer yaratan stratejileri, koruma esasları ve kullanma Ģartları ile yapılaĢma sınırlamalarını, sağlıklaĢtırma, yenileme alan ve projelerini, uygulama etap ve programlarını, açık alan sistemini, yaya dolaĢımı ve taĢıt ulaĢımını, alt yapı tesislerinin tasarım esasları, yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, yerel sahiplilik, uygulamanın finansmanı ilkeleri uyarınca katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek Ģekilde hazırlanan, hedefler, araçlar, stratejiler ile plânlama kararları, tutumları, plân notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve uygulama imar plânlarının gerektirdiği ölçekteki plânlardır.‖; - (9) numaralı alt bendinde çevre düzenleme projesi, ―ören yerlerinin arkeolojik potansiyelini koruyacak Ģekilde, denetimli olarak ziyarete açmak, tanıtımını sağlamak, mevcut kullanım ve dolaĢımdan kaynaklanan sorunlarını çözmek, alanın ihtiyaçlarını çağdaĢ, teknolojik geliĢmelerin gerektirdiği donatılarla gidermek amacıyla her ören yerinin kendi özellikleri göz önüne alınarak hazırlanacak 1/500, 1/200 ve 1/100 ölçekli düzenleme projeleridir.‖; - (10) numaralı alt bendinde yönetim alanı, ―sit alanları, ören yerleri ve etkileĢim sahalarının doğal bütünlüğü içerisinde etkin bir Ģekilde korunması, yaĢatılması, değerlendirilmesi, belli bir vizyon ve tema etrafında geliĢtirilmesi, toplumun kültürel ve eğitsel ihtiyaçlarıyla buluĢturulması amacıyla, plânlama ve koruma konusunda yetkili merkezî ve yerel idareler ile sivil toplum kuruluĢları arasında eĢgüdümü sağlamak için oluĢturulan ve sınırları ilgili idarelerin görüĢleri alınarak Bakanlıkça belirlenen yerlerdir.‖; - (11) numaralı alt bendinde yönetim plânı, ―yönetim alanının korunmasını, yaĢatılmasını, değerlendirilmesini sağlamak amacıyla, iĢletme projesini, kazı plânı ve çevre düzenleme projesi veya koruma amaçlı imar plânını dikkate alarak oluĢturulan koruma ve geliĢim projesinin, yıllık ve beĢ yıllık uygulama etaplarını ve bütçesini de gösteren, her beĢ yılda bir gözden geçirilen plânlardır.‖; ġeklinde açıklanmıĢ; 8 inci maddesinin birinci fıkrasında, 7 nci maddeye göre tescil edilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tesbiti ve bu alanlar içinde inĢaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisinin Koruma Kurullarına ait olduğu; Koruma Kurullarının kararına karĢı 61 inci maddenin ikinci fıkrasına göre itiraz edilebileceği hüküm altına alınmıĢ; Koruma Kurullarının Görev, Yetki ve ÇalıĢma ġekli baĢlıklı 57 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, Kültür ve Turizm Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının tescilini yapmak; (c) bendinde, sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde geçiĢ dönemi yapı Ģartlarını belirlemek; (d) bendinde, koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü değiĢikliklerini inceleyip karar almak; (e) bendinde, korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak, görev ve yetkileri Koruma Kurullarına verilmiĢtir. Söz konusu yasal düzenlemeler yürürlükte ve değiĢtirilmemiĢ iken; 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde ―doğal sit alanları‖nın kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak; (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak; (d) bendinde, orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek; (e) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak, hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak görev ve yetkileri Çevre ve Ģehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmekte; (2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanının Bakanın onayı ile yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edileceği hükmü getirilmektedir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaĢlara hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda ―belirlilik‖ ve öngörülebilirlik gerektirir. Kurallarda belirlilik, yönetimin görev ve yetkilerinin, çeliĢkili, tutarsız, görev ve yetki çatıĢmasına yol açacak nitelikte olmamasını, sınırının açıkça gösterilmesini ve herkesin anlayacağı açıklıkta kurallaĢtırılmasını gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Oysa, 2863 sayılı Kanunda korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile tarihi, arkeolojik, doğal ve kentsel sitlere ve ören yerlerine iliĢkin kurallar yürürlükte ve değiĢtirilmeden, iptali istenen düzenlemelerin yasalaĢtırılarak hukuk sistemine girmesi, hukuksal çeliĢki, tutarsızlık ve yetki çatıĢmalarına yol açarak hukuki belirsizlik yarattığı ve ―belirlilik‖ özelliği taĢımadığı için yasama yetkisinin amacına uygun biçimde kullanılmasına elveriĢli olmadığı gibi, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaĢmamaktadır. Maddenin (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak görevlerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi anlaĢılabilir olmanın uzağındadır. 2863 sayılı Kanunda, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esasları belirlenmiĢtir ve bu alanların Kültür ve Turizm Bakanlığınca yönetileceği hüküm altına alınmıĢtır. 2863 sayılı Kanun yürürlükte değilmiĢçesine, ―bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek‖ yetkisinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığını söz konusu genel müdürlüğün Ģube müdürlüğü konumuna indirgemekte ve söz konusu genel müdürlüğü yasama organının üzerine çıkarmaktadır. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin görev ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini gerektirir. Hiçbir ölçü getirilmeden, korunması gereken hangi alanların hangi durumlarda hangi idarelerce yönetileceğinin esas ve usulleri ile ilkeleri belirlenmeden, Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek yetkisinin tanınması, idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaĢmadığı gibi, yasama yetkisinin idareye devri anlamına da gelmektedir. Bu itibarla söz konusu düzenleme, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 123 ncü maddelerine aykırıdır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal, tarihsel ve kültürel kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan çevrenin, sulak alanların, kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitlerin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur. Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması halinde yasama yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu yararının dıĢında kiĢisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir baĢka amaca ulaĢmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, ‗yetki saptırması‘ adı verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, kuĢkusuz, Anayasa Mahkemesi‘nin denetim alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir. Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan düzenlemelerde kullanılan dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan sistemler, korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarını, Anayasanın öngördüğü Ģekilde korumaya, değerlendirmeye ve gelecek kuĢaklara aktarmaya yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK‘dekilerin ise tabiat varlıkları ile sit alanlarını koruyup, değerlendirerek gelecek kuĢaklara aktarmak yerine, imara açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar zihniyetinin eseri olduğu yukarıda yer verilen yasa maddelerini okuyan herkesin anlayabileceği açıklıktadır. Kanun koyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve 63 üncü maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar …‖ ibareleri ile ―… özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresi; (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ ibaresi ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 56 ncı ve 63 üncü, 87 nci ve 123 ncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 5) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci Maddesi ile 644 Sayılı KHK‘nin 25 inci Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrası ile 32 nci Maddesiyle 29.06.2011 Tarihli ve 645 Sayılı KHK‘nin 19 uncu Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ile 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasında, Bakanlık MüĢavirlerinin, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabileceği hükmü getirilmektedir. Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığının Bayındırlık Ġl Müdürü ve üstü kadrolarında görev yapanlar, 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘nin geçici 3 üncü maddesiyle görevlerinden alınarak halen bulundukları kadro derecesiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Bakanlık MüĢaviri kadrolarına; Çevre ve Orman Bakanlığının Çevre ve Orman Ġl Müdürü ve üstü kadrolarında görev yapanlar ise, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘nin geçici 3 üncü maddesiyle görevlerinden alınarak halen bulundukları kadro derecesiyle Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının Bakanlık MüĢaviri kadrolarına atanmıĢlar; CHP ise söz konusu yasayla görevden almaların iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine dava açmıĢtı. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer ve liyakat ilkelerine ve atanmalarındaki usule göre Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının il müdürü ve üzeri daire baĢkan yardımcısı, daire baĢkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteĢar yardımcısı, müsteĢar gibi hiyerarĢik kadro görev unvanlarına atanan kamu görevlilerinin atanmalarındaki usulün aksine tamamının Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile bir günde görevlerinden alınarak ihdas edilen Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmalarındaki hukuksuzluğa ek olarak Ģimdi de Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabileceği hükmünün getirilmesi, yürütme organının haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikte sınır tanımadığını ortaya koymaktadır. 3046 sayılı Bakanlıkların KuruluĢ ve Görev esasları Hakkında Kanunun 27 nci maddesinde, bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak üzere özel yeteneği olanlardan bakanlık müĢaviri atanabileceği ve bakanlık müĢavirlerinin bakanlık makamına bağlı olduğu hükmüne yer verilmiĢ ve aynı hüküm 644 sayılı KHK‘nin 25 inci ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesinde benzer ifadelerle yer almıĢtır. Söz konusu bakanlıklarda il müdürü ve üstü görev yapan kamu görevlileri hukuka aykırı olarak da olsa Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmıĢlardır. 3046 sayılı Kanun ile 644 ve 645 sayılı KHK‘lerde Bakanlık MüĢavirlerinin, bakanlık makamına yardımcı olmak üzere bakanlık makamına bağlı çalıĢacağı hüküm altına alınmıĢtır. 657 sayılı Kanunda ise, memuriyet kadroları; kadro unvanı, görev unvanı, hizmet sınıfı ve mesleki kariyerlerine göre sınıflandırılmıĢ; 33 üncü maddesinde kadrosuz memur çalıĢtırılamayacağı; 39 uncu maddesinde, 657 sayılı Kanuna tabi kurumlarda sınıflar dıĢında memurluk kadroları ihdas edilemeyeceği; 45 inci maddesinde ise hiçbir memurun sınıfının dıĢında ve sınıfının içindeki derecesinin altında bir derecenin görevinde çalıĢtırılamayacağı kurallarına yer verilmiĢtir. Hukuksuz bir biçimde, Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmıĢ bulunanların, Bakanlığın merkez ve taĢra teĢkilatındaki hizmet sınıfları ile meslek kariyerlerinden unvanlı veya unvansız hangi kadrolara ait hangi görevleri yürüteceği de belirtilmeden, Bakanın uygun göreceği gibi sınırsız bir yetki kapsamında, Bakanın uygun göreceği birimlerde çalıĢtırılabileceği gibi belirsiz bir görevlendirmeye tabi tutulmaları, Anayasa ve Ġdare Hukukunun genel ilkeleri bir yana mantıkla da bağdaĢmamaktadır. Bakana tanınan söz konusu yetki bağlamında Bayındırlık Bakanlığı MüsteĢarı iken, 644 sayılı KHK ile Bakanlık MüĢavirliğine atanan mühendis kariyerli kamu görevlisi, örneğin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı Manisa Ġl Müdürlüğünün kontrolünde yapılan Salihli Ġlçesi Çaypınar Köyü sağlık ocağı inĢaatının kontrol teĢkilatında çalıĢtırılabilecektir. Yasa koyucu, Anayasanın 128 inci maddesi uyarınca, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük iĢlerini kanunla düzenlerken, Anayasanın 11 inci maddesi gereğince, Anayasanın diğer hükümlerine de uygun hareket etmek zorundadır. Böyle bir düzenlemede Anayasanın gözetilmesi gereken hükümlerinden birisi de, 2 nci maddesi ve bu maddede yer alan hukuk devleti ilkesidir. Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalıĢma yaĢamında adalete ve eĢitliğe dayalı bir hukuk düzeni kurmak; kazanılmıĢ hakları korumak durumundadır. Hukukta kazanılmıĢ hakların korunması, hukuki güvenliğin kanıtı, uygunluğun ölçüsüdür. Hukuk devletinin temel unsurları arasında ―kazanılmıĢ haklara saygı‖ yer almaktadır. Bu nedenle 128 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca yapılacak tüm düzenlemelerin, memurların ve kamu görevlilerinin kazanılmıĢ haklarını koruması gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ile 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 6) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Ek 1 inci Maddesi ile 19 uncu, 20 nci ve 63 üncü Maddelerinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 383 sayılı KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta; (2) numaralı fıkrası ile 383 sayılı KHK‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütüleceği; (3) numaralı fıkrası ile, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme ile borç ve alacak, hak ve yükümlülük, her türlü kayıt ve dokümanın hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢ sayılacağı; mülkiyeti Hazineye ait veya devletin hüküm ve tasarrufundaki, taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ olanların hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında kullanılmak üzere Bakanlığa devredilmiĢ sayılacağı; (4) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının harcamalarının, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karĢılanacağı; (5) numaralı fıkrasında, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığında Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanı, BaĢkan Yardımcısı, I. Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanların, ekli (3) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarına, Özel Çevre Koruma Müdürü ve Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanların, bulundukları illerdeki Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmıĢ sayılacakları; geçici 3 üncü maddenin beĢinci fıkrası hükümleri bunlar hakkında da uygulanacağı; bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarının, herhangi bir sebeple boĢalması halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ sayılacağı; bunlar dıĢında kalan personelin, hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredildiği; devredilen personele ait kadroların, baĢka bir iĢleme gerek kalmaksızın devir tarihi itibarıyla ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiĢ ve devredilen sözleĢmeli pozisyonların aynı Bakanlığa vize edilmiĢ sayılacağı; 19 uncu maddesinde, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun eki (II) sayılı cetvelin ―B) Özel Bütçeli Diğer Ġdareler‖ bölümünde yer alan ―31) Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖ sırasının yürürlükten kaldırıldığı; 20 nci maddesinde, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,‖ ve sekizinci fıkrasında yer alan ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,‖ ibarelerinin yürürlükten kaldırıldığı; 63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK‘nin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği; Hüküm altına alınmıĢtır. Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında ise, çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaĢların ödevi olduğu belirtilmiĢ; madde gerekçesinde de, ―VatandaĢın korunmuĢ çevre Ģartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamasını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir. … Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de gereklidir. … Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar, ferde Devlete karĢı dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama yolunda bir sosyal hak tanınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin korunması ve geliĢtirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri almalıdır.‖ denilmiĢtir. 1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus, sanayileĢme, kentleĢme ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan çevre sorunlarına karĢı, dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama hakkına Anayasal sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve yurttaĢlara, ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek‖ ödevini yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal düzenlemeleri yapmıĢtır. Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu çıkarılmıĢ; 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı KHK ile de 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar Kurulunca ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve re‘sen onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kurulmuĢtur. 648 sayılı KHK‘nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta ve 383 sayılı KHK‘nin 10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde BaĢkanlığa verilen görevlerden 10 uncu ve 12 nci maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmektedir. Kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde, Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı belirtilmiĢ; 63 üncü maddesinde ise, Devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı kuralına yer verilmiĢtir. Sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri, Devletin, çevreyi, sulak alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruyup geliĢtirerek vatandaĢların sağlıklı ve dengeli bir çevrede beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamalarının sağlanmasıdır. Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, iptali istenen söz konusu düzenlemeler Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teĢkilatı istediği biçimde kurma, yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu teĢkilatı kurarken, Anayasanın Devlete yüklediği ödevin önemini ve özelliğini göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri Anayasanın öngördüğü Ģekilde yerine getirebilecek teĢkilatı kurması, hukuk devleti olmanın da gereğidir. Devlet tüzel kiĢiliğinden ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurumlar, yürütme görev ve yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal çatıĢma ve çekiĢmelerden bağımsız, tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir Ģekilde yerine getirilmesi amacıyla kurulmuĢlardır. Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici özerk kurumların Türkiye‘nin gündeminde olmadığı 1980‘lerde, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurum Ģeklinde kurulan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü kazandırılan, ―sağlıklı ve dengeli çevrede yaĢama hakkı‖nın gereği olan Devletin ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek‖ ödevinin gereği gibi yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunması ve geliĢtirilmesi için, 56 ncı maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere ―Devlet denetimi de gereklidir.‖ Denetim ise, doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının yolu da öncelikle teĢkilatlanmanın bunu sağlayacak Ģekilde yapılandırılmasından geçmektedir. Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma Kurulu BaĢkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen görevlerin tamamı yerine bir kısmının Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 56 ncı maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan çevrenin ve sulak alanların Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur. Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması halinde yasama yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu yararının dıĢında kiĢisel, siyasal ya da koruma altında bulunan çevresel değerleri satmak gibi saklı amaç güttüğü; bir baĢka amaca ulaĢmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, ‗yetki saptırması‘ adı verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, kuĢkusuz, Anayasa Mahkemesi‘nin denetim alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir. Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan düzenlemelerde kullanılan dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan sistemler, korunması gerekli çevresel değerleri ve sulak alanları, Anayasanın öngördüğü Ģekilde korumaya, değerlendirmeye ve gelecek kuĢaklara aktarmaya yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK‘dekilerin ise çevresel değerler ile sulak alanları koruyup, değerlendirerek gelecek kuĢaklara aktarmak yerine, imara açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar zihniyetinin eseri olduğu, 383 sayılı KHK ile kurulan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖nın yasal statüsü, görevleri ve görevlerini yerine getiriĢ biçimi ile 648 sayılı KHK ile kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün statüsü, görevleri ve görevlerini yerine getiriĢ biçiminin karĢılaĢtırılmasından anlaĢılabilecek açıklıktadır. Kanun koyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur. Bu itibarla, iptali istenen düzenlemelerde kamu yararı bulunmadığı, hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı, Devlete yüklenen Anayasal görevleri karĢılamadığı için Anayasanın 2 nci ve 56 ncı maddelerine aykırıdır. Öte yandan, ek 1 inci maddenin (2) numaralı fıkrasında, 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütüleceği kuralı getirilmiĢtir. Bu düzenlemeye göre, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik görevler, Bakanın uygun görmesi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığının örneğin, Destek Hizmetleri Dairesi BaĢkanlığı veya DıĢ ĠliĢkiler Dairesi BaĢkanlığı veya Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü tarafından görülebilecektir. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanın yasa ile yetkilendirilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerler için, 383 sayılı KHK‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığının hangi birimleri tarafından yürütüleceğinin yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesi ile buna dayalı olarak 19 uncu, 20 nci ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddeleri Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduklarından iptali gerekir. 7) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Geçici 6 ncı Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile (3) Numaralı Fıkrasının ve 41 inci Maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖ Ġfadesi ile 41 inci Maddesiyle 2863 Sayılı Kanunun 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen (13) Numaralı Alt Bendin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile geçici 6 ncı maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıklara iliĢkin her türlü belgenin, bu alan ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay içinde Bakanlığa devredileceği ve tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmıĢ kararların geçerli olacağı; (3) numaralı fıkrasında ise, Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca yeniden tespit edilen statülerin Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile, yapı yasağı öngörülen statülerin ise Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra tescil edileceği; bu alanlar ile varlıkların yeni statüsüne, ören yerlerinin ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma esaslarına göre yetkili idarelerce yönetileceği hüküm altına alınmaktadır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesi ve 644 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda örtülü değiĢiklikler yapılmaktadır. Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, Devletin tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı; bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici önlemleri alacağı kuralına yer verilmiĢ; Anayasanın bu emredici kuralının gereği olarak da yasa koyucu, korunması gerekli taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları belirlemek, yapılacak iĢlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve uygulama kararlarını alacak teĢkilatın kuruluĢ ve görevlerini tespit etmek üzere 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarmıĢtır. Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının ve sit alanlarında kendi içinde iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle de gerek Anayasa da gerek 2863 sayılı Kanunda bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir. Nitekim, taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde yapılan tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır. 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer alan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ ibarelerinin sırasıyla ―Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ve ―Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilip; kültür varlıkları ile tarihi, arkeolojik ve kentsel sit alanlarının, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarından ayrılarak, 2863 sayılı Kanunda kültür varlıklarına iliĢkin görevlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile koruma kurulları tarafından yürütülmesine devam edilirken; tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarına iliĢkin olarak ise, 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler de dikkate alınmaksızın, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü görevlendirilmektedir. Bu düzenleme, Anayasanın 63 üncü maddesinde bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmesi ve bilimsel olarak da tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının ve sit alanlarının da kendi içinde iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğünden dolayı bütüncül bir koruma anlayıĢını zorunlu kılması nedeniyle Anayasanın 63 üncü maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Öte yandan, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıklar, yürürlükte bulunan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunundaki esas ve usullere göre, 58 inci maddesindeki üyelerden oluĢan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları tarafından 3 üncü maddesindeki tanımlar ile 7 nci ve 57 nci maddesindeki esaslar çerçevesinde tespit ve tescil edilmiĢlerdir. Tabiat varlığı ve doğal sit alanı olarak tespit ve tescili yapılan alanların statülerinin yeniden değerlendirmeye alınabilmesi için fiilen iki koĢuldan en azından birinin değiĢmesi gerekir. Bunlardan birincisi, tabiat varlığı ve sit alanları tanımlarının değiĢmesi; ikincisi ise, değerlendirmeyi yapacak kurulun değiĢmesi. Bakanlar Kurulu 648 sayılı KHK ile 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde düzenlenen ―kültür varlıkları‖, ―tabiat varlıkları‖, ―sit‖ ve ―ören yeri‖ tanımlarında bir değiĢiklik yapmadan, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı ―Doğal (tabii) sit‖ tanımını eklemiĢ ve 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddenin (3) numaralı fıkrası ile de tabiat varlığı ve doğal sit alanlarının statülerini yeniden belirleyecek komisyonun Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacağı hükmünü getirmiĢtir. Böylece tanımlarda dolaylı, komisyonda ise esaslı değiĢiklik yapmıĢtır. Ancak, Bakanlar Kurulu tarafından yapılan ―Doğal (tabii) sit‖ tanımı, hukuksal çeliĢki ve tutarsızlık yanında bilimsel açıdan da sorunludur. ġöyle ki: 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde halen; Tabiat varlıkları tanımı; ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Sit tanımı ise; ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü olup, yaĢadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.‖ ġeklinde iken; Bakanlar Kurulunun 648 sayılı KHK ile yaptığı, ―Doğal (tabii) sit tanımı, ―jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.‖ ġeklindedir. Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde kentsel sit, tarihi sit, arkeolojik sit gibi genel ―sit‖ statüsünün alt unsuru veya çeĢidi olan ―Doğal (tabii) sit‖ için Bakanlar Kurulu tarafından yapılan tanımın, 2863 sayılı Kanundaki ―Sit‖ tanımıyla hiçbir ilgisi olmamanın ötesinde, kapsamının daraltılarak ―tabiat varlıkları‖ tanımıyla örtüĢtürülmeye çalıĢıldığı görülmektedir. 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yapılan sit tanımının, ―doğal sit‖ alanına karĢılık gelen ifadesi, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen … tabiat özellikleri ile korunması gerekli alan‖ Ģeklindedir. Oysa, 648 sayılı KHK de yapılan ―doğal (tabii) sit‖ tanımında, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen‖ zaman periyodu, ―jeolojik devirlere ait olmak‖ ile sınırlandırılmıĢ; ―tabiat özelliği‖ne dayanan niteliği ise, ―ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip‖ mertebesine yükseltilmiĢtir. Bu bağlamda, 2863 sayılı Kanundaki doğal sit tanımıyla, 648 sayılı KHK‘deki doğal sit tanımı arasında hiçbir ilgi ve bağlantı bulunmamaktadır. Öte yandan, 648 sayılı KHK‘deki ―doğal (tabii) sit‖ tanımda, ―tabiat varlıkları‖ esas alınmasına rağmen, 2863 sayılı Kanunda yapılan tabiat varlıkları tanımındaki, ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait‖ olmaya iliĢkin zaman periyodu, 648 sayılı KHK‘deki doğal sit tanımında ―jeolojik devirlere ait‖ olmak ile sınırlandırılır ve dolayısıyla tarih öncesi ve tarihi devirler kapsam dıĢı bırakılır iken; ―ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli‖ niteliği ise, ―ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özellikler sahip olması‖ Ģeklinde daraltılmıĢtır. Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan (R.G. 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin 1 inci maddesindeki, ―Sitler: Tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlar.‖ ġeklindeki tanım ve 2 nci maddesindeki, ―Bu SözleĢmeye göre aĢağıdaki eserler ‗doğal miras‘ sayılacaktır: Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan, fiziksel ve biyolojik oluĢumlardan veya bu tür oluĢum topluluklarından müteĢekkil doğal anıtlar. Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan jeolojik ve fizyografik oluĢumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türlerinin yetiĢtiği kesinlikle belirlenmiĢ alanlar, Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel değeri olan doğal sitler veya kesinlikle belirlenmiĢ doğal alanlar.‖ ġeklindeki hüküm dikkate alındığında, 648 sayılı KHK‘de yapılan ―doğal (tabii) sit‖ tanımının, 2863 sayılı Kanundaki tanımlarla hukuksal çeliĢki yaratan, ―doğal sit‖ alanını daraltan ve Türkiye‘nin taraf olduğu uluslararası sözleĢme hükümleriyle bağdaĢmayan yanı bütün yönleriyle açığa çıkmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri hukuk güvenliğidir. Hukuk güvenliği, kurallarda ―belirlilik‖ ve ―öngörülebilirlik‖ gerektirir. Kurallarda belirlilik, yönetimin görev ve yetkilerinin, çeliĢkili, tutarsız, görev ve yetki çatıĢmasına yol açacak nitelikte olmamasını, sınırının açıkça gösterilmesini ve herkesin anlayacağı açıklıkta kurallaĢtırılmasını gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen ve korunması gerekli doğal sit alanlarını daraltmayı amaçlayan ―Doğal (tabii) sit‖ tanımını, 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesindeki ―sit‖ tanımının alt unsuru içinde değerlendirilemeyeceği gibi iki tanım arasındaki çeliĢik ve tutarsız yapı hukuki belirsizlik yaratmakta ve hukuk güvenliğini ihlal ettiğinden, Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ milletlerarası andlaĢmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine baĢvurulamayacağı kuralı getirilmiĢtir. 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen ―Doğal (tabii) sit‖ tanımını, Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin 1 inci maddesindeki sit tanımı ve 2 nci maddesinde sıralanan doğal miras statüsü ile bağdaĢmadığından, iptali istenen düzenleme Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır. Yürürlükteki yasalara ve uluslararası sözleĢmelere göre tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının, çeliĢkili ve tutarsız bir ―doğal (tabii) sit‖ tanımı üzerinden, yeniden belirlenecek olması, hukuk güvenliğini ihlal ettiğinden, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinde, Koruma Kurullarının oluĢumu düzenlenmiĢ ve birinci fıkrasının (a) bendinde, ―Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve Ģehir plancılığı konularında uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından Bakanlıkça seçilecek beĢ temsilci‖; (b) bendinde, ―Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi‖ denilmiĢ; (c), (d), (e), (f), (g) bentlerinde, görüĢülecek konuya göre ilgili kamu kurum ve kuruluĢlarından Kurula katılacak üyelere yer verilmiĢ; ikinci ve üçüncü fıkralarında ise oy kullanmamak üzere Kurul‘da yer alacak temsilciler düzenlenerek, Kurul üyelerinin kompozisyonu, ―kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanları‖nın tespitinin gerektirdiği bilgi ve uzmanlık alanlarına dayalı olarak Yasada açık bir Ģekilde belirlenmiĢtir. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ olan alan ve varlıkları yeniden tespit edecek komisyonun, Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacağı hüküm altına alınmaktadır. Konunun uzmanları kimlerdir? 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesi örtülü Ģekilde değiĢtirildiğine göre, 58 inci maddede sayılanların olmayacağı kesindir. Bu bağlamda, tabiat varlıkları ve doğal (tabii) sitlerin statüsünü tespit edecek komisyon içinde konunun uzmanı oldukları bilim dünyasında genel kabul gören arkeolog ve sanat tarihçileri olmayacaktır. Çünkü, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasıyla oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ile Bölge Komisyonlarının, biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ile hukukçulardan oluĢacağı belirtilmiĢ ve komisyon içinde arkeolog ve sanat tarihçilerine yer verilmemiĢtir. Geriye, inĢaat sektöründe yapıların statik hesabını yapan inĢaat mühendisleri, estetize eden mimarlar, yerleĢim alanını düzenleyen Ģehir plancıları, çevre düzenlemesini yapan peyzaj mimarları, Türkiye ĠnĢaat Sanayi ĠĢverenler Sendikası ve emlakçilerin temsilcileri ile modern tarımsal üretim uzmanı ziraat mühendisleri ile su ürünleri üretimi uzmanı su ürünleri mühendisleri kalmaktadır. Bu durumda da jeolojik devirlerle tarihsel çağlardan miras tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarını, en baĢarılıları en günceli takip eden ve baĢarı ölçütleri de günümüzün en son teknolojilerini hayata taĢımak olan meslek gruplarından oluĢturulacak komisyon tespit ve tescil edecektir. Özel Yasanında ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde tanımlanan tabiat varlıkları ile ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü olup, yaĢadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.‖ biçiminde tanımlanan sitlerin, sözü edilen meslek grupları tarafından tespit ve tescil edilecek olması, Türk dilini, Türk tarihini ve Türklerin tarih boyunca iliĢkide bulundukları ulusların tarihlerini, dil ve edebiyatlarını derinlemesine araĢtırmak; ülkemizin yer altı ve yer üstü değerlerini ortaya çıkarmak amacıyla 14.06.1935 tarihli ve 2795 sayılı Yasayla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kuran Türkiye için her açıdan tam anlamıyla bir garabettir. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Çevre ve ġehircilik Bakanlığını yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Çevre ve ġehircilik Bakanlığının oluĢturacağı komisyonun kaç üyeden ve hangi meslek gruplarından oluĢacağı, seçimlerinin kimler arasından nasıl yapılacağının yasada açıkça belirlenmesi gerekir. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesin (3) numaralı fıkrasındaki aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Öte yandan, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, hiçbir ölçü getirilmeden, amacı ve temel ilkeleri ortaya konulmadan, kapsamı ve çerçevesi çizilmeden, yürütmenin düzenleme yetkisinin sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğu gözetilmeden, Anayasal koruma altındaki tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarını belirleyecek komisyonu oluĢturma yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın 2 nci maddesine ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık oluĢturmaktadır. Türkiye‘de koruma altında olan alanların büyük bir kısmı, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde ilan edilen doğal sit alanı statüsüne sahip alanlardan oluĢmaktadır. Doğal sit alanları, Türkiye‘de biyolojik çeĢitlilik alanlarını ve doğal yaĢamı korumanın en etkili aracıdır. Örneğin, önemli kuĢ alanlarının yüzde 46‘lık dilimi doğal sit statüsüyle korunmakta ve bunların yüzde 25‘lik kısmının doğal sitten baĢka hiçbir koruma statüsü bulunmamaktadır. Dolayısıyla, doğal sit alanlarının statüsünün yeniden belirlenmesine yönelik her giriĢim önemli kuĢ alanlarının en az yüzde 25‘ini tehlike altına sokacaktır. BirleĢmiĢ Milletler Eğitim ve Kültür Organizasyonu‘na (UNESCO) üye ülkelerle birlikte ülkemizin de 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla kabul ettiği ―Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ hükümlerine göre taraf devletler toprakları dahilindeki kültürel ve doğal varlıkların korunmasını taahhüt etmiĢtir. Bu bağlamda, Göreme Ulusal Parkı ve Kapadokya Kaya ġehirleri (1985), Divriği Ulu Camii ve DarüĢĢifası (1985), Ġstanbul‘un Tarihi Merkezi (1985), Boğazköy-HattuĢaĢ (1986), Nemrut Dağı (1987), Pamukkale-Hierapolis (1988), Xanthos-Letoon (1988), Safranbolu (1994) ve Troya Arkeolojik Alanı (1998) UNESCO Dünya Mirası Listesi‘ne alınmıĢtır. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 7 nci maddesine göre ülkemizde bu güne kadar 8182 adet sit alanı ve 74.523 adet taĢınmaz kültür varlığı (anıt) tespit ve tescil edilmiĢtir. 8182 sit alanının 1234‘ü doğal sittir ve bunların büyük bir bölümünün Ġskenderun Körfezinden Saroz Körfezine kadar olan Akdeniz ve Ege kıyı Ģeridinde yoğunlaĢtığı gözlenmektedir. Söz konusu 1234 doğal sit alanının statüsünün, hukuken çeliĢkili, tutarsız ve belirsiz, bilimselliği ise tartıĢmalı bir ―doğal (tabii) sit‖ tanımına dayalı olarak, içlerinde konunun uzmanları arkeologlar ile sanat tarihçilerinin olmayacağı kesin olan ve Bakanlıkça kimler arasından ve nasıl belirleneceği de belli olmayan komisyonlar tarafından yeniden belirlenecek olmasının tek amacı, bir kısmının doğal sit statüsüne son vermek, bir kısmının ise derecelerini değiĢtirmek suretiyle daraltmak ve bu alanları yerleĢmeye ve yapılaĢmaya açmaktır. Bunun devamında karĢılıklılık Ģartı aranmadan yabancılara mülk satıĢı yasalaĢtırılacak ve buradan gelecek döviz kazancı ile de cari açık kapatılacaktır. Hesap budur. Yaptığı hesapsız özelleĢtirmelerle Türkiye‘nin koruma altındaki sahil Ģeridi arazilerinden baĢka satacak değerini bırakmayan Siyasal Ġktidar/Bakanlar Kurulu, izlediği yanlıĢ iktisat politikalarının sonucu olan cari açığın çözümünü, Anayasanın 166 ncı ve 167 nci maddelerindeki kuralları iĢletmekte aramak yerine, 63 üncü maddesini ihlal etmekte bulmaktadır. Bakanlar Kurulunun, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı ek bentteki, bilimsel olarak tartıĢmalı, hukuken ise çeliĢkili, tutarsız ve belirsiz ―doğal (tabii) sit‖ tanımına dayalı olarak, 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki kimlerden oluĢacağı belirsiz bir komisyon marifetiyle (1) numaralı fıkrasına göre, 2863 sayılı Kanundaki esas ve usullere göre tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının statülerini yeniden belirlemesi, Anayasanın 63 üncü maddesinde Devlete yüklenen tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici önlemleri alma yükümlülüğü ile bağdaĢmamaktadır. Söz konusu düzenlemeler Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla kabul ettiği ―Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ hükümleriyle taahhüt altına girdiği yükümlülüklerle de uyuĢmadığından Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasaya aykırılığı açık olan düzenlemelerin yürürlüğe girmesi, ise hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı ek bendi ve 41 inci maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖ ifadesi ile 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 8) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü Maddesiyle 03.05.1985 Tarihli ve 3194 Sayılı Ġmar Kanununa Eklenen Ek 4 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, mera, yaylak ve kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak uygun görülen kısımlarının valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edileceği; bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda Hazine adına tescillerinin yapılacağı; bu taĢınmazların, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanların ilgili belediyelerine, diğer alanlarda kalanların ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edileceği; özel kanunlar kapsamı dıĢında kalan alanlarda belediyesince veya il özel idaresince geçici yerleĢme alanının vaziyet planının ve yapılaĢma Ģartlarının hazırlanıp, onaylanacağı; bu taĢınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dıĢındakilerin, il özel idaresince veya belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiĢ alanlarda ilgili idarece kadastro verileri iĢlenmiĢ hâlihazır haritalar üzerine yapılmıĢ vaziyet planına veya onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebileceği; bu yerlerde umumi ve kamusal yapılar hariç, inĢa edilecek yapıların kat adedinin bodrum hariç olmak üzere ikiyi, yapı inĢaat alanının ise 200 metrekareyi geçemeyeceği; bu yapıların yöresel mimariye uygun ve yöresel malzeme kullanılmak suretiyle yapılmasının zorunlu olduğu; bu fıkranın uygulanmasına ve bu fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kıĢlakların il genelindeki toplam mera, yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis sürelerine, tahsis bedellerine, tahsil edilen bedellerin kullanım Ģekline, tahsis süresinin sona ermesine, komisyonun teĢkiline ve diğer konulara iliĢkin esas ve usullerin, ĠçiĢleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüĢleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirleneceği hüküm altına alınmaktadır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddenin birinci fıkrası ile 3194 sayılı Ġmar Kanununda doğrudan, 25.02.1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununda ise dolaylı Ģekilde değiĢiklik yapılmaktadır. Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile 4342 sayılı Mera Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Anayasanın 45 inci maddesinde, Devlete, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dıĢı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraĢanların iĢletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaĢtırma görevi verilmiĢtir. Devlete yüklenen Anayasal görevin gereği olarak da 25.02.1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu yasalaĢtırılmıĢtır. 4342 sayılı Mera Kanununun ―Tanımlar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde mera, ―hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri‖; (e) bendinde yaylak, ―çiftçilerin hayvanları ile birlikte yaz mevsimini geçirmeleri, hayvanlarını otlatmaları ve otundan yararlanmaları için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri‖; (f) bendinde kıĢlak, ―hayvanların kıĢ mevsiminde barındırılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri‖ ve (ı) bendinde tahsis, ―çayır, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımlarının verimlilik ve sosyal adalet ilkelerine uygun Ģekilde düzenlenerek, münferiden ya da müĢtereken yararlanılmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılmasını‖; Ġfade eder Ģeklinde tanımlanmıĢ; 4 üncü maddesinde ise, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanma hakkının bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu; bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu; mera, yaylak ve kıĢlakların, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dıĢında kullanılamayacağı, zaman aĢımı uygulanamayacağı ve sınırlarının daraltılamayacağı; ancak, kullanım hakkının kiralanabileceği; amaç dıĢı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kıĢlakları tekrar eski konumuna getirmek amacı ile yapılan masrafların sebebiyet verenlerden tahsil edileceği hüküm altına alınmıĢtır. Bu hükümlere göre, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımı, verimlilik ve sosyal adalet ilkelerine uygun Ģekilde düzenlenerek, çiftçilerin hayvanlarını otlatmak ve otundan yararlanmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılması ile sınırlıdır. Anayasanın 45 inci maddesi ile 4342 sayılı Mera Kanununun amacı, kamu yararını gerçekleĢtirmektir. Kamu yayarını gerçekleĢtirmek için, bir yandan mera, yaylak ve kıĢlaklar korunurken, diğer yandan hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için çiftçilere tahsis yoluyla hayvansal üretimin artırılması sağlanmaktadır. Koruma tahsisten geçmekte; tahsis hayvansal üretimi artırmaktadır. Nitekim 4342 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinde, muhtarlar ve belediye baĢkanları; mera, yaylak ve kıĢlakların ve sınır iĢaretlerinin korunmasından ve ayrıca tahsis amacına göre en iyi Ģekilde kullanılmasının sağlanmasından sorumlu tutulmuĢlardır. Mera, yaylak ve kıĢların tahsis amacının değiĢtirilmesi, ancak daha üstün bir kamu yararını gerçekleĢtirmek amacıyla olabilmektedir. Daha üstün kamu yararını gerçekleĢtirecek faaliyet, proje ve zorunluluklar, 4342 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında (a)‘dan (h)‘ye dokuz bent halinde tek tek sayılmıĢtır. Bunlar; - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının talebiyle yapılan arama faaliyetleri sonunda rezervi belirlenen maden ve petrol faaliyetleri için zorunlu olan, - Kültür ve Turizm Bakanlığının talebi üzerine, turizm yatırımları için zorunlu olan, - Kamu yatırımları yapılması için gerekli bulunan, - Köy yerleĢim yeri ile uygulama imar plânı veya uygulama plânlarına ilave imar plânlarının hazırlanması, toprak muhafazası, gen kaynaklarının korunması, millî park ve muhafaza ormanı kurulması, doğal, tarihî ve kültürel varlıkların korunması, sel kontrolü, akarsular ve kaynakların düzenlenmesi, bu kaynaklarda yapılması gereken su ürünleri üretimi ve termale dayalı tarımsal üretim faaliyetleri için ihtiyaç duyulan, - 442 sayılı Köy Kanununun 13 üncü maddesindeki köylünün mecburi iĢleri ve 14 üncü maddesindeki isteğe bağlı iĢleri kapsamındaki kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan, - Ülke güvenliği ve olağanüstü hal durumlarında ihtiyaç duyulan, - Doğal afet bölgelerinde yerleĢim yeri için ihtiyaç duyulan, - Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine, petrol iletim faaliyetleri ile elektrik ve doğal gaz piyasası faaliyetleri için gerekli bulunan, - Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için ihtiyaç duyulan, Yerler ile sınırlıdır. Daha üstün kamu yararını gerçekleĢtirecek yukarıda sayılan zorunluluklar dıĢında mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis amacı değiĢtirilememekte ve anılan Kanunun ―ĠnĢaat Yasağı‖ baĢlıklı 20 nci maddesinde belirtildiği üzere, yaylak ve kıĢlaklarda, 442 sayılı Köy Kanununda öngörülen inĢaatlar ile valiliklerden izin alınmak suretiyle imar mevzuatına göre yapılacak kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağıllar ile Turizm Bakanlığının talebi üzerine turizme açılması uygun görülen bölgelerde ahĢap yapılar dıĢında, ev, ahır ve benzeri inĢaatlar yapılamamaktadır. 4342 sayılı Kanunun 22 nci maddesindeki; ―Çiftçi ailelerinin bir mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanabilmeleri için, bu yerin bulunduğu köy veya belediye sınırları içinde, tahsisin yapıldığı tarihte en az altı aydan beri ikamet ediyor olmaları gerekir. Ancak, Devletçe naklen yerleĢtirilenler için bu Ģart aranmaz. Köy ve belediye sınırları içinde arazisi olmakla birlikte tahsis kararı kapsamına girmeyen çiftçi aileleri, o köy veya belediyeye tahsis edilen mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanamazlar. BaĢka yere yerleĢme amacı ile bulundukları yeri terkeden çiftçi aileleri, yararlanma hakkını kaybeder. Ancak, bunların sürekli ikamet amacıyla geri dönmeleri halinde, bu hak komisyon kararı ile tanınabilir.‖ Hükmü dikkate alındığında, mera, yaylak ve kıĢlaklarda, 442 sayılı Köy Kanununda öngörülen inĢaatlar ile valiliklerden izin alınmak suretiyle imar mevzuatına göre yapılacak kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağılları yapabilecek olanlar, mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis edildiği köy ve belediye sınırları içinde yaĢayan ve mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanma hakkı olan çiftçi aileleridir. Bu bağlamda, mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis edildiği köy ve belediye sınırları içinde yaĢayan ve mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanma hakkı olan çiftçi aileleri, hayvanlarını otlattıkları ve otundan yararlandıkları mera, yaylak ve kıĢlaklara yaĢayacakları konut ve ahırlar ile kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve ağıllar yapabileceklerdir. Mera, yaylak ve kıĢlaklarda hayvanlarını otlatan ve buraların otundan yaralanan çiftçi ailelerinin yaĢamaları ve hayvanlarının barınması için zorunlu olan yapıları yapmalarında, herhangi bir hukuki sorun olmadığı gibi, Anayasal bir hak olan ―sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkı‖ bağlamında üstün kamu yararı da bulunmaktadır. Ancak, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, tahsisli mera, yaylak ve kıĢlakların, korunurken hayvansal üretimin artırılmasını değil; tam tersine, imara açılarak toplumun varsıl kesimlerinin yaĢam kalitelerinin yükseltilmesi, renklendirilmesi ve çeĢitlendirilmesi için, ―geçici yerleĢme yeri olarak‖ amaç dıĢı kullanılması yoluyla tahrip edilmesini amaçlamaktadır. Amaç dıĢı kullanılacak alan, ―ne olacak ki canım, o il genelindeki toplam mera, yaylak ve kıĢlakların binde beĢini aĢmayacak ve inĢa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç iki katı ve 200 metrekareyi geçmeyecek‖ Ģeklinde tahribatı önemsizleĢtiren bir gerekçeyle geçiĢtirilemez. Çünkü, Anayasal denetim niceliğe değil, niteliğe odaklanır ve nicelik de olduğu gibi yerinde kalmayacak, bir kez baĢladı mı her iktidar döneminde artıĢ gösterecektir. Ġmara ve yapılaĢmaya açılan mera, yaylak ve kıĢlakların her metrekaresi, bir veya daha fazla köy ya da belediyeye tahsis edilmiĢ hayvan otlatılacak alanı tahrip ederek daraltacak, bu da çiftçilerin gelirlerinde ve hayvansal üretimde azalmayla sonuçlanacaktır. Öte yandan, iptali istenen düzenleme, ―tahsis yirmidokuz yıl ile sınırlı, nasıl olsa yirmidokuz yıl sonra tahsis kaldırılacak ve tahsisli yerler eski statüsüne kavuĢacak‖ denilecek türden de değildir. Çünkü, imara ve dolayısıyla yapılaĢmaya açılan yerlere, sağlıklı ve dengeli bir çevre de yaĢama hakkının gereği olarak yol, su, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi kamu alt yapı hizmetleri de götürülmek durumunda kalınacak; bunlara tahsis edilecek kamu kaynakları bir yana, mera, yaylak ve kıĢlaklarda bunların yol açacağı tahribat kalıcı olmanın yanında, yirmidokuzyıl sonra bunlarla beraber yapılmıĢ yapılar da yerlerinde sabit kalacağından, tahsis süresi istenmese de uzatılmak durumunda kalınacaktır. Anayasanın 2 nci maddesinde, sosyal hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılmıĢ; 45 inci maddesinde ise, Devlete, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dıĢı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak görevleri verilmiĢtir. Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal kaynaklarından olan ve Anayasal güvence altında bulunan mera, yaylak ve kıĢlakların, bir yandan Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılırken,diğer yandan hayvansal üretimin artırılması amacını, yasa koyucunun gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için yasayla yapılacak olan düzenleme, yasakoyucunun tercihlerine göre Ģekillenecektir; yani yasakoyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü serbestçe seçecektir. Burada takdir yetkisi yasakoyucuya aittir. Ancak Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir. Yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kuralları için yapacağı düzenlemeleri ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 45 inci maddesindeki kurallara uygun yapması Anayasal bir zorunluluktur. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen Anayasal görevleri ortadan kaldırmayı amaçladığı için Anayasanın 2 nci ve 45 inci maddelerine ve ayrıca 91 inci maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir. 9) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı Maddesiyle DeğiĢtirilen 2873 Sayılı Kanunun 5 inci Maddesinin Birinci Fıkrasındaki, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ Ġbaresinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun ―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci maddesindeki ―hazırlanacak planın‖ ibaresi, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ Ģeklinde değiĢtirilerek; maddenin ―Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisler, hazırlanacak planın gerçekleĢmesi için, gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaĢtırılır.‖ Ģeklindeki mevcut hükmü, ―Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisler, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi için, gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaĢtırılır.‖ biçimine dönüĢtürülmektedir. Kaynağını Anayasanın 169 uncu maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. Öte yandan, Anayasanın 35 inci maddesinde, herkesin mülkiyet haklarına sahip olduğu ve bu hakların ancak, kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği kuralına yer verilmiĢtir. Anayasanın 91 inci maddesinde ise, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar ile kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine ve 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun ―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci maddesinde yapılan değiĢiklikle, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesislerin, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi için, kamulaĢtırılacağı öngörüldüğüne göre, Anayasal güvence altındaki mülkiyet hakkının kamulaĢtırılmasına iliĢkin düzenlemelerin KHK ile yapılması, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, iptali istenen söz konusu düzenleme, Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın 35 inci maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet haklarının ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği; 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında, kamulaĢtırmanın ancak kamu yararının gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer verilmiĢ; 169 uncu maddesinde ise, Devletin, ormanların korunması ve sahalarının geniĢletilmesi için gerekli yasaları koyacağı ve önlemleri alacağı; bütün ormanların gözetimi görevinin Devlete ait olduğu; Devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, kanuna göre devletçe yönetilip iĢletileceği, bunların zamanaĢımı yoluyla mülk edinilemeyeceği, kamu yararı dıĢında irtifak hakkına konu olamayacağı ve ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır. Öte yandan, 2873 sayılı Milli Parklar Kanununun ―Planlama‖ baĢlıklı 4 üncü maddesinde; ―Bu Kanun hükümlerine göre milli park olarak belirlenen yerlerin özellik ve nitelikleri gözönünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere, kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletilmelerini kapsayan geliĢme planı, ilgili bakanlıkların olumlu görüĢleri ve gerektiğinde fiili katkılarıyla, Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur. GeliĢme planı uyarınca iskan ve yapılaĢmaya konu olacak yerler için, imar mevzuatına göre imar uygulama planları, milli park geliĢme planı hüküm ve kararlarına uygun olarak hazırlanır veya hazırlattırılarak Ġmar ve Ġskan Bakanlığının onayı ile yürürlüğe konulur. 3 üncü madde hükümleri uyarınca tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı olarak belirlenen yerler için gerekli ―planlar‖, Kültür ve Turizm Bakanlığının görüĢü alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur. Bu Kanun kapsamına giren yerlerdeki turizm bölge, alan ve merkezlerinde, turizm yatırımlarına iliĢkin plan kararları Tarım ve Orman Bakanlığının görüĢü alınarak sonuçlandırılır.‖ denilmiĢtir. Bu bağlamda 4 üncü maddede sözü edilen geliĢme planı, milli park olarak belirlenen yerlerin özellik ve nitelikleri gözönünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere hazırlanacak ve kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletilmelerini kapsayacaktır. GeliĢme planı uyarınca iskan ve yapılaĢmaya konu olacak yerler için, hazırlanacak imar uygulama planları ise, milli park geliĢme planı hüküm ve kararlarına uygun olarak hazırlanacaktır. Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen, ―Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisler, hazırlanacak planın gerçekleĢmesi için‖ ifadesindeki ―planın‖ ibaresi, ―geliĢme planı‖dır. Çünkü, Anayasanın 35 inci maddesine göre, mülkiyet hakları ancak kamu yararı ile sınırlandırılabileceğine ve 46 ncı maddesine göre de sadece kamu yararının gerektirdiği hallerde kamulaĢtırma yapılabileceğine göre; milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisler, ancak söz konusu yerlerin koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletilmesi gibi kamu yararı bulunan hedefleri içeren geliĢme planı kapsamında kamulaĢtırılabilirler. Çünkü, geliĢme planı, söz konusu yerlerin koruma ve kullanma amaçları yanında kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletmelerini de kapsamakta, geliĢme planı içinde kalan gerçek ve tüzel kiĢilere ait yerlerin koruma ya da kullanma veya geliĢtirme ve iĢletme alanlarından hangisi içinde yer alacağı ve nasıl değerlendirileceği geliĢme planı aĢamasında belirsizliğini korumaktadır. Ancak, geliĢme planı uyarınca geliĢme planı hüküm ve kararlarına göre hazırlanacak imar uygulama planı aĢamasında ise, gerçek ve tüzel kiĢilere ait arazilerin, koruma alanı kullanma alanı ve geliĢtirme alanı – iĢletme alanından hangileri içinde yer aldığı belirgin hale gelmekte; ―Onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak proje‖ aĢamasında ise, yapılacak yapı veya tesislerin kendisinin ve oturacağı arazinin bütün ayrıntıları bilinmektedir. Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz malların, koruma ve geliĢtirme amacıyla değil de kullanma ve iĢletme amacıyla kullanılacağı ile üzerine yapılacak yapı ve tesislerin bütün ayrıntıları biliniyor ise, buraların kamulaĢtırılmasıyla Devlet kamu yararını gerçekleĢtirmeyi değil, kamu gücünü kullanarak arazi ticareti yapmayı ve arazi sahiplerinden yatırımcılara imar rantı transfer etmeyi amaçlıyor demektir. Bu durumun, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesi ile 35 inci ve 46 ncı maddelerindeki kurallarla bağdaĢmazlığı apaçıktır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun ―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci maddesindeki ―hazırlanacak planın‖ ibaresini değiĢtiren, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ ifadesi, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 10) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı Maddesi ile DeğiĢtirilen 13.12.1978 Tarihli ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (r) Bendindeki, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ Ġfadeleri ile ―… kamulaĢtırma …‖ Ġbaresinin ve Ġkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı maddesi ile değiĢtirilen 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendinde, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirmek, değerlendirmek, kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları satın almak, trampa etmek, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapmak görevleri Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilmekte; ikinci fıkrasında ise, (r) bendi kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve onaylanarak yürürlüğe konulacağı hüküm altına alınmaktadır. Maddenin (r) bendinde, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında‖ denilmekle yetinilmiĢ; ancak, söz konusu projelerin hangi tür projeler olacakları, neleri gerçekleĢtirmeyi amaçlayacakları vb. hususlar açıklanmamıĢtır. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanlar Kuruluna yasa ile içeriği belirsiz projelerin uygulama usul ve esaslarını belirleme yetkisi verilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Bakanlar Kurulunun usul ve esaslarını belirleyeceği projelerin, neler ve hangi tür projeler olduklarının ve bu projelerle nelerin amaçlandığının yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Öte yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; değerlendirilecek ve geliĢtirilecek alanlar içine Hazinenin özel mülkiyetindeki yerlere ek olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler de dahil edilmiĢtir. Bendin düzenleniĢi ile ikinci fıkrasındaki hükümlerden, değerlendirme ve geliĢtirmenin, söz konusu taĢınmazları satıĢa hazır hale getirmek için değerini/bedelini yükseltmeye yönelik arsa ve arazi spekülasyonu çalıĢmaları olduğu anlaĢılmaktadır. 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715 inci maddesinin birinci fıkrasında, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu; ikinci fıkrasında ise aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elveriĢli olmayan yerlerin ve bunlardan çıkan kaynakların kimsenin mülkiyetinde olmadığı ve hiçbir Ģekilde mülkiyete konu olamayacağı hüküm altına alınmıĢtır. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin bu genel düzenlemeye ek olarak Anayasada ve özel kanunlarda da hükümler bulunmaktadır. Bu bağlamda, Anayasanın 43 üncü maddesinin birinci fıkrasında kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu kurala bağlanmıĢ ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun 5 inci maddesinde bu kural yinelenirken; 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında kıyıda denizden doldurma suretiyle elde edilecek arazilerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu ve özel mülkiyete konu oluĢturmayacağı hüküm altına alınmıĢtır. 4342 sayılı Mera Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, mera, yaylak ve kıĢlakların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilmiĢtir. Öte yandan, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamındaki taĢınmazlar ile 6381 sayılı Orman Kanunu kapsamındaki Devlet ormanları da bu kapsamdadır. Kamu yararına özgülenen ve mülkiyete konu oluĢturmayan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kıyılar, denizden doldurma suretiyle edinilen araziler, dağlar, tepeler, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile Devlet ormanları ve içindeki milli park, tabiat parkı, tabiat varlığı ve benzerler, ―Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan‖ ifadesi üzerinden Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında geliĢtirilecek ve değerlendirilecek araziler arasına dahil edilerek, maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından yapılacak yapılaĢma ve yerleĢmeye iliĢkin her türlü planın kapsamı içine alınmaktadır. Daha özlü bir anlatımla, bu düzenlemeyle dağların, tepelerin, kıyıların, kıyıda denizden doldurma yoluyla elde edilen arazilerin, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile Devlet ormanları ve içindeki koruma altında bulunan alanların, yerleĢme ve yapılaĢmaya açılması hedeflenmektedir. Bu durum, Anayasanın 43 üncü, 45 inci, 63 üncü ve 169 uncu maddeleriyle bağdaĢmamaktadır. Diğer yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; taĢınmazları geliĢtirmek ve değerlendirmek için, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları kamulaĢtırma yetkisi verilmektedir. Öncelikle, mülkiyet hakkının Anayasanın Ġkinci kısmının ikinci bölümünde düzenlendiğini ve kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı kapsamında bulunduğundan, düzenlemenin Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olduğunu belirtmek gerekir. Anayasanın 35 inci maddesinde herkesin mülkiyet haklarına sahip olduğu ve bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceği; 46 ncı maddesinde ise, kamulaĢtırmanın kamu yararının gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer verilmiĢtir. Milli Emlak Genel Müdürlüğüne (r) bendiyle, arazi değerlendirmesi ve geliĢtirmesi yapmak için verilen kiĢilerin mülkiyetindeki taĢınmazları kamulaĢtırma yetkisi ile ikinci fıkrasında Çevre ve Ģehircilik Bakanlığına verilen yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin her türlü planlama yetkisi birlikte değerlendirildiğinde, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen kamulaĢtırma yetkisinin, kamu yararını gerçekleĢtirmeyi amaçlamak yerine, arazi ticareti ile arazi ve arsa spekülasyonu yaparak yaratılan imar rantlarına el koymayı hedeflediği görülmektedir. Oysa Devlete arazi ve arsa spekülasyonu yapmak değil, tam tersine Anayasanın 57 nci maddesinde, konut ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alma ve bu bağlamda arsa üretme görevleri verilmiĢtir. Bu itibarla, maddenin (r) bendinde yer alan ―kamulaĢtırma‖ ibaresi Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır. Maddenin ikinci fıkrasında, (r) bendi kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve onaylanarak yürürlüğe konulacağı hüküm altına alınmaktadır. Anayasanın 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetin esaslarına dayanacağı; 127 nci maddesinin birinci fıkrasında, mahalli idarelerin, il, belediye ve köy halkının mahalli müĢterek ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kuruluĢ esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluĢturulan kamu tüzel kiĢileri oldukları; ikinci fıkrasında ise, mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiĢtir. Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen mahalli müĢterek ihtiyaç kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan kiĢi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan eylemli durumların yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve güncelleĢtirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne alındığında, yerelde uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte yaĢamaktan ve hemĢerilik iliĢkisinden doğan mahalli müĢterek bir hizmet olduğu göz ardı edilemez. Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile birlikte, merkezi idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki yetkileri, çağdaĢ demokratik sistemdeki evrimin, katılımcı demokrasi anlayıĢının küresel düzeyde yerleĢmesinin ve Anayasamızdaki ―yerinden yönetim‖ ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık olan yerel yönetimlere geçmeye baĢlamıĢ; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile süreç tamamlanmıĢtır. Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlara ek olarak satın alma, trampa etme, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yoluyla kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazların, her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve onaylanması yetkilerinin Maliye Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel yönetimlerin yetkilerine Anayasa ile bağdaĢmayan açık, geliĢigüzel ve ölçüsüz bir müdahale olmanın yanında, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki gaspı anlamına da gelmektedir. Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım ve uygulama imar planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken ülke ve bölge düzeyindeki planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan planlamalarıyla bütünleĢik, onlara uygun ve onlarla uyum içinde olması gerekeceğinde kuĢku yoktur. Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlara ek olarak satın alma, trampa etme, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yoluyla kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazların, her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve onaylanmasına kadar, yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel planlama ve ruhsatlandırma yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak merkezi idare tarafından kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların verdiği yerel planlama yetkilerini, bir yandan yerel gereksinimlere göre kullanmalarını olanaksız hale getirirken, diğer yandan yerel planlamanın ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen planlama dengesini bozmakta ve plan bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Her yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel özellikleri yanında, sosyoekonomik geliĢme eğilimleri, geliĢme potansiyeli, geliĢme aksı ve sektörel hedefleri birbirinden farklılık gösterir. YerleĢim yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleĢime iliĢkin imar planlarının yerel özellik taĢıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği açıktır. Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise, yerel düzeydeki imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı derecede doğru ve yerindedir. Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir. Ancak, bu durumda sadece Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beĢinci fıkralarına aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve bütünlüğünün bozulması durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine de aykırılık söz konusu olur. Anayasanın 2 nci maddesinde ―hukuk devleti‖ ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢtır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da gerekli kılar. Yerel yönetimlerin, yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin yetkilerine merkezi idarenin ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleĢimlerin plan bütünlüğünden ayrıĢık biçimde, parsel ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaĢma kararı vermesi, yerleĢme planlarında var olan dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır. YerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlama ve ruhsatlandırmada merkezi idareye verilen sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin yasal yetkilerini kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün bozulmasının ise kamu yararı ilkesiyle bağdaĢmazlığı da ortadadır. Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Oysa iptali istenen düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile kendisine verilen idari vesayeti aĢan yetkilerle donatmaktadır. Bu durumda, merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan aldığı ileri sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını kabul etmek gerekecektir. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı maddesi ile değiĢtirilen 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendindeki, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ ifadeleri ile ―… kamulaĢtırma …‖ ibaresi ve ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 11) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 42 nci Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci Maddesinin (a) Fıkrasının Ġkinci ve Üçüncü Paragrafları ile 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı … 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci paragrafındaki; ―Koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin katılımı ile toplantılar düzenleyerek koruma amaçlı imar plânını hazırlatıp, incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Ġki yıl içinde koruma amaçlı imar plânı yapılmadığı takdirde, geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanması, koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar durdurulur.‖ Ģeklindeki hüküm, 648 sayılı KHK‘nin 42 nci maddesiyle; ―Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları uygulanır.‖ Ģeklinde; Üçüncü paragrafındaki, ―Bu iki yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plân yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca bu süre bir yıl daha uzatılabilir.‖ Ģeklindeki hüküm ise, ―Sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartları yeniden belirlenir.‖ Ģeklinde, DeğiĢtirilmektedir. Ġkinci paragrafta yapılan değiĢiklikte dikkatlerden kaçmayan birinci husus, Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar tarafından hazırlanacak koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının dıĢlanmasıdır. ―Mahallî idareler, temsilî demokraside halkın yerel kamusal menfaatlerinin teminatıdır. Diğer taraftan, demokratik sistemin önemli bir unsuru olarak çoğulculuğun, katılımın sağlanmasında, yerel ve ulusal menfaatlerin uzlaĢtırılmasında, halkın tercihleri ile talep ve beklentilerinin yönetime yansıtılmasında, mahallî idarelerin önemli rolleri bulunmaktadır. Mahallî idareler, halkın katılımını sağlamada merkezî idareye göre çok daha fazla imkân ve yeteneklere sahiptir ve böylece tüm sistemin yönetim kapasitesini de güçlendirmektedir. Mahallî idareler vatandaĢlara ilave seçme ve seçilme imkânı sağlamakta, sivil toplum örgütleri de dahil olmak üzere onlara daha fazla katılım imkânı vermektedir. Böylece adeta demokrasi için eğitim merkezleri iĢlevini görmektedir.‖ Yukarıdaki ifadeler, mahalli idareleri konu alan herhangi bir kitap veya makaleden ya da yargı kararından alınmamıĢtır. Yukarıdaki ifadeler, 648 sayılı KHK‘yi çıkaran Siyasal Ġktidar tarafından yasalaĢtırılan, 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun ―Genel Gerekçe‖sinden alınmıĢtır. 5393 sayılı Kanunun Genel Gerekçesine yukarıdaki ifadeleri koyan Siyasal Ġktidar için, ―Demokrasi bir tramvaydır; gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz.‖ den ibaret olmalı ki, beĢ yıl sonra koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımına son verilmiĢtir. Anayasanın 2 nci maddesinde ―demokratik devlet‖ Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢtır. Demokrasi, kavramsal olarak halkın kendi kendini yönettiği rejimdir. Temsili demokrasi ise, temsil edenin temsil yetkisini seçmenin rızası ve onayından almasıdır. Temsili demokrasi seçimlere dayanır; ancak seçimlere indirgenemez. Çağımızın temsili demokrasileri gücünü, sadece seçimlerden değil, çoğulculuğa ve katılımcılığa dayanmasından alır. Yerel yönetimler, katılımcılığın sağlanmasında, merkezi idareye göre daha uygun ölçekler sunar. Öte yandan, mahallin yerleĢme ve yapılaĢmasına iliĢkin planlar, mahalli müĢterek ihtiyaçların prototipini oluĢturur. Çünkü, yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, jeolojik ve tarihsel özelliklerine göre, sosyo-ekonomik geliĢme eğilimi, geliĢme aksı, sektörel hedefleri, nüfus ve yapılaĢma yoğunluğu imar planları ile belirlenir. Koruma amaçlı imar planları ise daha fazlasını içerdiğinden, yerleĢme yerinde yaĢayanları, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden doğrudan etkilemektedir. Kaldı ki, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının sadece Devlet tarafından korunması ve değerlendirilmesi, etkin bir koruma için yetmez; bu sürece halkın katılımının sağlanarak sahiplenme duygusunun geliĢtirilmesi de gerekir. Nitekim, 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci paragrafında, belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar tarafından hazırlanacak koruma amaçlı imar planının hazırlama sürecinde, ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının sağlanmasının gerekçesinde bu olgular yatmaktadır. Bu gerekçeler ortada dururken, koruma amaçlı imar planının hazırlanma sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının dıĢlanması, Anayasanın 2 nci, 63 üncü ve 127 nci maddeleri ile bağdaĢmaz. Öte yandan, sit alanı olarak ilan edilen yerler için, koruma bölge kurulları tarafından koruma amaçlı imar planı değil, koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar ki süreçte geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlendiği için, yetkili yerel yönetimler tarafından süresi içinde koruma amaçlı imar planının yapılamaması durumunda, yerel yönetimleri görevlerini yapmaya zorlamak amacıyla, paragrafta koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının durdurulması esası benimsenerek sit alanının plansız kalması üzerinden yapılaĢma durdurulmuĢtur. Yapılan değiĢiklikte ise, ―Üç yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları uygulanır.‖ denilerek; bir yandan, iki yıllık koruma amaçlı imar planı yapılma süresi iki yıldan üç yıla çıkarılır ve üç yıl içinde yapılamaması durumunda verilecek ek süreye sınırlama getirilmez iken, diğer yandan uzatılan geçiĢ süresi içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanacağı belirtilmektedir. Böylece koruma esaslı imar planı yapılmayan/yapılmak istenmeyen yerleĢimlerde, plansız yapılaĢmanın önü süresiz olarak açılırken; tabiat varlıkları ve sitlerin korunması, geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarına terkedilmektedir. Devlete, Anayasanın 57 nci maddesinde, Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten planlama yapma; 63 üncü maddesinde, kültür ve tabiat varlıklarını ve değerlerini koruma ve bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici önlemleri alma; 127 nci maddesinde ise yerel yönetimlere mahalli müĢterek ihtiyaçları yerinden yönetim ilkesi gereği karĢılama görevleri verilmiĢ; belediye ve mücavir alan sınırları içinde imar planlarını yapma yetkisi, 5393 sayılı Belediye Kanununda belediyelere; il çevre düzeni planını yapma yetkisi ise 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ile il özel idarelerine verilmiĢtir. Koruma amaçlı imar planının üç yıllık süre içinde yapılamaması durumunda, yapılma süresinin sınırsız bir Ģekilde uzatılmasını ve bu süre içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanmasını öngören düzenleme, plansız yapılaĢmayı teĢvik ettiği; korunması gerekli tabiat varlıkları ile sitlerin etkin korumasını içermediği ve yerel yönetimlerin yerleĢme planı yapma yetkisini, koruma kurulları kararları ile ikame ettiği için Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddeleriyle bağdaĢmamaktadır. 17 nci maddenin (a) fıkrasının üçüncü paragrafında yapılan değiĢiklikle ise, sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartlarının yeniden belirlenmesi öngörülmektedir. Bu düzenleme ile koruma amaçlı imar planlarının, yargı kararları ile iptal edilmesi halinde, sit alanlarının plansız kalmamasını sağlamak amaçlanmamaktadır. Çünkü, yeni bir koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar, geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının olmaması, korunması gerekli tabiat varlıkları ve sitler için tehdit oluĢturmamakta; tam tersine, yeni yapılaĢmaları ve mekanın düzenlenmesi giriĢimlerini, koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar ertelemektedir. Getirilen değiĢiklik ile söz konusu yerler için yargı kararı ile duran yeni yapılaĢma ve mekan düzenleme uygulamalarının, yeni yapılacak geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları bağlamında kesintiye uğramaksızın devamının sağlanması amaçlanmaktadır. Oysa, koruma amaçlı imar planları da 3194 sayılı Ġmar Kanununda düzenlenen imar planlarının bir türü olduğundan, imar planlarının iptali halinde süreç nasıl iĢliyor ise, koruma amaçlı imar planının iptali halinde de aynı sürecin iĢlemesi gerekir. Hatta, Anayasanın 63 üncü maddesi bağlamında bu bir zorunluluktur. Gerek geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları, gerek koruma amaçlı imar planları, hem korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarına, hem de yeni yerleĢme ve yapılaĢmalara iliĢkin kurallar getirmektedir. Dolayısıyla yeni yapılaĢmanın amaçlandığı durumlarda, yapılaĢmayı kolaylaĢtırıcı ve korumayı zorlaĢtırıcı düzenlemeler getirmek, Anayasal koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Bu düzenleme ile koruma amaçlı imar planı ile düzenlenmesi gereken yeni yerleĢme, yapılaĢma ve mekânsal düzenleme süreçlerinin, plana gerek kalmaksızın süresiz bir Ģekilde münferit kararlarla yönetilmesi amaçlanmaktadır. Yasaların öngördüğü süre içinde ilgili idarelerce hazırlanması gereken koruma amaçlı imar planlarının, ―koruma ve kullanma‖ süreçlerini yönetmesi gerekirken, bu sürecin münferit kararlarla sürdürülmesine yasallık kazandırılması, evrensel koruma ilkeleriyle de uyuĢmamaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile sitleri korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuĢaklara aktarmayı değil, plansız yapılaĢma ve yerleĢmenin önünü açan söz konusu değiĢiklik Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Söz konusu KHK‘nin yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi de aynı gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 42 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 12) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci ve 49 uncu Maddeleri ile 50 nci Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863 Sayılı Kanunun 61 inci Maddesinin Ġkinci Fıkrasındaki ―… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …‖ Ġbaresinin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci maddesi ile 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmakta; 49 uncu maddesi ile, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ―beĢ‖ ibaresi ―yedi‖ Ģeklinde değiĢtirilmekte, aynı fıkranın (b) bendi yürürlükten kaldırılmakta ve üçüncü fıkrası ―Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖ Ģeklinde değiĢtirilmekte; 50 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasında, ―Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve tüzel kiĢilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır.‖ denilmekte ve 63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK‘nin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmektedir. Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesi ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ; 10 uncu maddesi ile 648 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile 2863 sayılı Kanunun kapsamındaki tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının tespit ve tescilini sağlamak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının yetkisinden alınarak, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmiĢ; 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddenin (3) numaralı fıkrası ile 2863 sayılı Kanuna göre de tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının ikinci defa tespitini yapma görevi Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyona verilmiĢtir. Bu bağlamda, 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinde Koruma Kurullarına verilen görevler, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının dıĢında kalan görevlerdir. 648 sayılı KHK‘nin 49 uncu maddesi ile ise 2863 sayılı Kanunun ―Koruma Kurullarının OluĢumu‖ baĢlıklı 58 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendindeki, ―Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve Ģehir plancılığı konularda uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından Bakanlıkça seçilen beĢ temsilci‖ ifadesindeki ―beĢ‖ ibaresi, ―yedi‖ Ģeklinde değiĢtirilmekte; (b) bendindeki, ―Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi‖ ifadesi yürürlükten kaldırılmakta ve bunun sonucu olarak da 47 nci maddesi ile 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmaktadır. Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları, 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesine göre, kültür varlıklarının tescilini yapmak; korunması gerekli kültür varlıklarının gruplandırılmasını yapmak; doğal sit alanı dıĢındaki tarihi, kentsel ve arkeolojik sit alanlarının tescilinden itibaren üç ay içinde geçiĢ dönemi yapı Ģartlarını belirlemek; korunması gerekli taĢınmaz kültür varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak; korunması gerekli taĢınmaz kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiĢ olanların tescil kaydını kaldırmak; korunması gerekli taĢınmaz kültür varlıkları ile tarihi, kentsel ve arkeolojik sit alanlarına iliĢkin uygulamaya yönelik kararlar almak görevlerini yürütecektir. Bu görevlerin yürütülmesi, arkeoloji, sanat tarihi, mimari ve Ģehircilik bilim dallarındaki en son geliĢmeleri ve dünya uygulamaları ile uluslararası kuruluĢlardaki anlayıĢ ve uygulama değiĢimlerini izlemeyi gerektirmektedir. Bunu en iyi Ģekilde takip ederek analiz edecek olanların da söz konusu bilim dallarıyla akademik düzeyde ilgilenen öğretim üyeleri olacağını teorik olarak kabul etmek gerekir. Çünkü, üniversiteler, bilimin ve bilimsel geliĢmelerin evrensel düzeyde takip edildiği ve üretildiği merkezlerdir. Nitekim, 2863 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin birinci fıkrasında, ―Yurtiçinde bulunan ve bu Kanun kapsamına giren korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere …‖ denilerek bilimselliğe özel bir vurgu yapılmıĢtır. Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve değerlerinden olan ve Anayasal güvence altında bulunan tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları). Yasakoyucunun kamu yararının dıĢında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık oluĢturur. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği düzenlemeleri yapmak Anayasal bir zorunluluktur. Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki, ―Ġlgili meslek odaları koruma bölge kurulu toplantılarına gözlemci olarak katılabilirler.‖ hükmü, 648 sayılı KHK‘nin 48 inci maddesi ile ―Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖ Ģeklinde değiĢtirilmektedir. Böylece, koruma bölge kurulu toplantılarına katılacak ―ilgili meslek odaları‖, ―kurumun gündemiyle ilgili meslek odaları‖ Ģeklinde daraltılırken; meslek odalarının koruma bölge kurulu toplantılarına koĢulsuz katılmaları da ―koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle‖ katılma Ģartına bağlanmaktadır. Bu bağlamda, korunması gerekli tarih ve kültür varlıklarıyla tarihi, kentsel ve arkeolojik sitlerin görüĢüldüğü ve bağlayıcı kararların alındığı toplantılara, koruma bölge kurulu müdürlüğü lütfedip davetiye gönderirse, davetiye gönderilen meslek odaları katılabilecek; lütfetmez ise hiçbir meslek odası katılamayacak ve o yerdeki yerleĢik hemĢeriler yanında tüm Dünyayı ilgilendiren görüĢme ve kararlar kapalı kapılar ardında gizlice alınacaktır. Koruma Bölge Kurulu toplantılarına sivil alanı temsil eden meslek odalarının katılımı engellemeyi amaçlayan düzenleme, kamu yararıyla bağdaĢmadığı gibi günümüzün katılımcı demokrasi anlayıĢıyla da örtüĢmemektedir. Bu itibarla, Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına, Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi seçiminin yürürlükten kaldırılarak, iki üyenin Bakanlıkça seçilecek beĢ üyeye ilave edilip yediye çıkarılarak Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının tüm üyelerinin Bakanlık tarafından seçiminin sağlanması ile koruma kurulu toplantılarına meslek odalarının katılımının Ģarta bağlanmasında, kamu yararı bulunmadığı, demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen Anayasal görevleri karĢılamadığı için, söz konusu düzenlemeler Anayasanın 2 nci ve 63 üncü maddelerine aykırıdır. Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki, ―Planlama yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluĢları ile valilik ve belediyeler, kurullarca alınmıĢ ve alınacak sit alanı, derecelendirilmesi, sit geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları, koruma amaçlı imar planları ve revizyonlarına iliĢkin kararlara karĢı altmıĢ gün içerisinde Koruma Yüksek Kuruluna itiraz edebilirler.‖ hükmü, 648 sayılı KHK‘nin 50 nci maddesiyle, ―Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve tüzel kiĢilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır.‖ Ģeklinde değiĢtirilmektedir. Koruma Bölge Kurulu kararlarına karĢı itirazlar Koruma Yüksek Kuruluna yapılmaktadır ve itirazları karara bağlama yetkisi de Koruma Yüksek Kuruluna aittir. Bakanlığa, yapılan itirazları değerlendirme ve uygun gördüğünü Koruma Yüksek Kurulu gündemine alma yetkisi verilmesi, Bakanlığı bir karar alma merci haline getirmektedir. Koruma Bölge Kurulları, Bakanlığın taĢradaki Ģube müdürlükleri değildir ve verdiği kararlar da Ģube müdürlüklerinin hiyerarĢik denetime bağlı idari kararları değil, bir kurul kararı olduğundan, kurul kararlarının değerlendirilmesi de ancak daha yüksek bir kurul tarafından yapılabilir. Kaldı ki Bakanlığa böylesine bir yetki verilirken, Bakanlığının bu değerlendirmeyi hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne Ģekilde ve ne amaçla yapacağı maddede belirlenmemiĢtir. Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Kültür ve Turizm Bakanlığını yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Kültür ve Turizm Bakanlığının Çevre ve ġehircilik Bakanlığının yapılan itirazları değerlendirme ve gerekli görülenleri Yüksek Kurulun gündemine getirme yetkisini hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne Ģekilde ve hangi amaçlara ulaĢmak için yürüteceğinin yasada açıkça belirlenmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz. Koruma Yüksek Kurulunun neleri görüĢüp neleri görüĢemeyeceğine Bakanlığın karar vermesi ve Yüksek Kurulun gündeminin Bakanlık tarafından belirlenmesi, Yüksek Kurulu iĢlevsiz kılarak göstermelik bir kurul haline getirir. Kamu yararıyla bağdaĢmayan bu durum Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturur. Öte yandan, Bakanlığa böylesine ölçüsüz ve sınırsız bir yetki verilmesi, bir yandan Bakanlığı Koruma Bölge Kurulu kararlarının temyiz mercii haline getirir ve Kurul kararlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını ortadan kaldırarak bilimselliğini tartıĢmalı kılarken; diğer yandan, Bakanlığa, itirazın konusuna, itirazın yapıldığı mahalle ve itirazı yapanlara göre ayrımcılık yapma olanağı sunar. Aynı konuda (A) Belediyesinin yaptığı itirazı Kurul gündemine alma, B Belediyesininkini ise almama gibi sonuçlar doğurmaya olanak sunan söz konusu düzenleme, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eĢitlik ilkesiyle de bağdaĢmaz. 648 sayılı KHK‘nin yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi de aynı gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 10 uncu ve 63 üncü maddelerine aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci ve 49 uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki ―… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …‖ ibaresi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 13) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci Maddesiyle 2863 Sayılı Kanuna Eklenen Ek 4 üncü Maddesi ile 52 nci Maddesiyle 2863 Sayılı Kanuna Eklenen Geçici 9 uncu ve Geçici 10 uncu Maddelerin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı … 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin; Birinci fıkrasında, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlığın Çevre ve ġehircilik Bakanlığı olduğu; Ġkinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu oluĢturulacağı; bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı; Üçüncü fıkrasında, bu Kanunda Koruma Yüksek Kurulunca alınması öngörülen kararların, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Merkez Komisyonunca, koruma bölge kurullarınca alınması öngörülen kararların ise koruma bölge komisyonlarınca alınacağı ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulacağı; Dördüncü fıkrasında, bu Kanunda ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge kurullarına yapılan atıfların ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge komisyonlarına yapılmıĢ sayılacağı ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan Koruma Merkez Komisyonu ve koruma bölge kurullarından koruma bölge komisyonlarının anlaĢılacağı; BeĢinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev yapacak komisyonların teĢkili ile çalıĢma usul ve esaslarının Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği; Hükümlerine yer verilmiĢ; 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen; Geçici 9 uncu maddesinde, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanması öngörülen yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce yürürlüğe girmiĢ olan yönetmeliklerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edileceği; Geçici 10 uncu maddesinde, koruma bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevlerinin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona ereceği; 63 üncü maddesinde ise, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği; Hüküm altına alınmıĢtır. Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlığın Çevre ve ġehircilik Bakanlığı olduğu belirtilmiĢtir. Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sit alanlarının iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle korunması, değerlendirilmesi ve desteklenmesi Anayasada tek bir maddede düzenlenmiĢ ve Anayasal görevlere iliĢkin tek bir yasa çıkarılarak bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir. Nitekim, Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.‖ denilirken; taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ve değerlendirilmesine iliĢkin Devlete yüklenen Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıĢtır. TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü gerçeği, 2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde yapılan tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır. 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendinde tabiat varlıkları, ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde tanımlanırken; (3) numaralı alt bendinde ise sit, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü olup, yaĢadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklinde tanımlanmıĢtır. Bakanlar Kurulunun tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarına iliĢkin görev yetkileri Çevre ve ġehircilik Bakanlığına vermek amacıyla 648 sayılı KHK ile yaptığı bilimsellikle ilgisi olmayan ve hukukla bağdaĢmayan çeliĢkili ―Doğal (tabii) sit tanımı ise, ―jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklindedir. Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde, taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, kentsel, tarihi ve arkeolojik sitlerin bütünlüğü ve içiçeliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Nitekim, 648 sayılı KHK‘yi hazırlayan irade de bu gerçeğin bilincinde olmalı ki, 648 sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, ―Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek‖ ten söz edilmiĢtir. TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, kentsel, arkeolojik ve tarihi sitlerin bütünlüğü ve içiçeliği yadsınamaz bilimsel bir gerçek olmanın yanında, Anayasanın 63 üncü maddesinde, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.‖ kuralı ile bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢ iken; bilimsel gerçekliği ve Anayasal kuralı yok sayarak içiçeliğe dayalı bütünlüğün bozulması ve tabiat varlıkları ile doğal sitlere iliĢkin görev ve yetkilerin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilerek, kültür varlıkları ile tarihi, kentsel ve arkeolojik sitlere iliĢkin görev ve yetkilerin ise Kültür ve Turizm Bakanlığına bırakılması, Anayasanın 63 üncü maddesindeki bütüncül koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Maddenin ikinci fıkrasında ise, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu oluĢturulacağı belirtilmekte; bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm altına alınmaktadır. Yasal tanımı, ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde olan tabiat varlıkları ile bilimselliği bulunmayan ve hukuksal olarak da çeliĢkili olan, ―jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklindeki doğal (tabii) sitlerin, tespit ve tescili ile korunmasına ve gelecek kuĢaklara aktarılmasına iliĢkin kararları içlerinde uzman olarak, peyzaj mimarı ile ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendislerinden oluĢan komisyonların verecek olması, Aziz Nesin öykülerinde dahi rastlanmayan ―komik‖ liğin ötesinde, tam anlamıyla bir ―trajedi‖ dir. Çünkü; Peyzaj mimarları, inĢa edilmiĢ veya edilecek olan bir binanın veya bina gruplarının içinde, dıĢında veya çevresinde yer alan alanları estetik bir tasarımla düzenleme iĢini yaparlar. Bu tasarlama sürecinde ağaç, çalı, çiçek vb. canlı bitkiler yanında, doğal yada yapay taban döĢeme malzemeleri, heykel, sütun vb cansız malzemeleri kullanırlar. Peyzaj mimarlığı, bugüne, Ģimdiye ait bir mühendislik dalıdır. Jeolojik, tarih öncesi veya tarihi devirlerle ilgisi ve akademik bilgisi, çevre düzenleme iĢinde bu devirlerde oluĢmuĢ mermer, bazalt, andezit vb. doğal malzemelerden hangisini, ne Ģekilde ve nereye kullanacağı ile sınırlıdır. Ziraat mühendisleri, tarla bitkileri, endüstri bitkileri, çayır ve meralar, meyvecilik, sebzecilik, bağcılık, tohumculuk, fidancılık, ekolojik tarım, bitki hastalıkları ve zararlıları ile bunlara karĢı mücadele yöntemleri, tarımsal yapıların projelendirilmesi ve geliĢtirilmesi, sulama, drenaj, toprak ve su muhafaza sistemlerinin projelendirilmesi ve planlanması, bitki besleme ve gübreleme, tarım alet ve makinaları, arıcılık, popülasyon genetiği, tarım ekonomisi, tarım politikası, tarımsal yayım alanlarında faaliyette bulunurlar. Bütün dertleri ve uğraĢları, Ģimdi ve Ģu anda yaĢayan nüfusun dengeli, düzenli, yeterli ve sağlıklı beslenmesini sağlayacak bitkisel üretimi gerçekleĢtirmektir. Çevre mühendisleri, doğal kaynakların kullanımı ve çevrenin insan sağlığına uygun hale getirilmesi alanında çalıĢırlar. Genel olarak baĢlıca çalıĢma ve uzmanlık alanları; su ve atık su arıtma, hava kirliliği kontrolü, katı atık bertarafı, toprak kirliliği vb. dir. Bu bağlamda, evsel ve sanayi atık su arıtma tesislerinin tasarımı, inĢası ve iĢletilmesi, su Ģebekeleri, içme suyu arıtımı, atık suların geri çevrimi ve yeniden kullanılması, isale hatları, kanalizasyon tesislerinin tasarımı ve inĢası, çevresel etkilerin değerlendirilmesi raporu hazırlanması, hava ve toprak kirliliği, tesis içi proses kontrolu ve temiz üretim teknolojilerinin araĢtırılması gibi alanlarda hizmet üretirler. Orman mühendisleri, genel olarak orman alanlarının saptanması, sınırlandırılması, ağaçlandırılması, korunması, iĢletilmesi ve geliĢtirilmesi gibi konularda hizmet yürütürler. Bu bağlamda, orman ağaç ve florasına uygun tohum üretimi, aĢılama, tohum ve ağaç ıslahı, fidanlık ve sertifikasyon faaliyetleri, ağaçlandırma, erozyonla mücadele, orman amenajman, yaban hayatı, orman iĢletme ve koruma faaliyetlerini yaparlar. Su ürünleri mühendisleri, denizlerde, göllerde ve akarsularda yaĢayan ve besin olarak yararlanılabilecek hayvan ve bitkilerin yaĢamlarının incelenmesi, üreme ve av dönemlerinin belirlenmesi, balık biyolojisi, sürdürülebilir balıkçılık, balık hastalıkları, balık ve yem üretimi ve pazarlanması ve tüketimin son halkası olan iĢleme teknolojileri ve besin değerinin korunması faaliyetlerini yürütürler. Bu mesleklerin tamamı, Ģimdiye, Ģu ana aittir. Faaliyetleri ve uzmanlık alanları insanların Ģu andaki biyolojik, barınma ve çevresel ihtiyaçlarını karĢılamaktır. Buna karĢın, Arkeoloji, Eski Yunancada ―arkheos/eski‖ ile ―logos/bilim‖ sözcüklerinin birleĢtirilmesinden türetilmiĢtir ve ―eskinin bilimi‖ anlamına gelmektedir. Arkeologlar, tarihi ve kültürel eserlerle tabiat varlıklarını ortaya çıkarma, tarihsel, kültürel ve sanatsal yönden inceleme ve eserleri insanlığın kültürel geçmiĢi, kültürlerin değiĢimi ve birbirleriyle iliĢkileri bağlamında irdeleme faaliyetlerinde bulunurlar. Arkeologlar, yazılı tarihten önce ve sonra yaĢamıĢ insanlara ait araç, gereç, eĢya ve kalıntıları inceleyerek bunların hangi uygarlığa ait olduklarını ve insanların hangi fizyolojik Ģartlarda nasıl yaĢadıklarını ortaya koymaya çalıĢırlar. Sanat tarihçileri ise, görsel sanatların evrimini inceler ve sanattaki değiĢimlere bir sistem çerçevesinde yaklaĢarak, sanat yapıtlarını sınıflandırmayı, Ģekillendirilmelerini anlamayı ve yorumlamayı amaç edinir. Bunun yapılabilmesi de yapıtı üreten sanatçının içinde yaĢadığı ve çalıĢtığı tarihsel, kültürel ve fiziksel ortamın ayrıntılarıyla bilinmesini ve sanatçının düĢünce, esin ve kavrayıĢlarını yönlendiren etmenlerin anlaĢılmasını gerekli kılar. Peyzaj mimarları ile ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendislerinin jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait tabiat varlıkları ve jeolojik dönemlere ait doğal sit alanları ile ilgileri, ele geçirdikleri haritalarla hazine arayan hayalperestlerin kahve sohbetlerine kulak misafiri olan okey oyuncuları kadar, bilgi ve uzmanlıkları da yaĢayan insanların Ģu andaki beslenme, barınma ve çevresel ihtiyaçlarını karĢılamak üzerine iken; arkeologlar ile sanat tarihçilerinin ilgi, bilgi ve uzmanlık alanları, jeolojik devirlerle tarih öncesi ve tarihi devirlere ait taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, kentsel ve arkeolojik sitler üzerinedir. Bu eğilip bükülemeyecek apaçık gerçeklere rağmen, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının, tespit ve tescili ile koruma amaçlı imar planı ve koruma ve yapılaĢmaya iliĢkin ilke kararlarını yapacak Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunun, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü ile biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan; Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarının ise Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle oluĢturulması ve söz konusu komisyonlarda 6863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinde düzenlenen koruma kurullarında yer alan arkeolog ve sanat tarihçilerine bilinçli olarak yer verilmemesi, gerçek anlamda bir trajedidir. Amaçlananın, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarını ve bunlara iliĢkin koruma alanlarını, Anayasanın 63 üncü maddesinde belirtildiği Ģekilde korumak, değerlendirmek ve gelecek kuĢaklara aktarmak değil; yerleĢme ve yapılaĢmaya açmak olduğu apaçık bir gerçekliktir. Yasaların amaç öğesindeki sakatlık, baĢlıbaĢına Anayasaya aykırılık nedeni oluĢturur. Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen olması ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve değerlerinden olan ve Anayasal güvence altında bulunan tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile bunlara iliĢkin koruma alanlarının ve değerlerinin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur. Yasal düzenlemeler, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir. Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları). Yasakoyucunun kamu yararının dıĢında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık oluĢturur. Çünkü, yasaların amaç öğesindeki sakatlık baĢlıbaĢına bir aykırılık ve iptal nedenidir. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği düzenlemeleri yapmak, yasakoyucu için Anayasal bir zorunluluktur. Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan (R.G. 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin; 1 inci maddesinde, ―Bu sözleĢmenin amaçları bakımından aĢağıdakiler ―kültürel miras‖ sayılacaktır: Anıtlar: Tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî evrensel değerdeki mimari eserler, heykel ve resim alanındaki Ģaheserler, arkeolojik nitelikte eleman veya yapılar, kitabeler, mağaralar ve eleman birleĢimleri. Yapı toplulukları: Mimarileri, uyumlulukları veya arazi üzerindeki yerleri nedeniyle tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî evrensel değere sahip ayrı veya birleĢik yapı toplulukları. Sitler: Tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan alanlar.‖ 2 nci maddesinde; ―Bu SözleĢmeye göre aĢağıdaki eserler ―doğal miras‖ sayılacaktır: Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan, fiziksel ve biyolojik oluĢumlardan veya bu tür oluĢum topluluklarından müteĢekkil doğal anıtlar. Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan jeolojik ve fizyografik oluĢumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türlerinin yetiĢtiği kesinlikle belirlenmiĢ alanlar, Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel değeri olan doğal sitler veya kesinlikle belirlenmiĢ doğal alanlar.‖ DenilmiĢ; 3 üncü maddesinde; ―Yukarıda 1 inci ve 2 nci maddelerde belirtilen ve kendi toprakları üzerinde bulunan çeĢitli varlıkları saptayıp belirlemek bu SözleĢmeye taraf olan her devlete ait bir sorumluluktur.‖ hükmüne yer verilirken; 4 üncü maddesi ise, ―Bu SözleĢmeye taraf olan devletlerden her biri 1 inci ve 2 nci maddelerde sözü edilen ve topraklarında bulunan kültürel ve doğal mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teĢhiri ve gelecek kuĢaklara iletilmesinin sağlanması görevinin öncelikle kendisine ait olduğunu kabul eder. Bunun için kaynaklarını sonuna kadar kullanarak ve uygun olduğunda özellikle mali, sanatsal, bilimsel ve teknik alanlarda her türlü uluslararası yardım ve iĢbirliği sağlayarak elinden geleni yapacaktır.‖ Ģeklinde hüküm altına alınmıĢtır. SözleĢmenin 1 inci maddesindeki ―kültürel miras‖ ile 2 nci maddesindeki ―doğal miras‖ın, 3 üncü maddesinde öngörüldüğü Ģekilde saptanıp belirlenmesi ve 4 üncü maddesindeki belirtildiği gibi saptanması, korunması, muhafazası, teĢhiri ve gelecek kuĢaklara aktarılmasının sağlanması görevlerinin yapılabilmesi için, öncelikle bu görevleri yürütecek komisyonlarda görev alacakların, bu görevlerin gerektirdiği bilgi ve uzmanlığa sahip olmaları gerekmektedir. Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ milletlerarası andlaĢmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine baĢvurulamayacağı kuralı getirilmiĢtir. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki komisyon, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin 1 inci ve 2 nci maddelerinde kültürel ve doğal mirası, SözleĢmenin 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde öngörüldüğü Ģekilde saptanması, korunması ve gelecek kuĢaklara aktarılması görevlerini yapacak bilgi ve uzmanlığa sahip olmadığı için 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddenin ikinci fıkrası, Anayasanın 90 ıncı maddesine aykırıdır. Öte yandan fıkrada, Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ile Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarının iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm altına alınarak, ilke kararları yasal düzenlemelerin üzerine çıkarılmaktadır. Bakanlığın alacağı ilke kararları, yasal düzenlemelere uygun olacak iken, yasal düzenlemelerin ilke kararları doğrultusunda kıyasen uygulanacağını öngören söz konusu düzenleme, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesinin üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi yukarıda açıklanan aynı gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 63 üncü ve 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırılık oluĢturmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesi ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ 1) 6223 sayılı Yetki Yasasının iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Yüce Mahkemenizde Anamuhalefet Partisi (CHP) olarak dava açmıĢ olduğumuzdan, 6223 sayılı Yetki Yasanının yürürlüğünün durdurulmasına veya iptaline karar verilmesi durumunda 648 sayılı KHK yasal dayanaktan yoksun kalacağı; 648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemelerin 6223 sayılı Yetki Kanununun kapsamında olmaması ve Anayasanın öngördüğü ―ivedilik‖, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ Ģartlarını taĢımaması nedenleriyle 648 sayılı KHK‘nin yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi gerekeceği değerlendirilmektedir. 2) Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek görev ve yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve bütünlüğünün bozulması yerleĢim yerlerinin geleceği açısından ileride telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacaktır. 3) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkileri Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Bakanlığın bu yetkileri kullanması durumunda, sermaye kesimi lehine düzenlemeler yapılacak ve yerleĢim yerlerinin çevre ve imar bütünlüğü ileride telafi edilemeyecek derecede bozulacaktır. Öte yandan, Bakanlığa verilen, 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri de Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Bakanlığın söz konusu yetkiler bağlamında yürüteceği faaliyetlerle, yerleĢim yerlerinin çevre ve imar dengesi ve bütünlüğü bozulmanın yanında mülkiyet haklarına ileride telafisi olmayan zararlar verilecektir. 4) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda düzenlenen ―tabiat varlıkları‖ ile ―doğal sit alanları‖nın tespit, tescil, koruma amaçlı imar planı ve yönetimine iliĢkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurullarına verilen görevler ile 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu BaĢkanlığının 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ olarak ilan edilen ve edilecek alanlara iliĢkin koruma, koruma ve kullanma esaslarını belirleme, imar planlarını yapma vb. görevlerin Çevre ve Ģehircilik Bakanlığının Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 63 üncü maddelerine aykırıdır. Yapılan düzenleme, Anayasal düzeyde koruma altında olan tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve özel çevre koruma bölgelerini korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuĢaklara aktarmayı değil, yerleĢmeye ve yapılaĢmaya açmayı amaçladığından, söz konusu yerlerin yerleĢme ve yapılaĢmaya açılması, ileride telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkacaktır. 5) Bakanlık MüĢavirlerinin, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabilecek olması Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırıdır. Bakanın söz konusu yetkisini kullanması durumunda, kamu görevlileri mağdur edilecek ve ileride telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açılacaktır. 6) 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme görevlerini yürüten ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖nın kapatılarak söz konusu görevlerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Söz konusu düzenleme çevreyi korumayı, geliĢtirmeyi ve kirlenmesini önlemeyi değil, yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasını amaçlamaktadır. Bakanlığın amaçlananları gerçekleĢtirmesi durumunda, çevrede, çevre sağlığında ve insanların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama haklarında telafisi olmayan zararlar ortaya çıkacaktır. 7) 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre yetkili kurullarca tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca kimlerden oluĢturulacağı belirsiz bir komisyon tarafından tekrar incelenerek karara bağlanacak olması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Bakanlığın amaçlananı gerçekleĢtirmesi durumunda Anayasal koruma altında olan tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının korunması değerlendirilmesi ve gelecek kuĢaklara aktarılması gerçekleĢmeyecektir. 8) 4342 sayılı Mera kanununa göre mera, yaylak ve kıĢlak olarak tescil edilmiĢ yerlerin geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak tespit edilmesi; vaziyet planının ve yapılaĢma Ģartlarının hazırlanıp, onaylanması ve onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilmesi, Anayasanın 2 nci, 45 inci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Mera, yaylak ve kıĢlakların tahribatıyla sonuçlanacak bu durumun ileride telafisi olmayan zararlara yol açacağı aĢikardır. 9) Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesislerin, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi için, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaĢtırılacak olması Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Gerçek kiĢilerle özel hukuk tüzel kiĢilerinin mülkiyetinde olan milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesislerin, koruma ve geliĢtirme amacıyla kamulaĢtırılması yerine yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmak için kamulaĢtırılması, korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması gereken milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarına ileride telafisi olmayan zararlar verecektir. 10) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirmek, değerlendirmek; kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları ise satın almak, trampa etmek, kamulaĢtırmak yoluyla toplulaĢtırmak ve sonrasında da Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca söz konusu taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarını yapmak yoluyla devletin arsa ve arazi spekülasyonculuğuna soyunması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine aykırıdır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, çayır, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile ormanlar ve orman sınırı dıĢına çıkarılan yerlerin yerleĢme ve yapılaĢmaya açılması koruma altındaki söz konusu yerlerde ileride telafisi mümkün olmayan tahribatlara yol açacaktır. 11) Koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının dıĢlanması ve sit alanlarına iliĢkin koruma amaçlı imar planlarının iptal edilmesi durumunda yargı kararını bertaraf ederek yerleĢme ve yapılaĢmanın kesintisiz devam etmesini amaçlayan düzenleme Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Koruma amaçlı imar planının aleniyetliğinin ortadan kaldırılması ve yargı kararına rağmen yerleĢme ve yapılaĢmanın devam edecek olması, sit alanlarının tahribatını hızlandırarak ileride telafisi olmayan zararlara yol açacaktır. 12) Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına, Yükseköğretim Kurulunca, seçilecek iki öğretim üyesinin yürürlükten kaldırılarak tüm üyelerin bakanlıkça seçiminin sağlanması; koruma kurulu toplantılarına meslek odalarının katılımının davete bağlanması ve koruma bölge kurulunca alınan kararlara itirazlardan Bakanlıkça uygun görülenlerin Yüksek Kurul gündemine alınması, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırıdır. 13) Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin görev ve yetkilerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi; koruma kurullarından arkeolog ve sanat tarihçilerinin çıkarılarak komisyonun biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçulardan oluĢturulması ve Çevre ve Ģehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararlarına yasa hükümlerinden daha üstün bir statü tanınması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Tabiat varlıkları ile doğal sitlerin, Anayasanın öngördüğü biçimde korunması, geliĢtirilmesi ve gelecek kuĢaklara aktarılması yerine yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasını amaçlayan söz konusu düzenleme, tabiat varlıkları ile doğal sitlere ileride telafisi mümkün olmayan zararlar verecektir. Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kiĢi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır. Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıĢtır. IV. SONUÇ VE ĠSTEM 17.08.2011 tarihli ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖nin; 1) Tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Liste; Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine; 2) 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan ―… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile …‖ ibaresi ile ―… mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ ifadesi ve 4 üncü maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine; 3) 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ve 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine; 4) 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgesi …‖ ibareleri; (2) numaralı fıkrasının ilk cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ ibaresi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 56 ncı, 63 üncü, 87 nci ve 123 ncü maddelerine; 5) 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ve 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası; Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine; 6) 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesi ile 19 uncu, 20 nci ve 63 üncü maddeleri, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine; 7) 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 41 inci maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖ ifadesi ile 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bendi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine; 8) 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının; Anayasanın 2 nci ve 45 inci ve 91 inci maddelerine; 9) 36 ncı maddesiyle değiĢtirilen 2873 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasındaki, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ ibaresi, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine; 10) 40 ıncı maddesi ile değiĢtirilen 13.12.1978 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendindeki, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ ifadeleri ile ―… kamulaĢtırma …‖ ibaresi ve ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine; 11) 42 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine; 12) 47 nci ve 49 uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki ―… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …‖ ibaresi ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine; 13) 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesi ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine; aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine iliĢkin istemimizi saygı ile arz ederiz.‖ II- YASA METĠNLERĠ A- Ġptali Ġstenilen Kanun Hükmünde Kararname Kuralları 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin iptali istenen kuralları ile eki (1) sayılı cetvel ve (1), (2) ve (3) sayılı listeleri Ģöyledir: MADDE 1- 29/6/2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (ç) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (e) bendinde yer alan ―özel ihtisas iĢleri hariç‖ ibaresinden sonra gelmek üzere ―talepleri halinde‖ ibaresi eklenmiĢ, (ğ) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢtir. ―b) Çevrenin korunması, iyileĢtirilmesi ile çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik prensip ve politikalar tespit etmek, standart ve ölçütler geliĢtirmek, programlar hazırlamak; bu çerçevede eğitim, araĢtırma, projelendirme, eylem planları ve kirlilik haritalarını oluĢturmak, bunların uygulama esaslarını tespit etmek ve izlemek, iklim değiĢikliği ile ilgili iĢ ve iĢlemleri yürütmek.‖ ―ç) Her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve telekomünikasyon tesislerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek.‖ ―h) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek. ı) Depreme karĢı dayanıksız yapılar ile imar mevzuatına, plan, proje ve eklerine aykırı yapıların ve bunların bulunduğu alanların dönüĢüm projelerini ve uygulamalarını yapmak veya yaptırmak.‖ MADDE 2- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―dört‖ ibaresi ―beĢ‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 3- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (f) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢtir. ―d) Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü.‖ ―g) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü.‖ MADDE 4- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ, mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢ ve (j) bendinde yer alan ―kamu yatırımları,‖ ibaresinden sonra gelmek üzere ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi eklenmiĢtir. ―e) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak.‖ MADDE 5- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (ğ), (ı), (j) ve (l) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (m) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ, mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢ ve (k) bendinde yer alan ―ölçütleri belirlemek‖ ibaresinden sonra gelmek üzere ―, uygulanmasını sağlamak‖ ibaresi eklenmiĢtir. ―ğ) Yeraltı ve yerüstü sularının, denizlerin ve toprağın korunması, kirliliğin önlenmesi veya bertaraf edilmesi maksadıyla kirletici unsurlar ile kirliliğin giderilmesi ve kontrolüne iliĢkin usul ve esasları tespit etmek ve uygulamayı sağlamak, acil müdahale planları yapmak ve yaptırmak, çevrenin korunması maksadıyla uygun teknolojileri belirlemek ve bu maksatla kurulacak tesislerin vasıflarını tespit etmek ve bu çerçevede gerekli tedbirleri almak ve aldırmak.‖ ―ı) Atıksu arıtma tesislerinin tasarım esaslarını ve kriterlerini belirlemek, onay iĢlemlerini yürütmek.‖ ―j) Ġlgili kurum ve kuruluĢlarla iĢbirliği içinde atıkların taĢınması ile tehlikeli atıkların taĢınma lisanslarına iliĢkin esasları belirlemek, uygulanmasını sağlamak, izlemek, atık ve kimyasallarla kirlenmiĢ alanların mevcut kirlilik durumlarını tespit etmek, çevre ve insan sağlığına yönelik risklere ve kirlenmiĢ alanların iyileĢtirilmesine iliĢkin çalıĢmaları yapmak ve yaptırmak.‖ ―l) Ulusal çevre stratejisi ve eylem planlarını hazırlamak, yürütmek ve koordinasyonu sağlamak.‖ ―n) Mahalli çevre kurullarının çalıĢmalarını takip etmek ve yönlendirmek. o) YerleĢik alanlarda bina ve sair yapılarda görüntü kirliliğine yol açan uygulamaları önleyici tedbirler almak.‖ MADDE 6- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (b), (c) ve (i) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (ç), (d), (f), (ğ) ve (k) bentleri yürürlükten kaldırılmıĢ, mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢ ve (ı) bendinde yer alan ―, tespit ve kalite ölçütlerini‖ ibaresi ―ve analiz ölçütlerini belirlemek,‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. ―b) Çevre kirliliğini önleme ve çevre kalitesini iyileĢtirmeye yönelik her türlü faaliyet ve tesisi izlemek, gerekli tedbirleri almak ve aldırmak, denetlemek, çevre izni ve lisansı vermek. c) Çevre kirliliğine neden olan faaliyet ve tesislerin emisyon, deĢarj ve atıklar ile arıtma ve bertaraf sistemlerini izlemek ve denetlemek.‖ ―i) Her türlü atık bertaraf tesisine lisans vermek, bunları izlemek ve denetlemek.‖ MADDE 7- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (f), (g) ve (ğ) bentleri yürürlükten kaldırılmıĢ ve aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan ―(ç)‖ ibaresi ―(c)‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 8- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11 inci maddesinin baĢlığı ―Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‖ Ģeklinde ve birinci fıkrasında yer alan ―Ġmar ve Kentsel Altyapı Genel Müdürlüğünün‖ ibaresi ―Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin birinci fıkrasının (f) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut (g) bendi (ğ) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir. ―g) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamındaki uygulamalara iliĢkin her türlü altyapı, katlı ve köprülü kavĢak gibi yapıların proje ve uygulamalarını yapmak, yaptırmak, bu alanlarda mülk sahiplerinden altyapı katılım bedellerini tahsil etmeye dönük düzenlemeler yapmak.‖ MADDE 9- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin birinci fıkrasına (l) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut (m) bendi (o) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir. ―m) Yapılarda kullanılacak malzemelerin kullanım amacına uygunluğuna dair esasları belirlemek, koordinasyon ve yetkilendirme çalıĢmalarını yürütmek, yapı malzemelerine iliĢkin standartların hazırlanıp yayımlanmasını sağlamak. n) Yapı malzemelerinin üretim, satıĢ, nakil ve kullanma safhalarında her türlü mekânda ve ortamda gözetim ve denetimini yapmak, yapı malzemesi numunelerinin test ve deneylerini ilgili standarda göre yapmak, yaptırmak ve laboratuvar altyapısını geliĢtirmek.‖ MADDE 10- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 13 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki madde eklenmiĢtir. ―Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü MADDE 13/A- (1) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevleri Ģunlardır: a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek. b) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak. c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak. ç) Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak. d) Orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek. e) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak. f) Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak. (2) Orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı ile yapılır. Ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanları Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilir. Uygulama imar planı kararı ile yapı yasağı getirilen özel mülkiyete konu alanlara iliĢkin arazi ve arsa düzenlemesi, trampa veya kamulaĢtırma iĢlemleri, bu alanların yönetimi ve iĢletmesini üstlenen kuruluĢlarca veya Bakanlıkça gerçekleĢtirilir.‖ MADDE 11- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Yüksek Fen Kurulu, en az üçte iki çoğunluk ile toplanır ve toplantıya katılanların çoğunluğu ile karar alır; oyların eĢitliği halinde, BaĢkanın taraf olduğu görüĢ çoğunlukta sayılır.‖ MADDE 12- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25 inci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―(2) Bakanlık MüĢavirleri, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabilir.‖ MADDE 13- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32 nci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―(2) Bakanlık, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (i) bendinde belirtilen görevlerden bir kısmını veya tamamını, talepleri üzerine, yeterli teknik teĢkilatı olduğu kabul edilen kamu kurum ve kuruluĢlarına devredebilir.‖ MADDE 14- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 36 ncı maddesinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki madde eklenmiĢtir. ―SözleĢmeli personel çalıĢtırılması MADDE 36/A- (1) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamında Bakanlar Kurulunca belirlenen projelerde, proje ve uygulama süresini aĢmamak kaydıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleĢmeli personel çalıĢtırılmasına dair hükümlerine bağlı kalınmaksızın, özel bilgi ve ihtisas gerektiren konularda sözleĢmeli personel çalıĢtırılabilir. Bu suretle çalıĢtırılacakların unvanı, sayısı, ücretleri ile diğer hususlar, Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak hizmet sözleĢmesi esaslarına göre tespit edilir.‖ MADDE 15- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aĢağıdaki ek madde eklenmiĢtir. ―EK MADDE 1- (1) 19/10/1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢtır. (2) 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen iĢ ve iĢlemler, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülür. (3) Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme, borç ve alacaklar, hak ve yükümlülükler, yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtlar ve dokümanlar Çevre ve ġehircilik Bakanlığına hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın devredilmiĢ sayılır. Mülkiyeti Hazineye ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ olanlar hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında kullanılmak üzere Bakanlığa tahsis edilmiĢ sayılır. (4) Kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının harcamaları, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karĢılanır. (5) Kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığında Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanı, BaĢkan Yardımcısı, I. Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanlar, ekli (3) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarına, Özel Çevre Koruma Müdürü ve Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanlar, bulundukları illerdeki Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmıĢ sayılır. Geçici 3 üncü maddenin beĢinci fıkrası hükümleri bunlar hakkında da uygulanır. Bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadroları, herhangi bir sebeple boĢalması halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ sayılır. Bunlar dıĢında kalan personel, hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢtir. Devredilen personele ait kadrolar, baĢka bir iĢleme gerek kalmaksızın devir tarihi itibarıyla ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiĢ ve devredilen sözleĢmeli pozisyonlar aynı Bakanlığa vize edilmiĢ sayılır.‖ MADDE 16- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 2 nci maddesine aĢağıdaki fıkralar eklenmiĢtir. ―(7) Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlığa verilen görevlerle ilgili iĢ ve iĢlemlerden dolayı Çevre ve Orman Bakanlığınca taraf olunan iĢlem ve sözleĢmelerde Bakanlık taraf olur ve Çevre ve Orman Bakanlığı leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile baĢlatılmıĢ olan takiplerde Bakanlık kendiliğinden taraf sıfatını kazanır. Söz konusu görevlere iliĢkin olarak bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce Çevre ve Orman Bakanlığınca yapılmıĢ iĢ ve iĢlemler sebebiyle açılacak davalar Bakanlığa yöneltilir. Tabiat varlıkları ile ilgili iĢ ve iĢlemlerden dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığının taraf olduğu iĢlem, sözleĢme, dava ve takipler hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır. (8) Yedinci fıkrada belirtilenler hariç olmak üzere bu maddenin yayımı tarihinden önce, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığına iliĢkin iĢ ve iĢlemler sebebiyle adı geçen Bakanlıkların leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile baĢlatılmıĢ takiplerde Çevre ve Orman Bakanlığınca tesis edilmiĢ iĢlemler için husumet Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığına; Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığınca tesis edilmiĢ iĢlemlerde ise husumet Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yöneltilir.‖ MADDE 17- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aĢağıdaki geçici madde eklenmiĢtir. ―Mevcut statülerin değerlendirilmesi GEÇĠCĠ MADDE 6- (1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıklara iliĢkin her türlü belge, bu alan ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay içinde Bakanlığa devredilir. Tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmıĢ kararlar geçerlidir. (2) Devir sürecinde arkeolojik, kentsel, tarihi sitlerin ve kültür varlıklarının bulunduğu alanların doğal sitler, tabiat varlıkları ile benzeri diğer koruma statüsünde bulunan alanlarla çakıĢması durumunda bu alanlara iliĢkin konular mevcut doğal sit statüsü de gözönüne alınarak kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca değerlendirilir ve Kültür ve Turizm Bakanlığının talebi üzerine bu alanların adı geçen Bakanlıkça kısmen veya tamamen yönetilmesine Çevre ve ġehircilik Bakanı ile Kültür ve Turizm Bakanınca birlikte karar verilir. (3) Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca yeniden tespit edilen statüler Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile, yapı yasağı öngörülen statüler ise Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra tescil edilir. Bu alanlar ve varlıklar yeni statüsüne, ören yerleri ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma esaslarına göre yetkili idarelerce yönetilir. (4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce ilan edilmiĢ olan milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanlardaki kamuya ait alanların mevcut halleriyle yönetilmesine ve iĢletilmesine iliĢkin iĢ ve iĢlemler, Bakanlıkça onaylanan her tür ve ölçekteki çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı kararlarına uygun olarak Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca yürütülür.‖ MADDE 18- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ―MüsteĢar Yardımcısı‖ baĢlıklı sütununa ―MüsteĢar Yardımcısı‖ sırası eklenmiĢ, ―Hizmet Birimleri‖ baĢlıklı sütununun 5 inci sırası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, 7 nci sırasından sonra gelmek üzere aĢağıdaki sıra eklenmiĢ ve mevcut sıralar buna göre teselsül ettirilmiĢtir. ―5) Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‖ ―8) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü‖ MADDE 19- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun eki (II) sayılı cetvelin ―B) ÖZEL BÜTÇELĠ DĠĞER ĠDARELER‖ bölümünde yer alan ―31) Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖ sırası yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 20- 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,‖ ve sekizinci fıkrasında yer alan ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 21- 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ve ikinci fıkrasının üçüncü cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye baĢkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eĢ zamanlı olarak ilan edilir.‖ ―Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eĢ zamanlı olarak ilan edilir.‖ MADDE 22- 3194 sayılı Kanunun 27 nci maddesi baĢlığı ile birlikte aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Köylerde yapılacak yapılar ve uyulacak esaslar MADDE 27- Belediye ve mücavir alanlar dıĢında köylerin köy yerleĢik alanlarında, civarında ve mezralarda yapılacak konut, entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile köyde oturanların ihtiyaçlarını karĢılayacak bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası, tanıtım ve teĢhir büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve iĢletilen kooperatiflerin iĢletme binası gibi yapılar için yapı ruhsatı aranmaz. Ancak etüt ve projelerinin valilikçe incelenmesi, muhtarlıktan yazılı izin alınması ve bu yapıların yöresel doku ve mimari özelliklere, fen, sanat ve sağlık kurallarına uygun olması zorunludur. Etüt ve projelerin sorumluluğu müellifi olan mimar ve mühendislere aittir. Bu yapılar valilikçe ulusal adres bilgi sistemine ve kadastro planlarına iĢlenir. Köy yerleĢik alan sınırları dıĢında kalan ve entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapı ruhsatı alınarak inĢa edilmesi zorunludur. Tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların denetimine yönelik fenni mesuliyet 28 inci madde hükümlerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir. Onaylı üst kademe planlarda aksine hüküm bulunmadığı hallerde köy yerleĢik alan sınırları içinde, jeolojik açıdan üzerinde yapı yapılmasında sakınca bulunan alanlar ile köyün ana yolları ve geniĢlikleri, hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde il özel idarelerince belirlenir. Belirlenen yollar, ifraz ve tevhit suretiyle uygulama imar planı kararı aranmaksızın kamu yararı kararı alınarak oluĢturulur. Köy yerleĢik alan sınırı içerisinde, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz. Köy yerleĢik alan sınırlarının parselleri bölmesi durumunda yerleĢik alan sınırı 5403 sayılı Kanun hükümlerine tabi olmaksızın ifraz hattı olarak kabul edilir. Ġl çevre düzeni planında açıkça belirtilmediği takdirde, ihtiyaç duyulması halinde, köyün geliĢme potansiyeli ve geliĢme düzeyi de dikkate alınarak köy yerleĢik alan sınırları ve özel kanunlara iliĢkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu alanlarda yapılaĢma kararı ve ifraz Ģartları belediye sınırı il sınırı olan yerlerde büyükĢehir belediye meclisi, diğer yerlerde il genel meclisi kararı ile belirlenir. Tespitler kadastro paftasına iĢlenerek tapu sicilinde belirtilir. Ġhtiyaç duyulması halinde mevcut köy yerleĢik alan sınırları il genel meclislerince yeniden belirlenebilir. Ġmar planı olmayan köy yerleĢik alanı sınırları içerisinde köyün ihtiyacına yönelik olarak ilk ve orta öğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi gibi yapılar için imar planı Ģartı aranmaz. Ancak yer seçimi, valilikçe oluĢturulan bir komisyonca hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde kesin sınırları ile belirlenir. Bu yapı ve tesislere uygulama projelerine göre ilgili yatırımcı kamu kurum ve kuruluĢu adına yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni verilir. Bu maddenin uygulanmasına iliĢkin hususlar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖ MADDE 23- 3194 sayılı Kanuna aĢağıdaki ek madde eklenmiĢtir. ―EK MADDE 4- Mera, yaylak ve kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taĢınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine, diğer alanlarda kalanlar ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilir. Özel kanunlar kapsamı dıĢında kalan alanlarda belediyesince veya il özel idaresince geçici yerleĢme alanının vaziyet planı ve yapılaĢma Ģartları hazırlanır ve onaylanır. Bu taĢınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dıĢındakiler, il özel idaresince veya belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiĢ alanlarda ilgili idarece kadastro verileri iĢlenmiĢ hâlihazır haritalar üzerine yapılmıĢ vaziyet planına veya onaylı imar planına uygun olarak talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebilir. Bu yerlerde umumi ve kamusal yapılar hariç, inĢa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç olmak üzere ikiyi, yapı inĢaat alanı 200 metrekareyi geçemez. Bu yapıların yöresel mimariye uygun ve yöresel malzeme kullanılmak suretiyle yapılması zorunludur. Bu fıkranın uygulanmasına, bu fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kıĢlakların il genelindeki toplam mera, yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis sürelerine, tahsis bedellerine, tahsil edilen bedellerin kullanım Ģekline, tahsis süresinin sona ermesine, komisyonun teĢkiline ve diğer konulara iliĢkin esas ve usuller, ĠçiĢleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüĢleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir. Mera, yaylak ve kıĢlakların 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm geliĢim bölgeleri kapsamında kalan kısımları, ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda Hazine adına tescil edilir ve bu yerler, 2634 sayılı Kanun çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilir.‖ MADDE 24- 29/6/2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Bu Kanun; a) 3194 sayılı Ġmar Kanununun 26 ncı maddesinde belirtilen kamuya ait yapı ve tesisler ile 27 nci maddesinde belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar, b) Bodrum katı dıĢında en çok iki katlı ve yapı inĢaat alanı toplam 200 metrekareyi geçmeyen müstakil yapılar, c) Entegre tesis niteliğinde olmayan tarım ve hayvancılık amaçlı yapı ve tesisler, d) Köy yerleĢik alanlarında, belediye ve mücavir alan sınırları içinde olmayan iskân dıĢı alanlarda ve nüfusu 5000‘in altında olan belediyelerin belediye ve mücavir alan sınırları içinde bodrum katı ve çatı arası dıĢında en çok iki katlı ve yalnızca bir bodrum katın inĢaat alanı hesaba katılmaksızın toplam inĢaat alanı 500 metrekareyi geçmeyen konut yapıları ile bunların kömürlük, otopark, depo gibi müĢtemilatı, hariç olmak üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dıĢında kalan yerlerde yapılacak yapıların denetimini kapsar. Ruhsata tabi olup, bu Kanun hükümlerine tabi olmayan yapılarda denetime yönelik fenni mesuliyet 3194 sayılı Ġmar Kanununun 26 ncı ve 28 inci maddelerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir. Birden fazla müstakil yapının bulunduğu parsellerde, bütün yapıların toplam yapı inĢaat alanının 200 metrekareyi geçmesi halinde de bu Kanun uygulanır. Yalnızca bir bodrum katın inĢaat alanı hesaba katılmaksızın toplam inĢaat alanı 500 metrekareyi geçmeyen yapılarda geçici yapı müteahhidi yetki belgesi almak ve mimar veya mühendis unvanlı Ģantiye Ģefi bulundurmak, yapı müteahhitliğine iliĢkin bütün sorumlulukları üstlenmek Ģartıyla parsel maliki kendi yapısını inĢa edebilir. Ancak bu yapılarda da mimar veya mühendis unvanlı Ģantiye Ģefi bulundurulması zorunludur. Parsel malikinin veya hissedarlardan birinin mimar veya mühendis olması halinde ayrıca Ģantiye Ģefi aranmaz.‖ MADDE 25- 4708 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrası ve 7 nci maddesi yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 26- 4708 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi baĢlığı ile birlikte aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Yapı denetim komisyonları ve görevleri MADDE 4- Bu Kanunun uygulanması ile ilgili Bakanlık iĢ ve iĢlemlerinin yürütülmesini sağlamak üzere, Bakanlık merkezinde Merkez Yapı Denetim Komisyonu ve illerde Ġl Yapı Denetim Komisyonları kurulur. Ġl Yapı Denetim Komisyonları, yapı denetim kuruluĢlarına izin belgesi verilmesi hariç Kanunda belirtilen diğer görevleri yapar. Merkez Yapı Denetim Komisyonu, konu ile ilgili Bakanlık personeli arasından, biri baĢkan olmak üzere Bakanlıkça görevlendirilecek toplam yedi üyeden oluĢur ve Bakanlıkça uygun görülen birimin bünyesinde faaliyetlerini yürütür. Bakanlık; gerek görülen konular hakkında çalıĢmada bulunmak üzere, ilgili kamu kurum ve kuruluĢları ile meslek ve sivil toplum kuruluĢlarının temsilcilerini Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikte belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde Komisyonda görevlendirebilir. Ġl Yapı Denetim Komisyonu, Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün teklifi üzerine, biri baĢkan olmak üzere Merkez Yapı Denetim Komisyonunca görevlendirilecek toplam beĢ üyeden oluĢur.‖ MADDE 27- 4708 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin dördüncü ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıĢ, beĢinci ve altıncı fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Yapı denetimi hizmeti için yapı denetim kuruluĢuna ödenecek hizmet bedeli, yapı denetimi hizmet sözleĢmesinde belirtilir. Bu bedel, yapı yaklaĢık maliyetinin % 1,5‘inden az olamaz. Hizmet bedeli oranı, yapım süresi iki yılı aĢan iĢ için yıllık % 5 artırılır ve yapım süresi iki yıldan daha az olan iĢler için yıllık % 5 azaltılır. Bu bedele, katma değer vergisi ile yapı denetim kuruluĢu tarafından talep edilen ve taĢıyıcı sisteme iliĢkin olmayan malzeme ve imalâtlar konusunda yapı müteahhidince yaptırılacak olan laboratuvar deneylerinin masrafları dâhil değildir. Yapı denetim kuruluĢu, yapı sahibinden baĢka bir ad altında, ayrıca hiçbir bedel talebinde bulunamaz. Yapı denetim hizmet bedeli, yapı denetim kuruluĢlarının hizmet bedellerinin ödenmesinde kullanılmak üzere yapı sahibince il muhasebe birimlerinde açılacak emanet nitelikli hesaba yatırılır. Yatırılan tutarların % 1‘i ruhsatı veren idarenin, % 1‘i Bakanlık bünyesinde bulunan döner sermaye iĢletmesinin hesabına aktarılır.‖ MADDE 28- 4708 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Ġlgili idarelerin bu Kanunda belirtilen hususlara iliĢkin görevleri ile çalıĢma usul ve esasları; yapı denetim kuruluĢları ve Ģubelerinin sınıflandırılması, kuruluĢlar arasında adaletli iĢ dağılımını temin etmek üzere bir ilde faaliyet gösterebilecek olan yapı denetim kuruluĢu sayısının belirlenmesi ile kuruluĢ safhasında sahip olunması gereken asgarî nitelikler; yapı denetim kuruluĢları ve laboratuvar kuruluĢlarının görevleri ile çalıĢma usul ve esasları; denetçi belgesi verilmesine iliĢkin usul ve esaslar ile yapı denetim ve laboratuvar kuruluĢlarında görev alacak personelde aranacak nitelik, tecrübe ve bunların istihdam Ģartları ile görev ve sorumlulukları; diğer yapı sorumlularının nitelikleri, görevleri ile çalıĢma usul ve esasları; Merkez ve Ġl Yapı Denetim Komisyonunun görevleri ile çalıĢma usul ve esasları; yapı denetimi hizmet sözleĢmesinin esasları, asgarî hizmet bedelinin belirlenmesi ve hizmet bedelinin ödenmesi, bu Kanun uyarınca denetlenerek inĢa edilen yapılara sertifika verilmesi ve düzenlenecek meslek içi eğitimlere iliĢkin usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.‖ MADDE 29- 29/6/2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―üç‖ ibaresi ―dört‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin ―MüsteĢar Yardımcısı‖ baĢlıklı sütununa ―MüsteĢar Yardımcısı‖ sırası eklenmiĢtir. MADDE 30- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (g) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut (ğ) bendi (h) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir. ―a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanların tespiti, bunlardan Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tescil edilenlerin korunması, geliĢtirilmesi, tanıtılması, yönetilmesi, iĢletilmesi ve iĢlettirilmesi ile ilgili iĢleri yürütmek ve denetlemek.‖ ―ğ) Orman ve orman rejimine tabi yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları ile sulak alanları ve benzeri koruma alanlarının tescil ve ilanını yapmak.‖ MADDE 31- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (ğ) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut (h) bendi (i) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir. ―h) Su kirliliği açısından hassas alanları ve nitrata duyarlı hassas alanları tespit etmek ve izlemek. ı) Ġklim değiĢikliğinin su kaynaklarına etkisi ile ilgili çalıĢmalar yapmak.‖ MADDE 32- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 19 uncu maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―(2) Bakanlık MüĢavirleri, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabilir.‖ MADDE 33- 9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Millî Parklar Kanununun 3 üncü maddesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―MADDE 3- Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca millî park karakterine sahip olduğu tespit edilen alanlar, Millî Savunma Bakanlığının olumlu görüĢü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıkların görüĢü de alınarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile millî park olarak belirlenir. Orman ve orman rejimine tabi yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları Orman ve Su ĠĢleri Bakanının onayı ile belirlenir. Orman ve orman rejimi dıĢında kalan yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı belirlenmesine veya Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca belirlenmiĢ olanların iĢlemlerinin tamamlanması için gerekli yerlerin orman rejimine alınmasına ilgili bakanlıkların görüĢü alınarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir ve bu alanlar Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tescil edilir.‖ MADDE 34- 2873 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin baĢlığı ―ĠĢletme:‖, ikinci fıkrasında yer alan ―Ġmar ve Ġskan Bakanlığının‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının‖, üçüncü fıkrasında yer alan ―planlar‖ ibaresi ―projeler‖ ve dördüncü fıkrasında yer alan ―Tarım ve Orman Bakanlığının‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik ile Orman ve Su ĠĢleri Bakanlıklarının‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 35- 2873 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında, 5 inci maddesinin birinci fıkrasında, 7 nci maddesinin birinci fıkrasında, 8 inci maddesinin birinci fıkrasında, 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında, 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında, 12 nci maddesinin birinci fıkrasında, 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, 15 inci maddesinin ikinci fıkrasında ve 22 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ―Tarım ve Orman Bakanlığınca‖ ibareleri ―Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 36- 2873 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―hazırlanacak planın‖ ibaresi ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 37- 2873 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Tarım ve Orman Bakanlığının‖ ibaresi ―Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 38- 2873 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―Çevre ve Orman Bakanlığı‖ ibaresi ―Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 39- 2873 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ―Ġmar ve Ġskan‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 40- 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendi ve ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―r) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirmek, değerlendirmek, kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları satın almak, trampa etmek, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapmak. Birinci fıkranın (r) bendi kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamaları Bakanlığın talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılır ve onaylanarak yürürlüğe konulur.‖ MADDE 41- 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ibareleri ―Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ Ģeklinde ve ―kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ ibareleri ―Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine aĢağıdaki alt bentler eklenmiĢtir. ―(13) ―Doğal (tabii) sit‖; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır. (14) ―TaĢınır tabiat varlıkları‖; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli taĢınır tabii değerlerdir. (15) ―Sokak sağlıklaĢtırma proje ve uygulamaları‖; kentsel sit alanları ve koruma alanlarında, korunması gerekli taĢınmaz kültür varlıkları ile sokaktaki diğer yapıların özgün sokak dokusunu tanımlayan tüm öğelerle birlikte korunması ve belgelenmesine yönelik rölöve, restitüsyon, restorasyon, kentsel tasarım projeleri ile mühendislik dallarında yapılması gereken her türlü proje ve bunların uygulamalarıdır. (16) ―EtkileĢim-geçiĢ sahası‖; korunması gerekli kültür varlıklarını ve sit alanlarını doğrudan etkileyen, sit bölgeleriyle bütünlük gösteren, daha önceden sit sınırları içindeyken sit sınırları dıĢına çıkarılmıĢ veya sit sınırları dıĢında tutulmuĢ korunacak sokak, meydan, yapı grupları ve benzerlerinin yer aldığı, sit bölgeleri arasında kalmıĢ, sitleri doğrudan etkileyen veya koruma amaçlı imar planlarının hazırlanma aĢamasında gözönünde bulundurulması gereken alanlardır.‖ MADDE 42- 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafında yer alan ―etkileĢim çevresine iliĢkin‖ ibaresi ―etkileĢim-geçiĢ sahası‖ Ģeklinde, ikinci, üçüncü, beĢinci, sekizinci ve dokuzuncu paragrafları aĢağıdaki Ģekilde, (c) fıkrasının sekizinci paragrafında yer alan ―Bayındırlık ve Ġskân‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. ―Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları uygulanır. Sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartları yeniden belirlenir.‖ ―Ġlgili idareler, koruma amaçlı imar planını en geç iki ay içinde görüĢür ve varsa değiĢmesini istediği hususları koruma bölge kuruluna bildirir. Koruma bölge kurulunda bu hususlar değerlendirilir ve kurul tarafından uygun görülen haliyle planlar ilgili idarelere onaylanmak üzere gönderilir. Planlar koruma bölge kurulunun uygun gördüğü Ģekliyle ilgili idarelerce altmıĢ gün içinde onaylanmak zorundadır. Bu süre içinde görüĢülmeyen ya da onaylanmayan planlar kesinleĢerek yürürlüğe girer. Koruma amaçlı imar planının yürürlüğe girmesiyle geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları ayrıca karar almaya gerek kalmadan ortadan kalkar.‖ ―Koruma amaçlı imar planları, müellifi Ģehir plancısı olmak üzere alanın konumu, sit statüsü ve özellikleri gözönünde bulundurularak ilgili meslek gruplarından Bakanlıkça belirlenecek uzmanlar tarafından hazırlanır. Koruma amaçlı imar planları ve çevre düzenleme projelerinin hazırlanması, gösterimi, uygulanması, denetimi, koruma amaçlı imar planı değiĢiklikleri, plan müellifleri ile planlama ekibinin niteliği ve yeterliliği ile görev, yetki ve sorumluluklarına iliĢkin usul ve esaslar, Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖ MADDE 43- 2863 sayılı Kanunun 18 inci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―Sokak sağlıklaĢtırma proje ve uygulamalarına iliĢkin usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖ MADDE 44- 2863 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‖ ibaresi ―Kültür ve Turizm Bakanlığı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 45- 2863 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin ikinci fıkrasına aĢağıdaki bent eklenmiĢ, üçüncü ve dördüncü fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―d) Bakanlıklarca Koruma Yüksek Kurulunda görüĢülmesi talebiyle gönderilen ve gündeme alınan konularda karar vermek. Mahalli idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluĢları Koruma Yüksek Kurulunda görüĢülmesini istedikleri hususları bağlı, ilgili veya iliĢkili oldukları bakanlıklar aracılığıyla bildirir. Koruma Yüksek Kurulunca karar verilen konular ilgili koruma bölge kurulunca tekrar görüĢülmez. Koruma Yüksek Kurulunun gündemi Bakanlıkça belirlenir. Gündemin belirlenmesini müteakip Koruma Yüksek Kurulu toplantıya çağırılır. Toplantı sayısına bir sınırlama getirilmez. Koruma Yüksek Kurulu salt çoğunlukla toplanır, toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğu ile karar verir.‖ MADDE 46- 2863 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (4), (5), (6) ve (9) numaralı bentleri ile üçüncü ve dördüncü fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―(4) Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü, (5) Yatırım ve ĠĢletmeler Genel Müdürü, (6) Çevre ve ġehircilik Bakanlığının ilgili Genel Müdürü,‖ ―(9) Koruma bölge kurulları üyelerinden Bakanlıkça seçilecek altı üye,‖ ―Koruma Yüksek Kurulunun baĢkanı, Bakanlık MüsteĢarıdır. Bakan, gerekli gördüğü takdirde Kurula baĢkanlık eder, ancak oy kullanmaz. MüsteĢar bulunmadığı zaman görevlendireceği MüsteĢar Yardımcısı Kurula baĢkanlık eder.‖ MADDE 47- 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 48- 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve aynı maddenin yedinci fıkrasından sonra gelmek üzere aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir. ―Ancak karar yeter sayısı dörtten az olamaz.‖ ―Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu kurulmamıĢ yerlerde taĢınmaz kültür varlıkları, bunların koruma alanları ve sit alanlarında, 3194 sayılı Ġmar Kanununun 21 inci maddesi kapsamına giren ruhsata tabi olmayan tadilat ve tamiratlar koruma bölge kurulu müdürlüğünün izin ve denetiminde yapılır.‖ MADDE 49- 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ―beĢ‖ ibaresi ―yedi‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ, aynı fıkranın (b) bendi yürürlükten kaldırılmıĢ ve üçüncü fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖ MADDE 50- 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve tüzel kiĢilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır. Bu itirazlar, Koruma Yüksek Kurulunca incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Koruma Yüksek Kurulunda görüĢülen itiraz konuları ayrıca koruma bölge kurulu gündemine alınmaz. Koruma Yüksek Kuruluna yapılacak itirazlarla ilgili usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖ MADDE 51- 2863 sayılı Kanuna aĢağıdaki ek madde eklenmiĢtir. ―EK MADDE 4- TaĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlık, Çevre ve ġehircilik Bakanlığıdır. Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu teĢkil edilir. Bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanır. Bu Kanunda Koruma Yüksek Kurulunca alınması öngörülen kararlar, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Merkez Komisyonunca, koruma bölge kurullarınca alınması öngörülen kararlar koruma bölge komisyonlarınca alınır ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulur. Bu Kanunda ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge kurullarına yapılan atıflar ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge komisyonlarına yapılmıĢ sayılır ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan Koruma Merkez Komisyonu ve koruma bölge kurullarından koruma bölge komisyonları anlaĢılır. Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev yapacak komisyonların teĢkili, çalıĢma usul ve esasları Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle düzenlenir.‖ MADDE 52- 2863 sayılı Kanuna aĢağıdaki geçici maddeler eklenmiĢtir. ―GEÇĠCĠ MADDE 9- Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanması öngörülen yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce yürürlüğe girmiĢ olan yönetmeliklerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilir. GEÇĠCĠ MADDE 10- Koruma bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevleri bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona erer.‖ MADDE 53- 16/4/2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan ―2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‖ ibaresi ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kanun‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanunda yer alan ―ve tabiat‖ ibareleri ile ―ve Tabiat‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır. MADDE 54- 31/10/1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut (ç) bendi (d) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir. ―ç) Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığı,‖ MADDE 55- 3234 sayılı Kanuna 22 nci maddesinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki madde eklenmiĢtir. ―Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığı MADDE 22/A- Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığının görevleri Ģunlardır: a) Genel Müdürlüğün, uydu görüntüleri, hava ve yer fotoğrafları, harita ve koordinat bilgilerine iliĢkin iĢlemlerini yapmak ve yaptırmak, b) Coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama ile ilgili faaliyetleri yürütmek, c) Ormancılıkla ilgili haritaların hazırlanmasına iliĢkin iĢ ve iĢlemleri yapmak veya yaptırmak, ç) Genel Müdürlükçe verilecek benzeri görevleri yapmak.‖ MADDE 56- 3234 sayılı Kanuna aĢağıdaki geçici madde eklenmiĢtir. ―GEÇĠCĠ MADDE 6- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Orman Genel Müdürlüğüne verilen görevlerle ilgili iĢ ve iĢlemlerden dolayı Çevre ve Orman Bakanlığınca taraf olunan iĢlem ve sözleĢmelerde Orman Genel Müdürlüğü taraf olur ve Çevre ve Orman Bakanlığı leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile baĢlatılmıĢ olan takiplerde adı geçen Genel Müdürlük kendiliğinden taraf sıfatını kazanır. Söz konusu görevlere iliĢkin olarak bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce Çevre ve Orman Bakanlığınca yapılmıĢ iĢ ve iĢlemler sebebiyle açılacak davalar Orman Genel Müdürlüğüne yöneltilir. Çevre ve Orman Bakanlığından Orman Genel Müdürlüğüne devredilen görev ve hizmetlere iliĢkin dava ve icra takip dosyaları Maliye Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğünce müĢtereken belirlenecek esaslara göre bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde adı geçen Genel Müdürlüğe devredilir. Bu Ģekilde devredilen dava ve icra takipleri ile ilgili olarak devir tarihine kadar yapılmıĢ her türlü iĢlem ilgili idareler adına yapılmıĢ sayılır.‖ MADDE 57- 3234 sayılı Kanunun eki (1) sayılı cetvel ekteki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. MADDE 58- 26/1/2011 tarihli ve 6107 sayılı Ġller Bankası Anonim ġirketi Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aĢağıdaki bentler eklenmiĢtir. ―h) Bakanlık tarafından talep edilen özel projeler ve kentsel altyapı projeleri ile yapım iĢlerini yapar veya yaptırır. ı) Bankaya kaynak temin etmek üzere, proje kaynağı için herhangi bir borç ve Ģartlı yükümlülük altına girmemek kaydıyla kâr amaçlı gayrimenkul yatırım projeleri ile uygulamalar yapar veya yaptırır.‖ MADDE 59- 6107 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―(1) Yönetim Kurulu, Genel Kurula karĢı sorumlu karar organıdır. Yönetim Kurulu Genel Müdür dahil yedi üyeden oluĢur. (2) Yönetim Kurulunun dört üyesi Bakanlık tarafından atanır; iki üyesi de belediyeleri ve il özel idarelerini temsil etmek üzere Genel Kurula katılan belediye baĢkanları ve il özel idare temsilcileri arasından ĠçiĢleri Bakanlığı tarafından önerilen iki kat aday arasından Genel Kurul tarafından seçilir. Yönetim Kurulu yemin törenini izleyen ilk toplantıda, aralarından birer üyeyi baĢkan ve baĢkan vekili olarak seçer.‖ MADDE 60- 6107 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir. ―Genel Müdür, Bakanın teklifi üzerine BaĢbakan tarafından atanır.‖ MADDE 61- 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―müĢterek kararname ile,‖ ibaresinden sonra gelmek üzere ―BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,‖ ibaresi eklenmiĢtir. MADDE 62- Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar iptal edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü bölümlerinden çıkarılmıĢ ve ekli (2) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı cetvelin Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğüne ait bölümlerine eklenmiĢtir. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez ve taĢra teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen ikiyüze kadar kadroya, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki sınırlamalara tabi olmadan açıktan ve naklen atama yapılabilir. MADDE 63- Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer. MADDE 64- Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. Genel Müdür Genel Müdür (1) SAYILI CETVEL ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MERKEZ TEġKĠLATI Genel Müdür DanıĢma ve Yardımcı Hizmet Birimleri Yrd. Denetim Birimleri Birimler 1) Orman Zararlılarıyla 1) Personel Genel Müdür 1) TeftiĢ Kurulu Mücadele Dairesi Dairesi Yrd. BaĢkanlığı BaĢkanlığı BaĢkanlığı 2) Ġdari ve 2) Orman Yangınlarıyla Genel Müdür 2) Hukuk Mali ĠĢler Mücadele Dairesi Yrd. MüĢavirliği Dairesi BaĢkanlığı BaĢkanlığı 3) DıĢ ĠliĢkiler, 3) Strateji Genel Müdür 3) Kadastro ve Mülkiyet Eğitim ve GeliĢtirme Dairesi Yrd. Dairesi BaĢkanlığı AraĢtırma BaĢkanlığı Dairesi BaĢkanlığı Genel Müdür 4) Orman Ġdaresi ve 4) Orman Yrd. Planlama Dairesi BaĢkanlığı Genel Müdür Yrd. 5) ĠĢletme ve Pazarlama Dairesi BaĢkanlığı Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığı 5) Bilgi ĠĢlem Dairesi BaĢkanlığı 6) Ağaçlandırma Dairesi BaĢkanlığı 7) Toprak Muhafaza ve Havza Islahı Dairesi BaĢkanlığı 8) Silvikültür Dairesi BaĢkanlığı 9) Orman ve Köy ĠliĢkileri Dairesi BaĢkanlığı 10) ĠnĢaat ve Ġkmal Dairesi BaĢkanlığı 11) Odun DıĢı Ürün ve Hizmetler Dairesi BaĢkanlığı 12) Fidanlık ve Tohum ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı (1) SAYILI LĠSTE KURUMU : ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI TEġKĠLATI: MERKEZ ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN Serbest Kadro Sınıfı Unvanı Derecesi Adedi GĠH Uzman 1 37 Veri Hazırlama ve Kontrol GĠH 3 30 ĠĢletmeni TH Arkeolog 1 4 TH Arkeolog 2 1 TH Teknisyen 3 20 YH Hizmetli 7 15 YH Hizmetli 12 10 TOPLAM 117 Toplam 37 30 4 1 20 15 10 117 KURUMU : KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI TEġKĠLATI: TAġRA ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı Unvanı Derecesi Serbest Kadro Toplam Adedi GĠH TH TH TH Koruma Bölge Kurulları Koordinasyon Müdürü Mühendis Mimar ġehir Plancısı TOPLAM 1 1 1 6 6 6 2 1 1 5 2 1 1 5 KURUMU : ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEġKĠLATI: TAġRA ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı Unvanı GĠH GĠH Fotogrametri Müdürü Fotogrametri Müdür Yardımcısı TOPLAM Derecesi 1 1 Serbest Kadro Adedi 1 1 2 Toplam 1 1 2 (2) SAYILI LĠSTE KURUMU : ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI TEġKĠLATI: MERKEZ ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı Unvanı GĠH GĠH GĠH GĠH TH TH TH TH SH MüsteĢar Yardımcısı Genel Müdür Genel Müdür Yardımcısı Daire BaĢkanı Mühendis ġehir Plancısı Jeolog Jeomorfolog Biolog TOPLAM Derecesi 1 1 1 1 5 5 5 5 5 Serbest Kadro Adedi 1 1 2 8 55 15 5 5 30 122 Toplam 1 1 2 8 55 15 5 5 30 122 KURUMU : ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI TEġKĠLATI: TAġRA ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı GĠH Unvanı Derecesi ġube Müdürü TOPLAM KURUMU : KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI 1 Serbest Kadro Adedi 81 81 Toplam 81 81 TEġKĠLATI: MERKEZ ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı GĠH GĠH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH TH Unvanı Bilgisayar ĠĢletmeni Memur Mimar Mimar Mimar Mühendis Mühendis Mühendis ġehir Plancısı ġehir Plancısı ġehir Plancısı Arkeolog Arkeolog Arkeolog Müze AraĢtırmacısı Müze AraĢtırmacısı Müze AraĢtırmacısı TOPLAM Derecesi 7 9 1 3 6 1 3 6 1 3 6 1 3 6 1 3 6 Serbest Kadro Adedi 2 6 2 2 2 2 2 2 1 1 3 2 2 2 2 2 2 37 KURUMU : KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI TEġKĠLATI: TAġRA ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Serbest Kadro Sınıfı Unvanı Derecesi Adedi GĠH Bilgisayar ĠĢletmeni 3 8 GĠH Bilgisayar ĠĢletmeni 5 8 GĠH Bilgisayar ĠĢletmeni 7 8 GĠH Bilgisayar ĠĢletmeni 9 10 GĠH Memur 7 2 GĠH Memur 9 4 GĠH Memur 10 4 GĠH Memur 11 7 GĠH Memur 12 8 TH Mimar 1 7 TH Mimar 3 10 TH Mimar 6 21 TH Mühendis 1 6 TH Mühendis 3 8 TH Mühendis 6 20 TH ġehir Plancısı 1 3 TH ġehir Plancısı 3 5 TH ġehir Plancısı 6 10 TH Arkeolog 1 3 TH Arkeolog 3 5 Toplam 2 6 2 2 2 2 2 2 1 1 3 2 2 2 2 2 2 37 Toplam 8 8 8 10 2 4 4 7 8 7 10 21 6 8 20 3 5 10 3 5 TH TH TH TH Arkeolog Müze AraĢtırmacısı Müze AraĢtırmacısı Müze AraĢtırmacısı TOPLAM 6 1 3 6 10 3 5 10 185 KURUMU : ORMAN VE SU ĠġLERĠ BAKANLIĞI TEġKĠLATI: MERKEZ ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Serbest Kadro Sınıfı Unvanı Derecesi Adedi GĠH MüsteĢar Yardımcısı 1 1 TOPLAM 1 10 3 5 10 185 Toplam 1 1 KURUMU : ORMAN VE SU ĠġLERĠ BAKANLIĞI TEġKĠLATI: TAġRA ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Unvanı Sınıfı GĠH ġube Müdürü TOPLAM Derecesi 1 Serbest Toplam Kadro Adedi 30 30 30 30 KURUMU : ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEġKĠLATI: MERKEZ ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı GĠH Unvanı Derecesi Orman Harita ve Uzaktan Algılama Daire BaĢkanı TOPLAM 1 Serbest Toplam Kadro Adedi 1 1 1 1 (3) SAYILI LĠSTE KURUMU : ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI TEġKĠLATI: MERKEZ ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN Sınıfı GĠH Unvanı Bakanlık MüĢaviri TOPLAM Derecesi 1 Serbest Toplam Kadro Adedi 7 7 7 7 B- Dayanılan Anayasa Kuralları Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 35., 43., 45., 46., 56., 57., 63., 87., 90., 91., 117., 123., 127. ve 169. maddelerine dayanılmıĢtır. III- ĠLK ĠNCELEME Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü‘nün 8. maddesi uyarınca HaĢim KILIÇ, Serruh KALELĠ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI‘nın katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında; 1- Dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin esasının incelenmesine, 2- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aĢamasında karara bağlanmasına, 27.10.2011 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir. IV- ESASIN ĠNCELENMESĠ Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından hazırlanan iĢin esasına iliĢkin rapor, iptal davasına konu Kanun Hükmünde Kararname kuralları, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüĢülüp düĢünüldü: A- Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi Hakkında Genel Açıklama Anayasa‘nın 91. maddesinde düzenlenen kanun hükmünde kararnameler, iĢlevsel yönden yasama iĢlemi niteliğinde olduğundan yargısal denetimlerinin yapılması görev ve yetkisi Anayasa‘nın 148. maddesi ile Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir. Yargısal denetimde kanun hükmünde kararnamenin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa‘ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa‘nın 148. maddesinde kanun hükmünde kararnamelerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlenmesinden değil, yalnızca Anayasa‘ya biçim ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa‘ya uygunluk denetiminin içerisine öncelikle kanun hükmünde kararnamenin yetki kanununa uygunluğunun denetimi de girer. Çünkü Anayasa‘da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüĢtür. Yetkinin dıĢına çıkılması, kanun hükmünde kararnameyi Anayasa‘ya aykırı duruma getirir. Dayanaklarını doğrudan doğruya Anayasa‘dan alan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamelerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki kanun hükmünde kararnamelerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, kanun hükmünde kararnameler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. Kanun hükmünde kararnamenin yetki kanunu ile olan bağı, kanun hükmünde kararnameyi aynen ya da değiĢtirerek kabul eden kanun ile kesilir. Kanun hükmünde kararnamenin Anayasa‘ya uygun bir yetki kanununa dayanması, geçerliliğinin ön koĢuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkartılan veya dayandığı yetki kanunu iptal edilen kanun hükmünde kararnamelerin içeriği Anayasa‘ya aykırılık oluĢturmasa bile bunların Anayasa‘ya uygunluğundan söz edilemez. Kanun hükmünde kararnamelerin Anayasa‘ya uygunluk denetimi, kanunların denetiminden farklıdır. Anayasa‘nın 11. maddesinde, ―Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.‖ denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. Kanun hükmünde kararnameler ise konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa‘ya uygun olmak zorundadırlar. Anayasa‘da kimi konuların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır. Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, ―Sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kiĢi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve ödevler...‖in kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiĢtir. Bu kural gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ―Bakanlar Kurulu‖na ancak kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmıĢ alana girmeyen konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Anayasa‘nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun, Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa‘nın 163. maddesinde olduğu gibi kanun hükmünde kararname çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi Anayasa‘ya aykırılık oluĢturmaz. B- KHK’nin Tümünün Anayasa’ya Aykırılığı Ġddiasının Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, KHK‘nin dayanağı olan 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Kanunu‘nun Anayasaya aykırı olduğu ve iptali gerekeceği, iptal edilmesi halinde ise KHK‘nin dayanaktan yoksun kalacağı belirtilerek KHK‘nin tümünün Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü, E.2011/60, K.2011/147 sayılı kararı ile 6223 sayılı Yetki Kanunu‘nun Anayasa‘ya aykırılığı iddiasına dayalı iptal isteminin reddine karar verildiğinden KHK‘nin tümüne yönelik Anayasa‘ya aykırılık iddiası dayanaksız kalmıĢtır. Ġptal isteminin reddi gerekir. C- KHK’nin Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ve Eki (1) Sayılı Cetvel ile (1), (2) ve (3) Sayılı Listelerin 6223 Sayılı Yetki Kanunu Kapsamında Olup Olmadığının Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, KHK‘nin ayrı ayrı tüm maddelerinin ve eki (1) sayılı cetvel ile (1), (2) ve (3) sayılı listelerin 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığı ve acil, ivedi, önemli ve zorunlu konuları düzenlemediği belirtilerek Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 6., 7. ve 91. maddelerine aykırı oldukları ileri sürülmüĢtür. 1- KHK’nin 1. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (h) Bendi KHK‘nin 1. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 6. maddesiyle değiĢtirildiğinden konusu kalmayan (h) bendine iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 2- KHK’nin 4. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 7. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (e) Bendi KHK‘nin 4. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi, 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların DönüĢtürülmesi Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 3- KHK’nin 5. Maddesiyle DeğiĢtirilen 644 Sayılı KHK’nin 8. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ı) Bendi KHK‘nin 5. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle, bentte yer alan “kriterlerini” ibaresinden sonra gelmek üzere “Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile birlikte” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 4- KHK’nin 7. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 10. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan (ç) Ġbaresinin (c) ġeklinde DeğiĢtirilmesi KHK‘nin 7. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan değiĢikliğe iliĢkin hükmün iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 5- KHK’nin 8. Maddesi KHK‘nin 8. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 11. maddesinde yapılan değiĢiklikler, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 6- KHK’nin 10. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendi KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 662 sayılı KHK‘nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle, bentte yer alan “değiĢtirmek,” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylamak,” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 7- KHK’nin 13. Maddesi KHK‘nin 13. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 32. maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı KHK‘nin 7. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 8- KHK’nin 20. Maddesi KHK‘nin 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması, Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban Aylığı ve Kıdem Aylığı ile Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin ek 3. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,” ibareleri, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 1. maddesiyle 375 sayılı KHK‘ye eklenen ek madde 12‘nin (1) numaralı fıkrasının (m) bendiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 9- KHK’nin 21. Maddesi KHK‘nin 21. maddesiyle, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun “Planların hazırlanması ve yürürlüğe konulması” baĢlıklı 8. maddesinin (b) bendinin birinci paragrafının dördüncü cümlesi ile ikinci paragrafının üçüncü cümlesinde, değiĢtirilerek onaylanan imar planlarının belediye baĢkanlıkları ile valilikler tarafından tespit edilen ilan yerleriyle birlikte ilgili idarelerin internet sayfalarında da ilan edilmesi öngörülmüĢtür. 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun 8. maddesine göre, imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulmasında yetkili idareler, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediyeler; belediye ve mücavir alan sınırları dıĢında ise il özel idareleridir. Dolayısıyla dava konusu kural ile yapılan değiĢiklik, belediye ve il özel idarelerinin görevine iliĢkindir. 6223 sayılı Yetki Kanunu‘nun amaç ve kapsamını düzenleyen 1. maddesinde Kanun‘un amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir Ģekilde yürütülmesini sağlamak olarak belirlenmiĢ ve yetkinin kapsamı iki baĢlık altında tespit edilmiĢtir. Yetkinin kapsamına ilk olarak kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi girmektedir. Bu çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleĢtirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢlarının yeniden belirlenmesi için KHK çıkarma yetkisi verilmiĢtir. Bu amaçla; 1- Mevcut bakanlıkların birleĢtirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢlarıyla hiyerarĢik iliĢkilerine, 2- Mevcut bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine, 3- Mevcut bakanlıklar ile birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teĢkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taĢrada ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esaslarına, iliĢkin kanun hükmünde kararname çıkarılabilecektir. Ġkinci olarak kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin olarak değiĢiklikler ve yeni düzenlemeler yapılması için KHK çıkarma yetkisi verilmiĢtir. 6223 sayılı Yetki Kanunuyla kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi amacına yönelik olarak Bakanlar Kuruluna verilen kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi, Bakanlıklar ile bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢları kapsamakta olup Bakanlık veya bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢ niteliğinde olamayan kamu kurum ve kuruluĢları kapsamına almamaktadır. Bakanlar Kurulunun, 6223 sayılı Yetki Kanunu‘na dayanarak bakanlık veya bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢ niteliğinde olamayan kamu kurum ve kuruluĢlarının görev, yetki, teĢkilat ve kadrolarına iliĢkin düzenleme yapması mümkün değildir. Anayasa‘nın 127. maddesi uyarınca belediyeler ve il özel idareleri mahallî idare kuruluĢu niteliğindedirler. Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde vesayet yetkisine sahip olmakla birlikte bu durum, mahallî idareleri merkezi idarenin bağlı, ilgili veya iliĢkili kuruluĢu haline getirmemektedir. Bu itibarla, belediye ve il özel idarelerinin görevinde değiĢiklik öngören dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir. 10- KHK’nin 22. Maddesi KHK‘nin 22. maddesiyle, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun 27. maddesi baĢlığıyla birlikte değiĢtirilmiĢtir. Anılan maddede, köylerde yapılacak yapıların ruhsata bağlanmasına iliĢkin olarak yetkili idarelerce uygulanacak usul ve esaslar düzenlenmiĢtir. Kuralda sözü edilen yetkili idareler, 3194 sayılı Kanun‘un 21. maddesine göre yapı ruhsatı verme yetkisini haiz olan belediyeler ve il özel idareleridir. Dolayısıyla dava konusu kuralla, belediyeler ve il özel idarelerinin göreviyle ilgili düzenleme yapıldığı anlaĢılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, belediyeler ve il özel idarelerinin görevine iliĢkin düzenleme içeren dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir. 11- KHK’nin 23. Maddesi KHK‘nin 23. maddesi ile 3194 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasıyla, mera, yaylak ve kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak kullanılmasına olanak sağlayan düzenlemeler yapılmıĢtır. Bu amaçla valilikler bünyesinde bir komisyon oluĢturulması ve söz konusu komisyon tarafından il genelindeki toplam mera, yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere belirlenen alanların geçici yerleĢme yeri olarak tahsis edilmesi öngörülmüĢtür. Mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis amacı değiĢtirilen kısımlarının, hazine adına kaydedileceği belirtilmiĢtir. Bu Ģekilde geçici yerleĢim yeri olarak belirlenerek tahsis amacı değiĢtirilen alanların, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan kısımlarının ilgili belediyelere; diğer kısımlarının ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis edilmesi gerektiği kurala bağlanmıĢ; bu alanlardan, kamu hizmetlerinde kullanılacak bölümlerin dıĢında kalan yerlerin talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmi dokuz yıla kadar tahsis edilmesi öngörülmüĢtür. Ayrıca fıkranın devamında bu yerlerde yapılacak yapılara iliĢkin çeĢitli kurallar getirilmiĢtir. Maddenin ikinci fıkrasında ise mera, yaylak ve kıĢlakların 12.3.1982 günlü, 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm geliĢim bölgeleri kapsamında kalan kısımlarının, tahsis amacı değiĢtirilmek suretiyle Hazine adına tescili ve bu alanların Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi öngörülmüĢtür. Mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımı ve bunların tahsis amacının değiĢtirilmesine iliĢkin düzenlemenin kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi ile bir ilgisinin bulunmadığı açıktır. Diğer taraftan, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımı ve bunların tahsis amacının değiĢtirilmesine iliĢkin kural, kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin düzenleme olarak da nitelendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir. 12- KHK’nin 24. Maddesi KHK‘nin 24. maddesiyle 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 1. maddesinin, anılan Kanun‘un kapsamını düzenleyen ikinci fıkrası değiĢtirilmiĢtir. 4708 sayılı Kanun; can ve mal güvenliğini teminen, imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine iliĢkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılmıĢtır. Proje ve yapı denetimi görevi, 3194 sayılı Kanun‘a göre belediye ve il özel idarelerine ait bir görev olduğundan, bu Kanun‘un uygulamasından sorumlu idareler de belediyeler ve il özel idareleridir. Belediyeler ve il özel idarelerinin yapı denetimine iliĢkin görev ve yetkilerini kullanabileceği alanlar, 4708 sayılı Kanun‘un kapsam maddesinde belirtilmiĢtir. Bu itibarla, 4708 sayılı Kanun‘un kapsam maddesinde değiĢiklik yapılması, belediye ve il özel idarelerinin 4708 sayılı Kanun‘dan kaynaklanan görevlerinde değiĢiklik yapılması anlamını taĢır. Her ne kadar 4708 sayılı Kanun‘da yapı denetim kuruluĢlarının denetimi ve bu kuruluĢlarca uyulacak usul ve esasların belirlenmesi hususunda Çevre ve ġehircilik Bakanlığına bazı yetkiler verilmiĢ ise de Bakanlığın yetkileri daha çok düzenleme ve denetlemeyle sınırlı olup, 4708 sayılı Kanun‘u doğrudan uygulama yetkisi belediyeler ve il özel idarelerindedir. Açıklanan nedenlerle, belediye ve il özel idarelerinin görevine iliĢkin düzenleme içeren dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir. 13- KHK’nin 27. Maddesiyle DeğiĢtirilen 4708 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin BeĢinci Fıkrası 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin, değiĢtirilen beĢinci fıkrası, yapı sahibi tarafından yapı denetim kuruluĢuna ödenmesi gereken hizmet bedelinin belirlenmesine iliĢkin usul ve esasları düzenlemektedir. Sözü edilen düzenlemenin, bir özel hukuk sözleĢmesi olan yapı hizmet sözleĢmesinin hükümlerine (bedeline) iliĢkin olduğu açıktır. Yapı hizmet sözleĢmesinin hükümlerine iliĢkin düzenleme yapılmasının kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi ile bir ilgisi bulunmadığı gibi söz konusu düzenleme kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin düzenleme olarak da nitelendirilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir. 14- KHK’nin 27. Maddesiyle DeğiĢtirilen 4708 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin Altıncı Fıkrası KHK‘nin 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin altıncı fıkrası, 662 sayılı KHK‘nin 16. maddesiyle, fıkrada yer alan “%1‟i” ibarelerinin “% 3‟ü” olarak değiĢtirilmesi nedeniyle konusu kalmayan bu fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüĢe katılmamıĢlardır. 15- KHK’nin 51. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 4. Maddenin Ġkinci Fıkrası KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri…” ibaresi, 662 sayılı KHK‘nin 15. maddesiyle ile değiĢtirildiğinden; “…Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında,..” ibaresi ise 662 sayılı KHK‘nin 15. maddesiyle ile yürürlükten kaldırıldığından konusu kalmayan ikinci fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 16- KHK’nin 54. Maddesi KHK‘nin 54. maddesiyle 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi, 657 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 12. maddesiyle değiĢtirildiğinden; mevcut (ç) bendinin (d) bendi olarak teselsül ettirilmesi, 657 sayılı KHK‘nin 12. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 17- KHK’nin 55. Maddesi KHK‘nin 55. maddesiyle 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi, 657 sayılı KHK‘nin 13. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 18- KHK’nin 61. Maddesi KHK‘nin 61. maddesiyle 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun ek 3. maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi, 24.10.2011 günlü, 661 sayılı KHK‘nin 25. maddesiyle değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir. 19- KHK’nin Diğer Kuralları Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda; KHK‘nin, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığı gerekçesiyle iptal edilen kuralları ile hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilenler dıĢında kalan diğer kurallarının 6223 sayılı Yetki Kanunu‘nun kapsamında olduğu anlaĢıldığından bu maddelere, fıkralara, bentlere, bölümlere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU, 4708 Kanun‘un 5. maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümü ile 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun da yapılan ibare değiĢikleri ve aynı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13), (14), (15) ve (16) numaralı alt bentler yönünden bu görüĢe katılmamıĢtır. D- Kanun Hükmünde Kararname’nin Tüm Maddelerinin Anayasa’nın 91. Maddesi Yönünden Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, 648 sayılı KHK‘nin ayrı ayrı tüm maddelerinin ve eki (1) sayılı cetvel ile (1), (2) ve (3) sayılı listelerin Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasında kanun hükmünde kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmıĢ alanlara iliĢkin düzenleme içerdiği, bu nedenle Anayasa‘nın 2., 6. 7. ve 91. maddelerine aykırı oldukları ileri sürülmüĢtür. 1- KHK’nin 62. Maddesinin Ġkinci Fıkrası 648 sayılı KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrasında, bu KHK ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez ve taĢra teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen iki yüze kadar kadroya, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu‘ndaki sınırlamalara tabi olmadan açıktan ve naklen atama yapılabileceği hükme bağlanmıĢtır. Anayasa‘nın 161. maddesinde, Devletin ve kamu iktisadi teĢebbüsleri dıĢındaki kamu tüzel kiĢilerinin harcamalarının “yıllık bütçelerle” yapılacağı ve bütçenin “kanunla” düzenleneceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 163. maddesinde bütçelerde değiĢiklik yapılmasının esasları düzenlenmiĢ, maddenin üçüncü cümlesinde ise “Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile bütçede değiĢiklik yapmak yetkisi verilemez.” hükmüne yer verilmiĢtir. KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrasıyla, 648 sayılı KHK ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen iki yüze kadar kadroya, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki sınırlamalara tabi olmadan açıktan ve naklen atama yapılabilmesinin olanaklı kılınması, 6091 sayılı Bütçe Kanunu‘nun 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen sınırlamaların, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatına tahsis edilen iki yüz kadro yönünden uygulanmaması sonucunu doğurduğundan bu durum, bütçe kanununda değiĢiklik yapılması anlamı taĢımaktadır. Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 163. maddesine aykırıdır. Ġptali gerekir. 2- KHK’nin Diğer Kuralları KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrası ile 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında bulunmadıkları gerekçesiyle iptal edilenler ve ayrıca hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilenler dıĢında kalan diğer kurallarında Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi yasaklanmıĢ alanlara iliĢkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği anlaĢıldığından bu maddelere, fıkralara, bentlere, bölümlere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin reddi gerekir. E- Kanun Hükmünde Kararname’nin Ġçerik Yönünden Ġncelenmesi 1- KHK‘nin 1. Maddesiyle DeğiĢtirilen 644 Sayılı KHK‘nin 2. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinde Yer Alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” Ġbareleri Dava dilekçesinde, dava konusu kuralların Anayasa‘nın 2., 5., 6., 7., 87., 117. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. a- Anayasa’nın 7. ve 87. Maddeleri Yönünden Ġnceleme Dava dilekçesinde, hiçbir ölçü getirilmeden ve çerçevesi çizilmeden Bakanlar Kuruluna mahallî idarelere ait bir görev olan planlama hizmetlerini Bakanlığa devretme yetkisi verilmesinin, yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 7. ve 87. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralların da yer aldığı 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeleri, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapma, yaptırma, onaylama, baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni verme görev ve yetkisi verilmiĢtir. Anayasa‘nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir. Öte yandan, Anayasa‘nın 87. maddesinde “kanun koyma” yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bir görev olduğu açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Buna göre, Anayasa‘da kanun ile düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Farklı koĢul ve durumlara göre sık sık değiĢik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları saptadıktan sonra, uzmanlık ve teknik konulara iliĢkin hususları yürütmeye bırakması, yasama yetkisinin devri olarak yorumlanamaz. Dava konusu kuralları da içeren (ç) bendinde, Bakanlığın, Bakanlar Kurulunca belirlenen alanlarda ne tür yetkiler kullanabileceği açıkça düzenlenmek suretiyle konunun çerçevesi çizilmiĢtir. Bakanlığın, bu yetkileri kullanılacağı alanların belirlenmesi, idari ve teknik bir mesele olup geliĢen koĢul ve durumlar dikkate alınarak süratli bir Ģekilde karar alınabilmesini sağlamak amacıyla bu konudaki yetkinin Bakanlar Kuruluna bırakılması yasama yetkisinin devri anlamına gelmez. Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 7. ve 87. maddelerine aykırı değildir. b- Anayasa’nın 2. ve 5. Maddeleri Yönünden Ġnceleme Dava dilekçesinde, ülke güvenliği açısından önemli olan ve gizlilik taĢıyan milli güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri ile ilgili plan ve projelerin Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Harita Genel Komutanlığınca yapılacağı mevzuatta yer almıĢ iken bu alanlardaki planların yapım esaslarını belirleme ve bu planları gerektiğinde bizzat yapma yetkisinin Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmesinin, yetki karmaĢasına yol açacağı gibi anılan Genel Müdürlüğün bunları özel kiĢilere de yaptırabildiği gözetildiğinde milli güvenliği tehdit ettiği belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2. ve 5. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi gerekir. Anayasa‘nın 5. maddesinde, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamanın Devletin temel amaç ve görevlerinden olduğu belirtilmiĢtir. Buna göre Devlet, ülke güvenliğini sağlamak amacıyla her türlü tedbiri almakla yükümlüdür. Millî güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgelerinde her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını yapma yetkisi, bu konuda ayrıksı bir düzenleme bulunmadığından 3194 sayılı Kanun‘daki genel kural uyarınca belediye ve il özel idarelerindedir. Dava konusu kurallarla, mahallî idarelere ait olan planlama yetkisinin belirtilen alanlarla sınırlı olmak üzere Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından kullanılmasına olanak tanınmıĢtır. Dolayısıyla belirsizliğe yol açan herhangi bir durum söz konusu değildir. Öte yandan, 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu ve bu Kanun‘a dayanılarak çıkarılan ikincil mevzuatla, bu bölgelerdeki yapılaĢmalar için ruhsat verilmeden önce yetkili komutanlığın izninin alınması zorunlu kılınmak suretiyle anılan komutanlıklara, bölgenin savunma gücü ve gizliliği yönünden sakıncalı olabilecek yapıların inĢasını önleme olanağı tanınmıĢtır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 5. maddelerine aykırı değildir. c- Anayasa’nın 127. Maddesi Yönünden Ġnceleme Dava dilekçesinde, yerel düzeyde uygulanacak planların yapımı görevinin merkezî idareye bırakılması kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte yerel yönetimlerin bu süreçten tamamen dıĢlanmasının imar planlarındaki uyumu bozacağı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Mahallî idarelere iliĢkin Anayasa‘nın 127. maddesinin birinci fıkrasında, bunların il, belediye veya köy halkının mahallî müĢterek ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kuruluĢ esasları kanunla belirtilen ve karar organları kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluĢturulan kamu tüzelkiĢileri oldukları, ikinci fıkrasında yerel yönetimlerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Maddenin beĢinci fıkrasında ise merkezî idarenin, mahallî idareler üzerinde, mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun Ģekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karĢılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu belirtilmektedir. Anayasa‘da imar planlarına iliĢkin yetkinin merkezi idare ya da yerel yönetimlere ait olduğu konusunda bir kural yer almamakta olup ihtiyaçlara göre bu hususun belirlenmesi yetkisi kanun koyucunun takdirindedir. Mahallî müĢterek ihtiyaç, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan kiĢi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan somut durumların yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve sürekli güncelleĢtirdiği, özünde etkinlik, ölçek ve sağladığı yarar bakımından yerel sınırları aĢmayan, bölünebilir ve rekabet konusu olabilen yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak beklentileri ifade etmektedir. Anayasa‘da il, belediye ya da köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının neler olduğu belirlenmemiĢ, bunun saptanması hususu kanun koyucuya bırakılmıĢtır. Bu durumda kanun koyucu, kamu yararını gözeterek, anayasal sınırları içinde merkezî yönetimle yerel yönetim arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir. Ġdarenin bütünlüğü ilkesinden hareketle düzenlemenin yerel yönetimleri ortadan kaldırma ya da etkisiz kılma amacına yönelik olmaması, belirli alanlar bakımından belirli koĢullara bağlı ve yerel yönetimlere bir yük ya da borç getirmeden kimi görev ve yetkilerin merkezî yönetim birimine bırakılması mümkündür. Ġmar planlarının yapımı ve değiĢtirilmesi, temelde belediyelerden baĢlayıp merkezî yönetime kadar çeĢitli düzeylerdeki karar verme süreci sonunda tamamlanır. Yerel ölçekteki gereksinimlere getirilen çözümlerin aynı zamanda ülkenin genel ihtiyaçlarıyla da uyumlu olması gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu planlar, merkezî yönetimin vesayet yetkilerini kullanarak yerel yönetimlerle birlikte gerçekleĢtirdiği siyasal, hukuki ve teknik belgelerdir. Bu planların yapımı, merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasında anayasal, yasal ve teknik düzeyde iĢbirliği ve uyumu gerektirebilir. Bakanlar Kurulunca kamu yararı gözetilerek belirlenen projeler kapsamında kalan alanlar ile ülke güvenliği için büyük önem taĢıyan milli güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgeleriyle ilgili etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını yapma görev ve yetkisinin Bakanlığa verilmesi kanun koyucunun takdiri kapsamındadır. Kurallarda belirtilen alanların dıĢında kalan yerlerde imar planlarını yapma yetkisi yerel yönetimlerde kalmaya devam ettiğinden, düzenlemenin yerel yönetimleri ortadan kaldırmayı ve etkisiz kılmayı amaçladığı söylenemez. Kaldı ki, bu alanlardaki planlama yetkisi Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmekle birlikte ruhsatlandırma yetkisi yerel yönetimlerde bırakılarak yerel yönetimlerin imar ve yapılaĢma sürecinden tamamen dıĢlanması engellenmiĢtir. Kurallarda belirtilen alanlarla ilgili mahallî idarelerin baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde ruhsatlandırma yapmaması halinde ruhsat ve yapı kullanma izninin resen Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca verileceğinin öngörülmesi, mahallî idarelerin bu görevlerini ifadan kaçınmalarını engelleme amacına yönelik olup yerel yönetimlerin bu husustaki yetkilerinin takdire bağlı olarak kaldırılması Ģeklinde nitelendirilemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında da vurgulandığı gibi, yerinden yönetim kuruluĢlarının kanunla kendilerine verilen görevleri hiç yapmaması veya kanunun öngördüğü Ģekilde yapmaması gibi kamu yararının zorunlu kıldığı durumlarda kanunla öngörülmek kaydıyla, merkezî idareye yerinden yönetim kuruluĢunun yerine geçerek karar alma yetkisi tanınabilir. Buna göre dava konusu kurallarda belirtilen alanlarda inĢaat ruhsatı ve oturma izni vermekle yetkilendirilen mahallî idarelerin baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içerisinde bu görevlerini yapmaması durumunda Bakanlığın, bu idarelerin yerine geçerek resen bu iĢlemleri yapmasında Anayasa‘ya aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenle, dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralların, Anayasa‘nın 6. ve 117. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 2- KHK‘nin 4. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 7. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (j) Bendine Eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,” Ġbaresi Dava dilekçesinde, yerel düzeyde uygulanacak planların yapımı görevinin merkezî idareye bırakılması kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte yerel yönetimlerin bu süreçten tamamen dıĢlanmasının imar planlarındaki uyumu bozacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralla, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı ile ilgili her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin esasları belirleme ve bunlara iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını gerektiğinde yapma, yaptırma ve resen onaylama görev ve yetkisi Çevre ve ġehircilik Bakanlığının bir birimi olan Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmiĢtir. Dava konusu kural, 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle Bakanlığa verilen ve yukarıda incelenen görevin, Bakanlığın bir birimi olan Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirileceğinin ifadesinden ibarettir. 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…‖ ve ―…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 3- KHK’nin 10. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’ye Eklenen 13/A Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…sulak alanlar…” Ġbaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) Bentleri KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine yönelik olarak ileri sürülen iddialar dava konusu kuralların bütününe yönelik olduğundan kurallar birlikte incelenmiĢtir. a- Kuralların Anlam ve Kapsamı KHK‘nin genel gerekçesinden, KHK‘nin esas amacının, kültür varlıklarının korunmasına iliĢkin hizmetlerle tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin hizmetlerin birbirinden ayrıĢtırılarak tabiat varlıklarının korunması ve kullanılmasına iliĢkin iĢ ve iĢlemlerin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı bünyesinde münhasıran bu iĢ için kurulmuĢ bir teĢkilat tarafından yürütülmesini sağlamak ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılarak bu Kuruma ait yetki, görev ve sorumlulukların Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi olduğu anlaĢılmaktadır. Bu amaç doğrultusunda KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddeyle, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılarak bu Kurum tarafından yerine getirilen iĢ ve iĢlemlerin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülmesi öngörülmüĢtür. Ayrıca, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddeyle, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak anılan Kanun‘da öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlığın, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı olduğu belirtilerek tabiat varlıklarının korunması iliĢkin hizmetler Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluk alanından çıkarılmıĢtır. Bu değiĢikliklere paralel olarak KHK‘nin 10. maddesi ile 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesiyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kurulmuĢ ve daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığınca ifa edilen kimi görev ve yetkiler anılan Genel Müdürlüğe verilmiĢtir. Anılan 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenen bent ve ibareleriyle, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne Ģu görevler verilmiĢtir: - Sulak alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek. - Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak. - Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak. - Orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek. - Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak, hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devlet‘in hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak. b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, Anayasayla Devlete yüklenen çevre sağlığını koruma ve çevrenin kirlenmesini önleme ödevinin beraberinde etkin bir Devlet denetimi gerektirdiği, doğası gereği tarafsız ve bağımsız olarak yerine getirilmesi gereken denetim faaliyetinin ayrı tüzel kiĢiliği haiz Özel Çevre Koruma Kurumu yerine Devlet tüzel kiĢiliği içerisinde yer alan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesinin çevre koruma güvencelerini zayıflatacağı, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği, kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı idarelere verilmesinin, bu alanların etkili bir Ģekilde korunamaması sonucunu doğuracağı, 2872 sayılı Çevre Kanunu ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ile tabiat varlıklarına iliĢkin olarak Bakanlar Kuruluna, Kültür ve Turizm Bakanlığına ve kültür varlıklarını koruma kurullarına yetki tanıyan hükümleri yürürlükte olduğu halde aynı yetkilerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesinin belirsizlik yarattığı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 56. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Anayasa‘nın 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkına sahiptir. Çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaĢların ödevidir.” kuralına yer verilmiĢ; 63. maddesinin birinci fıkrasında ise “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.” hükmü yer almıĢtır. Bu hükümlere göre, çevrenin geliĢtirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesine; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasına yönelik her türlü tedbiri almak Devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla Devlet, çevrenin ve kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için etkili bir maddi hukuk düzeni oluĢturmak ve öngörülen maddi hukuku uygulamak üzere gereken teĢkilatı kurmakla yükümlüdür. Anayasa‘da bu görevleri yürütmek amacıyla oluĢturulacak teĢkilatın niteliğiyle ilgili herhangi bir belirleme yapılmamıĢ, bu konuda kanun koyucuyu sınırlandıran herhangi bir hükme yer verilmemiĢtir. Bu nedenle çevrenin geliĢtirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre kirlenmesinin önlenmesine; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasına yönelik olarak oluĢturulacak teĢkilatın türünü, yapısını ve niteliğini belirlemek kanun koyucunun takdirindedir. Kanun koyucu, bu görevlerin merkezî idare teĢkilatı içerisinde yer alan bir kamu kurumu tarafından yerine getirilmesini öngörebileceği gibi bu görevi merkezi idare teĢkilatı dıĢında yer alan özerk bir kamu kurumuna da tevdi edebilir. Bu itibarla, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve tabiat varlıklarının tescili, onayı, ilanı, planlanması, yönetilmesi ve iĢletilmesi ile ilgili kimi görevlerin merkezi idare içerisinde teĢkilatlandırılan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmiĢ olması, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır. Bu alanların korunmasına yönelik görevlerin Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce yürütülmesinin olumlu sonuç doğurup doğurmayacağı anayasallık denetiminin kapsamı dıĢında kalmaktadır. Öte yandan, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddeyle, söz konusu Kanun‘da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bu Bakanlık bünyesinde kurulan Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca yerine getirilmesi öngörülen iĢ ve iĢlemlerin tabiat varlıklarına iliĢkin olan bölümünün, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı ile bu Bakanlık bünyesinde oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından yerine getirileceği hükme bağlanmak suretiyle tabiat varlıklarıyla ilgili iĢ ve iĢlemler yönünden yetkili idareler açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Ayrıca, 2872 sayılı Kanun‘un 9. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil ve ilan yetkisi Bakanlar Kuruluna ait olup dava konusu kural ile Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilen görev, Bakanlar Kurulu kararına esas olmak üzere gereken hazırlık iĢlemlerini yapmaktır. Dolayısıyla dava konusu kurallarla belirsizlik yaratıldığından söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2., 56. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 4- KHK’nin 10. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’ye Eklenen 13/A Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” Ġbaresi ile Ġkinci Cümlesinde Yer Alan “…Ancak Bakanlıkça…” Ġbaresi Dava dilekçesinde, KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralların, Anayasa‘nın 2., 56. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin dava konusu bölümüyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescili ve ilanının Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile yapılması kurala bağlanmıĢtır. Aynı fıkranın ikinci cümlesiyle bu kurala bir istisna getirilerek Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dâhil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının, Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilmesi öngörülmüĢtür. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. ve 56. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 5- KHK‘nin 12. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 25. Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkra Dava dilekçesinde, bakan müĢavirlerinin kurum içinde ihtiyaç duyulan hizmetlerde görevlendirilmelerine olanak tanıyan düzenlemenin, kazanılmıĢ hakların ihlali sonucunu doğurduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 644 sayılı KHK‘nin 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bakanlık müĢavirlerinin Bakanlıkta özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere çalıĢtırılacakları; 3046 sayılı Kanun‘un 27. maddesinde ise bakanlık müĢavirlerinin Bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak üzere çalıĢtırılacakları hükme bağlanmıĢtır. Söz konusu düzenlemelere göre bakanlık müĢavirlerinin görevlerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak olduğu anlaĢılmaktadır. Dava konusu kuralla, bakanlık müĢaviri kadrosunda görev yapan kamu görevlilerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak dıĢında da, Bakan tarafından uygun görülen merkez ve taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılmaları olanaklı kılınmıĢtır. Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi kazanılmıĢ haklara saygı gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır. Çerçevesi kanunla belirlenmek kaydıyla kamu görevlilerinin çalıĢma koĢullarının ve görevlerinin değiĢtirilmesi her zaman mümkündür. Bu nedenle bir memuriyet kadrosuna bağlanan görevlerde değiĢiklik yapılması, o kadroda görev yapan memurların kazanılmıĢ haklarının ihlali olarak değerlendirilemez. Diğer bir ifadeyle kamu görevlileri, atandıkları tarih itibarıyla mevzuatta öngörülen görevlerle sınırlı olarak çalıĢtırılabilecekleri yolunda bir kazanılmıĢ hakka sahip değillerdir. Dava konusu kuralla, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı müĢavirlerinin çalıĢma koĢullarında ve görevlerinde değiĢiklik yapılmıĢ olup bu kiĢilerin bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendileri yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden kazanılmıĢ hakların ihlalinden söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 6- KHK‘nin 15. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Ek 1. Madde Dava dilekçesinde, Anayasayla Devlete yüklenen çevre sağlığını koruma ve çevrenin kirlenmesini önleme ödevinin beraberinde etkin bir Devlet denetimi gerektirdiği, doğası gereği tarafsız ve bağımsız olması gereken denetim faaliyetinin ayrı tüzel kiĢiliği haiz Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı yerine Devlet tüzel kiĢiliği içerisinde yer alan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmesinin çevre koruma güvencelerini zayıflatacağı, öte yandan 383 sayılı KHK‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin hangi birim tarafından yerine getirileceğinin kanunla belirlenmeyip Bakan tarafından uygun görülen birimlerce yürütülmesinin öngörülmesinin “belirlilik” ve “idarenin kanuniliği” ilkelerine uygun düĢmediği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralın (1) numaralı fıkrasıyla, 19.10.1989 günlü, 383 sayılı KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢtır. Maddenin (2) numaralı fıkrasıyla, 383 sayılı KHK uyarınca Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına verilen görev ve yetkiler, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢ ve bunların, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülmesi öngörülmüĢtür. Maddenin (3) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme, borç ve alacaklar, hak ve yükümlülükler, yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtlar ve dokümanların Çevre ve ġehircilik Bakanlığına hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın devredilmiĢ sayılacağı, mülkiyeti hazineye ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ olanların hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında kullanılmak üzere Bakanlığa tahsis edilmiĢ sayılacağı belirtilmiĢtir. Maddenin (4) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının harcamalarının, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karĢılanması öngörülmüĢtür. Maddenin son fıkrasında ise Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının kaldırılması sonucu açığa çıkan yönetici personelin durumu düzenlenmektedir. Buna göre, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığında görev yapan bazı üst düzey kamu görevlilerinin, bu görevlerinin sona ermesi ve Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanı, BaĢkan Yardımcısı, I. Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanların, bakanlık müĢaviri kadrolarına; Özel Çevre Koruma Müdürü ve Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanların ise bulundukları illerdeki Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmıĢ sayılmaları öngörülmüĢtür. Bu madde uyarınca ihdas edilen bakanlık müĢaviri kadrolarının herhangi bir sebeple boĢalması halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ sayılacakları belirtilmiĢtir. Diğer taraftan, bakanlık müĢaviri kadroları ile Ģube müdürü kadrolarına atananların eski mali haklarının korunması ve kendi istekleri ile baĢka kadro veya kurumlara geçenlere fark ödenmesinin sona ermesi öngörülmüĢtür. Bunlar dıĢında kalan personelin, hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredildiği kurala bağlanmıĢtır. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 56. maddesine aykırı değildir. 383 sayılı KHK‘ye göre yürütülmesi gereken iĢ ve iĢlemlerin 648 sayılı KHK‘nin yürürlüğe girdiği tarihten sonra Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından yerine getirileceği hususunda herhangi bir tartıĢma ve belirsizlik söz konusu değildir. Bakanlığa devredilen söz konusu iĢ ve iĢlemlerin Bakanlığın uzmanlık ve teknik yönden uygun olan birimine verileceğinde kuĢku bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 7- KHK‘nin 17. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Geçici 6. Maddenin (1) ve (3) Numaralı Fıkraları Dava dilekçesinde, 2863 sayılı Kanun‘daki esas ve usullere göre tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının statülerinin, kimlerden oluĢacağı belirsiz bir komisyon marifetiyle yeniden belirlemesinin, Anayasa ve Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesiyle Devlete yüklenen tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ödeviyle bağdaĢmadığı, kaç üyeden ve hangi meslek gruplarından oluĢacağı, seçiminin nasıl yapılacağı kanunla belirlenmeden anayasal koruma altındaki tabiat varlıklarını ve doğal sit alanlarını belirleyecek komisyonu oluĢturma yetkisinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesinin, yasama yetkisinin devri anlamına geldiği ve ayrıca belirlilik ilkesine aykırılık oluĢturduğu belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 6., 7., 63., 87. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. KHK‘nin 17. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6. maddenin (1) numaralı fıkrasıyla, daha önceki mevzuata göre doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıkların, bu niteliklerini koruyup korumadıkları yolunda yeniden değerlendirme yapılması öngörülmüĢtür. Bu amaçla doğal sit alanları ile kültür varlıklarına iliĢkin her türlü belgenin en geç altı ay içinde Bakanlığa devredilmesi zorunlu kılınmıĢtır. Tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmıĢ kararların geçerli olacağı açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında ise daha önce Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunca yapılan tanım dikkate alınarak “doğal sit alanı” olarak belirlenen yerlerin, Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca KHK‘nin 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bent ile getirilen “doğal sit alanı” tanımı çerçevesinde yeniden değerlendirmeye tabi tutulması öngörülmüĢtür. Yeniden tespit edilen statülerin Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile; yapı yasağı öngörülen statülerin ise Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra tescil edileceği düzenlenmiĢtir. Bakanlık tarafından oluĢturulacak komisyonun tabiat varlıkları ve doğal sit alanı statüleri yeniden değerlendirmek ve tespit etmekle görevli olduğu kuralda açıkça belirlenmiĢtir. Öte yandan, statüler yeniden tespit edilirken 2863 sayılı Kanun‘da yapılan tanımların esas alınacağı hususunda kuĢku bulunmamaktadır. Söz konusu komisyonun görev, yetki ve sorumlulukları kanunla belirlendikten sonra üyelerinin kimlerden oluĢacağının Bakanlık tarafından belirlenmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelenemez. Ayrıca, statülerin yeniden değerlendirilmesi görevinin Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak bir komisyonca yerine getirileceği ve bu görevin Anayasa‘nın 63. maddesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesi ve 2863 sayılı Kanun‘da belirlenen esaslar çerçevesinde ifa edileceği hususunda herhangi bir tartıĢma bulunmadığından kurallarda, belirsizlik ve hukuk devleti ilkesine de aykırılık bulunmamaktadır. Kaldı ki bu komisyon kararlarının yargı denetimine tabi olduğu da açıktır. Açıklanan nedenle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2., 7., 63. ve 87. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralların, Anayasa‘nın 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 8- KHK‘nin 19. Maddesi Dava dilekçesinde, KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddeye yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralla, KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. madde hükmü gereğince kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının, 5018 sayılı Kanun‘a ekli ve özel bütçeli idareleri gösteren II sayılı cetvelden çıkarılması öngörülmektedir. Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının kapatılmasına bağlı olarak 5018 sayılı Kanun‘da Ģekli değiĢiklik yapılmasını öngören dava konusu kural, KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddeye iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 9- KHK‘nin 32. Maddesiyle 645 Sayılı KHK‘nin 19. Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkra Dava dilekçesinde, KHK‘nin 12. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı fıkraya yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 645 sayılı KHK‘nin 19. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bakanlık müĢavirlerinin Bakanlıkta özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere çalıĢtırılacakları; 3046 sayılı Kanun‘un 27. maddesinde ise bakanlık müĢavirlerinin bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak üzere çalıĢtırılacakları hükme bağlanmıĢtır. Söz konusu düzenlemelere göre bakanlık müĢavirlerinin görevlerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak olduğu anlaĢılmaktadır. Dava konusu kuralla Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığında bakanlık müĢaviri kadrosunda görev yapan kamu görevlilerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak dıĢında da, Bakan tarafından uygun görülen merkez ve taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılmaları olanaklı kılınmıĢtır. KHK‘nin 12. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasına iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 10- KHK‘nin 36. Maddesiyle DeğiĢtirilen 2873 Sayılı Kanun‘un 5. Maddesinin Birinci Fıkrasında Yer Alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” Ġbaresi Dava dilekçesinde, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz malların, uygulama imar planına göre hazırlanacak proje kapsamında kamulaĢtırılmasına olanak tanınmasının, kamulaĢtırmanın kamu yararı amacıyla değil, arazi sahiplerine ve yatırımcılara imar rantı transfer edilmesi amacıyla yapılması sonucunu doğurduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 2873 sayılı Kanun‘un 5. maddesinde, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığına, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisleri kamulaĢtırma yetkisi verilmektedir. Dava konusu kuralla, anılan maddede yer alan “hazırlanacak planın” ibaresi, “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” Ģeklinde değiĢtirilmek suretiyle Bakanlığın kamulaĢtırma yetkisi, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi amacına münhasır kılınmıĢtır. Dolayısıyla, kuralın önceki halinden farklı olarak Bakanlığın bu alanlarda kamulaĢtırma yapabilmesi için “milli park geliĢme planı”nın hazırlanmıĢ olması yetmemekte, bunun yanında uygulama imar planının ve bu plana uygun projenin de hazırlanmıĢ olması gerekmektedir. Anılan Kanun‘un 12. maddesinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanlarındaki planların gerektirdiği her türlü hizmet ve faaliyetler ile koruma, yönetim, iĢletme, tanıtım, sportif, eğlenme ve dinlenme hizmetleri için gerekli alt yapı, üst yapı ve diğer tesislerin Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca yapılacağı veya yaptırılacağı, yönetileceği veya iĢletileceği hükme bağlandığından Bakanlığın kamulaĢtırma yetkisinin, bu faaliyetler kapsamında üretilen projelerin gerçekleĢmesi amacına yönelik olarak kullanılabileceği anlaĢılmaktadır. Anayasa‘nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıĢtır. Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı bireye emeğinin karĢılığına sahip olma ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. Anayasa‘nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiĢ, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüĢtür. Ayrıca, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı da belirtilmiĢtir. Anayasa‘da mülkiyet hakkının kapsamı diğer bazı maddelerde yer alan hükümlerle de çerçevelenmiĢtir. Bu bağlamda kıyılara iliĢkin 43., toprak mülkiyetine iliĢkin 44., kamulaĢtırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin 63., tabii servet ve kaynaklara iliĢkin 168., ormanlara iliĢkin 169. ve 170. maddelerde Anayasa‘nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı güvencesinin çerçevesini belirleyen kurallar yer almaktadır. Anayasa‘nın 46. maddesinde öngörülen ve temel unsurunun “kamu yararı” olduğu kabul edilen kamulaĢtırma, bir taĢınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası olmaksızın, kamu yararı için ve karĢılığı ödenmek koĢuluyla Devlet tarafından sona erdirilmesidir. KamulaĢtırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında, “Devlet ve kamu tüzelkiĢileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karĢılıklarını peĢin ödemek Ģartıyla, özel mülkiyette bulunan taĢınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaĢtırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir” denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaĢtırma kararının kanunda gösterilen esas ve usullerine uyulması, gerçek karĢılığın peĢin ve nakden ödenmesi kamulaĢtırmanın anayasal unsurlarıdır. Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanlarındaki planların gerektirdiği her türlü hizmet ve faaliyetler ile koruma, yönetim, iĢletme, tanıtım, sportif, eğlenme ve dinlenme hizmetleri için gerekli alt yapı, üst yapı ve diğer tesislerin yapımında kamu yararı bulunduğu tartıĢmasızdır. KamulaĢtırılan alanlarda anılan Kanun‘un 8. maddesi uyarınca turistik amaçlı bina ve tesislerin yapımı için özel hukuk kiĢileri lehine intifa hakkı tesis edilebilmesi de kamu yararının varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Kaldı ki, dava konusu kuralla, kamulaĢtırılacak alanların kullanım amacına iliĢkin olarak herhangi bir değiĢiklik yapılmamıĢtır. Kuralda öngörülen değiĢiklik, kamulaĢtırma koĢullarına iliĢkindir. Buna göre, kamulaĢtırma yapılabilmesi için “milli park geliĢme planı”nın hazırlanmıĢ olması yeterli iken dava konusu kuralla yapılan değiĢiklikten sonra somut projelerin hazırlanmıĢ olması Ģartı getirilmiĢ ve bu suretle mülkiyet hakkına kamulaĢtırma yoluyla müdahale edilmesi daha katı koĢullara bağlanmıĢtır. Dolayısıyla, dava konusu kuralla yapılan değiĢiklik sonucu mülkiyet hakkı zayıflatılmamıĢ, aksine mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına iliĢkin usuli güvenceler güçlendirilmiĢtir. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa‘nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 11- KHK’nin 40. Maddesiyle DeğiĢtirilen 178 Sayılı KHK’nin 13. Maddesinin Birinci Fıkrasının (r) Bendinde Yer Alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;” ve “…ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” Ġbareleri ile “…kamulaştırma…” Sözcüğü ile Ġkinci Fıkrası a- Anlam ve Kapsam KHK‘nin 40. maddesiyle, 10.7.2011 günlü, 27990 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 646 sayılı KHK‘nin 1. maddesiyle 178 sayılı KHK‘nin 13. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (r) bendi ve yine aynı kuralla eklenen ikinci fıkrasında değiĢiklikler yapılmıĢtır. DeğiĢtirilen (r) bendiyle, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğüne, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirme, değerlendirme, kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları ise satın alma, trampa etme, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapma yetkisi verilmiĢtir. DeğiĢiklikle, bendin önceki halinde yer alan ve bu alanlardaki imar planlarının yapımı ve imar uygulamalarını gerçekleĢtirme yetkisini Milli Emlak Genel Müdürlüğüne tanıyan ibareler metinden çıkartılmıĢtır. Buna paralel olarak, Milli Emlak Genel Müdürlüğünce yapılan, yaptırılan veya tadil edilen planların ilgili mahallî idarelerce üç ay içinde onaylanmaması durumunda Genel Müdürlük tarafından resen onaylanacağını ve onay sürecine iliĢkin diğer iĢlemlerin anılan Genel Müdürlükçe yapılacağını öngören ikinci fıkra değiĢtirilerek Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamaları Bakanlığın (Maliye Bakanlığının) talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılması ve onaylanarak yürürlüğe konulması öngörülmüĢtür. KHK‘nin 40. maddesinin gerekçesinde, değiĢikliğin amacının Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görevlerine iliĢkin hükmün, 644 sayılı KHK hükümleri ile uyumlu hale getirilmesi olduğu belirtilmiĢtir. 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle, Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamında kalan alanlardaki imar planlarının yapımı ve diğer imar uygulama iĢlemlerinin gerçekleĢtirilmesi yetkisi Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmiĢtir. 178 sayılı KHK‘nin 13. maddesinde yapılan değiĢiklikle, 644 sayılı KHK‘nin anılan kurallarıyla uyum sağlanması amaçlandığına göre, her iki kuralda belirtilen Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanların aynı alanlar olduğu anlaĢılmaktadır. Bu durumda, Bakanlar Kurulunca belirlenen projelerin arazi temini ve düzenlemesine iliĢkin kısmını Maliye Bakanlığı, projenin yapımı ve diğer imar iĢlemlerine iliĢkin kısmını ise Çevre ve ġehircilik Bakanlığı gerçekleĢtirecektir. b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu Dava dilekçesinde, Bakanlar Kurulunun usul ve esaslarını belirleyeceği projelerin, neler ve hangi tür projeler olduklarının ve bu projelerle nelerin amaçlandığının kanunda açıkça belirtilmemesinin, hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı, düzenlemeyle dağların, tepelerin, kıyıların, kıyıda denizden doldurma yoluyla elde edilen arazilerin, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile Devlet ormanları ve içindeki koruma altında bulunan alanların, yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasının amaçlandığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen kamulaĢtırma yetkisiyle kamu yararını gerçekleĢtirmek yerine imar rantı yaratılmak istendiği, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında bulunan taĢınmazların, her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve onaylanması yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesinin, yerel yönetimlerin yetkilerine müdahale niteliği taĢıdığı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 6., 35., 43., 45., 46., 57., 63., 127. ve 169. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. KHK‘nin 1. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı değildir. Anayasa‘nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi gereğince, yasama iĢlemlerinin kiĢisel yararları değil kamu yararını gerçekleĢtirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir kuralın Anayasa‘ya aykırılık sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının ne kadar gerçekleĢip gerçekleĢmeyeceğini denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaĢmayacağı açıktır. Dava konusu kural ile dağınık halde bulunan hazine arazileri ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arazilerin, Bakanlar Kurulunca belirlenen özel projelerde kullanmaya elveriĢli hale getirilmesinin amaçlandığı anlaĢılmaktadır. Bu suretle tarımsal yatırımlar ve sanayi yatırımları için uygun arazi parçalarının elde edilmesi hedeflenmektedir. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazların yanında özel mülkiyette bulunan taĢınmazların da bu projeler kapsamında geliĢtirmesine ve değerlendirmesine olanak sağlanmıĢtır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlar, ayrıca bir tahsise gerek olmaksızın, doğal niteliklerinin bir sonucu olarak doğrudan doğruya kamunun ortak kullanımına açık olan kayalar, tepeler, dağlar, tarıma el veriĢli olmayan araziler, kaynaklar, akarsu yatakları, Devlet ormanları, kıyılar, meralar, yaylaklar ve kıĢlaklar gibi taĢınmazlardır. Devletin, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait yerler üzerindeki üzerinde sahip olduğu mülkiyet hakkı özel mülkiyetten farklı olup “kamu mülkiyeti” olarak nitelendirilmektedir. Devlet, hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu taĢınmazlar üzerinde, kamu yararını gözetmek ve Anayasa‘nın özel maddelerinde yer alan güvence hükümlerini de dikkate almak kaydıyla üstün yetkilerini kullanarak istediği hukuki düzeni kurabilir. Dava konusu kuralla, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait yerlerde bulunan taĢınmazların Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler çerçevesinde geliĢtirilmesi ve değerlendirilmesinin öngörülmüĢ olması, Devletin bu yerler üzerinde sahip olduğu “kamu mülkiyeti” hakkı kapsamında yapılan bir tasarruftur. Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu yerlerin Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamında geliĢtirilip değerlendirilmesinde ve çeĢitli yatırım projelerinde kullanılabilir hale getirilmesinde kamu yararı bulunduğu anlaĢılmaktadır. Bu nedenle, bu hedefe yönelik olarak Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamında kalan özel mülkiyetteki taĢınmazların kamulaĢtırılabilmesi amacıyla Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğüne yetki tanınmasının, Anayasa‘ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 43., 45., 63. ve 169. maddeleriyle koruma altına alınan kıyı, kültür ve tabiat varlıkları, orman, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile bunların koruma alanlarının yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasına olanak sağlandığı ileri sürülmüĢ ise de Anayasa ve ilgili kanunlarla koruma altına alınan bu gibi taĢınmazların, özel kanunlarında öngörülen usule uygun olarak statüleri değiĢtirilmeden dava konusu kuralda belirtilen projeler kapsamına alınmaları mümkün değildir. Ayrıca, söz konusu projelerin usul ve esaslarının Bakanlar Kurulunca belirleneceği ve Milli Emlak Genel Müdürlüğünün bu projeler kapsamında kalan alanlarda ne tür görevler ifa edeceği hususu dava konusu kuralda açık, net ve anlaĢılır bir biçimde düzenlendiğinden, hukuk devleti ilkesine aykırılık söz konusu değildir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 6., 43., 45., 57., 63. ve 169. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 12- KHK’nin 41. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun’da Yapılan Ġbare DeğiĢiklikleri ile 2863 Sayılı Kanun’un 3. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen (13) Numaralı Alt Bendi a- 2863 Sayılı Kanun’da Yapılan Ġbare DeğiĢiklikleri Dava dilekçesinde, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği, kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı idarelere verilmesinin Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı olacağı ileri sürülmüĢtür. KHK‘nin genel gerekçesinde de açıklandığı üzere, KHK‘nin esas amaçlarından biri, tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin tüm görev ve yetkilerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığında toplanmasını sağlayacak yasal alt yapıyı oluĢturmaktır. Bu amaçla Bakanlık bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kurulmuĢtur. Buna bağlı olarak 2863 sayılı Kanun‘da önemli değiĢikliklere gidilerek kültür varlıklarını koruma hizmetleriyle tabiat varlıklarını koruma hizmetleri birbirinden ayrıĢtırılmıĢ; kültür varlıklarını koruma hizmetleri Kültür ve Turizm Bakanlığının, tabiat varlıklarını koruma hizmetleri ise Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görev alanına bırakılmıĢtır. Buna paralel olarak 648 sayılı KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddeyle, bu görevler yönünden Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarının teĢkil edilmesi ve taĢınmaz tabiat varlıklarına iliĢkin olarak Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunca yapılması gereken iĢ ve iĢlemlerin Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunca, kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca yapılması gerekenlerin ise tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından yerine getirilmesi öngörülmüĢtür. Dava konusu kural ile taĢınmaz tabiat varlıklarıyla ilgili görevlerine son verilen “Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu” ile “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları”nın isimleri de, söz konusu düzenlemelerle uyum sağlanması amacıyla “Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ve “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları” Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. b- 2863 Sayılı Kanun’un 3. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen (13) Numaralı Alt Bendi Dava dilekçesinde, dava konusu kural ile getirilen sit alanı tanımının, 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinde halen yer alan “tabiat varlıkları” ve “sit” tanımlarıyla çeliĢtiği, “jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait” olmaya iliĢkin zaman periyodunun “jeolojik devirlere ait” olmak ile sınırlandırılmasının ve “ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli” niteliğinin “ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip olması” Ģeklinde daraltılmasının, Anayasayla ve Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesiyle bağdaĢmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 2863 sayılı Kanun‘da “jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan değerler” Ģeklinde tanımlanan “tabiat varlıkları” için çeĢitli koruma önlemleri öngörülmüĢtür. Bunun yanında “sit” olarak nitelenen bir kısım kültür ve tabiat varlıkları için genel koruma hükümlerinin yanında özel nitelikte bazı koruma hükümleri de sevk edilmiĢtir. Ancak, anılan Kanun‘da, kentsel, arkeolojik, tarihi ve doğal sit Ģeklinde dört ayrı türü bulunan sit alanlarının her biri için ayrı ayrı tanım getirilmemiĢ, bu boĢluk, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından çıkarılan ilke kararıyla doldurulmuĢtur. Dava konusu kuralla, sitlerin bir türü olan “doğal (tabii) sit” yönünden bu boĢluk giderilmiĢ ve anılan kavram doğrudan kanunla tanımlanmıĢtır. Buna göre doğal (tabii) sit, “jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanları” ifade etmektedir. Anayasa‘nın 63. maddesinin birinci fıkrasında, Devlete, tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alma ödevi yüklenmekle birlikte, bu korumanın Ģekli ve kapsamıyla ilgili herhangi bir belirleme veya sınırlama yapılmamıĢtır. Anayasa, korunmaya değer tabiat varlıkları ve değerlerinin belirlenmesi ve bunlar için uygulanacak koruma yöntemlerinin saptanması hususunda kanun koyucuya takdir yetkisi tanımıĢtır. Buna göre, kanun koyucu farklı tabiat varlıkları arasında bir derecelendirme ve sınıflandırma yaparak farklı koruma yöntemleri öngörebilir. Dava konusu kuralda “tabiat varlıkları”nın özel bir türü olan “doğal sit alanı” tanımlanarak, genel koruma önlemlerinden farklı olarak özel hükümlerle korunan alanların kapsamı belirlenmiĢtir. Yapılan tanıma göre sit alanı olarak özel koruma görecek yer üstü, yer altı veya su altı alanların “jeolojik devirlere ait olması” ve “ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip olması” gerekmektedir. Söz konusu tanımda, tabiat varlığının ender bulunmasına vurgu yapılarak özel koruma görmemesi halinde geri dönüĢü imkânsız bir Ģekilde yok olma riski taĢıyan tabiat varlıkları sit alanı kapsamına alınmıĢtır. Olağanüstü özelliklere sahip olma koĢuluyla da çok önemli özelliklere sahip bulunmayan tabiat varlıklarının doğal sit alanı kapsamı dıĢında tutulması sağlanmıĢtır. Bu tanımın Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesi‘ne de uygun olduğu anlaĢılmaktadır. Zira anılan SözleĢmenin 2. maddesinin doğal sitlere iliĢkin üçüncü fıkrasında doğal sit alanlarının “doğal güzellik açısından istisnai olma”sına vurgu yapılmıĢtır. Ġstisnai olma durumunun, iptali istenen kuralda yer alan “ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip olması” unsuruyla aynı anlama geldiği açıktır. Öte yandan ,“doğal sit” tanımının yapılmıĢ olması, bu kapsama girmeyen tabiat varlıklarının korunmayacağı anlamına gelmemektedir. 2863 sayılı Kanun‘da doğal sit alanı kapsamına girmeyen tabiat varlıklarına iliĢkin genel koruma hükümleri öngörülmüĢtür. Doğal sit alanları, diğer tabiat varlıklarından farklı olarak özel koruma rejimine tabi tutulmuĢtur. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 13- KHK‘nin 42. Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863 Sayılı Kanun‘un 17. Maddesinin (a) Fıkrasının Ġkinci ve Üçüncü Paragrafları Dava dilekçesinde, koruma amaçlı imar planının hazırlanma sürecinden, ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımının dıĢlanmasının, demokratik devlet ilkesiyle bağdaĢmadığı, koruma amaçlı imar planının üç yıllık süre içinde yapılamaması durumunda, yapılma süresinin sınırsız bir Ģekilde uzatılmasının ve bu süre içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanmasının, plansız yapılaĢmayı teĢvik edeceği ve korunması gerekli tabiat varlıkları ile sitlerin etkin korunamaması sonucunu doğuracağı, ayrıca yerel yönetimlerin yerleĢme planı yapma yetkisinin bu yolla koruma kurullarına devredildiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 56., 63. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralları da içeren 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinde, sit alanlarında uygulanacak olan koruma amaçlı imar planlarının yapılması ve geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanım Ģartlarının belirlenmesine iliĢkin usul ve esaslar düzenlenmektedir. Koruma amaçlı imar planları, yerleĢim bölgeleri ve diğer yapılaĢma alanlarıyla çakıĢan kültürel ve doğal varlıkların özel olarak korunması ihtiyacı nedeniyle ortaya çıkan plan türleri olup, hızla değiĢen yaĢam koĢulları, hızlı kentleĢme, nüfus artıĢı, sanayileĢme ve teknik geliĢmelerle doğal ve kültürel varlıkların yok olmadan korunması, bakım ve günümüz yaĢamıyla bütünleĢtirilerek kullanılabilmesi amacı ile yapılmaktadır. 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının iptali istenen ikinci paragrafında, koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının belirlenmesi öngörülmüĢtür. Paragrafın devamında belediyelerin, valiliklerin ve ilgili kurumların söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorunda oldukları belirtilmiĢtir. Yetkili idarelere tanınan üç yıllık plan hazırlama süresi içinde, zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde, koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu sürenin uzatılabilmesine olanak tanınmıĢtır. Kuralın önceki haline göre yetkili idarelere tanınan süre iki yıl olup zorunlu nedenlerle bu sürenin en fazla bir yıl daha uzatılabilmesi mümkün iken değiĢiklikten sonra yetkili idarelere tanınan süre üç yıla çıkarılmıĢ uzatma ile ilgili herhangi bir süre sınırı öngörülmemiĢtir. Önceki düzenlemeden farklı olarak koruma amaçlı imar planlarının hazırlık safhasına ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımı Ģartı da kaldırılmıĢtır. Öte yandan, uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanacağı öngörülmüĢtür. Ġkinci paragrafta sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılan ve koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartlarının yeniden belirlenmesi öngörülmüĢtür. Koruma amaçlı imar planlarının yapımı görevi, merkezi idarenin bir organı olan koruma bölge kurulları/komisyonlarının olumlu görüĢünün alınması koĢuluyla mahallî idarelere bırakılmakla birlikte bu planların yapımı için öngörülen ve zorunlu nedenlerle uzatılması olanaklı kılınan üç yıllık geçiĢ döneminde uygulanacak koruma esasları ve kullanma Ģartlarının belirlenmesi yetkisi, koruma bölge kurulları/komisyonlarına verilmiĢtir. Mahallî idareleri, kanunda belirlenen süre içerisinde koruma amaçlı imar planlarını hazırlamaya zorlamak ve geçiĢ döneminde sit alanlarının plansız kalmasını önlemek amacıyla, kanunda belirlenen süre içinde koruma amaçlı imar planlarını hazırlamaması durumunda bu alanlardaki yapılaĢmaların, merkezi idarece (koruma bölge kurullarınca/komisyonlarınca) belirlenen koruma esasları ve kullanım koĢullarına göre yürütülmesinin öngörülmesi, kanun koyucunun takdirinde olup mahallî idarelerin görev alanına müdahale olarak yorumlanamaz. Koruma bölge kurulları/komisyonları, Anayasa‘nın 63. maddesinin Devlete yüklediği ödevin bir gereği olarak münhasıran tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama amacına yönelik olarak kurulan idari birimler olup mahallî idarelerin ve ilgili diğer kurum ve kuruluĢlarının kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili iĢlemleri üzerinde bir denetim mekanizması olarak iĢlev görmeleri öngörülmüĢtür. Bu itibarla mahallî idarelerce koruma amaçlı imar planlarının yapılmasına kadar, sit alanlarındaki yapılaĢmalarda, koruma bölge kurullarınca/komisyonlarınca belirlenen koruma esasları ve kullanım koĢullarının geçerli olması, sit alanlarına yönelik özel koruma güvencelerini zayıflatan değil, aksine güçlendiren bir unsurdur. Öte yandan, koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe konulan planların, yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi durumunda, ilgili koruma bölge kurulunca/komisyonunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartlarının yeniden belirlenmesi öngörülmekle, idari yargı kararına uygun yeni bir planın yapılmasına kadar geçecek sürede ilgili sit alanının plansız kalmasının önlenmesi amaçlanmıĢtır. Dolayısıyla, sit alanlarının korunmasına yönelik olduğu anlaĢılan düzenlemede, Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır. Anayasa‘nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, millî dayanıĢma ve adalet anlayıĢı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, baĢlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu vurgulanmıĢtır. Anayasayla devletin nitelikleri arasında sayılan demokratik devlet ilkesi, demokrasiyi seçimlere katılma ve oy verme hakkına indirgeyen klasik temsili demokrasi anlayıĢının ötesinde, toplumsal sorunların, tüm tarafların aktif olarak katılımıyla çözümlenmesini öngören katılımcı demokrasi anlayıĢını ifade etmektedir. Katılımcı demokrasi, tüm vatandaĢların görüĢlerini açıklama hakkına sahip olduğu, kendi yaĢamlarını etkileyen çevresel, ekonomik, sosyal ya da politik karar alma süreçlerine çeĢitli araçlarla katılabildiği bir sistemi öngörmektedir. Dava konusu kural ile koruma amaçlı imar planlarının hazırlık safhasına, ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımı koĢulu karar alma sürecinin hızlandırılması amacıyla sonlandırılmakla birlikte, diğer demokratik katılım araçlarıyla düĢüncelerini ifade edebilme olanağı ortadan kaldırılmamıĢtır. Koruma amaçlı imar planından menfaati etkilenen kiĢi veya kuruluĢların, idari ve yargısal baĢvuru yollarını iĢleterek karar alma ve kararların uygulanması sürecine etki etmeleri mümkündür. Bu nedenle dava konusu kuralın, demokratik devlet ilkesiyle çeliĢtiğinden söz edilemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 63. ve 127. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 56. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 14- KHK‘nin 47. ve 49. Maddeleri Dava dilekçesinde, Bakanlık tarafından Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına seçilecek üye sayısının beĢten yediye çıkarılması ve Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi seçilmesi olanağının ortadan kaldırılması ile koruma kurulu toplantılarına meslek odalarının katılımının Ģarta bağlanmasında kamu yararı bulunmadığı, düzenlemenin demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen kültür ve tabiat varlıklarını koruma görevlerini karĢılamadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. KHK‘nin 49. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un koruma bölge kurullarının oluĢumunu düzenleyen 58. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yapılan değiĢiklikle, arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve Ģehir plancılığı konularında uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından Bakanlıkça seçilmesi öngörülen temsilci sayısı beĢten yediye yükseltilmiĢ; koruma bölge kurullarının iki üyesinin Yükseköğretim Kurulunca, kurumlarının arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarında görev yapan öğretim üyelerinden seçilmesini öngören (b) bendi yürürlükten kaldırılarak Yükseköğretim Kurumu tarafından koruma bölge kurullarına temsilci seçilmesi uygulamasına son verilmiĢtir. Buna paralel olarak KHK‘nin 47. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘un koruma bölge kurulu üyelerinin görevi süresini, görevlerinin sona ermesini ve huzur hakkını düzenleyen 55. maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan “…ve Yükseköğretim Kurumunca…” ibareleri yürürlükten kaldırılarak iki madde birbiriyle uyumlu hale getirilmiĢtir. Ayrıca KHK‘nin 49. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 58. maddesinin üçüncü fıkrası değiĢtirilerek, ilgili meslek odalarının koruma bölge kurulu toplantılarına gözlemci olarak katılımı, koruma bölge kurulu müdürlüğünün daveti Ģartına bağlanmıĢtır. Meslek odalarının, kendi görev alanlarıyla ilgili koruma bölge kurulu kararlarına karĢı idari ve yargısal baĢvuru yollarını iĢleterek kararların alınması ve uygulanması sürecine etki etmeleri mümkündür. Meslek odalarının, kendi görev alanlarıyla ilgili meselelerin görüĢüldüğü her türlü koruma bölge kurulu toplantısına gözlemci sıfatıyla katılmaları, katılımcı demokrasi anlayıĢı bakımından yerinde bir tercih olmakla birlikte, anayasal bir zorunluluk olarak yorumlanması mümkün değildir. Katılımcı demokrasi anlayıĢı, meslek odaları veya diğer sivil toplum örgütlerinin her türlü idari karar alma sürecine doğrudan katılımlarını zorunlu kılmamaktadır. Demokrasi açısından önemli olan, bu örgütlerin siyasal karar alma sürecine etkide bulunmalarının yollarının açık tutulmasıdır. Öte yandan, kültür varlıklarının ve değerlerinin korunmasına iliĢkin olarak 2863 sayılı Kanun‘da öngörülen maddi hukuk çerçevesinde gereken kararları almakla görevli ve yetkili kılınan koruma bölge kurullarının kimlerden teĢekkül edeceğinin belirlenmesi kanun koyucunun takdirindedir. Koruma bölge kurullarının üye yapısının ideal olup olmadığı ve öngörülen amacı gerçekleĢtirmeye elveriĢli olup olmadığı ise anayasallık denetiminin kapsamı dıĢında kalmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. 15- KHK‘nin 50. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘un 61. Maddesinin DeğiĢtirilen Ġkinci Fıkrasında Yer Alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” Ġbaresi Dava dilekçesinde, Koruma Yüksek Kurulunun neleri görüĢüp neleri görüĢemeyeceğine Kültür ve Turizm Bakanlığının karar vermesinin ve Yüksek Kurulun gündeminin Bakanlık tarafından belirlenmesinin kamu yararı amacıyla bağdaĢmadığı, yapılan itirazları değerlendirme ve gerekli görülenleri Yüksek Kurulun gündemine getirme yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığının hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne Ģekilde yerine getirileceğinin kanunda açıkça belirtilmemesinin hukuk devleti ilkesiyle çeliĢtiği, öte yandan Bakanlığa böylesine ölçüsüz ve sınırsız bir yetki verilmesinin, Bakanlığa, itirazın konusuna, itirazın yapıldığı mahalle ve itirazı yapanlara göre ayrımcılık yapma olanağı sunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralla, koruma bölge kurulu kararlarına karĢı yapılan itirazların, Kültür ve Turizm Bakanlığınca değerlendirilerek uygun görüldükten sonra Koruma Yüksek Kurulunun gündemine alınması öngörülmüĢtür. Anayasa‘nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idari iĢlemlere karĢı yargısal baĢvuru yollarının açık tutulması ve etkin yargısal baĢvuru yolları oluĢturulması zorunlu kılınmakla birlikte, Anayasa‘da, idari itiraz yolu ihdas edilmesi zorunluluğuna iĢaret eden herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Bu nedenle idari itiraz yolu ihdas edip etmemek kanun koyucunun takdirindedir. Kanun koyucu, herhangi bir iĢleme karĢı idari itiraz yolu ihdas etmekte takdir yetkisine sahip olduğuna göre, kanun koyucunun, bu yola baĢvurulabilmesi veya itirazın karara bağlanabilmesi için belli koĢullar öngörebileceğinin evleviyetle kabulü gerekir. Bu itibarla, koruma bölge kurulu kararlarına karĢı öngörülen bir idari itiraz yolu olan Koruma Yüksek Kuruluna yapılan baĢvurunun Kurul gündemine alınmasının Bakanlığın uygun görmesi Ģartına bağlanmasında Anayasa‘ya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Öte yandan, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazları değerlendirme ve kurulun gündemine getirme görevinin Bakanlığın hangi birimi tarafından yerine getirileceği hususu, Bakanlığın iç iĢleyiĢine iliĢkin bir iĢbölümü meselesidir. ĠĢbölümüne iliĢkin kuralların idari düzenleyici iĢlemlerle belirlenmesi, idarenin kanuniliği ilkesine aykırılık oluĢturmaz. Kaldı ki, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazlardan hangilerinin Yüksek Kurul gündemine alınması gerektiğinin kararlaĢtırılması, belli bir değerlendirme yapılmasını ve takdir kullanılmasını gerektirmektedir. Bakanlığın bu takdirini ne Ģekilde ve hangi yönde kullanılacağının önceden kanunlarla belirlenmesi mümkün değildir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 16- KHK‘nin 51. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘a Eklenen Ek 4. Maddenin Birinci, Üçüncü, Dördüncü ve BeĢinci Fıkraları Dava dilekçesinde, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği, kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı idarelere verilmesinin, bu alanların etkili bir Ģekilde korunamaması sonucunu doğuracağı, yasal düzenlemelerin ilke kararları doğrultusunda kıyasen uygulanmasının, yasal düzenlemelerin altında yer alan ve yasal düzenlemelere uygun olması gereken Bakanlık ilke kararlarını yasal düzenlemelerin üzerine çıkaracağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 6., 7., 8., 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kuralın birinci fıkrasıyla, taĢınır tabiat varlıkları hariç, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak 2863 sayılı Kanun‘da öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar yönünden, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı görevli ve yetkili kılınmıĢtır. Dolayısıyla, 2863 sayılı Kanun‘un uygulanması sorumluluğu, kültür varlıkları ve taĢınır tabiat varlıkları yönünden Kültür ve Turizm Bakanlığına, taĢınmaz tabiat varlıkları yönünden ise Çevre ve ġehircilik Bakanlığına aittir. Buna paralel olarak kuralın ikinci fıkrasıyla, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve anılan Kanun‘da öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunun ve tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarının kurulması öngörülmüĢ ve bu komisyonların oluĢumları düzenlenmiĢtir. Ayrıca, bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, 2863 sayılı Kanun‘un Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı belirtilmiĢtir. Kuralın üçüncü fıkrasıyla 2863 sayılı Kanun uyarınca taĢınmaz tabiat varlıklarına iliĢkin olarak Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunca alınması gereken kararların, Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu; kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınması gereken kararların ise tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından alınması ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulması öngörülmüĢtür. Kuralın dördüncü fıkrasında, 2863 sayılı Kanun‘da ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge kurullarına yapılan atıfların, ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge komisyonlarına yapılmıĢ sayılacağı ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan, Koruma Merkez Komisyonunun, koruma bölge kurullarından ise koruma bölge komisyonlarının anlaĢılacağı belirtilerek muhtemel tartıĢmaların önü kapatılmıĢtır. Kuralın beĢinci ve son fıkrasıyla tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev yapacak komisyonların teĢkili, çalıĢma usul ve esaslarının düzenlenmesi hususu Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanacak yönetmeliğe bırakılmıĢtır. Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ile tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarının oluĢumunu ve hangi hükümlere göre karar alacaklarını düzenleyen ikinci fıkra hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, dava dilekçesinde bu fıkraya yönelik olarak öne sürülen iddialar incelenmemiĢtir. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralar Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı değildir. Kuralda sözü edilen ilke kararlarının iĢlevi, 2863 sayılı Kanun‘da yer alan Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurullarının iĢ, iĢlem ve kararları ile ilgili hükümlerin, Koruma Merkez Komisyonu ve koruma bölge komisyonlarına ne Ģekilde uyarlanacağının gösterilmesinden ibarettir. Bakanlıkça alınacak ilke kararlarıyla, 2863 sayılı Kanun‘da yer alan hükümlerden farklı kurallar ihdas edilmesi söz konusu olmayıp, anılan Kanun hükümlerinin nasıl uygulanacağı açıklanmaktadır. Dolayısıyla dava konusu kuralla, Bakanlık ilke kararlarına, kanunun üzerinde hukuksal bir güç tanındığı ileri sürülemez. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 6., 7., 8. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir. 17- KHK‘nin 52. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘a Eklenen Geçici 9. ve Geçici 10. Maddeleri Dava dilekçesinde, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarına yönelik öne sürülen gerekçelerle dava konusu kuralların, Anayasa‘nın 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. 6216 sayılı Kanun‘un 43. maddesi uyarınca, ilgisi nedeniyle dava konusu kural Anayasa‘nın 2. maddesi yönünden de incelenmiĢtir. KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasıyla, kültür varlıklarını koruma hizmetleri ile tabiat varlıklarını koruma hizmetleri birbirinden ayrıĢtırılarak tabiat varlıklarını koruma hizmetleri Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görev alanına bırakılmıĢ ve son fıkrasıyla da bu çerçevede 2863 sayılı Kanun‘un tabiat varlıklarına yönelik olarak çıkarılması öngörülen yönetmelikleri çıkarma yetkisi Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmiĢtir. Dava konusu kural ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca Kanun‘da öngörülen yönetmelikler çıkarılana kadar bir hukuksal boĢluk oluĢmaması için 648 sayılı KHK‘den önce yürürlüğe girmiĢ olan yönetmeliklerin bu KHK‘ye aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam edilmesi öngörülmüĢtür. Öte yandan, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 10. maddede, kültür varlıklarını koruma bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevlerinin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona ereceği belirtilmiĢtir. KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı değildir. Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi kazanılmıĢ haklara saygı gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır. 2863 sayılı Kanun‘da kültür varlıklarını koruma bölge kurulu üyelerinin görev süresine iliĢkin olarak herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Ġptali istenen kuralın yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurulları ÇalıĢmaları ile Koruma Yüksek Kuruluna Yapılacak Ġtirazlara Dair Yönetmelik”in 10. maddesinde koruma bölge kurullarının Yükseköğretim Kurulu ve Bakanlıkça seçilen üyelerinin görev süresi üç yıl olarak belirlenmiĢ ise de idari düzenleyici iĢlemle belirlenen bu sürenin kazanılmıĢ hak teĢkil etmesi mümkün olmadığından, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 10. maddede hukuk devleti ilkesine aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. Kuralın, Anayasa‘nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir. 18- KHK‘nin 63. Maddesinin Ġncelenmesi Dava dilekçesinde, 648 sayılı KHK‘nin 63. maddesine iliĢkin olarak bağımsız bir iptal gerekçesi öne sürülmemiĢ, 648 sayılı KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentleri, 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddesi, 17. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları, 19. maddesi, 20. maddesi, 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘da yapılan ibare değiĢiklikleri ile aynı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bent, 42. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları, 47.maddesi, 49. maddesi, 50. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin ikinci fıkrasındaki “… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …” ibaresi, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddesi, 52. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10. maddeler için açıklanan gerekçelerle kuralın, Anayasa‘ya aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür. Dava konusu kural, KHK‘nin yürürlülük maddesi olup yayımı tarihinden itibaren yürürlüğe girmesini öngörmektedir. 648 sayılı KHK, 17.8.2011 günlü, 28028 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanmıĢ ve 17.8.2011 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir. Anılan madde, fıkra, bent, cümle, bölüm ve ibarelerin Anayasa‘ya uygun olduğuna ve bunlara yönelik iptal isteminin reddine karar verildiğinden aynı gerekçelerle dava konusu kuralın da iptali isteminin reddi gerekir. Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır. V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠ 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin: A) 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir ġekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve KuruluĢlarının TeĢkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine ĠliĢkin Konularda Yetki Kanunu‘nun iptal edilmesi halinde dayanaksız hale geleceği yönünden ileri sürülen iptal istemi, 29.11.2012 günlü, E. 2011/106, K. 2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, Kararname‘nin tümünün yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDĠNE, B) Kapsam yönünden; 1- a- 1. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle, 29.6.2001 günlü, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 5. maddesinin dördüncü ve yedinci fıkralarının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle, 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘na eklenen ek madde 4‘ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59. ve 60. maddeleri, 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (I) Sayılı Cetvel‘i, (1), (2) ve (3) sayılı listelere yönelik iptal istemleri, 29.11.2012 günlü, E. 2011/106, K. 2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE, b- 21. maddesiyle değiĢtirilen, 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinin, c- 22. maddesiyle değiĢtirilen, 3194 sayılı Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesinin, d- 23. maddesiyle, 3194 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin, e- 24. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 1. maddesinin ikinci fıkrasının, f- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrası, yürürlüğünün durdurulmasına iliĢkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle, bu maddelerin, fıkraların ve cümlelerin YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN REDDĠNE, 2- 1. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, 3- 4. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (e) bendi, 4- 5. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, 5- 7. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi, 6- 8. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 11. maddesinde yapılan değiĢiklikler, 7- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 8- 13. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 32. maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, 9- 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin ek 3. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,” ibareleri, 10- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 5. maddesinin altıncı fıkrası, 11- 51. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin ikinci fıkrası, 12- 54. maddesiyle, 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ve mevcut (ç) bendinin (d) bendi olarak teselsül ettirilmesi, 13- 55. maddesiyle, 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi, 14- 61. maddesiyle, 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun ek 3. maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi, hakkında, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, bu maddeye, fıkralara, bentlere, ibarelere, değiĢikliklere ve teselsüle iliĢkin yürürlüğün durdurulması istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, C) Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrası yönünden; 1- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin dördüncü ve yedinci fıkralarının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59., 60., 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) sayılı cetveli, (1), (2) ve (3) sayılı listelere yönelik iptal istemleri, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE, 2- 62. maddesinin ikinci fıkrasına iliĢkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle, bu fıkranın YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN REDDĠNE, D) Ġçerikleri itibariyle Anayasa‘ya aykırılığı ileri sürülen; 1- 1. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerine, 2- 4. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresine, 3- 10. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin; a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine, b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan “…Ancak Bakanlıkça…” ibaresine, 4- 12. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı fıkraya, 5- 15. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen ek 1. maddeye, 6- 17. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen geçici 6. maddenin (1) ve (3) numaralı fıkralarına, 7- 19. maddesine, 8- 32. maddesiyle, 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı fıkraya, 9- 36. maddesiyle değiĢtirilen, 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu‘nun 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” ibaresine, 10- 40. maddesiyle değiĢtirilen, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin birinci fıkrasının (r) bendinde yer alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;”, “… ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” ibareleri ile “…kamulaĢtırma…” sözcüğüne ve ikinci fıkrasına, 11- 41. maddesiyle; a- 2863 sayılı Kanun da yer alan; aa- “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ibaresinin “Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” Ģeklinde, bb- “kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu” ile “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” ibarelerinin “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” Ģeklinde, değiĢtirilmesine, b- 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bende, 12- 42. maddesiyle değiĢtirilen, 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarına, 13- 47. ve 49. maddelerine, 14- 50. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin değiĢtirilen ikinci fıkrasında yer alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” ibaresine, 15- 51. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarının, 16- 52. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10. maddelere, 17- 63. maddesine, yönelik iptal istemleri, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bentlere, alt bende, bölüme, ibarelere, sözcüğe, paragraflara ve değiĢikliklere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE, 29.11.2012 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir. VI- ĠPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GĠRECEĞĠ GÜN SORUNU Anayasa‘nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, ―Kanun, kanun hükmünde kararname ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaĢtırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden baĢlayarak bir yılı geçemez‖ denilmekte, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır. 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 21. maddesiyle değiĢtirilen, 3194 sayılı Kanun‘un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinin, 22. maddesiyle, 3194 sayılı Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesinin, 23. maddesiyle, 3194 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin, 24. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 1. maddesinin ikinci fıkrasının, 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrasının ve 62. maddesinin ikinci fıkrasının iptal edilmeleri nedeniyle doğacak hukuksal boĢluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa‘nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun‘un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu maddelere iliĢkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete‘de yayımlanmasından baĢlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüĢtür. VII- SONUÇ 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin: A) 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir ġekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve KuruluĢlarının TeĢkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine ĠliĢkin Konularda Yetki Kanunu’na yönelik iptal istemi, 27.10.2011 günlü, E. 2011/60, K. 2011/147 sayılı kararla reddedildiğinden, Kararname’nin tümüne yönelik iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, B) 1- a- 1. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle, 29.6.2001 günlü, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun’un 5. maddesinin yedinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle, 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na eklenen Ek Madde 4’ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59., 60., 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel’i, (1), (2) ve (3) sayılı listeleri, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, b- 21. maddesiyle değiĢtirilen, 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu’nun 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesi, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu cümlelerin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, c- 22. maddesiyle 3194 sayılı Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesi, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu maddenin Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, d- 23. maddesiyle 3194 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu maddenin Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, e- 24. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un birinci maddesinin ikinci fıkrası, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu fıkranın Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, f- 27. maddesiyle, 4708 Kanun’un 5. maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümü, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu değiĢikliğe iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, g- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrası, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu fıkranın Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, h- 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun da yapılan ibare değiĢikleri ile aynı Kanun’un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13), (14), (15) ve (16) numaralı alt bentler, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu ibare değiĢiklikleri ile alt bentlere iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 2- a- 21. maddesiyle değiĢtirilen 3194 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinin, b- 22. maddesiyle 3194 sayılı Kanun’un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesinin, c- 23. maddesiyle 3194 sayılı Kanun’a eklenen Ek Madde 4’ün, d- 24. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun’un birinci maddesinin ikinci fıkrasının, e- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun’un 5. maddesinin beĢinci fıkrasının, iptal edilmeleri nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu maddelere, fıkralara ve cümlelere iliĢkin ĠPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAġLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GĠRMESĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 3- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 6. maddesiyle değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 4- 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (e) bendi, 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların DönüĢtürülmesi Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 5- 5. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle, bentde yer alan “kriterlerini” ibaresinden sonra gelmek üzere “Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birlikte” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 6- 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan değiĢikliğe iliĢkin hükmün iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 7- 8. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 11. maddesinde yapılan değiĢiklikler, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 8- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle, bentte yer alan “değiştirmek,” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylamak,” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 9- 13. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 32. maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 10- 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin Ek 3‘üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,” ibareleri, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 1. maddesiyle 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen Ek Madde 12‘nin (1) numaralı fıkrasının (m) bendiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 11- 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin altıncı fıkrası, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 16. maddesiyle, fıkrada yer alan “%1‟i” ibarelerinin “% 3‟ü” olarak değiĢtirilmesi nedeniyle konusu kalmayan bu fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT‘ün karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 12- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4‘ün ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan; a- “…Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri…” ibaresi, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 15. maddesiyle ile değiĢtirildiğinden, b- “…Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında,..” ibaresi 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 15. maddesiyle ile yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan ikinci fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 13- 1- 54. maddesiyle, 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin, a- Birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 12. maddesiyle değiĢtirildiğinden, b- Mevcut (ç) bendinin (d) bendi olarak teselsül ettirilmesi, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 12. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 14- 55. maddesiyle 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, 15- 61. maddesiyle, 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun Ek 3‘üncü maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi, 24.10.2011 günlü, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesiyle değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE, C) 1- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle 4708 sayılı Kanun’un 5. maddesinin yedinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun’a eklenen Ek Madde 4’ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59., 60., 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel’i, (1), (2) ve (3) sayılı listelerin, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 2- 62. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca Anayasa’ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, 3- 62. maddesinin ikinci fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu fıkraya iliĢkin ĠPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAġLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GĠRMESĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE, D) Ġçerikleri itibariyle Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen; 1- 1. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerinin, 2- 4. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresinin, 3- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin; a- (1) numaralı fıkrasının, (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerinin, b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan “…Ancak Bakanlıkça…” ibaresinin, 4- 12. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, 5- 15. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen Ek Madde 1‘in, 6- 17. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Geçici Madde 6’nın (1) ve (3) numaralı fıkralarının, 7- 19. maddesinin, 8- 32. maddesiyle, 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, 9- 36. maddesiyle değiĢtirilen, 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu‘nun 5. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” ibaresinin, 10- 40. maddesiyle değiĢtirilen, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin; a- Birinci fıkrasının (r) bendinde yer alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;” ve “… ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” ibareleri ile “…kamulaĢtırma…” sözcüğünün , b- Ġkinci fıkrasının 11- 41. maddesiyle; a- 2863 sayılı Kanun‘da yer alan; aa- “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ibaresinin “Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” Ģeklinde değiĢtirilmesinin, bb- “kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu” ile “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” ibareleri “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” Ģeklinde değiĢtirilmesinin, b- 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bendin, 12- 42. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarının, 13- 47. ve 49. maddelerinin, 14- 50. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin değiĢtirilen ikinci fıkrasında yer alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” ibaresinin, 15- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4‘ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarının, 16- 52. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Geçici Madde 9 ve Geçici Madde 10‘un, 17- 63. maddesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA, 29.11.2012 gününde karar verildi. BaĢkan HaĢim KILIÇ BaĢkanvekili Serruh KALELĠ BaĢkanvekili Alparslan ALTAN Üye Fulya KANTARCIOĞLU Üye Mehmet ERTEN Üye Serdar ÖZGÜLDÜR Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT Üye Zehra Ayla PERKTAġ Üye Recep KÖMÜRCÜ Üye Burhan ÜSTÜN Üye Engin YILDIRIM Üye Nuri NECĠPOĞLU Üye Hicabi DURSUN Üye Celal Mümtaz AKINCI Üye Erdal TERCAN Üye Muammer TOPAL Üye Zühtü ARSLAN KARġIOY 2011/106 sayılı dava dosyasının yapılan ilk incelemesinde Mahkememiz çoğunluğu dosyanın esasa geçilerek incelenmesi yönünde karar vermiĢ ise de, iptal davası açan dava dilekçesi incelendiğinde dava konusunun 8.8.2011 tarih ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖nin tümünün ve birçok değiĢtirilen maddelerinin iptali istemine iliĢkin olduğu, iptal istemli dilekçe de, iptal konusunun Anayasa‘nın hangi maddelerine aykırı olduğunu anlatan gerekçe bölümünde iptali istenen her madde kapsamında bir ünlü edebiyatçının Ģiirlerinden dizeler ya da mısralar yazmak suretiyle konuyla ilintisini açıklamadan, teamüle, mahkemeye yapılacak dilekçe üslup ve etiğine aykırı beyanlarda bulunduğu görülmüĢtür. Konu bağlantısı verilmeyen, zorlama yorumlara mahkemeyi itecek, mahkeme mehabeti ile bağdaĢmayan, içinde konu dıĢı bulunmaması gereken unsur taĢıyan dilekçenin usulüne uygun olarak düzeltilerek geri gönderilmesinin istenmesi gerekirken, bir baĢka dilekçe de dava konusundan ilgisiz ifadelerinde yer almasına yol açacak uygulama ile mahkemenin dosyayı iade etmeden esasa geçmesine karar verilmesine katılınamamıĢtır. BaĢkanvekili Serruh KALELĠ KARġIOY GEREKÇESĠ 1- 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Etkilediği Kurallar Yönünden : 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK)‘nin, bazı maddelerinin iptali istemiyle 14.10.2011 tarihinde açılan davadan sonra anılan KHK‘de, 662 sayılı KHK ile yapılan değiĢikliklerin, ilgili oldukları dava konusu kuralların tümünü etkilediği gerekçesiyle bu maddeler hakkındaki incelemenin esasına girilmesine gerek görülmeyerek ―karar verilmesine yer olmadığı‖ yolunda karar verilmiĢtir. Anayasa Mahkemesine yapılan iptal baĢvurularının konusunu oluĢturan kuralların tümüyle yasal değiĢikliğe uğramaları halinde, iptal davalarının doğrudan soyut norm denetimine iliĢkin oldukları da gözetildiğinde, söz konusu baĢvurular hakkında esastan karar verilmesinde, hukuki yarar bulunmamakta ise de yapılan değiĢikliğin, dava konusu kuralın bir bölümüne yönelik olması ve özünü de etkilememesi durumunda, kalan bölüm hakkında incelemenin sürdürülmesi gerekir. Aksi halde dava konusu kurallarda, daha sonraki yasal düzenlemelerle yapılacak en küçük değiĢiklikler o kuralların, iptal davası yoluyla Anayasal denetiminin engellenmesi sonucunu doğurur. Böyle bir sonucu, Anayasa yargısının amacı ve iĢleviyle bağdaĢtırmak olanaksızdır. Açıklanan nedenlerle 648 sayılı KHK‘nin tümü değiĢtirilmeyerek sadece bazı sözcüklerde değiĢiklik ve ekleme yapılan kurallarının kalan bölümlerinin Anayasa‘ya uygunluk denetiminin yapılarak esas hakkında karar verilmesi gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum. 2- 6223 sayılı Yetki Kanunu’nun Kapsamı Yönünden : Dava konusu 648 sayılı KHK‘nin 41. maddesiyle 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen alt bentlerle Kanun‘da adı geçen ―doğal sit‖, ―taĢınır tabiat varlıkları‖, ―sokak sağlıklaĢtırma proje ve uygulamaları‖ ve ―etkileĢim-geçiĢ sahası‖nın tanımları yapılmıĢtır. Anayasa‘nın 91. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, yetki kanunda çıkarılacak KHK‘nin amacının, kapsamının, ilkelerinin, kullanma süresinin ve süresi içinde birden fazla KHK çıkarılıp çıkarılmayacağının gösterilmesi gerekir. Buna göre bir KHK‘nin Anayasa‘ya uygun olduğunun kabulü, öncelikle dayandığı yetki yasasının kapsamı içinde kalmasına bağlıdır. 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Yasası‘nın 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin (a) bendi ile (2) numaralı fıkrasının da, (a) bendinde, Bakanlar Kurulu‘na görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢındaki teĢkilatlanma esaslarıyla ilgili olmayan konularda düzenleme yapma yetkisi verilmediğinden 648 sayılı KHK‘nin 41. maddesiyle, 2863 sayılı Yasa‘nın 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen alt bentlerle yapılan ve tümüyle özel bir alana ait olan tanımlamaların Yetki Kanunu‘nun kapsamı dıĢında kaldığı açık olup, dava konusu KHK kuralı Anayasa‘ya aykırıdır; iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum. 3- Yürütme Yetkisinin GeniĢletilmesi Yönünden : Dava konusu 648 sayılı KHK‘nin iptal istemi reddedilen kurallarının, idarenin KHK‘ler konusundaki yetkisinin sınırlı olduğu, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle bağdaĢmayacak biçimde geniĢ bir düzenleme yetkisi kullanamayacağına iliĢkin E: 2011/113; K: 2012/108 sayılı karardaki karĢıoy gerekçesi doğrultusunda iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum. Üye Fulya KANTARCIOĞLU KARġIOY YAZISI 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 27. maddesiyle, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci ve altıncı fıkraları değiĢtirilmiĢ, bu değiĢikliğe göre beĢinci fıkrada yapı denetimi hizmeti için yapı denetimi kuruluĢuna ödenecek hizmet bedelinin hesaplanma Ģekli düzenlenmiĢ, altıncı fıkrada ise alınacak bedellerin yapı sahibince il muhasebe birimlerinde açılacak emanet nitelikli hesaba yatırılması, yatırılan bu tutarların %1‘inin ruhsatı veren idarenin, %1‘inin Bakanlık bünyesinde kurulan döner sermaye iĢletmesinin hesabına aktarılması öngörülmüĢtür. KHK‘nin 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrasındaki düzenleme, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığından iptal edilmiĢ ise de Kanunun 5. maddesinin altıncı fıkrası hükümleri hakkında, daha sonra 662 sayılı KHK‘nin 16. maddesiyle değiĢtirildikleri ve iptal isteminin konusu kalmadığı gerekçesiyle ―karar verilmesine yer olmadığına‖ karar verilmiĢtir. Kanun‘un altıncı fıkrasındaki düzenleme, iptal edilen beĢinci fıkradaki düzenlemenin devamı niteliğinde olup, 662 sayılı KHK‘nin 16. maddesiyle yapılan değiĢiklik sadece oranlara (%1 yerine %3) iliĢkindir. Altıncı fıkranın değiĢiklikten önce veya sonra tek baĢına anlam ifade etmesi mümkün değildir. Bu nedenle değiĢik altıncı fıkra hakkında iptal isteminin konusu kalmadığı kabul edilse bile fıkranın tek baĢına uygulanması söz konusu olmadığından, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir. Bu gerekçeyle fıkra hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararına katılmamaktayım. Üye Osman Alifeyyaz PAKSÜT [R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer] —— • —— Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından: Esas Sayısı: 2012/102 Karar Sayısı: 2012/207 Karar Günü: 27.12.2012 ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif HAMZAÇEBĠ ve Ali Rıza ÖZTÜRK ile birlikte 121 milletvekili ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun‘un; 1- 3. maddesiyle, 26.4.1961 günlü, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun‘un 180. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―iki yıl‖ ibaresinin ―altı ay‖ Ģeklinde değiĢtirilmesinin ve bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe iliĢkin 89. maddesinin, 2- 5. maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun‘un 2. maddesinin birinci fıkrasının değiĢtirilen; a- (d) bendinde yer alan “…bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” ibaresinin, b- (e) bendinde yer alan, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” ibaresinin, 3- 22. maddesiyle değiĢtirilen, 20.2.2001 günlü, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu‘nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci cümlesinde yer alan “… veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle …” ibaresi ile son cümlesinin, 4- 23. maddesiyle, 18.4.2001 günlü, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu‘nun geçici 3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yapılan değiĢikliklerin, 5- 31. maddesiyle değiĢtirilen, 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanun‘un 6/C maddesinin altıncı fıkrasının “…veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esaslar, Bakanlık görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” bölümünün, 6- 34. maddesiyle, 1.7.2005 günlü, 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un; a- Geçici 2. ve geçici 3. maddelerinde yer alan “yedi yıl” ibarelerinin “sekiz yıl” Ģeklinde değiĢtirilmesinin, b- Geçici 3. maddesine eklenen; aa- Ġkinci fıkranın üçüncü cümlesinin, bb- Üçüncü fıkranın ilk cümlesinde yer alan “Sürenin bitiminden itibaren …” ibaresinin, 7- 45. maddesiyle, 3.12.2010 günlü, 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu‘nun 35. maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (a) bendinin ikinci ve üçüncü cümleleri ile (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinin, 8- 46. maddesiyle, 17.2.2011 günlü, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve YerleĢtirme Merkezi BaĢkanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun‘un 3. Maddesinin; a- Ġkinci fıkrasına eklenen (j) bendinin, b- Dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “BaĢkanlık” ibaresinin “BaĢkanlık ile BaĢkanlığın kuracağı veya iĢtirak edeceği Ģirketler” Ģeklinde değiĢtirilmesinin, 9- 47. maddesiyle, 6114 sayılı Kanun‘un 4. maddesinin onbirinci fıkrasına eklenen (ğ) bendinin, 10- 48. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendiyle 6114 sayılı Kanun‘un 5. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın, 11- Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasının “Ödemesi devam edenlerden bu madde çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmıĢ olanlar ile bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini tamamlamıĢ olanlara geri ödeme yapılmaz.” biçimindeki üçüncü cümlesinin, 12- Geçici 2. maddesinin, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 10., 11., 27., 36., 56., 67., 87., 90., 112., 123., 125., 128., 136. ve 160. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir. I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir: “… 1) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 3 üncü Maddesi ile Bu Maddeyle Sınırlı Olmak Üzere Yürürlüğe ĠliĢkin 89 uncu Maddesinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile 26.04.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 180 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “iki yıl” ibaresi “altı ay” Ģeklinde değiĢtirilmekte ve böylece seçim suçlarına iliĢkin kamu davası açma süresi, seçimin bittiği tarihten itibaren iki yıl iken, altı aya düĢürülmektedir. Söz konusu düĢürmenin gerekçesi Genel Gerekçe‟de, “Hukukun temel ilkelerinden biri, cezalardaki „orantılılık‟ ilkesidir. Bu maksatla, seçim yasaklarını ihlal edenlere verilen hapis cezası adli para cezasına dönüĢtürülebilmektedir. Bilgi ve iletiĢim çağının özellikleri dikkate alındığında bilgi ve belgeye eriĢebilmenin çok daha hızlı ve kısa sürede gerçekleĢtiği bilinmektedir. Buna göre de seçimlerin bittiği tarihten itibaren 2 yıl gibi uzun sürenin korunması bu gerçekliğe, ceza yargılamasının genel ilkelerine uygun düĢmemektedir. Yargının hızlandırılması temel amaç ve hedeftir. Bütün bu gerekçelerle 298 sayılı Kanunun 180 inci maddesinin birinci fıkrasındaki dava açma süresi olarak öngörülen 2 yıllık süre 6 ay‟a düĢürülmektedir.” biçiminde ifade edilmiĢtir. Bu ifadelere göre seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya indirilmesi; - Cezalarda orantılılık ilkesi, - Seçim suçlarında verilen hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesi, - Bilgi ve iletiĢim çağında bilgi ve belgeye eriĢim süresinin kısalması, - Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi, ile gerekçelendirilmektedir. Öncelikle belirtilmelidir ki düzenleme, cezaların miktarı ile ilgili değil dava açma süresine iliĢkin olduğundan, yapılan düzenlemenin suç ve cezalarda “orantılılık” ilkesi ile herhangi bir iliĢkisi bulunmamaktadır. Öte yandan, 298 sayılı Kanunun 133 – 178 inci maddelerinde düzenlenen seçim suçlarına iliĢkin cezalar, adli para cezalarından daha çok hapis cezalarını içermekte ve hapis cezalarının tamamı da adli para cezasına çevrilememektedir. Kaldı ki, hapis cezalarının adli para cezasına çevrilebilmesi suçun kamu düzenini ihlalinin ağırlığıyla ilgili olup, dava açma süresiyle doğrudan bir iliĢkisi de bulunmamaktadır. Çağımızın bilgi ve iletiĢim çağı olarak nitelendirildiği ise bir gerçektir. Bilgi ve iletiĢim çağında bilgisayar teknolojilerindeki geliĢmenin bilgiye eriĢimi hızlandırdığı ve süresini kısalttığı da genel olarak doğrudur. Ġnternette istediğiniz bilgiye -eğer aradığınız bilgi birileri tarafından sanal ortama yüklenmiĢ/konulmuĢ ise- bir tuĢa basarak saniyeler içinde ulaĢabilir; bir bilgiyi elektronik posta ile saniyeler içinde bir baĢkasına gönderebilir; yetkili iseniz herhangi bir sanığın adli sicil kaydına eriĢebilir; UYAP programından Yüksek Mahkeme kararlarına ulaĢabilirsiniz. Ancak, bilgi ve iletiĢim çağının “hukuksal değer taĢıyan belge”ye eriĢimi hızlandırdığı her zaman ve her koĢulda geçerli olmadığı gibi eriĢme süresi eriĢilecek bilgi ve belgenin türü, Ģekli, niteliği, içeriği ve kullanım amacına göre değiĢmektedir. Örneğin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink‟in öldürülmesine iliĢkin olarak Ġstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin Telekomünikasyon ĠletiĢim BaĢkanlığından istemiĢ olduğu iletiĢim kayıtları Mahkemeye yaklaĢık 5 ay sonra 01.12.2011 tarihinde ulaĢabilmiĢtir. Ayrıca yaĢanan bazı olaylar belgeye eriĢim süresinin ardında baĢka saiklerin de olabileceğini ortaya koymaktadır. Bir baĢka örnek ise, Odatv Davasından verilebilir. 14 sanıklı Odatv Davası, Ġstanbul Özel Yetkili Savcılığının hazırladığı Ġddianameyi Ġstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesinin 09 Eylül 2011 tarihinde kabul etmesiyle baĢlamıĢtır. Sanıklar, dava konusu “dijital belgelerin” bilgisayar virüsü yoluyla bilgisayarlarına gönderilmiĢ olduğunu iddia ederek suçlamaları kabul etmemiĢler ve nitekim sanıkların istemiyle Yıldız Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi ile ABD‟de yerleĢik adli biliĢim Ģirketi Data Devastation gibi dört farklı kuruluĢtan oluĢan dört farklı bilirkiĢi heyeti dijital belgeleri “bilgisayar korsanlığı ürünü virüslü belge” olarak nitelemiĢlerdir. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının Ġddianamenin yazımından önce yaptırmadığı bilirkiĢi incelemesini, Ġstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi davanın açılmasından dört ay sonra Ocak 2012‟de suç delili dijital belgeleri Mahkeme BaĢkanı Sayın Mehmet Ekinci‟nin ifadesiyle, “raporun en hızlı Ģekilde hazırlanması” talebiyle TÜBĠTAK‟a göndermiĢ; bir kamu kurumu olan TÜBĠTAK ise aradan yedi ay geçtikten sonra bilirkiĢi raporunu Ġstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine gönderebilmiĢtir. Bu bağlamda, dijital suç belgeleri yaratılmasına ve ihbar üzerine bunlara çok kısa süreler içinde ulaĢılmasına olanak sağlayan bilgi ve iletiĢim çağı, dijital belgenin gerçek niteliğine ulaĢımını ise, değil dava açma süresi, yargılama aĢamasında Mahkeme BaĢkanının özel talebine rağmen hızlandıramamıĢtır. BilirkiĢi incelemesi soruĢturma aĢamasında yaptırılsa, belki de dava açılmayacak; açılsa da yargılama aĢamasında geçecek süre soruĢturma aĢamasında geçeceğinden ve dolayısıyla yargılama daha hızlı yapılacağından sanıkların tutuklulukta geçen mağduriyetleri söz konusu olmayabilecekti. Söz konusu örnekler çoğaltılabilir. Çoğaltılması istisna olma niteliklerini ortadan kaldırmayabilir. Ancak, hukuksal düzenlemeler, özellikle ceza hukukuna iliĢkin ise, istisnai durumları da gözeterek hazırlanmak durumundadır ki, toplumsal yaĢamda suç zaten niteliği itibariyle istisnai bir durumdur. Kaldı ki 298 sayılı Kanunun 179 uncu maddesinde seçim suçu, “Bu kanuna göre seçim suçundan maksat, seçim iĢlerinde bu kanun hükümleri uyarınca görevlendirilmiĢ bulunan kimselerin bu görevleri dolayısiyle iĢlemiĢ oldukları fiil ve hareketlerle her kim tarafından iĢlenirse iĢlensin bu kanuna aykırı bulunan fiil ve hareketlerdir.” Ģeklinde tanımlanmıĢ ve seçim suçu ve cezaları ise aynı Kanunun 133 – 178 inci maddeleri arasında 45 ayrı madde halinde düzenlenmiĢtir. 298 sayılı Yasada yer alan seçim suçları arasında, hileli faaliyetlerle veya herhangi bir Ģekil ve surette cebir ve Ģiddet kullanarak Kanunda yazılı seçim kurullarının toplanmalarına veya görevlerinin ifasına mani olma (md. 133; iki yıldan beĢ yıla kadar hapis cezası, en az biri silahlı en az üç kiĢi tarafından iĢlenirse faillere beĢ yıl ile onbeĢ yıl arası hapis cezası); seçmen kütüğüne müteallik evrak ve vesikaları gereği gibi düzenlememe ve muhafaza etmeme veya gereken mercie vermeme (md. 141; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası); seçmen kütüğüne yazılma hakkı olmayan bir seçmeni yazma, yazılma hakkı olan bir seçmeni yazmama veya yazılı olup da silinmesi gereken seçmeni silmeme ya da silinmemesi gerekeni silme (md. 142; bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası); seçmen yeterliliği olmayanı seçmen kütüğüne kaydetme, kaydedilenlerin silinmesine engel olma veya seçmen olanı kütükten silme (md. 143; altı aydan iki seneye kadar hapis; bu fiiller cebir veya tehdit veya Ģiddet ya da nüfuz veya tesir icrası suretiyle yapılırsa bir yıldan beĢ yıla kadar hapis cezası); seçmen kütüğüne kendini veya baĢkasını bilerek birden fazla kaydettirme (md. 144; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası); tamamen veya kısmen sahte seçmen listesi tanzim etme, bozma, çalma veya yok etme (md. 148; TCK belgede sahtecilik suçuna iliĢkin cezanın yarı oranında artırımı); kendine veya bir baĢkasına oy verilmesi veya verilmemesi için bir veya daha fazla seçmene menfaat temin etme (md. 152; bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası); oy kullanmayı engelleme (md. 153; bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası); seçme yeterliliği olmadığını bildiği halde oy kullanma ya da baĢkasının adını kullanarak oy kullanma (md. 160; iki yıldan beĢ yıla kadar hapis cezası); oy sandığının yerini değiĢtirme, yerinden kaldırma, çalma veya tahrip etme, içinden çıkan oy zarflarını alma, çalma veya değiĢtirme (md. 160; üç yıldan beĢ yıla kadar hapis); siyasi partilerin veya bağımsız adayların oy pusulalarını zapt ve imha etme veya bozma ya da oy verme yerine götürülmelerine veya dağıtılmalarına engel olma (md. 162; bir yıldan üç yıla kadar hapis) gibi demokratik hukuk devleti ilkesi ile kamu düzeni açısından çok önemli suç ve cezalar yer almaktadır. Söz konusu suçların tespit edilip delilleriyle birlikte ortaya konarak bir iddianameye dönüĢtürülmesi uzun süreli ve ayrıntılı araĢtırma, inceleme ve soruĢturmaları gerektirmektedir. En önemlisi de söz konusu suçlara iliĢkin bilgi ve belgelere eriĢim süresinde, dava açma süresinin 2839 sayılı Yasanın 61 inci maddesiyle iki yıl olarak belirlendiği 10.06.1983 tarihinden bu yana kayda değer hiçbir değiĢme ve geliĢme olmamıĢtır. Söz konusu suçlara iliĢkin bilgi ve belgelere eriĢim, 1983 yılında hangi yol ve usullerle yapılıyor ise, günümüzde de aynı yol ve usuller izlenerek yapılmak durumundadır. Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi ise, dava açma süresiyle değil, açılan davaların sonuçlandırılması ile ilgilidir. Dava açma süresinin iki yıldan ¾ oranında kısaltılarak altı aya düĢürülmesi, seçim suçlarına iliĢkin davaların objektif kanıtlarıyla Ġddianameye dönüĢtürülemeden açılmasına ve dolayısıyla mahkemede suçlamaya iliĢkin bilgi ve belgeler (deliller) tartıĢılıp değerlendirilerek bir karara varılması gerekirken; suça iliĢkin nesnel bilgi ve belgelerin mahkeme aĢamasında toplanmasına yol açarak tam tersine Odatv Davası örneğinde olduğu üzere yargılamayı gereksiz yere uzatacaktır. Oysa, yargının hızlandırılmasından amaç, dava açma süresinin kısalması değil, açılmıĢ davalara iliĢkin yargılama süresinin kısalarak adaletin en kısa süre içinde tecelli etmesinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya düĢürülmesinin, maddeye iliĢkin Genel Gerekçede yer almayan baĢka amaç ve hedefleri vardır. Anayasanın BaĢlangıç‟ının üçüncü fıkrasında, egemenliğin kayıtsız Ģartsız Türk Milletine ait olduğu, egemenliği millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kiĢi ve kuruluĢun Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun gerekleriyle belirlenmiĢ hukuk düzeni dıĢına çıkamayacağı temel bir ilke olarak yer almıĢ; 2 nci maddesinde demokratik hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢ; 36 ncı maddesinde, herkesin meĢru vasıta ve yollardan faydalanarak yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu kurallaĢtırılmıĢ; 67 nci maddesinin birinci fıkrasında, demokratik devlet ilkesinin uzantısı olarak vatandaĢların kanunda gösterilen Ģartlara uygun olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkı düzenlenmiĢ; ikinci fıkrasında, seçimler ile halkoylamasının serbest, eĢit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı denetimi altında yapılacağı kurallaĢtırılmıĢ ve dördüncü fıkrasında ise seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasının yasayla düzenleneceğine yer verilmiĢtir. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Seçim suçlarına iliĢkin dava açma süresini belirleme yetkisi, Anayasadaki kurallara bağlı kalmak; adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ilkelerini gözetmek koĢuluyla yasa koyucunun takdirindedir. Yasa koyucu, seçim suçlarına iliĢkin kamu davalarında dava açma süresine iliĢkin hükümleri düzenlerken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elveriĢlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt bileĢenden oluĢmaktadır. “ElveriĢlilik”, getirilen kuralın ulaĢılmak istenen amaç için elveriĢli olmasını, “gereklilik”, getirilen kuralın ulaĢılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise getirilen kural ve ulaĢılmak istenen amaç arasında var olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. 298 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, CumhurbaĢkanı, milletvekili, il genel meclisi üyeliği, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi ve ihtiyar heyeti iyeliği seçimleri ile Anayasa değiĢikliklerine iliĢkin kanunların halkoyuna sunulmasının kanunun kapsamında olduğu belirtilmiĢ; 3 üncü maddesinde her ilin seçim çevresi; 4 üncü maddesinde, her muhtarlığın seçim bölgesi; 5 inci maddesinde ise her seçim bölgesinin gerektiği kadar sandık bölgesine ayrılacağı belirtilmiĢtir. Temsili demokrasi seçime dayanmakta ve mahalle muhtarlığı seçiminden CumhurbaĢkanlığı seçimine kadar tüm seçimlerin 298 sayılı Kanunda belirlenmiĢ kurallara uygun yapılması ve seçim suçlarının gereği gibi kovuĢturulması demokratik rejim ile demokratik devlet ilkesinin özünü oluĢturmanın yanında, seçim suçları hakkında dava açılmasında kamu yararı olduğunda hiçbir Ģüphe bulunmamaktadır. Ceza yargılamasının temel amacı ise, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılarak suçluların cezalandırılması ve suçsuzların ise aklanmasında toplumsal yarar bulunmaktadır. Seçim suçlarının kompleks bir yapı taĢıması; birçoğunun gizli, çoğu zaman örgütlü, örtülü, birçok sandık ve seçim bölgesi ile seçim çevresini ve hatta ülke düzeyini kapsayabilmesi; ortaya çıkarılabilmesinin çoğu zaman ikrarı ve tanık beyanlarını gerektirmesi; ikrar ve tanık beyanları için de seçim sürecinin ateĢinin sönmesi ve dolayısıyla belli bir zamanın geçmiĢ olması gerekmektedir. Kaldı ki örgütlü, örtülü ve birden fazla sandık ve seçim bölgesi ile seçim çevresini kapsayan seçim suçlarının soruĢturmasının zaman alacak olması ve yetkili soruĢturma mercileri arasında koordinasyonu gerektireceği de açıktır. Ölçülülük ilkesi, yasa koyucuyu, dava açma süresini sınırlamadan beklenen kamu yararı ile demokratik sistemin ve demokratik devlet ilkesinin özünü oluĢturan toplumsal yarar arasında adil bir dengeyi sağlama yükümlülüğü altına sokmaktadır. Bu nedenle yasa koyucu bir yandan temsili demokrasinin özünü oluĢturan seçimlerin belirlenmiĢ kurallara uygun yapılmasını sağlayarak demokratik sistemi yaĢatmak için seçim suçu iĢleyenleri yetkili mahkemeler karĢısına çıkarmak, diğer yandan da seçim suçu iĢleyenlerin uzun süre dava tehdidi altında kalmalarını önlemek için makul bir süre belirlemek ve böylece çatıĢan yararlar arasında adil, makul ve hakkaniyetli bir denge kurmak durumundadır. Seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya düĢürülmesi, çatıĢan yararlar arasındaki adil, makul ve hakkaniyete uygun dengeyi ortadan kaldırmakta ve suçun ve soruĢturmanın doğasından kaynaklanan zorunlu nedenlerle altı ay içinde dava açılamaması seçim suçundan zarar görenlerin zararına yol açar ve temsili demokratik sistemin özünü ortadan kaldırırken; hak düĢürücü süre nedeniyle gerekli ve yeterli araĢtırma ve inceleme yapılmadan, suç delilleriyle ortaya konmadan dava açılması ise, delillerin yargılama aĢamasında toplanmasına ve dolayısıyla davaların uzayarak kiĢilerin adil yargılanma haklarının ihlaliyle sonuçlanacaktır. Öte yandan, seçim suçlarında dava açma süresinin altı ay ile sınırlandırılması, birden fazla seçim çevresini ve giderek tüm ülkeyi kapsayan örgütlü ve örtülü seçim suçlarını, soruĢturmanın uzun süreli, ayrıntılı ve koordinasyonu gerektirmesi üzerinden teĢvik eder bir nitelik taĢımaktadır. Bu itibarla, hukuksal ve fiilen geçerli bir gerekçeye dayanmaksızın seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya düĢürülmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ve demokratik devlet ilkeleriyle bağdaĢmadığı gibi, Anayasanın BaĢlangıcı ile 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırılık oluĢturmaktadır. 6353 sayılı Kanunun yürürlüğe iliĢkin 89 uncu maddesi de bu maddeyle sınırlı olmak üzere aynı gerekçelerle Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırıdır. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe iliĢkin 89 uncu maddesi, Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 2) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 5 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen 17.07.1963 Tarihli ve 278 Sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (d) Bendindeki “…bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” ibaresi ile (e) Bendindeki, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” Ġbaresinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Kanunun 15 nci maddesiyle değiĢtirilen 278 sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendiyle, “Kurum bünyesinde araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliĢtirilen teknolojilerin üretimde ve ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını, tanıtılmasını veya bunlardan daha kolay yararlanılmasını sağlamak için gerekli ortamları ve yönetim yöntemlerini hazırlamak ve bu teknolojilerin ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal geliĢmeye katkıda bulunacak ticari değerlere dönüĢmesini sağlamak,” ve “bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” yetkisi verilir iken; (e) bendiyle ise, “Kamu ve özel sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve yenilik faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini geliĢtirmek ve uygulamak; erken aĢamadaki geliĢme potansiyeli olan buluĢların ticarileĢtirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kiĢi ve fonları desteklemek,” ve “ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak;” yetkisi verilmektedir. 278 sayılı Kanunun “KuruluĢ amacı” baĢlıklı 1 inci maddesinde, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı, “Türkiye'nin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için; toplumun her kesimi ve ilgili kurumlarla iĢ birliği içinde, ulusal öncelikler doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları geliĢtirmek, bunları gerçekleĢtirecek alt yapının ve araçların oluĢturulmasına katkı sağlamak, araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini özendirmek, desteklemek, koordine etmek, yürütmek; bilim ve teknoloji kültürünün geliĢtirilmesinde öncülük yapmak” Ģeklinde ortaya konmuĢtur. Bu bağlamda, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı, Türkiye'nin ekonomik rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için; bilim ve teknoloji politikaları geliĢtirmek, bunları gerçekleĢtirecek alt yapının ve araçların oluĢturulmasına katkı sağlamak, araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini özendirmek, desteklemek, koordine etmek, yürütmek; bilim ve teknoloji kültürünün geliĢtirilmesine öncülük yapmaktır. ġirketin temel güdüsü, ilkesi ve amacı ise karlılıktır. ġirket bu amaç doğrultusunda verili piyasa koĢullarında karını maksimize etmeye çalıĢır. Bunu gerçekleĢtirmek için, fiyatlama politikasını piyasa Ģartlarına göre belirlemek; tüketicileri kendi ürününe yönlendirmek; maliyetlerini düĢürmek, mevcut ürünü yeni teknolojilerle üretmek, piyasaya yeni bir ürün sürmek vb. faaliyetlerde bulunur. Bu faaliyetleri sonucunda karını artırırken; sermayesini de büyütür. Küresel rekabet Ģartlarında, Ģirketlerin var olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri; maliyetlerini düĢürebilmeleri, mevcut ürünü yeni teknolojilerle üretebilmeleri ve piyasaya yeni ürünler sürebilmeleri ile mümkün olur. Bunları sağlamanın yolu da AraĢtırmaGeliĢtirme (Ar-Ge) faaliyetlerinde bulunmaktan geçer. Bunun içindir ki Ģirket bünyelerinde, Ar-Ge birimi/merkezleri kurulur. TÜBĠTAK ise, firmalar bünyelerinde kurulan Ar-Ge merkezlerini ülkenin genel bilim ve teknoloji politikaları bağlamında yönlendirir; mali ve teknik yollarla destekler, ortak projeler yürütür, geliĢtirdiği teknolojileri firmaların kullanımına sunar. Bu bağlamda, TÜBĠTAK‟ın “bünyesinde araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliĢtirilen teknolojilerin üretimde ve ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını, tanıtılmasını veya bunlardan daha kolay yararlanılmasını sağlamak için gerekli ortamları ve yönetim yöntemlerini hazırlamak ve bu teknolojilerin ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal geliĢmeye katkıda bulunacak ticari değerlere dönüĢmesini sağlamak,” görevi ayrı Ģeydir; “bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak” ise bambaĢka bir Ģeydir. 278 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde yazılı kamusal amacı gerçekleĢtirmek için kurulan ve kamu gelirleriyle finanse edilen TÜBĠTAK‟ın geliĢtirdiği teknolojilerin üretimde ve ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını ve ticari değerlere dönüĢmesini sağlamak için, ticari Ģirket kurması ve geliĢtirdiği teknolojileri metalaĢtırarak piyasa koĢullarında değerlendirmesi/satması, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacıyla ve 2 nci maddesindeki görevleriyle bağdaĢmamakta; çeliĢki oluĢturmaktadır. Ayrıca, TÜBĠTAK‟ın “Kamu ve özel sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve yenilik faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini geliĢtirmek ve uygulamak; erken aĢamadaki geliĢme potansiyeli olan buluĢların ticarileĢtirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kiĢi ve fonları desteklemek” faaliyetlerinde bulunması kuruluĢ amacının gereği iken; “ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak” yetkisi ise yine aynı Ģekilde bambaĢka bir Ģeydir. TÜBĠTAK‟ın “Kamu ve özel sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve yenilik faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini geliĢtirmek ve uygulamak; erken aĢamadaki geliĢme potansiyeli olan buluĢların ticarileĢtirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kiĢi ve fonları desteklemek” görevini kurumsal kimliği ile yapması olağan ve hukuka uygun olanıdır. Kamusal bir görev ve faaliyet olan teĢvik ve destekleme faaliyetlerini, ticari bir faaliyete dönüĢtürerek Ģirket aracılığı ile piyasalaĢtırarak karlılık güdüsüne endekslemesi, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı ve görevleriyle bağdaĢmadığı gibi bunlarla açık bir çeliĢki oluĢturmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38 sayılı Kararında, “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturarak aynı zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmalarına bağlıdır.” denilirken; 22.02.2012 günlü ve E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında ise, “Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının birbirleriyle çeliĢmeyecek biçimde açık, anlaĢılabilir ve öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” denilmiĢtir. TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacının gereği olan kamusal görevlerinin ticarileĢtirilmesini ve piyasa Ģartlarında değerlendirilmesini öngören iptali istenen düzenlemeler, kuruluĢ amacı ve görevleriyle açık bir çeliĢki içinde olduğundan Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Ayrıca, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı ve görevleri bağlamında geliĢtirdiği teknolojiler ile buluĢları icari bir meta haline dönüĢtürerek Ģirketleri eliyle piyasalaĢtırmasında kamu yararı da bulunmadığından, Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Öte yandan, Anayasanın 27 nci maddesinde, herkesin bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araĢtırma hakkına sahip olduğu kuralına yer verilmiĢtir. Bir kamu kurumu olan ve kamusal kaynaklarla finanse edilen TÜBĠTAK‟ın, geliĢtirdiği teknolojiler ile buluĢları kuracağı Ģirketler eliyle ticarileĢtirerek piyasalaĢtırması, bilim ve teknolojinin serbestçe yayılmasına engel oluĢturduğundan, Anayasanın 27 nci maddesine de aykırılık oluĢturmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci maddesiyle değiĢtirilen 278 sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki “…bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” ibaresi ile (e) Bendindeki, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” ibaresi, Anayasanın 2 nci ve 27 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 3- a) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 22 nci Maddesiyle DeğiĢtirilen 20.01.2001 Tarihli ve 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci Maddesinin Dördüncü Fıkrasının (c) Bendinin Sekizinci Paragrafının BeĢinci Tümcesindeki “… veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle …” Ġbaresi ile Son Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 4 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, 4628 sayılı Kanunla verilen görevleri yerine getirmek üzere kamu tüzel kiĢiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu kurulmuĢ; 5 inci maddesinin (6) numaralı fıkrasında Kurulun görevleri tek tek sayılarak (i) bendinde “Piyasada faaliyet gösteren tüzel kiĢilerin eĢitlik ve Ģeffaflık standartlarına uymalarını sağlamak için faaliyetlerini, uygulamalarını ve ilgili lisans hüküm ve Ģartlarına uyup uymadıklarını denetlemek.” görevine de yer verilmiĢ; (7) numaralı fıkrasında Kurulun yetkileri düzenlenmiĢ ve (d) bendinde, “Kurul onaylı talep tahminlerine dayanarak, Türkiye Elektrik Ġletim Anonim ġirketi tarafından hazırlanan üretim kapasite projeksiyonu ve iletim yatırım planı ile bu planlarla uyumlu olarak mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerini iĢleten dağıtım Ģirketleri tarafından hazırlanan dağıtım yatırım planlarını onaylamak, gerektiğinde revize edilmesini sağlamak ve onay verdiği yatırım planlarının uygulanmalarını denetlemek.” denilirken; (j) bendinde ise, “Piyasada faaliyet gösteren tüzel kiĢilerin denetlenmiĢ mali tablolarını incelemek veya incelettirmek.” denilmiĢtir. Öte yandan aynı Kanunun “Kurum personelinin statüsü, atanma usulü ve özlük hakları” baĢlıklı 9 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Kurum hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, idari hizmet sözleĢmesi ile sözleĢmeli olarak istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Kurum personeli ücret ve mali haklar dıĢında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir.” denilirken; (3) numaralı fıkrasında Kurumun görevlerinin “uzman”lar eliyle yürütüleceği belirtilmiĢtir. 6353 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle değiĢtirilen 20.01.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci tümcesinde yapılan değiĢiklikle ise, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununda tanımlanan elektrik dağıtım Ģirketlerinin her türlü denetiminin Bakanlık tarafından yapılacağı belirtildikten sonra, Bakanlığın bu denetimi bu konuda ihtisas sahibi olan kamu kurum ve kuruluĢlarına yetki devri vermek suretiyle veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle yaptırabileceği; bu kapsamda düzenlenecek denetim raporlarının Kuruma bildirileceği; denetim raporu sonucuna göre gerekli yaptırım ve iĢlemlerin Kurul tarafından karara bağlanacağı ve Denetim Ģirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve denetime tabi Ģirketlerin hak ve yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kuralları getirilmiĢtir. Bu bağlamda, 4628 sayılı Kanuna göre, Kurulun yetkisinde olan ve Kurum tarafından istihdam edilen “uzman”lar eliyle yürütülen denetim yetkisine iliĢkin hükümler yürürlüklerini devam ettirirken, 6353 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle 4628 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci tümcesinde yapılan değiĢiklikle bu defa Bakanlığa verilmekte; Bakanlığın denetimi yetkilendireceği denetim Ģirketlerinden hizmet satın almak suretiyle yaptırabileceği öngörülmekte ve denetim Ģirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve denetime tabi Ģirketlerin hak ve yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esasların Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir. Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında Devletin ve kamu iktisadi teĢebbüsleri ile diğer kamu tüzelkiĢilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği kuralına yer verilmiĢtir. 4628 sayılı Kanun kapsamında tanımlanan ve 4628 sayılı Kanunun (6) numaralı fıkrasının (i) bendi ile (7) numaralı fıkrasının (d) bendine Kurulun yetkisinde bulunan ve 9 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkrasına göre Kurum personeli eliyle yürütülen “elektrik dağıtım Ģirketlerinin her türlü denetiminin, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler kapsamında bulunduğu ve dolayısıyla memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerekeceğinde kuĢku bulunmamaktadır. Söz konusu denetimin Bakanlık tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınması yoluyla gördürülmesini öngören düzenleme, Anayasanın 128 inci maddesindeki kuralla bağdaĢmamaktadır. Öte yandan Anayasanın 123 üncü maddesinin birinci fıkrasında, idarenin kuruluĢ ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kuralına yer verilmiĢtir. Bu bağlamda idarenin kanuniliği ilkesi, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde kanunla düzenlenmesini gerektirmektedir. Hiçbir ölçü getirmeden, çerçeve çizilmeden, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olan denetim görevine iliĢkin denetim Ģirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve denetime tabi Ģirketlerin hak ve yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esasların Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek olması Anayasanın 123 üncü maddesine aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 22 nci maddesiyle değiĢtirilen 20.01.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci tümcesindeki “… veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle …” ibaresi ile son tümcesi, Anayasanın 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. b) 31 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen 10.05.2005 Tarihli ve 5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanunun 6/C Maddesinin Altıncı Fıkrasındaki “…veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esaslar, Bakanlık görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” Bölümünün Anayasaya Aykırılığı Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımı, kamu düzeni ve yararına iliĢkindir. 5346 sayılı Kanun, “yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımının yaygınlaĢtırılması, bu kaynakların güvenilir, ekonomik ve kaliteli biçimde ekonomiye kazandırılması, kaynak çeĢitliliğinin artırılması, sera gazı emisyonlarının azaltılması, atıkların değerlendirilmesi, çevrenin korunması ve bu amaçların gerçekleĢtirilmesinde ihtiyaç duyulan imalat sektörünün geliĢtirilmesi” amacıyla çıkarılmıĢtır. Bu amaca yönelik hizmetlerin, devletin, kamu iktisadi teĢebbüsleri ve diğer kamu tüzelkiĢilerinin dıĢında, gerçek ve tüzelkiĢilerce yaptırılması Anayasaya ve genel hükümlere göre yürütülmesi mümkün olmakla birlikte, 5346 sayılı Kanun kapsamındaki üretim tesisleri ile elektrik üretim ve dağıtımı yapılan diğer tesislerin lisansı kapsamındaki denetiminin genel idare esaslarına göre yürütülmesi gereken kamu hizmeti olduğunda kuĢku bulunmamaktadır. Kamu hizmetleri, devletin, kamu iktisadi teĢebbüsleri ve diğer kamu tüzelkiĢilerinin dıĢında, gerçek ve tüzelkiĢilerce yürütülse bile, bunların hukuka uygunluk denetiminin aslî ve sürekli bir kamu görevi olduğu hususunda duraksamaya yer yoktur. Bu durum karĢısında, bu hizmetin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerekir. Esasen Anayasanın 128 inci maddesi ile benimsenen ilke de bu doğrultudadır. Enerji hizmetinin hukuki niteliği ve bunun sonucu olarak bu hizmetin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından yürütülebileceğinin kabulü, bu iĢin denetimini yürütecek denetim Ģirketlerinin ve denetim elemanlarının hukuki statüsünün belirlenmesini gerektirmektedir. Memur olmadıkları konusunda duraksamaya yer bulunmayan denetim Ģirketi elemanları bakımından önemli olan ve açıklığa kavuĢturulması gereken husus, Anayasanın 128 inci maddesinde sözü edilen diğer kamu görevlilerinden sayılıp sayılmayacaklarıdır. EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak yaptırılabileceğine iliĢkin hüküm bu tespiti yapmak için gerekli, açık ve net değildir. Ne yetkilendirmenin niteliği ve kuralları, ne de denetim Ģirketlerinin niteliği ve statüsü yasada gösterilmemiĢtir. Denetim Ģirketleri, merkezi idarenin gözetim ve denetimi altında onun bir birimi durumunda olan kuruluĢlar değildir. Denetim Ģirketleri ile idare arasında statüter bir iliĢki de yoktur. EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketleri tarafından yapılacak denetim hizmetinin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olunan kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerden olduğu, bu itibarla söz konusu denetim Ģirketi elemanlarının, Anayasanın 128 inci maddesinde nitelikleri belirtilen “kamu görevlileri” deyimi kapsamına girmediği anlaĢılmaktadır. Öte yandan, denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esasların, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiĢ olması da, Anayasanın 128 inci maddesinin, “kanunla düzenleme” gereğinin yerine getirilmediği anlamına gelmektedir. Kaldı ki, Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde ise yürütme yetki ve görevinin CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği öngörülmüĢtür. Buna göre, Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dıĢında, yasalarla düzenlenmemiĢ bir alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma ve yasayla konulan kuralları değiĢtirme yetkisi verilemez. Yasal düzenlemeler ancak yasa koyucu tarafından kaldırılabilir ya da değiĢtirilebilir. Kaldı ki aynı amaca yönelik olarak 29.12.2010 tarihli ve 6094 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanunun 6 ncı maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 6/C maddesinin son fıkrasının birinci tümcesindeki “…veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir” bölümü ile “Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esaslar, Bakanlık görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” Ģeklindeki ikinci tümcesi Anayasa Mahkemesinin E.2011/27 ve K.2012/101 ve 5 Temmuz 2012 günlü kararı ile iptal edilmiĢtir. Yukarıda açıklandığı üzere söz konusu düzenleme, açıkça Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 4) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un a) 23 üncü Maddesinin Tamamının Anayasaya Aykırılığı 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasına, 25.05.2007 tarihli ve 5669 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle eklenen (e) bendiyle, Anakara BüyükĢehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğünün mülkiyet ve/veya iĢletmesinde bulunan doğal gazın Ģehir içi dağıtımı ile ilgili tüm altyapı tesislerinin, varlık, taĢınır ve taĢınmazlarının hak, alacak ve borçlarının, leh ve aleyhe açılmıĢ olan davalar ile icra takipleri ve iĢ mevzuatına tabi personelin; Ankara BüyükĢehir Belediyesi tarafından 6762 sayılı Kanuna göre kurulacak Ģirkete devredilmesi; Ģirkete Kurul tarafından otuz yıl süreli dağıtım lisansı verilmesi; lisansın geçerlilik süresinin ilk on yılında dağıtım Ģirketinin birim hizmet ve amortisman bedelinin 0,05555 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL, taĢıma bedelinin 0,0077 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL olarak uygulanması; on birinci yıl ve sonrası bu bedellerin Ģirketin teklifi ve Kurulun onayı ile belirlenmesi; Ģirketin asgari yüzde seksen hissesinin Ankara BüyükĢehir Belediyesi tarafından iki yıl içinde özelleĢtirilmesi; iki yıl içinde özelleĢtirilemez ise, dağıtım Ģirketinin hisselerinin yüzde 80‟inin ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığı tarafından özelleĢtirilmesi ve elde edilen gelirlerden, ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığınca özelleĢtirme giderleri düĢüldükten ve kurumlara ödemeler yapıldıktan sonra arta kalan tutarın Ankara BüyükĢehir Belediyesine aktarılması; Belediyenin bu gelirinin öncelikle 4046 sayılı Kanunun 21 inci ve 26 ncı maddelerinde belirtilen, özelleĢtirme uygulaması sonucu doğabilecek iĢ kaybı nedeniyle yapılacak tazminat ödemeleri ile devam eden Ankara Metrosu ve Ankara BüyükĢehir trafik, ulaĢım, su, kanalizasyon ve bunlarla ilgili alt yapı yatırımları için kullanılması öngörülmüĢtür. Bu bağlamda EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz dağıtım faaliyetinin bütün varlıklarıyla birlikte kurulacak bir özel hukuk tüzel kiĢisi üzerinden özelleĢtirilmesinin gerekçesini, EGO Genel Müdürlüğü‟nün BOTAġ‟a ödemediği doğal gaz alım borç ve fer‟ileri ile doğal gaz altyapısı için Hazine garantili kullandığı dıĢ kredileri ödememesinden dolayı Hazineye olan borçları ve Ankara Metrosunun finansmanıdır. EGO‟nun BOTAġ ve Hazine MüsteĢarlığına olan borçlarının faiz ve fer‟ileri ile cezaları, bir sonraki bentte gerekçeleriyle ortaya konacağı üzere söz konusu borçları yasal süresi içinde ödemeyen yasal sorumlularının Ģahıslarında kiĢiselleĢerek, EGO‟nun kurumsal borcu olmaktan hukuken çıkmıĢtır. Ankara Ana UlaĢım Planı, 1994 yılında Ankara BüyükĢehir Belediye Meclisi tarafından kabul edilmiĢ; bu Planda Ankara‟nın geliĢme bölgelerine metro yapılması öngörülerek Kızılay- Çayyolu güzergahı da metro kapsamına alınmıĢ ve metro yapılacağı gerekçesiyle de imara ve nüfus yoğunluğuna açılmıĢtır. Bu tarihten sonra Bilkent Üniversitesi, BaĢkent Üniversitesi, Çankaya Üniversitesi yanında Hazine MüsteĢarlığı, SayıĢtay BaĢkanlığı, Halkbank, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı, Atatürk AraĢtırma Hastanesi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, DanıĢtay BaĢkanlığı, Tarım Bakanlığı ve daha birçok kamu kurum ve kuruluĢu bu güzergaha taĢınmıĢ; Ankara‟nın geliĢim aksı EskiĢehir yönüne yönlendirilerek nüfus yoğunluğu bu yöne kaydırılmıĢ ve Kızılay- Çayyolu Metrosunun tüm zemin etüdleri de buna göre yapılmıĢtır. 1994 yerel seçimleri sonrası Belediye BaĢkanının değiĢmesiyle, proje rafa kalkarak her yıl Kızılay-Çayyolu karayolunun geniĢletilmesi, orta refüjlerinin daraltılması, yeĢillendirilmesi için ihaleler açılmıĢ; ancak sorun halledilememiĢtir. 2000 yılında ise, BüyükĢehir Belediye Meclisi, Ankaray hattının AġTĠ‟den Çayyolu‟na uzatılması kararını almıĢ; ancak Ankaray‟ın nüfus yoğunluğunu taĢımaya yetmeyeceği anlaĢılınca bu projeden de vaz geçilmiĢtir. Nihayet Kızılay-Çayyolu metrosu ihale edilerek 2001 yılından sonra BatıkentSincan, Ulus-Keçiören hatlarıyla birlikte kaba inĢaatına baĢlanmıĢ; ancak bu kez de finansman sorunu yaĢandığından metro inĢaatları durma noktasına gelmiĢtir. Metro inĢaatlarına kaynak yaratmak amacıyla 5669 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle kurulan BaĢkent Doğalgaz Dağıtım A.ġ. üç kez özelleĢtirme ihalesine çıkarılmıĢ; üç milyar ABD Dolar‟ı gelir beklenen ihalelerde verilen en yüksek teklifin 1 milyar 610 milyon ABD Doları olması ve bedellerin ödenmemesi nedeniyle özelleĢtirme gerçekleĢtirilememiĢtir. Bunun üzerine 25.10.2010 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla Ankara Metrosu inĢaatlarının UlaĢtırma Bakanlığına devredilmesi kararlaĢtırılmıĢ; UlaĢtırma Bakanlığıyla 25.04.2011 tarihinde yapılan protokol ile Ankara BüyükĢehir Belediyesi, Ankara Metrosunun yapımını UlaĢtırma Bakanlığı‟na devretmiĢtir. Böylece Ankara Metrosunun yaklaĢık 3 milyar ABD Doları tutarındaki maliyetini UlaĢtırma Bakanlığı üstlenmiĢtir. Bu bağlamda, BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin özelleĢtirme gerekçesi kalmamıĢtır. Ancak, Siyasi Ġktidar, bir yandan, özelleĢtirme sonrası uygulanacak tarifeyi (birim hizmet ve amortisman bedeli 0,05555 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL, taĢıma bedelinin 0,0077 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL), on yıldan sekiz yıla indirirken; diğer yandan kalan yüzde 20 hissenin de özelleĢtirme kapsamına alınarak BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin % 100 hissesinin özelleĢtirilmesini hüküm altına almıĢtır. Doğalgaz dağıtım hizmetleri, beledi görevlerdendir. 5393 sayılı Belediye Kanununun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” baĢlıklı 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde, “… özel hukuk hükümlerine göre tahsili gereken doğal gaz, su, atık su ve hizmet karĢılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak” belediyenin yetki ve imtiyazları arasında sayılmıĢtır. Doğal gaz dağıtım bedeli belediyeler, özellikle de Ankara BüyükĢehir Belediyesi için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Diğer illerimizdeki belediyelerin doğal gaz satıĢ bedeli, 2,5 – 3 cent aralığında değiĢirken; Ankaralı tüketiciler ise doğalgazı 5,2 cent‟ten kullanmaktadırlar. Dahası, doğalgaz dağıtımının sayaç okuma, faturalandırma, faturaları adreslere postalama gibi maliyet unsurları olmadığı gibi tahsilatı geç yapma, tahsilatı yapamamadan dolayı ek maliyetlere katlanma gibi külfetleri de yoktur. Tüketiciler, doğalgazı doğalgaz satıĢ noktalarından bedelini peĢin ödeyerek elektronik kartlara yüklettikten sonra kullanmakta ve dolayısıyla belediyeler ayrıca dolaylı faiz geliri elde etmektedirler. BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin % 100 hissesinin özelleĢtirilmesi, Ankara BüyükĢehir Belediyesini çok önemli bir gelir kaynağından mahrum ederek gelir kaybına uğratmak yanında, özelleĢtirildikten sekiz yıl sonra doğalgaz satıĢ fiyatındaki kamu kontrolünün tamamen ortadan kalkması sonucunda, Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi‟nin ĠDO A.ġ. özelleĢtirmesinde olduğu üzere tüketiciler, bütünüyle dağıtımcı firmanın tekel gücünden kaynaklanan fiyatlama politikalarıyla karĢı karĢıya kalarak istismar edileceklerdir. Bu durum tüketicileri kat ve sıvı yakıt kullanmaya yöneltecek ve Ankara‟da 1980‟lerin sonlarında sokağa çıkma yasağı önlemlerine baĢvurulmasına yol açan hava kirliliği tekrar gündeme gelecektir. Anayasanın 2 nci maddesinde sosyal hukuk devleti ilkesine yer verilmiĢtir. Sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kiĢilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaĢamalarını güvence altına alan, kiĢi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kuran, Ekonomik ve sosyal ve yaĢama devlet müdahalesini meĢru ve gerekli gören, millî gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken önlemleri alan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, güçsüzleri güçlüler karĢısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. Öte yandan, Anayasanın 5 inci maddesinde, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kiĢinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak; insanın maddi ve manevi geliĢmesi için gerekli Ģartları hazırlamaya çalıĢmak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıĢtır. Ankara‟da doğalgaz dağıtım tekelini elinde bulunduran Ankara BüyükĢehir Belediyesi‟nin ticari Ģirketi BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem alınmadan özelleĢtirilmesini öngören ve özelleĢtirilmesinden itibaren sekizinci yılın sonunda, dağıtımcı firmanın karlılık beklentilerine terk eden iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesiyle ve Anayasanın 5 inci maddesinde yer alan Devletin temel amaç ve görevleriyle bağdaĢmamaktadır. Öte yandan, Anayasanın 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu belirtilmiĢ ve çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devlete ve vatandaĢlara ödev olarak verilmiĢtir. Ankara BüyükĢehir Belediyesinin tekel gücüne sahip doğalgaz dağıtım Ģirketinin tüm hisselerinin, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem içermeden özelleĢtirilmesi ve sekizinci yılın sonunda tüketicilerin bütünüyle firmanın tekelci fiyatlama politikasıyla karĢı karĢıya bırakılması, Ankara‟da çevre felaketleri yaĢanmasına yol açacak yakın bir tehlikedir. Bu yönüyle iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 56 ncı maddesine de aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 23 üncü maddesinin tamamı, Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. b) 23 üncü Maddesi ile DeğiĢtirilen 18.04.2001 Tarihli ve 4646 Sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun Geçici 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (e) Bendinin DeğiĢik Üçüncü Paragrafındaki, “BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını oluĢturan tüm bu borçlara ait faizler ile fer‟ileri ve cezaları silinir.” ġeklindeki Ġkinci Tümcesi ile “Ödemenin yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ileri ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile iliĢkilendirilmeksizin terkin edilir.” ġeklindeki Dördüncü Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23 üncü maddesiyle değiĢtirilen 18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin üçüncü paragrafı ile BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketine ait yüzde yüz oranındaki hissenin özelleĢtirilmesine dair hisse satıĢ sözleĢmesi ile elde edilecek gelirden ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığınca yapılan özelleĢtirme giderleri düĢüldükten sonra kalan tutardan; öncelikle EGO Genel Müdürlüğünün 25.05.2007 tarihine kadar olan doğal gaz alım anapara borçları BOTAġ Genel Müdürlüğüne ödeneceği; BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını oluĢturan tüm bu borçlara ait faizler ile fer‟ileri ve cezaların silineceği; BOTAġ Genel Müdürlüğüne ödemenin yapılmasını müteakip kalan tutardan, Hazine Garantisi altında ve dıĢ borcun ikrazı sureti ile EGO Genel Müdürlüğüne doğal gaz uygulama projeleri kapsamında sağlanan dıĢ kredilerden, anlaĢmalar çerçevesinde Hazine MüsteĢarlığı tarafından kreditörlere ödenen tutarların, kreditörlere yapılan ödeme döviz cinsleri üzerinden ödemenin yapılacağı tarihte geçerli olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz satıĢ kuru esas alınarak Hazineye ödeneceği; ödemenin yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ileri ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile iliĢkilendirilmeksizin terkin edileceği kuralları getirilmiĢtir. 20.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun “Kapsam” baĢlıklı 2 nci maddesinde, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idarelerden oluĢan genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin mali yönetim ve kontrolünün 5018 sayılı Kanunun kapsamı içinde olduğu belirtilmiĢ; “Tanımlar” baĢlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde, mahallî idare, “Yetkileri belirli bir coğrafi alan ve hizmetlerle sınırlı olarak kamusal faaliyet gösteren belediye, il özel idaresi ile bunlara bağlı veya bunların kurdukları veya üye oldukları birlik ve idareleri” Ģeklinde ve (h) bendinde kamu gideri ise, “Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iĢ, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal güvenlik katkı payları, iç ve dıĢ borç faizleri, borçlanma genel giderleri, borçlanma araçlarının iskontolu satıĢından doğan farklar, ekonomik, malî ve sosyal transferler, verilen bağıĢ ve yardımlar ile diğer giderleri” biçiminde tanımlanırken; “Hesap verme sorumluluğu” baĢlıklı 8 inci maddesinde, “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermek zorundadır.” denilmiĢtir. Bu hükümlere göre EGO Genel Müdürlüğü, Ankara BüyükĢehir Belediyesine bağlı bir kamu idaresi olarak 5018 sayılı Kanunun kapsamındadır ve yapabileceği kamu giderleri 16.12.1942 tarihli ve 4325 sayılı Ankara Elektrik ve Havagazı ve Adana Elektrik Müesseselerinin Ġdare ve ĠĢletmeleri Hakkında Kanun ile 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununda yer alan görevlere iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun (3/1-h) maddesine göre, “Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iĢ, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal güvenlik katkı payları, iç ve dıĢ borç faizleri, borçlanma genel giderleri, borçlanma araçlarının iskontolu satıĢından doğan farklar, ekonomik, malî ve sosyal transferler, verilen bağıĢ ve yardımlar ile diğer giderler”den oluĢmakta ve 8 inci maddesine göre de EGO Genel Müdürlüğünde her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların yetkili kılınmıĢ mercilere karĢı hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır. Ankara BüyükĢehir Belediyesine bağlı özel bütçeli ve kamu tüzel kiĢiliğine sahip bir kamu kurumu olan EGO Genel Müdürlüğü, Boru Hatları ile Petrol TaĢıma A.ġ. (BOTAġ)‟den veresiye olarak satın aldığı doğalgazı, alıĢ fiyatına genel giderler ve kar marjı ekleyerek abonelerine daha tüketim gerçekleĢmeden elektronik kartlarla ön satım suretiyle peĢin bedelle satmıĢ; ancak abonelerine daha tüketmeden peĢin bedelle sattığı doğalgazın alıĢ bedelini ise yasal süreleri içinde BOTAġ‟a ödememiĢtir. BOTAġ‟ın EGO Genel Müdürlüğünden alacaklarını alamaması BOTAġ‟ı çok yüksek mali yüklerle karĢı karĢıya bırakmıĢ ve zararları Hazine tarafından karĢılanmak durumunda kalınmıĢtır. BOTAġ Genel Müdürlüğü de EGO Genel Müdürlüğünden olan doğalgaz alacaklarına, satıĢ sözleĢmelerinde yer alan hükümlere göre faiz ve fer‟ileri ile gecikme cezası yürütmüĢtür. EGO Genel Müdürlüğünün BOTAġ Genel Müdürlüğüne olan faiz ve fer‟ileri ile ceza borçları, tüketicilere kullanımdan önce peĢin sattığı doğalgaz alım bedellerini süresi içinde ödememesinden kaynaklandığından 5018 sayılı Kanunun (3/1-h) maddesine göre, kanunlara dayanılarak yapılan iç ve dıĢ borç faizleri kapsamına girmemekte ve bu nedenle de hukuken kamu gideri sayılmamaktadır. Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlamak ile mahalli idarelerin hesap ve iĢlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması görevlerini yapan ve mali mevzuatı yorumlama yetkisi bulunan SayıĢtay, kanunlara dayanılarak yapılmayan faiz ödemeleri ve fer‟ileri ile cezaları kamu gideri olarak değerlendirmemekte ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun 7 nci maddesindeki, “Devlet masarifi, bütçe dahilinde Devlet namına ifa edilen veya bir kanunu mahsus ile ifası taahhüt olunan bir hizmet ve hususat karĢılığı olmak üzere Devlet zimmetinde tahakkuk eden borçtur.” Hükmü ile 6085 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen hükümlerine göre sorumlularına tazmin hükmetmektedir. Nitekim, 17.12.2011 tarihli ve 28245 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan SayıĢtay Denetim Yönetmeliğinin “Sorumlular ve sorumluluk halleri” baĢlıklı 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde sorumluların, “Kamu idaresinin yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir Ģekilde yerine getirilmemesi nedeniyle kamu idaresine faiz, tazminat, gecikme zammı, para cezası gibi ek mali külfet getirilmesinden,” sorumlu oldukları belirtilmiĢtir. Bu bağlamda; Dicle Üniversitesi Merkez Örgütüne Bağlı KuruluĢlar Döner Sermaye Saymanlığı 1993 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 13.06.1996 tarih ve 31489 nolu kararda, “Tasarrufu TeĢvik Kanunu gereği Ģahıslardan kesilen ve devlet katkısı eklendikten sonra Ziraat Bankasının ilgili Ģubesine yatırılması gereken Tasarrufu TeĢvik Kesintisi tutarının bankaya zamanında yatırılmaması sebebiyle tahakkuk ettirilen gecikme faizinin gecikmeye sebebiyet veren sayman tarafından tek baĢına ödenmesi gerekirken döner sermaye bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığına”; Araç Belediyesi Saymanlığı 1997 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 22.06.2000 tarih ve 32586 Nolu kararda, “1996 yılında ödenmesi gereken Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu payının 1997 yılında ödenmesi sonucunda yersiz ödenen gecikme cezası ve temerrüt faizine yol açan sorumluların tespiti ile bunlardan tahsilinin sağlanması için konunun ĠçiĢleri Bakanlığına yazılmasına”; Aydın Belediyesi Saymanlığı 2003 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 28.03.2006 tarihli ve 33574 nolu Kararda, “Otopark alanının imar değiĢikliği yapılarak ticaret alanına dönüĢtürülmesine iliĢkin belediye meclisi kararına karĢı açılan davalar iptal ile sonuçlandığı halde, mahkeme kararının gereğini yerine getirmeyip tazminat davası açılmasına ve bunun sonucunda tazminat, faiz ve yargılama gideri ödenmesine sebebiyet verenlerin tespit edilerek haklarında rücu davası açılması için konunun ĠçiĢleri Bakanlığına yazılmasına”; Denizli Merkez Belediye Saymanlığı 1998 yılı hesabının SayıĢtay 3. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 06.05.2003 tarih ve 184 nolu kararda, “1475 sayılı ĠĢ Kanununda yer alan açık hükümlere rağmen, emekli olan iĢçilerin çalıĢırken kullanmadıkları yıllık izin paralarının bir neden olmaksızın ödenmemesi sonucu, iĢçilerin yargı yoluna baĢvurduğu ve yargı kararı sonucu belediyenin izin paraları yanında yasal faiz ve masrafları da ödemek durumunda kaldığı anlaĢılmıĢtır. 1475 sayılı Kanun hükümlerine aykırı bir Ģekilde hak sahibi iĢçilere yıllık ücretli izin paralarının ödenmemesi sonucu belediyeyi ek masrafa sokan sorumlulara fazla ödeme tutarının ödettirilmesine”; Trabzon Belediye Saymanlığı 2002 yılı hesabının SayıĢtay 7. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 03.05.2005 tarih ve 9620 nolu kararda, “Belediyeden emekli olan iĢçilerin kendilerine ait tasarruf kesintileri ile nemalarını yaptıkları baĢvuruya rağmen belediyeden alamamaları nedeniyle açtıkları davaların sonucunda; belediye bütçesinden ana tutar haricinde ödenmek zorunda kalınan faiz, gider ve vekalet ücretleri toplamının sorumluluğu üstlenen Belediye BaĢkanı ve BaĢkan Yardımcısına ödettirilmesine”; Bartın Orman ĠĢletmesi Döner Sermaye Saymanlığı 1996 yılı hesabının SayıĢtay 8. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 09.03.1999 tarih ve 4136 nolu Kararda, “Ayrıca, tahsil edilen Katma Değer Vergileri ĠĢletmenin ödeneği veya karı olmayıp Vergi Dairesine yatırılmak üzere emaneten tahsil edildiğinden kasa ya da banka mevcutlarının son ödeme gününde yeterli bakiyeyi verecek Ģekilde nakit hareketlerinin düzenlenmesi sorumluların görevidir. Açıklanan nedenlerle gecikme cezasının bütçeden ödenmesinin mümkün olmadığına”; karar vermiĢtir. Bu bağlamda, EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz borçlarının yasal süreleri içinde BOTAġ‟a ödenmemesinden kaynaklanan borç faizi ve fer‟ileri ile cezaları, 1050 ve 5018 sayılı Kanunlara göre hukuksal anlamda bir kamu gideri değil, borçları yasal süreleri içinde ödemeyerek faiz ve ferileri ile cezalara neden olan Ankara BüyükĢehir Belediye BaĢkanı ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal sorumluların Ģahıslarında kiĢiselleĢmiĢ özel borçtur ve SayıĢtay‟ın yerleĢmiĢ içtihatlarına göre de sorumluları söz konusu kiĢisel borçları BOTAġ‟a ödemekle yükümlüdür. Dolayısıyla, bir kamu kurumu olan ve zararları Hazine tarafından karĢılanıp, kârları Hazineye devredilen BOTAġ‟ın EGO Genel Müdürlüğünden olan alacaklarının zamanında ödenmemesinden kaynaklanan faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesi EGO Genel Müdürlüğünün değil, hukuksal olarak yasal sorumlularının Ģahıslarında kiĢiselleĢmiĢ borçlarının silinmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda, Hazine‟nin gelir kaybına uğratılması yerine, BOTAġ alacaklarının EGO‟nun özelleĢtirme geliri üzerinden BOTAġ‟a ödenmesi ve ödendikten sonra da borç faizi ve fer‟ileri ile cezalara neden olan yasal sorumlularına rücu edilmesi gerekeceği her türlü tartıĢmanın dıĢındadır. Yine aynı Ģekilde, EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz uygulama projeleri kapsamında dıĢ kreditörlerden temin ettiği Hazine garantili borçları zamanında ödememesi nedeniyle Hazine tarafından ödenmesi sonucu, Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ilerden kaynaklanan alacakları da aynı mahiyettedir. Dolayısıyla, 70 milyonu ilgilendiren Hazine alacağının bütçenin gelir ve gider hesapları ile iliĢkilendirilmeksizin terkin edilmesi değil, özelleĢtirme gelirinden tahsil edilmesi ve tahsil edildikten sonra da dıĢ kredi borçlarını zamanında ödemeyen sorumlularına rücu edilmesi gerekir. EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz tüketicilerinden peĢin olarak topladığı paraları, doğalgaz ve kredi borçlarına ödemek yerine, görevi olmayan alanlarda harcamalarda bulunması, Ankara BüyükĢehir Belediyesi bütçesini ilgilendiren mevzuata aykırı, hukuken sorunlu ve savurgan harcamalarını, SayıĢtay denetiminden kaçırmak için EGO Genel Müdürlüğü bütçesinden ödemesi, sorumluların sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Anayasanın 2 nci maddesinde hukuk devleti, 10 uncu maddesinde ise yasa önünde eĢitlik ilkelerine yer verilmiĢtir. Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında “yasaların kamu yararına dayanması” ilkesi bulunmaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düĢüncesi olmaksızın, baĢka bir deyimle yalnızca belli kiĢilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. Dolayısıyla çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olur ve iptali gerekir. SayıĢtay‟ın yerleĢmiĢ içtihadına göre, Ankara BüyükĢehir Belediye BaĢkanı ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal sorumluların Ģahıslarında kiĢiselleĢmiĢ bulunan BOTAġ ve Hazine‟ye faiz ve fer‟ileri ile ceza borçlarının silinmesi ve terkin edilmesini öngören düzenlemede kamu yararı olmadığı ve yasal sorumlularının yararına buna karĢın toplumun zararına sonuç doğurduğu açık olduğundan, iptali istenen kurallar Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Hukuk Devletinin bir baĢka unsuru ise yasalarda "genellik" ilkesine uyulmasıdır. Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı kararında da vurgulandığı üzere “yasaların genelliği ilkesi”, özel, aktüel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli bir kiĢi ya da kiĢileri hedef almayan, aynı durum ve statüde olan herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu kılar. Ġptali istenen düzenlemenin gerçek amacı, EGO Genel Müdürlüğünün BOTAġ‟a olan borç ödemeleri ile doğal gaz uygulamaları için kullandığı Hazine garantili dıĢ borç anapara ödemelerini yasal süreleri içinde ödememesinden dolayı BOTAġ ile Hazinenin yürüttüğü faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesi ve terkin edilmesidir. BOTAġ‟tan sadece Ankara BüyükĢehir Belediyesine bağlı EGO Genel Müdürlüğü doğal gaz satın almamakta ve doğal gaz uygulamaları ya da baĢka ihtiyaçlar için sadece EGO Genel Müdürlüğü Hazine garantili dıĢ borç kullanmamaktadır. Diğer belediyelerin doğalgaz dağıtım kurumları da BOTAġ‟tan doğal gaz satın alır ve Hazine garantili dıĢ borç kullanır ve doğal gaz bedelleri ile dıĢ borç ödemelerini yasal süreleri içinde öderlerken; Ankara BüyükĢehir Belediyesinin borçlarını yasal süresi içinde ödememesi yetmezmiĢ gibi bir de borçlara iliĢkin tahakkuk etmiĢ bulunan faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesini öngören yasal düzenleme, silinmesi öngörülen borç ister SayıĢtay içtihatlarında belirtildiği üzere yasal sorumluların uhdesinde ĢahsileĢmiĢ kiĢisel borç, ister kurumsal borç olsun, yasa koyucunun kiĢiye özgü bir düzenleme gerçekleĢtirerek yasaların genelliği ilkesinden ayrılmıĢ olduğunu ortaya koyar. Bu durum, Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen “hukuk devleti” ilkesi ile bu açıdan da bağdaĢmadığı gibi Anayasanın 10 uncu maddesindeki yasa önünde eĢitlik ilkesine de aykırılık oluĢturur. Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere yasa önünde eĢitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemekle birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda olanlara aynı, farklı durumlarda olanlara farklı kuralların uygulanmasını ve böylece ayrıcalıklı kiĢi ve toplumların yaratılmasını engellemeyi içermektedir. BaĢka bir anlatımla, kiĢisel durumları ve nitelikleri özdeĢ olanlar arasında, konulan kurallarla değiĢik uygulamaların yapılmaması gerekmektedir. BOTAġ‟tan doğal gaz alan ve Hazine garantili dıĢ borç kullanan diğer belediyelerin faiz ve fer‟ileri ile ceza borçları silinmez ve terkin edilmezken; EGO Genel Müdürlüğünün yasal sorumluları uhdesinde kiĢiselleĢerek ĢahsileĢmiĢ borçlarının yasayla silinmesi ve terkin edilmesi, “kanun önünde eĢitlik” ilkesine aykırılık oluĢturmaktadır. Hukuk devleti ilkesinin diğer bir unsuru ise hukukun evrensel ilkelerine bağlılıktır. Hukukun evrensel ilkeleri arasında “sözleĢmeye bağlılık” ilkesi de bulunmaktadır ve nitekim hukukumuzda sözleĢmeye bağlılık (Ahte Vefa – Pacta Sund Servanda) ve sözleĢme serbestliği ilkeleri kabul edilmiĢtir. Bu ilkelere göre sözleĢme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalı; sözleĢme koĢulları borçlu için sonradan ağırlaĢmıĢ, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değiĢmiĢ olsa bile borçlu sözleĢmedeki edimini aynen ifa etmelidir. BOTAġ Genel Müdürlüğü ile Hazine MüsteĢarlığı söz konusu faiz ve fer‟ileri ile cezaları EGO Genel Müdürlüğü ile yapmıĢ oldukları sözleĢme hükümlerine göre tahakkuk ettirdiklerine ve sözleĢmelerin yapıldığında karĢılıklı edimler arasında olan denge sonradan Ģartların olağanüstü değiĢmesiyle büyük ölçüde EGO Genel Müdürlüğü aleyhine katlanılamayacak derecede değiĢmediğine göre, sözleĢme hükümlerine göre tahakkuk ettirilen BOTAġ ve Hazine alacaklarının yasa ile silinerek BOTAġ ve Hazinenin ve dolayısıyla kamunun, Ankara BüyükĢehir Belediye BaĢkanı ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal sorumlular lehine zarara uğratılması “sözleĢmeye bağlılık” ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesiyle bu açıdan da bağdaĢmaz. Faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesine ve terkin edilmesine iliĢkin hükümlerin 18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinde önceden de yer alıyor olması, önceden yer alanın Anayasaya uygun olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, Ģimdikini de Anayasaya aykırılıktan kurtaramaz. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23 üncü maddesiyle değiĢtirilen 18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin üçüncü paragrafındaki, “BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını oluĢturan tüm bu borçlara ait faizler ile fer‟ileri ve cezaları silinir.” Ģeklindeki ikinci tümcesi ile “Ödemenin yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ileri ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile iliĢkilendirilmeksizin terkin edilir.” Ģeklindeki dördüncü tümcesi Anayasanın 2 nci ve 10 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 5) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 34 üncü Maddesiyle 01.07.2005 Tarihli ve 5378 Sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun Geçici 2 nci ve 3 üncü Maddelerinde Yer Alan “yedi yıl” Ġbarelerini “sekiz yıl” ġeklinde DeğiĢtiren Ġbare ile Geçici 3 üncü Maddesine Eklenen Ġkinci Fıkrasının Üçüncü Tümcesi ve Üçüncü Fıkrasının Ġlk Tümcesinin BaĢlangıcındaki, “Sürenin bitiminden itibaren …” Ġbaresinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde değiĢiklik öngörülen 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun 07.07.2005 tarihli ve 25868 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Anılan Kanunun 6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle değiĢtirilmeden önceki geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddeleri; “GEÇĠCĠ MADDE 2 - Kamu kurum ve kuruluĢlarına ait mevcut resmî yapılar, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeĢil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kiĢiler tarafından yapılmıĢ ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin eriĢebilirliğine uygun duruma getirilir.” “GEÇĠCĠ MADDE 3- BüyükĢehir belediyeleri ve belediyeler, Ģehir içinde kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu taĢıma hizmetlerinin özürlülerin eriĢilebilirliğine uygun olması için gereken tedbirleri alır. Mevcut özel ve kamu toplu taĢıma araçları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlüler için eriĢilebilir duruma getirilir.” Ģeklinde hüküm altına alınmıĢtır. 07.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kanunda öngörülen yedi yıllık süre 08.07.2012 tarihinde dolmuĢtur. Aradan geçen yedi yıl içinde Yasada öngörülen engellilerin eriĢimine iliĢkin dönüĢümü sağlayamayan Siyasal Ġktidar, 04.07.2012 tarihli ve 6353 Kanunun 34 üncü maddesiyle 5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerindeki yedi yıllık süreyi bir yandan sekiz yıla çıkarırken, diğer yandan iki yıl ek süreyle on yıla uzatmayı öngören değiĢiklikler yapmıĢtır. 5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde sözü edilen “eriĢilebililik” kavramı, engelli kimselerin fiziki çevreye, ulaĢım hizmetlerine, bilgi ve iletiĢim teknolojileri ve sistemlerine (ICT), ve diğer imkân ve hizmetlere baĢkalarıyla aynı Ģartlarda eriĢebilmesini ifade eder. EriĢilebilirlik sosyal, kültürel ve ekonomik yaĢama katılabilmenin ve Anayasada tanınan tüm hak ve özgürlüklerden yararlanabilmenin önkoĢuludur. Engellilerin eriĢilebilirlik sorunun çözülmediği bir ülkede, en temel insan haklarından eğitim hakkının, sağlık hakkının, sosyal ve kültürel yaĢama katılma hakkının ve seyahat özgürlüğünün engellilere tanınmadığı ve engellilerin özgürlüklerinin ihlal edildiği bir gerçektir. Engelli bireylerin yaĢama tam ve etkin katılımı için ön koĢul, karĢılaĢtıkları engellerin kaldırılmasıdır. Engellerin kaldırılmasının da ilk basamağını eriĢebilirlik oluĢturmaktadır. Zira, engelli bireyin yaĢama tam ve etkin katılabilmesi için öncelikle yaĢadığı konutun dıĢına çıkabilmesi gerekir. Konut dıĢı kamuya açık alan, kamu hizmeti verilen alan engellilerin eriĢebilirliğine uygun değilse, engelliler açısından temel insan haklarından yaralanma süreci de iĢleyemez. Kaldırım, okul, park, bahçe, sinema, adliye binası, vergi dairesi, stad, spor salonu, toplu taĢıma aracı v.b. engelliler için eriĢilebilir değilse, engelli bireylerin temel hak ve hürriyetlerden ve anayasa ile güvence altına alınan diğer haklardan yararlandıkları ileri sürülemez. Ülkemiz engellilerinin, engelli olmayan bireylerle kıyaslandığında okur yazarlık dahil, eğitim oranlarının çok düĢük olduğu, iĢsizlik oranının engelli bireylerde Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğu ve ülkemiz nüfusunun yüzde onu engelli olmasına rağmen, görünür olmadıkları kamuoyunun malumudur. Bu durum, engellilerin temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğinin açık kanıtıdır. Anayasanın BaĢlangıcının altıncı fıkrasında, her Türk vatandaĢının Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerden eĢitlik ve sosyal adalet ilkeleri gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliĢtirme hak ve yetkisine sahip olduğu kuralına yer verilmiĢ; 2 nci maddesinde sosyal hukuk devleti Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢ; 5 inci maddesinde Devletin temel amaç ve görevlerinin, kiĢilerin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliĢmesi için gerekli Ģartları hazırlamaya çalıĢmak olduğu belirtilmiĢ ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında kanun önünde eĢitlik ilkesine yer verildikten sonra, üçüncü fıkrasında ise çocuklar, yaĢlılar, özürlüler, harp ve vazife Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak önlemlerin eĢitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınmıĢtır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kiĢilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaĢamalarını güvence altına alan, kiĢi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, engellilerin de ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katılmaları, eğitim ve istihdam olanaklarından yararlanarak kendilerini gerçekleĢtirebilmeleri için önlemler alan, onların insan onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, güçsüzleri güçlüler karĢısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. ÇağdaĢ devlet anlayıĢı sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasanın özüne ve ruhuna uygun biçimde kurularak iĢletilmesini, bu yolla tüm bireylerin refah, huzur ve mutluluğunun sağlanmasını gerekli kılar. 5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde yer alan resmî yapıları, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeĢil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile toplu taĢıma araçlarını yedi yıl içinde engellilerin eriĢebilirliğine ve dolayısıyla yaralanmasına açma yükümlülüğü, Siyasi iktidarın yönetimi altındaki merkezi idare ile idari vesayet yetkisine sahip olduğu belediyelere verilmiĢtir. Yasanın yürürlüğe girdiği 2005 yılında yeni doğan engelliler, ilköğretim çağına; ilköğretim çağında olanlar ortaöğretim çağına, ortaöğretim çağında olanlar ise yüksek öğrenim sonrası çalıĢma yaĢamına atılma çağına gelmiĢler; ancak, Siyasal iktidarın yasa ile yükümlülük altına girdiği görevlerini yapmamasından dolayı, engellilerin büyük bir çoğunluğu engel grubuna göre en temel eğitim ve öğretim hakkından yararlanamamıĢlar; sosyal, kültürel ve ekonomik yaĢama katılamamıĢlar ve kendilerini gerçekleĢtirme olanaklarına eriĢememiĢlerdir. Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci ve 5 inci maddelerinde Devlete yüklenen görevleri, Siyasal Ġktidar yerine getirmemiĢtir. Yedi yılın dolduğu, 08.07.2012 tarihinin bir yıl ertelenmesini ve idari kararlarla iki yıl daha ertelenme olanağı getirilerek, engellilerin yaĢama katılmalarının üç yıl ötelenmesini öngören iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci ve 5 inci maddelerine aykırıdır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde, hakkın kötüye kullanılmaması, iyi niyet, sözleĢmeye bağlılık, ayrımcılık yapılmaması, ölçülülük, kazanılmıĢ hakları saygı, haklı beklentilerin korunması, yasaların geriye yürümezliği, hukuk güvenliği, adalet, eĢitlik, yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel düzeyde kabul gören hukukun üstün kuralları anlaĢılmaktadır. 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunla, Türkiye Cumhuriyetinde yaĢayan engelli vatandaĢlara, engelsiz yurttaĢların eriĢebildiği temel hak ve özgürlüklere eriĢimin sağlanabilmesinin fiziksel Ģartlarının yedi yıl içinde yaratılması öngörülerek Devlet yükümlülük altına sokulmuĢ ve bu durum engelli yurttaĢlar tarafından sevinçle karĢılanarak haklı bir beklenti içine sokulmuĢlardır. 12.09.2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle Anayasanın 10 uncu maddesine eklenen üçüncü fıkra, engellilerin haklı beklentilerini pekiĢtirmiĢtir. 2005 yılında yürürlüğe girmiĢ bir yasanın gereklerini 7 yıl içinde yerine getirmeyen yürütme organı ile idari makamların görev ihmalinin sonuçlarını gidermek yasama organının görevleri arasına girmemelidir. Yedi yıllık geçiĢ süreci içinde yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen siyasal iktidarın yedi yılın dolduğu 08.07.2012 tarihinin bir yıl ertelenmesini ve idari kararlarla iki yıl daha ertelenme olanağı getirilerek, engellilerin yaĢama katılmalarının üç yıl ötelenmesini öngören yasal düzenleme, engellilerin haklı beklentilerini ortadan kaldırmakta ve yasama yetkisinin/hakkının kötüye kullanımı anlamına geldiğinden Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın 10 uncu maddesinde yer verilen yasa önünde eĢitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur ve bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eĢitlik öngörülmüĢtür. EĢitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiĢilerin yasalar karĢısında aynı iĢleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kiĢi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karĢısında eĢitliğin ihlali yasaklanmıĢtır. Engellilerin engelleri, Anayasa ile tanınan haklardan yararlandırılmayacağı anlamına gelmediği gibi, bu haklardan eĢitlik ilkesi gereğince yararlanabilmeleri için engelliler için alınacak önlemler eĢitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Yedi yıllık geçiĢ süreci içinde engellilerin eriĢebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde eriĢebilirliğin sağlanmasının üç yıl ötelenmesi, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı düĢer. BirleĢmiĢ Milletler (BM)‟in 13 Aralık 2006 tarihli oturumunda oylamasız kabul edilen Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme‟yi Türkiye 30.03.2007 tarihinde New York‟ta imzalamıĢ ve 03.12.2008 tarihli ve 5825 sayılı Kanun ile onaylanmasını uygun bulmuĢ; Engellilerin Hakları SözleĢmesi‟nin Ġhtiyari Protokolü ise Bakanlar Kurulu‟nun 27.05.2009 tarih ve 2009/15137 sayılı kararıyla onaylanmıĢtır. Engellilerin Hakları SözleĢmesi, bir bütün olarak engellilerin insan hak ve özgürlüklerinin tümünden diğerleriyle eĢit biçimde yararlanmalarının sağlanmasını amaçlamaktadır. Doğal ve insan eliyle yaratılan fiziksel çevrenin, bu çevrelerde verilen hizmetlerin engelli olmayan insanlara göre tasarlanmasının engelliler üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların ortadan kaldırılmasına yönelik alınacak devlet önlemleri, SözleĢme‟nin pek çok hükmünde ayrıntılı olarak yer almıĢtır. SözleĢme‟nin 4 üncü maddesinde tüm hak ve özgürlüklere iliĢkin devlet yükümlülükleri sıralanmıĢ, bunun yanı sıra “EriĢebilirlik” (md. 9), “Bağımsız yaĢayabilme ve topluma dahil olma” (md. 19), “KiĢisel hareketlilik” (md. 20), “DüĢünce ve ifade hürriyeti ve bilgiye eriĢim” (md. 21), “Siyasal ve toplumsal yaĢama katılım” (md. 29), “Kültürel yaĢama, dinlenme, boĢ zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım”(md. 30) haklarını düzenleyen hükümlerde özel olarak alınması gereken tedbirlere yer verilmiĢtir. Eğitim, sağlık, çalıĢma gibi haklarla ilgili hükümlerde de fiziksel anlamda eriĢebilirlik ile verilen hizmetlere eriĢim ayrıca vurgulanmıĢtır. Türkiye, SözleĢme‟ye taraf olmakla birlikte engellilerin eriĢebilirliği konusunda yasal, idari, yargısal ve diğer her türlü önlemin alınması çalıĢmalarını baĢlatma, bundan önce baĢlatılan iyileĢtirme ve hizmetleri hızlandırma yükümlülüğü altına girmiĢ; fakat SözleĢme‟nin onaylanmasından bu yana geçen 3 yıllık sürede sınırlı bir takım iyileĢtirmeler dıĢında önemli bir geliĢme ortaya konmamıĢtır. Bu yasal düzenlemeyle de engellilerin SözleĢme düzeyine varacak kadar ileriye taĢınması gereken hakları geriletilmektedir. Türkiye‟nin Engelli Hakları Komitesi‟ne henüz teslim etmediği, fakat yakın tarihte verilmesi gereken ülke raporuna iliĢkin Komite değerlendirmelerinde bu düzenlemenin sorun yaratacağı açıktır. Çünkü, devletin bir takım plan ve programlara bağlı olarak yerine getirebileceği bu tür önlem ve uygulamaların aĢamalı olarak yapılmasının anlamı, sürekli ertelemelerle devlete vakit kazandırmak ve geriye gidiĢi temsil eden düzenlemelere geçit vererek engellilerin hayata katılımlarını daha da ötelemek anlamına gelmektedir. Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ milletlerarası anlaĢmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dava açılamayacağı ve temel hak ve özgürlüklere iliĢkin milletlerarası anlaĢmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuĢmazlıklarda anlaĢma hükümlerinin esas alınacağı kurallarına yer verilmiĢtir. SözleĢmenin onaylanmasından üç buçuk yıl geçmesine rağmen, engellilerin eriĢebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde yasayla öngörülen eriĢebilirliğin sağlanmasının üç yıl ötelenmesi, Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır. 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34 üncü maddesiyle 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerinde yer alan “yedi yıl” ibarelerini “sekiz yıl” Ģeklinde değiĢtiren ibare ile geçici 3 üncü maddesine eklenen ikinci fıkrasının üçüncü tümcesi ve üçüncü fıkrasının ilk tümcesinin baĢlangıcındaki, “Sürenin bitiminden itibaren …” ibaresi, Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 5 inci, 10 uncu ve 90 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. 6) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 45 inci Maddesiyle 03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrasının; a) (a) Bendinin Ġkinci ve Üçüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 45 inci maddesiyle 03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasında, “Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:” denildikten sonra birinci tümcesinde, “Düzenlilik denetimi, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespitini kapsayacak Ģekilde yapılır.” denilmiĢ; devamında ise, “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan görüĢ farklılıklarının nasıl giderileceği hususu SayıĢtay tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükümlerine yer verilmiĢtir. 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrada “Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:” denildiğine ve (a) bendi de “Düzenlilik denetimi” ibaresiyle baĢladığına göre, (a) bendindeki hüküm SayıĢtayın hem parlamentoya düzenlilik denetimi kapsamında sunacağı “SayıĢtay raporları”nı, hem de Anayasanın 160 ıncı maddesi ile 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre düzenleyeceği, “Yargılamaya esas rapor”ları kapsamaktadır. Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararına göre, bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüĢülüp oylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgilidir ve bunlar devlet bütçesinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uyulması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ ilkelerdir. Bütçelerin; ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi, yatırımların teĢvik edilmesi, ekonomik büyümenin sağlanması gibi hedeflere ulaĢmada iĢlevini görebilmesi için, hazırlanması, görüĢülmesi, uygulanması ve denetiminde bütçe ilkelerine uyulmasını zorunlu kılmaktadır. 5018 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde, bütçelerin kurumsal, iĢlevsel ve ekonomik sonuçların görülmesini sağlayacak, gelir ve giderlerin ekonomik ve mali analizinin yapılmasına imkan verecek, hesap verilebilirliği ve saydamlığı sağlayacak Ģekilde Maliye Bakanlığınca uluslararası standartlara uyumlu olarak belirlenen sınıflandırma sistemine göre hazırlanacağı ve uygulanacağı hüküm altına alınmıĢtır. Bu çerçevede oluĢturulan Analitik Bütçe Sınıflandırması; giderlerin kurumsal, fonksiyonel, finansman tipi ve ekonomik sınıflandırmasına dayanmaktadır. Bütçenin temelini oluĢturan fonksiyonel sınıflandırma, kamusal faaliyetleri esas almakta ve devlet faaliyetlerinin türünü göstermektedir. Fonksiyonel sınıflandırma, dört düzeyli bir kod grubundan oluĢmaktadır. I. düzey, kamu faaliyetlerini on ana fonksiyona ayırmaktadır. Ana fonksiyonlar, II. düzeyde alt fonksiyonlara bölünmektedir. III. düzey kodlar, nihai hizmetleri göstermekte; boĢ bırakılan IV. Düzey ise, özel olarak izlenmesi gereken kamusal projeler için tahsis edilmiĢ bulunmaktadır. Devletin bir faaliyette bulunabilmesi, söz konusu faaliyete bütçe ile ödenek tahsis edilmesinden geçmekte; ödenek tahsis edilmeyen, personel, hizmet binası, demirbaĢ malzeme vb. özgülenmeyen hiçbir kamu faaliyetinin yürütülmesi mümkün olmamaktadır. Nitekim, 5018 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin (n) bendinde “Kamu hizmetleri, bütçelere konulacak ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiĢ yöntem, ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleĢtirilir.” denilirken; (o) bendi, “Bütçelerde, ödenekler belirli amaçları gerçekleĢtirmek üzere tahsis edilir.” hükmüne yer verilmiĢtir. Kamusal faaliyetlere ödenek tahsis etmek, parlamentonun bütçe hakkının kapsamında olduğundan, kamusal faaliyetler ile faaliyetleri yürütmek için yapılan iĢlemleri denetlemek de bütçe hakkının kapsamındadır. Bu bağlamda, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetlerin düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemeyeceğine iliĢkin düzenleme, doğrudan parlamentonun bütçe hakkına yapılmıĢ açık bir saldırıdır. Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararında vurgulandığı üzere, bütçenin denetlenmesi ile ilgili uyulması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ bütçe ilkeleri vardır. Nitekim, 5018 sayılı Kanunda SayıĢtay denetiminin düzenlendiği 68 inci maddenin ikinci fıkrası, “DıĢ denetim, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;” Ģeklinde baĢlarken; 6085 sayılı Kanunun “Denetimin genel esasları” baĢlıklı 35 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “Denetim genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.” kuralına yer verilmiĢtir. Parlamentonun “bütçe hakkı” kapsamında SayıĢtaylar tarafından yapılacak denetimlere iliĢkin göndermede bulunulan uluslararası denetim standartları ile ifade edilen SayıĢtaylar açısından INTOSAI Denetim Standartlarıdır. INTOSAI Denetim Standartlarının (DS); 1.0.38 Nolu DS: “SayıĢtay denetiminin kapsamı düzenlilik ve performans denetimini içerir.” Ģeklinde iken; 1.0.38 Nolu DS: “Düzenlilik denetimi Ģunları içerir: a) Sorumlu kurumların mali hesap verme sorumluluklarının, mali kayıtların incelenmesi, değerlendirilmesi ve mali tablolar hakkında kanaat (görüĢ) belirtilmesi de dahil olmak üzere doğrulanması (tasdik edilmesi); b) Bir bütün olarak devlet yönetiminin mali hesap verme sorumluluğunun doğrulanması; c) Mali sistemlerin ve iĢlemlerin ilgili kanun ve düzenlemelere uygunluğunun değerlendirilmesi de dahil olmak üzere denetimi; d) Ġç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi; e) Denetlenen kuruluĢlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi; f) Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve SayıĢtayca açıklanması gerekli görülen konuların rapor edilmesi;” biçiminde düzenlenmiĢ; 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesi ise, “(1) SayıĢtay denetimi, düzenlilik denetimi ve performans denetimini kapsar. (2) Düzenlilik denetimi; a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti, b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluĢturan ve ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüĢ bildirilmesi, c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi, suretiyle gerçekleĢtirilir. (3) Performans denetimi; hesap verme sorumluluğu çerçevesinde idarelerce belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi suretiyle gerçekleĢtirilir. (4) Bu denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden kaynaklanan ve açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.” Ģeklinde kurallaĢtırılmıĢtır. Ġptali istenen, “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez.” tümcesinin; INTOSAI‟nin düzenlilik denetimi kapsamında gördüğü ve standart hale getirdiği, “Ġç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi; Denetlenen kuruluĢlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi ve Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve SayıĢtayca açıklanması gerekli görülen konuların rapor edilmesi;” standartları ile 6085 sayılı Kanunun 36 ncı maddesi kapsamında SayıĢtayın düzenlilik denetimi yapmasını sınırlandırmak üzerinden parlamentonun yürütme organı ile idarenin kamu kaynaklarının kullanımına iliĢkin hesapverme sorumluluğunu görüĢmesini engellemeyi amaçladığı çok açıktır. Bu itibarla, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 7 nci ve 87 nci maddeleri ile 112 nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır. Öte yandan, iptali istenen düzenlemeler, yargılamaya esas rapor üzerinden SayıĢtayın sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama yetkisini de sınırlandırmaktadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesine yeni hizmet binası yapılmıĢ ve bedeli hakediĢlerle bütçeden ödenmiĢtir. Dar anlamıyla hesap ve iĢlem, giderin ödemeye bağlandığı ödeme emri belgesi ve ekindeki hakediĢ raporları ile muhasebe belge ve kayıtlarını ve muhasebe kayıtlarından üretilen mali tabloları içermektedir. Ancak, hizmet binası yapılmasına iliĢkin faaliyet, yer seçiminden, seçilen yerin imar durumuna, yaklaĢık maliyetin hazırlanmasından iĢin ihalesine, yer tesliminden iĢe baĢlanmasına, iĢ programından ödenek dilimlerine, süre uzatım kararlarından fiyat farkı ödemelerine, hak ediĢ belgesindeki imalat miktarlarının metrajlarından kübaj hesaplamalarına, ataĢmanlardan yeĢil defterlere ve kesin hesaba kadar bir yoğun iĢ, iĢlem, idari karar ve faaliyeti kapsamaktadır. Ġptali istenen düzenlemeyle, örneğin, binanın yapıldığı yerin bataklık veya imarsız olması ya da yüklenicinin iĢ programının değiĢtirilmesi gibi idari kararlar, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetler kapsamındadır Ģeklinde değerlendirmeye açık hususlardır. Oysa, inĢaatın yapılacağı yerin bataklık veya imarsız olması ya da yüklenicinin iĢ programının idari kararla değiĢtirilmesi, hukuki niteliğine göre yükleniciye ödenecek tutarı değiĢtirerek bütçe giderini doğrudan etkilemektedir. Bütçe giderinin mevzuata göre ödenmesi gerekenden fazla olması ise, SayıĢtaya Anayasanın 160 ıncı maddesi ile verilen sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevi kapsamındadır. Bunun içindir ki INTOSAI‟nin 1.0.38 Nolu DS: “Denetlenen kuruluĢlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi;” Ģeklindedir. Bu bağlamda, iptali istenen düzenleme Anayasanın 160 ıncı maddesine de aykırıdır. Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan görüĢ farklılıklarının nasıl giderileceği hususu, nasıl olsa SayıĢtay tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek ve dolayısıyla SayıĢtay hazırlayacağı yönetmeliği tüm bu hususları gözeterek çıkarsın denilebilir. Düzenlemenin kendisi Anayasaya aykırı iken, yönetmelikle yapılacak düzenleme, yasanın Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırılamaz. Çünkü, hukuk hiyerarĢisinde yönetmelik yasaya uygun olmak durumundadır. Kaldı ki, Anayasanın 160 ıncı maddesinin birinci fıkrasında SayıĢtay denetiminin kapsamı, “bütün gelir ve giderleri ile malların” denetimi olarak belirlenerek gelir, gider ve malları ilgilendiren bütün iĢ, iĢlem, faaliyet ve kararlar SayıĢtay denetiminin kapsamına alınmıĢ; dördüncü fıkrasında ise, denetim usullerinin kanunla düzenleneceği kuralı getirilmiĢtir. Öte yandan, Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 123 üncü maddesinde ise idarenin kuruluĢ ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kurala bağlanmıĢtır. Anayasa denetim usullerinde dahi yasallık kuralı arar ve idarenin kanuniliği ilkesi idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılarken; denetimin kapsamının yasayla düzenlenmek yerine hiçbir ölçü getirilmeden ve çerçeve çizilmeden yönetmeliğe bırakılması, Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırı olmanın yanında, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurduğundan Anayasanın 7 nci maddesine, idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaĢmadığından da 123 üncü maddesine aykırılık oluĢturur. Ayrıca, yasada SayıĢtay denetimin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile görüĢ farklılığının ortaya çıkacak olmasından söz edilmesi, SayıĢtay denetiminin kapsamına kamu idarelerinin müdahale etmesini baĢtan kabul etmek demektir ki, bu durum SayıĢtayın ve denetçinin bağımsızlığıyla bağdaĢmamanın yanında, yürütme organı ile idareye SayıĢtay denetiminin kapsamını belirleme ve giderek SayıĢtayı denetim bulgularını örtbas etmeye ve değiĢtirmeye zorlama gücü vermektedir. Oysa, 6085 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, “SayıĢtay; bu Kanun ve diğer kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama iĢlerini yaparken iĢlevsel ve kurumsal bağımsızlığı olan bir kurumdur.” denilmekte; INTOSAI‟nin 2.2.2 nolu Denetim Standardı, “Denetçi ve SayıĢtay bağımsız olmalıdır.” ilkesini içerirken; 2.2.14 nolu Denetim Standardı ise, “SayıĢtayın, görevinin yürütülmesine iliĢkin olarak yürütme organından talimat almaması bağımsızlığı açısından önemlidir. SayıĢtay denetim yapmaya veya yaptığı denetimin, kapsamını, biçimini değiĢtirmeye denetimden kaçınmaya, denetim bulgularını, sonuç ve tavsiyelerini örtbas etmeye veya değiĢtirmeye zorlanmamalıdır.” Ģeklindedir. Denetlenen idarelere SayıĢtay tarafından yapılacak düzenlilik denetiminin kapsamına müdahil olma yetkisi vererek, SayıĢtayın ve denetçinin bağımsızlığını ortadan kaldıran ve SayıĢtayı denetimden kaçınmaya, denetim bulguları ile sonuç ve tavsiyelerini örtbas etmeye veya değiĢtirmeye zorlayan iptali istenen düzenlemeler; SayıĢtayın TBMM‟ye sunacağı raporlar bağlamında, Anayasanın 7 nci ve 87 nci maddeleri ile 112 nci maddesinin ikinci fıkrasına; yargı raporları bağlamında ise Anayasanın 2 nci ve 160 ıncı maddelerine bu açılardan da aykırıdır. Öte yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde “demokratik” devlet ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢtır. Modern demokrasi katılımcıdır. ÇağdaĢ devlette katılımcılık ilkesi, bilimsel bir önerme olmaktan çıkmıĢ, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa temel oluĢturan “iyi yönetiĢim” modeli bağlamında hukukun temel bir ilkesi olarak hukuksallık kazanmıĢtır. Günümüzün temsili demokrasisi, siyasal karar alma yapı ve süreçleri yanında yönetimin uygulamalarında da katılımcılığa dayanmaktadır. SayıĢtay denetimi gibi yürütme organının ve idarenin hesap verme sorumluluğu ile parlamentonun bütçe hakkının kullanımını konu alan ve toplumun tamamını ilgilendiren bir düzenlemenin katılımcı süreçler iĢletilerek yasalaĢması, demokratik devlet olmanın gereğidir. SayıĢtayı konu alan düzenlemelerde bu gereklilik sadece ilkesel bir tutum veya kuramsal bir ön kabul değil, aynı zamanda yasal bir zorunluluktur. 832 sayılı SayıĢtay Kanununun 19 uncu maddesindeki, SayıĢtaya iliĢkin kanun tasarı ve tekliflerinde SayıĢtay Genel Kurulunun görüĢünün alınacağına iliĢkin hüküm, 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 25 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, Genel Kurul, “SayıĢtaya iliĢkin kanun tasarısı ve teklifleri hakkında görüĢ bildirir.” Ģeklinde kurallaĢtırılmıĢtır. Bu düzenlemenin kaynağını, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle SayıĢtaya verilen görevlerin Anayasal sistem içindeki öneminden aldığında kuĢku yoktur. Bu açık hükme rağmen, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, SayıĢtay Genel Kurulundan görüĢ alınmadan yasalaĢtırılmıĢtır. SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından yapılan 25.06.2012 tarih ve YBY.2012/37 sayılı Duyuruda aynen, “Bir grup milletvekili tarafından hazırlanarak TBMM BaĢkanlığına sunulan „Bazı Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‟nin 27 nci (komisyondan çıkan Ģekliyle 39 uncu) maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu‟nun 35 inci maddesine bir fıkra eklenmesi teklif edilmiĢtir. Anılan maddenin hazırlanmasından önce ve hazırlık safhasında SayıĢtay BaĢkanlığına herhangi bir bilgi verilmemiĢ, görüĢ sorulmamıĢ, dolayısıyla bu teklif metnine hiçbir katkımız olmamıĢtır. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda teklifin görüĢülmeye baĢlanmasından sonra, 19.06.2012 tarihinde saat 16.38‟de gelen fax mesajıyla, 20.06.2012 ÇarĢamba günü saat 14.00‟de teklifin görüĢülmesinde hazır bulunmamız bildirilmiĢtir. Teklifin hazırlanma yöntemine ve ayrıca içeriğine katılmamızın mümkün olmaması nedeniyle, o tarihte yurtdıĢında bulunan BaĢkanımızın da bilgisi dahilinde, tepki olarak komisyondaki görüĢmelere iĢtirak edilmemiĢtir. Mensuplarımıza duyurulur.” denilmiĢtir (EK-1). SayıĢtay TBMM adına denetim yapan ve yaptığı denetimlerle TBMM‟nin bütçe hakkını kullanmasına veri ve bulgu sağlayan Anayasal yüksek denetim kurumu ve hesap mahkemesidir. Bu konumdaki Anayasal bir kurumun yapılan bir yasal düzenleme hakkındaki eleĢtirilerini resmi bir yazıyla mensuplarına duyurma noktasına kadar gelmesi son derece düĢündürücüdür. SayıĢtay‟ın karĢı çıkıĢı, Yasasının açık hükmüne rağmen, görüĢüne baĢvurma ihtiyacı hissedilmeden SayıĢtay denetimini ortadan kaldıran düzenlemeler yapılmasıdır. Oysa, SayıĢtay yönetim kuramında olan değiĢimleri ve bunun denetime yansımalarını yakından takip eden ve bunu içselleĢtiren Türkiye‟nin tek kurumudur. Ġnternet sitesine girildiğinde görüleceği üzere (http://www.sayistay.gov.tr/yayin/yayinsonekleme.asp) bu alandaki yayın listesi, Türkiye‟nin hiçbir üniversitesinde dahi yoktur. Söz konusu karĢı çıkıĢ, Osmanlı‟dan miras ve denetim konusunda 150 yıllık bir birikimin taĢıyıcısı olan Anayasal bir kurumun, adına denetim yaptığı seçilmiĢlerin, atanmıĢ bürokratların BaĢbakanın inisiyatifiyle kulu haline getirilmelerini içine sindirememesi Ģeklinde de okunabilir. 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, katılımcı demokrasinin hukuki metinlere girmesine ve 6085 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendindeki açık hükme rağmen, SayıĢtay Genel Kurulunun görüĢü alınmadan yasalaĢtığından, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın iptali istenen (a) bendine ek olarak (b), (c), (ç) ve (d) bentleri de aynı gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesi ile Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırıdır. Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında “hukuk devleti” ilkesine de yer verilmiĢtir. Hukuk devletinde, Anayasanın açık kurallarıyla birlikte, hukukun bilinen temel ve evrensel ilkelerine de uygun davranılması gerekir. Hukuk devleti ilkesi, yasaların kamu yararına dayanması gereğini de kapsamaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düĢüncesi olmaksızın baĢka deyimle yalnızca özel çıkarlar veya yalnızca belli kiĢilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının konulamayacağıdır. 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, kamu kaynaklarını usulsüz ve savurganca kullanmayı yönetsel bir hak olarak gören ve hesap verme sorumluluğundan kaçan yüksek bürokratlar/üst yöneticiler ile yürütme organının yararına ve halkın/kamunun zararına düzenlendiği açık olduğundan (2) numaralı fıkranın iptali istenen düzenlemelerinin tamamı Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine de aykırıdır. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan görüĢ farklılıklarının nasıl giderileceği hususu SayıĢtay tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” Ģeklindeki ikinci ve üçüncü tümceleri, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci, 112 nci, 123 üncü ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. b) (b) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasının (b) bendiyle, denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde; kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin denetiminde; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun olmasına rağmen, yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceği; denetim raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli bir iĢ ve iĢlemin yapılmasını veya belirli bir politikanın uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak görüĢ ve talep içeren rapor düzenlenemeyeceği kuralı getirilmektedir. 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 48 inci maddesinde, kamu idarelerinin hesap ve iĢlemlerinin denetimi sırasında mevzuata aykırılığından dolayı kamu zararına yol açan bir husus tespit edildiğinde denetçiler tarafından sorumluların savunmaları alınarak “yargılamaya esas rapor” düzenleneceği belirtildiğine göre, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendiyle yapılan düzenlemeyle “yerindelik denetimi”nin arkasına sığınılarak, SayıĢtayın 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri gereğince TBMM‟ye sunacağı SayıĢtay Raporlarının içinin boĢaltılmasının ötesinde TBMM‟ye hiç sunulamaması hatta sunulmaması amaçlanmaktadır. Yerindelik denetimi, yargı yetkisi kullanan bağımsız mahkemelerin verdikleri yargı kararlarına iliĢkin hukuksal bir terimdir. Nitekim, Anayasanın “Yargı yolu” baĢlıklı 125 inci maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra dördüncü fıkrasında, “Yargı yetkisi, idari eylem ve iĢlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi Ģeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen Ģekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve iĢlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.” kuralına yer verilmiĢtir. Bu bağlamda, SayıĢtay açısından yerindelik denetimi, ancak sorumluların hesap ve iĢlemlerinin kesin hükme bağlanmasında, baĢka bir anlatımla yargısal nitelikteki kararlarında söz konusu olabilir. Oysa, bağımsız denetçilerce yerine getirilen raporlamaya iliĢkin denetimin varlık nedeni, görüĢ, tavsiye ve taleplerle sonuçlanması ve yasama organı tarafından kabul görenlerin izlenmesidir. GörüĢ, tavsiye ve talep içermeyen denetim raporu hazırlansın demek, hiç denetim raporu hazırlanmasın demektir. Çünkü, denetim, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde kendi baĢına bir amaç olmamıĢ, daima ve her zaman yönetimin bir unsuru olagelmiĢtir. Yönetim üzerine yapılan bilimsel çalıĢmaların tamamının hedefi, verimliliği artırmanın yollarını aramak olmuĢtur. Geleneksel yönetim kuramları temelini, endüstriyel verimliliği artırmayı hedefleyen Frederick W. Taylor‟un 1911 yılında yayınlanan Bilimsel Yönetim Ġlkeleri (The Principles of Scientific Management) isimli makalesinden almakla birlikte esas olarak Henri Fayol‟un 1925 yılında yayınlanan Genel ve Endüstriyel Yönetim (General and Ġndustrial Management) kitabındaki POCCC (planning-planlama, organizing-organizasyon kurma, commanding-yönetme, co-ordinating- koordinasyon sağlama, controlling-kontrol etme) modeli üzerine kurulmuĢtur. ABD‟nin yönetsel sorunlarını incelemek ve yapılacak düzenlemeleri önermek amacıyla kurulan ve Luther H. Gulick‟in de üyesi bulunduğu BaĢkanlık Kamu Yönetimi Kurulu (President‟s Committee on Administrative Management), tarafından hazırlanan ve Aralık 1936‟da BaĢkana sunulan raporda, yönetimin ilkeleri POSDCORB (planning-planlama, organizing-örgütleme, staffing-personel yönetimi, directing-yönlendirme, co-oordicating-eĢgüdümleme, reporting-denetim, budgetingbütçeleme) olarak belirlenmiĢ; 1937 yılında ise, Luther H. Gulick ve Lyndall Urwick tarafından yazılan Ġdare ilmi Üzerine Ġncelemeler (Papers on the Science of Administration) isimli eserde POSDCORB modeli geliĢtirilmiĢtir. Geleneksel yönetim kuramlarında dahi denetim, sadece hataları arama, yanlıĢları bulma, sorumlulukları tespit etme ve verimsizliği raporlama üzerine inĢa edilmemiĢ, denetim raporlarındaki geri bildirimler yoluyla hata, yanlıĢ ve eksikliklerin giderilmesi ve verimliliğin artırılması için yönetime yol göstermesi iĢlevi de yüklenmiĢtir. 1970‟lerin petrol krizi sonrasında açığa çıkan küresel krizin reçetesi olarak piyasaların (para, sermaye, mal, hizmet, dıĢ ticaret, iĢgücü) kuralsızlaĢtırılarak ekonominin devlet müdahalesinden arındırılması, kamu malvarlığının özelleĢtirilmesi, sosyal devletin tasfiyesi üzerine oturan ve kar hadlerini küresel düzeyde yükseltmeyi amaçlayan neoliberal/yenisağ politikalar uygulamaya konmuĢtur. Neoliberal politikaların egemenliği ile eĢ zamanlı ve ona paralel olarak Yeni Kamu Yönetimi (YKY) anlayıĢı doğmuĢtur. Refah devleti kuram ve uygulamalarının temel dayanaklarının ortadan kaldırılması ve kamu yönetiminin serbest piyasa ekonomisi ile özel sektör felsefesine oturtulmasını misyon edinen YKY anlayıĢı, kamu yönetimini 3E olarak nitelendirdiği, verimlilik (efficiency), etkililik (effectiveness) ve tutumluluk (economy) ilkeleri üzerine bina etmiĢtir. Kamu yönetimindeki paradigma değiĢimi ile birlikte devletin toplumsal yaĢamdaki rolü “etkin devlet” olarak belirlenmiĢtir. Etkin devlet, toplumsal yaĢamda devletin klasik fonksiyonlarına geri çekilmesi, hukukun üstünlüğü ve halkın yönetime katılma olanaklarının artırılması olarak sunulmuĢ ve buradan yeni bir yönetim ve aynı zamanda kalkınma modeli olarak good governance (iyi yönetiĢim) türetilmiĢtir. Türkçe‟ye “yönetiĢim” olarak çevrilen “governance” kavramı, halka açık özel Ģirketlerin üst yönetimi (yönetim kurulu ve CEO) ile hissedarları arasında yaĢanan yönetim-mülkiyet gerginliğindeki temsile iliĢkin sorunlar ile yönetimin Ģirket kaynakları ile yürütme gücünü kiĢisel çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimlerine karĢı, azınlık hissedarların da yönetime katılımının öngörüldüğü ve yönetimin tüm iĢ, iĢlem ve faaliyetlerinin saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayandırılarak Ģirketin ve hissedarların haklarının güvence altına alınmaya çalıĢıldığı bir yönetim tarzı bağlamında ortaya çıkmıĢtır. Bir iĢletme yönetimi tekniği olarak geliĢtirilmiĢ bulunan Ģirket yönetiĢiminden (corporate governance), Dünya Bankası (DB) bir kalkınma modeli olarak kamusal yönetiĢimi türetmiĢtir. DB, “Sub-Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth” (AĢağı Sahra Afrikası: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye) adındaki 1989 tarihli Raporunda, AĢağı Sahra Afrika‟sı ülkelerine kullandırdığı yapısal uyum kredilerini etki ve sonuçlarıyla birlikte değerlendirmiĢ ve yapısal uyum programının baĢarısızlığını, “governance krizi” ile gerekçelendirerek programın baĢarıya ulaĢarak kalkınmanın sağlanabilmesi için ekonomik kaynakların yönetimi ile siyasal gücün kullanılma biçiminde “good governance” önermiĢtir. DB‟nın 1992 yılında yayınladığı “Governance and Development” (YönetiĢim ve Kalkınma) isimli raporunda yönetiĢim, “kalkınmak amacıyla, ülkenin ekonomik ve beĢeri kaynaklarının yönetiminde iktidarın kullanılma biçimi” olarak tanımlanmıĢ ve katılımcı kamusal yönetiĢim, (i) kamu sektörü reformu, (ii) hesapverebilirlik, (iii) kalkınmanın yasal çerçevesi, (iv) saydamlık ve bilgilendirme olmak üzere dört temel ilke üzerine inĢa edilmiĢtir. DB açısından “iyi yönetiĢim” katılımcı yönetim ile özdeĢtir ve devletin ekonomik/mali konulardaki kamusal karar alma ve uygulama yapı ve süreçlerine, bu karar ve uygulamalardan etkilenen kesimlerin fiili katılımlarının sağlanmasına dayanmaktadır. YönetiĢim modeli ile yönetim tek boyutlu olmaktan çıkarılarak yöneten ve yönetilenler için aktif rollerin olduğu birlikteliğe çevrilmiĢtir. Hesap verebilirlik, yetki verilerek ekonomik kaynak tahsis edilen yönetsel birimlerin, söz konusu yetkiler ile kaynakları, belirlenen amaç ve hedefler doğrultusunda ne derece kurallara uygun, verimli, etkili ve tutumlu kullandıklarının raporlara dayalı olarak ortaya konması sorumluluğudur. Hesap verebilirliğin sağlanabilmesi için performansa dönük ve sonuç odaklı bir mali yönetim, dıĢsal performans denetimi ve denetim sonuçlarının değerlendirilmesi sonucu elde edilecek bulguların mali kararların alınması ve uygulanmasında kullanılmasını öngören iĢlevsel yapı öne çıkarılmıĢtır. Saydamlık ilkesi, kamu yönetiminin hesap verebilirliğinin ön Ģartıdır ve “good governance” modelinde, yönetimin ekonomik ve mali sonuç doğuran tüm iĢ, iĢlem, eylem ve faaliyetleri ile bunlara iliĢkin karar alma ve uygulama süreçlerinin aleni olması, kaynak kullananların görev, yetki ve sorumluluklarının önceden belirlenmesi ve belirlenen amaç ve hedefler ile uygulama ve denetim sonuçlarına iliĢkin bilgilerin düzenli, anlaĢılabilir ve güvenli bir biçimde raporlanması anlamına gelmektedir. Bilgilendirme ilkesi ise, özel sektör için yatırılabilir kaynaklar bağlamında hayati öneme sahip olan istihdam, enflasyon, dıĢ açık gibi makro ekonomik dengeler, hükümet programları, finansal piyasalar, kamu harcama, vergi, borçlanma, sosyal yardım ve sosyal güvenlik politikaları gibi iktisat politikası alanlarındaki bugünün yapı, hedef ve uygulamalarına iliĢkin bilgiler yanında, geleceğe iliĢkin yapı ve hedeflerin ve bu anlamda hükümetlerin ya da kamu kurumlarının gelecekte ne yapmaya niyetli olduklarının saydamlık ilkesini tamamlar Ģekilde önceden kamuoyunun bilgisine sunularak kamunun yükümlülük altına sokulmasını içermektedir. DB yukarıdaki ilkeler üzerine inĢa ettiği “iyi yönetiĢimi”, öngörülebilir, aleni ve saydam siyasa oluĢturma sürecine; profesyonel bürokrasiye; eylemlerinden sorumlu yürütmeye; kamu iĢlerine katılan güçlü bir sivil topluma ve bunların tamamının hukuka uygun davranmasına vurgu yapan bir kavramsallaĢtırma olarak tanımlamaktadır. DB tarafından geliĢtirilen ve süreç içinde Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekonomik Kalkınma ve ĠĢbirliği TeĢkilatı (OECD) ve BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma Programı (UNDP) gibi uluslararası ekonomik ve mali kuruluĢlarca benimsenerek katkı sağlanan yönetiĢim modeline 1990 sonrasında çok önemli iĢlevler yüklenmiĢtir. Sovyetler Birliği‟nin çökmesi sonrasında bağımsızlığına kavuĢan ülkelerin Batı‟ya entegrasyonunun sağlanması ile IMF ve DB‟nın kullandırdığı kredilerde ve kredilendirdiği ülkelerin uygulamalarının değerlendirilmesinde iyi yönetiĢim modeli esas alınmıĢtır. AB‟nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu 2001 yılında “White Paper on European Governance” (Avrupa YönetiĢimi Beyaz Kitabı) yayınlamıĢ ve yönetiĢimi, görev ve yetkilerin AB düzeyinde yürütülmesini etkileyen kural, süreç ve davranıĢlar olarak tanımlayarak saydamlık, katılımcılık, hesap verebilirlik, etkililik ve tutarlılık olmak üzere beĢ ilke üzerine inĢa etmiĢtir. Beyaz Kitabın önemi, içeriğindeki yönetiĢim modelinin AB Katılım Süreci müzakerelerinde aranıyor olmasıdır. Türkiye‟de kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasının yapı taĢları olan bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurullara iliĢkin yasalar ile “Kamu Yönetimi Reformu” kapsamında yasalaĢan özellikle 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi Kanunu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu, 5355 sayılı Mahalli Ġdare Birlikleri Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının KuruluĢu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun, 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu, 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu ile 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel Ġlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun, yönetiĢim modeli esas alınarak hazırlanmıĢtır. Bu yasalar içinde yönetiĢim modelini bütünüyle yansıtan ve ilkeleriyle birlikte taĢıyan iki yasadan, kamu mali yönetimi ve kontrolünü düzenleyen 5018 sayılı Kanun yürürlüğe girerken; kamu idaresi ile yönetimini konu alan 5227 sayılı Kanun ise Sayın CumhurbaĢkanının 3 Ağustos 2004 tarihinde kısmen veto ederek TBMM‟ye iade etmesi nedeniyle yürürlüğe girmemiĢtir. Stratejik planlama, performans programı, orta vadeli program, orta vadeli mali plan, performans esaslı bütçe, çok yıllı bütçeleme, faaliyet raporu, mali istatistik, iç kontrol, dıĢ denetim gibi yapı ve süreçler ile mali saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık gibi ilkeler hukuk sistemi ile mali literatürümüze 5018 sayılı Kanunla girmiĢtir. Dahası, söz konusu yapı ve süreçler, DB‟nın “good governance” modelinden aynen alınırken, ilkeleri birebir örtüĢmenin yanında aynı anlam ve iĢlevler yüklenmiĢtir. Mali mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen ve kamu mali yönetimi ile mali kontrolünü konu edinen 5018 sayılı Kanunun “Amaç” baĢlıklı 1 inci maddesindeki, “Bu Kanunun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir Ģekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî yönetiminin yapısını ve iĢleyiĢini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm malî iĢlemlerin muhasebeleĢtirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü düzenlemektir.” ifadeleri bu saptamayı doğrulamaktadır. Mali sistemin temelini oluĢturan aĢağıdaki hükümler, “good governance” modelinin ilkeleriyle birebir örtüĢmektedir: “Saydamlık” ve “bilgilendirme” ilkeleri bağlamında; her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla kamuoyunun zamanında bilgilendirilmesi (md. 7/1); ve bu amaçla; görev, yetki ve sorumlulukların açık olarak tanımlanması (7/1-a), hükümet politikaları, kalkınma planları, yıllık programlar, stratejik planlar ile bütçelerin hazırlanması, yetkili organlarda görüĢülmesi, uygulanması ve uygulama sonuçları ile raporların kamuoyuna açık ve ulaĢılabilir olması 7/1-b), genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından sağlanan teĢvik ve desteklemelerin bir yılı geçmemek üzere belirli dönemler itibarıyla kamuoyuna açıklanması 7/1-c) mali saydamlık ilkesinin; merkezî yönetim bütçesinin hazırlanma sürecinin, Bakanlar Kurulunun kalkınma planları, stratejik planlar ve genel ekonomik koĢulların gerekleri doğrultusunda makro politikaları, ilkeleri, hedef ve gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak Ģekilde Devlet Planlama TeĢkilatı MüsteĢarlığınca hazırlanan orta vadeli programı kabul etmesiyle baĢlaması (md. 16/2); ve orta vadeli program ile uyumlu olmak üzere, gelecek üç yıla iliĢkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte hedef açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içeren ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan orta vadeli malî planın, Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanması ve orta vadeli program ile mali planın Resmî Gazetede yayımlanması (md. 16/3) bilgilendirme ilkesinin gereğidir. “Katılımcılık” ilkesi bağlamında; kamu idareleri; kalkınma planları, programlar, ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe iliĢkin misyon ve vizyonlarını oluĢturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak, performanslarını önceden belirlenmiĢ olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik plan hazırlamakla yükümlüdürler (md. 9/1). “Hesapverebilirlik” ilkesi bağlamında; kamu maliyesinin kamu görevlilerinin hesap verebilmesini sağlayacak Ģekilde uygulanması (md. 5/1-b) ve kamu mali yönetiminin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun Ģekilde yürütülmesi kamu maliyesinin temel ilkeleri arasındadır (md. 5/1-d). Öte yandan, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermek zorundadır (md. 8). “Siyasi hesapverebilirlik” ögesi bağlamında, bakanlar, hükümet politikasının uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve iĢbirliğini sağlamaktan sorumludur (md. 10/1). Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda BaĢbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı sorumludurlar (md. 10/2). “Yönetsel hesapverebilirlik” ögesi bağlamında; üst yöneticiler, idarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli Ģekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve kontrol sisteminin iĢleyiĢinin gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise meclislerine karĢı sorumludurlar (md.11/2). “Mali hesapverebilirlik” ögesi bağlamında; harcama yetkilileri, harcama talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer iĢlemlerden sorumludur (md. 32/2); gerçekleĢtirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; iĢin yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya iliĢkin iĢlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler (md. 33/2); gerçekleĢtirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iĢ ve iĢlemlerden sorumludurlar (md. 33/4); kamu gelirlerinin tarh, tahakkuk, tahsiliyle yetkili ve görevli olanlar, ilgili kanunlarda öngörülen tarh, tahakkuk ve tahsil iĢlemlerinin zamanında ve eksiksiz olarak yapılmasından sorumludur (md. 38); kamu idarelerine ait malları edinme, kiralama, tahsis, yönetim, kullanma ve elden çıkarma iĢlemleri, mevzuatında öngörülen kurallar dahilinde hizmetin amacına uygun olarak verimlilik ve tutumluluk ilkesine göre yapılır. Bu ilkeye aykırı eylem ve iĢlemlerden doğacak zararlardan, malların yönetimi veya kullanılması hususunda yetki verilenler sorumludur (md. 48/2). 5018 sayılı Kanunda sadece saydamlık, bilgilendirme, katılımcılık ve hesapverebilirlik ilkeleri kurallaĢtırılmamıĢ; bunun yanında hesapverebilirliğin sağlanması için gerekli mekanizmalar da kurulmuĢtur. Bu bağlamda; Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama yetkilileri, hesapverme sorumluluğu çerçevesinde, idarelerinin faaliyet sonuçlarını gösteren idare faaliyet raporu hazırlayarak kamuoyuna açıklar; merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumları idare faaliyet raporlarının birer örneğini SayıĢtaya ve Maliye Bakanlığına gönderir (md. 41/1). Mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet raporlarının birer örneği SayıĢtay ve ĠçiĢleri Bakanlığına gönderilir (md. 41/2). Merkezî yönetim kapsamındaki idareler ile sosyal güvenlik kurumlarının bir malî yıldaki faaliyet sonuçları, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak genel faaliyet raporunda gösterilir. Bu raporda, mahallî idarelerin malî yapılarına iliĢkin genel değerlendirmelere de yer verilir. Maliye Bakanlığı, genel faaliyet raporunu kamuoyuna açıklar ve bir örneğini SayıĢtaya gönderir (41/3). ĠçiĢleri Bakanlığı, mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet raporlarını esas alarak kendi değerlendirmelerini de içeren mahallî idareler genel faaliyet raporunu hazırlar ve kamuoyuna açıklar. Raporun birer örneği SayıĢtaya ve Maliye Bakanlığına gönderilir (md. 41/2) Kesin hesap kanunu tasarısı, muhasebe kayıtları dikkate alınarak, merkezî yönetim bütçe kanununun Ģekline uygun olarak Maliye Bakanlığınca hazırlanır. Bu tasarı, bir yıllık uygulama sonuçlarını karĢılaĢtırmalı olarak gösteren değerlendirmeleri içeren gerekçesiyle birlikte izleyen malî yılın Haziran ayı sonuna kadar Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve bir örneği SayıĢtaya gönderilir (md. 42/2). Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler, Maliye Bakanlığınca derlenir. Merkezî yönetim kapsamı dıĢındaki kamu idareleri malî istatistiklerini belirlenmiĢ ilkelere uygun olarak hazırlar ve belirlenen süreler içinde Maliye Bakanlığına gönderir (md. 53/1). Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler, Maliye Bakanlığınca aylık olarak yayımlanır. Sosyal güvenlik kurumları ve mahallî idarelere ait malî istatistikler ile merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler Maliye Bakanlığınca birleĢtirilerek, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler elde edilir ve üçer aylık dönemler itibarıyla yayımlanır (md. 53/2). Öte yandan, 5018 sayılı Kanunda SayıĢtay tarafından yapılacak dıĢ denetimin amacı belirlenmiĢ; türleri genel hatlarıyla ortaya konmuĢ; TBMM‟ye sunacağı raporlar sayılmıĢ ve TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢmesi kurallaĢtırılmıĢtır. SayıĢtay tarafından yapılacak harcama sonrası dıĢ denetimin amacı, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin malî faaliyet, karar ve iĢlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlanmasıdır (md. 68/1). Düzenlilik denetimi, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları dikkate alınarak; kamu idaresi hesapları ve bunlara iliĢkin belgeler temelinde, malî tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna iliĢkin malî denetim ile kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına iliĢkin malî iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-a). Performans denetimi, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-b-tümcenin ilk kısmı). Performans ölçümü, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından değerlendirilmesi suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-b-tümcenin ikinci kısmı). SayıĢtay, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri için düzenleyeceği genel uygunluk bildirimini, kesin hesap kanun tasarısının verilmesinden baĢlayarak en geç yetmiĢ beĢ gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar. Genel uygunluk bildirimi; dıĢ denetim raporları, idare faaliyet raporları ve genel faaliyet raporu dikkate alınarak hazırlanır. Kesin hesap kanunu tasarısı ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiĢ olması, ilgili yıla ait SayıĢtayca sonuçlandırılmamıĢ denetimleri önlemez ve hesapların kesin hükme bağlandığı anlamına gelmez (md. 43). SayıĢtay denetimleri sonucunda düzenlenen düzenlilik denetimi, performans denetimi ve performans ölçümü raporları, idareler itibariyle bir araya getirilir ve bir örneği ilgili kamu idaresine verilerek üst yönetici tarafından cevaplandırılır (md. 68/4ilk tümce). SayıĢtay, denetim raporları ve bunlara verilen cevapları dikkate alarak düzenleyeceği dıĢ denetim genel değerlendirme raporu (md. 68/4-ikinci tümce) ile mahalli idarelerin raporları hariç idare faaliyet raporlarını, mahallî idareler genel faaliyet raporunu ve genel faaliyet raporunu, dıĢ denetim sonuçlarını dikkate alarak görüĢlerini de belirtmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar (md. 41/4-ilk tümce). Bir yıla ait malî istatistikler izleyen yılın Mart ayı içinde; hazırlanma, yayımlanma, doğruluk, güvenilirlik ve önceden belirlenmiĢ standartlara uygunluk bakımından SayıĢtay tarafından değerlendirilir ve bu amaçla düzenlenen değerlendirme raporu Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Maliye Bakanlığına gönderilir. Bu raporda yer alan değerlendirmelere iliĢkin olarak Maliye Bakanı gerekli önlemleri alır (md. 54). SayıĢtay‟ın dıĢ denetim (düzenlilik denetimi, performans denetimi ve performans ölçümü) sonuçlarını dikkate alarak görüĢlerini de belirtmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu, idare faaliyet raporları, mahallî idareler genel faaliyet raporu ve genel faaliyet raporu ve değerlendirmeler çerçevesinde TBMM, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢür. Bu görüĢmelere üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur (md. 41/4-ikinci tümce). Ġptali istenen düzenleme ile 5018 sayılı Kanunla kurulan hesapverebilir kamu mali yönetimi sistemi, SayıĢtay denetimine getirilen ölçüsüz sınırlama üzerinden bir bütün olarak çökertilmektedir. Sayın BaĢbakan sık sık, “SeçilmiĢleri atanmıĢlara kul etmeyiz.” cümlesini dile getirmektedir. Gerçekte ise AKP iktidarlarının seçilmiĢleri BaĢbakan üzerinden atanmıĢların kulu haline getirdiği apaçık bir gerçekliktir. Bunun en belirgin örneğini 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu ile anılan Kanunda yapılan ve iptali istenen değiĢiklikler oluĢturmaktadır. 832 sayılı SayıĢtay Kanununa 04.07.1996 tarihli ve 4149 sayılı Kanunun 8 inci maddesiyle eklenen ek 10 uncu maddeye dayanarak SayıĢtay tarafından INTOSAI Denetim Standartlarına göre hazırlanan Türkiye‟de Ġçme Suyu Yönetimi, Türkiye‟de Gıda Denetimi, TÜBĠTAK‟ın AR-GE Destek Faaliyetleri, Karadeniz Sahilyolu Projesi, Deriner Barajı Projesi ve Türkiye‟de Hafif Raylı Sistemler isimlerini taĢıyan 6 adet performans denetimi raporunun hazırlanması ve kurum görüĢlerinin alınması için ilgili kamu kurumlarına gönderilmesi aĢamasında, raporlarda yer alan kaynakların ekonomik, verimli ve etkin kullanılmadığı saptamaları yanında çok büyük miktarlara varan kamu zararları oluĢtuğuna yönelik bulgulardan yüksek bürokrasi ile yürütme organının haberi olması üzerine, yüksek bürokratlar ile yürütme organının istem ve yönlendirmesiyle 6085 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulunda görüĢülmesi sırasında AKP Grup BaĢkanvekillerinin verdiği bir önergeyle SayıĢtay‟ın 1996 yılından bu yana sürdürdüğü performans denetimi yapma ve dolayısıyla TBMM‟nin yürütme organını kamu kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu bağlamında denetleme yetkisi TBMM‟nin AKP‟li üyelerinin oylarıyla elinden alınmıĢtır. BaĢka bir anlatımla TBMM, yürütme organı ile idareyi kamu kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu bağlamında denetleme yetkisini, yürütme organı ile yüksek bürokratları öyle istiyor ve BaĢbakan da bunu tasvip ediyor diye kullanmaktan vaz geçmiĢtir. 6085 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ve dolayısıyla SayıĢtay‟ın 6085 sayılı Kanunda TBMM‟ye sunulması öngörülen raporlar bağlamında kamu idareleri nezdinde “düzenlilik denetimi” yapmaya baĢlayarak çok önemli denetim bulgularına ulaĢmasıyla birlikte ise, bu defa yine yüksek bürokrasi ile yürütme organının talepleri doğrultusunda SayıĢtay‟ın düzenlilik denetimine bırakınız Anayasa ile INTOSAI Denetim Standartlarını, en ilkel yönetim ve denetim anlayıĢına sığmayan sınırlamalar getirilerek SayıĢtay denetimi ve dolayısıyla yürütme organının yasama organına hesap verme sorumluluğu ile yasama organının, yürütmenin bildirimleri ve SayıĢtay raporları üzerinden yürütmenin hesap verme sorumluluğunu görüĢmesi, adı olan fakat kendisinin esamisi okunmayan bir sıradanlığa indirgenmiĢtir. Bilinen tarihsel bir gerçeği yinelemekte yarar bulunmaktadır: Parlamentolar, savurgan ve keyfi harcamalarda bulunan yürütme makamlarına karĢı vergi mükelleflerinin temsilcileri olarak doğmuĢ ve bu iĢlevlerini kabul ettirerek var olabilmiĢlerdir. Günümüzün temsili demokrasilerinin temelinde, halkın temsilcilerinin kamu gelir ve giderlerinin saptanmasında söz ve karar sahibi olabilmek ve hesap verebilir bir kamu yönetimi oluĢturabilmek için yürütme makamlarına karĢı bütçe hakkı bağlamında sürdürdükleri mücadele yatmaktadır. Halktan toplanan vergilerin nasıl harcandığını denetleme hakkı demokratik yönetimlerin temel taĢlarından biridir. Tüm demokrasilerde olduğu üzere Türkiye‟de de bu denetimin yurttaĢlar adına onlar tarafından seçilmiĢ temsilciler, Parlamento üyeleri tarafından gerçekleĢtirilmesi gerekir. Hükümetin parayı toplamadan, ödünç almadan veya harcamadan önce Parlamentonun onayını alması; kamu gelirlerini harcadıktan sonra ise, bunları Parlamentonun verdiği izin çerçevesinde, doğru miktarlarda, mevzuata uygun Ģekilde, verimli, etkin ve tutumlu harcadığını gösterebilmesi gerekir. Hükümetin iĢ, iĢlem, faaliyet ve eylemlerine yönelik olarak parlamentoya raporlama ve yanıt verme yükümlülüğü hesap verme sorumluluğu olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, “Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir. (…) Bu hak, demokratik parlamenter yönetim sistemini benimsemiĢ olan ülkelerde, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluĢan ve en yetkili organ olan yasama organına ait bulunmaktadır. Bütçe, hükümetin Meclis‟e karĢı temel sorumluluk mekanizmasıdır. (…) Bütçe yapısının fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe ilkelerine uyulması ile mümkün olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüĢülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken kuralları ifade eder. Bu ilkeler, devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ klasik maliye biliminin ilkeleridir.” Bütçe uygulamaları ile yürütme organının bütçe uygulama sonuçlarına iliĢkin bildirimlerinin denetiminin özel uzmanlık gerektirmesi nedeniyle, tüm demokratik ülkelerde SayıĢtaylar kurulmuĢ ve yasama organı bütçe hakkından kaynaklanan yürütmenin hesap verme sorumluluğunu SayıĢtay raporlarını temel alarak denetlemiĢtir. Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararında belirtildiği üzere, nasıl ki bütçenin hazırlanması, görüĢülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili bütçenin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ ilkeler var ise parlamento denetimine bulgu ve veri sağlayan SayıĢtay denetimi konusunda da uluslararası alanda kabul edilmiĢ temel ilke ve standartlar vardır. Bunların baĢında Uluslararası SayıĢtaylar Örgütü (INTOSAI) Denetim Standartları gelmektedir. INTOSAI, SayıĢtay denetimini geliĢtirmek ve ilerletmek, üyeleri arasında bilgi ve deneyim paylaĢımı sağlamak, SayıĢtay denetimleri için kurumsal çerçeve ve standartlar oluĢturmak üzere Küba SayıĢtay BaĢkanının giriĢimi üzerine 34 SayıĢtay‟ın katılımıyla 1953 yılında kurulmuĢtur. Özerk ve siyasetten bağımsız bir organizasyon olan INTOSAI‟nin BirleĢmiĢ Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC)‟ne özel danıĢmanlık statüsü bulunmakta ve günümüzde aralarında asıl üye olarak Türkiye‟nin de yer aldığı 190 asıl ve 4 bağlı üyesi bulunmaktadır. INTOSAI Denetim Standartları‟ndan 1.0.40 nolu DS; “Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun denetimi ile ilgili olup Ģunları kapsar: a) Ġdari faaliyetlerinin tutumluluğunun sağlıklı idari prensip ve uygulamalar ile yönetim politikalarına göre denetlenmesi; b) Ġnsan, mali ve diğer kaynakların kullanımındaki verimliliğin, bilgi sistemleri, performans ölçüleri ve gözetim düzenlemeleri ve denetlenen kurumlarca belirlenen eksiklikleri gidermek için izlenen yöntemlerin incelenmesi de dahil olmak üzere denetlenmesi; c) Denetlenen kuruluĢların hedeflerine ulaĢma yönündeki performanslarının etkinliğinin ve kurum faaliyetlerinin yarattığı gerçek etkinin amaçlanan etkiyle kıyaslanmak suretiyle denetlenmesi.” Ģeklindedir. Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun bilimsel bir metodoloji temelinde değerlendirilmesidir ve denetimin metodolojik çerçevesi ile nasıl yapılacağı INTOSAI Performans Denetimi Rehberi ile ortaya konmuĢtur. Türk SayıĢtayının INTOSAI Denetim Standartları ve metodolojisi temelinde performans denetimi yapma yetkisi, 6085 sayılı Kanunla elinden alınmıĢ ve söz konusu düzenlemenin iptali için CHP Anayasa Mahkemesine iptal davası açmıĢtır. Ġptal davası bugüne kadar sonuçlanmamıĢtır. SayıĢtayın performans denetimi yapma yetkisinin elinden alınması; verimlilik, etkinlik ve tutumluluğu INTOSAI‟nın 1.0.40 nolu DS ve INTOSAI Performans Denetimi Uygulama Rehberindeki metodoloji çerçevesinde denetleyemeyeceği Ģeklinde anlaĢılabilirse de bu durum SayıĢtayın verimlilik, etkinlik ve tutumluluğu hiç değerlendiremeyeceği anlamına gelmemektedir. Çünkü, 5018 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, Kanunun amacı “kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir Ģekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak” Ģeklinde ortaya konmuĢ; 5 inci maddesinin (b) bendinde kamu maliyesinin kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini sağlayacak Ģekilde uygulanacağı, (d) bendinde, kamu mali yönetiminin TBMM‟nin bütçe hakkına uygun Ģekilde yürütüleceği, (g) bendinde, kamu idarelerinin mal ve hizmet üretimi ile ihtiyaçlarının karĢılanmasında, ekonomik veya sosyal verimlilik ilkelerine uygun olarak maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer ekonomik ve sosyal analizlerin yapılmasının esas olduğu kanunun temel ilkeleri arasında sayılmıĢ; 8 inci maddesinde, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumlu ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermekle yükümlü kılınmıĢ; 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından baĢbakana ve TBMM‟ne karĢı sorumlu tutulmuĢtur. Ayrıca, 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun “Sorumlular ve sorumluluk halleri” baĢlıklı 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bu Kanunun sorumlular ve sorumluluk halleri uygulamasında 5018 sayılı Kanunda belirtilen sorumlular ve sorumluluk hallerinin esas olduğu belirtildikten sonra (2) numaralı fıkrasında, “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar; kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından, muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur. Bu sorumluluğun yerine getirilip getirilmediği Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak SayıĢtay raporlarında belirtilir. Kamu zararına sebep olunan durumlar ise bu zararın tazminine iliĢkin hükme bağlama iĢlemi ile sonuçlandırılır.” denilirken; (5) numaralı fıkrasında ise, Bakanların, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda BaĢbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı sorumlu oldukları kuralına yer verilmiĢtir. Yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata uygun olması genel kuraldır ve mevzuata aykırı karar, iĢ, iĢlem veya faaliyetlerden dolayı bir kamu zararı oluĢmuĢ ise, 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre denetçiler tarafından sorumluların savunmaları alınarak “Yargılamaya esas rapor” düzenlenmesi ve 49 uncu maddesine göre de yargılama dairelerinde hükme bağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, mevzuata aykırılıktan kaynaklanan kamu zararı, bakanlar ile üst yöneticilerin hesap verme sorumluluklarına konu oluĢturmamaktadır. Hesap verme sorumluluğuna iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 8 inci, 10 uncu ve 11 inci maddesindeki hükümler ile 6085 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki hükümler, hesap verme sorumluluğunun kapsamına etkili, verimli ve ekonomiklik ölçütlerini aldığı; SayıĢtay raporlarına iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 41 inci, 43 üncü, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümlerde verimlilik, etkililik ve ekonomiklik denetim kriteri olarak belirlendiği; TBMM‟nin yürütmenin hesap verme sorumluluğunu görüĢmesine iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki hükümler, SayıĢtay tarafından TBMM‟ne sunulacak SayıĢtay raporlarında kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması bağlamında değerlendirmeler (görüĢ, öneri ve talepler) yer almasını öngördüğü için; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata uygun olmasına rağmen, SayıĢtayın yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ, öneri ve talepler içeren raporlar sunması hukuksal bir zorunluluktur. Mevzuata aykırılıklar 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre zaten yargılamaya esas raporun konusunu oluĢturacağından, aksine düzenleme SayıĢtay‟ın 5018 ve 6085 sayılı Yasalarda yer alan görevlerini yapmamasını ve TBMM‟ye SayıĢtay raporu sunmamasını amaçlamaktadır. Öte yandan, INTOSAI‟nin 1.0.41 nolu DS; “Uygulamada düzenlilik ve performans denetimi üst üste gelebilir. Bu durumlarda sınıflandırma, yapılan denetimin ana amacına dayandırılacaktır.” Ģeklinde iken; 1.0.43 nolu DS; “Bazı ülkelerde yürürlükteki anayasa veya ilgili yasalar her zaman SayıĢtaya, yürütmenin mali yönetiminin etkinlik ve verimliliğini denetleme yetkisi vermemektedir. Bu durumlarda idari kararların uygunluğu ve yararı ile yönetimin etkinliğinin değerlendirilmesi, yönetim hizmetlerinin organizasyonu görevini üstlenmiĢ olan ve yasama organı önünde yönetimlerinden ötürü sorumlu bulunan Bakanlar içindir. Bu Ģartlarda yapılan SayıĢtay denetimlerini, düzenlilik ve yasallık denetimlerinin ötesinde “iyi yönetim denetimi” Ģeklinde ifade etmek uygun olacaktır. Böyle bir denetimin amacı; mali kaynakların kullanımındaki etkinlik ve verimliliğin eleĢtirel bir yaklaĢımla incelenmesinden çok, sağlıklı yönetim prensipleri ıĢığında kamu harcamaları analizi yapmaktır. Denetimin iki türü olan düzenlilik denetimi ve yönetim denetimi, karĢılıklı olarak birbirini güçlendirdiği için, bu iki tip denetim pratikte aynı anda yürütülebilir ve düzenlilik denetimi yönetim denetimine zemin hazırlarken, yönetim denetimi de düzensizliğe sebebiyet veren durumları düzeltebilir.” Ģeklindedir. Ayrıca, INTOSAI‟nin 1.0.44 nolu DS‟nda; “Kamusal hesap verme sorumluluğu; SayıĢtaya tanınan yetkiler, SayıĢtayı tüm kamu kurumlarında, düzenlilik ve performans denetimini yürütmekle veya yürütülen denetimi yönlendirmekle yetkili kıldığı ölçüde geliĢmiĢ olacaktır.” denilerek, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun değerlendirilmesi ile kamusal hesap verme sorumluluğu arasındaki doğrusal iliĢki açıkça ortaya konulmuĢtur. Bu bağlamda, SayıĢtayın 5018 sayılı Kanun ile 6085 sayılı Kanunlarda öngörülen etkinlik, verimlilik ve tutumluluğu performans denetimi metodolojisi çerçevesinde olmasa da uygulamada düzenlilik ve performans denetiminin üst üste gelebilme özelliği karĢısında ve kamu idarelerinin mal ve hizmet üretimi ile ihtiyaçlarının karĢılamasında esas olan ekonomik ve sosyal verimlilik ilkelerine uygun olarak yapacakları maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer ekonomik ve sosyal analizler temelinde en azından “sağlıklı yönetim prensipleri ıĢığında kamu harcamaları analizi yapmak” suretiyle düzenlilik denetimi kapsamında yapması, hem 5018 sayılı Kanun ile 6085 sayılı Kanunun zorunlu bir sonucu, hem de INTOSAI Denetim Standartlarının bir gereğidir. Diğer taraftan, INTOSAI‟nin 1.0.45 nolu DS: “Temel denetim prensipleri: „SayıĢtaylar performans ölçülerinin geçerliliğini denetleyecek teknikler geliĢtirmelidir.‟ Ģartını koyar.” Ģeklinde iken; 1.0.46 nolu DS: “Denetçilerin giderek geniĢleyen denetim rolleri onları, denetlenen kurumların makul ve geçerli performans ölçüleri kullanıp kullanmadıklarını denetleyebilecek teknikler ve metodolojiler geliĢtirmeye iter. Denetçiler bunun için diğer disiplinlerdeki metodoloji ve tekniklerden faydalanmalıdırlar.” biçimindedir. Bu bağlamda, SayıĢtaya idarelerin hazırladığı hedefler ile performans ölçü ve göstergelerine göre performans/faaliyet raporlarındaki bilgilerin/verilerin mali denetim metodolojisine göre doğrulanmasıyla sınırlı bir görev yüklenmesi, SayıĢtayı TBMM adına denetim yapan ve yürütmenin hesap verme sorumluluğunun SayıĢtay raporları üzerinden görüĢülmesini sağlayan Anayasal bir denetim kurumu olmaktan çıkararak, idarelerin noteri konumuna indirgeyen ve dolayısıyla 160 ıncı maddesi yanında INTOSAI Denetim Standartlarıyla bağdaĢmayan bir durumdur. Ġdarelerin hazırladıkları faaliyet raporları ve bu raporlardaki veriler, idarelerin oluĢturdukları performans ölçüm sistemlerinin etkinliği ve verimliliği; performansın her açıdan ölçülüp ölçülmediği; performans göstergelerinin doğru Ģeyleri ölçüp ölçmediği; amaç, hedef, performans ölçüleri ve çıktıların/sonuçların birbirleriyle bağlantı ve uyum derecesi; hedeflerin uygunluğu ve somutluğu; performans bilgisinin güvenirliği; performans ölçülerinin geçerliliği ve elveriĢliliği, vb. yönlerden SayıĢtay denetimine konu oluĢturmayacaklar ve SayıĢtay tarafından TBMM‟ye sunulacak raporlar, SayıĢtay denetimi sonucunda ulaĢılan bulgulara dayalı olarak geliĢtirilecek görüĢ, öneri ve talepleri içermeyecek ise, TBMM‟nin bütçe hakkı kapsamında TBMM adına yapılan SayıĢtay denetiminin hiçbir anlamı, iĢlevi ve gereği kalmamaktadır. Bu durumda idarelerin faaliyet raporlarını doğrudan TBMM‟ye sunmaları, faaliyet raporlarının SayıĢtay tarafından hiç denetlenmemesi ve dolayısıyla SayıĢtay adıyla bütçeden ödenek tahsis edilen bir kurumun da olmaması gerekir. Anayasanın 87 nci maddesinde, Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri arasında sayılırken; “Görev ve siyasi sorumluluk” baĢlıklı 112 nci maddesinin birinci fıkrasında, BaĢbakanın Bakanlar Kurulunun baĢkanı olarak Bakanlıklar arasında iĢbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği ve Bakanlar Kurulunun bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olduğu kuralına yer verilmiĢ; 160 ıncı maddesinde ise, SayıĢtayın merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyeceği belirtilmiĢtir. Siyaset olgusu, Antik Yunan‟dan günümüze kadar toplumsal kaynakların üretimi ve bölüĢümünü içeren bir çizgi üzerinde yürümüĢ ve siyasetin konusunu devlet iktidarının ele geçirilerek kullanılması oluĢturmuĢtur. Bu bağlamda, Anayasanın 112 nci maddesinde sözü edilen hükümetin genel siyasetinin en önemli unsurunu bütçe oluĢturmakta ve Bakanlar Kurulunun birlikte sorumlu olduğu mercii de yasama organı olmaktadır. Çünkü, hükümetler toplumsal kaynakların üretimi ve bölüĢümü sürecine bütçe ile müdahale etmekte ve ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi, yatırımların teĢvik edilmesi, ekonomik büyümenin sağlanması gibi iktisat ve maliye politikaları kaynağını ve hukuksal temelini bütçeden almaktadır. Bütçe hakkı ise parlamentonundur ve Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, “Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir.” 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendindeki, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin denetiminde; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun olmasına rağmen, yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ ve öneri içeren yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceği ile denetim raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli bir iĢ ve iĢlemin yapılmasını veya belirli bir politikanın uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak görüĢ ve talep içeren rapor düzenlenemeyeceğine iliĢkin hükümler, SayıĢtayın 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri gereğince TBMM‟ye sunacağı SayıĢtay Raporlarının içinin boĢaltılmasının ötesinde TBMM‟ye hiç sunulamaması hatta sunulmamasını amaçlayarak, TBMM‟nin 5018 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki hükümler çerçevesinde yürütmenin hesap verme sorumluluğunu görüĢmesini engellemeyi öngördüğü için Anayasanın 87 nci ve 112 nci maddesi ile 160 ıncı maddesindeki kurallarla bağdaĢmamaktadır. Öte yandan, SayıĢtayların raporlarını, iktidarı ve muhalefetiyle siyasetin en yüksek düzeyde yapıldığı parlamentolara sunması, SayıĢtay raporlarının doğru, nesnel, tarafsız, zamanlı olmasını gerektirmekte; bu da SayıĢtayların bağımsızlığının sağlanmasını zorunlu kılmaktadır. Nitekim, BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu 22 Aralık 2011 tarihli 66. Oturumunda, “1- SayıĢtaylar, denetlenen kurumlardan bağımsız olurlar ve dıĢ etkilere karĢı korunurlar ise görevlerini nesnel ve etkili bir Ģekilde yerine getirebilirler. 2- Kamu yönetiminde verimlilik, hesap verebilirlik, etkililik ve saydamlığın sağlanmasında SayıĢtaylar önemli rol oynarlar ve bu rolün kabul edilmesi, ulusal kalkınma hedef ve önceliklerin yanı sıra Binyıl Kalkınma Hedefi dahil uluslararası kabul görmüĢ kalkınma hedeflerine ulaĢılmasına vesile olur.” kararını almıĢtır (UN General Assembly, 22.12.2011, A/66/209). Türk SayıĢtay‟ının 1876 Anayasasından bu yana temel özelliği ise, bağımsızlığının Anayasal düzeyde güvence altına alınmıĢ olunmasıdır. 1982 Anayasasında SayıĢtay, Anayasanın üçüncü kısmının “Yargı” baĢlıklı üçüncü bölümünde yüksek yargı organlarından sonra bağımsız bir baĢlık altında düzenlenmiĢ ve 160 ıncı maddenin birinci ve üçüncü fıkralarında görev ve yetkilerine yer verildikten sonra dördüncü fıkrasında, “SayıĢtayın kuruluĢu, iĢleyiĢi, denetim usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri ve diğer özlük iĢleri, baĢkan ve üyelerinin teminatı” yasa ile düzenleme kuralına bağlanarak yasa dıĢındaki hukuksal düzenlemelerle SayıĢtay‟a ve dolayısıyla SayıĢtay denetimine müdahale edilerek, yürütmenin hesap verme sorumluluğunun yasama organı tarafından denetlenmesine, yürütmenin müdahalesinin engellenmesi amaçlanmıĢtır. Türkiye‟nin katılım sürecini yürüttüğü AB hukukunun da “Beyaz Kitap” ile bir parçası haline gelen “iyi yönetiĢim” modeli ile ilkelerinin hukuksal ifadesi olan ve mali mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen 5018 sayılı Kanunun 68 inci maddenin ikinci fıkrası, “DıĢ denetim, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;” Ģeklinde baĢlarken; 6085 sayılı Kanunun “Denetimin genel esasları” baĢlıklı 35 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “Denetim genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.” kuralına yer verilmiĢtir. Parlamentolar adına yapılan SayıĢtay denetimleri ise, yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere INTOSAI Denetim Standartları bağlamında uluslararası düzeyde standartlaĢmıĢtır. Türk SayıĢtayının üyesi bulunduğu INTOSAI‟nin Denetim Standartları ile Türkiye‟nin üyesi olduğu BM‟in aldığı kararın, SayıĢtayın bağımsızlığını salt bir iç hukuk sorunu olmaktan çıkardığı; Türkiye‟nin modern dünya ile olan iliĢkisi, AB‟ye katılım süreci, demokratik rejimi ve Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, “devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ” bütçe ilkelerinin, bütçenin denetimi ile denetim standartlarını da kapsadığı ve Anayasada öngörülen bütçe hakkının TBMM tarafından kullanılmıĢ sayılabilmesi için bu ilkelere uyulmasının zorunlu olduğu ve dolayısıyla yürütme organı ile idarenin hesap verme sorumluluğunu iĢlevsizleĢtirmek için Türkiye‟ye özgü bir SayıĢtay denetimi dizayn etmenin Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkeleriyle bağdaĢmadığı açıktır. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk devletinde yasakoyucu, yalnız yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da hukukun evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38 sayılı Kararında, “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturarak aynı zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise, kuralların genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmalarına bağlıdır.” denilirken; 22.02.2012 günlü ve E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında ise, “Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının birbirleriyle çeliĢmeyecek biçimde açık, anlaĢılabilir ve öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.” denilmiĢtir. SayıĢtayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapacağı denetimleri düzenleyen kuralların da bu nitelikleri taĢıması hukuk devletinin bir gereği olduğu kadar, TBMM‟nin yürütme organı ile idareyi bütçe hakkından kaynaklanan hesap verme sorumluluğunun gerekleri kapsamında denetleyebilmesinin ve ayrıca bakanlar ile üst yöneticilerin hukuki güvenliklerinin sağlanmasının ön koĢuludur. Oysa, 6085 sayılı Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendindeki hükümler; genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmadıkları gibi, kamu mali yönetimi ve kontrolünü düzenleyen ve bu niteliğiyle mali kanunların Anayasası olarak nitelendirilen 5018 sayılı Kanunun 1 inci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 41 inci, 43 üncü, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile “kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalıĢması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılacak denetimleri” düzenlemek amacıyla çıkarılmıĢ bulunan 6085 sayılı Kanunun 1 inci, 5 inci, 7 nci, 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümler ile çok açık ve çok net çeliĢkiler taĢımaktadır. Hatta bu çeliĢkiler, söz konusu hükümleri ve hükümlerle getirilen sistemi ilga ederek iĢlemez kılacak boyuttadır. Hukuki güvenlik ilkesi, bu derece hukuki belirsizlik ile bu boyutta bir hukuksal çeliĢkiler yumağını taĢıyamayacağından, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Öte yandan, temsili demokrasinin temelinde “bütçe hakkı” yatmakta ve günümüzün demokratik devletleri ile yönetim modelleri, yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı ve 5018 sayılı Kanun ile hukuksallaĢtırıldığı üzere saydamlık, bilgilendirme, katılımcılık ve hesap verebilirlik ilkeleri temelinde eylemlerinden parlamentoya karĢı sorumlu olan yürütme organı ile idareye dayanmaktadır. TBMM‟nin bütçe hakkından kaynaklanan denetim yetkisine SayıĢtay denetimi üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesiyle bu açıdan da bağdaĢmamaktadır. Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. c) (c) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c) bendiyle, SayıĢtay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere aykırı denetim raporu düzenlenemeyeceği; ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varılır ve bu hususa BaĢkanlık tarafından da iĢtirak edilir ise düzenlenen raporun BaĢkanlık tarafından ilgili mercilere gönderileceği; ilgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılması halinde ilgili düzenleme veya görüĢün usulüne uygun olarak düzeltileceği; ilgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılmaması halinde, SayıĢtay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluĢacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora göre iĢlem yapılacağı kuralları getirilmektedir. 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c) bendinde, kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırı denetim raporu düzenlenemeyeceği kuralı getirilmiĢ; denetim raporu da 6085 sayılı Kanunun “Tanımlar” baĢlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde, “Denetim raporu: SayıĢtay raporlarına esas olmak üzere, denetim ve incelemeler sonucunda denetim grup baĢkanlıkları veya denetçiler tarafından hazırlanan raporu,” Ģeklinde tanımlanmıĢtır. Dolayısıyla (c) bendindeki hükümlerin SayıĢtayın TBMM‟ne sunacağı SayıĢtay raporlarına temel oluĢturan denetim raporlarını kapsadığı anlaĢılmaktadır. Ancak, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, “Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:” hükmüne amir olduğundan ve (c) bendi de (2) numaralı fıkranın altında düzenlendiğinden, (c) bendindeki hükümlerin kamu zararının tespiti için düzenlenen “yargılamaya esas raporlar”ı da kapsadığı gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, hükmün kapsamı konusunda çeliĢkiye dayalı bir belirsizlik vardır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin unsurlarından biri de hukuki güvenlik ilkesidir. Hukuk güvenliği ise kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik ise hukuk normlarının birbiriyle çeliĢmeyecek Ģekilde açık, tartıĢmalara yol açmayacak Ģekilde anlaĢılabilir olmasına bağlıdır. Hukuk güvenliği, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yollardan kaçınmasını gerekli kılar. Ġptali istenen (c) bendinin, sadece denetim raporlarını mı, yoksa denetim raporları ile birlikte yargılamaya esas raporları da mı kapsadığı konusunda çeliĢkiye dayalı belirsizlik olduğundan, hukuk devleti ilkesi de bu belirsizliği taĢıyamayacağından söz konusu (c) bendi Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır. Söz konusu düzenlemeye iliĢkin yasa teklifi, SayıĢtay Genel Kurulundan görüĢ alınmadan yasalaĢtığından Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı; 8 inci maddesinde yürütme yetkisi ve görevinin CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceği; 113 üncü maddesinde, bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teĢkilatının kanunla düzenleneceği; 123 üncü maddesinde ise, idarenin kuruluĢ ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiĢ; Anayasada “Temel Haklar ve Ödevler”in düzenlendiği ikinci kısımda ise, kamu düzeninin güvence altına alınması ile devlet iktidarına karĢı kiĢilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlandığından, kiĢilerin temel hak ve özgürlüklerinin sıralanması yanında bu hak ve özgürlükler ile devlet iktidarına sınırlamalar getirilmiĢtir. Sözü edilen Anayasal kurallara göre, nelerin, nasıl yapılmayacağına iliĢkin hükümler, kamu düzeni ile temel hak ve özgürlükleri konu alan ceza ve ceza usul yasalarına konu oluĢturur iken; nelerin nasıl yapılacağına iliĢkin kurallar ise teĢkilat kanunlarına konu oluĢturmaktadır. Her hangi bir faaliyetin, kamu hizmeti kapsamına alınabilmesi ve bu hizmeti yürütecek kurum ya da kuruluĢun kurulması ancak TBMM tarafından usulüne göre çıkarılacak yasayla mümkündür. Dolayısıyla, kamu kurum ve kuruluĢlarının görev ve yetkileri düzenlenirken, neleri nasıl yapacağı kurallaĢtırılır; neleri nasıl yapmayacağı ise düzenleme konusu olmaz. Çünkü, kamu hizmetinin varlık nedeni yasadır ve yasa yoksa kamu kurum ve kuruluĢu ve dolayısıyla görev ve yetki de yoktur. Bunun içindir ki bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluĢlarına iliĢkin teĢkilat yasalarında görevler ve bu görevleri yerine getirirken kullanılacak yetkiler sıralanırken; Ģunlarla Ģunları yapamaz ya da Ģu Ģekilde yapamaz diye bir sıralamaya yer verilmez. Çünkü, sayılmayanlar zaten yapılmayacağı gibi sayılarak nasıl yapılacağı belirtilenler de baĢka türlü yapılamaz. Yapılması, hukuka aykırı olur. 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 4 üncü maddesinde SayıĢtayın denetim alanı, 5 inci maddesinde görevleri, 6 ncı maddesinde yetkileri sıralanırken; “Tanımlar” baĢlıklı 2 nci maddesi ile “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesinde ise bahse konu “düzenlilik denetimi”nin nasıl yapılacağı düzenlenmiĢtir. 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde düzenlilik denetimi, mali denetim ve uygunluk denetimi olarak ikiye ayrılırken; (c) bendinde mali denetim, “Kamu idarelerinin hesap ve iĢlemleri ile mali faaliyet, mali yönetim ve kontrol sistemlerinin değerlendirme sonuçları esas alınarak, mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve doğruluğuna iliĢkin denetimi,”; (ç) bendinde uygunluk denetimi, “Kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun incelenmesine iliĢkin denetimi,” Ģeklinde tanımlanmıĢ; 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise aynen, “Düzenlilik denetimi; a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti, b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluĢturan ve ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenilirliği ve doğruluğu hakkında görüĢ bildirilmesi, c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi, suretiyle gerçekleĢtirilir.” denilmiĢtir. 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi ile 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin, kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere (tüzük, bakanlar kurulu kararı, yönetmelik) uygun olup olmadığının tespiti Ģeklinde yapılacağı belirtildiğine göre, SayıĢtay tarafından kurumsal olarak bu kurala aykırı olacak Ģekilde düzenlilik denetimi yapılamayacak demektir. Ancak, söz konusu kural, düzenlilik denetimini fiilen yürüten SayıĢtay Denetçilerinin tüm raporlarının yasalara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olması gerektiği anlamına gelmekle birlikte, uygun olduğu sonucunu doğurmamaktadır. Çünkü, uygun olduğu sonucunu doğursa idi, düzenlenmesi ile birlikte hukuksallık kazanarak uygulamaya girmesi ve dolayısıyla SayıĢtay yargılama dairelerinde yargılamaya esas raporların yargılanması, yargılamanın iadesi yoluyla yargılanması ve denetim raporlarının görüĢülmesi; Temyiz Kurulunda ilamların temyiz yoluyla ve temyiz kararlarının da karar düzeltilmesi suretiyle görüĢülmesi, Rapor Değerlendirme Kurulunda SayıĢtay raporlarının görüĢülmesi ve Genel Kurulda içtihatların birleĢtirilmesi gibi kurul ve kanun yollarına gerek olmazdı. Bu bağlamda, denetçiler tarafından düzenlenen tüm raporlar, hukuksal anlamda denetçi görüĢünü içermekte olup, içeriğindeki tespit ve bulguların düzenlendikleri aĢamada “yargılamaya esas rapor”lar bağlamında hukuki bir bağlayıcılığı yoktur ve “denetim raporları” bağlamında ise SayıĢtay görüĢünü temsil etmemektedirler. ġöyle ki; Anayasanın 160 ıncı maddesinde SayıĢtaya, TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama olmak üzere baĢlıca iki görev verildiğinden, 6085 sayılı Kanunda da SayıĢtay denetçilerinin yaptıkları denetimler sonucunda TBMM‟ye sunulmak üzere “SayıĢtay raporu” ve yargılama dairelerine sunulmak üzere “yargılamaya esas rapor” olmak üzere baĢlıca iki rapor düzenlemeleri öngörülmüĢtür. 6085 sayılı Kanuna göre; Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda denetim grup baĢkanlıklarınca düzenlenen denetim raporları, SayıĢtay BaĢkanlığınca ilgili kamu idaresine gönderilir. Denetim raporları, kamu idaresinin üst yöneticisi tarafından cevaplandırılır. Bu cevaplar da dikkate alınarak yeniden düzenlenen denetim raporları SayıĢtay dairelerinin görüĢleri alınmak üzere SayıĢtay BaĢkanlığına sunulur. Bu raporlara kamu idarelerinin cevapları da eklenir. Daireler, raporlar hakkındaki görüĢlerini SayıĢtay BaĢkanlığına sunar. Daireler denetim raporları hakkında görüĢ oluĢtururken, söz konusu raporların bu Kanunda öngörülen amaç, çerçeve ve sınırlar içinde olup olmadığı yönünden inceleme yapar ve bu hususlara uygunluk taĢımayan raporların düzeltilmesine iliĢkin görüĢünü SayıĢtay BaĢkanlığına sunar (md. 38/1). Dairelerce görüĢ bildirilen denetim raporları ile SayıĢtayca mali konularda belirtilmesi uygun görülen diğer hususları da içeren dıĢ denetim genel değerlendirme raporu hazırlanır ve Rapor Değerlendirme Kurulunun görüĢü alınır. DıĢ denetim genel değerlendirme raporu ile Kurulca görüĢ bildirilen kamu idarelerine iliĢkin denetim raporları SayıĢtay BaĢkanınca genel uygunluk bildirimi ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur (38/2). Rapor Değerlendirme Kurulunda SayıĢtay raporlarının görüĢülmesi sırasında açıklamalarda bulunması için ilgili kamu idaresinin üst yöneticisi veya görevlendireceği yardımcısı çağrılabilir (28/6). DıĢ denetim genel değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme raporu ve bu Kanunun 42 nci maddesinde belirtilen raporlar ve değerlendirmeler çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢür. Bu görüĢmelere SayıĢtay BaĢkanı veya denetimden sorumlu baĢkan yardımcısı ile kamu idarelerinin üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur (38/4). Bu bağlamda, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen denetim raporları, kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırılık taĢısa dahi (içlerinde çeĢitli nedenlerle taĢıyanlar mutlaka çıkacaktır) ilgili kamu idaresine gönderilerek, içeriğinde yer alan bulgu ve tespitler kamu idaresinin üst yöneticisi tarafından cevaplandırılacaktır. Kamu idaresinin üst yöneticisin emrinde ise, 5018 sayılı Kanun ile ilgili idarenin teĢkilat kanununa göre strateji geliĢtirme baĢkanlığı ile iç denetim birimi baĢkanlığı bulunduğundan ve bu baĢkanlıkların da mali mevzuata hakim olması gerekeceğinden, denetim raporunda hukuka aykırılık var ise SayıĢtaya göndereceği cevapta bunları ileri sürecektir. Cevaplar da dikkate alınarak denetim raporu yeniden düzenlenecek ve verilen cevaplarla birlikte incelenmek üzere bir baĢkan ve dört üye ile toplanan yargılama dairelerine gönderilecektir. Yeniden düzenlenen denetim raporu, yargılama dairesine cevaplar ile birlikte gönderileceğinden, verilen cevaplarda ileri sürülen hukuka aykırılıklar yeniden düzenlenen denetim raporunda ister dikkate alınmıĢ, ister alınmamıĢ olsun, her iki durumda da yargılama dairesi ileri sürülen hukuka aykırılıkları inceleyecek ve görüĢünü buna göre oluĢturacaktır. Yargılama dairesi görüĢü alınan ve görüĢ doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılan denetim raporlarına, bu defa SayıĢtayca mali konularda belirtilmesi uygun görülen diğer hususlar da eklenerek dıĢ denetim genel değerlendirme raporuna dönüĢtürülecek ve görüĢü alınmak üzere bu defa iki daire baĢkanı sekiz üye ve denetimden sorumlu baĢkan yardımcısı olmak üzere onbir üyeli Rapor Değerlendirme Kuruluna gönderilecektir. Kurulda raporun görüĢülmesi sırasında üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısı açıklamalarda bulunabilecek ve dolayısıyla hukuka aykırılıklar var ise bunları ileri sürebilecektir. Kurulun olumlu görüĢ verdiği denetim raporları, SayıĢtay raporu niteliğini kazanacak ve SayıĢtay görüĢü olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise söz konusu raporlar ve raporlardaki değerlendirmeler çerçevesinde kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢecek ve bu görüĢmelere kamu idarelerinin üst yönetici veya görevlendireceği yardımcısı ilgili bakanla birlikte katılacaktır. SayıĢtay raporu, bu aĢamada dahi hukuka aykırılıklar taĢıyor ise, ilgili idarenin üst yöneticisi veya yardımcısı TBMM‟de yapılacak görüĢmelerde hukuka aykırılıkları ileri sürebilecek; “bütçe hakkı”nın sahibi TBMM de yaptığı denetimde hukuka aykırılık iddialarını göz önünde bulunduracaktır. Yine, 6085 sayılı Kanuna göre; Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap ve iĢlemlerinin denetimi sırasında denetçiler tarafından kamu zararına yol açan bir husus tespit edildiğinde sorumluların savunmaları alınarak mali yıl sonu itibariyle yargılamaya esas rapor düzenlenir (48/1). Yargılamaya esas raporlar eki belgelerle birlikte BaĢkanlığa sunulur. BaĢkanlık bu raporları hesap yargılamasının yapılacağı daireye gönderir (48/2). Daire baĢkanları dairelerine verilen yargılamaya esas raporlar hakkında baĢsavcılığın yazılı düĢüncesini alır (49/1). Daire baĢkanı baĢsavcılığın yazılı düĢüncesini içeren yargılamaya esas raporu düĢüncesini bildirmesi için üyelerden birine verir. Üye kendisine verilen yargılamaya esas rapor üzerinde gerekli incelemeyi yapar ve yazılı düĢüncesi ile birlikte daire baĢkanlığına geri verir ve raporda konu edilen hesap ve iĢlemlerin yargılanmasına baĢlanır (49/2). Daireler tarafından yapılan hesap yargılaması sonucunda; hesap ve iĢlemlerin yasal düzenlemelere uygunluğuna veya kamu zararının sorumlulardan tazminine hükmedilir. Bu hükümler dıĢında, gerekli görülen hususların ilgili mercilere bildirilmesine karar verilebilir (50/1). Verilen hüküm ve kararlar gerekçeli olarak tutanağa bağlanır ve daire baĢkanı ve üyeler tarafından imzalanır (50/2). Ġlamlar gerekçeli olarak düzenlenir (51/1). SayıĢtay ilamları; sorumlulara, sorumluların bağlı olduğu kamu idarelerine, genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için Maliye Bakanlığına, ilgili muhasebe birimine ve baĢsavcılığa tebliğ edilir (52/1). SayıĢtay dairelerinden veya Temyiz Kurulundan verilen kararlar müphem ise taraflardan her biri bunların tavzihini yahut tarafların adı ve soyadı ile sıfatı ve iddiaların sonucuna iliĢkin yanlıĢlıklar ile hüküm fıkrasındaki hesap yanlıĢlıklarının düzeltilmesini isteyebilir (52/2). Temyiz, yargılamanın iadesi ve karar düzeltilmesi talepleri, SayıĢtay BaĢkanlığına hitaben yazılmıĢ imzalı dilekçe ile yapılır. Dilekçeler SayıĢtay BaĢkanlığına verilir veya gönderilir. Ġlgililer isterlerse evrakın alındığına dair kendilerine bir alındı verilir (54/1). SayıĢtay dairelerince verilen ilamlar SayıĢtay Temyiz Kurulunda temyiz olunur. Bu Kurulca verilen kararlar kesindir (55/1). 52 nci maddenin birinci fıkrasında yazılı ilgililer tarafından yargılamanın iadesi istenebileceği gibi SayıĢtay dairelerince de doğrudan doğruya buna karar verilebilir (56/1). Temyiz Kurulu kararları hakkında, 52 nci maddenin birinci fıkrasında yazılı ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeĢ gün içinde bir defaya mahsus olmak üzere (…) karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler (57/1). ĠĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde aynı konu hakkında dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen ilamlar birbirine aykırı ise SayıĢtay BaĢkanı bu ilamları içtihatların birleĢtirilmesi için Genel Kurula gönderir (58/1). SayıĢtay BaĢkanı birleĢmiĢ içtihadın değiĢtirilmesi için de istemde bulunabilir (58/2). Ġçtihatların birleĢtirilmesi veya değiĢtirilmesi kararları Resmi Gazetede yayımlanır (58/3). Dairelerin kararları veya bir dairenin iki kararı arasında aynı konuda aykırılık bulunur veya bir içtihadın değiĢmesine lüzum görülür ya da bu mahiyette bütün iĢlemlere uygulanabilecek kararlar almaya ihtiyaç duyulursa, konu Genel Kurulda görüĢülerek karara bağlanır ve Resmi Gazetede yayımlanır (59/1). Bu bağlamda, denetçiler tarafından mevzuata hakim olamama, yorum hatası, farklı değerlendirme, bir kısım bilgi ve belgelere ulaĢamama ve hatta tarafgir davranma vb. nedenlerle kanunlar ile diğer hukuki düzenlemelere aykırı yargılamaya esas rapor düzenlenmiĢ olsa dahi, bunun sorumlular açısından hukuksallık kazanması; baĢsavcılık ve üyenin yazılı düĢüncesinin alınması ve raporun yargılama dairesinde yargılanıp ilamın düzenlenmesiyle gerçekleĢmekte ve kesinleĢmesi ise kanun yolları tüketilip temyiz kurulu kararından sonra olmaktadır. KesinleĢmiĢ bir ilamın hukuka aykırılığından hukuksal olarak söz edilemeyeceği de açıktır. Anayasanın 6 ncı, 8 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddesindeki kurallara göre teĢkilat kanunlarında, bakanlıklar ile idarelerin görev ve yetkilerine ve dolayısıyla neleri nasıl yapacaklarına yer verilmesi gerekmesine ve bu kurala göre 6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi ile 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin nasıl yapılacağı açıklanmasına ve dahası 6085 sayılı Kanunun 28 inci, 38 inci, 48 inci, 49 uncu, 50 nci, 51 inci, 52 nci, 54 üncü, 55 inci ve 56 ncı maddelerinde düzenlilik denetimi sonrasında düzenlenecek “denetim raporları” ile “yargılamaya esas raporlar”ın hukuksal bağlayıcılık ile SayıĢtay görüĢü taĢıyabilmesi için iĢlemesi gereken yargısal ve kurulsal süreçler ortaya konmasına ve raporlarda herhangi bir hukuka aykırılık var ise, hukuka aykırılıklar söz konusu raporların SayıĢtayda iĢlem gördüğü her aĢamada dile getirilebilmesine rağmen; “SayıĢtay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere aykırı denetim raporu düzenlenemez.” Ģeklinde kural getirerek devamında buna güvence oluĢturmak üzere hukukla bağdaĢmazlığı bir yana mantıksal tutarlılığı dahi bulunmayan mekanizmalar öngörmenin; - SayıĢtay denetiminin bağımsızlığına ve tarafsızlığına güvence oluĢturmak, - SayıĢtay denetimi sonrasında düzenlenecek raporların doğru, nesnel, tarafsız ve zamanlı olmasına katkı sağlamak, - SayıĢtay denetimine kalite güvencesi oluĢturmak veya artırmak, - Sorumlular ile üst yöneticileri hukuksal güvenceye kavuĢturmak, - Kamu yararını gerçekleĢtirmek, gibi bir amacı bulunmamaktadır. Tek, gerçek ve güncel amacı, denetimi fiilen yürüten SayıĢtay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirerek SayıĢtaya Anayasa ile verilmiĢ görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde yapılmasını engellemektir. Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı Kararında, “…SayıĢtay'ın vereceği kararların temelini denetçiler tarafından yapılan denetim görevi oluĢturmaktadır. Yetkili kurul ve dairelerce sağlıklı karar verilebilmesi ise kararın oluĢumunda çok önemli katkıları olan denetçi ve raportörler için her türlü etkiden uzak bağımsız bir çalıĢma ortamının yaratılmasıyla olanaklıdır. (…) SayıĢtay'a Anayasanın yargı bölümünde Anayasal bir kurum olarak yer verilmesi ve 160 ıncı maddeyle de, mensuplarının nitelikleri ile atanmalarının, görev ve yetkilerinin, hakları ve yükümlülüklerinin ve diğer özlük iĢlerinin kanunla düzenlenmesinin öngörülmüĢ olması da SayıĢtay grup Ģefleri, raportörler ve denetçileri ile denetçi yardımcılarının güvenceli olması gereğini göstermektedir.” Ģeklinde vurgulandığı üzere, SayıĢtay denetiminin güvencesini, denetçilerin bağımsız ve güvenceli bir ortamda çalıĢması oluĢturmaktadır. SayıĢtay denetçilerinin denetim raporuna aldığı bir hususun yargılama daireleri veya Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından SayıĢtay raporuna kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırılık nedeniyle alınmaması veya yargılamaya esas rapora aldığı bir hususa yargılama dairelerinin beraat hükmü tesis etmesi durumunda, denetçiler, “SayıĢtay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere aykırı denetim raporu düzenlenemez.” hükmüne aykırı rapor düzenlemiĢ olacaklar ve dolayısıyla görev suçu iĢlemiĢ durumuna düĢebileceklerdir. Bu durumda, üst yöneticiler veya sorumlular tarafından SayıĢtay denetçileri hakkında adli mahkemelerde dava açılmanın yanında SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından disiplin soruĢturması yürütülmesi gündeme gelebilecek ve hatta belki de adli ve disiplin cezaları alabileceklerdir. Ceza tehdidi altında çalıĢan denetçilerden denetim yapmaları beklenemeyeceğinden SayıĢtay Anayasal görevlerini yerine getiremeyecektir. SayıĢtayın Anayasal görevlerini yerine getiremez hale gelerek kamuoyunda iĢlevsiz bir kurum olarak algılanmaya baĢlaması ise, kurum içi mesleki dayanıĢmayı yoğunlaĢtırabilecek ve bu durum denetim raporuna yazılan her hususun SayıĢtay görüĢü olarak TBMM‟ne sunulması ve yargılamaya esas raporda yazılan her hususa ise tazmin hükmü verilmesiyle sonuçlanabilecek ve dolayısıyla SayıĢtay denetiminin bağımsızlığı, tarafsızlığı, nesnelliği ve hukuka uygunluğu bütünüyle ortadan kalkacaktır. Ġptali istenen düzenlemelerin gerçek ve güncel amacının, denetimi fiilen yürüten SayıĢtay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirerek SayıĢtaya Anayasa ile verilmiĢ görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde yapılmasını engellemek üzerinden TBMM‟nin bütçe hakkını sınırlandırmak olduğu o derece açıktır ki devamında yer alan tümceler niyeti tüm çıplaklığı içinde ortalığa sermektedir. Tümcenin devamında, “Ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varılır ve bu hususa BaĢkanlık tarafından da iĢtirak edilir ise düzenlenen rapor BaĢkanlık tarafından ilgili mercilere gönderilir.” ifadesi yer almaktadır. Ancak, 6085 sayılı Kanunda BaĢkanlık, SayıĢtayın “TeĢkilat Yapısı”nın düzenlendiği Ġkinci Kısmının “BaĢkanlık, Yargı, Karar ve Diğer Organlarının ĠĢleyiĢ, Görev ve Yetkileri”nin düzenlendiği Üçüncü Bölümünde yer almasına rağmen, BaĢkanlığın düzenlendiği 20 nci maddede BaĢkanlığın SayıĢtay BaĢkanı ile baĢkan yardımcıları ve bölüm baĢkanlarından oluĢacağına ve BaĢkanlığa bağlı birimlere yer verilmiĢ; 21 inci maddesinde BaĢkanın, 22 nci maddesinde ise baĢkan yardımcılarının görev ve yetkileri sıralanırken; bunlar arasında BaĢkana veya baĢkan yardımcılarına “mevzuatı yorumlama” gibi yargısal bir görev verilmemiĢtir. 6085 sayılı Kanunda “mevzuatı yorumlama” ve dolayısıyla iptali istenen tümcedeki “düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varma” yetkisi, münhasıran daireler ile kurulların (yargılama daireleri, daireler kurulu, temyiz kurulu, rapor değerlendirme kurulu ve genel kurul) yetkisindedir. SayıĢtay BaĢkanına idari düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olmadığına karar verme üzerinden denetim raporunu ilgili idare veya sorumlulara göndermeme yetkisi verilmesi, SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullara ait yetkinin gasp edilerek SayıĢtay denetiminin kiĢisel inisiyatife terk edilmesi ve dolayısıyla SayıĢtay denetiminin SayıĢtay BaĢkanını BaĢkanlık makamına seçen siyasilerin müdahalelerine açık hale getirilmesi demektir. Tümcenin devamı ise, “Ġlgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılması halinde ilgili düzenleme veya görüĢ usulüne uygun olarak düzeltilir.” Ģeklindedir. Öncelikle ilgili kamu idaresinin katılacağı görüĢ, SayıĢtay görüĢü değil, denetim raporunda yer alan ve BaĢkanın da katılmıĢ olduğu denetçi görüĢüdür. SayıĢtay görüĢü, denetim raporunun verilen cevaplar da dikkate alınarak yeniden düzenlendikten ve yargılama dairesi ile akabinde Rapor Değerlendirme Kurulunda görüĢüldükten sonra TBMM‟ne sunulmasına karar verilen SayıĢtay raporunda yer alan görüĢtür. Diğer yandan, ilgili kamu idaresinin ilgili düzenlemeleri düzeltebilmesi, yetkisi dahilinde uygulamayı yönlendirmek üzere çıkardığı genelge, özelge, uygulama talimatı, görüĢ vb. düzenlemeler için söz konusu olup; Bakanlar Kurulunun yetkisinde olan tüzük ve kararnameler için söz konusu olamaz. Kaldı ki, bakanlar kurulu kararı, tüzük, yönetmelik ve idarenin diğer düzenleyici iĢlemlerini denetlemek, 2575 sayılı DanıĢtay Kanununun 24 üncü maddesine göre DanıĢtayın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı iĢler kapsamında iken, daha hukuksal bağlayıcılığı ve SayıĢtay görüĢü niteliği dahi kazanmamıĢ bir denetçi görüĢünün varlığı ileri sürülerek hukuksal düzenleme düzeltilmeye gidilmesi, hukuksal karmaĢa, belirsizlik ve çeliĢkilere yol açarak kaotik bir ortam doğurur. Ayrıca, ilgili düzenleme düzeltilmeye gidilirken; ilgili düzenlemeye göre yapılmıĢ idari iĢ, iĢlem ve eylemlerin düzeltilip düzeltilmeyeceği veya ne yapılacağı konusunda sessiz kalınması ise ayrı bir çeliĢkidir. Ġptali istenen bentteki asıl fecaat ise, “Ġlgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılmaması halinde, SayıĢtay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluĢacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora göre iĢlem yapılır.” Ģeklindeki son tümcedir. BaĢka bir anlatımla, mali mevzuatı yorumlayarak SayıĢtayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre TBMM adına denetim yapıp yapmayacağı ile sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayıp bağlamayacağına, “SayıĢtay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluĢacak komisyon” karar verecek ve bu karar da Anayasanın 160 ıncı maddesindeki “kesin hükme bağlamak” ifadesiyle mali mevzuatı yorumlama yetkisi verilmiĢ bulunan SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullarını ve hatta bütçe hakkının sahibi TBMM‟yi bağlayacaktır. Yukarıda yer verilen (c) bendiyle (d) bendindeki düzenlemelerin, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 07.07.2011 tarih ve 646 sayılı KHK‟nin 4 üncü maddesinin (b) bendiyle değiĢik 140 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında; “Vergi MüfettiĢleri ile Vergi MüfettiĢ Yardımcıları tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, iĢleme konulmak üzere ilgili vergi dairesine tevdi edilmeden önce, meslekte on yılını tamamlamıĢ en az üç Vergi MüfettiĢinden oluĢturulacak rapor değerlendirme komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. Ġncelemeyi yapanla komisyon arasında uyuĢmazlık oluĢması halinde uyuĢmazlığa konu vergi inceleme raporları üst değerlendirme mercii olarak, Maliye Bakanlığınca belirlenen tutarları aĢan tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme raporları ise doğrudan, Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığı bünyesinde bir BaĢkan Yardımcısının baĢkanlığında dört grup baĢkanından oluĢan beĢ kiĢilik merkezi rapor değerlendirme komisyonu tarafından vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. Ġncelemeyi yapanlar, bu komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak düzenleyecekleri vergi inceleme raporlarını iĢleme konulmak üzere bağlı oldukları birime tevdi ederler.” Ģeklinde yer alan düzenlemeden esinlenerek hazırlandığı açıktır. Ancak, Maliye Bakanlığına (idareye) bağlı görev yapan vergi müfettiĢleri ile yardımcılarının düzenledikleri vergi incele raporları için böyle bir kalite kontrol süreci geliĢtirilmesi olağan ve elzemdir. Çünkü; Birincisi, karĢı tarafın düĢünceleri alınmaksızın, itirazları değerlendirilmeksizin tek yanlı olarak düzenlenen vergi inceleme raporları doğrudan vergi dairesi baĢkanlıklarına gönderilmekte ve gönderildiği andan itibaren hukuksallık kazanarak iĢleme konulmaktadır. Oysa SayıĢtay denetçilerinin düzenledikleri denetim raporu ile yargılamaya esas raporların hukuksallık kazanma süreci yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmıĢtır ve düzenlendikleri anda denetçi görüĢü olup, SayıĢtay görüĢünü taĢımamakta ve hukuksallık kazanmamaktadır. Ġkincisi, vergi inceleme raporlarının rapor değerlendirme komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname ve tüzüklere göre incelenmesi gerekli; bunlar yanında yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilmesi de olağan ve elzemdir. Çünkü söz konusu düzenleyici iĢlemleri vergi müfettiĢ ve yardımcılarının bağlı çalıĢtığı Maliye Bakanlığı çıkarmakta ve ayrıca 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‟nin değiĢik 20 nci maddesinin üçüncü fıkrasının (h) bendine göre Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığının “Vergi mevzuatı ile ilgili görüĢ ve önerilerde bulunmak” görevi bulunmaktadır. Maliye Bakanlığının düzenleyici iĢlemleri Maliye Bakanlığı personeli için bağlayıcıdır. Buna karĢın, SayıĢtayın denetimine tabi idareler tarafından hazırlanan düzenleyici iĢlemlerden, “mali konularda düzenlenecek yönetmelikler ile yönetmelik niteliğindeki düzenleyici iĢlemler” hakkında -o da gönderilirse- görüĢ vermek dıĢında idarelerin diğer düzenleyici iĢlemleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Üçüncüsü, ilgili vergi dairesi baĢkanlığına ulaĢtığı anda iĢleme konularak hukuksallık kazanan vergi inceleme raporlarını inceleyecek rapor değerlendirme komisyonu ile merkezi rapor değerlendirme komisyonuna dıĢarıdan hiçbir üye (örneğin, bağımsız denetçi veya yeminli mali müĢavir) alınmazken; TBMM adına denetim yapan ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayan Anayasal kurumun denetim raporları ile yargılamaya esas raporlardaki mevzuata aykırılığı ileri sürülen hususları, SayıĢtayı bağlayacak Ģekilde karara bağlamak üzere oluĢturulacak komisyonun SayıĢtay üyeleri de değil, üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresinden iki görevliden meydana getirilmesindeki hukuk ve demokrasi dıĢı gayriciddiliğin bu derecesine ise denecek söz yoktur. Hukuk dıĢıdır; çünkü SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullarına ait yetkiyi idareye kullandırmakta; denetleyeni denetlenene tabi kılmaktadır. Gayri ciddidir; çünkü TBMM‟ye ait bütçe hakkına, hesap verme yükümlülüğü altındaki yürütmenin ajanlarını ortak etmektedir. 6085 sayılı Kanun (832 sayılı Kanundan farklı olarak), teĢkilat, denetim süreci ve raporlama açısından “ofis tipi” SayıĢtay modeli üzerine bina edilmekle birlikte, diğer yüksek yargı organlarında olduğu gibi yargılama daireleri ve kurullar kurulmuĢ; “yargılama”, “kesin hüküm”, “ilam” gibi kavramlar kullanılmıĢ ve “temyiz”, “yargılamanın iadesi”, “karar düzeltme”, “içtihadı birleĢtirme” gibi hukuk yolları oluĢturulmuĢtur. Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, bu niteliğiyle diğer yüksek yargı organlarından farklı olarak kendine özgü denetim yapan ve yargısal sonuçlu kararlar veren SayıĢtay, gördüğü hizmetin niteliği ve çalıĢma yönteminin yakınlığı nedeniyle Anayasanın “yargı” bölümünde düzenlenmiĢtir. Anayasanın 148 inci maddesinde de SayıĢtay BaĢkan ve üyelerinin görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yargılanmaları diğer yüksek mahkemelerin baĢkan ve üyelerinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında sayılmıĢtır. Bu nedenle, SayıĢtay, Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, TBMM adına denetim görevi yapan, sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayan ve kararlarına karĢı hiçbir yargı organına baĢvurma olanağı bulunmayan anayasal bir kurumdur. Denetimi fiilen yürüten SayıĢtay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirmek; SayıĢtay daire ve kurullarının yetkisinde olan hususlarda, SayıĢtayı bağlayıcı kararlar verme yetkisini SayıĢtay BaĢkanına ve üç uzman denetçi ile ilgili daire temsilcisi iki görevliden oluĢan komisyonlara vermek; SayıĢtayın Anayasal ve yargısal görevlerine denetimindeki idareleri müdahil ve hatta ortak etmek yoluyla SayıĢtaya Anayasa ile verilmiĢ görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde yapılmasını engelleyen ve TBMM‟nin bütçe hakkının gereği olan kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢmesini ve yürütme organını denetlemesini SayıĢtay raporları üzerinden sınırlandırmanın ötesinde bütçe hakkına yürütmenin ajanlarını ortak eden iptali istenen hükümler, Anayasanın 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırıdır. Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢ; 4 üncü maddesinde ise bu ilkenin değiĢtirilemeyeceği ve değiĢtirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kurala bağlanmıĢtır. Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, tüm eylem ve iĢlemleri bağımsız yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Kamusal yetkilerin kaynağı, dayanağı ve sınırı olan Anayasanın herhangi bir maddesine aykırı bir yasa kuralı, doğal olarak hukuk devleti ilkesiyle de bağdaĢmaz. Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına dayanması ve kamu düzeninin kurulması ve korunması amacına yönelik kurallarda adalet ve hakkaniyet ölçütlerinin göz önünde tutulması gerekliliği de bulunmaktadır. Buna göre kamu yararı düĢüncesi olmaksızın, diğer bir anlatımla, yalnız özel çıkar veya belli kiĢilerin yararına olacak Ģekilde herhangi bir yasa kuralı konulamaz. Oysa, iptali istenen düzenleme, TBMM‟nin bütçe hakkından kaynaklanan yürütmenin ve idarenin hesapverme sorumluluğunu görüĢmesine taban oluĢturan SayıĢtayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre TBMM adına yaptığı denetim sonucunda hazırlayacağı SayıĢtay raporları ile sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevini, hesapverme sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan yürütme organı ile üst yöneticilerin yararına ve kamunun zararına olacak Ģekilde ortadan kaldırarak SayıĢtayın Anayasal görevlerini bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde yapmasını engellemeyi amaçlamakta ve SayıĢtayı hak, hukuk, adalet ve hakkaniyet ölçülerinden uzak denetim yapmaya zorlamaktadır. Ġptali istenen düzenlemeler, bu yanıyla da hukuk devleti ilkesine aykırılık oluĢturmaktadır. Yukarıda süreçleri de açıklandığı üzere, 6085 sayılı Kanunda SayıĢtayın TBMM‟nin bütçe hakkını kullanmasına taban oluĢturmak üzere SayıĢtay raporları, sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlamak üzere ise yargılamaya esas rapor hazırlaması öngörülmüĢtür. SayıĢtay‟ın yaptığı denetimler sonucunda görüĢlerini de belirtmek suretiyle hazırlayıp sunduğu SayıĢtay raporları ve değerlendirmeler temelinde TBMM, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢecektir. SayıĢtay, bu denetimlerde TBMM‟nin çıkardığı yasaları ve hükümetin politika tercihlerinin yer aldığı ve TBMM‟nin uygulanmasına onay verdiği bütçeyi esas almak zorundadır. SayıĢtayın yasalara aykırı denetim yapması ve TBMM‟nin bütçeyle onay verdiği politika tercihlerini eleĢtirmesi veya doğruluğunu ya da yerindeliğini sorgulaması elbette ki söz konusu olamaz. SayıĢtayın görevi, TBMM‟nin çıkardığı yasalar ile TBMM‟nin bütçe ile onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını; yapılan harcamaların yasalarla verilen yetkilere uygun Ģekilde ve verimlilik, tutumluluk ve etkililik ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; idarelerin iç kontrol yapısının güvenirliğini; mali raporlarının doğruluğunu ve uygunluğunu raporlamaktır. SayıĢtayın söz konusu raporları hazırlarken, idarenin düzenleyici iĢlemleri olan bakanlar kurulu kararı, tüzük ve yönetmelikler ile ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere tabi kılınması ve bunlara aykırı denetim raporu düzenleyemeyecek olması, bütçe hakkının sahibi olan TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve hesapverme sorumluluklarını görüĢmesini, idarelerin idari tasarruflarına tabi kılmak anlamına gelmektedir. Denetleyen TBMM‟yi denetlenenin iradesinin eseri olan yönetsel tasarruflara bağlı kılmak, bütçe hakkından kaynaklanan denetimi ortadan kaldırmakla eĢdeğerdir. Oysa, SayıĢtayın yürütmenin faaliyetlerini denetleyerek TBMM‟ye rapor sunmasından amaçlanan; Parlamentoya bütçe hakkı kapsamında, hükümetten hesap sormasına yardımcı olacak tarafsız ve nesnel bulgu, bilgi ve veriler sağlamak ve yönetimin geliĢtirilmesi ve aksaklıkların giderilmesi için öneriler getirmektir. Hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının veya iĢleri iyi yönetememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut da savurganlığın temelinde idarenin düzenleyici iĢlemleri yatıyor ise, SayıĢtaydan idarenin düzenleyici iĢlemleri hukukun bir parçası ve idare de düzenleyici iĢlemlerine uygun faaliyette bulunmuĢ gerekçesiyle söz konusu hususları Parlamentoya raporlamaktan imtina etmesi beklenemez. Beklenmesi, Parlamentonun bütçe hakkının yok sayılması demektir. Kaldı ki, (mülga) 832 sayılı SayıĢtay Kanununun 25 inci maddesinin ikinci fıkrasında, “Denetçiler; anlam, uygulama veya sonuçları bakımından Hazine menfaatlerini zarara uğratıcı nitelikte gördükleri kanun, tüzük, yönetmelik, kararname ve sair mevzuat hükümlerini, inceleme sırasında tesbit ederek bunları gerekçesiyle birlikte ve yazılı olarak Birinci BaĢkanlığa bildirirler. Birinci BaĢkan, bu bildirileri derhal Genel Kurula havale eder ve bunlardan Genel Kurul karariyle kabule değer görülenler üç aylık raporlarla Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisine sunulur.” hükmü yer almaktaydı. Anılan hüküm genel ifadelerle daha kapsayıcı hale getirilerek 6085 sayılı Kanunun “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesinin (4) numaralı fıkrasında, “Bu denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden kaynaklanan ve açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.” Ģeklinde kurallaĢtırılmıĢtır. Bu bağlamda, SayıĢtay hem, TBMM‟nin çıkardığı yasalar ile TBMM‟nin bütçe ile onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını, yapılan harcamaların yasalarla verilen yetkilere uygun Ģekilde ve verimlilik, tutumluluk ve etkililik ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; hem de hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının veya iĢlerin iyi yönetilememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut da savurganlığın temelinde idarenin düzenleyici iĢlemleri yatıyor ise beklenen sonuçları doğurmayan faaliyetler, iyi yönetilemeyen iĢler, yasaya aykırı uygulamalar ve savurgan harcamalarla birlikte, bunlara yol açan idarenin düzenleyici iĢlemlerini de TBMM‟ye raporlaması, yapmaktan kaçınamayacağı Anayasal ve yasal görevleridir. TBMM‟nin kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢmesine, SayıĢtay raporları üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesi ile 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine bu açılardan da aykırıdır. Ġptali istenen (c) bendindeki hükümler, yargılamaya esas rapor ve hesap yargısı açısından da Anayasaya aykırılık oluĢturmaktadır. Anayasanın 123 üncü maddesinde, idarenin kanuniliği ilkesi getirilmiĢtir ve yürütmenin düzenleyici iĢlemleri ise yasamaya bağımlı ve ikincil bir yetkidir. Anayasanın 115 inci maddesinde, yürütme organına, kanunların uygulanmasını göstermek veya emrettiği iĢleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve DanıĢtayın incelemesinden geçirilmek Ģartıyla tüzük; 124 üncü maddesinde ise idareye, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak Ģartıyla yönetmelik çıkarabilme yetkisi verilmiĢtir. Bu bağlamda, tüzük, yönetmelik ve idarenin diğer düzenleyici iĢlemleri yetkiyi yasalardan almak, yasaların uygulanmasını sağlamak ve yasalara aykırı olmamak durumundadır. Ġdarenin düzenleyici iĢlemlerini denetlemek ise, 2575 sayılı DanıĢtay Kanununun 24 üncü maddesine göre DanıĢtayın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı iĢler kapsamındadır. Dolayısıyla, idarenin düzenleyici iĢlemleri kural olarak yasalara aykırı olamazlar. Olmaları durumunda ise, yasal normların esas alınması hukukun temel bir prensibi ve hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğundan, idarenin düzenleyici iĢlemlerine aykırı denetim raporu ya da yargılamaya esas rapor düzenlememeye ve dolayısıyla SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullarını yasaya aykırı ve idarenin düzenleyici iĢlemlerine uygun karar vermeye zorlayan iptali istenen düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesi ile 160 ıncı maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturur. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. d) (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (ç) bendinde, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda, yapılan denetimin kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara da yer verileceği; bu hususların ilgili Daireler tarafından da uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta herhangi bir değiĢiklik olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı Ģekilde yapılan mali iĢ ve iĢlemler hakkında daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe gösterilerek denetim raporu düzenlenemeyeceği hükümlerine yer verilmiĢtir. Bendin ilk tümcesinde, “düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda” denildiğine ve 6085 sayılı Kanunda düzenlilik denetimi sonucunda denetim raporu ve yargılamaya esas rapor olmak üzere iki rapor düzenlenmesi öngörüldüğüne göre, bentte yer alan hükümler her iki raporu da kapsamaktadır. Bütçe hakkı, Anayasanın 87 nci, 160 ıncı, 162 nci ve 164 üncü maddelerine göre TBMM‟nindir. TBMM, gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılması yetkisini bütçe kanunu ile yürütmeye devretmekte; yürütme ise, bütçe programlarına tahsis edilen ödeneklerin, bütçede öngörülen programlara, belirtilen tutarlarda, hukuka uygun Ģekilde ve taahhüt edilen hedeflere ulaĢılması amacıyla verimli, tutumlu ve etkin Ģekilde harcanacağı konusunda hesap verme yükümlülüğü altına girmektedir. Türk SayıĢtayı kurulduğu andan itibaren “yargı tipi” SayıĢtaylar arasında yer almıĢ; nitekim Anayasanın 160 ıncı maddesinde SayıĢtaya TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevi verilmiĢtir. Anayasanın 160 ıncı maddesinde yer alan “sorumlular” ifadesi, bidayetten sorumluluğu/zimmettarlığı ifade etmektedir. Bidayetten sorumlular ise, TBMM‟nin yürütme organına tahsis ettiği bütçe ödeneklerinin teslim edildiği kamu görevlileridir. Bütçe Kanununun Resmi Gazete‟de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle söz konusu sorumlular, sorumluluklarına verilen bütçe ödenekleri tutarında borç altına girmekte; mali yılın sonunda SayıĢtaya verecekleri yönetim dönemi hesabında, yaptıkları her iĢlemin mevzuata uygun olduğunu ispat ve beraatlarına yarayan belgeleri ibraz ederek borçtan kurtulmaktadırlar. Söz konusu kamu görevlileri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda harcama yetkilisi (md. 31), gerçekleĢtirme görevlisi (md. 33) ve muhasebe yetkilisi (md. 61) ile diğer sorumlular olarak yer almıĢtır. Bütçe ödeneklerinin teslim edildiği/zimmetlerine verildiği söz konusu sorumluların, hesap ve iĢlemlerinin yargılama dairelerinde yargılanması sonucunda mevzuata uygun bulunan kısımları için SayıĢtayca beraat hükmü tesis edilerek sorumlulukları sona erdirilmekte, mevzuata uygun bulunmayan kısımları için ise zimmettarlıklarının devamına yönelik olarak tazmin hükmü tesis edilmektedir. Nitekim, SayıĢtay ilamlarında tazmin hükmolunan hususlar, sorumluları ve gerekçeleriyle birlikte maddeler halinde sıralandıktan sonra sonuç bölümünde “… maadasının belgelerine dayandığı, kayıtlarına, kanun ve diğer mevzuat hükümlerine uygun bulunduğu anlaĢıldığından sorumluların beraatine … yılı … ayının … günü hükmolunduğu SayıĢtay … Dairesinde saklı … sayılı tutanakta yazılı olmakla iĢbu ilam düzenlendi.” denilmektedir. BaĢka bir anlatımla tazmin hükmü verilenlerden baĢka, diğer hesap ve iĢlemlerin tamamının mevzuata uygun olduğuna ve sorumluların beraatına karar verilmektedir. Bu bağlamda (ç) bendinde sözü edilen “… yapılan denetimin kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara da yer verilir.” Ģeklindeki hükmün gereği, zaten ilamda yerine getirilmiĢ olmaktadır. Bununla birlikte, (ç) bendinde, ilamda değil, ilama esas oluĢturan yargılamaya esas raporda yer alması öngörülmektedir. Ancak bu isteğin yerine getirilmesi hem fiilen imkansız, hem maliyeti çok yüksek, hem de hukuken yersiz ve gereksizdir. Anayasa Mahkemesinin hesap ve iĢlemleri yıllık örneğin 12 çuval ise, Bayındırlık Bakanlığının 12 kamyon, Milli Eğitim Bakanlığının ise 22 kamyondur. Anayasanın 160 ıncı maddesinde, “SayıĢtay … kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlamak(la) … görevlidir.” denildiğine göre, denetçiler 22 kamyon hesap ve iĢlemi ve bunların temsil ettiği karar ve faaliyetleri inceledikten sonra mevzuata aykırı buldukları yanında uygun gördüklerini de yargılamaya esas rapora alsınlar demek; denetçilerin 22 kamyon hesap ve iĢlemin -ki 2.000.000 yevmiye sayısını geçer- her birinin yevmiye tarihi, yevmiye numarası, tutarı, harcamanın konusu ve mevzuata uygunluk nedeninin (çünkü yargılama dairesinde mevzuata uygunluk yönünden yargılanıp, 6085 sayılı Kanunun 51/1 maddesi gereğince ilamlar da gerekçeli yazılacağından) yargılamaya esas rapora yazılmasını istemektir. Bunlar alt alta yazılsa ve her sayfaya 20 satır sığdırılsa 100.000 sayfa yapar. Her iĢlem için harcamanın konusu ve mevzuata uygunluk gerekçeleri de dört satıra sığdırılsa 400.000 sayfalık bir rapor ortaya çıkar. SayıĢtay denetimine tabi tüm idareler göz önüne alındığında, bunun yapılabilirliği fiilen imkansızlaĢır. Bunun yapılabilmesi için, SayıĢtayın mevcut denetçi, savcı ve üye kadrosunun en azından yüz ile çarpılması, mevcut bütçe ödeneklerinin tamamının da kırtasiye harcamalarına tahsis edilmesi gerekir. Her faaliyet gibi denetimin de bir maliyeti vardır ve denetim maliyeti yüksek bir faaliyettir. Tüm kamu faaliyetlerinde olması gerektiği üzere denetim hizmetinde de aynı veya daha az kaynak kullanarak daha fazla veya daha kaliteli hizmetin elde edilmesi, kaynak kullanımının asgariye indirilmesi ve hedeflenenlerin baĢarılması gerekir. Oysa, iptali istenen düzenleme verimlilik ve ekonomiklik ilkelerini literatürden silecek bir kaynak savurganlığı öngörmenin yanında, söz konusu kaynak savurganlığının gerekçesi olan, yargılamaya esas raporlarda mevzuata uygun görülen hususların “Daireler tarafından da uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta herhangi bir değiĢiklik olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı Ģekilde yapılan mali iĢ ve iĢlemler hakkında daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe gösterilerek denetim raporu düzenlenemez” hedefinin baĢarılması da, 6085 sayılı Kanuna göre hukuken mümkün değildir. Çünkü, SayıĢtay yargılama dairelerinin kararları kesin değildir. Bir denetçinin mevzuata uygun değerlendirdiği hususu, baĢka denetçilerin mevzuata aykırı değerlendirebilecekleri bir yana, 6085 sayılı Kanunun (55/1) maddesinde göre SayıĢtay dairelerince verilen ilamlar, SayıĢtay Temyiz Kurulunda temyiz olunur ve bu Kurulca verilen kararlar kesindir. Dahası, iĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde aynı konu hakkında dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen ilamlar birbirine aykırı ise SayıĢtay BaĢkanı bu ilamları içtihatların birleĢtirilmesi için Genel Kurula gönderir (58/1). SayıĢtay BaĢkanı birleĢmiĢ içtihadın değiĢtirilmesi için de istemde bulunabilir (58/2). Genel Kurul, içtihadın birleĢtirilmesi kararı alır (25/2-b). Bu bağlamda, iĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde aynı konu hakkında SayıĢtayın sekiz dairesinden birinin mevzuata uygun bulduğu hususu bir diğeri ya da diğerleri mevzuata aykırı bulabilirler; hepsi uygun bulsalar dahi Savcının istemi üzerine Temyiz Kurulu bozabilir; Temyiz Kurulu kararları arasında farklılık olması halinde Genel Kurul içtihadı birleĢtirir. SayıĢtay Denetçilerini yaptıkları denetimlerde mevzuatın yorumlanması açısından daire kararları değil; Genel Kurul kararları bağlar. Dolayısıyla, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen yargılamaya esas raporda, yapılan denetimin kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara, fiili imkansızlığa ve ölçüsüz kaynak savurganlığına rağmen yer verilse ve bu hususlar ilgili Daireler tarafından uygun bulunsa dahi, bu düzenlemeden hedeflenenin baĢarılması, daire kararlarının kesin olmaması nedeniyle hukuken mümkün değildir; mümkün olmadığı için de düzenleme hukuken yersiz ve gereksizdir. Bu durum, denetçilerin TBMM‟ne sunulmak amacıyla hazırlayacakları denetim raporları için de geçerlidir. Tek fark, kaynak savurganlığının daha az olacak olmasıdır. INTOSAI‟nin 3.0.3/a nolu DS, “Denetçi denetimi -denetimin üstün vasıflı, etkili, verimli, ekonomik ve zamanında yapılmasını temin edecek Ģekilde- planlamalıdır.” Ģartını koyar. Denetçi TBMM‟ye sunulacak raporlar için hem önemlilik eĢiğini hem de kabul edilebilir denetim risklerini değerlendirerek incelenecek hesap ve iĢlemin (genel popülasyon) içinden uygun teknikler kullanarak bütünü Ģamil olmak üzere denetim örneklemi seçecektir. Bu durumda, Milli Eğitim Bakanlığının 22 kamyon olan hesap ve iĢlemi içinden denetçi örneğin 1 kamyonunu (yaklaĢık 100.000 yevmiye sayısı) inceleyecektir. Ġptali istenen düzenleme yine aynı Ģekilde denetçinin 100.000 iĢlemin mevzuata aykırı buldukları yanında uygun bulduklarının tamamının yevmiye tarihi, numarası, tutarı ve konusu ile mevzuata uygunluk gerekçelerini yazdığı bir denetim raporu düzenlemesini öngörmektedir. Yukarıdaki hesaba göre yaklaĢık 20.000 sayfalık söz konusu denetim raporu cevaplandırılması için Milli Eğitim Bakanlığı müsteĢarına gönderilecek; cevaplar alındıktan sonra verilen cevaplar çerçevesinde yeniden düzenlenerek 100.000 (20.000 sayfa rapor) iĢlem için yargılama dairesi görüĢü alınacak; yargılama dairesi görüĢünden sonra denetim raporu daire görüĢü doğrultusunda SayıĢtay raporuna dönüĢtürülerek 100.000 iĢlem için bu defa Rapor Değerlendirme Kuruluna, Rapor Değerlendirme Kurulunun son Ģeklini verdiği SayıĢtay raporu ise TBMM‟ye sunulacaktır. Bunun SayıĢtay denetimine tabi olan tüm idareler için geçerli olacağı göz önüne alındığında SayıĢtay raporları TBMM‟ye kamyonlarla gönderilecektir. Bu içerikte ve yoğunluktaki raporların bırakınız TBMM‟de görüĢülmesini, TBMM‟nin her yıl SayıĢtay raporları için ek arĢivler yaptırması gerekecektir. Yasanın öngördükleri, aklın, mantığın kabul edebileceği, havsalanın alabileceği bir durum değildir ve böylesine maddi gerçeklerden kopukluğa tarihsel söylencelerde dahi rastlanmamaktadır. Öte yandan, TBMM‟ye sunulacak SayıĢtay raporlarında Rapor Değerlendirme Kurulu, son karar mercii olduğundan yargılama dairelerinin mevzuata uygun bulduklarını aykırı, aykırı bulduklarını uygun bulabilecektir. Dolayısıyla, hedeflenen yine gerçekleĢmeyecektir. Hedeflenenin gerçekleĢmesi demek, bir denetçinin görüĢü üzerinden verilen daire kararının SayıĢtayın diğer yargılama daireleri yanında kurullarını da bağlaması ve dolayısıyla SayıĢtaydaki kanun yollarının sona erdirilerek 6085 sayılı Kanunun bütünüyle ilgası anlamına gelmektedir ki, bu durumun Anayasanın 160 ıncı maddesine aykırılığı ortadadır. Öte yandan, yürütme organı ile idarenin tüm eylem ve iĢlemlerinin hukuka uygun olması bir meziyet değil, hukuksal sorumluluğudur. Anayasanın 8 inci maddesinde yürütme görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirileceği; 129 uncu maddesinde ise, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları kurallarına yer verilmiĢ; 137 nci maddesinde ise kanunsuz emir düzenlenmiĢtir. Bu bağlamda yürütme organı ile idarenin yasal sorumluluklarını yerine getirmesi genel kural olup; SayıĢtayın varlık nedeni ve Anayasal görevi kuraldıĢı olanları raporlamaktır. Ġptali istenen (ç) bendi, SayıĢtay‟dan imkansızı istemekte; SayıĢtay imkansızı her Ģeye rağmen gerçekleĢtirse bile, nihayetinde hiçbir açıdan hiçbir iĢe yaramamaktadır. Bununla birlikte, SayıĢtayların kamu kaynaklarının verimlilik, etkinlik ve ekonomik ilkelerine uygunluğunu, performans denetimi metodolojisi temelinde denetlemelerinde, “iyi uygulama örneklerini” raporlamaları bir INTOSAI Denetim Standardıdır. Çünkü, performans denetimleri, kamu idarelerinin faaliyetlerinin faaliyet dönemine bağlı kalmaksızın yılı içinde veya yıllar itibariyle sektör, program, proje ve konu bazında bazen birden çok kamu idaresini kapsayacak Ģekilde yürütülmesi Ģeklinde gerçekleĢtirilir. Kamu idarelerinden birinin diğerlerine göre aynı faaliyeti daha verimli, etkili ve ekonomik yürütmesi “iyi uygulama örneği” oluĢturduğundan diğerlerine de örnek olması ve yaygınlaĢtırılmasının sağlanması amacıyla parlamentoya raporlanması gerekir. Ancak, AKP iktidarı SayıĢtayın performans denetimi yetkisini elinden almıĢtır. Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Yasalar nihayetinde, devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturmak, kamu yararını gerçekleĢtirmek ve uygulanmak amacıyla çıkarılır. Devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülmesine engel olan, kamu yararına sonuç doğurmayan, kamu hizmetinin nitelikleriyle bağdaĢmayan, hak, hukuk ve adalet anlayıĢına aykırı, makul olmayan ve uygulanabilirliği bulunmayan bir düzenlemenin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaĢtırılamayacağı açıktır. Ġptali istenen düzenleme, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle SayıĢtaya verilen TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevlerini, denetim hizmetlerinin gerektirdiği bağımsızlık, tarafsızlık, nesnellik ve zamanındalık gibi geçerli ve makul nedenler ile gerçekleĢebilir hedefler olmaksızın amacından saptırmayı; kaynaklarını iĢlevi ve iĢlerliği olmayan ve SayıĢtay denetiminde kaos yaratmak dıĢında hiç kimsenin de iĢine yaramayan boĢ, gereksiz ve yersiz iĢlere tahsis ederek görevlerini etkili, güvenilir ve yeterli yapmaktan alıkoymayı ve TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve hesapverme sorumluluklarını görüĢmesini iĢlevsizleĢtirerek boğmayı amaçladığından Anayasanın 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (ç) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir. e) (d) Bendinin Anayasaya